a
pe cy
İÇİNDEKİLER E D İ T Ö R D E N (5) • Dikmen Gürün Uçarer T İ Y A T R O D Ü N Y A S I N D A N H A B E R L E R (6-8) G Ö R Ü Ş : Yeri Bilinmeyen Mezar (10-11) • Yılmaz Onay
G Ö R Ü Ş :
B e n z e r s i z A Z İ Z (12-13) • Coşkun Tunçtan
S O R U Ş T U R M A : 1994-95 Tiyatro Sezonunun Ardından (14-23) • Ayşe Nalân Özübek
ELEŞTİRİ:
"Altın
P o s t " G e r ç e ğ i (24-26) • Fakiye Özsoysal Çavuş
. . . V e A y f e r A t a y (30-31) • Emre Koyuncuoğlu
SÖYLEŞİ:
İ Z L E N İ M : A m a t ö r T i y a t r o c u l a r A n k a r a ' d a y d ı (32-35) • Tülin Sağlam
a
E L E Ş T İ R İ : " G a l i p , S o k a k l a r a T a l i p " ve " M i s a f i r " (36-38) • Selda öndül
pe cy
İ Z L E N İ M : A l a ç a t ı Ç o c u k ve G e n ç l i k T i y a t r o l a r ı Festivali (40-42) • İnci San İ Z L E N İ M : A n t i k Y u n a n T i y a t r o s u ve V I I . U l u s l a r a r a s ı D e l f i S e m p o z y u m u (44-46) • D. Gürün Uçarer
İ Z L E N İ M : 49.
Avignon
F e s t i v a l i (47-49) • Emre Koyuncuoğlu
İ Z L E N İ M : G r e n o b l e G e n ç E l e ş t i r m e n l e r S e m i n e r i (50-54) • Emre Koyuncuoğlu
Tiyatro... s a
y
a y d a
Tiyatro... Dergisi
ı
•
e
l
i
i
i
k
i
•
S a h i b i : T i y a t r o Y a p ı m Y a y ı n c ı l ı k L t d . Ş t i . adına E n i s B a k ı ş k a n Yazı
İşlen
Özsoysal İlişkiler
Müdürü: Çavuş,
Müdürü
Fikret İlkiz •
Baskı:
•
Mustafa
Yılmaz
Onay,
Şule
Bahar
Demirkanlı Selda
Öndül,
Demirkanlı
Dizgi: E r k u t A r ı b u r n u
MÜ-KA
Matbaası
•
G a l a t a s a r a y - İ s t a n b u l T e l , : ( 2 1 2 ) 243
Tiyatro
•
•
Yayın
Ayşe
•
Özübek,
Yeşim
i
r
e
y l
l
i
b
Emre
İnci
Demir
•
San,
Koyuncuoğlu Tülin
Teknik
Sağlam,
Yönetmen:
•
Yayıncılık
Tic.
ve
San.
3 5 3 3 - 2 9 3 7 2 7 7 Fax: ( 2 12) 2 5 2 9 4
A b o n e B e d e l i : 50 DM Posta Ç e k i Hesap N o :
T i y a t r o Y a p ı m 655 2 4 8
Ltd. 14
Şti.:
•
Coşkun Sinan
Abone: N u r a y A v ş a r • Dağıtım: A h m e t E r g i n Yapım
a
y i
ı
m
l
n
a l
n i
ı r
r a
G e n e l Yayın Y ö n e t m e n i : D i k m e n G ü r ü n U ç a r e r • S o r u m l u
Koordinatörü:
Nalân
Kapak:
b
Katkıda Tunçtan Şanlıer
Bulunanlar:
Fakiye
"
Halkla
•
Reklam Hukuk
ve
Danışmanı:
• Ofset Hazırlık: T i y a t r o Y a p ı m
Hayriye
Cad.
Çorlu
Ap.
3/10
Y ı l l ı k A b o n e B e d e l i : 5 0 0 . 0 0 0 . - TL.
80060
Yurtdışı
B a n k a H e s a p N o : T.İş B a n k a s ı - C i h a n g i r Şb. 197 2 4 5
Tiyatro... Tiyatro..
a
pe cy
EDİTÖRDEN Dikmen
Gürün
Uçarer
"...Bir de gerici güçlerin tiyatrolara saldırıları, baskıları vardır... Ama bütün bu en gellemelerden çok daha büyük ve önemlisi 'halktaki ters birikim' diye nitelendir diğimiz, egemen sınıfların yüzyıllar boyunca kendi çıkarlarına göre eğitmeleri ve propagandaları sonucu halkın kendi çıkarlarına karşı duruma getirilmesi, bir takım gerici durumlara ve ön yargılara koşullandırılmalarıdır... geri bıraktırılmış,... kendi çıkarlarına karşı olanları oylarıyla iktidara getiren ülke halkının 'her şeyi bilir, her şeyi anlar' olduğunu söylemenin, toplumculuğun en büyük düşmanı olan 'popülizm-sözde halkçılık" olduğunu kabul etmeliyiz." Eylül 1969'da 'Aydınlık' dergisinde
"Tiyatronun Sorunları Üzerine Düşünceler"
a
başlıklı yazısında böyle diyordu Aziz Nesin. Geri kalmış bir ülkede tiyatro sanatının olumlu aşamaları gerçekleştirebilmesi için sanatçı ve izleyici arasında sağlam bir ilişki kurulmasının gerekliliğini savunuyordu. Oyun yazarını çağını
cy
yansıtan kişi »olarak tanımlarken yapıtın evrensel bütünlüğünde ulusal deyişin varlığını öngörüyor ve "çağını yansıtan eser bir yan tutmaktır"... diyordu. (Oyun 1965/Sayı
19)
Bu
deyişleri
bugünde geçerli,
bugün
de güncel.
Yarın
da
güncelliklerini koruyacaklar. Bütün bir yaşam gerici güçlerle mücadele eden, doğrularından ödün vermeyen Aziz Nesin üstüne okuyacağınız Yılmaz Onay'ın
pe
'Yeri Bilinmeyen Mezar' başlıklı yazısı anlamlı, düşündürücü. Coşkun Tunçtan da bu düşün adamımızı, mizah ustamızı onu yakından tanımış olmanın duyarlılığıyla anlatıyor.
Bu sayımızda festivallere ağırlık verdik. Yurt dışında ve içinde yaşanan çeşitli et kinlikleri derlemeye çalıştık. Ankara 95, Alaçatı, Truva izlenimlerini Avignon, Grenoble ve Delfi Festivalleri takip etti. Edinburgh'a ise kısaca haberlerde değindik... Beşiktaş Belediye Başkanı Sayın Ayfer Atay'la Emre Koyuncuoğlu'nun yaptığı söyleşi umarız diğer belediyelere de örnek olur. Şişli, Kadıköy ilk akla gelen bölgeler... Fakiye Özsoysal Çavuş'un "Altın Post" eleştirisi kültürlerarası etkileşimi çeşitli yönleriyle irdeleyen ve Şehir Tiyatrolarının bu yapımını sorgulayan bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Tiyatroda kültürlerarası etkileşim konusuna ve Eugene Barba'nın
Şehir Tiyatroları/TAL bünyesinde gerçekleştirdiği
çalışmalara
Ekim
sayımızda ayrıca yer vereceğiz.
Tiyatro... Tiyatro... 5
Mnouchkine'in Başlattığı Açlık Grevi Sürüyor Bu yıl Avignon Festivali'nde hazırlanan ve 20 Temmuz'da Fransa başta olmak üzere Saraybosna'da ve
Mnouchkıne'ın yorumlarından...
pe cy
dünyanın birçok yerinde okunan "Avignon Bildirisinde imzası olan sanatçılar, bildirideki taleplerinin yerine getirilmemesi halinde 20 Ağustos'tan itibaren açlık grevine başlayacaklarını belirtiyorlardı. Bildiride genel istek şuydu: Bosna'daki saldırganlığı durdurabilmek adına hali hazırda konuşlanmış olan askeri olanakların kullanılması, sivil halkın gerçekten güvenlik altına alınması ve Sırp milislerinin yapay olarak yaratılan dokunulmazlıklarının, etnik temizlik metodlarının ve amaçlarının yasallaştırılmasının engellenmesi. Bu bildirinin altına Adriane Mnouchkine, Marcello Mastroianni, Chiara Mastroianni, Maurice Bejart, Christian Boltonski, Peter Brook, Jane Birkin, Heiner Müller, Salman Rushdie, Bernarde Faivre D A r c i e r , Philippe Genty, Mercy Cunnigham, Robert Ashley, Michel Piccoli ve Catherine Devenue, Maguy Marin gibi sanatçılar imza attılar. İstenen çözümlere Fransız hükümeti tarafından uzun bir süre olumlu hiçbir cevap gelmeyince Ariane Mnouchkine, Maguy Marin, Olivier Py, François Tanguy ve François V e r r e t 4 Ağustos'ta
Cartoucherie'de açlık grevine başladılar ve halen sürdürüyorlar. D o k t o r kontrolünde greve başlayan grup, Chirac'ı ve hükümeti rutinleşmiş çelişkili açıklamalar ve yanıltıcı çözüm önerilerinde bulunmak ve zincirleme ödünlerle soykırıma suç ortaklığı yapmakla suçluyor. Bildiriyi destekleme kampanyası sürüyor. 20 Temmuz'a kadar 10.000'den fazla imza toplandı. Bu hareketi desteklemek isteyen sanatçılar ve vatandaşlar koordinasyon merkeziyle temas kurabilirler. Dedaration D'Avignon / Cartoucherie de Vincennes, Route du Champ de Manoeuvre 75012 Paris- Fransa Tel: 33/1/41769837 Faks: 33/1/41749838
a
H A B E R L E R
6 Tiyatro Tiyatro
"Karadeniz Tiyatrolar Birliği"ne Doğru
1992'de Bulancak'ta yapılan panelde gündeme gelen "Karadeniz Tiyatrolar Birliği"ni kurma düşüncesi
2 Eylül'de Bulancak'ta yapılacak bir toplantı ile hayata geçecek. Hazırlanmış tüzüğün tartışılacağı ve son şeklinin verileceği bu toplantıdan sonra, "KAT-DER" resmen kurulmuş olacak. KAT-DER Yönetim kurulu Başkanı Aydın Üstünbaş, Birlik üyelerinin kendi aralarında yönetmen, oyuncu, teknik eleman, ışık, dekor, aksesuar ve sahne gibi olanakları birbirlerinin hizmetine sunacağını belirtiyor ve "KAT-DER"e üye olan tiyatroların sanatın güncelliğinin korunması ve "Sanata Evet" için çalışacağını söylüyor.
Antalya'da A l t e r n a t i f T i y a t r o İçin "5. Sokak" Mustafa Avkıran, Övül Avkıran, Naz Erayda, Bülent Erkmen, Özgür
Genli, Mine Tüfekçioğlu, Payidar Tüfekçioğlu tarafından tasarlanan "5.Sokak" bir t ü r alternatif kültür merkezi görevini görecek. Burada Tiyatro, Dans, Happening gibi gösterilerin dışında, video izlenebilecek, sergiler gezilebilecek, "Workshop"lar düzenlenebilecek. Hatta arada kahvenizi yudumlarken kitap okuyabileceğiniz bir ortama da sahip olacaksınız. Bir sanat-üretim merkezi olarak da işlev görecek "5. Sokak." Tiyatronun 100 koltuğu " O n u r Üyeleri" olmak isteyenlere satılıyor. O n u r üyesi demek, adınızla anılan bir koltuk, her açılış ve galaya davetiye, "5. Sokak" programlarının adresinize yollanması. Ayrıca bir onur plaketi verilmesi de düşünülüyor.
Edinburg Festivali Sürüyor Her yıl olduğu gibi bu yıl da 13 Ağustos - 2 Eylül tarihleri arasında yapılan Edinburgh Festivali yine önemli konukları ağırlıyor. Festivalin açılışını Claudio Abbado yönetiminde Gustav Mahler Jugendorchester yaptı. Sir Charles Mackerras yönetimindeki iskoç Oda Orkestrası ve " D o n Giovanni" operası büyük başarı kazandı. Mackerras Mozart operalarının en başarılı yorumcusu olarak değerlendirildi. Mackerras bizde de bu yaz "Saraydan Kız Kaçırma"nın şefliğini yapmıştı. Kırov Operası ve Günter W a n d yönetimindeki N D R Senfoni Orkestrası müzik bölümünün dikkat çeken olaylarıydı. Dans'da ise George Balanchine'ın "Fındık Kıran" y o r u m u n u yine Miami Kent Balesi sunuyor. Mark Morris, Bili T. Jones/Arnie Zane ve Pina Bausch Edinburgh'un değişmeyen konukları... Festival her yıl Berliner Ensemble'ı bir Peter Zadek yorumuyla davet etmeyi adeta gelenek haline getirdi. Bu yıl yine Zadek, Gert Voss, Eva Mattes Berliner Ensemble'ı "Venedik Taciri" ile temsil ediyor. Edinburgh'da, Fransa'dan 2 konuk var Deschamps et Deschamp 'C' est Magnifigue ile, O d e o n Tiyatrosu ise Patrice Chereau'nun yorumladığı ve
oynadığı "Dans La Solituda des Champs de C o t o n " ile Edinburgh'dalar. Patrice Chereau'nun yanı sıra Pascal Greggory de Bemard-Marie Kolter'in bu yapıtında r o l alıyor. Berlin Schaubulne ise bir komediyle katılıyor festivale. Sacha Guilng'nın "İlüzyonist" adlı oyununu geçen yıl adından hayli söz e t t i r e n Luc Bondy sahneye koymuş. Baş rolde ise yine G e r t Voss var. The Tag Company, Abbey Tiyatrosu ve Citizens Tiyatrosu ise Festivalin yerli konukları.
oyunlar kazandırmak amacıyla düzenlediği "Özgün ve Uyarlama Oyun Yazma Yarışması"na toplam 127 oyun başvurdu. Eylül ayının ilk haftası içinde sonuçlanacak olan yarışmanın seçici kurulunda, Ergin Orbey, Recep Bilginer, Pekcan Koşar, Sibel Arslan ve Tuncer Cücenoğlu yer alıyor.
Barba, İstanbul'da Yönetmenlerimizleydi Tiyatro antropolojisi ve kültürlerarası tiyatro anlayışının önde gelen temsilcilerinden İtalyan
"Stand-Up" Komedi Uğur Yücel, Rumelihisarı konserleri kapsamında sergilediği"Azınlıkta Kaldık" isimli Stand-Up Komedi türündeki şovunu, 7,8,9 Eylül akşamları da Boğaziçi Mezunlar Derneği'nde sahneliyor.
pe cy a
Levent Kırca Yeniden T i y a t r o Sahnelerinde
Aziz Nesin'in ilk kez 1965'de oynanmış "Toros Canavarı" adlı oyunu Levent Kırca yönetiminde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda Ağustos ayı boyunca sergilendi. Oyun büyük prodüksiyon boyutları içinde müzikli danslı gösteri biçiminde sunuluyor. Levent Kırca ve Oya Başar ekibi bu oyunla uzun bir aradan sonra yeniden tiyatro seyircisinin karşısına çıktı.
"Altın Post" Gürcistan Turnesini Tamamladı.
Şehir Tiyatroları'nın Tiflis Şehir Tiyatrosu Metheki'nin de katılımıyla sergilediği yaz oyunu "Altın Post" Karadeniz ve Gürcistan turnesine çıktı. 9 Ağustos'ta Trabzon'da ve Sarp Kapısında oyunu sahneledikten sonra, 10 Ağustos'ta Poti, 11 Ağustos'ta Hobi, 13 Ağustos'ta Kutaisi, 14 Ağustos'ta Zestafoni'de, 17-18 Ağustos'ta Tiflis'de ve 21 Ağustos'ta Batum'da izlendi.
Oyunlar ve Yazarları " T i y a t r o " İçin Yarışacak... Bakırköy Belediyesi'nin t ü r k tiyatro repertuarını zenginleştirmek, genç sanatçılara fırsat yaratmak ve özgün
tiyatro yönetmeni ve kuramcısı Eugenio Barba 22-25 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen etkinliklere katıldı. İtalyan sanatçı 24 yönetmenimizle "Biçim ve Aktarımı" konulu bir vvorkshop düzenlerken, "Bölgesellik ve Evrensellik, O d i n Tiyatrosu, Tiyatro A n t r o p o l o j i s i " üzerine konferens verdi. Barba ile birlikte gelen O d i n Tiyatrosu oyuncularından Julia Varley, 23 ve 24 Ağustos akşamı "Sessizliğin Yankısı" ve "Ölü Erkek Kardeş" adı altında iki performans gerçekleştirdi. Barba etkinlikleri kapsamında ayrıca, "Oyunculuk çalışmaları, Gösterimler, Kültürlerarası Takaslar" başlıkları altında video gösterileri düzenlendi.
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Mısır Yolcusu Özellikle geçtiğimiz sezon adından sıkça söz ettiren Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, Mısır K ü l t ü r Bakanlığı tarafından "Deneysel Tiyatro Festivali" için Kahire'ye davet edildi.
15 kişilik bir ekiple Kahire'ye gidecek olan Devlet Tiyatrosu 1-10 Eylül tarihleri arasında " K o r k u " adlı oyunu sergileyecek.
I. Assos Gösteri Sanatları Festivali Hüseyin Katırcıoğlu'nun düzenlediği ve artistik yönetmenliğini yaptığı ve ilki bu yıl gerçekleştirilecek olan Assos Festivali'nin amacı, kendi dilini arayan, özgün yapıtlar üreten dans, tiyatro ve kukla toplulukları ile bu topluluklarla çalışmayı yeğleyen müzisyen, tasarımcı plastik ve görüntü sanatçılarını bir araya getirmek. Festivale katılan sanatçılara Assos'da üç hafta kadar çalışma ve prova imkanı tanındı. N e w York'dan La Mama Topluluğu'ndan üç sanatçı ile Fransa'dan Yvan Duruz Topluluğu, Türkiye'den dans ve tiyatro alanında özgün ve yenilikçi yapıtlarla dikkat çeken Aydın Teker, Yeşil Üzümler Dans Tiyatrosu, Kumpanya katılıyor. Işıl Kasapoğlu'nun yanı sıra Hüseyin Katırcıoğlu da Behramkale halkı ile birlikte bir kitle tiyatrosu örneği sunacak. Katırcıoğlu bu festivalin amacını tiyatroda kültürlerarası çalışmalara önayak olmak olarak belirliyor.
Tiyatora Çıkıyor Eskişehir Tiyatora Kumpanyası "Tiyatora" adında sezonluk t i y a t r o dergisi çıkarıyor. Amaçlarını "80'den beri süregelen kültürel kan kaybına elimizden geldiğince dur diyebilmek" olarak belirten dergi yetkilileri derginin üç ayda bir çıkacağını ve dergide çıkacak yazıların dışında her sayıda kapsamlı bir dosya ve bir küçük oyun yayımlayacaklarını açıkladılar.
Troya'da güzel şeyler oluyor... Çanakkale'nin tarihi Çimenlik kalesi... Etrafta belli belirsiz bir telaş. Tiyatro... Tiyatro... 7
Sandalyeler, koltuklar onların yanında tarihi toplar, sahnede kuyruklu bir piyano belli ki bir konser öncesi hazırlığı... Yavaş yavaş konuklar geliyor, müzisyenler yerlerini alıyor. Topların gölgesinde konser başlıyor. Bakır beşlisi, iki t r o m p e t , iki t r o m b o n , bir de korno... Bir müzik bu kadar bulunduğu ortamla bütünleşebilir ancak. Her an kale duvarlarıyla çevrelenmiş geniş bahçedeki kapıların birinden sanki tarihi giysileri içinde buraların ilk sahipleri çıkıp gelebilirler. Program
Kirov Balesi Esbank'ın 68. Yıl kutlamaları İçin İstanbul'da Dünyanın en büyük bale topluluklarından biri olan 253 yıllık Kirov Balesi Esbank'ın katkılarıyla 15 Eylül'de gerçekleşecek bir galadan sonra 16 ve 17 Eylül tarihlerinde biletli olarak AKM'de izlenebilecek. George Balanchine, Rudolp Nureyev, Mihail Barışnikov, Olga Spesiftseva, Marina
Hannover Piyano üçlüsünün konseri ile sürüyor.
Konstantin Sergeev gibi prima dansçıları yetiştirmiş olan Kirov Balesi, İstanbul'da 2 perdelik bir bale olan "Şımarık Kız"ı sahneleyecek. Bu görkemli gösteride görev alacak Ankara Devlet O p e r a ve Balesi Orkestrası'nı Valery Ovsyannikov yönetecek.
cy a
Ertesi gün Aleksandria-Troas antik bölgesine küçük bir gezi. Sağda solda kocaman sütun parçaları, duvar yıkıntıları, sadece bir kemeri ayakta kalan hamam kalıntısı. Az ötede bir platform üstünde büyük bir piyano. Şehir dışında antik kalıntılar ortasında yanlız başına bekleyen bir piyano. Bir an için ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyorsunuz. Sonra hemen, programda, akşam burada bir konser olduğunu hatırlıyorsunuz. Bu yıl altıncısı yapılan ve 15 Ağustos'a dek değişik tarihi mekânlarda sürecek olan Kültürlerarası Troya şenliğinin açılış konserinden ve sonrasından izlenimler... Kapalı salonlarda dinlemeye alıştığımız bu tür konserlerin insanların rahatça ulaşabileceği açık mekânlarda gerçekleştirilmesi yeni dinleyici kitlelerinin oluşmasına yardımcı olacaktır.
Semenova ve
Pamukbank 40. Yılını C a r m e n Flamenko Gösterisi İle kutluyor
3, 4, 5, 7 ve 8 Eylül tarihlerinde Ballet Teatro Espanol de Rafael Aguilar
topluluğunun Açıkhava Tiyatrosu'nda sunacağı Carmen Flamenco gösterisi ile Pamukbank 40. Yılını kutlayacak. Yabancı basın "Carmen"i kendi
pe
geleneğine yönelik bir meydan okuma olarak değerlendiriyor.
Bugüne savaşlar bundan olmaya
kadar birçok önemli yaşamış olan Çanakkale böyle Dünya Barış Başkenti aday.
H o m c r o s ' u n İlyada'sınâ göre M Ö . 2. yüzyılda Troya kralı Priamos'un oğlu Paris'in kaçırdığı güzel Helena'yı geri almak için yapılan Troya savaşları barış, dostluk, kardeşlik mesajı veren toplantıların, gösterilerin çıkış noktasını oluşturacak. Akdeniz Tiyatro Enstitüsü Başkanı Jose M o n l e o n ilki önümüzdeki yıl 8 Tiyatro... Tiyatro..
gerçekleştirilecek olan bazı
ve törenlerle sürecek.
etkinliklerin ön hazırlık çalışmalarını
Jose Monleon, etkinliklerin
yapmak üzere Ağustos ayı içinde
gerçekleştirileceği, bugüne kadar
İstanbul ve Çanakkale'de idi. Verdiği
kitaplardan okuduğu, tanıdığı antik
bilgiye göre program İspanyol,
kalıntıları gezerken; savaşların
Yunan ve T ü r k hükümetlerinin
kötülüğü, anlamsızlığı her fırsatta
desteği ve Akdenizli sanat, düşün ve
gündeme getirilmeli, artık insanlar
edebiyat adamlarının katılımı ile
acı çekmemeli, barış için herkes bir
gerçekleşecek. Henüz ön hazırlık
şeyler yapmalı diyordu, bu arada
aşamasında olan kesinleşmemiş
batıda yeterince tanınmayan
programa göre etkinlikler
Türkiye'nin kültürel zenginlikleri de
uluslararası bir sempozyumla
öne çıkartılmalı, gösterilmeli ve bazı
başlayacak. Daha sonra Troya
ön yargılı yaklaşımların ortadan
savaşlarında Pelopenez'den (Mora
kaldırılması yolunda sanatsal
yarımadasından) Bozcaada'ya
atılımlar yapılmalı. Eğer proje
(Tenedos'a) Agamemnon'u getiren
gerçekleşirse başta Akdeniz ülkeleri
gemiler bu defa Akdenizli sanat
olmak üzere tüm gözler Troya'ya
düşün ve edebiyat adamlarını
çevrilecektir.
taşıyacak. Festival kale içinde
Agamemnon tekrar Troya'ya
düzenlenen mekânlarda tiyatro
geliyor. Ama bu sefer barış ve
gösterileri, Troya antik kentinde
dostluk için. Bekliyoruz...
geziler, sanatçıların barış bildirileri
Nihal Kuyumcu
cy a
pe
GÖRÜŞ
Yılmaz Onay
a
Yeri Bilinmeyen Mezar karşılamadığına değinerek parantez içinde kullanmıştı. Ben de öyle yaptım. Ama bu vesileyle düşünüyorum, "kökten" deyimi "fundamentafin değil "radikal"in karşılığı. Sorun buradan geliyor. O zaman, "fundamentalizm" karşılığı olarak "dintemelcilik" deyimini kullanmak, siyasal içeriği de daha iyi ortaya çıkarmaz mı acaba?) Nesin hayatta olsaydı ne yapar eder bu konferansı toplardı. Öyleyse onu yaşatmak, ardından yalnızca gözyaşı dökerek, onun değerlerini anarak, anılarını yineleyerek olamaz, diye düşünüyorum. Onun ömrünün yetmediği eylemi, üstelik daha da yükseltip yaygınlaştırarak hayata geçirmektir mesele. Mezarının gizli kalmasını ve cenaze töreni yapılmamasını isterken, kayıplarımızın ardından veya onları kaybetmeden önce nasıl bir tutum takınmalıyız konusunda "yabancılaşana" bir etki yapmayı da düşünmüştü belki. "Yabancılaştırma", bilindiği gibi yalnız tiyatroya
pe cy
Aziz Nesin, vakfa gömülmesini istemişti. Kendisi hayattayken bu izin verilmemişti bir türlü. Sonra öldü. Bu izin verildi. Gerekçe çok anlamlı: "E artık öldü, isteğini kabul edebiliriz!" Böyle açıkça telaffuz edilince batıyor insana elbette. Oysa biraz üstünde düşündüğümüzde, daha örtülü biçimde yaşamın her alanında bu tutumun bir sorun haline geldiğini görebiliriz. Ve Aziz Nesin böylece, daha önce hayat boyu pek çok asal sorunun üzerindeki yapay örtüleri yırtıp attığı yetmezmiş gibi, ölümüyle de hizmete devam etmiş oluyor, edecek. Köktendinci (fundamentalist) faşizmin onun ölüsünden bile korkması boşuna değil. Ya onun son girişimi olan, İstanbul'da bir "Uluslararası Fundamentalizm (Köktendincilik) Konferansı" düzenleme girişimine sahip çıkılıp bu gerçekleştirilirse?! (Aziz Nesin, "fundamentalizm" deyimi üzerinde durmuştu, "köktendincilik" deyiminin bunu tam 10 Tiyatro... Tiyatro
olması mümkün mü? Ve böyle sanatçının eyleme yararı mı olur zararı mı? Öte yandan, eseriyle mücadelesini dile getirmiş ve geniş okur kitlesinin ilgisini, sevgisini kazanmış sanatçıların, aynı mücadeleyi eylem olarak sürdürürlerken yazdıkları, söyledikleri ve yaptıkları her şey aynen benimsenir, diye bir iddiada da bulunmuyorum. Hayır, tartışılır, tartışılmaktadır, karşı çıkan da çıkar. Ama önemli olan, ölü toprağını kaldırıp bu tartışmayı yaratmasıdır. "Yabancılaştırma" etkisi budur işte. Örneğin geçmişte Demokratik Almanya Cumhuriyeti'ni açık açık eleştirirken "yadırganan" Aziz Nesin, sonra Erich Honnecker'i ölümcül hasta haliyle batının kurt'larına teslim etmeye hazırlanan dünyaya karşı insanca isyan ederek o eleştirdiği sosyalist başkana kişisel davet göndermiştir. Bu yüzden, batıda kendisine verilecek bir fahri doktorluk iptal edilmiştir. Ama Aziz Nesin'in yaptığı, dünyanın aptalca ikiyüzlülüğüne verilmiş bir zeka dersidir. Ve her şey bir yana, ortaya attiğı şu "zeka" meselesinin, yalnızca toplumumuza değil, tümüyle çağımız insanlığının akıl almaz gidişine yönelik bir "yabancılaştırma" olduğunu görmek, anlamak, tartışmak ve hazmetmek, epey zaman alacağa benzer. Ama zaman yitirmeden girişmemiz gereken bir görev var: "Uluslararası Fundamentalizm (Köktendincilik) Konferansı"nı, "Aziz Nesin nasıl olsa öldü, artık bu konferans toplanmaz" diyebileceklere inat, mutlaka ve daha geniş katılımla toplamak. Aziz Nesin'in mezarının yeri belli değil, ama mücadelesinin sürdüğü her yerdedir onun mezarı, büstü, heykeli...
pe cy
a
özgü bir yöntem değil. Hem sanatın hem de hayatın her alanında, alışkanlık ve gözboyama sonucu görülemez olanı, bilinemez zannedileni açığa çıkarmanın ve insanların bu açıklaşmaya ilgi duyarak bakıp farkına varmalarını sağlamanın yöntemi. Ama bunun için beklenmedik, umulmadık, şaşırtıcı, yaratıcı buluşlar gereklidir. İşte Aziz Nesin'in hep önceden yadırgatan ve etkisini sonra kanıtlayan girişimleri, böyle yaratıcı ve başarılı "yabancılaştırma"lar olmuştur. (Zaten kavramın öteki adı da "yadırgatma" değil mi?) İyi mizah, başlıbaşına bir yabancılaştırmadır ki Nesin ilk olarak bu işin ustasıdır ve gerek ülke çapında, gerekse uluslararası düzeyde ününü önce mizah yazarı olarak yapmıştır. Kendisinin en çok önem verdiği, ama tam tersine en az oynanmış oyunlarının da temelinde aynı yöntem vardır ("Bir Şey Yap Met", "Biraz Gelir misiniz?" gibi). Mizah yazarlığıyla Aziz Nesin, hiç kitap okumayanlara bile kitap okutarak geniş yığınların gönüllerine girmiş durumda zaten. Şimdi ona sahip çıkmanın gerektirdiği bir başka görev de o pek oynanmamış en önemli oyunlarının değerini bilmek olmalı. Ama öte yandan Nesin, sanatçı olarak mücadelesini özellikle eserlerinde verdiği gibi, bununla yetinmeyip, bir aydın olarak da, sanatıyla kazandığı ünü en iyi biçimde doğrudan eylem için kullanma yürekliliğiyle etki yaratan ender sanatçılarımızdandır. Bu da bütünüyle yaşamsal tutum olarak bir "yabancılaştırma"dır. Şu sırada, örneğin romanlarıyla gönüllerde yer etmiş ve uluslararası üne kavuşmuş sanatçımız Yaşar Kemal'in eylemini ve tutumunu da yadırgayanlar olabilir, oluyor da. Oysa bu "yadırgatma"nın kendisi de başlıbaşına etkili olmaktadır. Ama böyle bir etki ancak eserleriyle toplumun bilincinde gerçekten yer etmiş sanatçılar için söz konusudur. Yoksa, bir yandan eserlerinde "fildişi kule edebiyatı" yapıp öbür yandan reklam programının bir parçasıymışçasına, günün en keskin görünen bir eyleminde boy göstermek, aynı işin hem sahtesi, hem de kötüsü olmaktadır. Kaldı ki bu tutumun, sanatı da kötü oluyor. Çünkü eserler gerçekten kaliteli bir "fildişi kule edebiyatı" olsa onun da pekala ayrı bir değeri olabilecekken, öyle bile değil. Öyle eserlerin güzelini yaratmak da kolay değildir çünkü. Ama "fildişi kule"nin konusu ve tipleri hep politik ve tek oluyor ne hikmetse ve solu karalamaktan ibaret kalıyor. Böyle eserin güzel
Tiyatro... Tiyatro...11
G O R U Ş
Coşkun Tunçtan
Benzersiz Aziz Altmış yılı yeni aşan yaşamım süresince çeşitli ülkelerde rastladığım şunca ilginç kişiye kıyasla gerçekten bambaşka bir insandı. Uzaktan
götürüyor. Nesin'in vakfın girişlerinden birine kocaman harflerle yazdırdığı "Çocuk Cenneti" teriminde en ufacık bir abartma yok. Ölümlü dünyamızdaki yaşam sürecinin tek bir anını bile boşuna harcamamak, sürekli yazmak ya da
a
duyduğum ya da yakından gördüğüm sayısız özellikleri onun çağımızın zamanla silinmeyecek simalarından olduğunu kanıtlamaya yeterli. Yoksulluğun buruk tadı, çocukluğundan giderek, onlarca yıl içine kıyıcılıkla sinmişti. Yaşını başını
sık, özel otobüsle, tiyatrolara, konserlere, sergilere, konferanslara ve bu tür başka etkinliklere
toplumsal konularda girişimlerde bulunmak, gerekirse yıpratıcı savaşımlara dalmak da, beyninden hiç uzaklaşmayan, belki de baş kaygısıydı. Değişik türlerde yüzden fazla kitabının varlığı, birkaç hümanist statülü derneğin
cy
almaya başladığı sıralarda, sırf kaleminin ona sağladığı başarılar sayesinde gelirleri artmaya yüz tutar tutmaz, bu varsıllığın avantajlarını salt kendisi için kullanmayıp, ülkesinde geçim sıkıntısı içinde kıvranan sayısız ailenin en azından birkaçının
pe
çocuklarına yararlı bir biçimde varlığını harcamak kaygısına düştü hemen. Çatalca'daki o güzelim vakfı kuruşunun, telif haklarının tümünü oranın kasasına akıtmasının tek nedeni bu. Halen orada, 6 ile 24 yaş arasında, 32 Türk genci konforlu bir ortam içinde yaşıyor. Kimisi ilkokula yeni giriyor, kimisi üniversiteyi bitiriyor. Vakıf, kendilerinden en ufacık bir karşılık beklemeden onları katıksız bir düşünce özgürlüğü içinde barındırıyor. Okul saatleri dışındaki zamanlarını odalarında; rahatça ders çalışmaları öngörülerek düzenlenmiş bölümde; binlerce ciltlik kitaplıkta; televizyonlu salonda; sohbet için de buluşabildikleri geniş yemekhanede; ineklerin, koyunların, tavukların gezindiği, bir köşesinde tavşanlarla dolu bir kafes bulunan, tatlı bir çiftlik havasına bürünmüş, bol çiçekli, ağaçlı, yemişli ve gerisinde bir dereyle noktalanan büyük bahçede falan geçiriyorlar. Yemekleri bol, çeşitli, lezzetli ve temiz. Masraflarının tümünü cömertçe üstlenen vakıf, genel kültür alanında da zenginleşmelerini desteklemek amacıyla onları, sık 12 Tiyatro... Tiyatro...
kurucularından ve yöneticilerinden oluşu, fark ettiği her türlü haksızlığa, her renkten bağnazlığa karşı derhal güçle saldırıya geçişi, hep bu ana kaygıdan kaynaklanıyordu. Başta kendi anayurdu olmak üzere, dünyanın şurasında ya da burasında
tek bir kişinin bile en doğal insan haklarına aykırı biçimde canından edilmesi ya da en azından yasal özgürlüklerinin kimilerinden veya tümünden yoksun kılınması onu, bu gaddarlığa kendisi uğramış kadar tedirgin ediyor, hemen sert tepki gösteriyordu. Tabii ki bu içtenlikli davranışları her türden fanatiği çileden çıkarıyordu ve bu dar beyinliler "Nesin'e Ölüm" sloganlı ve pankartlı gösteriler düzenlemek ya da onun kaldığı oteli ateşe vermek gibi kendi acınacak düzeydeki ahlaklarını yansıtan girişimlerle, akılları sıra, ondan öç almaya çabalıyorlardı. Kültürü geniş ve derindi. Öğrenimi, kendisinden kaynaklanmayan nedenlerden, pek kısa sürmüştü ve bayağı kısır olmuştu ama, salt kendi aralıksız çabalarıyla ve özellikle değişik konularda onu iyice aydınlatan kitapları sürekli okumakla, giderek en
uyandıran birisine, başça onları cezbettiği için, aralarındaki belki muazzam yaş farkına aldırmayarak, candan tutulurlar. Bu tür durumları Nesin'in de birkaç kez yaşamış olmasını ancak onu kıskananlar yerebilir. Kimi yapıtlarının kırka yakın dilde çevirileri var. Yani uluslararası üne ulaşmış ender yazarlarımızdandı Nesin. Düşünürlüğü de en az yazarlığı kadar dünyanın d ö r t köşesinde saygı uyandırmıştı. Bu nedenden, sık sık, çok değişik ülkelerde, çok çeşitli konularda düzenlenen toplantılara davet ediliyor, oralarda söyledikleri geniş yankılar uyandırıyordu. Ortaya attığı her düşüncesi, bazan o anda ağzından kaçtığı izlenimi yaratsa bile, mutlaka uzun süredir beynini kurcalayan sorunlara zamanla bulmuş olduğu yanıtlardan biriydi. "Kışkırtma" diye nitelendirilen kimi tutumları, aslında, içtenlikle savunduğu, açıkça belirtmekten asla kaçınmadığı inançlarıydı. Gerçekliğe uygunluğu onca kuşkusuz olan bir görüşünü, karşısındaki kim olursa olsun, dobra dobra söylemekten kesinlikle çekinmezdi. Zaten kimseden en ufacık bir korkusu yoktu. Ölümden bile. Aziz Nesin hakkında söylenecek, anlatılacak o kadar çok şey var ki! Sürekli lav fışkırtan bir volkanı andırıyordu. Canlılığı
pe
cy a
önemli alanlarda saygıdeğer bir düşünür olabilmişti. Nerdeyse her gün onunla söyleşi yapmaya gelen Türk ve yabancı sayısız gazetecilerle, çoğu kez televizyon kameraları karşısında kendisine yöneltilen soruları yanıttarken, çok çeşitli sorunlara ilişkin bilinçliliği, üstelik kanılarını herkesin anlayabileceği bir biçemle dobra dobra açıklama yeteneği göze çarpıyordu. Kişiliğinin en çarpıcı yönlerinden biri de bunun kendi en önemli gereksinimlerini karşılayabileceği durumlarda bile kesinlikle ödün vermemesiydi. İnançları, savaşımları onun için kutsaldı. Seçtiği yoldan şuna ya da buna yaranmak uğruna uzaklaşmak söz konusu bile olamazdı. Çok önemli bir isteğinin yerine getirilebilmesi için zerre kadar saygı duymadığı kimi kişilere "Saygılarımla" diye noktalanması gereken bir dilekçeyi bir türlü yazamayışı bu yüzdendi. Cimri diye niteliyordu onu kimileri. Evet, yaşamının yarısından fazlası boyunca, zaman zaman karnını doyurabilmesini bile engelleyen yoksulluklar içinde çırpınmış olması, onu tutumlu kılmıştı. Ama gereksinimli herkese karşı ne denli açık elli olduğunu da hiç unutmamak gerek. Hele vakfında "çocuklarım" dediği her yaştan gencin, hiçbir zaman, hiçbir alanda yoksun kalmamaları için her türlü özveriye her an hazırdı.
Hoşuna giden kadınlarla duygusal ilişkiler kurmak isteği yaşının ilerlemesine karşın hiç zayıflamamıştı. Her alanda olduğu gibi, bunda da tutkuları hem içtenlikli, hem güçlüydü. Son yıllarda evli değildi, kime isterse kısa ya da uzun süre bağlanmakla kimseyi aldatmış olmuyordu. Dünyanın her bucağında olduğu gibi, Türkiye'de de, kimi genç ve güzel hanımlar, bir erkekle ille de yakışıklı ve yaşça kendilerine yakın olduğu için tutkulu dostluk kurmazlar; bazan zengin kişiliğiyle onlarda hayranlık
başdondürücüydü. O, şimdi, vakfındaki yeri belirsiz mezarında, doğduğundan bu yana ilk kez dinlenmeye dalmışken onun
yaşamını, kişiliğini, çok sayıdaki değerli yönlerini anlatan yazılar, kitaplar giderek mutlaka çoğalacak. Ölümsüzlüğe erişenlerin tümü gibi, o da, kıyamete dek, yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla anımsanacak, hayranlıkla anılacak...
Tiyatro... Tiyatro... 13
SORUŞTURMA
Ayşe Nalan Özübek
1994-95 Tiyatro Sezonunun Ardından "Ayrıca Ayşın Candan'ın "20. yy.'da Öncü Tiyatro" ve Özdemir Nutku'nun "Oyunculuk Tarihi" adlı kitaplarının yayımlanması da çok olumludur." Aynı soruya Seçkin Selvi, "1994-1995 sezonunda olumlu çarpıcı olay olmadığı kanısındayım" derken, Ayşegül Yüksel "Onikinci Gece"nin en çarpıcı olay olduğunu vurguladı: "Işıl Kasapoğlu düzeyinde yönetmenlerin, eğitimli ama genç olmaları nedeniyle birikimsiz olan Diyarbakır Devlet Tiyatrosu sanatçılarıyla, Diyarbakır'ın bugünkü siyasal bakımdan sorumlu ortamında bile hem gösteri düzeyi yüksek hem de yavaş yavaş tiyatro merkezi kentlerde bile yitirmeye başladığımız oyun izleme keyfini veren oyunlar kotarabileceğinin kanıtı olmasıyla özgün yorumu, uyarlamadaki ve sergilemedeki başarısı nedeniyle izlediğim yapımlar arasında bence 1994/95 sezonunun olumlu yöndeki en çarpıcı tiyatro olayı Onikinci Gece"dir.
pe cy
a
Yeni bir tiyatro sezonunun başlamak üzere olduğu şu günlerde, 100'ü aşkın oyunla geride bıraktığımız 1994-1995 tiyatro sezonuna minik bir anketle göz atmak istedik. Ulaşabildiğimiz tiyatro eleştirmenlerine yönelttiğimiz sorular sezonun olumlu ve olumsuz en çarpıcı tiyatro olayları ile eleştirmenlerimizin en çok beğendiği ve beğenmediği iki oyundu. Yanıtları, nedenleriyle birlikte alabilmenin bir anlamda bu eleştirmenlerin bakış açılarını da göstereceği inancını taşıyoruz. İstanbul, İzmir ve Ankara illeriyle sınırlı olan bu çalışmada pek fazla ortak yanıtlar elde edemediğimiz için görüşleri olduğu gibi aktarıyoruz.
Olumlu en çarpıcı tiyatro olayı konusunda H a m i Çağdaş ve Sibel Arslan benzer görüşteydiler; "Bu tiyatro mevsiminde birinci olumlu olay, Uluslararası Tiyatro Festivali'ydi. Festival, bu yıl rüştünü ispatladı ve yerleşti. Sahnelenen oyunların seçimi, çeşitliliği, nitelikleri ile günümüz tiyatrosunun geldiği noktayı ve eğilimleri yansıtmasıyla önemliydi. Ayrıca bu yıl gördüğü ilgi de bunu kanıtladı. İkinci olumlu gelişme ise genç tiyatrolarda yaşanan patlamaydı. İstanbul'da birçok genç tiyataro kuruldu. Bu tiyatrolar ilginç oyunlar sundu. Cesur ve yenilikçiydiler. Her oyunun en az bir unsuru (oyun, reji, metin, dekor-kostüm) çok iyi oluyordu. En önemlisi hepsinin bu işe gönül verdiği belliydi." H a m i Çağdaş. "Sezonun en çarpıcı olumlu olayı sezon sonunda tiyatro artık öldü derken festival sayesinde yabancı topluluklardan tiyatro tadına varabilmemizdi. Yabancı oyunların seçimi çok iyiydi." Sibel Arslan. M e h m e t A t a k da bu sorumuzu: "Tiyatro Festivali'nin sponsor problemlerine rağmen sürmesi, Terzopoulos'un Workshop'u, "Promete" ve nefes kesen Ute Lemper" şeklinde yanıtladı. 14 Tiyatro... Tiyatro...
Z e y n e p O r a l ve Z e h r a İpşiroğlu İstanbul dışında oldukları için ulaşamadığımız eleştirmenlerdendi. Cevat Çapan ise büyük bir içtenlikle tembel bir tiyatro izleyicisi olduğunu söyleyerek sorularımızı yanıtlamamayı tercih etti.
Bu soruya aldığımız diğer yanıtlar da: "Biraz duygusal olacak ama Tiyatro Bildirisi'nin İzmir'den çıkması beni çok mutlu etti. Sanata açık, hareketli bir yıldı. Sabancı Kültür Merkezi açıldı, sahne sayısının çoğalması, tiyatro hareketinin yoğunlaşması ve seyirci sayısındaki artış olumlu gelişmelerdi." Hülya N u t k u ; "Bence, Ankara 95 projesi sezonun en çarpıcı olumlu tiyatro olayıdır. Nedeni, böylesine büyük bir proje olması, bunun Türkiye'de gerçekleşiyor olması, amatörlerin bir araya geliyor olması ve yeniden yapılanları, tiyatro, eğitim adına yapılanları
cy a
Tiyatro Stüdyosunun sahnelediği "Çöplük", en beğenilen oyunlar sıralamasında I. sırayı aldı.
ve yapılacakları sorgulaması."
Selda Öndül;
pe
"Bence 1994-1995 sezonunun en çarpıcı olumlu tiyatro olayı Sanata Evet kampanyası içinde tüm sahne sanatçılarının ortak bir tepkide birleşebilmiş olmalarıdır. Bu kampanya kapsamında yapılan etkinliklerin biçimi ve düzeyi tartışılabilir, ama ülkemiz insanlarını çağdışı bir yaşam biçimine geri götürmek isteyen zihniyete karşı sahne sanatçılarının gösterdikleri duyarlık ve karşı tavırı, kamuoyunun gösterdiği ilgi ile birlikte önemli bir tiyatro olayı olarak değerlendiriyorum. Yasama organında, sahne sanatlarına karşı geliştirilen ve Cumhuriyet tarihimizde örneği görülmemiş çağdışı yaklaşımlar karşısında sahne sanatçılarının yurt düzeyinde sahneledikleri eylemler, sanatın birleştirici ve gelişime yönelik dinamik gücünün iyice fark edilmesini de sağlamıştır. Olayın en çarpıcı yönü tiyatro sanatçılarının bu konuda başı çekmiş olmasıdır. Olması gereken de budur. Tüm toplumu ilgilendiren genel bir yanlışın üstüne gitmek; bir yanlış yönelişin boyutlarının farkına vardırmak ve tepki göstermek her şeyden önce tiyatro sanatçısının sorumluluğundadır.
1994/1995 sezonunda bu gerçekleştirilmiştir." M u r a t Tuncay;
"Geçtiğimiz tiyatro sezonunun en "vay anasını" dedirten olayı, İspanyol topluluk Els Comediants'ın Tiyatro Festivali kapsamında, Ortaköy Meydanı'nda gerçekleştirdiği "Tiyatro Gemisi" adlı gösterisiydi. "Sokaktaki adam tiyatrodan anlamaz, anlasa da kesin bir olay çıkartır" diyenler o gece orada mıydı bilmiyorum ama bulunamayanlar için söyleyeyim, hiçbir olay olmadı, ölen ya da yaralanan yok, yan tarafta cami, arka tarafta da kilise olmasına rağmen kimse kimsenin dinine, inancına dil uzatmadı, şarapçısına, sokak çocuğundan enteline, delikanlısından hanım hanımcık genç kızlarımıza kadar herkes bir sanat olayının etrafında el ele, kol kola, hem de coşkuyla toplandı, dans etti, şarkı söyledi, çığlık attı. Böylesine sanat olaylarına izin vermeyen, saldıran, engellemeye çalışan, bol keseden laf edenlere duyrulur." Yavuz P e k m a n ; "İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları kuruluşunun 80. yılında tiyatronun kültürlerarası ve sınırlar ötesi kimliğini vurgulayan bir yapım, "Altın Post" oyununun gerçekleştirilmesi 1994-1995 tiyatro Tiyatro... Tiyatro..15
"Türkiye çapında olumsuz olan tiyatronun seyirciyi yeniden kazanması gereken bir ortamda, sanata karşı tavır alan bir zihniyetin canlanması, politikacıların bir diğerine hakaret ederken 'rol yapma, tiyatro yapma' tabirlerini kullanması, bütün bunlar yetmezmiş gibi işi sanatın içine tükürmeye kadar götürmesi. Bundan daha çarpıcı bir olay düşünemiyorum." Hülya Nutku;
pe
cy
a
"İzlediğim yapımlar arasında "çarpıcı" olmakla birlikte büyük olumsuzluklar içeren yapım, Ülker Köksal'ın Kubilay Olayı'nı işlediği ve Ankara Devlet Tiyatrosu'nca sahnelenen "Karanlıkta Bir Işık" oyunu. Köktendinciliğin nasıl çeşitli amaçlarla kullanılabilecek amansız bir silaha dönüşebildiğim gerçek bir tarihsel olayla gösteren, belgelere dayandırılmış, son derece uyarıcı, sahnelenme zamanlaması çok iyi olan bir çalışma. Ancak, belgesel yaklaşımın dramatik anlatımla bütünleşmesinde önemli eksikleri olan bir metin. Sahneye getirilme aşamasında yazarın da katılımıyla yapılması gerekli bir dramaturji çalışmasının eksikliği, yapımın kısa sürede ortaya çıkarılması, çeşitli rollerde yanlış oyuncu seçimi, sahne anlatımında belirli bir biçemin tutturulamamış olması sonucunda "tiyatro olma" amacına ulaşamayan, çarpıcı
Kumpanya Sahnesinin sergilediği "Kim O" oyunundan bir sahne.
döneminin en çarpıcı tiyatro olayıdır. Kültürlerarası ve sınırlar ötesi girişimin köprüsünde Karadeniz Tiyatro Enstitüsü'nün kurulması için çalışmalar başlatıldı. Bu tasarım, gerçekten de Uluslararası boyuttadır. Gelecekte, Akdeniz, Marmara ve tüm Karadeniz ülkelerini kapsayan toplantıların tiyatro ilişkilerine dönüştürüldüğünde, Orta Avrupa'yı da içine alacak tasarımın boyutu dünya üzerinde büyük yankılar uyandıracak niteliğe bürünecektir. Başlatılan olay, kültürlerarası bir mozaikin küreselleşen dünyadaki tiyatro serüveni, belki de 2000'li yılların yeni bir boyutu olacak." Hayati Asılyazıcı. Kuşkusuz anketimizin en zorlayıcı sorusu sezonun en çarpıcı olumsuz tiyatro olayıydı. Yanıtlar, söylenecek çok şeyin olduğunu bir kez daha gösterdi:
16 Tiyatro... Tiyatro..
mesajının önemini aza indirgeyen bir çalışma." Ayşegül Yüksel; "İki ödenekli tiyatromuzda (Devlet ve İstanbul Şehir Bakırköy Belediye) hep kısır çekişmeler yaşandı. Bunlar tiyatroyla hiç ilgisi olmayan sadece koltuk kavgalarıydı. Ayrıca oldukça düşük bir düzeyde yapıldı tartışmalar. Tiyatroda ikinci olumsuz tartışma ise para kavgasıydı. Herkes kendisine yapılan yardımın artması peşinde koştu. Kimse tiyatronun gelişmesi, bu sanatın yerleşmesi için tartışmadı." H a m i Çağdaş; Özdemir Nutku ise İzmir 9 Eylül Üniversitesi Tiyatro Kürsüsü olarak gerçekleştirmek isteyip de yaşama geçiremedikleri projelere değindi: "Mezunlar için bir repertuvar tiyatrosu kurmayı düşünüyorduk ancak maddi nedenlerle bu olamadı. Alternatif bir tiyatro olması önemliydi, şimdi sponsor arıyoruz." Ö z d e m i r N u t k u ;
pe cy a
"Bunun belirlenmesi pek doğru değil. Temel sorunlar halledilmiş değil henüz, halledilmedikçe de olumsuzluklar diz boyu olur diye düşünüyorum. Yeni sahnelerin açılmaması, tiyatronun geniş halk kitleleriyle buluşmamasını örnek verebiliriz, bunun için ne kadar çaba harcanıyor diye sorabiliriz, yasaların çıkmamasını örnek verebiliriz, özel tiyatrolara yardımın hâlâ gelenekselleşmemesini örnek verebiliriz. Temelinde bir olumsuzluk var." Selda Ö n d ü l ; "Yeni tiyatroların kurulması, sayısal olarak artması olumlu ancak bu öteki tiyatroların beriki tiyatrolardan pek farkı yok." Sibel Arslan;
"1994-1995 sezonunun en çarpıcı olumsuz tiyatro olayı Devlet Tiyatrosu üst yönetiminde yaşanan Genel Müdürlük savaşları olmuştur. Hukuki boşluklarına özen göstermeden yapılan görev değişiklikleri ile iş başına getirilen kadro, yapılabilirliği tartışmalı radikal değişiklik önerilerini uygulamaya koymaya çalışmış bunda ne ölçüde başarılı olunabildiği anlaşılmadan bu kez eski yönetim bir hukuk savaşı sonucu yetkilerini geri alınca Devlet tiyatrosu repertuvarından çalışanlarına dek birbirine girmiş ve tüm bu karmaşadan olumlu olarak nitelendirilebilecek hiçbir sonuç elde edilememiştir. Böylece ülkenin en büyük ödenekli tiyatrosu temel görevleri ve hedefleri açısından koskoca bir yıl daha yitirmiş olmaktadır." M u r a t Tuncay;
pe cy
a
"Yeni Yüzyıl gazetesinin gerçek bir editöriel sorumsuzlukla bir narsist meczubun saçmalıklarını tiyatroda tartışma ortamı açmak (!) adına yayımlaması ve daha sonra arayıp cevap istediği
insanların yazılarını gazeteye imzalı yazılmış yazılar gibi yayımlaması; Yapı Kredi Yayınları'nın hiçbir gerekçe göstermeden tiyatro dizisini durdurması; Bozkurt Kuruç'un Devlet Tiyatrolarında başlattığı engizisyon. Konuşma özgürlüklerinin kısıtlanması, 63 sanatçıya verilen ceza; Devam eden Kültür Bakanlığı desteği fiyaskosu. "5 Kısa Oyun"la evvelki sezon İstanbul sahnelerinin en iyi oyununu sahneleyen Stüdyo Oyuncuları'na tiyatro olmadıkları gerekçesiyle (!) destek verilmemesi; TİYAP'ta en az iki yıl fiili oyunculuk ve rejisörlük yapmayanların tiyatrocu sayılmayacağı ve TİYAP'a üye olamayacağı kararı." M e h m e t A t a k ;
Oyuncular Tiyatro Grubu, geçen sezon "Bahar isyanadır" ile izleyici karşısına çıktı.
18
Tiyatro... Tiyatro...
"Sezonun en "e insaf, bu kadar da olmaz" dedirten olayı ise Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Bozkurt Kuruç'un, mahkeme kararıyla görevine(!) geri dönmesi idi. Oysa sanatçısından teknik kadrosuna, tüm çalışanların seçtiği bir müdür görev başındaydı. Yıllar öncesinden gelen, artık küflenmeye yüz tutmuş bir yapılanma biraz biraz tazelenmeye, temizlenmeye başlamıştı. Ama ne yazıktır ki ülkemizde sanatı, sanki üstüne vazifeymiş gibi, devlet yönetiyor, sanat hakkında kararları da mahkemeler veriyor. Peki ya sanatın gerçek sahibi sanatçılar..." Yavuz Pekman; "5 Nisan 1995 Kararları, bütçeyi ve ülkenin ekonomik durumunu altüst etti. Bundan da
Diğer yanıtlar ise şöyle: Seçkin Selvi: "En beğendiğim oyunlar: a) Çöplük: Statik bir oyun düzeninde yalnızca "şiirsel bir metin" olarak kalacak ve büyük bir olasılıkla sıkıcı duruma gelecek olan oyunun, dinamik bir reji ile "şiirselliği" zedelenmeden
pe
cy a
en büyük payı sanat aldı. Özel tiyatrolara yapılan çarpıcı kılınmasından dolayı beğendim. parasal yardım gecikince, perdelerini açamadılar. b) "Öteki tiyatrolar"ın tümü: Vermek istedikleri Kültür Bakanlığı'na bağlı tüm kurumlar bu karardan sanatsal mesajların ve dünya görüşünün, mutlak etkilendi. Ayrıca sanatsal bir biçimde aktarılması gerektiğini kavrayıp geçtiğimiz dönem, Bakırköy Belediye Tiyatroları bu doğrultuda çalışmalar yaptıklarından dolayı Genel Sanat Yönetmeni Zeliha Berksoy'un işine son beğendim. vermek için tiyatro yönetmeliğinde "tahrifat" yapıldı. En beğenmediğim oyunlar: Dikkat buyrulsun değiştirildi demiyorum, tahrifat a) Cem Sultan: Sanatsal ve düşünsel değeri olmayan yapıldı diyorum. Bu olay faşist yönetim anlayışının bir metnin, üstelik hoparlörlerle salona "Sala" bir göstergesiydi. Bakırköy Belediye Başkanı, vererek allayıp pullamaya çalışılmasından ötürü sözleşmesi biten bir sanatçıyla, özellikle bu sanatçı beğenmedim. yönetmense, onunla çalışmak istemediğini söyler ve b) "Tensing" Zekice bir metnin aptalca sözleşmeyi yenilemek istemez. Bunu yapmadan, sahnelenmesi nedeniyle beğenmedim." yönetmeliği "tahrif" ederek, Genel Sanat Özdemir Nutku yönetmenini atmaya kalkarsan, belediye ve kurum a) En kötü oyun Resimli Osmanlı Tarihi. Reji, yorum adına çirkin bir davranış sergilenmiş olur. " Hayati ve oyunculuk açısından çok kötüydü. Asılyazıcı b) Marat-Sade; nispeten daha iyiydi. Seçkin Selvi bu soruyu "Sezonun en çarpıcı olumsz olayı olumlu olay olmayışıdır" şeklinde Hami Çağdaş yanıtlarken Sevda Şener "Eleştirmen olmadığım "Yılın en iyi oyunları Çöplük ve Günlük Müstehcen Sırlar'dı. İkisinde de tiyatronun en uygun bileşimi için böyle bir şeye girmek istemiyorum" dedi. ortaya konuyordu. Yaratıcılık, estetik, oyunculuk, güncellik vardı. Bunlar ve bir dizi oyun özellikle Yaşar İlksavaş ve A t i l â Sav, sözlü mutabakata genç kuşağı tiyatroya çekerek bir seyirci çeşitliliği vardığımız halde dergimizin yayımlanacağı tarihe sağladılar. kadar (teknik nedenlerlee olsa gerek) yanıtlarını alamadığımız eleştirmenlerimizden. En beğenmediğim oyunlar konusunda ie doğrusunu isterseniz ben böyle bir seçim yapmamayı yeğlerim. Yavan ve sıradan çok oyun vardı. Ama hepsi de bir En çok beğenilen ve en az beğenilen oyunlara aldığımız en kısa yanıt Ayşin Candan'dan geldi: "Bütün seyrettiklerim vasattı".
"12. Gece" Diyarbakır Devlet Tiyatrosunun beğenilen oyunlarından biriydi. Tiyatro... Tiyatro... 19
a
korkunç tehlikelerini incelikli bir yaklaşımla sunan, bellekte derin iz bırakan, daha önce aynı temayı işleyen yapıtlardan ayrılan bir metin. Gürzumar'ın tüm sahneleme sorunlarının üstesinden geldiği
İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları, bu sezon Gogol'un "Palto"sunu sahneledi.
paylaşan çoğu sanatçıların yorumları düzeyli. "Godot'yu Beklerken" ise amatör tiyatrocu olmanın tüm avantajlarından yararlanıp tüm dezavantajlarından kaçınan bir çalışma. Bülent Acar'ın sahnelediği bu demirleblebi Beckett metni üstünde altı ayı aşan bir süre araştırma yapılmış, oyunun her kesiti sorgulanmış ve tartışılmış. Oyuncular metni sahnede nasıl yorumlamaları gerektiğini öylesine iyi anlamışlar ki sahnede amatörce potlar kırmaları olanaksızlaşmış. Türkiye'de bugüne dek izlediğim en doğru, en vurucu Beckett yorumu.
cy
şeyler yapmak istiyordu. En önemlisi hepsi heyecanlıydı. Bu aşk ve heyecan "en kötü" tanımlamasını hak etmemeleri için yeterliydi."
söylenemez, yine de vurucu, çok emek gerektirmiş, üstünde incelikle çalışılmış bir yapım. Prof. Halder'de Serhat Nalbantoğlu'nun ve diğer rolleri
pe
Hülya N u t k u "En beğendiğim oyunlar: a) Marat-Sade: içeriği eksik ancak görsel olarak çok iyi. b) Mefisto En beğenmediğim oyunlar: a) Resimli Osmanlı Tarihi: İçerik çarpıltılmış, yanlış yorumlanmış ve bana bir çırpıda sahnelenmiş gibi geldi. b) Yıldız Yargılaması: Temperansız." Ayşegül Yüksel "1994/95 sezonu içinde Ankara'da izlediğim en iyi iki oyundan profesyonel yapım olanı Şakir Gürzumar'ın Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelediği "İyi", diğeri ise amatör bir topluluk olan O D T Ü Oyuncuları'nın sunduğu "Godot'yu Beklerken". Her iki yapımın da -çoğunlukla ilk kez izlediğimiz yapımların bile sonuna dek zor dayanabilirkenizleyicide bir kez daha izleme isteği uyandırması, İstanbul'da "Nereye Kadar?" başlığıyla bir başka toplulukça da sahnelenen "İyi" teknik açıdan kusursuz bir metin değil. Ancak, zorba güçlerle "idareten" işbirliği içindeymiş gibi görünmenin 20 Tiyatro... Tiyatro...
İkinci soruyu yanıtlamak benim için zor. Ankara'da turne topluluklarıyla birlikte kırk dolayında oyun sergilendi bu yıl. Ben ancak yirmi beşini izleyebildim. Önceliği de "iyi" olduğunu düşündüklerime tanıdım. En kötülerini seçerken, gördüklerime haksızlık etmiş olacağım. Görmediklerime "en kötü" diyemeyeceğime göre..." Sibel Arslan "En beğendiğim oyunlar: a) Çöplük: Metin çok güzeldi. Oyunculuk ve reji de çok iyiydi. b) Final: Yüksek tempolu bir oyundu, bir renk getirdi. Oyuncular hareketliliği pek alışkın olmadığımız tarz ve tatta idi. İkinci sorunuzu çok beğendim, bütün dergiler
cy a
pe
benzer anketler, araştırmalar yapıyor ama böyle bir soruya yer vermiyorlar. a) Kim O: Sahne tasarımı dışında oyun yok. Topluluğun demeçlerinde yer verdikleri hiçbir şeyle oyunda karşılaşamadık. b) Üç Kurşunluk Opera: Müzikler ve oyunculuk kötüydü. Her şey fazlasıyla arabeskleştirilmişti. Seyirciye ödediği bilet ücretleri karşılığında bir Beyoğlu hayatı yaşattılar denilebilir.
M u r a t Tuncay "1994-1995 sezonu içinde İzmir'de seyrettiğim ve en çok beğendiğim iki oyundan ilki bir operadır. Leningrad'lı Yönetmen Yuri Aleksandrov tarafından sahnelenen Çaykovski'nin Yevgeni Onyegin Operası 19. yüzyıl seyircisinin Dramatik beğenisine göre biçimlendirilmiş ve adeta dondurulmuş bir libretto'nun 20. yüzyıl seyircisinin beğenisine göre nasıl yeniden yorumlanarak çarpıcı hale getirebileceğinin başarılı bir örneğini oluşturmuştur. Sahne tasarımının anlatım gücünü 19. ve 20. yüzyıl mizansenleriyle ustaca birleştirebilen yönetmenin çağdaş yaklaşımları, İzmir Devlet Opera ve Balesi sanatçılarına, operanın tiyatral boyutlarını kullanmanın ne denli önemli sonuçlar getirebileceğini göstermesi bakımından etkileyici olmuştur.
a
Selda Öndül "En beğendiğim oyunlar: a) O D T Ü Oyuncuları'nın Godot'yu Beklerken adlı oyununu çok beğendim. Çok söylenmiş ya da tekrar edilmiş, neredeyse içi boşaltılmış, klişeleşmiş bir oyunu tekrar ele almaları çok iyiydi ve bence gerçek anlamda temiz bir çalışmaydı. Metni, oyunculuğu, dramaturjisi, tasarımı, rejisi, yani tiyatronun unsurları, 5 ana unsur beş dişli birbirine uyumlu, tiyatral zevk verecek bir şekilde, yerinde, doğru, herhalde Beckett'in istediği biçimde, oyun içinde oyun mantığını da getirerek işlenmiş. Mutlaka herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Uluslararası festivallere gidebilecek bir oyun. Tiyatro tadı vermesi açısından, evrensel niteliğe sahip bir oyun.
performansından dolayı çok beğendim diyebilirim. En beğenmediğim değil ama yorumuna katılmadığım oyunlar a) Hizmetçiler. b) Asiye Nasıl Kurtulur."
pe cy
Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen Marat-Sade İzmir'de bu sezon içinde sahnelenen en başarılı iki oyundan biri olarak anılabilir bence. Özellikle sahne tasarımı ve oyunculuğun anlatım olanaklarını çok iyi birleştirmesini bilen bir yönetmen olarak Malcom Keith Kay'in bu uygulaması iyi bir program dergisi
b) Pazar Keyfi: Konusu itibariyle, göndermeleri, çağdaş ve cesur bir söyleme sahip olması itibariyle ve Altan Erkekli'nin üstün oyunculuk
Ortaoyuncular geçen sezon sahneledikleri "Üç Kurşunluk Opera"nın bir sahnesinde. 22 Tiyatro... Tiyatro...
ile birleştirilebilmiş olsaydı İzmir seyircisini çok daha üst düzeyde etkileyebilirle şansına sahip olabilecekti. 1994-1995 sezonu içinde İzmir'de seyrettiğim ve hiç beğenmediğim iki oyundan biri Resimli Osmanlı Tarihi. Diğeri ise Yıldız Yargılaması'dır. Her ikisi de klasik Devlet Tiyatrosu mizansenleri
içinde dağınık, z o r l a o y n a n ı y o r m u ş duygusunu v e r e n uygulamalar izlenimi bırakmıştır."
"En beğendiğim o y u n l a r a ) Ç ö p l ü k . G e r e k m e t i n gerekse sahne d ü z l e m i n d e çağdaş t i y a t r o dili başarıyla kullanılmıştı.
Yavuz
Pekman
b) Palto. Sahneleme ve özellikle ç e v r e düzenlemesi.
" D o ğ r u s u böyle s o r u l a r a yanıt v e r e b i l e n l e r e gıpta
Beğenmediklerim ise
e d i y o r u m , d e m e k ki sezon içinde sahnelenen b ü t ü n
a) Evrensel Pezevenk Para.
o y u n l a r ı g ö r m e başarısını g ö s t e r e b i l m i ş l e r . Tıpkı
H e r öğesiyle çarpık ve yanlıştı.
Avni Dilligil ö d ü l l e r i n i paylaştıran j ü r i üyelerinin
b ) Ayrılık Müziği.
yapıtığı gibi. Şimdi söze " g ö r e b i l d i k l e r i m içinde"
M a r g u e r i t e D u r a s gibi son d e r e c e b e l i r g i n b i r
gibisinden beylik bir girişle başlasam, ne kadar kolay
biçeme sahip bir yazar y e t e r i n c e incelenip ü s t ü n d e
o l u r d u ama. Böylece bana dudak büküp, b u r u n
d ü ş ü n ü l m e m i ş ve o y u n , gereksiz e k l e m e l e r l e ,
kıvıracaklara karşı, yanıtımı hemen uzatırdım: "eh
tanınmaz ve ç e k i l m e z bir hale gelmiş.
sizinkini g ö r e m e d i m , kusura bakmayın." Aslında oynanan b ü t ü n o y u n l a r ı izlemiş olsam da bunların hepsini aynı kefede t a r t m a k , aynı mezurayla ö l ç m e k , aynı makasla b i ç m e k bir " h ü k m - ü karakuşi" değil mi? Sanat eserini kendi o l u ş u m sürecini ve öz-gerçekliği içinde d e ğ e r l e n d i r m e k galiba daha d o ğ r u , bunu da zaman zaman yazılar yazarak, " e l e ş t i r i " adı altında y a p ı y o r u z zaten. Yine de ben, bu yarışmaya katılan b ü t ü n o y u n l a r a başarılar d i l i y o r , fazla puan alanları şimdiden k u t l u y o r u m , muvaffak olamayanlar da
"Bir yılın etkinliğini iki o y u n a i n d i r g e m e k ç o k güç. Bu s o r u n u z u şöyle yanıtlayabilirim: D e v l e t T i y a t r o s u Arnold
Wesker'in
" A n n i e W o b l e r " i iki kez g e t i r d i ,
ilk gelişinde g ö r d ü m ve b e ğ e n d i m . 7. Uluslararası İstanbul Festivali'ne D i y a r b a k ı r D e v l e t T i y a t r o s u ' n u n g e t i r d i ğ i Shakespeare'in " O n İkinci Gece"si, Işıl Kasapoğlu'nun y o r u m u y l a ç o k başarılı sunuldu. Şenliğe uygun o y u n l a r ı n başında g e l i y o r d u . Diyarbakır'dan bu denli başarılı bir yapımın gelmesi
cy a
üzülmesinler, seneye biraz daha fazla çalışırlar..."
H a y a t i Asılyazıcı
d o ğ r u s u ya Bölge T i y a t r o l a r ı düşüncesine de pek
Mehmet Atak
uygun d ü ş ü y o r d u .
"En beğendiğim o y u n l a r a) Ç ö p l ü k
Özlem Ersönmez'in
o y u n b o y u n c a s ü r d ü r ü y o r d u . Vacide Ö k s ü z c ü ' n ü n
Bugün ü z e r i n e k u r u l m u ş incelikli ve rahatsız edici bir m e t a f o r d u , Ç ö p l ü k . M u r a t h a n Mungan'dan bu
yana ilk kez heyecan v e r i c i yeni b i r t i y a t r o edebiyatı m e t n i . Işıl Kasapoğlu, t e k s t i n sahneleme
handikaplarını halletmiş, D u y g u Sağıroğlu'nun ç o k
pe
başarılı h a r e k e t l i d e k o r u oyuna açılımlar sağlıyor.
Kadı kızı misali e l e ş t i r d i ğ i m b i r iki n o k t a y a rağmen her üç o y u n c u ; Z u h a l G e n c e r , Haluk Bilginer ve
A h m e t U ğ u r l u d ö r t d ö r t l ü ğ e yakın. A m a benim e n büyük ö v g ü m A h m e t Levendoğlu'na, T ü r k i y e ' d e
alışık o l u n m a y a n bir şeyin, t i y a t r o yapımcılığının ne o l d u ğ u n u n dersini v e r i y o r adeta.
b) İşte Baş işte G ö v d e işte Kanatlar. Bu sezonun es geçilen o y u n u y d u . Eski o y u n u n t e k r a r ı muamelesi g ö r d ü , oysa değildi. T ü r k edebiyatının C e h e n n e m Kraliçesi, nev-i şahsına münhasır Sevim Burak'ın ç o k güzel, ama sahneye konması ç o k z o r o y u n u büyük bir başarıyla sahnelenmiş. Ceysu Koçak'ın p e r f o r m a n s ı m u h t e ş e m , ç o k özel bir o y u n c u . Nihal Koldaş da ilk o y u n d a k i yanlış d r a m a t i k l e ş t i r m e l e r i n den k u r t u l m u ş . Beğenmediğim o y u n l a r k o n u s u n d a ayrım y a p a m ı y o r u m , çeşitli açılardan ' k ö t ü oyun'(!) o kadar çok ki. En son ö r n e k "Altın Post" Esen
Wöbler'de
o y u n c u l u ğ u n d a k i tartımlılık, ilginçti ve başarıyı t ü m
Çamurdan
y o r u m u y l a genç bir y ö n e t m e n i n çıkışını t a n ı y o r d u k , İzmir
D e v l e t T i y a t r o s u ' n u n g e t i r d i ğ i Peter Weiss'in
"Marat"sından söz e t m e d e n geçilemez.
T i y a t r o S t o d y o s u ' n u n sunduğu T u r g a y N a r ' ı n " Ç ö p l ü k " adlı o y u n u da, istanbul s a h n e l e r i n i n en başarılı yapımıydı. Diğer sorunuzun
yanıtını d o ğ r u b i ç i m d e
v e r e b i l m e m şu an için olanaksız. Şundan ö t ü r ü olanaksız. Böyle bir oyunla ya da sizin s o r d u ğ u n u z gibi iki oyunla ilgili yazı istenseydi, d ö n e m içinde seçer e l e ş t i r i yazardım. N e var k i , hangi o y u n o l u r s a olsun ya da hangi t i y a t r o t o p l u l u ğ u o l u r s a o l s u n , bu d e ğ e r l e n d i r m e y i sıcağı sıcağına y a p m a k i s t e r d i m . Yapılan işin niteliği ne o l u r s a olsun o r t a d a bir e m e k vardır; h e r t i y a t r o y ö n e t m e n i b u emeği boşa harcamak istemez. Ben de bu t ü r emeğe saygılı o l m a k i s t e r i m . Bununla b i r l i k t e g ö r d ü ğ ü m o y u n l a r arasında yapılan işe, harcanan emeğe acıdığım bir o y u n var, İstanbul D e v l e t T i y a t r o s u ' n d a oynanan Behiç Ak'ın "Bina" o y u n u . H i ç b i r plastik kolaj sağlanamadığından ç o k yavan bir o y u n o l m u ş t u r . T ü m çabalara karşın, o y u n o l m a d a n oynanan bir o y u n d u bu. Ü s t e l i k Behir Ak'ı ç i z e r o l a r a k
-söz
olsun diye s ö y l e m i y o r u m - b e ğ e n i r i m ama t i y a t r o olarak o y u n çıkmamıştı. V e r i l e n onca emeğe karşın beğenmediğimi s ö y l e y e b i l i r i m . Tiyatro...
Tiyatro...
23
ELEŞTİRİ
Fakiye Özsoysal Çavuş
Şehir Tiyatroları'nın Kültürler arası Etkileşim Düşü Ama
"Altın Post" Gerçeği
a
görünmüyor. Yine de İstanbul Şehir Tiyatrosu, Tiflis Şehir Tiyatrosu'yla birlikte kültürlerarası etkileşim adına bir proje gerçekleştirme çabasına, yani zorlu bir işe girişmiş. Bu bağlamda Yunan Mitolojisi'nden "Altın P o s t u n Aranışı" mitini ele alarak uyarlamaya çalışmışlar. Bu proje için de güzel bir mekân seçilmiş; Rumeli Hisarı. Ancak bu işin altından yüzlerinin akıyla kalkıp kalkmadıkları tartışılır bir konu.
cy
Kültürlerarası tiyatro düşüncesi özellikle 70'li yıllarda yeni bir gelişme olarak k e n d i n i göstermiş; bu tiyatronun savunucuları kültürlerarası iletişimsizlik ve önyargıyı yıkmak ve tiyatroyu kültürlerin kaynaştığı bir noktaya taşımak isteği içerisinde yola çıkmışlardır. Bu iletişim isteği doğrultusunda, ele alınan eserin uyarlayıcılarının kendilerinin ve izleyicilerin kültürel deneyimlerinden getirecekleri önyargılarının üstesinden nasıl gelineceği ve sahne ile seyirci arasında hem göze hem kulağa seslenebildi bir orta noktanın nasıl bulunacağı en önemli sorun olarak karşımızdadır. S o r u n u n çözümü içinse, ele alınan eserin göstergebilimsel açıdan simgeleri biraraya getirilip, bunların eserin uyarlanacağı k ü l t ü r d e önem sırasına göre yeniden düzenlenmesi ve kodianabilmesi gerekli. Bu arada ele alınan eserin ya da kaynak k ü l t ü r ü n , ö z ü n d e n , sanatsal ve kültürel özelliklerinden çok şey kaybetme ve parçalanma riski içinde o l d u ğ u n u da göz ardı etmemek gerekir. Eser bir yanda sanat eseri, öte yanda da bir k ü l t ü r ü n kaynağıdır. Dolayısıyla sözü edilen t ü r d e bir çalışmada, kültürler arasında orta noktayı yakalamak, eserin özünü k o r u m a k ve dahası bunu görsdleştirebilmek öyle her yiğidin harcı olacakmış gibi
pe
H e r şeyden önce oyunun tanıtım kitapçığında yazılan süslü sözler, büyük amaçları anlatan yazılar, doğal olarak 'sahnede ne m u h t e ş e m bir gösteriyle karşılaşacağız kim bilir' beklentisi uyandırdı içimizde. Ç ü n k ü çıkış noktası çok etkileyici ve güzeldi bu projenin. Ancak ne yazık ki sahne üzeriyle tanıtım kitapçığında yazılanlar arasında uçurumlar vardı. Kağıt üzerinde görkemli binalar inşa etmek pek de zor olmasa gerek. Çünkü her sezon oyunlarda, tanıtım kitapçığında yazılanlarla sahnede olup bitenler arasında aynı tür bir çelişik d u r u m gözlenmekte. Altın Post projesinde tanıtım kitapçığında yazılanlardan yola çıkarsak iki önemli öğe başarılmaya çalışılıyor diyebiliriz. Birincisi, G ü r c ü yönetmen ve oyunun yazarlarından Sandro Mrevlishvili'nin; "(...) Altın Post pek çok ülkenin
24 Triyatro... Tiyatro...
insanlarını buluşturacaktır. (...) çeşitli dillerde k o n u ş a n (...)(ları) bir araya getirip çeşitli ruhsal yaraların iyileşmesine katkıda bulunacaktır. (...)" sözlerinde ve Çetin İpekkaya'nın; "Anadolu halk tiyatrosu ve G ü r c i s t a n halk tiyatrosu o y u n c u l u ğ u n u n karşılaşmaları" iddiasında odaklaşıyor. Bu sözler son derecede güzel, barış dolu bir misyonu, bir yakınlaşmayı dile getirirken, izleyicinin beklentisi kuşkusuz s a h n e d e bu misyonun, salt G ü r c ü oyuncuların G ü r c ü c e , T ü r k oyuncuların T ü r k ç e konuşmalarıyla değil, b u n u n ötesinde bir anlayış içinde gerçekleştiğini görebilmekti. Ancak gerek yeniden yazılan m e t i n gerekse sahneleme, beklentileri boşa çıkarttı. Sözcüklerde biçimlenen bu idealler, s a h n e d e ifadesiz bir yüzle p u t gibi yürüyen bir Medea, abartılı biçimde kollarını açarak yapılan konuşmalar, acemice kendini oraya buraya atan savaşçılar, bir d ö n e m i n abartılı T ü r k filmi trükleriyle birbirlerine bakan, bakışlarını kaçıran, birbirlerine koşan ve birbirlerinden kaçan aşıklar, insanlar ve her zaferinde Amerikanvari bir biçimde karşısındakinin elini havada yakalayıp sıkarak b u n u kutlayan, ürkek yürüyüşlü toy bir İason'la mı veriliyor? Ya da b i r d e n fazla rolün aynı oyuncu tarafından aynı
a
kıyılarında antik şehirlerde geçmesi olmuş.
pe cy
oyunculuk tarzıyla oynadığı için kimin kim olduğunun ancak giysilerden anlaşılabilmesi, dramatik gerilimi, çatışmaları ortaya koyamayan bir oyunculuk anlayışı benzeri daha bir çok durumla mı sahnede gerçekleştiriliyor? Kaldı ki bu mitin d o ğ u ş u n d a n binlerce yıl sonra ortaya çıkmış bir Anadolu halk tiyatrosunu mitsel bir oyuna o t u r t m a k herhalde pek de kolay olmasa gerek(!). H e m bir mit ele alınıyor, hem halk tiyatrosu oyunculuğu bunun içine yedirilmeye çalışılıyor, hem de mitsellikten, şiirsellikten ve bütünsellikten uzak yeni bir metin yazılıyor, doğal olarak oyuncular da neyi nasıl oynayacakları k o n u s u n d a şaşkın bir hakle kalıyorlar. Ç ü n k ü böyle bir pratikleri yok. D u r u m böyle olunca da, kültürlerarası etkileşimi sağlayacağını düşündükleri bu izleğin kültürlerarası en önemli ortak noktası, yalnızca, hikayenin Batı Anadolu, Boğazlar ve Karadeniz'de G ü r c i s t a n
Yabancı bir kültür ile karşılaşan seyirci için öyle anlar vardır ki o kültüre yabancı o l d u ğ u n u bildiği halde kendini yabancı hissetmeyebilir. Bunlar aşk, nefret, dostluk, hırs, güç arayışı gibi insani ve evrensel temalardır. Altın Post m i t i n d e b ü t ü n bunlar ve fazlası olmasına karşın k o n u n u n işleniş tarzı ve oyunculukta aksayan yanlar bu temaları s a h n e d e n izleyiciye inandırıcı bir biçimde geçiremiyor. Ele alınan kaynak k ü l t ü r ü n özü, özellikleri, sembolleriyle, G ü r c ü ve T ü r k k ü l t ü r ü n ü n alış verişi, bunların semiotik açılımları ya da sahne üzerine yansımaları ne metinde ne de görsel olarak verilebiliyor. Ayrıca bu miti bilmeyen seyirci oyun boyunca öyküyü anlamaya çalışırken görsel anlatımın zayıflığından özellikle kendi dilinde konuşulmayan bölümlerde sıkıntısını gizleyemiyor. Dolayısıyla yönetmen İpekkaya'nın;
" M e d e a ' n ı n trajedisinin daha ülkesinden ayrılırken başladığı hissedilsin." Metin yazarı G ü n e r s e l ' i n ; "Argonotlar maceralı bir yolculuktan sonra Kolhis'e varırlar. Kral Aietes'in büyücü kızı Medea (...) Aşk ve İktidar.(...) Vatanı ve babası ile aşkı arasında kalan Medea.(...)" sözlerindeki güçlü etkinin ve dramatik yoğunluğun da ne metinde ne ele s a h n e l e m e d e bir g ö n d e r m e alanı bulamayan tanıtım kitapçığı sözlerinden olduğu söylenebilir. O y u n d a üstesinden gelinmeye çalışılan ikinci öğe; binlerce yıl öncesinden gelen Altın Post mitinin güncel yanını yakalamak, onu g ü n ü m ü z gözüyle görmek. İpekkaya; " ( . . . İ n s a n olmak için gerçekten olmayı değil sahip olmayı yeğliyoruz." diyerek gerçek değerlerin sahip olunanlarla ölçüldüğü bir dünyaya eleştiri getirmeye çalışıyor. Bu bağlamda da mit üzerine geliştirilen oyun m e t n i n d e mit değişikliklere Tiyatro... Tiyatro... 25
değişiklikler,
a
eklemeler, çıkartmalar bir yana, yine tanıtım kitapçığında; "Efsanenin konusu, temelde, Argonotların iktidar sembolü olan Altın Postu ele geçirme mücadelesi." diye yazmak, içinde binlerce yıllık bir kültür hazinesi barındıran miti tek bir mesaj boyutuna indirmek ve kısır bir görüşte sınırlamak demek değil midir? Bu anlayış, ele alınan k o n u n u n mit olma özelliğini, kültür bağlarını yok etmek anlamına gelmez mi? Bu d u r u m başlangıçta güldüren amaca ne derece hizmet edebilir? İpekkaya'nın; "(,..)Günümüz dünyası ile efsanenin bize taşıdığı dünya arasında anlamlı bağlantılar(...)" ideali böyle kurulabilir mi? Mitler, doğal gelişimlerinde, ortaya çıkış nedenleri belli bir tek mesaj vermek olmayan anonim söylencelerdir. Ya da en azından asıl çıkış nedenlerini bu oluşturmaz. Oluşumu içinde bir çeşit giz besler. Bir mit, salt bir sembol olarak anlamlandırılabilir ya da biçim ve anlak olarak iki ayrı yönde, ama birbirinin destekleyicisi, aklayıcısı gibi de düşünülebilir. Ancak bunlar, miti dar bir çerçeveye sıkıştırır. Ç ü n k ü o zaman önem kazanan, mitin kendisi değil üzerine yaratılan anlamlar olmaya başlar. Belki de mitler tek bir boyuta indirgenmeden bir bütünsellik içinde, kendisi olarak yani hem doğru ve gerçek hem gerçekdışı yanlarıyla ve özellikle
pe cy
uğramış. Büyü gücü ve tanrılar tamamiyle göz ardı edilmiş ve b u n l a r ı n göz boyama olduğu, yalan olduğu anlatılmaya çalışılırken, altın sanılan iktidar sembolü post da eskimiş herhangi bir koyun postu olarak ortaya çıkarılmış. Peki büyü gücü dışlanırken ve olaya gerçekçi bir bakış getirilmeye çalışılırken, Argonotlar, olmayan bir Kaf Dağı'nın ardında yine bir efsane k a h r a m a n ı n ı n , P r o m e t e u s ' un efsanevi çığlıklarını gerçek olarak nasıl duyabiliyorlar? Argonotların Limni Adasına niye şifalı ot toplamaya geldikleri, bu otların ne işlerine yarayacağı yoksa aralarında hasta birilerinin mi olduğu metinsel bağlantılar açısından bir başka soru işareti. Ama tanıtım kitapçığında G ü r e n s e l ' i n anlattığı gibi, bu Limni Adası b ö l ü m ü n ü n , salt "İleriki yıllarda Atinalı meslekdaşlarıma bırakmak istediğim Pelias'lı bir giriş sahnesi yazmam" sözleriyle metinsel b ü t ü n l ü ğ e ulaştırıldığı sanılıyorsa belki de söyleyecek bir söz kalmıyor. Soru işaretleri bu kadarla da bitmiyor. Asıl efsanede geleceği gören yaşlı ve yalnız bir bakıcı olan P h i n e u s , b u r a d a n e d e n Einstein'a benzetilmiş ve ne olduğu belirsiz bir ilkel alet ö n ü n d e ne tür araştırmalar yapıyor ve niye yapıyor, bu yalnız adamın niye bir kızı var ve kızını kimler n e d e n kaçırmak istiyorlar? M a d e m büyü o r t a d a n kaldırılmak isteniyor, gerçekdışı büyüsel Çarpışan Kayalar metin içinde kendilerine nasıl mantıksal bir yer buluyorlar ve bu yaşlı bilim (!)adamı Argonotlara Çarpışan Kayalar'dan geçmenin yolunu niye bilim dışı bir yöntemle öneriyor? Atlı sanı bilinen hepsi mitolojik ya da yarı tanrı k a h r a m a n l a r olarak yola çıkan bir avuç insandan oluşmuş Argonotlar ölen arkadaşlarının adını n e d e n bilemiyorlar da ona "Meçhul A r g o n o t " diyorlar? Cevaplarsa izleyiciye ulaşamıyor. M e t i n d e k i mantıklı mantıksız 26 Tiyatro... Tiyatro...
göstetgebilimsel bir açıdan ele alınırsa dinamik, canlı ve renkli bir b ü t ü n oluşturabilirler. Böylece kaynak kültürlerinin özelliklerini koruyabildikleri gibi başka kültürlerle bir araya getirebilirler. Yazının başında, ele alınan eserin sanatsal ve kültürel özelliklerinin k o r u n m a s ı n d a n ve uyarlama sırasında öze yönelik öğelerini yitirme riski o l d u ğ u n d a n söz etmiştik. İşte Şehir T i y a t r o l a r ı n ı n bu projesinde farkında olarak ya da olmayarak içine düşülen d u r u m , bu riskin gerçekleşmesi olmuş. Çıkış noktası çok güzel olan böyle bir projenin, tabir yerindeyse, umutla beklenen çocuğu ne yazık ki ölü doğmuş. Kaynakça: Barther, Roland, Mythologies, The Noonday Press, New York, 1991 Pavis, Patrice, Theatre At The Crossroads Of Culture, Routlege, London, 1992
a
pe cy
a
pe cy
cy a
pe
S Ö Y L E Ş İ
Emre Koyuncuoğlu
Yakında Beşiktaş'ta Bir Konser Salonu Bir Kültür Merkezi Tiyatrolar...
Ve Ayfer Atay beş dönem insanlar bana oy vererek seçtiler. Yani, ben Beşiktaşlıları tanıyorum, onlar da beni tanıyorlar. Eksikliklerin neler olduğunu biliyorum. Beşiktaş İlçesinin diğer ilçelerle kıyasladığınızda öne çıkan özellikleri nedir? Ve kültür alanında yapılan bu yeni adımlar Beşiktaş halkının özellikleri dikkate alınarak düzenleniyor mu?
cy
a
Beşiktaş Belediyesi geçtiğimiz günlerde ilçeleri için yaptıkları bir tiyatro salonunun, bir kültür m e r k e z i kompleksinin ve bir konser salonunun müjdesini verdi. Sayın Ayfer Atay, belediyenizin diğer belediyelere örnek olabilecek bu tavrını neye bağlayarak açıklıyorsunuz?
pe
Bundan 65 yıl evvelki 1580 sayılı yasa; belediyelere yol yapma, kanal yapma, sokakları süpürme dışında birtakım sosyal görevler de vermiş. Tanzim satışları yaparsın, toplu konut yaparsın, toplu taşımacılık yapabilirsin demiş, hastane işletebilirsin, tiyatrolar açabilirsin demiş, konservatuarlar açabilirsin demiş, bugün devletin üstlendiği görevleri o zamandan belediyelere vermiş. Dünyanın her yerinde Avrupa'nın metropol kentlerindeki belediyelerde bu görevler trafikten, eğitime, sağlık sektöründen, kültür işlerine hepsi belediyelere verilmiştir. Zaman içerisinde Ankara bu görevleri içinden çekip çekip almış ama yasa halen yürürlükte. Ve o yasa yürürlükte olduğuna göre bizim de belediyeler olarak her şeyi devletten, hele hele bu hantal yapısından beklememeliyiz. O yüzden belediyeler kent kültürüne de katkıda bulunmak zorundadır. İnsanların sağlığıyla ilgileniyoruz, refahıyla ilgileniyoruz, doğumu ya da ölümü ile ilgileniyoruz da yaşarken onun ruhi gıdası olan kültür hizmetlerini götürmek de bizim hizmetlerimiz arasındadır. Ve bu noktadan hareket ederek bizim klasik belediye hizmetleri haricinde birtakım sosyal hizmetleri de götürmenin görevimiz olduğunun bilincindeyim. Çünkü 22 senedir belediyede görevliyim ben. Yani, burada Beşiktaş'ta 30 Tiyatro... Tiyatro...
Saraylar Beldesi diyoruz, Beşiktaş'a. Hakikaten de öyle, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı, Çırağan Sarayı hepsi Beşiktaş'ın sınırları içerisinde. Ihlamur Kasrı, Şale Köşkü, Feriye Sarayları'nı ... saymıyorum, onlar saray konutları ve günümüze kadar gelen saray artıkları... Demek ki bundan 200 yıl evvel Osmanlı imparatorluğu Beşiktaş'tan yönetiliyormuş. Zaman gelmiş, bu sarayların bahçelerine oteller yapmışız. Dolmabahçe Sarayı'nın bahçesine Swiss Oteli yaptık, Çırağan Sarayı'nın bahçesine Çırağan Oteli, Yıldız Sarayı'nın bahçesine Conrad Oteli'n'ı yaptık. Beş yıldızlı oteller beldesi oldu Beşiktaş. Ve Beşiktaş'ın bir özelliği de Barbaros Bulvarı üstünde olduğu gibi Plazalar. Neredeyse, bütün büyük iş merkezleri burada. Üniversiteler burada. Boğaziçi Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi, Yıldız Üniversitesi burada. Profesörler Sitesi burada, okuyanlar, okutanlar, entelektüel kesim, sanatçılar burada oturuyor. Baktığınızda kent kökenli insanların oturduğu bir yer Beşiktaş. Ancak, sanat ve kültür altyapısı yok. O halde, yol yapmak, çöp toplamak kadar görevimiz olduğunu düşünerek Beşiktaş'a kültür alt hizmeti sunabilecek bir şeyler yapabilmek için harekete geçtik.
pe
cy
a
Kültür ve sanat alanında Beşiktaş yakın bir gelir düşünmüyoruz, çarşıdan gelecek geliri de z a m a n d a nelere kavuşacak? tiyatronun masrafları için bağlamayı düşünüyoruz. İlk geldiğimiz gün halka bir şeyler verebilmek Aslında bir Osmanlı geleneğinin yorumu bu. Onlar da amacındaydık. Üst seviyedeki insanlar kalkıp Atatürk camileri yaparlar, yanlarına vakıflarını, çarşılarını Kültür Merkezi'ne gidebiliyorlar veya İstanbul kurarlarmış. Başka bir çalışmamız daha var. Beşiktaş Festivallerini izleyebiliyorlar. Beşiktaş'ın aşağı arsa bakımından en az arsası olan bir ilçe. Çünkü arazi mahallelerindeki insanlar televizyon ekranının rantının en yüksek olduğu yer. Ulus, Akatlar, Levent önünden ayrılamıyor. Onları sanatçıyla bir araya gibi yerler Türkiye'nin kiralarının en yüksek olarak getirebilmek, farklı bir dialog kurdurabilmek için başladığı yerlerimiz. Bir de ayrıca büyümesini sanat ve kültür şenliği düzenliyoruz. İlk başta tamamlamış bir ilçe. Kendi içinde yükselme şansı var. amatörce başlayan ancak son yıllarda oldukça Başka alanı yok. Bu yüzden yeni yerler yapabilmek için profesyonelleşen ve Beşiktaş'ta oturan tüm gönüllü çukurları, boşlukları dolduruyoruz. Parseli olmayan olarak katılan sanatçıları içine alan, yurtdışından da yerlere parsel vasfı kazandırmaya çalışıyoruz ya da çeşitli halk kamu topluluklarını, kuruluşlarının rock arazilerinden gösterilerini istifade resim sergilerini, ediyoruz. duvar afişlerini, Plazalar diye yazar, çizer, bahsettiğim edebiyatçıların y e r d e , Emlak sohbetlerini, Bankası'nın tiyatro bir arsası var. oyunlarını, halk Sarıkonaklarkonserlerini da bu arsadan kapsayan bir istifade hafta süren etmeye festivaller çalışıyoruz. düzenledik. Hazineden ve Halkımız bundan b i r kısmını da memnun, bunu Büyükşehir istiyor. Bu sene Belediyesi'n Geçenlerde temeli atılan Kültür Merkezînin maketi. biraz geciktik ve den 50 yıllığına büyük bir isyan çıkıyordu. Bundan da anlıyoruz ki, kiraladığımız yerde bu yıl içerisinde 2000 kişilik bir halk bu tür kültür olaylarına açık ve aşina. İkincisi konser salonu olan bir kültür merkezi yapılacak. yine kendi parti programımızdan gelen eski halkevleri İstanbul'un, belki de Türkiye'nin en büyük uyarlaması olan semtevlerimiz var. Bitmiş bir tane salonlarından biri olacak. On ay içerisinde bitmesi var. Ortaköy deresinin içerisinde yer alıyor. Orada, planlanıyor. Orasını yap-işlet formülüyle ihaleye kadınlarımıza beceri kursları, meslek edindirme çıkaracağız. Kullanma hakkını yapanlara bir müddet kursları, tiyatro kursları düzenliyoruz. Semtevinin vereceğiz. Böylece kentliler kültür hizmetlerinden de dispanseri var, kreşi var. İETT'den kiraladığımız bir istifade etme olanağı bulacaklar. Bir yerimiz daha var, binada bir tane daha açacaktık, ancak Refah gelince, yine planda tiyatro olarak ayırdığımız Barbaros kendi yerimizi yapmaya başladık. Bir de tiyatro Bulvarı'ndan yukarıya doğru çıkarken, Sabancı salonumuz var. Geçenlerde onu da 10 yıllığına ilkokulu'nun yanında yine Emlak Bankası'nın TOBAV'a kiraladık. TOBAV onun iç mekanını, Belediye'ye terk ettiği alanlardan biri var. Orada da dekorlarını tamamlayacak ve 10 yıl işletme hakkına altına 5 katlı otoparkı üstüne de aşağı yukarı ikibin sahip olacak. Bunlarla da yetinmedik, geçen aylarda metrekarelik bir alan içerisine tek katlı bir tiyatro ve temelini attığımız yeni bir tiyatrovar. Bu tiyatronun fuayesi projelerimiz ve planımız içerisinde. Şimdilik bu olduğu komplekste tiyatro okulu, altında iki kat yılki çalışma planımızda kültür hizmeti olarak bunları katotoparkı, tiyatro gelir getirici olmadığından, oraya öngörüyoruz. gelir getirecek, tiyatronun üstüne düşündüğümüz çarşı da bu bütünde yer alacak. Tiyatrodan hiç bir Tiyatro... Tiyatro .. 31
İ Z L E N İ M
Tülin
Sağlam
Ankara 95
Amatör Tiyatrocular Ankara'daydı olduğu düşüncesinin bir ütopya olmadığını bu 200 genç bir kez daha gösterdiler. Ancak bu güzel buluşmaya gölge düşüren tek olay Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin resmen davet edilip katıldığı halde isminin program kitapçıklarında yer almamasıydı. Buluşma devam ederken 23 Temmuz'da Kongre ve Festival başladı, 24 Temmuz'da Ankara Hilton Oteli'nde resmi açılışı yapılan kongrede buluşmanın gençleri delegeleri "Sanata Evet" parolasıyla içeri aldılar ve ardından her grup kendi atölye çalışmasından bir örnek sundu. Açılış konuşmaları TOBAV Genel Başkanı Tamer Levent, AITA/IATA eski başkanı Hugh Lovegrove ve Kültür Bakanlığı Müsteşarı Emre Kongar tarafından yapıldı. Konuşmalarda genel olarak "Sanata Evet" demenin barışa, dostluğa, özgürlüğe evet demek olduğu, sanatın insan yaratıcılığı ve duyarlığını arttırmanın en önemli araçlarından biri olduğu vurgulandı. Öğleden sonraki oturumda Viyana Üniversitesi'nden Prof. Manfred Wagner "2000'li Yıllarda Sanata Evet" başlıklı bildirisinde sanata neden ihtiyacımız olduğunu, sanatın politikayla, sosyal yaşamla, insanın psikolojik ve fizyolojik yapısıyla ilişkisinin bilimsel araştırma sonuçlarına dayanarak anlattı. Kongrenin en doyurucu ve bilimsel konuşmasını yapan Wagner, sanatın politikayla ilgili olduğunu çünkü sanatın kimlik yarattığını, sosyal durumu belirlediğini, özgürlüğü savunduğunu, birçok kültürün sentezi olduğunu ve gelenekleri değiştirebildiğini ifade etti. Sanatın psikoloji ve fizyoloji ile olan ilişkisini açıklarken Wagner, sanatın beynin her iki
pe
cy
a
T O B A V (Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı)'nın Kültür Bakanlığı ve Başbakanlığın desteğiyle gerçekleştirdiği Ankara '95 Projesi, 15-30 Temmuz 1995 tarihleri arasında üç ayrı tiyatro etkinliğinin yer aldığı büyük ve özel bir organizasyondu. AITA/IATA (Uluslararası A m a t ö r Tiyatrolar Birliği)'nin kongre ve festivali bu arada düzenlemesi olağan sayılıyor. Ankara'daki bu organizasyonu özel kılan dünyada ilk kez bu kongre/festivale EDERED (Avrupa Drama Buluşmaları)'in davet edilmesiydi. Böylece amatör tiyatro yaşantısının birbirini tamamlayan üç ayrı etkinliğini (Buluşma), bu sürecin ürünleri (Festival) ve bu sürecin gerçekleştirilmesi için düşünce üretimi (Kongre). Bu üç etkinliğin ortak sloganları "SANATA EVET" ve "Tiyatro Yolu ile Anlaşma ve Eğitim'di.
4. Avrupa Gençlerinin Tiyatro Buluşması EDERED, 15-30 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşti. 21 ülkeden gelen 200 kadar genç ve 50 animatör O r t a Doğu Teknik Üniversitesi kampüsünde on beş gün süreyle "Sanata Evet" temasını işledikleri atölye çalışmaları yaptılar. Atölye çalışmalarının ürünleri Kongre'nin açılış günü olan 24 Temmuz'da Hilton Oteli'nde Kongre delegelerine, 29 Temmuz kapanış günü ise Ankara'nın en büyük alışveriş merkezlerinden biri olan Karum'un içinde ve önünde halka sunuldu. Ankara '95 projesinin halkla buluştuğu tek etkinlik bu oldu denebilir. İnsanların dini, dili, ırkı, rengi, cinsiyeti ne olursa olsun bir arada olabileceği, bunların ötesinde ortak değerleri olduğu ve bunları kavrayıp paylaşmanın en güzel yollarından birinin de sanat 32 Tiyatro... Tiyatro...
Fransa birer oyunla, Türkiye iki oyunla katıldı. Boğaziçi Oyuncularının "Galip, Sokaklara Talip" ve Ankara Deneme Sahnesi'nin "Misafir" adlı oyunları bir başka yazıda değerlendirileceği için ben diğer yedi oyun hakkındaki izlenimlerimi aktaracağım. İlk olarak Amerika'dan Jesters' Roving Players adlı grup "Working" (İşbaşı) adlı oyunu sergiledi. Studs Terkel'in aynı isimli kitabından uyarlanan oyun Randy Wieging tarafından bir müzikal olarak sahneye konmuş. Amerika'da birçok işkolunda çalışan işçilerin yaşamlarının sergilendiği oyun, işçilerin işlerine yabancılaşmalarını, tekdüze yaşamlarını, düşlerini, düşlerinin sona erişini ve emeklilik hayallerini dar bir pencereden bakarak anlatıyor. Ancak bu dar pencere müziğin ve şarkı söyleyen oyuncuların başarısıyla biraz aralanıyor.
tiyatro etkinliğini başarıyla yürüten O D T Ü , Boğaziçi Oyuncuları gibi toplulukların katılabilmesini umuyoruz. Festivalin resmi açılışı da 24 Temmuz'da yapıldı. Şinasi Sahnesi'nde yapılan bu açılışa Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Kültür Bakanı İsmail Cem de katıldılar. Açılış gecesinin en esprili anı Tamer Levent'in bu organizasyonun gerçekleştirilmesine yardımcı olan Kültür Bakanlığına teşekkür ederken Fikri Sağlar, Timurçin Savaş, Ercan Karakaş ve İsmail Cem olmak üzere d ö r t Kültür Bakanının adını söylemek durumunda olmasıydı. Festival oyunlarını tek tek ele almadan önce bu festivalin Ankara halkıyla buluşamamasının bir şanssızlık olduğunu söylemek gerekiyor. Festival seyircisi üç etkinliğin katılımcıları ve bir avuç gözlemciden ibaretti. Üç etkinliğin katılımcılarının sayısı bir tiyatroyu doldurmaya yetecek kadar olduğundan Festivallerin mantığı gereği yapılması gereken bilet satışı yapılamamış ve Festival halktan kopuk kalmıştı. Festivale Amerika, Rusya, Slovakya, İsveç, Meksika,
Oyunda yeni bir bakış açısı, bir düşünce derinliği, sahnelemede bir yenilik yoksa da, bildik Broadway müzikallerinin bir kopyasını görüyor olsanız da güzel şarkılar, sevimli, çalışkan, disiplinli insanlar, akıllıca kotarılmış sahne ve kostüm tasarımlarıyla oyalanıyorsunuz. Amerika'nın ardından gelen Rusya'nın oyunu iki kültürün birbirinden ne denli farklı olduğunu ve bu farkın tiyatroda nasıl hemen ortaya çıktığını göstermesi bakımından ilginçti. Amerika'nın oyununu izlemek ne kadar kolaysa Ruslarınkini izlemek o kadar zor ve şaşırtıcıydı; Amerika'nın oyunu ne kadar bildik kalıplarla sahnelenmişse Rusların oyunu o kadar değişik, deneysel bir anlayışla sahnelenmişti. Rus Maneken Tiyatrosu Moliere'in Don-Juan adlı oyununu Bobkov Yuri Ivanovich yönetiminde sahneledi. Oyun, topluluğun kendi deyimiyle bir deneme; Don Juan karakterinin gizemini araştıran bir deneme. Don Juan'ın gücü, cesareti, çekiciliği, aklı, çelişkileri vb. onun yoluna çıkan insanların; aşıkları, babası, arkadaşı ve sadık hizmetkarının kimler olduğu sorularak ve Don Juan'ın onlarla
pe cy
a
yarımküresini de harekete geçirdiğini, zekayı şekillendirdiğini, stresin üstesinden gelip haz duyulmasını sağladığını belirtti. Daha sonraki beş gün içinde Kongre delegeleri çeşitli çalışma grupları oluşturarak AITA/IATA'nın ve amatör tiyatronun geleceğini tartıştı. AlTA/lATA'nın yeni başkanı Thomas Hauger'in eski başkan Hugh Lovegrove'dan görevi devraldığı bu kongrenin yönetim kurulu seçimleri, tüzük değişiklikleri ve AlTA/lATA'nın yeni yapılanması gibi konuları içeren yüklü bir çalışma programı vardı. Ankara Hilton Oteli'nde iyi bir organizasyonla gerçekleştirilen bu kongrenin sonunda bir dahaki Kongre/Festival'in Monaco'da yapılması önerisi kabul edildi. 1997 yılında yapılacak bu Kongre/Festival'e Türkiye'den yıllardır amatör
Tiyatro... Tiyatro... 33
oyununu, oyun içinde oyun seyrediyor. Birlikte İngilizce öğreniyorlar, şarkı söylüyorlar, icatlarını deniyorlar, uçak yapıp uçmayı deniyorlar ve oyun böylece devam ediyor. Zaman makinesi olarak düşünülmüş ama ancak bir okuma lambası olabilmiş, bir bisikletin pedalının çevrilmesiyle yanan lamba, adım sayma makinesi (Bacağına takınca kaç adım attığını sayıyor), J. Hendrix modeli gitar (fişe takınca üstündeki küçük lamba yanıyor), seyyar mutfak (içinde ocak, tencere vb. malzemelerin bulunduğu küçük katlanan bir masa ve bu masanın en önemli özelliği içinde bir kasetli teyp olması ve ondan gelen talimatla yemek pişirilmesi) gibi sevimli ve zekice düşünülmüş icatları seyrederken hem eğleniyor hem de mutfağınızdaki domates kesme makinesini düşünüyorsunuz. Vilo ve Edo sahneye tahtaları getirip uçak yaparken, uçuş talimi sırasında, sevgilileriyle birlikte olma hayalleri kurarken sizi de çocukluk ve ilk gençlik yıllarınıza götürüyorlar. Oyunun sonunda yaptıkları kanatları kollarına takıp, sofitadan uzanan iplere tutunup uçarlarken siz de onlarla birlikte uçmak istiyorsunuz. İnsanı böylesine saran, içine alan bir oyun. 7'den 70'e herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bu oyunu oyunculardan birinin iki yaşındaki çocuğu seyrettikten sonra babasının uçabildiğini ve kuşların onun arkadaşları olduğunu düşünmüş. İsveç'ten gelen grubun adı Kiruna Amateur Theatre Company, oyunun adı "The Proposal" (Evlenme Teklifi) ve oyunun yönetmeni Ulla Lyttkens. Topluluk 1930'larda İsveç'te yaşanan gerçek bir olaydan yola çıkarak geleneksel motiflerle süsledikleri, şarkılı, danslı, olağanüstü müziklerle dolu bir temsil koymuş ortaya. Stokholm'lü bir adam isveç'in kuzeyinde küçük bir kasabada yaşayan bir kıza aşık olur ve kuzeyin taşkın, gürültülü patırtılı hayatı ve gelenekleriyle ilk kez karşılaşır. Bir yandan bu vahşi doğallığın cazibesine kapılır ama bir yandan da ona alışamaz ve oyundaki şarkıda da söylediği gibi bir daha asla kuzeyli bir kıza evlenme teklif etmemeye karar verir. İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi'nde sergilenen oyun ortada oynandı, seyirci d ö r t bir yanda nerdeyse oyuncularla iç içe o t u r d u . Açık biçimli oyunda episodlar iki anlatıcının yardımıyla ya da şarkılarla bağlanıyordu. Stockholm'lü adam gibi seyirci de kuzeyin yaşamıyla karşılaştığında şaşırıyor ve ona kayıtsız kalamıyor. Kuzeyli insanlar eğlenmeyi seviyorlar; yiyorlar, içiyorlar, dans ediyorlar, sevişiyorlar, esrikleşiyorlar, kavga ediyorlar ve seyirci ikram edilen ekmek, jambon,
pe
cy
a
olan ilişkisi irdelenerek araştırılıyor. Aşk, şehvet, dostluk, merhamet, nefret, kıskançlık ve intikam gibi insanı yönlendiren güçlü duyguları temsil eden oyuncularla Don Juan'ın ilişkisinin irdelenmesi giderek insanın yapısının irdelenmesine dönüşüyor. Bir insanı 'o' insan yapan nedir? Bu soruya yanıt verilmiyor ancak insanın tek boyutlu olmadığı, birçok çelişkiyi içinde barındırabileceği ve belki de bu çelişkilerin insanı çekici kıldığı düşüncesinin altı hafifçe çiziliyor. Don Juan metnine yeni bir yorum getiren topluluk, oyunu sahnelerken de yeni ve şaşırtıcı olmayı seçmiş. İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi'nde sergilenen oyun için ortada büyükçe bir kare alan boş bırakılmış, bu karenin iki yanına seyirci sıraları, diğer iki yanına sahne giriş çıkışları için kapılar konmuş. Ortadaki alana su doldurularak bir havuz yapılmış. Oyun bu havuzun üzerine konan beş altı ince tahta platformda ve suda oynanıyor. Kalabalık bir kadrosu olan oyunda oyuncuların o ince platformlar üzerinde adeta cambazlık yaparcasına yürümeleri, koşmaları, kavga etmeleri, zaman zaman suyun içinde oynamaları metnin deneysel yorumuyla örtüşüyordu. Oyunculuk, kostümler, ışık ve sahne tasarımı da bu deneyci yaklaşımı destekleyen, bütünleyen unsurlardı. Sonuç olarak ortaya içerikle biçimin birbirine uyduğu, ustaca kotarılmış, dünyaya söyleyecek sözleri olan insanların amatör bir ruh ama profesyonel bir anlayışla sahneledikleri bir oyun çıkmış. Ancak oyun biraz daha kısa ve daha az söze dayalı olsaydı bu tür uluslararası bir festival için daha doyumsuz bir tat olabilirdi. Bu anlayışla bakıldığında Slovakya'nın oyunu tam bir festival oyunuydu. The Theatre Association-Partizanske grubunun oyunu "About the Wings, Dreams and Hurricane Dog" (Kanatlar, Düşler ve Fırtına Köpek Hakkında), yönetmenleri Jozef Krasula ve Ivan Hanzlik. Yeni yetme iki delikanlının sade ve kırılgan yaşamlarının ele alındığı oyun, zengin görsel etmenleri, ingilizce cümlelerin organik bir biçimde oyuna dahil edilmesi, zekice esprileri, başarılı oyunculuğu ve yaratıcı rejisiyle herkese hitap edebilen, sıcacık, sevimli ve başarılı bir temsil olmuştu. Vilo ve Edo (Bir kırsal kesim Edison'u) delikanlılık eşiğinde iki genç insan; ne genç ne çocuklar, hem genç hem çocuklar. Bu nedenle hem çocukça oyunlar, icatlar hem de sevgililer var yaşamlarında. Edo sürekli icatlar yapma peşinde, Vilo da ona hayran ve öykünüyor. Vilo ve Edo birlikte oyunlar oynuyorlar, seyirci de onların bu oyunlarının 34 Tiyatro... Tiyatro...
Kapanış gösterisinden bir görüntü.
a
içki ve erik suyuyla bu eğlencenin bir parçası oluyor. Sahnede pişirîfen balığın kokusu da bu atmosferi tamamlıyor ve orada bulunan herkes bir ritüelı yaşıyor. Hani sonunda seyirciyi de danslarına ortak etmek isteseler herhalde çoğunluk sahneye fırlardı. Fransız grup Sillygone Marivaux'nun La Dispute adlı oyunun sergiledi. Yönetmen Gonin Nicole. Oyun d ö r t çocuğun hayatı üzerine oynanan yararsız ve acımasız bir öyküye dayanıyor. Bir prens aşk ihaneti hakkında düşündükten sonra umutsuzluğa kapılmış olacak ki insan ırkının yeniden başlatılmasına karar veriyor. İki kız iki erkek bebek kaçırılıp ormanda birer zenci bakıcının eline bırakılıyorlar. Birbilerini ve hatta kendilerini bile görmeden (küçük ayna yok) büyüyorlar. Bu bebekler büyüyüp on sekiz on dokuz yaşlarına geldiklerinde prensin oğlu gençlerin birbirlerini görmeleri için serbest bırakılmalarını ister ve kendisi de olacakları seyretmek üzere koltuğunda yerini alır. Gençler birbirleriyle karşılaşırlar, yakınlaşırlar, aşık olurlar ve ardından sorunlar başlar. Birbirlerinin sevgililerini kıskanırlar ve kavga ederler. İş çığırından çıkmaya başlayınca prensin oğlu tarafından deney durdurulur ve gençler serbest bırakılırlar ama bundan sonra bu gençlere ne olacağı hiç düşünülmez. Oyun neredeyse boş bir sahnede, insanoğlunun yalnızlığını, küçüklüğünü vurgularcasına oynanır. Prensin oğlu ve sevgilisi simsiyah kostümler içinde, bu oynanan oyunun yönetmenleri gibi olup biteni arkadan seyrederler ve istedikleri yerde müdahale ederler. Bembeyaz giysiler içindeki gençler ise ipli kuklalar gibi rollerini oynarlar bu hayat oyununda. Saflığın ve temizliğin temsilcisi bu insanlar sonunda karalar
pe
cy
içindekilerin oynadıkları oyunun kurbanı olurlar ve tek başlarına kalırlar. Sadece d ö r t genç oyuncunun iyi r o l yapıp düzgün konuşmasına dayandırılan oyunda gençler üzerlerine düşen görevi başarıyla yapıyorlardı. Ancak bu kadar çok söze dayanan ve asal olarak d ö r t kişinin konuşmalarıyla sürüp giden bir oyun, bir tiyatro temsilinden çok okuma tiyatrosunu andırıyordu. En heyecanla gittiğim ve beni en fazla düş kırıklığına uğratan oyun Meksikalıların sergilediği Kanlı Düğün'dü. Teatro La Cueva adlı grup Federico Garcia Lorca'nın Blood Wedding (Kanlı Düğün) adlı oyununu İspanyol geleneklerinden sıyırıp evrensel bir tragedya yapmayı denerken ne yazık ki tregedyayı ortadan kaldırmışlar. Amaçlarının görsel ve çarpıcı bir şov sunmak olduğunu söyleyen grup bu uğurda oyunun asal yapısını bozmuş ve yerine yeni bir şey koyamamış. Oyunun en önemli dramatik anları, kriz noktaları, düğümler seyircinin hayal gücüne bırakılarak geçilmiş ve ortada at yerine kullanılan bir jimnastik bisikleti, üzerine neden çıkıldığı belli olmayan çeşitli yükseltiler, barlar, ilginç olmasına çalışılmış bir makyaj, eklektik kostümler kalmış. Bütün bunlara bir de kötü oyunculuk eklenince, acemilik anlamında amatörce bir temsil çıkmış ortaya.
Tiyatro... Tiyatro..
E L E Ş T İ R İ
IATA/AITA
Selda Öndül
9 Bölge Amatör
Tiyatrolar Festivali
"Galip, Sokaklara Talip" ve "Misafir" toplumsal olarak toplumun gereksinmelerini karşılayıcı öncü kültürel/sanatsal etkinliklerde bulunmak olarak özetlenebilir. Ankara'da ilk kez bir Jean Paul Sartre oyunu ("Gizli O t u r u m " 1961) bir Albert Camus oyunu ("Yanlışlık" 1963) ve bir Bertolt Brecht oyunu ("Carrar Ananın Silahları" 1964) oynayan Topluluk, geniş bir yelpaze içinde oyunlar sergilemiş. Jean Tardieu'dan"Gişe" (1965), Max Frisch'den "Andorra" (1969), Nâzım Hikmet'ten "Benerci Kendini Niçin Öldürdü?" (1978-79) Topluluğun yapımları arasında ilk ağızda sayılabilir. Ankara Deneme Sahnesi uluslararası başarılara da sahip: "Savaş Oyunu" ile 1965'te X. İstanbul Uluslararası Kültür Şenliği'nde Dünya İkincisi ve Jüri Özel Ödülü'nü "Uzun Dere" ile 1966'da Uluslararası Nancy Tiyatro Festivali'nde Büyük Ödül'ü, yine aynı oyunla XI. İstanbul Kültür Şenliği'nde Birincilik Ödülü'nü kazandı. IATA/AITA 9 Bölge Amatör Tiyatrolar Festivali'nde düzeyli yapımlar sergiledi iki topluluk da. Çağın sorunlarına yerelden, Türk insanından yola çıkarak değen, "mevcut"u sorgulayan gösterimlerdi bunlar. "Galip, Sokaklara Talip"in kurgusunu Ömer F. Kurhan yapmış. Kurhan, rejiyi de Sevilay Saral ile birlikte üstlenmiş. "Galip, Sokaklara Talip" bir dans, mim gösterisi. Aile içindeki çatışmalardan bunalan Galip, biraz da zorunlu olarak, "başını dinlemek", kendi başına var olabilmek için çareyi sokaklara düşmekte bulur. Arkadaşlar edinir kendisine benzeyen. Onlarla birlikte yeni yaşantılar arar. Kızların çekiciliğine kapılır. Çete savaşçılarının elinden zor kurtulur. Gece bastırınca, bir yandan
pe
cy
a
Ankara '95 etkinlikleri kapsamında yer alan IATA/AITA 9 Bölge Amatör Tiyatrolar Festivali'ne Türkiye'den iki yapım katıldı: "Galip, Sokaklara Talip" ve "Misafir". "Galip, Sokaklara Talip" Tiyatro Boğaziçi'nin, "Misafir" ise Ankara Deneme Sahnesi'nin yapımı. Tiyatro Boğaziçi, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST)'nun Tiyatro Birimi'ni oluşturuyor. BGST'nun yapılanma biçimini, Topluluk, 1 No'lu Bülten'inde, "lisans öğrenimi sonrasında kültür/sanat faaliyetlerini sürdürmek isteyen, Boğaziçi Üniversitesi'nden mezun kişilerin oluşturduğu bir organizasyon" olarak tanımlıyor. BGS Topluluğu birimlerinin hem bağımsız hem de ortaklaşa etkinliklerde bulunacağı öngörülüyor. Böylesi bir topluluğun kurulma amacı ise, bireysel düzlemde mezuniyetten sonra sanat ve kültürden uzak, salt tüketime yönelik bir yaşam yerine sanat ve kültür adına üretici olmak; toplumsal düzlemde ise, araştırmaların yaşama geçirilerek toplum yaşamına müdahale edebilmek. Amatör veya yarı-profesyonel olarak tanımlanan Topluluk, her iki anlamda da sanat yoluyla ve sanatsal anlamda eğitim işlevinin altını çiziyor. Ankara Deneme Sahnesi, faaliyetlerine 1956 yılında Gazi Lisesi bünyesinde oluşan bir grupla, Moliere'in "Cimri" oyunuyla başlamıştır. I957'de resmi statüye Tiyatro Sevenler Gençlik Cemiyeti olarak geçmiş. Kuruluş amacı, bireysel olarak topluluğun üyelerini tiyatro yoluyla var etmek, sanatsal olarak zamanın tiyaatro topluluklarına bir alternatif oluşturmak ve 36 Tiyatro... Tiyatro..
pe
cy
a
soğuğun, bir yandan korkunun etkisiyle kabuslar görür kıvrıldığı köşede. Yapayanlız Galip'i tehlikeler beklemektedir rüyasında. Karabasanlarında karanlık güçlerin eline düşmüştür. Kast dışı insanların arasında bulur kendisini birden. Eşcinsel tacizin kurbanı olmaktan zor kurtulur. Kolluk güçlerinin Ankara Deneme Sahnesi'nin sahnelediği "Misafir" oyunundan bir sahne. gençlere ön yargılı tutumunun falakasından, resmi Fakültesi Tiyatro Bölümü ve Oyunculuk Anasanat ile gayrı-resmi güçlerin gizli bağlantılarının, ortak Dalı Başkanı Prof. Dr. Nurhan Karadağ'ın hünerli etkinliklerinin tezgahından geçer. İnanç tellallığı rejisiyle festival izleyicisinin karşısına çıkan "Misafir" yapanların gerçeğini yakından görür. Ailesi de Bilgesu Erenus'un en çok sahnelenmiş, en ustalıklı Galip'e yardım edemez bu çarklar içinde. Galip oyunlarından biri. "Misafir", yaren sohbetlerinin gördüklerinin bir kabus olduğunu anlamanın oyun oynama geleneğine temellenen, oyun uyandırdığı dehşetle koşar adım evine ulaşır. Evdeki içinde-oyun kurgusuna sahip. Anadolu çatışmalar sokaktaki şiddetin yanında solda sıfır Selçuklularından günümüze uzanan, çarşı esnafının el-dil-bel yasağı ile kalp-kapı-alın açıklığı ilkelerine kalmıştır. Baba evinin güvenliğine teslim olur Galip. göre örgütlenmiş sıraevlerinden birinde geçer oyun. Sokaklara talip olan Galip, ilk özgür uçuş Eski "nizam-intizam" erozyona uğramış bu denemesinde yenilgiye uğramıştır bir anlamda. sıraevinde, ailesinin yanında barınamayıp Almanya'ya Dışarının tehlikeli özgürlüğünün yerine içerinin ekmek parası kazanmaya, birikim sağlamaya giden tutuklayıcı güvenliğini yeğlemiştir Galip. Musa Tezer'in, Herr Alamancı Musa'nın gurbetçi Nahif bir kurgudan yola çıkıyor gösteri. Ancak, bu işçi serüveni canlandırılır. Önce Musa'nın hallerini, nahif kurgu trajikomik bir Türkiye panoraması onun görgüsüzlüğü ile eğlenmek için onun çiziyor. Düş mantığının serbest çağrışımlar yokluğunda, daha sonra Musa'nın sıraevine gelişiyle düzeneğiyle birbirine bağlanan sahneler, toplumsal onunla birlikte canlandırırlar yarenler. Bu çarkların ilişkilendirmelerine göndermeler yapıyor. canlandırmalar göçmen işçi Musa'nın hallerinin Gösteri yergisini mizahi bir biçemle aktarıyor. gerçeğini gözler önüne serer. Babaevinde ağalarının Mizah, hem uzak açı kazandırıyor izleyiciye hem de horlamasına dayanamayan, anasının sofrasında yer hoş vakit geçirtiyor. Böylece, komedyanını işlevi bulamayan Musa biri kucakta, diğeri yolda iki yerine getiriliyor; eğlendirirken düşündürmek. bebesiyle umarsızdır. Çoluğunu çocuğunu sıraevinin "Galip, Sokaklara Talip" çağdaş tiyatro düşüncesiyle Yiğitbaşı'na bırakıp gider Musa. Cazbantla karşılanan kotarılmıış bir dans-mim gösterisi. Canlı müzik, Musa, vahşi kapitalizmin aman vermez dişlileri dans, hareket, sözsüz oyun, canlı efekt ve arasında var olmaya çalışacaktır. Karısını aldırır bir seslendirmelerle sahneye taşınmış bir kurgu süre sonra yanına. Çocuklarından büyüğü, Yiğit'i izleyicinin duyularına ve usuna gerçek anlamıyla bir geride bırakmak zorunda kalmıştır. Almanya'da bir ziyafet sunuyor, yer yer dramaturji törpülemelerine de kızları olur: Münih Zülüf'ü. Karısı da başlar gereksinim duysa da. çalışmaya. Yıllar sonra yurda kesin dönüş Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Tiyatro... Tiyatro..37
pe
cy a
yaptıklarında Musa'nın bir parmağı Alaman'ın makinasında kalmıştır, kulakları ise eskisi gibi işitmiyordur. Kamer oğlanın tabutu da getirdikleri en değerli bagajlarıdır. Kamer oğlan Alman duvarlarında yazan "Türken Raues" yazılarını silmeye çalışırken canından olmuştur. Zülüf kızı ise Almanya'yı vatanı bildiği için onlarla gelmemiştir. Almanya'ya giderken geride bıraktıkları Yiğit oğlan ise ana-babasına öfkelenir. Baba olarak Yiğitbaşı'nı bilmektedir. Oyun ilerledikçe baba ocağında, gurbette ve sıraevinde horlanan, dışlanan Musa'nın hallerinin gerçeği ortaya çıkar. Oyun çıkarma hem gerçeğe değin açılımlar sağlarken hem de psikodramatik bir süreç olarak işlev kazanır. Yarenler hem Musa'yı, hem de kendilerini tanırlar. Musa'ya karşı acımasızca ve çıkarcı davrandıklarını anlarlar. Geleceğe doğru arınmış bir köprü atar yarenler. Dostlukları temizlenmiş ve güçlenmiştir. Yiğit oğlan ile Musa arasında baba-oğul ilişkisi yeniden Boğaziçi Oyuncularının festival kapsamında sergilediği "Galip, Sokaklara Talip" oyunundan bir sahne. kurulmuştur. Sıraevinin nizamı, intizamı yerine gelmiştir. çarpıcı görüntü dramaturjisi oyunun düşüncesini Sorunların nedenlerini sergilemeye yönelik bir oyun vurguluyor, oyunculuktaki acemilikleri, eksik "Misafir". Yerelden yola çıkıp evrensel temalara içselleştirmeleri örtüyor. uzanan bir oyun. "Kim misafir, kim değil?" sorusuyla Tiyatro Boğaziçi ile Ankara Deneme Sahnesi biten oyun horlanmış, dışlanmış, kovulmuş, yapımları, IATA/AITA Amatör Tiyatrolar "papucuna mum dikilmiş" bireyin yeryüzü Festivali'nde en iyi gösterimler arasında yer aldı. serüvenine göndermeler yapıyor. Amatörlüğün, yaygın kanının aksine, yetkin Ulusal Türk Tiyatrosu arayışlarında alternatifi çalışmalar sergilediğine iki güçlü kanıt oluşturdu. yakalama uğraşındaki bir yönetmenin, Nurhan Amatörlerin, özgün çalışmalarıyla ödenekli ve özel Karadağ'ın elinde Anadolu tatlarıyla bezenmiş tiyatrolara, profesyonellere, alternatif evrensel temalar sentezine ustalıklı bir örnek sunabileceklerini vurguladı. Söz konusu yapımlar oluşturuyor Ankara Deneme Sahnesi'nin yapımı. hem Türk Tiyatrosu hem de amatör tiyatrolar adına Üstelik, canlı müzik, incelikli danslar, dramatik yüz akıydı. nesnelerin etkileyici kullanımı, işlevsel dekor ve 38 Tiyatro... Tiyatro..
cy
pe a
İ Z L E N İ M
İnci San
Bir Başka Gözle
Alaçatı
Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali mektuplaşmalarla salık verilen oyunların gidilip görülmesi ile, kısmen de tiyatro bilgisine güvenilen kişilerin seçimine dayanılarak ayıklandı. Yurt dışından ise, ASSITEJ merkezi bulunan ülkelerin bu merkezlerine yazıldı, her ülkeden birkaç seçilmiş çocuk oyununun, tanıtım kitapçık, broşür, varsa basında çıkmış eleştireri ve fotoğraflarıyla birlikte tarafımıza önerilmesi istendi. Kuşkusuz sanatsal beğeni, çocuk tiyatrosu söz konusu olduğunda pek de değişmezdi, evrenseldi. Ancak çok fazla söze dayanan oyunlar dil engelini getireceğinden, devinime, dansa, şarkıya, müziğe, renge dayalı oyunlar yeğlendi. İlk yıllarda Türk çocuk tiyatrosu bu örneklemeye pek uymadı. Sözel ağırlıklı Türk oyunları geldi ama izleyicisi de Türk çocuklarıydı. Ancak yaş sorunu vardı. Annesi, babaannesi, ağabeyi, ablası ile gelen küçük çocuklar bazen sıkıldılar. Aralarında oynamaya, yüksek sesle bağrışmaya başladılar. Ama söz gelimi Alman ve Türk oyunculardan oluşan bir Berlinli tiyatro grubu, palyaço geleneğine dayanan oyunları ile onları büyülemeyi bildi.
pe cy
a
Alaçatı Çocuk Tiyatrosu Festivali Türkiye'de bir yerel yöneticinin desteğinde sürekliliğini koruyarak gelenekselleşebilmiş ilk ve tek çocuk tiyatroları festivali olma durumunu korumaktadır. Bu yıl altıncısının gene Haziran sonu ile Temmuz başına rastlayan tarihlerde yapıldığı bu şenlik dizisinde neler amaçlandı? Neler başarılabildi? Neler eksik? Bu sorulara yanıt ararken bu yılki Şenlik'in kayda değer yanlarına da değinmek istiyorum.
1989 yılında ilkinin, ASSITEJ (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği)'in Türkiye Merkezi kurucu üyelerinden Olcay Poyraz'ın Alaçatı Belediye Başkanı Sn. Remzi Özen'e götürdüğü teklif ile, kültür ve sanata yakın, özellikle tiyatro sever Özen'in konuya sıcak bakması, ASSITEJ Yönetim Kurulu üyelerinin temas ve çalışmalarıyla gerçekleştirdiği Şenlikler dizisinin kuşkusuz tek bir amacı yoktu. Amaçlarının belli başlıcası ve en önemlisi, Çeşme ilçesinin turistik ve popüler kültür açısından yaşadığı yaygın tanınmışlığa karşı, otantik ve biraz daha kültürel ağırlığı var gibi görünen bu şirin beldede (Çeşme'de hiçbir kitapçının bulunmadığı uzun yıllar boyu, Alaçatı'da kitap-kırtasiye dükkanı vardı) bir kültür olayı yaratabilmek ve yaşatabilmek, özellikle de çocuklarda ve genç kuşakta bir tiyatro sevgisini, görerek, yaşayarak, öğrenerek yeşertebilmekti. Bunun için gereken maddi desteği yerel yönetim sağlıyacaktı. Beldeye gelecek çocuk tiyatrosu örneklerinin nitelikli olmasından ise ASSITEJ sorumlu idi. Oyunların seçimi her keresinde titizlikle yapılmaya çalışıldı. Türkiye'deki oyunlar, 40 Tiyatro... Tiyatro...
Sonraki yıllarda, festivalin tarihlerinde ufak tefek değişmeler oldu, ASSİTEJ'den her zaman temsilciler olabildi bu şenliklerde. Üç yıl önce TOBAV da bazı teknik ve organizasyon açısından katkılar getirdi. Uluslararası düzeyde kişiler -oyuncular, yönetmenler dışında- seyre geldiler. Olguyu hayranlıkla izlediler. Ancak, çocuklar büyüyor, yeni çocuklar, belki de gelinlik çağına yaklaşan genç kızlar ortadan yok oluyordu. Bu yıl yeniden o gözle izledim. Çocuklara ve gençlere yöneliyorduk hani. Neredeydi gençler?
pe
cy
a
Çocuklarını tiyatrolara getiren (bu arada Alaçatı'da 4000 kişilik bir anfitiyatro, 250 kişilik bir kapalı tiyatro salonu yapılmıştı) anneler, ablalar, ağabeylerde de bir azalma vardı. Babalar mı? Onlar zaten hemen hiç yoktular. Belli ki olayı yeterince ciddi bulmuyorlardı. Alaçatı'da oturan genç kızlardan birkaç tanesiyle yapılan görüşmelerde ( * ) , onların popüler müzik sanatçılarının geldiği, eğlenceli sanat(!) olaylarını yeğledikleri ortaya çıkıyordu. Yeni yetme genç erkekler ise tatil olur olmaz otellerde işe mi gidiyordu?.. Buna karşılık küçük çocuklar, birkaç tanesi bir araya gelerek, yalnız da tiyatroya gelebiliyorlardı. Üstelik artık adamdılar, istedikleri gibi konuşur, hatta bağırır, olmadık yerde alkışlayıp ıslıklar bile çalabilirlerdi. Onlar bağımsızlaşmalardı... Herhalde beklentilerimiz bunlar değildi... ASSITEJ oyunların seçimini hep yapıyordu, organizasyonda sözü geçebildiğince bir şeyler yapmaya çalışıyordu ama artık başka görev ve sorumluluklar da yüklenmek ya da başka uzmanlık alanlarıyla işbirliği kurmak durumundaydı. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği Türkiye Merkezinin Alaçatı Festivali boyutunda yapabileceği iki şey var: Oyun seçimlerini her zamanki gibi yapmak (bu işin aylar alan uzun yazışmalarla dolu bir emek verme süreci olduğunu da belirtmek isterim), gelecek grupların istem ve koşullarını belirleyip her zamanki gibi Alaçatı Belediyesi'ne bildirmek ve gerisini artık, tümüyle bu organizasyonun deneyimlerini, eksik ve gediklerini yaşamış olanlara bırakıp aradan çekilmek. İkinci seçenek ise, gene seçimlerin yapılıp festival
organizasyon komitesine gerekli bilgilerin verilmesinden sonra, en az bir yetkili üye ile bu komitede(**) tam bir yetkiyle bulunmak; fakat organizasyonun, festivalin en az on beş gün öncesinden, bu işleri iyi bilen, sanat ve kültür sorunlarından haberdar, halkla ilişkiler ve insan yönetimi konusunda psikolojik donanıma da sahip, dil bilir, tam yetkili bir sanat menajerinin yönetimine verilerek ve bu kişiye hak ettiği ödeneğin de sağlanmasıyla tek elden yönetilmesini sağlamak. Bu arada yıl içinde beldede kimi demografik araştırmaların yapılmasını; gene yıl içinde uygun zamanlarda ve en son olarak da festivale yakın bir tarihte, önceden belirlenmiş süre ve mekânlarda gençlerle, kadınlarla, çocuklarla, belki de esnafla yakın temas kurabilecek, en genel anlamıyla eğitimcilerin, uzmanlık adı vermek gerekirse, pedagogların, sanat eğitimcilerinin ya da kültür eğitbilimcilerinin, dramacıların (yaratıcı ve sosyal drama) bu beldede çalışmalarını sağlamak. Gönlüm doğrusu ikinci uzantılı seçenekten yanadır.... Nerde kaldı ki benzer çalışmalar Alaçatı'da başlamıştır da. İngiltere'den Ruth Burgess üç yıldır festival başlama tarihinden daha önce Alaçatı'ya gelmekte, ilkokul çağı çocuklarıyla yaratıcı drama çalışmaları yaparak bunu meydan, sokak ve bahçelerde gösterilebilen bir ürüne dönüştürmektedir. Tiyatronun gösterim öncesinin kavranması, sahnelemenin gerisinde ne gibi çalışmaların yapıldığına ilişkin fikir vermenin yanı sıra, ortaklaşa çalışmanın, yaratıcı süreçler yaşamanın coşkusunu da taşıyan bu etkinliklerin çocuklarda iz bırakmaması olanaksızdır. Bu yıl Çağdaş Drama Derneği'nden Ayşe Okvuran ve Ömer Adıgüzel'in yaratıcı drama uzmanları olarak, festivalin ikinci gününde kahve önü meydanda (Cumhuriyet Meydanı) duyurdukları drama çalışmaları için bir anda 30-35 çocuk başvurmuştur. Çocukların bir kısmının koşulu ise, çalışmaların, sabahları Kuran kursuna gittikleri için öğleden sonraya alınması olmuştur. Yapılan görüşmelerde bir anne, çocuğunu Kuran kursuna, din dersine bir hazırlık olarak ve bu dersin
Tiyatro... Tiyatro... 41
güçlü metnine dayanan çalışmaları onları ister istemez ezber çabasına itmişti ama, ses kullanımı (bu genç özellikle övgüye değerdi) ve koreografi çok iyi idi. Tümünde var olduğunu gördüğüm tiyatro coşku ve heyacanı ile grubun müzik eğitimlerinin geliştirilmesine ve yavaş yavaş giysi tasarımlarına yer verilmesine geçilmeli diye düşünüyorum. Festivalin duyurularına gelince, tek bir pankart ve yazlık bir yer olan bölgede sabah sabah izlenmeyen bir TV kuşağı ile tanıtım gerçekten yeterli olamamaktadır. Tüm çarşı pazara, her sitenin marketine, bakkalına, kantinine, sosyal tesisine yapıştırılacak afişlerle, tatilcilerin de dikkatlerinin çekilmesi artık mutlaka sağlanmalıdır. Rus, İsveç ve Alman çocuk tiyatrosu grupları ile iki yıldır Alaçatı'daki çalışmalarıyla Türk-İngiliz tiyatrocuları arası işbirliğini örnekleyen İngiliz Tiyatro grubu, uzun soluklu hazırlık süreçlerinin dayandığı bilgisel düzeyleri, çocuk izleyiciyi ciddiye almaları, işin kolayına hiç kaçmadan, tiyatronun her bir öğesine önemli ağırlık vererek sunduklarıyla gene unutulmaz izler bıraktılar. Alaçatı Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali, Alaçatı'lılar bu olgunun bilincine vardıkça, katkı ve ilgilerini esirgemeyip, özellikle öğretmenlerin yol göstericiliğinde gençleri de festivale katarlarsa
pe cy
a
sınavlarında sorulan soruları çocuğunun daha iyi yanıtlamasını sağlamak için gönderdiğini belirtmiştir. Önemli olan çocukların, toplumsallaşmalarını, yaratıcılıklarının oyunsu süreçlerle geliştirilmesini sağlayan bu etkinliğe gösterdikleri ilgi ve coşkudur. Bu tür çalışmalarda her konu ele alınabilir. Festival açısından da, tiyatro nedir? Ne işe yarar? Hangi öğelerden oluşur? Nasıl izlenir? gibi konuların işlenmesi yararlı olacaktır. Bu yıl iki öğleden sonralık Adıgüzel-Okvuran workshopları, programda yer almamışsa da önceden ASSITEJ tarafından planlanmıştı. Gene planlanmış olan tartışma bölümleri de giderek artan bir ilgiyle izlendi. Bir önceki günün oyunu hakkında, oyunun yönetmen, müzikçi ve oyuncularıyla yapılan söyleşiler, özellikle oyunların hazırlık aşamaları hakkında kıyaslamalı bilgileri tartışmayı izleyenlere yeterince vermekteydi. Bu tartışmaların daha planlı, programda, tartışmayı kimin yöneteceği, hangi oyunların hangi sırayla tartışılacağı belirtilerek ve daha fazla zaman ayrılarak sürdürülmesi ile festivalin, özellikle genç tiyatrocularımız için bir okul, en azından bir seminer niteliği kazanması süreci de hızlanacaktır. Planlanmamış olguların ise festivalin niteliğine gölge düşüreceği kesindir. Bu gibi sonradan ve dışardan gelen istemlerin yerel yönetimce belki reddedilmemesi, fakat festival sonrasına kaydırılması, böylece yurtdışından gelen tiyatrocuların ve organizasyonu paylaşan kurumların bir olup bittiye getirilmemesi gerekir. Öncelikle profesyonel çocuk tiyatrolarına yönelik olarak başlayıp, dünya örgütünde de giderek yarı profesyonel ve amatör tiyatrolara da fırsat tanıyan ASSİTEJ'in, adında da var olan gençlik tiyatrolarına da Alaçatı yavaş yavaş sahne olmaktadır. Biraz daha büyük yaş grubuna seslenen ve gerekli koşul olmadığı halde genellikle genç oyunculardan oluşan gençlik tiyatrolarına festival boyutunda bir örnek TOBAV Gençlik Kulübü Oyuncularıdır. Bu yıl daha gelişmiş oyunculukları ve disiplinleriyle açılış gününde sundukları Kuvayi Milliye'den yola çıkılmış oyunları kayda değerdi. Bu deneyimleriyle bu grubun daha az sözel, daha çok devinime dayalı, daha müzikli gösterimlere gitmesi uygun olur. Nitekim bu yılki, Nâzım Hikmet'in 42 Tiyatro... Tiyatro...
(geçen yıl bir tarih öğretmeni ile liseli gençler ortaklaşa yazdıkları kendi metinleriyle ne güzel bir gençlik oyunu sergilemişlerdi. Neredeydi o gençler?) ve eksikler giderilerek sürdürülecek olursa, sanatsal-kültürel ve eğitsel bir şenlik kimliğine gittikçe daha çok yaklaşacaktır. (*) Ankara Üniversitesiw'nden Dr. Ayşe Çakır İlhan ve Meryem Akın'ın 29 ve 30 Haziran 1995'de arka mahallelerde yaptıkları görüşme kayıtlarından. (**)Festival organizasyon komitesinde okul-aile birliğinden, öğretmenlerden, gençlerden, halktan, esnaftan katılımcıların bulunması, festival boyunca da belde halkının katılımını ve onayını sağlayacaktır.
pe cy a
İZLE N İ M
Dikmen
Gürün
Uçarer
Antik Yunan Tiyatrosu Ve V I I . Uluslararası Delfi Sempozyumu Dublin Üniversitesi profesörlerinden Steve Wilmer'in "Promete, Medea, Antigone; İrlanda Başkaldırısında Bir Metafor" başlıklı anlatısı sahnede izlenen çarpıcı olayla bir anda bütünleşiyordu. Tabii bunca bilimsel konferansların arasında çok teatral olaylar da yaşanmıyor değildi. "Tipik profesör" deyimine tıpatıp uyan Cambridge Universitesi'nden James Diggle "Orestes ve Deliliğin Nedenleri" adlı konuşmasında zaman zaman Orestes rolünü müthiş bir başarıyla ve Yunanca olarak yorumluyor ve sanatçıları kıskandıracak derecede alkış alıyordu. Akademik ağırlıklı ve çok yararlı konferansların yanı sıra çeşitli kültür kurumlarının, Festivallerin temsilcilerine de sempozyumda yer verilmesi önemliydi. Bu kurumların temsilcileri üç öğleden sonra yapılan toplantılara katıldılar ve kendi çalışmalarını tanıttıkları gibi ilerde nasıl bir işbirliğine gidilebileceği üzerinde durdular. Avignon, Edinburgh gibi önemli ticari pazarlar oluşturan festivallerin temsilcileri yoktu Delfi'de, ama Avrupa Tiyatrolar Birliği Başkanı Eli Malka, Avrupa Konseyi Eğitim ve Kültür Direktörü Raymond Weber, Akdeniz Tiyatro Enstitüsü Başkanı Jose Monleon, Daniel Bedos, Micheal Kustow, Pierre Bordin, Nuria Espert gibi önemli isimler vardı. Yurtdışında zaten çok iyi tanınan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın yanı sıra Uluslarası İstanbul Tiyatro Festivali çalışmalarının ve hedeflerinin anlatılma olanağının elde edilmesi bizler için elbette ki artı bir puandı.
pe cy
a
21-28 Ağustos tarihleri arasında Delfi'de düzenlenen Sempozyum, Antik Yunan Tiyatrosunu salt çeşitli akademik yaklaşımlar ışığında değil farklı artistik yorumlar ve workshoplar düzeyinde de irdeleyen önemli bir kültürel etkinlikti. İlk kez 1985'de gerçekleştirilen Delfi Toplantısı'nın yönetmeni Prof. Vassilis Karasmanis. Artistik etkinliklerin sorumlusu ise İstanbul seyircisinin çok yakından tanıdığı Attis Tiyatrosu'nun kurucusu Theodoros Terzopoulos. Terzopoulos aynı zamanda 1998'de Tokyo'da düzenlenecek olan "Tiyatro Olimpiyatları"nın da yönetmeni. Olimpiyat Komitesinde yer alan diğer sanatçılar ise Yuri Lybumov, Heiner Müller, Robert Wilson, Tadashi Suziki, Nuria Espert ve Tony Harrison. Bir hafta süren Delfi Sempozyumu'nda etkinlikler üç grupta toplanmıştı. Sabahları konferans şeklinde düzenlenen toplantılarda O x f o r d , UCLA, Harvard, Yale, New York, Tokyo, Berlin, Atina, Moskova, Pekin Üniversiteleri gibi belli başlı eğitim kurumlarından çağrılı akademisyenlerin antik Yunan oyunları üzerine yaptıkları konuşmalar dinleniyor ve ardından bu görüşler tartışmaya açılıyordu. Konferansların yararı sadece kuru analizlere değil Delfi'de gösterilen oyunlara yönelik olmalarıydı. Böylelikle bir yandan ünlü yönetmenlerin öte yandan ise tiyatrologların yorumları değerlendirilirken olayları çok geniş, zengin bir bakış açısı içerisinde düşünme olanağı elde edilebiliyordu. Mesela; Profesör Eleni Varopoulou'un "Heiner Müller ve Yunan Mitolojisi: Herakles'e Bakış" başlıklı konuşmasını Prof. Ernst Schumcher'in "Heiner Müller ve Heiner Goebbles'in Promete uyarlaması" izliyor, ardından 44 Tiyatro... Tiyatro...
İspanya, Yunanistan, Fransa, İtalya ve Türkiye'den seçilen genç tiyatrocuların oluşturduğu grup ise sabahtan akşama kadar yoğun bir Workshop
programı içinde alınmışlardı. Hatırlanacağı gibi, 7. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivaline çağırdığımız Theodorus Terzopoulos "Promete" gösterisinin yanı sıra 3 günlük bir workshop da yapmıştı. Bu çalışma sonucunda seçtiği iki oyuncu, Murat Ergun ve Devrim Nas Delfi'ye davet edildiler. Anatoly Vassiliev, Tadashi Suziki, Theodorus Terzopoulos gibi sanatçıların düzenledikleri workshoplara katılan bu iki genç için umarım ki Delfi sadece bir
Tony Harrison'un "Hercules" oyunundan bir sahne.
önce Taormina'da Andre Wilms'den izlediğim Promete'yi bu kez Ernst Stötzner yorumluyordu. Heiner Goebbels'in sahneye koyduğu ve müziklerini yaptığı bu oyun her açıdan sıradışı bir ustalığın sergilenişiydi. Kuzey Yunanistan Devlet Tiyatrosu ve Orizontes'in ortak yapımı "Agon" Sofokles'in Antigone'si üzerine bir çeşitlemeydi. Teodoros Terzopoulos'un yorumladığı "Zincire Vurulmuş Promete" dünya prömiyerini İstanbul Festivali'nde yaptıktan sonra bu kez de Delfi'de başarı sağlıyordu. Tadashi Suzuki tiyatroda kültürlerarası etkileşimin en güzel örneklerinden birini "Elektra" ile verirken N o h tiyatrosu ile antik Yunan'ı çağdaş bir yaklaşımla yorumluyordu. Suzuki, kültürlerarası köprülerin farklı ülkelerden gelen yazarlar, yönetmen ve oyuncuların birlikte yaptıkları 20-30 provayla kurulamayacağını da çok güzel kanıtlıyordu. Suziki; "Elektra"da "Dionisos"da olduğu gibi, yıllar süren araştırmaların, çalışmaların semeresini topluyordu. Londra'da Royal National Theatre Studio'nun yönetmeni olan Tony Harrison "Herakles'in İşçileri" adlı oyununu bir inşaat sahasında (Delfi Tiyatrosu'nun yeni atılan temeli içinde) sunarken harç karma makinalarının uğultuları, çimento torbalarının oluşturduğu yığınlar arasında inşaat işçilerini koro olarak kullanıyor ve vurucu şiirinde Herakles ile Ölüm arasındaki mücadeleye değinirken Saraybosna'da yaşanan katliama "dur!" diyordu. Robert Wilson'un "Persophone"si ise kapanış gecesinin gösterisi olarak ağızlarda inanılmaz güzel bir tad
pe
cy
a
başlangıçtır. Murat Ergun ve Devrim Nas dan edindiğim bilgiye göre (workshoplar izleyiciye kapalı yapılıyor ayrıca da konferans ve toplantı saatleriyle çakışıyordu) Anatoly Vassiliev workshoplarında daha çok kendi ekibiyle Homer'in "llıad"ı üzerine yoğunlaşıyor ve diğer ülkelerden gelen öğrencileri bu çalışmaları izlemeye yönlendiriyordu. Vassiliev'in öğrencilerinin son gün bizler için sergilediği çalışma, sahne üzerinde vücut disiplinin önemini vurgulaması açısından çok önemliydi ve bu disiplinin uzun süreli bir emek gerektirdiğini bir kez daha ortaya koyuyordu. Tadashi Suzuki ve SCOT ekibinin çalışmaları ise bu deneyimi paylaşma olanağı elde ettikleri için gençler tarafından daha doyurucu bulunuyordu. Dünyaca ünlü Rus yönetmen Yuri Lybumov ise Yunanistan'da iki tiyatro okulundan seçilen öğrencilerle Aristofanes'in "Kuşlar"ı üzerinde bir haftalık bir çalışma yaparak sonuçlarını kısa bir gösteri kapsamında sergiliyordu. Bir müze bahçesindeki havuzun içinde gerçekleştirilen gösteride bu büyük ustanın coşkusu kolaylıkla algılanabiliyordu. Yuri Lybumov Delfi'de Uluslararası Tiyatro Okulu projesinden söz ederken Kudüs'de kurulacak olan bu okulun tüm dünya gençlerine açık olduğunu vurguluyordu. Atina, Kudüs ve St. Petersburg belediyelerinin desteklediği bu proje diğer dünya kentlerinin katılımlarına da açık. Neden mi Kudüs? Dünyanın üç büyük dinin buluşma yeri olduğu için. İstanbul olarak bize de böyle önemli bir proje kapsamında yer almak yaraşır...
Delfi geceleri ise tiyatro gösterilerine ayrılmıştı. Antik Delfi Stadyumu hemen her gece doluyordu (Stadyum seyirci açısından amfitiyatro gibi kullanılıyordu, oturma yerlerinin tümü seyirciye açık değildi, ama Bob Wilson gibi, Heinner Goebbles gibi yorumcular stadyumun tümünü gösteri mekanı olarak değerlendiriyorlardı). Festivalin açılışını kısa bir konserle Maria Faranduri yapıyor ve onu Heiner Müller'in "Promete'nin Özgürlüğü" izliyordu. Daha
Tiyatro... Tiyatro..45
Anatoly Vassiliev in Workshop'undan bir görüntü.
yönelişini gösteriyorlardı. Seyirci ise farklı kültürler arasında oluşturulan bağların uzun süreli, sistematik, araştırmaya yönelik çalışmaların ürünleri olduğunu kolayca algılıyordu.©
pe cy a
bırakıyordu. Wilson sınır tanımayan bir düş gücüne sahip. Delfi Stadyumunun tümünü kullanırken yakaladığı, daha doğrusu yarattığı siyah-beyaz resimlerle, oyunculukta minimalist çizgilerle her an değişen manzaralar oluşturuyor. Uzaktan hayranlıkla izlenen, içine kolay girilmeyen ama düşündüren, sorgulayan manzaralar bunlar. Bu manzaraları Philip Glass'ın müziği de zenginleştiriyor. Suzuki, Wilson, Harris, Müller ve Terzopoulos, Lybumov, Vassiliev gerek sahne yorumlarında gerek prova çalışmalarında (work in progress) ve gerekse "workshop"larında kültürlerarası etkileşimin önemini vurgularken, böylesi bir evrensel dilin zengin anlatım biçimlerine
46 Tiyatro...
Tiyatro...
İZLENİM
Emre Koyuncuoğlu
49. Avignon Festivali
pe cy
342 aktivite gerçekleştirildi. Festival ilk kez 1947'de "Avignon'da Kültür Haftası" adı altında, daha doğrusu isimsiz olarak düzenlenmiş. Fransızların önemli yönetmenlerinden Jean Villar'ın bir gösterisi ne yer verilmiş. 1951'de Gerard Philippe ve Jean Villar'ın katılımıyla yavaş yavaş bir tiyatro festivali görünümünü almaya başlamış. 1971'de Jean Villar'ın ölümüyle birlikte etkinlik bugünkü "Avignon Festivali" ismiyle dünya çapında bir tiyatro festivali oluşumu gerçekleşmiş. Her yıl ortalama 120.000 tiyatrosever festivali izlemeye geliyor. Bu yılın kısa bir süre önce açıklanan rakamları ise şöyle: 49. Avignon Festivali'ni 110 bin
kişi izledi. En fazla seyirci çeken oyun, 15.000 izleyiciyle Jerome Deschamps ve Macha Makeieffin "Les Pieds Dans L'Eau"su (Sudaki Ayaklar) oldu. Theatre du Soleil'in sahnelediği "Tartuffe" ve "La Ville Parjure" ise 13.000 kişilik izleyici kitlesini toplayarak
a
7 ve 30 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşen 49. Avignon Festivali 'nin bu yılki ana programda 53 ayrı gösteri, 21 farklı mekanda sunuldu. Gösteriler, eğitim programları, müzik dinletileri ve panellerle birlikte Avignon'da (ana programda) 23 gün içinde
iyi bir sonuç elde etti. Avignon Festivali'nin (ana programın) bu yılki bütçesi 40 milyon 606 bin Frank. Geçen yıl bütçesi 44 milyon Frank'mış. Bu yıl ülkenin yaşadığı politik değişiklikler ve parlamentoda aşırı sağın güçlenmesi bütçenin biraz daha düşmüş olmasının sebepleri arasında gösteriliyor. Yine de bu yılki festival bütçesinin %26'sını Fransa parlamentosu kendi bütçesinden, % 25'ini Kültür Bakanlığı, %27'sini Bölge Bakanlığı ve %17'sini Avignon Belediyesi üstleniyor. Festivalin bilet ve hediyelik eşya Tiyatro... Tiyatro...47
cy
a
tiyatrolar sponsor destekleriyle bu yüklü paraların üstesinden gelebiliyor. Bu arada, bu yıl Türkiye'den hiç bir tiyatro grubu yoktu OFF'taki gösteriler arasında kıyasıya bir rekabet var. Oyuncular, gösterilerinden arda kalan zamanın hepsini sokaklarda tiyatrolarının tanıtımına harcıyorlar. O yüzden sokaklarda çeşit çeşit kostümlerle oyuncuları, şarkı söylerken, gösterilerinden kısa bir bölüm oynarken, dans ederken görüyorsunuz. Avignon'un yaz güneşi altında ağır kostümleri içinde, hele bazen iki ya da üç ekip birden tanıtımlarını gerçekleştirmeye çabalıyorsa, karşınızda gördüğünüz bu inanılmaz performanstan siz yorgun düşüyorsunuz. Oteller, hoteller, moteller, yurtlar, kiralık evler, odalar, sivrisinekten geçilmeyen kamplar bile hepsi çok önceden kapatılmış. Zaten normal bir izleyici olarak "..gidip bir Festival oyunu izleyeyim" demek, biraz imkansızı zorlamakla eşdeğer. Şehirde halkın alışık olduğu yaşam festival başladıktan sonra oldukça değişiyor. Otellerde normalde kahvaltılar saat 10.00'a kadar verilirken, festival sırasında 13.00'e kadar çıkarılıyor. Kaldırımların üzerine, yollara doğru kurulan platformlar da festival süresi boyunca var olan "cafeler" kuruluyor. Halk bu değişimden çok memnun aslında. Bir tek, ortalıkta pek gözükmeyen ancak bölgeyi (bence) gereğinden fazla takviye güçlerle donatmış polisler değişimden hoşnut değil gibi gözüküyorlardı. Saat 22.00'den sonra açık alanlarda müzik yapılmasının yasak olduğunu, bir sokak gösterisi yapan ekibin gösterilerinin uzamasıyla öğrenmiş olduk. Uyarıda bulunan polise, "...biraz sonra bitecek" diye cevap veren ekibin, yaka paça sürüklenerek götürülmeleri, olaya karşı çıkan izleyicilerin de polis arabasına tıkılmaları Avignon'da pek rastlamayı düşünmediğimiz bir olaydı.
pe
satışlarıyla bütçenin eksiğini tamamlıyor ve 30 milyon Frank kadar bir karı oluyor. Avignon Festivali'nin programının seçiminde sanatsal nitelik, tiyatro sanatına yeni ve farklı bir soluk getiren yaklaşımlar ve festivalin her yıl kendisine seçtiği tema ile oyunlar arasındaki bağlantı dikkate alınıyor. Bu yılın teması "Güncel Politika"ydı. Bu yılın festival konusuyla bağlantılı çok önemli bir olay Avignon Festivali sırasında başlatıldı. Batının Bosna'daki savaşa ilgisizliğini protesto etmek için imzaya açılan "Avignon Bildirisi"ni 200.000'e yakın sanatçı ve izleyici imzaladı. Sanatçılar bildirilerinde Saraybosna'daki duruma acele çözüm talebinde bulunuyorlardı ve eğer dikkate alınmazlarsa topluca açlık grevi başlatacaklarını açıkladılar. 1982'de Avignon Festivali'ne ek olarak düzenlenmeye başlanan OFF programda ise bilindiği gibi hiç bir seçim söz konusu değil. Bu yıl çeşitli ülkelerden katılan toplam 385 tiyatro grubunun ve 1400 sanatçı için tek şart geliş gidiş, yeme içme yatma, mekan kiralama, ışık kiralama, teknik donanım kiralamaya yeterli paranın olması. Dünya tiyatrosuna açılmak için çok önemli bir adım olan Avignon Festivali'nde gösteri yapmak için küçük büyük tüm 48 Tiyatro... Tiyatro...
Avignon Festivali'nde bu yıl Hindistan tiyatrosu ve dansına kapsamlı bir yer ayrılmıştı. Festivalin anaprogramında 7 tane ilginç Hint gösterisi izleme olanağına sahiptiniz. Onun dışında da OFF programda da Hint kültürüne ilgisi olanların içinden çıkamayacağı bir çok olası gösteri vardı. Hindistan'daki tüm büyük kuruluşlar -bunların başında gazeteler geliyorAvignon'daki bu bir tür boy gösterisine sponsorluk etmiş. Maddi olanaklarını Hint tiyatro sanatından esirgemeyen bu kuruluşların çoğunun festival merkezlerinde standları vardı. Standlarda hint elişleri, dokuma sanatları, seramik, resim, duvar süsleri, heykel örnekleri sergilenirken, ileri de Hindistan için yararlı olabilecek her tür teklife açık görünüyorlardı. Festivalin ilk günlerinde yankı uyandıran gösterilerden biri 13. yüzyılda İtalya'da güvenliği
filmlerinin senaryoları oyunlaştırılmıştı. Daha önce izlediğim Fassbinder'in "Onüç Aylı Bir Yıldı" filminin oyunlaştırılmış halini Fransız yönetmen Jean-Louis Martinelli yönetiminde sahnede izleme fırsatı buldum. Saint Joseph Lisesi'nin iç avlusunda oyuna mekan olarak seçilmiş. Pasolini'nin "Bir Askerin Şarkısı" filminin senaryosunu üç İtalyan yönetmen sahneye koymuş. Bir tanesi bu yıl Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ne gelen "Doktor Faustus ve Şeytanın Paltosu" oyununu Stephane Bruanschweig'la birlikte sahneye koyan, Barberio Corsetti. Diğerleri de 6. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ne gelen Teatro Uniti'nin yönetmenlerinden, Mario Martone ve yine İtalya'nın önde gelen yönetmenlerinden Gigi Dall'Aglio. Bu oyunun özelliklerinden biri, senaryonun üçe bölünüp, her bölümünün bir yönetmen tarafından yönetilmesiydi. Oyunun önemli özelliklerinden biri, Passolini'nin aynı adlı filminde de askeri oynamış Ninetto Davoli'nin ve şeytanı sahnede canlandıran Renato Carpentieri'nin tiyatroya soyunmuş olması oyunu keyifle izlenir kılıyordu. OFF'ta izlediğim bir oyuna da değinmek istiyorum. Georges Büchner'in "Woyzeck"ini Japonya'dan gelen La Tente Noir (Kara Çadır) Tiyatrosu "yorumladı" Tırnak içinde yorumladı diye yazıyorum, çünkü Büchner'in "Woyzeck"i ile pek ilgisi olmayan, ancak Japon geleneklerinin seçilebildiği bir oyun izledim. Üç buçuk saat süren oyun sonrası kendimi dışarı zor attım. OFF'ta tabi böyle şansızlıklar olabiliyor. 49. Avignon Festivali artık hatıralarda. Fransa'da şu anda büyük kutlamalarla hazırlanması planlanan 50. Avignon Festivali tartışılıyor.
pe cy
a
tehlikede olan Papa için inşa edilen ve Avignon'u katoliklerin merkezi haline getiren Papanın Sarayı'nda yer alan Pina Bausch'un Wuppertal Dans Tiyatrosu ile gerçekleştirdiği "Cafe Müller ve Le Sacre Du Printemps" ("Kafe Müller ve Bahar Ayini") oldu. Papa'nın Sarayı'nda gösteriler dışında çok hoş bir başka etkinlik de, Picasso'nun orjinal resimlerinin bir arada sunulduğu sergiydi. Ortaçağın tüm gizemi ve ürkütücülüğünü taşıyan bir sarayda Pina Bausch gibi dünya dansında ve tiyatrosunda yarattığı ekolle büyük bir çığır açmış bu sanatçıyı izlemek çok heyecan vericiydi. Fransızların dünyaca ünlü yönetmeni Ariane Mnouchkine'nin kurucusu olduğu Theatre du Soleil'le sahneye koyduğu iki gösterisi de basın ve tiyatro çevreleri tarafından büyük ilgi ile karşılanan Festival oyunlarındandı. Helene Cixous'un "La Ville Parjure ou Le Reveil des Erinyes'Ve Moliere'in "Tartuffe"ü. Mnouchkine'in Fransa'da ilk kez sahnelediği "Tartuffe"u izleme olanağım oldu. Avignon'un surları dışında havaalanına yakın sirk çadırı benzeri bir mekanda sahnelediği dört saat süren bu oyunla ilgili en önemli nokta, Moliere'in komedi türündeki bu metne sıkı sıkıya bağlı kalarak sert bir politik eleştiri yüklü bir oyun sahneye koymuş olması. Avignon Festivali'nde izleyici rekoru kıran Deschamps ve Makeieff'in ortaklaşa "Les Pieds dans L'eau" (Sudaki Ayaklar) oyununu, bilet bulunmadığı için "Basın Gösterimi" sırasında yine Papa'nın Sarayı'nda izleme şansı buldum. Türkiye'de yalnızca sinema filmlerine basın gösterimi yapılır, bir oyunun basın gösterimine ilk kez gitmiş oldum. Basının ilgisi karşısında afalladım diyebilirim. Bir kere 3000 kişilik İzleyici mekanının balkonları değil ama parterdeki k o l t u k l a r d o l m u ş t u . 40'a yakın televizyon
kamerası vardı. Fotoğraf makinalarının sayısını
gerçekten bilemiyorum. Ancak, basın gösteriminde oyun s e y r e d i l m i y o r , bunu da anlamış o l d u m . O y u n beden ve ses kullanımı ağırlıklı bir k o m e d i y d i . D i k k a t i m i n dağılmadığı anlarda oldukça ilgiyle izledim. Bu yıl kutlanan sinema sanatının 100. yılı Avignon'da da kendisini gösteriyordu. Fassbinder'in ve Passolini'nin bazı
Tiyatro... Tiyatro... 49
İ Z L E N İ M
Emre Koyuncuoğlu
Grenoble Genç Eleştirmenler Semineri Ve
I I. Avrupa Tiyatro Festivali Uluslararası T i y a t r o Eleştirmenleri Birliği'nin ( I A C T )
Maartja Somers, Macaristan'ın C r i t i c a i Lapoc Dergisi
her yıl düzenlediği "Genç Eleştirmenler Semineri" bu
yazarı ve aynı zamanda Prag Üniversitesi Fransız Dili
yıl Fransa'nın güneyinde üniversite şehri olarak
ve Edebiyatı b ö l ü m ü ö ğ r e t i m görevlisi Balazs U r b a n ,
tanınan Grenoble'da, 1 ve 8 Ağustos tarihleri arasında
Kanada'dan Fransızca konuşulan t ü m ülkelerin
gerçekleşen 9. A v r u p a T i y a t r o s u Festivali sırasında
tiyatrolarıyla ilgili bilgiler veren uluslararası Jeu Dergisi e d i t ö r ü ve aynı zamanda " H a r e k e t T i y a t r o s u
"Genç Eleştirmenler Semineri"nde öncelikli olarak
( M o v e m e n t Theatre)" üzerine o y u n c u l u k eğitimi
festival sırasında izlenen oyunlar ve bu bağlamda
g ö r m ü ş sahne sanatçısı Philip
"eleştiri" olgusu üzerine tartışmalar açılırken, 13 ayrı
Türkiye'den Tiyatro... Tiyatro... Dergisi adına bendim.
a
yer aldı.
ve
T ü m katılanların nerede yazdıklarını ve ne
cy
ülkeden gelen eleştirmenler kendi t i y a t r o
Wickham
geleneklerini ve ülkelerindeki çağdaş t i y a t r o
yaptıklarını bu kadar detaylı yazmamın nedenlerinden
açılımlarını kapsayan kısa bildiriler sundular. Portekizli
b i r i , bu eleştirmenler g r u b u n u n genç yaşlarına rağmen
t i y a t r o bilimcisi ve eleştirmeni aynı zamanda da
ülkelerinin sanat eleştirisi ve sanatı adına ö n e m l i
l A C T ' n i n Genel Sekreteri Maria-Helena Serodio,
noktalara gelmiş ve ü r e t i m adına oldukça ağır
o r t a k dil olarak Fransızcayı seçenlerin eğitmeni
görevler üstlenmiş insanlar olmaları. T ü r k i y e ' d e genç beyinlerin ne kadar büyük zorluklarla belli köşeleri
t i y a t r o eleştirmeni ve ülkesi tiyatrosu üzerine yazdığı
t u t m u ş büyüklerin arasından sıyrılarak bir şeyler
b i r ç o k kitapla ünlü, l A C T ' n i n Başkan Yardımcılığını da
yapmaya çabaladıklarını iyi bildiğimden, en azından
pe
o l u r k e n , ingilizce seçenlerin de başında Polonyalı
üstlenen A n d r e y Zurovvski vardı. Bu iki ayrı sınıf
t i y a t r o alanında genç T ü r k eleştirmenlerine bu
arasındaki bağlantıyı kuran ve seminere gözlemci
seminerlere katılmaları için önayak olan T ü r k T i y a t r o
olarak katılan lan H e r b e r t ,
Eleştirmenleri Birliği Başkanı Z e y n e p Oral'ın ve
l A C T ' n i n Eğitim
Sorumlusu ve İngiltere'deki T h e a t r e Record
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde ilk kez genç
Dergisi'nin de e d i t ö r ü .
eleştirmenlerden yazı isteyerek onlara y o l açan
Seminerin genç katılımcıları ise, Slovenya'dan Maska
D i k m e n G ü r ü n Uçarer'in T ü r k Tiyatrosu'na belki
Dergisi yazarı Bojana Kunst, İspanya'dan hem M a d r i d
daha şu anda görülemeyecek ama ileride anlaşılacak
Üniversitesi T i y a t r o Bölümü'nde ö ğ r e t i m görevlisi
katkıları dikkate değer.. Belki k o n u dışı, ancak ö n e m l i
olan h e m de Resena Gazetesi yazarı Eduardo
bir detay.
Rasillabayo, Polonya'dan Gazeta M o r s k a yazarı
Seminerde, 11. Avrupa Festivali kapsamında
Johanna Chojka, İsveç'ten Entre Dergisi'nde edebiyat
izlediğimiz oyunları tartışırken belli başlı konulara
ve t i y a t r o eleştirisi yapan Bjorn Gustavsson, Romanya
g i r m e k zorunda kalınıldı. Bunlardan bazılarına
Televizyonu'ndan A l e x a n d r a G r i g o r e s c u , Çek
değinmek istiyorum. Azınlık t i y a t r o s u , göçmen
C u m h u r i y e t i ' n d e n D e n n i T e l e g r a f t a t i y a t r o eleştirisi
t i y a t r o s u , eleştirmenin aynı zamanda oyuncu olması,
yapan Vladimir Minulka, Portekiz'den Vertice'de yazan
t i y a t r o d a bir yeniliğe eleştirmenin yaklaşımı gibi...
Claudia Oliveira, Slovakya'dan Javisco T i y a t r o Eleştiri
Festivalde izlediğim oyunları kısaca yazarken,
Dergisi e d i t ö r ü Juray Sebesta, Danimarka'nın en ciddi
seminerdeki bu tartışmaları da ekleyerek gideceğim.
gazetelerinden sayılan H e t Parool'ün eleştirmeni 50 Tiyatro... Tiyatro...
olmuş. Oyuna gelen Fransızların dili anladığını pek sanmıyorum. Aktörün yine kendi ülkesinin özelliklerini taşıyan beden dilini sahnede kullanım biçimi dikkate değerdi. Aşık olduğu kadını pencereden görebilmek için 20 yıl bekleyen, 4 metrekarelik odalarda 46 kişinin dama oynar gibi yaşayışını hem oynayıp hem anlatırken Cezair'de, Fransa'da sürgünde ya da başka ülkelere sığınmış olarak yaşayan kendi toplumunun insanlarının sesi oluyor, aynı zamanda da eleştirisini yapıyordu. "Macbeth'VStuffed Puppet T h e a t e r , Hollanda 1976'da Melborn'da Neville Tranter tarafından kurulan bu kukla tiyatrosu, 1978'den beri Amsterdam'da çalışmalarına devam ediyor. Avrupa'da
pe cy
mikrofonla "Jesus Christ-Superstar" filmindeki şarkıları söylemesi, Revü kızlarının "sürrealist" kostümlerle defileleri, vb. Sahnede ardı arkası kesilmeyen bir görsel zenginlik ve ironi vardı. Özellikle kostümlerdeki detaylar, tek başına bile oldukça çok şey söylüyordu. Oyun için broşürde "Politik Eleştiri" deniyor. Gerçekten de, bu "Rus Revüsü" tarzı gösteri günümüz Rusya'sındaki değerler karmaşasını çok iyi yansıtıyordu. Seminerde ağırlıklı olarak tartışılan konu ise, sahnedeki amatörlerle (çünkü oyuncu oldukları için değil de kiloları vücutları, revü dansı bilmeleri gibi özellikleri yüzünden seçilmişler) bir oyunun kotarılıp kotarılamayacağı üzerineydi. Profesyonel bir yönetmen, belli kişileri belli nedenlerden dolayı seçmiş ve o konum dışında da kullanamamıştı. Bu sürekli bir tekrarı getiriyordu. Aynı zamanda da 100 kiloya yakın bir kadının bale yapması, sahnede belli bir kaosun gerçekleşmesine, doğru hizmet ediyordu. Anlaşılacağı gibi, oyuncu eğitimi almamış oyuncularla tiyatroyu savunanlar ile, savunmayanlar diye, eleştirmenler arasında iki grup oluştu.
dışında, en ilgi çekici özelliği, kullandığı dildi. Arapça ve Fransızca karışımı olan dilin aksanı da kendine has
a
"La Lac du Cygne" (Kuğu Gölü)/LEM Company, Rusya Kutu sahnesi olan 600 kişilik bir tiyatro salonunda oynandı. Kuğu Gölü Balesi'nin temasıyla bağlantısı pek yoktu. Oyun, bale resitali başlamadan orkestranın provasında duyabileceğiniz atonel seslerle başlıyordu. Çaikovski'nin "Kuğu Gölü"nün girişini duyduğunuzda bir rap parçanın bu klasik müziğin üstüne bindirilmesiyle sahnede oyun bitene dek görebileceğiniz karmaşa ve bilinçli üretilmiş kaos başlıyordu. Sahneye iki kuğu (balerin) giriyor. Biri siyah biri beyaz kostümlü. İkisi de kendine ait bir çöp bidonu buluyor ve karıştırmaya başlıyor. Siyah kostümlü balerin çöpün içinde uyuşturucu buluyor ve birbirlerine iğne yapıyorlar. Sonra da sahnede başka bir dünya başlıyor. Vücut güzellerinin şovları, toplam 280 kilo ağırlığında üç tombul (!) balerinin dansları, isa rolündeki kısa boylu tıknaz oyuncunun elinde
"Jurassic Park'VFellac, Cezayir Cezayir'den politik nedenler yüzünden Fransa'ya sığınmış insanların kurduğu Fellac Çaplinesk bir "One man show" sundu. Sahnedeki aktörün iyi bir oyuncu olması "Kuğu Gölü" oyunundan bir sahne. Tiyatro... Tiyatro.. 51
oturmadığı ise dediğim gibi tartışma konusu.
cy a
"Metamorfoz'VTheater Meschugge, Almanya Darmstadt'ta yaşayan ve Almanya'da yaptığı sokak gösterileriyle ünlenen İlka Schönberg'in kurduğu bir tiyatro. İzlediğimiz gösterisiyle 1994'de Mimos Eleştirmenler Büyük Ödülü'nü alan sanatçı; dansı, mimi, belli objeleri, kostümleri, kuklaları ve maskeleri kullanırken seyircinin önünde yarattığı atmosferi bozmadan sürekli bir karakterden öbür karaktere dönüşüyor. Özellikle kullandığı masklar ve kuklalar tek başına sanat eseri sayılabilirler. Aslında, yaptığı tiyatro çok klasik anlamda palyaço geleneğinin kullanıldığı bir sokak tiyatrosu. Ancak dönüştüğü farklı karakterlerde ve altmetin olarak kullandığı palyaço tavrında kadın gözünü ve yorumunu yakalayabiliyorsunuz. Bir de sahnelediği gösteride, 1960'larda "çiçek çocuklarının" sokaklarda yaşayan, herkesle savaşmak yerine sevişen, her şeye karşı koyan ama her şeyle de mutlu olan anlayışlarının sanata uzantısının kırıntılarını fark ediyorsunuz. Tabii bu
pe
leka Schöubein bir sokak gösterisi olan "Metamorfoz"da noktada da, sokak t i y a t r o s u n u n , sokaktaki oldukça tanınan ve beğenilen bir t i y a t r o . İnsan boyu büyüklüğünde kuklalarla gösteriler yapıyor. Kuklaları ve kuklaların hareket etmesini sağlayanın becerisini ve aynı zamanda değişerek belli k a r a k t e r l e r i kuklalarla
b i r l i k t e oynayan a k t ö r ü n (Tranter'in) oyunculuğunu izlemek ç o k keyifliydi. Başları öne eğik duran
kuklaların başları kaldırıldığında ustalarından daha fazla parlayan gözleriyle canlanmaları ve bazen
hangisinin kukla, hangisinin usta olduğu anlaşılamayan uyumlu birliktelik, sahnede gerçek bir büyü yaratıyor. Özellikle ustanın, kuklaları arasındaki yalnızlığı, Macbeth'in yalnızlığına ve Macbeth'in iktidar hırsı, ustanın kuklalarına hayat v e r i r k e n yaşadığı sahiplenme ve ilişkisi bittiğinde kuklaları kenara itiş biçimiyle d o ğ r u orantılı gidiyordu. Ancak, seminerde çoğunluğun hak verdiği bir konuyu da e k l e m e m gerekiyor. Sahnede sade gündelik dil kullanımı adeta o r t a o k u l l a r d a okunması tavsiye edilen "basit ingilizce'yle M a c b e t h " kitaplarının diline dönüşmüş, Shakespeare'in dilindeki edebi güç y o k edilmişti. Bu, tabii bilinçli olarak seçilmiş bir tavır, o t u r u p 52 Tiyatro... Tiyatro...
insanın gerçeğine ne kadar yakın olması gerektiği ya da Kuzey Avrupa ülkeleriyle Akdenizli Avrupa ülkeleri ya da diğer dünya ülkeleri arasında sokak tiyatrosunun kavramsal olarak veya uygulama açısından farkları gibi konulara giriyorsunuz...
" N o t r e - D a m e de Paris'VTheatre Kronope, Fransa Viktor Hugo'nun "Notre-Dame'ın Kamburu" adlı romanından uyarlanan oyun, sahneye açılı olarak yerleştirilmiş koca bir tekerlek üstünde, altında ve içinde geçiyordu. Oyunda Comedia d'Elle Arte maskeleri kullanılıyor, Comedie Français mantığında da hikaye anlatılıyordu. Oyunculukta ise, kesik kesik hareketlerle abartılı beden kullanımı seçilmiş. Bu saydıklarımın hepsi tek başına oyunun kurgusunu düzenleyebilecek yapısal elementler olduklarından, karışımlarından ortaya tam bir "kitç" çıkmış. Sahne düzeni, dekor seçimi, ışık kullanımı, kostümler, oyunculuk hepsi tek başına bakıldığında başarılı gözükse de, bütünde başarısız bir oyundu.
Romanın yalnızca hikayesinin sahne üstünde aktarılması ve y o r u m u n ortaya çıkmaması da bir başka rahatsız edici noktaydı. Eleştirmenlerin neredeyse hepsi bu noktada birleştiğinden, bu oyun üzerinde pek tartışılmadı. "Metamorfoz"/ Theater Triangel, Hollanda A m s t e r d a m ' d a Grafik ve İllüstrasyon üzerine eğitim g ö r e n Henk B o e r w i n k e f in k u r d u ğ u bu kukla tiyatrosu, farklı boyutlardaki kuklaları ve insan elini, yüzünü ikiye bir kadrajlı perdede kullanarak g ö s t e r i l e r yapıyor. Ağırlıklı olarak kuklalarıyla ve doğal haliyle kullandığı elleriyle bu kadraj içinde karikatürler o l u ş t u r u y o r . Kareler halinde izlenen gösterisi, çoğu zaman ciddi gazetelerde, günümüzde pek artık rastlanmayan "yorumsuz" açıklamasıyla yayımlanmış politik
a
veya toplumsal eleştiri yüklü karikatürleri hatırlatıyor. Gösterisindeki kareler, hem değişik b o y u t t a k i kuklaların, "insan" öğesiyle
cy
b i r l i k t e kullanılmaları nedeniyle hem de klasik kukla anlayışının tümüyle dışında
kullanımlarıyla oldukça yaratıcıydı. Ardında yüklü bir i r o n i k düşünce taşıması da
gösteriyi belli bir düzleme çıkarıyordu.
Geleneksel Halk Tiyatro'muzda ö n e m l i bir yeri olan kukla t i y a t r o s u n u n , böyle
Hollandalı Theater Triangel'in Kukla gösterisinden.
pe
ö r n e k l e r i n i g ö r ü n c e , insan hayıflanmadan e d e m i y o r . Bizde neden olmuyor?
"Sweeny"/Macnas, İrlanda
Macnas T i y a t r o G r u b u , 1986'da İrlanda'da Rod G o o d a l l tarafından Galway'de kurulmuş. G r u p
1992'de "Tain" adlı gösterileriyle U N E S C O ödülü'ne layık g ö r ü l m ü ş . Grenoble'da sahneledikleri "Sweeny" tanrılara karşı gelen bir halk kahramanının kuşa d ö n ü ş t ü k t e n sonra yaşadığı trajedinin öyküsü. Macnas G r u b u , geniş bir ekipten oluşuyor. G ö s t e r i l e r i n d e canlı müzik kullandılar ve oyun için özel olarak besteledikleri parçaları, bir r o c k orkestrası diyebileceğimiz 8 kişilik müzisyenler grubu sundu. Açık havada kurulan bir sahne ve güçlü bir ışık düzeniyle çevredeki binaların yüzeylerine gölge düşürülen gölgeler, basit ve temiz bir k o r e o g r a f i ile düzenlenmiş hareket dolu sahneler, güçlü ve etkileyici müzikle o y u n oldukça iyi kotarılmıştı. İlk bakışta bir çocuk masalı gibi gözüken oyun oldukça p o l i t i k t i .
İngilizlerin kültür sömürüsüne karşı Britanya'da ayakta durmaya çalışan azınlık kültürlerine göndermelerle doluydu. Oyunda çok az da olsa klişelere düşülmesi rahatsız edici tek noktaydı. " L e Jour d e F e t e " ( B a l o G ü n ü ) / T a t t o o T h e a t r e , Ex-Yugoslavya Festival b r o ş ü r ü n d e Ex-Yugoslavya diye geçiyor, ancak herkes Bosnalıların oyunu diye k o n u ş u y o r d u . Eski Yugoslavya demelerinin herhalde bir nedeni olmalı. Ya daha Bosna'nın sınırları belirlenmedi diye ya da grup öyle anılmak istiyor olabilir. Ç ü n k ü T a t t o o T h e a t r e , Fransa'ya sığınmış Bosnalı t i y a t r o c u l a r d a n kurulmuş. Aileleri Bosna'da yaşıyor. O y u n a gicmeden önce Slovenya'dan (Eski Yugoslavya!) e l e ş t i r m e n l e r seminerine katılan Boyana Kunst, g r u b u savaştan önce Sarayevo'da izlediğini ve ç o k iyi olduklarını söylemişti. Merakla, sürgündeki performanslarını izlemeye gittik. O y u n d a hiç söz kullanılmıyordu. Bir ailenin 50 yıllık geçmişi sahnede fotoğraflar v e r i l e r e k Tiyatro... Tiyatro...53
yeniden yaşatılıyordu. Çok sade bir dekor, dönemlere göre değişen müzik ve birkaç sembolik eşya, fotoğraflarda yakalanan detaylara çok dikkat eden oyuncular ve yönetmen gözü... Herhalde savaştan hiç bahsetmeden ayrılma, kopukluklar ancak böyle anlatılır. Yönetmen tümüyle kitç üzerinde oynamış, bilinçli olarak oyunculuğa, dekora bezemiş bunu. Ama bu kadar kitç olmasına rağmen, yalın bir anlatım vardı. Parçalanmanın acısını dolu dolu hissederken, kimse sahneden ne bir ağlama ne bir ağıt ne de bir ses duyabildi. Tıpkı Bosna'da yaşanan gerçekleri kimsenin duymadığı gibi. Oyun sonrası konuştuğumuz oyuncular çok heyecanlıydılar. "Biz iyiydik zaten. Ve ne olursa olsun iyi olmalıyız. Eskisi gibi yalnızca bu işten aldığımız manevi tatmin yüzünden değil. Bosna'ya ailelerimize para yollamamız lazım. O yüzden iyi olmak zorundayız."
5. Uluslararası İstanbul T i y a t r o Festivali'nde izleme olanağı bulduğumuz T h e o d o r o s Terzopoulos'ın sahneye koyduğu bu oyunu bu sefer ünlü Rus aktris Alla D e m i d o v a ve kendisinin kurduğu T h e a t e r A ekibinden ve yine "Fedra" ile İstanbul'a geldiklerinde izleme olanağı bulduğumuz D m i t r y Pevtsov'la s e y r e t t i m . Grenoble'daki festivalin en iyi oyunuydu diyebilirim. Demidova'nın "Fedra"daki ve " D ö r t l ü " d e k i oyunculuğu arasında ç o k fark vardı. İkisi de ç o k iyiydi. " D ö r t l ü " d e Terzopoulos'un İstanbul'da düzenlediği ve bir grup oyuncuya aktardığı beden kullanımını açıkça Demidova'nın vücudununda seçebiliyordunuz. O y u n d a bir kadın ve bir e r k e k olmasına rağmen d ö r t kişilik vardı ve sürekli bu d ö r t k a r a k t e r iki oyuncu arasında değiştiriliyordu. Değişimleri ç o k iyi yakalayabilmeniz dışında duygu yoğunluğunu, her karakterin enerjisini, ihtiraslarını hissedebilmeniz oyunun başarısının en ö n e m l i nedenlerindendi. Festival'de size aktarmadığım birkaç oyun daha var. Ancak bunların pek gerekli olmadığını d ü ş ü n ü y o r u m . A r t i s t i k düzeyleri oldukça d ü ş ü k t ü . Böyle geniş bir
a
"Negrabox"(Karakutu) /Pesce Crudo, Fransa Floransa'da üç genç tarafından kurulan Pesce Crudo Tiyatrosu, şu anda Paris'te çalışmalarına devam ediyor. Şehrin içine bir yere 5 metreküp büyüklüğünde kara bir kutu yerleştirildi. Günün birinde ve bir saatte kutunun içinden sesler ve dumanlar çıkmaya başladı. Sonra da insanlar. Başlarını kazıtmış siyah takım elbise giyen ve kutunun herhangi yüzünden çıkabilen. İzleyiciler harekete ve sese doğru yöneldikleri için bir süre sonra kutunun çevresinde dönmeye başlıyorlar. Kabede olduğu gibi. Ama burada bu dönme eylemi istem dışı, farkına varmadan
cy
değişik yaklaşımlarını ö ğ r e n m e k , genç eleştirmenler için oldukça hoş bir deneyim o l d u . Değişik ülkelerin
t i y a t r o insanları yakın ilişkiler kurabilme olanağı
yaşadı. Ç o ğ u m u z başta adı geçen dergi ve gazetelere kendi ülkelerimiz hakkında t i y a t r o bilgileri aktarmak
üzere sözler v e r e r e k ayrıldık.
pe
gerçekleşiyor. Gösteri bir saate yakın sürüyordu. Sürekli farklı giriş çıkışlar olduğundan, ilgi de azalmıyordu. Gösteri sonrası söyleşide kendilerinin bir tür protest tiyatro yaptıklarını söylediler. Hepsi eşcinsel olduğunu açıkladı ve yaptıkları tiyatronun bu özellikleriyle ilgisi olduğunu söylediler. Tabii, seminerde de azınlık tiyatrolarının protest tavırlarıyla ilgili tartışmalar gerçekleşti.
yelpaze içinde sunulan t i y a t r o biçimlerini bir arada
g ö r ü p tartışmak, farklı ülkelerden gelen insanların
"Quartet"(Dörtlü) / T h e a t e r A, Rusya "Karakulu" gösterisinden bir sahne.
54 Tiyatro... Tiyatro...
pe cy a
pe a
cy