6 YAŞINA BASANLAR...
IBM Iberia Hava Yollara Işık Yenersu Işıl Kasapoğlu İspanya Kültür Ateşeliği I. B. Bel. Şehir Tiyatroları I. M. K. B. Isuzu Jack Deleon Kartal Sanat İşliği Kelebek Mobilya Kent Oyuncuları Kerem Kurdoğlu Knorr Kocaeli Bölge Tiyatrosu Koç Amerikan Bankası Koza Gökbuget Kumpanya Leman Giritli Levent Beceren Lipton Livio Lufthansa Macide Tanır Macit Koper Marshall Boya Marketing Türkiye Masal Gerçek Tiyatrosu Medya Dergisi Mehmet Atak Mehmet Demir Melih Fereli Meral Kaşıkçıoğlu Mercedes Metin Balay Metin Deniz Mobil Murat Beşer Musa Aydoğan Mustafa Tüzel Mücap Ofluoğlu Müşfik Kenter M. Taner Çelik Nalan Manyaslı Nalân Özübek Nazan Aksoy Naz Erayda NCR Nejat Uygur Tiyatrosu Nesrin Kazankaya Nestle Neşe Erçetin Netaş Nezih Danyal Nihal G. Koldaş Nihal Kuyumcu Nivea Nokta Tiyatrosu Nuray Avşar Nurhan Tekerek
cy
a
Demirdöküm Deniz Altınay Deniz Demirkanlı Derisa Devlet Tiyatroları Dilek Evgin Dilek Içinsel Dormen Tiyatrosu Dostlar Tiyatrosu ECA Efes Pilsen Egebank Emin Şenol Emlak Bank Enis Bakışkan Enis Fosforoğlü Tiyatrosu ENKA Erbil Göktaş Erdal Göksoy Erhan Gökgücü Erkan Ergin Esbank Esen Çamurdan Evin İlyasoğlu Fakiye Özsoysal Çavuş Faruk Boyacıoğlu Ferhan Şensoy Fikret İlkiz Filiz Ali Ford Füsun Koçoğlu Garanti Bankası Genco Erkal Genç Uygurlar Tiyatrosu Geyvan McMillan Gökhan Akçura Gönül Paçacı Grup Kafka Gülizar Tunç Gülriz Sururi Gülşen Karakadıoğlu G. Ülkü ve G. Özcan Tiy. Gülüm Pekcan Hadi Çaman H. Ç. Yeditepe Oyuncuları Haluk Şevket Ataseven Hakkı Yükselen Halide Eşber Halkbank Halk Oyuncuları Halk Yaşam Handan Güntürk Handan Salta Hasibe Kalkan Haşmet Zeybek Hayati Asılyazıcı Hülya Nutku Hülya Tunçağ Hüseyin Erdoğan Hürriyet
pe
T.C. Kültür Bakanlığı İst. Kültür ve Sanat Vakfı ve Adidas AEG Adnan Tönel Agop Ayvaz Ahmet Levendoğlu Ahmet Ortaçdağ Akbank Alkmini Diamandopulo Alarko Algida Ali H. Neyzi Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu Ali Sürmeli Ali Taygun Anadolu Hayat Anadolu Sigorta Ankara Ekin Tiyatrosu Ankara Sanat Tiyatrosu Arçelik Artema Asude Küçük Atilla Sav Aydın Teker Aygaz Ayla Algan Ayşegül Yüksel Ayşın Candan Aytaç Yörükaslan Bakırköy Bel. Tiyatroları Başak Sigorta Becel Beko Beklan Algan Belgin Sunal Berna Yılmaz Beşiktaş Kültür Merkezi Oyuncuları Bibliotek Biges Bilsak Tiyatro Atölyesi Bizim Tiyatro BMW Bora Özkula Burak Eldem Burç Tan Bülent Aksoy Calve Can Eray Cem Yegül Clup Atabay Coca Cola Coşkun Tunçtan Cumhuriyet Gazetesi Cüneyt Sayıl Çan Tiyatrosu Çanakkale Seramik Çisenti Sanat Topluluğu
Nurhayat Berker Nüans Tiyatro Opel Oral Çalışlar Oraloğlu Tiyatrosu Orhan Alkaya Orhan Kahyaoğlu Orient Ormo Ortaoyuncular Osman Wöber Osmanlı Bankası Oyuncular Tiyatro Grubu Özdemir Nutku Özden Aykaç Özgün İpek Paldır Kültür Tiyatrosu Pamukbank Patisserie Gezi Pınar Besen Princess Otel Raks Rengin Uz Renult Reyman Eray Rezzan Hadimoğlu Richmond Otel Rutkay Aziz Sadettin Davran Salih Kalyon Tiyatrosu Samih Rıfat Savaş Aykılıç Savaş Çekiç Seçkin Selvi Selma Köksal Semra Özden Ekşioğlu Serel Sermet Erkin Tiyatrosu Sevda Şener Sevil Kuvan Sevin Okyay Sevinç Sokullu Seyhan Gemici Show Tiyatro Siemens Sibel Arslan Signal Simtel Sinan Okan Çavuş Sinan Şanlıer Studio Oyuncuları Suade Longar Suna Görgün Süreyya Karacabey Şahika Tekand Tahir Özçelik TAL Tamer Levend Taygun Tonguç Teba
Telefunken Teletaş Tevfik Gelenbe Tiyatrosu Tevfik Yalçın Tetra Pak Theatrama The Marmara THY TİYAP Tiyatro Ayna Tiyatrofil Tiyatro Grup Tiyatro İstanbul Tiyatrokare Tiyatro Mie Tiyatro Mim Tiyatroom Tiyatropati Tiyatro Stüdyosu Tiyatro Tanı Tiyatro Ti TOBAV Tofaş Toprakbank Tuncay Artun Tuncay Özinel Tiyatrosu Tuncer Cücenoğlu Turan Oflazoğlu Turhan Selçuk Tülin Sağlam Türkbank Türkiye İş Bankası Ufuk Akbaharer Umur Bugay Ümit Denizer Ünsal Coşar Vakıfbank Vestel Virgül Tiyatrosu Vitra Yalçın Baykul Yalçın Güzelce Yankı Eyüboğlu Yapı ve Kredi Bankası Yasemin E. Altıoklar Yasemin Yalçın Tiyatrosu Yaşar Zongur Yavuz Pekman Yeşim Demir Yılmaz Onay Yılmaz Öğüt Y. ve T. Gruda Tiyatrosı Yonca İnal Yücel Erten Yünsa Zehra İpşiroğlu Zeynep Günsür Zeynep Üskül Zihni Küçümen Ziraat Bankası
...DİYOR Kİ, "TİYAYRO'SUZ KALMAYIN
Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık
Ünlü, Sevinç Değirmencioğlu
-Kapak: Yeşim Demir Hukuk
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa
Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal
Redaksiyon: A. Nalân Özübek
Danışmanı: Fikret İlkiz Dağıtım:
Mah. Ağahamamı Cad. 5/3
Demirkanlı Genel Yayın Yönet
Katkıda Bulunanlar: Ü. Akıncı,
Ahmet Ergin Ofset Hazırlık:
Cihangir-80060 İstanbul
eni: Dikmen Gürün Uçarer
S. Arslan, P. Besen, H. Ş.
Tiyatro Yapım Baskı: MÜ-KA
Telefon: 243 35 33-293 72 77
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Ataseven, Y. Çartık, F.Ö. Çavuş,
Matbaası
Bedeli:
Fax: 252 94 14 Posta Çeki
Mustafa Demirkanlı Yayın Koor
M. Koper, N. Kuyumcu, Ö. Özdil,
1.100.000. - Kurumlar Abone
No: Tiyatro Yapım 655 248
dinatörü Emre Koyuncuoğlu .
N. Özkönü, D. Sağıroğlu, O. Reklam Koordinatörleri: Özlem Şengezer, R. Uz, Grafik Tasarım
OCAK ŞUBAT 96
SAYI 56 00.000.-
Abone
Bedeli: 1.400.000.- TL
Banka Hesap No: T. İş Banka
Tiyatro Yapım Yayıncılık 77c.
sı, Cihangir Şb. 197 245
tiyatro T İ Y A T R O
D E R G İ S İ
HABERLER/S.5 BU AY SAHNEDEKİLER/ S. 10 TİYATRODA YARATICILIK VE SANATÇI KİMLİĞİ Macit Koper/ S. 17
a
DOSYA: TİYATRODA ALTYAPI SORUNLARI / S. 23
TÜRK DEKORATÖRLERİ MUCİZELER YARATIYOR Osman Şengezer/ S.24
cy
SAHNE TASARIMINDA UYGULAMA SORUNLARI Özhan Özdil/ S.26 KENDİNE AİT BİR ÇALIŞMA-SAHNELEME MEKÂNI BİLSAK/ S.28 TİYATRODA ALTYAPI, İZLENİMLER, GÖZLEMLER Duygu Sağıroğlu/ S.30 ARTIK KARAMSARIM Nurettin Özkönü/ S.32
pe
IŞIK TASARIMININ SANATSAL ÖNEMİ Yakup Çartık / S. 41
İÇİMDEKİ ÇIĞLIK", İÇİMİZDEKİ ÇIĞLIK Fakiye Özsoysal Çavuş/ S.44 O, TİYATRONUN GÜCÜNE İNANIYORDU Sibel Arslan/ S.46 TİYATRONUN SOYUT DÜNYASI H. Şevket Ataseven/ S. 49 CİDDİ BİR KOMEDİ OYNUYORUZ Rengin Uz/ S. 52 BÜYÜK BİR YAZARDAN BİR YAZAR NAMZEDİ ÇIKTI Rengin Uz/ S.59 BİR ATIN ÖYKÜSÜ Sibel Arslan / S 62 BENİM BARIŞIM Dikmen Gürün Uçarer/ S. 66 İÇERDEKİ(LER) Üveys Akıncı / S. 68 DÜNYA BİR SAHNEDİR Nihal Kuyumcu / S. 70 ,BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE / P. 72
EDİTÖRDEN 6. yılımıza girdik. Türkiye'de, kendi
önemli bir sorununa parmak basıyor
yağında kavrularak bir sanat dergisi
Alt yapı ya da alt yapısızlık... Bu
çıkartmak oldukça zor. Bu zorluğu
konuda izleyen aylarda da yazılar
"Tiyatro...Tiyatro..." ailesine
bekliyoruz. Amacımız tiyatromuzun,
katıldığım günden bu yana daha da
değişik alanlardaki sorunlarını
yakından görüyorum, yaşıyorum.
tartışmaya açmak. Her alanda
Ama yine de her ay derginin elimize
uzman kişilerin görüşlerini almak,
ulaşan ilk sayısı yaşanan onca
eleştirilerini dergimiz sayfalarında
parasal problemleri unutturmaya
yansıtmak. Bu nedenlede Ocak-
yetiyor ve yeni bir sayı için yeni
Şubat sayımızdan başlayarak her ay
umutlarla yeniden kollar sıvanıyor.
tiyatronun bir dalını ele almayı
Bu, asla bir yakınma değil. Ama, bir
planlıyoruz. Giderek, bu sorunları bit
tiyatro dergisinin; kurulduğu günden
yuvarlak masa toplantısı kapsamında
cy a
Dikmen Gürün Uçarer
irdelemenin ve olanaklar el verirse
çıkan bir derginin, bu işi bir ideal
kitap şeklinde yayımlamanın yararın;
uğruna mucizevi bir şekilde gerçek
inanıyoruz.
leştiren bir sanat dergisinin uzun
Macit Koper'in "Yaratıcılık ve Sanatı;
süreli soluk alması, oksijeninin
Kimliği" yazısı umarız bu alanda
pe
bu yana hiç aksatmadan her ay
kesilmemesi gerektiğine
diğer görüşlere de zemin hazırlar.
inanıyorum... Bir tiyatro dergisinin
1995'in son günü ölen Heiner
önemine inandığım kadar, tiyatro
Müller'i Sibel Aslan ele aldı. Bu
için atılan her taşın yerine
büyük yazarı umalım ki ölümünden
ulaşacağına güvendiğim kadar...
sonra da olsa okuma ve izleme
6. yılımızda bir Sanat Rehberi ili bir
olanağı bulur Türk seyircisi (Müller'ir
likte çıkıyoruz. Sanatsal etkinlikleri
bizde oynanan tek oyunu 5.
izleyenler için bir kolaylık.
Uluslurarası Tiyatro Festivali'ne
Rehber'deki cafeler, barlar, lokanta
katılan "Quartett" oldu).
lar da bu izlencelerin başladığı ya da
Evet, yeni bir yıl, yeni bir yaş ve yeni
bittiği hoş mekânlar.
beklentiler...
Bu ayki dosyamız Türk Tiyatrosu'nun
HABERLER...
British Council Uluslararası Oyun Yazarları Ödülleri 1996
I
pe cy
En iyi Yapım "Derin Bir Soluk Al" ile Tiyatro Stüdyosu'na verildi. En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Adana Devlet Tiyatrosu'nun "Mahmut ile Yezida" oyunundaki başarısı nedeniyle Elif Türkan Çölok'a, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Ankara Devlet Tiyatrosu'nun "Candan Can Koparmak" adlı oyunun da gösterdikleri performanstan dolayı Kazım Aksar ve Ege Aydan'a verildi. En İyi Çeviri Ödülü'nü Cevat Çapan Bursa Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği "Ateşli Sabır" oyununun çevirisiyle aldı. Onur Ödülü'nü ise, Ergin Orbey aldı. En iyi Oyun Yazarı ve En İyi Yönetmen Ödül leri verilmedi.
bini aşkın gösteri yapan Obrastzov Kukla Tiyatrosu, Rusya'nın sembol lerinden biri günümüzde. Günde üç matine yapan kuklaları, tam kadro ile iki ayrı sanatçı grubu oynatıyor. Yalnızca çocuklar için değil, yetişkinler için de geniş bir repertuara sahip olan tiyatroda, oyuncular, müzisyenler, kostümcüler, dekorcular, tasarımcılar ve kukla ustaları ile birlikte 200 kişi görev yapıyor. Kurumun oldukça zengin bir Kukla Müzesi de bulunuyor. Tiyatronun kurucusu ve Genel Sanat Yönetmeni Sergei Obraztsov'un 1992 yılında ölümünden sonra, tiyatronun yöne timine devlet sanatçısı Vladimir Kusov gelmiş.
Moskova Obraztsov Kukla Tiyatrosu CRR'deydi
Dünyaca ünlü Moskovalı kuklalar, gecik meyle de olsa 13 Aralık Çarşamba günü Cemal Reşit Rey Salonu'nda "Alışılmadık Bir Konser" başlıklı iki gös teri sundu. 65 yıla yakın bir süredir dünyanın her yerinde sahne alan yalnızca Avrupa'nın başkentlerinde 50
en yakındaki) British Council ofisine bırakmakla yükümlü olacaklardır. 1500 Pound değerindeki ödüller şu coğrafi bölgelere göre saptanacaktır: Batı Avrupa, Orta ve Doğu Avrupa, Afrika ve Orta Doğu, Güney Asya, Amerika, Güney Doğu Asya ve Pasifik. Bu bölge ler birincileri arasından seçilecek olan en büyük ödül ise 3000 Pound değerindedir.
Dormenlerin 40. Yıl İhtişamı
ı
a
Sanat Kurumu Tiyatro Ödülleri sahiplerini buldu
British Council Drama ve Dans Bölümü iki önemli tiyatronun, Londra Royal Court Tiyatrosu (Yönetmen Stephen Daldry) ve Edinburg Traverse Tiyatrosu (Yönetmen lan Brown) katkılarıyla 1996 yılında Uluslararası Oyun Yazarlığı Ödülleri verecek. BBC'nin Radyo Tiyatrosu Ödülleri'nden esinlenen British Council'ın bu girişimi muhakkak ki tüm dünyada geniş ilgi görecek. Ünlü oyun yazarı Harold Pinter, ödül komitesinin başında olacağı gibi 1996 sonbaharında Londra'da yapılacak olan törende de ödülleri sahiplerine verile cek. Bu yarışmanın amacı özellikle oyun yazarlığını uluslararası düzeyde motive etmek, British Council olarak yeni yazarların yetişmesini desteklemek. Britanya'da gerçekleştirilmekte olan bu tür önemli girişimlere dikkat çekmek ve örnek olmak. British Council'ın kendi ülkesinde olduğu kadar dış ülkelerde de kurumlar ve kişilerle ilişkilerini güçlendirmek. Bu yarışmaya katılmak için başlıca koşullardan biri yazılacak olan oyunun İngilizce olması. Yarışmaya katılacak olan kişiler oyunlarını British Council tarafından saptanacak olan tari he kadar bulundukları kentteki (veya
Dormen Tiyatrosu 40. Sanat Yılı'nı kut larken 1000 kişilik Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salonu hınca hınç doluy du. Sahneye Dormen Tiyatrosu'na emeği geçen 130'a yakın sanatçı davet edildi. Tiyatro adına görkemli bir gece oldu.
Royal Court Uluslararası Yaz Okulu 1996
I
1989'dan bu yana Royal Court Uluslararası Yaz Okulu pek çok tiya trocuyu bir araya getirmekte. Dört haf talık yoğun çalışma sürecinde oyuncu lar, yönetmenler, teknik elemanlar Royal Court Tiyatrosu'nun metodlarıyla workshoplar yapmakta ve aynı zaman da da oluşturdukları forum'da izledikleri metodları tartışmaktadırlar. Bilindiği gibi Royal Court Tiyatrosu dünyanın oyun yazarı yetiştirme konusunda başta gelen tiyatrolarından biridir. John
Osborne, Arnold Wesker, John Arden, Edward Bond, David Hare, Howard Brenton, Caryl Churchill, Timberlake Wertenbaker bu tiyatrodan yetişmiş ünlü yazarlardır.
Joyce Lussu İstanbul'daydı
ı
I
ı
ı
Avusturya Konsolosluğu'nda çağdaş müziğin öncüsü Anton Webern'in ölümünün 50 yılında farklı sanat disiplin
Kültür Bakanlığı'nın heykeltıraş Sait Rüstem'e yaptırdığı dünyaca ünlü ozan Nâzım Hikmet'in anıtı, Ankara Atatürk Kültür Merkezi alanında yerini aldı. "Rüzgara Karşı Yürüyen Adam" adlı heykel, ozanın 35-40 yaşlarındaki duru munu betimliyor.
pe
"World Theatre'96 Mayıs ayında İzmir'de
Ferhan Şensoy, 25 Ocak'ta Londra'da The Hacney Empire Tiyatrosu'nda, 28 Ocak 1996'da da Paris'in eski tiyatro larından Theatre Dejazet'de yeni tek kişilik oyunu "Felek Bir Gün Salakken"i sahneleyecek.
Aziz Nesin 81 yaşında
ı
Anton Webern Anısına Performans
cy
Ferhan Şensoy Paris'te
Nâzım Hikmet anıtı açıldı
uygun ülkenin Türkiye olduğuna karar verilmiştir. İleride çok uluslu bir tiyatro topluluğunu kurma hazırlığı içinde de bulunan Dünya Tiyatro Eğitim Enstitüsü öngörülen festivale 6 yabancı ülkeyle katılacaktır: ABD, Polonya, İsveç, Macaristan, Avusturalya, Fransa.
a
Nazım Hikmet'in yakın arkadaşı, İtalyan ca çevirmeni, yazar, feminist, politikacı Joyce Lussu Açılım Yaynıları'nın davetlisi olarak ülkemize geldi. Nâzım Hikmet'in doğum günü olan 15 Ocak Pazartesi günü Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı ile ortaklaşa bir söyleşi düzenleyen Lussu, "Buluşma" adlı kitabını da sanat severlere tanıttı.
bir izlence hazırlandı. Yazarın ölümün den kısa bir süre sonra sanatçı ve aydınlardan oluşan bir grup tarafından kurulan Nesin Vakfı Derneği'nin düzen lediği anma gecesinin açılış konuşmasını Nesin Vakfı Derneği geçici Yönetim Kurulu Başkanı Müjdat Gezen yaptı. DİSK'in katkıda bulunduğu geceye Levent Kırca ve Grubu, Dilek Türker, Rutkay Aziz, Gülsen Tuncer, Metin Belgin, İsa Çelik, Cüneyt Türel, Esin Avşar, Arif Sağ, Yavuz Top, Nurten T. Kolçak, Oya Gökberk ve Necat Pınazoğlu gibi sanatçılar katıldı.
25 Aralık Pazartesi akşamı Atatürk Kültür Merkezi'nin Büyük Salonu'nda Aziz Nesinin 81 doğum günü nedeniyle
I
II
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları Bölümü'nün üyesi olduğu ve Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun da başkan yardımcılığını sürdürdüğü W.T.T.I. World Theatre Training Institute (Dünya Tiyatro Eğitim Enstitüsü), dünyanın çeşitli üniver siteleriyle işbirliği yaparak tiyatro eğitimine ilişkin festivaller düzenlemekte dir. Enstitü, 1990 Ekimi'ndeki kuruluşundan bu yana, üçer hafta süren dört festival düzenlemiştir. Enstitü'nün . 9-10 Ekim 1994 tarihlerinde Viyana'da yapılan Yönetim Kurulu Toplantısı'nda 1996 yılında festivalin gösteri teması : Antik Tiyatro olarak saptanmıştır. Böyle bir temanın işlenebilmesi içinde en
lerinin gösterileriyle anıldı. Kent Dinamikleri Enstitüsü ve Avusturya Kültür Ofisi işbirliğiyle gerçekleşen çok yönlü anma konserine tiyatro sanatçılarından Murat Daltaban, Webern rolünde, Bahtiyar Engin Schönberg rolünde katıldılar. Emre Koyuncuoğlu, Ahmet Ortaçdağ ve Sarah Maull'da "Ses ve Devinim" adı verdikleri perfor manslarında Webern'in öncülüğünü ettiği 12 ton müziğin ve eserlerinde kul landığı matematiksel formülden yola çıkarak hareket ve ses bağlantılı bir gösteri yaptılar. Daha sonra verilen kon serlerde de Ayla Erduran, Ayşegül Sarıca, Judith Uluğ, Münir Akalın, Ahmet Altınel, Aylin Ateş, Augusta Rieber Münir, Hakan Şensoy, Elif Tarakçı gibi sanatçılar vardı. Hale Sontaş ise, Anton Webern adı taşıyan resimleriyle bu çok yönlü anma konserine katıldı.
Sağlar yaptığı yazılı açıklamada bu girişimlerinin, nitelikli bir çalışmayı okurlara sunmanın yanı sıra Türk kültürel yaşamına çok değerli katkılarda bulunan Çalışlar'ın anısına bir saygı anlamını da taşıdığını belirtti. Çalışlar'ın bu yapıtı Ocak ayında satışa sunulacak.
I
pe cy
ilk gösterimi 1986'da (barış yılı nedeniyle) gerçekleştirilen "Yargı" Berlin Senatosu'nun işbirliğiyle düzenlenen Berlin Theaterfest 96'ya aldığı çağrı üzerine, Almanya'ya gidiyor. Hem bireysel-toplumsal olayları irdeleyişi hem de yorumu nedeniyle "savaş karşıtı oyun ların en görkemlilerinden" diye nite lendirilen ve oyunculuğuyla Zafer Diper'in Avni Dilligil Tiyatro Ödülü kazandığı "Yargı", 27 ve 28 Ocak gün leri Theaterfest 96 kapsamında Berlin'de sergilenecek.
Erkut Deral yazmış, Ruhi Ayangil bestele miş. Tiyatro grubu, ülkemizin folklorik özelliklerinden yola çıkarak Türk mizahını dünya kültürüne tanıtmak amacıyla Nasrettin Hoca'yı konu olarak seçmiş. Grup, projenin mali sorumluluğunu üstlenecek sponsor firma arayışı içerisinde.
a
"Yargı" Berlin Festivali'nde
Hedef Gençlik Tiyatrosu'na davet
ı
31 Temmuz- 10 Ağustos 1996 tarihleri arasında İngiltere'nin Aberdeen kentinde yapılacak olan Uluslararası Gençlik Festivali'ne Hedef Gençlik Tiyatrosu davet edildi. Festivale "Nasrettin Hoca" müzikaliyle katılacak olan topluluk, 12-18 yaşları arası amatör tiyatrocu gençlerden oluşuyor. Tarık Şerbetçioğlu'nun yönettiği müzikali
Çalışlar'ın Tiyatro Ansiklopedisi
ı
Kültür Bakanlığı, kısa bir süre önce yitir diğimiz kültür ve düşün adamı Aziz Çalışlar'ın "Tiyatro Ansiklopedisi" adlı yapıtını yayımlayacak. Kültür Bakanı Fikri
Bakırköy Belediyesi 2. Yunus Emre Özgün ve Uyarlama Oyun Yazma Yarışması
ı
Konu seçiminin serbest olduğu yarışmada yazarlar 1 Mayıs 1996 tari hine kadar yarışmaya katılabilecekler. Ödüller, özgün dalda Büyük Ödül, 100 milyon, Başarı Ödülleri ise 50'şer milyon olarak.belirlenmiş. Uyarlama dalında ise, Büyük Ödül 80 milyon, başarı ödülleri ise 40'ar milyon. Başvurular ve daha detaylı bilgi almak isteyenler için Bakırköy Belediye Başkanlığı Eğitim Kültür Müdürlüğü aranabilir.
Açıkhava Tiyatrosu'nun yeni ismi
ı
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi aldığı kararla, Darülbedayi'nin kuruluşunu sağlayan Dr. Cemil Topuzlu'nun adı Harbiye Açıkhava Tiytrosu'na verildi. Dr. Cemil Topuzlu'nun adını yaşatmak amacıyla girişimde bulunan Şehir Tiyatroları Yönetim Kurulu'nun önerisi Belediye Meclisi 'nde olumlu karşılanarak, binanın ön yüzüne de Dr. Cemil Topuzlu'nun rölyefini yerleştirilmesi kararlaştırıldı.
çerçevesinde ilkokul çocuklarına (6-11 yaş grubu) yönelik bir çocuk oyunu yarışması düzenlenmiştir.''İlgilenenler daha ayrıntılı bilgi için DELÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü Sekreterliğine başvurabilir.
Suat Taşer Kısa Oyun Yarışması
ı ı
Aziz Nesin'in gişe rekorları kıran ünlü komedisi 7. yılında tekrar izleyicisiyle buluşuyor. Yönetmenliğini Kenan Işık'ın yaptığı oyunu, başladığından bu yana 400 binden fazla seyirci izledi.
Tiyatro Başarı Ödülleri Dağıtım Töreni
ı
28 Aralık'ta Yıldız Tiyatrosu'nda Kültür Bakanı Fikri Sağlar'ın katılımıyla Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ve Tiyatro Başarı Ödülleri sahiplerini buldu. 1995 Kültür bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü alan Memet Fuat, sağlığının elvermemesi nedeniyle törene katılamadı. Fuat'ın ödülünü İnci Asena aldı. Yılın En Başarılı Tiyatro Topluluğu Ödülü'nü Ortaoyuncular Topluluğu, En Başarılı Oyun Yazarı Ödülü'nü Ülker Köksal, En Başarılı Yönetmen Ödülü'nü Işıl Kasapoğlu, En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü'nü Ayten Gökçer, Yılın En Başarılı Erkek Oyuncu Ödülü'nü Genco Erkal,
8
Jüri Onur Ödülleri'ni Kerim Avşar ve Yıldız Kenter aldı.
Çocuklarla Sanat Atölyesi
pe cy a
"Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz" 7. yılında
ı
Ekim ayında özel eğitim kurumu olarak hizmet vermeye başlayan Akademi İstan bul, "Çocuklarla Sanat Atölyesi" adlı bir birim daha kurdu. Sanat ve iletişim dal larında kendi alanlarında uzman kişilerin eğitim verdiği Akademi İstanbul'da, yetişkinlerin ve gençlerin yeteneklerini, eğitimlerini, toplumsal yaşamda kendiler ine yarayacak düşünsel birikimlerini ortaya çıkarmayı ve geliştirmeyi amaçlanıyor.
Çocuk Oyunu Yarışması
ı
Mühürdar Lions Klübü ve DEL) Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü işbirliğiyle, "Atatürk'ün devrimleri ile Cumhuriyetin temel ilkelerinin ve Atatürk'ün temellerini attığı çağdaş düşünce ve yaşam biçiminin geleceğin büyükleri olan çocuklara sağlıklı ve estetik bir biçimde yansıtılmışını sağlamak ve yazarlarımızı bu yönde ürünler vermelerini özendirmek amacıyla, yukarıda belirtilen konular
1984 yılında yitirdiğimiz tiyatro adamı Suat Taşer anısına bu tarihten itibaren Taşer Ailesi ile Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü'nün birlikte düzenledikleri "Kısa Oyun Yarışması" ödülleri sahiplerini buldu. Muzaffer Izgü, Serdar Ongurlar, Ayşegül Oral Özer, Semih Çelenk ve Hakan Günenç'ten oluşan jüri, Zafer Özer Çetinel'in "Mezar Kazıcıları", Özgür Evren Heptürk'ün "Ağlayan Dünyanın Efsanesi", Ebru Akın'ın "Korkunun Rengi" ve Serkan Özkuran'ın "Adalet" adlı oyunlarını sah nelemeye değer buldu.
Taksim Sahnesi yeniden açılıyor
ı
Bir süredir tadilat çalışmaları nedeniyle kapalı olan Taksim Sahnesi, dünyaca ünlü tiyatro eseri "Giydirici" ile perdeleri ni açacak. Oyunun tanıtım sponsorluğunu Efes Pilsen üstlenmiş. "Giydirici"nin başrollerini ise, Haluk Kurdoğlu, Erdoğan Göze ve Işıl Yücesoy paylaşıyor.
HABERLER... İstanbul Menkul Kıymetler Borsası 10. Yıl Resim Yarışması
ı
Giyim" üstlenmiş.
Bartın'da Tiyatro Şenliği
I
a
ı
Güngör Dilmen ile Yıldız Kenter arasında süren 5 yıllık dava sonuçlandı. "Ben Anadolu" oyununun yazarı Güngör Dilmen, Kenter Sinema ve Tiyatro A.Ş. 'ye telif haklarına aykırı davrandıklarını neden göstererek dava açmıştı. Alınan bilgiye göre, şirket adına konuşan Yıldız Kenter ise, "oyunu Dillmen'e kendisinin ısmarladığını ve dolayısıyla eser üzerinde hak sahibi olduğu"nu açıklamış ve "Ben Anadolu"yu sahnelemeyi sürdürmüş. Yargıtayda da onaylanan sonuç itibariyle Dilmen'e 106 milyon lira tazminat ödemesi kesinleşmiştir. Güngör Dilmen4in avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamanın ardından, Yıldız Kenter de bir açıklama yapmıştır, "Bu açıklamaların davanın sonuçlan masından ve tazminatın ödenmesinden aylar sonra bugün gündeme gelmesini anlamakta zorluk çekiyorum.. Kaldı ki bilirkişi raporuylada anlışılmıştır ki yazara hak ettiği telif ücreti tamamen ödenmiştir. Burada acı olan tiyatromun 100 milyon tazminata mahkum edilmesi değil, başta yazara maddi manevi yarar sağlayan, İngilizce olarak yurt dışında Türkiye'ye, Türk Tiyatrosu'na övgüler getiren, itibar sağlayan bu oyunu oyna mamızın yasaklanmasıdır."
pe
Çağdaş Repertuar Tiyatrosu tarafından iki aydır büyük bir ilgi ve beğeni ile izlenen oyun "Görünmez Sirk" ilk 30 gösteride yaklaşık 8.000 seyirciye ulaştı. 'Görünmez Sirk", uzman pedagok ve drama öğretmenlerine danışılarak "ÇRT Yazım Gurubu" tarafından özel olarak yazıldı ve günümüz çocuğunun beklentilerine cevap verebilecek dinamik bir reji ile sahneye kondu. Oyunun sponsorluğunu "Panço Çocuk
Güngör Dilmen telif yasasını kullandı
cy
Görünmez Sirk
Bartın Kültür Müdürlüğü-Kültür Evi Sanat Etkinlikleri programı kapsamında Bartın Bölge Tiyatrosu ve Berk Sanat Evi Tiyatro Topluluğu'nun katılımıyla 12-20 Ocak tarihleri arasında "Bartın Tiyatro Günleri" düzenlendi. Programda, Zafer Gecegörür'ün yönettiği Çehov'un ''Sevgili Doktor"u, Memet Baydur'un ''Düdüklüde Kıymalı Bamya" ve Zafer Gecegörür'ün derlediği "Emret Komutanım" oyunları sergilendi.
Yarışma konusu serbest olan ve bütün sanatçılara açık IMKB Resim Yarışması'nın amacı, Türk resim sanatına destek vermek ve özendirmek. Her sanatçı daha önce sergilenmemiş, ödül almamış en çok üç yapıtıyla katılabilecek. Yarışmanın seçici kurulunda, IMKB Başkanı Tuncay Artun, İMKB Sanat Danışmanı Nurhayat Berker, İMKB Yönetim Kurulu Üyesi Halit Cıngıllıoğlu, Prof. Neşe Erdök, Abdülkadir Günyaz, Prof. Ergin İnan, Prof. Özer Kabaş, Prof. Kadri Özayten, Arıl Seren, Sezer Tansuğ, Prof. İsmail Tunalı yer alıyor. Yarışmada Birinci Başarı Ödülü'nü alana 500 milyon verilecek.
Otogargara 2. yılında da yoğun ilgi görüyor
ı
Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı, Turgay Kantürk'ün yönettiği Otogargara yoğun bir ilgi ile devam ediyor. Demet Akbağ, Sinan Bengier ve Yılmaz Erdoğan'ın rol aldığı oyunda 25 kişilik bir kadro da sahne alıyor.
BU AY SAHNEDEKİLER Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Federico Garda Lorca Çeviren: Turan Oflazoğlu Yöneten: Başar Sabuncu Sahne Tasarımı: Nurullah Tuncer Giysi Tasarımı: Türkan Kafadar Müzik: Selim Atakan Koreografi: Selçuk Borak Oynayanlar: Arif Akkaya, Candan Sabuncu, Avni Yalçın, Aliye Uzunatağan, Sevil Uluyol, Uğur Kıvılcım, Bercis Fesçi, Birsen Kaplangı, Bilge Zobu, Filiz Toprak, Zeynep Irgat, Aslı Öngören, Güneş Han, Dolunay Soysert, Sibel Seyhan, Hakan Arlı, Ertuğrul Postoğlu, Savaş Barutçu, Mürşit Ağabağ.
pe
cy
a
İspanyol şair ve oyun yazarı Federico Garcia Lorca'nın "halk oyunları" üçlemesinin ilk halkası olan "Kanlı Düğün" ilk önce Kadıköy Haldun Taner Sahnesi'nde daha sonra Harbiye Muhsin Ertuğrul'da izlenebilecek.
Lorca, "Yerma" ve "Bernarda Alba'nın Evi" oyunlarıyla tamamladığı üçlemesinde evrensel temaları işliyor: Aşk ve şehvet, kader ve ölüm, insanlığın ilkel tutkularıyla örf ve adetlerin çatışmasından doğan şiddet ve acımasızlık... "Kanlı Düğün"ün çıkış noktası bir gazete haberi. Düğün günü gelin, gizlice sevdiği adamla birlikte kaçar ve sonun da iki erkek birbirlerini öldürürler. Oyundaki kişiler yazgılarının kurbanıdır. Kuşatıldıkları çevre ile tutkuları karşı karşıya gelir ve bu çatışmanın tuzağında onları ölüm bekler.
10
Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Lev Tolstoy Uyarlayan: Mark Rozovsky Çeviren: Yıldırım Türker Yöneten: Taner Barlas Sahne Tasarımı: Özhan Özdil Giysi Tasarımı: Özhan Özdil Işık Tasarımı: Murat İşçi Müzik: Selim Atakan Koreografı: Selçuk Borak Oynayanlar: Kemal Kocatürk, Ayhan Kavas, Bennu Yıldırımlar, Çiğdem Gürel, Betül Kızılok, Dilek Şamlı, Başak Köklükaya, Demet Bozkaya, Mahperi Mertoğlu, Şenay Saçbüker, Murat Coşkuner, Burak Davutoğlu, Şükrü Türen, Eftal Gülbudak, Murat Daltaban, Aziz Mullaaziz, Cem Karakaya, Ersin Umulu, Tan Hacıkadiroğlu. "Bir Atın Öyküsü"nde 'alaca' olması nedeniyle dışlanan bir atın doğumundan ölümüne tüm yaşantısı anlatılıyor. Alaca atın yaşamı, ona en güzel günleri yaşatan Prens Serpuhovski'nin yaşamıyla koşut olarak gelişiyor. Bir atın yaşam penceresinden 19. yüzyıl Rusyası'ndan kesitler sunan "Bir Atın Öyküsü", Tolstoy'un keskin ve gerçekçi gözlemlerini sahneye taşıyor. İnsan yaşamıyla paralellikler kuran oyun çok yönlü evrensel duyguları işliyor: Sevgiler, sevgisizlik ler, umutlar, korkular, acılar...
Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Wİlly Russel Çeviren: Sevgi Sanlı Yöneten: Olcay Poyraz Sahne Tasarımı: Yıldız İpeklioğlu Giysi Tasarımı: Yıldız İpeklioğlu Işık Tasarımı: Kemal Gürgün Oynayanlar: Önder Alkım, Orkide Çivicioğlu.
Tiyatro: Ankara Sanat Tiyatrosu Yazan: Yeşim Dorman Yöneten: Rutkay Aziz Sahne Tasarımı: Hakan Dündar Giysi Tasarımı: Hakan Dündar Oynayanlar: Erol Demiröz, Altan Erkekli, Yaşar Akın, Koray Ergun, Nuri Gökaşan, Mahir İpek, Hakan Güven, Ebru Sonar, Burak Soygazi, Özlem Çakar.
pe cy a
19601ı yılların atmosferinde, İngiltere'de geçen oyun, orta yaşı geçmiş edebiyat pro fesörü Frank ile 26 yaşını öğrenme tutkusuyla doludizgin yaşayan, kurs öğrencisi Rita arasındaki ilişkiyi konu ediyor. Yönetmen Olcay Poyraz "Rita"ya ilişkin olarak şunları söylüyor: "Oyunumuz, türlü nedenlerle yaşama tutuna mamış bir entelektüel ve edineceği bilgilerle tutunmaya kararlı genç bir kadının, duyarlı, ince esprili ve çok anlamlı saatlerini anlatmak tadır. Rita'nın, ne kadar farklı olursa olsun, insanların birlikte bir şeyleri keşfedebilecekleri ni, yaşamı daha güzel kılabileceklerini, en önemlisi birbirlerini geliştirip üretebileceklerini anımsattığını düşünüyorum."
Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: Ray Cooney Çeviren: Haldun Dormen-Kemal Uzun Yöneten: Celal Kadri Kınoğlu Sahne Tasarımı: Aylin Fatma Akay Giysi Tasarımı: Aylin Fatma Akay Işık Tasarımı: Rahmi Özan Oynayanlar: Oktay Dal, Selim Gürata, Bülent Özbirgül, Füsun Kostak, Ecehan Sarman, Özgür Ozan, Serap Pişiren, Meliha Savaş, Engin Benli, Mehmet Güler, Yaşar Özveri, Erem Nala.
"Kaç Baba Kaç" bir yazar olarak Dormen Tiyatrosu'ndan tanıdığımız fars ustası Ray Cooney'in en iyi oyunu. Sahne üzerinde oyun culara müthiş bir olanak tanıyan bu oyun; zamanlama, alışveriş, artiklasyon, enerji ve özellikle inanılabilmesi imkansız olan durumları seyirciye kabul ettirebilmek bakımından belli güçlükler taşıyor. Başarıldığında seyirciyi gülmekten kırıp geçirecek bir matematik var metinde. İki saat boyunca iki yüzün üstünde yalan söyleyen bir doktorun serüveni bu. Eski bir sevgili... Yükselme hırsı... Cinsel sapmalar... içinden çıkılması güç koşullar... Entrika... Zaaflar... Kısaca kendi hayatımızın minik görüntüleri...
Oyun, dogmatizmin fırtına gibi estiği günlerde başlar. Engizisyonun, kurallara uymayanları "iblis" ilan edip ateşe attığı günler. Muhbirliğe zorlanan genç rahip Nichola, vergi vermeyen savaşkan dağ köylülerinin katledilmelerine seyirci kalır. Nichola tarih kitabıyla bir yolcu luğa çıkar. Roma'nın gösterişli hayatına ve köle ayaklanmalarına tanık olur. "Okunacak en kutsal kitap insandır" diyen bir dervişle bir likte Şeyh Bedreddin'in müridi olmak için yola çıkar. Elindeki, temiz yüreği gibi atan kırmızı gülü almayı hak edecek insanları arar oyun boyunca. Bazen umudu kesilir, bazen direnci artar ve seyirci ile birlikte insanlığın kanlı ama onurlu tarihinde yatay olarak geçmişe ve geleceğe uzanır... Tarih boyunca ezilmişlerin haklı başkaldırılarının kanla ve kıyımla bastırılmalarına sunulan bir ağıt "Kardeş Sofrası". Bütün kanlı bastırılmalara karşın hiç solmayan bir umudun destanı!
11
cy a
Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Yazan: William Shakespeare Çeviren: Zeynep Avcı Yöneten: Işıl Kasapoğlu Sahne Tasarımı: Gürel Yontan Giysi Tasarımı: Gürel Yontan Oynayanlar: Yetkin Dikinciler, Zeynep Yasa, Erdal Beşikçioğlu, Nejat Armutçu, Tülay Çimenser, Tolga Tuncer, Levent Şenbay, Elvan Karamanoğlu, Elvin Beşikçioğlu, Ercan Eker, Sanlı Baykent, Nermin Uğur, Orhan Özyiğit, Okan Irkören, Umut Karadağ.
pe
Birey, Devlet-Din çatışmasının tema olarak işlendiği oyunda, Dük Vincentin toplumsal düzeni korumak, var olan yasaları halkına tekrar hatırlatmak amacıyla mevkisini tam yetkiyle Vali Lord Angelo'ya bırakır. Lord Angelo ise yasaların işleyişini katı, tartışmasız bir biçimde hayata geçirir. Toplum ahlâkına aykırı davrananları tutuklayıp cezalandırır. Bu durumdan Sinyor Claudio'da nasibini alarak idam cezası ile yargılanır. Claudio'nun kızkardeşi isabel, kardeşini idam cezasından kurtarmak için Vali Lord Angelo'ya yalvarmaya gider. Zina suçundan tutuklattığı Claudio'nın kızkardeşi Isabel'i karşısında gören Angelo bir anda Isabel'e tutulur...
12
Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Yazan: Dinçer Sümer Yöneten: Ebru Nil Aydın Sahne Tasarımı: Haluk Işık Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay Işık Tasarımı: Selim Yıldız Müzik: Kemal Gürünç Oynayanlar: Nalan Sayar, Çetin Azer Araş.
Oyun eski bir otel odasında başlar. Seyit her gün olduğu gibi Sevtap'ı pavyona götürmek için otele gelir. Ancak o otel odasında yaşanacaklardan ve orada yaşadıklarının onu nelere götüreceğinden habersizdir. Her şey bir fotoğraf albümünün ortaya çıkması ile başlar. Ve bu iki insanın yaşamındaki dalgaları, sevgiyi bulup kaybedişini, artık sebebi bile anlaşılmayan, hatırlanmayan bir kan davasının anlamsızlığını, yitip gitmeyi, cehaletin insanı nerelere sürükleyeceğini anlatıyor bu oyun.
Tiyatro: Gülüm Pekcan Dans Tiyatrosu Uyarlayan-Yöneten-Koreograf: Gülüm Pekcan Işık Tasarımı: Rona Topçuoğlu, Murat Altmış Oynayanlar: Gülüm Pekcan, Neşet Ege, İbrahim Yıldırım, Ali Ekrem, Figen Yalçınkaya, Aslı Kuzey, Murat 3ayer, Hakan Yılmaz, Ahsen Ever, Hülya Barbaros, Rahime Mutluay, Cemre Tuğlu, Ezgi Turgut, Berrak Kanbir, Yasemin Şimşek.
Tiyatro: Tiyatro Boğaziçi Yöneten: Ömer Faruk Kurhan, Sevilay Saral Müzik: Pink Floyd Koreografı: Ömer Faruk Kurhan
| • \
pe
cy
a
Bir memur ailesinin ev içi ilişkileri, var olan kültürel yapının bombardımanı altında kimliğini oluşturmaya çalışan bir genç, "iki film birden" oynatan sinemada seyredilen filmler, genç kızları taciz eden "alemin kralları" magandalar, günahkar gençleri imana çağıran imam vb... Sokağın ve gündelik yaşamın yarattığı kültürel kaosun içinde Galip ve arkadaşlarının kimlik lerini sağlıklı bir biçimde kurmaları, bütün naiflik ve sempatikliklerine rağmen pek de kolay görünmemektedir. Ve sonuçta günboyu yaşadıklarının oldukça şiddetli imgelere dönüşerek boy gösterdikleri "Kabus" sonrası Galip eve, aslında benzer sorunları ve sıkıntıları paylaştığı ana-babasının ve kardeşinin yanına döner. Ancak Galip'in bu 'geri dönüş'ü, oyunun umutsuz olduğu anlamına gelmez. Oyunda kullanılan mizahi üslup yaşanan sorun ve baskıların bir kadermiş gibi algılanmasını engeller, kadronun dünyanın değiştirilebileceğine dair inancını sergiler.
Bizet'in müziği eşliğinde Carmen'i, hareketler den oluşan, vücut diliyle seyircilerimize ulaştırmaya çalışılmış. Bu öyküyü dansın ve ti yatronun birleşeceği estetik uyumla yorumlamak amacıyla eseri konusuna uygun, ancak daha modern bir yorumla sahneliyorlar. Adem ile Havva'dan bu yana kadın-erkek herkesin bir aşk hikayesi vardır. Ancak kim Carmen kadar çekici, Don Hose kadar tutkulu olabilir. 'Carmen" Kasım ayından itibaren Ankara Sanat Tiyatrosu salonunda her pazartesi saat 20.30'da sergilenecek.
13
Tiyatro: Tiyatro Ayna Yazan: Tuncer Cücenoğlu Yöneten: Dilek Türker Giysi Tasarımı: Günnur Çaras Sahne Tasarımı: Ayhan Doğan Oynayanlar: Dilek Türker, Nazan Kırılmış, Mürsel Yaylalı, Recep Yener
pe cy
a
Tuncer Cücenoğlu'nun Ziyaretçi'si, slogana kaçmadan, eğlenceli bir yaklaşımla yaşamı savunan bir fantazi... Ama asla hafif değil, ciddi bir kara mizah... Çünkü öldürmelerin son bulması, kısacası dünya barışının sağlanması için bir mesaj veriyor: Analar/kadınlar, yaşamı savunmak için birlesiniz... Ama erkeğin olmadığı bir birleşme değil bu... Öncülüğün kadınlarda olduğu bir birleşme... Madem ki doğuranlar onlardır, yaşatmayı da onlar sağlamalıdır.
Tiyatro: Tiyatro Ti Yazan: Bertholt Brecht Yöneten: Mahir Günşiray Sahne Tasarımı: Selim Birsel, Claude Leon, Zekiye Sarıkartal. Giysi Tasarımı: Selim Birsel, Claude Leon, Zekiye Sarıkartal Müzik: Turgay Erdener, Paul Dessau
Oynayanlar: Taner Birsel, Hakan Pişkin, Devrim Nas, Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş, Emine Umar, Evren Duyal, Mahir Günşiray Almanya'da, 1920'lerin endüstrileşme ortamında yazılmış olan "Adam Adamdır" oyunu, "yazıldığı dönemin sanat ortamında görülen çeşitli etkileri barındırır. Öte yandan, oyun, Brecht'in daha sonra yazdığı ve "epik tiyatronun yetkin örnekleri" olarak bilinen 14
oyunlara da bir geçiş niteliği taşımaktadır. Oyunun bu özel konumu, onu, sahneleme ve oyunculuk açısından sürprizlere, deneysel yaklaşımlara açık kılar. Ayrıca metnin konuyu ele alış biçimi, toplum yaşamına ilişkin kimi görüşleri dayatmaktan çok, karmaşık etkilerin bir arada yer aldığı bir ortamı tanımaya, sorgu lamaya çalışır görünmektedir.
Yazan: Ahmet Önel Yöneten: Levent Dönmez Giysi Tasarımı: Julia Klöfer Müzik: Cumhur Bakışkan Oynayan: Mehmet Esen
1990 yılında Berlin Kültür Senatosu'nun dav etlisi olarak Almanya'ya giden ve çalışmalarını 6 senedir yurtdışında gerçekleştiren Mehmet Esen, 2 Şubat tarihinden itibaren tek kişilik oyununu.Aksanat'ta sergileyecek. Kimi zaman komik, kimi zaman trajik, kimi zaman da iki öğenin de bir araya geldiği oyun da, yaşam kavgasındaki bir gencin varlığını sürdürebilme mücadelesi anlatılıyor. 33 değişik kişiliğin canlandırıldığı "Nadir'in Hikayesi", günümüz insan gerçeğinin sorunu oluyor.
Tiyatro: Abdullah Şahin Nokta Tiyatrosu Yazan: Aziz Nesin Oyunlaştıran: Ali Berktey Yöneten: Ayşe Emel Mesci Çevre Düzeni: Ayşe Emel Mesci Müzik: Tahsin Incirci Oynayanlar: Abdullah Şahin, Tufan Akıncı, İhsan Ustaoğlu, Perizat Aydoğdu, İbrahim Gündoğdu, Turan Reis, Cem Akman, Metin Karaman, Sibel Nançin, Serpil Ertuğral, Neslihan Ekler, Emin Özbez, Şevket Set
a
Bir süredir tadilat çalışmaları yapıldığı için kapalı olan Taksim Sahnesi, dünyaca ünlü bir oyunla perdelerini açıyor.
cy
Kurt dibine sokulduğu halde, hâlâ onun kurt olmadığına kendini inandırmaya çalışan yaşlı eşeğe benziyor, insanlığımızı yitiriyor, "merkepleşiyoruz". Tüm toplumsal, ekonomik, kültürel, hatta en gündelik bireysel ilişkilerden insani ölçütler siliniyor, "merkep hukuku" ege men olmaya başlıyor. Kurdun ıslak nefesini apış aramızda hissetmemize ve ölecek denli korkmamıza karşın, hem birbirimizi, hem de kendi kendimizi kandırmayı sürdürüyoruz. Toplu bir yalan, yaşıyor, paylaşıyoruz. Oysa başka yollar da var.
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Ronald Harwood Çeviren: Ergun Sav Yöneten: Arşen Gürzap Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Giysi Tasarımı: Serpil Tezcan Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Oynayanlar: Haluk Kurdoğlu, Erdoğan Göze, Işıl Yücesoy
"Giydirici" Harwood'un anlatımı ile izleyenleri tiyatronun perde arkasına, tiyatro çalşanlannın dünyasına götürüyor. Seyirci "Giydirici"yi izlerken oyun içinde başka bir oyun izleme ve tiyatronun büyülü dünyası ile tanışma fırsatını buluyor. Ünlü bir Shakespeare oyuncusu ile giydiricisi arasındaki ilişkinin işlendiği oyun, 2. Dünya Savaşı'nın zorlu günlerinde geçiyor. "Giydirici"nin sürprizi ise, oyun içinde izlenen bir başka oyun. Bir tiyatro başyapıtı. Kral Lear... Oyunun bir özelliği daha var. "Giydirici" ünlü tiyatro oyuncusu Arşen Gürzap'ın ilk rejisi.
pe
Uyarıları, çıkışları, tepkileriyle kimi zaman onayladığımız, kimi zaman rahatsız olduğumuz, ama her ne olursa olsun görmez den gelemediğimiz Aziz Nesin, 12 Eylül 1980'den sonra giderek düşün yaşamımızda önemli bir "alternatif" kimlik oluşturdu. Korkudan korkar" hale gelmiş bir toplumu yüreklendirmeye, katmerlenmiş koşullan maların gözüne dimdik bakabilecek bir özgüven duygusu aşılamaya çabaladı. Aziz Nesin'in bu mücadeledeki en büyük silahı gülmece oldu. İşte "Hukuk-u Merkep Beyannamesi" böyle bir gülmece.
15
BU AY SAHNEDEKİLER Tiyatro: Dormen Tiyatrosu Yazan: Ray Bradbury Çeviren: Gül Evrin Yöneten: Hakan Ökten Dekor-Kostüm: Ersin Ökten Müzik: Alper Pala Oynayanlar: Mustafa Dinç, Murat Keleş, Ali Altuğ, Gürkan Uygun, Cenk Rofe, Alper Pala, Jinet Zalma, Sabiha Sefer
pe cy
Tiyatro: 5. Sokak Tiyatrosu Yazan: Venedict Yerofeyev Uyarlayan: Stephen Mulrine Çeviren: Ali Neyzi Yöneten: Mustafa Avkıran Oynayan: Payidar Tüfekçi
"Casus" olarak yakalanır ve tutuklanır. Ölüm cezasına çarptırılır. Ama onu asabilmek için bir ağaç bulunamaz ve görevli yorulur. O da tek başına kendisini asabileceği bir ağaç aramaya koyulur. O gün bugün ağaç aramaktadır. Şvayk milliyetçiliği bir kenara iterek kendi naif tavırlarıyla dünya savaşlarının veya ülke savaşlarının hiçbirine katılmamayı başarır. Kendini kurtarmaya çalışırken aslında benzersiz bir davranış biçiminin de yaratıcısı-kurucusu olur. Savaşa hayır. Savaşlar sürüyor ve biz evimizdeki televizyonlardan maç izler gibi savaşları izliy oruz. Tepkisizliğe hayır. Dünyanın her yerinde insanlar öldürülüyor.
a
Hayallerini bir takım elbisenin büyüsüne kapılan ve düşlerini bu elbise ile bütünleştiren altı gencin öyküsünün anlatıldığı " O Güzelim Kaymaklı Dondurma Rengi Elbise" Sayı ve çarşamba günleri sat 19.00'da Dormen Tiyatrosu Sahnesinde sergilenmektedir.
Yerofeyev'in "Moskova-Petrushki" romanından sahneye uyarlanan bu yapıt, şiirsel bir duyarlılıkla yaşamı anlatır. Oyun hem yalındır, hem şiirsel. Yazarın anıları ve düşleri giderek politik bir eleştiriye ve geniş anlamlar içeren bir yaşam öyküsüne dönüşür. Tiyatro: Kocaeli Bölge Tiyatrosu Yazan: Jaroslav Hasek Yöneten: Burhan Akçin Sahne Tasarımı: Erhan Demiray Giysi Tasarımı: Erhan Demiray Müzik: Metin Cansever Oynayanlar: Hakan Genciz, Cüneyt Gürbüz, Fatma Cengiz, İbrahim Şendoğan, Bekir Annıak, Bahar Şenol, Erol Çeker, Murat Korkmazyiğit, Gökhan Bozkurt Verilen tüm emirlere başüstüne diyerek itaatkâr dışavurumlarıyla tepkisini ortaya koyan Şvayk, askeri hiyerarşi ile alay eder. Kahvede sohbet eden Şvayk dedektif tarafından imparatora hakaret etmekten tutuklanır. Askerden kaçmaya çalışan Şvayk askere alınır. Albayın köpeğini çalıp Teğmen'e satınca cepheye sürülür. Bir dizi yanlışlıklar ve terslikler içine düşer. Her olay onu biraz daha cepheye yaklaştırır. Göl kıyısında bulduğu düşman üniformasını merak edip sırtına geçirdiği sırada askerler tarafından 16
Tiyatro: Osmangazi Bel. Kül. Merk. Yazan: Şevket Oto Yöneten: Emin Gümüşkaya Sahne Tasarımı: Zeki Bıçakçı Giysi Tasarımı: Hasan Ulusoy Işık Tasarımı: A. Açıkdüşünenler Müzik: Ömer Esmer Koreografi: Süleyman İlter Oyn: D. Orakçı, C. Erdem, C Kınık, T. Tanseli, O. Eşkin, T Saban, M. Şahin, R. Demirtaş, A. Özmol, E. Özen, S. Kılınç, K. Meşe, M. Gençboyacı, V. Kamış, Z. Yıldız, A. Yüksel, A. Azgın, B. Yazıcı, M. Bele, N. Alnıaçık, F. Yıldız, G. Komşuoğlu, Y. Yalçınkaya, B. Güney, U. Gümüşkaya, A.Kürşat, N. Komşular Absürd bir oyun olup, geçmişteki ve günümüzdeki telekızların yaşamları ile ilgilidir. Oyunun önerisi ise ahlâksızlıkların tarihten günümüze dek geldiğini ve kadınların kılık kıyafetlerinin ve modanın değiştiğini, duygu ve düşüncelerde, hesaplarda durumun devam ettiğini, bu oyunun evrensel bir karakterde bulunduğu. İkinci olarak da günümüz telekızlarının toplumdan saygı istemeleri bunun da gerçekleşmesinin çok zor olduğunu ve de mümkün olmayacağını anlatır.
BAKIŞ
TİYATRODA YARATICILIK VE SANATÇI KİMLİĞİ M a c i t Koper
potansiyel yaratıcılığını açıklaması olasılığı yoktur. Beyin fonksiyonlarından haberdar olmayan ve bölümleriyle bu fonksiyonların sorumluluğunu kabul etmeyen bir bünye asla hareket etmez, edemez.
a
Yaşadığımız ülkede, ödenekli tiyatro kurumları, devletin yapısal sorun ve çarpıklıklarını kendi çaplarında yaşayan mod ellerdir. Dolayısıyla, bu kurumların yöneticilerinin birincil amacı, kurumun yapısını değiştirmeye yönelik çalışmalar yap mak ve giderek değiştirmektir.
Yaratıcılık alanı, herkesin kendi yaratıcılığıyla katılabileceği bir platforma dönüştürülmelidir. Yürürlükteki yasa, tüzük ve yönetmeliklere rağmen, sanat kavramının kendiliğinden ka bulüyle oluşturulacak anlayış, kurum disiplininin çoğulculuk yönünde esnemesine ve sorumlulukların bire kadar dağıtılmasına yardımcı olacaktır. Elbette sorumluluklar çeşitlenip dağıtıldığında yeni ve kişisel mücadele biçimleri türeyecek, hesapta olmayan kişisel tatmin yolları ve tatminsiz likler ortaya çıkacaktır. Eleştiri-özeleştiri ve ikna yöntemi hem küçük rahatsızlıkların panzehiri hem de yeni bir sanatsal etik yaratmanın yoludur. Kurumdaki sanatsal kimliklere ve yaratıcılığa ilişkin yabancılaşma ancak böyle bir demokratik yaygınlaşmayla giderilebilir. Bu durumda yöneticilerin donandıkları yetkilerle yapmaları gereken, iktidarlarını kullan mak değil, bu iktidarın tabana nasıl yaygınlaştırılacağını ve devredileceğini araştırmaktır. Demokrasilerde elbette çare tükenmez ama, önemli olan çarelerin demokratik yollarla üretilip üretilmediğidir.
pe cy
Bu değişime ayaklık edecek "Özerkleşme", epeydir tartışılan ve çözüm önerileri üretilen, sonuçta yine devletin yasal biçimlen mesine, kültürel-sanatsal zihniyetine bağımlı bir konudur. Mutlaka kazanılması gereken bu savaşımın sonucunda, özerk lik ele geçtiğinde bile, bu kurumların işlevleriyle doğrudan ilişkisi bulunan "Yaratıcılık", her aşamanın en önemli sorunudur. Özerkliğe doğru evrilebileceklerini düşündüğümüz bu sanat kurumlarında yöneticilerin, yaratıcılık kavramına bakışları ve onu gündeme getirme biçimleri, kurumun iç yapısını değiştirebilmek ya da değiştirememekle doğru orantılıdır. Bu da bizim düşüncemizde, sonuçta, bu yönetici lerin değişmesi ya da değişmemesi gerekliliğine bağlanmak tadır.
İç yapıyı, olmazsa olmaz yaratıcılık kavramına bağımlı olarak değiştirmek, yaratıcılığı iç yapıyı değiştirmenin merkez dina miği haline getirmekle örtüşür. Özetle, yaratıcılık kurum içinde süratle yaygınlaştırılmalıdır. Şimdiki gibi "Ödenekli" ve gelecekteki "Özerk-Ödenekli" kurumların yöneticileri, kurumu salt kendi yaratıcılıklarına açılmış bir alan ya da çeşitli yaratıcılıkları kendi kimliklerine hizmet veren bir vitrin olarak görürlerse, iç yapılanmanın yaratıcı bir değişime evrilmesinin olasılığı yoktur. Bu evrilme yaratıcılığın tabana ve her hücreye yaygınlaştırılmasıyla olasıdır. Sanatla halhamur olunan bir kurumda, her türlü görev dağılımının sanatsal nitelik taşıdığı bir yapıda, tepeden inme, sadece yöneticilerin sorumluluğundaki bir sanat politikasının gündeme gelmesi olağandır, ancak bu politikanın o kurumun
Şimdi, böyle bir sanatsal yönetim anlayışının gündemde olduğunu varsayalım. Sözü edilen sanatsal kurumlardaki sanatçı kimliği taşıyan bireyler bu cins bir iç yapılanmaya, sorumluluklar yüklenip yaratıcılığını yeniden gözden geçir meye, hem kendisi hem de kurum için sanatçı-birey olmaya hazır mı? Günümüzde bir sanatçı kimliğin oluşum süreci ve hareket edeceği kültürel-estetik alan, yazılı-görüntülü ve de renkli medyanın olağanüstü çaba ve katkılarıyla alabildiğine kirletil miştir. Bir gün kendi parsellerinde ürettikleri medyatik malze meyi sanat alanına sanatçı olarak sürmektedirler. (Tiyatroda, özellikle ödenekli kurumlarda bu absürd medyatik göçün farkına varılmış olmasına rağmen, önü alınamamaktadır. 17
pe cy a
Macit Koper, "Aslolan Hayattır"ın provasında. Sinemadaysa, yedinci sanatın çaresiz medyatik ilişkilerinden dolayı, hiç farkında olunmayan bir tavır takınılmıştır.) Artık bir sanatçının bir sunucu olarak talep edilmesinden çok, bir sunucunun bir sanatçı olarak lanse edilmesi sözkonusu. Mankenlik kursunu henüz bitirip podyuma ayağını basan kimse, artık bir sanatçı adayıdır. Ve yanına yaklaşan gazeteci veya televizyon muhabirinin bu adaya ilk yönettiği soru "Sinemaya ya da tiyatroya geçmeyi düşünüyor musunuz?"dur. Onun da zaten ideali sinema ya da tiyatro oyuncusu olmakmış. Üstelik zaten bir iki televizyon dizisi ya da programı teklifi almış. Bu durumda tiyatro-sinema sanatçısı olabilmek için ilk iş elbette, bir manken kursuna ya da ajansına yazılmak. Verdiğim örnek hiç abartık değildir, çevremize biraz dikkatlice bakarsak, hatta masum bir örnektir bile. Masum bir örneği de gelin tiyat ronun içinden verelim. Bir oyunun provasında, aynı zamanda bir televizyon dizisinde görevi olan bir arkadaş provaya beklen mektedir. Arkadaş provaya gelmiyor ama telefon ediyor yönetmene. Veee.. diziden kendisine, provaya gelmesi için izin verilmediğini söylüyor. Söyleyebiliyor. Bu arkadaş tiyatrodan aldığı izinle, bir ek iş olarak, bir televizyon dizisinde görev almaktadır. Bu izin kendisine tiyatronun işlerini aksatmamak kaydıyla verilmiştir. Ayrıca çalıştığı televizyon kurumu yetkili lerinden bu görevin tiyatrodaki görevini aksatmayacağına ilişkin yazılı belge alınmıştır. Gelinen bu soyut olduğu kadar tehlikeli nokta sadece ekonomik koşullar falanla açıklanirsa, sanat manat diye herkesin ağzına çekirdek olan alan, sorumsuz ve sahipsiz kalır. Her parsel ve adasıyla medya, özellikle televizyon kendine özgü bir acil estetik yaratmıştır. Yaratmaktadır. Bu keşmekeşe soyunan sanatçılar, bırakın kendilerini korumayı bu yoz estetik le yeniden biçimlenmektedirler. Üstelik tiyatrodaki görevlerini yürütmek zorunda kaldıkları süre içinde de, aldıkları o yeni 18
eğitimin ışığında icra etmektedirler sanatlarını. O medyatik estetik ve yaşama biçimiyle. Her biri tiyatroda kendi sanatını geliştirecek bir üye olmak gerekirken, giderek tiyatro sanatı için yok edici bir bomba haline gelmektedirler. Bu sanatkârların sayısı gittikçe artmaktadır. Bu kanser tiyatroya yeni yönetimsel sorunlar eklemekte, belli sürelerde giderilmesi olası sorunları da çözümsüz hale getirmektedir.
Medya ile fazla haşır neşir olmamış ama yine de onun ideolojisiyle biçimlenen bir bölük sanatçının hastalığı da bir cins ben benciliktir. Oyun oynamadan oyuncu, vakti gelmeden yönet men kesilen, kendini kendinden menkul anlayışla ulaşamadığı konumlara konduran, kimliğinin bu yaşanan hercümerc içinde, öyle görünmeye gereksinimi bulunanlar. Bunlar, medyatik ide olojinin "Kendi reklâmını kendin yap.." öngörüsüyle ve köşeyi dönme fırtınasının ekonomilerine değil ama psikolojilerine yansıyan dürtüsüyle her an Genel Müdürlüğe ya da Genel Sanat Yönetmenliğine adaylıklarını koyma eğilimindedirler. Ve elbette her türlü eleştirileri de bu boyutlardadır. Zaman zaman "Tiyatro Öldü" fetvasını da verebilen ve bu saf satayı gündelik bir gerçekmişcesine sunabilen medyayla ilişkileri, tiyatronun kendi sanatsal silahlarıyla yeniden gözden geçirmek şarttır. Bu her ödenekli kurumun ve bu kurumlardaki her sanatçı bireyin özeleştirisiyle başlayabilecek bir süreçtir.
Burada, ödenekli tiyatrolardaki yönetim sorunlarına, üremiş bütün sorunların kaynağı olduğunu düşündüğümüz bir açıdan bakmaya çalıştık. Elbette yaşanan deneyimlerin sağlıklı bir eleştirisi yapıldıktan sonra, çok sahneli bu kurumlarda en akla yakın yönetim biçimi, yerinden yönetimdir. Bu başka bir yazının konusudur ama, yerinden yönetimin günahlarından arındırılabildiği oranda, amaca yaklaşabilecek bir sistem olduğunu da söylemeden geçmeyelim.
a
pe cy
a
pe cy
a
pe cy
a
cy
pe
DOSYA
pe cy a
TİYATRODA ALTYAPI SORUNLARI •"'-'I:":....,«,,^,„
\
-
-ki I k,s
- •"' '" f '
-:«;^:..;:.:, .
DOSYA
TÜRK DEKORATÖRLER MUCİZELER YARATIYOR.. Şengezer
Uzun yıllardan bu yana, gerek özel tiyat rolar, gerekse ödenekli tiyatrolar bina, salon ve sonunda da sahnesizlik sorunuyla uğraşmaktalar. Binasızlık, salonsuzluk, giderek sahnesizlik çeşitli yönleriyle incelenmekte ama tiyatronun dekoratörünün bu olaylardan nasıl etki lendiği ve onunda tiyatroyu nasıl etkile diği göz ardı ediliyor. Bir tiyatronun temel sorunlarından en önemlisinin dekor, aksesuar, ışık olduğu yadsınamaz. Bütçesini temelinden ilgilendiren, gelirini giderini birbirine katan bir atar damar. Oyuna katkısını, başarılı olup olmadığını bir yana bırakarak, şöyle bir özetlersek, matine ve suare olarak haftalık ve aylık temsil sayısını, repertuarını, turnelerini belirleyen çok önemli bir etken.
pe cy
a
Osman
Dekoratör, dekor tasarımının daha ilk adımında, eserin oynayacağı tiyatro binasının verilerini gözönüne almak zorundadır. Binanın kapısının ölçü lerinden tutun da, sahnesine giderken aşılacak merdivenlerin boyutlarını bile gözönüne almak zorundadır. Dekor parçalarınızın ölçülerini bunlara göre uydurmak zorunda olduğunuzdan, dekorunuza daha ilk ağızdan müdahale edilmiş demektir. Hadi binaya girdik, sahne şekil ve ölçülerinin, sahne ağzı veya tavanının boyutları, salondaki her hangi bir koltuğun, balkondaki seyirci lerin sahneyi nasıl gördüklerini düşünmeden dekorunuzu nasıl çözümleyeceksiniz? Bazen sahnenizi hiç görmeden, dekor çizmek zorunda kala bilirsiniz. Salt bu nedenlere dayanılarak bir düşünce veya bir proje doğmadan gömülmek zorunda kalmıştır. Sahnenizin bir İtalyan sahne mi, yoksa
24
meydan sahnesi mi diye bir lüks düşün ceye, daha gelinmemiştir bile. Dekoratör, tasarım ve yapım aşamalarında sahnenin boyutlarından, hacminden etkilenmeden düşüncelerini gerçekleştirebilir mi? Farkındaysanız, daha sanatsal açıdan, estetiği gözönün alarak hiçbir yaklaşım yapamadınız. "Mekân", dekoratörün öteden beri en önemli sorunlarından olmuştur. İlk ağızda dekor, doğrudan mekâna gön dermede enstalasyon-yerleştirme ise, mekân bir kurgulama olarak tanımlanıyorsa, o yer için, o yere ait gibi specific tanımlamayla bir yaşam alanı yaratısı ise, siz bu işi daha birinci adımda kaybettiniz demektir. Ödenekli tiyatrolar, özel tiyatrolar, bili nen çeşitli nedenlerle repertuar düzeniyle çalışmaktalar. Bu düzende, her gece bir başka oyun yeri bir başka dekor demektir. Dekorun nasıl sökülüp kurulacağı, bunun en kısa zaman sürecinde nasıl yapılacağı, dekorun yıpranmasına nasıl engel olunacağı, daha estetik sorunlara gelmeden karşınıza çıkan olaylardır. Öyle özel tiyatrolar var ki, bir cumartesi günü 11.00'de çocuk oyunu oynuyor, 14.00'de bir oyun, 18.30'da bir başka oyun, 21.00'de bir başka oyun oynuyor. Bazen iki ayrı tiyatro topluluğu aynı sahneyi paylaşıyor. Tüm bunlar avuç içi kadar bir alanda olmak zorunda. Sahne gerisi, sahne yanları olmayan, bir şeyler asabileceğimiz sofitası hiç olmayan, dekor parçalarını depolayabileceğiniz herhangi bir hacmi olmayan alanlarda repertuar düzeninin gerektirdiği dekor çözümleri nasıl bulunabilir? Öyle tiyatro sahneleri var ki, dekorlar sahneye ancak
a
sökülmesi için deneyimli sahne teknisyenlerine gerek vardır. Özel tiya troların bu kadrolara yeterince para ödeyememesi, sürekliliği olan bir iş sağlayamayarak hep bir gelecek korkusu yaratması, bu alanda çalışmayı cazip kılmamaktadır. Bir okulu olamayan, usta çırak ilişkisiyle yetişmesi gereken bu kadroların bir tiyatronun yaşamı için büyük önemi olduğu hep göz ardı edilmektedir. Hep geçiştirilen bu durum, tiyatroların teknik kadrolarını zayıflat makta, bu nedenle de hem temsil akışları hem de büyük paralara mal olan dekorların çok çabuk eski yüzlü olmalarına neden olmaktadır. Eleman sıkıntısı, dekoratörün yakasını dekor hazırlama, gerçekleştirme süresinde de bırakmamaktadır. Sahne için hazırlanacak her şeyin, tiyatroyu bilen kişilerin elinden çıkması gerekir. Normal bir marangozla sahne için çalışacak marangozun arasında büyük farklar vardır. Demircinin, boyacı ve ressamın hep sahne adamları olmaları gerekir. Marangoz, demirci, bezci, boyacı, ressam, butafor gibi elemanları bulmak, bir araya getirmek malesef çok zor bir iştir. Kostüm gerçekleştirilmesi için bile bulunacak terzinin tiyatro dikişinden anlaması gerekir.
pe cy
seyirci salonundan girebilmektedir. Bazen tavanlar o kadar alçak olmaktadır ki tavanı bile tasarıma katmak zorunda kalabilirsiniz. Eğer çizmek zorunda olduğunuz dekor 12 tabloluk bir çözümü gerektiyorsa, dekoratör değil, deha olmanız gerekmektedir. Çoğu zaman geniş bir pencereden bir man zara ya da balkondan görülen bir boşluk yapmanız gerekiyorsa, bunlardan hemen vazgeçip, bir perde veya panjurla duru mu kurtarmaya çabalayacaksınızdır. Çoğu zaman oyuncu kapıyı açıp sah nenin dışına çıkmaya çalıştığı zaman duvara çarpıp ya da koşarak merdiven leri çıktığı zaman tavanın bir kirişine tosladığı günlük sorunlardandır. Yurtiçi turnelerinde, sahnesi ince uzun sine malarda iki boyutlu hale gelen dekor ların durumu, tiyatro salonları üçüncü katta olan ve dekorların daracık merdi venlerden taşınılırken ne şekilde yıpranacağı da hep sizi düşündürecek durumlardır. Özel tiyatrolarda dekoratörlerin karşılaştıkları çok önemli bir eksiklikde eleman sorunudur. Türkiye'de ya aktör ya da rejisör yetişmektedir. Sahne teknisyeni, dekor taşıyıcısı, sahne marangozu, dekor onarımcısı, ışık uzmanı gibi kadrolar hemen hiç yok gibidir. Repertuar düzeninin, turnelerin temposu, dekorların sürekli kurulup,
En büyük zorluk çekilen bir başka konu da, malzeme sorunudur. Türkiye'de
hiçbir yerde, hiçbir şekilde tiyatro dekoru için herhangi bir malzeme üretilmemektedir. Dekoratör hep dekoruna katacağı malzemeyi keşfetmek ve her seferinde yeniden yaratmak zorundadır. Bazen dekoratör dekorun konstrüksiyonu için gerekli olan ve eğilip, deforme olmayı önleyen fırınlanmış, kuru keresteyi bile bulamamaktadır. Yurtdışında kolayca ve sürekli bulunabilen hafif, kolay taşınabilir kontraplaklar, suntalar da bu duruma dahil. Örneğin Avrupalı bir dekoratör duvarlarına koyacağı kartonpiyer duvar süslerini ya da röliyef duvar süslerini çizip, ölçeklendirip sipariş etmekte, fab rikalar da kendisine bu süslemeleri lastik lerden metrelerce imal edip, getirmekte dir. Hem kırılmayan, hem kolay taşınır, kolay depolanabilir bu malzemeler sorunları temelinden çözmektedir. Biz bu tip süslemeleri alçılarla, çamurlarla, karton ve gazete kâğıtlarıyla, plastik tutkallarla yapabilmek için, harcadığımız zaman ve işçiliğe aldırmaksızın, kırmadan yapabilmek için çırpınıp dururuz. Bu örnekler çoğaltılabilir ve çeşitlendirilebilir. Türkiye'de ve Türk Tiyatrosunda, Türk dekoratörlerinin nasıl yoktan var ederek dekor çıkartabildiklerine şaşarak, mucizeler yarattıklarına inanıyorum. Bu çabaların, uzun yazılara ve araştırmalara konu olabileceğine inanıyorum.
DOSYA
SAHNE TASARIMINDA UYGULAMA SORUNLARI Özhan Özdil
En yalın tanımıyla sahne tasarımı bir oyunun özgün uzamını anlıkta kurma eylemidir. Tasarımcının anlığında olgunlaşan tasarım, nes nelleşme sürecine girdiğinde kimi zaman sanatsal ya da işlevsel değerlerinden ödün vermek zorun da kaldığı sorunlarla karşılaşabilir. Bu kısa yazıda ele aldığım bazı ana sorunların daha çok görece iyi örgütlenmiş ödenekli bir tiyatro kurumu için geçerli olacağını önceden belirtmeliyim.
cy a
Uygulamada ortaya çıkan sorunların çeşitliliğini ve karmaşıklığını daha iyi anlayabilmek için bir yandan sahne tasarımının ana öğelerini ve öte yandan tiyatro kurumunun alt ve üst yapısını kısaca gözden geçirmek gerekir kanısındayım.
pe
Sahne tasarımı şu ana öğelerden oluşur: Uzam, donatı, giysi, ışık, ses. Bu öğelerin tümü bir kişi tarafından tasarlanabileceği gibi uygulamada genellikle birden çok uzman kişi tarafından işbölümü yapılarak tasarlanır ve uygulanır. İşte burada biçem bütünlüğü bakımından ilk ve en önemli sorunlardan biri ile karşılaşabiliriz. Herkesin ortak bir biçeme bilinçle ve uyum içinde yönelmesi için masa başı çalışmalarının daha ilk günlerinde, yönetmen neyi amaçladığını, nasıl bir yoruma gitmek istediğini tasarımcılarına açık bir biçimde anlatmalıdır. Belirsizlik, tutarsız tasarımlara yol açabileceği gibi karar vermede geç kalmalar uygulama için gerekli olan zamanın azalmasına yol açabilir.
3) Uzman görevli eksikliği 4) Deneyim ve bilgi eksikliği 5) iletişim zayıflığı 6) Taşıma, ulaştırma, depolama sorunları 7) Bürokrasi Sözgelimi birinci grup sorunlarını biraz açımlaya lım: Sahnelerin tiyatro mimarisine uygun olmayan yapıları, boyutlarının ve teknik özelliklerinin bir birinden çok farklı olması bir sahneye göre yapılan bir tasarımın diğer bir sahne uygulan masını kimi zaman olanaksız kılmakta ya da her sahnede uygulanabilsin diye tasarım basitleştirilmekte, boyutları küçültülmektedir. İşliklerin yetersizliği kimi işlemlerin son derece ilkel koşullarda (kış günü açık havada fon perde boya mak gibi) yapılmasına neden olmaktadır. Mimari açıdan işlevleri gereği yan yana olması gereken tiyatro birimleri birbirlerinden ayrık ve uzak olması nedeniyle zaman ve işgücü kaybına yol açmaktadır. Tiyatronun üstyapısından yansıyan sorunlara gelince bunlar daha çok tiyatro yönetiminin yeni bir oyun sahneye koyulurken aldığı kararların 'yerindeliği' ile ilgilidir. Örneğin aynı zamanda bir den çok oyun hazırlanıyor ve üstelik ivedilik gerekiyorsa bu hem satın alma birimini hem de tasarım ve uygulamayı dar bir boğaza sokacak, ister istemez ucuz çözümlere kayılacaktır. Kuşkusuz böyle bir tutum topluma yönelik sanat sal sorumluluktan ödün vermek anlamına gelebilecektir.
Tasarımın nesnelleşmesi iki ve üç boyutlu (çizimmaket) anlatım teknikleriyle başlar. Burada iste nilen, çizimlerin teknik resim ölçümlerine uygun bir biçimde yapılarak üretilecek parçayla ilgili doğru ve tam bilgi vermesidir. Bu konuda sorum luluk en başta tasarımcıya ve yardımcılarına düşer. Yanlış ve eksik bilgi içeren resimler iş dene timini zorlaştırdığı gibi önemli zaman, gereç ve işgücü yitimine neden olur.
Kanımca, tüm bu sorunların çözümü bugün ekonomiden çok eğitim ve kültüre dayanmak tadır. Tiyatro yönetimini aşan ve ivedilikle çözüm bekleyen sorunların sürüncemede bırakılması gerek yerel yönetimlerin gerek toplumun sanata nasıl baktığının ve sanata ne ölçüde gereksinim duyduğunun bir göstergesi olmaktadır'.
Altyapıdan kaynaklanan sorunlar uygulamayı doğrudan etkiler. En önemlilerini şöyle gruplandırabiliriz: 1) Sahne ve işliklerin yapısal sorunları 2) Araç ve gereç yoksunluğu ya da yetersizliği
Tiyatro, kültür ve sanatın dolayısıyla insan duyarlılığının yoğunlaştığı bir kurum olması gerekirken çözülmemiş sorunlarıyla nedense gözüme hep toplumun küçük bir maketi gibi görünür.
a
pe cy
pe cy a On yıllık çalışma sürecimiz sonunda vardığımız noktada, bir tiyatro 'toplu luğunun' uzun vadede var olabilmesi için en önemli öğenin, kendilerine ait bir çalışma-sahneleme mekânı olduğunu söyleyebiliriz. Birkaç topluluğun geçici olarak paylaştığı mekânların çözüm olmadığı düşüncesindeyiz.
Elemanlarını sık sık değiştirmek zorunda kalan bir tiyatronun bizce "topluluk" kavramının içini doldurması mümkün değil. Yönetmen merkezli de çalışsa, her tiyatroda insanların birbirinin dilin den anlaması için zamana ihtiyaç vardır.
İkinci önemli nokta; kadro... Tüm zamanını ve emeğini tiyatroya verebile cek, kendi iç eğitimini sürdürebilecek ve böylece kendini zamanla yenileme
Bu iki öğe; kadro ve mekân, tiyatro topluluğunun ekonomik durumunu akla getiriyor. Hiçbir tiyatro topluluğunun dışardan maddi destek almadan bu iki
şansına sahip bir kadro.
temel öğeye sahip olamayacağını düşünüyoruz. Gişeye bağımlı bir tiyatro 'işinde' zamanı, mekanı, kadrosunu özgürce değerlendiremez. Cesur davranamaz, risk alamaz. Çünkü alışılagelmiş seyirci beklentisini karşıladığı sürece gişesi ti yatroyu ayakta tutar. Ama bizim gibi sekiz yıldır kendi seyir cisini yaratma sürecini yaşayan bir toplu luk, seyirci-mekân-oyun-oyuncu
pe cy a
KENDİNE AİT BİR ÇALIŞMA Bilsak T i y a t r o A t ö l y e s i
SAHNELEME MEKANI
ilişkisinde kendine özgü bir dil oluştur mak için çalışır... 300-500 kişilik salon larda yaptığımız iş zedelenebilir. Oyunmekân ilişkimizi, istediğimiz gibi yakın kurduğumuzda, her oyunda 50 kişilik bir seyirci kitlesine sesleniyoruz. Bu da açıkçası, ekonomik açıdan akıllıca bir çözüm değil. Öte yandan şimdiye kadar sahnelediğimiz tüm oyunlarda görsel plastiğimizi oyuncunun bedeni ve yüzü üzerine kurduk. Bunun nedeni
ayrıntılara dayalı bir oyunculuk anlayışı kadar, oynadığımız mekânlarda derinlik olmayışından kaynaklanıyor. Sahne üstü fotoğrafında bütünsel bir etki yaratma hedefi, hem ışık, hem de mekân açısından 'dar' kalışımızdan dolayı erte lendi. Kuşkusuz olanaksızlıklar yaratıcılığın tüm yollarını tıkamıyor. Ancak yön değiştirtiyor... Rejilerimizde özellikle mekânla ilgili tüm çözümler de oyuncu luk ağırlıklı oluyor. Örneğin 'Gitmeden
Önce'de tüm mekân değişimleri oyun culuk manevraları ile çözümlendi. Oyunun epik-göstermeci olmadığını da belirtmek gerekir. Ancak yine de çözümsüz kaldığımız noktalar var; yapım maliyeti ve kadro açısından. Bu yüzden Shakespeare'nin 'Fırtına'sını, Poliakoff'un 'Çilek Tarlalarını ve Çehov, İbsen gibi yazarla ele alıp sonra raflara koyuyoruz...
F o t o ğ r a f : Y ı l d ı r ı m Arıcı
DOSYA
TİYATRODA. ALTYAPI, İZLENİMLER, GÖZLEMLER D u y g u S a ğ ı r o ğ l u "BİR KALAS, BİRAZ HEVES"... Elbette biraz da yaratıcı güç... Ve de akıl, ama bilgi de yoksa nasıl olacak?... Coşku, kararlılık, tutku, yetenek, erk.... Hepsine birden gereksinim yok mu? Evrenin, içinde yaşadığı toplumun gerçeklerine, çağdaş beklentilere, sanata nasıl sırt çevrilebilir?
pe cy a
1920'lerde KOZİNTSEV (FEKS) "Yaşam, aşırı kaba, şaşırtıcı, sinir bozucu, düpedüz yararcı, mekanik biçimde güncel, şipşak, ivedi bir sanatı dayatmaktadır. Böyle olmazsa kimse dönüp de sanata bakmayacak, kulak vermeyecek" diyordu. Günümüz TV programları, âdâmın belki de haklı olduğunun somut göstergeleri değil mi? Sanatçı ve düşünül oğlunun bunca bin yıl, acı, çile, işkence, ölüm pahasına, karanlığa, bilinmeze, razı olmaya karşı verdiği savaş artık, sokak çeteleri savaşlarına, yağmaya, cep hırsızlığına dönüştü. Kendi dar sokaklarında, kendi küçücük tartışmalı başarılarını, dev zaferler sanan, bir sürü çapulcu nun, kapkaççının, kendi aralarındaki bir dalaşmaya... Bu ortamda ne altyapısı? Ne için? Kimin için? Altyapı, hiçbir zaman, hiçbir olayda, o an belirip hemen kaybolan, gereksinimler için kurulamaz. Belirli hedefler, olmazsa olmaz nedenler, amaçlarda tutarlılık, süreklilik, standart lar gerekir. Daha iyiyi ve güzeli isteyebilmek bir bilgi ve görgü birikimi sonucu olasıdır.
Yirmi yedi yıl sonra tiyatro tasarımına döndüğüm zaman, Karaca Tiyatrosu'nda, döner sahneyi artık dönmez, kazara dönmeye niyetlendiği o zaman larda da korkunç böğürtüler çıkaran, yenilenmiş bir motorla buldum. Kimse bu iş için senkron, değişken devirli bir motor gerektiğini düşünme miş, sürtünmeleri hesaba katmamıştı. Yine, yeni yenilenmiş sofita kimse kullanmadığından, taşıyan telleri birbirine dolanmış, karşı ağırlıkları surda burda, başka amaçlar için sürünen, çalışmaz, güvenilmez bir durumdaydı. Sahne zemini, onarım çalışmalarından arta kalan, kalıp tahtalarıyla döşendiğinden, eğri büğrü ve basıldıkça yer yer gacur gucur ötmekteydi. Sorduğumda "semav perdesi" diye cevaplandırdıkları bir bez yığını, sahnenin ağzında, koca bir kütle halinde duruyordu.
Acemice yapılmış derme çatma donanımı o kadar umut vermiyordu ki, bir daha saramayız korkusuyla, açmaya yeltenmedim bile. Ön ışık köprüsü o kadar uzak ve yüksekteydi ki aşağıdan desteklenmedikçe göz çukurlarındaki gölgeleri kaldırmak olası değildi. Aşağıda ise yeteri kadar sorti düşünülmemişti. Babadan kalma ramp ışıkları gibi her şeyi birden yakmak gerekiyordu. Dekor taşımak için bir vinç donatılmıştı ama tasarımı tümden yanlıştı. Bu yüzden yapıldığından beri hiç kullanılmamıştı. Ya da bir lunaparkın yanıltıcı aynalar çadırından farksız fuayeye ne denebilirdi ki? Daha da sayarım ya, asıl beteri tiy atronun yönetimi, temizlik sorunları artıyor diye salonun dolmasını pek istemiyordu. Gençliğimin en değerli yıllarını içinde geçirdiğim, Muhsin Bey'in özene bezene yaptırdığı Küçük Sahne'ye restarasyondan sonra merakla koştum. Mat, doğal renkli, cilalı ahşap yüzeyler, içine kırmızı boya katılmış parlak vernikle yenilendiğinden salon kebapçı dükkanına dönmüştü. Salona açılan kapıların arkasındaki ışık kesen kadife perdeler yok olmuşlardı. Eskiden kalan perde rayları yerinde duruyorlardı ama kimsenin ne işe yaradıkları hakkında bir fikri yoktu. Çelik yangın perdelerinin yerinde yeller esiyordu. Zaten küçücük sahne gerisindeki tek dışarıya penceresi olan şömineli oda, bekçilere yatak odası diye ayrılmış, o çok değerli yığınla sanatçının anılarıyla dolu olan, tiyatrodan koparılıp yok edilmişti. Fuayede Kültür Bakanlığı'nın hatırşinas gayretleriyle düzenlenmiş, geçmişte o tiyatroda emek vermiş sanatçıların isimleri yazılı panoda, herkesi buldum. Bir tek defa sahne solundan sağına geçmiş olanları bile, ama Muhsin Bey'in zamanından başlayarak, Ferhan'ın dönemine kadar o tiyatrodaki bütün ekiplere tasarım üretmiş, işini daha iyi yapabilmek amacıyla sahneye çıkıp oyun bile oynamış kendiminki dışında. Doğal ki bunun hiç önemi yok. Ama en önemli görevlerden biri kültürel alt yapıyı sağlamak olan bir bakanlığın yaklaşımı böyle olmamalıydı. Altyapı sadece salonlar ve donanımlarıyla oluşturulamaz ki. Ya Dostlar Tiyatrosu'nun sözüm ona kültür kompleksine
lecek yetişmiş elemanlar açısından, son derece yoksuluz. Geçmişteki kırık dökük kazanımlarımızı da koruyamıyoruz. Daha da beteri, bilgi ve görgü dağarcımız bomboş. Her şeyi yeniden keşfetmeğe mahkum edilmiş gibiyiz. Her yeni gelen bir gün evvelkilerini yok sayarak başlıyan işe. O gün öğreniyorlar, akşama doğru
pe cy a
dönüştürülmüş hali? Yapılanın işlevsel olup olmadığına aldırmadan, paldır küldür, yalap şulap oldu bittiye getirecek yerde, bu konularda birikimi olan biriler ine danışılamaz mıydı?
Salonlar, sahneler açısından, gerekli donanımlardan, o donanımları kullanabi
biliyorlar, yarın yapmağa başlıyorlar. Sadece altyapı eksikliği de değil sorun. Birikim yok, hafızamız yok. Başarılarımızdan da, yanlışlarımızdan da ders alamıyoruz. Altyapı da bu yüzden oluşamıyor .
31
pe cy a
"ARTIK, KARAMSARIM..." N u r e t t i n Özkönü
Sanıyorum 1985-86 yıllarında Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü tarafından Kültür Bakanlığı'na bir norm proje sunulmuştu. Bu proje yurt genelin deki sahnelere bir standart getirmek amacını taşıyordu. Zira yurt genelinde farklı ve yetersiz ölçülerde ve teknik imkânlardan yoksun sahnelere götürülen temsillerin teknik yapısından ödün ver iliyor, birçok temsil eksik dekorlarla oynanılmak zorunda kalınırken seyirciye hazırlandığı şekilde sunulmakta güçlük çekiliyordu ve bu nedenlerden
pe cy
a
Benden tiyatromuzun altyapı sorunları ile ilgili bir yazı yazmam istendiğinde, bu kadar sorun içerisinde yazıma nasıl ve nereden başlayacağıma karar vermekte çok zorlandım doğrusu. Zira yirmi beş yıldır yaşamakta ve boğuşmak/a olduğumuz bu sorunları yazdığım bir raporla ilgililere iletmeye çalışmış ve çözüm aramıştık. Bu arada çok uzun yıllarda birbirimizle yalnız konuşmuştuk. Ancak bir çözüme ulaştığımız söylenemez, bu konuda artık karamsarım.
Seyirci salonu, ışık ve ses kumanda yeri, soyunma odaları sahne ve yardımcı sahne alanları kulisler, sahne tavanı yani sofita, ışık ve ağırlık galerileri, ışık köprü leri ile orta ölçekli bir sahne boyutlarına göre hazırlanan bu norm proje ile Kültür Bakanlığı aracılığı ve işbirliğiyle tiyatro binası veya Kültür Merkezi inşaa etmek isteyen yerel yönetimler, devlet veya özel kuruluşlara ulaşılarak bu standartlara uygun ve yakın proje üretmeleri sağlanacaktı. Ancak bu girişimin yeterli ölçüde hayata geçirildiği söylenemez. Zira yukarıda değindiğim sahne sorunları halen artarak devam etmektedir. Son yıllarda daha çok Kültür Merkezi veya çok amaçlı salonlar adı altında yapılan sah nelerde sanki tiyatro sergilenmemesi için ne gerekiyorsa o yapılmaktadır.
Bu anlattığım senaryo hayal ürünü değildir. Buna benzer birçok olaya yakınen tanık oldum ve çözüm getir meye çalıştım. Bir çok yapının tiyatro sahnesine dönüştürülmesi için veya aslında tiyatro amacıyla yapılan ancak kullanılması mümkün olmayan sahneler için proje çizdim ve uygulanmasına yardımcı oldum ve uyguladım. Yakın bir zamanda yazdığım bir rapor dan bahsetmek istiyorum. Bu raporu o zaman genel sanat yönetmeni olan bir sanatçının isteği ile hazırladım. Burada amaç eski bir yapının onarımı ve Kültür Merkezine dönüştürülmesi sırasında yapılan hataların düzeltilmesi ve daha işlevli olanaklara kavuşturulması için finansmanı sağlayan kuruluşa ışıktutrfıaya yönelikti. Hazırladığım raporu yazıldığı gibi buraya aktarmakta yarar görüyorum.
pe cy
Bu projeleri üretenler tiyatro ve sahne tekniği konularında bilgi sahibi olmadıkları gibi kendilerini bilgilendirebilecek kuruluşlarla ve uzman kişilerle işbirliği yapmayı gerekli görmemekte veya akıllarına getirememektedirler. Tabiidir ki bir tiyatroda ve sahnede nelere gerek duyulduğunu, sahnenin nasıl ve ne ölçüde olmasının şart olduğunu bilmeyen, bilgilenme gereğini duymayan zihniyetten, değinilen sistem leri kapsayacak sağlıklı bir projenin üretilmesi beklenemez.
bir köprü yapmışlar ancak projektör ölçülerinde baz aldıkları projektörler pro fesyonel amaçlarda kullanılmadığından takılacak 1000 Watt'lık projektörlerin hareketi sınırlı kalmaktadır. Sahneyi gösterdikleri ilgili, bilgisi dahilinde sınırlı öneriler getirir ama emin değildir. Daha detaylı çözüm için adres gösterir. Devreye giren sanat kurumları ve uzman kişiler iş işten geçtikten sonra çözüm bulmaya çalışırlar. Zaten parasal imkânlar da sınırlı olduğundan bir iki ilave ve değişiklikle durum kurtarılmaya çalışılır.
a
birçoğu ile tiyatro götürülemiyor veya sahne kapasitesi göz önünde tutularak o ölçülerde sahnelenebilecek oyunların seçilmesine çalışılıyordu.
Nedense başvurular proje safhasında değil de tesisin bitirilmesine yakın olur. Zira salonu ve sahneyi alkışlanmayı umarak bir tiyatro sanatçısı veya ilgilisine gösterirler. Övgü beklerken karşıdan eleştiri gelmiştir. Yeterli derinliği ve kulis boşlukları olmayan sahnenin ortasında kocaman iki kolon vardır. Sahne tavanını yetersiz yükseklikte yapmışlar, güzel olması için alçıpan veya sunta ile kanırtarak fasaritli boya bile atmışlar ve gömme tavan armatürleri ile ışıklandırmışlardır. Dekor giriş kapısını ve panik çıkışını unutmuşlar ama ışık ve ses kumanda odaları ile 2 adet sanatçı makyaj ve soyunma odasını gerektiği gibi koymayı becermişlerdir. Yeterli olacağını düşündüklerinden sahne karşısına on veya on iki adet kapasiteli 34
İLGİLİ MAKAMA 24 Mart 1992
Bir Kültür Merkezi Sahnesi'nin başta tiyatro olmak üzere çeşitli sanatsal aktivitelere cevap verebilmesi o sah nenin sahip olabileceği teknik olanaklar çerçevesince mümkün ola bilmektedir. Ki bu olanaklar sahne lenecek esere gerekli teknik desteği sağlayarak yapılan sanatsal açıdan da arzu edilen niteliğe ulaşmasını sağlar. Batı ülkelerinde gelişmiş teknik aktiviteye sahip sahnelere, ilçe bazındaki yerleşim bölgelerinde rastlamak olağan iken ne yazık ki ülkemiz İstan bul Atatürk Kültür Merkezi başta olmak üzere Ankara Büyük Tiyatro binası (söz konusu yapı sergi evinden tadil edilerek yapılmış ve gerekli
olanakları sınırlıdır.) dışında bu tür sah ne/erip varlığından söz etmek mümkün değildir. Yukarıda değinilen tanıma uygun olarak mütevazi ölçülerde ve teknik olanaklarda tasarımlanan bir sahne kesit krokisi ve planı ilişikte sunulmuş olup, yapının numaralarla belirtilen hususları aşağıda açıklanmaktadır. Doğru olarak projelendirilmiş böylesi bir sahnede şu olanaklar yer almalıdır. 7- Sanatsal aktivitenin icra edildiği düzgün ve sağlam zeminli sahne alanı, 2- Sahneyi salondan ayıran ve ses geçirmeme özelliğindeki sahne perde si, 3- Herhangi bir yangın olasılığında sah neyi kapatan yangın perdeleri, 4- Sanatçıların antre yaptıkları kulisler ve dekorların gerektiği şekilde hızlı değişimine olanak sağlayacak yan ve arka sahne alanları, 5- Dekor parçaları, fon bezleri ve ışık aparatlarının asıldığı, gerektiğinde bu malzemelerin yukarıya çekilerek seyirci gözünde yok edilmelerinin sağlandığı, gerekli yükseklikte ve bu amaca göre düzenlenmiş sahne tavanı, Sofita, 6- Sahne içi ışık aparatlarının yerleştiril diği direkt ışıklandırma sağlayan portel köprüsü, iç köprü, 7- Portel ışık köprüsü ile bağlantılı olarak tesis edilen ve yapıtın seyirci gözünde oynanacağı alanı sınırlayan, gösterilmemesi gerekli sahne hazırlıklarına olanak sağlayan kulisleri gizleyen sahne ağzı, Portel, 8- Çeşitli ağırlıktaki dekor ve diğer malzemelerin kaldırılmasına olanak sağlayan (karşı ağırlık) sistemin kumandasının yapıldığı ve aynı zaman da yan ışıklandırma olanağı sağlayacak sağ, sol ve arka galeriler, 9- En önemli ışıklandırmanın yapıldığı, seyirci salonu tavanına yerleştirilmiş, sahneyi belli bir yükseklikte, açıda ve uzaklıkta gören ışık köprüsü, ön köprü, 10- Seyirci salonu yanlarında yan ışıklandırma sağlayan ışık kuleleri veya ışık apart yerleri, 7 7- Çeşitli ağırlıktaki dekor parçaları, ışık aparatları gibi vs malzemelerin insan gücü ile sofitaya çekilmelerine ve dekorlara hızla gelişim olanakları sağlayan makaralı karşı ağırlık sistemi, sofitası elverişli sahnelerin sahne önün-
pe cy
yukarıda belirtilen hususlar göz önünde tutularak Ataköy Kültür ve Sanat Merkezi Sahnesi'nin mevcut proje doğrultusunda incelenmesi gerekirse;
a
den itibaren geriye doğru 35-40 cm aralıklarla monte edilen ve bu sistemle aşağı ve yukarıya doğru hareketle çalıştırılan sofita boruları, 12- Orkestra çukuru, 13- Işık ve efekt kumandası, 14- Işık sistemi; a) Işıklandırma alanlarındaki aparatarın beslendiği yeterli priz devreleri, b) Gerekli teknik niteliğe sahip ışık aparatları, c) Sahne kapasitesine uygun kanal sayısına sahip ışık kumanda makinesi, tercihen bilgisayar) ve ek üniteleri, d) Olası bir elektrik kesintisinde aktivitenin devamını sağlayacak otomatik jeneratör sistemi, 15- Ses Sistemi; a) Efekt sistemi gereçleri yeterli teknik özelliklerde makara, tekerler, mikser, ampilifikatörler ve kolonlar, b) Sahne dinleme, haberleşme ve genel anons sistemi, c) Mikrofon sistemi, 16- Sahne faaliyetlerinin ilgili birimlerce ve alanlarda izlenmesini sağlayacak kapalı devre TV sistemi,
Önemli ölçüde bir sahne alanına sahip olabilecek tesisin bu sahne avantajı yeterli ölçüde bir yan sahne ve yeterli yükseklikte bir sofita ile desteklenmemiş olması, ülkemizin standartları üstünde bir sahne olanağına kavuşma sansını yok etmiştir.
Sahne yan ve arka duvarlarından 1 metre boşluk bırakılarak ve ayakları üzerine oturtulan galerilerin işlevlerinin bilinmeden projelendirilmeleri sonucu yararları yerine zararları söz konusudur. Zira sahnenin olabildiğince yan ve arka boşluklara ihtiyacı vardır. Gerektiğinde 50 cm gibi bir boşluğunun sanatçı trafiğinde ne denli önemli olduğu yaşanılan deneyimlerle sabittir. Galerilerin ayak kullanılmaksızın ve arka duvarlara montesi, yükseklikleri ve özelliklerinin sahne normlarına uygun olarak projelendirilmesi gerekmektedir. Mevcut sahnede mütevazi bir sayıda da olsa, bir ağırlık sistemi kurulması istenirse ki bu çok gerekli ve yarar sağlayacaktır.
Sistemin karşı ağırlık kızaklarının mev cut duvara en yakın bir biçimde yerleştirilebilmesi için galerinin yıkılması ve kurulacak sistemin ağırlık yükleme, kilitleme gibi işlevlerine uygun özellikte yeni bir galerinin yapılması gerekecektir. Sahne tavanının (sofitanın) mevcut çatı makasları nedeniyle gerekli yük seklikte kurulması mümkün olamıyorsa da mevcut şartlar içerisinde bir sofito kapasitesi gereklidir, istenen nokta larından fon ve kulis perdeleri, ışık aparatları, dekor parçaları aşılamayan sahnenin kullanılması mümkün değildir. Mevcut tesise portel ışık köprüsü ve buna bağlı olarak hareketli portel ağzı kurulabilir ve yarar sağlar. Salon tavanına yerleştirilecek ön ışık köprüsü, salon yan ışık aparatları bağlantı yerleri (kuleler) ve köprüler ile diğer alanları birbirine bağlayacak kedi yolları mevcut makaslardan yararlan
mak suretiyle temin edilebilir. Sofitaya asılacak malzemelerin insan gücüyle süratli kaldırılmasını sağlaya cak ekonomik sayıda karşı ağırlık siste mi ve borularının montajı, gerekli tadi latların uygun görülmesi durumunda mümkün olabilir ve çok yarar sağlar. Sahne perdesi ve kızağının yeri ve monte olanağı mevcuttur. Işık ve ses sistemlerinin önemi tartışılmaz bir konudur. Işıksız bir tiyatro olamaya cağı gibi ses sistemsiz bir tiyatro da olamaz. Tiyatro sanatı ve benzeri etkinlikler bir ekip çalışmasıyla gerçekleştirilir. Tek sanatçılı bir temsilde bile ortalama 1012 görevli görev yapmaktadır. Söz konusu personelin çalışmaya katılımları gerekli haberleşme sistemi ile mümkün olur. Haberleşmesi olmayan bir sahnede faaliyet yapmak mümkün değildir. Bakırköy Belediyesi Tiyatrosu'nun ve 35
Bilgilerinize sunarım. Nurettin Özkönü Tanzimat fermanı ile batılaşma sürecini başlatan, Cumhuriyet dönemi ile de çağdaş uygarlık alanında büyük atılımlar gerçekleştiren, batılı anlamda tiyatro sanatçısı yetiştirmek üzere kon servatuarlar kuran, plastik sanat dal larında Akademi ve Güzel Sanatlar Fakültelerinde önemli sanatçılar yetiştiren bir toplumun yüz yirmi senedir hâlâ dünya standartlarına sahip, tiyatro sanatına gerektiği gibi hizmet verebilecek her türlü mekanik ve elektronik donanımları ile teçhiz edilmiş tiyatrolara yeterince sahip ola maması kaygı ve üzüntü vericidir.
Ülkemizdeki tiyatroların pek de iyi olmayan durumlarına değindikten sonra tiyatromuzun altyapı ile ilgili sorunlarına geçebiliriz. Bu sorunlara şu ana başlıklar la değinmekte yarar vardır. 1-Tiyatro binaları, 2- Yardımcı işletme tesisleri: a) Prova salonları, b) Sanatsal ve idari personel çalışma alanları, c) Atölyeler, d) Depolar, e) Sosyal tesisler, 3- Personel 4- Araç, gereç ve malzeme, 5- Eğitim, 6- Finansman, 1-Tiyatro binaları ve sahneler ile ilgili sorunlara genel, olarak yazımızın başında değindik. Ancak bir de ödenekli tiyatro ların başka kuruluşlarla ortak kullandıkları sahnelere ilişkin sorunlara değinmekte yarar vardır.
pe cy
İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa'nın birçok ülkesinin en küçük kentlerinde dahi birden fazla tüm olanaklara sahip tiyatrolara rastlan maktadır. Büyük şehirlerdeki opera ve tiyatro sahnelerinde üstün nitelikli ses sistemleri, uzaktan kumanda ile yönetilen yeterli nitelikte ve sayıda spot lara sahip bilgisayarlı ışık sistemleri ve tüm sahne düzeneklerinin sofit borularının, ışık hertzlerinin, ışık köprü lerinin ve sahne podyumlarının bilgisayar kumandası ile çalışmaya geçtiği mekanik sistemler kullanılmaktadır.
ödenekli tiyatrolara ait olanlarda gelişmiş ve iyi düzeyde bilgisayarlı ışık sistemleri ve ses sistemleri kullanılırken sahne mekanik düzeyleri ise bu sistemin bir parçası olan genellikle el kumandalı, bazıları ise motor ışık boruları ile dekor asmaya yarayan karşı ağırlıklı sofito boru sistemi ile. sınırlı kalmaktadır.
a
İstanbul'un, yeterli teknik olanaklara sahip bir sahneye kavuşması dileği ile.
Ülkemizde ise amacına yönelik proje lendirilmiş başta İstanbul Atatürk Kültür Merkezi olmak üzere Mersin Opera binası, Adana Devlet Tiyatrosu Sahnesi Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan bazı halk evi sahneleri ve son yıllarda yapılan bir iki Kültür Merkezi'nin dışında bir çok tiyatro başka amaçla yapılan yapıların tiyatroya dönüştürülmesi ile kazanılmıştır. Birçok tiyatroda sinema, tiyatro, İstanbul'da sahnesi yakın zaman da yeniden yapılan ve sofitası yükseltilen Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Kadıköy Haldun Taner Sahnesi, Devlet Tiyatrosu'nca kullanılan Taksim Sahnesi, Karaca Tiyatro ve bazı özel tiyatro sah neleri gösterilebilir. Ancak bu saydığım tiyatrolardan yalnız İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nde hareketli podyumları ile tam donanımlı ve döner sahneli, sahne mekanik sistemi gelişmiş bilgisayarlı ışık sistemi ile ses sis temi bulunmaktadır. Diğer sahnelerden 36
Bu sahneler Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ile Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün ortak kullandığı Ankara Büyük Tiyatro Sahnesi ve İstan bul Devlet Tiyatrosu, İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Devlet Senfoni Orkestrası ve Kültür Bakanlığınca yapılan tahsisler nedeniyle değişik kurum ve kuruluşların kullandığı İstanbul Atatürk Kültür Merkezi Büyük Sahnesi'dir.
Bir veya birden fazla kuruluş ve tiyatro tarafından kullanılan bu sahnelerin bil hassa tiyatrolar tarafından yeterince ve gereğince kullanılamama sorunu ortaya çıkmaktadır. Bilhassa İstanbul Devlet Tiyatro'sunun haftada bir gün temsil verebildiği bu sahnede tiyatro sezonu başında olmak üzere yılda bir kez temsil hazırlık çalışmaları yapılabilmekte, kısıtlı sahne ve sahne teknik çalışmaları ile başlatılabilen temsillere bir ikinci temsil ile katılma şansı neredeyse bulunama maktadır.
Bir de bu sahnelerin aşırı kullanımdan dolayı karşılaşılan sorunları bulunmakta, gereğince bakım yapılamadığından sık sık sahne sistemleri ve bazları arızalan maktadır. Sorunun çözümü başta tiyatrolar olmak üzere diğer kuruluşların da kendi tesisle rine kavuşmaları, sanatsal faaliyetlerini buralarda sürdürmeleri ve Atatürk Kültü Merkezi Büyük Sahnesi'nin sezon başı hazırlık çalışmaları arasında dış tahsislere kapıtılmasıdır. 2-Yardımcı işletme tesisleri ile ilgili sorunlar: Sanatsal aktiviteler göz önünde tutularak projelendirilmeleri ve kullanım; açılmaları özlem ile dile getirilen tiyatro binalarının olmayışı ve olsa bile bunların birden fazla kullanıcıyla karşı karşıya olmaları bu tesislerdeki tüm kullanım alanlarının sorunlarını meydana getirmektedir. Birçok ödenekli ve özel tiyatro binasında prova salonu yoktur. Var olanlar bile paylaşım nedeniyle yeterince kullanılamamaktadır. Sağlıksız ve sahne ölçülerine uygun olmayan alanlarda yapılmaya çalışılan provalar çıkarılacak eserin sanatsal niteliğini etkilemektedir. Sanatsal ve idari çalışma alanları depolar gibi çok gerekli olan hacimlerde de ben zeri sorunlar vardır. Özel tiyatrolar dekor, kostüm, aksesuar gibi gereksin melerini, daha çok dışarıdan temin ettik lerinden burada daha çok üretim yapan ödenekli tiyatroların sorunları ön plana çıkmaktadır. Bir tiyatro yapıtı dekoru, kostümü ve ışığıyla çok zor koşullar altında meydana getirilir. Burada diğer sanat dallarının katılımı yanı sıra sanayiinin de büyük önemi vardır. İşlevleri büyük atölyelerde dekor, kostüm, aksesuar, şapka, peruka ve kundura atölyelerinin işbirliği sonucu meydana getirilir ve üretilir. Bu nedenle şu atölye de olmasa olur diye bir yaklaşım söz konusu değildir. Terzihaneler, şapka-çiçek, kundura, butafor, peruka, marangoz, demonte, boya ve realize, plastik-heykel, bezleme ve döşeme, ses ve efekt, elektrik atö lyeleri olarak nitelendirdiğimiz bu atölye lerde çalışma alanlarının yeterliliği ve varlığı büyük önem arz etmektedir. Ankara Devlet Tiyatrosu Genel
a
pe cy
Müdürlüğü ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Etimesgut tesislerini devreye sokarak, yardımcı işletme tesis leri ile ilgili sorunlarını bir ölçüde gidere bilmişlerdir. Ancak Ankara ve İstanbul dışındaki diğer illerdeki yerleşik tiyatro sahnelerinde üretim çok zor koşullar altında gerçekleşmektedir. Bu tiyatrolar da üretim daha çok Genel Müdürlükçe desteklenmektedir. Bursa Tiyatrosu ise istanbul'un katkılarıyla teknik hizmetleri ni yürütebilmektedir.
Ülkemizde yüksek düzeyde eğitimi olmayan bir dal vardır ki bu da ışık tasarımcılığıdır. Yurtdışında bilhassa Avrupa ülkelerinde bu konuda eğitim veren okullar bulunmasına karşın ne yazık ki ülkemizde sahne, ışık tasarımcısı yetiştirecek bir okul halen bulunmamak tadır. Bu dalda görev yapan kişiler sahne ışıkçıları arasından teknik bilgilerinin yanı sıra sanatçı yanlarının da ortaya çıkmasıyla iç eğitimle yetişerek bu mesleğe ulaşırlar.
istanbul'da ise ödenekli tiyatrolardan başta Belediye Şehir Tiyatroları ve istan bul Devlet Tiyatrosu'nun bu tesislerle ilgili olarak birçok sorunları bulunmak tadır. Bir kuruluşun kullanımına göre projelendirilen Atatürk Kültür Merkezi'nde başta boyahane olmak üzere bir çok atölye ortak kullanılmakta, bazı atölyeler ise uygun olmayan koşullarda çalışmalarını sürdürmekte dirler. Yeterli ve düzeyli olanaklara sahip depolar mevcut değildir. Başta kostüm ler olmak üzere, aksesuar ve dekorlar sağlıksız ortamlarda muhafaza edilmek tedir.
4- Araç gereç ve malzeme sorunları: Üre tim yapan ödenekli tiyatroların atö lyelerinde genellikle günümüzün koşullarına uygun makinalarla üretim yapılmaktadır. Bu konuda bazı tiyatrolar da ve atölyelerde daha nitelikli, hızlı üre tim için bazı atölyelerde daha fazla sayıda araç ve gerece ihtiyaç duyulsa bile bu sorunlar üretimi etkileyecek boyutta değildir.
a
cy
Şehir Tiyatroları'nda da benzer sorunlar yaşanmakta, spor sergi sarayının altında bulunan birçok atölye yapının Kongre Sarayına dönüştürülmesi sırasında kaybe dildiğinden üretim geçici tedbirlerle bir birinden kopuk atölyeler ile gerçekleştir ilmeye çalışılmaktadır.
Ancak sahnelerde kullanılan ışık ve ses sistemleri, görsel efekt amacıyla kullanılan sis, kar projeksiyon ve sinema makinaları gibi cihazların hızla değişen dünya teknolojisine uygun nitelikte olmaları gerekmektedir. Elektronik dalında hızlı bir gelişim yaşanmaktadır. Arzulanan tüm tiyatrolarımızın böylesi gelişmiş cihazlara sahip olmalarıdır. Ancak yurt dışından ithal edilen ve oldukça pahalı olmaları nedeniyle ödenekli tiyatroların bile pek azının sahip oldukları ve bir kısmının ise bazı ciha zlara hâlâ sahip olmadıkları değerlendirilecek olunursa özel tiyatro larımızın ne durumda olduğu açıkça görülmektedir. Sahnelenecek eserlerin sanatsal niteliği gelişmiş teknoloji ürünü bilgisayarlı kumanda sistemli ışıklarla ve efektlerle beslendiği nitelikte artar ve gelişir. Tiyatrolarımızın gelişmesi ve dünya düzeyine çıkması ise bu tür sis temlerin kullanılmasına bağlıdır.
pe
Sanatsal aktivitelere göre projelendirilen Kültür Merkezi'nde bile hatalı proje lendirmenin getirdiği sorunlar yaşanmak tadır. Bahçe katındaki atölyelerde imal edilen dekor panoları bezlenmek ve bo yanmak için en üst katlardaki boyahan eye yük asansörü ile çıkarılıp boyandıktan sonra tekrar aynı kata mon taj ve teknik işlemler için indirilmekte ve yetersiz ölçüdeki sahne asansörlerinin kolon aralarından tekrar sahne poryumları ile sahneye çıkartılmakta ve sık sık arızalanan boyahane dekor asansörü nedeniyle büyük aksamalar meydana gelmekte ve sorunlar yaşanmaktadır. 3- Personel Sorunları: Yukarıda bir tiya tro yapıtının meydana gelmesine katkılar sağlayan sanat dallarına değinmiş ve ti yatro yapıtının değişik nitelikteki perso nelin çalıştığı ünitelerin katılımı ile gerçekleştiğini belirtmiştik. En önemli sorunların başında da yetişmiş ve nitelikli personel sorunu gelmektedir. 38
Tiyatronun yapısı gereği sahip olduğu üretim ve sahne birimlerinin çeşitliliği göz önünde tutulduğunda bu birimlerde kullanılacak malzemelerin çeşitliliği ortaya çıkar. Ancak ülkemizde bu dalda bir sanayii olmadığından üretimler ülke standardındaki malzemeler ile gerçekleştirilir. Arzulanan yurtdışında olduğu gibi tiyatro için imal edilmiş kumaşlarla kostüm vb. gibi üretimleri gerçekleştirmektedir.
Bilhassa ışık spot ampulleri, ışık renk ve efekt malzemeleri ve sis makinaları eczaları gibi tamamen yurtdışına bağlı malzemelerin eksiklikleri de büyük sorun yaratmaktadır. 5- Eğitim Sorunları: Personel sorunları ile ilgili bölümde ister istemez eğitim sorun larına da eğilmiş ve bu konunun önemini belirtmiştim. Arzulanan nokta yetişkinler için bir eğitim kurumu işlevini gören tiya troların tüm ülke sathına yayılması ve bu tiyatrolarda istihdam edilecek teknik per sonelin okullarda yetiştirilerek görevler ine daha çabuk uyumlarının sağlanmasıdır. 6- Finans Sorunları: Uygulanan kültür politikalarının sonucu tiyatronun yurt genelinde yaygınlaştırılamaması ve toplumumuzun tüm kesimlerine inememesi sonucu tiyatrolarımız var olma savaşı içerisine girmişler, yaşamlarını çok zor koşullar altında devam ettirmeye zorlanmışlardır. Bu mücadelenin altında işletme ve finans sorunları yatmaktadır. Tiyatroların artan faaliyetlerine karşın ülkemizin güçleşen ekonomik koşulları nedeniyle ödenekli tiyatroların devletten yeterli ödeneği ala maması bu tiyatroların faaliyetlerini zora sokmuş ve tiyatronun yurt genelinde yeterince sergilenmesini sağlamak mak sadıyla yapılan turnelerini etkilemiş ve artan enflasyon nedeniyle işletme sorun ları önemli ölçüde artmıştır. Özel tiyatroların devletten aldıkları finansal yardımlar ise geçmiş yıllara göre daha da artmıştır. Ancak tüm koşullar göz önünde tutulduğunda bu destek lerin yeterli olduğu söylenemez. Yazımı burada bitirirken dileğim tüm bu zorlukların aşılarak, ülkemizin her ilinde hatta ilçelerinde bile her gece, tiyatro ların perdelerini açabilmeleri ve yıllardır özlemini çektikleri seyircileri ile bütünleşebilme sevincini yakalayabilmeleridir.
pe cy a
NORMAL BİR TÜRK ERKEĞİNİN CİNSELLİK EĞRİSİ
KADERE KARŞI KOY A.Ş.
a
"Füsun çatalını bıraktı, 'Kişisel gözlemlerimden yola çıkarak kurduğum bir teorim var,' diye başladı ama sesi bu defa Alpago sesi değil, daha başka bir şey. Allallah ! 'FT. Ferhat Teorisi,' diye sürdürdü, Ferhat, benim ikizim. Yumurtanın ikinci yarısı. Teorime Ferhat adını verdim, çünkü erkek davranışlarını öngörmemi sağlayan eğriyi Ferhat'ın seks yaşamını gözlemleyerek geliştirdim. Yaklaşık yirmi yıllık data. Standart sapma, yüzde yarım."
cy
ALEV ALATLI
pe
"Kadere Karşı Koy A.Ş., bilgi ile yaratıcılığın muhteşem dansı. Zihnimizin ücra köşelerine saklayarak yalnızca kendimize italikleyebildiğimiz şüphelerimizin kayıtsız şartsız dürüstlükten alınan güçle, cesaretli bir dışa vurumu. Büyük bir ciddiyetle oynadığımız gerçek yaşama dair rollerimizin, aslında karikatürden ibaret olduğunun belgesi. Alışılageldiği üzere yaşamdan bir kesit sunmuyor bize bu kitap. Yaşamın ta kendisi. Tek bir insanın kurabileceğinden daha büyük yapılara ulaşıyorsunuz Kadere Karşı Koy A.Ş.'de. Çünkü yüzyılların bilgisini damıtarak yönlendirir kalemini Alev Alatlı. Gerçekle yüzleşmeye cesaretiniz varsa Kadere Karşı Koy A.Ş.'nin kahramanlarından biri de sizsiniz." Mutena Açık
ALEV ALATLI'NIN DİĞER KİTAPLARI
Or'da Kimse Var mı? Dörtlüsü Viva La Muerte • Kitap 1 (6. Baskı) 'Nuke' Türkiye • Kitap 2 ( 4 . Baskı) Valla Kurda Yedirdin Beni • Kitap 3 ( 3 . Baskı) O.K. Musti, Türkiye Tamamdır • Kitap 4 ( 2 . Baskı) Yaseminler Tüter mi Hâlâ? (4. Baskı) İşkenceci ( 3 . Baskı) BOYUT YAYINEVİ
Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir/İstanbul Tel: 243 35 33 - 293 72 77 Fax: 252 94 14
DOSYA
IŞIK TASARIMININ SANATSAL ÖNEMİ Tiyatro, görsel sanatlar içerisinde her zaman önemini koruyan bir sanat dalı ve izleyicisi için var olan bir sanat kuru mudur.
takdirde; oyunları, sanatsal ve görsel açıdan eksik sergilemeyi sürdürürlerse izleyiciye haksızlık yapmaya devam etmiş olacaklardır.
Üretilen, yaratılan bir tiyatro oyununun izleyiciye en başarılı şekilde sunulabilme si yazar, yönetmen ve oyuncuların yanı sıra tasarımcıların ve sahnede görev alan tüm teknik personelin katkılarıyla gerçekleşebilir. Tasarımcı ve teknik per sonelin performansı, tiyatro sahne tekniği konularındaki bilgi ve beceri lerinin sahnede en doğru şekilde uygulanabilmesiyle orantılıdır.
Günümüzde bazı üniversitelerde dekor ve kostüm tasarımı bölümleri mevcuttur. Ancak sanatsal anlamda bir oyuna en büyük katkıyı sağlayan sahne ışıklandırması konusunda akademik kariyer yapabilecek herhangi bir yüksek okul bulunmamaktadır. Bazı üniversite lerde ders olarak görülse de yetersiz kalmaktadır.
cy
a
Çartık
Türk Tiyatrosu bugüne kadar çok büyük zorluklar ve çeşitli engellerle karşılaşmıştır. Yaşanan iç ve dış sıkıntılar ülkemizin ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan gelişmesini ve modern çağı yakalayabilmemizi büyük ölçüde geciktir miştir.
pe
Yakup
Uygulanan eksik kültür politikaları nedeniyle tiyatromuz salonu, sahnesi, teknik personel eğitimi, teknik malzeme ve ekipmanlarıyla arzu edilen seviyeyi bir türlü yakalayamamıştır. Ödenekli tiyatrolarımızın teknik altyapıları düzgün gibi görünse de teknik eğitim, malzeme eksikliği ve mo dernizasyonu henüz tamamlanmış değildir. Bu durum özel tiyatrolarda içler acısıdır. Işık sistemlerinin çok pahalı olması nedeniyle, zaten ekonomik sıkıntı içinde olan özel tiyatrolar, teknik altyapıya gerekli yatırımı yapamamak tadırlar. Hâlâ 30 yıl öncesinin yetersiz teknolojisiyle oyunlarını sürdürmekte dirler. Tüm tiyatrolarınızın mutlaka mo dern ışık sistemlerine ve malzemelerine sahip olmaları gerekmektedir. Aksi
Sürekli gelişen ve yenilenen sahne ışıklandırması teknolojisini takip etmek ve bu gelişmeleri imkânlar ölçüsünde sahnelerimizde uygulayabilmek için öncelikle ışık tasarımcılarının ve ışık uzmanlarının iç eğitimden geçirilmesi ve yurtdışında staj imkânı sağlayarak bilgi ve becerilerinin artırılması gerekmekte dir. Sahne ışıklandırması bir oyunun sahne leneceği sahne tipine, oyun tarzına, dekor-kostüm-makyaj durumlarına, sah nenin elektrik güç kapasitesine, projek tör sayısı ve çeşidine dimmer sayısına ve ışık kumanda sistemine bağlı olarak değişim göstermektedir. Işık tasarımcısı, sahne ışık tasarımı ve teknikleri konusunda yeterli bilgi sahibi olmalı ve bir oyunun psikolojisini, oyu nun geçtiği zaman ve mekânı, temayı, duygu ve düşünceyi, ön plana çıkarılmak istenen oyun veya oyuncuyu çok iyi tespit ederek yaratacağı atmosfer, derin lik, perspektif ve üç boyutluluğu seyir ciye başarılı bir şekilde ulaştırabilmelidir. Sahnelenen gerçekçi bir oyunda, beyaz 41
a pe cy
genel ışık altındaki bir oyuncu gökteki yıldızlardan ve mehtaptan bahsediyorsa, atmosfer ışığı uygun olmadığı için seyirci oyunun gerçekçiliğinden koparak oyun dan uzaklaşacaktır. Çok başarılı bir reji kötü bir ışık tasarımıyla başarısız duruma düşecektir. Tam tersini düşünürsek, başarılı bir ışık tasarımıyla rejisi kötü bir oyun izlenebilir duruma gelecektir.
Bir oyunun izlenebilir duruma getirilmesi amacıyla sanatsal önemi büyük olan ışık tasarımını gözardı etmemek ve oyunun başarılı olması için ışıktan azami ölçüde yararlanmak gerekmektedir. Darülbedayi'nin kurulmasına yardımcı olması için Fransa'dan davet edilen ünlü tiyatro adamı Andre Antoine sahne ışıklandırması konusundaki düşüncelerini 42
şu şekilde açıklamıştır;
"Işık tiyatronun canıdır, dekorun iyilik perisidir, sahnelemenin ruhudur. Sadece ışık ustaca kullanıldığı takdirde dekora atmosfer, renk, derinlik, perspektif verir. Dramatik bir eserin derin anlamına yaptığı sihirli vurgulama ve olağanüstü eşlik, kazandırdığı önem dolayısıyla ışık seyirci üzerinde de doğrudan doğruya etki eder. Işıktan en iyi sonuçları almak için onu cesaretle kullanmaktan ve yay maktan çekinmeyiniz." (Andre Antoine 1858-1943) Tiyatro ışığının sanatsal önemini seyirciye ulaştırabilmek için sahne ışık sistem lerinin de sağlıklı ve yeterli olması gerek mektedir. Aşağıda maddeler halinde
belirttiğim teknik detayların sağlanması tiyatro ışıklandırması açısından büyük önem taşımaktadır. Bir tiyatro binası yapılırken henüz proje aşamasında sahne, salon ve fuaye ışıklandırması konuları göz önüne alınarak proje lendirme yapılmalıdır. Aksi takdirde inşaatı bitmiş bir tiyatro binasına ışıklandırma açısından armatür değiştirmekten başka fazlaca bir şey yapılamamaktadır. Salon ve sahne tiplerine göre değişim gösteren ışık sistemleri teknik detayları şu şekildedir; 1-Sahne üstünde, köprü, kule, sofit, galeri, salonda ise salon köprü, loca ve dış kulelerde uygun açılardan projektör
cy
a
13- Seyirci ve sahne giriş çıkışlarına panik ışıklarının yerleştirilmesi, 1 4 - a l o n ışıklandırması için gözü yor mayan ve binanın iç mimarisine uygun mümkünse endirekt ışık veren armatür lerin seçilmesi, 15- Bu armatürlerin dimmer kontrolüne alınarak kumandasının ışık odasından yapılmasının sağlanması, 16- Fuaye aydınlatmasında mimariye uygun olarak seyircinin salona alınmayı beklediği bu alanda dinlendirici bir ışıklandırma sisteminin tercih edilmesi, 17-Afiş veya reklam panolarının, fuaye lerde asılan oyun resimlerinin uygun ve görülebilir şekilde aydınlatılması, 18- Tiyatro dış cephesinin uygun reflek törler seçilerek aydınlatılması, 19- Elektrik güç kapasitesinin binanın tüm gücünü kaldıracak şekilde tespit edilmesi, 20- Oyun sırasında olabilecek elektrik kesintilerinin oyunu ve seyirciyi etkile memesi için mutlaka yeterli kapasitede bir jeneratörün tesis edilmesi, 21-Tiyatro binasının, seyircilerin, oyuncu ve tüm teknik personelin güvenliği açısından binanın her önemli noktasına, özellikle projektörlerin asıldığı alanlara erken uyarı, yangın alarm ve ikaz tesisat larının çekilmesi, yeterince ve elektrik
pe
aşılabilecek yerlerin tespit edilmesi, 2- Tespit edilen bu bölümlerde projektör asılabilmesi için uygun konstrüksiyonun yerleştirilmesi, 3- Asılan projektörlerin hareket kabiliyeteri düşünülerek kamuflajının ona göre Yapılması, her birine emniyet zinciri takılması, 4- Salon köprü, loca, dış kule, takip ve projeksiyon mekânları, sahne içinde köprü, kuleler, galeriler, sofit ve sahne üzerine çekilecek elektrik hatlarının yeterli sayıda, kapasitede ve elektrik tesisat yönetmeliğine uygun bir şekilde çekilmesi, 5- Çekilen elektrik tesisatının, sahne ti ine göre İtalyan, arena, anfi veya atelye sahnesinin ihtiyaçları ve açıları düşünülerek yeterli sayıda ve uygun yer ere çekilmesi, 5- Sahne tiplerine göre tiyatro ışıklandırmasına uygun projektörlerin tespit edilerek yeterli sayı ve çeşitlerde tesis edilmesi, salon ve sahne köprüsüne prova ışıkları yerleştirilmesi, 7- Işık kumanda sistemlerinde modern, çağa uygun ve kapasitesi geniş olan ışık bilgisayarlarının tercih edilmesi, 3-Tiyatro ışıklandırmasında önemi büyük olan dimmerlerin kaliteli, yeterli sayıda ve kapasitede olmasına dikkat edilmesi, mümkünse dijital dimmerlerin tercih edilmesi,
kontağı olabilecek bölümlerde uygun yangın söndürme cihazlarının bulun durulması ve mümkünse temsiller sırasında itfaiye görevlilerinden nöbetçi olarak bulunmalarının sağlanması gerek mektedir.
* Yakup Çaltık, 17 yıldır İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda ışık uzmanı olarak çalışmak tadır. İngiltere'de Cardiff, Bristol, Londra, Manchester, New Castle ve Edinburgh'da çeşitli tiyatrolarda ışık tasarımı ve teknikleri konularında araştırma ve çalışmalar yapmıştır. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda "Palyaçolar", "Gardiyan", "Hapşırık", "Afife Jale", ,, "Kontrabas", "Kedi Oyunu", "Abdülcanöaz" ve "Maymun Davası" oyunlarının ışık tasarımlarını gerçekleştirmiştir. Bir çok yabancı toplulukla çalışarak ışık tasarımlarının adaptasyonlarına asiste etmiştir. Halen İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda ışık oper atörlüğü, ışık tasarımcılığı ve idari görevlerini sürdürmektedir.
3- Işık kumanda odalarının sahneyi ve salonu önden ve net olarak görebileceği yerlere yapılması, 10- Işık kumanda odalarının sahneyi temiz ve net olarak dinleyebileceği sahne dinleme sistemlerinin tesis edilme11- Işık kumanda odasıyla sahne amiri, reji masası, ses odası ve takip operatörleriyle, salon ve sahne köprü arasında irtibat kurulabilecek interkom veya telsiz haberleşme sistemlerinin tesis edilmesi, 12- Sahne arkasına, kulislere, oyuncu ve teknik personelin oyun sırasında giriş çıkışlarını kolaylaştıracak mavi ışıkların yerleştirilmesi. 43
ELEŞTİRİ
Fakiye
Özsoysal
Çavuş
''İÇİMDEKİ ÇIGLIK" İÇİMİZDEKİ ÇIĞLIK
Gününü kurtarmaya çalışanlardan değilseniz, içinde yaşadığınız sistemin sizi nasıl kıskıvrak sardığını ve her an, her saniye nasıl biraz daha canınızı acıttığını yüreğinizin derinlerinde hissediyor olmalısınız. Dahası bütün bunları bir kadın olarak
a
yaşıyorsanız, üzerinizdeki baskı kat kat artacaktır. Sancınız katlanılmaz olacaktır. Artık sözler yetmez, konuşmak yetmez acınızı dindirmeye. Boğazınızda düğümlenen
pe cy
şey artık bir çığlıktır. Baskıya ve acı çektirene karşı atılacak başkaldırının çığlığıdır: "Yeter Artık!"
Dostlar Tiyatrosu "İçimizdeki Çığlık" adlı tek perdelik oyunda işte bu sancıları, acıları, tarih boyunca kurulu düzene başkaldıran kadınları konu alarak yansıtıyor izleyicisine ve "içimdeki Çığlık" içimizdeki çığlığı dile getiriyor. Sophokles, Brecht, Dario Fo, Nâzım Hikmet, Prosper Merimes gibi yazarların eserlerinden kolajlanan Antigone, Ulrike Meinhof, Jean D'Arc, Medea, Tanya, Carmen ve ayrıca Anna Frank ve Zlata Filipoviç'in öykülerinin işlendiği oyunda geçmişten günümüze, işleyişi özünde değişmeyen faşizan bir sistem ve bu sis teme başkaldırının altı çiziliyor. Oyun karakterlerinin ard arda verilen öykü lerinde tarihsel bir sıra önemsenmiyor. Önemli olan geçmiş ve bugün arasındaki benzerliğin ortaya konması. Antigone'nin, iki erkek kardeşinden birinin haksız yere hain ilan edilerek ölüsünün gömülmemesi emrine karşı çıkışı, aslında Kreon'un krallıktaki yerini sağlamlaştırma yolunda çevirdiği entrikalara bir karşı çıkış olarak verilir ken, Antigone'nin çocuksu inatçılığı vur gulanıyor. Aynı biçimde Jean D'Arc'ın da sezgiselliği ve çocuksuluğu vurgulanarak belki de inancındaki içtenlik ve
44
masumiyet ortaya konulmaya çalışılıyor. İyi niyetle baktığımızda, böylece döne min yozlaşmış, iki yüzlü din kurumuyla genç kızın saflığı arasındaki tezatlık veri liyor diyebiliriz. Bu iki öykü arasında yer alan Ulrike Meinhof'un, sisteme karşı başkaldırısında bir ideolojinin savunucusu olarak, daha bilinçli bir yaklaşımda çizilmesi, oyunun akışında karakterler arasında bir karşıtlık yaratırken, bir anlamda direnişin farklı biçimleri de açığa çıkıyor. Meinhof'un tutuklanma sonrasında resmi kayıtlara intihar olarak geçen ölümünün aslında devletin işlediği bir cinayet olması, yakın geçmişte, Ortaçağ ya da Antik çağda da olsa özünde aynı kalan bir yaklaşımın göstergesi. Oyunun kurgusunda, öteki öykülerin sıralanışında ve içeriklerinde de benzer bir ilişki gözlenmekte. Partizan olarak tutulanan Tanya'nın da inancından ödün vermemesi ve bu yüz den gördüğü işkence Meinhof'un öyküsüyle bir benzerlik gösteriyor. Kadınlıkları ve kadın olmalarından dolayı yaşadıkları acıları belki de en belirgin karakterler; geleneklerin baskısına, terk edilmiş bir kadın olarak yazgısına karşı çıkan, direnişini çocuklarını öldürmeye kadar vardıran Medea ve sahiplenilmeyi reddeden, özgürlüğüne düşkün Carmen. Anna ve Zlata'nın günlükleri aracılığıyla bize aktardıklarıysa, yaşanılan savaşın, baskının, faşizmin ve getirdiği acıların daha çok çocuk gözünden yansıması. Oyunun bütününde bu bölüm, direnişin bir başka biçimi olarak algılamak zor. Oyunda kendine özgü bir öyküsellikten çok öykülerin ard arda dizilerek bir
şeylerin gösterilmesi söz konusu. Bütünsellik, bugünün sorunlarını yaşayan birisi olarak oyuncunun (Jülide Kural), oyunun başında ve sonunda anlatıcı kon umunda içindeki çığlığı dile getirmesiyle sağlanmaya çalışılıyor.
pe
Tehlikesi de var.
cy a
Oyunun içeriğine baktığımızda başkaldıranların kadın olmaları ayrıca önemli görünüyor. Ancak altı çizilen başkaldırı konusu fazlasıyla öne çıkarıldığından, Medea ve Carmen karak terlerinin dışındaki kadınların, özellikle kadın olmalarının getirdiği artı baskılar hemen hiç izleyiciye geçemiyor. Oyun karakterlerinin yerine bir erkek de koysanız oyunun içeriği değişmezdi gibi geliyor insana. Kuşkusuz işlenilen konu salt kadınlara mal edilemez, oyunda söz konusu olan insanlığın başkaldırısıdır. Ama gerek oyunun tanıtımından ve seçilen oyun karakterlerinden gerekse Jülide Kural'la yapılan söyleşiden (Cumhuriyet Gazetesi, 23.11.1995), oyunda vurgulanmak istenilen diğer ana öğenin, başkaldıranların kadın olmalarının getirdiği artı baskılar olduğu anlaşılıyor. Bu bağlamda oyunun, amacına ne kadar hizmet ettiği tartışılır. Ayrıca oyunda bu konunun zayıf kalmasının, izleyicide, salt baş oyuncu nun kadın olmasının, oyundaki karakter lerin ya da öykülerin seçimini etkilemiş olabileceği düşüncesini uyandırma
Oyunun bütününde epik oyunculuk sergileniyor. Ancak kimi öykülerin anlatımında zaman zaman duygusal yaklaşımın dozunun fazlasıyla artırılmasının da, kolayca oyunun derin yapısından uzaklaşılmasına yol açabildiği ve izleyicinin izlerken yaşadığı düşünme sürecini olumsuz etkilediği söylenebilir. Özellikle Tanya'nın öyküsünde on sekiz yaşında gencecik bir kıza çektirilen işkenceler, onlu yaşlarının başında küçücük kızlar Anna Frank ve Zlata'nın savaş ortamında yaşadıkları acılar öyle sine dramatik bir anlatımla veriliyor ki, izleyenler gözyaşlarını, tutamıyorlar ve bu arada oyunda asıl verilmek istenilenler gözyaşları arasında kayboluyor. Bütün karakterleri sahne üzerinde ara vermeden peş peşe canlandıran Jülide Kural, bir bakıyorsunuz çocuksu ama ölümü pahasına yolundan dönmeyen Jean D'Arc, bir bakıyorsunuz duvarları sünger kaplı bembeyaz hücresinde,
yaşadığı dönemi acımasızca eleştiren, mağrur ve katı bir genç kadın anarşist Ulrike Meinhof-oluveriyor. Medea'nın öyküsünde, önü renkli işlemeli siyah bol bir pelerin giyen Jülide Kural, kollarını açtığında Medea, kollarını kapatıp tama men siyahlara büründüğünde ise Koro rollerine giriyor. Bu tür bir dramaturji ve oyunculuk tarzı, oyuncunun omuzuna altından zor kalkılır bir yük bindirmesine rağmen Kural, özellikle bir hücrede kısılıp kalmışlığı gösteren beyaz bir örtünün altında salt yüzünü ve sesini kul landığı Meinhof ve iki savaşın masum kurbanlarını dönüşümlü olarak canlandırdığı Anna ve Zlata sahnelerinde oldukça başarılı. Diğer oyuncu Tekin Temel de, partneriyle uyumlu bir birlikte lik içinde.
Duygu Sağıroğlu'nun tahta ve demir konstrüksiyon üzerine şişme iç lastikler den hazırladığı dekor, karmaşık iç içe girmiş bir ağ izlenimi verirken, oyunun içeriğinde ve akışında bütünleyici, işlevsel bir role sahip. Ancak üst üste yığılmış izlenimi veren dekor küçücük sahneden taşıp izleyicilerin üzerine düşecekmiş gibi duruyor. Oyunun sonundaysa, izleyicinin göster diği beğeni dolu tepki, oyuna, oyuncu ların uyumlu birlikteliğine ve gösterdik leri performansa hak ettiği değeri veriyor sanırız .
PORTRE
O, TİYATRONUN GÜCÜNE İNANIYORDU Sibel Arslan
PARİS'TEKİ DİŞ ÇÜRÜKLERİ
dan yararlanılarak yazılmıştır."Göçmen" adlı oyununda ("Die Umsiedlerin") Anna Seghers'in bir yapıtından yola çıkmıştır. Birkaç örnek daha verecek olursak "Macbeth" ve "Hamlet'in Makinesi"ni Shakespeare'in, "Quartett"i Laclos'un, "Çimento"yu Gladkov'un, "Fratzer Fragmanı"nı Brecht'in, "Dünyayı Sarsan On Gün"ü J. Reed'in yapıtlarından kolaj ve montaj tekniklerini kullanarak yazdı.
Birşeyler beni kemiriyor Sigara içiyorum çok fazla İçki içiyorum çok fazla Ölüyorum çok yavaşça
Önce faşist bir yönetimde, sonra da inandığı sosyalist düzende bir marksist olarak yetişen Heiner Müller, ilk oyunlarında Doğu Almanya'da sosyalizmin gelişimini, sosyalist bilinçlenmeyi tüm gerilimleri, karşı çıkışları ve çelişkileri içinde ele alarak faşist bir geçmişten sosyalizme geçişin sancılarını irdeledi. 60'lı yıllarda Doğu Almanya'da kültür kurumları ve tiyatrolar tarafından kıyasıya eleştirilen ve bu yüzden oyunlarının çoğu yazılışından 15-20 yıl sonra Doğu Almanya'da sahnelenebilen Müller, dünyayı bir savaş alanı olarak gösterdiği, kıyamet tabloları çizdiği, keskin siyasal eleştirilerle dolu yapıtlarında dialektiği dialoglara ustaca yerleştirdi, birey-toplun, gündelik gerçeklikideal, doğa-teknik, eski-yeni çatışmalarını ele aldı. 1968'de Münih Residenztheater'da sahnelenen "Philoktet" adlı oyunuy la Batı'da tanınmaya başlayan Müller, 1973 yılında Berliner Ensemble için Gladkov'dan yaptığı "Çimento" (Zement) uyarlamasıyla uluslararası üne kavuştu. 1980'li yıllardan itibaren ise Batı'da ve Amerika'da hakkında en çok konuşulan, tartışılan tiyatro adamlarından biri oldu.
cy a
Heiner Müller 1979
pe
1993 yılında İstanbul Tiyatro Festivali'nde Attis topluluğu tartından sergilenen "Quartett" adlı oyunu dışında ülkemizde pek tanınmayan oyun yazarı, yönetmen, dramaturg, genel sanat yönetmeni Heiner Müller 1995'in son günü yaşama veda etti. Türk okuru ne yazık ki dünya çapındaki birçok sanatçıdan ancak ölümünden sonra haberdar olabiliyor, ancak ondan sonra bir yayınevi yapıtlarının çevirisini yayımladığında sanatçıyı tanıma şansını yakalayabiliyor. Peki "Hamlet Makinesi" adlı oyunu dışında (1) hiçbir yapıtı Türkçeye kazandırılmayan, hiçbir oyunu ülkemizde sahnelenmeyen Heiner Müller kimdi? Günümüz Alman tiyatrosunun en önemli temsilcilerinden biri, yazdığı ve yönettiği oyunlarla dünya çapında en çok tartışılan tiyatro adamlarından biri olan Heiner Müller 1929 yılında Saksonya'da doğdu. Yazdığı ilk oyunlarda Brecht etkisi ağır basan Müller, 1960'lı yılların sonlarından itibaren yazdığı "Philoktet", "Kral Oidipus", "Herakles 5", "Prometheus", "Hamlet Makinesi" oyunlarında antik ve klasik malzemeden yola çıkıp, günümüz açısından değerlendirerek yepyeni metinler üretti. Yapıtlarında yalnızca tarihe karşı çıkarak daha iyi bir gelecek umudunu aktardı okurlarına. Brecht'in "öğretici oyunları"nı kullanarak ve onların işlevlerini değiştirerek bütün oyunlarında, yalnızca yansıtma ve eleştirel bakış yoluyla değil, korku ve dehşet üreterek izleyicinin geçmişi ve bugününü kavramasını sağladı.
Oyunlarının çoğunda daha önce yazılmış romanlardan, oyun lardan, antik çağdaş, mitolojik öykülerden yararlanan ya da Alman tarihinden yola çıkan Müller'e göre "klasik metinlerin hâlâ etkili olmalarının nedeni içerdikleri ütopyayla ilgilidir, artık tekrar yazılamayacak olan ya da ütopyanın ortadan kalkması tehlikesiyle yazılamayan ütopyaları kapsamasıdır."(2) Müller için her yeni sanat yapıtı geçmişteki yapıtlarla ilişki içindedir. İlk oyunu "Yolculuk" (Die Reise) Moteyeko'nun bir No oyunun 46
Doğu Almanya'nın kuruluş yıllarında bir köydeki sosyalizme geçiş sürecini, sorunlar, iyimserlik, tedirginlik ve geri tepmeler le, renkli ve gülünç ayrıntılarla betimlediği "Göçmen" oyunu nedeniyle Demokratik Alman Cumhuriyeti Yazarlar Birliği'nden çıkarılan Müller, Berliner Ensemble ve Berlin Volksbühne Tiyatrolarında dramaturg olarak görev yaptı. 1992 yılından bu yana ise Berliner Ensemble'ın beşli yönetici kadrosu içinde yer alıyordu. Yapıtlarında ele aldığı sorunları tüm yönleriyle irdeleyerek tartışmaya açan ve somut çözümler getirmekten kaçınan Müller, bir olguya tepki vermek ya da onu olduğu gibi betimlemektense içinde bulunduğumuz gerçeklikten farklı bir gerçek lik tasarlamaya, başka gerçeklik eskizleri çizmeye özen göster di. Müller'e göre önemli olan bu eskizlerin geçerli olup olma ması değil, sürekli yeni eskizler oluşturabilmekti.(3)
a
pe cy
Oyunlarını sorularla dolu bir mekandaki eylemler olarak nitelendiren Müller, bu sorulara vere bileceği tek ve kesin bir yanıtının olmadığını söyler. "Sanat bir hastalıktır, içimizde yaşayan, sürekli bizimle olan bir hastalık. Yaşadığımız dünyada tekrar iyileşme tehlikemiz yok. Dünyada asalak olarak yaşayıp bu durumu sömürdüğümüze göre, bu hastalık ve paradok sla yaşamak zorundayız. Dünya çelişkilerle dolu ve biz yaşamamızı bu çelişkilere borçluyuz. Onların sayesinde yaşıyoruz."(4)
cy a
Tüm yaratıcı gücünü yazınsal metinlerin bugünün perspektifinden bakılarak yeniden yazımı, alıntılar düzenlemesi, uyarlama, kolaj ve montaj üzerine yoğunlaştıran bu tiyatro dehası, tarihle ve yazılı metinlerle hesaplaştığı, şiddet ve fanteziyi sınırsızca kullandığı, fragmansı açık dra5. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ne Yunanistan'dan gelen Attis Tiyatrosu'nun maturjik yapıyla oluşturduğu oyunlarıyla aynı sahnelediği Heiner Müller'in "Quartet"i. zamanda yazarın geleneksel işlevini yok ederek yazarı yaratım sürecinin ateşleyicisi konumuna oyunlar sahneledi. Yazdığı ve sahneye koyduğu yapıtlarında soktu, üretici rolünü ise okura, izleyiciye bıraktı. Müller'in tüm her şeyi egzantrik biçimde kanıtlayıp ne kadar bilgili olduğunu yapıtları açık dramaturjik yapısı, fragmansı niteliği, dildeki göstermek için değil, aksine katılımcı, birlikte düşünen, birlikte yoğun imgeselliğii eylem yerine dilin ağırlık kazanması, yeni bir üreten partnerler aradığı için okurunu ve izleyicisini her zaman tiyatro anlayışını zorunlu kıldığı için oyunlarının sahnelenmesini zorladı ve hiçbir zaman kolayca "tüketilebilen" yapıtlar üretme güçleştiren etmenler, "Önümde iki seçenek var, ya yeni bir dradi. maturji geliştirmek ya da oyun yazmayı bırakmak" diyen Müller, yaşamı boyunca birinci seçenekten vazgeçmedi.
pe
Çağımızı sorgulayan bir düşünür, bir yazar, yönetmen, dra maturg, komple bir tiyatro adamı olan Heiner Müller tiyatro nun gücüne inanıyordu. Bu yüzden oyunlar yazdı, bu yüzden
48
(1) "Hamlet Makinesi", Çeviren Nihal G. Koldaş, Hamlet Sayı: 1, Şubat 1994 (2) Müller'in 6.9.1979 yılında Mülheim'deki ödül töreninde yaptığı konuşmadan. (3) "Gesammelte Irrtümer, Interviewes und Gespraeche, Frankfurt, 1986 (4) Gesammelte Irrtümer.
İNCELEME
TİYATRONUN SOYUT DÜNYASI Haluk Şevket Ataseven
örnek olarak burada somut sandığımız şey, aslında soyutturünlü besteci Ravel'in (Bolero)sunu gösterebiliriz. Ravel'in bulduğu, insani derinden etkileyen ve yapıta bağlayan tema, Bolero'nun başından sonuna kadar tekrarlanır. Sessizce akan küçük bir ırmağın çekingenliği ve tedirginliği içinde yaşama katılan tema, her tekrardan sonra evre evre yükselip genişle yerek, fırtına ve kasırgaların ayağa kaldırdığı bir denizin coşkusuna benzer bir coşkuyla birden duruverir.
cy a
Bir insan ömrünü otuz yılla sınırlamak ve buna göre değerlendirmek mümkündür. Bu otuz yıl süresince insan, doğar, çocuk olur, genç olur, süreli eğitimini tamamlar, meslek sahibi olur, sever, sevilir, evlenir ve çocuk sahibi olur. Bütün bunlardan sonra -az yaşasın, çok yaşasın- bir insanın ömrü, ilk otuz yıl süresince yaptıklarının tekrarından ibarettir. Gerçi yeniden çocuk ve ye'niden genç olmasa da bu sürelere duygularında ve imgeleminde biçim vererek, onları ilkinden daha anlamlı kılar ve yaşamının çeşitli süreçlerinde onlarla yeniden bütünleşir. Ancak okumak, yeni bir mesleğe yönelmek, yeniden sevmek, yeniden evlenmek ve yeniden çocuk sahibi olmak gibi tekrarlar, yaşamsal heyecanları ilkinden daha güçlü bir biçimde ayakta tutabilmenin gereğidir. Bu ise ölüme kadar hep yeniden doğmanın ve ölüme kadar hep yeniden yaratmanın fenomenidir...
pe
Her tekrar, bir önceki tekrarın doğasını değiştirir, onun kendin den sonraki tekrarın doğasına katar. Böylece tekrarlardan oluşan, ama hem genişleyen hem de her seferinde büyüyen bir yaşam biçiminin oluşumuna katılır insan... Her tekrardan sonra eş zamanlı algılama yetimiz, yeni anlamlar üreten ve bizlere boş alanlar açan kapsamlı bir işlevsellik kazanır... Sanat ve sanatçı bu evrede girer devreye ve bir önceki tekrarın bıraktığı boş alanları yaşama katar. Bu artık yeni bir yaşam biçimidir, sanatçı ise sürekli olarak sanatların alıcısını bu yeni yaşam biçimine katar. Sanatların en soyutu olan müzik, sesler dünyasından aldığı başıboş seslere ritm, ses, hareket ve hız kazandırarak dinleyici sine sunar.
Birden duruverir dediğim bu ünlü tema, artık varlığımızın taşıdığı şiirde, duyularımızın ve duygularımızın derinliğinde, ateşten bir top gibi ışıldamakta ve yanmaktadır... Ravel'le başlayıp yaşamımıza katılan bu güçlü tema, insanın evrensel kimliğinin en açık göstergesidir. Bu göstergenin gös terileni ise, arı sanatın yaratıcısı olan ve kendini evrensel bir soy lamanın gösterileni yapan (insan varlığı) dır... Bu bağlamda tiyatro sanatı, müziğin ve şiirin buluştuğu yerde anlam kazanır. Bir duygu ve düşünce varlığı olan insanı derinden etkileyen evrensel bir büyüdür bu... Aktör'ün varlık nedeni de bu olsa gerek, şiir ve müziğin taşıdığı gizemli bir dünyayı kendi "Ben"inden hareketle "Karşı ben"e taşımak, yani diyalogu başlatmak. Diyalog ise-anlam kazanıp, anlam aktarmak demektir. Aktör'ün (İnsan oyuncu) asal işlevi, karşı benle (Oyuncu insan) bütünleşmektir. Bu nedenle aktör, hem yaşamsal durumları tekrar eden, hem de bu tekrarlardan yeni anlamlar üreten bir fenomendir.
Bütün ünlü müzik yaratıcılarının yapıtları, plaklarla daha son raları satışa çıkan bant ve diskler aracılığıyla dinleyicisine ulaşır ve böylece o yapıtlar, tekrarların dünyasına katılır. Sonuçta müzik dünyasının etiği, o etiğin getirdiği estetik yapı, hatta davranış biçimleri, her tekrarda, kendini yenileyen bir yapıya ortak eder bizleri.
Yüzyıllar boyunca tiyatro sanatının geçirmiş olduğu evrim, aynı zamanda insanlığın geçirmiş olduğu evrimlerin bir yansısıdır. Bu zaman diliminde, tekrarlar dünsı karşıtların birbirini içermesiyle yeni bir ivme kazanmıştır. Sanırım bu gelişimin temelinde (Dil öncesi-dil sonrası) insanının yaşam serüveni yatmaktadır.
Her tekrar bir yenilenme, evrensele ulaşma, ölüme baş aldırma ve ölümsüzlüğü arama uğraşıdır. Buna somut bir
"Dil öncesi insanını" "Şimdi burada" yaşatan ve bedensel bir anlatım biçimi olan gündelik yaşam biçimi ve onun bedensel 49
anlatımı "Dil sonrası" insanınca git gide anlatım dışı bırakılmıştır. Çünkü dil sonrası insanı, dilin örgütlediği toplum sal yaşamda, bedenin bu doğasal anlatım zenginliğini sözcük lerin dar ve sınırlı dünyasına hapsetmiştir. Bir başka deyişle, sözlü dil olgusunun git gide görsel dilin doğal anlatımının yeri ni almasıyla insan, görsel dilin zengin anlatım olanaklarını bedeninde saklamak zorunda kalmıştır. Konuşan bir insanı gözlemlediğimizde, onun konuşma anında kullandığı sözcüklerle o sözcükleri kullandığı andaki bedensel hareketlerinin ve davranışlarının, söz ve eylem bağlamında bir biriyle hiçbir ilintisi olmadığını görürüz... Oysa beden dilinde bu uyumsuzluk yoktur. Anlatım anında görsel dil neyi işaret ediy orsa, beden dili onu yansıtır. Bir anlamda görsel dil ile beden bir bütündür. Özellikle konuşma özürlülerinin kullandığı işaret diliyse bu konuda önemli bir örnektir. Oynadıkları bir tiyatro oyununda, seyirciyi iki saat boyunca koltuklarında tutabilmeleri ve seyircileriyle görsel alanda bütünleşmeleri, yeni anlamların ve kendilerine özgü yeni estetik yaratımların bir sonucudur. Dil sonrası insanında konuşma eyleminin gelişmesiyle bütün dillerde iki konuşma biçimi ortaya çıkmıştır. Biri, insanların iletişimde bulunmalarına yarayan, bildiğimiz günlük konuşma, öbürü ise, toplu olarak kuttörenlerde (Ritüel) kullanılan daha yoğun, olağan dışı, ritimli ve büyüsel olan şiirsel konuşma...
Biri, günümüze kadar gelen, dogmatik, skolastik düşünce disi plinleri doğrultusunda gelişen (Konvansiyonel-Konstrüktif) tiya tro, diğeri ise insanın tanımına uygun, onunla bütünlenen, onunla yeni yaratımlar, yeni anlamlar ve yeni estetik alanlar kazanacak olan (Dinamik tiyatro). Ayrıca yukarda sözü edilen (Çağdaş insan) tanımını bize göre şöyle özetleyebiliriz: Çağdaşlık ya da çağdaş olmak, "Şimdi burada"ki evrensel "Oluş"a, onun bütünlüğünü kurmak amacıyla katılma bilin cidir.... (Konstrüktif tiyatro) günümüze yakın tarihlere kadar Günümüzde de- tiyatro sanatının kendi özvarlığını meydana getiren temel öğelerini sürekli olarak parçalamış, dağıtmıştır. (Dram, komedi, fars, vodvil, melodram, mim, pandomim, müzikli oyun, bale, opera, operet vb...) Oysa bütün bunlar insan varlığının farklı görünümleridir, yani bir bütünün öğeleridir... Bu görünüm aktörü dramatik bütünlüğü oluşturan bir yaratıcı olmaktan çıkarmış, onu sadece tiyatro sanatını var eden öğelere gösterim alanında hizmet eden pasif bir gösterge durumuna getirmiştir.
a
İletişimi sağlayan günlük konuşma dilini, dil sonrası insanının kurguladığı (Sözlü dil) olarak, olağan dışı, ritimli ve büyüsel olan şiirsel konuşma dilini de, dil öncesi insanında doğasal olan bir işlevi yüklenen (Görsel dil) olarak değerlendirebiliriz...
Oyuncu insan-insan oyuncu sarmalında, tiyatro sanatını ve bu sanatın şimdiye kadar geçirmiş olduğu değişimleri -burada asıl söz konusu olan insanın değişimidir- göz önüne alarak iki görünüm içinde ele alabiliriz.
pe cy
Konstrüktif tiyatronun amacı, öncelikle (Öğretmek, eğitmek ve mesaj vermektir).... Bu pek değişmeyen özelliğini insan varlığının kültürel boyutlarından, toplumsal boyutunu ön plana alarak geliştirir ve bunu her seferinde başka bir zaman, başka bir mekân boyutunda tekrarlarken, insanın evrensel ve bireysel boyutlarını çoğunlukla işlevsiz bırakarak silik ve renksiz bir hale getirir. Bu nedenle Konstrüktif tiyatro, salt toplumsal bir kimlik taşır.
Bence dram sanatının gelişimindeki en büyük etmeni, dil son rası insanıyla ortaya çıkan (Sözlü dil-görsel dil) ikileminin ortaya koyduğu çatışmada gözlemleyebiliriz. Bu aynı zamanda (Oyuncu insan-lnsan oyuncu) ikileminin sarmalında kendini belirliyecektir. Ritim-dram kavramından (Oyuna), oradan da tiy atro sanatına geçilen süreç, Ben-Karşıt ben (Diğer bir deyişle, oyuncu insan-insan oyuncu) ve görsel dil, sözlü dil çatışmasıyla ortaya çıkan, tiyatrosal yapıyı belirlemektedir... Bu aşamada devreye giren fenomen ise aktördür. Aktörü, insanı tekrarların yönlendirdiği bir dünyada (Yaşamı koruyan kişi) olarak değerlendirebiliriz.
Aynı zamanda aktör, dil sonrası insanının sözlü dilin gelişimiyle bedeninde sakladığı görsel dilin doğasal anlam zenginliğini savunan ve ona her deneyiminde biraz daha sahip çıkan kişidir. Bu kişi, çağlar boyu insanın eylemler tarihi içinde gelişen kimliğini gösterim yoluyla ortaya koyup açıklayan kişidir. Bu nedenle o, düşünen ve yapan insansal boyutların öncesine, oynayan insan ya da oyuncu insan nitemini getirmiştir. Böylece insan oyuncu olarak aktör, oyuncu insanla birlikte anlamlar ve çağrışımlar bütünlüğünü gösterimler dünyasına katmıştır...
Günümüzde ise insanın günlük yaşamı bütün bir gün boyunca, görsel olarak dünyayı kavrayıcı bir hıza ve onu getirmiş olduğu yeni bir algılama bilincine dönüşmüştür. Bu görünüm içinde gerek verici (İnsan oyuncu), gerekse alıcı (Oyuncu insan) geçmişi ve geleceği "Burada şimdi"nin içinde bütünleşerek algılamaktadır. Bir anlamda verici yaratıcılığını, alıcının yaratıcılığıyla ve gösterime katılımıyla paylaşmaktadır. Bu da insanı, insanlaşma aşamasına götüren dinamik bir oluşumdur...
50
(Dinamik tiyatroyu) ise bir aktör tiyatrosu olarak ele almak düşüncesindeyim... Dinamik tiyatro kapsamında yaratıcı bir kimlik kazanan aktör, bir nesne üzerinde eylediğinde, o nes neyi kopya etmez, o nesne üzerinde yoğunlaştırdığı aksiyon katmanlarından o nesneye özgü anlamlar ve bu anlamlara dönük çağrışımlar üretir. Bu da (Dinamik tiyatronun) (Yoğunlaşma, anlamlandırma ve çağrışımlar) dizgesi içinde aktörün alıcısıyla buluşması ve onunla bütünleşmesi demektir. Bu nedenlerle doğasında var olan özellikleriyle (Dinamik tiya tro) insan varlığının kültürel boyutlarını meydana getiren (Evrensellik, bireysellik, toplumsallık) toplam değerleriyle salt insansal bir kimlik taşır... Geçtiğimiz Ağustos ayında TAL'ın davetlisi olarak İstanbul'da altı günlük bir seminer veren ünlü tiyatro adamı Barba, tanımladığı üçüncü tiyatro kapsamında, tiyatronun geçirmiş olduğu evreleri, sırasıyla yazar tiyatrosu, yönetmen tiyatrosu ve aktör tiyatrosu olarak ele almaktadır. Bence bu yaklaşımda yazar ve yönetmen ne denli Konstrüktif tiyatronun temel öğeleriyse, aktör de o denli Dinamik tiyatronun teme öğesidir... Bir yaratma ürünü olan sanat yapıtı gibi Aktör de hem bir
a pe cy yaratma ürünüdür hem de kendinde var olan bir sanat yapıtıdır. Bu organik canlı sanat varlığı zamansallığa karşı diren ci, ölüme karşı meydan okumayı tözünde taşır ve ifade eder. Hem bir yaratma ürünü, hem de kendine bir sanat yapıtı olan Aktör, özünde tüm ontik katmanları bir biçimde armonisi içinde birleştirir... Görülüyor ki insan varlığı, kendini açıklamaya dönük düşünsel, sanatsal ve bilimsel tüm uğraşlarında soyutlamalar dünyasının bir göstergesidir... Doğada somut olarak elle tutulup gözle görülen her şey soyutun yarattığı imgenin çeşitli görünüm
leridir. Bu görünümlerin asal yapısı ise, evreni yöneten kaosun sonsuzluğunda gizlidir. İnsan ne denli bu kaostan yaratılmışsa, tiyatro sanatı da bu kaosun içinden doğan bir soyutlamalar göstergesidir... Ünlü bir tiyatro adamı Szajna'nın dediği gibi: "Hiçbir şey, hiçbir yerde, hiçbir zaman..." Tiyatro sanatı, tekrarlardan başka bir şey olmayan yaşamın soyut dünyasında kendi dinamik yapısını anlamlandırmaya devam edecektir... Çünkü çağdaş insan evrensel kimliğini tümüyle soyut bir dünya üzerinde, yeniden yaratmak zorun dadır... 51
SÖYLEŞİ 1995/1996 sezonu. Üç oyun. "Ramiz ile Jülide"nin provaları sürerken, "Lütfen Kızımla Evlenir misiniz?" oyunu oynanıyor, sabah prova, matine-suare oyun. Oyun olmadığı günler "Konken Partisi" ile yakın çevreye turneler düzenleni yor.
a
Onun, tiyatromuzun yanıp sönen yıldızlarından farklı bir "Yıldız" olduğu ve asla kay mayacağı daha Devlet Operası'nda çocuk korosundayken belliydi. Gençti, istekliydi, çalışkandı, umut luydu ve hep öyle kalacaktı.
cy
Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nun yarışmasında 100 oyun arasından oybirliğiyle büyük ödülü kazanan Refik Erduran'ın "Ramiz ile Jülide" oyununun çıkış noktası, Sovyetler'in çöküşünün toplumculuğun sonu gibi algılanması. Mehmet Birkiye'nin postmodernist bir yaklaşımla sahnelediğini belirttiği oyunda sahneye 900'lü hatlar için çekilen küpleri izleyebileceğiniz büyük boy ekran kurulmuş. Şimdilik en büyük ilgiyi Yıldız Kenter yani Jülide Amber'in seksi fotoğrafının çektiği oyun, insan ilişkilerini alaycı ama umutlu bir açıdan ele alan, bugünün Türkiyesi'ni çok iyi anla tan ciddi ve romantik bir komedi.
Yıldız Kenter, "Ramiz ile Jülide" oyununda eski seks yıldızı Jülide rolünde
I
Rengin Uz
pe
"Ciddi Bir Komedi Oynuyoruz"
Yıldız Kenter'le, Kenter Tiyatrosu'ndaki odasında kim bilir kaçıncı kez buluşuyoruz. Ve o kim bilir kaçıncı rolüne, kaçıncı oyu nuna hazırlanıyor. Biraz sonra perde açılacak ve o, dönemi kapanmış eski seks yıldızı Jülide Amber olacak. Dün kızının üzerine titreyen, onu evlendirmek için yap madığı kalmayan sevimli bir anneydi, ondan önceki gün bembeyaz saçlı huysuz bir ihtiyar... Daha önceleri, bir kraliçe, sıradan bir kadın, aldatılmış bir eş, geçkin bir 52
fahişe, Anadolu kadını, bir öğretmen, içimizden birileri, belki de yarın Lady Macbeth...
Ayna karşısında saçına bigudileri büyük bir titizlikle saran Yıldız Kenter'e bakıp onun oynadığı tüm rolleri yaşattığını, ölümsüz kıldığını düşünüyorum. 70'li yıllardan sonra bu tiyatroda izlediğim oyunlar geçiyor gözümün önünden, .çoğunun anısı taze, tiyatroyu sevgiyi, saygıyı öğreten oyunlar. "Pembe Kadın"ı, "Üç Kızkardeşi"i, "Çöl Faresi"ni, "Batak Göl"ü, "Hamlef'i, "Bedel"i, "Vanya Dayı"yı, "Ben Anadolu"yu, "Bir Garip Orhan Veli"yi, "Yalnızlığın Oyuncakları"nı. Kenter
kardeşlerin, yazarın yazdığından bile inandırıcı kıldıkları rollerini... "Hocam, ellinci sanat yılınızı kutlayarak söyleşimize başlamak istiyorum derken, "Daha elli olmadı, 48" diye yanıtladı hemen. Tabii pro fesyonel anlamda. Yoksa oyunculuk serüveni, olağanüstü çalışması, disipli ni, en iyiyi yapma çabası, seyirciye saygısı, konservatuvara girdiği 1944 yılından beri sürüyor. Yarım yüzyıldır Yıldız Kenter "Her şey Tiyatro için" diyor. Sabahtan gece yarılarına kadar tiyatro. Hep daha iyisi, daha mükemmeli...
Addullat Hamit'in "Finten"i, Shakespeare'in "Onikinci Gece"si Yıldız Kenter'i, Ankara seyircisine "Yıldız" olarak tanıtan oyunlar oldu. 601ı yılların başında, Kenter kardeşlerin İstanbul'da başlayan uzun soluklu özel tiyatro macerasının ilk konuşulan, hep hatırlanan oyunları ise John Osbome'dan "Öfke", Melih Cevdet Anday'dan "Mikadonun Çöpleri" ve lonesco'dan "Sandalyeler ve Ders"ti. Kenter Tiyatrosu'nda sezo nun ilk yeni oyunu, Refik Erduran'ın ideolojik bir ekseni olan romantik kome disi, "Ramiz ile Jülide". Sovyetlerin çöküşü sonrasındaki ruhsal dağınıklığa gerçekçi yaklaşımıyla irdelemeyi amaçlayan oyun, ne yazık ki ilgiyi bambaşka bir yönüyle çekti. Görsel ve yazılı medyanın "Ramiz ile Jülide"ye gösterdiği olağanüstü ilgi, ne postmo dernist bir yaklaşımla sahne lendiği için, ne Türkiye'nin bugününü yansıttığı için, ne dönek marksistlere, aydınlara yüklendiği için, ne Kenter kardeşlerin (tüm kadronun) başarılı yorumları
a
cy
pe
a pe cy
için.
Bu ilgi, oyunda, bir dönemin ünlü seks yıldızını oynayan Yıldız Kenter'in oyunun, dekorun bir parçası olan, yarı çıplak seksi fotoğrafı için...
işte kıyamet bundan koptu, Yıldız Kenter'in 66 yaşında bu pozu vermesi ile medya tabii çok yakından ilgilendi. İyi, güzel de insan düşünüyor, aynı medya, Yıldız Kenter Devlet sanatçısı olduğu, bir birinden değerli oyunlar oynadığı, ödüller kazandığı zaman, iki yıl önce Europa Müsicale'de, Münih'te 31 ülke arasında Türkiye'yi tem sil ederken neredeydi? Tiyatronun yolunu bilmeyen ler bile geldi basın toplantısına. Sorular tabii hep "Çıplak fotoğraf" üzerine. Yıldız Kenter yanıtlıyor: 54
"Ben oyuncuyum, yadırgan mamalı. Oyunda bu gerek liyse, ben de bu pozu çektire cek durumdaysam, neden yerime bir başkasını koyayım" dedim, benim yapmam daha doğru, daha namuslu. Sesinde biraz da sitem vardı. "Neler yapılıyor altı çizilmiyor ve nelerin altı kalın kalın çiziliyor. Bu durumlar fazla sömürülmemeli" derken.
Bu afişin fikir babası yazar Refik Erduran, tamamen, siyasal bir amaçtan yola çıkarak yazdığı "Ramiz ile ' Jülide"nin bu şekilde gün deme gelmesini sevimli bir olay diye niteliyor. Evet, 11 yaşında, Ankara Halk Evi'nde Köroğlu'nun annesini oynayabilen Yıldız Kenter, bugün de 66 yaşında
yürek acılarını dindirecek, gönüller ecesi, aşk tanrıçası, geleceğini 900'lü hatlara bağlayan eski bir seks yıldızını oynayabiliyor.
Elektrikli bigudiler sarıldı. Oyunun başlamasına üç saat var. Her yeni başlayan oyun dan önce yaptığı gibi biraz sonra ezberini geçecek. Bu arada konuşuyoruz.
"Hocam, sizin şu meşhur fotoğrafınızı bir kenara bırakıp, biz "Ramiz ile Jülide"ye dönelim. Bu oyunu ilk okuduğunuzda sizi çeken ne oldu? Refik Erduran sizin için yazmış zaten oyunu. -"Bence bu oyun Türk Tiyatrosu'nda yazılmış en ciddi komedilerden biri. Nutuk atmadan, Türkiye'nin bugünkü yozlaşmış, sosyal,
politik, ahlaki panaromasını çok güzel çiziyor. Sert renkler vuruyor. O açıdan bu oyunu önemsiyorum, çok önemsiyo rum. Gülünç değil mi bugün Türkiye'nin hali? Neler yap maya mecbur bırakılıyor sunuz. Durup dururken ken dinizi savunmak zorunda kalıyorsunuz. Ve oyun da bu duruma çok hoş bir görüntü getiriyor, içerik gösterimci bir biçimde ortaya konmamış. İşte o tarafını çok sevdim. Oyunu okuduğumda o yüzeyin altındakileri, dibindekileri hissettim. Seyircinin de çekip çekip o paradoksu farketmesini iste dim. İnsanların oyunu izlerken kendilerini yakala malarını isterim. Refik'in dediği "Hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değildir. Tühler var, keşkeler var. Ama buna rağmen umut da var.
Bu umudu da aşk körüklüyor, Ramiz ile Jülide'nin aşkları küllenmiş ama ölmemiş. Tüm karakterler çok iyi yazılmış. Oyunda zorlanamadan yapılmış şeyler çekti beni. Türkiye'de insanların harcanmışlığı var. Harcanıp gidiy orsun. Kadın oyunun bir yerinde şöyle diyor "900'lü hatlar, 1995 Türkiyesi'nde ekmek parası, ayrıca dünyanın en komik durumu." Kadın olduğunuzdan utanıyorsunuz.
di. Hiç unutmam Ankara'da "Ramak Kaldı" diye bir oyun oynuyorduk. Hastalandım, elimi kımıltacak halim yok. Muhsin Ertuğrul yerime dublör olarak Azra Gün'ü koydu. Yerime bir başkası oynamasın diye, o halde çıktım ve oynadım. Evet sevgi, aşk ama en önemlisi de çalışmak, çalışmak, çalışmak... Her gün çalışıyorum, öğreniyorum. Ağzında kalem hâlâ çalışıyorum. Oyunculukla ilgili olmayan bir şey yapmamanın da rolü var tabii. Jimnastik yapmadığım sabah yoktur. Efendim, siz yıllardır konservatuvarda hocasınız. Birçok öğrenci yetiştirdiniz. Şimdiki gençler, nasıl bakıyor tiya troya ?
-Bir aşk bu. Kim ne derse desin tiyatro sağlıklı bir iş, sanat sağlıklı. Ne kadar çok çalışırsan sanki o kadar da vi tamin alıyormuş gibi. Aynı zamanda müthiş bir mistisizm var. Yani paradokslar işi. Ben ameliyatlı sahneye çıktım, oynayabildim. Başağrısından öldüğüm zamanlar oldu, sah neye adımımı atınca geçiver
-Yeterince çalışmıyorlar, yete rince aşık değiller tiyatroya. Kolay yaparız, kolay şöhret oluruz zannediyorlar. Yetenekli olanlar da bu düşünce ile fırsatı kaçırıyorlar. Çalışsalar olacak. Tabii aralarında bazılarını tenzih ediyorum. 40 yıldır ders veri yorum. Gençlerle gençleşiyorum. Onlardan çok şey
Ben hep 35 yıl bir özel tiyat royu yürütmenin bir bedeli olduğunu düşünüyorum. Eskiden bu tiyatroda klasikler oynanırdı. Çehov'lar, Shakespeare'ler büyük prodüksiyonlar. Şimdiki kuşak ise Kent Oyuncuları'nı daha çok dar kadrolu komedi türü oyunlardan tanıyor. Eskiden daha başkaydı. Basın, seyirci, sanatçı, devlet birlik teliği vardı. Basın desteğini tamamen azalttı (Şu son fotoğraf olayını saymazsak!). Provalara gelinirdi, eleştiriler çıkardı. Bu birliktelik koptu. Bu da tiyatronun, sanatın, seyircinin aleyhine oldu. Uzun yıllar her şey çok iyi gitti. Bütün "İlhan İskender" ödül leri bizim tiyatroya verildiği için, Haldun Taner "Şu ilhan iskender ödüllerini sıraya koyun artık" derdi. Özel tiyat ro oldunuz mu seviyeyi düşürmeden gişeyi düşünmek zorundasınız. Yıllar önce
pe cy a
Siz hiç sezon atlamadan, ara vermeden 48 yıldır sahnedesiniz. Kendini ti yatroya böylesine uzun süreli, başarı grafiğini hiç düşürme den adamış başka sanatçı yok. Nedir sizi Yıldız Kenter yapan?
öğrendim. Öğrenciliğimin devamını sağlıyorlar. Neler öğrendim ben onlardan... Çok iyi hocalarım oldu, ama en yaman öğretmenlerim öğrencilerim hep.
İstanbul'a ilk geldiğimizde, Harold Pinter'in "Kapıcı" oyu nunu okumuştum, biraz ağır bir piyesti. Muhsin Ertuğrul'a sordum "Oynayalım mı?" diye , oyna ama, yanına mut laka bir komedi koy, yoksa aç kalırsınız, demişti. "Evdeki Yabancı" ile dönüşümlü oynamıştık. Burada "Hamlet'1 oynarken, dengede tutsun diye "Kırk Kırat" adlı güldürüyü de sahnelemiştik. Bunların hiçbirini küçümse yerek yapmadım. Ben komediyi de çok ciddiye alıyorum. Zaten burjuva tiyatrosuz tiyatro olmaz. Alec Guiness'e fars oynadığı zaman sormuşlar, sen Shakespeare oyuncususun neden fars oynuyorsun, diye. Ben de insanım, arada pija malarımı giyip dinlenmem lazım demiş. Seyircimiz ucuza, kolaya alıştı. Adalet Ağaoğlu'nun "Çok Uzak Fazla Yakın"ı çok güzel bir oyundu, kimse gelmedi. Bu sezon Neil Simon'un "Ver Elini Broadway" oyunu da boş gidiyor. Yapmak istediğimiz bir oyun var mı? Bir de yeni projeler? Bernard Shaw'ın "Sezar'la
55
Kleopatra"sı ile William Shakespeare'in "Antonius ve Kleopatra"sını yapmayı çok isterdim. İsterdim diyorum çünkü özellikle "Antonius ve Kleopatra"da 42 değişik sahne var. Öyle bir teknik ve sahne düzeni istiyor ki. Biraz da yaş, belki 10-15 yıl önce olsaydı... Yine bu sezon için Nezihe Araz'ın yazdığı "Latife"yi çalışmaya başladım. Tek kişilik oyunda, Latife Hanım'ın Atatürk'le geçirdiği 1000 gün anlatılıyor. Edward Albee'nin çok zor yeni bir oyunu var, "Boylu Üç Kadın" onu da düşünüyorum. Türkiye'nin konumunu, ezil mişliğini konu alan kısa bir oyunu da dış ülkeler için yap mak istiyorum.
Müşfik Kenter de Yıldız ablasının izinden gideli tam 40 yıl olmuş. Onun da sanat yaşamı unutulmaz rollerle dolu. Hemen aklıma Arthur Müller'in "Bedel" oyundaki 90 yaşındaki koltukçu Salamon ve Aziz Nesinin insanın yalnızlığını çok güzel anlattığı "Çiçu" geliyor. Ve tabii diğer tek kişilik oyunları: Orhan Veli, Kuvayi-Milliye, Kahramanlar ve Soytarılar, Van Gogh. "Ramiz ile Jülide"yi severek oynuyor. Oynamak istediği oyun ise "Kral Lear" ve
yeniden Çehov'un "Martı"sı, bu kez Trigonn'u oynayacak. Oyunu izlerken anlıyorsunuz, Refik Erduran kahramanlarına önemli sözleri önemsizmiş gibi söyletmiş. İşte Ramiz'in kızı Nur'a söyledikleri: Sen elimize kolonya dökmek istiyorsun. Benim temizlik, pislik düşündüğüm yok artık. Çünkü yapılacak bir şey yok. Anlıyormusun. Her şey cas cavlak çıktı. İnsan buymuş, dünya buymuş, memleket buymuş. Kısacık ömrümde neyin tadını çıkarabilirsen yanına kâr kalıyor." Sonra Jülide ne diyor. "Kendiniz artık parmağınızı kımıldatamıyorsunuz bir şeyleri düzeltmek için. Bir yandan da mazeret uyduru yorsunuz. Ne yapalım efendim dünya böyle."
pe cy a
Yıldız Kenter'e teşekkür edi yorum. Onu hem 50'ye iki kala, bugüne kadar ürettiği tüm güzellikler için, hem de 70'e dört kala gösterdiği
medeni cesaret için kutluyo rum. Oyunda, eskinin sıkı devrimcisi, şimdilerde "Madem öyle işte böyle" di yerek her türlü uygunsuz işi yapan Hayati rolündeki Şükran Güngör'le ezber geçerken, Müşfik Kenter'e yaklaşıyorum.
56
Oyundan çıktıktan sonra ise en çok Ramiz'in şu sözleri aklımda kalıyor. "Kendi bulu tunu dağıtamayan adamlar dan kimseye hayır gelmez. Kafa bulutu, gönül bulutu." Kenterler'in size sahneden tuttuğu aynadan yıllarca ken disini izlediğiniz, bazen çocukluğunuzu, bazen an nenizi, bazen babanızı, unutulmuş bir sevgiliyi, yalan larınızı, küçük kaçamaklarınızı, ihanet lerinizi, gizli kalmış duygularınızı... Başarılı geçmişleri, onurlu çabaları ve bize sundukları umut dolu gelecek için onlara teşekkür etmeli, saygı ile eğilmeliyiz. Bize yaşamın sevgi dolu anlamlı yüzünü gösteren bu insanlar o kadar azaldılar ki...
a
cy
pe
a
cy
pe
SÖYLEŞİ defin kaydının, Titus Andronicus oyununun bir bölümünün, Globe Tiyatrosunun 17. yüzyılda yapılmış suluboya resminin fotokopisi asılı bu köşede. Üzerinde kitap, mum, tüylü kalem ve sarı çiçeklerin bulunduğu yazı masasının iki yanında ise Shakespeare'nin büstü ve bugün müze olan, oyunun da geçtiği, doğduğu evin maketi var. Aynı malzemeler, müze dekoru içinde sahnede de kullanılmış. Evet konumuz Shakespeare
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oyun yazarı olarak kabul edilen W. Shakespeare, tiyatro tari hinin en çok oynanmış, yabancı dillere çevrilmiş, esin kaynağı olmuş tiyatro adamı. Dinçel'in "Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye" oyununda Shakespeare kimliği talışmasını tiyatrocu gözüyle irdeliyor. Oyun, hem İstanbul Şehir Tiyatrosu hem Ankara Devlet Tiyatrosu'nda Perde açıyor.
Yazarlığa ilk soyunması, Sait Faik'ten uyarladığı "Meraklısı için Öyle Bir Hikâye" ile. Şimdi ise ilk özgün, oyunu "Gürültülü Patırtılı Bir Hikâye" ile çıkıyor seyircinin karşısına. Hakan Altıner'in sahneye koyduğu oyunda, Savaş Dinçel'in hem severek, hem kızarak kaleme aldığı bir "Adam" yani Aktör, Kimlik tartışmasının olumsuz yönünü körüklüyor. Shakespeare'in arkadaşı olduğunu söyleyen "Kadın" ise oyun boyunca Yazarı aklamaya çalışırken, bir
Savaş Dinçel'in ilk özgün, oyununda Shakespeare var.
a
Büyük Bir Yazardan Bir Yazar Namzedi Çıktı
pe cy
Rengin Uz
Çok soğuk yağmurlu bir gün. Savaş Dinçel'in yazdığı Gürültülü Patırtılı Bir Hikâye" oyununu izlemek için pazar matineye, Üsküdar Musahipzade Celal sahnesi'ne gidiyorum, Bu kasvetli havada, yağmura, çamura rağmen oyunun meraklısı çok. Perdenin açılmasına yarım saat var ama, fuaye şimdi den dolu. Ne güzel...
Gürültülü Patırtılı Bir Hikâye, Shakespeare Kimliği" tartışması üzerine bir oyun ya, John Shakespeare'den olma, Mary Arden'den doğma, İngilizlerin dünyaya armağan ettiği anlı şanlı William Shakespeare karşılıyor izleyicileri... Muayedeki "Shakespeare" köşesi, seyircide merak uyandırmak ve oyunun havasına sokmak için çok iyi düşünülmüş. William Shakespeare'nin
ama yazarımız Savaş Dinçel. Dinçel'i yıllardır tiyatrodan, önce oyuncu, sonra yönet men olarak tanıyor z. 35 yıldır sahne tozu yutanlar dan. Bu sezon Emmanuel Robles'in "Montserrat" (Bir Umut için) oyununda, zalim İspanyol komutan Izguierdo rolünde.
aktörün ruhunun derinlerini kurcalayıp duruyor... Ya Shakespeare? 0 bu oyun da, şimdi müze olan doğduğu evde artık sadece bir "Tablo". Yeri gelince konuşan bir Tablo.. (Kerem Yılmazer oynuyor) Savaş Dinçel'e önce, neden
Shakespeare! seçtiğini soruyorum. - Aslında bu oyunun yazım hikâyesi birkaç yıl önceye gider. Evet birkaç yıl önce aklıma geldi böyle bir hikâye. Shakespeare kimliği beni çok ilgilendiriyordu. Yani aslında Onun, Bacon, Marlowe, Lord Derby vs. gibi kişiler olduğuna dair birtakım görüşler vardı. Ben de bu konuda tam bir bilgi sahibi değildim. Mesleğimizin bu en gözde, en üstün tiyatro kişisi olarak bilinen sanat adamının bile bizim meslekte çok sinirlendiğim dedikodu culuk huyuna kurban edildiği duygusuna kapıldım. Bunu nasıl araştırırım düşüncesi ile Türkçe'de bulabildiğim bu konuya yönelmiş bütün ki tapları inceledim. Sonuçta ortaya kendi hakkında yapılan suçlamalara hiç cevap veremeyen, ama yalnızca kırka yakın oyun ve yüzden fazla Sonnet yazmış, bütün dünyanın yazarı olmuş bir insan malzemesi çıktı. Bundan da tartışmalı bir oyun olabileceğini düşünüp bu fantaziyi yazmaya karar verdim. İki sene kafamın içinde dolaştırdıktan sonra, oyunu iki ayda bitirdim." "Gürültülü Patırtılı Bir Hikâye" oyunu ile neyi amaçladınız? - Ben bu oyunda, olmasını istediğim gibi bir şey yarattım. Bu fiktif bir oyun. Kurgu bilim gibi bir hikâye. Bu oyunla herhangi bir mesaj vermeye kalkışmadım. Zaten oyun yargıya da varmıyor. Ama oynanan "oyun"da insan incelenir sonuçta. Shakespeare de bir insan. Bir insanın bu kadar çok eser verebilmesine şaşırıp, büyüklüğüne karaçalmaya kalkmak insanın ken disini küçük görmesidir. Sonuçta bir insan büyük bir iş yapmıştır. Yazar Jorge Luis 59
Borges'in "Shakespeare bütün insanlığın toplamı, yani hiç kimsedir" sözüyse, hiç kimse olamayacak kadar büyük bir yazar kişiliğiyle yani insanın gene kendisiyle övün mesinden başka bir şey değildir. Shakespeare çok büyük bir yazar. Yüzlerce yazara yazarlık kimliği, rütbesi kazandırdı. İşte böyle büyük bir yazardan benim gibi bir yazar namzedi çıktı.
pe cy
-Tabii, zaten Shakespeare benim tanıştığım ilk yazar. Hamlet'i çok severim. İlk Hamlet'i 9 yaşımdayken, sine mada Laurence Olivier'den seyrettim. Çok etkilendim. Hiç unutmuyorum Hamlet'e çok açmıştım. Haksızlığa uğradığını düşünmüştüm. Hele Leartes'le olan düello sahnesi edebi bir eserin içinde kendi çocukluğumun idol kahramanlarını Errol Flyn, Tyrone Pover'i buldum sanki. Babaannemle gitmiştim sine maya ve Hamlet'i macera filmi izler gibi izledim. İlk pro fesyonel oyunum da "Macbeth"ti. Haberci'yi oynamıştım.
a
Bu kadar hayran olduğunuz Yazarla ilk tanışmanızı anımsıyor musunuz?
Yönetmen veya oyuncu olarak bu projede yer almayı düşünmediniz mi?
- Tabii sahneye de koya bilirdim, oynayabilirdim de. Bence oyuncu olarak bir oyu nun içinde yer almak ayrı bir şey, yönetmen olarak, sahn eye koymak ayrı bir şey, ama bir yazar olarak bir oyunda oynamak ya da yönetmek bambaşka. Görüyorsunuz ki yazarların çoğu oyuncu değil. Ben böyle bir duygunun nasıl olacağını algılayabilmek için seyircilerin arasında seyret meyi yeğledim oyunu. Siz birşey yazıyorsunuz, birisi sah neye koyuyor, birileri de oynuyor. Oyununuzun 60
başkaları tarafından ne hale geldiğini görüyorsunuz. A/e hale gelmiş? Sonuçtan memnun musunuz? - Evet sonuçtan memnunum. Kafamda tasarladığım gibi bir şey çıktı ortaya. Sürprizi mer akla bekledim, oyunuma bakalım başkaları nasıl bakıyor diye. Hatta oyunda sevindirici sürprizlerle karşılaştım. "Gürültülü Patırtılı Bir Hikâye" şu anda Ankara Devlet Tiyatrosu'nda da sah neleniyor. Oradaki oyunu Selçuk Yöntem sahneye
koydu. Tüm oyuncular, Baykal Saran, Zerrin Tekindor ve Mustafa Uğurlu çok başarılı. Sen bu oyunu izlediğin için bunu anlatıyorum; Kamran Usluer'de yazdığım "Adam"ı gördüm. Hümeyra'nın oynadığı "Kadın"ın Kamran'm rolü kadar derinliği yok. Kız rolü kapsam olarak büyük ama içerik olarak kızın hikayesi anlatılmıyor. İşi çok zor o bakımdan. Hümeyra kızı bütün şirinliği, hergeleliği ile oynuyor, ikisi birbiriyle özdeşleşmiş, çok iyi bir çift oluşturmuşlar.
Peki bu kadar sevdiğimiz yazarın hangi oyununda yönetmen veya oyuncu olarak çalışmak istersiniz? - Evet bir Shakespeare oyunu yönetmek isterim. Yapmak istediğim oyun da, "Venedik Taciri". Çok güzel, ayrıca mahkeme sahneleri de olduğu için kriminal bir oyun. "Venedik Taciri"ni bugünün dinamizmi içinde sahneye koymak isterim. Oynamak istediğim role gelince, "Venedik Taciri"nde o eleştirdiğim Shylock'u, III. Richard'ı ve Hamlet'teki I.
mezarcıyı oynamak isterim. O tam bir filozoftur.
Shakespeare mi yazdı, bir başkası mı? Shakespeare bir dahi mi, değil mi? Bu bol tartışmalı oyunun bitmeyen tartışmaları... Ama ister
misiniz Shakespeare çıkıp da, hepimize "Hamlet" oyunun dan Danimarkalı prensi Hamlet'in ölmeden önce söylediği şu sözlerle seslensin: ... Ölüyorum Horatio. Mutsuz Kraliçe, elveda! Ve sizler, bu olanlar karşısında Tüyleri ürperip, yüzleri sapsarı kesilenler, Sessiz oyuncuları, dilsiz seyir cileri bu oyunun. Biraz vaktim olsa (ama bu ölüm jandarması Bir yakaladı mı bırakmıyor
pe
cy
a
Savaş Dinçel'in "Gürültülü Patırtılı Bir Hikâye" oyunu gürültülü patırtılı, ama keyifli. "Shakespeare Meselesi" üze rine çok hoş bir fantezi. Shakespeare'i bilen, oyunlarını tanıyan seyirci ayrı bir tat alıyor. Başlarken "Bu oyun Shakespeare'in mi? Kim çevirmiş oyunu" diye soran seyirci de seviyor bu gürültülü patırtılı tartışmayı, bir şeyler öğrenerek çıkıyor.
Bu oyunu, özellikle "Oyunculuk" mesleğinin başındaki gençler de izlemeli. Çünkü "Gürültülü Patırtılı Bir Hikâye"de "insan gibi oyna mak" isteyen bir "Oyuncu" ile tanışacaklar. Onun söyledik leri, yarının, bugünün Hamlet, Othello, Lady Macbeth, Juliet, Desdemona ve Cordelia'ları için çok önemli...
insanın yakasını) Vaktim olsa derdim ki size... Neyse kalın artık. Horatio, ben gidiyorum, ama sen burdasın Anlat beni, anlat haklı olduğumu Kuşkusu kalanlara. Hava yine soğuk. Yine yağmurlu. Ama bu iki saatlik gürültülü patırtılı hikâyeden sonra artık hiç de kasvetli gelmiyor.
ELEŞTİRİ
ıı
İNSAN ıı GÖZLÜĞÜ TAKAN BİR ATIN ÖYKÜSÜ Sibel
Arslan
Biz insanlar bize benzemeyeni, farklı olanı hemen dışlar, kendimizden farklı olan yanını, eksikliğini ya da fazlalığını belirten küçümseyici bir ad takıp, onun bu
a
özelliğinin altını çizeriz. Ta çocukluktan başlayarak çevremizdeki insanları "şişko", "dörtgöz", "deli" diye isimlendirip, onları yalnızca bu özellikleriyle ele alırız. Bütün
pe cy
bunları yaparken de acımasızca taktığımız bu lafları taşıyanları ne denli incittiğimizin, yaraladığımızın çoğu kez farkına bile varmayız. Çünkü, bizce herkes bizim gibi, benzerlerimiz gibi olmak zorundadır, farklılıklarsa ancak alay konusu ola bilir ve o kişilerin dışlanmasının tek gerekçesidir. Bizler bu tavrı yalnızca insanla sınırlı kalmayıp, doğaya, hayvanlara karşı da takınırız, insanları belirlediğimiz gibi doğayı da belirlemeyi en doğal hakkımız olarak görürüz. Dünya edebiyatının önemli ismi, büyük Rus yazarı Lev Tolstoy "Bir Atın Öyküsü" adlı öyküde, farklı görünümü yüzünden horgörülen, aşağılanan bir atın gözün den, tüm çelişkileri, toplumsal belirlen meleri, acımasızlığı ve zavallılığıyla insanoğluna yaklaşır. Öyküde alaca olmasının dışında hiçbir "suç"u olmayan bir atın doğumundan ölümüne dek tüm yaşantısı, sevgi, sevgisizlik, umut, korku ve acıların iç içe geçtiği dünyasıyla, insanların kurdukları toplumsal düzen içinde yalnızca birbirlerini değil, tüm doğayı belirlemeye çalışmaları ve bunun sonucunda, çevrelerindeki insanların ve hayvanların yaşamlarının yönünü çizmeleri, iç burkan katı bir gerçekçilikle gözönüne serilir. Şehir Tiyatroları, sezon başında sahnele meye başladığı "Savaş ve Barış"tan sonra, bu kez de Tolstoy'un "Bir Atın Öyküsü", adlı yapıtını izleyici karşısına çıkarıyor. Mark Rozovski tarafından sah 62
neye uyarlanan "Bir Atın Öyküsü" Taner Barlas tarafından sahneleniyor. Oyunun çevirisi Yıldırım Türker, müzikleri Selim Atakan, sahne ve giysi tasarımı Özhan Özdil, koreografisi Selçuk Borak tarafından gerçekleştirilmiş. Yapıtlarında gerçekliğin fiziksel yanlarını canlı bir biçimde gözönüne sererken, insanın iç dünyasının gizli köşelerine dek yönelen Tolstoy'un, bir atın gözünden insanların iç dünyalarındaki ruhsal dalgalanmalarına, yükseliş ve çöküş dönemlerine ustaca bir gözlem gücüyle yaklaştığı ve insanoğlunun acımasızlığının, bencilliğinin altını çizdiği "Bir Atın Öyküsü", genç bir oyuncu kadrosu tarafından, sözsel anlatım kadar bedensel anlatımın da ağırlık kazandığı dinamik ve etkileyici bir rejiyle sahne üzerine aktarılıyor. "Alaca" atın doğumundan ölümüne yaşamının tüm verileriyle çevresindeki insanların yaşam evreleri arasında para lellik kurulan "Bir Atın Öyküsü"nde, önce sahneye gündelik giysileri içinde çıkan oyuncuları görüyoruz, sonra oyun cular haradaki atlara dönüşüp öyküyü sahnede canlandırıyorlar, kah at kah insan rolü üstlenerek. Öykünün sonunda ise karşımıza çıkanlar gene gündelik giysileri içindeki oyuncular. "Bir Atın Öyküsü"nde alaca atın ekseninde diğer atlar ve "Alaca"nın yaşamını belirleyen "efendi'leri sahne üzerine getirilirken oyuncuların beden kullanımının ön plana çıkarıldığı bir reji anlayışından yola çıkılıyor. Oyuncular uzun süreli bir
pe cy a
çalışmanın ürünü olduğu anlaşılan bedensel devinimlerde, at yanılsamasını yalnızca ayak ve baş hareketleriyle başarılı bir şekilde yaratıyorlar. "Alaca" rolünde genç oyuncu Murat Coşkuner, gerek mimikleri gerekse beden kullanımıyla oldukça etkileyici bir oyun culuk sergiliyor. Vaska'da Kemal Kocatürk, prens Serpuhovski'de Ayhan Kavas, Dişi At'ta Bennu Yıldırımlar, Bobrinski ve Teğmen'de Şükrü Türen, Demir Kır Aygır'da Eftal Gülbudak, Seyis ve Bay Willigstone'da Murat Daltaban oldukça başarılı kompozisyonlar çiziyor. Bunun dışında tüm oyuncuların can landırdıkları rollerin üstesinden geldiği ve dinamik bir ekip oyunculuğunun sergilendiği oyunda ekibin canla başla çalışarak zevkle oynamaları aynı coşkunun izleyiciye de geçmesine neden oluyor..
Tolstoy'un gerçekçiliğinin, oyuncular tarafından tiyatro diliyle anlatılarak sahneüstü gerçekliğine dönüştürüldüğü oyunun en etkileyici sahneleri, "Alaca"nın, insanlar tarafından "yasak"
pe cy a
Özhan Özdil'in işlevsel ve yalın dekor tasarımı, atların yaşadığı haradan birkaç
ufak eklemeyle yarış alanına, sokağa, prensin sevgilisinin yatak odasına vb. dönüşerek öykünün anlatımını görsel açıdan destekleyen başarılı bir tasarım. Yönetmen Taner Barlas, Tolstoy'un gerçekçi, keskin, yürek sızlatan öyküsünü ölçülü kullanılan dekor, ışık, giysi, oyunculuk öğelerinin bütünlüğü içinde, öyküde yaratılan atmosferi sahne üzerine taşıyor. Oyunu izlerken tek rahatsız olduğum nokta oyunun müzikleriydi. Acaba oyunda yaratılan atmosferi bozan, oyunu birden bire sahne aralarına serpiştirilen şarkılarla sıradan bir müzikli oyun havasına sokan müzikler olmasaydı, izleyicide daha yoğun bir tiyatro tadı bırakmaz mıydı, diye düşünüyorum.
olarak nitelendirilen bir ilişkiye girdiği için cezalandırılıp iğdiş edildiği sahne ile yaşlandığı, bir işe yaramadığı için, gene insanların elinden gelen ölümüydü. Stefan Zweig'ın dediği gibi, "Tolstoy için can çekişen bir köpeğin uluyarak kıvran ması ile göğsü nişanlarla süslü bir gener alin ölümü arasında bir fark yoktur." Son sözü "Bir Atın Öyküsü"nde atın ve prensin ölümünü anlatan Tolstoy'a bırakıyorum: "Hafta sonuna doğru, tuğla ahırın ardında yalnızca koca bir kafatası ve iki kürek kemiği kalmıştı, kalanını köpekler ve kurtlar halletmişti. Yaz gelince, kemik toplayan bir köylü kafatasını ve kürek kemiklerini götürüp bir işte kullandı. Prens Serpuhovski'nin hâlâ ortalıkta gezinen, yiyen, içen cesediyse çok zaman sonra gömüldü... Ne derisi ne eti ne de kemikleri kimsenin bir işine yaramadı"
İ S T A N B U L BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
ŞEHİR TİYATROLARI TARİH
31 Ocak Çarşamba
SAAT
HARBİYE i. ERTUĞRUL SAHNESİ TEL.:(0 212)240 77 20
FATİH REŞAT NURİ SAHNESİ TEL.:.(0 212) 526 53 80
ÜSKÜDAR M. CELAL SAHNESİ TEL: (0 216)333 03 97
KADIKÖY HALDUN TANER SAHNESİ TEL.: (0 216) 349 04 63
GAZİOSMANPAŞA SAHNESİ TEL.: (0 212) 578 60 67
HARBİYE CEP TİYATROSU TEL.: (0 212) 240 77 20
15.00
Savaş ve Barış
Kanlı Düğün
Canlı Maymun Lokantası
Palto
20.30
Savaş ve Barış
Kanlı Düğün
Canlı Maymun Lokantası
Palto
1 Şubat Per.
20.30
Savaş ve Barış
Kanlı Düğün
Canlı Maymun Lokantası
Palto
İki. Nöb. Sık. 15.00
2 Şubat Cu.
20.30
Savaş ve Barış
Kanlı Düğün
Canlı Maymun Lokantası
Palto
İki. Nöb. Sık. 15.00
11.00
Birlikte Oynayalım
15.00
Savaş ve Barış
Kanlı Düğün
20.30
Savaş ve Barış
Kanlı Düğün
11.00
Birlikte Oynayalım
15.00
Savaş ve Barış
Kanlı Düğün
Canlı Maymun Lokantası
Palto
18.30
Savaş ve Barış
Kanlı Düğün
Canlı Maymun Lokantası
Palto
3 Şubat Cumartesi
4 Şubat Pazar
Büyülü Göl (Ç.O.)
Büyülü Göl (Ç.O.)
Akıllı Soytarı (Ç.O.) Canlı Maymun Lokantası Canlı Maymun Lokantası Akıllı Soytarı (Ç.O.)
Bir Gece Masalı (Ç.O.) Palto Palto Bir Gece Masalı (Ç.O.)
5 Şubat Pt. 6 Şubat Salı
Açık Evlilik 18.00-20.30
7 Şubat Çarşamba
15.00
Gazeteciden Dost
Aslolan Hayattır
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Bir Atın Öyküsü
20.30
Gazeteciden Dost
Aslolan Hayattır
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Bir Atın Öyküsü
8 Şubat Per.
20.30
Gazeteciden Dost
Aslolan Hayattır
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Bir Atın Öyküsü
Açık Evlilik 15.00
9 Şubat Cu.
20.30
Gazeteciden Dost
Aslolan Hayattır
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Bir Atın Öyküsü
Açık Evlilik 15.00
11.00
Birlikte Oynayalım
Büyülü Göl (Ç.O.)
Akıllı Soytarı (Ç.O.)
15.00
Gazeteciden Dost
Aslolan Hayattır
20.30
Gazeteciden Dost
Aslolan Hayattır
11.00
Birlikte Oynayalım
15.00
Gazeteciden Dost
18.30
Gazeteciden Dost
12 Şubat Pt. 13 Şubat Salı Kanlı Düğün
20.30
Kanlı Düğün
15 Şubat Per. 20.30
Kanlı Düğün
16 Şubat Cu. 20.30
Kanlı Düğün
17 Şubat Cumartesi
11.00
Krala Oyun (Ç.O.)
15.00
Kanlı Düğün
20.30
Kanlı Düğün
Krala Oyun (Ç.O.)
18 Şubat Pazar 19 Şubat Pt.
11.00
22 Şubat Per. 20.30 23 Şubat Cu. 20.30 11.00
Bir Atın Öyküsü
Bir Gece Masalı (Ç.O.)
Aslolan Hayattır
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Bir Atın Öyküsü
Gurultulu Patırtılı Bir Hikaye
Bir Atın Öyküsü
Çatıdaki Çatlak
Bir Umut için
Açık Evlilik
Çatıdaki Çatlak
Bir Umut İçin
Açık Evlilik
Çatıdaki Çatlak
Bir Umut İçin
Açık Evlilik
Çatıdaki Çatlak
Bir Umut İçin
Açık Evlilik
Büyülü Göl (Ç.O.)
Akıllı Soytarı (Ç.O.)
Çatıdaki Çatlak
Bir Umut İçin
Çatıdaki Çatlak
Bir Umut İçin
Büyülü Göl (Ç.O.)
Akıllı Soytarı (Ç.O.)
Peynirli Yumurta 18.00 - 20.30
Peynirli Yumurta 15.00 Peynidi Yumurta 15.00
Bir Gece Masalı (Ç.O.) Açık Evlilik Açık Evlilik Bir Gece Masalı (Ç.O.)
Kanlı Düğün
Çatıdaki Çatlak
Bir Umut İçin
Açık Evlilik
Kanlı Düğün
Çatıdaki Çatlak
Bir Umut İçin
Açık Evlilik
Kanlı Düğün
Gazeteciden Dost
Bir Umut İçin
Bir Atın Öyküsü
Açık Evlilik 18.00-20.30
Kanlı Düğün
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Gazeteciden Dost
Bir Umut için
Bir Atın Öyküsü
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Kanlı Düğün
Gazeteciden Dost
Bir Umut İçin
Bir Atın Öyküsü
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Acık Evlilik 15.00
Kanlı Düğün
Gazeteciden Dost
Bir Umut İçin
Bir Atın Öyküsü
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Açık Evlilik 15.00
Krala Oyun (Ç.O.)
15.00
Kanlı Düğün
20.30
Kanlı Düğün
11.00 25 Şubat Pazar
Akıllı Soytarı (Ç.O.)'
Bir Atın Öyküsü
15.00
20 Şubat Salı 18.30 15.00 21 Şubat Çarşamba 20.30
24 Şubat Cumartesi
Aslolan Hayattır
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
pe
15.00
14 Şubat Çarşamba
Büyülü Göl (Ç.O.)
a
11 Şubat Pazar
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
cy
10 Şubat Cumartesi
Bir Gece Masalı (Ç.O.)
Krala Oyun (Ç.O.)
Büyülü Göl (Ç.O.) Gazeteciden Dost Gazeteciden Dost BilvülüGöKCO.)
Akıllı Soytarı (Ç.O.)
Bir Gece Masalı (Ç.O.)
Soytarılar Okulu (Ç.O.)
Bir Umut İçin
Bir Atın Öyküsü
Gurultulu Patırtılı Bir Hikaye
Bir Umut İçin
Bir Atın Öyküsü
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Akıllı Soytarı (Ç.O.)
Bir Gece Masalı (Ç.O.)
Soytarılar Okulu (Ç.O.)
15.00
Kanlı Düğün
Gazeteciden Dost
18.30
Kanlı Düğün
Gazeteciden Dost
15.00
Savaş ve Barış
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Çatıdaki Çatlak
Aslolan Hayattır
Savaş ve Barış
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Palto
Gürültülü Patırtılı RirHikave
Çatıdaki Çatlak Çatıdaki Çatlak
Aslolan Hayattır
Savaş ve Barış
Aslolan Hayattır
Patta
Bir Umut İçin
Bir Atın Öyküsü
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
Bir Umut İçin
Bir Atın Öyküsü
Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye
26 Şubat Pt. 27 Şubat Salı 28 Şubat Çarşamba 29 Şubat Per.
Peynirli Yumurta 18.00 -20.30
20.30
Palto
Peynirli Yumurta 15.00
Dikmen Gürün Uçarer
BENİM BARIŞIM
pe
cy
a
77/21 Aralık tarihleri arasında Uluslararası İsrail Akdeniz Enstitüsü tarafından düzenlenen "Benim Barışım" başlıklı konferansa Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Hırvatistan, Fas, Cezayir, Moritanya, İspanya, Avusturya, Fransa, İtalya'dan temsilciler çağrılıydı. Türkiye adına da Zeynep Oral ve ben katıldık. İsrailli ve ilk gün Filistinli sanatçıların da yer aldığı toplantının amacını Enstitü Başkanı şair Erez Biton "Akdeniz insanları arasında kültürel bir bağ kurmak" olarak belirti yordu. Biton, böyle bir köprünün kurul masındaki öneme değinirken sanatçıların, aydın kesimin barış yolunda politikacıların katetmeye çalıştıkları yolu kısaltacakları düşüncesinde olduğunu söylüyordu... Izak Rabin 'in öldürülmesi "barış'ln kaçınılmazlığını bir kez daha vurguluyordu. İnsanlar arasındaki nefret
Raşel Rabin, Manera Kibulz hakkında bilgi verirken. 66
artık yerini dostluklara bırakmalıydı. ilk gün yapılan konuşmalarda "barış" teması irdelendi. Kimi sanatçılar görüşlerini şiir okuyarak dile getirdiler, kimi şarkı söyleyerek, kimi ise anılarına dönerek ya da barışı sorgulayarak... Filistinli şair Samih El Kasım çocukluğunda gittiği okulda İsrail milli marşını söylemek zorunda bırakılışına o yaşlarda bile hiç anlam veremediğine değindikten sonra "artık yapılan yanlışları düzeltmek için adımları sıklaştırmanın zamanıdır" diyordu. El Kasım, Nobel Barış Ödülünü Filistinli ve İsrailli yazarların hak ettiğini de belirtmeden edemedi. Tiyatro sanatçısı Yossi Shiloach "Dünün düşmanları bugün el sıkışıyor, karşıt kesimlerden insanlar yavaş yavaş bir araya gelmeye başladılar. Bir araya geliyorlar ve 'barış' sözcüğünden ne anladıklarını birbirlerine anlatıyorlar. Önemli bir değişim bu, perdeler aralanıyor, pencereler açılıyor. Barış konusunda skeptik olanlar bile barış düşleri kurar oldular" derken belki biraz da kendi sorgulayıcı yaklaşımının altını çiziyordu. Elbetteki "barış" olmalıydı, yaşatılmalıydı, ama nasıl? "Savaştan sonra barışın anlamı ne?" sorusunu sorarken belki Hırvat yönet men Leo Katunaric de Shiloach ile ayra tedirginliği yansıtıyordu. Sırp tiyatro eğitimcisi Dusan Renjak'ın aile birey lerinin savaşlarda yok olup gidişleri üstüne kurulu konuşması da savaşları ve savaşları izleyen barışları sorguluyordu sanki. Moritanya'lı yazar Bah Ould Saleck sadece Akdeniz yöresinde barışın değil dünyada barışının önemine işaret ederken "Eğer 21. yüzyıl Barış yüzyılı ola caksa bunun temellerini atmak bizlerin misyonudur" diyordu. Saleck'e göre Arap ve İsrailli aydınlar öncelikle kendi
Katılan yazar Marta Passaradona, İtalyan tiyatro eğitimcisi Marta Passaradona ve Türkiye adına da ben birer konuşma yaptık. Daha önce bakanın yaptığı konuşmada eğitim ve kültüre ayrılan payın milli savunma ile aynı düzeyde olduğunu öğrenmek ilginçti. Kapanışta ise Raşel Biton "Biz Akdeniz ülkeleri ortak bir medeniyetin sahipleriyiz. Bu medeniyeti barış içinde korumamız gerekli" diyordu .
pe cy
İkinci gün israil'in kuzeyindeki Manera Kibutz'una gidildi. Bu kibutzun bir özel liği kurucuları arasında Izak Rabin'in kızkardeşi Raşel Rabil'in bulunmasıydı. Golan tepelerine bakan Kibutz'da halen çocuklar dahil olmak üzere 120 kişi yaşıyor. Birlikte üretmek, ihtiyaçları birlik te karşılamak ve bir arada yaşamak kibutzların temel kuruluş nedenlerinden biri. Bugün aşağı yukarı 300 Kibutz var İsrail'de. İlk yıllardaki kadar yaygın değil. Gençler artık buralardaki yaşam koşullarıyla pek bağdaşamıyorlar. Raşel Rabin ve arkadaşları 53 yıl önce bu tepelere geldiklerinde kıraç araziyi el birliğiyle yeşertmişler. "Yıkanmak için bile, burada su olmadığı için, aşağı kibutzlara inerdik" diyor. Bizlere yaşadıkları mütevazi mekânları gezdiren yaşlı bir bayan. Raşel Rabin insanların birbir lerinden nefret etmelerine gerek olmadığı görüşünde, ama Manera'ya Golan tepelerinden gelen genç bir kadın "ekip biçtiğimiz arazileri neden barış adına geri verelim" derken çok sıcak duygular içinde olmadığını da belli edi yor. Her iki tarafın da önünde zor bir Süreç var.
Yunanlı sanatçı Aspasia Papathanasiou vie Bulgar tiyatro oyuncusu Nikolay Ishkov.
a
toplumlarındaki hoşgörüsüzlükle hesaplaşmak zorundaydılar. Bir diğer yazar, Nava Semel ilginç bir noktaya işaret ederek şöyle diyordu, "Tarihle tartışılmıyor. Bizler korkuya şartlanmışız sanki. Sebepsiz değil bu paranoya. Tarih boyunca ırk olarak yok edilme endişesiyle yaşadık. Hem kaybeden olduk hem kazanan." Fransız yazar Paul Balta ise modern nasyonalizmin hümanizmayı öldürdüğüne değinirken artık Akdeniz ülkeleri için barıştan geriye dönüş olamayacağını söylüyordu. Günün sonunda Bar ilan Üniversitesi'nin genç öğretim üyesi Juliette Hassin Izak Rabin'in katliamına yönelik olarak kendi üniversitesini sorguluyor ve "hoşgörü süzlük hoşgörü ile önlenemez" diyordu. Hassin'e göre üniversite toleranslı olmak adına toleranssızlığa böylesine ödün ver memeliydi. Bir hayli uzun süren ilk gün Büyükelçiliğimiz adına Konsolos Beyza Üntuna da dinleyiciler arasındaydı.
Son gün Kudüs'e ayrılmıştı. Burada ve rilen öğle yemeğine Eğitim ve Kültür Bakanı ile Sosyal Güvenlik Bakanı da katıldılar. Büyük Elçimiz Barlas Özener de konuklar arasındaydı. İsrail'in ünlü ti yatro oyuncusu Oma Porat, yine ünlü bir Yunanlı oyuncu Aspasia Papathanasiou,
EREZ BİTON Uluslararası İsrail Akdeniz Enstitûsü'nûn kurucusu olan şair Erez Biton 1942'de Oran'da doğmuş ve 1948'de ailesiyle birlikte İsrail'e göç etmişler. Biton'un İsrail'de ilk fark ettiği şey çevrenin Kuzey Afrika'da ki özellikleri taşımadığı olmuş. "Yaşam batıdan gelen kültürün etkisi altındaydı" diyor. 7 yaşında geçirdiği bir trafik kazası sonucunda gözlerini kaybe
den Biton Kudüs'de Avrupalı göçmen lerin yönettiği bir okula kabul edilmiş. Burada Baudlaire, Beethoven ve Bach'la tanışmış, yakın dost olmuş... Kudüs İbrani üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesini bitirdikten sonra Master'ini Tel Aviv'de Bar İlan Üniversitesi'nde Psikoloji üzerine yapmış. 12 yıl Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nda Psikolog olarak çalışan Biton aynı zamanda edebiyat dergileri "Apion" ve "Magrip"in de kuru cusu. Sanatçı, İsrail de yaşayan Magrip asıllı yazarların özlerine dönmeleri, öz kültürlerini ortaya çıkartmaları gerekliliğini savunuyor. Bu konuda ken dini iki katlı bir eve benzetiyor: "Giriş katı Fas, birinci kat ise İsrail." Son şiir kitabı"İki Kıta Arasındaki Kuş"da bir kültürden diğerine geçişteki zorlukları dile getiren Biton şiir yazarken parfüm lerin özü (koku), nostalji (düşünce) ve tad'dan yola çıkıyor.
Uluslararası Akdeniz Tiyatro Enstitüsü Başkanı Jose Monleon. 67
ELEŞTİRİ
Üveys A k ı n c ı
İÇERDEKİ(LER)
Hepimiz konuşuyoruz; bıkmadan, usanmadan, sadece kendi düşüncelerimizi karşımızdakine kabul ettirmek, bizim gibi düşünmesini sağlamak için. Dinlemiyoruz karşımızdakini; anlamaya çalışmıyoruz ama anlasın istiyoruz bizi. Yoksa çekilmez, anlayışsız ve kötü oluyorlar. Toplum kuralları, gelenek, dürüstlük, ahlâk denince
a
akan sular duruyor. Ama dışarının bu kurallarına uyayım derken kendimiz olamıyoruz işte. Kendimiz olmaktansa toplumun bizden istediği gibi erdemli, namus
cy
lu, güçlü olmaya çalışıyoruz. Suçlanıyoruz hep.
pe
Suçlu olmaktan korktuğumuz için de sürekli suçluluk duygusu içinde yaşıyoruz (İşlediğimiz suçu kimse duymayıp göre meyince suçlu olmaktan kurtulabiliyoruz ancak.) Demokrasiyi çok seviyoruz elbet, ama iktidar bizde ise. Belki kendimizle başbaşa kalınca, içimize bakıp kendimiz le yüzleşme cesaretini gösterince, kısacası içerde olunca durum biraz değişiyor.
Melih Cevdet Anday'ın "İçerdekiler" adlı oyununda da geleneksel düşünme (davranma), iyilik, dürüstlük, baskı, ikti dar ve suç gibi kavramlar yer değiştirme ve yansıtma izlekleri içinde sorgulanıyor. Oyunun adının da "içerdekiler" olmasının bir nedeni de sanırım bu. İçerde olan sadece tutuklu değil; komiser ve kız da en az tutuklu kadar içerde, en az onun kadar sıkıştırılmış. Var olabilmek için sarf edilen iktidar kurma çabası, yukarda anılan iki izlek içerde komiser, tutuklu, kız arasında açıkça ortaya çıkıyor: Tutuklu, komiser den gördüğü baskıyı hatta davranış biçimlerini kıza (baldızına) uyguluyor. Gerek komiserin, gerek tutuklunun bu baskıyı uygularken asıl istekleri amaçlarına (komiserinki, bildiriyi tutuk luya imzalatmak; tutuklununki, karısının yerine ziyarete gelen baldızıyla
sevişmek) ulaşmak değil, düşünce ve eylemlerinin doğruluğuna, karşısındakini inandırmak, bu yolla güç ve tatmin sağlamaktır. Ancak burada tutuklunun davranışının, komiserinkinden bir farkı vardır: Onun, kıza kabul ettirmek istediği düşünce ve inançları kendi deyimiyle aklın sorgularına dayanabilen inançlardır. Kız da bir süre sonra bu gerçeğin ayırımına varabildiği için, tutuk lu gibi düşünmeye başlar; tutsağı' olduğu toplum kurallarını ve geleneği yıkıp eniştesiyle sevişmeyi kabul eder. Ama artık buna gerek kalmamıştır, çünkü tutuklu konuşarak tatmin olmuştur bile. Konuşma, sevişme ile eş tutulduğundan bir boşalım aracı haline gelmiştir. Tutuklu ile kız arasındaki çatışma, us gelenek merkezinde gelişirken, komiser ile tutuklu arasında, çizgisel düşünme (görev bilinci) - analitik düşünme ekse ninde yol alır. Hem geleneğe hem de tek taraflı çizgisel düşünmeye karşı kazanan, elbette çok yönlü düşünebilmeyi gerektiren analitik mantıktır. Bu da, tutuklunun tavrında somutlaşır. Metindeki diyaloglar gerçek te rasyonel mantık içindeki absürditeyi, başka deyişle absürd mantığın rasyonel bir biçimde yürütülmesi yoluyla oluşan sıradışı ilişki biçimlerini dile getirir. Oyundaki güldürü öğeleri de genellikle bu ilişkilerden ortaya çıkar. Böylece gerek adı, gerek mekânı ve gerek oyun kişileri ile, ilk bakışta siyasal bir gelişim gözleneceği sanılırken, oyun, başka bir boyutu; düşünme ve sorgulama boyu tunu kapsıyor. Mantık yürütme ile biçim lenen dil, giderek mantık dediğimiz
a pe cy
dizgeler bütününü deforme ediyor. çünkü düşünce, ancak dilin çizdiği sınırlar içinde gelişebiliyor. Dil, yetersiz kalıyor, ifade ve iletişim aracı olmaktan cıkıp, başka şeyler (sevişme, iktidar durma) ile yer değiştiriyor. Bu yüzden, açma (uyumsuz değil) bir mantık ve öylem oluşuyor. Oyun boyunca sözün bu denli uzamasının sebebi belki de. bu. Ya da bu yazı boyunca benim lafı bu denli uzatmamın sebebi).
Oyunun dramatik gerilimini besleyen diğer önemli özellikler arasında, cinsel ve psikolojik devinimleri sayabiliriz, Tutuklunun anlattığı çocukluk yaşamı ile Şimdiki ruh hali arasında paralellikler gözlenir. Ne salt mantığın, ne salt duygunun önerilmediği oyun, daha en başta dizilmeye başlanan dairesel hareket örgüsünün kapanması, (Oyunun başındaki sorgulama, oyun sonunda tekrar başlar) ve bu yolla bir kuşatılmışlık izleğinin vurgulanması ile son bulan bir süreci gösterir. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun, Zekai
Müftüoğlu rejisiyle sahnelediği "içerdekiler", yukarıda anlatmaya çalıştığım kimi saptamaları içinde barındırsa da bazı eksiklikleri yok değil. Özellikle komisertutuklu arasındaki çok boyutlu ilişki yeterince açığa çıkmıyor: Komiserin, tutuklu aracılığıyla dile getirdiği bastırılmış cinsel güdüsü, içsel ve psikolo jik yaşantısı gözardı edilince, ortaya kimileyin gereksiz bir yarenlik de barındıran tekdüze bir ilişki çıkıyor. Dahası bu ilişkide baştan sona gözlenen suçlama, sorgulama ve baskı izlekleri üzerinde gereğince durulmadığından sahnede var olması beklenen o sıcak ve (veya) soğuk gerilim anları yaşanmıyor. Buna, komiser rolünü üstlenen Kaya Akarsu'nun sahici likten uzak oyunculuğu eklenince, tutuk lu rolündeki Uğur Polat'la olan ilişkisinde olması gereken tempo ve inandırıcılığın yokluğu hissediliyor. Aynı durum, kız rolündeki Meral Bilginer ile Uğur Polat arasında da yaşanıyor gibi. Her şeyden önce, sahne üzerindeki oyuncuların bir birlerini ateşlemeleri, onları harekete geçirecek, devinim sağlayacak olumlu veya olumsuz bir kıvılcım elektriği birbir
lerine vermeleri gerektiğini düşünüyo rum. Böyle olmayınca.Uğur Polat'ın ken dini ateşlemek için sarf ettiği övgüye değer çaba, oyunun bütününe bakıldığında tek başına eksik kalıyor. Dekorun insana soğukluk, iletişimsizlik duygusu veren gri, metalik renkte olması, tutukevinin atmosferini yansıtması açısından uygun bir yorum, ancak bu uyum içinde büyükçe bir yer kaplayan saksının içindeki ağacın işlevini açıkçası anlamadım. Ayrıca sahnenin orta arkasında içerisinde bir de kuş bulu nan kafes, biraz fazlaca açık bir anlatım değil mi? Işık değişimi (tasarım diyemiyorum), metnin gerilim veya çatışmalarını açığa çıkarmaya çalışmaktan çok, tekdüzeliğe düşülmesin kaygısıyla yapılmış gibiydi. Elbet oyun karanlıkta oynanamazdı ama, yönetmenin genelde başarılı sayılabile cek yorumu ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bu değişimi yönlendirmesi gerekmez miydi?
69
KİTAP TANITIM
Nihal Kuyumcu
"DÜNYA BİR SAHNEDİR"
a
Mücap Ofluoğlu'nun son kitabı "Dünya Bir Sahnedir" Mitos-Boyut yayınlarınca Tiyatro/Kültür dizisi kapsamında yayımlandı.
pe cy
"Dünya Bir Sahnedir" Dünya Tiyatrosu ve Türk Tiyatrosu olmak üzere iki bölüm den oluşuyor. Kitapta, tiyatronun ve özellikle Türk Tiyatrosu'nun geçirdiği evreler, etkilendiği akımlar ve ünlü tiyat ro adamlarının tanıtıldığı yazılar kronolo jik bir sıra içinde yer almış. Öyle ki, esere bir anlamda tiyatro tarihi de diyebiliriz. Ancak bu kitap, yazarından kaynaklanan bir nedenle benzerlerinden farklı bir özelliğe sahip. Yıllarını tiyatroya vermiş, kendini tiyatroya adamış olan Mücap Ofluoğlu kitabındaki kuramsal bilgileri yer yer kişisel deneyimleriyle, anılarıyla, yer yer de dönemin dergi ve gazetelerinde yayımlanan tiyatro usta larının makale, eleştiri vb. yazılarıyla süslemiş. Özellikle "Türkiye'de Tiyatro" bölümünde Türk Tiyatrosu'nun doğuşu, ilk tiyatro grupları, ilk oyunlar, ilk Türk Tiyatro oyuncularının ve ilk müslüman Türk kadınının sahneye çıkabilmek için verdiği savaşımlar, Darülbedayi, Gedikpaşa Tiyatrosu, Ferah Tiyatrosu, Türk Tiyatrosu'ndaki öncü atılımlar vb. konular Muhsin Ertuğrul'un ölümüne kadar gelişen, oluşan her dönem ve her olay, bir anı lezzetiyle, belgesel sayılabilecek eleştiri ve makalelerle desteklenerek dile getirilmiş. Ayrıca sanatçının yine kendi deneyimlerinden yola çıkarak kaleme aldığı "oyunculuk sanatı üzerine" adlı bölüm, daha yolun başındaki gençlere, genç sanatçı aday
70
larına yol gösterici olma özelliğine sahip. Osmanlıların son dönemlerindeki batılılaşma hareketleri ve batı ile kurulan yakın ilişkiler politikada olduğu kadar toplumsal yaşamda da etkilerini göster miş, ticaretle birlikte kendine yeni pazarlar arayan Avrupa gösteri dünyası, İstanbul'da-Beyoğlu'nda kendi dillerinde oyunlar sergileyen yabancı truplar görülmesine neden olmuş. Önceleri sadece kendi dillerinde oyunlar sergileyen genelde hıristiyan azınlığa hitaben bu truplar zamanla yabancı dil bilmeyen Türk seyircisini de çekmek için oyunun konusu ve özetini Türkçe olarak tiyatroya girerken seyirciye dağıtmaya başlarlar. Sarayın da bu eğlence biçimine ilgi göstermesi, Padişahların oyunları izlemesi, oyunların Türkçe çeviri lerinin yapılıp basılması ve giderek Türkçe oyunlar oynamak düşüncesini oluşturmaya başlar. Böylelikle Türk Tiyatrosu da kendi dilinde perde açma hazırlıklarına başlar. Bu hazırlıklar bir bakıma Türk Tiyatrosu'nun büyük engellerle dolu olan maratonunun da başlangıcıdır. Kitapta daha önce de belirttiğimiz gibi birçok anı yer almakta ve bu anılar aynı zamanda dönemin tiyatroya bakışını da dile getirmekte. Örneğin Afife Jale'nin anlattıkları sadece, tiyatro sahnesine çıkabilmek için verdiği uğraş, yaşadıkları, Türk Tiyatrosu'nun nereden nereye geldiği konusunda bizlere ip uçları veri yor. "(...) İkinci hafta "Tatlı Sır" temsil ediliyordu, birinci perdeyi oynadım.
"(...) Tiyatronun faydası o derecedir ki, Avrupa'da medeniyetin mühim unsurlarından biri sayılır. Shakespeare'in trajedisi Sezar, İngiltere'de Cromwell zamanındaki hadiselerin ceryanına imkan veren sebeplerden biri olmuştu.
pe cy
Türk Tiyatrosu'nun ilk dönemlerinde verilen bu mücadeleleri okurken ister istemez kendimeze şu soruyu soruyoruz. Aradan yaklaşık 150 yıl geçmiş. Bugün tiyatromuz pek çok sorunla iç içe. Salon sorunu, teknik yetersizlikler, yazar-yönetmen-seyirci sorunları... Onca mücadeleyi
veren bu insanlar bu yetersizlikler karşısında ne düşünürlerdi acaba? Kaldı ki yine Mücap Ofluoğlu'ndan öğrendiğimize göre Cumhuriyetin onun cu yılında Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük iller başta olmak üzere Kars'tan Edirne'ye, Trabzon'dan Gaziantep'e, Mersin'e kırk beş ilimizde halkevlerinin tiyatro kolları eğitimcilerin yönetiminde çalışmalarını sürdürüyormuş. Yapılan birçok güzel uğraşın yanı sıra mem lekette tiyatro zevkini oluşturmak, halkı tiyatro izlemeye özendirmek ve tiyatro sanatçısı yetiştirmek gibi amaçlarla kuru lan halkevleri 1950'lere kadar etkinlikleri ni sürdürmüş, ancak, daha sonra politik nedenlerle kapatılmış. Bu olayı gerçek leştirenlerin nelerden korktukları, neden rahatsız oldukları sorusunun yanıtını ise biraz daha gerilere giderek yine Mücap Ofluoğlu'nun Hadika Gazetesi'nin 28 Aralık 1872 tarihli sayısından alıntı yaptığı Namık Kemal'in şu makalesinde buluyoruz.
a
perde arasında bir gürültü işittim, polis gelmiş, Kadıköyü Merkez memurunun emriyle beni tevkif edecekmiş... Olamaz demişler o, zorla götürürüm, demiş, dışarda Hüseyin Suat Beyle Ahmet Nurettin Bey onu lafa tutuyorlarmış, Kınar geldi, haber verdi, orada genç bir erkek arkadaşım vardı, o elimden tutarak makine dairesine indirdi oradan bahçeye çıkıp kaçtık. (....) Kadıköyü iskelesinde vapur bekliyorduk, polis memurları da duruyorlardı, beni onlara kim gösterdi bilmiyorum. Baktılar, sonra yanıma gelerek alıp karakola götürdüler; meğer hakkımda zabıt tutmuşlar, beni arıyorlarmış... Karakola götürdüler önce bir taş odaya koydular, sonra komiserin, merkez memurunun karşısına çıkardılar... O, masanın arkasında durarak hiddetle baktı, ilk laf olarak Dinini milliyetini, namusunu unutarak sahneye çıkıp oynayan sen misin?' diye bağırdı... (...)"
Fransa'da Moliere'in komedileri, hiç kuşkusuz Voltaire'in ısırıcı kalemi papaz lara ve asilzadelere en büyük darbeyi vurmuştur. Büyük Fransız ihtilali esnasında halk sönmez bir hürriyet aşkı ve büyük bir vatanperverlik göstermiştir. Belki Corneille'in kahramanca eserleri bu neticeye her şeyden çok yardım etmiştir Goethe ve Schiller'in Alman münevver leri üzerinde yaptığı tesirlerini toplamak lazım gelirse belki büyük bir cilt yetmez.(...)." Şehir Tiyatrolarında çeşitli dönemlerde oynanan oyunlarla ilgili bilgilerin, eleştiri lerin, Muhsin Ertuğrul için yazılan yazıların, Arene Tiyatrosu, A.S.T., Dostlar Tiyatrosu gibi öncü gruplarla ilgili kısa bilgilerin de yer aldığı kitabın son bölümünde küçük bir fotoğraf albümü bulunuyor. "Sanata evet" kampanyalarının düzen lendiği ve düzenlenmek zorunda kalındığı, Senfoni Orkestrası'nın "zurnacı takımı" olarak gören zihniyetin kol gezdiği günümüzde sanat için yapılan her eylem, her satır yazı, çağdaşlığa giden zorlu yolun yapı taşlarını oluştura caktır. Böyle bir kitabı yazanın da basanın da eline sağlık.
71
BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE
ı
tions which are thought to be able to progress towards autonomy, the approach of the executives to the concept of creativeness and their manner
Putting aside its contrisution to the play (or whether it is successful or not), we can briefly say that it is a very important factor which determines the number of performances - weekly and montly, the repertoire and tours.
for putting it on the agenda are directly proportional to being able and unable to change the inner structure of the institutions. As a result, in our opinion, this condition depends on the necessity of changing the executives or not.
pe cy
This month's Dossie is dealing with the Infrastructural Problems of our Theatre. Set and light designers are bringing forth the ımportant proslems of creativty which arise from working under limited conditions, The articles, in brief, stres the fact that our society started the westernization process with the Tanzimat (Renovation) Decree, took very fast and big steps in theater arts the first days of the Republican period by establîshîng conservatoires to bring up theatre artists and various Faculties of Fine Arts. However, it is deplorable that such a society stili doesn't have theatre buildings of world standarts which can serve efficiently to the art of theatre, and which are equipped with ali kinds of mechanical and electronical outfits.
ers, most of the theatre buildings were obtained by transforming some build ings at hand to theatre buildings. Not to mention the fact that in '80s some of these buildings were re-transformed to more commercial places! Plus it is sad to mantion that some of historicai theatres were carelessly renovated by goverment institutions Both the private and subsidized the atres are faced with the scarcity prob lem of theatre buildings, halis and stages. This problem is being examined from different aspects, but how the scene-painter is influenced by these events and how it is reflected to the theatre are ignored. It is undeniable that scenery, accessory and lighting are the main problems of a theatre; these are the arteries that concern the budget.
a
Infrastructural Problems of our Theatre
In many European countries, especially in England, France and Germany, more than one fully equipped theatre building is encountered - even in the small cities.
Creativeness in the Theatre
ı
Director Macit Koper says thet in the country we live in, the subsidized the atre institutions are models which are faced with the structural problems and defects of the state relatively. Thus the primary aim of the executives of the institutions is to make efforts inclined to change the structure of the institu tions and to change it gradually. Although it has been discussed for a long time and suggestions were made, "Autonomization" is bound to the cultural-artistic policy, mainly the legal formation of the state.
As to our country, excluding İstanbul Atatürk Cultural Centre, established accordîng to its purpose and a few oth72
At the end of the struggle which ought to be won, even though the autonomy was obtained, "Creativeness" is the important problem of every stage because there is a direct relation between the function of these institu tions and creativeness. In these institu
To change the inner structure according to the concept of a sine qua non creativeness and making the creative ness the central dinamics of changing the inner structure overlaps. Briefly, the creativeness should be made widespred within the institutions as soon as possible.
Aziz Nefisin is 81 years old
ı
On December 25, 1995 in Atatürk Cultural Centre a commemorative evening was organized to celebrate the 81 st birthday of Aziz Nesin. The opening speech was given by Müjdat Gezen, the temporary Head of the Executive Board of Nesin Foundation Society which was founded by the artists and intellectuals shortly after the death of the author. The evening was contributed by DİSK (The Confederation of Revolutionist Workers Union). Some of the participated artists were Levent Kırca and his Gruop, Dilek
Türker, Rutkay Aziz, Gülsen Tuncer, Metin Belgin, Isa Çelik, Cüneyt Türel, Esin Avşar, Arif Sağ, Yavuz Top, Nurten T. Kolçak, Oya Gökberk, and Necati Pınazoğlu.
My Peace
"The World is a Stage" by Mücap Ofluoğlu
ı
The International Conference on "My Peace" took place in Israel between 1721 December 1995, with the participation of representatives from Morocco, Tunisia, Algeria, Moritania, Italy, Spain, Croatia, Serbia, Greece, France, Bulgaria, Albania and Turkey. Israel and Palastine were represented by writers, journalists, actors and academicians. The conference was organised by International Mediterranean Center founded by poet Erez Biton. As Erez Biton mentioned in his opening speech; the aim of the conference was to create a cultural and personal link between the peoples of the region and to develop intellectual groups to operate parallel to political efforts for peace. The personal link is no less important than talks at government level. The convention of the conference was inspired by the harsh reality that Israel found itself today following the assassination of Prime Minister Yitzhak Rabin. Its aim, Mr. Biton stressed, was to identify with peace process, to revoke any form oe extremism and to bring hope throuh tolerance, friendship and understanding.
pe cy
"The World is a Stage" consists of two parts, namely World Theatre and Turkish Theatre. In this book the phases of the theatre, especially of the Turkish Theatre, movements they were influenced, and articles introducing the famous theatre persons are given chronologically. We can also call this work a kind of Turkhish Theatre History. However, this book has a different feature which originates from its author: Mücap Ofluoğlu, who has devoted himself to the theatre, combines his person al experiences and memories with the theorotical information in this book. He also embellished his book with articles and critical essays published in the periodicals and newspapers at those times. Under the heading of "Theatre in Turkey", topics such as the birth of the Turkish Theatre, the first theatre groups, the first plays, the struggie given by the Turkish theatre players and by the first Müslim Turkish woman players, Darülbedayi (formerly Turkish Munucipal Theatre), Gedikpaşa Theatre, Ferah Theatre, the leading efforts, ete, every period and every event until the death of Muhsin Ertuğrul are explained with the taste of a memoire and by supporting with critical essays and articles. On the other hand, the part called "on the art of performance" which was written from the starting point of his own experience has the feature of being a guide for the young candidates who are at the beginning of an artistic career.
a
The last book of Mücap Ofluoğlu, which is called "The World is a Stage", was published by Mitos-Boyut Publications.
The British Council İnternational Playwriting Awards
ı
The British Council's Drama and Dance Department is launching the British Council International New Playwriting Awards with two leading theatres specializing in new writing. The Royal Court Theatre (London) and the Traverse Theatre (Edinburgh). The Awards are being launehed in elose consultation with the BBC World Service whose successful Playwriting Competition for drama has inspired the Council to launch its project. Leading British playwright Harold Pinter has agreed to be the Patron of the Awards and will take part in presentation ceremony in London in Autumn 1996, The objeetives of the Awards are to encourage theatre writing internationally, to reflect the commitment of the British Council and their partners to new writing, to draw 73
BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE attention to models of good practice in Britain, to enhance the British Council's relations with the organization and individuals involved in Awards at home and overseas.
Nâzım Hikmet monument was opened
ı
pe cy a
The monument of the world-famous . poet Nazım Hikmet, which was sculpted by Sait Rüstem for the commission of the Ministry of Culture took its place in the court of Ankara Atatürk Cultural Centre. The Sculpture which is called "The Man Walking Against the Wind" shows the poet in his late 30s.
Aziz Çalışlar's Theatre Encyclopedia
ı
The Ministry of Culture will publish the "Theatre Encyclopedia" of the prominent author of the Turkish cultural life, Aziz Çalışlar, who passed away a short while ago. In his written dedaration, the
Minister of Culture Fikri Sağlar emphasized that these kinds of efforts have the aim to offer such a qualitative work to the readers and besides, it has the meaning to pay respect to the commemortion of Çalışlar who has valuable contributions to the cultural life of Turkey.
Royal Court International Summer School
I
Since 1989, the Royal Court International Summer School has brought together emerging theatre practitioners from all over the world. The intensive four week programme introduces participants to the plays, working methods and leading practition-
74
associated with the work of the English Stage Company at the Royal Court Theatre since 1956. In addition the Summer School has increasingly become a forum in which participants can share their own work methods.
Heiner Müller Died
ı
Heiner Müller, German playwright, died on the last day of 1995. He was born in Eppendorf in 1929. As mentioned in an article on Heiner Müller; being in the middle of two Germanies, one of which makes one uneasy and the other which seduces he eventually overvame both of them, as one of the most powerful creators and one of the most subtle consciences in tormented Europe after the second World War
a
pe cy
6 YAŞINA BASARKEN...
Nuray Ergin Erkut Arıburnu Emre Koyuncuoğlu
a
Dikmen Gürün Uçarer
Sevinç Değirmencioğlu Mustafa Demirkanlı
cy
Ahmet Ergin
pe
Özlem Ünlü
...YANIMIZDA OLANLARA SONSUZ SEVGİLER
pe cy a
Sanat Rehberi
a
pe cy
pe cy a
pe cy a
a
pe cy
pe cy a
a
pe cy
a
cy
pe
pe cy a
a
pe cy
a
pe cy
a
pe cy