a
pe cy
a
cy
pe
a
cy
pe
a
cy
pe
pe cy a
Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal Demirkanlı Genel Yayın Yönet meni: Dikmen Gürün Uçarer Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Mustafa Demirkanlı Yayın Koordinatörü Emre Koyuncuoğlu. Yazarlar: Memet Baydur, Ahmet Cemal, Ahmet Levendoğlu Yazı İşleri: Ilgın Sönmez,
NİSAN 97
SAYI 69 250.000-
Nevra Savcılıoğlu Tiyatro Kulübü Sorumlusu: Murat Güler Redaksiyon: A. Nalân Özübek Katkıda Bulunanlar: Leman Yılmaz Giritli, Zehra İpşiroğlu, Suat Karantay, Hülya Nutku, Semra Ekşioğlu Özden, Handan Salta, Müjdat Sönmez, Coşkun Tunçtan, Ayşegül Yüksel Grafik Tasarım -Kapak: Yeşim
tiyatro A
Y
L
I
K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
Demir Teknik Müdür: Erkut Arıburnu Dizgi: Nuray Lale Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz Dağıtım: Ahmet Ergin İdari Sekreter: Hülya Özdemir Ofset Hazırlık: Tiyatro Yapım Baskı: Stil Matbaası Abone Bedeli: 3.000.000. - Kurumlar Abone Bedeli: 3.500.000.-TL Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah. Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir80060 İstanbul Telefon: (0.212) 293 72 77 Fax: (0.212) 252 94 14 Posta Çeki No: Tiyatro Yapım 655 248 Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 Yapı Kredi Bankası, Cihangir Şb. 1001388-8
İ
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S.9 HABERLER/S. 10 BU AY SAHNEDEKİLER/ S.11 DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ Dinçer Sümer / S. 12 İNCELEME: DUO ÜSTÜNE DÜŞÜNCELER dikmen Gürün/ S. 14
cy
a
SÖYLEŞİ: MÜŞFİK KENTER Ilgın Sönmez/ S. 16
pe
SÖYLEŞİ: ALİ POYRAZOĞLU Mustafa Demirkanlı/ S. 18
SÖYLEŞİ: RUTKAY AZİZ Mustafa Demirkanlı/ S. 20
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S.39 İNCELEME: ARTHUR MİLLER VE "VICHY OLAYI" ÜZERİNE Suat Karantay/ S. 23 DOSYA: ELEŞTİRİ SEMİNERİNDEN NOTLAR/ S. 26 CİDDİ TİYATRO GAZETECİLİĞİNİN TOPLUMUMUZDAKİ YERİ Ayşegül Yüksel/ S.26 OTORİTER DÜŞÜNCEYE KARŞI ELEŞTİREL DÜŞÜNCE VE TİYATRO ELEŞTİRİSİ Zehra İpşiroğlu/ S.29 TÜRKİYE'DE DENEYSEL TİYATRO, PERFORMANS VE ELEŞTİRİSİ Emre Koyuncuoğlu/S.32 7
SÖYLEŞİ: ALTAN ERKEKLİ Nevra Savcılıoğlu/ S. 36
İZLENİM: TİYATROYA UMUT GETİREN ÜÇ ÖRNEK Hülya Nutku/ S. 38 İNCELEME: ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROSU ALANINDA İNGİLTERE'DE YAPILAN ÇALIŞMALAR VE GELİŞİM ÇİZGİLERİ Semra Ekşioğlu Özden/ S. 40 LİMON YAZILARI Memet Baydur/ S. 43
a
SÖYLEŞİ: ENİS FOSFOROĞLU Nevra Savcılıoğlu/ S. 44
cy
ELEŞTİRİ: THE KOSH DANS TİYATROSU Leman Yılmaz Giritli/ S. 46
pe
SÖYLEŞİ: YÜCEL ERTEN İLE... Müjdat Sönmez/ S.48
PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 53 KİTAP: "EZİLENLERİN TİYATROSU" ÜZERİNE BİRKAÇ NOT Handan Salta/ S. 54 İZLENİM: PARİS'TE BU MEVSİM Coşkun Tunçtan/ S.56
TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA... / S. 61
EDİTÖRDEN Dikmen
Gürün
Ülkemizde 1997 yılı "Dünya Tiyatrolar Günü" bildirisini Sayın Dinçer Sümer sundu. Bu yalın, doğru, anlamlı bildiri "tiyatroya sevgi ve saygı duyan tüm insanları" kucaklarken, ne hazindir ki ülkemizde son zamanlarda yaşanmakta olan acı gerçeklerin de altını çiziyor. Evet, hazin, çünkü 21. yüzyıla adım atmamıza ramak kalmışken böylesi yüzleşmeleri yaşamak zorunda kalıyoruz. Bu bağlamda, Edward Bond'un insanlığın sosyal suçlular tarafından değil, yönetimdeki suçlular tarafından tehdit edildiği görüşündeki doğruluk payı
a
yadsınamaz.
cy
20. yüzyıl noktalanırken, tiyatronun temel kodları çağın başlangıcından çok daha farklı bir düzlemde mi algılanıyor? Her zaman "gerçek", "kurgu"nun temelini oluşturuyor.
pe
Aralarındaki o müthiş etkileşim tiyatro sanatını, seyircisinden de aldığı güçle, yeni açılımlara
yönlendiriyor. Bu yeni açılımlar kimi kez "suskunluğun estetiği"ne
(Susan Sontag) ulaşıyor, kimi kez başka boyutlara, uç noktalara. Ama hepsi de sonuçta insanın kendisiyle, sistemle hesaplaşması, varlığını sorgulaması temel noktasında buluşuyor. Edward Bond "tiyatro sanatı monitör görevini üstlenmiştir" der "geçmişi ve geleceği bugünde toplar. Sağlıklı düşüncenin anlatımıdır, aydınlatımıdır, dışa vurumudur." Aydınlık bir geleceğe perde açalım...
HABERLER... kişilerle yapılan seminerlerle program desteklenmektedir.
PEN'den Şehir Tiyatroları'na Kınama Muhsine Helimoğlu Yavuz'a ait "Diyarbakır Efsaneleri" adlı kitabın Şehir Tiyatroları'nca yazara bilgi verilmeden ve izni alınmadan "Silvanlı Kadınlar" adıyla sahneye uyarlanmasını kişilik ve telif haklarına saldırı olarak gördüğünü belirten Pen Yazarlar Derneği, bu durumu kınadı. Yazara İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'ndan davetiye gönderildiğini ve eserin uyarlandığının belirtildiğini saptayan PEN, gerekenlerin yapılmasını beklediklerini açıkladı.
cy
ONK Ajans, Recep Bilginer'in yazdığı "İsyancılar" adlı oyunun Almanya turnesinde ödenmeyen telif ücreti için Devlet Tiyatroları'™ mahkemeye verdi. Geçtiğimiz sezon Ankara Devlet Tiyatroları'na ait Ankara Küçük Tiyatro'da oynanan "İsyancılar", Almanya'da çalışmalarını sürdüren OBC Firması ile 39 şehirlik bir Almanya turnesine çıkmış ancak OBC'nin 19 oyundan sonra turneyi sona erdirmesi üzerine, Devlet Tiyatroları elli kişilik kadrosuyla güç durumda kalmış ve Kültür Bakanlığı'nın olaya el koyması üzerine yurda dönebilmişti. Recep Bilginer'in temsilcisi ONK Ajans Devlet Tiyatroları'ndan yazara ait telif hakkının ödenmesini istemiş ancak Almanya'da parasız temsiller verildiğini, bu nedenle yazara bir para ödenemeyeceği yanıtını almışlardı.
Işıl Kasapoğlu Atölyesi II. Sınıf öğrencileri 27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününü Sophokles'in "Antigone" adlı oyununu sahneleyerek kutladı. Bülent Ortaçgil'in müziklerini yaptığı oyun, Beyoğlu Aksanat'ta ve Akademi İstanbul Tiyatro Bölümü Sahnesi'nde oynandı.
a
Devlet Tiyatroları'na Telif Davası
TOBAV'ın 'Saygı Gecesi'nin 4. sü Yapıldı
pe
Akademi İstanbul 27 Mart'ı Kutladı...
İki yıl önce, Taksim Şehit Muhtar Caddesi'nde eğitime başlayan Akademi İstanbul, bu yıl Kazancı Yokuşu'nda açtığı yeni binası ve yeni bölümleriyle eğitim hayatına devam ediyor. Sanat ve İletişim Bölümleri olarak iki branşta eğitim veren Akademi İstanbul, bünyesinde, tiyatro, müzik, dans, seramik, plastik sanatlar, gazetecilik, işletme iletişimi, radyo-televizyon, reklâmcılık, eğlence ve İngilizce bölümlerini barındıran bir eğitim merkezi. Tam zamanlı eğitim uygulanan Tiyatro Bölümü'nde Işıl Kasapoğlu, Ahmet Levendoğlu ve Haluk Bilginer'in verdiği atölye dersleri, Emre Koyuncuoğlu, Huraman Nevruzova, Ümit İris, Arzu Bigat Baril, Şebnem Ünal, Semih Korucu ve Özden Ezinler tarafından verilen ortak derslerle, ayrıca İngilizce eğitimi ve konusunda uzman 10
"Aydınlanmanın Işığında Sanat İnsanlarımız" adlı SAYGI GECESl'nin dördüncüsü 24 Mart akşamı yazar Orhan Asena için gerçekleşti. EBB; Euro Barter Business'in sponsorluğunda, İDE Eğitim ve Organizasyon ile TOBAV tarafından hazırlanan etkinliğin ilk bölümü sekiz sanatçı için hazırlanan SAYGI GECESl'nden oluşuyor. Çeşitli sanat ve kültür insanlarımızın katkılarıyla oluşturulan bu etkinlikler dramatik birer senaryo ile programlaştırılarak, her bir sanatçının yaşamı, sanatçı kişiliği, yapıtları tiyatro
sanatçılarınca canlandırılıyor. Ayrıca geceye katılan konuk yazar ve eleştirmenlerin görüşleri de gecenin dramatik senaryosu içinde yer alıyor. Orhan Asena'ya SAYGI GECESİ'nin senaryosu Hülya Nutku tarafından yazıldı ve gösteri düzeni Özgür Erkekli tarafından hazırlandı. Gecenin konuk konuşmacısı Güngör Dilmen'di. Gecede ayrıca şu tiyatro sanatçıları rol aldılar: Zeynep Erkekli, Nur Subaşı, Özgür Erkekli, Merih Atalay, Tunç Günbay.
Afife Jale Sahnesi İçin El Ele... TOBAV, sanatseverleri ve sanatçıları, Beşiktaş Kültür Merkezi bünyesinde yapılmakta olan Afife Jale Sahnesi'nin tamamlanması için bir araya gelmeye çağırıyor. Bu çağrı kapsamında 18 Mart günü "Carmen" operası için sanatsever ler AKM'de toplandı, "Carmen" Afife Jale Sahnesi için perde açtı.
Tiyatrocular "Medya Ödülleri" Veriyor 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü öncesinde toplanan tiyatro sanatçıları ve yöneticileri her yıl bu sanat dalına en yakın ilgiyi gösteren medya kuruluş ve çalışanlarına "şükran ödülleri" sunma kararı aldılar. Uluslararası Tiyatro Enstütüsü (İTİ) Türkiye Merkezi'nin düzenlediği, ödenekli ve özel tiyatro yöneticileriyle Tiyatro TV Yazarları Derneği,Tiyatro Yapımcıları Derneği, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği,Tiyatro Oyuncuları Derneği temsilcilerinin katıldıkları toplantıda sahne sanatlarımızın gelişmesine katkı sağlayabilecek kuruluşlarla ilişkiler tartışıldı. Somut önerileri medya
HABERLER... yetkililerine , sponsor adaylarına, ilgili bakanlıklara, genel kültürün yanı sıra tiyatroya destek olmuş ya da olabilecek tüm odaklara iletme görevi İTİ Merkezi'ne verildi. Merkezin yetkilileri toplumumuzu bunaltan laik-antilaik, Alevi-Sünni, asker-sivil gibi yapay karşıtlıkların ve gereksiz etnik ayrılıkların panzehirinin "insanlar arasında karşılıklı anlayış" olduğunu, bu uyuma da en etkili yoldan tiyatroyla ulaşılabileceğini vurguladılar.
Samsun'da Yeni Bir Özel Tiyatro Samsun'da bir özel tiyatro kuruldu. 199697 tiyatro sezonuna biri çocuk oyunu iki oyunla giren Tiyatro bu yerleşik tiyatroyu yerli halka benimsetmeyi amaçlıyor. Ferhan Şensoy'un yazdığı "İçinden Tramvay Geçen Şarkı" adlı oyunu sahneleyen topluluğun kurucusu Yaşar Gündem.
Genç Tiyatronun Sorunları 16. Uluslararası Aksanat'ta Film Festivali Tartışıldı
G.S. Lisesi Tiyatro Günleri
Galatasaray Lisesi Tiyatro Topluluğu geleneksel Galatsaray Lisesi Tiyatro Günlerinin beşincisini düzenliyor. 28 Nisan- 3 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek bu festival çerçevesinde genç tiyatrocular her yaştan ve her kesimden izleyiciyle buluşmayı hedefliyor. Ücretsiz izlenecek olan festivalin bünyesinde amatör ve profesyonel gruplar var. Türkçe ve Fransızca okul oyunları, çocuk oyunları, paneller ve söyleşiler bir şenlik atmosferinde sunulacak.
Umut Vakfı'ndan "Silahın Şakası Yok" Karikatür Yarışması
a
pe cy
Aksanat'ta "Hamlet" adlı oyunu sahneleyen Adnan Tönel, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nde "Genç Tiyatronun Sorunları" başlıklı bir panel düzenledi. Kerem Kurdoğlu, Nedim Saban ve Dilek Girgin Can panele konuşmacı olarak katıldılar. Panelde genç tiyatronun sanatsal ve toplumsal bilinç düzeyinde birtakım sorumluluklar yüklenmesi ve tiyatronun her şeyi ile seyirci için ve seyirci ile varolduğu gerçeğini vurgulamak "Genç Tiyatro"nun sahiplenmesi gereken temeller olarak tartışıldı.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen 16. Uluslararası İstanbul Film Festivali bu yıl yine dünya sinemasından geniş bir panoramayı izleyenlere sunacak. Vakfın 25. kuruluş yıldönümü olan bu yıl 29 Mart- 13 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek festivale 130'u aşkın film katılıyor. Festival programında ödüllü son dönem filmlerin yanı sıra büyük ustaların klasik yapıtlarına da yer veriliyor. Programı on sekiz bölümden oluşan festivalin film gösterileri, Beyoğlu Emek, Fitaş 1, 5 ve 6 salonları ile Kadıköy Reks sinemasında 12.00, 15.00, 18.30 ve 21.30 seanslarında gerçekleştirilecek. Bilet fiyatları tam 600.000, öğrenci 400.000 TL. olarak saptanan ve 65 yaş üstü için de 400.000 TL. tarife uygulanacak.
Bu yıl festivalde bir çok özel gösteri var. Fritz Lang'ın 1926 yapımı "Metropolis" filminin gösterimi Alman orkestra şefi Bemart Heller'in yönetiminde İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın seslendireceği özgün beste eşliğinde gerçekleştirilecek.
Festivalin "Uluslararası Yarışma" bölümünde "Sanat ve Sanatçı" (yazın, tiyatro, müzik, dans, sinema, plastik sanatlar...) dünyasını işleyen 10 ayrı ülke yapımı 10 film "Altın Lale" ödülü için yarışacak. "Sanatlar ve Sinema" bölümünde yine "Sanat ve Sanatçı"nın dünyasını işleyen yönetmen ve yapımcılarının seçimiyle uluslararası yarışmaya katılmayan filmler yer alacak. Festivalin gelenekselleşen bölümü "Ustalara Saygı" bu yıl da dünya sinemasının yaşayan ünlü yönetmenlerinden üçü ile bir Türk yönetmeninin seçkin yapıtlarını tanıtılıyor. Konuk yönetmenler Elia Kazan, Jiri Menzel ve Claude Sauter. Türk yönetmen ise Memduh Ün.
Umut Vakfı "Silahın Şakası Yok" isimli bir karikatür yarışması düzenledi. Yarışma, katılmak isteyen herkese açık, çalışmalar renkli veya siyah beyaz olabileceği gibi, yayımlanmış olmasının da engel teşkil etmediği yarışmaya karikatüristler 3'er eserle katılabilecek. 30x40 cm. boyutlarında ve paspartusuz gönderilecek eserler jürinin değerlendirmesinden sonra, bir albüm haline getirilecek ve değerlendirmeye alınan yarışmacılara gönderilecektir. En geç 1 Temmuz tarihine kadar gönderilecek olan eserler değerlendirildikten sonra, 28 Eylül 1997 günü ödül töreni ile duyurulacaktır. Yarışmada Birincilik ödülü: 100 milyon, ikincilik ödülü: 60 milyon, üçüncülük ödülü: 30 milyon, 1 kişiye Karikatürcüler Derneği Özel Ödülü, Başarı Ödülü: 3 kişiye 20'şer milyon olarak belirlenmiştir. 11
BU AY SAHNEDEKİLER Tiyatro: Enis Fosforoğlu Tiyatrosu Yazan: Antonio Skarmeta Çeviren: Cevat Çapan Yöneten: Esen Özman Koreografi: Meltem Tezmen Işık Tasarım: Yüksel Aymaz Oynayanlar: Enis Fosforoğlu, Günyol Bakoğlu, Sevinç Aktansel, Özlem Özkaram
cy
Tiyatro: Ağustos Kültür Merkezi Oyuncuları Yazan ve Yöneten: Kaan Basmacıoğlu Müzik: Murat Bavli Oynayanlar: Kaan Basmacıoğlu, Zühtü Ulukapı, Eylem Yazıcı, Çiğdem Sodur, Hayfa Safi, Dilek Turan
Jean Genet'in ilk oyunlarından biri olan "Hizmetçiler", egemen kültüröteki kültür, efendi-köle, erkek-kadın kutuplaşmalarının oyuncu bedenleri üzerinde duyumsandığı bir oyundur. Sahnede gerçekleşen ölme-öldürme oyunu, yalnızca bireysel bir yaşamın bitimini temsil etmez. Oyunun metni gereği, rol kimlikleri oyuncular arasında değiştirilmektedir. Buna, Tiyatro Oyunevi'nin yapımında kadın rollerinin erkek oyuncularca oynanıyor olması eklenince ölenöldürülen, doğru-yanlış, hanımefendi-hizmetçi, erkek-kadın arasındaki ayrımlar belirsizleşir. Kimliklerin birer yanılsamaya dönüşmesiyle oyun, suçun ve ölümün kutsandığı bir törene doğru gelişir.
a
Şilili şair Pablo Neruda'nın özyaşam öyküsünden yola çıkarak Antonio Skarmeta'nın kaleme aldığı "Ateşli Sabır" adlı oyun,1969-73 yıllarının çalkantılı Şili siyasal ortamında, yabani ama sağduyulu bir postacının Neruda'ya kendini teslim ederek incelikli aydın bir dünya uyanışını şiirsel bir dille anlatıyor. Geçtiğimiz sezon izlediğimiz "Postacı" filminin senaryosuna Skarmeta'nın aynı adla oyunlaştırdığı Ateşli Sabır temel oluşturuyor.
Tiyatro: Oyunevi Yazan: Jean Genet Yöneten: Mahir Günşiray Dramaturgi: Çetin Sarıkartal Dekor-Kostüm Tasarımı: Claude Leon-Selim Birsel Müzik: Turgay Erdener Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Oynayanlar: Mahir Günşiray, Taner Birsel, Erdinç Doğan
pe
Oyun, çocuklara sihirli bir ülke yaratmanın kendi ellerinde olduğunu ve bunun için çevrelerini , hayvanları ve doğayı korumaları ve sağlıklarını korumaları gerektiğini vurguluyor.
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Yılmaz Onay Yöneten: Yılmaz Onay Müzik: Levent Güner Koreografi: Ayşin Küçüküçerler Oynayanlar: Nurinnisa Yıldırım, Metin Beğen, Umut Demirdelen, Erdoğan Ergezer, Selçuk Kıpçak, Ali Fuat Çimen, Levent Güner, Melek Gökçer
Gelenekselle modernin sahnede ve sanatta çatışması, uyuşması, mizah dolu bir hayat sürecinin "kendi kendini arayan" dolantılarıyla sergileniyor. Muamma'nın gözü kara mı, değil mi seyirde görülecek.
12
Tiyatro: Tiyatro İstanbul Yazan: Neil Simon Çeviren: Gencay Gürün Oynayanlar: Cihan Ünal, Berna Laçin, Cem Davran, Esra Akkaya
George Schneider, derin bir aşkla sevdiği karısının ölümüyle yıkılmış Jannıe Mason, mutsuz bir evlilikten yeni kurtulmuşken... iki hızlı çöpçatan; George'un kardeşi Leo ve Jennie'nin çılgın arkadaşı Faye, onların kırık kalplerini "Çivi çiviyi söker" metoduyla tedaviye girişirler. Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Richard Nash Yöneten: Çetin Köroğlu Dekor-Giysi Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Işık Tasarımı: Hasan Yalman Oynayanlar: Aktan Günalp, Ali Ulvi Hünkar, Mete Şahinoğlu, Hülya Güray, Bayazıt Gülercan, Zeki Yorulmaz, Murat Çobangil Oyun, Amerikan kasabalarından birinde, umutsuzluğun, kuraklığın, yalnızlığın yaşandığı Gurryler'in çiftlik evinde geçer. Oyun boyunca toprağın yağmura olan ihtiyacı gibi yaşamda umuda, hayallere ve birbirimize olan ihtiyacımız anlatılır.
DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ
Dinçer
Sümer
BUGÜN 27 MART Bugün 'Dünya Tiyatrolar Günü'. Tiyatro çalışanlarının, tiyatroya sevgi ve saygı duyan tüm insanların bayramı. Tiyatromuzu birlikte düşünme günü. Cumhuriyet dönemi kültür ve sanata, tiyatroya büyük önem verdi, engin ufuklar açtı. Bugün sevinçle görüyoruz ki, seçkin oyun yazarlarımız, sanatçılarımız, sanat kurumlarımız var. Küçük kentlerimizde, ilçelerimizde, aydın yöneticiler tiyatronun öneminin, değerinin, vazgeçilmezliğinin, bir toplumda tiyatrosuz kalmanın bir eksiklik ve bir ayıp olacağının bilinciyle sevindirici girişimleri ve gelişmeleri destekliyorlar. Bugün dış ülkelerde de alkışlanabilen çokrenkli
cy a
tiyatro görüntümüz, gelişme ve yaygınlaşma aşamasını yaşıyor.
Elbette ki her gelişme bazı güçlükleri de taşır. Bunlar,
tiyatrolarımızın yasa, yönetim, disiplin, iç eğitim ve ekonomik sorunları, Türk tiyatrosunun organik bir bütünlüğe kavuşabilme sancıları olabilir, özveri ve elbirliğiyle, sorumluluk
pe
duygusuyla aşılabilecektir. Bu sorumluluk, yalnızca tiyatro çalışanlarının değil, tüm toplumun ve devletin sorumluluğudur. Anayasanın 64. maddesi bunu açıkça belirler. Sanata destek veremez, tiyatroyla kucaklaşamazsak, 'hayat damarlarımızdan biri kopar', yaşama sevincimizi ve uygar dünyayla barışabilme fırsatımızı yitirebiliriz. Bu noktada bazı çağdışı siyasetçilerin, 2000'e 3 kala, sanata, sanatçıya ve sanat kurumlarımıza bakış ve saldırıları bağışlanabilir gibi değildir. Bu kesimin ülkemizi nereye sürüklemek istediği bilinince, çağdaş kültür ve sanattan niçin ürktüklerini kavramak hiç de zor olmuyor; Evet, sanatçı 'ışığı alnında ilk duyan insan'dır ve bu ışığın kaynağı Atatürk devrim ve ilkelerinin güneşidir. Türk tiyatrosunun gerçek sahibi olan sanatçılar da laik cumhuriyet inancını, uygar Türkiye düşüncesini, doğru sanat değerlerini ve güzel Türkçenin onurunu savunmada duyarlı ve donanımlıdırlar. Gelecek 27 Mart bayramlarını ülkemizin daha güzel, güneşli baharlarında kutlayacağız 13
İNCELEME
DUO ÜSTÜNE DÜŞÜNCELER
Dikmen
Gürün
"Bu kez hiç oynamadığın bir oyunu oynayacaksın benim için kendin için yalnız ikimiz için"
pe cy
a
DUO'nun sayfaları arasında dolaşıyorum. Dolaşırken düşünüyorum: DUO iki boyutlu bir tiyatro gösterisi mi? Okurken aynı anda izliyorum. İzlerken aynı anda okuyorum. Belleğime bu iki eylemi aynı anda yerleştiriyorum, tıpkı bir oyun izlerken dinlediklerimizi ve izlediklerimizi aynı anda örtüştürdüğümüz gibi. Bu kez metin ve oyuncu, mekânı oluşturan kitap sayfaları içinde buluşuyor. O sayfaların beyazında, o sayfaların boşluğunda ikili bir hesaplaşma yaşanıyor. Yazarın (Ferit Edgü) ve Oyuncunun (Genco Erkal) kendileri ve birbirleriyle hesaplaşması. Bu hesaplaşmada öne çıkan; Yazarın ve Oyuncunun ya da metinlerin ve görüntülerin dışa yansıyan içsel göstergelerinin birbirleriyle örtüşen ve çelişen zeminlerde değerlendirilmeleri. Yazarın ürettiği (metin) ile Oyuncunun ürettiği (oyun) arasındaki etkileşim iki farklı "ifade" biçiminin, iki farklı dışavurumun buluşması. Metinlerin kalıcı niteliğinin tiyatro sanatının "an''lardan oluşan, yaşayan ama "kalıcı olmayan" (burada "kalıcı olmayan" derken belleğe yerleşen resimlerden değil, tiyatroda izlenen anların fiziksel olarak geçiciliğinden söz ediyorum) görüntüleriyle çakışması ve görüntülerin sabitlenmesi bu önemli çalışmada varılan noktalardan biri. Görüntülerin, ifadelerin sabitlenmesinde tiyatral bakışın ötesinde mimari ve sinematografik yaklaşım da öne çıkıyor. Bir yanda sözlerin ve görüntülerin mekânla iletişiminde belirlenen boyut, öte yanda görüntünün hem bir film şeridi gibi süreklilik içermesi hem de bu akışta anların soluk alıp veren anlar olarak dondurulması. Konseptini Bülent Erkmen ve Naz Erayda'nın oluşturduğu DUO'da tiyatro olgusunun yukarda sözünü ettiğim kendine özgü "tesbit edilemez" niteliği göz önüne alındığında sanatçıların "anlar"a kalıcılık, süreklilik sağlamak amacıyla Yazarı ve Oyuncuyu tiyatral bir mekânda (kitapta) buluşturma düşüncesi tiyatroda
14
"bölünmüş birlik" anlayışının farklı bir uzantısı. Farklı, çünkü Erkmen ve Erayda bunu gerçekleştirirken Kitabı hem bir tiyatro mekânı olarak hem de kendi karakteristiği içinde kullanıyorlar. Bir yandan Yazarın seslenişlerini etkileyici bir boş alana kaydederek verirken öte yandan da bu seslenişleri Oyuncunun yüzünde ustalıkla tesbit ediyorlar (Ani Çelik Arevyan). Oyuncu'dan Yazar'a uzanırken de aynı etkileşimi elde ediyorlar. Bu noktada DUO'nun içerdiği bir boyut daha belirleniyor: O da İzleyicinin Yazar ve Oyuncu ile olan ilişkisi. Yazar'dan Oyuncu'ya-Oyuncu'dan Yazar'a giden bir İzleyici. Yazar'ın Oyuncu'da okunması çok daha kolay oluyor, çünkü genelde izleyicinin metinden oyuncuya gitmeğe şartlandığı bir tiyatro ortamı söz konusu. Oyuncunun yüzündeki oyuna baktığımız, onu Yazardan soyutlayıp "anlar" ve "ifadeler" üzerinde durduğumuz zaman aynı metne ulaşabiliyor muyuz? Ya da Oyuncu ve Yazar nerede buluşuyor? Bu sorunun yanıtında kanımca Oyuncu'daki çok katmanlı yapı öne çıkıyor. Oyuncunun Yazara oranla daha geniş bir alanda dolaşabilme özgürlüğünün altı çiziliyor. Değişkenliği algılanıyor. Bu bağlamda, yine İzleyici açısından bakıldığında; Kitabın da başlıbaşına bir bütün olarak değişime uğradığını söylemek mümkün. Bu değişimde onu (Kitabı) her seferinde yeniden üreten ise İzleyici oluyor. İzleyicinin yeniden üretim süreci ise DUO'da diğer bir boyutu, okuma eyleminin gerçekleştirildiği "zaman ve mekân" boyutunu içeriyor. Ve her seferinde kendi kendine bir değişim yaşıyor Kitap. DUO'yu okudum, DUO'yu izledim. Okuduklarımdan da izlediklerimden de etkilendim. Sözlerin, görüntülerin üzerinde düşündüm, Kitapla tartıştım. Tiyatronun o ölçülemez düşünsel ve görsel zenginlikleri içine bu kez daha farklı bir düzlemde girdim. DUO ekibinin ortaya ne denli sağlam, doğru, güzel bir eser koyduğunu gördüm. Bülent Erkmen, Naz Erayda, Ferit Edgü, Genco Erkal ve Ani Çelik Arevyan'a kendi adıma teşekkür ediyorum (12 Mart 1997 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nden alınmıştır.)
pe cy a
SÖYLEŞİ Bakırköy Belediye Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliğine getirildiniz. Neler söyleyeceksiniz?
Yarattığı karakterler ile en uç sanat anlayışlarını benimseyenlerin bile kendisinde çok şeyler yakalayacağı nadir bir sanatçı potansiyeline sahip bir isim Müşfik Kenter. Evet belki insan gözü, zaman zaman genç kuşak tiyatrocular keşfetmek istiyor ancak sanatıyla gençleşen daha doğrusu mesleği gençlik olan isimlerden de asla vazgeçemiyor.
Orada her şeyi hazır, kurulmuş çok güzel bir tiyatro var. Bana da teklif ettiler, gelin çalışalım dediler. Ben de samimi bir biçimde çok sıkışık durumda olduğumu, ilginemeyebile-ceğimi söyledim. Gerçekten çok sıkışığım. Turneler, okul, Atatürk'ün "Nutuk"unu hazırlıyorum. Ama tabii zaten kurulmuş bir tiyatro, oyunlar var. Şimdi hemen yeni bir oyun başlıyor. Ferdi Merter'in yazdığı "Kuğular Şarkı Söylemez".
pe cy
a
Tiyatroya kafası takılanların mutlak yolunun geçtiği bir isimdir Müşfik Hoca. Şimdilerde profesyonel tiyatro yaşamının kırk ikinci yılını sürdürüyor. Üstelik de kendi sahnesine sahip. Kent Oyuncuları'nın sahnesi dünyanın bile sayılı örneklerinden çünkü bina yapım aşamasında, bundan tam otuz beş yıl önce, tiyatro binası olarak projelendirilmiş. Özel tiyatroların büyük salon problemleri ile kıvrandıkları düşünülürse, günümüzde bu salonun
Elimizde repertuarlar tamam yalnız biraz oyuncu eksiğimiz var. Seneye onu da tamamlayacağız. Kaldığı noktadan alıp daha iyilere götüreceğinizi söylüyorsunuz, öyle mi? Evet. Orası benim ikinci evim gibi oldu diyebiliriz.
Kırk iki yılın güçlü birikimiyle
Bakırköy Belediye Tiyatrosu'na Yeni Bir Soluk: Müşfik Kenter Ilgın
Sönmez
nasıl bir nimet olduğu anlaşılır. Ankara Devlet Konservatuarı'ndan 1955 çıkışlı Müşfik Kenter 1959 yılında İstanbul'a gelip Karaca Tiytrosu'nda kardeşi Yıldız Kenter ile çalışmaya başlamış. '61-62 sezonunda ise kendi toplulukları olan "Kent Oyuncuları''nı kurmuşlar. O zamandan beri aralıksız perde açmayı sürdürüyorlar. Geçtiğimiz haftalarda Bakırköy Belediye 16
Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliğine getirilen M.Kenter Amerika ve İngiltere'de dram metodu, oyunculuk stilleri ve metodları üzerine gözlem ve çalışmalar yapma olanağını elde etmiş bir isim. Sanatçının reji ve oyuncu olarak çalıştığı yüzün üzerinde oyunun arasında pek çok yerli yazarın yanı sıra Shakespeare, Chekhov, Gorki, Brecht, lonesco, Pinter, Albee, T. Williams, Ayckbourn, A. Miller gibi isimler sayılabilir. Tüm sanat yaşamı boyunca
birçok ödüller alan sanatçı sinema alanında da önemli çalışmalar yapmış ve bunlardan da ödüller kazanmış.
Kardeşi Yıldız Kenter'le birlikte oynadıkları, iki yaşlı insanın yaşamından bir kesiti huzurevinde yaptıkları konken partileri üzerinden aktaran, belki komik ama kesinlikle trajikomik "Konken Partisi"adlı oyunlarından hemen önce, kuliste kendisiyle kısaca konuşmak olanağını elde ettim.
"Nutuk" çalışıyorsunuz. Bu çalışma ne aşamada ? Tek başıma olduğum için çıkıp sahnede yorum yapacağım bir çalışma bu. Atatürk altı günde okumuş ben de yeni biçimiyle üçüçbuçuk saatte okuyacağım herhalde. Öyle sahne üzerinde falan çalışıyor değilim anlayacağınız. Ne zaman 'okumayı' düşünüyorsunuz? Efendim aslında bu sene 70. yıldönümü diye yapalım dedik
pe cy a
SÖYLEŞİ
Kolay gelsin dedikten sonra, bir kenara çekilip izlemeye başladım. 25. yılını kutlayan bir sanatçı, Batı'da olsa neler yapıyor olurdu acaba? Afiş panosuyla mı uğraşırdı dersiniz? Dahası, basın bülteni, fotoğraflar vs. vs. Hiç de böyle olmasa gerek. Teknik kadro, idari kadro, basın bürosu, sekreterler ve daha nice elemandan oluşan bir ordu ile birlikte herkesin her işi yaptığı değil, herkesin kendi işini yaptığı profesyonellerle yapılır bu işler, öyle de olmalıdır. Bu bizim, bizim gibi ülkelerin değişmez kaderidir ve kolay kolay da değişecek gibi değildir.
Mustafa
- Olabilir tabii, başka işler güçler yapsam daha rahat eder, çok para kazanıp daha rahat yaşayabilirim, ama tiyatro benim asal işim, birinci işim. (Kendi kendime, neden bir insan böyle bir misyona sahiplenir diye düşünürken, Ali devam etti.) - 25 yıldır hiç bir sezon kapatmadan bu tiyatroyu sürdürüyorum, 3 yıldır salonumuz yoktu, salonumuz olmadığı halde büyük bir özveriyle, sıkıntılara katlanarak ben ve arkadaşlarım bulduğumuz salonlarda oynadık ama bayağı uzun sezonlar yaptık, geçen sezon 9 ay oynadık. Ama, şimdi çok mutluyuz, bir kere İstanbul'un en modern salonuna sahibiz. Yeri çok, güzel, Fındıkzade'de, Oğuzhan Caddesi'nden aşağıya, Lunaparka doğru inerken sağ tarafta, kolay gelinebiliyor, otoparkı var, bir tarafında metro bir tarafında tramvay var. Yani, İstanbul'un
pe
Ben bu düşüncelere dalmış gitmişken, Ali'nin "haydi ne koşucaksak konuşalım daha bir sürü işim var" yarı yazarıyla kendime geldim. Uzun uzun suratına bakıp;
- "Ali, başka işin yok mu senin Allah aşkına, bu yaştan sonra yeni bir salon, insanlara salonun yerini tanıt, marangozluk işleriyle uğraş, basınla boğuş..."
Demirkanlı
her tarafından çok rahatlıkla gelinebilen bir konumu var. Onun için hem sevinçliyiz, hem de ümitliyiz. (Hay Allah, ben ne soruyorum, o ne anlatıyor bana. bunların böyle olduğunu biliyorum. Bildiğim için de senin başka işin yok mu diyorum, ama onun duracağı yok, hâlâ devam ediyor.) - Bir de bizim tiyatro okulumuz, bir sürü talebemiz var. Onlara, eğitim veriyoruz, salonumuz olmadığı zamanlar çok güçlük çekiyoruz. Bu salon tiyatro okulunun da daha düzenli yürümesini sağlayacak. (Ben hâlâ sorumun cevabını alamadığımı düşünürken, sanki bunu fark etmiş gibi net bir cümleyle özetledi.) - Soruna dönersem, "başka işim gücüm yok mu?" Başka işim gücüm yok, olsun da istemiyorum.
cy a
Ali Poyrazoğlu'nun yeni salonundan içeri doğru süzülürken, Poyrazoğlu'nun sesiyle irkildim: "Yukarı, daha yukarı, sağ tarafı aşağı indir". Ali, salonun girişine afiş panosunu monte etmeye çalışıyor.
- Haklısınız da, şundan dolayı sordum, kelaynak kuşları gibi çok az sayıda kaldınız. - Doğru, ama özel tiyatro yapmak çok fazla özveri isteyen bir iş haline geldi. Ama ülkemizin içinde bulunduğu
Heyecan, Umut, Coşku, Yeni Bir Salon ve Ali Poyrazoğlu
koşullarda insanların hem yaşam biçimleri, laik, demokratik yaşam biçimi, hem üretim biçimleri, hem söz söyleme özgürlükleri saldırı altındayken bence tiyatro bırakılmaz, bırakılamaz. Onun için inadına tiyatro yapıyoruz. Yapmak zorundayız. Zaten tiyatro özel tiyatroda çalışan arkadaşların, tiyatro sahiplerinin inadıyla ayakta duruyor. Evet, haklısın sayımız çok az kaldı, ancak kalmak zorunda, başka alternatifi yok. - Tiyatrodan, televizyona büyük bir akın var. Güzel, ancak bu insanların çoğunun tiyatroya küstüğü gibi bir izlenim var. Bu kadar meşakkati çeken insanların yeni konumlarında tiyatroya biraz daha fazla destek olmaları gerekmiyor mu? - Evet, hepimiz yapıyoruz, ama iki türlü televizyon yapan var. Bir tiyatroyu bırakıp, sadece televizyon yapan arkadaşlar var, bir de hem tiyatro hem de televizyonu birlikte götüren arkadaşlar var. Bu insanların özgür seçimidir. - Benim sormak istediğim o değildi. Tiyatrodan bir biçimde TV'ye geçen ve daha çok "show-man"lik yapan tiyatrocuların, tiyatroyu biraz unutmuş olduklarını düşünüyorum, programlarında tiyatroyu, tiyatrocuları pek fazla kullanmıyorlar gibi geliyor bana. - Bu, tiyatrocu olup da televizyona geçen arkadaşların görevi değil. Özelde tiyatroyu, genelde sanatı-kültürü duyurmak, televizyonu yöneten insanların görevidir, bu bir sorumluluktur ve yüklenilmesi gerekmektedir. Dünyanın uygar ülkelerinde televizyonun kitaptan, tiyatrodan, sinemadan, baleden, operadan seyirci götürdüğünü, televizyonu yöneten insanlar daha baştan kabul ederler, yarattıkları bu açığı da sanatsal ve kültürel faaliyetleri ellerinden
- Kimler, nasıl başvuruyor size? - Şöyle, lise mezunlarını alıyoruz, ancak çok yetenekli bulduğumuz çocuklar olursa lise mezunu olmasa da kabul ediyoruz. Bu gençleri imtihanla almıyoruz, bize daha çok zaman kaybettirmesine rağmen söyleşi ile seçiyoruz. Çünkü, imtihan stresi ile çocukların harcanabildiklerini düşünüyorum. Bunu pratikte de çok yaşadık.
pe
- Doğru, bu bizde es geçiliyor, acaip bir rayting aç gözlüğü ve aymazlığı var. Bu, zaman içinde televizyonların aleyhine çalışacaktır. Geri dönülmez yara alacaktır televizyonlar, üstelik kurumlaşırken bu yarayı alması daha da kötü olacaktır. Zaman içinde bu aymazlıktan yayılınacağını düşünüyorum.
- Peki, biz tekrar Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'na dönelim. Ali Pozrazoğlu, tiyatro okulunda neler yapıyor, neleri amaçlıyor? -16 yıldır yürüttüğümüz bir faaliyet. Bir sürü insan yetişti okullarımızdan, oyuncuların dışında yazar, dekoratör gibi insanlar da yetişti. Ben bunu bir sorumluluk olarak kabul ettiğim için bu işe giriştim, insan zaten birikimlerini kendisinden sonra gelen insanlara aktarmak zorundadır. Çok kısıtlı zamanım olmasına rağmen bu işe mutlaka zaman ayırıyorum. Ayrıca, gençlere bir şeyler öğretirken kendim de
böylesine güzel ve modern bir salonla karşılaşacağımı tahmin etmemiştim. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, yeni salonunda seyirciye hangi oyunla merhaba diyecek?
a
- Ülkemizde tabii ki bu böyle olmuyor. Ancak, son tahlilde kendi altlarını boşalttılarını düşünüyorum.
onlardan bir sürü şey öğreniyorum. Bir kere iyi öğretebilmek için bilgilerini sürekli tazelemek, okumak, araştırmak, çağın değişen ritmini yakalamak zorunda kalıyorsun, yani kendini de yeniden eğitmiş oluyorsun.
- "Şaka Şaka" ile 27 Mart'ta, "Dünya Tiyatrolar Günü"nde salonumuzu açacağız. Hemen arkasından "Eski Çamlar Bardak Oldu" diye yeni bir oyun daha koyacağız. Bu sezonu Haziran'ın 15'nde kapatacağız. Sonra turneler başlayacak.
cy
geldiğince çok fazla duyurarak kapatmaya çalışırlar. Televizyonun iyi oturduğu ülkelerde bu sistem iyi işlemektedir.
- Bu salonda sadece tiyatro mu olacak? - Hayır, burası bir kültür merkezi olacak. Bu civarda pek tiyatro salonu yok. Eskiden 3-4 tane vardı.
- Nasıl başvuruluyor? - Belirli dönemlerde oluyor başvurular, örneğin yeni döneme nisanda başlayacağız. İstekli öğrenciler, tiyatromuza şahsen başvuruyorlar. NisanMayıs-Haziran olarak 3 aylık bir kurs döremimiz olacak. Bu dönemin sonunda kalmasını istediğimiz arkadaşlardan bir kısmı bizimle çalışmaya devam edecekler, bir kısmı ise başka tiyatrolara veya televizyonlara geçecek. - A/e yalan söyleyeyim,
Salonun sahibi Fatih Belediye'si. Sayın Sadettin Tantan çok emek verdi ve İstanbul'un en modern salonlarından birini hayata geçirdi. Biz de ihaleye girip salonun işletmesini aldık. Bizim oyunlarımızın dışında çocuk tiyatrolarına, büyük gruplara istedikleri zaman vermeye hazırız. Çünkü biz salonsuz bir dönem geçirdiğimiz için, salonsuzluğun ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz. Salon herkese açık.
Burada, ayrıca film gösterileri yapacağız, açık oturumlar olacak, tiyatro okulu olacak, her türlü etkinlik olacak, bir kültür evi gibi çalışacak... Pojeler, projeler... Konuşmamız boyunca oraya buraya yöneldik, eksikleri notladık, koşuşturup durduk. Ali Poyrazoğlu, yeni salonu için koşuştururken her adımında, her anında olağanüstü bir enerji ile doluyordu. Müthiş bir güç, umut ve coşku vardı. Ali, kulise doğru yönelirken, "bu adamın başka bir işi olamaz, olmamalıdır da", diye düşünerek yönetenlerin bizlere yönelttikleri geldi aklıma. "Böyle sanatın içine tükürürüm.", "Soytarılar.", "Belden aşağı sanat yapıyorlar"... ve daha niceleri. Peki bu yönetenlerin hiç aklına gelmez mi, hiç düşünmezler mi, bu sözler nerelere doğru gidiyor, sanat insanlarını nasıl yaralıyor, nasıl kırıyor onları. Buna hakları var mı? Bilmiyorum. Daha çok şeyi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var herkes gelecek ve gidecek, bir tek sanat ve sanatçılar kalacak tarihe ve ülkelerin tarihleri de sanatçılarının omuzlarında şekillenecek. Bir tek bunu biliyorum
19
SÖYLEŞİ tet çeşitli dinletiler gerçekleş tirecek, Murathan Mungan, Kemal Sunal, Çetin Altan, Müjdat Gezen, Turgay Fişekçi söyleşi programlarımızın ilk konukları olacak (Ayşe Ha nım, Çetin [Altan] Bey'in gü nü belli oldu mu?)
a
Başka neler var programda ?
cy
Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'ndan çıktıktan sonra, Rutkay Aziz'le buluşmak üzere Sahne Foks'a yönel mişken Rutkay'ın çok yo ğun olduğu için Sahne Foks'a gidemeyeceği, ofis te olduğu haberini aldım. Yolumu değiştirip ofise yö neldim. Bu benim daha çok işime geliyordu. Söyleşi için ayrılmış bir zamanda değil, yaşamın içinde izle mek istiyordum bu inatçıları. Öyle de oldu. Ka pıdan girdiğimde, Rutkay gözlüklerinin üstünden ba karak, "Yahu, kusura bak ma, öyle sıkıştım ki, bura dan kıpırdamam mümkün değil, ama Sahne Foks'da Mahir (Günşiray) bekliyor, ne olur onunla konuş" der ken, yanındaki sandelyeye oturmuştum bile. "Olur dedim, biraz dinleneyim de. Sahne Foks'a geçerim". Niyetim, teybi çaktırma dan açıp, işin arasında Rut kay'ın ifadesini almaktı, öyle de yaptım.
Fotoğraflar: Şafak Taner
Rutkay Aziz Tiyatro, Sahne Foks ve Yaşam Demirkanlı
Senin başka işin gücün yok mu Allahını seversen ? Bu yaş tan sonra yeni bir salon, ta nınmasını sağla, yeni proje ler, broşürler, ilânlar, basınla uğraş, televizyonlarda haber olmak için uğraş dur. Bir de çok sapa bir yerde değil mi Sahne Foks? Ben buna inanmıyorum. Kim lerin, nerede ne yaptığıdır önemli olan. Her ne kadar kültürel kirliliğin yoğun oldu ğu koşullarda yaşıyorsak da, gerek kültürün demokratik leşmesi doğrultusunda, ge rekse uygarlığı, özeli özleyen birtakım insanların olduğuna inanıyorum. 20
Hepsi güzel de, tiyatro yok mu bu programların içinde?
İyi güzel de. Bırak gençler koştursun, bunca yılın sonunda bu işlerin dışına çık, biraz rahat et. (Rutkay'ı provöke etmeye çalışıyorum, ama nafile.)
tiyatronun oluşum anında bi zimle birlikte olacağından öy le eminim ki. Hemen gelmiş, sahneyi görmüştü. Sofitası var mı, yok mu diye bakmıştı bile.
Yok canım, ben hem gencim, hem de bu koşuşturma bizi daha da gençleştiriyor. Başka İş? Yok hayır, bu benim tek işim, yaşam biçimim. Başka türlü olması da mümün değil.
Söylediğim gibi böylesi bir uğ raşta insanın yalnız olmaması insanı gerçekten umutlandırı yor, coşkulandırıyor. Dilerim seyircilerimiz de aynı heyeca nı bizimle paylaşır.
Olmaz olur mu. Her şeyden önce burası bir tiyatro salonu. Tiyatro Oyunevi'nin iki projesi var. Biri çocuk oyunu, "Bir Avuç Hayvan Mayvan", diğeri ise "Hizmetçiler", Jean Genet'in oyunu, Mahirler bura da çok farklı bir arayıştalar ve bence çok ustaca kotarılmış bir proje. (Nalân Hanım, bro şürler ne zaman geliyor, "alo, ben Rutkay, Bey, orada mı? Peki. Aradığımı iletir misi niz? Teşekkürler."
Sahne Foks'u, 27 Mart'ta, "Dünya Tiyatrolar Günü'nde açıyorsunuz değil mi?
Neler yapacaksınız Sahne Foks'da?
AST buraya turne düzenleye cek mi?
Salt tiyatroya sıkışan bir etkin lik değil Sahne Foks; çeşitli söyleşiler, paneller, konserler, sergiler olacak. Sergileri Tombak Dergisi düzenliyor. İlk olarak Mengü Ertel Afiş Sergisi yer alacak, Lion Quar-
Tabii, tabii. (Nalân Hanım, lüt fen şu metni Hanım'a faxlar mısınız?) Yahu sen geç kalıyorsun. Mahir seni bekli yor.
pe
Mustafa
Neler var? Ezginin Günlüğü'nün konseri olacak, açılışı Timur'un (Selçuk), Tiyatro Şarkıları ile yapacağız. 20 Mayıs'tan sonra Alkazar'da sinema haftaları baş latmayı planlıyoruz. Ayrıca, bize yandaş olduğuna inandığım arkadaşlarla bir yaz okulu başlatmak istiyoruz. Gerek salondan, gerekse de bahçeden yararlanarak bu okulu sürdüreceğiz. Bahçede konserler de olacak. Şunu oluşturmak istiyoruz; "Haydi, Sahne Foks'a gidelim, orada arkadaşları görürüm ya da güzellikler içinde baş başa ka labilirim" duygusunu yakala mak istiyoruz.
Evet, böyle anlamlı bir günde açmayı düşündük bir de Muh sin Hoca'nın (Ertuğrul) deyi şiyle "Bir tiyatro mabedini aç mak" çok anlamlı bir şey olsa gerek. Sanırım o da yaşasaydı
Şu kahvemi bitirip gidiyorum.
Öncelikle, "İnadına Yaşamak" sergilenecek. Sonra başka oyunlarla da gelecek. Senin bir projen vardı? İlhan Selçuk'un "Düşünüyorum Öy leyse Vurun"unu hazırlıyor dun. Ne aşamada ? Bir yıldan fazladır üzerinde çalıştığım bir proje, tam ola rak çözemediğim noktalar ol duğu için hep erteledim. Belki de korktuğum için kaçtım. Onun için seyircilerle tartış mak istiyorum. Eksikliklerim yarmış gibi geliyor bana. Çünkü, bu bir oyun değil, gösteri değil. İlhan Abi'nin "Pencere"sindeki yazılardan yapılan 3İr seçmenin bir biçimde yorumlanması. Bir anlamda seyirci ile prova yapmak istiyorum. Seyirci ile prova, daha önce denediğin bir şey mi?
Doğru, doğru da bugün bak tığımızda televizyonlar, tiyat ro kökenli insanların omuzla rında yürüyor. Bugüne kadar tiyatrodan yetişmiş insanlarla idare ettiler, ediyorlar. Ya sonra ? Programlarında kültür-sanat haberlerine bu ka dar az yer vermeleri veya çok geç saatlere sıkıştırmalarının oluşturduğu bu yıkımın so nunda, bir gün yetişmiş insan sorunuyla karşılaştıklarında, en azından kendileri de zarar görmeyecekler mi? Haklısın. Aslında kendilerine darbe vuruyorlar. Onlar da bunu sorguluyorlar ama kaça mıyorlar. Şuna inanıyorum ki, bunlar da geçecek. Önemli bir laf vardır; "Akan su pislik tutmaz" diye. Buna da biraz inanmak lazım. Neyse, Sahne Foks için geniş bir ekiple çalışıyorsunuz gali ba?
pe
Evet, daha önce 12 Mart döleminde Ankara Sanat Tiyatrosu'nda denedik. Daha sonra "Bir Halk Düşmanı'nda oyun sonrası seyirci ile söyleşi yaptık. Sanıyorum, AST olarak ilk kez yapıldı, ama benim keşfim değil, çıkmış oyunların genel provaları seyirci ile dış dünyada genellikle yapılıyor. Daha düşük bir ederle, prömi yere çıkmadan önce seyirciye açık olarak yapılıyor.
yöneticileri ile bu anlamda sohbetlerimiz oluyor, onlar da bu durumdan çok rahat sız, fakat reklâm pastasından paylarını alabilmek adına acı masız bir yarış içindeler, bu yarış da ne yazık ki düzeyi dü şürmekte.
Araya yine bir sürü konuş malar, koşuşturmalar giriyor. Rutkay Aziz bir o odada, bir bu odada. Yakalayabilene aşk olsun. Ama ben söyleşiyi tamamlamaya karalıyım. Araya girip laflamaya devam edi yorum.) Televizyonlar, kültür-sanata karşı biraz duyarsız değil mi sence? Aslında tüm kaynakları sanat insanları ve onların yetenekleri olduğuna göre kendi kaynaklarını beslemeleri gerekmez mi? Haklısın, haklısın da pek bir sonuç alınamıyor. Zaman zaman televizyon kanallarının
Eğer arkadaşların inanılmaz ça baları sonunda oluşuyor bu proje. Efes Pilsen'in katkıları, Sıdıka Atalay'ın böylesi güzel bir salon oluşturarak, sanatın hizmetine sunması inanılır şeyler değil. Hepsinin katkıları çok önemli. Sonra, Şişli Bele diye Başkanı Gülay Atığ'ın destekleri. Tombak Dergisi'nin, sergilerin seçimini, fu ayenin düzenlenmesini üstle niyor olması, haftada bir mü zayede yapmayı planlamaları, hepsi, hepsi çok önemli katkı lar. Sahne Foks'un oluşmasın da çok insanın emeği var, bu kollektif bir çalışmanın ürünü. Ben inanıyorum. Doğru ve güzel bir şey yapıyoruz ve bu güzelliklere de insanlarımızın gereksinimi var, bizim de, bu gereksinimlere sahip insan lara. Sahne Foks, İstanbul'un yepyeni bir kültür odağı olacak. (Ayşe Hanım, prog ramda 'nı unutmuşuz, aman baskıya girmeden düzeltelim. Nalan Hanım, ile 'yı davetliler lis tesine eklemeyi unutmayalım. Sahne Foks, burada [broşürü kast ediyor] iyi duruyor mu?...)
cy a
AST hangi oyunlarla gelecek?
Evet, evet çok değerli arka daşlarla birlikteyiz. Zuhal (Er gen), Mahir (Günşiray), Ayşe (Selen), Nalân (Örki)'ın ve di
(Kahvemi [söyleşimi] bitirmiş, artık yavaş yavaş ayrılabilir dim. Ama bir eksiğimiz vardı. Fotoğraf, bunu da gizlice yapamazdım ya. Sıra itirafa geldi.)
Şimdi, bir itirafta bulunmam gerek, işinizin arasında çaktır madan söyleşimizi tamam ladık. Yapmayın. Neler söyledim ben? A/e varsa onu söylediniz. Böy lesi bence daha iyi oldu. Ama, bir eksiğimiz var. Haydi gel, söyleşi yaparmış gibi fotoğraf çektirelim. (Artık itiraz etmenin bir yarar sağlamayacağına inanmış ol malı ki, gözlüklerinin üzerin den şöyle bir baktı. Muzip muzip mi demeli, yoksa için den bana saygılarını mı sunuyordu pek anlayamadım ama, o boşlukta yanına otur muş poz vermeye başlamış tım bile.) Bir güne iki yeni salon, iki es kimeyen tiyatro adamı, iki coşku, umut ve inanç sığdırmıştım. İçinde bulun duğumuz günlerin kara bulutları dağılmış mıydı ne? Yoksa bana mı öyle geliyor? Ne kadar çok ihtiyacım var mış, umuda, inanca ve inata. Yolunuz açık olsun, Sahne Foks üreticileri. Sizlere daha çok ihtiyacımız var, kendinize iyi bakın
İZDÜŞÜM Ahmet
Levendoğlu
Salon Var Sahne Yok Bir Dünya Tiyatro Günü'nün daha eşiğindeyken oturdum bu yazıya. Kimi değerlendirmele rin, kıyaslamaların yapıldığı günlerdir bunlar. Rutkay Aziz "Dünya Tiyatrolar Günü'nde tiyat rolar nerededir derseniz... parlamentonun ilerisindedir." demiş. Doğru demiş elbet. Ama zaten parlamentomuzun "ileride olmak" gibi bir tasasının olmadığını, ağzına medya mikro fonu uzatılan "sıradan vatandaş" dile getirebiliyor bu günlerde. Ülkemizde tiyatronun bu lunduğu noktanın gerisinde kalan çok sayıda temel kurumdan da duraksamadan söz edile bilir kanısındayım ben. Ama, şimdi kurumsal kıyaslamaları bırakıp, tiyatronun konumunu belirleme yönünde onun özüne ilişkin sorunlara göz çevirelim. "Tiyatromuzun ana sorunları" içerikli sorulara uzun yıl lardır tiyatro çevresince verilen yanıtlar pek değişkenlik göstermez: Eğitim(sizlik), parasal ye tersizlikler gibi başta gelen sorunlar arasında "salonsuzluk" da yer alır hep. "Salonsuzluk" belirlemesi, bugünün gerçeği ışığında, hem doğru, hem değil. Açıklayayım: Türkiye'de son 5-10 yıldır -genel kanının tersine- azımsanmayacak sayıda yeni "tiyatro salonu?" yapılmak ta. Ancak bunlar, tiyatromuza "salon" kazandırıyorsa da "sahne" kazandırmıyor, ne çare ki. İnsanı öfkelendirmekle kalmayıp yılgınlığa düşüren bir kararlılıkla; sahnesi ya yetersiz, ya da yok sayılacak düzeyde "tiyatrolar" yapılageliyor. Evet, çoğunlukla geniş ve düzenli fuayeler, çekici renklerdeki koltuklarla kaplı pırıl pırıl salonlar var, ama "sahne" denebilecek sahneler yok.
a
Yok, çünkü bunların ya sahne boyutları (yükseklik, genişlik, ama en çok derinlik ölçüleri açı sından) yetersiz ve salonla orantısız; ya sofitosu "yok" denecek ölçülerde; ya teknik ve ışık donanım gereklilikleri önemli ölçüde göz ardı edilmiş; ya kulis gereklilikleri unutulmuş. Bun ların yanı sıra, gereksiz yere sahneyi küçültmüş taşıyıcı kolonlar, (bugünün tiyatrosunda işle vini yitirmiş olan) orkestra çukuru kullanma sevdasıyla izleyiciden uzak tutulmuş sahneler gi bi "özürlülük" örnekleri de görülebiliyor.
pe cy
Yalnız İstanbul'da, yeni, ama sahnesi bir biçimde "özürlü" sayılabileceklerden bildiklerim arasında (biri tiyatro amaçlı kullanılmakta olan, ötekilerin kullanımı da öngörülmüş olan) İS TEK Vakfı okulları salonları, Aksanat tiyatro salonu, Beşiktaş Belediyesi Akatlar Kültür Sanat Merkezi, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, (Ataköy) Kültür Koleji şahnesi, (güzelliklerine karşın, sahneyi daraltan kolonlarıyla) Terakki Vakfı Kültür Merkezi, Özel Marmara Koleji sa lonu, (yapıldığındaki biçimi ve adıyla) Zübeyde Hanım Kültür Merkezi, (yenilenen sahnesin de yine de taşıdığı eksiklerle) Muammer Karaca Tiyatrosu bulunuyor. İstanbul dışındakilerden ise Manisa Belediyesi Kültür Merkezi, Gaziantep Belediyesi Tiyatro Salonu, Uludağ Üniversitesi. Konferans Salonu, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Kon ferans Salonu, Elazığ Fırat Üniversitesi Konferans Salonu hemen akla geliyor. (Yeni kurulan İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun uygun olmayan bir projeye göre yapılan sa lonunun/sahnesinin güzel bir projeyle yeniden düzenlenmekle "kurtarılıyor" olması sevindiri ci.) Türkiye genelinde söz konusu olumsuz örneklerden yaklaşık elli kadarının varlığından söz etmek abartı olmayacak. İnsanı asıl "isyan" ettiren şey de şu: Bu alanda var olmadığı düşünülen ilgi, yatırım ve emek gerçekte (en azından bir ölçüde) var, ama sonuçta ortaya konan, sakat ya da eksik sahneli tiyatro yapıları. Hadi, şeytanın avukatlığını yapalım ve diyelim ki: -Bu salonların yarısı okullarındır. Okul yönetimleri de okul toplantısı, gösterisi türü öz etkin likleri için zaten yapacakları derinliksiz sahnelere "tiyatronun" da sığabileceği gibi "saf" bir düşünceyle davranırlar. -Okul yöneticileri gibi, salon yaptıran patronlar, belediyeler, girişimciler de tiyatro mimarisi nin ayrı bir uzmanlık ve fakat vazgeçilemez bir gereklilik olduğunun ayırdında değildirler. -Ülkemizde tiyatro mimarisinde gerçek anlamda uzmanlaşmış mimarlarımızdan söz edilebi leceği tartışmalıdır. Bu avukatlıkları iyi niyetle kabullensek de, şu gerçekler yine önümüzde: Mimar olmayıp sah ne tasarımcılığından yetişme, ama tiyatro sahnesinin gerekliliklerini yetkinlikle karşılayacak birkaç ustamız var. İşte Duygu Sağıroğlu usta "Ömrümün geri kalanını düzgün sahneler yapmaya, düzgün olmayanları düzeltmeye veririm, seve seve", diyor ve şimdilerde böylesi bir "düzeltme" yapıyor. Bu ustalardan da geçtik, yetkin bir tiyatro yönetmeni ya da teknis yeni, giderek ilgi alanını oyunculuktan öteye taşımış bir tiyatro oyuncusu bile, bilgisine baş vurulmuş olsa, yukarıda sıralanan sahne eksikliklerini—sakatlıklarını önleyebilir. Tiyatro insanlarımız bu konuda artık aşırı duyarlı olmalı; yeni yapılacak salonları gözetime al malı; uzgörülen yanlışlara vaktinde set çekmeye çalışmalı. Yoksa hepimiz, yalnız bilgisizlik lerin değil, aymazlıkların da ortağı durumunda kalacağız©
22
İNCELEME
ARTHUR.MILLER VE "VICHY OLAYI" ÜZERİNE Suat Karantay
Birleşik Devletler'de tiyatro, kısa tarihi ve ürünlerinin görece azlığıyla öbür yazın türlerinden ayrılır. Biçim ve içerik açısından özgül bir Amerikan tiyatrosuna doğru ilk adımları Eugene O'Neill (1888-1953) atmıştır. 1920'li ve 30'lu yıllarda Maxwell Anderson, Elmer Rice, Thornton Wilder, Clifford Odets ve Lillian Hellman öne çıkan adlardır. II. Dünya Savaşı'nı izleyen yılla rın en büyük tiyatro yazarları kuşkusuz Tennessee Williams ve Arthur Miller'dır. Son dönemlerde ise Edward Albee, Jack Gelber, Sam Shepard gibi yazarlar öne çıkmıştır. Amerikan tiyatro sunun bütünü düşünüldüğünde, Eugene O'Neil, Tennessee Williams ve Arthur Miller'ın en önemli üç Amerikalı oyun yaza rı oldukları tartışma götürmez.
pe cy a
1915 yılında New York kentinde doğan Arthur Miller, Yahudi kökenlidir. 1938'de mezun olduğu Michigan Üniversitesi'nde öğrenciyken üç oyun yazmıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra New York'a yerleşen Miller, 1944'e kadar çeşitli radyo prog ramları için metinler kaleme almış, aynı yıl askeri yaşam üzeri ne kısa yazılardan oluşan ilk kitabı "Situation Normal" (Her şey Yolunda) yayımlanmış ve Broadway'de ramp ışıklarına çıkan ilk oyunu "The Man Who Had All the Luck" (Şanslı Adam) sahne lenmiştir. Dört gösterimden sonra kapanan bu oyunda, ruhsal engellemeler nedeniyle iş ve evlilik yaşamındaki başarısına bir türlü inanamayan bir adamın serüveni anlatılır. 1945'te yayım lanan ilk romanı "Focus"ta (Odak) Miller, bazı önemli oyunla rında da işleyeceği Yahudi düşmanlığı izleğine yer verir. Yahu di olmadığı halde Yahudiye çok benzediği için çevresindekile rin hışmına uğrayan romanın kahramanı, kurtuluşu, yaşadığı semti Yahudilerden arındırmayı amaçlayan terörist örgüte ka tılmakta bulur. Yahudi düşmanlığının Birleşik Devletler'de de bir insanlık suçu oluşturduğunu vurgulayan önemli bir roman dır "Focus".
zandırmakla kalmayıp, onun dünya tiyatro tarihinde saygın bir yer edinmesini de sağlamıştır. Hiçbir çağdaş sahne yapıtı, tra gedya kuramı çerçevesinde, "Satıcının Ölümü" denli yoğun tartışılagelmemiştir. Üstün bir sahne tekniğiyle geçmişin ve şimdi nin birlikte sergilendiği oyunda, çıldırmanın eşiğindeki "sıradan adam" Willy Loman'ın satıcı, koca, baba, insan olarak yaşamı nı haklı gösterme çabalarını izleriz. Loman, "Amerikan Düşü" denen o yanlış başarı anlayışının, çok çalışmakla her zaman erişilemeyen o kof idealin kurbanıdır. Satış üzerine kurulu bu çar kın, özellikle oyunun geçtiği Büyük Ekonomik Buhran yıllarında bireyin ve toplumun değerlerini nasıl unufak ettiğini Miller bu oyununda çapıcı biçimde sergiler. 1950 yılında ibsen'den yaptı ğı "Bir Halk Düşmanı" uyarlaması ise pek yankı uyandırmamıştır.
Arthur Miller oyun yazarı olarak ilk büyük başarısını "Bütün Oğullarım'la (All My Sons) elde etti (1947). Tony ve New York Tiyatro Eleştirmenleri ödüllerini kazanan bu oyununda Miller, Amerikan Hava Kuvvetleri'ne kusurlu uçak motoru parçalan satarak 21 pilotun ölümüne, ortağının hapse düşmesine ne den olan Joe Keller'in kişiliğinde Amerikan maddeciliğini ve ka pitalist düzeni sorgular. Savaş zengini Keller, oğullarının gele ceği için iş ahlâkını çiğnediğini, ancak ülkenin yarısının da aynı suçu işlediğini söyleyerek kendini savunur, bağışlanmayı bekler — ancak, kayıp olan pilot oğlunun utancından intihar ettiğini öğrenince kendi canına kıyar. Amerikan tiyatrosunun klasikleri arasına giren "Satıcının Ölü mü" (Death of a Salesman/1949), yazarına Tony, Pulitzer, Antoinette Perry ve New York Tiyatro Eleştirmenleri ödüllerini ka-
McCarthy döneminin komünist karşıtı eylemleri, pek çok Ame rikalı aydın gibi, komünist sempatizanı Miller'ı da doğrudan et kilemiştir. Komünist gruplarla ilişkileri hakkında henüz sorguya çekilmeden önce, 1953'te yazdığı Tony ödüllü "Cadı Kazanı" (The Crucible), 1950'lerin komünist avını, on yedinci yüzyılda Püritenliğin egemen olduğu Salem kasabasında yaşanan cadı avı aracılığıyla ramp ışıklarına getirir. Batıl inançların, ihanetin, suçluluk ve öç duygularının kasıp kavurduğu Salem'de, cadılık la suçlanan oyunun başkişisi John Proctor, çıldıran bu topluma yan çıkmaktansa, yaşamının bağışlanması için imzalaması iste nen şeytanla işbirliği yaptığına dair belgeyi yırtar atar — kişiliği ni, onurunu yaşamı pahasına korumuş olur. Miller de, daha sonra, sorgulanmasında ad vermeyi reddedecektir. Önce tek perdelik uzun bir oyun biçiminde, yer yer koşukla ka leme aldığı New York Tiyatro Eleştirmenleri ödüllü "Köprüden Görünüş" (A View from the Bridge/1955) adlı oyununu, Miller 1965'te koşuktan arındırarak, bu kez iki perdelik bir oyun ola rak yeniden kaleme alır. Yanlarında büyüyen karısının genç ye ğenine duyduğu tutku yüzünden evlerinde barınan iki kaçak İtalyan işçisini ihbar eden Eddie Carbone, mahallenin törelerini çiğnemiş olur, ancak "adına"sürülen lekeyi silmek üzere ölü müne cesaretle gider.
Miller, az tanınan "A Memory of Two Mondays" (İki Pazartesi Anısı/1955) adlı oyununda, bir oto yedek parça deposunda paketleme işinde çalışan işçilerin umutsuz, tekdüze yaşamları na eleştirel bir gözle bakar. Kaderlerine katlanmaktan başka pek seçenekleri bulunmayan bu insanlar arasından 18 yaşında ki Bert bu köreltici ortamdan kurtulup umuda doğru bir adım atmayı başarır. Ne roman, ne oyun, ne de senaryo sayılabile cek olağandışı biçimiyle "The Misfits (Uygunsuzlar/1961), kay bolan bir dünyada (modern Vahşi Batı'da) sürüklenip duran, 23
Bursa Devlet Tiyatrosu'nun oynadığı "Cadı Kazanı"ndan bir sahne. kendi sorumluluk payının ne olduğunu saptamaya çalışan Tanrı'nın açmazı anlatılır. İki yıl sonra Miller bu oyunu bir müzikal metni biçiminde yeniden yazmıştır. "The Archbishop's Ceiling" (Başpiskopos'un Tavanı/1977) komünist bir Avrupa ülkesinde geçer. Sansüre karşı çıkan aykırı bir roman yazarının sürgüne Arthur Miller'ın 1964'te kaleme aldığı "After the Fail" (Düşüş gitmemek için gösterdiği direniş, özgürlüğü için verdiği sava ten Sonra), yazarın en yaşamöyküsel, teknik açıdan en deney şım, insan istencinin kutsanmasına dönüşür. 1978'de yayımla sel oyunu sayılır. Eylem, geçmişiyle ve kendisiyle hesaplaşan nan tiyatro yazıları derlemesinde, özellikle "Tragedya ve Sıra oyunun başkişisi Quentin'in zihninden bir bilinçakışı düzensizlidan Adam" başlıklı denemesi önem taşır. 1980 tarihli "The ğiyle geçen anıların sahnede canlandırılmasından oluşur. "Dü American Clock" (Amerikan Saati), Birleşik Devletler'in toplum şüşten Sonra" (cennetten kovulduktan sonra) insanoğlunun sal tarihini sergileyen bir dizi kısa episoddan oluşur; oyunda, kötülük ve suçluluktan arınamayacağı, bu nedenle kendini ve yol açtığı tüm acılarına karşın, Büyük Ekonomik Bunalım'ın başkalarını bağışlamayı öğrenmesi gerektiği; saf kalabilmenin Amerikan toplumunu birleştirme ve güçlendirme katkısı bulun olanaksızlığı; hayatta kalabilmek için ödenen bedelin ağırlığı; duğu imlenir. Geçmişle şimdiyi ilişkilendiren ve iki tek perdelik toplumsal kıyımlarla (toplama kampları, ırkçılık, vb.) insan ilişki oyundan oluşan "Danger: Memory!" (Dikkat: Bellek!) 1987'de lerindeki acımasızlık arasındaki koşutluk gibi izleklerle yüklü bu yazılmıştır. Birinci oyun "I Can't Remember Anything"de (Hiçbir oyun, episodik yapısıyla ve şematik kişileriyle bu izlekleri yaşa Şey Anımsayamıyorum), çağdaş toplumu lanetleyen yaşlı bir ma geçirmekte yetersiz kalır (Miller'ın ikinci eşi Marilyn Monkadınla, gelecekten umutlu yaşlı bir adamın çatışan görüşlerine roe'yla evliliğinden esintiler taşıyan Quentin -Maggie bölümü yer verilir; ikincisinde "Clara", öldürülen bir sosyal danışmanın dışında). suçluluk duygularıyla dolu babası bir dedektif tarafından sorgu lanırken, Nazi soykırımı, ırkçılık, Vietnam Savaşı gibi konular 1967'de yayımladığı "I Don't Need You Any More" (Sana İhti deşilir. Arthur Miller 1987'de "Timebends: A Life" (Zaman Dö yacım Yok Artık) başlıklı öyküler toplamından sonra Miller nemeçleri: Bir Yaşam) başlıklı özyaşamöyküsünü de kaleme 1968'de önemli oyunlarının sonuncusu sayılan "Bedel"i (The alır. 1966-67 döneminde Uluslararası PEN Yazarlar Derneği Price) kaleme aldı. Büyük Ekonomik Bunalım'da iflas eden ba başkanlığı görevini yürüten Miller, 1985'te kuruluşun üyesi ün baları için Victor ve Walter adlı iki kardeşten birinin özveride lü İngiliz oyun ve senaryo yazarı Harold Pinter'la ülkemizi ziya bulunma zorunluğu ortaya çıkınca Victor üniversiteye devam ret etmiştir. etmez ve babasına bakabilmek için polis teşkilatına katılır; Wal
pe
cy
a
geçimlerini rodeolara katılıp vahşi atları ehlileştirerek sağlama ya çalışan, artık çağın dışına itilmiş günümüz kovboylarının, gü zel, saf bir dulla ilişkilerini anlatır.
ter ise ünlü ve zengin bir cerrah olur. Suçluluk, sorumluluk al ma, bedelini ödeme, onurunu koruma gibi Miller izlekleri, bu aile dramında da karşımıza çıkar. Walter, üstlenemediği sorum luluktan duyduğu suçluluğu Victor'ı yıllar sonra satın almaya çalışarak hafifletmek ister. Bencil babalarının, onun üniversite giderlerini karşılayacak kadar saklı parasının bulunduğunu bil mesine karşın, Victor'ın aile kurumuna bağlılığı nedeniyle gele ceğini bir bakıma feda etmesi, Walter'ın yardım önerilerini geri çevirmesi kişiliğini, gururunu koruma uğruna ödediği bedeldir. "Bedel"den sonra Arthur Miller, önemli sayılabilecek başka ya pıtlar verememiştir. 1972'de yazdığı "The Creation of the World and Other Business"ta (Dünyanın Yaratılışı ve Öbür Me seleler), insanoğlunun kıyımlara karşı gösterdiği aldırışsızlıkta 24
"Vichy Olayı" (Incident at Vichy/1964), tek perdelik uzun bir oyundur. "Olay" 1942'de, Fransa'nın Vichy kentindeki bir sor gulama merkezinde geçer. Alman işgalindeki Vichy'de sokak tan rastgele toplanan çoğu Yahudi altı erkek ve on beş yaşla rında bir çocuk, korku ve kaygı içinde sorgulama merkezinde beklemektedir. Başta, sıradan bir kimlik yoklaması yapılacağını sanan tutuklular, daha sonra çalışma kamplarına gönüllü işçi olarak gönderilme olasılığına umutla sarılırlar — ancak tutuklu lardan Bayard'ın Vichy istasyonundan geçen bir yük treninde vagonlara kilitlenmiş insanların feryatlarını duyduğunu açıkla masıyla soykırım söylentileri, Polonya'daki fırınlar gerçeklik ka zanmaya başlar.
payı bulunduğunu söyler. Özellikle Yahudi soykırımından sonra saflıktan söz edilemez. "Düşüşten Sonra"da, bir toplama kam pından sağ çıkan Holga, bu görüşü, bir kurban konumunda ol masına karşın, kendini de katarak vurgular. Hayatta kalmak is teği de suçluluğa çanak tutar — eskiden tanıdığı Binbaşı'nın kendilerini salıvermesini isteyen Leduc'e Binbaşı, salt onu ser best bırakacak olsa kabul eder miydi sorusunu yöneltir; aldığı yanıt "evet'tir. Quentin'de toplama kampını gezerken, oraya gönderilen her insanın, hayatta kalabilmek için, en değerli in sanları bile çiğneyip geçebileceğini düşünür. Suçluluk payını kabul eden bireyden beklenen, Leduc'ün Prens'e söylediği gibi, sorumluluk duyması, başka deyişle ey leme geçmesidir. Mesleği gereği yıllardır insanları inceleyen Leduc, onların gizli birer cani olduklarını bildiğini ama bu ger çeği zihninin bir köşesine ittiğini, şimdi ise duyduğu sorum luluğu hayata geçirecek, başka deyişle, insanları bu konuda uyaracak, aydınlatacak zamanı kalmadığını söyler Prens'e (oyunun sonunda kurtulacağını bu sırada bilmez). Suçluluk payının bilinçli biçimde kavranması, "Düşüşten Sonra"da başka bir gereksinmeyi gündeme getirir — bağışlamayı. Quentin, "suç"un (kötülüğün/öldürme dürtüsünün) yüzüne cesaretle bakıp insanın kendini ve başkalarını bağışması gerektiğini, tek rar tekrar ... "sonsuza dek" bağışlaması gerektiğini, oyunun sonundaki uzun replikte dile getirir.
a
'Vichy Olayı" statik, iyi kurulu, üç birlik kuralına uygun bir "durum oyunu"dur — karakterler derinlemesine değil, dış çizgileriyle, salt tavır ve fikirleriyle tanıtılır seyirciye. Bir Nazi Yahudi avı çerçevesinde Arthur Miller'ın önem verdiği tüm izlekler evrensel boyutlarıyla karşımıza çıkar. Ahlâkçı bir yazardır Arthur Mil er ve bu yüzden toplumu yakından ilgilendiren değerleri irdele ip acımasızca eleştirir. Irkçılık ve soykırım oyunun ana izleğini oluşturur. Yahudi soykırımı, olay örgüsünün, daha doğrusu oyunun düşünsel boyutunun, odak noktasıdır. Ancak, tiyatro oyuncusu Monceau'nun da belirttiği gibi, insanlığın büyük kesi i, ait olduğu ırk yüzünden lanetlenmiş durumdadır — "Vichy Olayı''nın evrensel boyutları vardır. Burun ölçme, sünnet kontrolü gibi aşağılayıcı uygulamaların üzerinde pek durulmaz. 'Vichy Olayı''nın önemli yanı, ırkçılık olgusunun çeşitli yönleriyle sergilenip tartışılmasıdır. Amatör bir müzisyen olan ve yanlışlıkla tutuklanan Avusturyalı Prens von Berg, Almanları hiçlikle suçlar (ama bunu çağın belirleyici özelliği olarak gördüğünü de ekler) — ona göre Nazizm bayalığın bir patlamasıdır; yozlaşma belirtisi sayıp inceliklere dayanamayan bu insanlar sanata saygılı olsalar Yahudi avına girişmezlerdi. Eski seyircilerinin sanatçıları yakabileceğine inanmayan Monceau, Almanların engin müzik kültürüne, tiyatroda kilisedeymiş gibi huşu içinde oturduklarına işaret edince, Prens'in kafası karışır. İnsan mantığının soy arım gibi bir vahşete izin vermeyeceği öne sürüldüğünde, bu kez askeri ruh doktoru Leduc, insanoğlunun mantıklı değil, ca li yaradılışlı olduğunu söyler. Komünist elektrik teknisyeni Bayard olaya stoik bir açıdan bakmayı yeğler, — bir gün işçi sınıfı dünyaya egemen olacağına inancı vardır.
cy
Miller tiyatrosunda çizilen insanlık durumu, okuru/seyirciyi genelde karamsarlığa iten bir nitelik taşır. Quentin'in bağış lamaya çağrısı ve Holga'ya umut dolu "Merhaba"sı bu karam sarlığa az da olsa bir olumlama katar. John Proctor'ın onuru uğruna ölümü seçmesi de bir olumlama sayılabilir. "Vichy Olayı"nın sonunda Prens'in kendi yaşamını tehlikeye atarak izin belgesini Leduc'e verip onun kurtulmasını sağlaması bir sevgi ve cesaret örneği oluşturur. Ancak, perde kapanırken polis eş liğinde kapıda beliren dört yeni tutuklu umutları gene karartır. Çekilen acıların hiçbir amaca hizmet etmediğini, hiçbir anlam taşımadığını, "sonsuza kadar" tekrar tekrar yaşanacağını öfkey le haykıran Leduc haklı çıkar. Irkçılık II. Dünya Savaşı'ndan ön ce de vardı, hâlâ da süregitmektedir. Yahudi karşıtlığı dün yadan hiçbir zaman silinmiş değildir. Balkanlar'da yaşanan kıyım, karaderililerin süren acıları günümüzün canlı örnek leridir. Monceau'nun belirttiği gibi, insanlık suçları geçmişte de işleniyordu — Afrikalıların, Asyalıların, İngilizler, İtalyanlar, Fran sızlar tarafından sömürülmesi gibi...
pe
Irkçılığın, toplumu saran bir çılgınlığa dönüşmesine de değinir, Miller. "Cadı Kazanı"nda tüm Salem halkının cadı avına sürüklenmesi gibi, Hitler hayranlığı giderek büyür ve Avusturya'da da kök salmaya başlar — Prens, ülkesini bu nedenle terk etmiştir. Aydın, soylu dostlarına Yahudi müzisyenlerinin öldürüldü ğünü bildirdiğinde, karşılaştığı tepkisizlik çileden çıkartmıştır onu. Vichy'deki Fransız polisinin Nazilerle hiç de gönülsüz sayıl mayacak işbirliği de oyunda vurgulanır. İşlenen bu insanlık suçundan utanç duyanlar yok değildir. Bunlardan biri, sorgulama ı yöneten Alman Binbaşı, çaresizliğini Leduc'e şöyle açıklar: Bu çarkın içinde Binbaşı tutukluları, ırk antropoloğu Alman Profesör Binbaşı'yı, bir başkası Profesör'ü, başka biri o bir başkasını, vb. namlunun ucunda tutmaktadır — bu nedenle iyi niyetlilerin elinden bir şey gelmez. Yahudilerin kaderciliği de soykırımın gi derek büyümesine yardımcı olur. Ressam Lebeau ve Monceau, tüm kanıtlara karşın ölüme gönderileceklerine inanmazlar, bu nedenle kaçmayı öneren Leduc'e şiddetten ve işkenceden korktukları için, yardımcı olmak istemezler. Miller bu olguya ay dınlatıcı yeni bir boyut katar: Lebeau, Yahudi olmaktan utan madığını söyler ama ardından da yıllardır haklarında dehşet verici şeyler söylendiğini, suçlamalara hiçbir karşılık veremediklerini, giderek de onlara inanmaya başladıklarını ekler — nedensiz bir suçluluk duygusu çok-katmanlı bir izlek biçiminde Miller oyunlarının çoğunda karşımıza çıkar. Bu duygu, dünyadaki şid dette tek tek payları bulunan tüm bireylerce paylaşılır. "Düşüş n Sonra" ortaya çıkan öldürme güdüsü, Quentin'in deyişiyle 'asla yok edilemez." Yahudi kıyımında payı olduğunu şiddetle reddeden Prens'e ruh doktoru Leduc, herkesin bir Yahudisi ol duğunu; hatta Yahudilerin de Yahudileri olduğunu; bu sözcüğün duyamadığımız acılara, kendimizi soyutlayarak baktığımız ölüme verdiğimiz ad olduğunu; her insanın kıyımlarda suçluluk
Arthur Miller tiyatrosunun genel bir değerlendirmesi yapıldığın da, en büyük oyun yazarlarının yapıtlarındaki yetkin dil kul lanımının, oyun kişilerindeki psikolojik derinliğin Miller'da nadiren görüldüğü ortaya çıkar. "Bedel"den sonra da sözü edilmeye değer bir ürün verdiği söylenemez. Zaman zaman öne sürüldüğü gibi bir tragedya yazarı ise hiç değildir. Ne var ki Miller'ın, drama tekniğini iyi bilen bir yazar olduğu, özellikle toplumsal sorunlara duyarlı biçimde yaklaştığı, çağın en önemli izleklerine oyunlarında yer verdiği, tiyatroya ciddi işlevler yük lediği, "Satıcının Ölümü" gibi usta ürünü oyunlara imza attığı da unutulmamalıdır
ELEŞTİRI SEMİNERİNDEN NOTLAR
CİDDİ TİYATRO GAZETECİLİĞİNİN TOPLUMUMUZDAKİ YERİ Tiyatronun insanların yaşama biçiminin önemli bir parçası olduğu kültürlerde, tiyatroseverlerin önemli bir bölümü, aynı zamanda tiyatro gazeteciliğini besleyen okur kitlesini oluşturur. Gelişmiş ülkelerin belli başlı gazetelerinde tiyatro haber ve eleştiri sine ayrılan yerin hacmi, tiyatro olgusu nun, okurun ilgisini çektiğinin gösterge sidir. A.B.D.'nin küçük eyaletlerinden birinin merkez kentinde çıkan bir gazetede bile 5-6 daktilo sayfalık bir oyun tanıtma ya da eleştiri yazısı yer alabilmektedir.
cy
a
Ayşegül Yüksel
pe
Okurun varlığının ve beklentilerinin bilindiği bir ortamda tiyatro gazeteciliği de tiyatro olaylarının haberini ve yoru munu yapma, başarılı bir tiyatro yapımını birinci sayfaya çıkarma ya da başarısız bir yapımı "öldürme" işlevini alışılagelmiş bir uygulama düzeni içinde yerine getirebilir. Gazetelerin bu işlevi yerine getirebilecek düzeyde yetişmiş bir eleman kadrosu ve yazı başına doğru dürüst telif hakkı ödediği eleştir menleri vardır. Türkiye'de ise basının sanat olayları ve tiyatro karşısında duyarlı olduğu söylen emez. Sanat olayları çoğunlukla önemli köşe yazarlarının dikkatini çekmez. Sanat sayfası olsa olsa gazetenin süsüdür. Tiyatro haberlerine ve eleştiri sine ayrılan yer çoğunlukla kısıtlıdır. Emre Kongar'ın deyişiyle "...toplumsal gerçek açısından Türkiye'de sanat, kamuoyunu oluşturmada işlev sahibi değildir" (1988:13) Enis Batur ise aynı
26
konuya değinirken şöyle der: "Gazetelerin kültüre daha fazla ağırlık vermesini bizler elbette ki isteriz. Ama kimiz biz, kaç kişiyiz?" (1988:5) Tiyatro gazeteciliğimizdeki sorun işte bu gerçekten kaynaklanıyor. Okurun kim olduğunu ve hangi sayılara ulaştığını bilmeyen birtakım insanların hiçbir karşılık beklemeksizin sürdürdüğü romantik bir uğraş... 1980'li yıllara dek, özellikle de 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda tiyatro gazeteciliğimizin işi daha kolaydı. Şu nedenlerle: Öncelikle tiyatroların ve tiy atroya gidenlerin sayısı sınırlı ama tutarlıydı. Ve bu insanların hepsinin evine en az bir günlük gazete girerdi. İkinci olarak, günlük gazetelerin sayısı sınırlıydı ve bu gazeteler çoğunlukla 6 sayfadan ibaretti. Sonuç olarak da okur yazar oranının bugünle kıyaslanmaya cak derecede düşük olduğu o yıllarda, bir gazetenin baştan sona okunma olasılığı çok daha fazlaydı. Tiyatroya meraklı olmayan bir okur bile tiyatro haberlerine en azından göz atardı. Tiyatro muhabirleri ve eleştirmenler de varlığını bildikleri bir okur kitlesi karşısında görevlerini hevesle yerine getirmeye çalışırlardı. Yeterince uzman laşmış tiyatro muhabiri ve eleştirmen yoktu o yıllarda. Ama gazete eleman larının genel kültür düzeyi ve sanat duyarlığı bugüne oranla çok daha yük sekti. Ahmet Oktay, bir yazısında, "19401ı yıllarda basında görülen kültür/sanat ağırlıklı tartışmalara bugün raslanmamaktadır" (1988:14) derken
a cy pe
7. Performans Günleri'nde Hüseyin Katırcıoğlu'nun "Sofra Sanatı" gösterisinden. üzücü bir gerçeğe parmak basmaktadır. Kanımca ne olduysa 1980'den sonra oldu. Askeri darbeyle sus pus edilmiş topluma kısa süre içinde sunulan liberal ekonomi modeli, toplum yaşamını iki temel eylemle sınırlıyordu: "Çeneni tut ve para kazanmaya bak!" Demokrasiyi geliştirmek vaadiyle sunulan ama toplumu ekonomik, bir anlamda da siyasal açıdan tutsak etmekten öteye gidemeyen bu model sanat ve kültür karşısındaki duyarlığın bir gerileme sürecine girmesine neden olmuştur. Toplumun temel kaygısı enflasyonla başetmektir artık. Bu koşullarda en kolay vazgeçilen lükslerin başında tiya tro gelmiştir. Bu içe kapanık dönemde televizyon bağlamında yapılan atılım.
günlük gazete sayısındaki artış ve çok sayfalı, çok ekli gazete anlayışına geçiş, kitle iletişim araçlarının insanlarımızın yaşamında önemli bir yere sahip olmasına neden olur. Kitle iletişim araçlarıyla olan ilişki, Haluk Şahinin deyişiyle, "...birçok yerde olduğu gibi Türkiye'de de çalışma ve uykudan son raki üçüncü temel etkinlik haline" (1988:18) gelmiştir. 1990'larda ise tele vizyon kanallarında, radyo istasyonlarında ve günlük gazetelerde gerçekleşen "patlama", "popüler kültür"ü temel kültür olgusunun yerine geçirmiştir. Büyük kentlerimizin varoşlarından yoksun ve yoksul bir yaşama yazgılanmış insanlara sunulan kültür işte bu popüler kültürdür. Bir kültürü oluşturan en önemli olgu olan "dil"i bile sorumsuz bir başıboşluk
içinde yozlaştıran, diğer temel kültür olguları arasında "tiyatro"yu da gün dem dışı bırakan "popüler kültür"... Bu kültürün egemen olduğu bir toplumda tiyatronun "yükselen değer" olamaya cağı besbellidir. Bu nedenle, İstanbul ve Ankara'da çıkan birkaç gazete dışında tiyatro sanatı günlük basında yer almamak tadır. Tiyatro popüler kültür içinde eritil erek televizyonda ünlenmiş aktörlerin "şov"larına ya da tiyatro yapmaya yelte nen pop şarkıcılarının girişimlerine indirgenmiş ve bu kapsam içinde algılanan tiyatro gazeteciliği her telden çalan birtakım köşe yazarlarının ve sanat duyarlığı oluşmamış yeni yetme muhabirlerin baştan savmacı ellerine bırakılarak, çok renkli-çok sayfalı 27
"Satış"ın en önemli amaç olarak belir lendiği basın ve televizyon dünyasında ciddi tiyatro gazeteciliğinin yeri yoktur kuşkusuz. Çünkü toplumda bu yönde bir beklenti de yoktur. Ciddi tiyatro yazarı ve ciddi tiyatro okuru, Celal Üster'den ödünç aldığım deyişle (1988:22), herkesin blucin giydiği toplumda smokinler içinde dolaşan garip bir azınlığa dönüşmüştür. Türkiye'de ciddi tiyatro gazeteciliği geleneğini birkaç idealist sanat sayfası yöneticisi ve işte bu "smokinli" eleştir menler sürdürmektedir. Okurlarının sayısı ne olursa olsun...
cy
Söz konusu gazete eleştirmenleri dört yönde görev yapmak durumundadır. Bu görevlerin başında, ülke düzeyindeki ti-yatroseverler için, tiyatro döneminin en önemli olaylarının ve oyun yapımlarının haberini, yorumunu ve değerlendirmesini yapmak gelir. Yerel tiyatro gazeteciliğinin pek gelişmediği ülkemiz-de, büyük kentlerde oturan eleştirmenlerin zaman zaman tiyatro olaylarını izlemek için küçük kentlere gitmesi ya da büyük kentlere gelen turne oyunlarını izlemesi ve değerlendirmesi bir zorunluk olmuştur. Bu tür bir tiyatro gazeteciliğinin asal amacı, popüler kültürün yok saydığı tiy atroyu "belgelemek", ikinci amacı da ülkenin çeşitli yörelerinde yaşayan potansiyel tiyatroseverleri harekete geçirmektir.
Böylece, seyirciyi düzeyli tiyatro olay larına yönlendirme yolunda, kimi zaman eleştirici titizliğinden vazgeçilebilmektedir. Geçmiş yıllarda, yarı-amatör deneysel tiyatroyu yürek lendirme çabaları sonucunda, kimi yarı amatör topluluklar Türkiye'de tiyatro adına tek itici güç olduklarını öne sürm eye başlamışlardı. Kurumlaşmış tiyatro ları tecimsel oyunlar yerine büyük tiya tro yapıtları sergilemeye yönelten tiya tro eleştirmenleri kimi başyapıtların başarısız yapımlarını izlediklerinde zor durumda kalmış, oyunu kıyasıya eleştirme isteği ile yapımı seyircinin izlemesini sağlama isteği arasında bocaladıkları olmuştur. "Kötü" ile "daha kötü" arasında seçim yapmak, oyunları seyirciyi tiyatrodan koparmadan eleştirmeyi amaçlayan yazarların yazgısıdır Türkiye'de. Bir başka sorun da, dünya düzeyindeki tiyatro olaylarını ve Türkiye'dekileri değerlendirirken uygulanan çifte ölçüttür. Bu konuda şöyle diyor Doğan Hızlan: "Bizim gibi toplumlarda 'bize göre' ile 'dünya standardları' arasında çok uykusuz saatler geçer.(...) Çifte ölçüt bizim yaşamımızın trajedisi. Sanatımızın haydi haydi..." (1988:11)
a
gazelerin Pazar eklerinde "eğlencelik" bir görünüme bürünmüştür.
pe
Ciddi tiyatro eleştirmeninin üçüncü görevi, yazılarını popüler kültürün ege menliği altındaki toplumunun tiyatro bağlamındaki bilgisini ve duyarlığını oluşturacak/geliştirecek bir yaklaşım içinde biçimlendirmektir. Yine Doğan Hızlan'dan bir alıntı; "Kimi yazarlar, eleştirmenler (...) okurlarından çok, o yazıyı okuyacak meslektaşlarını düşünürler.(...) Konuyu bilenler için değil, bilmeyenleri kaale alarak öğretici dayanaklarla beslemeli. Öğreticilik sanat yazısının önde gelen niteliği." (1988:11)
ikinci olarak, işini ciddiye alan eleştir menlerin ve sanat sayfası yönetici lerinin, medyanın ilgilenmediği, ama şu ya da bu nedenle tiyatro döneminin en önemli olayları arasına giren yapımları, sanki birbirleriyle anlaşmışcasına, gün demde tutma görevini üstlendikleri görülmektedir. Sanat sayfalarını atlayıp spor sayfasına geçmeyi alışkanlık edin miş okurların bile dikkatini çekmeyi başaran bu olumlu yaklaşımın sakıncası, pek çok yönüyle başarılı bir tiyatro yapımına seyirci çekme çabası içinde, yapımdaki kimi zayıf yanların görmez den gelinmesidir. 28
Ciddi tiyatro gazeteciliğinin ülkemizde taşığı dördüncü görev de okurun bir ti yatro yazısının gerektirdiği teknik dile yakınlaşmasını sağlamak olmuştur. Tiyatroya ilişkin teknik terimlerle donatılmış bir yazıyı, tiyatro insanları dışında kimse okumayacağı için, bir yapımı değerlendirirken gerekli olan ter minoloji, yabancı bir dil öğretircesine,
metinlere azar azar yedirilmiş ve seyirci tarafından anlaşılıp kullanılabilecek aşamaya gelinceye dek yinelenmiştir. Bugün yazılarımızda yine de sınırlı düzeyde teknik terim kullanmak duru mundayız. Ama duygusal izlenimler ileten sıfatları, sahne tasarımlarının ya da oyunculuk tarzlarının izlenimci betimlemelerinden temizledik yazılarımızı. Sayıları ne denli az olursa olsun, okurlarımız artık "tiyatro üstüne yazmak"la "tiyatro arasında gevezelik etmek" arasındaki ayrımın bilincine vardılar. Tiyatro eleştirisine ilişkin dilin okura bir oranda benimsetilmesiyle, eleştirmenler tiyatro üstüne daha çok bilgi iletme, önemli tiyatro olaylarını daha sağlıklı bir dil kullanımıyla bel geleme ve tiyatro insanları tarafından daha ciddiye alınma olanağına kavuştular. Yine de bölünmüş bir dünyaya sesleniy or yazılarımız. Popüler kültürün tutsak aldığı okurlara ulaşma şansımız yok denecek kadar az. Bu özlenen aşama, yetişmiş tiyatro gazetecilerinin sayısının arttığı ve sanat konularında uzmanlığın muhabirlik ve eleştirmenlik için vazgeçilmez olduğu noktada gerçekleşecek. Bir gün mutlaka... Şimdilik, her çeşit okuru tiyatro sanatına yaklaştırabilirle, ulaştırabilme adına çeşitli yaklaşımlar ve yazma biçemleri deneyip duruyoruz. Henüz, "mucize yaratma"yı başarmış değiliz. Ama arkamızdan gelen hevesli yetenek li gençlere güveniyoruz.. 0
Alıntılar: Batur, Enis. "Kültür Sayfalarının En Önemli Zaafı Habercilik" Gösteri (Özel Ek) Mayıs 1988, Sayı 90, s. 5 Hızlan, Doğan. "Güncellik ve Sanat Yazarlığı" Gösteri (Özel Ek) Mayıs 1988, Sayı 90, s. 11 Kongar, Emre. "Muzır Kurulu Kâğıttan Kaplana Karşı" Gösteri (Özel Ek) Mayıs 1988, Sayı 90, s. 13 Oktay, Ahmet. "Gazeteler Kitlelerin Bilgi Düzeyini Arttırabilmeli" Gösteri (Özel Ek) Mayıs 1988, Sayı 90, s. 14 Şahin, Haluk. "İyi Bir Sanat Eseri Duygulanım Eğitimi de Verir" Gösteri (Özel Ek) Mayıs 1988, Sayı 90, s. 18 Üster, Celal. "Smokin Değil, Blucin Gözüyle Bakılan Sanat Sayfası" Gösteri (Özel Ek) Mayıs 1988, Sayı 90, s. 22
ELEŞTİRİ SEMİNERİNDEN NOTLAR
OTORİTER DÜŞÜNCEYE KARŞI ELEŞTİREL DÜŞÜNCE VE TİYATRO ELEŞTİRİSİ İpşiroğlu
Bizim toplumumuzda eleştiri anlayışı var mı, varsa bu bizim konumuz olan sanat ve tiyatro eleştirisi bağlamında nasıl ortaya çıkıyor, gelişebilmesini engelleyen temel etkenler neler ve bun lar nasıl önlenebilir? Bu yazımda bu soruları yanıtlamaya çalışırken toplumsal bir bağlam içinde eleştirel düşünmenin tam karşıtını oluşturan otoriter düşünmeyi çıkış noktası olarak alıyorum. Ancak otoriter düşünmenin ne olduğunu kavrayabilirsek, eleştirel düşünmeyi de anlayabiliriz. Bu bağlamda tiyatro eleştirisi gibi küçük ve kısıtlı bir uzmanlık alanının da eleştirel düşüncenin yeşermesine katkıda buluna bileceği düşünülebilir.
pe cy
a
Zehra
Otoriter Düşünce Bildiğimiz gibi otoriter toplum sistem lerinde eleştiriye hiçbir yaşam hakkı tanınmıyor. Çünkü otoriter sistemde her şey açık seçik. Anlaşılmayan, kuşku uyandıran, sorunsal olan hiçbir şey yok. Her şey söz konusu otoriter sistemin planına göre belirlenmiş, program lanmış. Bu programa göre iyi ve kötü, doğru ile yanlış kesin doğrularla belirlen miş. Bu programın dışına çıkan, soru soran, kuşku duyan eleştirmen değil haindir, cezalandırılır ya da yok edilir. Vaclav Havel bu bağlamda tüm düşünceleri, buluşları, amaçları belirleyen tek yönlü bir düşünce biçimin den söz eder ve bu modelin "politika teknisyenleri" tarafından nasıl sistematik bir biçimde geliştirildiğini, kullandıkları dilin de nasıl durmadan kendini yineleyen hipotezlerden oluştuğunu anlatır (1). George Orwell "1984" adlı romanında totaliter yönetimde otoriter
sistemin nasıl "işlediğini, bu sistemin programına uymayan her şeyin nasıl yok edildiğini çok çarpıcı bir biçimde dile getirmişti. O kadar ki programa uymadığı için yaşanılmış olaylar, örneğin yakın geçmiş bile tarihsel bilgiler ve bel gelerin sistemli bir biçimde yok edilme siyle siliniyordu. Demokratikleşme sürecinin sancılarını tüm yoğunluğuyla yaşayan, kısa geçmişinde üç sıkıyönetim yaşamış olan ve her darbede birkaç adım gerileyen Türkiye'de otoriter düşüncenin etkileri toplumun tüm katmanlarında kendini göstermekte. Devlet otoriter, eğitim kurumları otoriter, özgür düşünme ve araştırma alanı olması gereken üniver site bile merkeziyetçi sistemle yönetildiğinden otoriter. Böylelikle otoriter düşünce, yaşamımızın doğal bir parçası haline gelmiş. Bunun sonucu olarak da ayırdına bile varmadan bizler de otoriter düşüncenin etkisi altına giri yor, onu içselleştiriyoruz. Otosansür, kendi kendimize koyduğumuz yasaklar ve sınırlandırmalar bizim toplulumuzda çok yaygın. Bugün Türkiye'nin politik durumu, Doğu'da yaşananlar, giderek hızlanan köktenci akım, otoriter etki lerin kolay kolay gözardı edilemeyecek denli yoğun olduğu bir sistemin sonuçları olarak değerlendirilebilir. Otoriter Düşünce Ve Sanat Sanat otoriteye karşıdır, çünkü özgündür (autonom). Bu açıdan da ide olojik güdümlemelerden, kısıtlamalar dan, programlardan, değişmeyen kesin doğrulardan nefret eder. Sanatın özünde özgür ve eleştirel düşünme 29
7. Performans Günleri'nde yeralan Canan Beykal'ın "Tören" gösterisi. tartışma ortamının yeterince gelişmemiş olması, sanırım bu çelişkinin özünü oluşturuyor.
cy a
yatar, kuşku ve başkaldırı yatar. Eleştirel düşünme kısırlıktan, atbakışından, saplantılardan arınmış çok anlamlı ve çok boyutlu bir düşüncedir. Bu nedenle otoriter düşünmenin egemen olduğu toplumlarda sanatçının durumu hiç de kolay değildir. Türkiye'de de sanata ve sanatçılara karşı tutuma sayısız örnek getirilebilir.
pe
İşin tuhaf ya da şaşırtıcı yanı toplumu muzda sanatçının, özellikle de gerçekler le sürekli hesaplaşma içinde olan, her tür otoriteye ve baskıya baş kaldıran yazın ve tiyatro sanatçısının gücünü eleştirel düşünmeden alması, ancak kendisinin eleştiriyi kolay kolay kaldıramaması. Otoriter düşünmeye karşı çıkan sanatçının bu kez, kendini büyük bir otorite olarak görmesi özellikle bizde oldukça yaygın bir tutum. Bu da sanatın gelişmesine balta vuran önemli bir çelişki. Birçok yetenek böylece kolaylıkla harcanabiliyor. Birden parlayan sonradan da ortadan kaybolan harika çocuklarımız, kendini toplumda kabul ettirdikten sonra hiçbir gelişme göster meyen, olduğu yerde sayan ya da niteliği niceliğe dönüştüren yazarlarımız yeteneklerine karşın kendi içine kapalı bir taşra sanatının sınırlarını bir türlü aşamayan sanatçılarımız vb. akla ilk gelen örnekler. Eleştirel düşünme ve
Bu çelişki nereden kaynaklanıyor? Çeşitli etkenler düşünülebilir: Sanatçının narsizmi ve kendini beğenmişliği, eleştirel düşünmenin gelişmemiş olduğu bir toplumda meydanı boş bulması, toplum daki otoriter etkilerden onun da yeter ince arınmamış olması, modernizmin, onsekizinci yüzyılda Batı'da sanatın özgünlüğü düşüncesiyle birlikte çıkan sanatçı dehadır düşüncesinin uzantılarının bizde de etkisinin sürmesi vb. Toplumumuzda sanatla uğraşanların genellikle okumuş, seçkin bir aydın kes imden gelmeleri, toplumun geniş tabakalarıyla iletişimde kendilerini ayrıcalıklı, aynı zamanda yönlendirici bir konumda görmeleri de gözardı edilmemesi gereken bir etken, her şekilde saydığım bu etkenlerin tümünün belirleyici olabileceğini düşünüyorum.
30
Otoriter Düşünce Ve Eleştiri Genelinde eleştirinin özelinde yazın ve tiyatro eleştirisinin yavaş yavaş yeşererek düşünsel bir tartışma ortamına yol açması bu bağlamda çok ama çok önem kazanıyor. Ancak böylesi bir gelişimin olabilmesi için aşılması gereken engel lerin ya da tehlikelerin bilincinde
olmalıyız. Önce önemli bir tehlikeden söz etmek istiyorum. Eleştiri bizde daha yeterince kurumlaşmamış olduğu için belki şu an uzak gibi görünen ama aslında çok yakın olan bir tehlike... O da, çoğunlukla aydın kesiminde, özellikle de sanatçılarda gözlemlediğimiz hem eleştirel hem de otoriter davranışın, en iyisini ben bilirim hastalığının, eleştirmenlere de bulaşması, böylece otoriter zincirin kesin tisiz sürmesi. Örneğin tiyatro eleştirmenin tiyatroya açık olmaya, anlamaya ve keşfetmeye çalışacağına, kendini her şeyi anlayan ve bilen bir otorite olarak görmeye başlamasının, ne tiyatroya ne de tiyatro eleştirisine yenilenme ve gelişme olanağını tanıyacaktır. Bir başka önemli tehlike de eleştirinin gelişmesi ve kurumlaşmasıyla birlikte eleştirmenin sanatı pazarlama ağının bir parçasına dönüşmesi, hareket alanı bu pazarla manın koşullarına, daha somut bir deyişle yazdığı gazetenin ya da derginin politikasına göre sınırlandırılması. Eleştir men otoriter etkilerden yeterince arınmamışsa, özeleştiriden yoksunsa, bu kez de yazdığı gazetenin politikasıyla özdeşleşerek kolaylıkla böyle bir çıkmaza düşebilir.
düşünsel bağlantıları ya da kopuklukları çıkartma, bir dedektifin iz sürmesi gibi aşama aşama sahne olayının özüne inme... Anlama, değerlendirme ve eleştirmenin özünü oluşturuyor. Çünkü anlama süreci içinde sahnelemeyi belirleyen çeşitli etkenler, sahnelemenin üzerinde ne denli düşünülmüş olduğunu, bunun ne denli yaratıcı buluşlarla ortaya çıktığını, ne denli kay tarmaca yapıldığını ya da düşünsel kopukluklar ya da çelişkiler varsa, bunun ne denli bilinçle yapıldığını, bilinçle yapılmışsa, neden böyle bir yönteme başvurulduğunu vb. kendiliğinden çıkar tacaktır.
a
Böylesi bir yaklaşım eleştirenle eleştirilen arasına belli bir uzaklık koyacaktır. Eleştirmen ne anlamaya çalıştığı olguyu didik didik ederek yok etmeye çalışacak, başka deyişle kendi üstünlüğünü kanıtla mak için gövde gösterisinde bulunacak, ne de onunla bütünüyle özdeşleşerek, onu benimseyecek, haklı çıkartmaya çalışacaktır. Bence eleştirmen ancak yeni gelişmelere ve atılımlara yol açabilecek böylesine yapıcı bir anlama sürecine girmişse, kendi beğenisini, sanat anlayışını, dünya görüşünü katarak, eleştirisine kişisel bir damga vurabilir.
pe cy
Otorite Zincirinin Kırılması Ve Eleştirel Düşünce Otorite zincirinin kırılması eleştirel düşünmenin gelişmesine bağlı. Eleştirel düşünce de önce anlama çabasıyla başlıyor. Çünkü anlama kendimizi anla mak istediğimiz olguya açmak, ona önyargısız yaklaşmak demek. Anlama, anlamak istediğimiz olguyu elde etme, güç kazanma gibi bir ard amaç taşımıyorsa, özgü gereği anlayan ile anlaşılmak istenen arasında eşitliğin olduğu, kimsenin üstünlük taslamadığı iletişimsel bir olgu. Bunu tiyatro eleştirisi bağlamında düşünecek olursak, bir tiyat ro oyununu izlediğimizde, kendi beğeni mizden, sanat anlayışımızdan, dünya görüşümüzden olabildiğince bağımsız olarak ne yapıldığını anlamaya çalışma. Sahnedeki göstergelerden yola çıkarak, bu göstergeleri betimleyerek, ardındaki düşünsel bağlantıları çıkartma. Sahne tasarımcısının, oyuncuların, müziğin, kısaca sahnelemeyi oluşturan tüm etken lerin nasıl bütünleştiklerini ya da bütünleşemediklerini, oyunun bütününe ne söylediklerini, söz konusu metinli bir oyunsa yönetmenin iletisinin ne olduğunu ve yazara nasıl bir yorum getirdiğini, yazar yönetmen ilişkisinin nasıl geliştiğini, nasıl bir dramaturgi çalışması yapıldığını vb. çözümleme. Göstergeleri çözümleme, ardında yatan
Oysa bizde genellikle tersi yapılıyor.
Eleştirmen daha ilk anda kendi programı ya da görüşü ile araya giriyor, böylece eleştirinin özünü oluşturan anlama sürecini atlayarak kısa yoldan bir değerlendirmeye gidiyor. Böylesi bir yaklaşım çoğu kez boş bir retoriğe yol açıyor, başka deyişle anlamanın olma masıyla düşünce öylesine sınırlanmış oluyor ki, iyice tıkanıyor, dil de yaşam gücünü yitirerek donmuş dil kalıplarına dönüşüyor. Böylece düşünce dile değil de, dil düşünceye egemen olmaya başlıyor. Eleştirin Eleştirisi kitabımda yayımlanmış tiyatro eleştirilerinden seçtiğim eleştiri yazma kalıplarıyla bir test (Lückentest) hazırlamış, bu kalıpları kullanarak oyunu izleme çabasına bile katılmadan nasıl tiyatro eleştirisi yazılabileceğini göstermeye çalışmış tım. (2) Anlama olgusunun tıkanıklıkları çöze bileceğini, düşünmeyi ve yaratıcılığı geliştirebileceğini, dili zenginleştirebileceğini, böylece de eleştirel bir düşünme ve tartışma ortamına yol aça bileceğini düşünüyorum. Bu açıdan da anlamaya dayanan eleştirinin otoriter düşünmeye karşı çıkabilen önemli bir iletişim aracı olduğu söylenebilir
(1) Vaclav Havel - Fesnverhör - Rowohlt 1987 (2) Zehra İpşiroğlu - Eleştirinin Eleştirisi, İst. 1992
7. Performans Günleri'nde Tarık Günersel'in "Osmanlı Ferdiyet Fırkası Kuruluyor" gösterisinden.
31
ELEŞTİRI SEMİNERİNDEN NOTLAR
TÜRKİYE'DE DENEYSEL TİYATRO, PERFORMANS VE ELEŞTİRİSİ Koyuncuoğlu
Eleştirmenler Semineri'nde eleştirmenle rimiz, Türk tiyatrosunun yaşadığı sıkıntılardan bahsettiler ve bu sorunların tiyatroya olumsuz yansıma biçimlerini anlattılar. Ben genelde bu sıkıntıların yol açtığı olumlu gelişimlerden söz etmek ve bu değişimleri nasıl destekle memiz gerektiğini vurgulamak istiyo rum.
pe cy
a
Emre
Kurumsallaşmış tiyatrolarda sanatçıların memurlaşmış olmaları, ve geride kalan zamanlarını da daha çok televizyon, seslendirme piyasasında geçirmeleri nedeniyle, sanatsal değer taşıyan oyun lar bu tiyatrolarda üretilmez olmuştur. 1960'lardan günümüze dek geçen sürede Türk tiyatrosunun önemli bir potansiyelini ve oluşumunu sağlamış profesyonel özel tiyatrolar ise, genelde 60'lı dönemlerin star oyuncularının isim lerini kullanarak ayakta kalmayı, diğer çözümlere tercih etmiş ve Türkiye'nin ekonomik, politik ve kültürel koşulları nedeniyle ticari tiyatro yapmaya yönel mişlerdir. Sanatsal eser üreten ya da belli bir protestoyu dile getiren tiyatroyu özleyen eleştirmenler de ilgilerini daha naif yaklaşımlarla alternatif çalışmalar üretmeye çabalayan genç tiyatro gru plarına yönlendirmişlerdir. En fazla 10 yıllık geçmişi olan bir "Öteki" tiyatrodan bahsedilebilinir. Bu, 5-6 kişinin bir araya gelip kurdukları tiyatro gruplarının çoğu iki üç yıl kendilerinden söz ettirebil miş veya her iki yılda bir, başka isimler
32
altında farklı kombinasyonlarla ve ekleme isimlerle parlayıp kaybolmuşlardır. 95 Mart tarihli Tiyatro Dergisi'nde yapılan "Tiyatromuzda Yeni Oluşumlar ve Akla Gelen Sorular" başlıklı dosya çalışmasında, 15 ayrı alter natif tiyatro grubuna, neden tiyatro yaptıkları sorulmuş ve sanat anlayışlarını içeren kısa açıklamalar istenmiş. Gruplar şunlar: TAL, (ki yeni bir oluşum sayılmasa da alternatif olduğu yadsınamaz) Bilsak Tiyatro Atölyesi, Kumpanya Sahnesi, Studio Oyuncuları, Tiyatro Grup, Tiyatrofil, Oyuncular Tiyatro Grubu, Yeşil Üzümler, İGOT (İçimizden Gelen Oyunlar Tiyatrosu), Tiyatro Ti, Güzellikler Evi Oyuncuları, Çisenti Sanat Topluluğu, Theatrama, Çağdaş Repertuar Tiyatrosu, Grup Kafka. Giriş yazısından alıntı yapıyorum: "...TAL, Bilsak Kumpanya, Studio Oyuncuları yıllar öncesinden başlayarak bir arayış çabasına giren ilk toplulukları oluştururken, kısa bir süre önce onlara yenileri eklendi. Bu yıl ise adeta bir patla ma yaşanıyor. Bir yandan akla gelebile cek tüm olanaksızlıklara karşın yeni perdeler açılmakta; apartman katlarında, barlarda, gece kulüplerinde, pavyonlarda, diskoteklerde..." Bu nokta da özellikle belirtmek istediğim bir detay var. Türkiye'ye ait çok büyük bir özelliğe değinmek istiyorum. Bu ülkede her şey çok çabuk değişir. Bu saptamanın tarihi 1995 olmasına ve şu anda da 1997'nin ilk aylarında olmamıza rağmen, bu duru-
pe cy
a
1, Performans Günleri'ndeki Hüseyin Alptekin ve Emre Koyuncuoğlu'nun "Herşey Elinde - Yazılı" Gösterisi
başlamasına neden olmalıydılar. Ancak genelde bu deneysel grupların sunduk ları özellikleri değil de, klasik anlamda sanatsal kaliteleri üzerinde duruldu ve gerçekten de çoğu bu anlamda kötüy düler.
6) Aralarından bazıları ayakta kalmayı becerdi, kendi dillerini oluşturmaya yöneldiler. 7) Toplum tartından kabul gördükçe deneysellikleri azaldı ve bazıları bir anlamda "alternatif" olma özelliklerini kaybetti.
Eleştirmenler desteğin deneysele karşı hoşgörü göstererek sağlanacağını düşündüler. Bence asıl destek yapılan işleri analiz ederek ortaya çıkan özellik leri belirlemekti. Burada genel bir yargıyla ilgili rahatsızlığımı da söylemek istiyorum: Oyunun kötü olması, yalnızca koşullarla bağlı düşünülemez. "Kötü" bence, sanatsal değerinin olmamasıdır. Oyunun içerdiği düşünce ve sanatsal zenginlik, özgünlük, yaratıcılık "koşullara" bu kadar bağlı değildir. Tabii ki kullanmak istediği ışığının tekniğine parası olmayan bir ekip, ışıkla yaratacağı bir efekti yaratamaz, ancak yerine "başka" bir anlatım aracı bulabilir. Burada hem eleştirmenin genel çizgiler içinde değerlendirmekten vazgeçmesi hem de özgün düşünceye öncelik tanıması gerekmektedir. Yoksa, yaratıcılığın yolu kapanır.
8) Alternatif tiyatroda bir ara patlama yaşanırken, günümüzde bundan bahset mek mümkün değildir, ancak geride kalanların yaptığı işler daha kaliteli.
cy a
mun çoktan yeniliğini kaybetmiş hatta değişmiş, farklılaşmış olduğunu da belirt mem lâzım. Kurumsal tiyatrolara karşı tepki öncelikle kendisini mekânsal olarak göstermiştir. Oyuncular, "sahnelerini" terk etmişlerdir, artık farklı mekân araştırmaları ve bununla birlikte tiyatral alanla ilgili farklılığın tiyatroda yarattığı alternatiftik, tek başına bir alternatif üretme durumu olmaktan uzaktır, bir kez daha tekrarlayacağım. Oyuncular, sahnelerini terk etmişlerdir. Bu kez, sahne değil de, "terk"e vurguyla okur sak, cümle bir başka gerçeğe ışık tutar. Alternatif olarak kendini tanımlayan bu tiyatrolardaki oyuncuların bazıları kurum sal tiyatrolarda çalışan, bazıları devlet konservatuarlarında eğitim görmüş ya da yarısında terk etmiş ya da amatör ti yatrolardan yetişmiş, bazıları ise dans kökenli, bazıları ise klasik anlamda "oyunculuk" eğitimi almamış oyuncu lardır. Yani, klasik bir tiyatro eğitimi ve sonrasında takip edilmesi uygun görülen çizgiyi "terk" etmişlerdir. Bu nedenle grupları baştan belirleyecek ortak teatral bir dilden, oyunculuk anlayışından ya da klasik tanımlara oturan herhangi bir açıklayıcı bilgiden bahsedilemez. Bu nedenle yine klasik anlamda ya da gelenekleşmiş beğenilerle bu teatral oluşumları değerlendirmek hatalı ola caktır. Ancak, bu tür gruplara günümüze değin yapılan hep iki uçta yer alan eleştiri tarzı oldu. Biri, belli teatral kalıplara daha yakın olanlar (bunlar arasında oyunculuk, reji, lineer yapı, sayılabilir) oldukça büyük destek gördüler, uzak düşenler ise, yerilmemek için dikkate alınmadılar. Ancak şunu da eklemek zorundayım. Bu genç tiyatro grupları arasında adını sayan yalnızca "toplama oyuncular"dan oluştuğu için, ya da yalnızca belli bir mekâna kira pa raları yettiği için kendilerini alternatif sayan oldukça çok ve aynı zamanda her anlamda vasat gruplar da ortaya çıktı. Bence, bu noktada eleştirmenler sahne lenen oyunlara bilinen sanatsal değer yargılarıyla değil de, daha çok gruplardaki orijinallikleri ve ürettikleri alternatif özelliklerini ön plana çıkaran yazılar yaz malı ve var olan tiyatroda oldukça eksik liğini duyduğumuz özgünlüğün harekete geçerilmesiyle ilgili bir dürtünün
pe
Deneyselliğin bir başka özelliğine de değinmek istiyorum. Deneysel çalışmaların izleyicisi, bence farklıdır. Bu tür çalışan gruplar daha çok ülkenin ti yatrosuna devinim, farklılık, renk getirme işlevi görür. Bir anlamda biraz da kısıtlı bakarsak, deneysel çalışmalar tiyatrocu, sanatçı, düşünür ve entelek tüeller içindir. Ve buradan süzülerek üretilen oyunlar gerçek seyircisine kavuşur. Bu tarz çalışmalar yapan gruplardaki bu özelliği de eleştirmenlerin dikkate alması gerekir.
34
Alternatif üretmek amacıyla yola çıkan gruplara günümüzden baktığımızda, onlar için şu notları düşebiliriz: 1) Ortak bir dille tanımlanamazlar, hepsi sanatsal dil üretimini denediler. 2) Hareket, beden dili ve dans, tiyatro nun içine daha fazla girdi. 3) Kendi yazdıkları metinleri de oynadılar. 4) Genelde sembolik anlatımlar tercih ettiler. 5) Kavramsal çalışmalara yöneldiler.
9) Kadın yönetmen ve koreograf ve ti yatro sahibi patlaması da, alternatif tiya tro oluşumu içinde yaşandı. Kurumsal ve özel tiyatrolardan çok daha fazla alter natif tiyatroda kadın yönetmen var. Şimdi bu noktada bir yandan da kendime "alternatif" ama "neye göre"yi sormak istiyorum. Yapılan işlerdeki "özgünlük" neye göre bir özgünlük? Seneler önce Avrupa'da ya da Amerika'da yapılmış bazı deneysel çalışmalara çok yakın eserler gördüğünüzde bu, Türkiye'de ilk defa yapılıyor diye ona orjinal denemez her halde. Ancak aynı yoldan kendi eserini oluşturmuşsa tabii ki başka bir durum söz konusu. Bence bu durum da eleştir menlerin dikkate alması gereken bir konu. Türkiye'de son beş yıldır da Performans sanatından ve sanatçılarından ve interdisipliner olgudan bahsedilmeye başlandı. Burada da konuşmamın başında belirttiğim olumsuz koşulların yine olumlu bir durum yaratmasından bahsedeceğim. Plastik sanatlar ya da görsel sanatlarda eğitim, konservatuvarlarda gerçekleşmektedir. Konservatuvarı bitirmek isteyen bir ressam ya da heykeltraş, "bilindik" kalıplarda işler yapmak zorundadır. Bilindik kalıplar dışında ko numlandıracağı işler kendine ait olmaya başlayınca, aynı düşünceyi paylaşan birçok diğer dallardan sanatçılarla birlik te "okullardaki kalıplar altında değerlendirilemeyen" disiplinlerarası çalışmalar başlamıştır. Bu anlamda da kavramsal gösteri sanatlarının oluşmasına yaramıştır. Bazıları sosyal demokratlarla koalisyon döneminde kültür bakanı Fikri Sağlar'ın desteklediği iki projedir. Biri, Eylül 1994'de Yıldız
kukla alanında kendi dilini geliştirmekte olan, görsellik ağırlıklı özgün çalışmalar yapan toplulukları bir araya getiren bir festival gerçekleştiriliyor." Festival düşüncesinin sahibi ve genel sanat yönetmeni Hüseyin Katırcıoğlu'na soru yorum: "Neden bir gösteri sanatları festi valine gereksinim duydunuz?" Cevabı konumuzla çok bağlantılı. "Kendini arayan ve bir sürü çalışmalar yapan topluluklar çıktı, ama henüz bu hareket le toplu bir güç oluşturamadı, örgütlen mek ve kurumsallaşma herhalde bu tür çalışma yapanların özüne aykırı olduğundandır. Yani bu tür bir yol kapalı gözüküyor. O yüzden gücümüz, yaptıklarımız ve çalışma şeklimiz olduğundan bu unsurları bir araya geti rerek bir güç oluşturacağımıza inandım." Ve böylelikle Türkiye'nin ilk deneysel gösteriler yapan sanatçılarının üretimini destekleyen festivali gerçekleşti. Doğada/açık alanda farklı mekânlarda bildiği izleyiciden farklı bir izleyiciyle karşı karşıya bir üretim sürecini birlikte paylaşarak "oradaki"şartlar altında eser üretimini destekleyen uluslararası bir fes tival. Daha ilk yılından itibaren de Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ne katılabilecek işlerin sergilendiği bir festi val oldu. Yine bu festivalle ilgili çıkan yazı ve eleştirilerdeki yaklaşım, yapılan işi kapsamıyordu. Çoğu işin kavramsal bir yapıda olması nedeniyle, eleştiride de kavramsal bir bakış açısı gerekmekteydi.
pe
cy a
Sarayı'nda gerçekleşen "Ah Güzel İstanbul" 1. Disiplinlerarası Sanat Etkinliği, bir diğeri ise Aralık 1994'de Beyazıt Kütüphanesi'nde gerçekleşen "Serbest Oluşum"dur. Daha sonraki dönemlerde Bakanlık mekânsal desteğini çektiği için bu etkinliklerin bildiğim kadarıyla ikincisi yapılamamış, yapıldıysa da içeriği tüm den değiştirilmiştir, herhalde ki bilgimiz dışında olmuştur. Bu dönemlerde derneklerin desteğiyle disiplinlerarası deneysel çalışmalar ve performanslar gerçekleşmiştir. Bunlardan en önemlisi 1995 ve 1996'da belli bir konsept altında (geçen yıl "Sınırlar ve Ötesi", bu yıl "Yersiz-Yurtsuzlaşma) genç sanatçıları bir araya toplayan Plastik Sanatlar Derneği'nin "Genç Etkinlik"i olmuştur. Geçen yıl bu etkinliğe sahne sanatlarından 33 sanatçı 22 gösteriyle katılmıştır. 1996 yılının son aylarında ise iki yıl önce yine sahne sanatlarından birkaç genç sanatçının kurduğu Disiplinlerarası Genç Sanatçılar Derneği ilk kez AKM Sergi Salonu'nda "Performans Günleri"ni gerçekleştirmiş ve beş gün boyunca yapılan 32 gösteriye ilgi hiç eksilmemiştir. Performansları gerçekleştiren sanatçıların kim olduğuna bakacak olursanız, genelde alternatif ti yatro grupları içinde adı geçen sanaçlar olduklarını göreceksiniz. Bu tarz çalışmalar söz konusu olduğunda ise eleştiriden bahsetmek bile mümkün değil. Ne yazık ki, Türkiye'de gösteri sanatları adına yazı yazabilecek eleştir men (birkaç tiyatro eleştirmeninin birkaç yazısı dışında) yok. Bu anlamda eleştiri, sanatçının gerisinde kalmıştır. Yapılan işleri doğru değerlendirme söz konusu olmamaktadır. Yine, alternatif tiyatro ların patlamasında yaşandığı gibi, alışılmış çizgilere daha yakın çalışmalar, "özgünlüğü, yaratıcı düşünce ve içerdiği deneyszellik" dikkate alınmadan, kişisel bağlantılar kurularak bazı dergi ve gazetelerde belli sanatçılar üzerine yazılar çıkmaktadır. Bu, yeni yeşeren sanatın geleceği açısından çok hüzünlü bir durum tabii. 7 Ekim 1995'te Cumhuriyet Gazetesi'ne yaptığım bir röportajıma şöyle başlıyor dum. "Çanakkale'nin Behramkale köyünde dans, tiyatro, tasarım, müzik ve
Türkiye'de kavramsal yapının belki de gösteri sanatları ya da performans eleştirisinden önce kullanılması gereken alan, modern dans eleştirisiydi. Ancak Türkiye'de tek tük birkaç yazı dışında, modern dans eleştirisi de yoktur. (Şöyle bir özel detay vermek istiyorum: Türkiye'de ilk resmi bale okulu 1948'de kuruldu ve modern dansın akademik eğitimine 4 yıl önce başlandı. Günümüzde ancak ikinci nesil koreog raflardan söz edilebilinir). Eleştiriye dönecek olursak, belli bir teması, başı, ortası ve sonu olamayan bir gösteriyi, çok öznel "fanteziler" kurmadan izleyici sine aktarmak ve eleştirmek üzerine sorunlar ve entelektüel sıkıntıları örneğin Amerika'da Martha Graham'ın "Dark Meadow" gösterisini izleyen New
York Times eleştirmeni John Martin akşam daktilosunun başında 1946'da yaşıyordu. Sıkıntısı aslında kısaca şuydu: Gördüğü yapıtı şimdiye kadar var olan değerlerle bakıp eleştiremeyeceği apaçık ortadaydı. Yapıta nasıl bakmalıydı? Nasıl bakarsa yapıta yaklaşabilirdi? Bence günümüzde, ülkemizde yapılan deneysel tüm sahne ve gösteri sanatları çalışmalarına biraz bu gözlüklerle bakılmalı. Şunu da belirtmek isterim ki, ülkemizde eleştiri açısından büyük boşluklar vardır ve bunların özellikle genç eleştirmenler tarafından acilen doldurulması gerekmektedir. Ve yine görüşüme göre, çok renkli genç eleştir menler, dergi ve gazetelerde yerleri olan tanınmış eleştirmenler tarafından köstek lenmek bir yana tam tersine desteklen mektedir. Özellikle burada Dikmen Gürün Uçarer'in çabalarını anmak iste rim. Hem Tiyatro Dergisi'nde, hem de kapsamlı tiyatro eleştirisinin çıktığı gazete olan Cumhuriyet Gazetesi'nde hep genç eleştirmenlerin yanında olmuştur. Aynı zamanda Tiyatro Eleştir menleri Birliği, genç eleştirmenleri yurtdışına uluslararası atölye çalışmalarına, panellere her fırsatta öncelikli olarak yollanmaktadır. Zehra İpşiroğlu'nun kurduğu İstanbul Üniver sitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturgi Bölümü master ve doktora öğrencileri de aldıkları eğitim ya da ilgi alanları dikkate alınırsa güçlü bir kadro nun habercisi olmaktadırlar. Dikkat çek mek istediğim bir nokta da, bu teori okuyan öğrencilerin çoğunun sanatçı olmalarıdır. Teori ve uygulamayı birlikte götüren bu gençler (buraya kendimi de katarak söylüyorum) ülkemiz için yeni bir açılımın da habercileridirler: Sanatçı-teorisyenler. Son olarak genç eleştirmenlere yönelik birkaç şey söylemek istiyorum. Tiyatro sanatı açısından bakıldığında sanatsal hareketliliğin yeniden kazanılması neredeyse bizim elimizdedir. Yazı boyunca anlattığım bu sanatsal kıpırtılara yol açmak, yön vermek, tarihi ni yazmak bizlerin elinde. Ülkemizin sanat politikasının durumu çok açıktır
35
SÖYLEŞİ AST'ın Efes Pilsen'in sponsorluğu ile ger çekleştirdiği, "İnadına Yaşamak" adlı oyununda yaşamın zorlayıcılığına karşı inatlaşan insanların portrelerini çizen Altan Erkekli başarılı performansıyla,1997 Altan Erbulak ödülüne layık görüldü. "Doktorların eline düşmeyelim ama doktorsuz da kalmayalım" mantığı ile düşünen insanlara kendi yaklaşımlarının gösterildiği oyun düşün-meyi ve başkaldırmayı öğütlüyor. Bu öğüt Altan Erkekli'nin oyunculuğu ve Mustafa Balay'ın metniyle sıcak ve mizahi bir boyut kazanıyor.
Şirketi" oldu, ben de şirketin genel müdürü oldum. 1989 yılından bu yana yine tüm oyunlarda, turnelerde yoğun koşuşturmalarla bugüne
sürdürmüş ve diyalektik bir değişim içersinde insanın değişimine yönelik bir bildirgeyi sahneden sunmak istemiştir. Ve bu bildirgeye de
Oyununuzda Brecht'in sosyalist gerçeklik ve toplum adlı kitabına bu kadar sıkı sıkıya sarılmanızın sebebi de bu muydu?
Savcılıoğlu
Akademik geçmişinizden ve AST ile olan birlikteliğinizden bahseder misiniz? Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü' nde okuduğum yıllarda Ankara Sanat Tiyatrosu' na girdim "Ana" adlı oyunda, Pavel rolüyle profosyonel tiyatro yaşamım başladı. Ankara Sanat Tiyatrosu'nda 1975-85 yılları arasında tüm oyunlarda görev aldım. 85-89 yıllarında Devlet Tiyatrosu nda bulundum. Çocuk ve gençlik tiyatrosu bölümü açılmıştı, orada üç buçuk yıl çalıştım. Memur tiyatroculuğu benimsemek çok zor oldu benim için. 1989 yılında tekrar Ankara Sanat Tiyatrosu'na döndüm. Bu sırada Ankara Sanat Tiyatrosu'nun iç yapılanması değişti, "Gösteri Organizasyonu Anonim
36
imza attırırsa, seyirciyle bir anlaşma yapmış ve paylaşımını sürdürmüş olacaktır, "İnadına Yaşamak" adlı oyun da cezaevlerinde ölüm oruçlarının sonucunda ölen insanlarımızın ve "Ne yapacaktık asmayalım da besleyelim mi?"mantığı ile yola çıkan iki karşıt düşüncenin çatışması. Bir şekilden insanlarımıza yaşamın çok önemli olduğunu, moralle pek çok şeye mantıklı ve bilinçli yaklaşabileceklerini göstermek için oyunun adını "İnadına Yaşamak" koyduk. Bir kısım, Türkiye'yi Ortaçağ karanlığına götürmek isterken aydınlık için mücadele eden insanların sayısının bunların yanında azınlık olduğunu görebiliriz . Başkaldıran ve aydınlık için savaşan sanat ve sanatçılar dır. Var olan düzene aykırı olan insandır sanatçı. Ankara Sanat Tiyatrosu, gündemi bilen ve yansıtan ve seyircisinin önünde ama seyircisinin yolunu seyircisiyle
pe cy
kadar geldim.
a
İnadına Yaşayarak Gerçekle Hesaplaşmak Nevra
birlikte açan tiyatro anlayışıyla bir repertuar hazırlamaya dikkat ediyor. Seyirci hesap sorulacak şeyleri görmeli ve uyarılmalı ve tiyatronun misyonu unutulmamalı.
İki yıl öncesine kadar eğitimcilik aklımdan geçmiyordu fakat ben, 1975 yılında bölüme girdiğimde şu anki bölüm başkanımız Prof Dr. Nurhan Karadağ, Özdemir Nutku'nun asistanıydı. İki yıl önce kendisiyle yaptığım bir telefon görüşmesi sonucunda Dil Tarih Fakültesi'ndeki serüven başladı. Elimden geldiğince kendi bilgilerimi aktarmaya çalışıyorum. Ne derece başarılı oluyorum bilemem. Mezun arkadaşları tiyatro sahnesinde görünce başarım ya da başarısızlığımı göreceğim.
AST'ı tanımlar mısınız? 1963 yılında kurulan Ankara Sanat Tiyatrosu'nun altyapısı, 1960 Devrimi'nin özgürlük anlayışını benimseyen ve kendini demokrasiye adamış insanlar tarafından oluşturulmuştur. Her zaman doğrudan, iyiden, güzelden yana bir tiyatro anlayışını
Evet. Anlattıklarımıza inanıp karşı çıktığımız pek çok şeyin gittikçe çoğaldığını görmek çelişkinin kaynağı bana göre. Bu, iğneyle kuyu kazmak. Ama süreç her zaman iyinin ve doğrunun yanında olacak. Savaşımda hep haklıyız, bunu inadına devam ettireceğiz. Tiyatro adı altında gerçekleştirilen eleştirel bakış açısı ve sanatsal özellikleri olmayan girişimlerin geleceği hakkında endişelerimiz var. Ama olması gerekeni saptayan ve uygulamayan ve ilkeleri olan her grup ayakta kalacaktır bana göre. insanlığın en eski sanat dalı tiyatro ve hiçbir zaman bitmeyecek . Ama bu girişimler bitecek bana göre. Ankara Sanat Tiyatrosu'nun yetiştirdiği elemanlar otuz dört yıldır Türk tiyatrosunda ve inanılarak yapılan tiyatronun ödülü bu. Metin Balay'la sahneleme çalışmalarınızdan bahseder misiniz? 1975 yılında tiyatroya birlikte başladığımız Metin Balay, oyunun yazarı. O da inadına tiyatro yapanlardan. O akademik hayatına inatla devam etti, doçent oldu. Şimdi Anadolu Üniversitesi Konservatuarında hem öğretim görevlisi hem de müdür yardımcısı. Aynı dili yıllardan beri konuştuğumuz için, ayrı kalsak bile yüreğimiz ve dünya görüşümüz bir olduğundan, beraber çalışmanın olumlu sonuçlarını
Alternatif tiyatro denemelerine yaklaşımınızı öğrenebilir miyiz?
Hızlı tüketim sanata yansıdığında tehlikenin boyutları büyür. Türkiye'nin bugün küçük Amerika olma hayalleri geleceği tehlikeye sokuyor. 1980 sonrasında tüketim toplumu haline gelen Türkiye yozlaşma konusunda tipik bir örnek olma yolunda. Bu durumda yapmanız gereken ilkelerinizi belirlemek ve bu ilkelerin doğrultusunda seyirciyle bütünleşme yoluna gitmek. Bu zaman gerektiren bir olay. Yeni girişimleri izliyor ve takdir ediyorum ama seyircinin bir bölümüyle değil bütünüyle kucaklaşması gerektiğine inanıyorum. Hesapların çok iyi yapılması gerekiyor. Çünkü biz çok büyük ve gösterişli bir bina yapmak konusunda iddialıyız.
oluşturmak ve bunu felsefi bir açıdan tiyatroya aktarmak için geçerli bir sebep. Bir tiyatro adamı ve eğitimcisi olarak ilkeleriniz nelerdir? Dürüst olmak... Kendi yaklaşımlarıma karşı, insanlara karşı, sanata karşı dürüst olabilmek. Sanat sevmeden yapılmaz. Sanatı sevmeden, insanı sevmeden... bu imkansız. Yetinmeyi bilmek çok önemli. Seyirciyle, rolle, takdirle yetinmek, benim olmayan şeyler için tasalanmak yerine bende olan ve paylaşılmayı bekleyen pek çok düşünce var ve bunları anlatmak benim görevim diyebilmek önemli olan. Aldatmamak... İnanmadığın bir şeyi yansıtmak ve inandırmaya çalışmak, insani açıdan da kabul edilemez bir durum. Bundan sonraki projeler?
Brecht' in "Bay Puntilla ve Uşağı Matti" adlı oyununu oynamayı planlıyoruz. Rutkay Aziz'in tek kişilik bir sahneleme çalışması olacak.
pe cy
Yeniyi denemek, farklı açıdan düşünmek ve sergilemenin karşısında olan bir sanatçı düşünemiyorum. Yeni olan desteklenir ve eleştirilir. Ama nitelik ve amaç çok önemli. Otuz dört yıllık Ankara Sanat Tiyatrosu'nun ticari zorunlulukları var. Bu denemeci girişimlerimiz gençlik tiyatromuza yönelik. Fakat profosyonel bir girişim olarak tanımlanamaz bu. Gençlik tiyatrosunun oluşmasını destekliyoruz, Ama çocuk tiyatrosu gibi bir gençlik tiyatrosu kuramadık. Deneysel girişimleri ön plana çıkarmaya çalışacağız. Ankara Sanat Tiyatrosu'nda denemeci bir girişimde bulunmak tehlike çanlarının ipini hızla çekmek olur. Çünkü, daha denemeye yatkın bir seyircinin tam olarak yetiştiği kanaatinde değilim. Beş yıl önce, TRT'de yayımlanan bir istatistiki incelemeyi ele alalım. Her yüz kişiden biri tiyatroyu takip ediyor. Yüzde altısı ekonomik koşullar nedeniyle zaman zaman takip ediyor. Yüzde yedisi tiyatroyu biliyor ama hayatında hiç tiyatroya gitmemiş. Geri kalan yüzde seksen dört, tiyatronun ne olduğunu bilmiyor. Böyle bir ülkede beş bin tane tiyatrocu var. Bu şartlar altında deneysel yaklaşımlarda bulunmak ve bunu kabul ettirmek zaman gerektiren bir uğraş.
zorluyor ve var olan ne kadar başarılıysa yeniye bir adım daha yaklaşılıyor. Ülkemizde bunun bu kadar geç gelişiminin nedenlerini açıklar mısınız?
a
alabiliyoruz. Çok yoğun bir tmpoyla çalıştık ve bir ay gibi kısa bir zamanda ounumuzu çıkardık. Yılların birikimi ve oyunu çıkarma isteğinin coşkusu birleşti ve kısa bir zamanda çok yol katettik.
Seyirciyi kazanma kaygısı, yeniye ayak uydurmadan çok olanı kabul ettirmeye
Oyun çalışmaları sırasında başvurduğunuz yöntemler nelerdir?
İnsanları gözlemlemek ve onları yansıtmak bu işimin bir parçası değil, benim için doyumsuz bir zevk çünkü inanmayıp karşı çıktığım ya da onayladığım her şey onlar için. Hiçbir zaman bugün bana aittir diyemiyorum. "İnadına Yaşamak" gözlemleme konusundaki titizliğimin en büyük göstergesi. Akıl ve yürek süzgecini iyi kullanabilmek, önemli olan. İdeolojinizi saptamak, öğrenmeye ve gözlemlemeye açık olmak ve bu işi sevmek, bana olduğu gibi pek çok tiyatro insanına çok şey kazandıracaktır. AST'ın oyun mantığındaki çıkış noktası "Başkaldırı", ama slogancı bir yaklaşımla değil. Sadece mevcut düzeni, insan portrelerini, yaşam standartlarındaki çelişkiyi yansıtmak bile başkaldırıyı
Türk tiyatrosunun bu gününe yönelik kaygılarınızı öğrenebilir miyiz? Devlet memuru mantığı ile hiçbir zaman yüreğinde tiyatro sevgisi ile çağına tanık olan bir sanatçı kişiliğinde değildir. Özel tiyatrolarda da kısmen bir başarı söz konusu. Deneysel çalışmalar yapan grupların birkaçı etkin durumdalar ve başarılı işler çıkartıyorlar. Dolayısıyla bir dağınıklık var yaklaşımlar arasında. Yetişen genç tiyatrocuların gelecekleri ile ilgili kaygılar var. Türkiye kültürel gelişimi endişe verici, kurtarıcıların ise gelecek konusunda endişeleri var. Ve bu konuda pek çok girişimde bulunabilecek yetkin insanların kaygıları bu kaygılarla aynı değil, yani tam
bir tutarsızlık sözkonusu. Tiyatro insanın iki saat içinde dünyasını, ideolojisini değiştiren bir sanat. Elindeki yetkiler sınırsız. Mezun olan çocukların projelerinin desteklenmesi ve bunlar için de ek ödenek ayırma yoluna gidilmesi gerekmektedir. Başarılarını, başarısızlıklarını denetleyen bir mekanizma olsun. Kısacası girişimler desteklensin ve önemsensin. Öyle kanunlarla gerçekleşecek bir şey de olmayacak bu. Dört okuldan bir komisyon kurulsun ve denetlensin. Son zamanlarda sanat adına etkin olan sponsor firmaların yardımı da gözardı edilemez. Efes Pilsen devlet ve özel tiyatrolara büyük destek sağlıyor. İki yıldır AST'ın çalışmalarını da destekliyor. "Halkımız pehlivan güreşlerine daha çok ilgi gösteriyor,. Ben böyle sanatın içine tükürürüm. Cumhurbaşkanı yılda bir kere zurna dinleyecek diye o kadar insanı beslemeye ne gerek var?" gibi yaklaşımlarla yıpratılmaya çalışılan sanat için özel destekler, bir çıkış noktası olarak kabul edilebilir. Ülkenin olumsuz koşulları içinde AST gibi inadına tiyatro yapan o kadar çok grup var ki. Genç kuşak tiyatro izleyicisinin 1980 sonrası değişimi tiyatronun bugünkü işlevini belirledi. Yozlaşan insanı değiştirmek artık tiyatronun en büyük görevi. Altan Erkekli, ödülünü Füsun Erbulak'ın elinden: "Umarım ben de Altan Erbulak gibi iyi ve erdemli bir insan ve başarılı bir tiyatro sanatçısı olabilirim"diyerek aldı. Sohbetimiz boyunca savunduğu fikirler, savunduğu doğrular ise onun inadına yaşamaktan mutluluk duyduğunun kanıtları
37
İZLENİM
Sefa Sirmen, Mediha Köroğlu ve Ferhan Şensoy'a İthaf Ediyorum.
Hülya Nutku
TİYATROYA UMUT GETİREN ÜÇ ÖRNEK
Bugün öğrencilerime, ilerde iyi bir sanatçı olmanın yolunun yalnızca eğitim süreci içinde iyi öğrenci olmanın, gençlikte birikim sağlamanın ötesinde öncelikle bu şartlar
eğitim anlayışı ve bunu cazip gören gençler var... Çözüm yolu mu? Çok... Umut mu? Tükenmez...
altında bu sanatı icra etmenin yollarını zorlamalarını ve eğer bunu başarırlarsa kendileri gibi sanatçı adayı gençleri unutmamaları olduğunu söyledim. Nasıl mı?
a
Sanatı ve sanatçıları destekleyerek... Hem de gençlik ideallerini ve kendilerine verdik
Son günlerde yaşadığım üç deneyim bu umudun yaratılması ve çarenin yollarını sergilemede üç önemli adımdı.
leri sözleri unutmadan...
pe cy
Ülkemizde sanat, özellikle de tiyatro sanatı - kollektif bir sanat olması nedeniyle - verilecek destek, sanatçı ve halk arasındaki iletişim kanallarının açık tutulması, sanat eğitiminin önemi ve icra edilmesinin güçlükleri yüzünden özveri istemektedir. Özelde ödenekli tiyatrolar genelde sahne sanatlarının parlamenter ler tarafından sürekli olarak gündem dışı bırakılma çabaları, ayrılan tahsisatların giderek azaltılması, kadrosuzluk, bu sanatı icra edenlerin memurlaşması, emekli olacak sanatçıların emeklilik durumlarının iyileştirilmemesi sonucu kadroların tıkanıklığı, en önemlisi de sanatçıların yalnızca merkezi yönetim ve idarecilerin yani tiyatro müdürlerinin hizmetine sokulmuş olması acıklı bir tablodur. Öte yandan ödeneksiz özel ti yatrolar geçim zorlukları, yeterli destek alamayışları, mekân problemleri yüzün den ciddi sorunlar yaşamaktadır. Bugün medyanın da olumsuz etkisiyle tiyatronun "Bir Demet Tiyatro" sanıldığı, tiyatro eğitimi görenlerin hiçbir şey ola masalar reklam yıldızı, TV'de dizi oyun cusu, stand-up comedy yoluyla iyi para kazanmayı, herhangi bir kanalda pro gram hostesi ya da TV'de bir müzik kanalının V.J'i olarak görev yapmanın sınırları içinde kalmayı yeterli bulan bir genç kuşağın yetişmesine neden olan
38
Bunlardan ilkini İzmit'te yaşadım. Bir yerel yönetimin, bir belediye başkanının sanata verdiği destekle büyük bir girişime nasıl dört elle sarıldığının bir örneğiydi. İzmit'te Şehir Tiyatrosunu kur mak üzere girişimde bulunan Belediye Başkanı Sefa Sirmen, tiyatromuzda güvenilir bir isim olan, çalışkan sanatçı Işıl Kasapoğlu'na ve deneyimli sanatçıların seçiciliği ile bir sınav açma yetkisi vermiş. Bunun yanı sıra bu olumlu girişimde hem çevresini, hem belediye meclis üyelerini, hem de kenti inandırmış, inandırmakla kalmayıp Halk Eğitim Merkezini onartmış, Sabancı Kültür Merkezi'nin yanı sıra, Yahyakaptan Kültür Sanat Merkezi'nin inşasına hız kazandırarak 1997/98 sezo nuna yetiştirme çabasına girmiştir. Bu kentte kurulacak şehir tiyatrosuna yalnızca oyuncu olarak 115 adayın başvurması ülkemizdeki tiyatrocu potan siyelinin zenginliğini göstermektedir, İzmit'teki belediye görevlilerinden, geçmişte bölge tiyatrosuna emek veren lerden, meclis üyelerinin misafirperliğinden, değişen İzmit profili ne herkesin canla başla destek vermeye hazır hale geldiklerine tanık olan jüri, üç gün boyunca bu güzelliği yakından yaşamış ve mutlu olmuştur.
Teşekkürler Mediha Köroğlu, sanatsal bir atmosfer, paylaşım hazzı istediğiniz için... Ve haklısınız, yazının başında söz ettiğim iletişim kanallarının açık tutul ması derken bunu kastediyorum. Yoksa adet yerini bulsun buluşmaları değil amaç... Ama yine de insan umutlu olu yor çünkü seyirci tiyatronun barometresi olmayı başarmakta, kapalı gişe oynanıyor "Çayhane"... Basın ve gala izleyicisinin geniş bir kesimi bunun dışında kalmıştır. Mediha Köroğlu'nun duyarlığı ise bize unuttuğumuz bir paylaşım güzelliğini anımsatmıştır...
Üçüncü ve çok önemli bir örneği öğren cilerim ve meslekdaşlarım Ferhan Şensoy'la yaşadık. Ferhan Şensoy Türk tiyatrosunda zeki ve kıvrak kalemi ve sahne sempatisi olan oyunculuğu ile önemli bir yere oturmuştur. Grubu Ortaoyuncular yoluyla hem Münir Özkul'dan sonra devraldığı Dümbüllü'nün kavuğuna olan sorumlu luğunu hep taşıyan, günceli yakalamada ki titizliği ile dikkat çeken, yazar ve oyun cu donanımıyla haklı bir yere sahip, yaptığı turnelerle tiyatroya katkıda bulu nan bir kimlik Ferhan Şensoy... Yurtdışında da bizi tanıtan Şensoy bir yandan da ödeneksiz tiyatroların kendi sahnelerini yaratma ve sahip çıkmanın önemini vurgulayan Ses Tiyatrosu'nu Anıtlar Yüksek Kurulu titizliği içinde ve tempolu bir çalışmayla onarmak üzere büyük bir çaba içindedir. Bunca çalışma temposu içinde İzmir turnesinde fakül temizi ziyaret eden Şensoy'a 1996/97
pe cy
İkinci deneyimim İzmir Devlet Tiyatrosu'nda oynanmakta olan "Çayhane" oyununun galasında yaşandı. Adana'da "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" ve "Midas'ın Kulakları", Trabzon'da "Oyunun Oyunu", İzmir'de "Godot'yu Beklerken" ve "Çayhane"yi sahneleyen Özdemir Nutku ve başarılı sanatçı kadrosu o gecenin coşkusunu yaşamaya hazırlanırken gala gecelerinin donuk seyircisi ile karşı karşıya gelindi, İşte o zaman bir kez daha anlaşıldı ki seyirci yani halk en iyi seçiciydi. Belki bu davetlilerin çoğunluğunun kokteyl amacıyla oradaymış gibi davranması sonucu sanatçılar emekleri sonucu o coşkuyu paylaşamaz hale getirilmişti bile... O sırada ortama isyan eden yılların sanatçısı Mediha Köroğlu şöyle diyordu. "Gala niçin yapılır? Sanatçılarla kentin kalburüstü insanlarının bir araya gelmesi, sanat konuşması, oynanan oyunun coşkusunu paylaşmak için yapılır. Üstelik gala sanatçının onuruna verilen, emeğe duyulan saygıyla yapılan bir şeydir. Peki ama nerede sanatçılar ve onlarla bunu paylaşmak isteyenler?" Ardından ekliyor: "Özdemir Bey, siz beni daha iyi anlarsınız, yıllar önce Ankara'da sanatçılara verilen galalarda sanatçı ve davetliler bunu ne güzel paylaşırlardı." Yıllarını bu sanata veren rahmetli sanatçı Umran Uzman'ın eşi Oya Uzman ve sanat dostu Volkan Bey anında onayladı bu güzel duyguları... Ama ben başarılı tasarımcı Yıldız İpekoğlu'nu kutlama
fırsatı bile bulamamıştım. İşte sözünü etmek istediğim bu ikinci deneyim bir sanatçının paylaşım istemiydi.
a
Sefa Sirmen, 21. yüzyıla hazırlanan dünyamızda, 21. yüzyıla hazır olmanın ışığını yakmıştır. Tebrikler Sayın Başkan, yolun açık olsun Işıl Kasapoğlu, başarılar genç ve dinamik Şehir Tiyatrosu ekibi.
öğrenim yılında 10 Kasım Atatürk'ü anma haftasında "Güneşi İçenlerin Türküsü" dramatizasyonu, ardından Gürcü yönetmen ve öğretim üyesi Doç. Varlam Nikoladze'nin sahnelediği Eduardo de Filippo'nun "Milyonerler Şehri Napoli", bir diğer etkinlik Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ölümünün 35. yılında Ahmet Çakır'ın oyunlaştırdığı, Özdemir Nutku'nun sahnelediği "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nün oynandığından söz ettik. Şimdilerde Suat Taşer kısa oyun yazma yarışmasında ödül alan oyunların sahnelenerek 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Kutlama Haftası etkinlik lerine, dekor, eskiz, maket sergisi ve konferanslar dizisiyle hazırlandığımızı aktardık. Bir öğrencinin eğitimde ekonomik zorluklardan söz etmesi üzeri ne, sevgili Ferhan Şensoy "Eğitimin her şeyin önünde geldiğini hatta Ses Tiyatrosu'nun onarılması için gereken çelik konstrüksiyondan da önemli olduğunu" söyledi. Ankara'ya gittiğinde ilk temsilin gişe hasılatını bölümümüze göndererek, "Ferhangi Şeyler"in 1180. temsilini genç sanatçı adayları için oynadı. Fakülteye çektiği faksta katkısından dolayı gurur ve onur duyduğunu belirten sanatçımızla bizler gurur ve onur duyuyoruz. Emeğinle, çabanla, yaptıklarınla ve yapacaklarınla nice sanat dolu sezonlar diliyoruz. Teşekkürler Sefa Sirmen, yerel yönetim lere gösterdiğin olumlu örnek nedeniyle, teşekkürler Mediha Köroğlu sanatçıya yakışır duyarlığın nedeniyle, sağolasın Ferhan Şensoy eğitime, genç sanatçı adaylarına olan inancın ve katkıların nedeniyle... Hayatın kısa, sanatın uzun ve süreklilik taşıdığı gerçeğinin bire bir örneğini sundunuz bizlere..
SİZİ TİYATROYA İTİYOR. SİZ HÂLÂ ÜYE OLMADINIZ MI? TEL:
251 77 89 39
İNCELEME
ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROSU ALANINDA İNGİLTERE'DE YAPILAN ÇALIŞMALAR VE GELİŞİM ÇİZGİLERİ Semra Ekşioğlu Özden
analitik yapıda oyunlar gelmiştir. Oyunların içerik sorunu kadar oyunculuk, sahne tasarımı, dekor gibi sorunlar da tartışmaya açılmış ve önemli gelişimler sağlanmıştır. Çocuk ve gençlik tiyatrosundaki içerik sorunu üzerinde yapılan ciddi çalışmalardan birisi öncelikle çocuğun ya da gencin psiko-sosyal gelişimleri göz önüne alınarak yaşının gerektirdiği konuları içeren oyunlar oluşturmak olmuştur. Moses Goldberg adlı bir akademisyen bu alanda ciddi bir yaklaşım oluşturmuş tur. Goldberg'e göre çocuk yaşamını yaşların ortak açısından dörde bölmek gerekir.
cy
a
Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu alanında oldukça gelişmiş bir ülke olarak kabul edilen İngiltere'de bu durumun 1904'lerden baş layarak günümüze gelen uzun bir geçmişten kaynaklandığını görüyoruz. Bu süreç içinde gözlemlenen çocuk ve gençlik tiyat rosu alanındaki değişim ve gelişmelerin toplumsal - politik ya pı ile eğitim alanındaki yeni kuram ve uygulamalarla sıkı sıkıya ilişki içinde olduğudur. Diğer yandan saygınlık kazanma, rek lâm gibi nedenlerle tiyatral etkinliklere maddi destek sağlan ması yoluyla sponsorluk kurumsallaşmış, bu da gençlik tiyatro su alanındaki oyun yazarları ve etkinliklerin sayıca artmasında etkili olmuştur.
pe
Her ne kadar çocuk ve gençlik tiyatroları ilişkide bulundukları kitle açısından farklı bir konuma sahip olsalar da, sanatsal bir etkinlik olarak tiyatrodaki temel gelişimler onu da etkilemiştir. 1930'larda Amerika'da, daha sonra belgesel tiyatronun oluş masına hizmet edecek olan Living Newspaper'ın çıkışı, Alman ya'da Piscator'un agit-prop deneyimleri, ya da Brecht'in Lehr Stücke (öğretici tiyatro) adlı çalışması tiyatroya farklı bir bakış açısı getirmiştir. İzleyicilerini duygusal bir süreç içine sokmak tan çok, izledikleri oyunlar üzerinde düşünüp tartışmaları yö nünde bir anlayışı tiyatroya getiren bu yeni bakış açısı bir yan dan eleştirel bir bakış açısı kazandırırken diğer yandan tanrı merkezli, statik bir dünya yerine dinamik ve değiştirilebilir bir dünya koyuyordu. Böylece tiyatroda bir durumu merkeze alan ve onun etrafında başlayıp biten kapalı uçlu metinden açık bir biçime yani tartışmaya açık bir yapıya olanak tanınıyordu. 1950'li yıllarda Godot'yu Beklerken adlı oyunuyla Beckett hem tiyatronun geleneksel anlatım biçimlerini sarsmış, hem de ye tişkinler için bile iletişim, dünyanın algılanması gibi temaları tartışma konusu yapmıştır. 60'larda ise gençliğin farklı bir bilinçlilikle yaşadıklarını sorgulaması sonucu gelişen öğrenci ha reketleri tiyatronun düşünsel altyapısında da önemli değişiklik lere yol açmıştır.
Tiyatro alanındaki bu gelişimler çocuk ve gençlik tiyatro çalış malarında da önemli düşünsel değişimlere neden olmuştur. Çocuğu ve genci sürekli yönlendirilmesi gereken bir varlık ola rak algılayan, bu noktadan hareketle onlar adına iyi kötü gibi değerlerin saptanıp verilmeye çalışıldığı didaktik oyunların yeri ne düşünen, tartışan, eleştirel düşünebilme becerisini kazan mış bireylerin oluşumuna hizmet eden bir anlayış ve dolayısıyla 40
a) 7 yaşın altı: Hareketli, meraklı, idealist, iyimser. Diğer çocuk ları oyunlarında katalizör olarak kullanıyor. Somut mekânları seviyor. Dikkatleri kısa süreli. Tiyatroları görsel ve katılımcı ol malı. Sevdikleri konular hayali yaratıklar ve hayvanlar olarak genellenebilir. b) 7-9 yaş arası: Toplumsal rollerin ve kuralların önemli olduğu bir yaş. Belli davranış ve düşünme modelleri var. iyi ve kötünün net olarak ayrılması ve tanımlanması isteniyor. Adalet önemli bir kavram. Hayvanları yine sevmelerine rağmen mitler, gizem li, peri hikâyeleri ve yabancı ülkeler ilgi alanlarına giriyor. Bu çocuk ihtiyacı olduğu değerleri seçmeye başlarken tiyatro ge niş bir yaşantı deneyimi sunabilmeli. Çocukların oyuna katılımı sağlanmalı. c) 10-13 yaş arası: Toplumsal kabul yine önemli. Bu yaş, kahra manlara, fiziksel güce hayranlık duyulan bir yaş. Erkekler ma cera, kızlar romantizmi seviyor. Her iki cins de diğer insanların da kendi zayıflıklarına sahip olduklarını bilmek istiyor. Bu zayıf lıkları aşmak istiyor. Çocuklar oynayacakları rolü seçmek isti yor. d) 14-18 yaş arası: Toplumsal kabul görme önemli. İnsanların belli bir kapasitede olduğu gerçeğinin kabul edilmesi isteniyor, iyi ve kötü kavramları mutlak değil, birbiri içinde olabileceği düşünülüyor. Bu nedenle eylemler hem iyi hem kötü olabilir. Analitik oyunlar uygun. Böylece bu alanda çalışma yapan tiyatrocuların oyunlarını oluş tururken kendi düşünsel yetenekleri ve entelektüel birikimine göre farklı genellemeler yaratma tehlikesiyle, bu anlayışın do ğal sonucu olan bilgiçlik taslamak gibi bir hataya düşmenin önüne geçilmiştir. Böyle bir standardın gerekliliği genel bir ka-
cy a
pe
bul görmesine rağmen çocuk ve gençlik oyunlarında içerik sorunu oyun konusu seçiminde ya da oyundan ya da gösteriden amaçlananlar düzeyinde devam etmiştir.
Temel olarak iki ayrı görüşün belirleyiciliğinin söz konusu olduğu bu konuda bir grup çocuğun ya da gencin neyi seveceğini sezip hoşa gitme amacıyla eğlendirici türde oyunlar yaparken bir diğer grup gencin gelişimleri açısından onlar için neyin daha yararlı olacağını düşünüp oyunlarını buna uygun olarak şekillendirmişlerdir. Her yılbaşı gecesi Gingerbread adlı oyunu tele vizyonda yayımlanan ve neredeyse ulusal çocuk oyun yazarı olarak algılanan David Wood'a yönelen eleştirilerin özünde onun izleyicisinin hoşuna gitme kaygısı içinde oyunlar yaptığı vardır. Öte yandan Wood, çocuk tiyatrosunun birincil amacının değlendirmek olduğuna inanır ve kendini bu şekilde savunur. Ona göre tiyatro eğer eğlenceliyse tema, mesaj, etik gibi diğer tüm nitelikler mümkündür. Bir diğer tiyatro uzmanı Collingwood bir sanat yapıtının izleyicisine tekdüze, sıradan olan yaşamı dışına çıkartmak amacıyla eğlendirici olmasını anlayışla kar şılasa da bu tür sanatı yararlı bulmaz. 'Drama Yoluyla Eğitim' izleyecinin Katılımı' gibi kitapları yazan ve hem eğitim hem tiyatro alanında uzman olan Brian Way ise estetik zevkin gençler için bile bireylerin bireyselliklerinin ve farklarının keşfine hiz met etmesi ile sağlanabileceğini düşünür. Bu nedenle Way, tiyatronun her zaman eğitici bir rol üstlenmesi gerektiğine ina nır. Bir başka çocuk tiyatrosu uzmanı olan Billington ise çocukların dünyalarında yalnızca büyülü perili hikâyeler, hayali durumlar, çeşitli hayvanlar olduğu görüşüyle hareket eden anla-
yışlara karşıdır. Billington televizyonun yetişkin ve çocuk dünya sı arasındaki uzaklığı kapattığını, çocukların da artık eroin, ırk ayrımı, işsizlik gibi konuları bildiğini, bu nedenle çocuk oyunları nın bu konuları kendilerine seçmeleri gerektiğine inanır. Ona göre oyunlar hem yetişkin hem de çocukları aynı anda eğlendirmelidir.
Oyunların içerik sorunu kadar gösteriler için de tartışmalı ku ramlar vardır. Bu kuramları genellersek Stanislavski ve Brecht'in görüşlerini paylaşan ya da karşı çıkan anlayışlarla karşılaşıyoruz. Stanislavski'nin oyuncunun rolüyle özdeşmesi yoluyla izleyicide istenilen duyguları uyandırma yöntemini savunan tiyatro kuram ve uygulayıcıları için de önemli bir yere sahip olan Brian Way izleyicisini başka seçenekler üzerinde düşünemeyecek kadar oyunla bütünleştirip onların imgelem gücünü sınırlamakla eleş tirilir. Way'i bu şekilde eleştirenler arasında önemli bir isim olan Bolton'un tiyatro anlayışı ise yabancılaştırma yoluyla izleyicileri ni bir tartışma, sorgulama sürecine sokup eleştirel bir bakış açı sı kazandırma yönündedir. Bu temel ayrımın yanı sıra oyuncu ların izleyenlerine karşı sabırlı ve saygılı olması ve oyunculuk bi çiminin açık, net olmasının önemli olduğu da ortaya konmuş tur. Her ne kadar savunduğu oyunculuk biçimiyle izleyenlerinin dü şünsel yeteneklerini geliştirmediği yönünde eleştiriler alsa da Brian Way'in çocuk tiyatrosuna yaptığı katkılar tartışılmazdır. Bu katkılardan önemli olanlardan bir diğeri de izleyenlerin oyu na katılımına olanak sağlamak amacıyla ön sahne kavramı yeri41
ne 'arena' modelini önermesidir. İzleyicilerin oyuna katılımı için Way üç değişik model geliştirmiştir.
kendini tanıması ve yeni durumlar karşısında çözümler üret mesi açısından önemli bir olanak yaratmıştır.
1) Kendiliğinden oluşan katılım: Çocuklar duygusal olarak öyle isteklidir ki oyuncuları soru yağmuruna tutup, öneriler getirir ler. 2) izleyicilerin motive edilmesi ile oluşturulan katılım: Oyuncu lar izleyicileri söz ya da çeşitli davranışlarla provoke ederek on ların öneri getirmelerini sağlarlar. 3) Direkt olarak istenen katılım: İzleyicinin yardımı aktif bir şe kilde istenir. Oyunun akışı bu şekilde gerçekleşir.
Çocuk ve gençlik tiyatrosu alanındaki çalışmalardan söz eder ken tiyatro gruplarının okullarla yaptığı işbirliğinden de söz et mek gerekir. Çocuk ve gençlik tiyatrosunun temel amacı tiyat ro aracılığıyla izleyenlerini eğitmektir. Bu amaç tiyatro grup larıyla eğitmenlerin işbirliği yapmasına yol açmış ve 'drama öğ retimi' aşamaları olarak okullarda 'ders programlarının bir par çası olmuştur, Yine de 'drama' ile sanatsal bir etkinlik olarak 'tiyatro'nun aynı şey olmadığı çeşitli biçimlerde tartışılmış ve farklar ortaya konmuştur. Eric Bentley temel fark olarak dramanın yalnızca işlevsellik temeli üzerine oturtulduğunu söy ler. Ona göre dramadan istenilen düşünme ya da davranış modelini gerçekleştirmek amacıyla bir konu seçilerek merkeze alınır ve konunun izleyicilere ulaşmasını sağlamak amacıyla ak siyonlar belirlenir. Yani tiyatroda olduğu gibi sanatsal bir yaratı söz konusu değildir.
Way'in 1930'lı yıllarda geliştirdiği bu model ilk olması bakımın dan önemlidir. Ancak 1965'te Coventry'de bir araya gelen bir takım tiyatro grupları ve öğretmenler, çocuk ve gençlik tiyatro larına o güne kadar oluşturulmuş tüm anlayışların ötesinde yepyeni bir yaklaşım getirmişlerdir. Way'in katılımcı tiyatro an layışını yetersiz bulan ve direkt olarak istenen katılım türünde bile izin verildiği oranda izleyicinin katılımın gerçekleştiğini söy leyen bu grup şunları önerir:
pe cy a
1) Anlık katılım: Izleycinin oyuna katılmasıyla yaratılan durum ve tiyatral olma durumu ayrı ayrı değerlendiriliyor. 2) Yüzeysel katılım: Oyunun tiyatral olma özelliğini arttırma amacıyla oyunun içeriği, biçimine ya da oyun aracılığıyla izleyi cide uyandırılmak istenen temel düşünceye dokunmamak ko şulu ile izleyiciden oyuna katılması istenir. 3) Bütüncül katılım: İzleyicilerin zaman zaman oyuncu konu muna da geçebildiği bu katılım türünde izleyici drama içindeki oyuncuların bakış açısını belirleyebiliyor. Böylece izleyicilerin oyundaki dramatik çatışma karşısındaki görece konumları göz ardı edilmeden oyun yeniden üretiliyor. Oyun bittikten sonra oyuncular ve izleyiciler oyunu tekrar tartışarak görüşlerini belir tiyorlar.
Sonuç olarak yaklaşık bir yüzyıllık geleneğe sahip olan ingiliz çocuk ve gençlik tiyatrosunda bugün varılan noktada yeni an layış iyi bir tiyatronun öncelikle çocukların ya da gençlerin duy gu ve düşünlecelerine ayna tutarak kendilerini tanımaları, ken dileriyle barışık olmaları ve diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler kurabilmelerini sağlamaktır. Aynı zamanda tiyatro, içinde yaşadığımız kültürel gerçekliği sorgulama ve eleştirel bir bakış açısı oluşturma becerisini kazandırabilmelidir. Bu yönüyle bakıl dığında yetişkinler için yapılan tiyatro farklı bir yerde değildir. Ancak aileleri tarafından çeşitli önyargılarla doldurulmuş, yaş ve entelektüel birikim açısından olgun olmayan çocuklara tiyat ro yapmak çocuk ve gençlik tiyatrolarını diğer tiyatro etkinlik lerinden kesin bir şekilde ayırır. Bu nedenle bu alanda çalışma yapan ya da yapmak isteyenlerin üstlendikleri sorumluluğun bilincinde olarak ciddi bir çalışma süreci içinde olmaları gerekir
Özellikle bu son katılım modeli çocuk ya da genç izleyicinin
KRYOLAN
PROFESYONEL MAKYAJ MALZEMESİ
academie
PROFESYONEL CİLT BAKIM ÜRÜNLERİ
FREED
DANS VE BALE MALZEMELERİ
SHOW & KARNAVAL MALZEMELERİ VE AKSESUARLARI
PROFESYONEL SİHİRBAZLIK MALZEMELERİ
ORİJİNAL KOSTÜM & MASKOTLAR SAKAL & BIYIK & PERUK YAPIM MALZEMELERİ HEPSİ AMA HEPSİ SADECE VE SADECE "VlRAKOZMETlK"DE Merkez: Fener, Kalamış Cad. No:26/13 Kızıltoprak Tel: (0216) 347 30 70-347 71 60 Fax:(0216)337 05 25 Şube: İstiklâl Cad. Atlas Sineması Pasajı No: 36 Beyoğlu Tel: (0212) 293 36 37 Fax: (0212) 245 58 44 42
LİMON YAZILARI Baydur
Bir Kısa Oyun (Işık. Perde. Kırk yaşlarında bir kadın, ellilerinde bir adam, yüzleri seyirciye dönük iki rahat koltuk ta oturur. Müzik oyun boyunca değişmek üzere hep otuz saniye çalıp, yitecektir. Fon, önce siyah, sonra lacivert, sonra mor, sonra turuncu olacaktır. Birinci müzik: Telemann'ın Sofra Müziği.)
cy a
adam - Yıl... 1668. Moliere'in başı dertte. Yobazlarla, sahte dindarlarla dalga geçtiği oyunu "Tartuffe" yine yasaklanmış. Ne yapsın adamcağız, Paris yakınlarında bir köye çekiliyor ve... kadın - ...oturup bir oyun daha yazıyor. adam - evet. Amfitriyon. (bir an) Nereden bildin? kadın - Neyi nereden bildim? adam - Moliere'in oturup yeni bir oyun yazdığını? kadın - Ne yapacaktı ki? Oyun yazarı adam. Oyun yazacaktır öyleyse. adam - (kadına bakar) Evet. Peki. (bir an) Moliere'in diğer bütün önemli komedilerine hiç ben zemeyen bir oyundur Amfitriyon. Bir kere oyundaki kişiler on yedinci yüzyıldaki Fransız çağdaşları değiller. Antik Yunanlılar ve Yunan tanrıları ama isimleri Romalılardan seçilmiş! kadın - Vardır bir bildiği. Koskoca Moliere! adam - Evet. (bir an kadına bakar) Bu oyunda vodvil, fantezi, yüksek düzeyli komedi ve opera unsurları birleşiyor ve enfes bir bütün çıkıyor ortaya. Üstelik serbest nazımla kaleme almış bütün oyunu. Kraliyet sarayında 1668'in Ocak ayında sahneleniyor büyük bir başarıyla. kadın - 1668 Ocağı'nda sahnelendiğine göre, Moliere oyunu 1667'de yazmış olmalı, adam - Evet. (kadına bakar) Öyle olmalı, kadın - Neyi anlatıyor oyun? adam - Tanrıların tanrısı Jüpiter bir fani hatuna aşık oluyor. Kadın Tebai'li general Amfitriyon'un karısı Alkmena. Adam savaştayken Jüpiter Amfitriyon'un şekline bürünüp dünyaya iniyor ve Alkmena'nın yatağına giriyor. O gecenin sonucu, bir yarı-tanrı olan Herkül'ün doğumudur, kadın - Neresi komik bunun? adam - İki tanrı... Jüpiter ile Merküri, iki ölümlünün kılığına giriyorlar. Biri general oluyor, diğeri generalin uşağı Sosia kılığında. kadın -Tanrılar neden cennetin rahatını, konforunu bırakıp yeryüzüne, ölümlülerin arasına karışıyorlar ki? adam - (sevinçli) İşte oyunun temel meselelerinden biri! Oyunun başında Merküri de Jüpiter'in bu huyundan şikâyet ediyor zaten. Jüpiter oturduğu yerde otursa işler karışmayacak. Oysa bu oyunda bu ecnebi tanrı, Don Juan'lığa özenince işler karışıyor. kadın - Güç ve iktidar, insanın ahlâkını bozabilir ama Yunanlı, Romalı tanrıların ahlâkını da etkili yor demek. Dünya gerçekleriyle ilişiği kesiliyor bir süre sonra gücü eline geçirenin. adam - Evet. (kadına bakar. Bir an.) Oyunun başında Merküri, Gece tanrıçasına ne diyor biliyor musun? kadın - Yok. Nereden bileceğim? Sen anlatacaksın, ben öğreneceğim her zamanki gibi. adam - (ince alayı anlamaz) Merküri'ye göre ahlâk, ancak aşağı tabakadaki yoksulların, çiftçi lerin gereksinim duyduğu bir şeydir. Ahlâk ve değer yargıları ancak onlara uygulanır. İkinci per denin başında Uşak Sosia da efendisi Amfitriyon'a, büyük kişilerin yalana ve sahtekârlığa ihtiyaç duyduklarını söyler. "Ben uşağım, siz efendisiniz efendim/Gerçek santimi santimine keyfinizin istediği gibi olacaktır." kadın - Zenginlerin muazzam aldırmazlığı... adam - (kadına bakar. Bir an.) E..evet. Bu arada Merküri'nin durumu da acıklı-gülünçtür. Yorgunluktan şikayetçidir bu canlı. Tanrıların tanrısı Jüpiter'in işlerine koşturur durmadan. Kendi kişiliğini başkalarının emirlerini yerine getirmek için kurban etmiştir sanki. İradesi yoktur Merküri'nin. Övündüğü zaman, patronunun gücüyle övünebilir ancak. Patronundan azar işitip eve gelince köpeğini tekmeleyen bir zavallı gibi, Merküri oyun boyunca Sosia ile Amfitriyon'a kötü davranır. kadın - Uşak rolünü kim oynamış bu oyun ilk kez oynandığı zaman? adam - Sosia'yı mı? Şey... Başroldür Sosia... Moliere oynamış, kadın - İyi. adam - (kadına bakar.) Akıllı ama belkemiği olmayan biridir Uşak. Yeryüzündeki varlığını "efen disinin uşağı" olarak tanımladığı için gerçek bir kimlik edinememiştir. Özgür olmadığı için aşktan, saygıdan filan nasibini almamıştır. Sürekli yiyip içmeye vurmuştur kendini. Korkaktır ve görünüşte kendine hayrandır bütün korkaklar gibi. kadın - Bak bunu iyi buldun, adam - (kadına bakar) E..evet. kadın - Şu oyun oynansa da görsek diyorum. Ne güzel olurdu. Rol üstüne, mevki üstüne, iktidar üstüne... Ama en çok da "kimlik" üstüne bir oyunmuş gibime geliyor. Ne dersin? (ikinci müzik: Bir akordeon çalmaya başlar. Adam'ın söylediklerini duymayız artık. Işık yiter.)
pe
Memet
Arkası gelecek aya Sevgili Okur 43
SÖYLEŞİ Nisan ayında Martı Sanatevi'nde Enis Fosforoğlu Ti yatrosu "Ateşli Sabır" adlı oyunla tiyatroseverlerle buluşuyor. Enis Fosforoğlu, genç bir yönetmen Esen Özman ve genç oyuncular la çalışmanın heyecanını yaşarken, bu projeyi, tiyat rosu için bir dönüm nokta sı olarak gördüğünü belir tiyor. Kendisiyle halen oy nadıkları "Deli" ve "Beyfendiyi Görmek İstiyorum", Neruda projesi olarak ad landırdığı "Ateşli Sabır" ve E.F.T Kültür Merkezi'ndeki tiyatro eğitim çalışmaları hakkında konuştuk.
bu mesajları göndermelerle vermeye çalışan bir oyun.
Savcılıoğlu
Önce halen oynamakta oldu ğunuz oyunları tanıyabilir mi yiz?
Genç bir yönetmen olan ve Devlet Tiyatroları'nda çalışılan Esen Özman'a, seyircilerin son yollarda komedilere şart landığı Enis Fosforoğlu Tiyatrosu'na neden geldiğini sor dum. Bir tiyatro adamı olarak bana inandığını ve Neruda'yı da benim oynamamı istediği ni söyledi. Ben de kabul et tim. Nisan ayında tiyatrom için önemli bir adım atacağı ma inandığım "Ateşli Sabır" adlı oyunu oynayacağız. Ya pım benim tiyatromun yapımı ve ben sadece aktör olarak görev aldım. Önce Neruda'yı kadro olarak iyi tanımaya ça lıştık. Şilili şair Pablo Neru da'nın yaşam öyküsünden yo la çıkarak Antonio Skarmeta'nın kaleme aldığı "Ateşli Sabır"ı çalışırken, Neruda'nın insansal özelliklerini, politik tavrını açığa çıkararak bir ön çalışma yaptık ve ona şiirlerini yazdıran insan tarafıyla yola çıktık. Bu arada postacıyla
pe
Şu anda Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde Valentin Katayev'in "Beyfendiyi Görmek İs tiyorum" adlı oyununu oynu yoruz. Bu oyunu günümüz Türkiyesi'ne uyarlamak iste dim. Oyun, Kominizm Rusyası'nda geçen bir güldürüydü. Fars biçiminde oynanan bir oyun ve hızlı bir sahne trafiği var, severek oynadığımı söyle mek isterim. Benim için tiyat ro bir tezgahtır her türlü ku maş dokunur yeter ki kuma şın ipliği kaliteli olsun. Reper tuarımda da komediye yer ve rirken genelde insanı anlatan güldürüleri seçerim. Bu oyu nu da uyarlarken kimsesiz ço cuklar için bir bürokratın im zası peşinde koşan idealist bir tipe yüklediğim misyonun önemi üzerinde durdum.Oyu numuz yoğun trafiğinin ve sa hip olduğu gülmece öğeleri nin yanında mesajları olan ve
Yakında sahnelenecek olan Pablo Neruda projesinden bahseder misiniz?
44
olan ilişkisi var. Oyunun başa rılı bir filme de konu olması bizim için zorlayıcı bir etmen di. Picasso'nun "Ben sizin ye diğiniz balığın resmini yapma dım" dediği gibi rahatlıkla ben de bu oyun için "Bin sizin izlediğiniz filmden esinlenme dik" diyebilirim. "Ateşli Sa bır", "Postacı" filmi değil ama Neruda'nın Postacı ile olan ilişkisini de anlatıyor. Enis Fosforoğlu Tiyatrosu re pertuarını oluştururken kome dilere yer verir. En iyi şekilde sahnelemeye çalışır. Bu oyun için de aynı anlayışla yola çıktık. Sonuç olarak sevdiğim ve inandığım bir projeye imza atmak ve geceleri rahat uyu mak için "Ateşli Sabır" adlı oyunu sahnelemeye karar verdik.
cy
Nevra
a
Pablo Neruda'nın Şiirlerini Oluşturan Yaşamı, Ateşli Sabır ve Enis Fosforoğlu
1996'dan bu yana E.F.T Kül tür Merkezi'nde gerçekleştir diğiniz tiyatro eğitimi çalış malarınızdan bahseder misi niz? Devlet tiyatrosundan istifa edip 1980'de özel tiyatromu açtığımda, genç insanlar ti yatroma gelip gitmeye başla
dı. Ben de bu gençleri sanatla tanıştırmak adına küçük kurs lar düzenledim. Bu sırada ba zı eleştiriler geliyordu, "Tiyat rosuna az maaşlı adam yetiştiriyor"gibi. Bundan kesinlikle kaçındım. İçlerinden gerçek ten yetenekli olanları halen ti yatromda oynuyor. Üsküdar Belediye eski Başkanı Sayın Nihat Yurtseven bir tiyatro kursu açtı ve beni başına ge tirdi. Daha önce bir konserva tuardan teklif geldiğinde dev let memurluğundan kaçındı ğım için kabul etmemiştim. İki yıl devam ettiğim Üskü dar'daki çalışmalarımın ardın dan değişen politik atmosfer den dolayı ayrılmak duru munda kaldım ve o sıralarda Moda'da bu tek katlı binayı buldum. Türk halkının sanatla buluşmaya ve drama eğitimi almaya ihtiyacı olduğunu dü şünerek böyle bir girişimde bulundum. Herkesin tiyatrocu olması şart değil. Burada ça lışmalarıma başladığımda an ladım ki buraya değişik mes lek gruplarından bunu bir ho bi olarak yaşamlarına dahil et mek isteyen ya da sosyal uyumsuzluk çeken insanlar geliyor. Burası özel bir halkevi haline geldi. Bir bankacı gelip burada Shakespeare çalışıyor ya da çağdaş bir tiyatro eğiti miyle buluşuyor. Hem kültür merkezi hem de yeni projeler için nasıl finans sağlıyorsunuz? Özellikle son yıllarda devlet yardımlarında dağıtımın yanlış kriterleri yüzünden doğru dü rüst bir destek aldığımı söyle yemem. Parasız tiyatro yapıl maz ama sadece parayla da yapılmaz. Bu mantıkla yıllardır televizyon çalışmalarımdan kazandığımı tiyatro için bir yatırım olarak görüyor ve ayakta kalma mücadelesini bu yöntemle sürdürüyorum. "Beyfendiyi Görmek İstiyo rum" adlı oyunun hasılatıyla Neruda projesini gerçekleştiri yoruz.
Türk tiyatrosunun bu günkü durumunun bir değerlendir mesini yapar mısınız?
onların değişen yaklaşımları da gözlemlenebilir nitelikte dir.
Bu endişe tiyatronun gelişimi açısından olumsuz bir etmen değil mi?
Türk tiyatrosu zor bir döne meçten geçiyor. Bir kültürsüz lük bombardımanı yaşanmak ta. Medyanın bu durumu oluşturan en büyük etmen ol duğunu düşünüyorum. Seyir cinin kültürü hırpalanmış, ör selenmiş durumda. Nitelikli seyirci sayısının azlığı da dik kat çekici. Bu durumda bir özel tiyatro için çağdaş ör neklerin sunulması maddi açı dan son derece tehlikeli olabi lir. Son dönemde "Gidelim gülelim"in parola haline geldi ği bir tiyatro anlayışı hakim. Artık güldürü adı altında ger çekleşen girişimlerin doğrulu ğu tartışılır durumda. Komedi adına estetik ve ahlâki yakla şımlar gözardı edilmeye baş ladı. Seyirciye direkt olarak küfür ederek çarpıcı olmaya çalışılıyor. Mizahın hakim ol duğu bir güldürü anlayışı prim yapmamaya başladı. Devlet ve Ödenekli tiyatrola rın görevi nitelikli oylunlar oy namak ama son zamanlarda
Bu durumun giderilmesi için bir formülünüz var mı?
Elbette. Ama bir mücadelenin gerekliliklerini yerine getiriyor sunuz. Daha iyi işler için zemin hazırlıyorsunuz. Sizi ayakta kalma mücadelesin den caydırmaya çalışan bizim yönlendirilme ihtiyacımızın sonuçsuz kalması. Biz destek lenmeyi olumlu eleştirilerin sürekliliği ile değerlendir miyoruz. Ankara Devlet Tiyat rosundan İstanbul'a gelmiş genç bir adam İstanbul'da çok büyük mücadeleler verdi. Bir kültür merkezinde genç lerle çalışmalar yapıyor ve sahneleme çalışmalarına yeni boyutlar kazandırmaya çalışıyor. Teatral grafiğimin ivmesini yükseltme isteğimin sonuçsuz kalmaması için olumsuzluk olarak kabul edilebilebilecek her türlü et meni ortadan kaldırmak için çalışıyorum.
cy a
Eleştiri mekanizmasının güç lenmesi, seyircinin niteliklerini değiştirecek ve sanatsal giri şimlere yön verecektir. Türk tiyatrosunun zamanında şöh ret olmuş üç beş starıyla anıl ması ve bu insanların çalışma larının izlenmesi durumu ol dukça trajik. Türkiye'de tiyat ro adına işler yapan başkaları da var ve ben gelişimi engel lenemez bir genç kuşağın var lığına da inanıyorum. Televiz yondan tanındığım halde po pulizmi sevmiyorum. Beni ayakta tutan arayışlarımın so nuçsuz kalmaması. Yaptığım komediye inanmam ve daha iyisini yapmak için çabala mam, her yeni girişim için ba na manevi bir destek verdi. Ama çok hırpalandığımı hisse diyorum. İyi bir şey yaptığımız zaman seyircinin katılımcı ola mayacağını düşünüp endişe leniyoruz.
masının zekice çözümlenmiş bir yazınsal buluş olduğunu belirtiyor. Ateşli Sabır için "Yeni dünya düzeninin olumsuzluklarını açığa çıkaran bir oyun" tanımlamasını yaparken "Skarmeta umutsuzluğu vur gulamak için umuda baş vuruyor" diyerek oynadıkları metnin tanımlamasını yapıyor. 1980 yılından bu yana çalış malarını sürdüren Enis Fosforoğlu Tiyatrosu gençlik ve Çocuk Tiyatrosunun alt yapısının da oluşturulduğu bir öğrenci kadrosuyla çalış malarına E.F.T. Kültür Mer kezi' nde devam ediyor. Ve "Ateşli Sabır" adlı oyunu seyircilerine duyururken sanatçı, "Tiyatromun iz leyicileri için bir sürpriz yap mak istedik" diyerek yapılan çalışmaya inancını dile getiriyor
pe
Esen Özman, Postacı Mario ile şairin ilişkisinin metinde şiirsel bir estetiğe oturtul
45
ELEŞTİRİ
"Amacımız Dansı Anlaşılabilir Kılmak"
Leman Yılmaz Giritli
THE KOSH DANS TİYATROSU 15 Mart'ta Taksim Sahnesi'nde izleyici lerin karşısına "Nesli Tükenmekte Olan Türler" adlı gösterileriyle çıkan The Kosh Tiyatrosu, tiyatrodan dansa, mü zikten akrobasiye uzanan görsel bir şö len sundu.
pe
cy
a
1982 yılında Michael Merwitzer ve Sian Williams tarafından kurulan The Kosh Dans Tiyatrosu, tiyatrodan dansa, mü zikten akrobasiye her türlü sahne for munu bir arada büyük bir beceri ile su nabilen bir grup. Gösteriden önce gru bun kurucusu ve aynı zamanda suna cakları gösterinin yönetmeni olan Mic hael Merwitzen ile yaptığım kısa söyleşi de özellikle, "Dans Tiyatrosu" kavramı nın onlar için ne anlama geldiğini öğ renmeye çalıştım. "Dans Tiyatrosu" kavramı gerek bu alanda çalışmalarını sürdüren gruplar tarafından, gerekse belirli beklentilerle bu tür gösterileri izle yenler tarafından farklı algılanmakta ve tanımlanmakta. Pina Bausch'un dans ti yatrosundan bahsettiğimiz zaman, sah nede hareket ve dansla bir anlam yarat manın tersine, anlamı kırmaya çalışan, öykülemeden uzak bir formla karşılaşı yoruz. Diğer taraftan dans tiyatrosu kavramı bizde ister istemez, içinde "ti yatro" kelimesi yer aldığı için, oyuncu luk ağırlıklı, belli bir öyküyü ya da tema yı anlatmaya yönelik daha farklı formla rı çağırıştırıyor. The Kosh'un yönetmeni Michael Merwitzer ise, dans tiyatrosu nu şöyle tanımlıyor: "Bizim için dans ti yatrosu dansın hikâyeler anlatması, in sanlarla bu yollu ilişkiye geçerek, sah nede dansın anlatılanların çok geniş bir seyirci kitlesine ulaşması anlamına geli yor. Popüler dans formlarını alarak, on lara daha artistik ve estetik bir forma ve
46
dansı herkes tarafından "içine girilebilir, anlaşılabilir" bir biçime dönüştürmek belki de. Seçkinci ve bir tür burjuva aktivitiesi olmasını engellemek." Merwitzer'ın tanımında ortaya çıkan öykülemeye dayalı dans tiyatrosu, bu du rumda oyuncu/dansçı kavramına da farklılık getiriyor. Bu tür bir gösteri için de yer alan sanatçı hem oyuncu, hem dansçı, hem akrobat, hem şarkıcı olarak karşımıza çıkıyor ve "Nesli Tükenmekte Olan Türler"de hepimizi büyülüyor. Ça lışmalarında çok sayıda sahne formunu iç içe geçiren toplulukta genellikle dansı başka sanat formları ile birleştirmek is teyen darıcılar yer alıyor. Topluluk için teknik çok önemli ama her şey sadece tekniğe bağlı değil. Belki de The Kosh, bugüne kadar karşılaştığımız ve "dans tiyatrosu" dendiğinde bizde uyanan im gelere gerçekten tümüyle uyan bir top luluk. Söyleşi sonrası sanatçıların sade ce ısınmadan oluşan provalarını izleme fırsatı buldum. "Nesli Tükenmekte Olan Türler"de sahneye çıkan Sian Williams ve Mark Hopkins yaklaşık iki saat bo yunca sürdürdüler ısınmalarını. Vücu dun belli bölgelerini ısıtan hereketlerden, step dansına, dengeden, esneme ye, akrobatik hareketlere kadar çok sa yıda bölümden oluşan bir ısınma çalış ması. Başlangıçta herkesin bildiği basit vücut egzersizleri. Ve sonra giderek zor laşan, sizi hayrete düşüren hareketler. Bu çalışma, sahneye konan gösteri hak kında da ip uçlarını veriyordu ister iste mez. Çok sayıda sahne formunu ve gösteri sanatını kullanan The Kosh için çıkış noktasını dil oluşturuyor. Dilin dans ve
hatta akrobatik hareketler kadar büyük bir önemi var onlar için. Topluluk öncelikle sahnelemek istediği metin üzerinde karar veriyor ve çalışmalar bu metin üzerinden başlıyor. Merwitzer çalışmalarını özetlerken şunları söylüyor: "Genellikle sahnelemeyi düşündüğümüz metin üzerinde yaklaşık 2 saat çalışıyoruz. Daha sonra metnin bizde yarattığı düşün leri tartışıyoruz ve metni fiziksel olarak anlamaya çalışıyoruz. Her şeyi belli çizgilerle sınırlamıyoruz. Yani önce dans çalışalım, sonra oyunculuk gibi... Her şey birbiri içine geçiyor, birbiriyle ilişkiye giriyor. Bir oyunu nasıl geliştireceğimizi keşfetmeye çalışıyoruz. Bunun için de iIk olarak metne ya da dilin ritmine bakıyoruz. Dilin bizde oluşturduğu imgelere bakabiliyoruz. Ya da tam tersi oluyor. Metne bakar bakmaz ilk önce hareket aklımıza gelebiliyor.
cy a
The Kosh, gösterilerinde genellikle bir hikâye anlatmayı hedefliyor. Bunun için de ayrıntılı bir dramaturji çalışması yapı yorlar. Topluluk için önemli olan sahne deki gösterinin fiziksel olarak nasıl gö ründüğü değil, sahnede sundukları gös teri ile anlatmak istedikleri. "Nesli Tü kenmekte Olan Türler"de geleneksel ka bare, vodvil, müzikhol formları kullanıl mış. 1920'li 301u, 40'lı yıllarda yaygın olan geneleksel formlardan yararlanıl mış. The Kosh'un repertuarında 1,5 sa at süren ve baştan sona bir öykünün anlatıldığı ya da 7,8 kişinin rol aldığı ve hüzünlü öykülerin anlatıldığı gösteriler bulunuyor.
pe
rinde çalışıyoruz. Kabare türü yeni bir oyun. Ama bu beni açıkçası çok fazla da ilgilendirmiyor. Çünkü izleyici özel bir şeyler izlemek için para ödüyor. Sahnedekilerle daha yakın bir ilişki kurmak için değil. Bu bence tamamen çelişki içine düşmüş politik bir burjuva teorisi. Önemli olan, seyircinin gördüklerinden hoşnut kalması ve sahnedekiyle arasın da bir ilişki kurulduğunu düşünmesi, yabancılaştığını değil. Aradaki bu duvarın nedeni sahnede gördüklerinin kendi ya şamlarından uzak olması, popüler eğ lence tarzından farklı olması. İzleyici ile sahnede izledikleri arasındaki en önemli engel, yapılanın seçkinci bir sanat olma sı."
Son yıllarda izleyici ve sahne arasındaki ilişkiye yönelik farklı yaklaşımlar söz ko nusu. Çok sayıda tiyatro grubu, izleyici ve sahne arasındaki "duvar"ı kırmaya yönelik olarak değişik çalışmalar yapı yor. Yönetmen Michael Mervvitzer'ın iz leyici/sahne ilişkisi konusunda ileri sür düğü görüşleri de oldukça ilginç: "Seyir ci bizim için çok önemli. Ne yapıyorsak onlar için yapıyoruz. Çünkü sahne üzerinde yer alan formlar bu şekilde gelişiyor. Yani seyirci ve sahne üzerinde ki sanatçıyla kurulan ilişkiyle. Çünkü sahne formlarını teorik olarak geliştiremezsiniz. Bunu yapmak istiyorsanız sü rekli olarak kendi kendinize sahne üze rindeki formları izleyen izleyici hakkında sorular sormanız gerekiyor. Şu anda bu "duvar"ı kırmaya çalışan bir oyun üze-
The Kosh sahneye koyduğu gösterilerin de dansı daha anlaşılabilir ve popüler kılmaya ve dans konusunda bugüne ka dar geliştirilen seçkinci tavrı kırmaya ça lışıyor. Bu nedenle de geleneksel dans formlarını, ki bunun içinde klasik bale de yer alıyor, izleyici açısından ulaşılabilir ve anlaşılabilir hale getirme doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyor. Topluluk bir gösteriyi sahne üzerine çıkarmak için 10 ya da 11 hafta çalışıyor. Provalar haftada beş ya da altı gün, günde yaklaşık altı saat sürüyor.
Bu yoğun çalışma temposunun sonun da gösteri sahne üzerine çıkmaya hazır hale geliyor. Beş sahneden oluşan "Nesli Tükenmek te Olan Türler"de, biri erkek diğeri kadın iki sanatçının bir turneyle baş layan sahne yaşamları anlatılıyor. Popüler olmak ve kendilerini izleyiciye beğendirmek için her türlü sahne for munu deneyen iki sanatçının öyküsü komik bir biçimde sahneleniyor. Müzikallerden baleye, vantrolog gös terisinden akrobasiye kadar her türü sahne üzerinde görmek mümkün. Erkek dansçıların genellikle balerinleri destek leyen ve taşıyan dansçılar olarak sahne üzerinde yer aldığı klasik balenin komik bir eleştirisi sunuluyor. Dansın giderek izlenmeyen bir sahne formu haline gel mesi, sahne üzerinde yer alan sanat çıların umutsuzluklarıyla dile geliyor. The Kosh, sahne üzerine koyduğu gös terilerle hedeflediği popülerliği yakalamayı başarmış. Michael Merwitzer'in de dediği gibi, dans anlaşılabilir ve ulaşılabilir bir forma bürünebilmiş. The Kosh sunduğu gösteriyle dans tiyat rosunun önemli bir temsilcisi olduğunu kanıtladı
47
SÖYLEŞİ yani seksist bir çizgi görüldü ğü için bugün bunun ne anla mı olabilir diye düşündüm. Ama karşılık olarak hemen şu geldi. "Ben bunu hic yapma yayım" dediğiniz zaman "Ben Shakespeare'i yapmayayım" demiş oluyorsunuz. Yani Sha kespeare'i beğenmemiş, bir kenara itmiş olursunuz. Mes leğine saygısı olan, kendini profesyonel sayan bir insanın bunu söylemeye hakkı yok. Kendi kendime sormak duru munda kaldım ve bunun çok ciddi bir sınav olduğunu düşü nerek yapmaya karar verdim. Belki de orada çıktı oyunu fe minist, kadınlardan yana bir çizgiye oturtma kararı.
tiyorsanız, bunu aydın bir kişi olarak kendi sorumluluklarımı zın içinde, onlarla çelişmeyen biçimde yapmak zorundasınız diye düşünüyorum. Hatta bu nedenle hiç yapmayabilirsiniz de o oyunu. Yani aslında bü yük sınav da orada ortaya çıkı yor. Shakespeare'i sahneye koyduğunuzda karşınıza cin ler, periler ortaya çıkıyor. Macbeth'i sahneye koyuyorsa nız 21'inci yüzyıla yaklaşan Türkiye'de bir aydın olarak kendinize şu soruyu sormak zorundasınız. Cadılar var mı? Biliciler var mı? Bu cadılar tüm geleceği görüyor ve söylüyor, tüm söyledikleri de doğru çıkı yor. Türkiye'nin batıl inaçlar bakımından bazı sorunlar ya-
Müjdat
Sönmez
pe cy a
Yücel Erten ile Shakespeare Üzerine İsterseniz önce sahnelediğiniz Shakespeare oyunlarıyla baş layalım. 1985'te "Hırçın Kız", 1993'te ise "Bahar Noktası". Her ikisi de Ankara Devlet Tiyatrosu'nda.
"Bahar Noktası"nı iki kere yaptım. İlk önce Adana'da. 1991 miydi acaba? Şu anda tam olarak hatırlamıyorum. Ankara'daki bir bakıma röpriz oluyor ama ana hatlarıyla ay nıydı. Bir bakıma da röpriz de ğil, çünkü oyunun tabiatı, ekip, geçen zaman... Biraz başka taraflara götürüyor oyunu her defasında. Basında Adana 'daki yapımla ilgili herhangi bir haber, yo rum bulamadım. Bulduklarım hep Ankara'dakilerle ilgili. Evet, yerel haberlerden ibaret kaldı sanırım. Adana'da izle yip de eleştiri yazan kimse ol madı.
48
Bir yönetmen olarak, Shakes peare oyunlarını yönetmekle bir başka yazarın oyununu yönetmek arasında bir fark görüyor musunuz? Bir Sha kespeare oyunu yönetmek yönetmene ne gibi artılar ek siler, fazladan sorumluluklar getiriyor?
Bir Shakespeare oyunu yö netmeye yeltenmek ciddi bir sınava soyunmak demek olu yor bir yönetmen için. Benim huyum değildir ama yönet men sonuçta yazar şöyleydi, sahne böyleydi, oyunculuk böyleydi gibi birtakım bahane lerin ardına sığınabilir. Fakat Shakespeare'le karşı karşıya kaldığınız zaman öyle bir ihti maliniz yok. Şöyle somutlayayım. Bana Hırçın Kız'ı yapma mı genel müdürlüğü döne minde Turgut Özakman öner mişti. Şöyle bir an duraksadım, Hırçın Kız hiç o güne ka dar düşündüğüm, hayal etti ğim, gönlümde besleyip bü yüttüğüm bir şey değildi. "Şimdi nerenden çıktı bu, niye yapayım" sorusunu doğal ola rak kendi kendime sordum. Hele ilk bakışta anti-feminist,
Oyununuzun çok başarılı ve çok tartışılan bir final sahnesi vardı. Hatta bu tartışmalar yurtdışına da taştı. Türki ye'den Zeynep Oral'ın katıldı ğı uluslararası bir seminerde yorumunuzdan bahsedildi. Shakespeare Seksist midir? Başlıklı bir seminerdi sanıyo rum.
Shakespeare Hâlâ Çağdaşımız mı? Genel başlıklı bir dizi se minerin bir tanesiydi. Zeynep Hanım bu seminerde Türki ye'deki Shakespeare yapımla rı hakkında genel bir bilgi ver dikten sonra sizin oyununu zun finalinden söz ettiğini ve bunun orada çok büyük bir il gi uyandırdığını söyledi bana. Sahi, nereden geldi aklınıza böyle bir final? Bir Shakespeare yapıyorsanız, onun sorumluluğunu taşıya caksınız. Şu ya da bu nedenle, hatta bazen kestiremediğiniz nedenlerle yaşadığımız çağa yaşadığımız güne topluma iv me vermekten uzak bazı dü ğümler, bazı sorunlarla karşı laşabilir insan. Bir oyun yöne-
şadığı ortada. Batıl inançlara çok açık ve bu inançların, bili min ışığında yeteri kadar ay dınlanmadığı bir ortamda böyle birşeye yeltendiğiniz za man o sorumlulukla yüz yüzesiniz. A evet, ne yapayım Shakespeare öyle yazmış, demek ki cadılar vardır, bunlar gele ceği görürler ve söyledikleri de çıkar gibi bir yaklaşım ay dınca bir yaklaşımın gerisinde durmak demek bence. Bu duruma bir çözüm bulmak zo rundasınız. Bu sorumluluğu üzerinden atarak sahneleyemezsiniz oyunu. Shakespeare oldukça ciddi sorular, sorunlar koyar önünüze. Bu niteliğiyle de huysuz bir at Shakespe are. Öyle her biniciyi üzerinde tutmuyor. Kısa sürede üzerin den atabiliyor. Onu bir oyun boyu zaptedebilmek, o ilişkiyi kurabilmek ise çok zor. Bu sadece bizde değil. Her yerde böyle zor. Onun için Shakes peare yönetmek çok daha ciddi bir sınav olmuştur benim için. Türkiye'de özellikle ödenekli tiyatrolar haricinde Shakespe are oynamak mümkün değil.
Gerçek Shakespeare şudur, sahici olanı, doğru olanı bu dur diyebileceğimiz bir mode lin var olmadığını unutmadan şunu söylemek mümkün. Her sahneleniş aslında bir yeniden okumadır. Bir bakıma yeni den bir yerlere çekme, bir eğip bükme işlemidir. Bu iddi aları taşımasa da öyledir. Ta bii burada bunu bükerken kır mak da mümkündür. Bunun elastikiyetini göze almadan büküyorum derseniz kırabilir siniz. Galiba bu konuda alına bilecek ölçü, bükeyim derken kırılmış mı, yoksa kendi es nekliği içinde mi kalmış oldu ğuna bakmaktır. Bu sorudan yola çıkarak sorunuzun yanıtı nı bulabirisiniz. Örneğin sizin Bahar Noktası çalışmanızda oldukça ilginç bir durum var. Can Yücel Shakespeare'in Bir Yaz Gece si Rüyasi'nı kendi anlayışı doğrultusunda çevirmiş ve sonuç Can Yücel'in Bahar Noktası olmuş, siz de bunu biraz daha ileri götürmüşsü nüz. Bunlar çok güzel. Ama bir seyirci olarak oraya gelip de gerçekten tat alabilmek için metnin orjinalini ve nere den nereye geldiğini bilmek gerekmiyor mu? Yani seyirci nin altyapısı olması gerektiği ni mi varsayıyorsunuz oyunu yönetirken, yoksa seyirci orji nalini bilmese de zevk alabi lir mi sizce ?
Türk tiyatrosunda yapılan Shakespeare oyunlarını ince lediğimizde şöyle bir sonuç göze çarpıyor. 60'lara 70'lere kadar hep o bahsettiğiniz klasik anlaşıla da olsa Shakes peare her zaman gündemde olmuş, ama özellikle 80'den sonra Shakespeare'e pek rağ bet edilmemiş. Ödenekli ti yatrolarda Shakespeare oyunları eskisi kadar yer al mamaya başlamış. Son yıllar da ise sayıları çok fazla olma makla beraber Shakespeare yorumları bir Shakespeare metninden çok yönetmenin metni gibi. Bu yapımlarda yö netmenlerin oyunları kendi ti yatro anlayışında kotardığı görülüyor. Durum böyle olun ca da sormak gerekiyor. Shakespeare'le pek tanışık olma yan bir seyirci kuşağına yö netmenin anlayışıyla yoğrul muş bir yapımla çıktığınızda yapılan ne kadar Shakespe are oyunu oluyor? Özellikle bu son birkaç yılda yapılan lar? Müge Gürman 'ın, Kenan Işık'ın, Işıl Kasapoğlu'nun yo rumları hepsi yenilikler içeren yapımlardı, ama sizce bunlar ne kadar Shakespeare?
pe cy
Sanıyorum. Türkiye'deki Shakespeare yaklaşımı, Avrupa'daki romantik dönemin et kisinde kalmış olan Shakespeare anlayışının bir gölgesi, hatta suyunun suyu... Avru pa'da son otuz yılda bu yakla şımın ciddi bir şeklide irdelen diğini ve başka arayışlara giril diğini görüyoruz. Ancak, o arayış Türkiye'ye çok geç yan sımıştır, belki de henüz yansı mamıştır. Romantikler Shakespeare'i öyle gördüler diye Shakespeare'in öyle olduğu nu iddia etmek mümkün de ğil. Zaman zaman şöyle itiraz lara rastlıyoruz. Önce bir kla siğini yapalım da ondan son ra modern arayışlara girelim. Bunun saçma bir görüş oldu ğunu hemen kestirmek hiç de zor değil. Bugün video kaydı yok ki Shakespeare dönemin de, Elizabeth çağında nasıl yapıldığını, nasıl sahnelendiği ni görelim bakalım da ona göre kıyaslamaya gidelim. Or tada kırık dökük bilgiler var ancak tahminler yürütmek mümkün değil. Üstelik bunu çok iyi kestirip çok iyi anlasa nız bile yapacağınız şey ancak bir rekonstrüksiyon olabilir. Belki o da değerlidir. O gü nün tiyatrosu gibi tiyatro bi nası yapsak, çatısı açık olsa yahut yiyecek içecek fındık fıstık da satılsa, yani bu koşul-
ları yeniden kursak ve o ko şullar atındaki bir Shakespe are yapıtıyla yüz yüze gelsek bu belki ilginç bir şey olabilir. Ama bu arkeolojik anlamda il ginç olur. Shakespeare sade ce böyle yapılabilir demek mümkün değil. Hele hele Av rupa'yı etkilemiş olan, uzun süre yaygın anlayış olarak kal mış olan Romantik Shakespe are yaklaşımının bizde daha sulandırılmış bir şekilde uza masını bir dayanak olarak, bir ölçü, bir mihenk olarak kabul etmek hiç mümkün değil. Onun için Shakespeare'e boş bir sayfa gibi yaklaşmak ve içinde bulunduğumuz çağ dan, bu toplumun koşulların dan, sorunlarından yola çıka rak, bir aydın olmanın so rumluluğunu da buna ekleye rek bir çözüm aramak gerekir diye düşünüyorum.
a
Ödenekli tiyatrolarda da ka lıplaşmış bir Shakespeare an latımı var. Yönetmenlik adı na, oyunculuk adına bu kalıp lar hâlâ kırılmış değil. Konser vatuarın kurulduğu ilk yıllar da alışılageldiği üzere Sha kespeare sahneleme anlayışı devam ediyor. Sizin yorumu nuzda benim en çok hoşuma giden nokta da buydu. Alışılageldik Shakespeare oyunla rından çok farklıydı. Her şey dengeli bir biçimde güncel leştirilmişti. Kostümler dö nem kostümüydü örneğin ama sahne tasarımı konstrüksiyon ağırlıklıydı. Canlı heykel ler, havuzlar... Bunlar sizden önce yapılmamıştı galiba ?
Bilirse daha çok tat alır. Bildi ği bir dünyanın, okuyup sey rederek doymuş olduğu bir dünyanın başka bir yerlere ta şınma gayretini görerek ala cağı tat. Keyif daha fazla olur. Ama Shakespeare'in Bir Yaz Gecesi Rüyasi'nı hiç izle memiş, okumamış hatta adını bile duymamış bir seyircinin de Bahar Noktası'ndan keyif alacağı çok açık. Burada bir çeviri değil de bir adaptasyon söz konusu. Bir günah mı işleniyor? Bence
hayır. Shakespeare'in Bir Yaz Gecesi Rüyası'nda olay eski Atina'da geçer sözüm ona. Ama biliyorum ki Shakespe are döneminde sahnedeki Ro malı halk Jül Ceasar dönemin deki gibi giyinmiyordu. İngiliz ler o sırada nasıl tasarlıyorsa, nasıl bir estetik tercih içinde geziniyorsa o biçimde yapılı yordu. Bu tür anakronizmalar her yerde var. Olay Atina'da geçiyor diye oradaki delikanlı lara plili etekler, sandaletler giydirmenin Shakespeare'e ne kadar katkısı olur, bu tartı şılabilir. Durum böyle olunca Can Yücel bir taşıma yapmış. Bence çok da başarılı yapmış. Biraz Osmanlı döneminin levanten sularında gezinerek o dünyayı büyük bir tutarlılıkla, büyük bir zenginlikle başka bir ortama taşımış. Biz sahne leyişimizde bunu daha da ileri götürdük. Bu taşıma girişim leri de ilginçtir. Tiyatronun bi rim noktası olarak bunlar ka lacak. Karşı çıkılmaması gere ken şeyler. Örneğin sanıyo rum geçen sene İngiltere'de bir festival düzenlenmiş. Festi valin başlığı Sizin Shakespe are. Onların yaptığına benzer bir biçimde sınavlarını verme ye kalkanları değil, kendince başka arayışlara girenleri, bu tartışmaya yeltenenleri davet eden bir festivaldi bu. Yazık ki ülkemizde bu konulara çok duyarsız kalındığını görü yoruz. Bahar Noktası'nın böy le bir festivale taşınması ger çekten orada Hırçın Kız'ın başlattığı tartışmaların ötesin de birtakım tartışmalara yol açabilirdi, bu da herhalde Türk tiyatrosu için yararlı bir şey olurdu. Bugün artık Batı'da belli nirengi noktaları alarak bunlara göre not ver me anlayışından gerçekten uzaklaşılmıştır. Her tiyatro metni sahneye çıkıncaya ka dar metin olmaktan ileri git meyen bir şeydir. Sahneye çıktığı zaman türevleri başgösterir. Kâğıt üzerindeki her oyun A ise, onun sahnelenişleri A 1 , A2, A3 gibi sonsuza 49
Moda olarak inanmıyorum. "Ne dereceye kadar belli şab lonlara oturtulmuş acaba" so rusuyla bakarım. Ola ki birileri çıkar, alışkın olduğumuz tarz da o estetik tercihlerle öyle bir sahneleyiş gerçekleştirir ki, bunun da bize çok şey söyle diğini, derimizin altına kadar girebileceğini görürüz. Bunda da çekinecek, sakınacak bir şey yoktur. Bu da iyidir, ama bunların tabii bazı oluşmuş kalıplar, şablonlar olup olma dığını çok iyi düşünmek lâ zım. Şimdi şöyle bir örnek ve reyim. Kral Lear'da Gloucester'in gözlerini oyarlar ya... Hani geleneksel olarak kan torbalarının kullanıldığı, oyun cunun arkasını dönüp öteki nin gözünü çıkarıyor gibi ya parak kan torbalarını orada patlatarak yüzünü gözünü kana bulayarak bir dehşet iz leniminin ulaştırıldığı bir sah nedir. İyi güzel hoş, pekâlâ da böyle yapılabilir. Çok sık da böyle yapılıyor. Şimdi yö netmenini hatırlamıyorum ama yurtdışında gördüğüm bir sahneyişte sahnenin şöyle çözümlendiğini gördüm. Glocester'ı ameliyat masası gibi bir masaya yatırdılar, başucuna fabrikadan çıkmış gibi yus yuvarlak küçük ve kırmızı do mateslerden iki tane koydu lar. Sonra başucunda o do matesleri ikiye kestiler.
orada bilmem ne kadar doğal kan kullanmaktan çok daha etkileyici, vurucu, insanın de risinin altına kadar işleyen bir çözümdü. İşte bu tip çözüm ler, giderek ya da gitmeyerek buluşmak, kucaklaşmak, hak kını vermek ve onu seyirciyle de kucaklaştırmak gibi sorun ların etrafında dolaşıyoruz hep. Yine de yüzde yüz yargı larla bir şey söylemiyorum. Şimdi en temel sorulardan bi rine dönmek istiyorum. Çağ daş tiyatroda, yirminci yüzyıl seyircisine seslenen yapımlara imza atan bir yönetmen ola rak "çağdaş bir metin"den, ya da "bir metnin çağdaşlaştırılması"ndan ne anlıyorsu nuz? "Çağdaş" kavramı size ne ifade ediyor? Bir yapıtın köklerinde çağımı za, dünyamıza, toplulumuza uzanabilen damarlar var ise, bir kere ortada çok yaşayan, çağdaş bir yapıtla karşı karşı ya olduğumuz gerçeği var de mektir. Yapılacak işlem, anjio mu derler ona, bu damarların açılmasıdır. Buradan iyi bir ile tişim, iyi bir dolaşım sağlan masıdır. Yani yapıt bunu özünde taşıyor olabilir, ama bu yolu açmakta başarısız kalınabilir. Yapıtın kökenindeki şeyler buna çok elvermiyor gibi görünebilir. Ama o yolları aşmaktaki ustalık orada ön sı raya çıkabilir, sahneleyişi da ha değerli kılabilir. Çağdaşlık ya da yaşayan öz olarak dile getirmek istiyorum ben. Bu nun temel ölçütü nedir? Be nim için şudur. Bir sanatçı olarak milyonlarca yıllık tari hin içinde bir birey olarak, ama bir sanatçı, bir aydın olarak o günkü tarihte dünya nın ve yurdunuzun neresinde duruyorsunuz? Bu noktada insanlara, olaylara, tarihe na sıl bakıyorsunuz ve hayatınızı sanatınızla yürüttüğünüze gö re orada sanatınızla dünyaya ne kadar müdahale ediyorsu nuz? Sanat nedir? Sanat insa noğlunun dünyayı yeniden
pe cy
Broşürdeki Dostumuz Shakespeare yazınızda çok hoşu ma giden bir cümleniz var. "Dostumuz Shakespeare yo rumlardan yorulmaz" demiş siniz. Gerçekten çok güzel bir ifade bu, ama bu Shakespeare'e Shakespeare'in kastet mediği anlamlar yükleme ris kini de getirmiyor mu? Yani asıl kaynaktan uzaklaşmış ol muyor muyuz? Shakespeare'i modern seyirciyle buluşturabilmek için yönetmene düşen tek yol Shakespeare'e ihanet etmek mi? Onun özüne ula şabilmek için Shakespeare'in biçimini kırmak gibi bir zo runluluk var mı?
Peki geleneksel anlamda bir Shakespeare oyunu sahneye koymak görkemli dekorlar, görkemli kostümler ve Sha kespeare'in gerektirdiği ya da gerektirdiğine inanılan oyun culuk anlayışıyla kotarılmış bir Shakespeare oyunu sah neye getirmek günümüz se yircisine ne kadar hitap eder? Sizce böyle bir prodüksiyo nun canlı doğma ihtimali var mı, yoksa artık modası geçti diye mi düşünüyorsunuz?
a
kadar giden yeniden üretim leridir. Ama hiçbiri A değildir. A, oyunun henüz sahnede hayat bulmamış olanıdır. Bu açıdan bakıldığı zaman o tür şeylerden yılmamak gerek. Ama hemen şunu da ekleye yim, örneğin Can Yücel'in Ba har Noktası'nda olağanüstü bir zenginlik, olağanüstü bir duyarlılıkla yapmış olduğu ta şıma işleminin Hamlet çeviri sinde, ya da Hamlet'i Türkçe söyleme girişiminde diyelim, yeteri kadar gerçekleşmediği ni düşünüyorum. Orada du raklar ve düşünürüm.
Hayır. Hiçbirisi için zorunluluk yok. Bu tür girişimlerin de ba şarısızlığa uğrasa bile zararı olmadığını düşünüyorum. Ya ni Shakespeare'i yanlış ya da kötü sahmelemekle, yahut Shakespeare'e haksızlık etmiş olmakla bir felâkete neden ol muş olmuyorsunuz. Sonuç olarak zaten bu konuda ye tişmiş ve birikimli insanların oluşturduğu halka veyahutta örgü, bunun yanı sıra seyirci nin tutumu orada bir yargı koyuyor ortaya. Yani sonuç olarak yanlış ve kötü bir şeyi çok iyi satabilmeniz de pek mümkün değil. Bir anlamda gidip gidip bir duvara çarpı yor bu girişimler. Yapılabilir ama bir felaket değildir kısa cası. 50
Çok parlak bir buluş... Gloucester'in feryatlarıyla bu göz çıkarma işlemi, belki de
yaratma, dünyaya çeki düzen verme çabasıdır. Bu yeniden yaratma işini bir aydının so rumluluğu ile ama kendi mesliğinizin, sanatınızın sorumlu luğu ile bağdaştırıarak ne de receye kadar yapabiliyorsanız o kadar çağdaşsınız. Onun dışında frak yahut smokin giydirmiş olmak, yahut kılık kıyafeti daha yakın bir döne me çekmiş olmak, kendi başı na dayanakları olmadan birta kım modern girişimler, mizan senler falan koymak aslında modern olmaya yetmeyebilir. Yani sadece biçimsel kaygılar modern olmaya yetmiyor di yorsunuz. Evet, ona ben moderncilik di yorum. Bir modern olan var dır, bir de modern olmaya de belenen, çabalama kaptan bi çiminde moderncilik oynayan vardır. Peki, burada hemen bir pa rantez açmak istiyorum. Türk tiyatrosunda seyrettiğimiz yo rumlar içinde bu niteliklere sahip yorumlar hangileri? Şunu söylemeliyim. Baskın olan, egemen olan modernci lik. Gerçek anlamda bu çağ daş, bu yaşayan, bu modern, bu aradaki bilmemkaç yüzyılı aşarak günümüze köprü ku ran bir sahneleyiş, bir uygula ma diyebildiğimi pek hatırla mıyorum. Yahut da seyrektir. Yazık ki, genel eğilimin işin kabuğuna, dışına ve satışına yönelik bir moderncilik düzle minde kaldığını görüyorum genelde. O zaman, yapımlar düzeyin de biraz karamsar olduğunu zu söyleyebilir miyiz? Evet. Ama bunu ille de ka ramsarlık sözcüğü ile mi ifade etmek gerekir bilmiyorum, çünkü o da bir gelişmedir, bir atılımdır, bir arayıştır. Ama yeteri kadar olgunlaşmamış olduğunu düşünüyorum bu
Muhtemelen sıra gelmediği için. Çünkü ben Shakespeare'in tarihsel oyunlarının da o süzme işlemi yahut o köprü kurma işlemi, yahut kanalları açma işlemi gerçekleştirildiği zaman çok şey söyleyebilece ğini düşünüyorum. Ama gali ba zaten daha Türkiye'de bü tün oyunları oynanmadı bile. Hayır, pek çoğu oynanmadı. Şunu da doğal karşılıyorum. Bir repertuar kurarken yahut oyun seçerken tercihler biraz daha iyi, biraz daha rahat ile tişim kurabilecek oyunlara
Evet. Ben bugüne kadar iyi bir Kısasa Kısas çevirisi olma yışından bugüne kadar yeltenmedim. Yoksa Kısasa Kısas'ın çok şey söyleyebileceği ni düşünüyorum. Ta otuzlu yıllarda mı ne, Şehir Tiyatroları'nda bir oynanmış...
a
pe
Türkiye'de oynanan Shakespeare oyunlarına baktığımız da bazı oyunların hiç oynan madığını görüyoruz. Özellikle tarihsel oyunların. Örneğin III. Richard'ın dünyada, dün ya genelinde çok önemsen mesi ve sahnelenmesine rağ men Türkiye'de hiç denen mediğini gördüm. Sizce bu, Shakespeare'in tarihsel oyun larının Türk toplumuna söyle yecek bir şeyi olmadığından mı, yoksa buna henüz sıra gelmediği için mi?
doğru yönelmiştir. Bir süre daha da sanırım öyle olacak tır. Bir anda yirmi tane Shakespeare prodüksiyonunun olduğu bir Türkiye'yi düşün düğünüz zaman orada doğal olarak o piyeslere de yönelen insanlar olacaktır, ama bu günkü seyreklikte rahat ileti şim kurabilecek, biraz da ta nınmış, albenisi hemen kendi ni gösteren oyunların seçilme si de normal geliyor.
cy
girişimin.
Türkiye'de sahnelenen Shakespeare oyunlarında özellik le Cumhuriyet öncesinde Otello ön plana çıkıyor. Daha sonra Muhsin Ertuğrul'un Hamlet'e olan özel ilgisinin etkisiyle Hamlet, daha sonra yine sıkça sahnelenen 12. Gece, Kral Lear, Macbeth ve Bir Yaz Gecesi Rüyası var. Bunların dışına pek fazla çıkılmamış. Sizin peki, şu anda dünyanın ve Türkiye'nin ko şullarını gözönüne alarak "şu oyunu oynamanın tam zama nı" dediğiniz bir oyun var mı? Örneğin Kısasa Kısas var.
Onu bu yıl Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nda Işıl Kasapoğlu yaptı.
1935'te oynanmış.
Evet. Ama o bugün için çok aşınmış bir çeviri. Daha sonra galiba...
1975'te de Ali Taygun yap mış. Evet, Ali Taygun'un bir yoru mu var. Ama o adapte etmiş. Peki Türk tiyatrosunda Shakespe are'in yerini nasıl değerlendi riyorsunuz? Shakespeare'in diğer toplumlardan farklı ola rak Türk toplumuna verebile ceği bir şeyler var mı sizce? Ya da şöye sorayım. Shakespeare'i Türk toplumuna su narken ona yerel birşeyler ka tılması gerektiğini düşünür müsünüz? Şimdi şöyle. Bunu birkaç kat
manda ele almak lazım. Ben bir kere Shakespeare gibi dünya literatürünün belki de en başında gelen bir büyük ti yatro dehasının Türkiye'de ne kadar çok oynanırsa o kadar yararlı olacağını düşünüyo rum. Son yılların gelişmeleri Türk toplumunu seyirci olarak biraz kolaycılığa itti. Belki de kasıtlı olarak topluma sunu lan ya da toplumu kuşatan yüzeysel, basit, ucuz birtakım ürünler buradaki ölçüsünü, lezzet ölçüsünü biraz aşağıya doğru çekti. Oysa sanat, tü keticisinden de biraz emek is ter. Sanat bir çaba, emek is ter, düşünmek insanın başını ağrıtır. Sanat, bu anlamda çok ucuz, basit, yüzeysel he men üretiliveren ve hemen tüketiliveren bir şey olamamalıdır. Türk toplumunun böyle bir yozluğu, böyle bir çöle, kalitesizliğe, düzeysizliğe itilmesinin karşısında Sha kespeare ve benzerleri ne ka dar oynansa yararlıdır diye düşünüyorum. Shakespeare tabii, bir başka katmanda da çok yararlıdır. Tiyatroyu, sesi ni ve kendini sahnede anlam sız bir şekilde gezdirmek diye algılayan tiyatrocularımız var. Onların bu huysuz ata binme 51
İstanbul'da 1994 yılında bir Shakespeare buluşması yapıl dı ve buna siz de "Bahar Nok tası" ile katıldınız yanılmıyor sam. O buluşmada izlediğiniz oyunlar ve düzenlenen semi ner hakkında genel bir de ğerlendirme yaparsanız, olumlu muydu? Öyle şeyler hep olumlu ve ya rarlıdır. O buluşma şöyle bir prensibin içinde gerçekleşmiş ti, onu söylemeliyim. Devlet Tiyatrolarında kentler arasın da oyunlar yer değişirler. Ama Ankara'dan niçin falan ca oyun kalkıp İstanbul'a gi 52
dinlesin, öğrensinler" gibi bir tavır var. Bunu doğrusu hiç benimsemiyorum. Seyirci de tiyatronun en diri unsurların dan bir tanesidir. Orada in sanların düşüncelerini, eleş tirilerini dile getirebilme öz gürlüğünü tanımak gerekir. Evet yani bir seyircinin konuş ması konferansa dönüşürse orada uyarılabilir, denilir ki "belli ölçüler içinde anlatalım düşüncelerimizi" ama böyle bir tavır... "Biz biliyoruz, biz çıktık buraya, size ne oluyor, siz susun" denilecek bir tavrı ben benimsemiyorum doğ rusu. Bu anlamda ben yerine göre sertleşen tartışmaların yararlı olduğu düşüncesin deyim. Özüne, içeriğine gelecek olursak, benim için etrafında dolaşılan en önemli sorun şuydu. Shakespeare oyunlarına günümüz Türkiyesi'nden baktığımız zaman ne derece aydın sorumluluğu ile yaklaşıyoruz, karşımıza çıkardığı soruların yanıtlarını ne kadar sorumlulukla arıyoruz konusu bir. İki, bunu yaparken hangi estetik kategoriler içinde yapıyoruz? Yani orada ilginiç bir şeydi. Cevat Çapan başka bir biçim de söylemese şunu söy leyecektim. Burada söylemiş olayım. Herkes bir tarafı açık kaldığı zaman tuhaf tuhaf rüyalar görür. Herhangi bir süzgeçten geçirmeden bu rüyaları sahneye boca et tiğiniz zaman, bu modern bir sahneleyiş anlamına gelmez. Orada estetik kategorilerin de bu düşünceler doğrultusunda bir süzgeç işlevini görmesi gerekir. Seçimlerde, tercihler de dayanakların olması diye bir sorun vardır. "Benim içim den öyle geldi, ben öyle yap tım" bir sonuç değildir. İşte bana sorarsanız tartışmanın ilginç yanı bu konulara girmiş olmasıydı.
cy a
der? İstanbul'dan niçin filan ca oyun Ankara'ya gelir? Bu nun objektif bir ölçüsü yok tur. Genellikle de ya genel müdürün oyunu gider ya da baş rejisörün. Yahut genel müdür ve baş rejisörle çok iyi geçinen birinin oyunu gider. Bu da birtakım yakınmalara neden olmuştur hep. Yakın malar da haklıdır. Ben genel müdürlüğüm döneminde bu tür buluşmaların, bu tür yer değiştirmelerin belli bir düşünce, bir ilke doğrultusun da gerçekleşmesi gerektiğini düşündüm. O zaman da şöy le bir ilke koyduk. Tematik buluşmalar. Yani neydi? İz mir'de "Godot'yu Beklerken" sahnelenmişti. Bursa'da "Godot Geldi" sahnelenmişti. Ferhan Şensoy'dan da rica et tik "Güle Güle Godof'yu oy nar mısın diye, "Godot Gün leri" olarak üçünü bir mini festival gibi organize ettik. Efendim, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde değişik tiyatrolarımızdan kadın sorun larına eğilen piyesleri bir araya getirerek "Kadın Gün leri" adı altında bir mini şenlik düzenledik. Benzeri, ne yap tık... "Goldoni Günleri" dedik. Trabzon'da bir Goldoni'miz vardı, Ankara'da bir Gol doni'miz vardı, onları buluş turduk. Bu çerçevede bir de "Shakespeare Günleri" yap tık. Dört Shakespeare ürünü bir arada sunuldu. Genelde böyle girişimlerin yararlı ol duğunu düşünüyorum. Oradaki tartışmalara girecek olursak...
pe
leri, kendilerini orada sına maları, onun zorluklarıyla baş edebilmeleri bakımından önemlidir. Yani tiyatronun kendi içinde, kendi dinamik lerini geliştirmesi, sorunlar or taya koyması, tiyatro sanatçı larını bileylemesi, tazelemesi bakımından önemlidir. Tabii ki, bir üçüncü katman da okullarımızda çok önemlidir. Zaman zaman öğretmenlik yaptığım için biliyorum. Bir Türk yazarının oyunundan bir sahneyi oynamak, yahut diya loglardan örülü modern pi yeslerden bir sahneyi oyna mak çok zor bir şey değil. Ço cuklar ekranda gördükleri bi risinin ifadelerine öykünerek bir dereceye kadar bunu başarabiliyorlar. Bir bakıyorsu nuz ki bir sınavda dokuz ta ne Al Pacino var, onbir tane de bilmemkim var. Ama ha di, Shakespeare dediğiniz za man yarım sayfalık bir bölü mün ne kadar zorlukla ilerlidiğini, onunla başetmenin, onunla yarışı birlikte götüre bilmenin ne kadar güç olduğru görüyorsunuz. O anlamda da çok verimli bir alandır Shakespeare. Peter Brook'un Boş Alan kitabının galiba son cümlesidir. "Geriye, Shakespeare'e doğru ileri!" der. Bu na tamamıyla katılıyorum. Shekespeare'e ne kadar başvursak o kadar yararlıdır diye düşünüyorum.
Galiba seyircilerden sert çıkış lar falan olmuş. Çok haklıdır. Ben hemen parantez içinde onu söy leyeyim. Genel olarak şöyle bir yanılgı içindeyiz. "Biz tiyat royu bilen üstatlar masanın etrafına lök gibi oturacağız, konuşacağız ama seyircilerin buna karşı çıkma, görüş belirtme hakları yoktur. Onlar bir kenarda suskun otursun,
Peki, son bir soru daha. Char les Marowitz'in Jan Kott ile yaptığı röportajda sorduğu son soruyu ben de size
sorayım. Shakespeare'in demode olduğu ya da günün gereklerine hitap etmediği bir gün gelecek mi, dersiniz? - Sanmıyorum. Hayır, san mıyorum. - Peki, çok teşekkürler. - Benim eklemek istediğim bir şey var. Türkiye'de tiyatro alanında, özellikle de ödenek li tiyatrolarımızda biraz acı bir durum yaşanıyor. Büyük çoğunluk bir şeyin taklidini yapıyor. Açıklayayım... Sanat çı olma, yahut tiyatrocu olma bir yaşama biçimidir. Ama bu yaşama biçimini seçtiğiniz zaman bazı özverilerde bulunmanız gerekir. Yeniden yeniden kendinizi sınava sok ma özverisini göstermeniz gerekir. Ama bugün büyük ölçüde bundan uzak tutumla karşı karşıyayız. Şöyle ki, pek çok insan tiyatrocu olmanın taklidini yapıyor. Bunlar tiyat rocu değiller, tiyatrocuymuş gibi yapıyorlar. Bu bir yerde yılgınlıktan doğabilir, bir yer de bıkkınlıktan doğabilir, memurlaşmadan doğabilir... Nedenleri çeşitli olabilir ama tiyatromuzun geleceği açısın dan beni üzen, düşündüren bir durum. Birileri rejisör tak lidi yapıyor, birileri oyuncu taklidi yapıyor, tiyatrocu tak lidi yapan ama gerçekte tiyat rocu olmayan insanlarla, dekorlar aksesuarlar gibi sah nede duran ve hayatını pek de eziklik duymadan bu rutin içinde geçiren insanlar çoğal dı. Bunu ciddi bir sorun olarak görüyorum, bu sorun her türlü sanatsal üretime yansıyor. Dönüp Türkiye'de yapılan Shakespeare'lere bak tığımız zaman da, tabii ki bu sorunun şemsiyesi altında bir takım sorunlarla karşılaşıyo ruz diye düşünüyorum©
PERDE ARASI Cemal
Kendi Hamlet'ini Yaratmak... Özellikle tiyatro oyunculuğu eğitimi almakta olan öğrencilere en çok yöneltilen sorulardan biri dir: "Nihayet bir oyuncu olabildiğimi ve oynayabildiğimi nasıl anlarım?" Bir kez sahneye çıkma fırsatını elde edenin nasılsa oynayacağı düşünüldüğünde, belki gereksiz bulunabilecek bir soru. Gelgelelim sorunu masaya yatırıp daha bir enine ve boyuna çözümleme ye koyulduğumuzda, örneğin yalnızca "verilen rolü oynamak" ile "rolünü yaratmak" arasında bir ayrım bulunup bulunmadığını irdelediğimizde, öğrencilerin sorusu da anlam kazanır. Profesyonel tiyatroda hem yönetmen, hem de oyuncu olarak otuz yılı aşkın deneyimi bulunan, İngiltere, Kuzey Amerika ve Avusturalya'daki eğitim kurumlarında oyunculuk ve yönetmenlik dersleri veren John Harrop, 1992'de kaleme aldığı "Acting" (Oyunculuk) adlı kitabının bir yerin de şöyle diyor: "Oyuncular bir bakıma elbet öykü anlatıcılarıdır; Eğer Homeros ve onu ortaçağ boyunca izleyenler gibi, yalnızca birer öykü anlatıcısı olsalardı, o zaman kendi kişilikleri adına konuşurlardı. Gelgelelim bizim tiyatromuzu yaratan olgu, yani öykü anlatma ile mim ritüelinin birleşmesi, öykü anlatabilme yetimizi de daha bir güç konuma soktu... Bugün bir oyuncu söze 'Ben' diye başladığında, söylemek istediği, 'Ben, yani kendim' değil, fakat 'Ben, Hamlet'ya da 'Ben, Blanche Du Bois'dır... Öte yandan oyuncu 'Canlandırdığım karakter olarak Ben' dediği zaman da izleyici o karakteri onun Ben'i aracılığıyla görür. Oyuncular nasıl oynarlarsa oynasınlar, kendilerini temsilin dışında tutamazlar, aksi takdirde ortada temsil diye bir şey kalmaz..."
a
Brecht'in oyuncuya yönelttiği: "Zaman zaman rolünün dışına çık ve ona dışardan bak!" tarzındaki istem de aslında yukarıdaki satırlarda dile gelenden farklı bir gerçeği vurgulamamaktadır. Oyuncunun başarısının özü, sahnedeki onsuz olunamaz kendi varlığına rağmen bir karak teri var edebilmesidir.
cy
Bu gerçeklerin ışığında oyuncu, örneğin Hamlet'], kendisinden tümüyle uzak bir kişilik karşısındaymış gibi taklit ettiği ölçüde değil, fakat kendi kişiliğinde yeniden var edebildiği, başka deyişle kendi Hamlet'ini yaratabildiği ölçüde iyi oynamış olacaktır. Bütün bunlar üzerinde derinliğine düşünmek, oyunculuğun neden ve ne kadar ciddi bir eğitim gerektirdiğini kendiliğinden aydınlığa kavuşturur. Demek ki oyuncu adayı, gerçekten oyuncu olmak istiyorsa eğer, önce genelde insan'ı, ardından bu genel temelinde kendi kimliğini ve nihayet bu ikilinin temelinde canlandıracağı karakteri iyi tanımak ve çözümlemek yükümlülüğüyle karşı karşıyadır. Eğitimi boyunca alacağı bütün teknik bilgileri bu yükümlülük üzerinde odaklaştıramayan bir oyuncu adayının sahnede karakterine ilişkin anlatabilecekleri, pek fazla olmayacaktır.
pe
Ahmet
Genelde insanı - üstelik toplumsal varoluş yanını da asla unutmaksızın! -bütün iniş ve çıkışlarıyla, tüm değişkenliğiyle anlamayı hedeflemeksizin kendi kimliği üzerinde yoğunlaşmak da işi çok eksik bırakacak bir tutumdur. Bu eksiklikle canlandıracağı karakteri kendinde var etmeye çalışanın elde edeceği tek sonuç, kendi kimliği bağlamındaki yanlış tanımaların kapsamına bir başka karakteri de sokmaktır.
Peki, eğitimini gerçekten ciddiye alan bir oyuncu adayı, bir oyunda bir rolü üstlendiğinde neyi yakalamayı hedefleyecektir? Bu konuda bir fikir edinebilmek için, çağımızın ünlü yönetmen lerinden Peter Brook'un oyun yazarına ilişkin söylediklerine kulak vermek aydınlatıcı olabilir; şöyle diyor Brook "Boş Uzam"da (The Empty Space, 1968): "Teorik olarak pek az insan bir oyun yazarı kadar özgürdür. O, bütün dünyayı sahnesine getirebilir. Oysa gerçekte oyun yazarı, son derece kısıtlanmıştır. Yaşamın bütününe bakar, fakat hepimiz gibi o da ancak küçücük bir frag man görebilir... ve bir ayrıntıya daha geniş bir yapının boyutlarını kazandırmaya çalışır... kendi gerçeğini, gerçekliğin bütünü kılmayı amaçlar..." Bir yanda yakaladığı bir ayrıntıyı gerçekliğin bütünü kılmak için karakterler oluşturan oyun yazarı, öte yanda o karakterleri kendi kimliğine rağmen kendinde var ederek bu gerçekliği hedeflemesi gereken oyuncu! Bu durumda kendi Hamlet'ini yaratmak, hiç kuşkusuz en acımasız hedeflerden biri oluyor... Ama başka türlü de: "Dünya bir sahnedir" diyebilmek, olası m ı ? 0 53
KİTAP
"EZİLENLERİN TİYATROSU ÜZERİNE BİRKAÇ NOT Salta
pe cy
a
Handan
Augusto Boal'in 1950'lerden bu yana bir karşı duruş içinde gerçekleştirdiği tiyatro çalışmaları bu karşı duruşu hem politik hem de sanatsal düzlemde gerçekleştirmiştir. Boal, Aristocu tiyatroya, burjuva tiyatrosuna ve bu tiyatroların ardındaki ideolojiye karşı çıkar. Her ikisinin de ıslahçı sistemlerin, izleyiciyi edilgen bir durumda bıraktığını, düşünsel bir etkinlikten bilinçli olarak uzak tuttuğunu savunur. Brecht'in 54
izleyiciye yüklediği yeni rolü benimser ve katılımcı bir tiyatroyu savunur. Ancak Boal, izleyiciyi Brecht gibi yalnızca düşünsel bir etkinliğin içine sokmaz. Boal'in izleyicisi fiziksel anlamda da dramatik aksiyonun bir parçası olmalıdır Tiyatroya bakış açısı ve farklı gruplarla yaptığı çalışmalarla yaratıcı drama . alanında önemli bir isim olduğu kabul edilen Augusto Boal'in "Ezilenlerin Tiyatrosu" adlı kitabı onun bu karşı çıkışını ve çalışmalarını anlatıyor. Kitabın dilimize kazandırılması da önce olumlu bir gelişme gibi görünüp tiyatroseverleri sevindirse de göz yumulamayacak çeviri hataları, yanlış yorumlar, atlamalar ve özensiz dil kullanımı göz önünde bulundurulduğunda sevincimiz kursağımızda kalıyor. Sözünü ettiğimiz özensizlik ve yetersizlikleri sınıflandıracak olursak kaynak dile hakim olamamayı, bunun sonucunda da yanlış anlama ve yorumlamayı, Türkçe'yi kötü kullanmayı, tutarsız sözcük seçimini, çeviri kokan ifadeleri ve teknik hataları sıralayabilirz. Öncelikle sayfa sayfa karşılaştırma yapmaya gerek kalmaksızın, rastgele bir sayfa açıp okunduğunda bile sözünü ettiğimiz özensizliğin gözünüze takılabileceğini söylemekte yarar olduğunu düşünüyoruz. Çeviri ile ilgili en önemli sorun, kaynak dile hakimiyetsizlikten doğan ve Boal'ın
numaralar verilmiş ve bu numaralara ilişkin hiçbir bilgi bulunamıyor. Ayrıca İngilizce metnin 95. sayfası Türkçe metinde tamamen yok sayılmış.
İngilizceyle ilgili sorunlara gelecek olursak, "Unifies" sözcüğünün "birleşir" olarak (s. 16); "non-being"\n "yokluk" olarak (.17); "objective"in s.37'de "nesnel durum", s.179'da ise "nesneler" olarak; "malicious"ın "ahlakdışı" olarak çevrilmesi gibi sözcük düzeyinde yapılan hataları, ilk anda gözümüze çarpanlara örnek gösterebiliriz. Kaynak dilin yanlış anlaşılması ya da yorumlanmasından doğan hatalara örnek olarak s. 16'da "nobody can go into a river even once" cümlesinin "hiç kimse bir ırmağa giremez" şeklinde çevrilmesini; "This is not virtuous behaviour; to eat with moderation is" cümlesinin "itidalle yemek yemek de erdemli bir davranış değildir" (s.27) diye çevrilmesini örnekleyebiliriz.
"Çeviren diyor ki!" bölümünde sayın çevirmen (Semih Çelenk) sözlerini şöyle bitiriyor: "Bir çeviriden öte Boal'i anlama ve aktarma çalışması olarak gördüğüm Ezilenlerin Tiyatrosu'nun Türkçesini tiyatroyu 'insanı silâhlandırma, zenginleştirme ve güçlendirme sanatı' olarak gören, tiyatroyu 'tüm insanlığın sanatı' olarak gören gerçek (altı bu satırların yazarı tarafından çizilmiştir) tiyatro sanatçılarına, tiyatro devrimcilerine armağan etmek istiyorum." Bu sözler aynı zamanda çok çarpıcı bir ironiyi de içermekte. Bu çalışma çeviriden öte Boal'i anlama çabasıyla ve tüm çabası sonuçsuz kalmışsa (ki durum bunu gösteriyor) sayın çevirmenin neden bu eziyetli çabayı bunca okuyucuyla paylaşmak istediğini anlamak biraz güç geliyor. Ayrıca, -sözcüğün olumsuz anlamı bir yana- böylesi bir çevirinin 'silahlandırma'sının da ironik bir şekilde ancak tahta tüfek, su tabancası, kuru sıkı şeklinde olabileceği ortaya çıkıyor. İlk bakışta 'insafsız' gjbi görünebilecek bu sözlerin haklılığını, verilen örnekler göstermektedir.
Türkçe'nin kullanımındaki özensizliğe örnek olarak s. 17'de "hareketin anlamı anlamına gelir" gibi bir tekrardan ve .43'te "in the beginning"i karşılamak üzere "başlangıçta" yerine "başta" sözcüğünün kullanılmasını gösterebiliriz. 'Soap opera'nın 'pembe dizi' gibi gönderme alanı çok daha açık olan bir anlatım yerine 'sabun köpüğü televizyon dizileri" şeklinde hedef dile aktarılması ise çeviri kokan anlatımlara örnek oluşturuyor.
pe cy
Aristonun trajedisi sisteminin tartışıldığı birinci bölümde bu sistem hakkında söylenen şu cümleyi "This system functions to diminish, placate, satisfy, eliminate ali that can break the balance - ali, including the revolutionary, transforming impetus." sayın çevirmen aşağıdaki gibi çevirmiş: "Bu sistem, seyreltme, zayıflatma, ikna etme ve her şeyi, hatta tüm devrimci, dönüştürücü gücü bertaraf ederek dengeyi bozabilecek işlevi görmektedir" (s.58) Oysa Aristo'nun sisteminin dengeyi bozabilecek tüm etmenleri hatta devrimci, dönüştürücü güdüyle bile zayıflatmaya, yatıştırmaya, ikna etmeye, bertaraf etmeye yaradığını bilmek bile bu cümleyi doğru çevirmek için yeterliydi.
söylediklerini ve ortaya koyduğu tiyatro anlayışını da -en hafif deyimiylegörmezden geldiğini gözlemleyebiliyoruz.
a
tümüyle yanlış anlaşılmasına yol açabilecek hatalar. Hegel ve Brecht bölümünde (s.90) "This immense formal richness broke the conventional emphatic tie and produced an effect of distance - an effect that was later carried further by Brecht, as we will soon see." cümlesi; "Bu engin biçimsel zenginlik, geleneksel 'acıma' bağını ve 'uzaklık'ı kırmış daha sonra da göreceğimiz gibi Brecht bunu daha ileriye götürmüştür." şeklinde çevrilmiş. Oysa "acıma bağı" olarak çevrilen "emphatic tie" kırıldığında uzaklık yaratılmaktadır. Bu hatanın yalnızca İngilizce ile ilgili bir sorundan değil, Boal'i anlamamaktan da kaynaklandığını düşünüyoruz.
Yine Aristocu tiyatroyla ilgili ilk bölümden bir örnek verelim. "In this case also catastrophe is necessary in order to produce, through fear, the catharsis, the purification ofevil." cümlesi 'korku yoluyla kötülüğün arındırılması anlamına gelen katharsis'in (arınma) yaratılması için katastrophe'un (felaket) da gerekli olduğu' şeklinde bir bilgiyi içermeliyken çevirmenin ellerinde bambaşka bir biçim almış: "Bununla birlikte bu durumda, korku ve katharsis, kötülükten arınma yoluyla katastrophe'un yeniden oluşturulması gereklidir." (s.52) "Boal'i anlama çabası"nın nasıl boşa çıktığını bu anlatımlarda net bir şekilde görebiliyoruz. Sayın çevirmenin cümleleri yanlış anlamak ve çevirmekle kalmayıp Boal'in kitap boyunca
Çeviride sözcüklerin tutarsızca kullanılması da bir başka özensizlik örneği olarak karşımıza çıkıyor. "Exterior" sözcüğü s. 14'te "zahiri" olarak çevrilmişken s.65'te aynı sözcük "dışsal" olarak çevrilmiş. Bazı sözcüklerin İngilizce karşılıkları aynen korunurken (versiyon), bazı sözcüklerin zaman zaman Türkçe, zaman zaman da İngilizce karşılığının kullanılması karışıklığa yol açıyor. Sayfa 164'de Machiavelli'nin "Mandragola" adlı oyununun Türkçe karşılığı (Adamotu) kullanılmış. Ancak aynı sayfada üç paragraf sonra yapıtın özgün adı ilk kez geçtiğinde okuyucu sanki başka bir yapıttan söz ediliyor sanısına rahatlıkla kapılıbiliyor.
Ülkemizde tiyatro kuramına ilişkin yayınların yetersizliğiyle bu konudaki gereksinim arasındaki uçurum, tiyatroyla uğraşan hemen herkesin bildiği ve sık sık şikayet ettiği bir konu. Yeni arayışlara yönelmek, dünyada neler olup bittiğini öğrenmek için yabancı dil bilmeyenlere sunulan tek seçenek bu konuda yapılan çeviriler. Ancak bu çevirilerden verimli sonuç alınabilmesi için yetkinlik en önemli koşul olarak karşımıza çıkıyor. İlke olarak olumlu bir amaca hizmet etmesi beklenen çeviriler "Ezilenlerin Tiyatrosu" örneğinde gördüğümüz gibi özensiz ve yetersiz bir çeviriyle okur karşısına çıktıklarında amacından uzaklaşıyor. Hatta yanlış anlaşılma ve yorumlanma tehlikesini de beraberinde getirdiği için amacının tam tersi bir işlev kazanıyor. Bu durumda kitabın önsözünde sözü edilen gerçek sanatçılar gibi çevirmenlerin de yaşamsal önemi gündeme geliyor
Özgün metinde her bölüm için numaralandırılan dipnotlar o bölümün sonunda verilirken, çeviride yalnızca 55
İZLENİM
Coşkun
Tunçtan
PARİS'TE BU MEVSİM
39 yıldan beri temelli yerleştiğim Paris'te her mevsim, çeşitli türlerden, yaklaşık 100 değişik tiyatro oyunu seyrediyorum. Olağanüstü başarılı bulduğum kimilerine birkaç
a
kez gitiğim de oluyor. Bu satırları yazdığım 1997 Martı'nın ilk haftasında, geçen Eylül'de başlayan mevsimin üçte ikisi gerimizde kaldı bile. Artık önümüzdeki yaza
cy
dek, çok ender ayrıklıkların dışında, sahnelerde önemli bir sanat olayının belirmesi pek olası değil.
pe
Bir mevsimin dengelemi değişik açılar dan giderek ortaya serilebilir. Bu sefer, öncelikle Fransa'nın başkentindeki her birinin yöneticisi başka olan devlet tiyat rolarının seyircilerine sunduklarından söz ederek başlayayım:
Ülkenin en eski devlet tiyatrosu, 1680'de, 14. Louis'nin buyruğuyla kuru lan, yüzyıllar boyunca birkaç kez ad de ğiştiren, şimdi 317 yaşında olan Comedie Française. 1958'e dek, uzun süre boyunca, iki büyük binası vardı. Ardın dan, Kültür Bakanlığı'nın bir kararı sonu cunda, yıllarca bunlardan yalnız biriyle yetinmek zorunda kaldı. Jack Lang kül tür bakanıyken, yüzyılımızın başında en ünlü sanat ocaklarından biri olarak ün salan, sonradan da çeşitli nedenlerden kapanan ve zamanla adamakıllı örenleşen Vieux-Colombier Tiyatrosu'nu dev let satın aldı ve orası nefis bir biçimde onarılarak ve çağdaşlaştırılarak. Comedie Française'in ikinci ve orta boy salonu oldu. Birkaç yıl önce müdür koltuğuna yerleştirilen Jean-Pierre Miquel de, içi yepyeni ve görkemli bir düzene sokul makta olan Louvre Müzesi'nin sinesindeki küçücük bir yerde güzel bir tiyatro ya-
56
ratarak, Studio adı altında Comedie Française'e üçüncü bir salon kattı. Bu üç salonun sahnelerinde, önce geçen mevsimin sonlarında sergilenen oyunla rın hemen hepsi tekrar halka sunuldu: Moliere'in (nedense adı Türkçeye "Adamcıl" diye yanlış çevrilen) "Le Misanthrope"u (insandan Kaçan), geçen yüzyılın ünlü güldürü yazarı Labiche'in "Moi"sı (Ben), az çok aynı dönemin baş lıca ozanlarından sayılan (ve Goethe'ye olan hayranlığının etkisiyle "Fausf'u Fransızca'ya çeviren) Gerard de Nerval'in galiba tek oyunu "Leo Burckart", 17. yüzyılın iki dev manzum trajedi yazarın dan Racine'in "Phedre'1, İsveçli Strindberg'in "Danse de Morf'u (Ölüm Dansı), çağımızın özgün yazarlarından Jean Genet'nin "Les Bonnes"u (Hizmetçiler). Bunların ardından mevsimin yeni oyunla rına sıra geldi. Adı, hem çağdaşı hem ra kibi olduğu Racine'le daima birlikte anı lan Corneille'in en az tanınan trajedile rinden ikisi, "Clitandre" ve "Tite et Berenice"; 18. yüzyılda hem ruhbilimsel alandaki keskin görüşlülüğü hem de di yaloglarının şiirselliğiyle kendine özgü çok hoş bir biçem yaratan Marivaux'nun "Les Fausses Confidences"ı (Düzmece Gizler diye de çevrilebilir); 19. yüzyıldaki Fransız ozanlarının en ünlüsü Victor Hugo'nun "L' intervertion"u (Araya Girme); 1953'te ölen Amerikalı Eugene O'Neill'in "Long Voyage du Jour â la Nuif'si (Günden Geceye Uzun Yolculuk); bir de, bu tiyatroda sanırım ilk kez, bir operet:
a pe cy
Daniele Lebrun ve Jean - Claude Drouot, Oeuvre Tiyatrosu'nda "Celimene ve Kardinal" Offenbach'ın "La vie parisienne"i (Paris'te Yaşam).
Comedie Française salt oyunlar sunmakta yetinmiyor, özenle düzenlenmiş yazınsal ve şiirsel seansları da çok ilgi çekiyor.
Chaillot Devlet Tiyatrosu'nun girişinde, Fransa Tiyatro Tarihi'nin en parlak bölümlerinden birini, 50'li ve 60'lı yıllarda, binada oluşturan "Theatre National opulaire"in (Devlet Halk Tiyatrosu) kurucusu Jean Vilar'ın heykeli var. Şimdi burasının müdürü Jerome Savary. sunduğu temsillerin tümü ilginç ve genellikle yüksek kaliteli. Bu mevsim, Vilar'ın adını taşıyan büyük salonunda, kendisinin sahneye koyduğu, ayrıca baş rolünü üstlendiği, Moliere'in "Le BourGleois Gentilhomme"u (Kibarlık Budalası) öylesine tutuldu ki, ilk düzenlenen progama kıyasla aylarca daha fazla oynandı, hâlâ da oynanıyor. İkinci ve daha küçük olan salonda ise, Shakespeare'in "Macbeth"i, ardından da Virginia Woolf'un kibirliğini aydınlatan Edna O' Brien'in "Virginia"sı sergilendiler. Ayrıca, unutulma-
yacak denli güzel bale gösterileri, bir de konserler düzenlendi, salonların ikisinde de.
Paris'teki en genç devlet tiyatrosu (açılışı 1987'de yapıldı) kentin doğusunda. Adı Colline. Başlangıcından beri başında dün ya çapında ünlü tiyatro adamı, Arjantin asıllı Jorge Lavelli var. Yakında "vardı" demek gerekecek, çünkü bu yıl yerini Alain Françon'a bırakıyor.
Lavelli'nin sayesinde bu tiyatro, ilk gü nünden beri, çağdaş yapıtların yuvası ol du. Tek bir klâsik oyun sahnelenmedi bu rada. Her yeni temsil için, Lavelli, genel likle yüzyılımızın tiyatro sanatına yön ve ren büyük yazarların oyunlarını seçti. Bu mevsim de, bugüne dek, öncekiler kadar başarılı. Büyük salonunda, Tony Kushner'in, ABD ve SSCB ile ilişkili düşlerin suya düşmelerinin ardından yeni bir top lum kavramı düşünülebilir mi konusunu işleyen "Slaves"ı ve Arnaud Bedouet'nin zenci Afrika'nın kimi acı gerçeklerini sergileyen "Kinkali"si; küçük salonda ise, Tilly'nin, yalnız yaşayan alçakgönüllü
ve temiz yürekli bir kadını intihara iten olayları yansıtan "Les Trompettes de la Mort"u (Ölüm Trompetleri); Brian Friel'in, 10 aylık bebekken birden kör olan ve halen 40 yaşına varan bir kadına, tek rar çevresini görebilmesi amacıyla yapı lan oldukça başarılı ameliyatın sonuçları nın onda yarattığı feci bunalımı göste ren "Molly S."i; bir de, tümü zifiri karan lıkta oynanan, seyircilerin salt kulaklarıyla izledikleri, salonun neresinde oturduk larının bile ancak temsilin sonunda bilin cine varabildikleri son kerte özgün bir oyun, "Bonbon Acidule" (Ekşimsi Şeker) sergilendi. Tümü çok övgü toplayan bu temsiller, Lavelli'nin 10 yıllık başarı zinci rinin son halkalarından... Odeon Devlet Tiyatrosu, dıştan da, içten de Paris'in en görkemli binalarından. Ya şı 100'ü aşkın. 1968 Mayısı'ndaki anarşi dönemi boyunca burası devlete başkaldıranlarca işgal edilmiş, belki bini aşkın çoğunluğu genç kişi, buraya yerleşmiş, o tarihte 10 yıldır orada sürekli temsiller veren Jean-Louis Barrault topluluğunun dekor ve kostümlerini hunharca parçala57
ğinden esinlenen Jacques Mougenot'nun "Corof'su da, yaz tatilinin son günlerini taşradaki bir aile pansiyonunda geçiren beş kişinin iç dünyalarındaki fırtı naları ustalıkla ve Çehov'vari bir biçemle yansıtan Philippe Minyana'nın "Fin d' ete â Baccaraf'sı da (Baccarat'da Yaz Sonu), Racine'in yapıtlarından "Berenice" traje disi de pek çok başarılıydı. Mouffetard Tiyatrosu'nda ise Dostoyevski'nin roma nından Jean Claude Idee'nin sahneye uy guladığı "Crime et Châtiment" (Suç ve Ceza) ve Victor Hugo'nun "Ruy Blas"ı zevkle seyredildi. Silvia Montfort Tiyatro su'nda ise bu mevsimin en başarılı temsi li, Arthur Miller'in "Mort d'un Commis-Voyageur'üydü (Bir Satıcının Ölü mü).
a
Paris'teki devlet ve belediye tiyatroların da bu mevsim, Mart başlarına dek, sah nelenen temsillere böylece çabucak bir göz attıktan sonra, kimileri birçok salon lu 100'ü aşkın özel tiyatroların geçen ey lülden beri sundukları oyunların birkaçını sayayım. Ama önce bu kentteki tiyatro yaşamının yoğunluğu konusunda bir fikir verebilmek amacıyla şunu belirteyim: Aralık 1996'nın başlarında, herhangi bir gün, Paris'te tiyatro seyretmek isteyen birisi, 200'den fazla oyun arasında bir seçim yapmak zorundaydı ve bu genel likle, eylül başından temmuz ortalarına dek aşağı yukarı hep böyle.
cy
mış, sahneyi ve artist odalarını adamakıllı zedelemiş, salonun her yerini kâh kıra rak, kâh pisleterek harebeye çevirmişti. Olayların sona ermesinin ardından tiyat ro tümüyle restore edilerek eski halini aldı. Bir süre tekrar Comedie Française'in ikinci büyük binası oldu. 1981'den az sonra, sosyalist hükümetin kültür ba kanı Jack Lang oraya "Theatre de I 'Europe" (Avrupa Tiyatrosu) adını ekledi. O zamandan beri, Fransızca temsillerin ya nı sıra, Avrupa'nın değişik ülkelerinden gelen ünlü topluluklar, o binada, kendi dillerinde temsiller veriyorlar. Kişilerin ko nuşmalarının Fransızca'ya çevirisinin, oyun süresince sahnenin üst tarafındaki bir ekranda belirmesi sayesinde o ülke nin dilini hiç bilmeyen seyirciler bile, tem sili tek bir sözcüğünü kaçırmadan izleye biliyorlar. Bu tiyatronun başına yakın bir geçmişte, tanınmış Fransız tiyatro adamı Georges Lavaudant getirildi. Geçen mev sim kendi sahneye koyduğu oyunlar ara sında, Shakespeare'in "Kral Lear"i unu tulmayacak denli başarılıydı. Bu mevsi min gerek Fransızca, gerek başka diller deki temsilleri arasında en çok dikkati çeken, Alain Françon'un yönettiği Sha kespeare'in "ikinci Richard"ı oldu. Odeon'un, Barrault döneminden beri, ikinci ve küçücük bir sahnesi de var. Orada da ilginç temsiller görülebiliyor. Ayrıca yazın ve şiir geceleri düzenleniyor sık sık.
Rond-Point Tiyatrosu'nun bulunduğu ya pı, yaklaşık yirmi yıl öncesine dek, Pa ris'in en tanınmış caddesinde, ünlü bir kapalı paten alanıydı. Kendi topluluğuyla temsiller vermek için o dönemde yeni bir yer arayan Jean-Louis Barrault oraya yerleşmeyi yeğledi ve binanın içi tümüyle yıkıldıktan sonra yeni baştan düzenlene rek biri büyük, biri küçük, iki salonlu gör kemli bir sanat ocağı oldu. Barrault'nun neredeyse son nefesine kadar çalıştığı yer oldu burası ve orada sahnelediği temsillerin tümü başarılı birer tiyatro ola yı olarak nitelendirildi. Şimdi Rond-Point'nın yönetmeni, Fransa'nın en ünlü ve değerli tiyatro adamlarından Marcel Marechal. Bu mevsim sunduğu temsiller arasında, kendisinin de içinde Estragon rolünü canlardırdığı Beckett'in "Godot'yu Beklerken"i, bir de Rus kadın ozan Marina Tsvetayeva'nın kişiliğini ve yaşamından kimi bölümleri yansıtan, Veronique Olmi'nin "Le Passage"i (Geçiş) özellikle başarılı.
pe
Devlet başkanlığına 1995'te seçilişinden önce, Jacques Chirac, neredeyse 20 yıl boyunca, Paris'in belediye reisiydi. Bu makama yerleşir yerleşmez, başkentin kültür yaşamına da katkıda bulunmak amacıyla, birçok ilginç ve güzel girişimle ri oldu. Bunların arasında, içi bütünüyle değiştirilip, Kent Tiyatrosu adı altında, yepyeni ve parlak bir döneme girmiş olan tarihsel Sarah Bernhardt Tiyatrosu'na getirdiği büyük desteği başta say mak gerek. (Esin Afşar'ın orada başarılı konserler verdiğini de buraya ekleyeyim). Ama Chirac'ın tiyatro alanında gerçekleş tirdiği çok yararlı bir başka girişimi de ol du: Salt belediyenin bütçesinden ayırdığı bolca parayla başkente sahneli salonlu yeni binalar kazandırdı, bunların başları na yetenekli yönetmenler atadı, her biri nin tam bir özgürlük içinde çalışabilmesi ni garantiledi. Genellikle yüksek kaliteli temsiller sunuluyor bu belediye tiyatrola rında. Örneğin Theatre 13'de, bu mev sim, David Mamet'in "Oleanna"sı çok et kileyici biçimde oynandı. Theatre 14'da ise, ünlü ressamın yaşamından ve kişili 58
Ülkenin usta tiyatro adamlarından Pierre Franck'ın yönettiği Atelier Tiyatrosu'nda sahnelenen, çağımızın klâsiklerinden İs viçreli Dürennmatt'in "La Panne" (Arıza) adlı oyununda, otomobilinin akşamın çok geç saatlerinde, oldukça ıssız bir yö rede, birden arızalanması yüzünden, ge ceyi geçirebilmesi için konuk edildiği bir villâda, genç bir iş adamının içine düştü ğü, hiç beklenmedik ve son kerte trajik biçimde noktalanan olaylar birbirini izli yor. Bu çok ilginç ve başarılı temsil aylar ca afişte kaldı. Yüzyılımızın başlarının en usta Fransız güldürü yazarı Feydeau'nun "Le Dindon"unu (Türkiye'de "Avanak" adıyla sahnelendiğini anımsar gibiyim) genç bir topluluk, çok özgün bir biçemle sahne ledi. Önce La Bruyere Tiyatrosu'nda uzun süre sergiledi, halen de Tristan Bernard Tiyatrosu'nda, her gün tıklım tıklım dolu bir salonun karşısında oynuyor. Yö netmenliğini Thomas Le Douarec'in yap mış olduğu defalarca zevkle seyredilebilen bu temsilde, Juliette Meyniac da, hem güzelliği hem güçlü sahne yetene ğiyle dikkati çekiyor. Yine Feydeau'nun "La Puce â l'oreille" (Pirelenme) adlı güldürüsü, kocaman Varietes Tiyatrosu'nu her gün son koltuğu na dek dolduran seyircilerce bol bol al kışlanıyor. Temsilin büyük başarısında, baş erkek rolünü, sayısız filmleriyle ünü çoktandır dünyanın dört bucağına yayıl mış olan Jean-Paul Belmondo'nun; en önemli iki kadını rolünü de, hem albenili hem de yetenekli, ikisi de genç ama ünlü Cristiana Reali ve Sabine Haudepin'in canlandırmalarının payı büyük. Belçikalı Maeterlinck'in "Pelleas ve Melisande" adlı nefis romantik dramı, Olivier Werner'in yönetiminde Athenee Tiyatro su'nda sahnelendi. Tümü genç olan oyuncuların üstün başarısı sayesinde metnin ruhsal incelikleri ve şiirsel güzelli ği seyircilere ustalıkla yansıtıldı. Unutul mayacak denli hoş bir temsildi bu. Paris Tiyatrosu'nun küçük salonunda, mevsimin en ilginç oyunlarından biri, ay lardan beri çok seyirci çekiyor: David Decca'nın "Le Roman de Lulu"su (Lülü'nün Romanı). Konu, genç ve güzel bir kızın, kendisinden yaşça çok daha büyük bir erkekle sürdürdüğü ve kendisi ni çok mutlu kılan ortak yaşamın o er kekte sürekli yarattığı kuşkuyla yuğrul-
pe cy a
18. yüzyılın ünlü Fransız düşünürlerinden Diderot'nun cinsel serüvenleri hakkında bir oyun yazılabileceği doğrusu kimsenin aklına pek gelmezdi. Son yılların başarılı yazarlarından Eric Emmanuel Schmitt'in bu konuyu çok tatlı bir biçemle işleyen "Le Libertin" (Çapkın) adlı yapıtı, birkaç haftadan beri Montparnasse Tiyatro su'nda sergileniyor. Diderot'yu çağımızın en yetenekli, üstelik de yakışıklı oyuncu larından Bernard Giraudeau, seyircileri mest eden, hem çok hareketli, hem çok esprili bir şekilde canlandırıyor. Çevresin deki öteki oyuncuların tümü de övgüye değer. Bu temsilin daha çok uzun süre afişte kalacağına kesinlikle eminim.
Stephan Meldegg, son yıllarda, bu ülke de en çok ödül alan tiyatro adamı. Yö nettiği La Bruyere Tiyatrosu'nda ne sahnelense mutlaka çok seyirci çekiyor, çün kü tiyatroseverlerin tümü orada ancak kaliteli bir oyun seyredebileceklerine ön ceden eminler. Düş kırıklığına uğradıkları olmuyor zaten! Meldegg, bu mevsim, La Bruyere'de reji yapmadı, başkalarının sahneye koyduğu yapıtlara sahnesini aç tı: Önce "Le Dindon", ardından Tom Novembre'in hem yazdığı hem de kişilerinin tümünü tek başına canlandırdığı "La Salle d'attente"ı, (Bekleme Salonu), şimdi de Xavier Daugreilh'in, 30 yaşlarındaki çağdaş kuşağın özellikle duygusal sorun larıyla ilişkili "Accalmies Passageres'i (Geçici Yatışmalar). Meldegg'in Renaissance Tiyatrosu'nda sahneye koyduğu "Temps Variable en Soiree" (Akşamın Değişken Havası) adlı çok ilginç bir yapıt ise, ta eylülden beri oyna nıyor. Bu temsilin yakında ödül kazanabi leceği söylentileri artıyor günden güne.
pe cy
Çocukluğumda, İstanbul Şehir Tiyatro su'nda seyrettiğim "Çifte Keramet", ola sılıkla, Goldoni'nin "Venedikli İkizler" adlı güldürüsünün alaturka bir adaptasyo nuydu. Bu yapıt, Eldorado Tiyatrosu'nda, bu mevsim, aylarca afişte kaldı. Oyuna seyircinin dikkatini sürekli uyanık tutan başdöndürücü bir tempo veren Gildas Bourdet'nin rejisinin de, başta ikizlerin ikisini de canlandıran genç aktör olmak üzere oyuncuların tümünün de, bu tem silin böylesine canlı ve çekici olmasında payları büyüktü.
rin" gibi ünlü kitapların yazarı Alphonse Daudet'nin yapıtlarından. Bizet'nin bu öykünün konusundan esinlenerek bes telediği süiti, çağdaş sanatçılardan Catherine Lara kendine göre uyarlamış ve müzikal bir oyun oluşturmuş. Ezelden beri turistlerin yok denecek denli az giy sili güzel kadınları seyretmek için üşüş tükleri Folies Bergere, sahnesini bu oyu na açarak, belki de ilk kez, tiyatro niteli ğine büründü. Temsilin unutulmaz özel liklerinin başında, ülkenin en ünlü oyun cularından Jean Marais'in tekrar büyük bir rolde seyredilebilmesi geliyor. Artık hayli yaşlı olduğu halde, Marais, hâlâ bünyece ve zihince zindeliğinden zerre kadar yitirmediğini bu oyunda kanıtlıyor ve her gün seyircilerce ayakta alkışlanı yor.
a
muş tedirginlik ve bu adamın, candan tutkun olduğu sevgilisiyle, yaş farkı yü zünden, eninde sonunda aralarında do ğabilecek tatsız bir durumu önceden ön lemek amacıyla peş peşe giriştiği sonuç suz çabalar... Sandrine Kiberlain ve Gerard Darmon'un oyunları çok başarılı. Hem bol bol güldüren, hem iç burkan, hem de düşündüren bir yapıt.
Jean-Claude Brialy'nin sinema dünyasın daki ünü, onun yetenekli bir tiyatrocu ol duğunu unutturabilir. Oysaki yıllarca, de ğişik sahnelerde başrollerde alkışlandık tan sonra, birkaç mevsimden beri Bouffes Parisiens Tiyatrosu'nu yönetiyor, ora da sahnelenen oyunların kimilerini kendi si sahneye koyuyor, kimilerinde rol alı yor. Marcel Ayme'nin "Le Passe-Muraille" (Duvar Aşan) adlı öyküsünden esinle nen bir müzikal güldürüyü sunuyor bu günlerde. Herhangi bir yapıya kapı aç madan girip çıkabildiğinin bilincine, gü nün birinde, şaşkınlıkla varan alçakgönül lü memuru, tanınmış oyuncu Francis Perrin canlandırıyor. "L 'Arlesienne" (Arles'lı Kız). "Değirme nimden Mektuplar", "Tarascon'lu Tarta60
Comedie des Champs-Elysees'nin büyük salonunda Herman Wouk'un "Ouragan sur le Caine" (Caine Üzerinde Kasırga) adlı yapıtını, Robert Hossein sahneye koydu, her büyük oyuncunun canlandır mayı düşlediği avukat rolünü de üstlen di. Bir savaş gemisinde ortaya çıkan baş kaldırmanın sorumlusunun yargılanması nı sergileyen bu oyun, yönetmenden kaynaklanan ve seyircilerin sinirlerini te dirgin edebilecek denli gerçekçi biçem, bir de gergin bir hava yaratmasını usta lıkla beceren yetenekli oyuncular sayesin de, Paris'te bu mevsimin en başarılı tem sillerinden biri... Aynı binanın küçük sa
lonunda, Simone Benmussa'nın Henry James'in bir öyküsünden esinlenerek sahneye uyguladığı ve rejisini de yaptığı "Le Peintre et ses Modeleş" (Ressam ve Modelleri) adlı oyun ise, konusunun do kunaklılığı oyuncuların yüksek yetenekle riyle birleşince seyicilere derin bir sanat zevki tattırdı. Montparnasse Tiyatrosu'nun küçük sa lonunda, çağımızın genç kız ve delikanlı larının bazılarının günlük yaşamının değ şik yönlerinden kimilerini yansıtan "Les Abimes" adlı çok sevimli bir oyun sahne lendi ve dördü de canlandırdıkları kişiler kadar genç sanatçı tarafından, inandırıcı etkileyici bir şekilde oynandı. Mevsim başından beri Paris'te seyretmiş olduğum ilginç oyunların tümünden bu rada söz edebilmem ne yazık ki olanak sız. Yine de, buraya kadar saydıklarıma şunları eklememek affedilmez bir savsak lama olur. Bouffes du Nord Tiyatrosu'nda, Strindberg'in "Jouer avec le feu (Ateşle Oynamak) adlı dramında, başta ender rastlanan güzellikteki Emmanuelle Beart olmak üzere, oyuncuların tümü başarılı... Michodiere Tiyatrosu'nda, "Un grand eri d 'amour" (Güçlü Bir Tutku Çığlığı), Josiane Balasko'nun kendi yazıp sahneye koyduğu ve baş rollerini Richard Berry'yle paylaştığı, tiyatro dünyasının halkın pek tanımadığı kimi yönlerini ser gileyen tatlı bir güldürü... Hebertot Tiyat rosu'nda, Pirandello'nun "Tout comme fauf'su (Her Şey Gerektiği Gibi) bu bü yük yazarın ender sahnelenen bir yapıtır zevkle keşfetmek olanağını sunuyor... Antoine Tiyatrosu'nda "La terrasse" (Taraça), son kerte özgün bir güldürü. Pa ris'teki kadar güzel sahnelenirse Türki ye'de çok beğenileceği düşünülebilir. Bu çok uzun yazıyı burada noktalarken derin üzüntü duyduğumu neden sakla yayım? Bu mevsim Paris'te gördüğüm il ginç oyunların, başarılı temsillerin her bi rinin yazarından, konularından, yönet menlerinin kişiliklerinden, sahneye konu luş şeklinden, başlıca oyuncularından, dekor ve kostümlerinden, ışık ve ses efektlerinden çok daha ayrıntılı bah sedebilmek isterdim ama, bu metnin sözcük sayısını en azından on kat arttırır dı! Yine de, okuyucularıma, yüzeysel de olsa, yararlı olabilecek veriler sunabildim se, ne mutlu bana!
tiyatro
Tiyatro'dan Önce... Tiyatrodan Sonra...
İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR üretkensizlik ve sevgisizlik yağmurunun sağnak haline geldiği bu topraklarda sığınabilecek bir yer ararsanız Sığınak Cafe'deyiz. ÇATI RESTAURANT İndirim: % 8 İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın Sk. No: 20/7 Beyoğlu-İst Tel: (0212)251 00 00 DARÜZZİYAFE İndirim: %15 Şifahane Sk. No: 6 Süleymaniye-İst Tel: (0212) 511 84 14 Türk Musikisi'nin sihirli nağmelerini dinleyerek mutfağımızın eşsiz lezzetlerini tarihi bir mekânda tadabilirsiniz. Not: C. tesi akşamları saat 8.00-10.00 arası Canlı Fasıl EL MARIACCHI İndirim: %10 Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah Sk. No: 16 Ihlamur-İst Tel: (0212)231 28 07 Meksika mutağının tadına doyulmaz yemeklerini tattınız mı? Tatmadıysanız o halde El Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz. FEHMİ BABA ET LOKANTASI İndirim: %10 Meşrutiyet Cad. No: 33 Galatasaray-İst Tel: (0212) 293 93 26 FLAMİNGO BAR-REST. İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 15/B Taksim-İst Tel: (0212)235 78 54 Alt kattaki Akşam Barımızda nefis içecekler üst kattaki Restaurantımızda zengin mutfak çeşitleri ile özel günlerinizde tüm beklentilerinize yanıt verecek ve dostlarınızla unutamayacağınız
saatler yaşamak istermisiniz? Böyle bir ortamı bulamadıysanız o halde; biz bu ortamı size yaşatacağız... Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl GALATA BAR/MEYHANE İndirim: %8 Orhan Apaydın Sk. No: 11 Beyoğlu-İst. Tel: (0212) 293 11 39 Her akşam fasıl eşliğinde nefis yemekleriyle sizlerle. GARİBALDİ İndirim: %10 İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1 Beyoğlu-İst Tel: (0212) 249 68 95 Nostaljik bir ortamda güzel vakit geçirmek için tek adres Garibaldi. GOLDEN KYLIN CHINESE RESTAURANT İndirim: %15 Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-İst Tel: (0212) 256 36 45 Uzak Doğu'dan gelen esinti rüzgârlarıyla hoş bir ortamda hakiki Çin Mutfağını ta dabilirsiniz. GOODFELLAS BAR-REST. İndirim: %15 Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli-İst Tel: (0212) 233 00 36 Şafak Yaprak & Orkestrası eşliğinde her Salı, Perşembe, Cuma, C tesi günleri, Canlı Caz Müzik dinleyebilirsiniz. CAFE KİKKA İndirim: %10 Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18 Erenköy-İst Tel: (0216) 411 15 20 Cafe Kikka'da kahve cehennem kadar karanlık, ölüm kadar güçlü aşk kadar tatlıdır. KHALKEDON RESTAURANT-BAR
cy a
öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve Türk Sanat müziği eşiliğinde nezih bir ortamda leziz yemeklerimizi tadarak hoş saatler geçirebilirsiniz... Not:: Kredi Kartı geçerli değildir. BAHAR LOKANTASI İndirim: %10 İstinye Cad. No: 134 İstinye-İst Tel: (0212) 277 85 55 BAY BALIKÇI İndirim: %10 Kefeliköy Cad. No: 14 Kireçburnu-İst Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân. CAFE LA PORTE İndirim: %15 Miralay Nazım Sk. No:15 Bahariye-İst. Tel: (0216) 418 08 59 Alışılagelmişin dışında zengin menüleriyle sıcak bir sevgi ortamında buluşalım. CAFE LEBON İndirim: %10 İstiklâl Cad. No: 445 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 252 54 60 CAFE SHOP İndirim: %10 Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk. No:34 Bahariye-İst. Tel: (0216) 337 49 20 Fransız Cafelerinin kendine özgü havasında, günün her saati hoş vakitler geçirebilirsiniz. CAFE SIĞINAK İndirim: %15 Caferağa Mah. Muvakkithane Cad. No:30/4 Kadıköy-İst. Tel: (0216) 349 18 94 Yozlaşma, iletişimsizlik,
pe
A LA TURKA RESTAURANT İndirim: %10 Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8 Ortaköy-İstanbul Tel: (0212)258 79 24 Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın ve boğazın otantik atmosferinde Türk mutfağının en güzel örneklerini sunuyor. Üst katında yer alan ODA "Kişiye Özel Salon" ise her türlü grup organizasyonları, seminer, konferans, toplantı, doğum günleri, kahvaltılar için sadece "SİZE ÖZEL" ALA-TURKA MEŞK REST. İndirim: %10 Çarşıarkası Sk. No: 32. 1. Levent-İst Tel: (0212)283 45 63 Sıcacık bir ortamda özlediğiniz tatlarla an-nenizin mutfağı kadar özenli, sevgi dolu sofralarda Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla. ASİTANE RESTAURANT İndirim: %10 Kariye Camii Sk. No: 18 Edirnekapı—İst Tel: (212)534 84 14 Osmanlı Saray Mutfağının doyumsuz lezzetlerini UDİ'nin hoş nağmeleri eşliğinde tatmak için Asitane de buluşalım. AŞİYAN RESTAURANT İndirim: %10 Kalamış Yat Limanı Kalamış-İst Tel: (0216) 349 55 69 Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli et yemeklerinin sunulduğu zengin menüsü ile sabaha karşı tadına duyamayacağınız İşkembe Çorbasıyla son bulan unutamayacağınız bir gece için her Çarşamba, Cuma, Ctesi günleri İ. T. Ü. Devlet Konservatuvarı Yüksek Lisans
İndirim: %10 Münir Nurettin Selçuk Cad. Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-İst. Tel: (0216) 349 58 72 Altı yıl boyunca adıyla özdeşleşmiş, Bizans harabeleri dekoruyla hizmet veren Khalkedon Bar bahçesindeki Viking dekoruyla; restaurant bölümü ile Grup Tempo eşliğinde yemek yemeniz ve eğlenmeniz için Kalamış'ta. LA BOHEME-ŞAMATA GARDEN İndirim: %10 Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-İst. Tel: (0212)261 75 20 Boğaz manzaralı yazlık restaurant ve barımızda canlı müzik eşliğinde uluslararası mutfağımızdan seçmeleri tadabilirsiniz. LE SELECT İndirim: %20 Manolya Sk. No: 21 Levent-İst Tel: (0212) 268 21 20 Uluslararası Mutfağı ile Le Select LITTE CHİNA İndirim: % 10 1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan -İst Tel (0216) 363 50 90 2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş Merkezi Etiler-İst Tel: (0212)263 17 15 3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5 Bebek Litte China'larda sunulan yemekler Çin'in "Cantonese" bölgesinin özel yemekleri, bu mutfağı bilenler ve merak edenler için... LITTE İTALY BAR-REST. İndirim: %10 İstiklal Cad. Örs Turistik İş Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8
61
pe cy a
pe cy a
İSTANBUL'DA YAŞAMAK Yalıboyu Cad. No: 36 Beylerbeyi-İstanbul Tel: (0216)321 14 93 SICAK RESTAURANT İndirim: %10 Keskin Kalem Sk. No: 37 Esentepe -İst Tel: (0212) 267 38 56 Akdeniz mutfağının seçme yemekleriyle sıcak bir ortamda yemek yemek ister misiniz? TANDOORI RESTAURANT İndirim: % 20 Alkent Sitesi Tepecik Yolu Etiler -İst Tel: (0212) 257 84 79 Türkiye'de ilk ve tek Pakistan Hint Mutfağı. TEGİK RESTAURANT İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 20 Taksim-İst Tel: (0212) 254 66 99 Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve Japon Mutfaklarından da örnekler sunan Uzak Doğu Mekânı. Kore Mutfağını tanımak isteyenlere özel menü öneriliyor. Koreden getirilen özel pişerme üniteli masalarda yer alıyor. T-BONE STEAK HOUSE REST. İndirim: %15 İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi) Küçük Bebek Cad. No: 16 K. Bebek-İst Tel: (0212) 287 05 11 Fransız ve İtalyan Mutfağının sizlere sunduğu lezzetli ve değişik yemeklerle hoş bir ortamda hafta sonu canlı müzik eşliğinde güzel saatler
a
Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst Tel: (0212) 245 25 88 Vejeteryenler, ağzının tadını bilenler ve küçük bir serüvene hazır herkes için Parsifal Beyoğlu'nda. RAQUETE RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Sadi Gülçelik Spor Sitesi İstinye -İst Tel: (0212) 276 50 87 RİSTORANTE İTALİANO İndirim: %7 Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ -İst Tel: (0212)247 86 40 ROUTE CAFE 66 İndirim: %15 Osmanağa Mah. Süleymanpaşa Sk. No:13 Bahariye-İst Tel: (0216)336 24 66 Geçmişten gelen geleceğin adı. Not: İndirim Alışveriş Merkezi için de geçerlidir. SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK. İndirim: % 15 Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk. No: 12 Kadıköy-İst Tel: (0216)414 42 06 Kitabevi ve cafenin ötesinde sanatsal-kültürel etkinliklerde bulunan Sahaf Cafe şimdi de Ergün-Özcan Tamer Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma tiyatrosu her pazartesi saat 18.30'da sizlerle SEAPORT İndirim: % 10
pe cy
Beyoğlu -İst Tel (0212) 243 17 18 MANDRA TAVERNA İndirim: %10 Ergenekon Cad. No: 73/B Pangaltı-İstanbul Tel: (0.212) 241 47 36 MAVİŞ MANTI İndirim: %10 Yeni Çarşı Cad. No: 76 Galatasaray -İst Tel: (0212) 249 48 94 MESERRET CAFE-BAR-RESTAURANT İndirim: %10 Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4 Tepebaşı -İst Tel: (0212) 244 39 55 Gün Batımında Haliç sakin bir ortamda sohbet olanağı hafif müzik. Çar, Cuma, C.tesi günleri akustik canlı müzik, günlük gazete, dergi, kitap okuma olanağı grup toplantıları ve grup yemekleri için ayrı bir mekân. PANE VİNO İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst Tel: (0212) 248 84 65 Kuzey İtalya mutfağının mevsime göre üç ayda bir değişen leziz yemekleri ve sürpriz specıalleh özel Grappa içeceği eşliğinde. Not:: Pazar günleri kapalıdır. PARSİFAL İndirim: %15
64
geçirebilirsiniz. TIFFANYT-R-M İndirim: % 5 Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-İst. Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân THE CHINA RESTAURANT İndirim: % 10 (Gece) İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı İndirimi) İndirim: %15 (Gündüz) İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı İndirimi) Lamartin Cad. No: 17 Taksim-İst Tel: (0212) 250 62 63 Sizlere ilk defa Çin mutfağının lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin mutfağını sevenler veya Çin mutfağının tatlarını merak edenler için hizmetinizde. VAGABONDO'S RESTAURANT İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Köybaşı Cad. No: 278 Yeniköy -İst Tel: (0212) 299 00 54 YANYALI RESTAURANT İndirim: %10 Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı İsmail Sk. No:1 Kadıköy-İst. Tel: (0216) 336 33 33 1919'dan beri Anadolu yakasında Türk mutfağını yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu, seçkin kadrosu ile damak zevkine
hitap eden 100'e yakın yemek çeşidiyle hizmet vermektedir. K İ T A B E V L E R AFA KİTABEVİ İndirim: %20 İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212)249 22 18 AKYÜZ KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216)336 90 81 BAKIRKÖY KİTAP SARAYI İndirim: %15 Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8 Bakırköy-İstanbul Tel: (0.212) 542 48 83 BEYAZ A D A M KİTABEVİ İndirim: %15 İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk. No: 1/A Bakırköy-İst. Tel: (0.212)561 20 92 EVRİM KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi No: 78-106 Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 347 49 63 DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLER • Dünya Tünel Kitabevi İndirim: %5 İstiklal Cad. No: 496 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 249 10 06 • Dünya Bebek Kitabevi İndirim: %5 Cevdet Paşa Cad. No: 232/1
cy
pe a
İSTANBUL'DA YAŞAMAK İndirim: %5 Teşvikiye Cad. No: 164/3 Nişantaşı-İstanbul Tel: (0.212)247 05 90 • Dünya Kadıköy Kitabevi İndirim: %5 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216)347 79 06 • Dünya Cağaloğlu Kitabevi İndirim: %5 Narlıbahçe Sk. No: 13 Cağaloğlu-İstanbul Tel: (0.212) 513 50 79 • Dünya Capitol Kitabevi İndirim: %5 Tophanelioğlu Cad. Altunizade Üsküdar-İstanbul Tel: (0.216) 391 18 80 • Dünya Swiss Otel Kitabevi İndirim: %5
TİYATROLAR Bakırköy Belediye Tiyatrosu Yunus Emre Kültür Merkezi Tel: (0212) 661 19 41 BKM Oyuncuları Beşiktaş Kültür Merkezi Hasfırın Sk. No: 75 Beşiktaş Tel: (0212)260 11 56 Dormen Tiyatrosu Ergenekon Cad. No: 98 Pangaltıİstanbul Tel: (0212)241 27 37 Enis Fosforoğlu Tiyatrosu Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Tel: (0216) 449 33 82
Feridun Karakaya Tiyatrosu Kuvayi Milliye Cad. Çevre Pasajı No:43/6 K.M.Paşa-İstanbul Tel: (0212)585 52 63 Grup Kafka Martı Sanat Evi Baro Han No: 330 Beyoğlu Tel: (0212) 251 66 20 Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları Teşvikiyi Cad. No: 160 Nişantaşı -İstanbul Tel: (0212) 225 71 98 Kenterler Halaskargazi Cad. 35 Harbiye Tel: (0.212) 246 35 89 Kumpanya İstanbul Sanat Merkezi Tel: (0212) 235 54 57 Tiyatro Çisenti Martı Sanat Evi Baro Han-Tünel Tel: (0.216) 293 81 37 Tiyatro Stüdyosu Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Tel: (0.216)449 30 44 Tiyatro İstanbul İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi Tiyatro Salonu Beşiktaş-İstanbul Tel: (0.212) 275 21 10 Tiyatro Ti Martı Sanat Evi Baro Han No: 330 Beyoğlu Tel: (0212) 251 52 30 Tiyatro Tanı Martı Sanat Evi Baro Han No: 330 Beyoğlu Tel: (0212) 251 66 20
pe
Swiss Oteli Maçka Maçka-İstanbul Tel: (0.212) 259 02 26 • Dünya Hilton Oteli Köşk Kitabevi İndirim: %5 Hilton Oteli Elmadağ Harbiya-İstanbul Tel: (0.212) 233 00 94 • Dünya Holliday In Crown Plaza Kitabevi İndirim: %5 Holliday In Oteli Ataköy-İstanbul
Tel: (0.212) 559 11 95 • Dünya Maltepe Kitabevi İndirim: %5 Maltepe Sahil Yolu S Plajı İstasyon yanı Maltepe-İstanbul Tel: (0.216) 442 09 50 • Dünya Borsa Kitabevi İndirim: %5 I.M.K.B. Binası Maslak-İstanbul GENÇLİK KİTABEVİ İndirim: %10 Mühürdar Cad. No: 68 Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 337 96 05 MEFİSTO KİTABEVİ İndirim: %15 İstiklâl Cad. No: 173 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 293 19 09
66
Tiyatrokare Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Tiyatrosu Abide-i Hürriyet Cad. No: 227/229 Şişli-İstanbul Tel: (0212)230 16 18 Stüdyo Oyuncuları Vali Konağı Cad. Akkirmanlı Sk. No: 30 Nişantaşı-İstanbul Tel: (0212) 246 77 25 DEVLET TİYATROLARI AKM Büyük Salon Taksim Tel: (0212) 251 56 00 Taksim Sahnesi Taksim Tel: (0212)249 69 44 Oda Tiyatrosu Taksim Tel: (0212)251 56 00 Aziz Nesin Sahnesi Taksim Tel: (0212) 251 56 00 Büyük Tiyatro-Ankara Tel: (0312)426 85 17 Küçük Tiyatro-Ankara Tel: (0312)311 11 69 Oda Tiyatrosu-Ankara Tel: (0312)311 11 69 Yeni Sahne-Ankara Tel: (0312)434 24 24 Şinasi Sahnesi-Ankara Tel: (0312)467 14 44 Altındağ Tiyatrosu-Ankara Tel: (0312)316 59 02 İzmir Devlet Tiyatrosu Tel: (0232)426 85 17 Adana Devlet Tiyatrosu Tel: (0322) 359 44 44
cy a
Bebek-İstanbul Tel: (0.212) 265 71 03 • Dünya Nişantaşı Kitabevi
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Tel: (0412)222 22 64 Bursa Devlet Tiyatrosu Tel: (0224)221 29 44 Antalya Devlet Tiyatrosu Tel: (0242) 247 74 60 Trabzon Devlet Tiyatrosu Tel: (0426) 326 14 78 İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI Harbiye M. Ertuğrul Sah. Tel: (0212) 240 77 20 Harbiye Cep Tiyatrosu Tel: (0212) 240 77 20 Fatih Reşat Nuri Sahnesi Tel: (0212) 526 53 80 Üsküdar M. Celal Sahnesi Tel: (0216)333 03 97 Kadıköy H. Taner Sahnesi Tel: (0216) 349 04 63
SİNEMALAR AFM (Nişantaşı) Tel: 230 94 38 AKMERKEZ (Etiler)Tel: 282 05 05 ALMAN K. M. Tel: 249 45 82 APOLLON Tel:(0216)362 51 00 AS (Harbiye) Tel: 247 63 15 AS (Kadıköy)Tel:(0216)336 00 50 ATLANTİS Tel:(0216)418 26 56 ATLAS Tel: 252 85 76 AVŞARTel: 583 14 97 BAHARİYE Tel: (0216)414 35 05 BAKIRKÖY 74 Tel: 572 04 44 BEYOĞLU Tel: 251 32 40 BROADWAY Tel: (0216)3461481 CAPİTOL Tel: (216) 310 06 16
Tel. (212)251 91 96 Dünya Bebek Kitabevi Cevdet Paşa C. 232/1 Bebek Tel. (212)265 71 03 Evrim Kitabevi Kadıköy İş Mrk. 78-106 Kadıköy Tel. (216)347 49 63 Gençlik Kitabevi Mühürdar C. 68 Kadıköy Tel. (216)337 96 05 Germinal Kitabevi Halaskargazi C. 309 Şişli
cy
KİTABEVLERİ ABC Kitabevi İstiklal C. 461-Beyoğlu Tel: (212) 249 24 14 Acar Kitabevi 1- Bağdat C. 374 Şaşkınbakkal Tel. (216)358 20 51 2-Moda C. 102 Kadıköy Tel. (0216)338 53 47 3- Bağdat C. Yolaç İş Mrk. No: 68-Kızıltoprak Tel. ( 2 1 6 ) 3 3 8 53 73 Adam Kitabevi İstanbul C. Morsümbül S. No: 1-Bakırköy Tel. (212)571 96 54 Afa Kitabevi İstiklale. Bekar 5. 17 Beyoğlu Tel. (212)249 22 18 Akademi Kitabevi Akkavak S. 2 - Nişantaşı Tel. (212)248 43 96 Akyüz Kitabevi Kadıköy iş Merk. Tel. (216)336 90 81 Alkım Kitabevi Kadıköy Çarşısı Orta Kat 101-Kadıköy Tel. (216)349 40 75 Arion Kitabevi Sıraselviler C. 1 Taksim Tel. (212)243 23 70 Arşiv Kitabevi Bahariye C. 86/2 Kadıköy Tel. (216)338 43 12 Bakırköy Kitap Sarayı Gençler C. 8 Bakırköy Tel. (212)583 09 03 Boğaziçi Kitabevi Nispetiye C. 70 Etiler Tel. (212)265 47 52 Dünya Aktüel Kitabevi İstiklal C. 469 Beyoğlu
Tel. (212)241 07 09 Gözlem Yay. Kitabevi Atiye S. Polar Ap. 12/6 Teşvikiye Tel. (212)240 41 44 Hamlet Kitabevi Sıraselviler C. 15 Taksim Tel. (212)244 26 01 Homer Kitabevi Yeni Çarşı C. 28/A Galatasaray Tel. (212)249 59 02 Kabalcı Kitabevi Ortabahçe C. 22/4 B.taş Tel. (212)261 31 24 Kadıköy Kitabevi Kadıköy İş Mrk.-Kadıköy Tel. (216)347 52 81 Mefisto Kitabevi İstiklale. 173-Beyoğlu Tel. (212)293 19 09 Genç Mefisto Kitabevi Muvakkıthane C.15 K.köy Tel. (216)414 35 19 Metropol Kitabevi İstiklale. 140/46 Beyoğlu Tel. (212)245 70 34 Net Kitabevi Galleria Ataköy Tel. (212)559 09 50 İstiklal Cd. No: 79/81 Beyoğlu Tel. (212)293 07 59-60 Nezih Kitabevi 1-Bağdat C. 378 Ş.bakkal Tel. (216)356 56 10 2-Mühürdar C. 40 K.köy Tel. (216)345 31 11 Pan Kitabevi Barbaros Bulvarı 74/4 Beşiktaş Tel. (212)261 80 72 Pandora Kitabevi Büyükparmakkapı S. 3 Beyoğlu Tel. (212)245 16 67 Pentimento Art Shop İstiklale. 140/3 Beyoğlu Tel. (212)293 39 59 Pera Orient Kitabevi Aznavur Pasajı Yapı Kredi Karşısı-Beyoğlu Polat Kitabevi Ankara C. 105 Cağaloğlu Tel. (212)513 50 93 Remzi Kitabevi 1-Servili Mescit S. 3 Cağaloğlu Tel. (212) 511 69 16 2-Akmerkez Etiler Tel. (0212)282 02 45 Robinson Crusoe Kit. İstiklal C. 389-Beyoğlu Tel. (212)293 69 68 Saka Kitabevi Eski Yıldız C. 12 Beşiktaş Tel. (212)260 12 79 Simurg Kitabevi Hasnun Galip S. 2/A Beyoğlu Tel. (212)243 63 77
Mühürdar C. Akmar Pasajı 70/1 Kadıköy Tel: (0216) 349 26 10 BM Çağdaş Sanat Merk. Akkavak Sk. 1/1-Nişantaşı Tel: (0212)231 10 23 Ekol Sanat Galerisi Bakraç Sk. 35/A Cihangir Tel: (0212) 293 06 17 Eylül Sanat Galerisi Akkirman S. 59 Nişantaşı Tel: (0212)231 69 56 Exclusive Sanat Merkezi Bağdat Cad. 449 Suadiye Tel: (0216)363 75 94 Fransız K.M. San. Gal. İstiklal Cd. 8-Taksim Tel: (0212)252 02 62 Galeri Art Inter Cultura İstiklal Cd. 373-Beyoğlu Tel: (0212) 243 29 18 Galeri B Hüsrev Gerede C. Fırın Sk. 2/1 -Teşvikiye Tel: (0212)227 03 63 Galeri Matyatlı Sanat ve Kültürevi İstiklal C. Saka Salim Çık. Kısmet Han. 3/1-Beyoğlu Tel: (0212) 244 15 91 Galeri Nev Maçka C. 33/B-Maçka Tel: (0212)231 67 63 Galeri Replica Cami Sk. Deniz Ap 3/3 Erenköy Tel: (0216) 358 60 95 Galeri SZ Kalıpçı Sk. Büyük
pe
CAROUSELTel:571 83 80 DÜNYA Tel: 249 93 61 EMEK Tel: 293 84 39 FİTAŞ Tel: 249 01 66 FRANSIZ K.M Tel: 249 07 76 GALLERİA PRES.Te!:560 72 66 GAZİ Tel: 247 96 65 GÜNEY Tel: (0216)354 13 88 HAKAN Tel: (0216) 337 96 37 İNCİ Tel: 240 45 95 İNCİRLİ Tel: 572 64 39 KADIKÖY Tel:(0216)337 74 00 KENT Tel: 241 62 03 LALE Tel: 249 25 24 M O D A Tel: (0216)337 01 28 OSCARTel:(0216)390 09 69 PARLIAMENTTel: 263 18 38 PERA Tel: 251 32 40 PRINCESS Tel: 285 06 95 PRINCESSTel:227 91 47 PYRAMIDTel:(0216)348 01 50 REKSTel: (0216)336 01 12 RENK Tel: 572 18 63 SİNEPOPTel: 251 11 76 SİTE Tel: 247 69 47 SÜREYYA Tel:(0216)336 06 82
a
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
GALERİLER Ares Sanatevi Iğrıp Sk. 24-Fenerbahçe Tel: (0216) 345 11 62 Asmalımescit Sanat Gal. Sofyalı Sk. 5 Tünel Tel: (0212)249 69 79 A.K.M Sanat Galerisi Taksim-İstanbul Tel: (0212)251 56 00 Bilim Sanat Galerisi
Bayraktar Ap. Teşvikiye Tel: (0212)230 17 45 Galeri Vinci Ihlamur Yolu 1 Teşvikiye Tel: (0212) 233 06 19 Galeri Artist Otim Kar. Yeşil Çimen C. Tel: (0212)227 68 52 Garanti Bankası San. G. H.gazi C. 36 Şişli Tel: (0212) 230 39 80 Gözlem Sanat Galerisi Atiye Sk. 12/6-Teşvikiye Tel: (0212)240 41 44 Güntay Sanatevi Cemil Topuzlu C. Sosyal Ap. 2/1-Feneryolu Tel: (0216) 386 88 98 Hobi Sanat Galerisi V.konağı C. Pas. 73 N.taşı Tel: (0212)225 23 37 İMKB Sanat Galerisi Istinye Tel: (0212) 298 25 10-11 Kadıköy Belediyesi Caddebostan K. ve S. M. Haldun Taner S. C.bostan Tel: (0216)360 95 95 Kare Sanat Galerisi Atiye Sk. 12/2-Teşvikiye Tel: (0212) 240 44 48 Mine Sanat Galerisi Sokullu Sk.1-Kadıköy Tel: (0216)345 64 40 Mozaik Fotoğraf Turizm Kültür ve Sanatevi Söğütlü Çeşme C. 160/1 Şeyda Ap. Kadıköy Tel: (0216) 418 08 48
Mutlu Sanat Odası General Necmettin Öktem Sk. 13/1-Erenköy Tel: (0216) 355 35 87 Nadya Sanat Galerisi Gazi Evranos C. 33 Yeşilköy Tel: (0212) 573 81 93 Restorasyon Atölyesi Ece Ap. 73-75/1-Teşvikiye Tel: (0212) 261 45 09 Nüans Sanat Merkezi Valikonağı C. Şakayık S. No: 40 Kat 5 Nişantaşı Tel: (0212)234 40 44 Özden Sanat Galerisi SporCd. 130/3-Maçka Tel: (0212) 260 44 28 Pavo Sanat Evi Yoğurtçu Parkı C. 62/3 Kadıköy Tel: (0216) 338 99 83 Seven Sanat Galerisi 1-Moda C. 66 Kadıköy Tel: (0216)345 56 16 2-Şakayık S. 37 Teşvikiye Tel: (0212) 231 70 58 TEM Sanat Galerisi Valikonağı C. Prof. Dr. O. Ersek Sk. 44/2-Nişantaşı Tel: (0212) 234 13 46 Urart Sanat Galerisi Abdi İpekçi Cd. No:18 Nişantaşı Tel: (0212)241 21 83
67
a
pe cy
cy
pe a
MitosBOYUT Yayınları
Bertolt Brecht
Bütün Oyunları
Versiyonları ile birlikte 59 oyun, • Geniş ve ayrıntılı açıklamalar, • Oyunlar üzerine Brecht'in yazıları, • Toplamı, yaklaşık 5000 sayfa, • Bez cilt, kuşe şömiz, 1. hamur kâğıt.
Copyright, Suhrkamp Verlag © Türkiye Yayın Hakları, TEM Ltd. ©
a
Açıklamalı Berlin ve Frankfurt Baskılarından Yayına Hazırlayanlar Werner Hecht/ Jan Knopf/Werner Mittenzwei Klaus-Detlef Müller
Cilt 1: Kutsal Kitap/Baal (1919)/Baal (1922)/Baal'in Yaşam Öyküsü/Gecede Trompet Sesleri/Dügün/Dilenci veya Ölü Köpekler/Şeytan Kovma/Lux Tenebris'te/Balık Avı/Ova Cilt 2: Çalılık/Kentlerin Çalılığında/İngiliz Kralı İkinci Edward'ın Yaşamı/Adam Adamdır (1926)/ Adam Adamdır (1938) Cilt S: Üç Kuruşluk Opera/Mahagonny/Mahagonny Kentinin Yükselişi ve Düşüşü/Lindberglerin Uçuşu/Anlaşma Üzerine Badener Öğreti Oyunu/Evet Diyen/Evet Diyen Hayır Diyen/Önlem (1930) / Önlem (1931) Cilt 4: Mezbahaların Kutsal Johanna'sı/Kuraldışı ve Kural/ Ana ( 1 9 3 3 ) / A n a (1938) Cilt 5: Sivri Kafalılar Yuvarlak Kafalılar / Yuvarlak Kafalılar Sivri Kafalılar Cilt 6: Küçükburjuvanın Yedi Ölümcül Günahı / Horatier ve Kuriater / Carrar Ananın Silahları / III. Reich'ın Korku ve Sefaleti. Cilt 7: Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyati Nedir. Cilt 8: Cesaret Ana ve Çocukları / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/Lukullus'un Sorgulanması (1951)/Lukullus'un Mahkûmiyeti/Sezuan'm İyi İnsanı. Cilt 9: Puntila Aga ve Uşağı Matti / Arturo Ui'nin Yükselişi/ Simone Machard'ın Yüzleri. Cilt 10: Schweyk İkinci Dünya Savaşında / Malfi Düşesi. Cilt 11: Kafkas Tebeşir Dairesi / Sofokles'in Antigone'si. Cilt 12: Komün Günleri / Saray Danışmanı Lenz/Gerhart Hauptmann'ın Kunduz Kürkü ve Kırmızı Horozu. Cilt 13: Coriolanus/Anna Segers-Rouen'li J e a n n e D'Arc'ın Davas: (1431)/Turandot veya Çamaşırcıların Kongresi/Moliere'in Don Juan'ı/Ziller ve Davullar.
İLK
cy
Türkçe'ye Çevirenler Ahmet Cemal/Aziz Çalışlar /Yücel Erten/Özdemir Nutku Filiz Ofluoğlu/Yılmaz Onay/Ayşe Selen
K İ T A P (Cilt 7 )
NİSAN/ 1997'de
Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Galileo (Amerika Metni) / Galilei'nin Yaşamı (1955/56) Dansen /Demirin Fiyatı Nedir. (Çeviren: Ahmet Cemal)
pe
1 • Tiyatro-Devrim ve MEYERHOLD - Hazırlayan: Ali Berktay 20. Yüzyılın büyük tiyatrocusunun yaşamı, "Tiyatro" adlı kitabı, hakkında yazılanlar ve Sovyet Arşivlerinin 1988 yılında açılmasından sonra ortaya çıkan, öldürülmesine yol açan düzmece mahkeme tutanakları 2 • Eugene Ionesco / Toplu Oyunları 2 Absürd tiyatronun kurucusunun ilk iki oyunu bir arada: Ders / Kel Şarkıcı (Çeviren: Prof. Hasan Anamur) 3 • Turgay NAR / Toplu Oyunları 1 Genç oyun yazarının iki uzun, iki kısa oyunu bir arada: Çöplük j Şehrazat'ın Oyunu / Kuyu / Terzi Makası 4 • Memet BAYDUR / Toplu Oyunları 4 Üretken yazarın yeni 4 oyunu (ikisi kısa oyun) Elma Hırsızları / Yalancının Resmi / Genel Anlamda Öpüşme /
Çin Kelebeği
5 • Frank Wedekünd / Toplu Oyunları 1 Alman yazarın oyunları ülkemizde ilk kez yayımlanıyor. Lulu (Çev. Aziz Çalışlar) / İlkbahar Uyanışı (Çev. Nesrin Kazankaya)
TEM Y a p ı m Yayıncılık Ltd. Şti. Aga Çırağı Sok. 7/2 G ü m ü ş s u y u / 8 0 0 9 0 İ s t a n b u l ; Tel. ( 2 1 2 ) 2 4 9 8 7 3 7 - 3 8 ; F a k s . 2 4 9 0 2 1 8 70
a
pe cy
cy a
pe