pe cy a
İÇİNDEKİLER E d i t ö r d e n (5) • Dikmen Gürün Uçarer T i y a t r o D ü n y a s ı n d a n H a b e r l e r (8-10) 2 3 . U L U S L A R A R A S I İ S T A N B U L M Ü Z İ K FESTİVALİ O r k e s t r a K o n s e r l e r i , O d a Müziği T o p l u l u k l a r ı , R e s i t a l l e r (13-22) " S a r a y d a n Kız K a ç ı r m a " O p e r a s ı (24-25) A m e r i k a n Bale T i y a t r o s u (26) G e l e n e k s e l Müzik K o n s e r l e r i (28-32) ELEŞTİRİ: Bir Siyasi Çizginin O y u n u : Rosa L u x e m b u r g (36-37) • Üstün Akmen ELEŞTİRİ: H e r k e s i n Bir " G o d o t " s u Var (38) • Yavuz Pekman ELEŞTİRİ: H i z m e t ç i l e r (40-41) • Selda Öndül ÇEVİRİ: P e t e r W e i s s ' ı n ' S o r u ş t u r m a c ı y l a Belgesel T i y a t r o (44-46) • Haibe Kalkan
a
İNCELEME: S a n a t T u z a ğ ı n ı n İçinde (48-49) • Yılmaz Onay
cy
İNCELEME: T i y a t r o d a Çağın Ritmini Y a k a l a m a k (50-53) • Hülya Nutku ELEŞTİRİ: T e n e k e Ş ö v a l y e l e r (54-55) • Yaşar Zongur
İNCELEME: İngiliz T i y a t r o s u ' n d a n Bir Kesit; J. O s b o r n e ve "Kızgın T i y a t r o " (56-57) • Aslı Tekinay
pe
İNCELEME: D a n s T i y a t r o s u D o ğ a ç l a m a l a r ı (58-66) • Jack Deleon
Tiyatro...
Tiyatro...
s
ı
a
Sahibi:
y Tiyatro
•
Yapım
Dergisi e
Yayıncılık
l
Ltd.
l
Şti.
A
i
y
d
•
adına
Enis
a
b
i
E
Bakışkan
•
l Genel
Üstün
Akmen,
jack
Deleon.
Arıburnu
•
Abone:
Hasibe
Kalkan,
Hülya
Nuray
Avşar
•
Dağıtım:
M a t b a a s ı • T i y a t r o Y a p ı m Y a y ı n c ı l ı k T i c . v e San. (212)
243
35
33-293
Nutku,
D e m i r • Teknik Yönetmen:
72 77
DM Posta Ç e k i Hesap N o :
Fax:
(212)
252 94
Ahmet L t d . Şti.:
14
T i y a t r o Yapım 655 248
Yılmaz
Onay,
Sinan Şanlıer • Ergin
•
y l
Yayın
S o r u m l u Yazı İşleri M ü d ü r ü : M u s t a f a D e m i r k a n l ı • Yayın K o o r d i n a t ö r ü : E m r e
Z o n g u r • Kapak: Y e ş i m
r
Selda
a i
Yönetmeni:
ÖndüI,
Hazırlık:
ı
m
b
Yavuz
l
a
n
ı
r
n l i r a
i
Dikmen
Koyuncuoğlu
Hukuk Danışmanı:
Ofset
y
Gürün
Uçarer •
• • Katkıda Bulunanlar: Pekman,
Aslı
Tiyatro
Yapım
Tekınay,
•
Fikret İlkiz •
Dizgi: Baskı:
Yaşar Erkut
MÜ-KA
H a y r i y e Cad. Ç o r l u A p . 3/10 8 0 0 6 0 Galatasaray- İstanbuI Tel.:
Y ı l l ı k A b o n e B e d e l i : 500.000.- TL.
Yurtdışı
B a n k a H e s a p N o : T.İş B a n k a s ı - C i h a n g i r Şb.
Abone
Bedeli:
197 2 4 5
Tiyatro... Tiyatro.. 3
50
cy
pe a
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün Uçarer
Mayıs ayı tiyatro açısından oydukça hareketli geçti ve 7. Uluslararası Tiyatro Festivali'ni geride bıraktık. Oyunların dolu salonlara sergilen mesi gelecek yıl için daha da umutlandırdı tiyatro dünyasını. Els Comediants sokak tiyatrosu seyirciyle tiyatroyu önce Rumelihisarı'nda, sonra da Ortaköy Meydanı'nda buluşturdu. Her iki gösteride de tiyat ro ateşini yakarken festivalin şenlik yönünü vurguladı, tiyatronun
a
başlangıcına göndermeler yaptı.
Bu ay da Festivaller devam ediyor. Bir yanda Yapı ve Kredi Ban-
pe cy
kası'nın düzenlediği gösteriler izleyicinin ilgisini çekerken, öte yandan Parliamant Caz Festivali başlamak üzere. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ise Müzik Festivali'nin son hazırlıklarını tamamladı. Biz de dergimizde her yıl olduğu gibi bu yıl da Müzik Festivali'ne ayrı bir yer ver dik.
Bu sayıda sizlere bir küçük yenilik getiriyor ve Dans Tiyatrosu'nun kapılarını aralıyoruz. Jak Deleon'un "Dans Tiyatrosu Doğaçlamaları" yazısı umuyoruz ki bu alanda bir başlangıç noktası oluşturacak ve dans tiyatrosu bundan böyle pek çok yönleriyle ele alınacak, tartışmaya açılacaktır.
Tiyatro Tiyatro 5
pe a
cy
a
pe cy
HABERLER
11.
ULUSLARARASI
DENİZLİ AMATÖR TİYATROLAR ŞENLİĞİ
pe cy
a
Denizli Belediyesi'nin, TOBAV (Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı) ve IATA (Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği)'nin katkılarıyla düzenlediği 11. Uluslararası Denizli Amatör Tiyatrolar Şenliği 19-23 Mayıs 1995 tarihleri arasında Denizli'de gerçekleşti. Bu yıl 3. kez uluslararası boyutta gerçekleşen şenliğe Türkiye'den ve dünyadan amatör tiyatrocular gelerek oyunlarını sergileme, sorunlarını paylaşma ve yeni dostluklar edinme fırsatını buldular. Bu yıl şenliğe; Romanya Bükreş Film Akademisi Carol , Macaristan Bekescaba Yüksek Tiyatro Topluluğu "Kadartada Destanı", Türkmenistan Kemine Tiyatro Topluluğu "Kıgıdıng Dayısı Bar", Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti "İçerdekiler", Manisa Afsem Tiyatrosu "Vatandaş Oyunu", Muğla Çevre Derneği "Kadınların İsyanı", Trabzon Kültür ve Turizm Derneği "Kısmet", Ankara Deneme Sahnesi "Misafir", Bursa Uludağ Üniversitesi Tiyatro Topluluğu "Kerem ile Şule" ve "Bir Yaz Gecesi İçin Suit", TOBAV Gençlik Kulübü "Kaos", Devlet Tiyatroları Kamyon Tiyatrosu "Dört Köşe Palyaço", Denizli Belediyesi Şehir Tiyatrosu "Yaşam Oyunu", "Gişe", "Sayın Ben", "Sevgi Canavarı" adlı oyunlarıyla katıldı. 19 Mayıs günü şenliğe katılan topluluklar kostümleriyle yaptıkları ,yürüyüşten sonra Atatürk Anıtı'na çelenk koydular. Topluluklar 5 gün boyunca Belediye Sanat Merkezi ve Çatalçeşme Oda Tiyatrosu'nda sanatseverlere oyunlarını sergilediler. Şenliğin bir diğer etkinliği de amatör tiyatroculara Michael Murphy ve Kaan Erten'in yaptırdığı yaratıcılığını geliştirme, kendini tanıma, şan ve doğaçlama şeklinde hazırlanan atölye çalışmalarıydı. Şenlik kapsamında bir de panel vardı. "Türkiye'de Amatör Tiyatroların Gelişimi, Orgütlenme-Eğitim-Yönetim ve Festivaller" konulu paneli Milliyet Gazetesi'nden Bülent Berkman yönetti. Panele konuşmacı olarak Denizli Belediye Başkanı Ali Marım, Alaçatı Belediye Başkanı Remzi Özen, D.T.C.F. Tiyatro Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nurhan Karadağ, TOBAV Genel Başkanı Tamer Levent, Ankara Deneme Sahnesi Başkanı Şenol Tiryaki ve Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Murat Karasu katıldı. Tüm konuşmacılar "Amatör Tiyatro Acemi Tiyatro Değildir" görüşünü bir kez daha yinelediler. Ayrıca yerel yönetimlerin "Belediye Sanat Yapmaz" yargısının "Belediye Sanatı Destekler" şeklinde değişmesi gerektiği ve Denizli-Alaçatı Belediyeleri dışında diğer belediyelerin de bu tür etkinliklerde bulunmasının sanatsal bir sorumluluk olacağı belirtildi. Amatör tiyatroların sorunlarının konuşulduğu panelde amatör tiyatroların örgütlenme sürecinin en kısa zamanda başlatılması gerekliliği üzerinde duruldu. İknur Yüksel 8
Tiyatro... Tiyatro...
Afife Jale Sahnesi
Ortaköy'de "Afife Jale Sahnesi" adıyla yeni bir salon açılma çalışmaları devam 1 ediyor. Afife Jale; sahneye çıkan ilk Türk-Müslüman kadın sanatçımızdır. Dönemin gerici, yoz ve baskıcı anlayışına karşı sahneye çıkma cesaretini göstererek, Türk kadınının mücadeleci, aydın ve dönemine sorumlu bir sanatçı olma özelliğini göstermiştir. Beşiktaş Belediyesi ile TOBAV'ın "Sanata Evet" kampanyası kapsamında gerçekleştirdikleri İstanbul'a yeni bir salon kazandırma çalışmaları çeşitli etkinliklerle sürüyor. Kampanya kapsamında ilk önemli desteği ENKA Yönetim Kurulu Başkan Vekili Eşref Denizhan vermiştir. 26 Mayıs'ta ENKA Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen Arjantin ve Avrupa Tangoları Konseri'nin geliri salon yapımına aktarılmıştır. I Ekim 1995 tarihinde açılması planlanan salondan ödenekli tiyatroların dışında özel tiyatrolar ve gençlik toplulukları da yararlanacaktır. Beşiktaş Belediyesi'nden 10 yıllığına kiralayan TOBAV, salonun geri kalan masraflarını karşılamak için yeni bir kampanya ile tüm sanatseverleri desteğe çağırıyor. Kampanya kapsamında: Koltuklar isminizle anılsın; Bir koltuğun arkasına isminizi yazdırabilirsiniz (30 milyon). 100 milyon bağışla 5 koltuğun arkasına isminizi yazdırabilirsiniz. 2 * Temsil biletleri isminizle satılsın; bir ] sezon (8 ay) boyunca biletlerde numara yerine isminiz yer alsın isterseniz, 25 milyon bağışta bulunmanız yeterlidir. 3 • Tiyatroda özel yeriniz olsun; Bir sezon boyunca (8 ay) bir koltuğun mülkiyet hakkını elde etmek için 30 milyon bağış yapmanız yeterli. Bağış miktarını yükselterek 10 sezona kadar uzatabilirsiniz. 4 * Sahnenin perdesine firmanızın ismi yazılsın; "Afife Jale Sahnesi"nin perdesinde firmanızın isminin yazılmasını istiyorsanız, TOBAVı arayabilirsiniz. Ayrıca, TOBAV tüm önerilerinize açık. Yeni bir sahne, İstanbul'a yeni bir hayat damarı demektir. TOBAV'ın bu anlamlı çalışması sizlerin de desteği ile daha anlamlı olacaktır. TOBAV'ın adres ve telefonları: Sıraselviler Cad. No:47 Taksim Tel.-Fax: (212) 249 01 92
T i y a t r o v e T V Yazarları Derneği'nde Yeni Yönetim Tiyatro ve TV Yazarları Derneği'nde iki yılda bir yapılan olağan kongre yapılmış ve yeni Yönetim Kurulu belirlenmiştir. Başkanlığa yeniden Recep Bilginer
Belkıs Dilligil'i Yitirdik
7. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin Ardından
27 Mayıs tarihinde Sahne-i Atiye'nin Ayasofya Müzesi bahçesinde gerçekleştireceği gösterinin zorunlu olarak iptal edilmesi üzerine Kurucu Sanat Konseyi Sekreteryası Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği aşağıda metnini verdiğimiz bildiriyi yayınlayarak sanat kuruluşlarına yollamıştır. 27 Mayıs tarihinde Ayasofya Müzesi bahçesinde Sahne-i Atiye tarafından gerçekleştirilecek olan "Nartex - Denge - Geçiş - Bağlantı" isimli oyun, bazı grupların tepki ve tehditleri nedeniyle iptal edilmek zorunda bırakılmıştır. Oyunun 25 Haziran 1995 tarihinde yapılması öngörülen gösterisinin de bu baskı ve tehditler sonucu yapılamayacağı izlenimi uyanmaktadır. Bu olay, yalnızca bir tiyatro oyununun iptal edilmesi ile sınırlı değildir. Durum, görüldüğünden ve gösterildiğinden daha tehlikeli boyutlar içermektedir. Öteden beri, kültürel yaşamımızın belli odaklar tarafından tehdit altında tutulmak istendiği bilinmektedir. Sansür etme, tahrip etme, yok etme ve engelleme, kültür ve sanat hayatımızın neredeyse bir parçası haline gelmiştir. Bu yeni boyutta ise artık bazı inanç grupları doğrudan doğruya kültür yaşamını kontrol etmeye yönelmektedir. Bu durumu son derece tehlikeli buluyoruz ve demokratik hayatımız için çok ağır bir tehdit olarak değerlendiriyoruz. Nitekim Ankara'da Gar binasında "Sanat ve Tabular" etkinliği bağlamında gerçekleştirilen serginin, devlet bürokrasisi tarafından sansür edilmesi de sanat ve sanatçı üzerindeki sansür ve baskıların giderek yoğunlaştığının bir başka göstergesidir. Bu gibi durumlarda geri adım atmamak hepimizin görevidir. Aksi takdirde ülkemiz, karanlık güçlerin kontrol ettiği bir ortama dönüşebilir
cy
Geçtiğimiz Kurban Bayramı'nda Türkiye (önemli bir sanatçısını kaybetti. Belkıs Dillgil, kızı Çiçek Dilligil'in kullandığı araç ile Boğaz Köprüsü'nde geçirdiği kazada beyin kanaması geçirerek aramızdan ayrıldı. Kenter Tiyatrosu'nda düzenlenen bir törenden sonra Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verilen değerli sanatçı Belkıs Dilligil. 1929 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Sanat yaşamına amatör olarak Fatih Halk Evi'nde başlamış, İzmir'de oynadığı "Elektra" adlı oyunla profesyonelliğe adım atmıştır. 1956 yılında Avni Dilligil ile evlenen sanatçının Çiçek ve Rahmi adlarında iki çocuğu bulunmaktadır. "Hisseli Harikalar Kumpanyası", "Geceye Selam" ve "Şen Sazın Bülbülleri" müzikallerinin unutulmaz oyuncusu Belkıs Dilligil, son yıllarda tiyatro sahnesine çıkmıyordu.
Sahne-i Atiye'ye Engelleme
a
seçilirken, İkinci Başkanlığa Yılmaz Karakoyunlu, Genel Sekreterliğe Haşmet Zeybek getirilmiştir. Kenan Işık, Nezihe Araz ve Turan Oflazoğlu da öteki Yönetim Kurulu üyeliklerine seçilmiştir.
Şahika Tekand katıldı. Festivalin bir başka sahne dışı etkinliği ise, "Akdeniz Tiyatrosu ve Türkiye" adlı Yuvarlak Masa Toplantısı 'ydı. Akdeniz Tiyatroları Başkanı Jose Monleon katıldığı toplantıya Akdeniz Tiyatroları Enstitüsü Türkiye Temsilcisi Cevat Çapan ve yönetmen Işıl Kasapoğlu katıldı. Panelde önümüzdeki yıllarda Çanakkale'de tüm Akdeniz Tiyatro sanatçılarının katılacakları etkinlikler tanıtıldı.
pe
1-2 Haziran günleri Aksanat'ta gerçekleşen "Antik Tiyatro'da Beden ve Ses Kullanımı" atölye çalışmasına katılım beklenenin üstünde bir yoğunluktaydı. Çalışmayı gerçekleştiren Yunanlı yönetmen Theodoros Terzopoulos katılımcıların ortaya koydukları performanstan çok keyif aldığını söyledi. ' Aydın Teker ve Hüseyin Katırcıoğlu ' çalışmalara bizzat katılırken, Taner Barlas, Yıldız Kenter, Beklan Algan ilgiyle izledi. Terzopoulos çalışmasının sonunda iki genç tiyatro öğrencisini önümüzdeki günlerde Delphi Tiyatro Festivali'nde gerçekleştireceği atölye çalışmasına davet etti. Seçkin Selvi'nin yönettiği Ali Özgentürk, Mehmet Güleryüz, İspanyol Els Comediants Sokak Tiyatrosu'ndan Jaome Bernadet'in katıldığı "Sokak Tiyatrosu'nun Toplumsal Yönü" üzerinde önemli bir panel gerçekleştirildi. Türk Tiyatrosu'nda Teknik Sorunlar" paneline ise, i. D. Tiyatrosu ışık dizaynerlerinden Yakup Çatık, Şehir Tiyatrosu Teknik Sorumlusu Suha Volkan, yönetmen Yılmaz Onay katıldı, Çetin İpekkaya yönetti,'tasarımcı Metin Deniz'de bir bildiri sundu. 3 yıldır Tiyatro Festivali'nde bir bölüm oluşturan "öteki Tiyatro Olgusu"nun tartışıldığı panelde ise katılım diğer panellerden çok daha fazlaydı. Yavuz Pekman'ın yönettiği panele konuşmacı olarak Ahmet Levendoğlu, Kenan Işık ve
Üsküp Dram Tiyatrosu'nun Başına Gelenler
7. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin bu yılkı "Bir Ülke Bir Tiyatro" konuğu Makedonya idi. Üsküp Dram Tiyatrosu'nun dekorları, evrakları eksik ve yanlış olduğu için gümrükten geçemedi. Bunun üzerine İstanbul Devlet Tiyatrosu, Festivalin imdadına yetişti. Tüm kostümler, aksesuarlar, dekor parçaları buradan temin edildi. Alman Kültür Merkezi de slight makinelerini verdi ve Festivalin genç teknik ekibinin de katkılarıyla sorun kısa sürede çözümlendi. Sonuçtan konuklar da memnun kaldılar.
Brighton Festivali 5-28 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Brighton Festivali'ne bu yıl Fransa, İsrail, Hollanda, Japonya, Amerika, Rusya ve Romanya'dan gruplar katıldı. Tiyatro,
opera, dans, müzik gibi etkinlikleri kapsayan festivalin ilgi odaklarından birini 6. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde izlediğimiz Craiova Devlet Tiyatrosu "Phaedra" yorumuyla oluşturmuş... Galiba bu yıl sokak tiyatroları yılı... Bu yılın festivali 4 sokak tiyatrosuna birden açmış kapılarını ve 1995'i Sokak Tiyatroları Şenliği'nin ilki olarak belirlemiş.
Glasgow Mayfest Festivali 27 Nisan'da başlayan Mayfest 20 Mayıs'ta bitti. Hemen her gün sabah 11 'den gece yarılarına kadar dolu dolu geçen festival galiba biraz da insanları şaşırtacak denli yoğundu. Tiyatro gösterileri arasında genellikle Robert Le Page'ın yazıp yönettiği "Opium and Needles" dikkat çekiyordu.
Yılmaz Demirağ'ın "İki Tema" adlı resim sergisi 17 Mayıs'ta Başak Sigorta'nın İzmir'deki Sanat Galerisi'nde açıldı, iki Tema'dan biri "Uzak Denizler", diğer tema ise, "Sıcak İklim Çiçekleri", Tanrıya Özenme, 'O'nun yaptığı çiçekler "harecende çiçekler araştırma. Sergi 18 Haziran'a kadar devam edecektir. Tiyatro...
Tiyatro...
9
Theatrama'nın Romanya Mektubu Theatrama kurulurken amaçlarından biri de tiyarto aracılığı ile uluslararası ilişkiler kurmak, kültürlerarası bir iletişim ağı oluşturmaktı. Bu noktadan yola çıkarak, bu sezon boyunca İstanbul'da sergilediğimiz, Ayşe Başkut'un sahneye koyduğu Michel Vinaver'un "Sessiz İsyan" (Dissident il va şans dire) adlı oyununu 28 Nisan'da Fransızca, 29 Nisan'da Türkçe olmak üzere Bükreş Fransız Kültür Merkezi "Elvire Popesco" Salonu'nda, 30 Nisan'da da Köstence Milli Tiyatro'da
adımıza verilen kokteylde, Bükreş'te yaşayan Türk işadamları ve diplomasi çevreleriyle tiyatro, sanat, Türkiye-Romanya arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkiler konusunda sohbet etme imkanı bulduk. Bizi en çok duygulandıran olayların başında ise Köstence'deki gösteriden sonra bizleri çıkışta bekleyen soydaşlarımızın yakın ilgisi oldu. Çavuşesku rejimi sırasında kültürel bir asimilasyon politikasıyla karşılaşmış olan Romanya Türkleri 350 kişilik bir seyirci topluluğuyla eski tiyatroyu doldururken, çıkışta Köstence'ye gelen ilk tiyatro topluluğu olma kıvancını taşıyan bizlerle de Türkiye'ye bir mesaj gönderiyorlardı: "Sizin öncülüğünüzde umarız diğer kültürel etkinlikler de Köstence'ye gelir". Yine Köstence'de yetkililerle yaptığımız görüşmelerde T.C. Kültür Bakanlığı'ndan bu konuda yardım istendiğini, hatta folklor ekiplerinin gelmesi konusunda görüşüldüğünü, ancak bir türlü sonuç çıkmadığını
öğrendik.
pe
cy
a
Köstence'de Başkonsoloslukla karşılaştığımız bölgenin ileri gelenlerinden ve Başkonsolosumuzdan aldığımız bilgiye göre, Türklerin çoğunlukta olduğu Dobruca bölgesine Türkiye'den gelen tek iletişim aracı "Zaman Gazetesi". Bunun etkisiyle bu bölgelerde Türkiye hakkında tek bir düşünce tarzı yayılmaya başlamış. Başkonsolosumuzun gayretleriyle sağlanan bir fonla Türklerin kendi gazetelerini çıkaracak olmaları bizi bir nebze rahatlatırken, kültür alanında bırakılan boşlukların ne çabuk ve ne şekilde doldurulduğunu da görmüş olduk.
soydaşlara sergiledik. Neden Romanya? Halkının tiyatroya ve sanata duyduğu yoğun ilgi ve yetiştirdiği sanatçılar, Romanya'yı ziyaret etmek istediğimiz ülkelerden biri yaptı. Romanya'daki organizasyonu üstlenen Zoia Pavel başarılı çalışmasıyla da ilk dış turnemizi bu ülkeye gerçekleştirmiş olduk. Romanya'yı seçmemizin sebeplerinden biri de özellikle Dobruca yöresinde bulunan yoğun Türk nüfus oldu. Yine Romenlerin büyük kısmının Fransızca bilmesi ve bizim oyunlarımızı Türkçe'nin yanı sıra Fransızca oynamamız da bir diğer etkendi. Ayrıca yakın zamanda gerçekleştirmek arzusunda olduğumuz çeşitli etkinlikler için, ki bunlar arasında oyuncu değişimi, staj programları, workshoplar bulunuyor. Romen tiyatrocularla görüşmek de istiyorduk. 28 Nisan'daki Fransızca gösteriden sonra Fransız Kültür Merkezi'ndeki kokteylde Romen ve Bükreş'te yaşayan yabancı sanatseverlerle tanışırken, ertesi akşam Bayındır Holding'in Bükreş'te açtığı Banca Turco Romana'da 10 Tiyatro... Tiyatro..
Romanya günlerimiz sırasında dikkatimizi çeken bir başka olgu ise ülkenin içinde bulunduğu değişim süreci oldu. Birdenbire gelen bu değişim ülkeyi sarsmış durumda. Ekonomisi büyük bir bunalım içinde olan ülkede kültür hayatı da bundan etkilenmiş. Yine de tiyatro biletleri f 0.000 ile 25.000 TL. arasında değişiyor. Bir otobüs bileti ise 6.000 TL. Bu şartlara rağmen üç günde topladığımız seyirci sayısının (yaklaşık 700) İstanbul'da bir ayda (10 gösteri) topladığımızdan fazla olması bizi oldukça düşündürdü. Bu arada Romanya'nın toplam nüfusunun 13-14 milyon olduğunu da unutmamak gerekir. Bükreş'i bilenler ise b u n d a n çok değil, birkaç sene önce olsa kapıda kuyruklar oluşacağından emin. Bütün bunlar bir ülkenin kültür politikasının önemini doğrulamaktaydı. Bütün gezi süresince, bizleri yalnız bırakmayan ve olağanüstü yardımlarını eksik etmeyen Bükreş Büyükelçimize, Köstence Başkonsolosumuza ve Bayındır Holding'e sanata gösterdikleri bu ilgiden dolayı şükran duyuyoruz.
1 Mayıs günü, artık o muazzam kutlamaların yapılmadığı, insanların tatil yapmayı tercih ettiği bir günün akşamında Bükreş'ten ayrılırken arkamızda bizleri kıskandıran yeşillikte bir ülke, televizyon, radyo ve gazetelerle yapılan görüşmeler, çeşitli şehirlerdeki festivallere davetleri bırakıyorduk. Bir saat sonra İstanbul semalarından, bir beton yığınına bakarken soruyorduk: Neden? Tamer Kurter
a
cy
pe
a
pe cy
23.
Uluslararası
İstanbul
Müzik
Festivali
Orkestra Konserleri, Oda Müziği Toplulukları, Resital
pe cy
Gürer Ayk.al, Şef Hüseyin Sermet, piyano
(1962-63) ve Gotthold Efraim Lessing (1963-71) izledi. Lessing özellikle orkestranın repertuarını genişletti ve çağdaş Türk bestecilerinin eserlerini konserler ve radyo kayıtlarıyla yurt içinde ve dışında geniş kitlelere tanıttı. 1972'den sonra orkestranın birinci şefliğini Jean Perisson yürüttü ve 1957-68 yılları arasında Hikmet Şimşek yardımcı şef olarak görev yaptı. 1974'de yardımcı şef olarak atanan Gürer Aykal, 1980'den beri birinci şef olarak görevini sürdürmektedir. 1000'i aşkın radyo, televizyon, gençlik ve halk, açıklamalı çocuk ve okul konserleri
a
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Rey: Enstantaneler Ravel: Piyano Konçertosu, Sol Majör Beethoven: Senfoni No-5
Günümüze kadar aralıksız yaşamını sürdüren, dünyanın en eski senfoni orkestralarından biri olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, 1826'da Sultan II. Mahmut döneminde Mızıka-i Hümayun adıyla İstanbul'da kuruldu ve o dönemde orkestrayı G. Donizetti, A. Mariani, Pizani, Guatelli, Dussep gibi yabancı şefler yönetti. 1924'den itibaren Ankara'da Riyaset-i Cumhur Orkestrası adıyla çalışmalarını sürdüren orkestranın 1946'ya kadar şefliğini Zeki Bey, Adnan Saygun ve onun ölümünden sonra, 1936'dan beri şef yardımcısı olan Ferit Alnar atandı ve onu Hans Hörner (1948-55), Helmut Thierfelder (1958), Robert Lawrence, Bruno Bogo (1960-62), Otto Matzerath
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası 13 Tiyatro... Tiyatro...
veren, birçok yurtiçi ve yurt dışı turneleri gerçekleştiren ve Türk bestecilerinin eserlerinin özellikle yurt dışında tanınmasını sağlayan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Türk müzik yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır.
N e w Y o r k Filarmoni Orkestrası
Kurt Masur, Şef
AKM 22 Haziran Beethoven: Senfoni No-7 Şastakoviç/Shostakovich: Senfoni No-5 AKM 23 Haziran Webern: Yaz Rüzgârında Barber: İkinci Deneme Mahler: Senfoni No-1
Igor Oistrakh, Keman-viyola Ayla Erduran, Keman W a l t e r N o t h a s , Viyolonsel Natalya Zertsalova, Piyano Valery Oistrakh, Keman-Viyola
a
1970 yılından beri Leipzig Gewandhaus Orkestrası müzik direktörü olan, 1992'de de İsrail Filarmoni Orkestrası yaşam boyu Konuk Onursal Şefi ünvanı verilen ve 1991 Eylül'ünde New York Filarmoni Orkestrası'nın müzik direktörlüğüne atanan Kurt Masur 1977'de Silezya'da doğdu. Leipzig Müzik Koleji'nde piyano, kompozisyon ve şeflik eğitimi gördü. Dresden Filarmoni Orkestrası'nın 1955'de şefi, 1967'de de birinci şefi oldu. Mahler, Toscanini,
Bernstein, Boulez ve Mehta'nın etkilerini taşıyan New York Filarmoni Orkestrası'na kısa zamanda kendi damgasını vuran ve 1993'de Musical America tarafından Yılın Müzisyeni seçilen Masur'a birçok ünlü üniversite ve müzik kurumu tarafından şeref ünvanları verilmiştir. Amerika'nın en eski senfoni orkestrası olduğu kadar dünyanın en eski topluluklarından biri olan New York Füarmoni Orkestrası kurulduğu 1842 yılından beri mükemmel bir müzik geleneğini sürdürmüştür. Orkestra 7 Nisan 1993'de 12.000'inci konserini vererek dünyadaki hiçbir orkestranın erişemediği bir rekora ulaşmıştır. Orkestranın 5 Temmuz 1986'da Central Park'ta verdiği ücretsiz konseri 800.000 kişi izlemiştir. New York Filarmoni her yıl ortalama, bir milyon kişinin izlediği 170 konser vermekte, Lincoln Merkezi'nden yapılan canlı televizyon yayınlarına katılmaktadır.
pe
cy
Brahms: Sonat, La Majör Brahms: Üçlü, Mi Bemol Majör Brahms: Fa Minör
New York Filarmoni Orkestrası
14 Tiyatro... Tiyatro...
Paris Konservatua rında Rene Benedetti ile eğitim gören Ayla Erduran, daha sonra New York'ta İvan Galamian ve Zino Francescatti, Moskova'da David Oistrakh ile çalıştı. 1957'de Uluslararası Wieniawski Yarışması'nı kazandı. ABD, Kanada, Güney Amerika ve Avrupa'da konserler verdi; Ansermet, Ancerl, Plasson, Rozdestvenski
a
cy
pe
Casals ile eğitim gören viyolonselci Walter Nothas, Münih, Prag ve Kudüs'te yarışmalar kazandı. Köln, Kassel ve daha sonra da Bavyera Radyo Senfoni Orkestrası'nda birinci solo-viyolonselci olarak çalıştı. Engel, Oppitz, Sawallisch, Menuhin, Suk, Oistrakh ile konserler verdi. Eichhorn, Jochum, Kubelik, Davis, Bernstein, Kempe gibi şefler yönetimindeki orkestralar eşliğinde çaldı.
İskoç Oda Orkestrası Sir Charles Mackerras, Şef Şefika Kutluer, Flüt Haendel: Su Müziği Süiti Mozart: Flüt Konçertosu, Sol Majör Britten: Frank Bridge'in bir Teması Üzerine Varyasyonlar Beethoven: Prometheus Avustralyalı bir ailenin oğlu olarak ABD'de doğan Sir Charles Mackerras, Sydney ve Prag'da eğitim gördü. Özellikle Mozart ve Janacek operalarının yönetimiyle ün kazanan Sir Charles 70'li yıllarda, adı daha sonra İngiliz Ulusal Operası olan, Sadler's Wells'de müzik direktörlüğü yaptı; 1982-85 arasında Sydney Senfoni Orkestrası birinci şefi, 1987-92 yıllarında Galler Ulusal Operası müzik yönetmeni, 1993'de Kraliyet Filarmoni Orkestrası birinci konuk şefi oldu. Avrupanın en önemli orkestra ve operalarıyla (Londra, Münih, Viyana, Paris) yaptığı yoğun opera ve senfonik çalışmalarının yanı sıra San Francisco ve New York Metropolitan'da da operalar yönetmektedir. Sir Charles Mackerrs'ın doldurduğu pek çok plak arasında Janacek'in operaları ile Glagolitik Mesi; Mozart'ın operaları, senfonileri ve serenatları; Beethoven, Schubert ve Mendelssohn'un senfonileri ile İngiliz bestecilerinin eserleri de bulunmaktadır. Ankara Devlet Konservatuarı'nda Prof. Saki Şarıl ile flüt eğitimi gören Şefika Kutluer çalışmalarını daha sonra Prof. Werner Tripp, Prof. Vincenzoni, Prof. Balboni, Prof. Ancillotti ve James Galway ile Viyana ve Roma'da sürdürdü; Santa Ceriha Akademisi'nde master yaptı. 1981'deVeletri Primavera Musicale yarışmasında yorum ödülünü aldı. Dodlinger Uluslararası Flüt Yarışması'nda 1985'de üçüncü, ertesi yıl da birinci oldu. Türkiye'nin yanı sıra Avrupa ve ABD'de konser ve resitaller
pe cy
a
gibi şefler ve Menuhin, Szeryng, Navarra, Oistrakh gibi solistlerle çaldı. Bir süre Lausanne Konservatuarı'nda ders verdi. 1971'de Devlet Sanatçısı olan Ayla Erduran ayrıca Harriet Cohen, Polonya Hükümeti Şeref Madalyası ve Beethoven Madalyası sahibidir. 1949'da Budapeşte ve 1952'de Wieniawski uluslararası yarışmalarını kazanan İgor Oistrakh, Klemperer, Reiner, Karajan, Ormandy, Giulini, Solti, Maazel gibi şeflerin yönettiği birçok ünlü orkestra ile konserler verdi. Babası David Oistrakh, Pablo Casals ve Yehudi Menuhin ile çaldı. Piyanist eşi Natalia Zertsalova ile plağa doldurdukları Beethoven sonatları ile Beethoven Derneği Ödülü'nü Mozart'ın tüm keman sonatları için de Viyana Mozart Akademisi Flötenuhr Ödülü'nü aldı. Çaykovski Konservatuarında Jakob Filer ile eğitim gören, resitallerinin yanı sıra David Oistrakh, Yehudi Menuhin ve Pablo Casals'a eşlik etmiş olan Natalia Zertsalova, 1960'dan beri eşi kemancı İgor Oistrakh ile ikili olarak konserler vermektedir. Sanatçı ayrıca Bach'ın klavsen konçertolarını plağa doldurmuş, birçok senfoni ve oda orkestrası eşliğinde Mozart, Haydn, Beethoven, Mendelssohn'un piyano konçertolarını çalmıştır. Kemancı İgor Oistrakh ile piyanist Natalia Zertsalova'nın oğlu olan kemancı Valeri Oistrakh, ilk keman derslerini büyükbabası David Oistrakh'dan aldı. 1985'de Rusya Ulusal Keman Yarışması'nı, 1987'dc Almanya'da Markneukirchen, 1989'da da İsviçre'de Tibor Varga uluslararası yarışmalarını kazandı. Menuhin, Masur, Lovett, Varga ve Rozdestvenski ile konserler verdi. Paris'te Andre Navarra, Siena ve Zermatt'ta Pablo
İskoç Oda Orkestrası
16 Tiyatro... Tiyatro...
JULİAN BREAM GİTAR RESİTALİ Julian Bream, Gitar
Gitar dünyasında tartışmasız çok önemli bir yere sahip olan Julian Bream, doldurduğu çok sayıdaki plakla birçok kez ABD Ulusal Kayıt Sanatları ve Bilimleri Akademisi Ödülü, Edison Ödülü ve müzik dergilerinin verdiği birçok plak ödülünü kazandı. Julian Bream, gitar için yaptığı birçok düzenleme ve Britten, Walton, Henze ve Takemitsu gibi yüzyılımız bestecilerine ısmarladığı sayısız eserle, gitar repertuarının zenginleşmesini sağlamıştır. Müziğe yaptığı katkılardan dolayı İngiltere'de çeşitli ünvanlar verilen Bream, 1976'da Villa-Lobos Altın Madalyasını almıştır.
The King's Consort Robert King, Org-Klavsen • ]ames Bowman, Kontrtenor • Deborah York, Soprana • Crispian Steede-Perkins, Trompet
a
verdi, plaklar doldurdu. 1994/95 konser döneminde 21. kuruluş yılını kutlayan İskoç Oda Orkestrası dünyânın sayılı toplulukları arasında yer almaktadır. 1994'de birinci şef olarak atanan İvor Bolton'un yanı sıra Sir Charles Mackerras, Raymond Leppard, Jukkâ-Pelcka Saraste, Taime Laredo, Mar Wigglesworth, Gilbert Varga gibi şefler de orkestrayı zaman zaman yönetmektedir. Dünyanın her yerinde konserler veren orkestra Edinburgh, Aldeburgh, Bath ve Cheltenham gibi İngiltere'nin önde gelen festivallerinde önemli bir rol oynamaktadır. Repertuarında barok ve klasik eserlerin yanı sıra çağdaş besteleri de bulunduran topluluk günümüz bestecilerine eserler sipariş etmektedir. Orkestra son birkaç yıl içinde Sir Peter Maxwell Davies'in Strathclyde Konçertoları'nın, James MacMillan'ın İskoç Oda Orkestrası ve Evelyn Glennie için bestelediği "Veni Veni Emmanuel" adlı vurma çalgılar konçertosunun, yine MacMillan'ın müzikal bir tiyatro eseri olan "Visitato Sepulchri"nin ilk seslendirilişlerini yapmıştır. İskoç Oda Orkestrası 1991'de, İngiltere'nin sanat alanında önemli bir ödülü olan Prudential Ödülü'nü almıştır. Aya İrini'de bir konser verecek olan, İskoç Oda Orkestrası, ayrıca, şef Gürer Aykal yönetiminde ünlü gitarist Julian Bream'ında katılımıyla AKM'de bir konser verecektir.
pe cy
Tokyo Yaylı Çalgılar Dörtlüsü
Aya İrini • 3 Temmuz Vivaldi: Konçerto, Do Majör A. Scarlatti: Infermata Vulnerata Albinoni: 2 Obua için Konçerto, Sol Majör Pergolesi: Salve Regina Vivaldi: Lavta Konçertosu, Re Majör D. Scarlatti: Salve Regina
Mozart: Dörtlü, Do Majör Bartok: Dörtlü No.2 Schubert: Dörtlü, Re Minör "Ölüm ve Genç Kız" Oda müziği tarihinde en ünlü yaylı çalgılar dörtlülerinden biri olarak kabul edilen Tokyo Yaylı Çalgılar Dörtlüsü 1969'da kuruldu. Olağanüstü teknik hakimiyeti, konser programlarıyla plak kayıtlarındaki zengin çeşitlilik nedeniyle müzikseverlerin ilgi ve beğenisini kazandı. Uzak doğulu ve batılı müzikçilerden kurulu olan topluluk, klasikten çağdaş müziğe kadar geniş bir yelpazeyi içeren repertuarıyla yılda 100'den fazla konser vermektedir. Dörtlünün doldurduğu Bartok, Brahms, Haydn, Mozart, Beethoven ve Dvorak plakları Montreux Plak Büyük Ödülü'nü, Yılın En İyi Oda Müziği Kaydı Ödülü'nü almış ve altı kez de Grammy Ödülü'ne aday gösterilmiştir.
Aya İrini • 4 Temmuz Haendel: Vauxhall Bahçeleri Süiti Purcell: Chaconne Haendel: Silete Vinti
Tokyo Yaylı Çalgılar Dörtlüsü
Tiyatro... Tiyatro...17
Deborah York, Guildhall Müzik Okulu'nda Munster Kontesi bursu ile eğitim gördü ve "Bach için Dorothea Crompton Ödülü"nü alarak "mezun oldu. Geniş bir oratoryo ve konser repertuarı ile, İngiltere'de olduğu kadar Avrupa'da da aranılan bir sanatçı olan York, Galler, Dublin, Londra Kraliyet Operası'nda sahneye çıkmış; Hollanda, Helsinki, Glyndebourne festivallerine katılmıştır. Geç 17. yüzyıl İngiliz solo ekolü geleneğini sürdüren bir trompetçi olarak tanınan Crispian Steele-Perkins, resitallerinin yanı sıra Osaka Sinfonica, Bournemouth Sinfonietta, Boston Pops, King's Consort, Mozart Festival Orkestrası gibi birçok orkestranın konserlerine solist olarak katılmaktadır. Tarihi trompet koleksiyonu yapan ve 700'den fazla plak doldurmuş olan sanatçı ayrıca A Bridge Too Far, A Fish Called Wanda, Batman, Ghandi, Jatos ve Rambo adlı filmlerde de çalmıştır.
Padova Ve Veneto Oda Orkestrası Piero Toso, 1. Keman Ve Solist Mario Folena, Flüt Paolo Brunello, Obua
pe
cy
a
Purcell: Gloucester Dükü için Trompet Süiti Haendel: Konçerto Grosso, Fa Majör J.S. Bach: Kantat "Jauchzet Gott in ailen Landen" Genç kuşağın İngiltere'deki önde gelen barok müzik şeflerinden biri olan Robert King, müzik eğitimine, koro üyesi olarak Cambridge'deki ünlü St. John Koleji Korosu'nda başladı. Kısa sürede verdiği solo konserler ve yaptığı Durufle'nin Requiem'i ile dikkat çekti ve İ980'de, eski tip çalgıları kullanan ve bir barok topluluk olan The King's Consort'u kurdu. Avrupa'daki birçok orkestrayla çalışan King, 1992'de Haendel'in Ottone'sini yöneterek ilk opera şefliğini yaptı. Purcell uzmanı olarak tanınan Robert King'in repertuarında Haendel, Bach ve Vivaldi'nin bestelerinin yanı sıra klasik ve erken romantik dönem orkestra ve koro eserleri de yer almaktadır. Sanatçı ayrıca Purcell üzerine bir kitap da yayımlamıştır. 25 yıldır dünyanın en ünlü kontr-tenorlarından biri olarak tanınan James Bowman, İngiltere ve Avrupa'daki birçok ünlü opera evinde sahneye çıktı, hemen hemen bütün müzik salonlarında konserler verdi. Early Music Consort of London (Londra Erken Müzik Topluluğu), Academy of Ancien Music (Eski Müzik Akademik Topluluğu) ve King's Consort ile doldurduğu Purcell, Dowland ve Haendel'in eserlerini içeren birçok plağı çeşitli ödüller aldı. Manchester Üniversitesini başarı ödülü ile bitiren
Padova ve Veneto Oda Orkestrası 18 Tiyatro... Tiyatro...
a
cy
pe
Ödülü'nü aldı. Padova ve Veneto Senfoni Orkestrası ile Oda Orkestrası'nın hem birinci kemancılığını, hem de solistliğini yapan Piero Toso Milano Konservatuarında, Vivaldi yorumcusu olarak ün yapan Luigi Ferro ile eğitim gördü. 1962-82 yılları arasında, Claudio Scimone'nin yönettiği I Solisti Veneti'de çaldı. II Ouartetto adlı yaylı çalgılar dörtlüsünü kurdu. Vivaldi, Tartini, Albinoni ve diğer birçok barok bestecinin eserlerini plağa doldurdu. Piero Toso 1660 yapımı bir Amati
Avusturya-Macaristan Haydn Orkestrası
a
kemanla çalmaktadır.
The Wallace Collection
pe cy
Vivaldi: Sinfonia, Sol Majör Vivaldi: Flüt Konçertosu, Re Majör Vivaldi: Keman Konçertosu Op. 4 No.l Rossini: Sonata a Quattr No.3 Bellini: Obua Konçertosu, Mi Bemol Majör Mozart: Küçük Bir Gece Müziği Aya İrini • 12 Temmuz Albinoni: Cocerto a cinque, Op.5 No.5 Tartini: Keman Konçertosu, La Majör Boccherini: Sinfonia, Re Majör Salieri: Flüt için Konçertino, Re Majör Mozart: Divertimento, KV 136
Padova ve Veneto bölgeleri müzik yaşamını canlandırmak amacıyla, bir oda müziği topluluğu ve bir senfoni orkestrası olarak, genişleyen ve daralan bir kadroyla 1966'da kurulan Padova ve Veneto Orkestrası, 25 yıldır hem İtalya, hem de uluslararası alanda adını duyurmuştur. Kuruluşundan beri birinci kemancılığını Piero Toso'nun yaptığı topluluğun sanat yönetmenliğini 1983-92 arasında Bruno Giuranna, daha sonra da Guido Turchi üstlenmiş, Peter Maag 1993 yılında genel müdür olmuştur. Topluluk, oda ve senfoni orkestrası olarak Barbirolli, Chailly, Marriner, Richter, Vegh, Zecchi gibi şeflerle ve Accardo, Argerich, Bashmet, Holliger, Lupu, Magalofi, Perlman, Rampal, Rostropoviç, Starker gibi solistlerle İtalya'da, Avrupa'nın birçok kentinde, kuzey ve güney Amerika'da konserler verdi. Geringas ve Giuranna ile plak kaydını yaptıkları Boccherini'nin 12 konçertosu ile 1988 Charles Cross Plak Büyük 20 Tiyatro Tiyatro
Yöneten: ]ohn Wallace
Diabelli: Kahramanlık Müziği Altenburg: 7 Trompet ve Timpani için Konçerto Mozart: Divertimento, KV 187 Mozart: 4 Alman Dansı Mozart: "Saraydan Kız Kaçırma Operası"ndan Yeniçerilerin Marşı Haydn: Abu Hasan Uvertürü Beethoven: "Atina Harabeleri"nden Türk Marşı Mozart: Rondo Alla Turca
1976'dan beri Philharmonia Orkestrası ile Londra'nın önemli çağdaş müzik topluluklarından biri olan London Sinfonietta'nın birinci trompetçisi olan John Wallace, King's College, Cambridge, Kraliyet Müzik Akademisi ve York Üniversitesi'nde eğitim gördü. 1992'de Kraliyet Müzik Akademisi bakır çalgılar bölümü direktörlüğüne atandı. Jarvi, Muti, Rattle, Davis, Temirkanov, Sinopoli, Salonen gibi şeflerin yönettiği orkestraların konserlerine solist olarak katıldı. Tim Souster, Maxwell Davies, Robert Saxton, Dominic Mulldowney ve James MacMillan'ın onun için besteledikleri konçertoların ilk seslendirilişini gerçekleştirdi, plak kayıtlarını yaptı. Nefesli ve bakır çalgılar repertuarını seslendirmek ve
a
pe cy
bu alanda araştırma yapmak üzere 1986'da John "Wallace tarafından kurulan Wallace Collection, ilginç programları ve olağanüstü yorumuyla kısa zamanda uluslararası üne kavuştu. Uzak doğu, Amerika ve Avrupa'nın birçok kentinde konserler verdi, festivallere katıldı.
Avusturya-Macaristan Haydn Orkestrası Adam Fischer, Şef İdil Biret, Piyano Haydn: "La Fedelta Premiata" Uvertürü Beethoven: Piyano Konçertosu No.4 Schubert: Rosamunde Haydn: Senfoni No.97
Avusturya-Macaristan Haydn Orkestrası Philharmonia Korosu Ibolya Verebics, Soprano Helmut Wildhaber, Tenor Johannes Mannov, Bas
pe
cy a
Hem Avusturya, hem de Macar vatandaşı olan Adam Fischer, Viyana'da müzik eğitimi gördü. Viyana Filarmoni ve Viyana Senfoni orkestralarıyla sürekli çalışmasının yanı sıra Bregenz ve Salzburg Festivallerinin, f 980'den beri de Viyana Devlet Operası'nın konuk şefidir. Macaristan'da ise Macaristan Devlet Orkestrası, Budapeşte Radyo Orkestrası ve Budapeşte Devlet Opera Orkestrası'nı da yönetmekte; New York, Chicago, Tokyo, Paris, Zürih, Milano ve Berlin'de düzenli olarak konserler vermektedir. BBC'de yönettiği Mavi Sakalın Şatosu ile ödül alan Fischer, Avusturya-Macaristan Haydn Orkestrası'nın ve Kassel'deki Mahler Festivali'nin
sanat yönetmenidir. Ankara'da Mithat Fenmen ile piyano eğitimine başlayan İdil Biret, Paris Konservatuarında Nadia Boulanger'in öğrencisi oldu ve üç birincilik ödülüyle konservatuarı bitirdi. Ayrıca Alfred Cortot ve Wilhelm Kempff ile de çalıştı. Van Cliburn, Kraliçe Elisabeth, Busoni yarışmalarında jüri üyeliği yaptı. Devlet Sanatçısı olan İdil Biret Lily Boulanger, Harriett Cohen/Dinu Lipatti, Polonya Başarı madalyaları ile Fransız Hükümetinin Chevalier'de I'Ordre National du Merit nişanı sahibidir. 60'dan fazla plak dolduran İdil Biret, 1995'de Pierre Boulez'in 70. doğum yılı nedeniyle bestecinin üç sonatını CD'e doldurdu.
Philharmonia Korosu
22 Tiyatro... Tiyatro
Haydn: "Mevsimler" Orotoryosu
Winchester Katedrali ve Philharmonia Korosu'nun müzik yönetmeni olan David Hill, Manchester'deki Chetham Okulu'nda keman, piyano ve org eğitimi gördü; 17 yaşında Kraliyet Koleji Organistler Birliği üyeliğine seçildi ve Cambridge'de St. John Koleji'nde George Guest'in öğrencisi oldu. 1982'de Westminster Katedrali'nde müzik öğretmenliği yaptı; 1988'de de Winchester Katedrali'ne atandı. 1985'de Gramophone Dergisi ödülünü kazandı. 1986'da Philharmonia Korosu yardımcı şefliğine atanan Hill, koroyu, Giulini, Levine ve Maazel gibi şeflerin yönetimindeki konser ve plak kayıtları için çalıştırdı. Philharmonia Korosu, tarihi Klemperer/Beethoven dizisini tamamlayacak olan, bestecinin 9. Senfoni'sinin plak kaydının Philharmonia Orkestrası tarafından gerçekleşmesine eşlik etmek üzere, Walter Legge tarafından 1957'de kuruldu. Koro Beecham, Boulez, Giulini, Haitink, Karajan, Klemperer, Maazel, Mehta, Muti, Ozawa, Sawallish, Sinopoli, Solti ve Szell gibi ünlü şeflerin yönetimindeki orkestralar eşliğinde konserler verdi ve doldurduğu plaklarla Kayıt Sanatları ve Bilimleri Amerikan Ulusal Akademisi'nin yılın en iyi koro kaydı ödülünü 5 kez aldı. Yurt dışında sürekli konserler veren Philharmonia Korosu, Parma ve Floransa'da Verdi'nin 150. doğum yılı, Toscanini'nin 100. yılı, Concertgebouw Orkestrası'nın 100. yılı kutlamalarına katıldı; Carlo Maria Giulini yönetiminde La Scala-Milano'da 3 konser verdi.
a
pe cy
23.
Uluslararası
İstanbul
Müzik
Festivali
"Saraydan Kız Kaçırma" Münih, Hamburg, Berlin ve Cenevre'de sahneye çıkan Kurt Streit, gelecek dönemde Coregliano'nun Versailles'ın Hayaleti (New Yor Metropolitan), Strauss'un Capriccio (Chicago Lirik Operası), Eugene Onegin (Los Angeles) ve La Cenerentola (San Francisco) operalarında oynayacaktır. Orkestralar eşliğinde konserler de veren sanatçının doldurduğu plaklar arasında Cosi fan Tutte, Saraydan Kız Kaçırma, Mozart'ın Do Majör Mes'i, Gilbert/Sullivan'ın Patience ile Sihirli Flüt bulunmaktadır.
pe cy a
Orkestra Şefi: Sir Charles Mackerras Sahneye Koyan: Aidan Lang Dekor ve Giysi: Osman Şengezer Işık Tasarımı ve Gerçekleştirme: David Cunningham Orkestra: İskoç Oda Orkestrası- James Clark, Konsertmayster Koro Şefi: Elena Puşkova Koro: Ankara Devlet Opera ve Balesi Korosu Sanat Yönetmeni: Sir John Tooley Solistler: Belmonte: Kurt Streit, tenor Osmin: Peter Rose, bas Konstanze: Rosa Mannion, soprano Blondchen: Linda Kitchen, soprano Pedrillo: Peter Bronder, tenor Selim Paşa: Uğur Polat
Müzik öğrenimine East Anglia Üniversitesi'nde başlayan bas Peter Rose, eğitimini daha sonra Ellis Keeler ile Guildhall Müzik Okulu'nda ve Ulusal Opera Stüdyosu'nda sürdürdü. 1985'de Kathleen Ferrier Memorial bursunu, Guildhall Altın Madalyasını ve 1986'da da Glynebourne John Christie Ödülünü kazandı. 1986'da Glyndebourne Festival Yönetmen Aidan Lang, Birmingham Operası'nda Commendatore rolüyle ilk kez sahneye Üniversitesi'nde ingiliz Edebiyatı ve Tiyatro okudu. çıktı; Galler Ulusal Operası'nda bas-solist (1986-89) Glyndebourn Festival Operası, Covent Garden, olarak görev yaptı. 1988'de Kraliyet Operası'nda Vancouver Operası, Lyon Operası ile Galler Ulusal Anna Bolena'da (Rochefort) Joan Sutheriand ile Operası'nda Peter Stein, Göran Jarvefelt ve Andre birlikte oynadı. Sanatçının rol aldığı diğer operalar Engel ile çalıştı. Sahneye koyduğu operalar arasında arasında Faüst'un Lanetlenmesi (Chicago Tamerlano (Göttingen Haendel Festivali), Carmen Senfoni/Solti), Les Troyens (İskoç Operası), Don (Toronto), Sihirli Flüt (Barselona), Cosi fan Tutte Giovanni (Zubin Mehta/Floransa, San Francisco, (Köln), Tosca (Nice), La Boheme (Glyndebourne) Covent Garden), Guillaume Teli ve Sevil Berberi (San bulunmaktadır. Francisco), Salome (Salzburg), Saraydan Kız Kaçırma, Tristan ve İsolde (Galler Ulusal Operası), Aida ve Die New Mexico'da eğitim gören ve profesyonel Walküre (Deutsche Staatsoper-Beriin) sayılabilir. kariyerine orada başlayan tenor Kurt Streit, 1987'de Peter Rose'un doldurduğu plaklar arasında Hamburg Devlet Operası'na katıldı ve 4 yıl boyunca Figaro'nun Düğünü (Barenboim/Berlin Filarmoni), Mozart ve Donizetti'nin operalarında rol aldı. Bu Yedi Ölümcül Günah, Salome (Dohnanyi/Viyana arada Glyndebourne (Sihirli Flüt ve Cosi fan Tutte), Filarmoni) bulunmaktadır. Roma (Don Giovanni), Los Angeles, Covent Garden ve Santa Fe (Sihirli Flüt), Cenevre (Cosi fan Tutte) Soprano Rosa Mannion İskoç Kraliyet Müzik ve operalarının yanı sıra Viyana Devlet Operası, Teatro Tiyatro Akademisi'nde eğitim gördü; birçok ödülün Liceu (Barselona) ve Teatro La Fenice'de (Venedik) yanı sıra İskoçya Operası Uluslararası Şarkı sahneye çıktı; Kraliyet Operası'nın (Londra) Yarışması'nı ve John Scott Ödülü'nü kazandı. 1993'de Japonya turnesine katıldı. 1993/94 sezonunda Pamina (Sihirli Flüt) rolüyle Covent Garden'da ilk kez 24 Tiyatro... Tiyatro...
sahneye çıkan Rosa Mannion, İngiltere'deki önemli birçok opera topluluğunda oynadı. Yurt dışında ise Tel Aviv'de Sihirli Flüt'te Pamina (Zubin Mehta/İsrail Filarmoni), Lizbon, Paris, Amsterdam, Ludwigsburg, Ferrara'da Cosi fan Tutte'de Dorabella (John Eliot Gardiner), Aix-en-Provence Festivali ile Paris Theatre des Champs Elysees'de Orlando'da Dorinda, Lyon Operası'nda İl Re Pastorre'de Aminta (Sir Neville Marriner) rollerini yorumladı. Aidan Lang, Yönetmen, "Saraydan Kız Kaçırma-95"
a
Roza Monnion ayrıca
pe
cy
orkestralar eşliğinde konserler vermekte, oratoryolarda söylemekte ve plak doldurmaktadır. Soprano Linda Kitchen Kraliyet Müzik Koleji'nde ve Ulusal Opera Stüdyosu'nda eğitim gördü; öğrenimini daha sonra Audrey Langford ile sürdürdü. Glyndebourne Korosu'ndan mezun olduktan sonra birçok operada rol aldı ve daha sonra Kraliyet Operası'na solist olarak girdi. Yurt dışında Aix-en-Provence Festivali'nde Papagene (Sihirli Flüt), Lizbon'da Euridice (Orfeo), Hong Kong Festivali'nde Sophie (Rosenkavalier), Hollanda Operası'nda Titania (Bir Yaz Gecesi Rüyası) rolleriyle sahneye çıktı. Linda Kitchen ayrıca orkestralar eşliğinde konserler vermekte ve oratoryolarda söylemektedir. Tenor Peter Bronder Kraliyet Müzik Akademisi'nde, daha sonra da Ulusal Opera Stüdyosu'nda eğitim gördü. Elisabeth Schwarzkopf ve Tito Gobbi'nin ihtisas kurslarına katıldı;
Bayreuth Festival Korosu'nda Solti ve Levine ile çalıştı. Glyndebourne, Galler Ulusal Operası, Kraliyet Operası, Hollanda ve İskoçya operalarında La Boheme, La Traviata, İ Puritani, Lucia di Lammermoor, Sihirli Flüt, Eugene Onegin gibi eserlerde sahneye çıktı. Sir Charles Mackerras, Bernard Haitink ve Andrew Davis gibi ünlü şeflerle New York, Tokyo, Paris, Milano, Viyana ve Amsterdam'da konserler verdi. 1978-80 yılları arasında Ankara Sanat Tiyatrosu'na oynayan Uğur Polat, İstanbul Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nde okudu. 1985'ten beri İstanbul Devlet Tiyatrosu üyesi olan Polat, Hamlet ve Fırtına (Shakespeare), Oresteia (Aiskhilos), Müfettiş (Gogol), Küçük Burjuvalar (Gorki), 6 Şahıs Yazarını Arıyor (Pirandello) ve Deli İbrahim (Oflazoğlu) gibi tiyatro eserlerinin yanı sıra sinema ve TV filmlerinde de rol aldı.
Biz Çok Özgürdük!
Mustafa Demirkanlı
"Kadın, özgür olmak, bireyselleşmek adına, 'Benim için çok önemlisin' dediği kocasından ayrılır. Adam, özgürlük ve bireyselliğin sorumsuzca yaşamak olmadığına inanır. Yaşadıklarını tanıdığını sandığı kadın ile örtüştürmekte zorlanır. Kadının sevgilisi ise, iki insanın birbirinden neden kopamadıklarını anlamaya çalışmaz bile. Çocuk, şaşkındır." Bir kadın, iki adam, bir de çocuğun öyküsüdür bu.
Boyut Yayınevi: 243 35 33 - 293 72 77
Tiyatro... Tiyatro... 25
23.
Uluslararası
İstanbul
Müzik
Festivali
Amerikan Bale Tiyatrosu Müzik • Piotr I. Çaykovski Müzik • ]ohannes Brahms Müzik • Philip Glass
Koreografi • George Balanchine Koreografi • Lar Lubovitch Koreografi • Twyla Tharp
Müzik • George F. Haendel Müzik • Frederich Chopin Müzik. • Piotr I. Çaykovski
Koreografi • Paul Taylor Koreografi • ]erome Robbins Koreografi • James Kudelka 1939 Sonbaharında, bale tarihindeki en iyi örnekleri sunmak ve hangi ulustan olursa olsun, genç ve yetenekli koreografların yaratılarını desteklemek amacıyla kurulan Amerikan Bale Tiyatrosu, b u g ü n e kadar 41 ülkeyi kapsayan 15 t u r n e düzenledi. H e r yıl yapılan USA turnesi sırasında t o p l u l u ğu n gösterilerini 600.000'den fazla seyirci izlemektedir. ABT'nin r e p e r t u a r ı n d a Kuğu Gölü, Uyuyan G ü z e l ve Giselle gibi 19. yüzyılın ünlü eserlerinin yanı sıra, Apollo, Les Sylphides, J a r d i n aux Lilas ve Rodeo benzeri 1900'lerin tanınmış yapıtları ile, uluslararası beğeni kazanan Airs, P u s h Comes to Shove ve D u e t s gibi çağdaş yapıtlar da yer almaktadır. A B T ayrıca G e o r g e Balanchine, Antony T u d o r , J e r o m e Robbins, Agnes de Mille ve Twyla T h a r p gibi 20. yüzyılın ünlü koreograflarına eserler sipariş etti. 1980'de t o p l u l u ğu n sanat yönetmeni olan Mikhail Baryshnikov d ö n e m i n d e birçok klasik bale yeni bir anlayışla sahnelendi; 1990'da atanan J a n e H e r m a n n ve Oliver Smith yönetiminde, geleneksel repertuar k o r u n m a k l a birlikte yeni atılımları sergileyen koreografilere ö n e m verildi. Klasik bale ve çağdaş dansın en iyi örneklerini sunmayı amaçlayan topluluk son yaptığı Tokyo, L o n d r a , Paris, M a d r i d ve Palermo t u r n e s i n d e büyük başarı kazandı. A B T ' n i n baş dansçısı olan Kevin McKenzie 1992'de sanat yönetmeni olarak atandı.
pe cy
a
AKM 6/7 Temmuz TEMA VE ÇEŞİTLEMELER: BİR BRAHMS SENFONİSİ: YUKARIDAKİ ODADA: AKM 9 Temmuz ARYALAR: DİĞER DANSLAR: ACIMASIZ DÜNYA:
26 Tiyatro...
Tiyatro...
pe cy a
23.
Uluslararası
İstanbul
Müzik
Festivali
Geleneksel Müzik Konserleri T a r i h Boyu Hoşgörü
pe cy a
Müzik Yönetmeni: Kudsi Erguner
Kültür Bakanlığı İstanbul Tarihi T ü r k Müziği Topluluğu
İstanbul coğrafi konumu nedeniyle yüzyıllar boyu değişik toplumların, kültürlerin ve dinlerin bir arada yaşadığı bir kent olmuştur. Bu toplum ve cemaatler oluşan kültür sentezine ortaklaşa katkıda bulunmuşlar ve çeşitli dini kültüre sahip insanları en fazla birleştiren sanat dalı da müzik olmuştur. Ermeni, Rum, Yahudi asıllı besteciler bir yandan kendi cemaatleri için, ortak müzik kültürünü kullanarak ilahiler yazarken, diğer yandan da bestelcriyle klasik Türk Müziği repertuarına katkıda bulunmuşlardır. Bu konserde, bugün İstanbul'da yaşayan Rum, Ermeni, Yahudi ve Türklerin ortak müzik yapısı olan makamlar üzerine geliştirdikleri dini müzikler sunulacaktır. Kudsi Erguner, Paris'te mimarlık ve müzikoloji eğitimi gördü. Türk, Ortadoğu ve Asya müzikleri konusunda araştırma yaptı; uzun süre Fransız radyosunda müzik prodüktörü olarak çalıştı. Avrupa, Amerika ve Japonya'da verdiği konserlerle neyi ve Türk tasavvuf müziğini dünyaya tanıttı; İstanbul'un kendine özgü müzik kültürünün tüm dallarında yaptığı araştırmaları hem konser, hem de plak olarak sundu. Peter Brook, Marco Ferreri, Scorsese gibi yapımcıların filmlerine müziğiyle katkıda bulundu; Peter Gabriel, Didier Lockwood ve Jean Marc Padovanni gibi müzisyenlerle çalıştı.
Genel Yönetmen ve Solist: Ahmet Özhan
Buhuri-zade Mustafa Itri Efendi (1640-1711) * Segah Mevlevi Ayini ve Sema Töreni * Neva Kar * Isfahan Ağır Semai * Segah Yürük Semai * Türk Tasavvuf Müziği'nden Seçme Solo Eserler Ahmet Özhan Üsküdar Musiki Cemiyeti ve İ.B. Konservatuarında eğitimini sürdürürken, bir yandan da sahne ve plak çalışmaları yaptı. İstanbul Radyosu solisti olan sanatçı Hacı Arif Bey ve Aliş adlı dizilerde baş rolü oynadı. Asya ülkeleri şarkı yarışmasında
İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu 28 Tiyatro Tiyatro
Türkiye'yi temsil etti. Kültür Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu'nun kurucusu ve genel yönetmeni olan Ahmet Özhan, klasik ve tasavvuf müziği dalında en iyi solistler arasında yer almaktadır.
Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu
Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet T ü r k Müziği Topluluğu
Yöneten: Prof. Dr. Nevzat Atlığ Solist: Dr. Ali Rıza Kural Koro Müdürü ve Şef Yardımcısı: Ender Ergün
Sanat Yönetmeni: Necdet Yaşar Aylin Şengün-İlhan Yazıcı, Ses • Yurdal Tokcan, Ud • Göksel Baktagir, Kanun
Müziğe kemanla başlayan Nevzat Atlığ Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite korosunda keman çaldı ve koroyu yönetti. İstanbul Radyosu, İ.B. Konservatuarı Türk müziği topluluğu ve Klasik Koro'nun yöneticiliğini yaptı. Milli Eğitim Bakanlığı Türk Müziği Komisyonu başkanlığı, 1000 Temel Eser Komisyonu ve TRT Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. 1976'da Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nun kurulmasıyla, koronun şefliğine atandı. 1981'de Türk Kültürüne Hizmet Ödülü'nü, 1987'de Devlet Sanatçısı ünvanını aldı. Prof. Dr. Nevzat Atlığ aynı zamanda İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı öğretim üyesidir.
Buhuri-zade Mustafa Itri Efendi'den Seçmeler Neoklasik Şarkılar Ses ve Saz Soloları
Çavuş Konseri
pe
cy a
Tanburi Cemil Bey'in üslubu, sanatı ve taksimleri üzerine yaptığı araştırmalar, hocası Mesut Cemil ile 10 yıl süren çalışmalar sonucunda kendine özgü bir stil yaratan Necdet Yaşar, virtüözlüğünün yanı sıra Türk müziği ses sistemi konusunda uzman kişilerden biridir. Washington Üniversitesi'nde tanbur dersleri verdi, Toronto (Kanada), Seul (Kore), Durham (İngiltere) ve Columbia üniversitelerinde düzenlenen müzikoloji kongrelerine davet edildi; Türk müziğini başarıyla temsil etti.
Tanburi Mustafa
İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Tiyatro... Tiyatro... 29
Orbestra § Anatolia Uluslararası alanda geleneksel müziğin yorumuyla aranılan bir topluluk olan Orbestra, 30'dan fazla ülkede araştırmalar yapmış ve ingiliz besteci Peter Cowdrey'in topladığı geleneksel müzik unsurlarından hareketle bestelediği eserleri, o ülkenin geleneksel müzik yorumcularıyla birlikte seslendirmiştir. Orbestra üyeleri festivalde İhsan Özgen yönetiminde kemence, tanbur, ney, rebab, kudüm, ud ve kanundan oluşan Anatolia topluluğu ile birlikte Peter Crowdrey'in İstanbul'daki çalışmaları sırasında derlediği Türk müziği unsurlarından bestelediği eserleri sunacaktır.
İTÜ Mezunları Türk Müziği Topluluğu
Gazeller
cy
Yöneten: İnci Çayırlı
a
İ T Ü Mezunları T ü r k Müziği Topluluğu
arkadaşları tarafından kurulan İTÜ Mezunları Türk Müziği Topluluğu'nu yöneten ve Kültür Bakanlığı Bursa Türk Müziği Korosu'nun şefliğini de yapan İnci Çayırlı, İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda öğretim görevlisidir.
pe
Bu konserde İsmail Dede Efendi ile Klasik ve Neoldasik Türk Müziği eserlerinden seçmeler yer alacaktır. İnci Çayırlı, İ.B. Konservatuarı'nı bitirdi ve uzun süre Konservatuar İcra Heyeti ile Münir Nurettin Selçuk'un korosunda görev yaptı. İstanbul Radyosu'nda solist ve koro şefi olarak çalıştı. Avrupa ve Japonya'da konserler verdi. Altın Plak ödülü aldı. Osman Simav ve
Müzik Yönetmeni ve Ney: Kudsi Erguner Bu konserde Sultan II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman gibi şair padişahların gazelleri ney, tanbur, ud, kanun ve bendir eşliğinde seslendirilecektir.
Ayangil T ü r k Müziği Orkestra Ve Korosu Yöneten: Ruhi Ayangil
Ayangil Türk Müziği Orkestra ve Korosu 30
Tiyatro...
Tiyatro...
Buhuri-zade Mustafa Itri Efendi ve Johann Sebastian Bach. 17. Yüzyılda Bir Müzik Yolculuğu. Bu konserde Itri'nin (1640-1711) Rast "Naat-ı Şerif", Neva "Kar", Segah "Tekbir" ve Segah "Salat-ı ümmiye" gibi besteleri, J.S. Bach'ın (1685-1750) ise Resitatif, Koral ve Kantatları yer alacaktır. On yaşında kanun çalmaya başlayan Ruhi Ayangil, İ Ü . Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. İ.B. Konservatuarında eğitim ördü; Cemal Reşit Rey'den piyano ve
cy a
pe
Carmen Linares, Flamenko Konser Carmen Linares, Şarkıcı Paco Cortes, Gitar Miguel Angel Cortes, Gitar
Carmen Linares Tangos de G r a n a d a , Rondenas, P a n o Morunoy Anda Jaleo, Tarantas, Alegrias, Fandangos de Huelva, Bulerias ve La Tarara gibi Flamenko parçalardan oluşan bir program sunacaktır. Jaen'ın küçük bir kasabası olan Linares'de doğan ve geleneksel flamenko sanatının mirasçısı olan Carmen Linares, günümüz flamenko şarkıcıları arasında özel bir yere sahiptir. Kendine özgü stiliyle yorumladığı hem neşeli, hem de ağır flamenko şarkıları içeren geniş repertuarıyla Avrupa ve Amerika'da sürekli konserler veren, plaklar dolduran; Tarantosların Hikayesi,
pe
cy a
armoni dersleri aldı. K a n u n çalış tekniğini H. Ferit Alnar'ın stili üzerine kuran Ayangil, "Kanun Öğrenme Yöntemi" adlı bir kitap yazdı. İ T Ü Türk Müziği Devlet Konservatuarı ile Boğaziçi Üniversitesi'nde ders verdi. 1983'de Ayangil Türk Müziği Orkestra ve Korosu'nu kurdu. 1980'de H. Ferit Alnar'ın kanun konçertosunu İ D S O eşliğinde ilk kez seslendiren Ruhi Ayangil bu eseri daha sonra Cem Mansur yönetiminde Oradea Filarmoni Orkestrası (Macaristan) ile plağa d o l d u r d u . Sanatçı halen İ . Ü . Devlet Konservatuarı'nda ders vermektedir.
32 Tiyatro... Tiyatro...
Elhambra Efsanesi, Büyülü Aşk gibi sahne gösterileriyle, Cante'nin Koreografisi ve Merasimi, Flamenko'nun D ü n ü ve Bugünü, Flamenko Yolları, Flamenko Sanatı ve Sanatçıları gibi televizyon dizilerinde rol alan Linares, Flamenko alanında önemli bir ödül olan 1988 İcaro Ö d ü l ü ' n ü kazanmıştır.
cy
pe a
pe cy a
a
cy
pe
ELEŞTİRİ
Üstün Akmen
Bir Siyasi Çizginin Oyunu:
Rosa Luxemburg
a
"Anna Karanina"yı okutması ve diğer olaylar gözler ö n ü n e pek iyi serildi. Bütün bunlar ve devamı "Küçük Sahne "de oldu. "Tiyatro Ayna", Rekin Teksoy'un Rosa Luxemburg'un "mektuplarından", Margareth von T r o t t a ' n ı n filminden, Vico Faggi-Luigi Squarzina ikilisinin o y u n u n d a n yararlanarak yazdığı oyunu oynadı. Rekin Teksoy, Rosa L u x e m b u r g ' u n öğrencilik yıllarından öldürülmesine dek yaşanan olayları, geriye dönüş yöntemiyle vermişti. Kautsky, Zetkin, Levi, Radek, Lenin gibi dönemin önemli politikacıları ile ilişkiler, çatışmalar, bir duygu dünyası atmosferi içinde izleyenlerce pek bir güzel algılandı. Rosa L u x e m b u r g , Spartaküscülerin önderlerinden biri olarak katıldığı 1919 yılının Ocak ayındaki zamansız harekete geçirilen kitleleri yalnız bırakmamak, kendi dünya görüşüne ihanet etmemek için onaylamadığı devrim denemesinden sonra Karl Liebknecht ile birlikte karşı devrimciler tarafından ö l d ü r ü l ü p perde kapanınca, salonu doğrusu gizli bir h ü z ü n sardı. Rosa Luxemburg, Bernstein'in yürüttüğü revizyoncu harekete karşı Ortodoks Markscılığı savunmuştu. "Sermayenin Birikimi" adlı eseri ile kapitalist ülkelerin emperyalist yanını açıklamaya çalışmış ve bununla
pe
cy
Beyoğlu " K ü ç ü k Sahne "de 20 Nisan-22 Mayıs tarihleri arasında Polonya asıllı Alman devrimci Rosa L u x e m b u r g ' u n hayatı yorumlandı. Sahnelenen oyunda, orta sınıftan tüccar bir Yahudi ailesinin beş ç o c u ğ u n d a n en küçüğü olan Rosa L u x e m b u r g ' u n , Polonya Krallığı Sosyal D e m o k r a t Partisi'nin ve sonradan Almanya Komünist Partisi'ne dönüşen Spartaküsler adlı yeraltı g r u b u n u n kurucularından olduğu anlatıldı: Z ü r i h ' t e İktisat eğitimini tamamladıktan sonra, Almanya'da sosyalist yapıtların yayılmasına nasıl çaba sarfettiği gösterildi. Yaşam boyu arkadaşı ve bir d ö n e m sevgilisi olan Leo Togiches'le birlikte Polonya'nın bağımsızlığını savundukları için, h e m Rus Sosyal Demokratlarını, hem de Polonya Sosyalist Partisi'ni nasıl kıyasıya eleştirdiğinin altı şöyle bir çizildi. Oysa, biliniyor ki, Rosa'ya göre ulusçuluğu ve ulusal bağımsızlığı savunmak sınıf düşmanı olan burjuvaziye ö d ü n vermek demekti. L u x e m b u r g ' u n sürekli ulusçuluk özleminin bastırılmasını savunarak sosyalist Enternasyonalizmin önemini vurgularken, ulusların kendi kaderlerini belirlemesi hakkını koruyan Lenin'le düştüğü anlaşmazlığa da doğrusu biraz boş verildi. Ama Alman vatandaşlığına geçebilmek için Gustav Lübeck'le evlenmesi, savaşa karşı yazılar yazdığı için hapsedilmesi, hatta gardiyan Elizabeth'e h a p i s h a n e d e 36 Tiyatro... Tiyatro...
sosyalist çevrede büyük bir ilgi toplamıştı. L u x e m b u r g ' a göre, kapitalist ülkeler yarattıkları ve devamlı olarak genişlettikleri üretim kapasiteleri karşısında mamullerini yeterince sürebilecekleri bir iç pazar bulabilmenin zorluğundan dolayı, geri kalmış ülkeleri kendilerine bağlı t u t m a k zorundaydılar. Devamlı olarak genişlemek ve dış pazarları monopolleri altında t u t m a k gayreti, kapitalizmi dış politikada emperyalizme bağlamıştı. Gelgelelim kapitalizm dış pazarlara sarkma ve genişleme olanağını sonsuza dek götüremeyecekti. Bu olanağın tükendiği gün kapitalizmin yıkılacağına inanıyordu Rosa. H a t t a , bu k e n d i k e n d i n e yıkılışı beklemeye gerek kalmaksızın emekçi sınıfın ayaklanışı ile kapitalist sistemin k ö k ü n d e n devrilebileceğini de d ü ş ü n ü y o r d u . Lenin ile organizasyon noktasında tam görüş birliğine varmış olmamakla beraber, 1907 yılında Stuttgart Enternasyonal Sosyalist Kongresi'nde, onunla elbirliği ederek savaş sırasında kapitalizmin devrim yoluyla devrilebileceği tezini savunmuş ve bu tezin genel olarak b e n i m s e n m e s i n d e önemli rol oynamıştı. Almanya savaştan yenik çıktığında ise, L u x e m b u r g proleterya devrimi yolunda harekete geçmiş, Berlin işçilerinin başlattığı kanlı ayaklanmada faal rol oynamıştı. Pekiii... böylesine "zorlu" siyasal
a
pe cy
bir kimliği "zorla" sahnelemek için bunca çabaya değer miydi? Bu soruya en güzel yanıtı bence Rekin Teksoy veriyor. Diyor ki Teksoy: "Rosa L u x e m b u r g erkek egemen bir toplumda tarihte iz bırakmayı başaran sayılı kadınlardan biri idi. Öldürülmesinin üzerinden geçen yetmiş beş yıl, o n u n siyasal olayların gelişmesini önceden görmedeki ustalığını doğrulamış, yanlış yönlendirilen siyasal hareketlerin, temelde haklı olsalar bile, yanlış sonuçlara ulaşabileceğini göstermişti." Kenan Işık da Rekin Teksoy'un bu düşüncelerine b ü t ü n ü y l e katılmış olacak ki, oyun o n u n yönetiminde önce bir bireysellik sonra da bir kişilik kazanmış. Işık,'ne istediğini tastamam bilmiş ve istediğini önce Dilek T ü r k e r ' d e n , sonra Nazan Kırılmış'dan, Yasemin Atik'den, Recep Yener'den, M u r a t Ş e n ' d e n Ard Kavaklıoğlu'ndan, Mürsel Yaylalı'dan ve canlandıracakları yirmi iki karakterden elde edebileceğine güvenmiş. Ve sanırım kollarını öyle sıvamış. Erim Bayrı, Nalan Yırtmaç, İlhan Sayın üçlüsünün dekoru dar düşüncelilikten doğan çekingenlikleri silerken; rölyefler, tel ve tel maketler eski uydurma sahne dekorlarında bilinmeyen bir sağlamlık, bir ağırlık yaratmış.
Yüksel Aymaz'ın ışığı, d e k o r u n iyilik perisi gibi. Dekora atmosfer, renk, derinlik ve perspektif vermiş. G ü n n u r Çaras'ın giysi ve aksesuarları ise, o y u n u n derin anlamına yaptığı sihirli vurgulama ve olağanüstü uyum ile seyirciyi d o ğ r u d a n etkiliyor. Dilek T ü r k e r ' e gelince... T e p e d e n tırnağa b ü t ü n vücut yapısının, temsil ettiği karakterin bir parçası o l d u ğ u n u eylemin belirli anlarında ellerinin, parmaklarının, sırtının, ayaklarının, gözlerinin (bu kez "saç" yok) h e r h a n g i sözlü bir anlatımdan daha etkili ve verimli olabileceğini pek iyi biliyor. Dilek T ü r k e r ' i Türkiye'de bir kaç yıldır izliyoruz. "Bir Zamanlar Memleketin Birinde", "Amerika N e r d e misin", "Beni Dünya Kadar Sev", " M u t l u Ol Nâzım"... Gerçek şu ki, alevin fosfora bağlı olması gibi Dilek T ü r k e r de tiyatroya bağlı. Gerçekten tiyatro Dilek T ü r k e r ' i n parlamasını sağlıyor, ama Dilek T ü r k e r ' i n yıllardır aşınması, yıpranması oranında. Neyse ki, bu kere Kültür Bakanlığı ve TUYAP, "Tiyatro Ayna"ya omuz vermiş. G e n e zor olanı, yapılamazmış gibi olanı seçmiş Türker. Yaşamın baskısını b ü t ü n
ağırlığıyla duyuran peşin yargılara, kıskançlıklara, küçüklüklere aldırmamış. Planını bozmak ne kelime, bozmayı düşünmemiş bile. Umutları sönmemiş ki, görüşleri de hiç mi hiç silinmemiş. "Rosa Luxemburg" sahnelenmiş. Bilirsiniz, Tolstoy'a göre sanat eserinin değeri estetik kuramlarından değil, sanatçı ile yığınlar arasında kurulu ilişkiden gelir. Türker yığınlarla çok çabuk ve kestirmeden ilişki kuruyor. Hem yapısının bütün yetilerinden, hem de deneyiminden kaynaklanan olgunluklardan yararlanmasını, dolayısıyla Rosa Luxemburg gibi "sahici bir çığlığı" tiyatroda tekrarlamasını hiçbir alınyazısı engelleyemiyor. Rosa Luxemburg "ölümün öldüremediği insan"sa, Dilek Türker de "ölmek için 'Rosa Luxemburg' oynayan insan" olarak heykelleşiyor. Bir ruh gerçekten yükselmiş, bir zeka gerçekten aydınlanmışsa, büyük ve derin düşünceler orada doğal olarak filizlenmekte. "Rosa Luxemburg"u sahnelemek Dilek Türker'in kendiliğinden verimidir. Kendiliğinden verimlilik ise alt edilmiş güçlüklerin gerektirdiği alkışları beklemez. Tıpkı Dilek Türker gibi. O halde...
Haydi Dilek Türker. İnanılmaz inancın ve inadınla koş bakalım yeniden. Yepyeni güçlüklere... Tiyatro... Tiyatro...37
ELEŞTİRİ
Yavuz Pekman
İstanbul'dan, Üsküp D r a m Tiyatrosu geçti
Herkesin Bir "Godot"'su Var
a
dağılmasından sonra kendi kaderiyle baş başa kalan ülkesinin geçirmekte olduğu süreci sorguluyor. Bunu yaparken Kocevski, Godot'yu değişik kimlikler altında elle tutulur, gözle görülür, somut bir karakter olarak sahneye taşımakla kalmıyor, rahmetli Beckett'i de bir "saha müşahidi"ymişçesine oyuna dahil ediyor.
cy
Beckett-'in artık klasikleşen oyunu " G o d o t ' y u Beklerken" ilk kez bir hapishanede sahnelendiğinde, yaşamlarından belki de hiç tiyatroya gitmemiş ve oyunlardan önce eğlenceli bir "aç-aç" gösterisine hazırlanan mahkûmlar tarafından., olağanüstü bir ilgiyle karşılanarak, ayakta alkışlanmış. Yaşamları demir parmaklıklar arasına sıkıştırılmış, tek eylemleri beklemek, tek üretimleri de umut etmekten başka bir şey olmayan bu insanların, G o d o t ' y a , geleneksel tiyatro anlayışına koşullanmış seyircilerden daha çabuk kucak açmaları şaşırtıcı değil kuşkusuz. Onlar af, özgürlük, aşk gibi görünümleriyle yıllardır bekliyorlar zaten G o d o t ' y u , kadife kokuldu tiyatroların "tuzu kuru" seyircileri ise "iyi de peki kim bu G o d o t ? " diye soruyorlar birbirlerine. Bu. sinir bozucu sorunun tek muhatabı Samuel Beckett de son nefesine kadar köşe kapmaca oynuyor henüz kendi G o d o t ' s u n u bulamamış olanlarla. " G o d o t " , dünya tiyatro yazarlarının da en çok ilgilendikleri malzemelerden birisi. Miodrag Bulatoviç'in " G o d o t G e l d i " , F e r h a n Şensoy'un " G ü l e Güle G o d o t " oyunları geçtiğimiz yıllarda ülkemizde de sahnelenen, G o d o t merkezli oyunlardan yalnızca bizim bilebildiklerimiz. Makedonyalı yazar Danilo Kocevski de Beckett ve kendisi kadar ünlü oyunu " G o d o t ' y u Beklerken"den yola çıkarak, Yugoslavya'nın
pe
Kocevski'nin "İlk Nefes" adını verdiği oyununda, Viladimir ve Estragon, yaşamdan belki de tek beklentileri karınlarını doyurmak olan yaşayan iki karaktere, Vlatko ve Estro'ya dönüşmüş. G o d o t da değişik vaatlerle karşılarına çıkan bir "kötü a d a m " olarak karşımıza çıkıyor, adeta parçalanmanın ardından kendine gelmeye çalışan ülkenin üzerine çullanan farklı çıkar çevrelerini simgelercesine. Kimi zaman iş ve para vaad eden kapitalist bir işadamı olarak, kimi zaman özgürlük taciri bir dünya soytarısı olarak, kimi zaman da ateşkes sözü veren bir Birleşmiş Milletler Barış G ü c ü subayı olarak bir görünüp bir kayboluyor Kocevski'nin G o d o t ' s u . Ancak tıpkı Şensoy'un ya da Bulatoviç'in oyunlarında olduğu gibi, "beklenen G o d o t " umulanı verememiş, tam tersine kendisini bekleyenleri umutsuzluğun eşiğine sürüklemiştir. Sonuç çağımız insanın değişmez yazgısı ölüm, kan, acıdır.
3 8 T iy a t r o .. . T iy a t r o . . .
Tiyatro Festivali'ne "Bir Ülke Bir Tiyatro" başlığı altında konuk olan
Makedonyalı topluluk Üsküp D r a m Tiyatrosu da ülkesinin boğuştuğu bu "geçiş d ö n e m i n i " anlatırken, dünya insanlarına üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir soru soruyor, "... evet... G o d o t geldi.. peki ya sonra?" Topluluk geçiş döneminin beraberinde getirdiği "özelleştirme" ya da "eski komünist, yeni kapitalistlerin oluşturduğu anamalcı sistemi" sorgularken, ülkesi insanının tüm h ü z n ü n ü sahneye bırakıp gidiyor sanki. Tıpkı İstanbul'a gelirken tüm dekor, kostüm ve aksesuarlarını gümrükte bıraktıkları gibi. Bütün olan biten yetmiyormuş gibi bir " G o d o t " da gümrükte çıkıyor karşılarına. Yine de onlar b ü t ü n çıplaklıkları ve içtenlikleriyle, umutlarını, gözyaşlarını, hüzünlerini paylaşmayı bildiler İstanbullu izleyicilerle. Çünkü kullandıkları malzeme ne olursa olsun konuştukları dil tiyatronun
diliydi. Herkesin bir G o d o t ' s u var. Kimi için özgürlük, kimi için tanrı, kimi için maaşına zam, kimi için tek başına iktidar, kimi içinse bir lokma ekmek. Bazılarının beklediği G o d o t geliyor günün birinde, bazıları ise son nefesine kadar bekliyor aynı G o d o t ' y u . G o d o t ' s u n a kavuşanlar eskisini u n u t u p , hemen yeni bir G o d o t buluyorlar bekleyecek, hiç doymuyorlar G o d o t ' y a . İlk nefes, ilk ağlamayla birlikte başlıyor aslında bu G o d o t beklentisi. İyi güzel de, peki kim bu G o d o t ?
cy
pe a
cy
pe a
cy
pe a
ELEŞTİRİ
Selda Öndül
Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan bir Jean Genet Klasiği:
Hizmetçiler Genet, "Hizmetçiler"de gerçeği, kimliği, varoluşu, oyun içinde oyun mantığı, kurgusu içinde sorgular. Claire ve Solange sınıfsal konumları ve cinsel kimlikleri itibariyle bir yoksunluk yaşamaktadırlar. Evin dışında bir yaşamları yoktur. Evin içindeki yaşamları ise Hanımlarının onlarla kurduğu ilişkiye göre biçimlenmiştir. Hanımlarının varlığı onların varlığını belirlemektedir. Efendi-köle ilişkisidir Hanımlarıyla olan ilişkileri. Birbirleri ile ilişkileri ise bir yandan aynasal bir ilişkidir, bir yandan da aynı Hanımları ile olan ilişkileri gibi Ben ve Öteki ilişkisidir. Bu bağlamda da her iki ilişki türü de bir aşk/sevgi-nefret ilişkisidir. Hanımlarını severler, hatta ona tutkuyla bağlıdırlar, çünkü onun sayesinde var olurlar, hem de nefret ederler ondan, çünkü yoksunluklarının somut kanıtıdır Hanım'ın varlığı. Bir yandan da Hanım'ın yaşam tarzına öykünürler. Onun yerinde olmak isterler. Onun yerinde olabilselerdi var olabilirlerdi diye düşünürler. Birbirlerini de hem severler hem de nefret ederler. Varlıkları birbirlerine bağlıdır. Aynadaki yansısıdır biri ötekinin, hem de kendisi. Kendilerini/birbirlerini hem severler, sevmek zorundadırlar, yoksa var olamazlar; hem de nefret ederler kendilerinden/birbirlerinden çünkü varlıkları zavallı varoluşlarının somut kanıtıdır.
pe
cy a
Jean Genet (1910-1986)'nin "Hizmetçiler" (Les Bonnes; 1954) adlı oyunu Devlet Tiyatrolarınca, Ankara'da Küçük Tiyatro'da 11 Nisan'da sahnelenmeye başladı. Yönetmenliğini Coşkun Irmak'ın üstlendiği, rollerini Nurşim Demir, Işıl Poyraz ve Lale Başar'ın paylaştığı oyun önümüzdeki sezon da sergilenecek. "Hizmetçiler"de iki hizmetçi kızkardeş -Solange ve Clairehanımları evde yokken Claire'in Hanım, Solange'ın Claire olduğu oyunlar oynarlar ve Hanım'ı öldürme provaları yaparlar. Oyunları önce saatin zilinin sesi, sonra da Hanım'in eve gelmesi ile kesilir. Hanım eve gelince oynadıkları oyunu gerçekleştirmek amacıyla, ona zehirli ıhlamur içirmeye çalışırlar ama başarılı olamazlar. Bu arada, Emniyet Müdürlüğü'ne gönderdikleri imzasız mektuplarla gözaltına alınmasını sağladıkları evin beyinin de serbest bırakıldığını, gelen bir telefonla öğrenmişlerdir. Claire, Bey'in kendisini beklediğini Hanım'a söylemek zorunda kalır. Hanım, Bey'le buluşmak üzere gider. Solange ve Claire oyunları ile başbaşa kalırlar. Üstelik şimdi Hanım ile Bey'in gerçeği öğrenme tehlikesi doğmuştur. Oyunlarına daha da umutsuzca sarılırlar. Yine Claire Hanım'ı, Solange Claire'i oynar. Solange Claire'e yardım eder, Claire zehirli ıhlamuru içer. Hanım rolündeki Claire ölür. 42 Tiyatro... Tiyatro...
Solange ve Claire oynadıkları oyunlarla bir yandan kendi kimliklerinden sıyrılırlar, bir yandan da kendi kimlikleri ile yüzleşirler, çünkü yanılsamalarda bile bile yansımalardan kurtulmak olanaksızdır. Oynadıkları oyunlarda Solange ile Claire' 'Ben ve Öteki'nden Ben ve Hanım'a, Öteki ve Hanım'a geçerler; Ben ile yüzleşirler. Ben olarak varoluşun yollarını ararlar; Ben'i ortadan kaldırırlar. Öteki olmanın koşullarını yaratmaya çalışırlar. Oyunlar hem Ben'i, hem Öteki'ni hem ortadan kaldırır, hem yeniden yaratır, tekil bir varoluş sağlar. Solange ve Claire oyunlarda bir yandan gerçekliğin acı veren gerçeğinden uzaklaşırlar, bir yandan da gerçekte var olamamanın acı gerçeğini yaşarlar. Oyundan çıkamama, oyunda tutsak kalma zorunluluğunun gerçeği ile yüz yüze kalırlar. Ancak oyunlarla ve giderek oyunlarda yaşayabilme, var olma durumuna indirgenmiştir iki kızkardeş için. Zorunlu olarak seçtikleri rollerde yitip giden/varolan Solange ve Claire sonuçta Hanım'ı ancak oyunda öldürebilirler. Oyunun sonunda ölen kimdir acaba? Hanım rolündeki Claire mi, Claire'in kendisi mi, Solange'ın yansısı Claire mi? Claire rolündeki Solange mı, Claire'in yansısı Solange mı? (Yoksa Hanım intihar mı etmiştir? (!)) Yoksa Claire intihar mı etmiştir, ya da Solange? Yoksa Solange Claire'i mi
öldürmüştür?... Oyun bu soruları yanıtsız bırakarak biter. Daha doğru bir deyişle, oyun -içinde- oyun/oyunların getirdiği yanılsamalar -içinde- yanılsamalar sonsuz aynalar yansısına dönüşür. Gerçek, kimlik, varoluş sorunu çığ gibi büyür oyun kişilerinin/okuyucuların/izleyicilerin önünde. Gerçek ancak yanılsamalar/oyunlar arasında bulunacak olur. Solange ve Claire oyun -içinde- oyun içinde işledikleri bir cinayetle var olurlar. Hanım'ı öldürmüşlerdir,
a
için varlık" haline dikkat etmek d u r u m u n d a d ı r . Çünkü, birey var olmak için başkasını nesnelleştirir. Ö z n e d u r u m u n u k o r u m a k için başkasını nesneleştiren birey, nesneleştirilmekten de k o r u n m a k zorundadır.
cy
Öteki'ni öldürmüşlerdir. Bu felseli bir cinayet olduğu kadar aynı z a m a n d a da fiziksel bir cinayettir. Bir suç işlemiştir Solange. Suç işleyerek var olur Solange (ve o n u n B e n ' i n d e var olan Claire). G e n e t bireyin ancak suç ile var olabileceği düşüncesini k e n d i yaşamında da ilke edinmiş, ona göre yaşamıştır. Bu zorunlu seçimi t ü m G e n e t kahramanlarında görürüz. T o p l u m u n dışladığı insanlar ya da toplumsal normlara göre yaşama şansı veya motivasyonu olmayan insanlar suç işleyerek var olurlar. G e n e t yapıtlarında. Diğer bir deyişle, yaşam u ç u r u m u n u n en uç noktasında yaşayan oyun kişileri varoluşlarını suç işleyerek ararlar. Bu onları bir anlamda azizlik mertebesine ulaştırır. Jean-Paul Sartre, Genet'yi özgürlük kuramına, varoluşçuluk felsefesine örnek gösterir. "Aziz G e n e t : O y u n c u ve K u r b a n " (Saint G e n e t : C o m e d i e n et Martyr) adlı yapıtında. Sartre'ın varoluşçuluk felsefesinde birey "kendi içinde varlık "tan "kendisi için varlık" a yükselebilmek için hiçbir a h l â k . yasası içinde t u t u k l a n m a d a n durmaksızın eylemek zorundadır. Yoksa hiçliğe düşer. Ancak, bu sürekli eylem içinde de "başkaları
Solange/Claire oyun oynamak/suç işlemek zorundadır. Kurtuluş oyundadır, gerçek, oyunda tutuklu kalmaktadır.
pe
Bir 20. yüzyıl tragedyası olarak nitelenebilir "Hizmetçiler". Bir insanlık d u r u m u n u sergilemektedir. İzleyici birebir kendi yaşamını görmez belki sahnede ama kendi d u r u m u n u anıştıran durumlarla, genelde insanın varoluş sorunsalı ile karşı karşıya kalır, etkilenir, sarsılır; hatta, sağlam sandığı tutamaklarının elinden alınabileceğinin ayırdına varır. Coşkun Irmak böylesi zor bir oyunu sahnelemeyi seçmiş. Devlet Tiyatrosu'nun iyi oyuncularıyla çalışma şansını yakalamış. H a l u k Işık, Esra Selah yetenekli tasarımcılar. Ancak H a l u k Işık'ın sahne tasarımı oyunu masalsı bir uzama yerleştirmiş. Bu, oyunun gerçek dünyadan oyun dünyasına geçiş mantığını kırmakta. "Hizmetçiler"den bağımsız
d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n d e yaratıcı ve etkileyici bir tasarım. Giysi tasarımında Esra Selah'ın özenli ve tutarlı çalışması h e m e n dikkat çekiyor. Oyunculukta N u r ş i m Demir ve Işıl Poyraz'ı s a h n e d e görebilme şansını yakalıyor izleyici. N u r ş i m Demir, Işıl Poyraz, Lale Başar uyumlu bir çalışmanın ü r ü n ü n ü sergiliyorlar. Ancak, G e n e t m e t n i n i n trajik boyutu çoğu zaman m e l o d r a m a kayıyor. Varoluş sorunsalı günlük çekişmelere dönüşüyor. C o ş k u n I r m a k ' m rejisi metin, oyunculuk, tasarıın öğelerini bir "varoluş kuttöreni"nde buluşturamamış. O y u n u n sarmal gelişiminin getirdiği oyun oynama helezonları içinde yitme d u y g u s u n u n yaratılmadığı bir y o r u m u seçmiş, "Hizmetçiler"in gerçekten oyuna, oyundan adeta bir ritüele geçişlerini vurgulamış yönetmen. O y u n oynama çağımızın varoluş ritüelidir, suç işleme yalnızca bir eylem biçimidir ve varoluş seçeneklerinden birisidir, belki de en iyisidir iletisi üzerine k u r u l u "Hizmetçiler" Tiyatro... Tiyatro... 43
Hasibe Kalkan
ÇEVİRİ
Peter Weiss'ın "Soruşturmasıyla
Belgesel Tiyatro 1995 yılı Hoşgörü
Hoşgörünün sınırlarını tanımlamak ise oldukça- güç.
kadar hoşgörebiliriz? Bundan yalnızca
büyük bir insanlık dramı yaşandı. aramamız
gerektiğini
görelim.
Alman
elli yıl önce hoşgörü sınırları
Tiyatrosu'ndan
içine
Neyi
sığamayacak denli
bir örnekle yukarıdaki soruya
nasıl bir yanıt
a
nereye
Yılı olarak ilan edildi.
ancak faşizmin özünün ortaya çıkarılmasıyla mümkündü. Oysa bu soruşturmanın biçimi, Almanya'daki faşist özünün maddi ve manevi temelinin aşılamadığını gösterdiği gibi, mevcut sistemin içine iyice yerleşmiş olduğunu ve çok daha kötü sonuçlar doğurabileceğini ortaya çıkardı. Ancak tiyatro, yeryüzünde yaşanmış olan cehennemin sıcaklığını sahnede nasıl yansıtabilirdi? Birçok deneme yetersiz kalıyor, korkunçluğunun boyutunu seyirciye aktarmak, bilinen oyun biçimleriyle sınırlı derecede mümkün olabiliyordu. Auschwitz cehenneminin öncesini, ortasını ve sonrasını tümüyle yansıtabilmek için yeni bir biçime ihtiyaç duyulmuştu. Tamamen gerçeklerden yola çıkarak, fiktif tek bir öğe katmayarak, yalnızca belgeler kullanarak gerçeğin tüm boyutları kavranabilir, seyirciye aktarılabilirdi, bazı yazarlara göre.
cy
27 Ocak 1995 tarihi, Auschwitz toplama kampının Rus birlikleri tarafından kurtarılışının 50. yıldönümüydü. Nazi işgali sırasında Polonya'nın genel valisi Hans Frank 1946'da Nürnberg'de asılmadan önce "Bin yıl geçse bile Almanya'nın günahları silinmeyecek" diyordu.
pe
Bu günahların simgesi haline gelen Auschwitz kampında katledilen insanların sayısı bugün bile tam olarak bilinmiyor. Kimine göre 1.5 milyon, kimine göre 3, kimine göre ise 4 milyon. Gerçek suçlu kimdi? Alman toplumu geçmişten ders almış mıydı? Orada çeşitli görevlerde bulunmuş olanlar yaşanan bu insanlık dramından kendilerini ne kadar sorumlu hissediyorlardı? Nasıl cezalandırılmalıydılar? İşte tüm bu sorulara Frankfurt'ta 1963'ten 1965 yılına kadar süren Auschwitz davası yanıt arıyordu. Kampın kurtarılışından ancak yirmi yıl sonra yapılabilen bu davada, tanıklar parayla susturulamadıkları taktirde ölümle tehdit ediliyorlardı, hâlâ yaşadıkları için kendilerini savunmak durumunda kalıyorlardı. Davada verilen kararlar ise işlenen suçlara göre fazlasıyla hafif kalıyordu. Auschwitz davası birçok sanatçı için, Alman toplumunda hâlâ faşist öğelerin bulunduğunun somut bir göstergesiydi. Ve bu toplumun insanları bunun farkına vardırılmadıkları sürece aynısını yeniden yaşama tehlikesiyle hep karşı karşıya kalacaklardı. Auschwitz yaşanmıştı. Gerçeğin soruşturulması ise 44 Tiyatro Tiyatro
Savaş sonrası Almanyası'nın en önemli tiyatro yazarlarından sayılan Peter Weiss da bunlardan biri. Yukarıda sözünü ettiğim görüşten yola çıkarak "Soruşturma" adlı yapıtını biçimlendirmiştir. "Soruşturma" on bir bölümden oluşan bir oratoryo. Oratoryo adını taşımasının tek nedeni ölülere ağıt olması değil, aynı zamanda aksiyonsuz ve statik bir yapıya sahip olmasıdır. Eser tamamen dava tutanaklarından oluşmasına karşın, yazar, sahnede bu mahkemenin benzerinin yaratılmasına kesinlikle karşı çıkar. Ona göre bu, bir toplama kampının aynısını sahnede oluşturmaya çalışmak kadar olanaksızdır.
Peter Weiss, yaklaşık 400 tanığı oyunda dokuza, sanıkların sayısını da on sekize indirgemiş. Gerçek, yargıç ve savcı tarafından bulunmaya, bir avukat tarafından ise bulandırılmaya çalışılıyor. Tanıklar isimsiz, kampta adları bir numara ile değiştirilen milyonlarca kişinin sözcüleridir onlar. Buna karşın eserde yer alan sanıklar, davadaki isimlerini koruyorlar, çünkü suçlular belli, cezalandırılması gerekenler de onlar. Cehennemin bütüncüllüğünü ve sistematiğini ortaya çıkartabilmek amacıyla yazar, ifadeleri on bir bölüme toplamıştır. Bölümlerin sıralanışı, insanlıktan uzaklaşmadan gaz odalarında ve fırınlardaki nihai yok oluşa değin yaşanan süreci yansıtmaktadır.
pe cy
a
Birinci Kanto: Rampa, 2. K. Kamp, 3. K. Salıncak, 4. K. Hayatta Kalma Mücadelesi, 5. K. Lili Tofler'in Ölümü, 6. K. Onbaşı Stark, 7. K. Kara Duvar, 8. K. Fenol, 9. K. Kömürlük, 10. K. Syklon B, 11. K. Fırınlar. Konunun tamamı, bir de üçlü bir bölümleme göstermektedir. Yazarın kendisinin de birçok yazısında ifade ettiği gibi, yaşadığı dönemi yargılamaktan çekinmeyen, Dante'nin "Divina Commedia"sı onun esin kaynağı olmuş. Weiss, serbest vezin biçimini kullanarak, konuyu salt bir mahkeme tekrarı olmaktan kurtarmış. Bununla birlikte bu biçim, yazara yaşanan geçmiş ile bugün arasındaki bağı gözler önüne serme olanağını tanımıştır. Weiss, araştırmalarında Auschwitz ile Alman sanayi, öncelikle IG-Boyaları, Krupp, Siemens gibi kuruluşları arasında sıkı bir işbirliğinin kanıtlarını ortaya çıkartmıştır. Kapitalist düzenin, insanı son damlasına kadar sömürüp yok etmesi, ona göre Auschwitz gerçeğinin yaşanabilmiş olmasının yegâne nedeni. Ve bu düzen varlığını sürdürdüğü müddetçe Auschwitz'ler tekrar tekrar yaşanacaktır. "Soruşturma"daki savcı bu gerçeği şöyle dile getirir:
Kapitalist düzenin, çıkarları uğruna ölüm fırınlarına bile müşteri olabildiğini göstermek, yalnızca bu düzenin neleri göze alabileceğini göstermekten öte bir amaç taşımakta. Yazar, bu eserde kesin bir tavır koymakta. Ona göre, Batı Alman toplumunda varlığını sürdüren Auschwitz'ler, ancak sistemin değişmesiyle, sosyalist sisteme geçişle yok olabilirdi. Böylece Weiss, ilk tiyatro eserinde "Marat-Sade"da sahip olduğu tutumundan vazgeçmiştir. Adı geçen eserde iki politik pozisyon karşı karşıya getirilmesine karşın yazar tarafsız kalmış, yani üçüncü pozisyon adı verilen bir tutum sergilemiş. Weiss, koyu bir sosyalist olduktan sonra, sanatın toplumsal bir işlevi olması gerektiğini düşünmekle birlikte sanatın toplumu değiştirecek güce sahip olduğuna inanmıştır. Burada Brecht'le ortak amaçlardan sözedilebilir. Ancak Peter Weiss'in amacı, seyirciyi eğlendirerek, onlara bir şeyler öğretmek değil, onlara bir şeyler öğretirken onları şoke etmek ve sarsmaktır. Bu hedefiyle Artaud'un Vahşet Tiyatrosuyla benzerlik gösterir. Önlerine sürekli çarpışan eşitsizlikler sermek, bunlar dayanılmaz hale gelene kadar somutlaştırmaktır amacı. Tarafların bu denli somutlaştırılması ise zaman zaman eleştirilere yol açmıştır. Buna göre yazar dünyayı siyah ve beyaz olarak ikiye ayırırken, birini tüm kötülüklerin kaynağı
Sayın tanık neden daha açık konuşmuyorsunuz? Bir başka tanık kamptaki sömürü düzenini açıkça ortaya koydu. Bunun doğru olduğunu söylemekten niye kaçınıyorsunuz? Sayın tanık siz ve büyük şirketinizin öteki yöneticileri sayısız kurbanlar verdiler sonsuz kârlar elde ettiniz." "Unutmayın bu şirketlerin varisleri büyük servetlere kondular şimdi de yayılma dönemi diye adlandırılan yeni bir döneme girmeye hazırlanıyorlar."
Tiyatro Tiyatro. 45
olarak gösterip, diğerini de yeryüzündeki cennet olarak göstermiştir. Her iki düzende var olan tonlamaları ise göremez.
Altmışlı yıllarda bu oyun ve diğer belgesel oyunlar seyirci tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. O dönemde toplumsal düzenin değişmesi gerektiğine inananlar bu oyunlarla manevi destek görüyorlar, farklı düşünenler yani o düzenin gerekliliğini savunanların kafasında ise belki birkaç soru işareti beliriyordu. Ancak kısa bir sürede oyunlar neredeyse unutuldu. Peki, günümüzde çok benzer bir durumla karşı karşıya değil miyiz? Kapitalizmin özü değişti mi, insanların geçmişte yaşadıklarını yeniden yaşamayacaklarına ilişkin kim teminat verebilir bize? Bazı gelişmeleri, hoşgörülü olmak adına görmezden mi gelelim? Hoşgörüye evet, ancak herkese eşit oranda yaşama hakkını tanıyan bir hoşgörüye evet diyorum. Kaynakça: MENNEMEIER F.N., "Modernes Drama 2", Wilhelm Fink Verlag, 1975 München CANARIS Volker, "Über Peter Weiss" Editition Suhrkamp" 1970 Frankfurt DURZAK Manfred, "Deutsches Drama der Gegenwart zwischen Kritik und Utopie", Reclam Verlag, 1972 Stutgart
pe
cy
a
Peter Weiss'in Belgesel Tiyatro türünü seçmesindeki bir etken de Piscator'dur. Piscator, 1962 yılında Berlin Halk Tiyatrosu'nun sanat yönetmeni olarak geri döndükten sonra, birçok belgesel oyun sahneye koyarak büyük bir başarı sağlar. Burada yirmili yıllarda sahnelemiş olduğu oyunlardan edindiği deneyimin katkısı da gözardı edilemez. Piscator, adı geçen dönemde, film tekniklerini (montaj, geriye dönüşler vb.) politik misyonu estetik kaygıların üstünde tutarak sahneye getirmiştir. "Bayraklar" adlı oyunda, Piscator, Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcından Liebeknecht ve Luxemburg'un öldürülüşüne kadar geçen süreyi, belgelere dayandırarak, araya film materyali yerleştirerek, sınıf ve birey arasındaki ilişkileri ve çelişkileri ortaya çıkartmıştır. Weiss, Piscator'dan farklı olarak estetik kaygıyı içeriksel iletiyle bir dengeye oturtmaya çalışmıştır her zaman. 1965 yılında "Soruşturma"nın Piscator tarafından sahnelenmiş olması ise tesadüften öte, aralarında yarım yüzyıllık bir
boşluk olmasına karşın iki benzer gelişmenin kesişmesidir.
46 Tiyatro Tiyatro
a
pe cy
İ N C E L E M E
Yılmaz Onay
"Sanat Tuzağının İçinde" daha önlenemez, çok daha keyfi ve pervasız bir özgürlük kısıtlaması söz konusu. Yani yazının alt başlığında görülebileceği gibi batıda da iyi sanat hiçbir zaman "yok" değil ve yok edilemiyor, her zaman ve her şeye karşın var. Ama bütün sorun, neyin ödüllenip, neyin "engellenebildiğinde." Bunun en sağlıklı belirlenişi de açık sanat tartışmasıyla olabilir. İşte batı bunu tartışıyor. Benim sunduğum yalnızca küçük bir örneği. Yazı şöyle: "Yayıncı Unseld ile oyun yazarı Kroetz arasındaki uyuşmazlık, küçük sataşmaların ya da yaralanmış kibirlerin çok üstünde bir anlam taşıyor. Unseld'e göre Kroetz'ün 'Ben Halkım' adlı revüsü, sahibi olduğu Suhrkamp yayınevince yayımlanacak kadar iyi değilmiş. Başka bir deyişle Unseld, 'Ben Halkım'ı iyi sanat saymıyor, tabii eğer sanat sayıyorsa.
pe cy
a
Yukarıda tırnak içindeki başlık, Alman tiyatro dergisi "Theater Heute"nin Şubat 1995 sayısında yayınlanan bir yazının başlığı. A l t başlık olarak da şunlar yazılı: "İyi tiyatro, etkin bir biçimde nasıl önleniyor?" Yazıyı, Almanya'nın en önde gelen rejisörlerinden Peter Zadek (1) kaleme almış. Yılların tanınmış oyun yazarı F. X. Kroetz'ün "Ben Halkım" adlı sert taşlamasının "kaliteli" bulunmayarak yayınlanmaması vesilesiyle, Almanya'daki sanat sorununu tartışan bir yazı. Ama kanımca bu küçücük yazının kapsamı, tiyatronun ötesinde tüm dile dayalı sanatlar alanının yalnız Almanya'ya özgü olmayan temel bir sorununu içermekte. Bu nedenle ülkemizdeki tartışmalara da ışık tutabileceğini sanıyorum. Sanatsal yaratışa doğrudan resmi müdahalenin hâlâ gündemde olduğu ülkemizle batının sorunları arasında elbette fark var. Hele toplumun sanat yaşantısını belki tümüyle kurutacak bir dinsel politik tehlike, orada söz konusu bile değil. Ama bizde de, böylesine yakıcı bir soruna bile duyarsız kalırcasına, batıyı hiç eleştirmeksizin oldukça geriden izleyen, dolayısıyla ister istemez içi boş öykünmeleri ilgili kamuoyuna dayatarak o ilgiyi gittikçe daha da azaltan bir eğilimin varlığı da gözden kaçırılamaz. Öyleyse, ucuz piyasa kalitesizliğinden kurtulalım derken bir başka kalitesizlik ucuna sürüklenip tükenme kaygısı açısından batıdaki böylesi eleştiri ve tartışmaların da izlenmesi yararlı olur herhalde. Kaldı ki sözünü ettiğim yazı, tiyatro sanatında batıda da belirleyici sorunun repertuar saptamasına kaydığını, yani oyun metnine, oyun yazarlığına ve metnin değerlendirilme kriterlerine yaklaşımda yattığını göstermesi veya hiç değilse bu boyuta değinmesi yönünden ayrı bir önem taşıyor sanırım. Yazının dikkat çekici bir başka yanı da var: Sanatsal yaratışa engelleyici müdahalenin yalnızca resmi yolla olmadığını belirtiyor. Yayın ve iletişim alanının "sahip"leri de kendi bireysel değer yargılarıyla istedikleri gibi sınırlamalar ve daraltmalar getirebiliyorlar. Ama onların uygulaması "yasa" veya "yönetmelik" gibi yazılı kurallara bağlı olmadığı için "yasaklama" gibi karşılanmıyor, hatta farkına bile varılmıyor belki. Oysa tam da bu nedenle çok 48 Tiyatro Tiyatro
Bir kez daha değinmek gerekirse: 'Ben Halkım', Alman'ların yabancılara karşı davranışları üstüne yirmi d ö r t kısa 'numara'nın birbiriyle gevşek bağlantılı bir sıralanışı. Kroetz, çoğu kez haksızlık edercesine öfkeli. Ama o kadar da haklı ki. Oyun akşamını birlikte yaşamış olan herkes, saçmalıklara ve yalınlaştırmaya habire burun kıvırmış da olsa bu haklılığı hissediyor. Oyunun bütünü, politik kabare ile poetik içgüdü ve Bavyera saflığı arasında bir yerde. Ama bugüne dek Kroetz'den başka hiç kimse bu yakıcı temayı anlaşılır biçimde -yani bitirme sınavını vermemiş olanların da anlayacağı biçimde- sahneye getirme çabasına girmedi.
Ben, Unseld'i bu temadan korkma düzeyine indirgemek istemem, hele ki geçmişte (gerçi çok çok eski bir geçmişte) pek çok 'rizikolu' ürünü yayınlamışken. Sanıyorum Unseld, ellili yıllarda ve altmışların başında Alman Tiyatrosu'nu felce uğratmış olan o aynı büyük sanat tuzağına düştü. Bugün bu tuzak, ilerici (2) tiyatro dergisi T h e a t e r Heute'nin bakışına göre Botho Strauss'un tutuculuğunda yatmıyor ya da bir Peter Handke'nin tiyatroda kafamızı karıştıran biçimsel ataklarında da yatmıyor, yaşayan tiyatronun ölümü demek olan ve Alman Tiyatrosu'nu her seferinde dünya tiyatrosunun ardından topallama durumuna getiren o
"Ben Halkım " oyunundun bir sahne
Ve Suhrkamp Yayınevi, Kroetz'ün 'Ben Halkım' oyununu
Bir Unseld'e kendini beğendirmek zorunda olan yazarlar,
yayımlamayı 'kalite yetmezliği' gerekçesiyle reddediyor.
pastacı bayan Meyer'e veya Woolworth büyük
Alman Tiyatrosu için çok anlamlı bir yargı. Eğer bu yargı
a
uğursuz, o elitist, o snoplaşmış sanat talebinde yatıyor.
yerleşirse, bu ülkede tiyatro o acıklı gerilemesine bir kez
zaman ulaşamazlar.
daha dönecek, yazarın, rejisörün ve yayıncının
cy
mağazasında tezgâhtar kız Jettchen Schubert'e hiçbir
Osborne'un, Behan'ın, Hochhut'un tiyatrosu gibi rampın
ahbaplarından başka herhangi bir kişinin ilgileneceği hiçbir
ötesine atlamak isteyen, bir şeylere karışmak isteyen aktif
şey yazılmayacağı için daha da fazla t i y a t r o kapanacak."©
tiyatro, zamanötesi değerler taşıyor muyum diye kaygılanıp duramaz. Eski Demokratik Almanya
Tiyatrosu'nun öylesine sanatlıca davranması ve öykülerini
pe
antik Yunan kahramanları yoluyla aktarması, kendini
gizleme zorunluluğundan kaynaklanıyordu. Ama bugün bu y o k artık, öyle ki doğrudan ifadelerin yerine geçen
anıştırmalar yalnızca kişisel ve aptalca bir hava veriyor.
Shakespeare tiyatrosu (ve Brecht tiyatrosu da) poetik ile jurnalistik arası bir yerde yaşamıştı. Bugün pek çok
tiyatrocunun içine dalıp kendini yitirdiği biçimsel keyifler, yalnızca çaresizlik eylemleridir. Çılgın anarşik bir genç rejisör ne yapsın ki? Günümüzün kaosunu sergilemek istiyor ve modern tiyatro diye eline Handke'nin dilsiz sanat tezgahı geliyor. Kresnik'in
(3)
işi kolay, metne
ihtiyacı yok, dans ediyor o, öyleyse kendisi için (ve bizim için) önemli olan konulara sürekli teğet geçebilir. Genç ve deneyimsiz oyun yazarlarının önünde günümüzden hemen hiçbir usta örnek yok. Üslup isteniyor, üslup ödülleniyor, üslup yayınlanıyor, üslup sahneleniyor, yani dönüp dolaşan hep üslup. Elfriede Jelinek'in
(4)
histerik yırtınışları ne kadar direkt, şoke edici
ve güncel de olsa, yaşadığımız dünyayla benim sorunlarım başka. Yetenekli Goetz de salonlarının boş gitmesine hiç şaşmasın. Söyleyeceği çok şey var, hepsini bir kerede ve yalnızca yakınlarının anlayacağı biçimde söylüyor. İşte
böyle.
Dipnotlar: (1) Söz konusu "Ben Halkım" oyununu Zadek bu sezon "Berliner Ensemble"da sahneye koydu. Ayrıca buradaki yazısına bakarak Zadek'in "yeterince modern olmayan" bir rejisör olduğu sanılmasın. Ünlü Schaubühne'nin kuruluşunda Stein ile birlikte yer alan Zadek her türden oyunu sahnelemiş, örneğin 1977'de "Othello" sahnelemesindeki en uç biçimsel uygulamasında -eğer modernlik ölçüsü buysa- eleştirmenlerin bir yarısı oyunu yerden yere vururken, bir diğer yarısının göklere çıkarmasına, salonun bir yarısı oyunu yuhalarken, bir diğer yarısının ayakta alkışlamasına neden olmuştu.
(2) Buradaki "ilerici" deyimini batının tonları içinde anlamak gereğini okurlar fark etmiştir kuşkusuz. "Theater Heute"nin, keskin angaje bir dar grup dergisi değil, tam tersine tüm Almanya çapında hemen tek tiyatro dergisi olduğunu belirtmek yeterli bunun için. Ama dünya düzeyinde de yeri olan böyle bir sanat dergisinin Avrupa esnekliği içinde de olsa "ilerici" bir tavır alması ayrıca ilgiye değer kuşkusuz. Örneğin bu dergi Irak savaşına açıkça karşı çıkmış, Enzensberger'in ve Biermann'ın savaş çığırtkanlığını dürüst bir insancılıkla deşifre etmekten çekinmemişti. Ayrıca daha önce kendi kadrosu içinde yer almasına karşın ünlü yazar ve dramaturg Botho Strauss'un son zamanlarda ırkçı sağa ödün veren tutuculuğuna karşı açtığı polemik de halen sürüyor. (3) Kresnik, dans tiyatrosu yapan bir rejisör. (4) Elfriede Jelinek, oyunları aynı dergide tam metin olarak yayımlanmış ve olumlu olumsuz eleştirileriyle sürekli yer verilmiş bir yakın dönem yazarı. Örneğin son oyunu "Raststaette öder Sie machens aile" oyununu "eleştirel bulvar" olarak yorumlayıp sahneleyen rejisör Peymann'ın, "Viyana'daki oynanışta seyirci gülmedi diye bir söyleşisinde seyirciyi düpedüz aptal olarak nitelediği", F. Wille'nin eleştirisinde belirtiliyor. Mart 95 sayısı. Tiyatro Tiyatro. 49
İNCELEME
Hülya Nutku
Tiyatroda Çağın Ritmini Yakalamak yazar Edward Albee'nin, seyirciyle sıradan seçeneklerin sunulması konusunda yaptığı uyarı bu bağlamda ilginçtir. Albee, seyirciye "hassas dengelerin oyunlarının" verilmesinden yana bir tutum izliyor. Bu dengeyi "Üç Uzun Boylu Kadın"da iki farklı boyutu işleyerek vermeye çalışan yazar, oyununda, 25-26 yaşlarında genç kadın, 50-52 yaşlarında olgun bir kadın ve 90 yaşında yaşlı bir kadın yoluyla, bu kadınların birbirlerine olan tavırlarını, davranışlarını ve ilişkilerini irdelerken, ikinci boyutta oyunun aynı kadının üç ayrı evresini içeren ve ölüm öncesi geçmişe dönerek kendi yaşamını gözden geçirmesi olarak ele almaktadır. İşte tiyatro zaman zaman bu tür yaşamsal sorgulamaların yapıldığı bir zemin oluşturmaktadır. Tiyatroda çağın ritmini yakalama yazarlık bağlamında Friedrich Dürrenmant ve onun gibi "sahne"yi tanıyan ve "sahnenin olanaklarını bilen" yazarlarla ilk atağını yapmıştır. Bu yazarlar canlı sanat dalı olan tiyatronun oyuncusunu tasarladığını gerçekleştirebilen bir usta, sahnede görsel işitsel olanın düşüncenin hizmetine sunulduğu bir arena, zamanı da şimdi, burada, şu an gerçekleşen bir performansın sunulduğu bir sürem olarak ele alan oyunlar yazmışlardır. İşte bu noktada aynı yıllarda bizim yazarlarımızdaki ritmi yakalamadaki rötar nedenlerine kısaca değinmekte yarar var. Yüzyılın son çeyreğine kadar metinlerdeki aksiyon hantallığı, ilerleme güçlüğü taşıyor olması, serimin gereksiz uzunlukta ele alınışı ve zaman zaman da yapaylıklar taşıyor olması, karakterlerdeki boyutsuzluk ve derinlikten uzak işleyiş, ele alınan konuların ve temaların hem yinelenen hem de doyurmayan içerik yoksulu oluşu, belki de en önemli etken olan yazarlarımızın söze dayanan edebiyatçı yaklaşımları bu gecikmenin temel taşlarını oluşturmuştur. Türk tiyatrosunda uzunca bir süre köy oyunları, ardından gecekondulaşma, köyden kente göç sorununun ele alındığı oyunların yazılışı kuru bir gerçekçiliği sergilemektedir. Bunun yanı sıra küçük aile dramları ya da evcil dramlar diyebileceğimiz oyunların repertuarı işgal etmesi, zaman zaman yazılan tarihsel ya da
pe cy
a
Akıp giden bir yüzyıl, geçmiş yüzyıllarda birçok işlevi birden yüklenmek zorunda kalan t i y a t r o sanatı ve bugün ulaştığı noktada salt tiyatro olmaya çalışan bir sanat, bir yanda teknolojik ilerleme ve somut gerçeklerle olan ilişkisi öte yanda gerçekle olan onu aşma savaşımı... Hepsinin kökeninde tiyatronun çağının r i t m i n i yakalama çabası var. Tiyatroda çağın ritmini yakalamak nedir? Günümüzde t i y a t r o sanatı, kimi kez gerçeği yansıtmaktan çok gerçekle yarışıyor, hatta bazı anlarda daha da ileri giderek gerçeği aşmaya çalıştığı noktada arayış ve yaratıcılıkta yeni yollara giriyor. Somut gerçeklerin üzerinde düşünüp bu gerçekleri özümseyen ve irdeleyen yazarlar bununla da yetinmeyip yaratıcılıklarına yaratıcılık ekliyor. Sonunda t i y a t r o duyuların rafineleşmesi dışında, antenleri sürekli açık olan yaratıcının duyarlığını daha da yoğunlaştırıyor, düş gücünü, imgelemini alabildiğine zenginleştiriyor. Bugün yaratıcılık denen şey çağdaş tiyatroda gerçekleri yepyeni bir gözle görmemizi sağlayan büyülü bir değneğe dönüşmüş durumda... İzlenen bu yol her zaman için geçerli de olmayabilir. Çünkü medyatik bir dünyada basın ve televizyon yoluyla tanık olduğumuz acımasız gerçekler sanatın sınırları konusunda bizi yeniden düşünmeye itiyor. Olup bitenler bir oyunun kısacık süresine sığmayacak kadar yoğun, etkili ve derinden sarsıcı olabiliyor. Bu aynı zamanda medyanın giderek bireyleri duyarsızlaştırdığı ve yalnızlaştırdığı bir o r t a m d a , sanatı daha çekici kılmak adına düşünsellikten uzaklaşma tehlikesini ve çelişkisini de taşıyor. Yaratıcılığın yanı sıra, bilinçlendirme ve eleştirel düşünceden uzaklaşıldığında da sanat iyi ambalajlanmış, içerikten yoksun ticari bir meta durumuna dönüşüyor. Geçtiğimiz yıl "Üç Uzun Boylu Kadın" adlı oyunuyla Pulitzer Ödülü'nü alan 5 0 Tiyatro Tiyatro
pe cy
a
belgesel oyunların ise evrensel özden çok tarihselliğe, tarihin göreceliğinden uzak bir tarihçi tavrıyla yaklaşılmış olması, kim oyunlarda da tiyatroda şiirselliğin, şiirin kendisini kullanarak verilmeye çalışılmış olması yazarlarımızı fantazi ve yaratıcılık ürünü ya da güncel ve düşünsel olanı yakalamaya yönelik olmaktan uzaklaştırmıştır. Buna bir de dönemlere göre değişen sansür ve otosansürün de etkisini ekleyecek olursak sanırım panorama daha da netleşir. Bu nedenle çağın ritmini yakalamayı kimi oyunlarla örneklemeden önce oyunun genel karakteristiği açısından baktığımızda üç temel yönelişle karşılaşıyoruz. 1- Yazarın konuya yaklaşımı (Burada önemli olan içeriğin zenginliği, yazarın sahnenin teknik ve anlatım olanakları bilgisi ve biçem özgünlüğü ortaya çıkıyor) 2- Oyunun aksiyon hızı -ki buna yazarın canlandırma performansı da- diyebiliriz. 3- Yazarın iletişim kodlarını arayış çabası, çünkü yazar değişen dünyaya yönelik bir ayak uydurma yarışındadır aynı zamanda, insanı insanla yeniden buluşturma mücadelesi, yabancılaşmanın kavramsal olarak değil katliam olarak yaşandığı çağımızda, konuşan Türkiye'de sözünü bulamamış kalabalıkların çıkardığı demokrasi gürültüsünde, çoksesliliğin anlaşılmaz seslere dönüştüğü toplulukların arayışında aracı olabilecek kodları bularak iletişimi sağlamayı sanatın inceliği içinde yakalama amacı taşımalıdır. Ayrıca yine yazar, çağın ritmini yakalamada var olan şu gerçekleri de tiyatronun ya da oyunun gerçeği açısından görmelidir. Örneğin, çağın yedinci sanatı olarak kabul edilen sinemada teknik çok ilerlemiştir. Ama her şeye karşın bu kısa mesafe koşusu başarısını getirir. Çünkü filmi makaraya takıp hızla koşarsınız o inanılmaz teknik gözünüzün önünden rüzgâr gibi geçip gider, oysa tiyatroda her gece yinelenen bir uzun koşu adeta bir maraton vardır, öyleyse oyuncunun her gece yeniden keşfedeceği zenginliği, boyutluluğu taşıyan metinlere gereksinim vardır. Örneğin bu anlamda çağdaş yazar Dario Fo'nun oyunları içi dolu anlatımıyla, canlandırmaya yönelik ritmli ve aksiyonu ilerleten tekli konuşmaları ve diyaloglarıyla ve sahne üzerinde amaçlı hareketlerin tartımıyla seyirciyi yakalayan, durağanlığa izin vermeyen temeldeki groteski yansıtan ironik
bakışla karikatürize etmekten kaçınmayan bir aksiyon zenginliği içermektedir. Yine dikkat edilmesi gereken çağdaş yönelimlerden biri de çağın özelliği olan sürat yapma yöntemine karşıt gibi görülen, ama yatay ilerleyişe yani hıza, yeri ve zamanı yakalandığında yapılabilecek dikey inmelerin, önemidir. Yeryüzünde yaratılan kaosa, tek seçenek olarak kendisini sunan kapitalist sistem, özel girişimci sermaye, güçlenen mass medya, hipermarketlerin çok amaçlı tüketim sergilerinin egemenliğine karşın sade, saf ve içsel bir tiyatro anlayışına yönelen durum oyunları da bu çağın önemli verileridir. Burada verilen durumun içindeki derinliğin, genişlemesine giden perspektifin yakalamasındaki püf noktası oyuna egemen olan hassas dengelerdir. Yaratılan durum var olan durumun adeta analizidir. Bu oyunlarda diyalogların ekonomik olmasından çok durumu yansılaması ve aksiyonu ileriye götürebilmesi ölçüttür. Ayrıca bir şeyi anlatırken başka bir noktaya değinmek ya da izleyenlerin şimdi şu olacak dedikleri noktada onların beklentilerini bozmak, izleyici sürprizlere açık tutmak . da yazarın hünerleri arasında yer almaktadır. Bazı Tiyatro Tiyatro.51
pe cy
a
örneklere değinecek olursak George Tabori'nin "Weismann ile Kızılyüz" oyununda Kızılderili ve Yahudi ile insanların varoluş kökenlerine yabancılaşmayı, onun "Bir Casusa Ağıt" oyununda eski ajanlar yoluyla yaptıkları işin özüne olan yabancılıkları işlenirken, "Kavgam" adlı oyunda Hitler ile yahudi Schlomo'yu yan yana getirerek insanlığın kendi canavarını kendisinin yaratmasına ilişkin eleştiriyi görürüz. Öte yandan, Thomas Bernhardt "Kahramanlar Alanı" adlı oyununda yaşamayan, ama adından sıkça söz edilen profesör yoluyla oluşturulan ortam yoluyla yaşanan gerçekler ve acılar hakkında bilgi edinirken aynı zamanda görmediğimiz bu kişiyi yakından tanıma olanağı da buluruz. Tıpkı yazarın "Tiyatrocu" oyununda ele alınan, devlet sanatçısı olduğunu söyleyen yaşlı aktörün çevresine ve ailesine uyguladığı baskı yoluyla sanatını kanıtlama çabası bize sunulan eleştirel bir ortam oluşturmaktadır. Yazarın yine "Basit Karmaşık" adlı oyununda da bir tiyatrocunun son bir günü ele alınmakta, geçmişte III. Richard rolünü oynadığından başka bir şey anımsamayan yaşlı aktör bir insan kalıntısına dönüşmektedir. Burada ürkütücü olan ölümün gelmesinden çok anılarını ard arda yineleyen ve bu bölük pörçük anılarla kalıntıya dönüşen insandır. Yazar romanlarında da (Odun Kesmek, Wittgenstein'ın Yeğeni) sanata ve sanatçıya ilişkin eleştirilerini doğru ve yerinde yinelemelerle gerçekleştirmektedir. Bu anlamda kimi yazarlar yeni arayışların peşinde mucit olma yolunu değil var olana çeşitli perspektiflerle bakmayı amaçlamışlardır. Böylece insan ilişkilerinde unutmaya ve unutturulmaya yönelik politikalara, belleksiz toplum yaratmaya yönelik sistemlere, kültürsüzleşmeye başkaldırırken bunu da durumun getirdiği derinliği vererek bir anımsatma tiyatrosu yoluyla yapmaktadırlar. Burada hümanist bir tutum da alttan alta işlenir, insan
kendisini sorgulama olanağı bulur. Türk Tiyatrosu'nda da Tuncer Cücenoğlu'nun "Helikopter" ve Memet Baydur'un "Kamyon" vb. oyunlarında bu tür sıkıştırılmış bir mekân, geriye dönüşlerle sorgulama, durumun farklı açılardan değerlendirilmesi ve çeşitli içi dolu kavramların gündeme alınması sözkonusudur. Yazar bunu atlamalı bir anlatım yoluyla da yapabilir: Harold Pinter'ın "Aldatma" oyununda olduğu gibi... Aksiyonun bu tür yinelemelerle ileriye götürüldüğü oyunlar kadar gündelik konuşmaların ayrıntıları yerine, gerekeni anında ve süratle iletmeyi yöntem olarak seçen yazarlar da vardır. Bu noktada iyi örneklerden biri de Sam Shepard'dır. Çağdaş yazar Arthur Miller'in modern bir arabayla iyi bir otoyolda 80 kilometre hız yapmayı yeğlediği bir çizgide Sam Shepard onun yanından 180-200 kilometre hızla geçebilen bir aksiyon iticisidir. Amerikan Düşü'nün kabustan başka bir şey olmadığına ilişkin başkaldırıcı tutumunu "Aç Sınıfın Laneti"nde anne ve babanın rolüne bürünerek sisteme katlanan gençleri, kedi-kartal öyküsüne çaresiz çağdaş bireyi verirken "Gömülü Çocuk" oyununda torununu dahi tanımayacak kadar yabancılaşan dedeyi, bunun yanı sıra ne yetiştirdiğini dahi bilmedikleri günahlarını gizleyen arka bahçeyi vurgularken, "Vahşi Batı" oyununda ise yeteneklinin başarısızlığı karşısında yeteneksizin başarabilmesi sürprizini kullanmıştır. Bunu yaparken de ayrıntılara saplanmadan hedefi vururken ya da okunu yönlendirip, yayını gererken açıyı hesaplamadaki ekonomi ustalığıyla iletmektedir. Aksiyonun hızı yoluyla çağın ritmini yakalayan yazarların yanı sıra durumun getirdiği derinliği toplumsal bellek yoklaması olarak kullanan yazarlar kadar bir üçüncü eğilim de çağdaş tiyatroda önem kazanmaktadır. Bu da iletişim kodlamasına yeniden yönelen tiyatro metninde kendine özgü ve kendisini yalnızca tiyatral kimlikleri ile tanımlayabilen karakterlerin yer aldığı oyunların yazılmış olmasıdır. En tipik örneği Samuel Beckett'in "Godot'yu Beklerken" adlı oyunudur. Bekleme temasının katlamalı olarak verildiği bu oyunda bekleyişe oyun oynayarak katlanabilen Vladimir ve Estragon sokaktaki adam değil, tiyatral karakterin ta kendisidir. Ya da Lucky ve Pozzo ilişkisi sıradan bir kodlamanın getirdiği efendi-köle ilişkisi değil, yüzyılların birikiminin yarattığı ilişkinin tiyatral bir olgunun ifadesi olarak
52 Tiyatro Tiyatro
yaşama gereksinimi ve tiyatro eğitimi verilmesi, tiyatroya geldiğinde de ona efendice yönelinmekle çözülebileceğine inanmak gerekir. Efendice sözcüğü seyirciye layık olanın verilmesi anlamında kullanılmıştır. Bu da çağdaş oyuncunun zenginliği ve donanımı ile gerçekleşebilir. Kalıplaşmadan uzak ama her kalıba girebilen-miş gibi yapmak yerine yapabilen oyuncu ile anlam kazanacaktır. Oyuncu ustalığını gösteren kahramandan çok tasarlayabildiğim gerçekleştirebilen insanın gücünü taşımalıdır. Doğaldır ki, bunun içinde eğitim süreci içinde kazanılan ustalık da vardır; ama gerçek çağdaş oyuncu eğitimin sürekliliği ilkesine inanır. Çağdaş olanı yakalamada beden dili kadar, düşünsel jimnastik ve kıvraklığa da inanır. Kendisinden ve deneme yapmaktan çekinmeden oyun kavramını yaşam biçimi olarak seçer. İmajın getirdiği kalıpları kırar, dener, arar, kendisini geliştirir. Ayrıca çağın ritmini yakalamada yenilikler içeren workshop'ların sanatına katkısının bilincindedir. Dans, hareket, bedensel anlatım araçlarını bünyesinde toplar. Doğaçlamanın bu ustalığa katkısını yadsımaz. Geniş kapsamlı bir konu olan çağın ritmini yakalama o ülkenin tiyatrosunun kültür politikası ve repertuvar dağarcığı ve sanata bakış açısıyla da yakından ilintilidir. Bu nedenle, ülkemizde son günlerde sıkça sözü edilen "yeniden yapılanma" sözcüğü umut verici olmakla birlikte, içerik açısından ödenekli tiyatronun yapılanması gibi bir kısım tiyatroyu içermekte ve temelde yine yasalara, tasarılara, kurumsal ve bürokratik bir yapılanmaya dönüşme tehlikesi taşımaktadır. Gerçek yeniden yapılanmanın kurumların, kurulların, konseylerin, politikaların üstünde olması gereği kadar bu çağın ritmini yakalamada yeni bir platform oluşturacak bir yaklaşıma da gereksinimi vardır. O da tiyatro sanatının ve sanatçısının tanımını yeniden yapmak ve özeleştiriye açık bir anlayış içinde sağlıklı eleştiri yöntemini geliştirmektir. Burada çağdaş tiyatronun ritmini yakalamanın temel ilkesi "Yeşil Üzümler Dans Tiyatrosu" çalışanlarının dediği gibi, "Otoyolda durulmaz, geri dönülmez!" olmalıdır...
pe cy
a
kodlanmışdır. Örnekleri arttırmak gerekirse Jean Genet'nin "Hizmetçiler'i özellikle de "Balkon" vb. oyunlarında yer alan kişilerin taşıdığı tiyatral karakter kodlamalarında sözedilebilir. Yazarın bu arayışları içinde doğaldır ki, çağın ritmini yakalamada tek sorumluluğu yazara bağlamak yanlış olur. Bu çağcıl yaklaşım dekorda ve dekor eşyasında da aksiyon tasarımına yönelik bir sadeliğe, minimalist bir işlevselliğe ve yalınlığa önem vermeye dönüşüyor. Dekor ve kostümde de ifadeye hizmet eden kodlamalar yer alıyor. Tıpkı kullanılan aksesuar ve butaforun da karakterin kodlanmasını tamamlayan ve tanımlayan bir yalınlık içinde ele alınışı gibi... Tanımı yapılmamış boş alan kullanımı, anımsatıcı ya da altı çizilerek verilen dekor ve dekor eşyaları kimi zaman batı tiyatrosunda sıkça kullanılan kodlamaları da beraberinde getiriyor. Örneğin, arınmanın, çağdaş katharsis'in simgesi içi su dolu küvet ya da havuz, cinselliği, şiddeti, politikliği vurgulayan mekan tasarımı, agitasyonu arttıran çiğ sebze, pasta, meyva, üste başa dökülen içkinin kullanımı gibi... Çağdaş yaklaşımda efektlerin kimi zaman oyuncu tarafından kimi zaman da sahne üzerinde yer alan orkestra tarafından gerçekleştirlemesi, playback yerine sahnede oyunun özüne yedirilerek sunulan orkestra ve insan sesinin en iyi enstrüman olabileceği gerçeğine dayanan bir tiyatro anlayışı egemenliği sözkonusudur. Çağımızın tiyatrosu ışığa adeta başrol veriyor, lazerle dekor oluşturmaktan tutun, ışığın renk ve görsel algılama açısından önemi ve simgesel anlatımı destekleyen rolünden yararlanılıyor. Işık gölgeden aydınlığa varan bir tasarım ve ifade aracı olarak kullanılıyor, aynı zamanda tiyatral kodlamanın da bir parçası haline geliyor. Ayrıca sahnede derinlik ve atmosfer sağlayan kulis ışıklarının oluşturduğu gizemden yararlanılıyor. Sis makinesi, kar, bulut, ay vb. efektler yaratan makineler teknolojinin verileri olarak sahnedeki yerini alıyor. Yirminci yüzyıl çağdaş tiyatrosuna yönetmenler damgasını vurmakla birlikte yirmi birinci yüzyıla gireceğimiz şu son yıllarda dramaturgun öneminden de söz ediliyor. Her ikisinin de çağın ritmini yakalayabilmeleri için yaratıcı imgelemlerini zenginleştirmekten, dünya görüsünü yansıtacak verilerle donanmaktan ürkmeden, bilimsel ve çağdaş yeteneklerini geliştirmeyi yenilikleri izleme cesaretiyle üstüne giderek çözebilecekleri bir gerçektir. Öyleyse çağın ritmini yakalamada temel özellik grup oluşturmaktan çok kendi alanlarının bilincinde ekip oluşturmanın önemi ortaya çıkıyor. İşte o zaman bu ekip bilincinin kapsamına seyirci de giriyor. Çünkü oyuncu, yani sanatçı insan yoluyla, seyirci yani insan ve sanata yatkın yönü olan kişiler, oyunun aldatmacasını baştan kabullenen grup dinamiği taşıyan özelliği içinde yakalanmalıdır. Seyircinin günlük stress ağından koparılarak ona insan olmasının sınırları bu kodlamalar içinde sunulurken, ayrıca insan olmanın potansiyeli onlara yeniden aşılanmalıdır. Bunun çağdaş Türk Tiyatrosu'nda seyirciye tiyatroya gelmeden önce kültür düzeyinde
Tiyatro Tiyatro. 53
ELEŞTİRİ
Yaşar Zongur
Çocuk Tiyatrosunda Özlenen Bir Gelişme.
Teneke Şövalyeler seçerler. Böylesine eleştirel düşünceden yoksun toplumlara çöreklenen sömürü mekanizmasının bir türü de bu köyde ortaya çıkar. Çok uyanık bir hırsızdır bu. Kendi ifadesiyle bu köydeki insanları kandırmak çok kolaydır ve en iyi işi burada yapmaktadır. Köydeki insanlar eşyaları çalındığında bunların bir hırsız tarafından olabileceğini dahi düşünemezler.
pe cy a
Bir sabah güneş doğmasa ne yapardınız? Buna benzer bir sorunun bir grup ilkokul öğrencisine yöneltildiğini hatırlıyorum, ilginç bir tabloyla karşılaşılmıştı; hemen hemen hiçbir çocuk bu durumun nedenini araştırmayı düşünmemişti. Kimi uyumayı sürdürüyor, kimi Amerika başkanını arıyordu. Var olan eğitim sisteminde yetişen, popüler medya tarafından kuşatılan ve ailede çoğu zaman pek farklı bir ortama sahip olamayan çocukların soru sorma ve eleştirel düşünme konusunda bu derece yetersiz oluşu çok da şaşırtıcı değil. "Teneke Şövalyeler" oyunundaki köy halkı da benzer bir durumla karşı karşıyadır. Oyunun başında ortaya çıkan Ay ve Güneş köydeki insanlara bir oyun oynarlar ve bir sabah güneş doğmaz. Tenekeci dışındaki herkes uyumayı yeğlerler. Köyün adı Sessiz Köy'dür. Kimse soru sormaz burada. Saatlerine bakarlar ama havanın hâlâ karanlık olduğunu görünce hiç düşünmeden, hiç soru sormadan yatıp uyumayı 54 Tiyatro... Tiyatro...
Sonunda bu olayları araştırmak için Teneke Şövalyeler adında üç kişi çıkar sahneye. Yöntemleri de soru sormaktır. Buna karşılık, Hırsız ise soru sorulmasından nefret etmektedir. Soru sorulduğunda bir tür bunalıma girer Hırsız.
Hırsız işi artık iyice büyütür ve her tarafı ışıklı bir uzay yaratığı gibi giyinerek sislerin arasında köy halkının önüne çıkar ve herkesin kendisine itaat etmesini emreder. Tüm köy onun üstün bir güç olduğuna inanır. Hırsız kurduğu sömürü sistemini tam anlamıyla mükemmeleştirmiştir. Köy
halkından aklına gelen her şeyi ister. İnsanlar köleleşmiştir, hırsız ne isterse koşup getirirler, ayakta duramayacak hale gelmişlerdir artık ama yine de boyun eğerler bu yaratığa. Herhangi bir kuşku belirtisi ya da soru yoktur. Bu sahne oyunun en çarpıcı ve başarılı sahnesidir kuşkusuz. Sömürü mekanizmasını ve bu durum karşısındaki insanların körü körüne boyun eğişi oldukça açık bir biçimde ortaya konulmuştur. Daha sopra sorularıyla Teneke Şövalyeler ortaya çıkar. H e r soruda daha kötü olur Hırsız ve sonunda yıkılır. Köy halkı bu yaratığın bir hırsız olduğunu ancak böyle anlar. Oyunda soru sorma, sorgulama ve eleştirel düşünce gibi düşünsel değerlerin vurgulanışı, Türkiye'de yürütülen çocuk tiyatrosu çalışmaları açısından önemli durumdur. Düşünsel kaygılardan uzak ve sadece çocuk izleyicileri sığ güldürülerle eğlendirerek para kazanmayı ya da angarya gördüğü işi kolayından kotarmayı amaçlayan birçok çocuk oyunuyla karşılaşmaktayız
a cy
anlatıcıdır. Dahası Hırsız hepsinden daha sevimlidir. Bu durum ters yönde bir duygusal sürüklenmeyi de kırmaktadır. Hırsızı sadece hırsız olduğu için ya da çirkin ve sevimsiz olduğu için değil insanları sömürdüğü için olumsuzlamak gerekiyordu oyunda.
pe
ülkemizde. Bu tür oyunlarda, eğlendirmenin yanında kadercilik, otoriteye boyun eğme, şiddetin çözüm yolu olarak sunulması gibi olumsuz bakış açılarıyla da karşılaşıyoruz.
Oyunda düşünselliğe verilen önemin epik öğelerle daha da öteye götürüldüğünü de görmekteyiz. Anlatıcı yoluyla dördüncü duvarın yıkılması ve soru-yanıtlarla izleyici çocukların fiziksel olarak oyuna katılmaya çağırılması oyunun düşünsel boyutunu güçlendirmektedir. Bunun yanında, oyunda karakter özdeşleşmesinden kaçınıldığını da söyleyebiliriz. Çocukları cezbedip onları duygusal olarak sürükleyebilecek ve yazarın bakış açısını otoriter bir biçimde kabul ettirecek tek bir kahraman yoktur oyunda. Teneke Şövalyeler üç kişidir. Tenekeci aynı zamanda
Oyunun eğlence açısından çocukları hayal kırıklığına uğratmadığını ve hayal güçlerine seslendiğini söyleyebiliriz. Ancak oyunun yapısal ve diyalog açısından çocuklar için anlaşılması zor geldiğini de vurgulamak gerekir. Yapısal olarak oyun biribiri içine girmiş dört farklı hikâye boyutundan oluşuyor: Anlatıcı, Güneş ve Ay'ın bakış açısı, Tenekecinin anlattığı hikâye ve köy halkının gerçek yaşamı. Bu durum, ayrıntıya takılma, soyut düşünememe, uzun süre dikkatini toplayamama gibi algılama
sorunları olan çocuk izleyicilerin kafasını karıştırabilir. Diyalog açısından ortaya çıkan sorun ise oyunda kullanılan şarkıların çok fazla anlam yüklü olmasından ve çoğu yerde diyalogların yerini almasından kaynaklanıyordu. Şarkılarla iletilmek istenen iletiler tam olarak anlaşılamıyordu. Çünkü hem izleyiciler şarkı sırasında doğal olarak eğlenmeyi düşünüyordu ve yer yer el çırparak eşlik ediyorlardı hem de sözleri müzikten sıyırıp anlamak güçtü. Oyunun çocuklar için biraz uzun olduğunu da ekleyebiliriz bu sorunlara. Fakat oyunun temelini sarsacak aksaklıklar değildir bunlar. Dahası, düşünselliğe verdiği önem açısından Türkiye'deki çocuk tiyatrosu çalışmalarına ışık tutabilecek örnek bir çocuk oyunu olarak anabiliriz, "Teneke Şövalyeler "i. Tiyatro... Tiyatro...55
İ N C E L E M E
Aslı Tekinay
İngiliz Tiyatrosu'ndan Bir Kesit:
a
John Osborne ve "Kızgın Tiyatro" Porter'ın ümitsiz, beklentisiz, kapana kısılmış yaşamını, acılarını, hayal kırıklıklarını sonsuz bir hiddetle yoğurduğu o duygusal içtenliği yakalayamamıştı. Aslında "Geçmişe Öfkeyle Bak" yapı ve stil açısından oldukça geleneksel bir oyundur. Üç perdelik bu oyun tematik olarak Henrik İbsen'in "Hayaletler" (Ghosts) adlı oyununu anımsatır. Geçmişin bugün üzerindeki etkisi öyle büyüktür ki, Jimmy Porter kişisel, toplumsal ve politik hayaletlerin işkencesi altında yaşar. Bu dayanılmaz eziyet saldırganca bir hiddet ile dışa vurur. Gerçek dünya öylesine acı yüklü ve katıdır ki, aşk, sevgi, şefkat ve saflık ancak hayali bir dünyada bulunabilir. Hayvanların dünyası çok daha barışçıl ve temizdir; Jimmy ayı olur, Alison ise sincap; insanlıklarından ve insan dünyasından sıyrılan Jimmy ve Alison geçici bir mutluluğa bırakırlar kendilerini. Öfke ancak o hayali dünyada sona erer.
pe
cy
8 Mayıs 1956'da İngiliz tiyatrosunu sarsan bir devrim gerçekleşti. Sloane Square'deki Royal C o u r t Theatre'da sahnelenen John Osborne'un "Geçmişe Öfkeyle Bak" (Look Back in Anger) adlı oyunu öylesine güçlü bir patlama yarattı ki, 1956 senesi yirminci yüzyıl İngiliz tiyatro tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri oldu. Sloane Square de ticari prodüksiyonların sahnelendiği ünlü Shaftesbury ve West End'den ayrılarak yenilikçi/deneysel tiyatronun bir sembolü haline geldi. Modern İngiliz yaşam tarzına yoğun bir öfke/kızgınlık ile yaklaşan Osborne'un bu oyundaki baş kahramanı Jimmy Porter'ın sergilediği ümitsiz, kara mizah yüklü ve en önemlisi "kızgın" eleştirel tutum onu "Kızgın Tiyatro"nun simgesel temsilcisi yaptı. İnsanlığa, sosyal sınıflara, politikaya, ekonomiye, eğitim sistemine yönelttiği hiddetli saldırılarla kendisini, karısını ve evliliğini yıpratan Jimmy Porter'ın içine düştüğü yıkıcı çarkın gölgesinden uzun yıllar kurtulamadı İngiliz tiyatrosu. Osborne'un İngiliz tiyatrosuna bir bomba etkisiyle düşen bu oyunu sosyal sınıf sistemini sorgulayan ilk oyun değildi kuşkusuz. Oscar Wilde'ın ve Bernard Shaw'un birçok fars ve hicvinde, Galsworthy'nin natüralist oyunlarında sıkça taşlanmıştı İngiliz sosyal sınıf sistemi. Fakat hiçbiri Midlands'daki bir şeker dükkânının entellektüel sahibi Jimmy 56 Tiyatro... Tiyatro...
Osborne yalnızca eleştirel terminolojiye giren "kızgın genç adam ve kızgın/öfkeli tiyatro" terimlerinin babası olarak değil, aynı zamanda İngiliz tiyatro sahnesine getirdiği değişiklikler ile de yeni bir akım başlatmıştır. A l t sosyal sınıftan gelen karakterleri ile orta sınıfın tiyatrodaki egemenliğine son vermiş, gerçekçi dil kullanımı ve yalın dekorları ile İngiliz tiyatrosunu "yaşamdan bir kesit" (slice of line) kavramıyla özdeşleştiren yeni bir akımın lideri olmuştur. Ünlü tiyatro eleştirmeni Kenneth Tynan modern
İngiliz tiyatro yazarlarını iki gruba ayırır. Birinci grupta "sakin, a-politik üslupçular" diye tanımladığı tiyatro yazarları yer alır: Harold Pinter, Alan Ayckbourn, Simon Gray ve Joe O r t o n . İkinci grupta ise 1950'lerin sonunda "savaşarak "ortayâ çıkan John Osborne, John Arden ve A r n o l d Wesker vardır. Tynan bu üç tiyatro yazarını "saçlı sakallı, hararetli sosyal sınıf savaşçıları olarak tanımlar. Başka bir deyişle, Osborne, Arden ve Wesker gibi yazarlar için tiyatro sahnesi, çağın sosyal, politik ve moral çıkmaz ya da ikilemlerini irdeleyebilecekleri en uygun forumdur. Aslında böylesi bir yaklaşım modern dönem Avrupa tiyatrosuna damgasını vuran Bertold Brecht'in epik tiyatro anlayışıyla yakından ilintilidir.
pe
cy
a
ikinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'ndan kaçan, sürgün yıllarını ABD'de geçirdikten sonra Doğu Almanya'ya dönen Brecht'in kurduğu Berliner Ensemble tiyatro sahnesini sosyo-politik bir araç olarak kullanmıştır. Brecht'in yarattığı "anti-hero" Osborne'un Jimmy Porter'ı yoluyla İngiliz tiyatro seyircisine ulaşır ve sahnelerde yeni bir dalgayı başlatır. Bu yeni dalga "Kızgın Tiyatro"da Brecht'in ideolojik ve teknik etkileri sıkça duyumsanabilir.
İNCELEME
Jack Deleon
Dans Tiyatrosu Doğaçlamaları çalışmalarda edinilen deneyimden doğan devinim, diğer dansçıların hareketlerinin çağrıştırdığı devinimler. Dansçılar durmaksızın hareket etmeli, komut çerçevesinde (örnek: Gerin) varyasyonlar üretmelidir. Grup başkanı birkaç dakika sonra başka bir sözcük söyler ve hareketler değişir. Gerektiğinde dansçılar kendi komutlarını vererek birbirlerinden bağımsız hareket edebilirler.
a
Doğaçlama Üzerine Doğaçlama, dans tiyatrosunun özünde yatan temel etmendir. Doğaçlamayı gerçekleştirmek ya da grup alıştırmalarında "lider" konumunda olmak için belirli bir dans eğitimi almış olmak gerekmez; bireyin özünde (duygu, zeka, fiziksel yetenek) kaynaklanan yaratıcı varyasyonlar, alıştırmaların moleküllerini oluşturur. Yine de grup çalışmaları sırasında topluluğun deneyimli-deneyimsiz elemanlarının "homojen" dağılımına dikkat edilmelidir. Alıştırmalar düz ve dekorsuz bir platformda (sahne, stüdyo) yapılmalıdır; eğitim dansçının dengesini bozabilir, dekor dikkatini dağıtır. Platformun iyi ve sürekli havalandırılması şarttır. Doğaçlamada önemli olan (teknik kusursuzluktan ya da dramatik oluşumdan öte) dansçıyı karakter çözümlemelerine götürecek olan yaratıcı perspektiftir. Bu perspektifin netleşmesi, dansçının olası bir "kaos"tan uzak durmasına yarayacaktır. Bu nedenle her doğaçlamanın ardından topluluk özeleştiri/eleştiri seansları düzenlemeli, beden diliyle anlatılan/anlatılmaya çalışılan/anlaşılan öykü sesle/sözle karşılık bulmalıdır. Tartışmanın her zaman "konstrüktif' olmasına dikkat edilmelidir. Bireysel alıştırmalar dizgesinde yer alan dansçılar, yekdiğerinin devinimlerini yankılamaktan kaçınmalıdır; bir önceki dansçıyla aynı tema üzerinde doğaçlama gerçekleştirecek olan eleman, evrim kuramını gözönünde tutarak, yaratıcı gücün "alıştırmayı geliştirme" motiflerine kanalize etmelidir. Önemli olan, öznel "konsanstrasyon" ve düşlem boyutudur.
pe
cy
Y o r u m : Isınma hareketi olarak sallanma ve yürüme (başlangıç için) idealdir. Sonraki aşamalarda (sırasıyla) koşma ve gerinme, eğilme ve zıplama hareketlerine geçilebilir. Uzuvların Isınması Y ö n t e m : Dansçılar daire halinde dururlar. Bir dansçı bedenin bir bölümünü (örnek: kol) adlandırır. Tüm dansçılar o uzvu yavaşça hareket ettirirler. Hareket giderek hızlanır. Herhangi bir dansçı her an başka bir uzvun adını söyleyebilir. Dansçılar adı geçen uzvu hareket ettirirler. Böylece bedenin t ü m bölümleri hareket ettirilir. Y o r u m : Hareketlerde tam bağımsızlık egemendir, dansçılar arasında senkron ya da uyum aranmaz. L o c o m o t o r Isınma Y ö n t e m : Dansçılar tek sıra halinde dururlar. Öndeki dansçı yürüyerek hareket etmeye başlar. Bu yürüyüş ve hareket sırasında uzuvlar tek tek çalıştırılır. Dansçılar (yürürken ve hareket ederken) sırayı bozmazlar. Her an herhangi bir dansçı öne geçerek "lider"liği üstlenebilir ve değişik hareketler önerebilir. Hareketler giderek hızlanmalıdır.
I. I S I N M A H A R E K E T L E R İ S ö z c ü k t e n D o ğ a n Isınma Y ö n t e m : Grup başkanı (koreograf, başdansçı) bir hareketi tek sözcükle adlandırır. Sallan, gerin, eğil, zıpla, yürü, koş, düş, t i t r e şeklinde bir emir olabilir bu sözcük. Bu sözcük, grubun üyelerini üç türde harekete geçirebilir: Spontane (anında ve içgüdüsel) t e p k i , önceki 58
Tiyatro
Tiyatro
Y o r u m : Bu hareket sırasında zorlandığını hisseden dansçı, sıranın başına geçebilir. Dansçılar bedenlerini zorlamaktan kaçınmalıdır. Yürüyüş sırasında tüm salonu katetmek daha doğru olur. I I . A Y N A HAREKETLERİ İkili Ayna Y ö n t e m : Dansçılar çiftlere ayrılır ve yüzleri birbilerine dönük olarak dururlar. Dansçılardan biri "lider", diğeri
a cy
pe
"yansıma"dır. "Lider" hareket ettikçe, "yansıma" her hareketi aynen yapmaya çalışır. Amaç, kusursuz zamanlama ve uyum sağlayarak "lider'le "yansıma" arasındaki ayırımı minimuma indirmek, hatta yok etmektir. " L i d e r l i k iki dansçı arasında belirli zaman dilimlerinde paylaşılabilir: Her dansçı 5 dakika, sonra 3 dakika, ardından 1 dakika süresince "lider" rolünü üstlenebilir. Y o r u m : Hareketler net ve ağır olmalıdır. Bu hareket sırasında iki dansçının birbirine "konsantre" olması ve gözlerini yekdiğerinden ayırmaması çok önemlidir. Bu hareket, dansçının gözlem yeteneğini arttırmaya yöneliktir. Grup Ayna Y ö n t e m : Çalışma alanının ortası "ayna" olarak kabul edilir. Yere tebeşirle çizgi çizmek belirleyici olma açısından yararlıdır. Dansçılar ikiye ayrılır. "Lider"ler bir yanda, "yansıma'lar diğer yandadır. "Lider"lerle "yansıma"lar arasındaki senkron çok önemlidir. H e r "yansıma", dikkatini
kendi "lider"i üzerinde yoğunlaştırır. Konsantrasyon diğer "lider"lere kayarsa, harekette uyumsuzluk, zamanlama sorunu ve tutarsızlık görülecektir. Tüm "lider"lerin ayrı hareketler yapmasına dikkat edilmelidir."Lider"le "yansıma" her an yer ve rol değiştirebilir. Tüm "lider"lerle "yansıma" ların aynı anda yer ve rol değiştirmesi şart değildir. Yorum: Grup çalışmaları, yer hareketleri, ritm, mimik gibi belirli temalar üzerinde yoğunlaşabilir. III. BİRLİKTELİK HAREKETLERİ Adlandırma Yöntem I: Her dansçı kendi adını söyleyerek bir
hareket yapar. Ad hızlı söylenirse hareket kısa ve kesin, ağır ağır seslendirilirse uzun ve yumuşak olabilir. Dansçılar adlarını seslendikçe değişik "devinim tümceleri" denerler. Fısıltıdan haykırışa uzanan bir ses ve hareket grafiği çizilmelidir. Y ö n t e m 2: T ü m dansçılar daire halinde dururlar. T e k dansçı adını söyler ve hareketini yapar. Grup, aynı adı ve hareketi yineler. İkinci dansçı önce ilk dansçının adını söyler, hareketini yapar, ardından kendi adını seslendirir ve hareketini sergiler. Grup, aynı adları ve hareketleri yineler. Sonra sıra üçüncü dansçıya gelir. Y o r u m : Bu çalışma en fazla 6 kişilik gruplarla gerçekleştirilmelidir; adlar ve hareketler çoğaldıkça, Tiyatro Tiyatro. 59
IV. D r a m a t i k A l ı ş t ı r m a l a r "Tutsak" Yere uzanın. Gözlerinizi kapatın. Uykudaymış gibi gevşeyin. 30'a kadar saydıktan sonra (pozisyonu bozmadan) yavaş yavaş gerginleşin. Gözleriniz kapalı ama kulaklarınız açık. Her şeyi duyuyor ve hissediyorsunuz. Kaslarınız ve sinirleriniz son derece gergin. Her an yerinizden fırlamaya hazırsınız... Davulcu, hafif ye hızlı bir ritm vurmaya başlar. Gözlerinizi açın. Önce başınızı, sonra omuzlarınızı yerden kaldırın. Çevrenize bakın. Çevrenizi iyi algılayın. Ani hareketlerden kaçının; fark edilmek istemiyorsunuz. Davulcu, tek tek ve sert vuruşlara yönelir. Olduğunuz yerde duramıyorsunuz. Ama çok dikkatli olmanız gerek. H e r hareketiniz, ipin ucundaki kukla gibi kesik kesik, sert ve köşelidir. Davulun her vuruşu tehlikenin yaklaştığını haber vermektedir. Hareketlerinizin arasında durma ya da gevşeme olamaz. Hareketler arasındaki değişimler (hareketten harekete geçiş) vahşi bir hayvanınki gibi hızlı ve sessizdir. Davulun sesi ve temposu yükselir. Ayağa kalkmaya başlayın. H e r defasında tek hareket yapın. Çok dikkatli olmalısınız. H e r an görülme (yakalanma) olasılığı vardır. A r t ı k tam olarak uyandınız ve her şeyi göğüslemeye hazırsınız. Davulun sesi dayanılmaz oranda artarken, vuruşlar arasındaki süre giderek uzar. Ayakta, açıkta ve savunmasızsınız. Ama saldırı yoktur. Zaten çevrede de kimse yoktur. Tehlike geçti mi acaba? Uykuya geri dönseniz? Yavaşça gevşemeye, gerinmeye koyulursunuz. Yere o t u r u r , sonra uzanırsınız. Gerginlik üzerinizden bir su gibi akıp giderken, gözleriniz kapanır. Başladığınız noktaya geri dönersiniz. Davul susar. Sessizlik. "Aslanlar" İki dansçı aslandır, biri de bakıcı. Aslanlar, kafesin sınırlarını çizerler. Ayrıca bir "dış kafes" vardır. "Dış kafes", "iç kafes"ten bir kapıya ayrılır. Bakıcı "dış kafes"e bir parça et koyarken, aç aslanlar kokuyu alırlar ve kapıya saldırırlar. Amaç hem ete, hem de (tutsaklık simgesi olarak gördükleri) bakıcıya ulaşmaktır. Unutulmaması gereken en önemli nokta, kafeslerin ve kapının oluşturduğu, gözle görülmeyen, "hayali" sınırlardır. Aslanlar ve bakıcı bu nedenle temas edemezler. Bakıcı geri çekilir ve ara kapıyı açar. İlk parça ete ulaşan iki aslan arasında başka türlü bir çekişme başlamıştır şimdi. Biri dişi, diğeri erkek olan iki aç aslan eti bölüşmek istemez ama aynı zamanda birbirlerine zarar vermekten çekinirler. Sonuçta, etin paylaşımı dansçıların yaratıcı gücüne bırakılır. Et tükendikten sonra aslanlar yere uzanırlar; uyku değil, meditasyon durumudur bu. "Metamorphosis" ("Dönüşüm") Okuyucu orta yerdedir. Dansçılar çevresinde, daire şeklinde dururlar. Okuyucu, Franz Kafka'nın "Metamorphosis" adlı öyküsünden bölümler okumaya koyulur. Okumanın ilk saniyelerinden itibaren dansçılar böceğe dönüşmeye koyulur. Öyküye paralel olarak,
pe
cy
a
şaşırma olasılığı artar. Adlandırma hareketi, yeni oluşturulmuş bir topluluğun elemanlarına birbirlerini tanıma fırsatı da verir. G r u p Birlikteliği Y ö n t e m : Dansçılar alanın orta yerinde rastgele dururlar ve yüzlerini aynı yöne çevirirler. En önde duran dansçı (eğer grup çok dağınıksa kapıya en yakın dansçı da olabilir) hareket eder. Diğer dansçılar onu izler. Yine kapı örneğini verirsek, hareketler sırasında kapıya en çok yaklaşan dansçı "Lider" olur ve anında hareketi değiştirir. "Lider"ler arası geçiş yumuşak olmalı, durmaya ya da beklemeye yol açmamalıdır. Y o r u m : "Lider"liğin sürekli değişebilmesi için yürüyerek yapılan hareketler tercih edilmelidir. Bu çalışma en az 3 kişiyle gerçekleştirilmelidir. İki Lideri İ z l e m e k Y ö n t e m : En az 6 dansçıyla yapılan bu çalışmada topluluk 2 gruba ayrılır ve 2 ayrı "lider" seçilir. "Lider"ler sırtlarını dansçılara dönerek hareket ederler. Her dansçı kendi "lider"inin yaptığı hareketi yineler. Y o r u m : Dansçılar istedikleri an "lider" değiştirebilirler. "Lider'ler (birbirlerine bakarak) tüm dansçılara aynı hareketi yaptırabilirler. "Lider"siz İki A y r ı G r u p Y ö n t e m : Dansçılar iki ayrı gruba ayrılırlar. Gruplar aynı hareketi uyum içinde yaparlar. Hareketi herhangi bir dansçı yönlendirebilir. Belirli bir "lider" yoktur. Gruplar birbirleriyle iletişim halinde olmalıdır; hareketi yönlendiren dansçı iki grubun arasındaki boşlukta durur, sonra yerini diğer bir dansçıya bırakır. Y o r u m : Hareketler sırasında dansçılar grup değiştirebilir. Ama gruplardan biri hiçbir zaman tümüyle yok olmamalıdır. Kapalı G ö z l e r l e G e n e l H a r e k e t Y ö n t e m : T ü m dansçılar gözlerini kapatırlar ve kendi eksenleri çevresinde birkaç kez dönerek yön duyularını yitirirler. Sonra dansçılar hareket etmeye başlarlar. Çevrede yürüyerek duvarları, kapıları, pencereleri ve birbirlerini elleriyle yoklarlar. Y o r u m : Bu hareket dansçıların çekingenlik duygularını atmalarına yardımcı olur. İki dansçı karşılaştığında, birbirlerine dokunarak "tanıma" eylemini gerçekleştirirler. Aynı yöntem, eşyalar için de geçerlidir; bir sandalyeyi "görmek" ve "duyumsamak" arasındaki tensel ayrım (bakış ve temas) çok önemlidir. G ö z l e r i Kapalı O l a n Birini Y ö n l e n d i r m e Y ö n t e m : Dansçılar çiftlere ayrılırlar. Her çiftte bir kişi gözlerini kapatır. Diğer dansçı onu yönlendirmekle görevlidir. Ağır ve kısa hareketlerle başlanır. Devinim giderek hızlanır. "Lider" dansçılar arada eş değiştirebilirler. Bu değişim sırasında diğer dansçılar gözlerini a ç m a l ı d ı r l a r . Y o r u m : "Lider" ve eşi rol değiştirebilir; "kör" dansçı gözlerini açar, aynı anda "lider" gözlerini kapatır. "Görmeyen"in "gören"e (yeni dansçının koreografa, solistlerin birbirlerine) duyması gereken güveni pekiştirir bu alıştırma. 60 Tiyatro Tiyatro
a
cy
pe
Dansçılar ayaklarını kesmeden alanda dolaşmak zorundadır. Gerekirse birbirlerine destek olabilirler. "Lider" elindeki defle bu alıştırma boyunca kesintisiz ses verir.
"Kedi"
pe cy
a
Kediyi gözleyin. Uykuya geçerken kaslarını tek tek gevşetmesini, uyandığında nasıl gerindiğini, birden nasıl gerilip fırladığını düşünün. Alanın orta yerinde durun. Gözlerinizi kapatın. Bilinçli olarak, ensenizden topuklarınıza değin tüm kaslarınızı gevşetin. Sonra (ipleri bırakılmış bir kukla gibi) yavaşça yere "yığılın". Kalp atışlarınız (uykuda olduğu gibi) son derece sakin, soluklarınız duyulur-duyulmaz olmalıdır. Bu durumda beşe kadar sayın. Gözlerinizi açın. Gerinin. Tüm kaslarınızı gerin. Sonra (eller ve ayaklarla başlayarak) gerilin. (Dikkat I: "Gerinmek" ve "gerilmek" çok farklı olgulardır.)
mutlaka hamamböceği olmaları gerekmez. Her dansçı istediği böceği seçer ve adım adım, kademe kademe ona dönüşür. Öykü ilerledikçe, alanda kırkayaklar, örümcekler, hamamböcekleri, hatta kozasını kırmaya çalışan tırtıllar oluşabilir. Okuyucu öyküyü kestiğinde dönüşüm (tamamlanmışsa bile) durur. Sahnede böylece yarı insan-yarı tırtıl bir yaratığı da görmek mümkündür. Hızlı bir davul temposu. Böcekler (tersine adım ve hareketlerle) insana dönüşürler. "Ses ve Yürüyüş" Dünyada kaç insan varsa, o kadar yürüyüş tarzı vardır. Tarzların yanında türler de bulunur: Yaşlıların yürüyüşü, çocuklarla bebeklerin yürümesi, hastalarla sporcuların, çöl insanlarıyla (kum) eskimoların (buz), uzaydaki astronotların ve denizin dibindeki dalgıcın yürüyüş türleri. "Lider" ses verir: "Astronot!" Dansçı bir astronot gibi yürümeye koyulur. Yalnız adımlar değil, hareketler de (kolların sallanışı, başın duruşu, sırtın dikliği ya da eğikliği) önemlidir. "Cam ve Adam" Dansçılar alanın çevresinde yalınayak sıralanırlar. "Lider" onlara alanın kırık cam parçalarıyla dolu olduğunu söyler. 62 Tiyatro Tiyatro
(Dikkat 2: "Gerilmek", "kasılmak" demek değildir.) Birden dört ayak üzerine fırlayın. Tehlikeyi sezen ve saldırmaya hazırlanan vahşi bir kedi gibi dimdik doğrulun. Kollarınızı havaya savurun ve sesiniz çıktığı kadar haykırın. "Yılan" Tüm alan yılanın egemenlik sahasıdır. Ama bu alanda onu iki ölümcül olgu beklemektedir: Tehlike ve açlık. Dansçılar yılandır. Yılanın devinim düzgesini izlerler. Bedenlerini tümüyle yere yapıştırırlar. Tüm esneklik ve kıvraklıklariyla sürünmeye koyulurlar. Hareketler köşeli ya da keskin olmamalıdır; yılanlarda kemik yoktur. Dansçı/yılan, bir avla karşılaştığında yaylanarak üzerine atılır ama av kurtulur. "Av" simgeseldir, aslında "av"ı betimleyen bir varlık yoktur alanda. Aynı gerçek, "tehlike" için de geçerlidir; dansçı/yılan tehlikeyle yüzleşir, savunmaya geçer, saldırır ve yoluna devam eder. İki yılan karşılaştığındaysa birbirlerini "yok" sayarlar. "Ses ve Yön" Dansçılar dağınık olarak alandaki yerlerini alırlar. Gözleri kapalıdır. "Lider", elinde bir davul, aralarında görünür. Düzensiz aralıklarla davulu çalar. Davulu her vuruşunda,
"Konsantrasyon" 1. A ş a m a : İki dansçı karşılıklı o t u r u r . Birbirlerinin gözlerinin içine bakarlar. "Göz dikmek" şeklinde olmayan, doğal ve yumuşak bir bakışmadır bu. Dansçılar hiçbir şey düşünmezler. Zihinlerini tümüyle boşaltırlar. 2. A ş a m a : Dansçılar gülünç, hüzünlü, keyifli, acı verici şeyler düşünürler. Tepkilerini yüzlerinde belli ederler ama birbirlerinden etkilenmezler. "Körler" iki k ö r yolda çarpışır. İlk şaşkınlık anından sonra birbirlerini elleriyle "tanımaya" başlarlar. Önce çekingen olmalarına karşın giderek rahatlarlar. " C a m Kafes" 4 dansçı bir cam kafesin içinde tutsaktır. Çıkış yolu ararlar ve bulamazlar. Duvarlara, yere, tavana dokunurlar. Panikleri giderek artar. Birden bir dansçı yalnızca kolunun sığabileceği bir delik bulur. T ü m dansçılar o deliğe ellerini sokabilmek için atılırlar. Cam kafes parçalanır ve dansçılar yere düşerler. "Yangın" Dansçı bir ağaçtır. Alanın ortasında, kımıltısız durur. Birden kökleri alev alır. Ağaç yanmaya başlar. Alevler köklerden bedene yükselir, dalları sarar, yaprakları kavurmaya koyulur. Ç o k yavaş olur bütün bunlar. Ve dansçı/ağaç tümden kül olana kadar devam eder. "Yontu ve Müzik" Dansçı bir yontudur. Sessizliğin ortasında, kıpırtısız durmaktadır. Müzik başlar. Dansçı/yontu bu müziğe (örnek: Vals) uyarak hareket etmeye koyulur. Müzik değiştikçe, dansçı/yontunun hareketleri değişir. (Hızlı müzikle seri, ağır müzikle yavaş hareketler, vb)... Bir süre sonra dansçı/yontu seslerden usanır ve müziğin gerektirdiği hareketlerin tam tersini yapmaya koyulur (hızlıyla yavaş ağırla seri hareketler, vb.). Müzik ansızın durur. Dansçı/yontu donar. "El D a n s l a r ı " 1. Sol el sağ eli kovalar, yakalamaya çalışır. Sağ el sürekli kaçar. 2. İki el bir akvaryumdaki balıklardır; yüzerler, çarpışırlar, sevişirler, dövüşürler. 3. Sol el bir sır bilmektedir. Sağ ele söylemeye çalışır. Sağ el önce ilgilenmez ama sol elin ısrarı üzerine merak etmeye başlar. 4. Sol el mutsuz, sağ el mutludur. Bir araya gelirler ve biri dertlerini, diğeri coşkularını anlatır. "Değnek" Dansçıların ellerinde görünme/en değnekler vardır. Bu değnekler birer savaşım aracı olarak kullanılır. Biri darbe vurmaya kalkar, diğeri kendini savunur, "kontratak"a geçer. Değneği tutuş şekilleri "savaş" sırasında değişir (iki elle, tek elle). Bu doğaçlamanın esin kaynağı, Uzak Doğu Savaş sanatlarıdır. " T u a l ve Ressam" İki dansçı karşılıklı durur. Biri ressam, diğeri tualdir. Ressam, elindeki (görünmeyen) fırçayla tuali "boyamaya" koyulur. Resim, hareket dizgesini ressama göre ayarlar. Örnek: Çizilen bir kolsa eğer, resmin kolu fırça darbelerini izler. ( N o t : Bu doğaçlama, resmin tümel oluşumuna değin sürmelidir.)
pe cy a
dansçılar t ü m bedenleriyle sese doğru dönmek zorundadır. "Balon" Dansçı, havası alınmış bir balon gibi, omuzları çökmüş, başı eğik, dizleri bükük durmaktadır. "Lider" elindeki davula vurmaya başlar. Tek, kısa ve aralıklı vuruşlardır bunlar. Her vuruşla birlikte, dansçı/balon "havayla dolmaya" ve "şişmeye" başlar. Doğrulur, omuzları dikleşir, başını kaldırır, bacakları gerilir. Tüm hücreleriyle "şişer", "şiştikçe" davulun temposu hızlanır ve sonunda "patlar". Bu "patlama", dansçının büzülmesi, bükülmesi ve sonunda yere yığılmasıyla noktalanır. "Ağır Ç e k i m " Dansçı, bir çeşmeden ya da doğal bir kaynaktan akan bir sudur. Yalnız bu su, "ağır çekim"de akmaktadır. "Su", tüm alana yayılır. İkinci aşamada, "ağır çekim"de gerçekleştirilen bu film, tersine (sondan başa) oynatılır. Su yine ağır çekimle kaynağına ya da çeşmesine döner. "Kil" Dansçının önünde gözle görülmeyen bir kil yığını bulunmaktadır. Dansçı bu kil yığınına yaklaşır ve elleriyle çeşitli yontular oluşturur. (insan, kuş, v.s.). "Sarsılma" Dansçı, müthiş bir fırtınada bir ağaçtır. Neredeyse köklerinden kopartılmak üzeredir. Dallar ve yaprakları her yöne savrulur. "Titreme" Dansçı, çamaşır makinasının içindeki bir bez parçasıdır. ("Lider" arada bir düğmeye basarak makinayı durdurabilir, yavaşlatabilir ya da hızlandırabilir.) "Dönme" Dansçı, ağaçtan düşen bir yapraktır. Çok yükseklerden, dönerek ve uçarak, kavisler çizerek düşer. " Y e r ç e k i m i 1" Yerçekiminin son derece güçlü olduğu bir alan. Dansçı yere yapışır sanki; kendini kurtarmak, doğrulmak, yükselmek ister. Ama yerçekimi onu bırakmaz. Dansçı direnir. "Yerçekimi 2" Yerçekiminin neredeyse hiç olmadığı bir alan. Dansçı uçmak üzeredir sanki; yere yaklaşmak, ayaklarını sağlamca basmak, toprağa ve çevredeki ağaçlara tutunmak ister. (Her t ü r devinimi içeren "tüm beden doğaçlama" olarak tanımlanabilir bu alıştırma.) "Davul ve H a r e k e t " Bir vuruş: "Lider" davula tek kez vurduğunda, dansçı olduğu yerde koşmaya başlar... İki vuruş: Dansçı gökyüzünden yere uzanan bir ipi kavrayıp t ü m gücüyle çekmeye başlar... Üç vuruş: Dansçı görünmeyen bir rakiple güreşmeye koyulur... D ö r t vuruş: Dansçı bıçaklanmaya başlar. Bıçağın her saplanışında müthiş bir acıyla sarsılır, kıvranır; gelecek darbelerden korunmaya çalışırken tökezler, düşer, • kalkar, yalvarır ve yine bıçakların altında kalır... Beş vuruş: Dansçı, yere düşüp parçalanan kristal bir vazodur. A l t ı vuruş: Dansçı, her taraftan çekilip uzatılan bir lastiktir.
Tiyatro Tiyatro 63
"Alan Kaplama" Dansçılar grup halinde beklerler. Önlerinde boş ve geniş bir alan olmalıdır. Sonra (tek tek) bu alanın her noktasını kaplamaya çalışırlar. Kimi dansçı alanın tüm noktalarına koşarak, kimi de boydan boya yerde yuvarlanarak gerçekleştirebilir bu doğaçlamayı. " G ö z b a ğ l a r ı v e Sesler" Dansçının gözleri siyah bir bantla bağlanır. En ufak ışık sızıntısına izin verilmemelidir. Diğer dansçlar çevresini sararak sesler çıkarmaya koyulurlar. Dansçı bu seslere tepki göstererek bir hareket dizgesi oluşturur. ( N o t : Sesler, duyguları yansıtmalıdır; öfkeli ses, neşeli ses, kırgın ses, şehvetli ses, sevecen ses gibi. Dansçının tepkisi de sesin ardındaki duyguyla uyum sağlamalıdır.)
"Toplar"
"Çiçek" İlk aşama: Dansçı ceninsel durumda yere kıvrılmıştır. Bu noktada "cenin (insan)=tohum(çiçek)" formülüne dikkat çekmek gerek. Aynı bağlamda "ayak(insan)=kök (çiçek)", "beden(insan)=sap(çiçek)", "el (insan)=taçyaprağı(çiçek)" eşlemeleri de geçerlidir. Cenin/tohum ağır devinimlerle doğrulur, yükselir, önce kök, ardından sap doğurarak bedensel varlığını bulur. Son aşama, taçyapraklarının oluşumudur. İkinci aşama: Diri ve sağlıklı çiçek yaşlanır ve solma evresine girer. Taçyaprakları bu kez ilk aşamadır; buruşurlar, niteliklerini yitirirler. Sonra beden kıvrılır, bükülür, kırılır. Ardından da kökler kurur ve çiçek düşer. "Paraşütçü" Dansçı, sırtında paraşüt, uçaktan atlar. Gökyüzünün derin boşluğundadır. Önce taş gibi düşer (dehşet ve panik anlatımları), ardından paraşütün ipini çeker. Paraşüt açılınca hareketleri yavaşlar, boşlukta salınarak süzülmeye koyulur (hayret ve coşku anlatımları). Varyasyon: Şiddetli rüzgârla sarsılır, hava boşluğuna denk gelir, paraşütün destek kayışlarından biri kopar, paraşüt ansızın yanmaya başlar. A l t e r n a t i f sonuç bir: Dansçı, yumuşak bir şekilde yere iner, profesyonel bir paraşütçü gibi yuvarlanarak ayağa kalkar. A l t e r n a t i f sonuç iki: Dansçı hızla yere çakılır ve kristalin betona çarpması benzeri "dağılır". "Maskeler" Saltık yüz doğaçlaması. Bedenin diğer uzuvları bu alıştırmanın dışındadır. Yüz (göz ve ağız) anlatımıyla d ö r t maske: 1. Güleç. 2. Hüzünlü. 3. Gülünç. 4. Korkunç. "Sünger Avcısı" Mekân denizin dibidir, ilk dansçı (sünger avcısı) dipte yürür. Adımları ve hareketleri "ağır çekim"dedir, suyun altında olduğu belirgindir. Az ötede ikinci dansçı (sünger) "kendi içine katlanmış" olarak durmaktadır. Avcı süngere yaklaşır, bir ucuna yapışır, çeker. Sünger direnir, uzar, kısalır, akıntıyla birlikte yelpazelenir. Avcı süngerin çevresinde dans eder gibi döner. "Avcı-sünger" (çekme-direnme)
pe cy
a
Dansçı sahnede yalnız, arkadaşları sahne dışında. Dansçının elleri boş, diğerlerinin ellerinde irili ufaklı toplar. Toplar önce yavaşça ve teker teker, sonra hızla ve birden dansçının üzerine atılır. Dansçı toplarla (küçük canlılarmışcasına) iletişime girer; onlarla oynar, kendini savunur, kızıp tekme atar, okşar, vb. ( N o t : Bu doğaçlamadaki tepki dizgesi sınırsızdır; dansçılar topları toparlayarak yeniden atabilirler, sahnedeki dansçı bir diğeriyle yer değiştirebilir, böylece yeni varyasyonlara olanak sağlanır.) "Alkış v e R i t m " Dansçı sahnede yalnız. Topluluğun diğer elemanları el çırparak ritm verirler. Dansçı bu ritme göre doğaç devinimler üretir. El çırpmalar kimi an ağırlaşıp seyrekleşebilir, kimi an da hızlanıp yoğun alkışa dönüşebilir. "İskemle" Dansçı ve tek tahta iskemle. Dansçı iskemleyi (önceden görmediği, duymadığı ve bilmediği bir nesne olduğu varsayımından yola çıkarak) keşfetmeye koyulur. Önce elleriyle, sonra tüm bedeniyle iskemleyi tanımaya çalışır. "İpteki Kukla" İlk a ş a m a : Dansçı, elleri, ayakları ve başı görünmeyen iplerle bağlı olan bir kukladır. Görünmeyen kuklacı,
dansçıyı istediği gibi oynatır. İkinci aşama: Dansçı kuklacıya direnmeye başlar. Örnek: İpi çekilen kolunu oynatmak istemez, onun yerine ayağını ya da başını hareket ettirir. "Halat Ç e k m e " iki dansçı (aralarında yaklaşık 10 adım mesafeyle) karşılıklı durur. İkisi de (görünmeyen) bir halatın ucunu kavramıştır. Aynı anda halatı çekmeye başlarlar. Yaratıcı edime dayalı bir "güç" gösterisi: Sert çeken karşısındakini sendeletir, ileri ya da geri adımlar atılır, bedenler öne ya da arkaya yaylanır.
64 Tiyatro Tiyatro
a
pe cy
mitologyadaki "labyrinthos" (labirent) imgesi mekân olarak kullanılabilir. "İkoras" Omuzlarına balmumuyla yapıştırılmış yapay kanatlarla uçmaya uğraşan İkaros'un çabaları meyve verir. Giderek yükselen İkaros, duygu skalasının "şaşkınlık"tan "coşku"ya uzanan tüm dilimlerini arşınlar. Güneşe fazla yaklaşır. Doruktaki duygu "panik"tir. Balmumu erir, kanatlar çözülür; "coşku" yerini (yeniden) şaşkınlığa, ardından korku ve yılgınlığa bırakır. İkaros düşer.
Dansçı, defne ağacına dönüşür. N o t : Tüm beden varyasyonlarına açık olan bu doğaçlama sürecinde ayrıntıyı dansçı belirler. "Çember" Dansçı, yalnız, o r t a yerde durur. Sürekli derin soluk alır. Göğüsün çevresindeki demir çemberi yoklar, söküp atmaya çalışır. Çember birden daralmaya başlar. İlk aşama: Şok, inanmamazlık, panik duyguları ve izdüşümleri. İkinci aşama: Acının dışavurumu, kesilen soluk, teslimiyet ve düşüş. Nesne Alıştırmaları 1. İletişim: Dansçılar, çevredeki bir "nesne"yi odak noktası olarak seçerler. Örnek: Merdiven, masa, kapı, lamba, pencere, kitap... Alıştırma açık havada gerçekleştiriliyorsa, nesne ağaç, telefon kulübesi, otobüs durağı, lamba direği olabilir. Dansçılar (nesnenin önerdiği şekillerden yola çıkarak) nesneyle ve birbirleriyle iletişime girerler. N o t : Dansçıların nesneleri ve birbirlerini daha önce görmedikleri ve tanımadıkları varsayımından yola çıkılmalıdır.
pe
cy
a
devinimleri değişik boyutlarda sürer. Sonunda sünger kopar, koptuğu an avcı (çekiş ivmesiyle) geriye yuvarlanır. N o t : Başlıbaşına bir dans tiyatrosu sinopsisi olan bu konu, t ü r l ü varyasyonlarla sürdürülebilir; dev balıkların dansçıya saldırması gibi. "Kartal" Dansçı "yumurta"dır. Kabuğunu çatlatır, kırar, "kendi içinden" kartal yavrusu olarak çıkar. Bedeni beceriksizdir, uzuvlarını deneyerek kullanır. Bedeni dikleştikçe erginleşir, kanatları büyür ve açılır, boynu kalınlaşır, ağzı ve gözleri yabanıllaşır. Son aşamada (ilkel bir tanrısal yontu gibi) donar. " B a t a n G e m i n i n D i r e ğ i n e Bağlı A d a m " Gemi sürekli su almaktadır. Güvertede direğe bağlı bir adam durmaktadır. Doğaçlama, su ayak düzeyinden gözlere ulaşıncaya kadar yer alır. Deniz (fırtınalı) hızla ya da (durgun) ağırca yükselebilir; süre dansçıya bağlıdır. "Atlantis" Sekiz dansçı, d ö r d e r kişilik iki grup. Denizin dibinde karşılaşırlar. Aralarında "savaş" başlar. Avuçları açık ve dışa dönük olmalı, karşılıklı bedensel temastan kaçınılmalıdır. "Doğum" iki dansçı. Doğmamış çocuk ve anne. Çocuk cenin durumunda, anne doğum sancıları içinde. Cenin-anne bileşkesi doğum gerçekleşinceye kadar sürer. Cenin kıvranıp doğrulmaya kalkıştıkça annenin sancıları artar. Doğum anı bu doğaçlamanın doruk noktasıdır. İlk a ş a m a : Cenin yarı-doğrulmuş, anne doğum pozisyonunda. İ k i n c i a ş a m a : Cenin ayakta ve dik, anne ceninsel pozisyonda. "Minotauros" Dansçı (insan bedenini yitirmemesine karşın) boğa başlı Minotauros'a dönüşür. Dönüşümün özü yalnızca fiziksel değil, ruhsaldır aynı zamanda. A y r ı n t ı : Doğaçlamaya dinamizm katmak amacıyla,
N o t : A n t i k Ege mitologyasının en renkli tablolarından olan İkaros söylencesi yazılı kaynaklardan incelenebilir. "Daphne"
66 Tiyatro Tiyatro
2. İ n c e l e m e : Dansçılar, elde tutulabilecek boyuttaki bir "nesne"nin özelliklerini inceler. Örnek: Kâğıt (düz ve yassı), tüy (hafif ve uçucu), taş (sert ve ağır), lastik (yumuşak ve esnek), kumaş (katlanabilir), macun ( şekillendirilebilir). N o t : Dansçıların nesneleri daha önce görmedikleri ve tanımadıkları varsayımından yola çıkılmalıdır. Kaynakça: Blon, Lynne Anne ve Chaplin, Tarin. "The Intimate Act of Choreography", University of Pittsburgh Press, 1982. Humphrey, Doris. "The A r t of Making Dances", Princeton Book Company, 1987. Martin, John. "The Modern Dance", Princeton Book Company, 1989. Morgenroth, Joyce. "Dance Improvisatrons", University of Pittsburgh Press, 1987.
pe cy a
a
pe cy