1995_54_10163

Page 1


cy

pe a


Sahibi Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal Demirkanlı Genel Yayın Yönet­ meni: Dikmen Gürün Uçarer Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Mustafa Demirkanlı Yayın Koor­ dinatörü Emre Koyuncuoğlu . Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü: Sadettin Kılıç Redak-

siyon: A. Nalân Özübek Katkıda Bulunanlar: Ayla Algan, Deniz Altınay, Sibel Arslan, Hayati Asılyazıcı, Esen Çamurdan, Işıl Kasapoğlu, N. Geyran Koldaş, Nihal Kuyumcu, Ali H. Neyzi, Yavuz Pekman, Tülin Sağlam, Rengin Uz, Grafik TasarımKapak: Yeşim Demir Hukuk

Danışmanı: Fikret İlkiz Dağıtım: Ahmet Ergin Ofset Hazırlık: Tiyatro Yapım Baskı: MÜ-KA Matbaası Abone Bedeli: Ekim 1996'ya kadar 700.000. - (Abo­ nelikler Eylül aylarında yenilenir.) KurumlarAbone Bedeli: 1.400.000.-TL Yurtdışı Abone Bedeli: 50 DM

Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah. Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-80060 İstanbul Telefon: 243 35 33-293 72 77 Fax: 252 94 14 Posta Çeki No: Tiyatro Yapım 655 248 Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245

tiyatro

A Y L I K

T İ Y A T R O

D E R G İ S İ

HABERLER/ S 5 BU AY SAHNEDEKİLER/ S. 10 DORMEN TİYATROSU'NUN 4 0 . YILI Rengin Uz/ S. 18 DOSYA, NÂZIM HİKMETİN TİYATROSU TARTIŞILDI / S. 22

cy a

BAŞARI DETAYDA SAKLIDIR Emre Koyuncuoğlu/ S 34

TİYATRO, OYUNCU VE YARATICILIK N. Geyran Koldaş/ S.35 OYUNCUNUN VE SEYİRCİNİN YARATICI KİMLİĞİ Ayla Algan / S. 38 ÖZEL TİYATROLARA DEVLET DESTEĞİNE

İLİŞKİN YASAL DÜZENLEMELER / S 40

pe

GÜÇ KİMDE ARTIK? Emre Koyuncuoğlu / S. 44 DANTON'UN YA DA ANTALYA DEVLET

TİYATROSU'NUN ÖLÜMÜ Ali H. Neyzi/ S. 47 KIYAMET SULARINDA Sibel Arslan / S 48 ASSOS'DA BİR ŞENLİK Nihal Kuyumcu / S. 50 ASSOS GÜNLÜĞÜ Yavuz Pekman / S. 52 TÜRK TİYATROSU DERGİSİ YAŞAMA DÖNDÜ D. Gürün Uçarer/ S 56 ÇAĞDAŞLAŞMA YOLUNDA TÜRK TİYATRO ELEŞTİRİSİ Esen Çamurdan / S. 56 ÜCRETSİZ OKULUN "DİPLOM"LU MEZUNLARI Rengin Uz/ S 58 ROSTOV-ON-DON'DAN İZLENİMLER Tülin Sağlam / S 60 SANATTA KARİYER Hayati Asılyazıcı / S. 62 BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE / P 64


pe cy a


EDİTÖRDEN Dikmen Gürün Uçarer Tiyatro mevsimi yavaş yavaş

çabalarının ötesinde önce devletin kavraması gerekiyor bir ülkenin

sezon "eski" sorunları tazeleyip

kalkınmasında kültür ve sanatın yeri­

getiriyor beraberinde. Aslında bu

ni.

sezon da pek değişen bir şey yok.

Bu sayımızda halen Özel Tiyatrolara

"Hareketlenmek" sözün gelişi. Birden

Devlet Desteği Değerlendirme

bana "DİLSİZ HUMULUS"u (Anouilh)

Kurulu'nda bulunan demokratik tiyat­

anımsattı durum. Humulus konuşma

ro dernekleri temsilcilerinin, yeni

özürlü. Günde bir söz söyleyebiliyor.

yönetmeliğin 1 1 . maddesi üstüne

Eğer bir gün sessiz kalırsa ertesi gün

görüşlerini aldık. Bu konuda

iki söz edebiliyor. Mesela annean­

önümüzdeki aylarda görüş belirtmek

nesinin doğum gününde "Çok yaşa

isteyenlere açığız.

onur" demek için üç gün ağzını

Suriçi Belediyesi tarafından "para

açmadan beklemesi gerekiyor.

yok" gerekçesi ile kapatılan Diyarbakır

Derken, bir gün aşık oluyor Humulus

Şehir Tiyatrosu Sanat Yönetmeni ile

ve sevgilisine aşkını gerektiği gibi ilan

kapatılma olayı gerkçekleşmeden k ı s a

edebilmek için tam otuz gün tek

bir süre önce arkadaşımız Emre

a

hareketlenmeye başladı ama her yeni

Koyuncuoğlu'nun yaptığı söyleşiyi

kadına içindekileri coşkuyla döküyor,

yayımlıyor ve soruyoruz, hangi tiyatro

ama ne var ki sevgilisi sağır

derneği en azından kınadı bu olayı?

olduğundan Humulus'un-söyledik-

Tabii, öte yandan Akademi İstanbul

lerinin hiçbirini anlamıyor. Humulus

yazısı sevindirici bir girişimin habercisi.

belki bu kez anlar niyetiyle bir otuz

Tıpkı, Rengin Uz'un ilk "Diplom"lu

gün daha suskunluğa gömülüyor...

mezunları üstüne Müjdat Gezen"le

pe

cy

kelime etmeden bekliyor. O gün genç

Biraz karamsar bir yaklaşım ama bir

yaptığı söyleşi gibi...

yanda yönetsel sorunlar, öte yanda

Tiyatromuzun herhalde en zarif

altyapı sorunlarıyla, maddi problem­

sanatçılarından biri sevgili Haldun

lerle karşı karşıya olan tiyatro

Dormen. Bu yıl Dormen Tiyatrosu'nun

dünyamızın sanatsal açıdan zorlanma­

4 0 . yılını kutlaması yaşayacağımız

ması olanaksız bu koşullarda.

hoşluklardan biri olacak.

Koskoca İstanbul Devlet Tiyatrosu,

Beş yıl önce Sayın Fikri Sağlar'ın

AKM'ye girebildiği sayılı günleri hesa­

Bakanlığı döneminde Tiyatro Eleştir­

ba katmazsak, iki küçük sahnede

menleri Birliği (TEB) tarafından

sıkışmış durumda. Şehir Tiyatroları,

yaşama geçirilmesi planlanan ve

ideolojik ayrılıklar şimdilik su yüzüne

onaylanan "Türk Tiyatrosu Eleştiri

çıkmıyorsa da, genelde tiyatroya farklı

Seçkisi 1923-1990"ın yayımlanışı hoş

açılardan bakan bir yerel yönetimle

bir rastlantı, Sayın Sağlar'ın Bakanlığa

çalışmakta. Özel tiyatroların sorun­

geri dönüşüne denk geldi. Kitap

larını tekrarlamak ise başka bir

Cumhuriyet dönemi Türk

Humulus öyküsü: Maddi destek

Tiyatrosu'nun panoramasını vermesi

sorunu, altyapı sorunu - üstyapı

açısından önemli bir çalışma.

sorunu... Kültür Bakanlarının iyiniyetli


HABERLER... Stephane Braunschweig Odeon'da

günde 2,5 gününüzü tiyatroya ayırmaya ne dersiniz?" formüllü "Tiyatroya Gidiyoruz" kampanyasını Tiyatro Ti bu yıl da sürdürürken, gidilebilecek ya da oynanabilecek heryerde tiyatro yapmayı planlıyor.

Fransa'nın önemli genç kuşak yönet­ menlerinden biri olarak adından sıkça söz edilen ve 7. Uluslararası İstanbul

Küçük Sahne'de yeni sezon

ı

ı

Kumpanya'nın Almanya'daki başarısı

cy

Tiyatro Festivali'nde "Dr. Faustus" yoru­ muyla çok beğenilen Stephane Braunschweig, Frank Wedekind'in, "Franziska"sını Odeon Tiyatrosu'nda yorumluyor. "Tartuffe" de bu kez Benno Besson'un yorumuyla perde aça­ cak, Odeon'da.

a

Gülsen Karakadıoğlu başkanlığında Hayati Asılyazıcı (TEB), Recep Bilginer (Tiyatro ve TV Yazarları Derneği), Turan Oflazoğlu (ITI), Hadi Çaman (TİYAP), Göksel Kortay (TODER) geçtiğimiz gün­ lerde toplanarak yeni sezonda Küçük Sahne'nin Tiyatro Stüdyosu ve Tiyatro Ayna'ya verilmesi kararını aldılar. Ocak 1996'dan başlayarak belirli günlerde Oraloğlu Tiyatrosu'nun da bu salondan yararlanması uygun görüldü.

ı

pe

Kerem Kurdoğlu'nun yazıp yönettiği "Harita'dan Naklen Yayın" adlı oyun prömiyerini Almanya'nın Moers kentin­ deki Schloss Theater Moers'e bağlı Maschinenhalle'de Neues Spiel kap­ samında sahneledi. Haritasını yitirmiş insan alegorisiyle, içinde bulunduğumuz postmodern çağda bireyin psikolojik durumu, tarihsizleşmesi ve ütopyalaşmasını konu alan oyun Alman izleyiceler ve basın tarafından oldukça ilgi gördü. Irmgard Bernrieder'ın Rheinische Post Gazetesi'nde çıkan eleştiri yazısında oyunla ilgili şöyle bir açıklama vardı. "...Oyunu, tam kadro izleyen Vesprem'den gelen Petöfi Tiyatrosu oyuncularıyla birlikte seyircinin uzun alkışlamaları, istanbul takımına teşekkür etme anlamını taşıyordu. Kumpanya; bizim, genelde kıvranan deneysel tiyat­ rolarımıza da bir fikir oluşturacaktır.

"Yılda İki buçuk gününüzü tiyatroya ayırmaya ne dersiniz?''

I

Tiyatro Ti geçen seneki oyunu "ADA" ile tiyatro sezonuna Barohan'da mer­ haba diyor. Athol Fugard'ın yazıp Yücel Erten'in çevirdiği oyunu Bülent Yarar yönetti. Oyunda Tiyatro Ti kurucuları Hakan Pişkin ve Devrim Nas rol alıyor­ lar. Bu oyun, geçen yıl Avni Dilligil Jüri Özendirme ve Uluslararası Lions 118-T ödüllerini almıştı. "Bir oyun 2 saat, 30 oyun 60 saat, 60 saat iki buçuk gün eder. O halde 365

6

"Dans la solitute des Champs de Coton"

I

Bernard-Marie Koltes'in "İhtiras Noktrünü" olarak nitelendirilen bu yapıtı Edinburg Festivali'nden sonra şimdi de Paris Sonbahar Festivali'nde. Patrice Chereau'nun yorumladığı ve Aracı rolünü üstlendiği oyunda Alıcı rolünü de Pascal Greggory oynuyor. 16 Kasım'da başlayacak olan "Pamuk Tarlalarının Sessizliğinde" 14 Ocak 1996'ya kadar Odeon Tiyatrosu'nda gösterimde kalacak.

Comedie Français'de sahnelenenler

ı

Victor Hugo'nun Jean Luc Boutte'nın yönetimindeki "Lucrece Borgia"sı ve Kieist'ın Aieksander Lang yönetimindeki "Hamburg Prens"i Eylül ayında perde açtılar ve Kasım ayında ise repertu­ ardan kalkıyorlar. Racine'in "Pheadre" 25 Kasım'da prömiyer yapmaya hazırlanıyor. Feydeau'nun Roger Planchon yönetimindeki "Occupe-toi d'Amelie"si ise Aralık ayında gösterime girecek.

Yaratıcı drama semineri

ı

Çağdaş Drama Derneği, Ankara Al­ man Kültür Merkezi ve British Council tarafından ortaklaşa düzenlenen 6. Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Semineri, 23.10.1995-28.10.1995 tarih­ leri arasında Ankara Alman Kültür Merkezi'nde yapıldı. 1985 yılından beri 2 yılda bir düzenlenen bu seminere, Kassel/Almanya'dan kültür pedagogu, yazar ve maske yapımcısı Sabine Stange,"Maske Yapımı", Liverpool/İngiltere'den tiyatro ve müze pedogojisi uzmanı Andrea Earl "Müze


Bizim Tiyatro'da müzikli çocuk oyunu

Bienal'de

'' Kara Gecelerin İntikamı" Anadolu'da dolaşıyor (Birlik Sahnesi'nin son oyunu "Kara Gecelerin intikamı" Anadolu 95 turnesi­ ni sürdürüyor. Oyun Kasım içinde Almanya'nın Duisburg ve Hagen şehirlerinde de sergilenecek. Topluluk tiyatro mevsimini yine aynı oyunla Beyoğlu Muammer Karaca Tiyatrosu'nda Aralık ayı başında aça­ cak.

pe cy

Bizim Tiyatro, 28 Ekim gününden başlayarak her cumartesi saat 12.00'de bir müzikli çocuk oyunu olan "Nasrettin Hoca ve Eşeği" adlı oyunu, Caddebostan Kadıköy Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi'nde sergilenecek.

gerçekleşecek olan bu performans son­ rası Bienal'in sanat yönetmeni Rene Block, "Fluksus, Güncel Olaylar, Gösteri Sanatları ve Müzik" başlıklı kapsamlı bir konuşma yapacak. Aynı gün Fluksus akımı içinde gerçekleşen performanslar­ dan videoyla izleti gerçekleştirilecek.

a

Pedogojisi", yine İngiltere'den Hope Street 2 1 . y.y. Tiyatrocu Yetiştirme Merkezi Müdürü Peter Ward, "Yaratıcı Drama ile Tanışma, Device Yöntemi" üzerine atölye çalışmaları yaptılar. Seminerde ayrıca konferanslar düzen­ lendi. Prof. Dr. İnci San, Prof. Dr. Metin And, Prof. Dr. Üstün Dökmen, Tülin Sağlam konferanslardaki konuşmacılar­ dan bazılarıydı.

performanslar

4. Uluslararası İstanbul Bienali'nde iki ayrı performans gerçekleşecek. Bunlardan biri Fluksus sanatçısı İspanyol Carles Santos'un piyanosuyla yapacağı gösteri. Diğeri ise, Mimar Sinan Üniver­ sitesi Oditoryum'da Amerikalı sanatçı Benjamin Patterson'un yapacağı perfor­ mans olacak. 20 Kasım'da

TOBAV, "Afife Jale Sahnesi'' için konser düzenledi

Beşiktaş Belediyesi tarafından, inşaatının bitirilmesini sağlamak amacıyla ve 10 yıllığına TOBAV'a kiralanan Ortaköy'ün içindeki "Afife Jale Sahnesi" kullanıma hazır olmak üzere. TOBAV yönetimi, 13 Kasım 1995 tarihinde Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da saat 20.30'da gelirini "Afife Jale Sahnesi" için kullanacakları bir gece düzenliyor. Geceye Hülya Aksular, Suat Arıkan, Nil Berkan, Jaklin Çarkçı, Oktay Keresteci, Boğaziçi Korosu, Cemalettin Kurugüllü, Nurten Tezmen Kolçak, Erdal Uğurlu, Erol Uras, Şafak Yaprak, Elizabeth de Stefano, Ajlan, Gülay Eralp, Bora Gencer, Naşide Göktürk, Mine, Derya Köroğlu, Suat Suna, İlhan Şeşen, Bülent Yetiş, Sibel Tüzün, Ege Nuh, izel Çelik, Sezen Aksu

gibi büyük bir kadro katılıyor. Aynı zamanda, Perihan Akı defilesi ve de Müjde Ar bu defilede Afife Jale kıyafetinde izlenebilinecek. Defileyi Neşe Erberk Ajansı mankenleri sunacak.

Kocaeli'de "Özgün Eğitim Tiyatro Kursları'' Kocaeli Bölge Tiyatrosu eğitim çalışmaları kapsamında yürütülen "Tiyatro Kurslarının 1995-96 dönem kayıtları başladı. 3 Kasım 1995 günü başlayacak olan kurslar 9 Haziran 1996 tarihinde sona erecek. Tiyatro kursları mimik, rol, hareket, diksiyon, dans, doğaçlama ve müzik konularında çalışmaların yapılacağı tiyatro kursları haftada bir gün dört saat olarak verile­ cek.

İSM 6. kuruluş yılını kutluyor 1930'lara kadar rahibe yetiştiren daha sonra kıyafet kanunu ile Ermeni Lisesi olarak hizmet veren Tarlabaşı'ndaki tarihi bina, 1989'dan itibaren birçok sanatçının atölyesine, özel tiyatro salonlarını, dans stüdyosunu, sosyal ve sanatsal dernek­ leri barındırıyor. Cahide Sonku'nun son günlerini yansıtan mekân olarak da hizmet veren, şimdiki adıyla istanbul Sanat Merkezi (İSM), 6. kuruluş yılını 12 Kasım 1995 günü binada bulunan sanatçıların katılımıyla bir etkinlik düzenleyerek kutlayacak. Kumpanya "Kim O" adlı oyunuyla, Dance Factory grubu "Rüzgârın Kokusu" koreografileriyle, Yeşil Üzüm­ ler "Üç Üstü Üç" adlı gösterileriyle, Suat Akdemir, Bedri Baykam, Hülya Botasun, inci Eviner, Erkan Özdilek ortak sergi­ leriyle bu etkinliğe katılıyorlar.


Sezonu "Bir Delinin Hatıra Defteri" ile açacak olan Genco Erkal, Kasım sonun­ da Paris'te Mehmet Ulusoy ile birlikte yeni bir oyunun hazırlıklarına başlaya­ cak. Martinik Belediye Tiyatrosu ve Mehmet Ulusoy'un Özgürlük Tiyatrosu'nun ortak yapımı olan oyun, Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun "Simyacı" adlı romanından uyarlanacak.

kapatıldı Diyarbakır Belediyesi Dr. Orhan Asena Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Cuma Boynukara ile aşağıda yer alan söyleşiden birkaç gün sonra tiyatroları kapatıldı. Önce, topluluğun "Basına ve Kamuoyuna" son çağrıları olan basın bülteninden bir bölüm, ardından da söyleşiyi yayınlıyoruz.

rağmen Sur Belediyesi yönetimi, sanatçılara perdelerini daha geç açmak kaydıyla sokak numaralama çalışmalarına göndermek için baskı yapmış, ancak bu... tarafımızdan kabul edilmemiş, bunun üzerine başkan yardımcısı tarafından istifa etmemiz istenmiştir. Bu olaydan sonra tassarruf hakkı Büyükşehir Belediyesi'nde bulu­ nan salonumuz. Sur Belediye Başkanı nın istemiyle, Büyükşehir Belediyesi tarafından elimizden alınmıştır, deyim yerindeyse kapı dışarı edilmiş bulunmaktayız." Tiyatroyu kim kurdu? - O zamanın Belediye Başkanı Turgut Atalay, Orhan Asena'nın ve Turgut Demirel'in destekleriyle Büyükşehir

pe cy

Dostlar Tiyatrosu, sezonda Genco Erkal'ın yeni bir projesini de sunacak. Antik çağdan günümüze, kurulu düzen­ le çatışan, düşünceleri uğruna kimi zaman ölümü bile göze alan kadınların öykülerinden oluşan projede, Antigone, Medea, Jean-D'Arc, Anna Frank, Wirginia Woolf gibi karakterleri Jülide Kural canlandıracak.

Diyarbakır Belediye Tiyatrosu

a

Genco Erkal ''Simyacı'' ile Paris'te

Özerk Sanat Konseyi Girişimi Kurulu

27-28 Mart 1995 tarihlerinde yapılan "Sanatçılar Kurultayı"nda oluşturulan "Özerk Sanat Konseyi Girişimi Kurulu", çalışmalarında yeni bir aşamaya geldi. "Sanatta Özerk Yapılanma ve Yaratma Özgürlüğü Sanatçılar Kurultayı" kitabı yayınlandı ve dağıtımına başlandı. "Özerk Sanat Kurumu" oluşturulmasına yönelik tartışılabilir yasa önerisi ile "Yaratma Özgürlüğü" raporları üzerindeki çalışmalar da sonuçlandırılmak üzere. 4 Kasım 1995 Cumartesi günü saat 16.00'da yapılacak toplantıya P E N Yazarlar Derneği, TYS, Edebiyatçılar Demeği, Tiyatro Eleştirmenleri Derneği, TV ve Tiyatro Yazarları Derneği, Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı temsilci­ leri katılacaklar.

"Biz 1990 yılında Diyarbakır Belediyesi Dr. Orhan Asena Şehir Tiyatrosu adıyla kurulan tiyatronun sanatçılarıyız. Muhsin Ertuğrul'un "tiyatroyu Anadolu'da yaygınlaştırma" düşünün belki de en güzel örneklerindeniz. Yalnızca bulunduğu kentte değil, tur­ nelerle kendi bölgesinde de etkinlik­ lerde bulunan tiyatromuz, Refah Partisi anlayışının ürünü olan, yeni moda ucube belediyeler tarafından kapatılıyor...

Belediye Tiyatrosu kuruldu. Sınav açıldı. Diyarbakırlı tiyatroyla amatörce uğraşan arkadaşlar sınava girdi ve Şehir Tiyatrosu'nda çalışmaya başladılar, ilk dönem 40 kişiye yakın olan kadro yavaş yavaş elendi ve şu andaki 22 kişilik kadro oluştu. Bu beş yıllık süre içerisinde 30'a yakın yerli ve yabancı oyun oynadık. Turnelerimiz oldu. Doğu'yu Güneydoğu'yu, İstanbul'u gezdik.

Periodik olarak tiyatromuz her yıl yeni sezonu Ekim ayında açmaktadır. Buna

Oyunların yönetmenleri kendi içinizden mi oldu?


...HABERLER bilirsek bir nebze azalacak. Kendi içimizden. 94 yerel seçimlerinde Refah Partisi'nin başa gelmesiyle tiyatro­ nun seyri değişmeye başladı. Tiyatro'nun biliyorsunuz, aynen İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları gibi resmi tüzel bir kişiliği var. Bir kurum. Maliye Bakanlığında , İçişleri Bakanlığı'nda tescilli bir tiyatro. Bundan sonraki dönemde gelen yönetim Şehir Tiyatrosu'nun 657 sayılı yasaya göre, sözleşmeli çalışan sanatçı personelini geçici işçi statüsüne dönüştürüp tiyat­ royu feshettiler. O dönemden bu güne kadar yer yer "haftada üç gün tiyatro yapın, iki gün başka iş yapın" demelerine karşın, bizler buna karşı çıktık ve tiyatro­ yu açık tutmaya gayret ettik. 1995 sezo­ nunda yaşadığımız sıkıntı ise bize perde açtırmıyor olmaları. Hazır bir çocuk oyunumuz var, geçen yıllardan kalan oyunlarımız var. Ama perde açtırmıyor­ lar.

Parasal destek almadan perde açabile­ cek misiniz? - Zaten elimizdeki büyük oyunların prodüksiyon giderleri karşılanmış. Çocuk oyununu 5 yıldır tiyatroda biriken malzemelerden temin edeceğiz. Afişimizi r e k l a m karşılığı yaptıracağız. Y e n i prodüksiyonu zaten karşılamıyorlar. Böylesini deneyeceğiz. Bu halde bile kabul etmiyorlar. Öyle komiktir k i , "Memozin" gibi bir oyuna her şeyi içinde 35 milyon lira kadar bir bütçe ayırmıştık. Ama çok zorlandık. Peki salonlarınız dolu mu? - Dolu oynuyoruz. Çok iyi izleyicimiz var. 350 kişilik bir salona sahibiz. Haftada 4 kez oynuyoruz.

"

- Çıkıyor, ama bu sorunlar anlamsız, çünkü biz oraya sanatçı olarak girdik.

cy

Dario Fo'nun "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü", çocuk oyunumuz" Bir Şeftali Bin Şeftali". Bu oyunların provaları sürmektedir. Düşüncemiz Ekim'in 20'sinde perde açmaktı, açamıyoruz. Şimdiki Belediye Başkanı "Bana tiyatro lazım değil, kalsın" diyor. 11 aydır Şehir Tiyatrosu'ndaki arkadaşlarımız üç-dört milyon lira maaş alıyorlar. Tiyatro, o günden bu yana bir kuruş para alamıyor. Belediye'de parasal bir sıkıntı var elbette. Ama %100 nasibi­ ni alan tiyatro oluyor. Diğer birimler % 4 0 , %25 nasibini alıyor. Aslında şunu demek istiyolar. "istifa edin gidin, lazım değilsiniz." Hatta şöyle diyor, "Gidin, sizin yerinize bir 'mıslıman' gelip çalışsın." Durum b u .

a

Az önce saydığınız 22 kişi tiyatro dışında çalışmıyor sanıyorum. Bu yüzden sorun çıkıyor mu?

Repertuarınızdaki oyunlar hangileri?

Eğitiminiz var mı?

pe

- Hayır, tiyatro eğitimimiz yok, amatör tiyatrolardan geldik. 15 yıldır çalışıyoruz, oynuyoruz, bölgede turneler yapıyoruz. Oyunlarımız oynanıyor. Ama eğitimimiz yok.

Şu anda siz salonunuzda provalarınıza devam ediyorsunuz, ama perde açamıyorsunuz öyle mi? - Evet, bekliyoruz. Başkan Cemal Bey'in garip bir tutumu var. Bir gün söylediğini diğer gün gelip çürütebiliyor. ve diyor? Örneğin, "Ben bu lafları ettim ama yine de tiyatro olsun" diyor. Sabah da gelip, Yapmayın kardeşim, bana tiyatro lazım değil" diyor. Sürüncemede gidiyor. Şu andaki sıkıntımız perde açamamak, aça-

Bütün bu zorluklara karşı ne yapmayı düşünüyorsunuz ?

- Aslında yapılacak şeyde belirsizlik içerisinde. Birincisi şu. O tiyatro ve aynı zamanda o salon kapanırsa, bir daha

Diyarbakır'ın kendine ait bir şehir tiyatro­ su oluşturması nerden bakarsanız bakın 15-20 yılı alır. Çünkü Diyarbakır'daki bu kadroyu dağıttığınız zaman bir daha toparlamak çok güç. Kadrodaki sanatçıların hepsi Diyarbakırlı mı? - Hepsi Diyarbakırlı. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu kurulduğunda orada açılan kurslarda eğitim alanlar oldu. Tabii bu arkadaşlar yarından sonra şanslarını başka yerlerde deneyecekler. Geriye kimse kalmayacak. Arkadan da kimse gelmeyince ne olacak, Diyarbakır, İstan­ bul gibi de değil. Amatör ya da özel t i ­ yatroların yaşama şansı yok. Bir dönem oluyor bir bakıyorsunuz, saat 5'den sonra her yer kapalı. Kimse sokağa çıkmıyor. Devlet Tiyatrosu da biz de boş oynuyoruz o zaman. Daha önce Büyükşehir Belediyesi'ne bağlıydınız. Neden Suriçi'ne bağlandınız? Tiyatro binası oraya daha mı yakın? - Hayır. Tiyatro binası şehir içinde. Amaçlı olarak Suriçi'ne bağlandık. Önceden planlanmıştı. Belediye içinde çalışan entelektüel kişilerin çoğu Suriçi'ne bağlandı. Başlangıçta 600 kişilik bir kadrosu olan belediyenin şimdi istifalarla 400 kişilik kadrosu var. Suriçi'nde neden istifalar oluyor, uzak bir yer mi? - Hayır, dayatmaları k ö t ü . Fen Işleri'ne kadrolu olarak girmiş bir makina mühen­ disine "çöpe git" diyorlar. Röportaj: Emre Koyuncuoğlu

Lütfi Ay'ı kaybettik Yazar,tiyatro eleştirmeni, çevirmen Lütfi Ay 28 Ekim 1995'de yaşamını yitir­ d i . 1911 yılında istanbul'da doğan Ay, uzun yıllar Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu'nda Heyet Raportörlüğü Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. (1949-58). Devlet Konservatuarında Tiyatro Tarihi dersini o k u t t u . Halkçı, Akis, Cumhuriyet, Vatan, Türk Dili gibi gazete ve dergilerde yazdığı tiyatro eleştirileriyle de tanınan Lütfi Ay, klasik ve çağdaş yazarlardan yirmiye yakın çeviri yaparak bu yapıtları dilimize kazandırmıştır. 1985 yılında Fransız Hükümeti tarafından Legion D'Honeur nişanına layık görüldü. Lütfi Ay, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği'nin (TEB'in) kurulması yolunda da önemli çalışmalar yaptı. TEB'in onursal üyesiydi.

9


BU AY SAHNEDEKİLER Tiyatro: Sermet Erkin Yazan: Eli Saghi

Tiyatrosu

Kerem Kurdoğlu'nun yazıp yönet­ tiği "Haritadan Naklen Yayın" adlı oyun ilk kez Neues Spiel 95 (Yeni Oyun 95) festival kap­ samında 27-28 Eylül tarihlerinde Almanya'nın Moers kendindeki Schloss Theater Moers'e bağlı Maschinenhalle'de sahnelendi. Kerem Kurdoğlu'nun bu projesi, haritasını yitirmiş insan alegorisiyle içinde bulunduğumuz postmodern çağda bireyin psikolojik durumunu, tarihsizleşmesini ve ütopyasızlaşmasını sapta­ mayı ve çıkış yolları aramaya yönelik bir zihin­ sel süreç başlatmayı amaçlıyor. Bu yeni insanlık durumunu, oyun alanında yeniden

pe cy

a

Çeviren: Hale Kuntay Yöneten: Can Doğan Giysi Tasarımı: Nimet Aksoy Sahne Tasarımı: Nuray Erkin Oynayanlar: Fuat İşhan, Gül Kahyaoğlu, Cengiz Sezici, Feza Zerengil, Yurdan Edgü, Sermet Erkin

Tiyatro: Kumpanya Yazan: Kerem Kurdoğlu Yöneten: Kerem Kurdoğlu Giysi Tasarımı: Naz Erayda Sahne Tasarımı: Naz Erayda Işık Tasarımı: Naz Erayda Müzik: Cem İdiz Koreografı: Christine Brodbeck Oynayanlar: Murat Özdoğan, Nadi Güler, Sanem Oktar Erdoğan, Cenk Telimen, Neslihan Yurtsever, Bilge Arat, Ahmet Beyazıt, Burhan Ökmen

Bu oyun yıllar önce Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu'nda "Paşaların Paşası" adı altında oynanmış. Ama bu sahnelenişinde topluluk eseri çevirmeni Hale Kuntay'ın izni ile baştan ele alıp yeni bir dramaturji çalışması yaptı. Seneler önceki oynanışı ile bugünkü reji arasında hem eser hem de sahne trafiği olarak oldukça farklılıklar var. Bugünkü sahnelenişinde temel hedef, bugünün savaştan bıkmış halklarına savaşın ne denli gereksiz ve komik olduğunu vurgulayan bir oyun.

Tiyatro: Tiyatro İstanbul Yazan: Barilet ve Gredy Yöneten: Gencay Gürün Oynayanlar: Nevra Serezli, Cihan Ünal, Orçun Sonat, Zafer Önen, Nuran Oktar, Deniz Uğur, Ayberk Atilla 'Çetinceviz'de, orta yaşlı tanınmış bir çellist virtüöz, yaşamını kocasına adayan eşi ile yeni tanıştıkları bir genç kız arasında yaşanan olaylar anlatılıyor. Bir yanda 30 yıllık çok köklü, değerli bir ilişki ve öte yanda taze, genç bir heyecan vaadi ile yaşanan orta yaş bunalımı komedi atmos­ ferinde irdeleniyor. 10

üreten bir anlayışla, pek de alışık olmadığımız tekniklerle karşımıza getiriyor. Gösteri, metnin bestelenmesiyle oluşmuş yekpare bir "müzik", ile çatışma halindeki fiziksel aksiyonlardan oluşuyor. Oyuncular, yüksek volümlü bir playback olarak dinlediğimiz oyun metnine beden­ leriyle eşlik ediyorlar.


Oyunun konusu kısaca şöyle; Şvayk dedektif tarafından imparatora haraket ettiği gerekçe­ siyle tutklanır. Askere alınır. Albay'ın köpeğini çalıp Teğmene satınca cepheye sürülür. Bir dizi yanlışlıklar ve terslikler içine düşer. Düşman askeri üniformasıyla yakalanır. Casus muamelesi görür ve ölümle cezalandırılır. Ama onu asabilmek için bir ağaç bulunamaz ve görevli yorulur. O da tek başına kendisini asabileceği bir ağaç aramaya koyulur. O gün bugün aramızda dolaşıyor ama ağacı hâlâ bulamamıştır...

pe cy

Oyunun sahneye konma gerekçesi şöyle açıklanmış; "Tepkisizliğe hayır. Dünyanın her yerinde insanlar öldürülüyor, çocuklar parçalanıyor ve kan akıtılıyor. Adına askeri koruma önlemleri denilen "savunma" sistemi artık savunmuyor, sadece saldırıyor. Çok ciddi bir kurum olan askeri hiyerarşi gerçekten çözüm üretebiliyor mu? Seyirci evine geri dö­ nerken bir gün kendisine de sıra geleceğini düşünmeli. Küreselcilik kavramının geliştiği günümüzde gezegenimizin paylaşımı cinayet­ lerine karşı çıkmak gerek."

Yaralarını kapatmak, zayıflıklarını saklamak ve içgüdülerini bastırmak için makyaj yapıp durur ve bir maskeden farkı kalmaz. Laura'da, kişilerin yalnızlıkları bilardo masasında 3 beyaz ve kırmızı top gibi çarpışır durur. Ruhun bu yeşil halısında, her biri puan toplamaya çalışır. Laura, evsiz insanların yerleştiği bir kenar mahallede yaşayan, öksüz bir genç kızdır. Yoksul ve kimsesiz yaşamından uzaklaşmak için kendini oyunlar, oyuncaklar ve hayallerle avutan bir kız. Bir gün Tom'la karşılaşır. Annesinin otoritesinden ve yaşamın monoton­ luğundan kaçmak isteyen Tom, sinema dünyasının yapaylığını seçer. Sinemada, başkalarının hayatından kendini bulmaya çalışır. Kocası tarafından terk edilmiş, otoriter

a

Tiyatro: Kocaeli Bölge Tiyatrosu Yazan: Jaroslav Hasek Yöneten: Burhan Akçin Giysi Tasarımı: Erhan Demiray Sahne Tasarımı: Erhan Demiray Müzik: Metin Cansever Oynayanlar: Hakan Cengiz, Cüneyt Gürbüz, Fatma Cengiz, İbrahim Şendoğan, Bekir Alnıak, Bahar Şenol, Erol Çeker, Murat Korkmazyiğit, Gökhan Bozkurt

Tiyatro: Theatrama Yazan: Tennessee Williams Yöneten: Ayşe Başkut Sahne Tasarımı: Barış Karayazgan Işık Tasarımı: Cengiz Candan Oynayanlar: Özlem Akovalıgil, Fulya Kurter, Tamer Kurter, Tarık Şerbetçioğlu, Gülçin Çayır Oyun 14 Kasım'dan itibaren Foks Fun Kültür Merkezi'nde sahnelenmeye başlayacak. Oyunun konusu kısaca şöyle; Yalnızlık çağımızın utanç verici hastalıklarından biri, kendine öğretilen yaşam biçimiyle, arzu ettiğini birleştiremeyen insan, bu korkunç yalnızlığın içinde bulur kendini ve kaçmak için türlü hokkabazlıklara ve hayallere başvurur.

ve dini eğitimin etkisinden kurtulamayan

Amanda ise yalnızlığını eski sevgililerinin hatıralarıyla doldurmaya çalışır. Dışavurumcu cinselliğini dizginleyemediğinden mahallenin erkeklerine kurtarıcı gözüyle bakar. Amanda her kadının, mutluluğu ancak bir erkekle yakalayabileceğini düşündüğünden, Tom'dan Laura için bir eş bulmasını ister. Bir akşam Jim gelir... Hayal ve gerçek arasında gidip gelen kişilerin dışında bir de gerçek dünyayı yaşayanlar vardır. Acaba kim daha mutludur? Gerçekle yüzleşenler mi, gerçekten kaçanlar mı?...


Tiyatro: Kocaeli Bölge Tiyatrosu Yazan: Samuel Beckett Yöneten: Taner Büyükarman Sahne Tasarımı: Erhan Demiray Oynayanlar: Taner Büyükarman, Burhan Akçin, Kadir Yüksel, Nuri Karadeniz

pe cy

a

Beckett'in bir oyunu olan "Godot'u Beklerken" çıplak bir ağacın önünde bir yol üstünde Estragon ile Vladimir'in Godot adlı birini beklemesiyle başlar. Ancak, gelip gelmeyeceğinden emin olmadıkları gibi, ne gün için sözleşip sözleşmediklerinin, kendisine ne diyeceklerini, ne isteyeceklerini de bilmemektedirler. Bu konuda karşılıklı konuşup vakit öldürmeye çalışırlar; birbirlerine öyküler anlatırlar, tartışırlar, ayrılmaya hatta canlarına kıymaya kalkarlar. Bu arada, dehşet içinde, gelenler olduğunu görürler... Oyun kişileriyle komik protesk bir soytarı tiyatrosu özelliğini gösteren "Godot'u Beklerken", bek­ lemeyi insan varoluşunun kendi durumu gibi alarak, insan yaşamının bu saçmalığını, vakit geçirme biçimleri içinde iletirler. Burada insan­ ları kimi ya da neyi niçin beklediği ya da Godot'un neyi ya da kimi temsil ettiği belli değildir; ancak hep aynı şeyler kendisini yineler.

Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: Anton Çehov Çeviren: Ataol Behramoğlu Yöneten: Soner Çimen Giysi Tasarımı: Efter Tunç Sahne Tasarımı: Efter Tunç Işık Tasarımı: A. Açıkdüşünenler Oynayanlar: Pınar Saner, Rüyam Dirin, Melike Aydınoğlu Ergüzen, Bora Özkula, Celal Kadri Kınoğlu, Oktay Dal, Selim Gürata, Hafize Gün, Burak Şentürk, Meliha Savaş, Cihan Büyükışık, Levent Üzümcü, Engin Benli

12

Anton Çehov'un 1903 yılında yazdığı "Vişne Bahçesi" Rus tiyatro edebiyatının en seçkin eserlerinden biridir. Çehov bu oyunu, ünlü t i ­ yatro adamı Stanislavski'nin yazlığında yaşayan ailesinden ve yakınlarından etkilene­ rek yazmıştır. Meyerhold'a göre "Vişne Bahçesi, Çaykovski'nin Soyut Senfoni'lerine benziyor... Batı ülkelerinin yazarları dram sanatını Çehov'dan öğrenecekler artık..." Viskonti'ye göre "Bu oyun çok mütevazi, temiz, saf ve derindir..." Strehler'e göre "Shakespeare'in dediği gibi 'tiyatro dünyanın aynasıysa' eğer ve ben de bir yorumcuysam Vişne Bahçesi bana gereklidir." Peter Brook'a göre "...Ölüm ve Hayat üzerine yazılmış bir şiir var sahnede."

Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: Suzanne Scheider Çeviren: Hale Kuntay Yöneten: Neriman Uğur Giysi Tasarımı: Efter Tunç Sahne Tasarımı: Efter Tunç Işık Tasarımı: Ercan Doğru Müzik: Yaşar Özveri Oynayanlar: Neriman Uğur, Celal Bıyıklı

Yazarlarımızdan Ataol Behramoğlu'nun Bosna hakkındaki görüşleri ve oyunun özelliği üzeri­ ne yorumları şöyle; "Bir zamanlar birlikte, kardeşçe yaşamış, aynı toprakları kardeşçe ekip biçmiş insanlar arasında bu korkunç düşmanlık nasıl oluştu? Bu sorunun yanıtı, emperyalizmin ve şoven milliyetçiliklerin irdelenmesindendir. Ve biz Türk aydınları, bugün ülkemizde yaşadığımız koşullarda bu sorunun yanıtını aramaya herkesten daha çok zorun­ luyuz... Avrupalı, Amerikalı aydınlar Bosna'da bir halkın, bir tarihin imha edilmekte olduğunu görmekte gecikmediler ve bir şeyler yapa­ bilmek için çabaladılar. Bosna-Hersek halkına ve aydınlarına Avrupalı, Amerikalı aydınlardan daha yakın olması gereken bizler ise, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da geç kaldık.


Bosna, son birkaç hafta içindeki gelişmelere rağmen hâlâ kanamaktadır. Bosna-Hersek'in (Müslüman, Sırp ya da Hırvat) barışçı halkı, bu kirli, karanlık, uğursuz "savaş" sona erdikten sonra da Türkiye'nin ilgisine, desteğine; ve biz aydınların dayanışmasına gereksinim duya­ caktır. Alman yazar Suzanne Scheider'ın oyunu "Elveda Saraybosna"nın Neriman Uğur tarafından sahnelenerek Bursa Devlet Tiyatrosu'nca izleyiciye sunulacak olmasını bu "aydınca dayanışma" yönünde atılmış önemli bir adım sayıyorum..." ..

Malcolm Keith Kay oyundaki yorumunu şu sözleriyle dile getiriyor; "Yolumuzu nasıl bula­ cağız? Hangi yol daha doğru? Kimin felsefesi­ ni takip etmeliyiz? İdeal gelecek var mı? Karışık zamanlar yaşıyoruz. Büyük düşünür­ lerin büyük idealleri dünyaya sunduklarına kesinlikle inanıyorum; fakat bizler bu düşünceleri takip edip koruyamadık. Tam yolu­ muzu bulduğumuzu düşündüğümüzde birileri yolu tıkadı. Kendimizi ideallere adadık ve sonra bize nasıl ihanet edildiğini anlayamadık. Artık kaybedecek zaman yok; içimizi dışımıza çıkartıp dünyaya yepyeni gözlerle bakmayı denemeliyiz. Sizlere hepinizin bildiği Orwell'ın "Hayvan Çiftliği"ni aynen tekrarlamak istemedik. Gerçekçi değil expresyonist (dışavu­ rumcu) bir yolla oyunu yorumladım. Hayvan Çiftliği'nde yaşananlar kaos içinde kendi yolu­ nu bulma çabasında."

cy a

Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: Orhan Kemal Yöneten: Erdal Gülver Giysi Tasarımı: Orhan Alpaslan Sahne Tasarımı: Orhan Alpaslan Işık Tasarımı: Savaş Kuraner Müzik: Yaşar Özveri Koreografi: Tufan Kaytmaz Oynayanlar: Özgün Ozan, Erdal Gülver, Berrin Zoga, Emir Çiçek, Erem Nalcı, Bülent Özbirgül, Füsun Kostak, Mehmet Güler, Kazım Güçlü, F. Ferruh Yılmaz

düşü gerçekleşmiştir; artık hayvanlar özgür ve eşittir, birlikte çalışırlar. Ancak birileri çiftçiden kalan yeri dolduracaktır; diğer hayvanlardan daha zeki olan domuzlar otomatik olarak lider olurlar...

pe

"Muammer Muammer"in dramaturgu Erman Canatan oyun için şunları söylüyor. "Orhan Kemal'in öyküleri, 1940-50'li yılların koşullarını yansıtır. İşsizlik, yoksulluk, kenar mahalle, küçük kurnazlıklar, saflık, dürüstlük, cehalet gibi toplumsal ve bireysel özellikler, onun öykülerinin ana unsurlarıdır. Bir sanat yapıtı, öykü olsun, oyun olsun, çağına tanıklık ettiği sürece yaşamını sürdürür. Onun var olma süreci, özünün, yaşanılan koşullarla çakışmasıyla orantılıdır. Gönül isterdi ki, o dönemin tüm olumsuzlukları şimdi geride kalmış olsun, izleyeceğiniz oyun da yalnızca bir anılar yığını, devrini tamamlamış bir metin olarak kenarda dursun. Ölümünün yirmi beşinci yılında Orhan Kemal'e saygılarımla."

Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: George Orwell Sahneye Uyarlayan: Peter Hall Çeviren: Özge Kayakutlu Yöneten: Malcolm Keith Kay Giysi Tasarımı: Efter Tunç Sahne Tasarımı: Efter Tunç Işık Tasarımı: Malcolm Keith Kay Oynayanlar: Melike Aydınoğlu Ergüzen, Yasemin Bakış, Özgür Ozan, Çetin Pehlivan, Burak Şentürk, Ahmet Somers, Funda İlhan Manor Çiftliğindeki hayvanlar, çiftçi Jones ve adamlarını kovalarlar. Yaşlı domuz Major'un

Tiyatro: Dormen Tiyatrosu Yazan: G. Feydeau Çeviren: H. Dormen-K. Uzun Yöneten: Haldun Dormen Giysi Tasarımı: Güler Yiğit Sahne Tasarımı: Osman Şengezen Oynayanlar: Haldun Dormen, Çiğdem Tunç, Suat Sungur, Şebnem Özinal, Ateşböceği Yalçın, Hakan Ökten, Şebnem Sönmez, Ayşe Çakar, Engin Yüksel, Yosi Mizrahi, Sefa Zengin, Gürkan Uygun, Halit Ergenç, Neslihan Yeldan

8 Kasım'dan itibaren sahnelenecek oyunun konusu kısaca şöyle; kocasının kendisini aldattığını sanarak ona bir tuzak hazırlayan ve bu tuzağa kocasından başka herkesi sürükleyen bir kadını ve arapsaçına dönen aile ilişkilerinin komedi diliyle anlatılan bir oyun.


Tiyatro: Tiyatro Tanı Yazan: Alan Ayckbourn Çeviren: Deniz Yüce Yöneten: Özkan Schulze Giysi Tasarımı: Ekip Sahne Tasarımı: Ekip Işık Tasarımı: Ekip Müzik: Krzyztof A Ochedowski Oynayanlar: Bora Seçkin, Müge Ochedowski, Zeynep Atılgan, Özkan Schulze, Cem Safran

pe

cy a

Oyun 1 Kasım'dan itibaren Foksfan Kültür Merkezi'nde sahnelenmeye başlayacak. Oyunun konusu kısaca şöyle; Jerome karısı tarafından terk edilmiş bir bestecidir. Dahice bir beste yapmanın peşindedir. Hizmetçi robotu saymazsak şehrin kenar bölgesinde yalnız ve dağınık bir yaşam sürmektedir. Karısı, Jerome'nin kızını görmesine izin vermemektedir. Jerome için bu ayrılık yalnızlık ile kuşatılmış bir kabus dönemidir. Jerome'un ilerde kızını görüp göremeyeceğine karar vere­ bilmek için karısı ve kızı aile anlaşmazlıklarını çözmekte görevli bir sosyal danışmanla ziyarete gelirler. Onlara karşı ideal bir ev yaşamı sergile­ mek isteyen Jerome, bir hostes kiralar. Ancak anlaşamayınca hostes gider. Jerome yeni bir çözüm bulur. Kocasını sefil ve yalnız bir durumda bulacağından emin olan karısı için karşılaştığı durum onda tam bir şok etkisi yaratır. Kızını

göstermemeye kararlı Korine, bu durum karşısında Jerome'u kazanmak için her yolu dener ve sonunda birbirlerine yansıttıkları kin ve nefretin altında kocaman bir sevgi duygusunun yattığını fark ederler. Her bulvar oyunda olduğu gibi bu oyun da mutlu sonla biter... Sanatçıya özgü bir sonla...

14

Tiyatro: Bilsak Tiyatro Atölyesi Yazan: Edward Bond Çeviren: N. Geyran Koldaş-Şerif Erol Yöneten: Ekip Çalışması Işık Tasarımı: Murat ipek Oynayanlar: Barış Celiloğlu, Şerif Erol, Nihal G. Koldaş, Alp Giritli, Ceysu Koçak, Cüneyt Uzunlar

Oyun 5 Kasım'dan itibaren Roxy'de sahnelen­ meye başlayacak. Geçen yıl Avignon Tiyatro Festivali'nde büyük başarı kazanan"Savaş Oyunları" adlı üçlemenin ilk oyunu, gündelik hayatımızda artık alışılmış hale gelen şiddetin açığa çıkarılması üzerine kurulu. Edward Bond oyunlarındaki şiddet-ahlak ilişkisi konusunda şunları söylüyor: "Toplumsal ahlâk aynı zamanda onu yaratmış olan korkuları ve paniği de içinde barındırır. Ahlak insanların isteyerek edindikleri bir şey olmaktan çıkıp onsuz kalmaktan korktukları bir şey olur."

Tiyatro: Kartal Sanat İşliği Yazan: Hilâl Çelenk Yöneten: Çetin Etili Giysi Tasarımı: Funda Yücel Sahne Tasarımı: Pınar Akçıl Oynayanlar: Çetin Etili, Cem Malkoç, Mustafa Üstündağ, Selen Akıner, Funda Yücel, Nazım Yılmaz, Alper Akın

Oyun, Kasım sonundan itibaren Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi'nde sahnelenmeye başlaya­ caktır. "Yeşil Dünya" bir çevre oyunudur. Gün geçtikçe kirlenen dünyamızda "insanların Kirlenmesi", ilişkilerin kirlenmesi ve plastikleşmesi, toplumsal yaralara neden olmaktadır. Bu kirlilik­ ten istemeden çocuklarda nasiplerini almaktadır. Çevre temizliğini ve bu bilinci, çocuktan başlayarak yaymak istiyoruz. Bu günden bunun sıkıntısını duyup yarınımızı temiz ve plastik olmayan ilişkilerle çocuklarımıza hazırlamalıyız..


Tiyatro: Dormen Tiyatrosu Yazan: Ray Cooney Çeviren: Haldun Dormen-Kemal Uzun Yöneten: Çetin Akçan Giysi Tasarımı: Güler Yiğit Sahne Tasarımı: Nilgün Gürkan Oynayanlar: Metin Serezli, Güneş Berberoğlu, Mehmet Ulay İsmet Üstekin, Kerem Atabeyoğlu, Gülbin Yeşil, Selim Erdoğan, Şencan Güleryüz Cooney yine bu oyunda çıldırmış ve yalan yanlış anlama, satın alma üçgenini, işin içine aniden para sahibi olan bir dar gelirli, polis ve mafyayı da katarak yine bir kahkaha kasırgası haline getirmiş.

Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Melih Cevdet Anday Yöneten: Zekai Müftüoğlu Giysi Tasarımı: Grup Çalışması Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Işık Tasarımı: Ayhan Düldağları Oynayanlar: Kaya Akarsu, Uğur Polat, Meral Bilginer

Tiyatro: Bakırköy Belediye Tiyatroları Yazan: Moliere'nin "Scapen'in Dolapları" oyunundan Ali Bey uyarla­ ması Yöneten: Turgay Kantürk Giysi Tasarımı: Gönül Sipahioğlu Sahne Tasarımı: Ali Yenel Işık Tasarımı: Yaşar Demirkıran Müzik: Serdar Kalafatoğlu Koreografı: Acun Günay Oynayanlar: Münir Akça, Erkan Can, Emre Kınay, Itri Koşar, Berna Oğuzutku, Edip Saner, Ragıp Savaş, Fidan Tek, Bülent Çarıkçı

cy a

^

kurtarılıp hastanede kimliklerinin karışması sonu­ cu gelişen bir fars. Oyunun güldürü dokusu altında çelişik politik ilişkiler sergilenmeye çalışılıyor. Devletle sermayenin göbek bağını, finans kapitalin nasıl her şeyi belirlediğini sergilerken oyunun özelinde Agnelli'nin ne bir tip ne de bir karakter olmadan oyunun içinde uluslar ötesi para-militer sermayenin plastik bir anlatımı olarak yorumlanıyor. "Politik Güldürü Çadırı" olarak oyunun vurgulanması ise; oyunun bütününde bir sirk havası yaratılmaya çalışılması sahne ve mekân değişimlerinin çadırın içinde veril­ mesiyle anlatılıyor.

pe

İstanbul Devlet Tiyatrosu yaşayan en büyük Türk ozanlarından biri olan Melih Cevdet Anday'a şükran borcunu ödüyor. Oyun, Anday'ın sekseninci doğum yılı kapsamında sahneleniyor. Oyunun konusu; bir yıla yakın bir süredir kendisine yöneltilen düşünce suçunu üstlenmemiş bir tutuklu öğretmen, tutuk­ luya suçu kabul ettirmek için her türlü yolu deneyen, sistemin çarkları arasına sıkışan bir komiser, dışarıda olmanın bakış açısıyla yaşamını ve olayları değerlendiren kadın üçgeninde gelişiyor. Bir Rönesans aydını niteliği ile yazın dünyamıza çok ayrı türlerde birbirinden yetkin eserler veren Melih Cevdet Anday için bir de saygı gecesi düzenlenecek.

Tiyatro: Mask-Kara Tiyatrosu Yazan: Dario Fo Yöneten: Cengiz Çakıcı Sahne Tasarımı: Cengiz Çakıcı Oynayanlar: Turgay Erverdi, Serap Köseoğlu, Sibel Kurtoğlu, Serap Çimen, Emrah Elçiboğa, Nazif Uslu, Uluer Emre Özdil, Mustafa Yıldız, Kemal Kahraman Oyun, Fiat Otomobil Fabrikalarının sahibi Gianni Agnelli'nin kaçırılması olayı sırasında meydana gelen kaza sonrası, Fiat'ta işçi olarak çalışan Antonio tarafından tesadüfen

Moliere'in "Scapen'in Dolapları" adlı ünlü oyu­ nundan Ali Bey uyarlaması ile günümüzde geçi­ yor. "Ayyar Hamza 95" günümüz dünyasının çıkar ilişkilerini, toplumsal yozlaşmayı, aile içi ilişkilerin kokuşmuşluğunu ve güncel olaylara geçmişin izlerini sürecek yeni bir yaklaşımı, yeni bir sahnelemeyle sunuyor.


Tiyatro: Bakırköy Belediye Tiyatroları Yazan: Christian Giudicelli Çeviren: Esen Çamurdan Yöneten: Sevinç Aktansel Çetinok Giysi Tasarımı: Gönül Sipahioğlu Sahne Tasarımı: Gönül Sipahioğlu Müzik: Ercan Esendağ Koreografi: Mikel Vidhi Oynayanlar: Gül Onat, Meral Çetinkaya Onuktav

Tiyatro: Kent Oyunculara Yazan: Neil Simon Çeviren: Bilge Koloğlu Yöneten: Yıldız Kenter Sahne Tasarımı: Osman Şengezer Oynayanlar: Kadriye Kenter, Şükran Güngör, Hakan gerçek, Bekir Aksoy, Özlem Çakman, Mehmet Birkiye

"Ver Elini Broadway"de seyirci, Jeroma ailesinin 6 üyesiyle tanışıyor. Yaşamını başkalarına hizmet etmek için adamış anne, 78 yaşındaki Troçkist

Oyun, dünyadan elini eteğini çekmiş iki mutsuz, yaşlı kadının, düşleyip de gerçekleştiremediklerini ve özlemlerini, yaşama isteğini, birey olarak kendilerini keşfetmelerini, birlikte olmaktan duydukları mutluluğu anlatıyor.

pe cy

a

Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Savaş Dinçel Yöneten: Hakan Altıner Giysi Tasarımı: Ayşen Aktengiz Sahne Tasarımı: Ayşen Aktengiz Oynayanlar: Kâmran Usluer, Hümeyra, Yalçın Akçay, Oya Palay, Binnur Uyar, Taylan Erler, Metin Zakoğlu

Shakeaspeare'in oldukça "canlı" bir portresi, bir müze bekçisi ve genç aktris... Garip bir üçlü! Hele bekçi eski bir aktörse ve Shakespeare'in evini yakmak gibi bir planı varsa.

Sonuç: Gürültülü, patırtılı bir hikaye. Adam, Shakespeare'in kimliğinden şüphe duy­ makta, onun aslında başkalarının yazdıklarını çalan yeteneksiz bir sahtekar olduğunu düşünmekte ve müze evini benzin döküp yakmayı tasarlamaktadır.

16

büyükbaba, ailenin en genç ve yaratıcı üyesi Eugene, Broadway'de kardeşi Eugene ile birlikte ünlü bir 'komedi yazarı' ikilisi oluşturmanın hayal­ leri kuran ağabey Stan, kentin en zengin erkeğiyle evlenerek ailesinin bulunduğu sınıftan kopmuş Blanche ve başka bir kadınla olan ilişkisi dolayısıyla 33 yıllık evliliğini yıkan baba. "Ver Elini Broadway", Jerome ailesinin yaşadığı sarsıntıları, duygusal ve mizahi bir anlayışla ele alıyor.

Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Dinçer Sümer Yöneten: Dinçer Sümer Giysi Tasarımı: Funda Karasaç Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Işık tasarımı: A. Karademir- K. Sağlam Oynayanlar: H. İbrahim Kalaycıoğlu, Meltem Müge, Emin olcay, Rengin Samurçay, Kemal Toprak, Müge I. Sefercioğlu, Bahadır Özyurt, Ayça Önal, Hayat Olcay, Serap Doğan, Bilal Güldere, Güven Hokna Gürel, Yeşim Şaşmaz, Mehmet Akay Bütün hayatı boyunca başkaları için yaşamış olan küçük bir memurun bir tesadüf sonucu kendisinin de yaşadığını fark etmesiyle gelişen olaylar anlatılmaktadır.


NORMAL BİR TÜRK ERKEĞİNİN CİNSELLİK EĞRİSİ

KADERE KARŞI KOY A.Ş. "Füsun çatalını bıraktı, 'Kişisel gözlemlerimden yola çıkarak kurduğum bir teorim var,' diye başladı ama sesi bu defa Alpago sesi değil, daha başka bir şey. Allallah! 'FT. Ferhat Teorisi,' diye sürdürdü, Ferhat, benim ikizim. Yumurtanın ikinci yarısı. Teorime Ferhat adını verdim, çünkü erkek davranışlarını öngörmemi sağlayan eğriyi Ferhat'ın seks yaşamını gözlemleyerek geliştirdim. Yaklaşık yirmi yıllık data. Standart sapma, yüzde yarım."

cy a

ALEV ALATLI

pe

" K a d e r e Karşı Koy A.Ş., bilgi ile yaratıcılığın muhteşem dansı. Zihnimizin ücra köşelerine saklayarak yalnızca kendimize italikleyebildiğimiz şüphelerimizin kayıtsız şartsız dürüstlükten alınan güçle, cesaretli bir dışa vurumu. Büyük bir ciddiyetle oynadığımız gerçek yaşama dair rollerimizin, aslında karikatürden ibaret olduğunun belgesi. Alışılageldiği üzere yaşamdan bir kesit sunmuyor bize bu kitap. Yaşamın ta kendisi. Tek bir insanın kurabileceğinden daha büyük yapılara ulaşıyorsunuz Kadere Karşı Köy A.Ş.'de. Çünkü yüzyılların bilgisini damıtarak yönlendirir kalemini Alev Alatlı. Gerçekle yüzleşmeye cesaretiniz varsa Kadere Karşı Koy A.Ş.'nin kahramanlarından biri de sizsiniz." Mutena Açık

ALEV ALATLI'NIN D İ Ğ E R KİTAPLARI

Or'da Kimse Yar mı? Dörtlüğü Viva La Muerte • Kitap 1 ( 6 . B a s k ı ) 'Nuke' Türkiye • Kitap 2 ( 4 . Baskı) Valla Kurda Yedirdin B e n i • Kitap 3 ( 3 . B a s k ı ) O.K. Musti. Türkiye Tamamdır • Kitap 4 ( 2 . Baskı) Yaseminler Tüter mi H â l â ? ( 4 . Baskı) İşkenceci ( 3 . Baskı) B O Y U T YAYINEVİ

Agahamamı Sok. 5/3 Cihangir/İstanbul Tel: 2 4 3 35 33 - 2 9 3 72 77 Fax: 2 5 2 94 14


SÖYLEŞİ İkinci Perde'nin de üzerinden 12 yıl geçti. Ve Dormen Tiyatrosu bu sezon 40. sanat yılını kutluyor, tüm Dormen dostları ile.

Türk Tiyatrosu'nda bir ekoldür Dormen Tiyatrosu. Tiyatroyu sevdiren, saydıran, çılgın farsların, unutulmayan müzikallerin tiyatrosudur. Ayfer Feray, Nisa Serezli, Altan Erbulak, Metin Serezli ile ilk orada tanışmıştır seyirci. "Sokak Kızı İrma", "Şahane Züğürtler", "Bit Yeniği"ni orada ayakta alkışlamıştır. Beyoğlu'nun ve sanat dünyasının mihenk taşlarından biri olmuştur. Tiyatronun 4 0 . yılında 11 Aralık gecesi AKM'de, Dormen'den yetişmiş eski ve yeni oyuncular hep bir­ likte seyirciyi selamlaya­ caklar.

Haldun Dormen'le söyleşimizi, anılarını topladığı "Sürç-Ü Lisan Ettikse" adlı kitabından alıntılarla sürdüreceğiz. Haldun Bey, Dormen Tiyatrosu, Türk Tiyatrosu'nda bir ekol olmuştur. Siz bunu tiyatro­ nun hangi özelliklerine bağlıyorsunuz?

a

Haldun Domen, Ray Cooney'in çılgın güldürüsü "Hangisi Karısı" oyununda, başı dertten kurtulmayan taksi şoförü rolünde.

Rengin Uz

pe cy

Dormen Tiyatrosu'nun 4 0 . Yılı Görünürde, Beyoğlu'nda yaşanan o sıradan akşamlar­ dan biriydi. İşlerinden çıkan insanlar, evlerine dönmek için Beyoğlu'nu terk ederken, evlerinden çıkan insanlar da gezmek, eğlen­ mek için Beyoğlu'nun yolu­ nu tutuyordu.

Oyunlarını, eski Fransız Tiyatrosu'nun, sonradan S e s Opereti olan o güzel tarihi binasında sürdüren Dormen Tiyatrosu'nun, Beyoğlu'nda ve sanat yaşamımızda çok önemli bir yeri vardı. Dormen'in vitrinini "Evimizdeki Hayat" oyu­ nunun fotoğrafları süslüyor­ du. Pasajda tek tük seyirci vardı. O akşam, alışılmışın tersine hem Nafia hem 18

zamankinden sağlam olmam gerekiyordu. Sonuna kadar dimdik ayakta durmam, ağlayan­ ları teselli etmem, işi olağan karşılamam şarttı bu gece. On yedi yıllık sanat yaşamımı asaletle noktalamaya kararlıydım. Bana yakışanı buydu..."

Hüknet Hanım vardı gişedi. Emektar İhsan Efendi tiyat­ ronun kapısındaydı. Programcıların başı Onnik ise ortalarda görünmüyordu. Oyuncuların çoğu erkenden hazırlanmış, makyajlarını yapmış, oyunun başlama saatini değil de, sanki başka bir şeyi bekliyorlardı... Eski Dormenciler de oradaydı...

Sıradan gibi görünen bir Beyoğlu akşamında, Dormen ailesini bekleyen gece hiç de sıradan değildi. Bu gece paylaşılması gereken bir geceydi. "Tiyatroyu sevdiren, saydıran" topluluk tarihe karışıyordu. I. Dormen Tiyatrosu kapanıyordu... ... "Önceden hazırladığım dört Librium'u cebimden çıkarttım. Bardağa su doldurarak bir çırpıda yut­ tum. Bu gece her

Bunlar, Haldun Dormen'in, "Sürç-Ü Lisan Ettikse" adını verdiği anı kitabından, kapanış gecesini anlattığı birkaç satır... Haldun Dormen kararından dönmedi. Tüm Dormen kadrosunun gözyaşlarına rağmen Türk Tiyatrosu "Dormen"siz kalıyordu. İlklerin, büyük başarıların, büyük prodüksiyonların, çılgın farsların unutulmayan müzikallerin, ekip oyunlarının tiyatrosu olan Dormen, Türk Tiyatro tari­ hinde derin izler bırakarak kapanmıştı. Aradan 11 koca yıl geçti. Ve 1983/84 sezo­ nunda yeniden "Perde".

Evet, Dormen'in bir ekol olduğu söylenir. Birçok insan, oyuncu yetişti Dormen'den ve bir stil ortaya çıkardı. Ritmik, kaliteli ve gerçekçi bir stil bu. Bizim oynadığımız tarz abartılı değil, bütün farslar gerçekçi. Farsın en önemli özelliği bu, gerçek olayın içinde gerçek insanların olmasıdır. Özel yaşantımda da meslek hayatımda da dozu çok önemlidir. ... "Seyirciyi tiyatroda en çok iten şeylerden biri oyuncunun sahnede gülüp eğlenmesi ve gerek­ siz laubalilik yapmasıdır. Bu zaman zaman bir iki sahte alkış da alsa sonuç­ t a , seyircinin kendine saygısızlık yapıldığını fark etmesine ve buz kesme­ sine neden olur"... Dormen Tiyatrosu perdesini ilk hangi oyunla açtı? İlk olarak 22 Ağustos 1955'de, Refik Erduran'ın Philip King'den bizim için özel çevirdiği "Papaz Kaçtı" oyunu ile Süreyya Sineması'nın kapalı salonun­ da açtık. Türkiye'de, baş döndürücü bir hızla oynanan, tempolu, mizansenli ilk modern komediydi ve ilk kez


cy a

Dormer tiyatrosu'nun açılış oyunu olan Philip King4in "Papaz Kaçtı" adlı komedisini 2. Dormen Tiyatrosunda yeniden sahnelendi ve yine büyük ilgi gördü.

".. Papaz Kaçtı, benim tahminlerimden bile iyi gidiyordu. Açıkhava olmasına rağmen Suadiye'nin biletleri bir gün önceden yarıya gelmişti. Bu da dolu oynayacağımızı gösteri­ yordu. İki bin beş yüz kişilik Kulüp sinemasını doldurmak büyük işti"...

landığı için oyunun adını "Kaçan Kaçana" olarak değiştirdik ve Ankara'ya tur­ neye çıktık. Önce Küçük Sahne'de, ardından da Ses Tiyatrosu'nda çok parlak yıllar geçirdi Dormen. O yıllardan aklınıza ilk gelen oyunlar neler?

pe

suflörsüz oynuyorduk. Ağustos ayının en sıcak gün­ lerinde tıklım tıklım oynadık Süreyya Sineması'nın kapalı salonunda. Oyun, bu üç günden sonra Suadiye Kulüp Sineması'ndan başlayarak bir aylık bir turneye çıkacaktı İstanbul içinde.

(Her şey iyi gidiyordu ve ben bir aksilik olacak diye korkuyordum ki, İstanbul'da 6-7 Eylül olayları patlak erdi. Oyun kalktı. Sıkıyöneim bir ay sonra özel bir izin­ le oynamamıza izin verdi, ama "Papaz Kaçtı" adını kul­ lanmamız kesinlikle yasak-

Küçük Sahne'de Nina ve Cengiz Han'ın Bisikleti oyun­ ları çok tutmuştu. 2500 kişilik Atlas Sineması'nı doldurduğumuz, Gülriz Sururi'nin olağanüstü ustalıkla oynadığı "Sokak Kızı Irma" ise Dormen'in tari­ hinde bir dönüm noktası oldu. Gişenin önündeki bilet kuyruğu sinemanın önünden Hacı Bekir'e, ordan da Yeni Melek Sineması'na kadar uzardı. Gülriz'le gizli gizli bu kuyrukları seyrederdik. "Yaygara 7 0 " , "Şahane Züğürtler", "Bit Yeniği", "Kamp 17", "Sevgilime Göz Kulak Ol", "Bulvar", "Şahane

Dul" Dormen'in tutulan oyunlarından ilk aklıma gelenler.

... "Sevgilime Göz Kulak Ol tutulmuştu. Açıldığı haftanın cumartesi günü ilk kez yedi bin hasılat yaptı gişemiz. İrma dışında bu büyük bir rakamdı bir tiyatro gişesi için o günlerde. Bilet fiyat­ ları yeni çıkmıştı yedi buçuk liraya."...

Peki her şey güzel giderken o zor kararı nasıl aldınız. Yoksa her şey o kadar iyi gitmiyor da seyirciye mi öyle geliyordu? Maddi sorunlar dayanılmaz hale gelince aldım tiyatroyu kapama kararını. Bir de Beyoğlu'nun kişiliğini kay­ betmesi çok etkiledi. Abdullah Efendi'den sonra bizim tiyatro da kapanınca, Beyoğlu bitti diyordum ben artık. Bir anda verdim kararımı ve caymadım. Bir

fasit daire içinde dönüyor­ dum. Ayfer, Metin, Nisa, Altan ayrılmıştı tiyatrodan. "Gigi" pek iyi gitmiyordu. Çok parlak yıllara rağmen nefes alamıyordum. Dormen'in borçlarını karşılayabilmek için aileden kalan birçok şeyi sattım, çok para kaybettim. "Elden Ele" oyunu ise hiç tutmamıştı. ... "Elden Ele" tutmayınca tiyatro idaresi ne yapacağını şaşırdı. Artık alacaklılarla başa çıkmak olanaksız hale gelmişti. Sosyal Sigortalar Kurumu iflasımızı istiyordu. Vergi Dairesi fena halde sıkıştırıyordu. Bina sahip­ leri bizi her an atmakla tehdit ediyordu. Gemi dört bir yanından su almaya başlamıştı ve hiçbirimiz bir şey yapamıyorduk artık. İşin kötüsü ben yapmak da istemiyordum."... Egemen Bostancı'nın


desteğiyle perdenizi ikinci kez açmanız, sizi tanımış, alkışlamış kuşak için bir müjde oldu. Yeni bir kuşak ise ikinci Dormen Tiyatrosu ile tanıyacaktı bu efsaneyi. Bir anlamda siz kendi seyircinizi de yetiştirdiniz.... Çok ilginçtir. Genco Erkal'ın kendi seyircisi, Yıldız Kenter'in kendi seyircisi, Dormen'in kendi seyircisi vardır. Bizim seyircimiz burju­ va değil, entellektüel memur sınıfı ve öğrenci. Son yıllarda çok genç bir seyirci oluştu. Yüzde 70'in üzerinde genç seyircimiz var. Zaten aktörler de genç, Metinle ben antika gibi olduk.

pe

Geriye dönüp baktığım zaman iyi ki bu işi yapmışım diyorum, çekilen bütün sıkıntılar kayboluyor. Maddi sorunlar hiçbir zaman bitmez. Bu Frankfurt ta böyle, New York'ta da. Şimdi hep güzel şeyler kaldı. Zaten ben yapı olarak mücadeleci adamım. Amerika'da okudum ve hep burada çalıştım. Türkiye'de seyirciden hep saygı gördüm. Tiyatrosuz kaldım, fiyaskolar

cy a

Haldun Bey 40 yıl çok uzun bir zaman. Geriye dönüp baktığınızda hiç pişmanlıklarınız oluyor mu?

Ünlü fransız fars ustası Georges Feydeou'nun "Bit Yeniği" oyunu, 1967-68 sezonunda kapalı gişe oynamıştı.

oldu ama bu saygı hep devam etti. Anadolu'nun en ücra köşesinde bile bu böyle oldu. Tabii bu çok hoş. Elazığ turnesinde oynadığımız "Şahane Züğürtler" oyunun­ da seyirci ile kurulan o sıcak ilişkiyi anlatamam. 40. yıl için nasıl bir kutlama düşündünüz?

Dormen Tiyatrosu'nda yine Ray Cooney güldürüsü, "Koş Baba Koş" oyununda Haldun Dormen, Nilgün Belgün, Metin Serezli, Köksal Engür, Gülen Koraman ve Ali Yalay

20

Dormen Tiyatrosu'nun 40. yıl kutlamasını 11 Aralık gecesi AKM'de yapacağız. "Yaygara 70", "Uyy Balon Dünya", "Sokak Kızı İrma", "Yolun Yarısı" gibi müzikallerden bir kolaj sahnelemek istiyoruz. Kemal Uzun, Dormen'in tarihi ile ilgili bir film hazırlıyor. Ayfer Feray, Nisa Serezli, Turgut Boralı, Altan Erbulak,


Dormen Tiyatrosu "Bit Yeniği"ni bu kez uyarlanmış biçimiyle sunuyor seyirciye, Haldun Dormen ve Kemal Uzun'un "Bit Yeniği"nden ola çıkarak yazdıkları oyu­ nun adı "Arapsaçı". Günümüz İstanbul'unda gecen, Haldun Dormen'in sahneye koyduğu oyunda, sanatçı yine iki rolle, züppe bir zengin ve ayyaş kapıcı olarak çıkacak seyircinin karşısına.

En sevdiği r o l : Prens Mikail Alexandrvich Uratiefif (Şahane Züğürtler) En severek yönettiği oyun: Sokak Kızı Irma Seyirciyi en çok güldüren oyun: Bit Yeniği En uzun sahnelenen oyun: Çılgın Sonbahar En kısa sahnede kalan oyun: Küçük Kulübe En uzun prova: Bulvar Müzikali En sükseli oyun: Şahane Züğürtler, Yaygara 70 En büyük fiyasko: Aşk Otu Dormen'de en uzun oynayan sanatçı: Metin Serezli En kalabalık kadrolu oyun: Yer Demir Gök Bakır En başarılı müzikal: Sokak Kızı Irma En çok oynanan yerli yazar: Refik Erduran En çok oynanan yabancı yazar: Georges Feydeau, Ray Cooney

pe

DORMEN TİYATROSUNDA 1995/96 SEZONU Dormen Tiyatrosu, 1995/96 tiyatro sezonunda 40. sanat yılını kutlarken iki yeni oyunla perdesini açıyor. 3 Kasım'da başlayacak olan oyunun yazarı eski Dormen izleyicilerine hiç yabancı değil; Georges Feydeau'nun, başdöndürücü bir hızla gelişen ve çılgınlık noktasına erişen "Bit Yeniği" (La Puce a 'Oreille) oyunu 1967-68 sezonunda çok büyük sükse yapmış, kapalı gişe oynamıştı.

En sevdiği oyun: Şahane Züğürtler

a

Teşekkür ederim Sayın Dormen. Bizler de daha uzun yıllar Dormen Tiyatrosu'na alkış tutmak istiyoruz.

YENİ BİR UYGULAMA Haldun Dormen, kadrodaki genç oyuncuların yalnız farsla yetişmemesi için bu sezon yeni bir uygulama başlata­ cak. "Genç Yorumlar" başlığı altında 5 genç yönetmen, değişik kadrolarla 5 değişik oyun sahneye koyacak. Bu bir Harold Pinter oyunu da olabilir, bir Gogol ya da Woody Ailen da. "Genç Yorumlar" adı altında toplanan oyunlar, salı ve çarşamba günleri saat 18.00 ve 21.00'de sahnelenecek ve biletler 100 bin liradan satılacak. Dormen Tiyatrosu, bir yandan en çılgın farsları sunarken, seyir­ cisine "Biz genç kadromuzla bunları da yapıyoruz" demek istiyor .

cy

Yüksel Gözen, Yılmaz Aslancan'ın aramızda olma­ ması gecenin tadını biraz kaçırıyor. Kaybettiklerimizle ilgili özel bir bölüm hazırlıyoruz. Dormen'den yetişmiş eski yeni oyuncular hep birlikte seyircimizi selam­ lamak isti-yoruz.

ikinci oyun olan "Komik ara"nın yazarı, önceki yıllar­ da Dormen'de sahnelenen Hangisi Karısı", "İkinin Biri" ne "Kaç Baba Kaç" gibi çılgın güldürülerin sahibi, ünlü İngiliz fars ustası R a y Rooney. Çetin Akcan'ın sahnye koyduğu, rolleri Metin Serezli ile genç bir kadronun paylaştığı oyun 16 Kasım'da perde diyecek. Bu oyun, iki hafta önce Londra'da sahne­ lenmeye başlandı. Haldun Dormen'le Ayfer Feray "Sevgilime Göz Kulak Ol" oyununda unutulmayacak bir ikiliyi oluşturmuşlardı. 21


pe cy a

DOSYA

13-14 Ekim 1995 günlerinde Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı'nda düzenlenen Yuvarlak Masa Toplantısı'nda Nâzım Hikmetin Tiyatrosu tartışıldı. Toplantı, Vakıf Başkan Vekili Tarık Akan tarafından açıldı. Akan, konuşmasında özetle, Nâzım'ın tiyatroya verdiği önemi vurgulayarak, bir tutkuya dönüşen ti­ yatro sevgisinin gençlik yıllarında başladığını, yazarlığının ötesinde boyut­ lar taşıdığını açıkladı. NÂZIM HİKMET'in TİYATRO yapıtlarının dünya ölçeğinde değerlendirilmesi açısından önem taşıyan bu toplantıya bildirileriyle katılan sanatçılara, bilim kişilerine teşekkür etti. 22

Toplantının tartışmacıları; Cevat Çapan, Refik Erduran, Kenan Işık, Zehra İpşiroğlu, Özdemir Nutku, Yılmaz Onay, Ali Taygun, Ayşegül Yüksel ve Zühtü Bayar, tartışmalar sonucunda; Nâzım Hikmet'in Tiyatrosu'na sahip çıkma gereğini ve bu gereğin Türk ve Dünya Tiyatrosunun gereksinimi olduğunda ortak görüş açıklamışlardır. Tebliğ konuları açısından kısaca: Yılmaz Onay, sorunu ortaya getirmeye yönel­ miş; Ayşegül Yüksel, oyunları ele alan geniş bir inceleme sunmuş; Özdemir Nutku, Nâzım tiyatrosunun grotesk karakteristiğinin ve episodik yapısının altını çizerek, geçmişte kalmayıp tam •


cy

pe a


tersine geleceğe ışık tutan niteliğini sap­ tamış; Refik Erduran, bir dönem karşılıklı yakın ilişki içinde Nâzım'ın oyun yazımında getirdiği özelliklere yönelik yoğun notlar iletmiş; Kenan Işık, kendi sah­ nelediği "ivan Ivanoviç Var mıydı. Yok muydu?" deneyi­ minin derinliklerinden kalkarak Nâzım'ın dramaturjisine eğilmiş; Zehra İpşiroğlu, "Tartüf 59" inceleme­ sine yoğunlaştığı tebliğinde, oyunun günümüz için, toplumumuz için taşıdığı çekicilikleri ve önemi gün ışığına çıkarmıştır. Ali Taygun, Zühtü Bayar gibi öteki katılımcıların da etkin katkılar sağladıkları tartışmalar, şu noktaları daha da belirginleştirmiştir.

Katılımcılar, şöyle girişimlere çağrı yapmalıdırlar: Nâzım'ın oyun­ larının, hiç değilse uygun bir sırayla ama en güzel biçimde batı dillerine çevrilmesini sağlama girişimi;

Kuvayi Milliye Destanı-Kent Oyuncuları- Müşfik kenter

a

pe

cy

- Nâzım Hikmet'in tiyatrosu, şiirinin göl­ gesinde kalınmaksızın, bu tür önyargıların etkisinden sıyrılınarak, t i ­ yatro sanatının özgül duyarlığıyla kavranmalıdır (Nâzım'ın şairliği ile tiya­ tro yazarlığı arasındaki bağıntılar, ayrı bir araştırma konusu olarak önerilmek­ tedir). Böyle bağımsız yaklaşıldığında Nâzım'ın, tiyatro sanatımızı dünyaya taşımada dayanabileceğimiz oyun yazarlarımızın en önde gelenleri içinde olduğu da görülecektir.

yatro yazarı olmadığı" tarzındaki yanlış önyargıya hizmet eder (Brecht uygula­ malarında da karşılaşıldığı gibi). Oysa Nâzım'ın oyunları, tüm dünyada klasik­ lerin çağdaş uygulamalarının başarılı örneklerinde görülebildiği tarzda cesur dramaturji çalışmaları (gerektiğinde metne müdahale sorumluluğu da yükle­ nilerek) ve yaratıcı reji yaklaşımları, sahne ustalıklarıyla sahnelenmelidir. Ama bunun bir çekingenlik doğurmasına da gerek yoktur. Cesaretle ne kadar çok ve çeşitli uygulama ortaya çıkarsa, zenginlik de bir o kadar kendini gösterecektir.

- Nâzım tiyatrosunun klasik olarak değeri, onun ürünlerinin taşıdığı güncel­ liklerde, genel insansal ve ileriye dönük sürekli tazelikte yatmaktadır.

- Nâzım'ın oyunlarının tematik çeşitliliği şaşırtıcı boyutlardadır. Her içerik için ona en uygun biçimi arayışı da gene şaşırtıcı bir biçim zenginliği doğurmuştur. Dolayısıyla Nâzım tiyatrosu, yürekli de­ nemeci ve araştırmacı yönetmenlere zengin yorum çeşitliliği ve olanakları sunduğu kadar, böyle bir yetkinliği de zorunlu kılmaktadır. - Uygulamada bir bakıma Nâzım'ın adına "sığınma" kolaycılığı denebilecek türden, katkısız ve sığ düzlükler, Nâzım'a "sadakat'ten çok, onun "iyi t i 24

Araştırmacılar için şu öneriler geti­ rilmektedir:

Nâzım tiyatrosunun, çağdaş tiyatrodaki öncü yaklaşımlarla ilişkisi (örneğin: "Açık biçim"in çeşitli dallarıyla: Tiyatro sanatındaki gerçekçilik, toplumcu gerçekçilik tartışmalarıyla: Brecht tiyatro­ sundaki epik anlayış, diyalektik bakış, yabancılaştırma yöntemleriyle: Sürrealist tiyatronun değişik akımlarıyla; fantastik tiyatronun, lirik tiyatronun örnekleriyle, vb.). Nâzım Hikmet'te tiyatro-sinema ilişkisi, tiyatro-şiir ilişkisi... Nâzım Hikmet oyunlarında kişileştirme­ ler (Grotesk boyutlar, doğalcı boyutlar; Kişilerde yabancılaşma, yalnızlaşma olgusu; Kadın'a bakış, vb.). Nâzım'ın oyunlarında gülmece boyut­ ları...

Nâzım'ın oyun­ larından yine uygun seçimlerle düzeyli yapımların gerçekleştirilip bunların ulus­ lararası şenlik­ lerde sunulması;

Katılımcılar, pratik çabaların hızlandırılması amacıyla, sunulan bildiri­ lerin ve tartışmaların yayınına ek olarak, rejisörlerle doğrudan uygulama konseptlerine dönük derinlikli sanatsal söyleşilerin yapılmasını ve bunlara aynı kitapçıkta yer verilmesini Vakfa önermişler ve bu öneri kabul edilmiştir. "NÂZIM'IN TİYATROSU YUVARLAK MASA TOPLANTISI" SUNULAN BİLDİRİLERDEN BÖLÜMLER YILMAZ ONAY Nâzım'ın oyunlarının, "kötü oyunlardır" ya da "tiyatro olarak acemi ve kalite­ sizdir" vb. ön yargılarla yok sayılması gibi bir realite var mıydı ve hâlâ var mıdır? Eğer yoksa o zaman işimiz çok netleşir ve Nâzım'ın önde gelen bir t i ­ yatro klasiğimiz olarak ülkemiz tiyatro­ sunda ve dünya tiyatrosunda değerlendirilmesi soru­ nuna -ne kadar geç kalmış da olsakyoğunlaşırız ve bunun programlarına bile gireriz belki. Ama eğer öyle bir olumsuz yargı bizlerde de varsa, o zaman önce­ likle bunu tartışmak durumundayız kuşkusuz. Şimdi bir defa bazı noktaları açıklığa kavuşturmamız gerek sanıyorum. Nâzım'ın ülkemizde ve dilimizde yayınlanmış ya da ülke dışında


yayınlanıp elimize ulaşmış çok sayıda oyunu var. Bunların bir kesimi her şeye karşın ülkemizde de oynanmış, hele o dönemin sosyalist ülkelerinde, çok yaygın biçimde sahnelere çıkmıştır. Ayrıca Nâzım'ın tiyatro sanatına ve t i ­ yatro yazarlığına ne kadar önemle eğilip ne kadar yoğun çaba gösterdiğine yöne­ lik çok geniş de bilgi var elimizde. Dolayısıyla Nâzım Hikmetin tiyatro yazarlığı fiilen yoktur denmesi, zaten mümkün değil ve böyle diyen de yok. Demek ki olsa olsa, onun tiyatro yazarlığının bizim için "yok sayılması" ya da "sahnede uygulanmağa değer bulun­ maması" söz konusudur.

pe

cy

a

Nâzım'a konulan açık kapalı yasaklar onun tiyatrosunun ülkemizde, yani kendi ülkesinde, hayata geçmesine de engel olmuştur kuşkusuz. Ama o yasaklar Nâzım'ın şiirine sahip çıkıp tiyatrosuna engel olma yasakları değildir. Tam ter­ sine, öncelikle şiirine yöneliktir, çünkü o

yasakçılar açısından asıl "sakınca" şiirlerindedir. Öyle ki, eğer yalnızca metinlere bakarak yasak konulsaydı oyunlarının pek çoğu o bakışla "sakıncasız" bile bulunabilirdi. Ama hedef bütünüyle Nâzım'ı yasaklayarak "yok etme" olduğu için aynı engel oyun­ larına da uygulanmıştır kuşkusuz. Bu ayrı bir konu. Yani böylesi yasakların Nâzım tiyatrosuna getirdiği engeli ayrı bir boyutta incelememiz gerek. Çünkü bu her şeyi açıklamaya yetmiyor. Çünkü bu yasakçılık, en şiddetli olduğu zaman bile Nâzım'ın şiirinin ülkemizdeki -yani kendi ülkesindeki- etkisini önlemediği ve onun şiirine sahip çıkılmasını engellemeği başaramamıştır. Şimdi ise artık söz konusu bile değildir. Öyleyse, oyunlarıyla ilgili olarak, yasakçılığın yanında bir de onun bile şiirine ve şairliğine sahip çıkılırken oyunlarına ve tiyatro yazarlığına gereği gibi sahip çıkılmamış olması sorunu vardır ve işin bu yanı yalnızca yasakçıların engeliyle açıklana-

Mutlu Ol Nâzım-Tiyatro Ayna-Dilek Türker

mamaktadır. Yani sorunumuz, "yok edilme tutumu"na ek olarak, bir de "yok sayılma" sorununun varlığıdır. Nâzım'ın tiyatro yazarlığına ve ürünlerine bakışımızda esas ölçüt olarak onun şairliğinin düzeyini alamayız. Böyle bir karşılaştırma, Nâzım incelemecilerinin bir özel araştırma konusu olabilir ama bizim için çifte Standard olur. Çünkü bizim sorunumuz başka, ülkemiz tiyatrosunun ve hatta dünya tiyatrosunun "iyi oyun"a ihtiyacı var mı, yok mu? Var, hem de nasıl! Sürekli, "iyi oyun bulamıyoruz!" ünlemleri yükseliyor, "tiyatroda tekst bunalımından söz ediliyor. Sorun bu. Yani Nâzım'ın anısına saygıyı bir an için unutsak bile, her şeyden önce kendi ihtiyacımız nedeniyle onun oyunları konusunda bir yargıya varmak zorun­ dayız. Ama bu yargıyı verirken karşılaştırmayı onun şairliğini ölçü olarak yapmaya kalkarsak ve onun kendi deyişini kullanıp şairliği birinci sınıftır, oyun yazarlığı üçüncü sınıftır, ilgilen­ meğe değmez, kolaycılığına girersek, o zaman aynı mantıkla yalnız Nâzım'ın oyunları değil, tüm yerli repertuvarı, hatta tüm dünya repertuvarının büyük bir kısmını bir kenara atmamız gerekir. Nedeni gayet basit; Nâzım dünyanın en önde gelen birkaç şairinden biridir, ülkemizinse dünya çapındaki en büyük şairidir, denmiyor mu? O halde böylesine uç bir düzeyi ölçü aldığımızda, yalnız Nâzım'ın tiyatro yazarlığı ve oyunları değil, ülkemizdeki tüm tiyatro yazarları ve oyunları da çizginin altında kalır demektir bu. Nâzım'ın oyunlarının değerlendirilmesinde de çifte standartdan kaçınarak, karşılaştırmayı ülkemizde­ ki ya da dünyadaki başka oyunlarla, başka tiyatro yazarlarıyla yapmak duru­ mundayız. Dünyanın gene en önde gelen birkaç şairinden biri olan Neruda'nın "Murletta" oyununun düzeyi eğer onun şiirinin düzeyine göre ölçülseydi o oyun ne kendi ülkesinde ne de dünya sah­ nelerinde değerlendirmeğe alınmazdı herhalde. Oysa hiç de böyle bir karşılaştırma kaygısına düşülmeksizin oyun, oyun olarak değerlendirilmiş ve çok çeşitli reji anlayışlarıyla sahnelenmiştir. Hem dilini ve ülkesini hem de tüm dünyayı ve insanlığı kucaklama cesaret ve yetkinliğiyle böyle tiyatro yapıtları vermiş kaç klasiğimiz, böyle yapıtlar ver­ mekte olan kaç modern yazarımız var?


Nâzım'ın tiyatro yazarlığını "üçüncü sınıf" sayıp geçme lüksüne sahip miyiz? Yoksa tiyatro sanatımızı dünyaya da taşıma özlemindeysek, belki tam tersine öncelikle Nâzım'ın oyunlarındaki hazineyi yakalamanın çabasına ve programına mı girişmeliyiz? Bunun tartışılması, yalnız tiyatromuzun değil, genel olarak sanatımızın birçok başka temel sorununa da ışık tutabilir diye düşünüyorum.

"NÂZIM HİKMET TİYATROSUNUN BUGÜNÜ" AYŞEGÜL YÜKSEL

Nâzım'ın oyunlarının ülkemizde sık sah­ nelendiği söylenemez. Oysa 1970'lerden bu yana Nâzım Hikmet'in şiir yapıtları sık sık sahneye çıkmış. Nâzım'ın şiirinin tiyatro sahnesine böyle­ sine sık çıkarılışının bir nedeni, büyük ozanın, emekçi kitlelere devrimci tiyatro adına söylenmek istenenlerin çoğunu şiirleri yoluyla, benzersiz bir ustalıkla dile getirmiş olmasıydı; ikinci neden ise Nâzım'ın şiiri yaşamın dondurulmuş anlarını değil, yaşama sürecinin tüm renklerini ve seslerini olanca sıcaklığıyla dile getirir. Nâzım'ın şiirinde her şeyden önce "yaşayan insan" vardır; kimi zaman herhangi biri, kimi zaman Nâzım'ın ken­ disi, kimi zaman da "tüm insanlık". Nâzım'ın şiirlerinde "birey" çoğalıp "toplum" olur. Nâzım'ın şiirinde hem Türkiye vardır, hem de tüm dünya. Kısacası, Nâzım "dramatik" olanı şiirde doğal bir biçimde yakalamıştır.

cy a

Büyük ozan Nâzım Hikmetin tiyatro yazarlığı serüveni on sekiz yaşındayken yazdığı, hiç sahnelenmemiş olan "Ocak Başında" adlı şiirsel fantazisiyle başlamış, ölümüne dek sürmüştür. Tiyatro adına ortaya konmuş kırk yıllık bir çaba... Nâzım yaşamını değiştiren her aşamada, söz gelimi, Kurtuluş Savaşı sırasında İstan­ bul'dan Anadolu'ya geçtiğinde, Rusya'daki gençlik yıllarında, Türkiye'ye döndüğünde, hapis yattığı uzun yıllarda ve S.S.C.B.'de yaşadığı son döneminde tiyatro yazarlığı uğraşını neredeyse kesintisiz olarak sürdürür. Ozan olarak dünya düzeyinde ünlü bir kişi olmasına karşın tiyatro yazarlığı uğraşını ikincil düzeyde bir tutku olarak görmemiştir. Ölümünden kısa bir süre önce kendi tiyatro yazarlığı üstüne yazdığı anı-makale de onun oyun yazarlığını ne denli önemsediğini gös­ terir. (1) Aynı yazıda üçüncü sınıf bir dram yazarı olmaktan öteye gidemediğini söylemesi okurları ve eleştirmenleri yanıltmıştır. O satırları yazdığı yıllarda adı pek çok ülkede "en büyük'ler arasında anılan dev bir ozandı; şiirde devleşmiş bir yazın adamı doğal olarak başka türlerde verdiği yapıtları da o türdeki dev yapıtlarla karşılaştırır. Nâzım'ın kendi oyun yazarlığı hakkındaki alçakgönüllü belirlemesi tiyatroda hede­ flediği başarının Shakespeare, Gogol, Çehov tiyatrosunun başarı düzeyinde olmasını istediğindendir; kendi yapıtlarını küçümsediğinden değil... Nâzım, t i ­ yatroya ilk gönül verdiği yıllardaki ürün­ lerinin yeterince sahnelenip yeterince tepki alabildiği ortamlarda yaşayabilmiş olsaydı, hapisteyken yazdığı bir dolu oyu-

nun sahnelenmesi yıllarca gecikmeseydi, belki tiyatroda da kendi istediği noktaya ulaşabilecekti.

pe

ilginç olan ve belki de Nâzım'ı tiyatro yazarlığı uğraşında en çok zorlayan olgu, oyun yazmaya başladığı yıllarda, aynı anda tiyatroya ilişkin çok çeşitli etken­ lerin etkisi altında kalmış olmasıdır kanımca. Bu etkenleri 1962'de yazdığı "Oyunlarım Üstüne" başlıklı anı-makaleden öğreniyoruz.

26

Bir yanda benzetmeci tiyatronun psikolo­ jik yoğunluğunu oluşturma kaygısı, öte yanda toplumcu bakış açısının gerektir­ diği geniş çerçeveyi belirleyen, sık sık göstermeci anlatımdan, açık biçim t i ­ yatrodan yararlanan çok eklemli bir anlatım yaklaşımı. Bir yanda melodram, öte yandan komedi tekniklerine yaslanan karmaşık bir oyun yazarı duyarlığı. Nâzım'ın oyun yazarlığı uğraşını sarıp sarmayan bu çeşitliliğin bir yararı, onun yaşamı boyunca tiyatrodaki "deneysel" çabalarını sürdürmesini sağlamış olmasıdır. Dahası, yapıtlarındaki deneysel nitelik Nâzım'ı klişeleşmiş bir oyun yazarı olmaktan kurtardığı gibi, oyunların sahnelenme aşamasında da yönetmene ve oyunculara birçok yorum olanakları sağlamaktadır. Dolayısıyla, daha önce sahnelenmiş olsun olmasın, çoğu yapıtları çağdaş sahneleme anlayışı içinde çekici olabilecek görsel-işitsel öğeler barındırmaktadır. Nâzım'ın oyun yazarlığına kattığı bu çeşitlilik zaman

zaman kendi yazdığı oyun metinlerini de ele avuca sığmaz duruma getirmekte, yönetmeni zor durumda bırakmakta, sahneleme aşamasında çok yoğun bir dramaturji çalışmasını gerekli kılmaktadır. Kısacası, Nâzım'ın oyunlarının günümüz tiyatrosuna kazandırılması isteniyorsa üstlenilen tüm yapım projelerinin çok özenli, neredeyse kılı kırk yarar bir dramaturji, sahneleme, oyunculuk, sahne/giysi/ışık tasarımı anlayışı içermesi zorunludur. Bu da Nâzım Hikmet'in düşüncelerine ve sanatına saygısı olan tüm tiyatrocuların yüklenmesi gereken bir görevdir. Türkçe'yi en güzel kullanan ozanlarımızdan birinin Türkçesiyle oluşmuş oyun metinlerinin sahneye çıkması her şeyden önce Türk dili adına bir katkı oluşturacaktır. Dahası, tüm oyunlar bir yandan Nâzım'ın geçerliliğini bugün de sürdüren toplumcu dünya görüşünü perçinlerken, bir yandan da insan yaradılışını irdelemektedir, içerik açısından Nâzım'ın hemen her oyunu günceldir. Çünkü her oyunda -hangi toplumsal ortamda yer alırsa alsın- çıkar ilişkilerinin insanca değerleri yok ettiği, hırs ve tutkunun insanca ilişkilere engel koyduğu, yoksulluğun, çaresizliğin sömürüye çağrı çıkardığı, budalaca seçimlere yol açtığı dramatik durumlar­ dan yola çıkılmış, doğru/yanlış, iyi/kötü karşıtlığı yalnızca toplumcu değil, insancı bakış açısından da incelenmiştir. Nâzım Hikmet'in oyunlarına egemen olan izleklerin çoğu günümüz Türk toplumu bağlamında da güncelliğini korumak­ tadır. Son olarak da Nâzım Hikmet t i ­ yatrosunun içerdiği deneysel yaklaşım, daha önce de belirtildiği gibi, çarpıcı sahne olayları yaratılması yolunda bir dolu ilginç ipucu sunmaktadır. Sonuç olarak Nâzım Hikmet'in oyunlarına hem içerik hem biçim açısından "bugün" adına bakılması önem kazanmaktadır. (1) Bkz. Nâzım Hikmet, "Tiyatro Yazarlığım Üstüne" Ant Dergisi, Haziran 1969, sayı 127-29.

İNSAN H E R Ş E Y DEMEKTİR, TİYATRODA ÖZDEMİR NUTKU Çocukluğunda Karagöz ve Orta Oyunu ile tiyatroyu tanıyan, gençliğinde tiyatro devrimcisi Vsevolod Meyerhold'un yanında, sahneyi, oyuncuyu ve sahne plastiğini öğrenen bu büyük ozan, •


Nâzım'ın 1931'de yazdığı ve 1932 yılının Mart ayında Muhsin Ertuğrul tarafından sahnelenip oynanan "Kafatası" adlı oyunu, grotesk tiyatronun en yetkin örneklerinden biridir. Bazı yazarlar, oyun kişilerinin "mübalağa olmaktan kurtula­ madığını" belirtirken, bazıları da yazarın bu oyunu serim, düğüm, yer, zaman ve aksiyon birliği gibi tüm klasik tiyatronun kurallarını uyguladığını savunmuştur. Nâzım, grotesk'i elde edebilmek için bu oyundaki tüm kişilerini kendi ölçüleri içinde bilerek abartmıştır. Doktor Dalbenezo'dan Kapıcı Kadın'a kadar

pe

cy

Tiyatro alanında, öğretmeninin Meyerhold olduğunu her fırsatta söyleyen ve 2 Nisan 1923'te, "Yaşasın Meyerhold" şiiriyle tiy­ atrodaki yeni sanat anlayışını alkışlayan Nâzım'ın oyunlarını yine bu yoldan anla­ mak gerekir. Meyerhold'un, Piscator le Brecht'ten önce, Doğu Batı Tiyatroları senteziyle gerek sahne tasarımında gerek oyunculukta gerekse sah­ nelemede getirdiği yenilikler Nâzım Hikmet'in 1923'ten sonra yazdığı birçok oyununa yansımıştır. Meyerhold tiyatrounun temelinde stilizasyona ve biyomekanik oyunculuğa dayanan, simgel­ erden uyarıcı sokak tiyatrosuna kadar uzanan, yeni anlayışta bir halk tiyatrosu düşüncesi vardır; bunun için de en vuru­ cu eleştiriyi ve taşlamayı sağlayacak rotesk dokuyu kapsar.

O, ayrıca Türk halk tiyatrosu biçim­ lerinden biri olan, dekorsuz olarak bir alanda oynanan Orta Oyunu'nu da çok sevdiğini birçok kez belirtmiştir. Nâzım'ın Charlie Chaplin'i çok sevmesi de bun­ dandır; Chaplin'in yalın jestlerle kısa yoldan trajikomiği getirmesi ve etkili bir eleştiriye gitmesi grotesk'in ilkelerinden biridir. Onun Meyerhold ile Chaplin'i bir deha olarak selamlaması nasıl bir tiyatro yapmak istediğini gösteren güçlü delillerdir. Bağnaz bir oyun kişisine yeşil peruklar giydirilmesi gerekliliği üzerinde durması onun grotesk'e ne kadar önem verdiğini gösteren başka bir olaydır.

a

bazılarının taslağı ya da metni kaybol­ muş olan yirmi beşe yakın oyununda yalnızca kendi dünya görüşünü yansıtacak içerikle mi uğraşmıştır?

Şeyh Bedrettin Destanı- tuncel Kurtiz ve Grubu

bütün kişiler kendi özelliklerini vurgulay­ acak biçimde sivriltilmişlerdir. Bu abart­ ma, kişilerin sosyo-ekonomik konumları, insan ilişkilerindeki tavırları açısından çok önemlidir (ilerki yıllarda Brecht, bunu gestus terimiyle açıklayacaktır). 1932'de bu oyunun grotesk düşünülerek oynandığını sanmıyorum. Oyun, belli doğalcı bir anlayış içinde sahnelenince, içeriği ne kadar oyunun parıltısını gös­ terirse göstersin, anlamın ve etkinin bir hayli yitirilmiş olması da o kadar doğaldır. Nâzım'ın "Kafatası" oyunu, kapitalizmde metalaşan insanı ele alır ve onun için de kendi felsefesinin, bakışının ve sınıfsal yapısının bir ürünüdür. Bu konuda en büyük yanılgı da, onun oyunlarının "perdelere ayrıldığını ve bunun klasik bir kural olduğunu" söylemektir. Nâzım Hikmet'in oyunlarının dramaturgi çalışması yeniden, titizlikle yapılmalı ve bulgular sonucunda onun oyunlarındaki grotesk sahne uygulamalarında gün ışığına çıkarılmalıdır. O zaman, dönemi­ nin olduğu kadar günümüzün de önemli bir oyun yazarı olduğunu göreceğimiz kesindir. Üçüncü sınıf bir oyun yazarı asla!


NÂZIM HİKMET İLE OYUN YAZARLIĞI ÇALIŞMALARI R E F İ K ERDURAN Tiyatro yazarlığı üstüne çalışmalarımız üç türlüydü. 1. Kimi arkadaşlarımın ve benim de­ nemelerimizi okuyup düşüncelerini söylüyordu. 2. Kendi oyunlarını okuyup notlar almamı istiyordu. Sonra bu notları ayrıntılarla "açarak" tartışıyorduk. 3. O oyunlardan kimilerini benim adımla tiyatrolara vererek oynatmayı denemek niyetindeydi. Listenin başındaki "insanlık Ölmedi ya" adlı oyunu günün pratik ve siyasal koşullarını da hesaba katarak satır satır taradık birlikte. Ekler, çıkar­ malar, değişiklikler yaptık. O arada neyi niçin yazmış olduğunu, neyi niçin değiştirmek istediğini ya da değiştirilme­ sine hangi nedenlerle karşı çıktığını görmek fırsatını buldum.

Yerel atmosfere önem verirdi. Sahneye yansıtacağı ortamı düşünür, arıştırır, incelerdi. O sayede, oyunu Rusya'da geçiyorsa Rusya'nın, eski Mısır'da geçi­ yorsa eski Mısır'ın havasını solur gibi olur seyirci. Halkımızı çok iyi tanır, yurdumuzda geçen sahne olaylarının bizim özellikle­ rimize uygun olmasını ve geniş seyirci kitlesine "akla yakın" görünmesini ister­ d i . Örneğin bir oyunda zenginleşmesi gereken bir kişi için şu öneriyi getirmiştim; "Adam bir ressamın tablolarını toplamış olsun. Ressamın ölmesiyle resimler değerlenince zenginleşsin adam." Nâzım düşünmüş ve şöyle diyerek öneriye karşı çıkmıştı: "Bizim ahaliye yabancı gelir bu iş." (Şimdi olsa belki farklı düşünür)

cy a

Nâzım Hikmet'in oyun yazarlığına yaklaşımının anımsadığım başlıca özellik­ lerini şöyle özetleyebilirim:

lediğine içtenlikle inanırdı. Bu inancın kalemine yansımasıyla oyunlarının son­ larını da genellikle olumlu kreşendolara bağlanır.

"İVAN İVANOVIÇ VAR MIYDI, YOK MUYDU?" VE NÂZIM HİKMET OYUNLARININ DRAMATURJİSİ

pe

Her şeyden önce insan ile ilgiliydi. Başka bir deyişle, karakter öğesini her zaman olay dizisi, gerilim ve diyaloga ilişkin kaygıların üstünde tutardı. Kanısınca oyun kişilerinin inandırıcı ve tutarlı olması birinci derecede önemliydi. Onlardan gerçek kişilerden dem vurur gibi söz eder, "O adam bunu yapmaz" ya da "Bu kadın öyle şey söylemez" türünden uyarılarda bulunurdu.

Tiyatromuza bir "Türk üslubu" kazandırma çabalarına katkı sağlamaya çalışıyordu. Bu niyetini büyük ölçüde gerçekleştirmiş olduğu söylenemez. Koşullar elvermedi, ömrü vefa etmedi. Çabasını sürdürmek günümüzün ve yarının Türk tiyatrocularına düşüyor.

Seyircilerin anlayışına güvenirdi. Slogancı olmak şöyle dursun, "mesajcı" bile değildi. Anlamların dile getirilmemesini isterdi.

Söz ekonomisine çok önem verirdi. Şiirsellik uğruna söz uzatmak, laf dök­ türmek, oyun kişilerini sırf dil hüneri göstermek için konuşturmak sinirine dokunurdu. (Nâzım Hikmet çapındaki bir sözcük ustasında bulunması şaşırtıcı titiz­ likti bu.) Gerçekçiydi. "Gönlünce" kişi ve olay yaratmazdı. Oyunlarında sırf "ideal" uğruna ölçüsüzce yüceltilmiş iki boyutlu insana rastlanmaz; seyirciye "Keşke dünya öyle olsa, ama değil" diye omuz silktirecek zorlama olaylar da yoktur. iyimserdi. Güncel terslikler ne olursa olsun, ülkeyi ve dünyayı mutluluklar bek28

KENAN IŞIK

Nâzım Hikmet'e göre halkın belirleme­ diği, onaylamadığı hiçbir eylem, etkinlik başarılı olamaz. Hiçbir devrim, hiçbir lider, hiçbir şiir, hiçbir oyun...

Halkın onayladığı fakat politikacıların onaylamadığı bir yazar olan Nâzım Hikmet'in oyunları sosyal-politik eleştiri­ ler içeren temalarının yanı sıra yenilikçi teknikleri ile de yönetmene geniş olanaklar sağlayan oyunlardır. Ben bu görüşümü yazarın 1955'da yazdığı "ivan Ivanoviç Var mıydı, Yok muydu?" oyu­ nunu sahneye koyarken uyguladığım dramaturji çalışmasını esas alarak derin­ leştirmeye çalışacağım.

1953 yılında Sovyetler Birliği'ne yeniden gittiğinde Nâzım Hikmet'in gördüğü ilk şey, olması gerekenle, olan arasındaki uçurumdur, insanın kendiliğinden, yaratılışında var olan dürtü ile özgürce hareket etmesini engellemek en büyük yıkımdır. Duygu olarak, yaratıcılık olarak devinimsizliğe zorlanmış insan tekdüze bir yaşam sürdürmeye başlar. Coşkusunu yitirir, duygusal planda yoksulluğa düşer ve acı çeker. Bu acısına son vereceğini söyleyen birilerine ister istemez inanıp onların peşine düşer. Çünkü bu birileri onlara olmayacak vaadlerde bulunurlar. Ama o birilerinin asıl istedikleri GÜÇ'tür. "İvan Ivanoviç Var mıydı, Yok muydu? " oyununun eksen kişisi Petrof da bu GÜÇ'ün cazibesine kapılır. Sıradan bir tesfiyeci iken bürokrat olmuş, yahut bürokrat olması uygun görülmüş iyi niyetli, dürüst biridir. Önceleri halkın konuştuğu gibi konuşur. Çünkü halkın içinden çıkmıştır. Kısa sürede yönetici olduğu bölgeye bir hareket, bir canlılık getirmiştir. Ta ki, ivan ivanoviç'le karşılaşıncaya kadar. İvan Ivanoviç; varlığı, yokluğu belli olmayan biridir. Bürokrasinin binlerce yıldır hükmünü sürdüğü bir dogma, bir biçim, bir koku, bir dilekçenin ya da bir atamanın altına atılmış görkemli bir imza! Bu nedenle sıradan insanlar bunları görmez. Görseler de teşhis edemez. Olsa olsa bir masal ecinnisi olabilirler. Ya da bilim kurgu hikayelerinde rastlanabilecek tür­ den birtakım gerçek dışı yaratıklar. Oyun yazarının olması gerekenle, olan arasında gördüğü bu çelişki karşısında şaşırıp sarsılması doğaldır. Petrof'dan ve onun yönettiği küçük bir bölgeden yola çıkarak daha büyük, daha evrensel bir yapı ile ilişki kurmuş, bir bürokratın kimliğinde insanı sorgulamıştır, yazdığı oyunla. Nâzım Hikmet'in bu oyunu; okuyan pek çok kişiye tuhaf bir kolaj, bir üsluplar karmaşası gibi gelmiştir, ilk bakışta belki doğru bir savdır bu ama oyun; daha derin okunduğunda, genellikle tekniğe, biçime yansımış olan bu karmaşa berraklaşır ve oyun kendini ele verir. Ortaya; ciddi ve gülünç öğelerden oluşmuş bir yapı çıkar. Yazarın kimliği ve yazıldığı dönemle doğrudan bağlantılı bir yapıdır bu. Unutulmamalıdır ki, 1920'lerde ortaya çıkan konstrüktivizm akımının öncüleri R u s sanatçılardı. Bu akım resim


pe cy

Nâzım Hikmet de bu akımdan etkilen­ miş, onaylamış olmalı ki, yazdığı oyuna projeksiyon kullanma, seyirci ile diyalog kurma hatta bizzat kendini oyun yazarı olarak oyuna sokma gibi pek çok yeni tekniği, biraz savruk da olsa alabildiğine ve cesaretle kulanmış. Biz tiyatroculara düşen bir dramaturji çalışması ile bu savrukluğa çeki düzen vermek, oyun yazarının demek istediklerini, oyunun yazıldığı zamandan bugüne taşıyarak görsel, estetik bir tiyatral anlatıma dönüştürmek. Nâzım Hikmet yazdığı oyunla en azından rejisörü, eskimiş kanıksanmış bu günün insanını anlat­ makta yetirsiz kalan biçimlerden kaç­ maya zorluyor. Aslen salt oyun metni söz konusu olduğunda oyun tekniği ikin­ ci planda kalır. Önemli olan, metnin içer­ diği sahnede estetik bir yaratmaya dönüşebilecek nitelikteki sanatsal ener­ idir.

yönetmenlere değil, o yönetmenlere kaynak oluşturan Stanislavski, Meyerhold, Piscator, Artou vb. tiyatro adamlarına ve yerleşik geleneksel oyun yazma anlayışını yıkmaya yönelik oyunlar yazan yazarlara da borçludur. Bence bu yazarlardan biri de Nâzım Hikmet'tir. Özellikle "ivan ivanoviç Var mıydı, Yok muydu?" bu anlamda pek çok -kimi eleştirmenlere göre kötü, kaba-yenilikler içerir.

a

ve heykelle birlikte sahne dekorlarına, mobilya biçimlerine yansıdı.

Dünyada hiçbir var oluş, bir öncekinden kopuk değildir. Doğada olduğu gibi, t i ­ yatroda da böyledir bu. Nâzım'ın etkilen­ diği yeni tiyatro anlayışı bugün Almanya'da Peter Zadek, Peter Stein, İngiltere'de Peter Brook, Polonya'da Kantor gibi eski tiyatro anlayışını sarsıp değiştiren yönetmenlerle yeni bir boyut kazanmıştır. Dış dünyada gördüğümüz, görmeye alışık olduğumuz günlük yaşamdan Nâzım Hikmetin oyununa yansıyan ironik dalga geçme tavrı, deko­ ra kostüme ve harekete de yansıtılmak istenmiştir. Tiyatro sanatı bugünkü yükselişini sadece biraz önce isimlerini saydığım

UYARLAMA, YARATICILIK/NÂZIM HİKMETİN "TARTÜF"Ü

ZEHRA İPSİOGLU

Uyarlama bence bir yazarın başka bir yazarla... konuşması. Buna bir tür düşünce alışverişi de diyebiliriz. Bu alışveriş eleştirme, karşı çıkma ya da Miller'in deyimiyle kavgalaşma anlamına gelebileceği gibi yazarın düşüncesini geliştirme ya da onun düşüncesinden yola çıkarak yeni düşüncel­ er üretme olabilir. Ama her şekilde bir sorgulama sözkonusudur. Sorgulamanın anlamı, amacı ve nasıl yapıldığı uyarlamanın niteliğini belirtiyor. Yani uyarlamada değerlendirmede önemli olan özgün metne ne ölçüde karşı çıkıldığı, uyarlama yazarının özgün metin yazarıyla ne denli kavgalaştığı değil, uyarlamanın hangi amaçla ve nasıl yapıldığıdır. Nâzım Hikmet, Tartüf uyarlamasında olayların akışına ana çizgileriyle bağlı kalmakla birlikte, köklü değişikliklere gider. Tartüf bu uyarlamada

Sevdalı Bulut- Dostlar Tiyatrosu- Genco Erkal başınabuyruk bir dolandırıcı olmaktan çıkmış, kilise ve kralın buyruğunda çalışan bir jurnalciye dönüşmüştür. Kralla kilisenin insanları sömürmek için din adına giriştikleri işbirliği din sömürüsü teması böylelikle politik bir boyut kazanır. Uyarlamanın oyunun dramatik kur­ gusunu belirleyen temel bir özelliği de Nâzım Hikmetin eski Tartüf'le iktidar savaşımına giren yeni bir Tartüf tipi, Tartüf 59'u yaratmasıdır. Böylece Moliere'de oyunun dramatik kurgusunu oluşturan Tartüf'le Orgon ailesi arasındaki çatışmaya ikinci bir çatışma eklenir; Moliere'in Tartüfüyle Nâzım Hikmetin Tartüf'ü arasındaki çatışma. Oyun boyu "Tartüf'ün yazıldığı çağa yapılan göndermeler Moliere'e eleştirel bir yaklaşım getirdiği gibi oyun içinde oyun öğesini vurgulayarak bir güldürü etkisi yaratıyor. Uyarlamada iki zamanın iç içe girmesiyle gelişen gülünç durum­ lar, demokrasi çalkantıları içinde bocalayan ellili yılların Türkiyesi'ne yapılan üstü kapalı ya da açık gönder­ meler oyunu çağdaş bir taşlamaya dönüştürüyor. Böylece Moliere'de geleneksel komedi anlayışına bağlı kalan tip, durum ve dil güldürüsü, Nâzım Hikmet'de daha incelmiş bir renk kazanıyor. Ancak Nâzım Hikmet uyarlamasında oyunu politik bir temele dayandırarak tek bir temaya, din sömürüsü yoluyla gücü ele geçirme ve güdümleme temasına ağırlık veriyor ve diğer temaları ikinci plana itiyor. Örneğin Tartüfleri yaratan Orgon tipi bu uyarlamada canlılık kazanamıyor. Kimdir Orgon,


neden önce eski, sonra da yeni Tartüf'e kendisini böylesine körükörüne kaptırır, bugünün izleyicisi için çok güncel olan, bu nedenle de çağdaş Tartüf yorumlarında oldukça önemsenen bu soru açıkta kalıyor. Başka deyişle Tartüf 59 tipiyle izleyici ya da okuyucu yalnız ellili yılların değil günümüz Türkiye'siyle de bağlantı kurarken Orgon tipik bir salak olarak soyut kalıyor. Aynı şekilde Orgon'un damadı Kleante ve hizmetçi Dorina dışındaki tipler de silikler. Kleante sorunların bilincinde olan ama elinden bir şey gelmeyen ılımlı aydın tipini sergilerken, Tartüf'ün tek başına hakkından gelen Dorina ise bir ütopyayı dile getiriyor. Gözardı edilmemesi gereken ilginç bir nokta da oyunlarında genellikle sınıf savaşımı içinde sömüren ya da sömürülen tipler olarak olumsuz kadın tipleri yaratan Nâzım Hikmet'in (örneğin Ferhad ile Şirin, Yolcu, Sabahat, Enayi vb.) bu oyunda bir kadın kahra­ manı olumlu olarak göstermesi.

Nâzım Hikmet'in tiyatro yazarlığı ve t i ­ yatromuza kazandırdığı çok sayıda oyun, ülkemiz tiyatrosu için olduğu kadar dünya tiyatrosu için de çok önemli değerler taşıdığı halde çeşitli nedenlerle gözden uzak kalmış ve tiyatro sanatımız, var olan böyle bir yaratıcılığı, gerek Nâzım hayattayken bir tiyatro yazarımız olarak ve gerekse ölümünden sonra bir tiyatro klasiğimiz olarak yeterince tanıyıp sahne yaşamına geçirememiştir. Söz konusu nedenlerden elbet en etkilisi Nâzım'a yönelik yasaklar olmuşsa da, bunun yanında ayrıca kafalarda şaşırtıcı biçimde hâlâ yerini koruyabilen otosansür ve politik şartlanmışlık, kimi durum­ larda daha bile engelleyici olabilmekte­ dir. Dahası, Nâzım'ın tiyatro ürünlerinin kendine özgü ve tiyatro sanatına özgü farklı özelliklerini görmeğe yaklaşmaksızın, onlarda hep Nâzım'ın

pe

cy a

Din sömürüsünün doruğuna ulaştığı, demokrasi karşıtı köktendinci akımların giderek güçlendiği, dinin politikaya medya, eğitim vb. yollarla sistemli bir biçimde alet edilmeye çalışıldığı, kısaca demokrasinin bir türlü yerleşemediği günümüz Türkiyesi'nde Tartüf 59 gün­ celliğini korumayı sürdürüyor. Televizyonda gövde gösterisi yapan yobazlardan piyasaya sürülen dinci kasetlere değin pek çok güncel örnek canlanıyor insanın gözlerinin önünde. Ancak aradan geçen yıllar içinde Tartüfler çoğaldı. 1995'e değin uzanan zaman dilimi içinde her yıl yeniden üreyen, yeni daleveralarla bir önceki Tartüf'ü katlayan Tartüfleri temizleyecek çamaşır makinası ise daha bulunamadı. Tartüflere başkaldıran hizmetçi Dorina tipi hâlâ ütopik özelliğini koruyor. Bu uyarlamayı yaratıcı bir gözle yeniden ele alan bir yazar ya da yönetmenin Nâzım Hikmet'le düşünsel bir alışverişe gire­ bileceğini düşünüyorum, tıpkı Nâzım Hikmet'in Moliere ile girdiği gibi. Bu açıdan da Tartüf 59 uyarlamada yaratıcılığa somut bir örnek veriyor.

ardından yapılan tartışmalar Vakıfça der­ lenip bir kitap içinde yayımlanarak kamuoyuna ulaşacak olmakla birlikte, katılımcılar toplantı sonucu oluşan ortak görüşleri ayrıca aşağıda sunulan bir sonuç metniyle belirtmekte yarar görmüşlerdir:

NÂZIM HİKMETİN TİYATROSU KONULU YUVARLAK MASA TOPLANTISI SONUCUNDA DÜZENLENEN ORTAK METİN Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı'nın çağrısı ile 13 Ekim ve 14 Ekim 1995 gün­ lerinde yapılan yuvarlak masa toplantısında sunulan tebliğler ve 30

bizde ve tüm dünyada hayranlık uyandıran şiiriyle aynı karakteristikleri arama şartlanması da bir başka olumsuz etken olarak rol oynamış ve oynamak­ tadır. Öte yandan, her güzel eser ve her değerli klasik gibi Nâzım'ın oyunlarının da uygulamada başarı için zoru göğüsle­ meyi ve ayrıcalı bir sanatsal kapasiteyi gerektirmesi, ek bir risk etkisi yapmış ola­ bilir. Veya Nâzım'ın uzun yıllar-hapishane koşulları dahil- sahne pratiğinin ve dünya pratiğinden kısıtlanmış durumda tiyatro yaratışını sürdürme güçlüklerinin de getirdiği, kimine göre teknik, kimine göre kurgusal, kimine göreyse salt ayrıntı sayılabilen arızaların abartılması, onun tiyatrosuna enine boyuna eğilmeyi geciktirmiş olabilir. Ama tebliğlerde ve tartışmalarda, bütün bunların aşılmaz olmadığı, hatta birbirinin tam karşıtı değerlendirmelerin ortaya çıkmasıyla, her klasik için söz konusu olan bir niteliğin varlığı saptanmış ve daha fazla gecikmeksizin sorunun ele alınıp Nâzım'ın tiyatrosuna sahip çıkmak gereği, her şeyden önce bizim sanatımızın ve dünya tiyatro sanatının ihtiyacı olarak belirlenmiştir .


pe cy a


İZLENİM

BAŞARI, DETAYDA SAKLI Emre

Koyuncuoğlu

21-27 Ağustos tarihleri arasında Tiyatro Araştırma Laboratuarı, TAL'ın düzenle­ miş olduğu Barba Etkinliği'nin gördüğü büyük ilgi üzerine TAL, 9-14 Ekim tarih­ leri arasında üç ayrı atölye çalışması daha düzenledi. "Assos Gösteri Sanatları

cy a

Festivali" dolayısıyla ülkemize davet edilmiş olan New York La Mama ETC. sanatçı eğitmenlerinden Erica Bilder "Uzakdoğu ve Batı Sahne Dövüş Teknikleri" üzerine, Jane Catherine Show "Kukla Yapım, Oynatım ve Gölge Tiyatrosu Teknikleri" üzerine ve Perry Yung ise "Uzakdoğu Geleneksel Tiyatrosu ve Modern Dans Teknikleri"üzerine Türk tiyatrocu/arıyla kuramsal ve uygula­ malı atölye çalışmaları gerçekleştirdiler.

pe

La Mama sanatçılarından Erica Bilder, Amsterdam ve Tokyo Üniversiteleri'nde okuyup yüksek lisansını Amsterdam Üniversitesi'nde yapmış. Hollanda'lı sanatçı profesyonel kariyerine ülkesinde başlayıp daha sonra da Robert Wilson, Joanne Akalaitis, Mabou Mines, Ping Chong ve Ekibi'yle, Wooster Group, Squnat Theatre ve Pip Simmons ile çalışmış. Kyogen ve Buto teknikleri ile Commedia dall'Arte, Grotowski disip­ linleri ve Japon döğüş sanatları konusunda atölye çalışmaları yapmış. Living Theatre genç yönetmenler dizisinde J. Genet'nin "Hizmetçiler" oyununu yöneten sanatçı Japon, Alman, Hollanda gelenekleri üzerine yaptığı araştırmalarda, kültürel alışveriş ve takasları özellikle ele almış. Önemli klasik oyunlarda rejisör ve döğüş kore­ ografı olarak çalışan Bilder, New York'da Theodora Skipitares, La Mama'da da Jannie Gelser ile "Evidence of Floods"u sahnelemiş.

32

Sanatçının "dövüş teknikleri" üzerine atölye çalışmasında anlattığı bazı önemli detayları aktarmak istiyorum: "Sahne Döğüş" tekniğindeki en önemli koşul, eşlerin birbirine güvenmesidir. Sahnede aslında iki kişilik bir ekip vardır. Bu iki kişi arasında bir enerji değişimi söz konusudur. A, B'ye enerji gönderir. B, bu enerjiyi alır ve böylelik­ le iki tür enerjisi olmuştur ve ikisiyle bir denge sağlamak zorundadır. B, enerji­ leri dönüştürür ve bundan "Defans" (kendini koruma) reaksiyonu çıkar. Buradan da farklı bir enerji zincirine geçiş başlar (B'den A'ya gibi). Tüm bu hareketler gerçekleşirken sürekli rahat nefes alıp vermeyi unutmamak gerek. Nefesi tutmak, vücutta gerilime yol açar ve enerji alış-verişinin doğru gerçekleşmesini engeller. Sahnede tüm aksiyonlar atakları karşılayan kişi tarafından kontrol edilir. Gerçek hayatta karşı karşıya geldiğimiz dövüşlerde, aksiyonu yapan aslında dövüşün gidişatını kontrol eder. Atakları yapan yani saldıran kişinin karşısında sürekli farklılaşan bir enerji vardır. Sahne dövüşünde karşındaki hedefe değil, hedef dışına saldırılır. Her zaman saldıracak kişinin yüzünde onu koruyan bir piramid olduğu düşüncesinden yola çıkılır. Yüz hiçbir zaman hedeflenmez. En önemli kural­ lardan biri, partnerinle göz kontağı kurmaktır, böylece partnerinizle "aynı


Gölge Tiyatrosu Teknikleri" üzerine oldukça ilginç bir çalışma yaptı. Sanatçı 10 yıldır kukla tiyatrosu yap­ makta. Amerika Ulusal Kuklacılar Festivali'ne Asya ve Afrika masallarıyla ilgili tek kişilik oyunlarıyla katılan sanatçı, aslında New York'ta Theodora Skipitares ile çalışıyor. Shaw'un önemli çalışmaları arasında "Heaven Hell Tour"daki kukla çalışmaları ve "Nostradamus Speakes" oyunları sayılabilir.

pe

bu tür giriş bilgilerinden sonra Bilder, dövüşü daha gerçekçi kılmak için bedensel seslerin nasıl kullanılacağını gösterdi. "Şaplak", "tokat", "yum­ ruk'' atarken hareketin devamı olarak seslerin vücudun farklı yer­ lerinden çıkarılma teknikleri uygula­ malı olarak çalışıldı. Daha sonra, itmelere" geçildi: Göz kontağı kesilmeden partnerinizi göğüs üstün­ den itmek ya da giysiden yakala­ yarak itmek. Giysiden B'yi yakalayan B'yi sıkıca tutar. B, A'nın bilek­ lerinden t u t a r . Böylece denge sağlanır ve A, B'yi istediği gibi sürük­ ler. Serbest bırakma hareketi B tarafından başlatılır. B, A'nın bilek­ lerini bırakır, A'da buna çok hızlı bir şekilde giysiden ellerini kurtararak cevap verir, izleyiciye göre, A'nın B'yi serbest bıraktığı gibi bir izlenim doğar...

cy a

dalgaboyutunda" olursunuz, öylece, o sizin, siz de onun ne yapacağınızı b i l i r s i n i z .

tasarımcı, yazar, yönetmen ve oyunolan sanatçı Jane Catherine haw, Erica Bilder'in arkasından iki gün süren "Kukla Yapım, Oynatım ve

Atölye çalışmasının ilk günü, herhan­ gi bir malzemeyi kukla olarak oynat­ mak için malzemeyi çok iyi tanımak gerektiği anlatıldı. Çalışmada ortaya çıkan birkaç önemli noktaya değinmek istiyorum: Kukla, etrafımızda gördüğümüz herhangi bir şey olabilir. Gördüğümüz her şey bir karaktere bir canlıya dönüşebilir, nasıl bir karakter olacağını saptamak için elimizdeki malzemenin nasıl ses çıkardığını, ne kadar bükülebilir olduğunu, kaç parçaya ayrılabilir olduğunu bilmek lazım. Anlatılan hikayedeki tüm olaylar tek tek sahnede gösterilmeli. Örneğin, anlatılan cümle: Uçan bir kuş önüne bir uçurtma çıkınca afallar. Burada

uçan kuşun afallamasını göstermek yetmiyor, aynı zamanda uçurtmayı da başka bir nesneyle belirlemek lazım. Cümledeki tüm nesne ve öznelerin görsel olarak var olması şart. Kuklacı, kuklayı oynatırken ken­ dini görünür ya da görünmez kılabilir. Ya da arada oyuna katılıp daha sonra kendini görünmez kılabilir. Kuklacının ne zaman ve neden oyuna katıldığını ya da hangi karaktere bürünerek katıldığını ses ve mimiklerle ya da beden kullanımıyla çok "temiz" bir şekilde belirlemesi gerekiyor. İzleyicinin kuk­ lacıyı değil de, kuklayı seyretmesi için kuklacının sürekli olarak gözlerinin kuklanın üzerinde olması gerekmek­ t e . Ve de kuklanın gözlerinin üzerinde. Kuklanın belirlenmiş klasik anlamda gözleri olmayabilir. Ancak kullanılan malzemenin boyutları düşünülerek, gözlerinin nerede olacağını bulup, malzemenin o kısmına bakmak gerekiyor... Atölye çalışmasının ikinci gününde, perde ve gölge oyunu üzerine çalışmalar yapıldı. Shaw'un bu bölümünün bir de misafiri vardı, Karagöz ve kukla sanatçısı Tacettin


pe

cy

a

oynatılmaz, Karagöz oynar." 1.20 x 80 cm'lik perdenin dört kenarının da kendine has isimleri ustadan çırağa geçen sembolik açıklamaları var. "Tarikat, hakikat, şeriat ve ma­ rifet" diye geçen bu dört kenarın isimleri; gittiğin yol, yaşadığın gerçek, okulun (eğitimin) ve becerin anlamlarını taşıyordu. Karagöz sanatçısında bulunması gereken özellikler perdenin dört kenarında vurgulanıyordu.

Diker. Çalışma, ilk olarak Diker'in Karagöz figürlerinin nasıl yapıldığı üzerine yaptığı konuşma ile açıldı. Karagöz sanatçısı Diker, şu anda Türkiye'de deve derisinin nasıl tabak­ lanacağını bilen kimsenin kalmadığını, bu yüzden de aslı deve derisinden yapılan Karagöz figürlerinin artık sığır ya da keçi derisinden yapıldığını söyle­ d i . İşlenmiş derinin 2 mm'lik bir camla kazınarak nevgeran denilen bir bıçakla oyularak tamamlanan Karagöz figürlerinin aslına uygun olması için kök boyasıyla boyanması gerekiyor. Ancak, Diker Almanya'dan getirttiği Ecolin marka boyanın da 34

aynı işlevi gördüğünü söyledi. Karagöz'ün sopalarının fırınlanmış gürgen ağacından yapılması şart. Tacettin Diker, bu sanatın inceliklerini tek tek anlatırken, Karagözcü için en büyük ayıbın da ne olduğunu açıkla­ madan geçmedi. Karagöz oynatanın figürlerden sopalarının çıkması affedilmeyecek bir ayıpmış. Dilenci, Kaynana, Çelebi, Tiryaki, Mercan, Tuzsuz Deli Bekir, Deberruhi, Bozacı, Çengi, Eskici, Yahudi ve not alamadığım nice figürlerin özelliklerini anlatan Diker, bir unutulmuş anlayışa daha dikkatleri çekiyordu, "Karagöz

Shaw, ustam dediği sanatçı Diker'in kısa bir Karagöz oyunundan sonra kendisinin kullandığı perde ve gölge oyunlarından örnekler verdi, ilk olarak farklı ışık kaynaklarını kul­ lanarak perde üstünde yaptığı etki­ leri ve bazı efektlerin ipuçlarını gös­ t e r d i . Daha sonra katılımcıların hep­ sinden belli bir ışık kaynağı ve müzikle perdede kısa bir gösteri yapmalarını istedi. Shaw son olarak da Tepegöz'ü ışık kaynağı olarak kullanarak yapılabilinecek gölge oyunlarından örnekler verdi. Uygulamalarda çok ilginç hikayeler ve oyunlar ortaya çıktı. Perry Yung'un, TAL'de sekiz saat süren "Uzakdoğu Geleneksel Tiyatrosu ve Modern Dans Teknikleri" üzerine verdiği Workshop'a ne yazık ki katılamadım. Ancak sanatçının geçmişi hakkında kısa bir bilgi ver­ mek istiyorum. Sanat yaşamına ressam olarak başlayan sanatçı daha sonra dans gruplarıyla çalışmış, aktör ve dansçı olarak Asya ve Amerika'da birçok oyunda oynamış. En önemli çalışmaları Uzakdoğu dans ve savaş teknikleriyle Martha Graham modern dans tekniğini buluşturduğu çalışmaları olmuş. Sanatçı bu çalışmalarında oyuncunun bilinci ve dramatik yapısını harekete geçirerek sahneüstü varlığını geliştirdiğini belirt mekte. Birçok ülkede atölye çalışmaları yapan sanatçı, ülkemize ilk kez "Assos Gösteri Sanatları Festivali" nedeniyle gelmiş.


a

pe cy


pe cy a


pe cy a


İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ

ŞEHİR TİYATROLARI TARİH

1 Kasım Çar.

SAAT

15.00

HARBİYE M. ERTUGRUL SAHNESİ TEL.:(0 2 1 2 ) 2 4 0 77 20

FATİH REŞAT NURİ SAHNESİ TEL.: (0 212) 526 53 80 Bir Umut için

Cem Sultan

ÜSKÜDAR M. CELAL SAHNESİ TEL: ( 0 2 1 6 ) 3 3 3 03 97 Gazeteciden Dost

KADIKÖY HALDUN TANER SAHNESİ TEL: (0 216) 349 04 63 Palto

GAZİOSMANPAŞA SAHNESİ TEL.: (0 212) 578 60 67

HARBİYE CEP TİYATROSU TEL.: (0 212) 240 77 20

Peynirli Yumurta

20.30

Cem Sultan

Bir Umut için

Gazeteciden Dost

Palto

Peynirli Yumurta

2 Kasım Per.

20.30

Cem Sultan

Bir Umut için

Gazeteciden Dost

Palto

Peynirli Yumurta

İkinci Nöb. Sıkıntıları 15.00

3 Kasım Cu.

20.30

Cem Sultan

Bir Umut için

Gazeteciden Dost

Palto

Peynirli Yumurta

İkinci Nöb. Sıkıntıları 15.00

11.00

Birlikte Oynayalım (Ç.O.)

Bir Gece Masalı (Ç.O.)

Soytarılar Okulu (Ç.O.)

15.00

Cem Sultan

Bir Umut için

Gazeteciden Dost

Palto

Peynirli Yumurta

20.30

Cem Sultan

Bir Umut için

Gazeteciden Dost

Palto

Peynirli Yumurta

11.00

Birlikte Oynayalım (Ç.O.)

Bir Gece Masalı (Ç.O.)

Soytarılar Okulu (Ç.O.)

15.00

Cem Sultan

Gazeteciden Dost

Palto

Peynirli Yumurta

Gazeteciden Dost

Palto

Peynirli Yumurta

4 Kasım Cumartesi

5 Kasım Pazar

18.30

Bir Umut için

Cem Sultan

Bir Umut için

6 Kasım Pt. Peynirli Yumurta 18.00-20,30

7 Kasım Salı 15.00

Savaş ve Barış

Bir Umut İçin

Gazeteciden Dost

İkinci Nöb. Sıkıntıları

Çatıdaki Çatlak

20.30

Savaş ve Barış

Bir Umut İçin

Gazeteciden Dost

İkinci Nöb. Sıkıntıları

Çatıdaki Çatlak

9 Kasım Per

20.30

Savaş ve Barış

Bir Umut İçin

Gazeteciden Dost

İkinci Nöb. Sıkıntıları

Çatıdaki Çatlak

Peynirli Yumurta 15.00

10 Kasım Cu.

20.30

Savaş ve Barış

Bir Umut İçin

Gazeteciden Dost

ikinci Nöb. Sıkıntıları

Çatıdaki Çatlak

Peynirli Yumurta 15.00

11.00

Birlikte Oynayalım (Ç.O.)

Bir Gece Masalı (Ç.O.)

Soytarılar Okulu (Ç.O.)

15.00

Savaş ve Barış

Bir Umut İçin

Gazeteciden Dost

İkinci Nöb. Sıkıntıları

Çatıdaki Çatlak

20.30

Savaş ve Barış

Bir Umut İçin

Gazeteciden Dost

İkinci Nöb. Sıkıntıları

Çatıdaki Çatlak

11.00

Birlikte Oynayalım (Ç.O.)

Bir Gece Masalı (Ç.O.)

Soytarılar Okulu (Ç.O.)

15.00

Savaş ve Barış

18.30

Savaş ve Barış 20.30

11 Kasım Cumartesi

12 Kasım Pazar

13 Kasım Pt. 14 Kasını Salı

cy a

8 Kasım Çar.

15.00

Savaş ve Barış

20.30

Savaş ve Barış

16 Kasım Per. 20.30

Savaş ve Barış

20.30

Savaş ve Barış

11.00

Birlikte Oynayalım (Ç.O.)

17 Kasım Cu.

18 Kasım Cumartesi

19 Kasım Pazar

20 Kasını Pt. 21 Kasını Salı 22 Kasım Çar

Gazeteciden Dost

İkinci Nöb. Sıkıntıları

Çatıdaki Çatlak

Bir Umut İçin

Gazeteciden Dost

İkinci Nöb. Sıkıntıları

Çatıdaki Çatlak

Canlı Maymun Lokantası

Açık Evlilik 18.00-20.30

Aslolan Hayattır

Çatıdaki Çatlak

Canlı Maymun Lokantası

Gurultulu Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Çatıdaki Çatlak

Canlı Maymun Lokantası

Gurultulu Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Çatıdaki Çatlak

Açık Evlilik 15.00

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Çatıdaki Çatlak

Açık Evlilik 15.00

Akıllı Soytarı (Ç.O.)

Bir Gece Masalı (Ç.O.)

Soytarılar Okulu (Ç.O.)

15.00

Savaş ve Barış

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Çatıdaki Çatlak

20.30

Savaş ve Barış

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Çatıdaki Çatlak

11.00

Birlikte Oynayalım (Ç.O.)

Büyülü Göl (Ç.O.)

Akıllı Soytarı (Ç.O.)

Bir Gece Masalı (Ç.O.)

Soytarılar Okulu (Ç.O.)

15.00

Savaş ve Barış

Canlı Maymun Lokantası

Gurultulu Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Çatıdaki Çatlak

18.30

Savaş ve Barış

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Çatıdaki Çatlak

15.00

Palto

Canlı Maymun Lokantası

Gurultulu Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Tensing Tensing

Büyülü Göl (Ç.O.)

pe

15 Kasım Çar.

Bir Umut İçin

İki. Nöb. Sık. 18.00-20.30

20.30

Palto

Canlı Maymun Lokantası

Gurultulu Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

23 Kasım Per. 20.30

Palto

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Tensing

İkinci Nöb. Sıkıntıları 15.00

24 Kasını Cu.

20.30

Palto

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Tensing

İkinci Nöb. Sıkıntıları 15.00

11.00

Birlikte Oynayalım (Ç.O.)

Büyülü Göl (Ç O . )

Akıllı Soytarı (Ç.O.)

Bir Gece Masalı (Ç.O.)

Soytarılar Okulu (Ç.O.)

15.00

Palto

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Tensing

20.30

Palto

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Tensing

11.00

Birlikte Oynayalım (Ç.O.)

Büyülü Göl (Ç.O.)

Akıllı Soytarı (Ç.O.)

Bir Gece Masalı (Ç.O.)

Soytarılar Okulu (Ç.O.)

15.00

Palto

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Tensing

18.30

Palto

Canlı Maymun Lokantası

Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye

Aslolan Hayattır

Tensing

15.00

Palto

Çatıdaki Çatlak

Bir Umut İçin

Açık Evlilik

Gazeteciden Dost

20.30

Palto

Çatıdaki Çatlak

Bir Umut İçin

Açık Evlilik

Gazeteciden Dost

20,30

Palto

Çatıdaki Çatlak

Bir Umut İçin

Açık Evlilik

Gazeteciden Dost

25 Ekim Cumartesi

26 Kasım Pazar

27 Kasım Pt. 28 Kasım Salı

29 Kastı

£

30 Kasım Per

Peynirli Yumurta 18.00 -20.30

Peynirli Yumurta 15.00


BAKIŞ/BARBA ETKİNLİĞİ ÜZERİNE

TİYATRO, OYUNCU VE YARATICILIK

Nihal Geyran

Koldaş

Ünlü tiyatro yönetmeni Eugenio Barba'yı ve üçüncü tiyatro kavramını yalnızca yazılarından tanırken, geçen Ağustos TAL'in düzenlediği etkinlik sayesinde onu, uygulamalarının bir bölümü ile de tanıma fırsatını buldum. Daha sonra sahnele­ diği gösterilerden birinin "İlk Önce Düşünce Vardı" video kaydını da izleme şansım

cy a

oldu. Gerek yazılarında ve daha sonra yaptığı workshop (atölye) çalışması sırasında tiyatro, oyuncu ve yaratıcılık konularındaki görüşlerinden bazılarının altını çizme gereksinimi duydum.

pe

Örneğin; "Avrupa kökenli gösteri sanat­ larında tiyatro ve dansın ayrı iki disiplin olarak ele alınması bir zaafiyettir. Aslında her iki alan da gösteri sanatçısının bedeni ve kafasının (düşünselliği anlamında) sahne üzerinde var olması deneyimi üzerinde temellenmiş ortak bir dünyaya aittir. Tüm gösteriler fiziksel ve düşünsel kökenleri açısından birer danstır. Düşünce ve enerjinin dansı." Burada benim için kilit sözcükler dans-tiyatro ve gösteri sanatçısının düşünselliği. Önce tiyatro ve dansta, her iki disip­ linde birden var olan ortak temel nedir? Tiyatroyu "daha" tiyatro ya da dansı "daha dans yapan özellikleri nasıl ayrıştırlabilir? Bu, son yıllarda gösteri alanında yaşayarak yanıtları aranan bir soru. Sorularım daha da çeşitlenebilir. Varyeteyi, "show"dan, sirki, Avrupa buz pateni şampiyonasından ve bunları danstan ve tiyatrodan ayıran hangi özellikleridir? Tiyatro ve dansta gösteri sanatçısının düşünselliği ile var olması mı? Gösteri sanatçısı (Barba aktör ye­ rine bu sözcüğü yeğliyor.) tiyatroda ve dansta düşünselliği ile sahnede nasıl var oluyor? Aynı ölçüde mi? Farklı nite­ likte mi? "Birbirinin yerini alabilir" durumda mı? Bir soru daha şekilleniyor.

Gösteri sanatçısının düşünselliği ile sahnede varolması ne demek? Oyuncunun düşünselliği ya da yaratıcılığı sorusuna tekrar dönmek istiyorum ama önce "workshop" çalışmaları sırasında not aldığım bir başka kavramdan sözetmek istiyorum: "Her türlü olasılığı (gizli enerji) içinde barındıran bir boşluk." Gösteri sanatçısının fiziksel bir kaç aksiyonu ile oluşturduğu içi "boş kap". Barba "işte böyle içi boş bir kapla yaratıcılığının başladığı söylüyor. Kimin yaratıcılığı? Gösteri sanatçısının herhangi bir düşüsel amaç ya da hedef gözetmeden oluşturduğu fiziksel aksiyonlar bütününden yola çıkarak yönetmenin mi? Kuşkusuz bu bizim seyrettiğimiz hareketlerin altında gösteri sanatçısının kendiliğinden oluşmuş yüzeysel de olsa bir hikâyesi var. Aslında gösteri sanatçısı için bu kap o kadar da "boş" değil. Boşluk biz dışardan seyredenler için. Çünkü gösteri sanatçısının bu hareketlerle, hareketlerin fizikselliği dışında bize "söylemek" isteyecek kadar "önemsediği" bir "mesaj" yok. Mesaj yönetmenin kafasında belirleni­ yor ve eline verilen bu biçimi kesip biçerek (montajlayarak) kendi hikâye­ sine uygun bir forma kavuşturuyor. Bu "boş kap" kavramı bende şu soruları uyandırdı: Oyuncu basit fiziksel aksiyon­ lardan oluşan bir doğaçlama yaptıktan sonra, ondan metnini bu içi boş forma yerleştirmesinin istenmesinin oyuncu­ nun yaratıcılığını kışkırtma açısından avantajları neler olabilir? ilk akla gelen yanıt şu: Metnin bilgisinin oyuncu üzerindeki "yoğun duygusal baskısının" 35


pe cy

Şimde baştaki sorumu bir daha sormak istiyorum: "Oyuncunun yaratıcılığından ne anlıyorum? Metin yazarı-yönetmenin içi boş doğaçlama kaplarını montajladığı bir çalışma biçiminde, gösteri sanatçısı-metin-ve öbür gösteri sanatçıları arasındaki ilişki nasıl kuru­ luyor? Gösteri sanatçı(ları) gösterinin bütününe düşünselliklerini nasıl yansıtıyorlar (kendi doğaçlamaları dışında)?

a

temiz, kesin fiziksel bir form elde etmeyi güçleştirmesi. Bir başka yanıt da şu olabilir. Özellikle tanınmış, aşina durum ve karakterleri (Hamlet-Ophelia gibi) yaratma söz konusu olduğunda, metnin bilgisinin daha ilk doğaçlama­ da klişe illüstrasyonlar oluşturma " tehlikesini bertaraf etmek. Ancak workshop'da izlediğim kadarıyla "boş kaba" metinler girdikçe kabın şekli bir hayli deforme oldu ve doğal olanı da buydu. Ama yine de bir oyuncunun doğaçlamasını hangi konuda yaptığını bilerek yaptığında çalışmaya getireceği farklı ama temel bir formu da daha baştan ortadan kaldırmıyor muyuz? Bende bu sorular ve yanıtlar uzayıp git­ mekte.

Barba şöyle söylüyor: "Dramaya hayat vermek yalnızca eylemleri birbiri ardına dizmek ya da gösterinin gerilimlerini yerleştirmek değildir. Seyircinin ilgisini kurmak, yalnızca tek bir yorumlamayı empoze etmeden anlarını ortaya çıkar­ mak, ritimlerini düzenleyerek ilgisini ayakta tutmaktır." Metnini yazdığınız, yönetmeni olduğunuz bir gösteride " tek bir yorumlamayı empoze ederek ya da etmeyerek anlar nasıl ortaya çıkarılabilir?

Şimdi altını çizmek istediğim kelimeler: "Dramaya hayat vermek için seyircinin ilgisinin ayakta tutulması". Seyircinin ilgisi nasıl çekilir, nasıl ayakta tutulur? seyircinin herhangi bir gösteriye önce lokal daha sonra bütünsel bir anlam verebilmesi için, seyircinin dikkatine yönelik bir ayıklama yapılması söz konusudur. Böylece seyirci kendisi için bir "gösteriyi okuma" yönü belirleye­ bilir. Grotowski yönetmenin elinde görünmez bir kamera olması gerektiğini ve farklı çekimler ile seyircinin dikkatini istediği noktalara çekebileceğini söylüyordu (1984-Seyirci dramaturjisi- Marco de Marinis TDR' Bahar '89). Yönetmen elindeki bu ka36

merası ile seyircinin ilgisini odaklaştırmaya çalışırken bu ilginin sürpriz -ilgi- dikkat sınırlaması içinde oluştuğunu görür. Yani gösteri şaşırtarak, belirli bir yönde akan eylemi bozarak ve yönünü değiştirerek ilgiyi ayakta tutmak durumundadır. Barba gösterinin tüm kültürlerdeki gösteri sanatçısının ortak bir ifade öncesi duruş ve gündelik dışı tarzda vücutzihin kullanımı olduğunu ileri sürmekte ve bu yönde kullanılan tekniklerle çalışmalar yapmakta. Örneğin, "kararsız denge durumu, karşıtlık ilkesi (Her etki bir tepkiyi doğurmalı vb)". Bu ilkeler doğrultusunda oyuncu kişiliğini oluşturan gösteri sanatçısı daha kendi­ ni ifade etmeye başlamadan seyircinin ilgisini ayakta tutmayı başarabilir. Ancak bu ilkeler ve teknikler gösteri sanatçısının zenaatine ilişkin öğelerdir. Bir gösteride seyircinin ilgisinin sürekli kılınması açısından önemli olan, gün­ delik dışı jest, eylem vb.nin kendi başına şaşırtıcılığı değil, gösterinin akışı

Odeon Tiyatrosu'nun gösterilerinden bir sahne

içinde nasıl çerçevelendiğidir ve bu çerçeveleme ve yerleştirme, yüzeysel görsel planda olduğu kadar, coşkusal, düşünsel ve saf plastik bakışa sahip seyirci düzlemlerinde aynı ölçüde bütünselliğe sahip olmalıdır. Odin tiyatrosunun sahnelediği metni ve rejisi Barba'ya ait olan "Önce Düşünce Vardı" adlı yapıtı izlerken bu gösteride kullanılan dilin artık kullanılmayan bir "antik dil" olduğunu öğrendim. Yani Danimarkalılar da gös­ terinin diline en az benim kadar yabancıydılar. Bir dua gibi ezgili kul­ lanılan dil seyirciye düşünce iletmek yerine gösteri sanatçılarının iç dünyalarını yansıtma aracı olarak kul­ lanılıyordu. Dilin müzikalitesi ise gös­ terinin bir başka boyutuydu. Dilin şiiri ve müziğini çoktan beri yitirmiş bir gösteri sanatının onu yeniden keşfetmesinin ve değerlendirmesinin yolu evet, böyle "ölü bir dili" kullan­ ması. Böylece sesler, duraklar, sert ve


yumuşak heceler insan gırtlağının bükümleri yeniden hayat buluyor. Ancak bir soru daha:

aracı olarak kullanımı açısından getir­ diği zenginlikler ya da kısıtlamalar neler olabilir?

Dilin müzikalitesinin keşfedilebilmesi ve gösterimde bu müzikaliteden yararlanılabilmesi için tek yol seyirci açısından anlaşılamayacak bir dil kulanılması mıdır? Dilin hem müzikalitesinden hem de ilettiği düşüncenin seyircideki çağrışımlarından aynı anda yararlanılmaz mı?

- Ritüeldeki katılım ile "tiyatro"daki katılım niteliksel açıdan ne farklılıklar gösteriyor? Ben bir seyirci olarak hangisini yeğliyorum?

pe

cy

a

Her kültürün yüzyıllar boyu geliştirdiği, oyutladığı, incelttiği ve kodladığı jest ve mimikleri, bir başka kültürün form olarak alıp kullanmasının seyirci ile ilişki ya da bedenin düşünselliğini ifade etme

Şu yukardaki sorular ve bunların doğurduğu başkaları bugüne kadar edindiğim tiyatro bilgisine yeniden dön­ memi gerektiriyor. Ancak bu soruların yanıtlarını "yeni", "doğru", "olması gereken" tiyatronun tanımlanması ihti­ yacı ile değil, bir seyirci olarak, burada duran, sübjektif bir veri olan bir seyirci olarak nasıl bir tiyatronun seyircisi

olmak istediğimi kendime sorarak bul­ maya çalışacağım. Ben nasıl bir gösteri-seyirci ilişkisi içinde insan olarak daha zenginleşiyorum, enerji alıyorum, değişiyorum ve yaşama karşı güçleniyorum? Hangi özelliği tiyat­ royu başka hiçbir sanat dalında bana ulaşmayan bir güce sahip kılıyor (Sine­ ma, müzik, edebiyat ve de dans)? Sonuç olarak TAL yönetimine Eugenio Barba etkinliği ile tiyatro-oyuncu-seyirci konusunda yeniden ve yeni sorular üretmemi sağladığı için teşekkür ediyo­ rum


BAKIŞ/BARBA ETKİNLİĞİ ÜZERİNE

OYUNCUNUN VE SEYİRCİNİN YARATICI ... KİMLİĞİ Bu yazıyı lütfen yavaş okuyun... Metin beyaz kâğıt üzerine yazılmıştır. Oyuncu ise; metni, zamana ve mekâna indirgemek için farklı çalışmalar yapmalıdır. Bu çalışmalar sırasında mümkün olduğu kadar metnin hikâyesini

a

kenarda tutmalıdır ki, farklı çağrışımlarla zenginleşen malzemeler, genleşmiş formlara

dönüşebilsin.

pe cy

Stanislavski'nin sihirli 'eğer' sözcüğüyle yola çıkarsam, "Eğer ben Hamlet olsaydım ne yapardım?" sorusunu kendime soruyorum: Beni öldürmek istiyorlar. Önden gelecek tehlikelere karşı kendimi savunabilirim, ama ya arkamdan saldırırlarsa? Sırtımdan... İşte benim ölüm noktam sırtım, o yüzden sırtımı hep duvara veriyorum ki güvende olayım. Odama biri girdiği zaman, hemen sırtımı duvara dönüyorum..." Seyirci Hamlet'i deli sayabilir. Hamlet'i bilenler 'korkak' diyebilir.

Tiyatro edebiyat değildir. Onun esiri de değildir. Tiyatro edebiyatın esiri olmayacak bir sanat formudur. Yaratıldığı anda geçip gider, yaşandığı zamanlar ise çoklukta birlik ve birlikte çokluk diyalektiğini ortaya çıkaran anlardır. Düşünsel katılımıyla kendini yaratıcı kılan seyirci, edebiyatın ağırlıklı olduğu zamanlarda olduğu gibi kassal etkileşimle değil, Herakleitos, Mevlana gibi bugünün insanını tatmin edecek dinamik felsefelerle tiyatroda vardır. izleyici, yaratıcı olmak ihtiyacındadır. 38

Canlı oyuncu ve canlı seyircinin sanatı olan tiyatro (performans), gündelik bir hayat değildir. Ya da asıl hayatın ken­ disidir. Tiyatro, bir yaratım sürecidir. Oyuncudan seyirciye, seyirciden, oyun­ cuya akan, enerjiler ve etkileşimler yumağıdır. Bu oluşum hangi disiplin­ lerin göstergelerini taşır? Şimdi ona bakalım:

Çağımızın yeni ontolojisi; insanı, psişik varlık katmanına indirgemeden, bir tin­ sel varlık olarak tanımlar. İnsan varlığını inorganik, organik ve psişik varlık bağlamında yorumlayan çağdaş psikoloji ve psikiyatri, günümüze Tiyatro edebiyatın esiri olmayacak bir sanat formudur. Yaratıldığı anda geçip gider, yaşandığı zamanlar ise çoklukta birlik ve birlikte çokluk diyalektiğini ortaya çıkaran anlardır. kadar' tinsel varlık alanını gözardı etmiştir. Yeni ve özgün yöntemlerle yapılan araştırmaların ışığında diyebili­ riz ki, çağdaş insan varlığı psiko somatik değil, geisto-somatiktir. Yaratma da bir 'tinsel varlık etkinliği'dir.

Şimdi de 1960'lı yıllardan, oyuncu ve seyircinin yaratıcı belleğinden bir örnek veriyorum: 1960 yılında Türkiye'ye gelip, J. Anouhil'in, 'Tarlakuşu'nu sahneledik. Beklan Algan'ın özellikle Anouhil'i seçmesinin


a pe cy

nedeni, hikâyeyi metinsel anlamda değil de, imajlar ve göstergeler üreterek sahnelemek istemesi oldu. Hıristiyanlığın en koyu şekilde yaşandığı zamanlarda, genç bir kızın doğal haklarını her şeye karşın savun­ masını anlatan bu oyunu oynadık. 20 sene sonra Bilsak'ta bir konferans sırasında bir ihtiyar beyefendi yanıma yaklaşıp, "Ayla Hanım, 20 sene önce sizi "Tarlakuşu"nda seyretmiştim. Jan Dark rolünüzde, sabah erkenden, yaralı ata binişinizi ve yanaklarınıza değen sabah rüzgârıyla, o iki yanı selvilerle dolu yoldan gidişinizi unutamıyorum." Şimdi burada ilginç bir olay var. Dekorda selvi ağaçları yoktu. At ya da ona benzer bir şey yoktu. Yarayı gösterecek kan simgesi yoktu ve sahne boştu. Ben bunları izleyiciye anlattığımda,"Olur mu Ayla Hanım, hepsi vardı. O sabah rüzgârını hâlâ hissediyorum. At da vardı, selvi ağaçları da. Hem de yaranız kalbinize yakın bir yerdeydi. Uzun zaman oldu, unuttunuz herhalde."dedi. Yeniden düşündüğümde benim alt metnimde

Odeon Tiyatrosu'nun gösterilerinden bir sahne.

selvi ağacı vardı ve yaralı ölüme gidişim olduğu için selviyi almıştım ve general gelip "Sabah oldu, Madam Jan" diyordu. Şimdi bu yapıyı analiz edersek benim

alt metnimi bilmeyen, yaratıcı bir seyirci bir sürü göstergeler üretiyor.

Aslında, seyirciye bu göstergeleri üretUmberto Eco'nun dediği gibi, "okun­

duğumda, varım." Oyuncu da "seyredildiğinde vardır." Yazarın

beyaz kâğıda yazdığını okuyan okur, oyuncuyu seyrederek paylaşan seyirci, kendilerine bırakılmış boş alanda yaratıcılıklarını

bir yaratıcı süreç ortaya çıkıyor... Yine 1970'li yıllarda Gaziantep'te "Rosenberg'ler Ölmemeli"yi oynu­ yoruz. Yazar bilim adamının sorumlu­ luklarını, atom bombasını, museviliği, McCarthy'ciliği, ırkçılığı, Amerika'nın son durumunu anlatıyor. Yönetmen de tüm bunları desteklemek için o döneme ait dialar kullanırken, seyircimiz Sing-Sing Hapishanesi'nde yatan tek kadın mahkûm Ethel Rosenberg'i, aynı tarihlerde hapse atılan Türkiye Öğretmenler Sendikası'na bağlı 'öğretmen kadın' olarak seyretti.

sürdürürler...

tiren benim alt metnimden, seyircinin ve "yönetmenin" hiç haberi yoktu. Yönetmenin yazardan aldığı bilgilerle yönlendirilen oyuncu ve seyircinin yaratıcılığı söz konusu oluyor.

Umberto Eco'nun dediği gibi ''okun­ duğumda, varım." Oyuncu da "seyredildiğinde vardır." Yazarın beyaz kâğıda yazdığını okuyan okur, oyuncuyu seyrederek paylaşan seyirci, kendilerine bırakılmış boş alanda yaratıcılıklarını sürdürürler.

Sonuç olarak yazarın, yönetmenin, oyuncunun ve seyircinin farklı farklı alt metinlerinden genleşerek büyüyen 39


TARTIŞMA

ÖZEL TİYATROLARA DEVLET DESTEĞİNE İLİŞKİN YASAL DÜZENLEMELER DENİZ

ALTINAY/Hukukçu

cy

a

15 Şubat 1985'de Resmi Gazete'de yayımlanan "Özel Tiyatrolara Yapılacak Yardımlara Ait Yönetmelik", 18 Temmuz 1995 tarihine kadar altı kez değişikliğe uğrayarak bu tarihte, "Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Yönetmeliği" adı altında, "şimdilik" son halini alarak yayımlanmış ve böylelikle kendinden önceki yönetmelik ve buna ilişkin değişiklikleri yürürlükten kaldırmıştır.

Tiyatroları'nda görevli yönetmen, oyuncu ve dekoratörlere desteklenen özel tiyatrolarda çalışma izni ve Küçük Sahne ve benzeri sahnelerin kullandırılmasını da kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Fakat, 1987 yılındaki yapılan değişiklikte, destek kavramının daha geniş ele alınarak, desteğe hak kazanan özel tiyatroların talebi üzerine. Devlet Tiyatroları'na ait, artık kullanılmayacak dekorların da bedelsiz olarak verildiğini ve salon, personel ve ışık giderleri talep edilmeden sahne tahsis edildiğini görürüz.

pe

Yönetmeliğin bu son halinde, yardım değil "destek"ten söz edilerek, ilk madde, bu yönetmeliğin amacı, "ulusal kültür ve çağdaş anlayışa uygun etkinlikleriyle kültür ve sanatımıza hizmette bulunan ve gelişmekte olan özel tiyatroların projele­ rine destek verilerek tiyatro sanatının yaygınlaşıp sevilmesini sağlamak, yerli oyun yazarlarını teşvik etmek, oynanan oyun­ ların kalitesini yükseltmek ve sonucunda Türk tiyatrosunun gelişmesini ve tanıtılmasını desteklemek" şeklinde belirlenmiştir.

Eski yönetmelik ve değişikliklerindeki "yardım" kavramının yerini, "devlet desteği"ne bırakmasının yanında, bu yönet­ melikle gelen diğer iki temel değişiklik, desteğin tiyatroya değil "proje"ye verilmesi esası ve amatör tiyatroların, çocuk, gençlik, eğitim ve özürlülerin tiyatroları ile geleneksel tiyatro­ ların da özel tiyatrolarla birlikte destekten yararlandırılmasıdır. ilk defa 1990 yılındaki değişiklikle, aşağıda yapısına değinile­ cek olan Değerlendirme Kurulu "uygun gördüğü taktirde" ve "istisnai" olarak yardımın bir bölümünün tahsis edilmesi düşünülen amatör tiyatrolarla ilgili hükümler, bu yönetmelikle daha net ve bir anlamda özel tiyatrolarla eşit olarak düzenlen­ miştir. Bu yeniliğin önemli bir sonucu, ticari bir şirket yapısında olmayan tiyatroların da projeleriyle destek için başvuruda bulunabilmesidir. Başvuru belgeleri arasında olan birçok belge amatör, gençlik, eğitim, özürlülerin tiyatroları ile geleneksel tiyatrolar için aranmamıştır. Yönetmelikte sözü edilen "Devlet Desteği", mali desteğin yanında, belli bazı koşullar ve usullere uyulması şartıyla Devlet Tiyatroları'na bağlı sahnelerin tahsisi, yine Devlet 40

DEĞERLENDİRME KURULU Bu desteği talep eden tiyatroların, yönetmelikle belirlenen usule uygun olarak ve gerekli belgelerle, Kültür Bakanlığı'na başvurusu öngörülmüştür. Başvuru belgelerine ilişkin hüküm­ ler, daha önceki yönetmelik ve değişiklikleri sırasında en çok değiştirilen bölümlerdendir. Bununla birlikte, yukarıda değinildiği gibi bu yönetmelikle, desteğin "proje" esasına göre verileceği düzenlenmişken, başvuru belgelerinde proje değil, daha çok onu gerçekleştire­ cek tiyatro ile ilgili bilgileri içeren belgelerin aranması ilginçtir.

Böylelikle başvuruda bulunarak projeleri için destek talep eden tiyatrolar arasında değerlendirme yapılması, yönetmelikle belirlenen kıstasların uygulanması, Bakanlık bütçesindeki desteğin kime ve ne miktarda verileceğinin belirlenmesi, "Değerlendirme Kurulu"nun kararları ile olacaktır. Değerlendirme Kurulu'na ait hükümler de başvuru belgeleri gibi çok sayıda değişiklik sonucu bu halini almıştır. Hatta, yönetmeliğin 90 değişikliğinde, Kurul'un tamamen Bakanlıkça oluşturulacağına ilişkin bir düzenlemeye bile rastlanır. Yeni düzenlemede, Kültür Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında 11 kişiden oluşması öngörülen Değerlendirme Kurulu'nun 6 üyesi (Bakanlık Müsteşarı ve Yardımcısı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü, Güzel Sanatlar Genel Müdürü, YÖK Konservatuar ve Tiyatro Bölümü Temsilcisi) kamu temsilcisidir. Bu 6 üyenin toplantılara katılması yönetmelikle zorunlu tutul­ muştur. Toplantı yapılması için salt çoğunluğun yeterli


Böylelikle destek alan tiyatroların "denetimi"ni düzenleyen madde de en çok değişikliğe uğrayan maddelerden biridir. Bakanlık, bu noktada "teknoloji"den yararlanmayı uygun bulmuş ve ilk geceyi izleyen 10 gün içinde oyunun bir video filmi­ ni, denetimi yapacak görevlilerce izlenebilmesi için, Bakanlığa teslim edilmesini öngörmüştür. Desteğin yerinde ve amaçlarına uygun olarak kullanılıp kul­ lanılmadığının deneti­ mini yapacak olanlar, İl Kültür Müdürlüğü'nün bir temsilcisi ile Kurul üyeleri veya onların görevlendireceği kişilerdir.

cy

Destek alan tiyatrolar masraflarını belge­ lendirmek ve oyun­ larını en az 30 kez oynamak zorundadırlar. Bunlara uyulmamasının yaptırımı, desteği faizi ile birlikte geri öde­ mek ve 2 yıl boyunca destekten yararlana­ mamaktır.

pe

Bu şekilde oluşacak Değerlendirme Kurulu kararlarını alırken tamamen takdiri ölçütlerle hareket etmeyecek­ tir. "Değerlendirme Kıstasları" başlığını taşıyan bölüm, eski düzenlemelerde rast­ lanmayan türde iki yeni ölçütle dikkati çekmektedir: "Her oyunun ayrı bir prodüksiyon niteliğinde proje­ lendirilmiş olması" ve "tiyatro sanatını bir yerden alıp başka bir yere götürecek çağdaş, evrensel boyutlara ulaştıracak yeni eğilimleri özendi­ recek, klasikleri değerlendirecek, Türk ve dünya kültürüne katkıda bulunacak yapımlar gerçekleştirmek." Değerlendirme Kurulu, bu kriterleri başvuruda bulunan projelere uygularken gerek görürse, amatör tiyatrolar, çocuk tiyatroları ve geleneksel tiyatro projeleri için belirli uluslararası tiyatro birliklerinden

içinde sahneleneceğine dair anlaşma imzalanacaktır. Ödeneğin diğer yarısının ise ilk oyunu izleyen hafta sonunda ödeneceği belirlenmiştir.

a

görüldüğü kurulda, yine salt çoğunlukla karar alınacak ve eşitlik durumunda başkanın bulunduğu tarafın çoğunluk kabul edileceği hükme bağlanmıştır. Buna göre, pek uzak olmayan bazı olasılıklar gözönüne alınırsa Kurul kararlarında, kamu tem silcilerinin ağırlıklı rol oynayacakları sonucuna varılacaktır. Bu durumun, yönetmeliğin daha ilk maddede açıklanan amacına ulaşmakta etkili bir yol olarak kabul edilmesi, Kültür Bakanlığı'nın bu konudaki politikası için önemli bir işaret­ tir.

(ASSITEJ-Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği, IATA Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği ve UNIMA-Uluslararası Kukla ve Gölge Oyunu Biriği) görüş alması bu yönetmeliğin getirdiği yeniliklerdendir. Bakanlık onayından sonra uygulanacak olan Değerlendirme Kurulu kararı ile bir proje desteklenmeye karar verilirse bunun için ayrılan ödeneğin yarısı, uygulanmaya başlarken verilerek, destek alan toplulukla Bakanlık arasında, projenin en çok 3 ay

İllüstrasyon: Savaş Çekiç

Yukarıda değinilen temel noktalar, özel tiyatrolara yapılacak devlet desteğine ilişkin yönetmelikle ilgili ana başlıklar ve bu konudaki Kültür Bakanlığı politikasına dair edinilen ipuçlarıdır.

insanlar bir arada yaşamaya başladığı zamandan itibaren hukuk vardır ve neredeyse o zamandan beri de hukuk kuralları ve sanat ilişkisi için çeşitli fikirler yürütülür. Sanatla ilgili herhan­ gi bir şeyi, hukuk kuralları ile düzenlemek son derece incelik gerektiren, zor bir işe soyunmayı gerektirir. Günümüz Türkiyesi'nde, kamu otoritesinin sanata yaklaşımı ve kurmayı amaçladığı ilişkiye dair bir gösterge olan bu yönetmeliğin, haklı uygulamalarla hayata geçmesi, benzer konulardaki yasal düzenlemelere de ışık tutacaktır.


"Özel Tiyatrolara Devlet Desteği" Yönetmeliği'nin 18 Temmuz'da yürürlüğe giren son şeklinde Değerlendirme Kurulu Bölümüne ilişkin olarak üyelerin seçiminde ve kurul kararlarında kamu kuruluşları temsilcileriyle sayısal bir eşitsizlik dikkatinizi çekiyor mu? Bunu bir yarar veya sakınca olarak görüyor musunuz?

ATİLA SAV/Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Temsilcisi

RECEP BİLGİNER/Tiyatro ve TV Yazarları Derneği Başkanı Bence önemli olan, yardımın hangi komisyon aracılığıyla dağıtılması değil, adaletli biçimde dağıtılıp dağıtılmadığıdır. Bir de bu yardımın Türk tiyatrosunda hangi ölçüde katkıda bulun­ duğudur. Yani, bu yardımın Türk tiyatrosuna ne getirdiği ne götürdüğüdür. Yardım yönetmeliğinin amaç maddesinde Türk tiyatrosunun kalkınması öngörülüyor. Gerek Türk yazarlarını teşvik ve gerekse kaliteli tiyatro yapılması.

pe cy

a

Kültür Bakanlığınca, Özel Tiyatrolara Destek Yönetmeliği yeni biçimiyle yürürlüğe kondu. Bu yönetmeliğin öngördüğü ilkeler zaten bir süredir uygulanmakta idi. Bakanlık, özel tiyatroları desteklemekle yararlı bir görev yapmaktadır. Bu iş için ayrılan ödeneğin sınırlı olması, daha kapsamlı bir destek sağlanmasını güçleştirmektedir. Yeni Yönetmelik, Bakanlığa akçalı yardım dışında da destek yollan açmaktadır. Özellikle salon sorununa yönelen destek önemli. Çünkü bilindiği gibi, özel tiyatroların en önemli sıkıntısı salon sorunu. Çok az topluluk kendi salonuna sahip. Bakanlık, tiyatro salonları yaptırmak ya da kiralamak yoluyla özel tiyatrolara olanak sağlayabilecektir. Tasarruf önlemleri nedeniyle bütçedeki ödenek serbest bırakılmadığı için, şu anda Bakanlık yeni dönem için başvuran yüz elliye yaklaşan topluluğun değerlendirmesini yapamamak­ tadır. Dönem başlamadan önce yapılması gereken bu çalışma yapılmadığı için, bu dönem özel tiyatrolara yapılacak yardımın verimi düşmekte, yararı azalmaktadır. Yeni yönetmelikte göze çarpan bir nokta da Değerlendirme Kurulu'nun oluşumudur. Önceki yönetmelikte yedi kişiden oluşan bu kurulun üyelerinin kimler olacağı belirlenmemişti.. Ancak Başkanlık görevini Müsteşar veya yardımcısının yapacağı açıklanmıştı. Kültür Bakanlığı, olumlu bir düşünce ile kurul üye­ liklerini tiyatro sanatı ile ilgili demokratik kuruluşların temsilci­ lerinden oluşturmuştu. Kişiler değil kurumlar, adlarıyla üye olarak davet ediliyordu. Çeşitli kuruluşlar (TİYAP, TODER, İTİ, TEB ve Tiyatro ve TV Yazarları Derneği, TOBAV) kendi seçtik­ leri temsilcilerle kurulda söz sahibi oluyordu. Böylece desteği sağlayan kamu yönetimi ile destekten yararlanacakların dialoğu ile ödenek kullanılıyordu.

değerlendirecek birikim ve nitelikte olduğu için yönetsel bir yanlışa da düşmeden, kurul uzlaşmış bir çalışma düzeni tut­ turuyordu. Yönetmelikte Değerlendirme Kurulu'nun çoğunluğunun Bakanlık temsilcilerine vermekle hangi oluşum sağlanmak isten­ mektedir? Eğer yönetsel ve siyasal kaygılarla çoğunluk, kamu otorisine kaydırılmak isteniyorsa bu yanlıştır. O zaman kurula ne gerek var? Bakanlık ödeneği, yönetim kademeleri içinde bir "mucip"le yürütür ve harcar. Biter gider. Değilse tiyatro kuruluşlarının temsil edilmesi "her eve lazım" kabilinden bulunduruluyorsa, hiçbir ciddi kurum kendini kul­ landırmaz. Bu oyun hemen anlaşılır. O zaman iş "kişiler"e kalır. Bu da ödeneği siyasal otoritenin arpalığına dönüştürür. Hemen de beslemeler türer. Bunun tiyatro sanatına hiçbir yararı yok­ tur. Zararı ise çoktur.

Yenileşen yönetmelikte, bu kuruldaki bakanlık temsilcilerinin sayısı arttırılmış ve görevleri gösterilerek saptanmış. Kurulun çoğunluğu bu temsilcilere kaydırılmış. Bu bir yönetsel kaygı mı acaba? Anlamak zor. Hem Müsteşar, hem bir yardımcısı, hem de çeşitli bakanlık birimlerinin başındaki kişiler kurulda. Demokratik kitle örgütleri de var. Ama kamu görevlilerinin sayısı bir fazla. Yani oylama olursa, çoğunluk bir yanda olacak. Bu oluşum ister istemez siyasal ve yönetsel bir kaygıyı düşündürüyor. Üç yıl, bu kurulun çalışmalarına katılmış bir kimse olarak belirt­ mek isterim ki, kurulda değerlendirmeler yapılırken oylama gereği bile olmamıştır. Projeler, değeri, uygulanabilirliği, gerçekçiliği açısından irdelendikten sonra ödenek durumuna göre istenen desteğin ne ölçüde karşılanabileceği tartışılır; uzlaşmanın sağlanacağı noktaya varıldıktan sonra karar veril­ mektedir. Kararlar hemen tümüyle anlaşmayla oluşturulmuştur. Kararların tartışılabilirliği, kimi zaman hoşnutsuzluklara yol açmış olması, bu yöntemin yanlış olduğunu göstermez. Tersine teke indirgenmiş sorumluluk, kurulun daha verimli ve yararlı çalışmasını sağlamaktadır. Bakanlığın bu konudaki tutumu da çok olumlu ve yerinde idi. Bakanlık adına kurula başkanlık eden görevli kişi de yönetsel olanakları ve sanatsal olasılıkları 42

Özel tiyatrolara gelince: Onların bir bölümü, çalışmalarını devlet yardımına endekslediler. Bu sene, bütçe serbest bırakılmadığı için bu tiyatrolar perdelerini açamadılar.

Daha önceleri, değerlendirme komisyonu, tiyatrolara geçmiş çalışmalarına, kadrolarına göre, bütçede ayrılan miktarı takdiri olarak bölüştürüyordu. Son birkaç yıldır bu yardımın dağıtımı, proje esasına bağlandı. Yani tiyatroların oynayacakları oyun için önceden Kültür Bakanlığı'na proje sunmak zorunluluğu getiril­ d i . Tiyatrolarda hangi oyunu sahneleyeceklerini, kimin sahneye koyacağını, hangi salonda oynayacaklarını, yazarını, ne kadar telif hakkı ödeyeceklerini, reklam giderleri, sanatçılara ve idari işlerde ödeyecekleri miktarı, önceden bildirmeye başladılar. Yardım düzenin işlerlik kazanması sonucu, özel tiyatro sayısı her sene artmaya başladı. Pastadan alınan paylar da küçüldükçe küçüldü. Herhangi bir özel tiyatroda çalışan sanatçılardan bazıları da bir tiyatro heyecanıyla, kimi de Kültür Bakanlığı'ndan parasal destek sağlarım düşüncesiyle kendileri birer tiyatro kurdular. Böylece kadrolar bölündü. Zaten Türk tiyatrosunun altyapısı yok. Yeterli salon yok. Yeterli donanımları yok. Zayıflayan kadrolarla yapılan tiyatrolar da seyircisinin beğenisini kazanamıyor. Bence Türk tiyatrosunun asıl sorunları bunlar. Özel Tiyatrolara Destek Yönetmeliği'nde Kültür Bakanlığı temsilcilerinin sayıca fazla oluşlarını önemsemiyorum. Çünkü ilk günden bu yana bu komisyonda bulundum. Kültür Bakanlığı temsilcileri oyunların içeriğine hiç karışmadı. Tiyatrolara yardımın dağıtılmasında hep tiyatrolardan yana oldular.


REFİK ERDURAN/ITI Başkanı

Herkesin kendince rafları da vardı ortada. O raflara yerleşmiş, yerleştirilmiş kişiler, kurumlar... O raflarda yer almak isteyen yeniler, eski-yeniler. Bir itişme, bir kakışma her yıl, her sezon başı. Bir kere, zamanını bile saptayamadı bu destek. (Geçen yıl 22 Ocak'ta verildi). Bu yıl ne zaman verileceğini bırakın, tutarı bile belli değil. Bu yıl ne mi yapıldı? Yönetmelik "yeniden" düzen­ lendi. Ne mi değişti? 1. Desteğin daha önce verilmesi için bir iyi niyet gösterisi, dosyalar Ağustos'ta incelenecek. 2. Salon yapmak ya da onarmak isteyenlere destek (ayrılan aynı bütçeden) yapılacak. Gene proje bazında ama amatörler, üniversite tiyatroları ve çocuk tiyatrolarıyla birlikte. Ve en önemlisi "Devlet" ağırlıklı yeni ve genişletilmiş bir Kurul oluşturulacak. Bu olay devletin parasını sıkıya almak adına bir denetleme yoluysa neden daha başında?

a

Yıllar önce günün iktidar milletvekillerinden biriyle TRT'nin özerkliği konusunu tartışıyorduk. Devletin o konudaki ipoteğini savunurken bir ara şakaya vurup şöyle dedi: 'Eee, parayı veren düdüğü çalar!" İki noktaya dikkatini çekmeye çalıştım: 1. T R T ve benzeri kuruluşlar düdük değildir. 2. Sözünü ettiği kuralı benimsesek bile, öyle kuruluşların "parasını veren" devlet değil, vergi yükümlüleridir. Gülüp geçti, bildiğini okumayı sürdürdü. Sonra partisi muhalefete düştü. Aynı milletvekili günün birinde TRT'nin iktidar yanlısı tutumundan yakındı basına. O zaman da ben güldüm. Şimdi yine "devleti küçültmek", toplumumuzun üstündeki siyasal ve bürokratik cendereleri gevşetmek çabaları içindeyiz sözüm ona. Gerçekte ise pek çok konuda tam tersi yapılmakta. Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Değerlendirme Kurulu'na son yönetmelikle verilen yeni biçim de bunun örneklerinden biri. On bir üyeden altısı "kamu temsilcisi". Anlaşılması güç bir nedenle YÖK'ten iki temsilci katılıyor kurula. Ayrıca "oyların eşitliği halinde Başkan'ın bulunduğu taraf çoğunluk sayılır" kuralı da var. (Başkan Bakanlık Müsteşarı). Devlet ağırlığının artırılmasının gerekçesi ne olabilir? Sıkı dene­ tim gereği mi? Yönetmeliği okursanız sayıp dökülen bürokratik işlem ve belge kalabalığından başımız dönüyor. Dahası, 14. Madde de şöyle diyor:

da olsa artan paranın çekiciliği idi... Oysa sayı arttıkça, çok yavaş artırılan, büyütülen bu pastanın dilimleri o ölçüde yeter­ siz kalmağa başladı.

Özel tiyatrolar, zaten aldıkları her kuruşu sonunda belge­ lendiriyor ve devlete teslim ediyor. Son yıllarda demokratik tiya­ tro kuruluşlarının temsilcileriyle oluşan kurula, yeniden ilk gün­ lerde olduğu gibi bürokrat ağırlıklı bir yapı getirildi.

pe

cy

"Kurulca alınan destek kararı Bakan'ın onayından sonra uygu­ lanır." Bir de böyle konulardaki temel gerçeği belirteyim: Kurullar murullar ne karar alırlarsa alsınlar son söz hep Maliye Bakanlığı'nda oluyor zaten. O yüce güç "Serbest bıraktım" demedikçe (ki ya hiç demiyor ya da türlü kısıntılarla ve gıdım gıdım lütfediyor), yasayla ve kurullara uygun işlemlerle "resmileştirilen" tüm parasal haklar kâğıt üstünde kalmakta. Bu koşullar altında devlet desteği alma çabasından zaman ve enerji arayıp tiyatro yapabilen tüm toplulukları kutlarım.

Biz özel tiyatrolar ve kuruluşlarımız devlete ait sanat kuruluşlarının ne politikasında ne çizgisinde ne de bütçesinde söz sahibi değiliz (zaten istemeyiz). Onların temsilcilerinin bizi ilgilendiren böyle bir olayın kurulunda ne amaçla görevlendirildiklerini bilmek hakkımız olsa gerek.

HADİ ÇAMAN/TİYAP Başkanı

Aslında bunca işlerinin yoğunluğunda pek fazla istekli olduk­ larını da sanmıyoruz.

On beş yıl oldu. Devlet, biz "Özel Tiyatrolar"ı hatırladı, tanıdı. Bizlerin de ülke kültürüne katkımızı fark etti. Destek vermeğe başladı. Başlangıçta adına "Yardım" dedi. Biz aşağılayıcı bulup sözcüğü "Destek" yaptırttık.

Biz TİYAP olarak bu desteğin, hükümetlerin, partilerin, kişilerin özel ilgi ve çizgilerinin dışında bir "Devlet Politikası", "Devlet Görevi" olarak tanımlanmasını ve sürekliliğinin bir yasayla, bağlayıcı koşullara dayandırılmasını istiyoruz.

Bu destek, alelacele düzenlenen bir yönetmelikle dağıtıldı. Hazırlayanlar da acemiydi, bizler de. Görüldü ki, bu yönet­ melikle olmuyor. Bu iş göreceli bir iş. Kime göre iyi, kime göre doğru, kime göre düzeyli ya da tersi.

Profesyonelliğin tarifini, amatör ve çocuk tiyatrolarının ayrı ayrı düşünülmesini, onlara da yeterli ödenekler ayrılmasını bekli­ yoruz. Böylece, onların daha güçlendirileceğine, adı geçen pas­ tanın kırıntıları ile susturulmalarının önüne geçileceğine, daha saygın bir hale geleceklerine inanıyoruz. Ama her şeyin başında bir "Yasa" diyoruz

İlkin yaptığımız işin tanımlanması gerekli. Kim tanımlayacak, D iz mi, onlar mı? Ya da her iki taraf adına tarafsız olması gereken kurumlar mı? Sonuçta becerilemedi. Sürekli değiştiril­ di. Değiştirilmek istendi. İyi niyet hep vardı ama, hep yeni bir arayış, hep yeni bir bekleyiş.

AHMET GÜLHAN/TODER Başkanı

İşin ucunda para vardı. Sıcak para. Soğuk para. Ama "gerekli" olan para. O nedenle, her yeni gelen sezonla birlikte sayıları artmağa başladı özel tiyatroların. Salt sayıları ama. Genelde özenilen şey, tiyatronun coşkusu, görevi, amacı değil, her yıl az

Özel Tiyatrolara Devlet desteği tamamen tiyatro mesleğini yapan kişileri yakından ilgilendiren bir mesele. Değişiklikle gelen 11 maddede oluşturulan Değerlendirme Kurulu'nda Kamu kuruluş temsilcisilerinin Türk Tiyatrosu'na olumlu katkıları olacağını düşünmekle birlikte karar organı olarak oy kullanmalarını sakıncalı buluyorum . 43


ELEŞTİRİ

GÜÇ KİMDE ARTIK Emre

Koyuncuoğlu

August Strindberg'in ünlü oyunu "Matmazel Julle" TOBAV sanat etkinlikleri çerçevesinde, Efes Pilsen'in katkılarıyla sahneleniyor. Aziz Nesin Sahnesl'nde sergilenen oyunun yönetmenliğini de, yazarı yla aynı ülkeden, İsveç'ten, olan Maria Fridh yaptı. "Emret bana..." "Sana bir köpek gibi itaat ederim" "Yardım et bana" "Senden nefret ediyorum."

pe cy a

"Beni sevdiğini söyle..." "Biz birbirimizden nefret etmiyoruz. Biz bir oyun oynuyoruz. Aşkımız bu aslında." "Benim içimdeki hayvanı sevdin"

"Senin aşkının da benimkinden farkı yok" "Senden bir sıçandan nefret eder gibi nefret ediyorum, ama vazgeçemiyorum." "Fahişe..." "Hırsız..."

"Hizmetçi..."

"Oyunu ciddiye almaya başladın, tehlikeli

oluyor"

"Benliğim? Benim bir benliğim yok ki!" "Baron geldi mi?"

Ekim ayı içinde prömierini yapan ve Aziz Nesin Sahnesi'nde oynamakta olan,

yönetmenliğini Maria Fridh'ın yaptığı August Strindberg'in oyunu "Matmazel Julie"yi izledikten sonra kağıda ilk döktüğüm cümleler bunlar oldu. Oyunun metninden yakaladığım sözlerde altego (içgüdü), ego ve üstego (sosyal dürtüler) arasında sürekli bir savaş söz konusuydu. Her seviyesinde ayrı bir aksiyon gerektiren bu savaş aslında müthiş bir karmaşa diye düşündüm. Modernizmin ta kendisi. Karmaşayı yaratan da tabii ki yazar. Oyunda yazarın dışına çıkmak pek mümkün değil, yalnızca derinleşmek mümkün. 44

Şöyle bir zaman söz konusu... Strindberg doğduğunda Fransız devrim­ inin üzerinden 60 yıl geçmiş, yazarın ölümünden iki yıl sonra da 1. Dünya Savaşı patlak vermiş. Bu zaman aralığı içinde Avrupa nelerle boğuşuyor? Özellikle entelektüel ve sanatçı kesim Newton ve Darwin'in teorileri sonrası bil­ imsellik adına din kurallarına karşı kıyasıya savaş veriyordu. "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" diyerek kanlar döküleli bir yarım asır olmuş, köle ve soylunun arasına yeni bir sınıf kendine yer açmıştı. Artık acıların çocukları "burjuva" sınıfından geliyordu. Bu sınıf şimdiye kadar inandıkları tüm bilgilerin (bu da ağırlıklı olarak din öğretisine dayalı) bilimle sarsıldığı bir zamanda, nasıl kazandıkları pek önemli olmadığını düşündükleri paranın kendilerine sunduğu değerlerle bir ahlaksal sarsıntı yaşarken birbirlerini küçümseyerek, ezerek onurlarını kurtar­ maya çabalıyorlardı. Din kuralları bu kadar sorgulanırken tabii ki özellikle din sömürüsünün en açık göstergelerinden biri olan kadının ikincilliği sorgulanmaya da başlanmıştı. Bir de bu arada özellikle Kuzey Avrupa'da, yani yazarın yaşadığı bölgede ağırlıklı olmak üzere yeni yeni güçlenen feminist hareket söz konusuydu. Yeni olduğu için sert ve hoşgörüsüz bir anlayışa sahip olan feminist çıkış, paldır küldür bir cinsel özgürlük isteğiyle ardında birçok kurbanlar bırakarak hızlı hızlı ilerli­ yordu. Karışık bir zaman. Karışık kafalar. Aslında her zaman da olduğu gibi.


cy a

Bütün bu üzerinden uçarak aktardığım hatırlatmaların nedeni

yüzden, yerini, ne istediğini, çıkarının ne olduğunu çok iyi bilir,

Strindberg'in yazdığı oyunların oldukça otobiyografik oyunlar

çünkü oyun oynamak için vakti ve parası yoktur. Ayakları yere

olması. Oyunları, romanları tüm bu sorunsalların tartışma plat­

basar. Julie'nin ise emek vermeden kazandığı bir gücü vardır

formu olmasa da, eserlerindeki karakterler bu sorunsalların

elinde. Gücünün ne olduğunu tartmak istemektedir. Oyunun

içinden çıkıyor.

sonu açık bırakılmasına rağmen İsveçli yönetmen Maria Fridh'in

sahneye koyduğu oyunda da intihara gider Julie. Orada hemen aklıma "Oyunun sonu için acaba başka bir yorum getirilemez

leriyle de "modern tiyatronun" ilk örneklerini sunmuştur.

miydi?" sorusu geliyor. Bence, o zamandan bu zamana

Naturalist oyunların ilk ve iyi örnekleri Strindberg'den geldi.

kadınlar açısından değişen hiçbir şey yoktur, o yüzden başka

pe

Modemizmin patlamasının göz tanığı olan Strindberg, eser­

"Baba" ve "Matmazel Julie" bu yeni tiyatro hareketinin en iyi

bir yoruma da gerek yoktur. Ama yine de değişen birşey

oyunlarındandı. Strindberg'in romanları kadın kahramanları

gerçekten yok mu?

yüzünden çoğu zaman gününün insanları için "ahlâksız" bulun­ du ve sanatçı bu nedenle arada bir mahkemeye çıkmak zorun­

Yazarın eserlerinde bulacağımız bir başka izdüşüm, yine mo-

da kaldı, ilk eserlerinde sanatçıda kadınlara karşı alaycı,

demizmin başlamasıyla birlikte dikkate alınan psikoloji öğreti-

aşağılayıcı hatta bir sanat tarihçisine göre "misogynist" (kadın

-idir. Strindberg, gününün psikolojisinde oldukça sık kullanılan

düşmanı) bir tavır görülür. Kadınlara duyduğu bu aşırı "yoğun

hipnoz tekniğini, oyunlarında sıkça kullanmış ve teatral bir

duyguları" daha sonra, gününün tartışma konusu olan bilimsel

anlam yüklemiştir. "Matmazel Julie"nin son sahnesinde, Julie

gerçekçiliğin düşünsel anlamda önde yürüyenlerinden

hipnoz olmuş gibi ölüme gider. Yine bu açıklamadan sonra izle­

Nietzsche'den etkilendiği, ateisme taşımıştır. Strindberg'in tüm

diğim oyuna dönmek istiyorum. Zeliha Berksoy'un

oyunlarında olduğu gibi "Bayan Julie"de de kadın karakterler

oyunculuğundaki beden kullanımı oyun boyunca dışayönelik,

nevrotik, toplumsal çelişkiler yüzünden çözülmemiş zıtlıkları

hatta dışbükey olarak devam etti. Oyunda, Matmazel Julie,

olan kişilerdir. Nietzche'yle kadınlar konusunda da aynı fikirde

başta daha uzun periodlarda, ancak sona doğru çok kısalan

olan Strindberg, kadınlardaki hizmetçilerde de olan "köle ruhlu-

zaman dilimleriyle psikolojik olarak sürekli değişir. Bir emreden

luk"a dikkati çeker. "Matmazel Julie"de yapılan kaçamağın

olur, bir yalvaran, bazen korkan, bazen de korkutan, isteme­

bedelini ödeyen Julie'dir. Kristin, çalışan bir kadın olarak çok

den kahraman olmuştur ya da isteyerek kaçak. Tüm bu farklı

daha bağımsız bir konumdadır. O, "Matmazel Julie"oyununda

içsel değişimleri, tek bir bedensel anlatımla ortaya çıkarmak

proleter sınıfın sözcüsüdür. Çalışan ve en çok ezilen sınıftır. Bu

pek mümkün değil.


Yazar 1889'da "Modern Tiyatro Oyunları ve Modern Tiyatro"

Fridh'in sahnelediği oyunda, tüm bu öğelerden dekor dışında

üzerine yaptığı bir söyleşide naturalizm için şunları söyler.

hiçbiri yerine oturmamış. Diyaloglarda bir akışkanlık ya da

"Naturalizm, en büyük savaşların verildiği noktalara işaret

müzikaliteyle karşı karşıya değilsiniz. Koronun dans kore-

eder, doğal güçlerin çarpışmasından keyif alır". Doğal güçlere

ografisi, "çocuklar bahçede eğlenir" cümlesinin anlatımı dışına

örnek olarak da yazar, "aşk ve nefret, sosyal dürtüler, baskılar

ne yazık ki çıkmıyor ve oyunun baş oyuncularının nefes alması

ve isyan" gibi örnekler vermiş.

için bir dolgu maddesi görevini görüyor gibiydi. Girişteki o

Strindberg ile ilgili tüm bu açıklamalardan sonra belli noktalara

ilginin azalmasına sebep oluyor, asıl hizmet etmesi gereken

uzun sürekli aynı dizgiyi tekrar eden koreografi, daha baştan dikkat çekmek istiyorum. Kadınlarla ilgili görüşleri, oyunlarında

"aksiyona izleyiciyi hazırlama" amacından uzaklaşıyor. Baharın

kullandığı psikolojik bazlı bir altyapı, tematik olarak doğal

gelişini içerek, eğlenerek kutlayan avam takım, sahnede birbir­

güçler dediği aşk, nefret, sosyal dürtüler, isyan ve yaşadığı

lerine dokunma özürlü, hatta yapay jest ve mimiklerle var olu­

zamanın modernizmin öngördüğü karmaşık oluşumların getir­

yorlar.

diği düz değil "sarmal" şekilli çok boyutlu etkileşimler, Oyun şöyle başlar: Kont uzaklardadır. Julie, evde hizmetçilerle "Sarmal" kelimesi aslında bir anahtar sözcük. Oyunlarında da

yalnızdır. Hizmetçiler ise baharın gelişini "orjiastik" bir şekilde

tematik olarak "sarmal bir f o r m " ortaya çıkarmıştır. "Matmazel

kutlamaktadırlar. Julie, onların seviyesine inip eğlenceye

Julie" buna çok güzel bir örnek. Aziz Nesin Sahnesi'nde

katılmak ister. Hizmetçiler grubu da bu "inmeyi" "düşmek"

izlediğim "Matmazel Julie"de bu sarmallığa çok dikkat ettim.

olarak algılarlar. Bayan Julie'nin, Jean ile flörtü aslında bir anlamda Julie için bir tür güç denemesi, başka bir anlamıyla da cinsel dürtülerine kendini bırakmak isteği, "baba" yokken kız

ekip oyunu. Bu iki karaktere temel oluşturan ve üç boyutlu

çocuğundan çıkıp kadın olmaktır. Aslında Jean ile Julie içmeye

olmalarını sağlayan da Kristin. Kristin oyunu bir erkek-kadın

alışık oldukları içkileri değişirler. İkisi de bilmedikleri ancak

ilişkisinden kurtarıp, sınıfsal çatışma boyutunun katılmasına

özendikleri içki ile çarpılırlar... Ve riskerine dikkat edilmeden

pe cy a

Oyunun temposunu, oyunculuğun temeli buna çok bağlı. Julie ve Jean ağırlıklı oyun, bir partnerlik oyunu. Bence iki kişilik bir

yardımcı oluyor. Kristin fonu yaratıyor, renkler ise Jean ve

karşılıklı sertleştirilen oyun sona erdiğinde sonuçlarını taşımak

Julie'den geliyor. Oyunun canlanması için Jean ve Julie'yi can­

gerekmektedir. İkisinin de boyunlarının eğik olduğu yerde

landıran iki oyuncunun da birbirlerine çok iyi rol vermeleri

birinin emretmesi gerekmektedir. Emir veren kişi her ikisi için

gerekmekte. Matmazel Julie'yi oynayan Zeliha Berksoy oyun­

farklıdır. Jean, Baron'un emriyle harekete geçer, Julie Baron ve

culuğuyla her zaman olduğu gibi sahneyi dolduruyor. Ancak

Jean'ın yani erkeklerin.

bu oyunda böyle bir Jean ve Julie partnerliği gerçekleşmiyor. Jean rolünde Ragıp Savaş kendi başına iyi bir oyunculuk

"Bayan Julie"deki karakterlerin çoğu "köle mentalitesi"ni

sergilese de Zeliha Berksoy'la bir bütünlük sağlanamıyor. İkisi

ortaya çıkaran karakterler. Ya da "karaktersiz karakterler".

de kendi oyunculuklarıyla başarılı, ancak birlikte olarak, oyuna

Julie, cinselliğiyle oturduğu konumuyla sosyal statüsünün getir­

hizmet etmesi adına yetersiz bir güç birlikteliği göze çarpıyor.

diği konum arasında bocalar. Bayan Julie, hem hükmedendir,

Daha çok Berksoy'un dramatik oyunculuğu ön plana çıkıyor.

hem de köle ruhludur, yerini bilmemektedir. Bu iki konum bir­

Seval Gökçe'nin canlandırdığı Kristin ise rolünün gerektirdikleri­

biriyle çelişir ve bir dengesizlik ve karmaşa ortaya çıkar.

ni sahnede uyarlıyordu.

Oyundaki dramatik aksiyon da ritmini bu sürekli düşüş ve

"Matmazel Julie", oldukça yoğun yapısı olan, sosyal ve analitik

tarafından kendi oyunculuklarıyla başarıyla sahneleniyordu.

yaklaşımlarında "güncelliğini" saklı tutan, aynı zamanda da tek

Ancak daha önce de belirttiğim gibi, iç içe girip, birbirlerini

mekânlılık durumu ile klasik tiyatro öğelerini yeniden

bütünleyemiyorlardı.

çıkışlardan alır . Bu düşüş ve çıkışlar oyunda her iki oyuncu

canlandıran, bitmemiş kurgusuyla (sonunun açık olması gibi) yoruma açık olan, sıkıştırılmış sahne aksiyonu, opera aryalarını

"Matmazel Julie" yukarıda belirttiğim artı ve eksileriyle

andıran uzun monologlar, dramatik yapının elemanları olarak

günümüzde, ülkemizde alışık olduğumuz tiyatro standartları

ortaya konan dans, koro ve mim ile dikkati çekiyor. Oyunla

içinden sivrilen bir oyun, öne çıkan bir çalışma. Modernizmin

ilgili bilgilere göre orjinal metinde, (bu aynı zamanda İngilizce

önemli isimlerinden Strindberg'in bu ünlü oyununu yeniden

çevirisinde de saklı tutulmuş) fiillerin sürekli tekrarından bir

gündeme getirip ortaya koyduğu sorunsalların tekrar

müzikalite oluşturulmuş.

tartışılmasını sağlamak da dikkate değer bir seçim .

Strindberg'in diyaloglarda yapmak istediği "çokseslilik"in sahne boyutunu Fridh dekorla sağlamaya çalışmış. Gerçekçi olarak kullanılan mutfak dekoru arkaya doğru perspektif açısından değişiyor. D ı ş mekanda gerçeklik kalmıyor. 46


ELEŞTİRİ

DAISTTON'UN YA DA ANTALYA DEVLET TİYATRSU'NUN ÖLÜMÜ ÜZERİNE Ali H. Neyzi

Yaz aylarında sanatla ilgili bir avuç Antalyalı birden hareketlendi. Basın

Gürzumar ne yazık ki kendisine verilmiş oyunu

toplantısı, imza kampanyası hatta televizyon programı yapılarak yetkililer

karıştırmış. Dün gece izlediğimiz, Victor Hugo'nun

uyarılmağa çalışıldı. Ancak, ne yazık ki, bakanı bol ama hükümetten yok­

"Sefiller"inden alıntı bir Amerikan (ya da İngiliz)

sun ülkemizde hiçbir sonuç alınamadı. Kendi broşürlerinde belirtildiği üzere 1906 eleman ile çalışan Devlet Tiyatroları'nın yönetiminde sanat yerine Danıştay kararları geçerli oldu. Boşuna dememiş atalarımız

memiş bile olsa herhalde o perde önüne inen hapishane demirlerine asılı figüranları ve daha çok baletlerin koşuşması için yapıldığı besbelli duvarı ve balkonların resimlerini görmüş olmalı.

a

"Meyveli ağaç taşlanır"mış.

müzikali idi. O müzikal yıllarca oynadı. Kendisi izle­

Buchner'in dramına gelince, sayın yönetmen,

iline yerleştiğimde, Antalya'da tiyatronun "T"si

Antalya izleyicisinin böyle ağır bir tartışma ve

cy

Sekiz yıl önce gönüllü sürgün, Güneyin en güzel yoktu. Birkaç deneme yapıldı. Başımı dinlemeye

felsefe yüklü bir ortamdan sıkılacağını düşünmüş ve konuşmaların (ki Buchner'in oyunu odur) yandan fazlasını kesmiş. İki saat süren gösterinin

yazan Ülkü Tamer'i de tanırdım. Birden sarıverdi

en az kırk dakikası sahneyi dolduran Paris halkının

beni eski ve küllenmiş tiyatro aşkı. Adını anacağım

şarkılarına, bir o kadar zaman da Danton'un

yayınlar ne mene eski olduğumu belli edecektir.

genelevdeki sefa oyunlarına ayrılmış. Evet, belki

Ankara'da Demokrat Parti'nin gazetesi Zafer'de ve

izleyicinin gözü boyandı. Ancak asıl giyotine giden

pe

geldim deyip fazla ilgilenmemiştim. Önce Engin Cezzar beni "Kadı"ya çağırdı. Oyunu yeniden

Cemil Sait Barlas'ın Pazar Postası'nda eleştirilerim

Georg Buchner ve onun ünlü oyunu idi. Üstelik

yayımlandı. Daha sonra İstanbul'da Ahmet Emin

dün gece giyotin de takıldı, az kalsın Danton'un

Yalman'ın Vatan Gazetesi'nde. Aradan belki kırk

kellesini uçuramıyorlardı. Evet, Payidar, Reha,

yıl geçti. Mustafa Avkıran'ın yönetimindeki genç

Tuncer, Sedat ve tüm oyuncular ellerinden geleni

grup beni öylesine uyardı ki, yeniden eleştiriler (ya

yapıyordu ama oyun elden gittikten sonra oyuncu

da ululamalar) yazmaya başladım.

ne yapabilir. Robespierre ile Danton'un ünlü yüzleşme sahnesinde Payidar'ın sırtından verilen

Geçen yıl Europalia festivaline gidecek oyunları seçmekle görevli Bayan Moulaert bana şöyle dedi: "Dilinizi bilmediğim için oyunlarınızın inceliğine varmak olası değil, öte yandan bu genç oyuncuların sahnede yarattığı heyecan elle tutulur gibi. Bayıldım."Sonra ne olduysa oldu. Yönetim değişti. Bu arada Leningrad Festivaline (zavallı Namık Agayev'in tüm çabalarına karşın) gidileme­ di. Hazırlanmış olan 1996 repertuarı toptan silin­ diği gibi geçen yıl tutmuş birçok oyun da unutulu­ verdi. Hele Murathan Mungan'ın Mezopotamya Üçlemesini (tiyatro tarihine geçmesi gereken bir olaydı) bile tümüyle izleyemedi Antalya seyircisi.

ışık herhalde Robespierre'i kör etmek için hazırlanmıştı. Delişmen şair Buchner'de doğaçla­ maya nasıl yer verilir? Tuncer Salman'ın sarhoş Simon'u nasıl da kesti söylev veren arkadaşını. Daha ne diyeyim. Bu artık bardağı taşıran damla oldu. Aslında gönüllü sürgün Antalya'ya yerleşirken tiyatro ile ilişkim sona erdi sanıyordum. Anlaşılan yine öyle olacak. Yaşım artık savaş yaşı değil. Beni coşturacak ve sevindirecek oyunları izle­ mek ve sade ululamalar yazmak istiyorum. Antalya'dan saygılarımla .

Sonunda geldik "Danton'un Ölümü"ne. Sayın 47


ELEŞTİRİ

KIYAMET SULARINDA Sibel Arslan

Kıyametin kopmasına, dünyanın tümden yok olmasına bir ki gün kalmış olsaydı ne yapardınız? Anlamını şimdiye dek belki de hiç düşünmediğiniz yaşamı mı

dökük, harap evin içinde canlı görünen tek şey çiçekler.

sorgulardınız? Yoksa geçmişinizle hesaplaşmaya mı kalkardınız? Ya da nasılsa artık zaman kalmadı, diyerek çevrenizdekilere kin ve nefretinizi mi kusardınız? Sanki hiçbir şey olmamış gibi, bir iki gün sonra her şeyin sonu gelmeyecekmiş gibi mi davranırdınız? Tanrı'yı, varoluşu sorgulayıp, diğer gezegenlerde yaşam olup

pe cy a

olmadığıyla mı ilgilenirdiniz? Bütün değerlerin altüst olduğu böyle bir zamanda hâlâ genel geçer değerlere bağlı mı kalırdınız, yoksa bu değerlere karşı mı çıkardınız?

Oyun başladığında umutsuzca evin içinde dolanan, oturan aile fertlerinden, dünyaya hızla yaklaşan bir astereidin dünyayı ve güneş sistemini yok edeceğini öğreni­ yoruz. Artık hiçbir şey yapmaya vakitleri kalmayan, gelecekleri olmayan, kıyameti beklemekten başka yapacak işleri

Peki bütün bunları yapmak için neden

olmayan aile bireyleri kıyamet üzerine

kıyametin kopacağı güne kadar bekledi­

konuşup akıl yürütürken, dünyaya

niz? Böyle korkunç bir vesile olmadan da

yaklaşan kıyametten kendi bireysel

kendi küçük dünyanızdaki kıyametleri

kıyametlerine doğru yönelirler. Bu süreç

sorgulayamaz mıydınız?

Yazdığı ilk oyun olan "Kıyamet Sularında" ile Civan Canova, "Ümitle ümitsizlik,

içinde aile kendini sorgulamaya başlar, aile içi çatışmalar açıkça ortaya serilmeye başlar, sevgiler, nefretler, başarısızlıklar, pişmanlıkları su yüzüne çıkar.

sevgiyle sevgisizlik, korkuyla korkusuzluk, inançla inançsızlık" arasında dolanıp

Baba, oğul ve kız arasındaki tartışmaya

duran bir ailenin perspektifinden kıyamete

zaman zaman kendi iç dünyasından

bakarak bütün bu sorulara bir yanıt arıyor.

çıkarak sorduğu naif sorularla katılan

"Kıyamet Sularında" sevgilerini, nefretleri­

anne, çoğu zaman da çocuksu bir

ni, başarısızlıklarını, özlemlerini,

yaklaşımla bu çatışmalara engel olmak için

çatışmalarını irdelemeyi yaşamlarının son

dikkatleri başka yöne çekmeye çalışır.

gününe bırakmış bir ailenin kıyamete

Sevgi ve hoşgörüden uzak bu aile

bakışı.

ortamında oğul gerilimi hafifletmek için konuyu gerçek kıyamete kaydırmaya

Fuayeden salona girerken karşımıza bir oturma odası çıkıyor, koltuğuyla, kanepesiyle, televizyonuyla, aynasıyla, sehpasıyla, guguklu saatiyle, hemen her evde bulu­ nan sıradan eşyalar. Salona girip perde açıldığında ise aynı eşyaları sahnede görüyoruz, ama bir farkla. Koltuklar, kanepe lime lime olmuş, ayna kırılmış. Savaştan çıkmış izlenimi uyandıran yıkık 48

çalışır. Ama bu çabalar, ne kendi içlerinde­ ki kıyameti, ne de dünyayı tümüyle yok edecek olan kıyameti engelleme amacı taşımaz, yalnızca o anı kurtarmak için yapılan çırpınışlardan öteye gidemez. Ne teyzenin içkiye sarılması, ne babanın sürekli çiçekleriyle ilgilenip onların geleceğini düşünmesi, ne annesinin sürek­ li örgü örmesi, ne kızın bebek beklemesi,


ne de oğlanın

olaylara ilgisiz görü­

bunaldıkça piyanoya

nen, az konuşan,

sarılması kıyamet

sürekli örgü örerek bir

sularında bir şey ifade

çeşit meditasyon

etmez.

yapan, sanki herkes

Bütün bunlar kırık bir

siz karşılarsa tüm

aynadan yansıyan "kırık

kötülüklere engel olu-

insan parçacıklarının,

nabilirmiş gibi bir tavır

çürümüş, parça parça

takınan Anne rolünde

olayları kendisi gibi ses­

olmuş yüzlerin" küçücük

Gilman Peremeci,

avuntularından başka

küçük jest ve mimikleriyle, sakin tavrıyla

şey değildir.

oldukça etkileyici bir performans sergiliyor.

Civan Canova, içinde yaşadığımız dünyada

"Kıyamet Sularında"nın

mutlu olmanın

rolünü başarıyla

olanaksızlığından yola

oynayan bir diğer

çıkarak kıyameti

oyuncu ise Tülin Oral.

yalnızca bir başlangıç

Oral, yaşamı boyunca

olarak ele alıyor,

aradığını bulamamış,

kendimizle ve

yanlış anlaşılmış,

karşımızdakilerle

dışlanmış alkolik Teyze

yüzleşmek için bir

rolünde -yer yer teatrel

başlangıç noktası. Ve

tavırları dışında- başarılı

soruyor: Kıyamet

bir oyun çıkarıyor.

hangisi? Dünyanın yok olması mı? Yoksa bütün

Ayşe Lebriz Günşıray

mutsuzluklarla varlığını

ise, bir gecelik bir

sürdürmesi mi?

ilişkiden hamile kalan,

İstanbul Devlet

dışlanmasına rağmen,

aile içinde bunu kendi isteğiyle

Tiyatrosunun sezonu

yaptığı ve anne olacağı için gurur duyan, sürekli kendini savun­

gerçekleştirilmiş. Işık, sahnelemede, insanların her gün içinde

ma gereği duyan Kadın'ı tüm iniş-çıkışları içinde yeterince

yaşadıkları, kendilerini ve yakın çevrelerini etkileyen

yansıtamıyor. Devamlı babasıyla çatışan, onu aşağılayan,

kıyamet'lerin, en az dünyanın sonunun gelmesi kadar önemli

aslında bunu babasına duyduğu sevgi-nefret yüzünden yapan,

ya

çan oyunu "Kıyamet Sularında"'nın rejisi Kenan Işık tarafından

oluşunun altını çizerek metni sahne üzerine taşırken, bunun

başarısız, amaçsız Erkek rolündeki Bülent Emin Yarar da rolünü

ancak dışardan gelen bir tehlike -asteroid- sayesinde farkına

yalnızca saldırgan ve umursamaz tavırlarının altını çizerek can­ landırıyor, oyunun eksen kişisi konumundaki Baba'yı

mal bir aile düzeni içindeymiş gibi görünen ilişkilerin biraz daha

canlandıran Alp Öyken, geçmişteki hatalarını örtmeye, her

pec

varılmasını ironik bir yaklaşımla ele alıyor. İlk bakışta gayet nor­ yakından bakıldığında, tıpkı içinde yaşadıkları ev gibi,

konuda bilgili ve başarılı olduğunu göstermeye çalışan bir

paramparça, lime lime olduğunu, onarılacak, düzeltilecek bir

insanın çelişkilerini, umarsızlığını anlatmaktan uzak bir oyuncu­

eri kalmadığını başarılı bir şekilde ortaya koyuyor. Tüm

lukla, daha çok düzgün bir tonlamayla konuşan bir konuşmacı

yaşananların irdelenmesi, sorgulanması son ana bırakılmıştır ve

izlenimi bırakıyor.

tıpkı dünyaya çarpacak olan kuyruklu yıldızı yörüngesinden aptırmak kadar olanaksızdır kendi kıyametlerine engel

"Kıyamet Sularında" sezona pek de parlak bir başlangıç yap­

olmaları.

mayan tiyatromuzun, olgun bir metinden yola çıkılarak, iyi bir rejiyle gerçekleştirilmiş, vasatın altında olmayan bir oyunculukla

asarımı A. Cem Köroğlu'na ait olan dekor, bir ailenin

sergilenen, izleyiciye, uzun süredir eksikliğini duyduğu tiytro

ürümüşlüğünü, ilişkilerin paramparça oluşunu görsel açıdan

keyfini tattıran, başarılı, ilgi çekici bir oyun

destekleyen bir atmosferi başarıyla yansıtıyor. Oyunda özellikle,


İZLENİM

Nihal

Kuyumcu

ASSOS'DA BİR ŞENLİK

Asoss, Çanakkale'ye 1,5 saat mesafede, yukarıda Behramkale köyünün en üst

görüntüler sergiledi. Bu özellik festivali

noktasında henüz kazı aşamasında olan Antik şehri ve aşağıda antik limanıyla

diğer festivallerden farklı kılıyordu.

son derece sempatik küçücük bir yöre. Midilli adasıyla karşı karşıya olan bu tarihi mekân M.Ö. IV. yüzyıldan itibaren yerleşim yeri olarak kullanılmış. Batı Anadolu'da bulunan birçok antik bölgeden biri olan Assos 6-7-8 Ekim ta­ rihlerinde bir büyük tiyatro sahnesi, bizler de gösterilerin hem seyircisi hem de oyuncuları idik. Köy sokaklarının, meydanların, tarlaların, denizin sahne olarak kullanıldığı oyunlarda, zaman zaman yöre halkı da rol aldılar. Hatta pro­

ya

gram tanıtım

broşüründe de

Behramkale İlkokulu

çocukları, Sürü

sahibi, Behramkale koyunları oyuncu

kadrosunda dikkat

pec

çekiyordu.

Köy halkının büyük

bir heyecanla katıldığı gösteriler, havanın soğuk ve rüzgarlı olmasına karşın sırtına

çocuğunu bağlayarak seyreden

anneleri ile eli bas­

tonlu yaşlı dedeleri ile gençleri ile alışılmışın dışında Işıl Kasapoğlu 'nun kuklaları

Sonradan konuştuğumuz, oyunlar içinde aktif olarak görev alan yöre insanlarının eleştirileri daha çok oyunların, kendile­ rine yatkın buldukları sahnelerinde yoğunlaşıyordu. Örneğin düğün sah­ nesinin daha uzun olması gerektiğini savunmaları ya da oyuncuların vücutlarına sürdükleri beyaz boyanın onları denizde soğuktan koruduğunu düşünmeleri gibi. Oyuncuların bir anlam veremedikleri hareketlerine de kendile­ rince benzetmelerde bulunarak yorum getiriyorlardı. Oyunda rol alan köyün yerlisi Hasan Dede'nin, sesinin duyul­ madığını söyleyen seyircilere anında dönerek "hoparlör mü getirelim!!!" di­ yerek çıkışması, oyundaki son sözlerini söyledikten sonra seyircilerin alkışlamada bir anlık tereddüt göstermeleri karşısında "bu kadar, bitti" diyerek uyarması ayrı bir renk katıyordu. Güzel olan şey ise yöre halkının katıldıkları her gösterinin sonuna dek orada olmaları idi. Oyuncu ile seyircinin böylesine iç içe geçtiği gösterilerin genel sanat yönet­ menliğini yapan Hüseyin Katırcıoğlu bir söyleşide festivale katılan grupları seçerken "sözel anlatıma dayanmayan, kendi özgün yapıtlarını sergileyen, kendi anlatım dilini oturtmak çabasında olan ve bu tür çalışmalarla belirli bir profes­ yonel saygınlığa ulaşmış topluluklar ve


yaşamıyla karşılaşmasını anlatan "La Mama" topluluğunun gösterisi hemen hemen bütün köy sokaklarının katedildiği, seyircilerin zaman zaman da oyun­ cu oldukları bir tiyatro idi. "Levent Öget'in hazırladığı, tapınak yakınında bulunan Sur Kulesi'ndeki "İkili figür"de ateş yakılarak bir perde üzerine düşürülen gölge oyunu şeklinde sunulan dans, fotoğraf, müzik ve mekânla birleşerek çok farklı boyutlarda bir gös­ teriye dönüşmüştü. Koreograf Aydın Teker "Assos Yolu" adlı çalışmasında da aynı şekilde Assos girişindeki eski bir taş köprü ve çevresini kullandı. "Yeşil Üzüm­ ler" dans tiyatrosunun boş bir tarlayı, kumsalı ve denizi alabildiğine özgürce kullandığı mekânlar, diğer gösterilerde olduğu gibi burada da bütünün vazgeçilmez parçalarıydı. "L'Outil" Fransadan gelip bir Türk köyünde St. Exupery'nin Küçük Prens'ini üç ayrı

pe

cy a

mekânda, üç ayrı bölümde canlandıracak

Yeşil Üzümler'in "Kanepe" gösterisinden.

bir tiyatro grubunun hikâyesini anlatıyordu. Son gün güneşin batışı ile bağlantılı olarak gerçekleştirilen Hüseyin Katırcıoğlu'nun "Simurg" çalışması çok büyük kuş figürleriyle ve köy halkının katılımıyla görsel yanı oldukça çarpıcı bir gösteriydi. Bir başka güzellik çocuklar açısından yaşandı. Köyün iki derslikli küçük okulu belki de tarihinde ilk kez böylesine sevim­ li, sempatik ve ilkokul çocuklarının

kişiler olmasına" özen gösterdiklerini,

yaşlarına uygun konular ağırlıyordu. Işıl

sanatçılardan, yöredeki herhangi bir

Kasapoğlu'nun kuklalarını. Birçok

mekânı seçip üç hafta boyunca hazırlan­

diyarlar gezmiş kuklalar bulundukları

malarını isteyerek programı oluşturduk­

mekândan ve çocuk ziyaretçilerinin göz­

larını söyledi. Festival ilk yıldan itibaren

lerindeki pırıltıdan oldukça hoşnut

amaçları doğrultusunda uluslararası

görünüyorlardı.

olma özelliği taşıyor. Festivale New York "La Mama" tiyatrosundan üç sanatçı

Festival ancak düzenlendiği yörenin

(Erica Bilder, Martha Graham, Pery Yung

insanıyla bütünleştiği takdirde işlevsellik

ve kukla ustası Catherine), Fransa'dan

kazanıp amacına ulaşır. Assos Gösteri

"L'Outil", Türkiye'den "Yeşil Üzümler",

sanatları Festivali, köyün çocuklarını ve

"Levent Öget", "Aydın Teker" ve

yetişkinlerini gösterilerin içine alarak

"Hüseyin Katırcıoğlu" gösterileriyle, Işıl

yarının iyi birer seyircisi hatta belki de

Kasapoğlu kukla sergisi ile katıldı.

oyuncusu olmaya hazırlayarak olumlu, geleceğe dönük ümit veren bir etkinlik

Eski bir Türk masalı olan "Güzel Oğlan'ın

olarak anılardaki yerini aldı

ölümsüz yaşamı aramasını, bulmasını, sonunda ölmek üzere olan yine kendi 51


İZLENİM

Yavuz Pekman

ASSOS GÜNLÜĞÜ

Otobüsten inip Çanakkale'ye ayak bastığımızda saat sabahın yedisini gösteriyor. Ayvacık'a kalkan ilk otobüsü beklemek üzere gardaki sabahçı kahvesine giriy­ oruz. Kahvenin camekanını "Assos Gösteri Sanatları Festivali" yazan uzun boylu,

cy a

yakışıklı bir afiş süslüyor. Sabahın ilk çaylarını kahvaltı niyetine peynirli poğaçaya arkadaş ederken yan masada oturanlar hükümet formüllerini görüşüyorlar. Biz oralı değiliz...

pe

... Nihayet Ayvacık'a ulaştık. Assos Turizm'in salaş yazıhanesinin kapısında aynı afiş bize gülümsüyor. Garajın yanı başına pazar kurulmuş, ortalık cıvıl cıvıl. Bizi köye götürecek eski model Ford minibüsün kaptanı Niyazi yanımıza yaklaşıyor. Festival programı ile ilgili ilk bilgileri ondan alıyoruz. Bizim dışımızda üç festivalci, dört beş köylü bir de koyun minibüse doluşup Behramkale'ye doğru yola koyuluyoruz. Acaba yol arkadaşımız koyun Assos Festivali'nekurban mı edile­ cek yoksa oyunlardan birinde mi oynu­ yor? Meğer o akşam köyde düğün varmış... ... Niyazi bizi, festivalcileri ağırlayan, Eden Beach otelinin kapısına kadar bırakıyor. Otelde kimse yok. Bütün festi­ val çalışanları Assos'un değişik yerlerine dağılmışlar, hummalı bir çalışma içinde­ ler. Otel çalışanları hemen bir festival programı tutuşturuyorlar elimize, kah­ valtınızı çabuk edin, ilk gösteriyi kaçırmayın dercesine. Biz de söz dinliyo­ ruz... ... Saat üç. İlk gösteri için köy meydanının arka tarafındaki boş alan-

52

dayız. Fransız topluluk L'Qutil Küçük Prens'den uyarladıkları Yolda adlı oyun­ larının birinci bölümünü gerçekleştiriyor. Oyuncu, dansçı, müzisyen dört kişiden oluşan genç bir topluluk L'Qutil. O kadar genç ki programa bir isim yazmak gerek­ tiğinde, orada kuruveriyorlar L'Qutil'i. Anlayacağınız Fransızların bile böyle bir kumpanyadan haberleri yok. Küçük Prens'in gezegenlerarası yolculuğu bir kukla yardımıyla söze hiç gerek duy­ mayan neşeli bir tiyatro yolculuğuna dönüşüvermiş bu genç topluluğun ellerinde. Üç gün boyunca, bu boş alan­ da başlayıp İlkokul'un bahçesinde daha sonra da arka tarafında sürecek olan bir yolculuk b u . Az önce başlayan festival yolculuğunun da keyfini müjdeliyor sanki... ... Oyundan sonra, yokuştan aşağıya doğru inerken yanımızda yürüyen orta yaşlı iki köylü konuşuyorlar. "Ne biçim şey bu la Ahmet". "Sen ne annarsın ulen tiyatrodan. Seyret de biraz kültürleri." Biz onları geçip soluğu Işıl Kasapoğlu'nun kukla sergisinde alıyoruz. Kasapoğlu'nun yıllar önce Fransa'da sah­ nelediği üç ayrı oyundan kuklalar, oyun­ larda kullanılan bazı aksesuarlardan oluşan bir sergi b u . Kasapoğlu, serginin müdavimleri olan köyün çocuklarıyla beraber kukla oynatıyor. Hepsinin gözleri pırıl pırıl. Derken kızlardan biri bir şarkı tutturuyor, "...çeyizi düzmüş kimi bek­ ler., bu kız beni görmeli.." Kasapoğlu'nun dansöz kuklası şarkı


a cy

eşliğinde omuz titretiyor, göbek hoplatıyor. Gülüşüyorlar, bağırıp çağırıyorlar. Belki de ömürlerinde hiç t i ­ yatro görmemiş olan bu çocukların içlerinde yaşayan tiyatro canlanıyor, ete kemiğe bürünüyor. Behramkale İlkokulu'nun küçük sınıflarında herkesin keyfi yerinde...

pe

Üzümlerin "Sedir" gösterisinden.

... Serginin ardından İlkokul'un yan tarafındaki lokantada gözleme ve çayla •açlığımızı yatıştırmaya çalışıyoruz. Patronun oğlu bir yandan servis yaparken bir yandan da boş kalan eliyle gençten birini işaret ediyor. ".. bak abi" diyor".. bu da tiyatrocu.." O sırada yanımıza işaret parmağının muhatabı genç yanaşıyor. Yerleşik Assos sah­ nesinin kadrolu bir oyuncusu bu genç. Yanımıza oturup hareretle provalardan, Simurg'un öyküsünden söz ediyor. Duyduğu heyecan bizimkinin elinden tutup rüzgâra karışıyor...

... Güneşin batmaya yeltendiği saatlerde Yeşil Üzümler'in "Kanape-Sedir-Çekyat" üçlemesinin birinci ayağını izlemek üzere, İskele'ye doğru inen yolun sağ

tarafındaki bir.tarlada yerimizi alıyoruz. Yeşil Üzümler farklı anlatım biçimleri ara­ mayı bu küçük denemelerinde de sürdürüyor. Batan güneşin denizle öpüştüğü doğal dekorun önünde adeta sevgiyi unutmuş yaşamımızın kuraklığını, çoraklığını simgeleyen tarlayı uzunla­ masına kullanarak bedensel anlatımı da yepyeni bir uzama taşıyorlar. Yine de ellerindeki yaratıcı malzemeyi daha rahat, daha özgür uygulayabilmek için ses ve beden kullanımında önlerine çıkan kimi sorunları aşmaları gerekiyor. Güneş sıcaklığını iyiden iyiye yitiriyor. Hava ısırmaya başladı... ... Saat sekize doğru tepedeki tapınağa doğru tırmanıyoruz. Levent Öget'in "İkili Figür" için seçtiği mekan burası. Öget'in büyük boy bir beze aktardığı fotoğraf çalışmasının arkasında bir meşalenin yerinde duramayan alevi göze çarpıyor. Ön tarafta fersiz bir ışık panoyu aydınlat­ maya çalışıyor. Derken büyülü bir müzik eşliğinde panonun arkasında güçlükle seçebildiğimiz, dans eden bir gölgenin doğaçlamasını izliyoruz. O sırada Aristo sokuluyor yanıma. "Dram sanatı taklidin


anlatıcı olarak oyunu açan, parçaları bir­ birine bağlayan Hasan Dede. La Mamma'nın izleyicilerle birlikte yaptığı yolculuk tamamlandığında da elinde asasıyla yine Hasan Dede çıkıyor sahneye. "... o sonsuza dek yaşayacaktı .. bu kadar..." Köyün çocukları ve gençleriyle beraber en büyük alkışı da o alıyor...

pe cy

a

... Ertesi sabah kahvaltıda tiyatro konuşarak gideriyoruz akşamdan kalan açlığımızı. Tiyatroyla yatıp tiyatroyla kalkıyoruz anlayacağınız. Tiyatro yiyip t i ­ yatro içiyoruz. Hatta tiyatro yüzünden üşütüp hasta olanlar bile var. Soğuk algınlığı yani... ... Öğleden sonra eski köprünün üzerinde koreograf Aydın Teker'in "Assos Yolu" adlı gösterisindeyiz. Gösteride en büyük yükü Behramkaleli küçük oyuncular sırtlıyor. Ciddi, özenli, heyecanlı, hiç bozulmayan bir konsantrasyonla işlerini kusursuz yapıyorlar. Oyundaki koyun rol­ lerini de Behramkaleli koyunlar yüklen­ miş. Şimdi anlaşılıyor düğün için kurbanlık koyunun neden dışarıdan ithal edildiği. Yerli koyunların oyunları var çünkü... ... Yeşil Üzümlerin "Sedir"i, güneş battıktan sonra bu defa deniz kenarında. Uzamı bu sefer karanlık sulara girip kay­ boldukları denizin derinliklerine taşıyorlar. Sema'nın doğaçlamalarla ezgiler arasında yaptığı yolculuk onlara eşlik ediyor. Etkileyici anlatımıyla "Sedir" belki de "Kanape"nin bir adım önüne geçiyor...

L'Qutil'in "Küçük Prensinden bir sahne.

taklidi değildir. İnsanların nasıl davrandıklarını değil, nasıl davranmaları gerektiğini gösterir..." diyor. "... tamam da hocam, hava çok soğuk., bunları çorba içerken konuşalım..." diyorum... ... Günün son gösterisi La Mamma'nın "Ölümsüz Yaşam Kasrı" Köy Meydanı'nın altında doğumla başlayıp, soğuğa rağmen, köyün girişinden ölümle nokta­ lanan dramatik bir yaşam yolculuğu bu. Beden ve sese dayalı anlatımın dışında kuklalar, ezgiler, şiirlerle destekleniyor. Ne yazık ki oyunda kullanılan meşaleler havanın muhalefetine kurban gidiyor. Hiç kuşkusuz oyunun en dikkate değer kişisi

54

... Son günün sabahında istemeye iste­ meye ayrılıyoruz Assos'dan. Hüseyin Katırcıoğlu'nun Behramkale halkıyla birlik te gerçekleştirdiği, festivalin belki de en heyecan verici gösterisi "Simurg"u göremeden... Seyredenler seyretmeyenlere anlatır nasıl olsa... Yol boyu çıkaramıyorum festivali aklımdan. Çocukları, Hasan Dede'yi, Assoslu genç­ leri, koyunları... Gişesiz, Kaprissiz, pazarlıksız, çekişmesiz, hesapsız, hartasız purtasız, orada doğup orada büyüyen insanların içinde yaşayan çırılçıplak tiya­ troyu... Nice yıllara Assos... Nice Assoslara yıllar...


SÖYLEŞİ "Şehir Tiyatroları Türkiye Cumhuriyeti'nin tipik kurum­ larından bir tanesi. Ülkedeki her türlü çalkantı derhal tiyatroya yansıyor, tiyatroya yansıyan her şey de doğal olarak dergiye yansıyor. Muhsin Ertuğrul bu dergiyi tasarlar ve 1930'da yayın hayatına sokarken (ilk kez bu sayıyla birlikte derginin künyesine 'kurucusu: Muhsin Ertuğrul' ibaresi girdi) hem Şehir Tiyatroları'nı modern bir tiyatro kurumu olarak bütünlüğüne kavuşturmak, hem ülke tiyatrosuna literatürel bir kaynak getirmek, hem de Şehir Tiyatrolarının çeşitli polemiklerde bir tartışma, konuşma zemini sağlamak amaçlarını taşıyordu."

- Türk Tiyatrosu Dergisi tiya­ tromuzun belleğinin önemli bir kısmını oluşturuyor. Ne yazık ki 'think tank'lere önem vermemiş bir tiyatro geleneğimiz var. Bu yüzden tiyatro tarihini sağlıklı bir biçimde izlemek pek

Türk Tiyatrosu Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Orhan Alkaya

cy

Yaşama Döndü

- Ben yine bir an için "Çürük Temel"e, daha doğrusu oyun metinlerinin yayımlan­ masına dönmek istiyorum. Herhalde sürdüreceksiniz bu olumlu girişimi...

a

Türk Tiyatrosu Dergisi

kesilmez, yine de böyle bir tartışmanın açılabileceğini umuyorum. Keza adını herkesin bildiği ama sanırım hiç kimsenin okumadığı Şehir Tiyatrosu'nun ilk oyunu "Çürük Temel"in yeni yazı transkripsiyonunu yayımlarken de perspekti­ fimiz aynıydı. Ülke tiyatro­ muzda yeni arayışların, yeni yönelişlerin önünün sınırsızca açılmasını isteyen biri olarak nelerin red­ dedilmesi konusunda bir fikir oluşturmayı önemli buluyorum. 446. sayımızın Dosya konusu da yine bu perspektifle Gaugen'den ödünç alınan bir ad taşıyor "Nereden geldik, Neyiz, Nereye Gidiyoruz?"

Evet, 445. sayısıyla yeniden yaşama dönen "Türk Tiyatrosu" üstüne derginin Genel Yayın Yönetmeni Orhan Alkaya ile yaptığımız söyleşiye bu sözlerle başlıyor Alkaya ve devam ediyor: "Derginin tartışma ve konuşma zeminine yönelik yeni spektrumlu bakışı her yönetim döneminde benim­ senmedi. Dergi kimi dönem bir broşürler toplamına dö­ nerken kimi dönem de neredeyse hiç umursanmadı. Biz Muhsin Ertuğrul'un Başlangıçtaki perspektifini benimsiyoruz ve dergiyi bu jç alanda da etkin bir araç alarak görü-yoruz...

mümkün olmuyor. Söz gelimi 1962-63 sezonunda rah­ metli Kamran Yüce'nin çıkarttığı Kent Oyuncuları Yıllığı değerinde çok az belge var. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi de 89'da çıktığı günden bu yana bu bellek deposu işlevini büyük ölçüde yerine getiriyor ne mutlu ki. Biz 445 sayı çıkmış bir dergiyi devraldığımızda bu bellek deposunu geliştirmek ve içeriğini gün ışığına çıkartmak gereğini hissettik. Sezai Gülşen'in hazırladığı 445 sayının kay­ nakçasını bu editoryal yorumla planlamaya aldık.

- Türk Tiyatrosu'nun yeni editoryal aşamasında her sayı bir oyun metninin yayımlanması da yer alıyor. Yeni yazarların beğendiğimiz metinlerini, Türkiye'de tanınmayan önemli yazarların çeviri metinlerini, hayli sınırlı tiyat­ ro yayımcılığının el atmadığı kimi alanlardaki -söz gelişi; kısa oyun metinleri, çocuk tiyatrosu oyun metinleri gibioyun metinlerini yayımla­ mayı planlıyoruz. Yılmaz Öğüt dostumuz gibi çok az sayıdaki misyoner tiyatro yayımcısına omuz vermeğe çalışacağız.

- Bu açıdan Zihni Küçümen 'in yazısı da dikkate değer...

- Biraz da derginin genel yapısı üzerine konuşalım mı?

Derginin "Kaynakça" bölümü çok dikkat çekici. Tiyatromuzun genelde arşiv konusunda çok zorlandığını düşünecek olursak bu çalışma önemli bir açığı bir ölçüde de olsa kapatacak sanırım.

-Zihni Küçümenin yazdığı "Seksen Yıla Kullisten Bakınca" başlıklı makale Şehir Tiyatrosu tarihine yeni bir baz önermektedir. Bu yazının tiyatro adamlarımızca tartışılmasını çok isterdim... Ama ümit

- Sizin de gördüğünüz gibi, belirgin bir şeması ve tercih­ leri olan bir dergi Türk Tiyatrosu. "80. Yıl" dosyasıyla başlattığımız, bir konuyu kapsamlı ele aldığımız dosyalarımız her sayıda sürecek. 446. sayıdan

pe

Dikmen Gürün Uçarer

az önce söz etmiştim. 447. sayıda dramaturji dosyasını yayımlayacağız. Feminist Tiyatro dosyası şu anda hazırlanıyor. Olabildiğince tartışma açmaya ve muğlak fikirleri netleştirmeye dönük bir yaklaşımımız var bu dosyalarda. Tiyatromuzun anıt kişilerini ve gizli kahra­ manlarını tanıtmayı sürdüreceğiz. Önümüzdeki sayıdan itibaren iki disiplin bölümümüz yer alacak dergide: Teknik Donanım ve Disiplinlerarası İlişkiler üst başlıklarını taşıyan bölümle­ rimiz süreklilik kazanarak dergide yer alacak. Şehir Tiyatroları oyunlarını etraflıca tanıtmayı ve bir sezon önce uygulamaya başladığımız 12 sayfalık Program Dergisi uygula­ masında olduğu gibi tiyatro sanatının sahnede izlenen oyundan ibaret olmadığı fikrini vurgulamaya devam edeceğiz. Kitap Tanıtım bölümümüzde yalnızca Türkçe'de yayımlanan kitap­ ları değil yayımlanmasını arzu ettiğimiz kitapları da tanıtacağız. İngilizce özet bölümümüz, (mutlulukla rustlaştığımız gibi sizin de aynı dönemde başlattığınız bu uygulama) Türkiye tiyatro köyünü dünyaya yaklaştırma arzumuzun bir sonucu. Bunların yanı sıra, dergimizin özel sayıları bu yıldan itibaren devreye girecek, tiy­ atroda laboratuvar meselesi ve bunun Türkiye'deki en önemli örneği olan LCC'den beri gelen TAL geleneği üzerine bir özel sayı ve Kısa Oyunlar özel sayısı şu ara hazırlanıyor. Bir Opera özel sayısını da planlamamıza aldık Yoğun ve verimli olacağı kesin bir programınız var. Başarılar dileriz.

55


Eleştirmen Gözüyle Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu

ÇAĞDAŞLAŞMA YOLUNDA TİYATRO E L E Ş T İ R İ

Esen Çamurdan

mamış, sahnede edebi değerlere öncelik tanınmıştır: Bir oyundan beklenen "şiirin verdiği manevi hazdır", "önce tez ve dil, sonra temsildir". Yine aynı yılların yazarları arasında Muhsin Ertuğrul, seyirciye (daha çok da okuyucuya) tiyatro­ yu tanıtmak, tiyatroyu sevdirmek.hatta her sanat dalında olduğu gibi tiyatroya da saygı duyurmak kaygısı taşıyan eğitici, öğretici makaleler yazmış, sahne için verdiği savaşımı kalemiyle basında da sürdürmüştür. Bu arada Elif Naci'nin müstehcenlik ve sanat ilişkisini ele alan alaylı, öfkeli yazısı dönemin ilginç makaleleri arasındadır.

1923-1990 yıllarını kapsayan Türk tiyatro eleştirilerini bir seçkide toplamak, herşeyden önce Cumhuriyet dönemi t i ­ yatrosunu eleştirel bir süzgeçten geçirmek olur. Dönemlerinin tanıkları olarak nitelendirebileceğimiz eleştir­ menler açısından tiyatroya bakmak, belki de onu çeşitli yön­ leriyle değişik boyutlarıyla yeniden izlemeye, yeniden görm­ eye götürecektir bizi. Aynı zamanda Cumhuriyet Sonrası Türk Tiyatro Eleştirisi'nin çizgisini kendiliğinden ortaya çıkara­ cak olan kitabın araştırmacılara rehberlik yapacak daha geniş kapsamlı bilimsel kitaplara yol açacağını umuyoruz.

1930-1940 yıllarında tiyatro eleştirisinde önemli bir kıpırdan­ maya tanık oluruz: Tiyatro kendi içinde bir bütün olarak, bir sanat dalı olarak algılanmaya başlar. Gerçi eleştiri adı altında uzun uzun oyun özeti, kişi tanıtımı yapan ya da "fena insan­ lardan" söz eden yazılar yok değildir ama, bunların yanı sıra, az da olsa, birçok yazarın (çoğunluk yine edebiyatçı) tiyatro­ yu sorgulayan, onu tanımlamaya çalışan makaleleri yayımlan­ maktadır. Tiyatronun tüm öğeleri söz konusudur artık: Yerli tiyatro yazarı azlığından, nitelikli eleştirmen yokluğundan yakınılır, repertuvar sorununa değinilir. Uyarlamaların yerini yavaş yavaş Batı Klasiklerine bıraktığı bu dönemde ilginç bir yakınma da seyirciyle ilgilidir: "Ciddi esere, iyi esere, vücudun başka taraflarına değil de kafaya hitap eden esere" (Cevdet Kudret) gelmeyen seyircinin tartışılması aslında seyirci olgusunun ciddi olarak ortaya konmasıdır. Tiyatroya yaklaşımın değişmesiyle birlikte yazılarda "reji bilgisi", "reji kudretinden söz edildiği, "mizansen" gibi tiyatro terim­ lerinin kullanıldığı ya da "dinleme değil de seyretme" gibi bir­ takım kavramlara açıklık getirilmeye çalışıldığı gözlemlenir. Oyuncuların emeklilik sorunu, yeni açılan konservatuarda kız öğrenci bulunamaması, tiyatro ve çocuk ilişkisi yine aynı yılların güncel sorunlarından birkaçıdır.

pe cy a

Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB)'nin hazırladığı ve 19231990 yıllarını kapsayan "Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu Eleştiri Seçkisi" Kültür Bakanlığı tarafından iki cilt olarak yayımlandı, İstanbul ve İzmir'de öğretim üyeleri, tiyatro uzmanları ve öğrencilerince oluşturulan 30 kişilik bir ekip tarafından hazırlanan kitap 102 yazar ve 138 oyunu kap­ samaktadır. Kitabın yayın yönetmeni Esen Çamurdan'ın aşağıda okuya­ cağınız "Önsöz"deki görüşleri bu yoğun ve titiz çalışmanın amaçlarını, gelişimini belirler.

Seçkide belirli bir tarihsel sıralama söz konusu değildir. Türk tiyatrosunun kendi kronolojik gelişimi içinde araştırmalarıyla bizlere katkıda bulunan arkadaşlarımızın, çalışmalarını yoğunlaştırdıkları yıllar açısından, seçki kendi bünyesinde bölümlere ayrılmıştır.

Dönemlerinin tiyatro eleştirisini yansıtmaları bakımından seçkide yer almış olan yazılara genel bir bakış, tiyatro olgusuna yaklaşımın değişmesiyle birlikte eleştiri kavramının da farklılaştığını göstermektedir. 1923-1930 döneminde dikkati çeken ilk nokta, bunların eleştiriden çok tanıtım, okuyucuyu bilgilendirme yazıları olduğu ve çoğunlukla ede­ biyat adamlarınca yazılmalarıdır. Oyunculukla, sahneyle ilgili, kısa da olsa, yorum yapılmaktadır ama genelde bunlar hiçbir temele, tiyatro bilgisine, birikimine dayanmayan söylem­ lerdir, duygusallıktan öteye gidemezler. Çoğunlukla Fransız oyunlarından yapılan uyarlamalara karşı başlayan bir tepki izlenir eleştirilerde; bu da doğal olarak "Telif eser" ya da "Doğrudan doğruya tercüme" sorununu gündeme getirir. Dönemin tiyatroya yaklaşımı da henüz edebiyattan soyutlan56

1950'lerde çağdaş bir tiyatro kurma sancısı eleştirilerde ken­ dini fazlasıyla göstermektedir. Bu dönemde, tiyatro olgusu­ nun eskisine göre daha yapıcı, daha sağlıklı bir biçimde ele alındığını görürüz. Tiyatro artık evrensel bir sanat dalı olarak tüm boyutlarıyla (oyunculuk, yönetmenlik, müzik, ışık...) tartışılmaya başlanmıştır. Eleştirmenler arasında sorunlara daha evrensel yaklaşan ve düşündüğünü açık seçik dile getirenlere rastlanmaktadır. Türk tiyatrosunun ciddi bir


etkileyecek, gerek sahne, gerekse eleştiri hızlı gelişmeleri yakala­ makta oldukça zor­ lanacaktır. Az da olsa, ilginç, yaratıcı çalışmaların görülebil­ diği bu dönemde çoğu eleştirmen, yönetmenin yaptığını çözmekten, bir başka deyişle, yaratıcının dünyasını seyirci okuyucuya götürmekten çok, konuyu anlatma yolu-nu seçmekte, birtakım yorumlara giderse de bunlar hep kişisel tercihler düzeyinde kalmakta, sahnede karşılıklarını bulamamaktadırlar. Aynı bağlamda, sahnenin plastik olanaklarının bir anlatı aracı olarak çok az değerlendirildiğine tanık oluruz. Öte yandan, özellikle son yıllarda yazılan bazı eleştiriler, sahneye ağırlık vermeleri, oyu­ nun biçimlendirilmesini irdelemeleri bakımından önemli bir gelişme gösterirler.

1960-1970 yıllarında tarihlerinin en parlak dönemini yaşayan sahnelerin tersine, tiyatro eleştirisinde bir duraklamayı gözlemlemek oldukça şaşırtıcı. Altmış öncesinde yaşanan eleştiri hareketi sahneye aşılanmıştır sanki. Tiyatrolar olabil­ diğince başarılı, coşkulu bir dönem yaşarken eleştiri yerinde saymış, gelişememiş gibidir. Daha sonra bu durum tersyüz olacak, sahne gerilerken eleştiri toparlanmaya başlayacaktır. Seksenlere doğru her ikisinin de atbaşı gittiği söylenebilir. Çağdaşlaşma sorunları her alanda olduğu gibi tiyatroyu da

1923'ten bu yana Türk Tiyatro Eleştirisi'nin kat ettiği yol, Türk sanat ortamının öteki kurumlarının izlediklerinden farklı değildir; uzun ve oldukça ağır ilerlenen bir yoldur bu. Çağdaşlaşabilmek için "zamanın ruhunu yaşamak, anlamak ve yaratmak" zorunluluğunu duyumsayan bir ortamda, tiyat­ ro eleştirisi de kendi içinde çağdaş sanat ölçütlerini yerleştirm­ eye çalışmaktadır

pe

cy

a

kurumlaşmaya doğru hızla yol aldığını yine bu yazılardan anlarız: Edebi Heyet, Repertuvar Kurulu, Oyun seçimi eleştir­ ilmekte, prömi-yerden söz edilmektedir. Daha bilinçli, entelektüel metin çözümlerine gidilir, tiyat-ro ile evrensellik kavramı irde­ lenir. Seyirci de tiyatro dünyasında yapıcı konumuna oturtulmak üzeredir. Tiyatro yazarlığı, oyunculuğu, yönet­ menliği çağdaş bir biçimde değerlendirilmektedir artık, alanlar birbirinden ayrılmış, her öğe yerli yerine konmuştur. Adnan Benk'in başı çektiği bu dönemde "Klasikler Nasıl Oynanmalı?" sorusu da gündeme gelmiştir. Sonuç olarak, ellili yılların tiyatro eleştirisine dikkatli bir bakış bize, Türk tiya trosunun çağdaşlaşma yolunda büyük bir adımı olarak nitele­ nen altmışlı yılları muştular.

57


SÖYLEŞİ M ü j d a t Gezen'in düşü g e r ç e k l e ş t i . Müjdat Gezen Sanat Merkezi Tiyatro Bölümü, geçtiğimiz ay ilk mezun­ larını vererek, sahnelere 16 genç y e t e n e k kazandırdı. Mezun olan­ ların bir kısmı okulda asistan olurken, bazıları ilk başrollerini aldılar bile.

Müjdat Gezen bugün, ünü Türkiye sınırlarını aşan, çok sevilen bir sanatçı, iyi bir oyuncu. Tiyatro yaptı, sah­ neye çıktı, gazete ve dergilerde mizah öyküleri yayımlandı. Oyun, öykü, deneme yazdı, film çevirdi, kaliteli televizyon program­ larına imza attı. Çeşitli dal­ larda 351 aşkın ödülün de sahibi oldu. Ama Gezen'in, dolu dolu geçen bu yıllarda en büyük övünç kaynağı kendi adını taşıyan Sanat Okulu...

Ücretsiz Okulun "Diplom''lu Mezunları

ince "Müjdat Gezen Sanat Merkezi"ni Vakfa dönüştürdü.) geçen ay ilk mezunlarını verdi. Ve mezunlar, Müjdat Gezen'in sevgili öğrencileri, Cemal Reşit Rey Salonu'nda düzenlenen törende "Diplom"larını aldılar. Özel­ likle "Diplom" sonunda "A"sı yok. Çünkü Müjdat Gezen tiyatroda "Diplomaya" inanmıyor. "Ben hep öğretmen olmak isterdim. 13 yıllık İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarındaki hocalık döneminde hocalığı daha da çok sevdim, öğretirken çok

Rengin Uz

pe cy a

"Karagümrük Ortaokulu'nda ikinci sınıfta üst üste iki yıl çakıp da belge alınca, babam bana ceza vermişti.

- Sana artık her şey yasak. Para yok, ayakkabı yok, pan­ tolon yok, eğlence yok, sine­ ma yok... - Peki tiyatro? -Tiyatro da yok! - Seyretmeye gidemez miyim? - Gidemezsin... Bitir oku­ lunu, seni elimle yazdıracağım tiyatroya. Ama bitirmeden bir halt yok sana... Ertesi yıl ortaokul, tüm sınıf arkadaşlarımı kıskandıracak biçimde bitti. Babam da bana verdiği sözü tuttu ve doğru Şehir Tiyatrosu'na." Müjdat Gezen "Ustalarım" adlı kitabında da anlattığı gibi, babası, sahne amiri olan arkadaşı Kemal Tözem'e onu "Eti senin kemiği benim" diyerek emanet ettiğinde 16 yaşındadır... Tam otuz beş yıl olmuş... 58

Evet, Müjdat Gezen, bu meslekten kazandığını, bu meslekten yetişecek yeni yetenekler için son kuruşuna kadar harcayıp ücretsiz bir konservatuvarın kapılarını açtı gençlere. Bir düş gerçekleşti, aradan dört yıl geçti ve "Müjdat Gezen Kültür ve Sanat Vakfı" (Müjdat Gezen parasız eğitim verdiği için, 625 sayılı yasa gereği 2 yıl hapsi isten-

şey öğrendim "diyor Gezen ve dünyada 0 kuruş eğitim veren tek yüksek okul olduk­ larını vurgularken, Konservatuvarın özelliklerini de şöyle sıralıyor "Özgür, özgün, doğal, soru soran ve ömür boyu eğitim." Ziverbey'de beyaz eski köşkteki küçük dersanelerde yarının sanatçıları yetişiyor. Tiyatro, Türk Sanat Müziği,

Türk Halk Müziği, Gitar (Bu dallarda ilk mezunlar veril­ di). Keman, Opera ve Hafif Müzik dallarında yetenekli, hevesli, azimli gençler amaçlarına doğru yürüyor­ lar. 16 mezun veren Müjdat Gezen Kültür ve Sanat Vakfı'nın Tiyatro Bölümü'nü tanıtalım size: Tiyatro bölümünde okuyabilmek için 16-22 yaş arasında olmak, lise mezunu olmak ve başka hiçbir okula kayıtlı olmamak koşulu aranıyor. Okula giriş sınavı üç basamaklı olarak yapılıyor. Eleme sınavında, aday öğrenci kendini göstermede özgün bırakılıyor. Komedi de oynayabiliyor, dram da, isterse şiir de okuyabiliyor. Eğer yeteneği varsa üç üniteyi birden gerçekleştire­ biliyor. İkinci sınav psikolog Tülin Arman tarafından uygulanıyor. Dünyada 300 kusur bin insana uygulanan en somut testlerden biri olan "Rochard Testi" sonu­ cunda öğrencilerin hangi sanat dalına daha meyilli oldukları, kişilikleri konusun­ da rapor veriliyor. Kesin kabul sınavında ise kulak, ritim duygusu, doğaçlama, ses, fizik ve genel kültüre bakılıyor. Bu yıl, dört sezondur Tiyatro'nun bölüm başkanlığını yapan Savaş Dinçel, yerini Engin Cezzar'a bırakmış. Savaş Dinçel, Mustafa Alabora, Aliye Uzunatağan, Füsun Demirel diğer sahne hocaları. Müjdat Gezen ise "KaragözMeddah ve Orta Oyunculuğu" dersi veriyor. Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nin ilk mezunları profesyonel olarak tiyatro sahnesine çıkmaya başladılar bile. Artık Türk Tiyatrosu'nda "Diploma"lı


d e ğ i l ama "Diplom''lu olarak onların da yeri var. Okulda ücretsiz asistanlığa başlayanlar arasında, kendi­ lerini yetiştiren hocalarının zinden gidenler ise mutlaka alacaktır.

Sponsor olsa da olmasa da Müjdat Gezen bu sanat yuvasını yaşatacak. "Ülkelerinin sanatına katkıda bulunacak bu çocuklar. O, onları sevin ve koruyun; siz­ den başka bir isteğim yok" diye sesleniyor. Bir şey unutmadınız mı

sevgili Müjdat Gezen. Ya alkışlar? Onları alkışlamamızı da istemez misiniz?

pe

cy

a

Evet dört yıl bitmiş, Müjdat Sezen'in evdeki tablolarını duvardan indirip satalı, büyük düşünü gerçekleştireli... Yarının sanatçılarını, localarını tek kuruş almadan yetiştiren bu kuru-un adı "Vakıf" ama tek kuruş geliri yok. Ayda 300 milyonu bulan zorunlu har-

camalar Müjdat Gezenin omuzunda. Bir sponsor bulunsa... Bu onurlu işe katkıda bulunacak bir spon­ sor. Bir umut ışığı var. Demir Hayat Sigorta işbirliği tek­ lifinde bulunmuş, Müjdat Gezenle masaya oturacaklar.

Sizin yürekten alkışladığınız gibi...


İZLENİM

ROSTOV-ON-DON'DAN İZLENİMLER Tülin

Sağlam

1-7 Ekim 1995 tarihleri arasında Rusya Rostov-on-Don'da Uluslararası Gençlik Tiyatroları Festivali düzenlendi. Bu yıl dördüncüsü yapılan "Minifest-4" adlı bu festi­ val 1989 yılından beri her iki yılda bir Rostov Gençlik Tiyatrosu ile ASSİTEJ (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği) Rusya Merkezi'nin ortaklaşa gerçekleştiriliyor.

a

çalışmasıyla

pe cy

Yerel yönetimler, özel girişimciler, Kültür Bakanlığı ve Tiyatro Birliği bu etkinliği finanse ediyorlar. Hemen tüm davetlilerin Don Nehri'ne demir atmış bir gemide ağırlanmaları gelenekselleşmiştir. Katılımcıları birbirine yaklaştıran, konuşma, tartışma, dostluk­ lar kurma olanakları sağlayan bu ortam festivalin amacına ulaşmasında önemli bir rol oynuyor. Bu yılki festivale Rusya dört, Fransa iki, Finlandiya, İskoçya, Bulgaristan ve Gürcistan birer oyunla katıldılar. İskoçya hariç hepsi profesyo­ nel olan topluluklar, oyunlarını gündüz saatlerinde sergilediler, geceleri ise yetenekli R u s müzisyenleri gemide kon­ serler verdiler. Tüm bu gösteriler içinde üç tanesi izleyenleri şaşırttı, sarstı, mutlu e t t i . Festivalde yer alan Bulgar Credo Tiyatrosu'nun "Palto", Rostov Gençlik Tiyatrosu'nun "Hamlet" adlı oyunları ve White Fort adlı R u s müzik grubunun konseri geçiş dönemi yaşayan eski komünist ülkelerin kültürleriyle daha yakından ilgilenilmesi, onların daha çok kültürel ve sanatsal alanlarda işbirliği yapılması gereğini vurgulayan gösteriler­ di.

Burgar Credo Tiyatrosu elemanları Gogol'ün "Palto" adlı romanını kendileri tiyatroya uyarlamış ve tüm gösteriyi aktörler ve yönetmen birlikte doğaçla­ ma tekniğiyle kotarmışlar. Kukla tiyatro60

su biçiminde sundukları oyunda iki oyuncu ve bu oyuncuların oynattıkları iki el kuklası tüm karakterleri canlandırıyor. Kukla insan birlikteliği hem yorumun sahne diliyle örtüşmesi hem de oyuncu­ ların oyunculukları yanı sıra kukla oynat­ madaki maharetleriyle gösteriyi olağanüstü canlı ve sıcak kılıyor. Sahnedeki tek ama çok işlevli dekor parçası tahta bir parmaklık. Düz, yuvar­ lak veya zigzag biçimde durabilen bu parmaklık her bir sahnenin anlamını vur­ gulayacak, düşünce katmanlarını açımlayacak biçimde bir mahkeme salonu, bir ev veya bir büro gibi bireyi sınırlayan bir mekâna dönüşüyor. Tüm varlığını yeni bir palto sahibi olmak yol­ unda harcayan Akaki Akakiyeviç'in o paltoya sahip olduğu gün onu çaldırması, bulmak için harcadığı umut­ suz çabası ve sonunda Petersburg'da dolaşan bir hayalet durumuna gelip tüm paltoları çalmaya başlaması oyunun ana konusu. Adı palto olan bir tuzağa yakalanan Akakieviç, bu tuzaktan kur­ tulmak için çaresizce mücadele eder. Bu çabası ürkütücü, şaşırtıcı, komik ama aynı zamanda keder vericidir. Bu serüven, düşüncenin hiçbir "palto"ya ya da kafese hapsedilemeyeceği gerçeğine ulaşmasıyla sonlanır. Akakievitch'in bu acıklı serüveninde önüne çıkan en büyük engel bireyi yok eden, ezen, ancak kuklalaşmış kişilikler ve kalıplaşmış ilişkilere izin veren sistemdir. Bu sistemi simgeleyen kişilikleri temsil eden kuklalar, ellerinde ve ayaklarında bulunan yapışkan maddeler nedeniyle tutundukları yerde yapışıp kalırlar ve onları oradan söküp atmak neredeyse olanaksızdır. Bireyin bir sistemin çark­ larına kapılması, giderek ona tepki duy-


ması ve nihayet onunla savaşmaya başlaması sahnede oyuncukukla birlikteliği ve tezatlığıyla vurgulanmış. Oyuncunun kendi yapıştırdığı kuklayı yerinden çıkaramaması bireyin kendi yarattığı kuklaların esiri konumuna gelişinin altını çizmiş. Ancak oyunun sonunda bu mücadele bireyin lehine sonuçlanıyor ve sahnede sadece oyuncular kalıyor. Metnin bu kadar sağlam ve zengin bir tiyatro diliyle sahneye konması bu tiyatro yaşantısından pay alabilmek için tek kelime bile Bulgarca bilme­ nize gereksinim duyurmuyor. "Palto", her bir sahnesi incelikle düşünülmüş, yaratıcılık ve zekayla yoğrulmuş, duygu yüklü, iletişimi zengin bir tiyatro diliyle aktaran bir gösterim olarak seyirciyi oyunun başından sonuna soluksuz tutmayı başarıyor.

Whit? Fort grubunun müzikleri de bir başka zenginlikti festi­ valden kalan, Sibiryalı iki genç Yuru Matveyev ve Artvam Yakushenko Irkutak Sanat Akademisi Jazz Fakültesi'nden mezun olmuşlar. Keman ve gitarla içinde jazz, rock ve klasik müzik öğeleri bulunan ve kendi deyimleriyle rock-jazz türü müzik yapıyorlar. Kendi besteledikleri müzikleri çalan bu iki genç insan enstrümanlarını kullanmadaki ustalıklarıyla olduğu kadar yaptıkları müziğin canlılığı, çarpıcılığı, duygu yükü ve dra­ matik yapısıyla da etkiliyorlar seyirciyi. Romantik, sert, melanko­ lik, enerji dolu ama her zaman güzel duygular uyandıran bir müzik b u . Umarım dünyanın birçok ülkesine yaptıkları turlar­ dan birinde yolları Türkiye'ye de düşer.

a

Rostov Gençlik Tiyatrosu'nun sergilendiği "Hamlet" ise yönet­ men Vladimir Chigishev'in ellerinde yepyeni, çarpıcı, insanı sürekli yaşam-oyun ikilemi üzerine düşünmeye zorlayan bir oyun olmuş. Oyun sahnede değil tiyatro binasının çeşitli yer­ erinde oynanıyor. Tüm tiyatro binası adeta Elsinor Şatosu'na dönüştürülmüş. Her gösterime sadece otuz seyirci alınıyor. Oyun tiyatronun girişinden itibaren başlıyor, ilk girişte sizi oyu­ nun geçtiği zamanlara götürecek bir müzik canlı olarak çalınıyor. Sonra vestiyere gidiyor ve birer siyah pelerin giyip oyuncuları takip etmeye başlıyorsunuz. Koridorlar, prova odaları, sahne, sahne arkası, zemin her yer oyun mekânı olarak kullanılmış, seyirci kısa bir süre içinde kendini oyunun bir parçası olarak algılıyor; Saray erkanı olarak dans ediyor, aynalı bir odada saray erkanının yanında oyuncular sahnesini seyredi­ yor, oyuncularla birlikte şarap içiyor ve oyuncuların gereksindiği ufak tefek eşyaları onlara veriyor. Oyuncular sahnesini seyret­ meye giderken, oyuncuların makyaj odasından geçmek, kori­ dorlarda ilerlerken Hamlet ya da bir başka oyuncuya çarpmak, zemin katta kazılan gerçek bir mezar görmek, düello sah­ nesinde kılıcın her an size de gelebileceğini hissetmek tiyatro­ nun bir yaşantı olarak ne denli canlı ve etkin olabileceğini gös­ teriyor. Hayat ve oyunun iç içeliği, seyircinin oyunla olan çiçeliğiyle, oyunun seyircisi kendinin bir parçasıymış gibi içine alıp sarıp sarmalamasıyla vurgulanıyor. Hiçbiriniz bu büyük oyu­ nun dışında değilsiniz deniyor seyirciye. Yönetmenin Hamlet'i basit bir insan olarak ele alıp oyunun tümünü sıradan bir insanın yaşamı düzeyine indirgeyen yorumu sizin "Hamlet" oyununa ilişkin beklentinizin yıkılmasına neden oluyor ama t i ­ yatroda yaşadıklarınız olağanüstü bir yaşantı zenginliği olarak katılıyor dağarcığımıza.

pe cy

Bütün bu güzellikler çeşitli A S S I T E J merkezlerinin kendi ülkelerinde yaptıkları etkinlikleri bizimkiyle karşılaştırma fırsatı bulduğum zaman biraz gölgelendi diyebilirim. ASSİTEJ'in çocuk ve gençlik tiyatrolarını desteklemek ve yönlendirmek amacına hizmet etmek amacıyla seminerler, kurslar, ulusal ve ulus­ lararası festivaller, yarışmalar düzenlemek bu merkezlerin gerçekleştirenleri etkinliklerden bazıları. Bu festivaller için en büyük desteği de kendi Kültür Bakanlıklarından alıyorlar. Bizim Türkiye A S S I T E J Merkezi olarak neler yapabileceğimiz, ulus­ lararası alanda kendimizi nasıl daha etkin kılabileceğimiz yolun­ da yararlı bir çok bilgiye sahip oldum, orada. Ancak kaynak sorununu halletmek oldukça zor. Umarım biz de yakın bir gele­ cekte daha çok desteğe sahip olur ve etkinlik alanımızı yurt­ içinde ve dışında istediğimiz gibi genişletebiliriz .

KOZA TİYATROSU Colgate'in Katkılarıyla DAĞ DENİZ KAVUŞTU Yaz.: Ülker Koksal Yön.: M.Haluk Kuyumcu Yer: Capitol/Cumartesi 13.30 Y A R I N I A K I L YAPAR Yaz.: Ülker Koksal Yön.: Kadir Gültekin Yer: Capıtol/Pazar 13.30 B E N İ M A D I M KELOĞLAN Yaz.: Kadir Gültekin Yön.: Kadir Gültekin Yer: Altunızade Kültür Merkezi/Pazar 11.00

BİR Ş E F T A L İ B İ N Ş E F T A L İ Yaz.: Samet Behrengi Yön.: M.Haluk Kuyumcu Yer: G.Ülkü-G.Özcan Tiyatrosu/Pazar 11.00

VATAN KURTARAN ŞABAN Yaz.: Haldun Taner Yön.: K.Gültekin/M.H. Kuyumcu Yer: G.Ülkü-G.Özcan Tiyatrosu/Her P.tesi 20.30

YALANCI ÇOCUK Yaz.: Burhan Perçin Yön.: Kadir Gültekin Yer: G.Ülkü-G.Özcan Tiyatrosu/Cumartesi 11.00

Bilgi İçin Telefonlar: (0-216) 391 43 27-391 90 64

DR. M U T L U DİŞ Yaz.: K.Gültekin/Ş.Okutan Yön.: M.Haluik Kuyumcu Yer: G.Ülkü-G.Özcan Tiyatrosu/Kasım'dan sonra

61


İstanbul'a yeni bir soluk, yeni bir kan: Akademi İstanbul Hayati Asılyazıcı

SANATTA KARİYER

İstanbul Taksim'de kurulan Akademi İstanbul, 1995-96 eğitim yılında öğretime başladı. Sanat ve iletişim alanlarında eğitim veriyor. Sanatta 'kariyer' için iki büyük alana ayrılmış; Sanatta ve İletişimde kariyer.

Her bölümünün göreceği İngilizce derslerin bir başka özelliği daha var: Akademi İstanbul, bu yıl eğitime başladı. Ne var ki, ilk kurum değil. 1911 yılında kurulan ve bu yıl 7 1 . yılını kutlayan "American School Language and Art" adlı bir kurum daha var. "Art" -"sanat" yıllardır ilgi alanının içindeydi. Akademi İstanbul'un eğitim bölüm­ lerinden birisinin sanat olması da bu nedenledir. Böyle bir kaygı ile hareket edildiğinde, İngilizce'nin özenle öğretileceği düşünülme­ lidir. Tiyatro eğitiminde, "kültür-sanat hareketleri" ile ilgili iki saat Cem Taylan ders verecek. Öğrencilere bu alanlarda olup bitenleri duyurmak, izletmek ya da öğretmek gibi özenli bir konu olarak getiriliyor; yaşanan gerçeğin, sağlam, etkili ve olumlu biçimiyle kavramayı sağlıyor.

pe

cy a

Sanatçı yetişmek isteyenler şu bölümlere baş vuruyorlar: TİYATRO-OYUNCULUK SANATI BÖLÜMÜ Bu bölüm tiyatro ve oyunculuk eğitimi için gereken bilgileri verecek. Öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleyecek gereçleri sağlanmış durumda. Benzerlerinden farklı bir eğitim uyguluyor. Tiyatro Bölümü'nün bir atölyesi, bir de yüz kişilik salonu var. Atölye sistemiyle yapılacak eğitimde günlük, haftalık ve aylık sürelere göre çalışmalar gerçekleştiriliyor. Sözgelimi, atö­ lye çalışmaları aylık on iki saat olarak uzun bir süreyi kapsıyor. Üçüncü yılda profesyonel çalışmalara geçilecek. Nitelikli, profesy­ onel oyuncular yetiştirmek için bütün olanaklar değerlendiriliyor. Özellikle uzman ve nitelikli hocaların seçimine özen gösterildi. Tiyatro eğitimi de diğer bölümlerde olduğu gibi, İngilizce destekli olacak. Atölye çalışmaları, uygulamalı olacağından Ahmet Levendoğlu, Şahika Tekand ve Işıl Kasapoğlu'nun yönetiminde çalışmalarını sürdürecek. S e s , konuşma, bilindiği gibi tiyatronun önemli olan eğitimi. Bu dersleri Ahmet Levendoğlu verecek. Günümüz sahne sanatında hareketin (devinim) eğitsel yöntem ve yollarına ilişkin genel sorunları giderek içsel ve dışsal devinimlerle ilgili konuları kapsıyor. Üç saat olarak saptanmış bu çalışma. Şahika Tekand, bu derslerin sorumlusu. Aslında atölye çalışmaları, tiyatro eğitiminin bel kemiğidir, sahneüstü oyunculuğun temelidir. Ne ki, tüm bunların bireşimi gerekiyor, şimdi sırayla sayacağımız bu derslerin her biri bir diğerini tamamlıyor.

sanat dallarını da oyunun konusuna ve içeriğine göre, gerektiğinde yorumcusunun istediği doğrultuda kullanılması gereken müzik türü vardır. Bunun için de "müzik bilgisi" dersleri iki saat olarak saptandı ve sahne müziği bilgisiyle de tanınan Fevziye İnal müzik eğitimini üstlendi. Haftada bir saat da besteci ve eskrim hocası Sarper Özsan "eksrim" dersleri verecek. İlkel insanda başlayan, günümüzde geniş boyutlar kazanan dansın önemi tiyatroya katkıda bulunuyor. Tiyatro eğitimin dans öğreti­ mini, dalının uzamanı Ümit İris yapıyor.

Bölüm hocalarının yaşanmış izlenimleriyle, deneyimleriyle, kuram­ salı uygulamaya geçişlerinde taşıdıkları sanatsal ilişkileriyle ülkem­ izde ve yurtdışında kendilerini kanıtlamış iki usta hoca var: Ahmet Levendoğlu ve ışıl kasapoğlu. Yılların eğitimciliğini, başı bozuk durumlarda ödün vermeden köklü bir kurumdan çekilmeyi bilen bir tiyatro adamı; yönetmen, yazar, çevirmen, uyarlamacı bir tiya­ tro sanatçısı Ahmet Levendoğlu. Antik Yunan Tiyatrosu'ndan, Shakespeare'e, günümüz oyun yazarlarına kadar yaptığı 'reji' yorumlarıyla tanınan Işıl Kasapoğlu gençlerle atölye çalışmaları yapacak. Tiyatro sanatını tüm değerleriyle kucaklayan, bu dalı yüreklerinde sevgiye dönüştürmüş hocalarla ders yapmanın zevkini yaşayacak olan gençleri kıskanmamak elde değil. Tiyatroda varolan değer, yücelik ve soyluluk kavramını eğitimle alacak olan gençler profesyonelliğe adım attıklarında özlemlerine kavuşacaklardır. Tiyatro tarihi ile metin çözümlemelerini, Huraman Nevruzova oku­ tuyor. İkisi de birbiriyle ilintili konular. Tiyatro tarihini bilmeden, metin çözümlemeleri yapılmadan ne oyunculuk ne de yönetmen­ lik yapılabilir. Bilindiği gibi tiyatro, tüm sanat dallarından yararlandığı gibi, bu 62

Tiyatronun bir başka boyutuna da "Tiyatro Seminer"leriyle bakılacak. Antik Yunan tiyatrosundan tutunuz, günümüz tiyatro­ sunun ünlü 'tiyatro adamları' ya da ünlü tiyatro sanatçılarını tanımak. Bu soy sanatçıların vereceği Tiyatro Seminerleri, eğitimin bütünleyicisi ve bir çeşit tamamlayıcısı olacak. Günümüzde yaşayan dünyaca ünlü tiyatro adamlarının, çeşitli nedenlerle Türkiye'ye gelişlerinde kendileriyle ilişkiler kurulacak ve "tiyatro semineri" vermeleri sağlanacak. Bütün tiyatro bu seminerin alanı. Ülkemize gelen ünlü tiyatro adamlarından yararlanmayı, ülkemize çağırıp, böylesi seminerleri verdirmeyi, Tiyatro Bölümü yönetici­ leriyle birlikte Hayati Asılyazıcı üstlenecek, hem de seminer yap­ mayı sürdürecek. Tiyatronun tüm değeri, gözlemin doğru ve yerinde olmasında, çözümlemenin giderek derinleştirilmesinde; tiyatro olgularının lojik bir biçimde birbirine bağlı olduğunu düşündüğümüzde, "tiyatro seminer"lerinde yapılacak çalışmaların boyutu çok daha iyi anlaşılır. Dört saatlik süre, başlangıç için yeterli bir zamandır. BALE ve DANS BÖLÜMÜ Bale ve Dans Bölümü'nde, 5 yıllık yarı zamanlı yoğun program uygulanacak. Yarı zamanlı beş yıllık çalışmayı tamamlayan öğrenci yine eğitimini Akademi İstanbul'da sürdürebilecek. Yarı zamanlı (8-12) yaş grubu için akademik ve klasik bale eğitimi; günümüz akademik bale eğitiminde en yaygın ve geçerli bale eğitimi olan "Vaganova Yöntemi" ile yapılacak. Agrippina VAGANOVA (18791951), bir bale eğitimcisi, profesörüdür. Sovyetler Birliği Halk Sanatçısı olmuş, Vaganova yöntemini geliştirmiş, Sovyetler Birliği'ndeki bale eğitimi sistemini (dizgesi'ni) kurmuş, kurumsal-


laştırmıştır. L e v İvanov, Yekaterina Vazem ve Nikolas Legat gibi ünlüler hocalarıydı. Deneyimleriyle klasik okulun farklı boyutları hakkında ayrıntılı bilgi edinen bu eğitimci, bütün birikimini yöntemleştirerek Sovyet Balesi'nin gelişmesini sağlayan temelleri oluşturmuştur. Natalya Dudinskaya ve Irina Kolpakova gibi ünlü dansçılar da Vaganova'nın öğrencileri arasında yer aldılar. Vaganova yönteminde en önemli özellik; içinden hiçbir parçası ayrılmayacak kadar özenle hazırlanmış birbirine bağımlı öğeler­ den oluşan düzenli bir bütün oluşturmasıdır. Amaç, insan bedeninin çeşitli bölümlerinin birbiriyle bağlantılı olması ve estetik bir uyum kazanmasıdır. "Vaganova sırtı", yöntemin en belirgin sonucudur. Bu tekniği kazanan sanatçıların sırtlarından aldıkları bir güçle çarpıcı bir denge sağladıkları, havada yükselirken ve yere inerken üst bedenlerine başarıyla egemen oldukları gözlenir. Bale ve Dans Bölümü'nde ayrıca, kısa programlar halinde Klasik Bale, Modern Dans, Tango, Vals, Latin Dansları, Tap ve Jazz Dance, Yoga-Jimnastik de öğretilecek. Balenin kendi okulundan beslenen bir topluluk olması zorunluğu bulunmaktadır. Gelecekte Akademi İstanbul bale öğrencilerinin belli bir topluluğun sanatçıları olması tasarımı var.

a

TİYATRO OYUNCULUĞU BİR MESLEKTİR Tiyatronun yalnızca "Hoşça Vakit Geçirilecek" bir yer

olmadığı gerçeği sık sık vurgulanıyor. Bu aynı zamanda

cy

tiyatro oyunculuğunun da "hoşça vakit geçirilecek" bir

Bale ve Dans Bölümü'nün eşgüdümünü (koordinatörlüğünü) İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından Nilay Yeşiltepe yapıyor. Rudolf Nureyev'in çağrısı üzerine bir yıl süreyle Paris Operası'nda çalışmalar yaptı. Solist ve Başdansçı olarak ünlü yapıtlarda oynadı. R a n a E v c i m ve Klasik Balede S e r a p Aksoy, Ünal Aster, Sibel Kasapoğlu, Sibel Sürel gibi genç ve yetenekli sanatçıların hocalıkları yanı sıra; Amerika'da modern dansçılığını. sürdürmekte olan Zeynep Tanbay ile Sibel Kasapoğlu modern dans dersleri veriyorlar.

"hobi"den öteye bir şey olduğu gerçeğini taşıyor.

Tiyatro oyunculuğu bir MESLEK. Dişçilik, mühendislik, beyin cerrahlığı ya da işletme, marangozluk gibi...

Oyuncu olabilmek çok çalışma, durmadan çalışma,

sabırla çalışmayı gerektiriyor. İnsanlar nasıl bir iki yıl

pe

içinde beyin cerrahı olamıyorlarsa oyuncu da olamazlar.

Oysa son yıllarda gerek yeni açılan tiyatroların ihtiyaçları gerekse her gün bir yenisi türeyen televiz-yon

kanallarının sürekli bir oyuncu ihtiyacı gerçek oyuncular­ la sadece sarışın ya da güzel oldukları söylenen bir

"sürü"nün birbirine karışmalarını sağladı. Sütlü kahve gibi bir şey. Bu da bizlere seyrettiğimiz oyun ve dizil­

erde gerçek kahve ya da gerçek sütün tadını unuttur­ d u . Kahvemizi hep sütlü içmeye alıştık. İşte bu nedenlerle oyuncuların çoğalması gerekiyor. Bu mesleğin gelişmesi gerekiyor. Rekabetin artması gerekiyor. Yüzyıllardır milyonlarca kişi bu mesleği yaptılar, bu meslekle yemek yediler, çocuklarını büyüt­

Vaganova Yöntemi, Rusya'da Vaganova Bale Eğitimi'nden geçmiş hocalar tarafından öğretilmektedir. Bunlar arasında bale piyanistliğini Lidya Abdulayeva, klasik bale hocalığını da Korkmaz Sagatov yönetiminde gerçekleştirilecek. Tango, vals, Latin danslarını Ümit İris öğretiyor. Tap ve cazı Ünal Aster, Yogayı Serap Aksoy, B a l e tarihi Hayati Asılyazıcı tarafından okutulacak.

POP MÜZİK KONSERVATUARI Bu bölümün, dört yıllık tam zamanlı yoğun programı var. Dünyadaki benzerlerinin Türkiye'deki ilk örneği Akademi İstan­ bul'da gerçekleştiriliyor. Turgut B e r k e s , J a k E s i m , Ş a m i l Gökberk, Melih Güzel, Fevziye İnal, Orhan Kâhyaoğlu, Derya Köroğlu, Erkan Oğur, Bülent Ortaçgil, Hasan Cihat Örter, Müjgan Özçay, Sarper Özsan, Hasan Saltık, Gökçen Taşkıran, Orhan Topçuoğlu, Halil Turhanlı, Turhan Yükseler gibi konularının uzmanlarınca; gitar, piyano ve klavyeli çalgılar, davul, şan, kompozisyon eğitimi yapılacak. Nitelikli ve profesyonel pop sanatçıları yetiştirecek tek eğitim kurumu...

tüler. Ülkemizdeki oyunculuk okullarının çoğalması, nitelikli profesyonel oyuncuların yetişmesi tiyatromuzun da gelişmesidir. Akademi İstanbul'un Tiyatro Bölümü açılmasını dilediğimiz "inşallah" yüzlerce tiyatro okulu­ nun en iddialılarından birisi olma niyetinde.

İLETİŞİM BÖLÜMÜ İletişim grubunda i s e gazetecilik, radyo tv, reklamcılık bölümleri bulunuyor. Akademi İstanbul'da verilecek eğitimde iletişim hem uzmanlık dalı olarak hem de medyanın bölümlerini içeren konular olarak kullanılıyor.

Işıl Kasapoğlu

63


BRIEF NEWS ON The Problems of Subsidy

A conference was held on Nâzım Hikmet's theatre at the Nâzım Hikmet Foundation for Culture and Arts from 13 to 15 October 1995. İt was intended to provide an opportunity for a

The beginning of Fifties saw the emergence of private theatres. They had to wait for some years to become subsidized in a structural way. The past 15 years or so has seen the construction of subsidy system for the private companies in Turkey. Yet, the policy was always open to criticism. In principle, inflation and high cost is lowering the value of the governmental f u n d . Anyhow, such an economic pressure is quite difficuft to cope w i t h . The gov­ ernment, even though grasps the situation in good will, implemented six decrees, starting wîth 1985 up untif today. Each decree created new issues in dîspute. One of the important items argued regarding the decree of July 1995 is the "advisory commitee". Increasing the number of the representatives of the governmental institutions in the commitee is naturally placing the emphasis on the guestion of autonomy.

cy

a

The Theatre of Nâzım Hikmet

Dormen Tiyatrosu Turns 40 This year Dormen Tiyatrosu is celebrating its 40 th anniversary. In 1955, young Haldun Dormen, a graduate of Yale, brought the tradition of striking

The Mayor Closed Down the Municipal Theatre of

pe

small group of academicians, playwrights, directors and other theatre practitioners to come together to discuss the theatre of internationally acclaimed poet Nâzım Hikmet. İt was argued that his texts were as dense as his verse and in his plays he was succesfully expressing the conflict of ideas, characterization never suffered; thus the plays never tended to be static. The speakers afso mentioned that actually all the plays, lîke his poems, tended t o wards socialist realism. İn the course of the conference it was also stressed that his plays were constantly compared and contrasted to his poems, At first look his plays seemed less promising to some readers than his poems, but the craftsmenship and impressiveness of his dramatic work could not be denied. There is no doubt about the power of Nâzım Hikmet's plays which speak directly and plainly. It was also emphasized that a new dramaturgy will add more to the inner structure of his works. Declaration presented by the attendants will be collected in a book by the Nâzım Hikmet Foundation for Culture and Arts.

of the new season the mayor of Suriçi, of course with the approval of the mayor of Diyarbakır, who is a member of the Refah Partisi as well, closed down the Municipal Theatre with the argument that the municipality had no money to spare for theatre. Furthermore, he appointed the cast to work in other divisions of the municipality. The Director of the theatre protested this radical attîtude and asked ali the cultural institutions to back their protest.

64

Diyarbakır Suriçi is a district of Diyarbakır, and the Municipal Theatre of Diyarbakır is situated in this district. Before the opening comedies and brilliant farces to the Turkish theatre. Dormen Tiyatrosu is not only an elegant comedy theatre but also a school that trained many well known artists of the Turkish Theatre.


BRIEF

N E W S

O N

Academy İstanbul

T U R K I S H

T H E A T R E

nals between the years of 1923-1990. The anthology is a reflection of the landmarks of the turkish theatre.

l

Eugenio Barba Experience

American School for Language and Arts o n e d by a private enterprise have recently set up Academy istanbul The performing arts school is giving classes in contemporary dance, ballet, music and theatre. Academy istanbul pays attention to openess in the

Two well-known Turkish actresses inter­ pret Barba's unique training style and dramaturgical method. These articles

a

invite artists from different countries in correspondance with curators of parti­ cular countries. To underline the nonnational concept, the selection of artists has been focused especially on the international diaspora of the artists.

cy

The Anthology of Turkish Theatre Criticism

pe

process of training. Ahmet Levendoglu, Işıl Kasapoglu and Sahika Tekand are the principle instructors of the Theatre Department. This department is aiming for a 4 years programme that will offer complete formative training and will contribute to the graduation of cre­ ative artists.

4th International İstanbul Biennial 1995

The 4th International İstanbul Biennial (November 10th-December 10th) will present more than 110 artists from all over the world. Different from the Biennials of Venice and Sao Paolo the istanbul Biennial will not present national contributions from invited countries. The artistic director of the istanbul Biennial, Rene Block, chose to

The Theatre Critics Assosiation (TEB) published an anthology of Turkish the­ atre criticism. It is a documentary book which contains selected critics pub­ lished in various daily papers and jour-

are in a way facing up the criticisms that have been made of Barba's method by some artists who had attended his workshop in İstanbul Municipal Theatre, held in September 1995.

— Directed by Işıll Kasapoglu, Diyarbakır State Theatre will present one of the most popular of Shakespeare's come­ dies: "Measure for Measure." —"Inherit the Wind" is presented at the Aziz Nesin Sahnesi by istanbul State Theatre. It is not a history play. The events which took place in Dayton, Tenessee during the July of 1925 are the genesis of this play. The "Monkey Trial", as the playwrights stressed, might have been yesterday. It could be today, it could be tomorrow.. — Edward Bond's "The War Plays" being performed by the Bilsak Tiyatro Atölyesi at the Roxy Bar. In his triology Bond deals with the psychosis that exists after the nuclear bomb. 65


Bizim Tiyatro

YARGI Barry Collins Türkçesi: Enver Özen

Yönetmen Yardımcısı:

Nazan Diper

Yöneten ve Oynayan: Zafer Diper Her Cumartesi Saat: 21.00

Müzikli Çocuk Oyunu

N A S R E D D İ N HOCA ve EŞEĞİ C u m a r t e s i 12.00

pe cy

a

Caddebostan Kadıköy Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi T e l : (0216) 360 90 95

MitosBOYUT TİYATRO YAYINLARI YENİ

Tiyatro/Oyun

Dizisi

1. Müjdat GEZEN / Toplu Oyunları. 1 Hamlet Efendi /İstanbul Müzikali

Ünlü sanatçımızın son iki oyunu. İki oyun da İstanbulu'un renkli eğlenceli yaşamını, müzikli güldürü türünde anlatıyor.

2. Memet BAYDUR / Kutu Kutu

Yazarın son oyunu. Bazı belediye yöneticilerinin akıl dışı tu­ tumlarıyla ilgili eğlenceli bir oyun; bir kara mizah örneği.

3. William SHAKESPEARE / Titus Andronicus Yazarın ilk dönemine ait, bugüne kadar ülkemizde basılma­ mış ve oynanmamış bir trajedisi.

4. Jean GİRAUDOUX/ Toplu Oyunları! Troya Savaşı Olmayacak / Kaptan Cook'un Gezisine Ek Oyunlarına hümanizm düşüncesinin kaynaklık ettiği ünlü Fransız yazarın, mizah ve fanteziyi birleştiren iki oyunu.

5. Alexander DUMAS / Üç Silahşörler Ünlü romanın tiyatroya uygulanışı.Yiğitliğin, dürüstlüğün, gözüpekliliğin, sevgiye ve dostluğa bağlılığın, özgürlük dü­ şüncesinin destanı.

K İ T A P L A R

Tiyatro/Kültür

Dizisi

1. Giorgio STREHLER/ İnsanca Bir Tiyatro

Brecht'in İtalya'daki temsilcisi sayılan ünlü yönetmenin anıları, de­ neyimleri ve tiyatro üzerine düşünceleri.

2. Konstantin STANİSLAVSKİ/ Reji Defteri 20. Yüzyıl tiyatrosunun ünlü ismi Stanislavski'nin Çehov'un Üç Kızkardeş oyununa ait bizzat tuttuğu reji defteri. Belgesel nitelikte bir ti­ yatro klasiği.

3. Zehra İPŞİROĞLU / Tiyatroda Düşünsellik Tiyatroda düşünsellik teması içinde dramaturginin önemini tartışan, bu konunun ülkemizdeki sorunlarına eğilen bir inceleme.

4. Mücap OFLUOĞLU/ Dünya Bir Sahnedir Ünlü sanatçımızın, tiyatro anı ve deneyimlerinden yola çıkarak, tiyatro­ ya yeni başlayan ve başlayacaklar için hazırladığı bir başvuru kitabı.

5. İnci KURŞUNLU/ Bale Sözlüğü Bale sanatı için, türünde ülkemizde yayımlanan ilk kitap. Bale sanat­ çısı ve öğrencileri için temel kitap.

M i t o s B O Y U T T i y a t r o Yayınları- TEM Yapım Yayıncılık Ltd. Ş t i . Ağa Çırağı Sok. 7/2 Taksim-İst. Tel. 249 87 37-38; Faks. 249 02 18


cy

pe a


a

pe cy


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.