1997_75_7266

Page 1


a

cy

pe


a

pe cy


pe cy

a

FIAT MAREA

GENİŞ DÜŞ Geniş hareket özgürlüğü

Geniş kullanım alanı

Marea üstünlüklerine 'çok amaçlı kullanım' boyutunu da

Sedan modelinin tüm konfor donanımlarına sahip MÎ

ekleyen yeni

Weekend, özellikle arka koltukların katlanmasıyla, 1.

bir otomobil:

Marea Weekend.

Otomobil

tasarımına özgün bir yenilik getiren, geniş pencereli arka

litreye ulaşan rakipsiz bagaj hacmi ile dikkat çekiyor.

bölümü

olarak geliştirilen ses yalıtım sistemlerinden ergonom

ile,

Avrupa'nın

wagonlarından

biri.

en

şık

ve

en

ferah

station

Marea Weekend özellikle hareketli

koltuklarına, polen filtreli tam otomatik klimasından

yaşamayı seven geniş ailelere, aradıkları tüm özellikleri tek

panele entegre radyo-teybine, Marea Weekend konforu

bir otomobilde bulabilme olanağını sunuyor.

ailenizdeki her bireyi düşünüyor.


pe

cy

a

WEEKEND

ÜNENLERE. niş motor seçenekleri

Geniş koruma önlemleri

rea Weekend, hem yüksek performanslı, hem de nomik, katalitik konvertörlü motor seçenekleriyle de çok lı ihtiyaçlara cevap veriyor. Dilerseniz 2.0 litrelik 20 valflı lindirli HLX. Dilerseniz her ikisi de 1.6 litrelik 16 valflı tora sahip SX veya ELX. Marea Weekend model azesinde ayrıca otomatik vitesli 1.6 16 V ELX seçeneği bulunuyor.

Marea Weekend, güvenlik bakımından da en yeni teknolojileri içeren bir otomobil. Dört sensörlü ABS, çift airbag gibi en gelişmiş güvenlik sistemleri Marea Weekend HLX'te standart, ELX modelinde ise isteğe bağlı olarak sunuluyor. Marea Weekend çelik güvenlik kafesi, çalınma riskine karşı Fiat CODE Immobiliser gibi önlemleriyle de tam bir koruma sağlıyor.


pe a

cy


Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Tiyatro Yapım Yayıncı­ lık Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Mustafa Demirkanlı Genel Yayın Yönetmeni: Dikmen Gürün Yayın Koordinatörü Emre Koyuncuoğlu. Yazarlar: Ahmet Cemal, Ahmet Levendoğlu, Redaksiyon: A. Nalân

Ozübek Katkıda Bulunanlar: Duygu Atay, Esen Çamurdan, Fakiye Özsoysal Çavuş, Yücel Erten, Kenan Işık, Üstüngel İnanç, Nihal Kuyumcu, Tamer Levent, Hülya Nutku, Ahmet Ortaçdağ, Seçkin Selvi, Sevda Şener, Gürkan Tellioğlu, Ata Ünal

Genel Müdür Yardımcısı: Sedat Bilgin Reklâm Sorumlusu: Candan Hoyladı Grafik Tasarım: Yeşim Demir Teknik Müdür: Erkut Anburnu Dizgi: Nuray Lale Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz Ofset Hazırlık: Tiyatro Yapım Baskı: Stil Matbaası Abone Bedeli: 5.000.000. - Kurumlar

Abone Bedeli: 6.000.000.- TL Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah. Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-8006 İstanbul Telefon: (0.212) 293 72 77 Fax: (0.212) 252 94 14 Posta Çeki: Tiyatro Yapım 655 248 Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197245

KASIM 97

SAYI 75 400.000.-

A

Y

L

I

K

T

İ

Y

A

T

R

O

D

E

R

G

İ

S

İ

EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S. 9 BU AY SAHNEDEKİLER/S.11 HABERLER/ S. 12

pe cy

a

DOSYA: BİR KÜÇÜK SORUŞTURMA Eşen Çamurdan. Yücel Erten. Kenan Işık. Ahmet Levendoğlu, Tamer Levent, Seçkin Selvi/ S. 15

TARTIŞMA: YETİŞKİNLER ÇOCUKLARİ ÖLDÜRÜYOR (I) Çev: Duygu Atay/ S. 24

SÖYLEŞİ: "ÇOCUKLARIN BİREY OLMALARINI İSTİYORUZ" Üstüngel İnanç/ S. 28

7


ELEŞTİRİ: USTA BİR SANATÇIDAN USTALIK DERSİ Sevda Şener/ S. 30

cy

PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 35

a

SÖYLEŞİ: "AMACIMIZ ÖNCE SEYİRCİMİZİ OLUŞTURMAK" Ata Ünal / S. 32

pe

ELEŞTİRİ: 'KEFİL'Lİ PERFORMANS Ahmet Ortacdağ I S 36

SÖYLEŞİ: "SEVDA ŞENER KİTAPLARI ÜZERİNE" Hülya Nutku / S. 40 ELEŞTİRİ: GODOT, ARTIK BEKLENİLEN DEĞİL AMA TÜKETİLEN Mİ? Fakiye Özsoysal Çavuş I S. 42 İZLENİM: ULUSLARARASI TİYATRO ENSTİTÜSÜ 27 GENEL KONGRESİ KORE'DEYDİ Hülya Nutku / S. 44 İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S. 47 ELEŞTİRİ: "BENEM GÜZEL PAPUÇLARIM" Nihal Kuyumcu / S. 48 İZLENİM: ASSOS FESTİVALİ ÜÇÜNCÜ YILINDA Emre Koyuncuoğlu / S. 50 AMATÖR TİYATROLAR: ÜNİVERSİTE TİYATROSUNDA İLKLER Gürkan Tellioğlu/ S. 52 TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA/ S. 56


EDİTÖRDEN Dikmen

Gürün

Bu ay dergimizde yine bir "Dosya" konumuz var: Repertuvar. Özellikle ödenekli tiyatrolarımıza ilişkin belgeleri incelerken bu konunun dünden bugüne güncelliğinden pek bir şey yitirmediğini gördük. Sayfalarımız önümüzdeki sayılarda bu alanda gelecek yanıtlara açık... Yine bu sayımızda Çocuk Tiyatrosu bir kez daha gündeme geliyor. Grips Tiyatrosu bünyesinde yapılan bir açık oturumdan alıntılar sanırız çocuk tiyatrosu ile yakından ilgilenen sanatçılar için ilginç bir derleme olacaktır. Dördüncü ödenekli tiyatromuz, İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu Işıl Kasapoğlu'nun sanat danışmanlığında perdelerini açıyor Kasım ayı içinde.

cy a

Tiyatro salonuna ilişkin yaşananlara şu anda yer vermeyi yeğliyor ve Işıl

Kasapoğlu ile arkadaşlarına başarılar

dilerken "Hamlet"in yeni yorumunu

heyecanla bekliyoruz. Ata Ünal'ın Işıl

Kasapoğlu ile yaptığı söyleşi sanatçının

hiç tükenmeyen enerjisinin bir

göstergesi.

pe

Hocamız Sevda Şener'in "Yaşamın

Kırılma Noktasında Tiyatro Sanatı" onun

yıllara dayanan birikiminin bir uzantısı. Hülya Nutku'nun bu değerli tiyatro

insanı ile yaptığı zevkli söyleşi de başlıklarımızdan bir diğeri... Hülya Nutku bir başka yazısında bizlere Kore tiyatrosu üstüne izlenimlerini de aktarıyor.

Assos Festivali her geçen gün biraz daha genişliyor. Salt çevre kentlerden değil Türkiye'nin her yanından tiyatro meraklılarını Behramkale'ye çekiyor. Behramkale'li ise yapılan bu işin gururunu duyuyor, heyecanını paylaşıyor... Konularımızdan biri de Assos Festivali. Tiyatro sezonuyla birlikte eleştiri yazılarımız da başladı. Önümüzdeki aylarda eleştirilere daha geniş yer vermeyi umuyoruz


TİYATRO KÜLÜBÜ NEDİR? Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Şubat 98'de 8. yılına girecek. Bugünün Türkiyesi'nde azımsanmayacak bir süre olduğunu biliyoruz. Kültür ve sanatın dışlandığı, dahası horlandığı günümüzde tiyatro dergisi çıkarmanın ve yaşatmanın zorluklarının yanı sıra görevinin büyüklüğünün de farkındayız. Özellikle İstanbul gibi megapollerde günlük yaşamın içindeki koşuşturma, koşuşturmanın getirdiği stresin oluşturduğu kısır döngü içinde sıkışıp kalmamıza neden olmakta, zaman zaman hepimizi umutsuzluğa sürüklemekte. Ayaklanıp sinemaya, tiyatroya, konsere ya da bir sergiye gitmeyi çok düşünür, elimizden tutup veya itekleyerek götürecek birini arar ama bir türlü bu buluşmayı gerçekleştiremeyiz. Bu arada, sizleri bekleyen sanat insanları da aynı umutsuzluklarını

cy a

bastırmanın, içlerindeki coşkuyu sürekli diri tutmaya çalışmanın yorgunluğunu yaşamaktadır. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak Tiyatro Kulübü'nü kurarak bu köprüyü oluşturmaya karar verdik. Her ay sizlere ulaştıracağımız davetiyeler ile sizi tiyatroya gitmeye zorlayacağız, gitmediniz mi? Sizler için düzenlenmiş özel galalara davet edeceğiz, o da mı olmadı? O günlerde meşgul müsünüz? İstediğiniz gün ve saat için biletlerinizi temin edip bulunduğunuz yerde teslim edeceğiz.

Tiyatrolarda neler mi oluyor? Bu sorunun yanıtı ise her ay size ulaşacak Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde var. Türkiye'nin düzenli olarak yayımlanarak 8. yılına ulaşmakta olan Tiyatro... Tiyatro... Dergisi okuru olma ayrıcalığını da elde etmiş olacaksınız. Sanat ile sanatseverler arasında eksikliği duyulan köprü olmayı amaçlıyoruz. Amaçlamanın ötesinde böyle bir köprünün kalmayacak.

pe

zorunluluğuna inanıyoruz. Çünkü, biraz daha yavaş hareket edersek, artık köprüye de gerek kalmayacak, çünkü sanat "Sanata evet" diyebilmenin yollarından biri -en önemlisi- sanatla buluşmaktır. Tiyatro Kulübü, bu gerçekten yola çıkarak kuruldu.

Saygı ve sevgilerimizle,

Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Aboneliği. Her ay bir tiyatroya davetiye. Tiyatrolarda indirim. Üyelerimize özel galalar. Cafe-Bar-Restauran ve Kitapevlerinden indirimler. Kültür etkinliklerine rezervasyon ve bilet temini. İstediğiniz kitaba anında ulaşma.

Tel: (0.212) 293 72 77 - 251 77 89


BU AY SAHNEDEKİLER Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Yazan: Aziz Nesin Yöneten: Murat Karasu Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Nalan Türkoğlu Işık Tasarımı: Selim Yıldız Müzik: Kemal Günüç Oynayanlar: Yetkin Dikinciler, Levent Şenbay, Ercan Eker, Erkan Petekkaya, Şuayip Unsal, Harun Özer, Sanlı Baykent, Çetin Azer Araş, Nermin Uğur, Mert Tanık, Veda Yurtsever, Nazan Kırılmış, Dilara Keyf Günüç, Gürkan Görbil, Neşe Baykent, Harun Türköz.

"Anlat Şehrazat", Binbir Gece Masalları'nda yer alan "Şah Ömer-Ün Neman ve Şaşırtıcı Güzellikteki İki Oğlu: Şarkân ve Dav-ülMekân'ın Öyküsü" adlı masaldan uyarlanmıştır. "Anlat Şehrazat" adlı müzikalde, humor, entrika, aşk, acı, hüzün, intikam, ihanet, şiddet gibi "Binbir Gece Masallarında da yer alan temalar, çağdaş bir anlatımla yer almaktadır.

pe cy a

iki perdelik traji-komik oyunda, Övreke ve Limia isminde onuncu kez savaşmak üzere hazırlıklar yapan iki düşman ülke ile, bu iki ülkenin barış ticaretini yöneten Zalpon Devletinin taşlaması sergileniyor.

Binbir Gece Masalları'ndan Uyarlayan: Mehmet Birkiye, Atilla Birkiye Yöneten: Mehmet Birkiye Sahne Tasarımı: Nurullah Tuncer Giysi Tasarımı: Hakan Dündar Işık Tasarımı: Malcom K. Kay Beste: Serdar Yalçın Şarkı Sözü: Atilla Birkiye Koreograf: Marina Gökçe Oynayanlar: Müşfik Kenter, Candan Erçetin, Meltem Cumbul, Kadriye Kenter, Levent Güner, Tunca Aydoğan, Kevork Tavityan

Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Roberto Athayte Çeviren: Tomris Uyar Yöneten: Metin Belgin Sahne Tasarımı: Nurettin Özkönü Giysi Tasarımı: Nurettin Özkönü Işık Tasarımı: Kazım Öztürk Oynayanlar: Ülkü Duru, Ali Sürmeli, Ali Fuat Çimen. Oyun, Miss Margarida adlı lise öğretmeninin kişiliğinde eğitim sistemi, adalet, statü gibi kavramların irdelendiği komedi, keskin bir eleştiri dozu içeriyor.

Tiyatro: Dormen Tiyatrosu Yazan: Bricaire - Lassaygues Çev.: Gencay Gürün Yöneten: Çetin Akçan Sahne Tasarımı: Duygu Sağıroğlu Giysi Tasarımı: Güler Yiğit Oynayanlar: Haldun Dormen, Metin Serezli, Gülen Karaman, Şebnem Özinal, Alper Düzen, Gürkan Uygun

Tiyatro: Ankara Sanat Tiyatrosu Yazan: Eşber Yağmurdereli Yöneten: Rutkay Aziz Yön. Yrd.: Ebru Erkekli-Esra Ronabar Sahne Tasarımı: Hakkı GültekinMustafa Köse Işık Tasarımı: Murat Atmış-Osman Kaya Müzik: Komal Günüç Oynayanlar: Lemi Bilgin, Altan Erkekli, Erol Demiröz, Koray Ergun, Metin Coşkun, Hakan Akın

Eşber Yağmurdereli'nin hapislik yıllarını anlatan romanından uyarlanan oyun Kasım ayından itibaren Ankaralı tiyatroseverlerle buluşuyor.

Bir Fransız bakan ile Amerikalı bir albay arasında geçen garip ilişkiyi anlatan, bugüne kadar sahnelenmiş komedilerden farklı biçimde seyirciyi hayli şaşırtacak. 11


HABERLER...

Alman Yayınevleri Birliği'nin bu yılki Barış Ödülü Yaşar Kemal'e verildi. Yaşar Kemal, ödülünü 49. Frankfurt Kitap Fuarı kapsamında Paulskirche adlı tarihi kilisede düzenlenen bir törenle aldı. Alman Yayınevleri Birliği'nin Ödülü, Almanya'da verilen en büyük edebiyat ödülü. Türkiye'den Atıl Ant, Alpay Kabacalı, Doğan Hızlan, Erdal Öz, Zehra Ipşiroğlu çeşitli panellere katılmak üzere Frankfurt'a gittiler.

Nobel Edebiyat Ödülü Fo'nun

İstanbul Devlet Opera ve Balesi Danimarka'da İlk yurtdışı turnesini 1994 yılında Danimarka'ya yapan İDOB, üç yıldır üst üste Danimarka'da opera sezonunu açıyor. Bu yıl "Carmen", Aalborg veAarhus'ta sahnelendi ve büyük bir başarı sağladı. Basında yer alan eleştirilerde özellikle Jaklin Çarkçı ve Mete Uğur, Erol Uras, Efsun Öztoprak övgüler alırken Yekta Kara da kültürel depremler ülkesi Türkiye'de Batı'nın kalesi olarak tanımlandı.

pe

cy

1997 Nobel Edebiyat Ödülü'nü İtalyan oyun yazarı Dario Fo kazandı. "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" oyunuyla ünlenen 71 yaşındaki Fo, yapıtlarında "ortaçağ soytarılarına özgü bir şekilde egemen güçleri yermesi ve sokaktaki insanın onurunu yüceltmesinden ötürü" bu ödüle değer bulundu. Tutuculuğuyla tanınan İsveç Akademisi'nin bu kararı dünyada şaşkınlık yaratırken İtalyan basını tarafından memnunlukla karşılandı. İsveç Akademisi'nce yapılan açıklamada sanatçı "fevkalade ciddi bir hiciv ustası" olarak değerlendirildi ve "eğer bir kişi gerçek anlamıyla soytarı unvanını hak ediyorsa, o da Fo'dur" dendi.

hazırlamak ve bu tartışmaların sonucunda 20. yy Türk tiyatrosuna yeniden yapılanma olanağı yaratacak görüş ve kararların ortaya çıkması ve belirginleşmesini sağlamak. Ülkedeki tiyatro kuruluşlarının temsilcilerinin sunacağı bildiriler altı ana başlık altında toplanıyor: Kurumsallaşma (model oluşturmak), Hak arama oluşumları, Tiyatro sanatının hukuksal olarak Türkiye demokrasisindeki yeri, Tiyatro eğitimi ve sorunları, Belediye tiyatroları, Ödenekli tiyatrolarda olması ve olmaması gerekenler.

a

Barış Ödülü Yaşar Kemal'in

Türkiye Tiyatrolar Kurultayı 15-17 Kasım tarihleri arasında Mersin'de yapılacak olan Tiyatrolar Kurultayı Kültür Bakanlığı desteği ile TOBAV tarafından düzenleniyor. Kurultayın amacı; tiyatro sorunlarının derinlemesine tartışılacağı bir ortam 12

Türk ve Yunan Devlet Tiyatroları İşbirliği Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Bozkurt Kuruç, Ekim ayı içinde Yunan Oyun Yazarları Birliği'nin davetlisi olarak Atina'ya gitti. Devlet Tiyatrosu, Trabzon doğumlu Yunanlı yazar Psathas'ın "Yalancı Aranıyor" adlı oyununu ocak ayında Atina'da sahneleyecek. Kuruç, "Tiyatro sanatı aracılığıyla bir dostluk ortamı pekiştiriyoruz" derken Atina'ya gidecek ikinci oyunun Türk yazarları arasından seçileceğini de belirtti. Yunan Devlet Tiyatrosu ise "Medea" ile 24 Kasım'da

istanbul'da, 27-28 Kasım'da Ankara'da Türk izleyicisinin karşısına çıkacak.

Oben Güney'in Eşine Destek 1993 yılında yitirdiğimiz tiyatrocu Oben Güney'in eşi Maria Güney ve iki çocuğunun kirada oturdukları evden çıkarılmaları nedeniyle Müşfik Kenter, Haldun Dormen, Yılmaz Erdoğan, Sevgi Sanlı, Hadi Çaman, Ütüna Asutay, Oya Başar, Levent Kırca ve Tuncer Cücenoğlu'ndan oluşan bir kurul Maria Güney ve çocuklarına konut alınması amacıyla bir kampanya başlattılar. Kampanya kapsamında Halk Sigorta 600 milyon liralık bir yardımda bulundu. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) tüm tiyatro kuruluşlarına bir mektup göndererek özel ve ödenekli tiyatroların bir gecelik hasılatlarının Maria Güney'e bırakılması için birlikte girişimde bulunmaya davet etti. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) çağrıyı buradan da yineliyor ve konuyla ilgilenen tiyatro kuruluşlarının Hayati Asılyazıcı ile temas kurmalarını diliyor.

Sefiller Müzikali On İki Yaşında "Sefiller" müzikali geçtiğimiz ay içinde Londra'da 12. yılını kutladı. Victor Hugo'nun romanından sahneye uyarlanan müzikali şimdiye dek 40 milyon kişi izlemiş, 22 ülkede 14 ayrı dilde sahnelenmiş ve 960 milyon dolar hasılat yapmış. Yapımcılar müzikalin daha uzun yıllar sahneleneceğini söylüyor.

Borusan Kültür ve Sanat Merkezi Borusan Grubu, Beyoğlu mimarisinin tipik bir örneği olan tarihi binada


HABERLER... Borusan Kültür ve Sanat Merkezi'ni açtı. Binada sanat galerisi, müzik kütüphanesi, internet cafe, konferans salonu ve Borusan Oda Orkestrası'nın çalışma salonu ile yönetim birimleri yer alıyor. Borusan bu girişimiyle Türkiye'de ilk kez bir Müzik Kütüphanesi oluşturuyor. Borusan Kültür ve Sanat Merkezi amacını, genel olarak düzenlediği etkinliklerle ve eğitim programlarıyla ülkenin sanat yaşamını zenginleştirmek, klasik müziğin ve cazın daha geniş kitleler tarafından sevilmesini sağlamak olarak tanımlıyor.

Asuman Arsan Vefat Etti

Kartal Sanat İşliği, Yeni Sahnesinde Kartal Sanat İşliği faaliyetlerini sürdürdüğü Kartal Belediyesi salonundan çıkartıldıktan sonra, uzun süre

pe cy a

63 yıllık yaşamının 47 yılını tiyatro, operet, sinema ve televizyona veren sanatçı Asuman Arsan 12 Ekim'de vefat etti. Arsan 1951'de Yeni Ses Opereti'nde "Yutmazoğlu" oyunuyla sanat yaşamına atıldı. 1954'te, Operet dağılınca Toto Karaca, Kenan Büke, Muzaffer Hepgüler, Tevhid Bilge, Ali Sururi ve Celal Sururi ile birlikte İstanbul Opereti'ni kurdu. 1960'lara kadar burada çeşitli oyunlarda rol alan Asuman Arsan önce Aksaray Küçük Opera ve sonra da Muammer Karaca Tiyatrosu'na girdi. 1969'da Kenan Büke Tiyatrosu'nu daha sonraki yıllarda Dormen Tiyatrosu'nu izledi. Haldun Dormen'in Şan Müzikholü'nde sahneye koyduğu müzikal güldürülerde ilginç kompozisyonlar yarattı. Sahnedeki başarısını sinemaya da taşıyan sanatçı son yıllarda televizyon dizilerinde rol alıyordu. Son çalışması Yasemin Yalçın ve ekibinin hazırladığı "İnce İnce Yasemince"de oynadığı gelin rolüydü.

Kasım ayından itibaren Martı Sanat Evi'nde sahnelenmeye başlayacak olan, Murat Karasu'nun yönettiği "Getto", 1996-97 sezonunda basında geniş yankı uyandırmış ve 1. Afife Jale ödüllerinde en iyi yönetmen dalında 4 aday arasında yer almıştı.

salonsuzluktan faaliyetlerine devam edememişti.

Uzun aradan sonra, tiyatro çalışanlarının emekleriyle oluşturdukları oda tiyatrosunda Kasım ayından itibaren faaliyetlerine başlıyorlar. Kartal Sanat işliği'nin bu yılki repertuvarında "Dostluk Şarkısı", Masal" ve "Yeşil Dünya" adlı çocuk oyunlarının yanı sıra yetişkinler için ise Muzaffer izgü'nün "Duvar" oyunu ve Yaşar Azaz'ın "Beyaz Cehennem isimli gençlik oyununu sahneleyecekler.

"Getto" Yeniden Naz Erayda'nın Seyircisiyle Workshop Buluşuyor Çalışması 1996-97 Tiyatro sezonunda Tiyatro Ti tarafından sahnelenmeye başlanan "Getto" (J. Sobol), 1997-98 sezonunda da seyircisiyle buluşmaya devam edecek.

Tiyatro tasarımcısı Naz Erayda çağrılı olarak gittiği Danirmarka'da "11 Oyuncu 7 Dil 1 Epilog" başlıklı birvvorkshop gerçekleştirdi.

Kopenhag'da kurulu Terra Nova Tiyatrosu'nun düzenlediği ve aktör/yönetmen Toni Cots ve Peter Bensted koordinatörlüğünde yürütülen laboratuvar/vvorkshop çalışmalarına uluslararası profesyonel oyuncular katıldı. Naz Erayda'nın bu laboratuvar/workshop çalışması, tek bir metinle tek bir oyun parçasının (Fırtına, Wİlliam Shakespeare, epilog) çeşitlemeleri, ilişkileri üzerine kuruldu. Workshop'da 7 ayrı ülkeden 11 oyuncu aynı metni ve aynı oyun parçasını 7 ayrı dilde oynama çalışması gerçekleştirdi. Çalışma süresince, anlamı aynı olan ayrı dildeki sözcüklerin ayrı ses, ayrı giysi, ayrı hareketlerle kurduğu ilişkilerden oluşan ayrı oyunlar sergilendi. Terra Nova'nın Ekim ayı programında "Konuk Öğretmen" olarak Kumpanya'dan Naz Erayda'nın yanı sıra Leicester Haymarket Tiyatrosu'ndan Sita Ramamurthy, Odin Tiyatrosu'ndan isabel Ubeda ve koreograf/dansçı Tess de Quincey yer aldı.

2. Ankara Tiyatro Festivali 21-29 Kasım tarihleri arasında yapılacak olan 2. Ankara Tiyatro Festivali'ni 29'u yetişkin, çocuk tiyatrosu olmak üzere 40 grup katılıyor. Ankara, İstanbul, izmir, Adana, Antalya, Denizli, Ordu, Diyarbakır'ın yanısıra ,talya ve Hollanda'dan iki topluluk çeşitli oyunlar sunacaklar. Oyunların yanısıra söyleşiler, atölye çalışmaları, seminerler ve paneller festival kapsamında. Ayrıca, sinevizyon gösterimlerinde geleneksel Japon Tiyatrosu ve Alman Tiyatrosu üzerine belgesel filmler yer alıyor. Tiyatrodan sinemaya da ayrı bir belgesel filmler gurubu oluşturuyor. Festival, Çankaya, Mamak, Yenimahalle Belediyeleri ve Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf tarafından düzenleniyor.


İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ

Şehir Tiyatroları

HARBİYE M. ERTUĞRUL SAHNESİ TEL: (0212) 240 77 20

FATİH REŞAT NURİ SAHNESİ TEL: (0212) 526 53 80

15.00

Halay

Lüküs Hayat

G o d o t ' y u Beklerken

Huzur

20.30

Halay

Lüküs Hayat

G o d o t ' y u Beklerken

Huzur

6 Kasım Pe 2 0 . 3 0

Halay

Lüküs Hayat

G o d o t ' y u Beklerken

Huzur

Diğerlerinin Adı Ali

Evlilik (Saat: 15.00)

7 Kasım Cu 2 0 . 3 0

Halay

Lüküs Hayat

G o d o t ' y u Beklerken

Huzur

Diğerlerinin Adı Ali

Evlilik (Saat: 15.00)

11.00

Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)

Krala O y u n (Ç.O)

N e Hepsi N e Hiçbiri ( Ç . O )

Büsküvi A d a m (Ç.O)

Küçük Nasrettin (Ç.O)

15.00

Halay

Lüküs Hayat

G o d o t ' y u Beklerken

Huzur

Diğerlerinin Adı Ali

20.30

Halay

Lüküs Hayat

G o d o t ' y u Beklerken

Huzur

Diğerlerinin A d ı Ali

11.00

Ah Karagöz Vah Karagöz ( Ç O )

Krala O y u n (Ç.O)

N e Hepsi N e Hiçbiri (Ç.O)

Büsküvi Adam (Ç.O)

Küçük Nasrettin (Ç.O)

10.00

Halay

Lüküs Hayat

G o d o t ' y u Beklerken

Huzur

Diğerlerinin Adı Ali

18.30

Halay

Lüküs Hayat (20.30)

G o d o t ' y u Beklerken

Huzur

Diğerlerinin Adı Ali

TARİH

SAAT

Çar.

8 Kasım C.tesi

9 Kasım Pazar

10 Kasım P 19.00

GAZİOSMANPAŞA SAHNESİ TEL: (0212) 578 60 67

KADIKÖY HALDUN TANER SAHNESİ TEL: (0216) 333 03 97

4 Kasım S. 2 0 . 3 0 5 Kasım

ÜSKÜDAR M. CELAL SAHNESİ f E L (0216) 333 03 97

KÜLTÜR

HARBİYE CEP TİYATROSU TEL: (0212) 240 77 20

Evlilik (Saat: 15.00-20.30) Diğerlerinin Adı Ali Diğerlerinin Adı Ali

ETKİNLİĞİ

Evlilik (Saat 15.00)

11 Kasım S. 2 0 . 3 0 Kuyruklu Yıldız Altında Kuyruklu Yıldız Altında

13 Kasım. Pe 2 0 . 3 0

Kuyruklu Yıldız Altında

14 Kasım. Cu 2 0 . 3 0

1 5 Kasım C.tesi

Pazar

Halay

ibiş'in Rüyası

Diğerlerinin Adı Ali

Huzur

Halay

Ibiş'in Rüyası

Huzur

Diğerlerinin Adı Ali

Halay

ibiş'in Rüyası

Huzur

Diğerlerinin Adı Ali

Evlilik (Saat.: 15.00) Evlİİİk (Saat: 15.00)

Halay

Ibiş'in Rüyası

Huzur

Diğerlerinin Adı Ali

11.00

Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)

Krala O y u n (Ç.O)

N e Hepsi N e Hiçbiri ( Ç . O )

Büsküvi A d a m (Ç.O)

Küçük Nasrettin (Ç.O)

15.00

Kuyruklu Yıldız Altında

Halay

Ibiş'in Rüyası

Huzur

Diğerlerinin A d ı Ali

20.30

Kuyruklu Yıldız Altında

Halay

İbiş'in Rüyası

Huzur

Diğerlerinin A d ı Ali

Kuyruklu Yıldız Altında

11.00

Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)

Krala O y u n (Ç.O)

N e Hepsi N e Hiçbiri (Ç.O)

Büsküvi A d a m (Ç.O)

Küçük Nasrettin (Ç.O)

15.00

K u y r u k l u Yıldız Altında

Halay

ibiş'in Rüyası

Huzur

Diğerlerinin A d ı Ali

18.30

Kuyruklu Yıldız Altında

Halay

İbiş'in Rüyası

Huzur

Diğerlerinin A d ı Ali

17 Kasım Pt 18.00 18 Kasım 5. 2 0 . 3 0

pe

Çar.

cy a

15.00 20.30

12 Kasım

KÜLTÜR

ETKİNLİĞİ

Ayrılık (Saat: 15.00,20.30)

15.00

Diğerlerinin A d ı Ali

Bir Ata, Krallığım!

Kuyruklu Yıldız Altında

20.30

Diğerlerinin A d ı Ali

Bir Ata, Krallığım!

Kuyruklu Yıldız Altında

Ahududu

İbiş'in Rüyası

20 Kasım Pe. 2 0 . 3 0

Diğerlerinin A d ı Ali

Bir Ata, Krallığım!

Kuyruklu Yıldız Altında

Ahududu

ibiş'in Rüyası

Ayrılık (Saat 15.00) Ayrılık (Saat 15.00)

19 Kasım Çar.

21 Kasım Cu. 20.30

22 Kasım C.tesi

Diğerlerinin Adı Ali

Bir Ata, Krallığım!

Kuyruklu Yıldız Altında

Ahududu

ibiş'in Rüyası

11.00

Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)

Krala O y u n (Ç.O)

Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)

Büsküi A d a m (Ç.O)

Küçük Nasrettin (Ç.O)

15.00

Diğerlerinin Adı Ali

Bir Ata, Krallığım!

Kuyruklu Yıldız Altında

Ahududu

İbiş'in Rüyası

Diğerlerinin A d ı Ali

Bir Ata, Krallığım!

Kuyruklu Yıldız Altında

Ahududu

İbiş'in Rüyası

11.00

Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)

Krala O y u n (Ç.O)

Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)

Büsküvi A d a m (Ç.O)

Küçük Nasrettin (Ç.O)

15.00

Diğerlerinin Adı Ali

Bir Ata, Krallığım!

Kuyruklu Yıldız Altında

Ahududu

İbiş'in Rüyası

20.30

Diğerlerinin Adı Ali

Bir Ata, Krallığım!

Kuyruklu Yıldız Altında

Ahududu

İbiş'in Rüyası

15.00

Huzur

G o d o t ' y u Beklerken

Halay

İbiş'in Rüyası

Kuyruklu Yıldız Altında

20.30

23 Kasım Pazar

İbiş'in Rüyası

Evlilik (Saat 15.00-20.30)

25 Kasım S. 2 0 . 3 0 26 Kasım Çar.

20.30

Huzur

G o d o t ' y u Beklerken

Halay

İbiş'in Rüyası

Kuyruklu Yıldız Altında

27 Kasım Pe. 2 0 . 3 0

Huzur

G o d o t ' y u Beklerken

Halay

ibiş'in Rüyası

K u y r u k l u Yıldız Altında

Evlilik (Saat: 15.00-20.30)

28 Kasım C. 2 0 . 3 0

Huzur

G o d o t ' y u Beklerken

Halay

İbiş'in Rüyası

Kuyruklu Yıldız Altında

Evlilik (Saat 15.00-20.30)

11.00

Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)

Krala O y u n (Ç.O)

Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)

Büsküvi A d a m (Ç.O)

Küçük Nasrettin (Ç.O)

15.00

Huzur

G o d o t ' y u Beklerken

Halay

İbiş'in Rüyası

Kuyruklu Yıldız Altında

20.30

Huzur

G o d o t ' y u Beklerken

Halay

İbiş'in Rüyası

Kuyruklu Yıldız Altında

29 Kasım C.tesi

11.00 30 Kasım Pazar

15.00 18.30

24

14

KASIM

ÖĞRETMENLER

G Ü N Ü N D E

B Ü T Ü N

Ö Ğ R E T M E N L E R İ M İ Z E

SAYGILARIMIZI

SUNARIZ


DOSYA

pe cy

a

BİR KÜÇÜK SORUŞTURMA... Neden repertuvar? Neden repertuvar üstüne sorular? Çünkü özellikle ödenekli tiyatrolamızın repertuvar politikaları yıllardır sorgulanmakta. Eleştirmenler, yazarlar, sanatçılar hep sorgulamışlar repertuvarları. Oyun seçiminlerindekı yanlışlara parmak basmışlar. Seçilen oyunların çağın tartışmalarını yakalayamadığını belirtmişler, ülke sorunlarına ışık tutmadığını, topluma ivme kazandırmadığına dikkatleri çekmişler. Repertuvar kurulları ile çarkın doğru işlemediğinin altinı ısrarla çizerken yönetim kadrolarını siyasal iktidarların dümen suyuna gitmekle suçlamışlar... Yerli eser-yabancı eser seçimi üzerine düşünceler ise yine yıllardır bu geniş yelpazede yerini korurken nicelik-nitelik tartışmalarına zemin oluşturmuş... "Repertuvar" bugün de sorgulanmıyor mu? Belki 1960'larda, 1970'lerde olduğu gibi hararetli bit biçimde gündemi oluşturmuyor, kapalı kalıyor, yanıtsı bırakılıyor, ama sorgulanıyor... Hoş, zater 1980'lerde birlikte geçen yılların dinamizmi her alanda kaybolmağa-yüz tutmadı mı? Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak, yeni b sezona başlarken, yine son günlerde basına yansıyan görüşlerden yola çıkaraklepertuvar konusuna bir kez daha Eğilmenin sağlıklı olacağını düşündük ve Bir kısım yöneticilerimize, yönetmenlerimize, yazarlarımıza aşağıdaki soruları yönelttik..Kimi "bir kaç günde yanıtlarım dedi yanıtlamadı, kimi "işlerinin yoğunluğunu" bahane ederek özür diledi,bir bölümü onu da yapmadı. Esen çamurdan, Yücel Erten, Kenan Işık, Ahmet Levendoğlu, Tamer Levent ve Seçkin Selvi'ye değerli yanıtlarından dolayı teşekkür ederiz. 1) Sizce repertuvarın tiyatro içindeki yeri ve önemi nedir? 2) Repertuvarın güncelliğnden ne anlıyorsunuz? 3) Repertuvar düzenlenirken hep tartışma konusu olan yerli-yabancı oyun dengesi hakkında ne düşünüyorsunuz? 15


1) Ülkemizde genelde pek sözü edilmese de, eleştiri konusu yapılmasa da repertuvarın bir tiyatronun kimliğini ortaya çıkarması açısından, çok önemli bir yeri olduğuna inanıyorum. Öyle ki, repertuvar bir tiyatronun kültür siyasetinin aynasıdır diyebiliriz. Bunun yanı sıra, sahnelenmek üzere seçilen oyunların siyasal çizgisi kadar önemli bir başka unsur vardır ki repertuvardan soyutlanamaz çünkü onun düzeyini oluşturur. Bu, tiyatronun sanatsal yaratıcılığa verdiği önemdir, bir başka deyişle, gözetilen entelektüel ve estetik değerlerdir. Gerçekten de, repertuvarınızı ne denli nitelikli metinlerden oluşturursanız oluşturun sahneye yaklaşımınız, sahneleme biçiminiz yaşadığınız çağın sanat anlayışının gerisinde kalıyorsa, ortaya çıkacak oyunun düzeyi de seyircinin beklentisinin gerisinde kalacaktır.

Bizde, özellikle son yıllarda, repertuvarın güncelliği, seyircide yeni bir algılama düzeyi yaratma kaygısı taşımadan, birtakım günlük değer yargıların, beklentilerin sahnede gösterilmesi ya da gündemde olan kimi kavramların canlandırılması olarak değerlendirilmektedir. Kanımca içine düşülmemesi gereken son derece popülist bir tuzak. Örneğin, ciddi bir demokrasi sorununun yaşandığı, laiklik, düşünce özgürlüğü, insan hakları gibi kavramların tartışıldığı, kısacası çağdaşlık sancıları çekilen bir ülkede bir tiyatro repertuvarının güncellik çabası, bu konuları doğrudan sahneye taşıyan, onları bire bir işleyen ve de çoğunlukla seyirci eğitmeye, ona ders vermeye çalışan oyunlar olmamalıdır. Demek istediğim, kişiler gibi konular da putlaştırılmamalı, bunların ardındaki gerçekler aranmalı. Konu ne olursa olsun, seyirciyi aklından kavramak, iletilmek istenenleri belirli bir düşünsel temele oturtmak önemlidir burada, onun dünyaya ve insanlara yeni bakış açılarıyla bakabilmesini sağlamak...

pe cy

2) Repertuvarın güncelliğini; çağının ve toplumun sorunlarını, çıkmazlarını çağcıl bir bakış açısıyla sorgulayan, olay ve olguları irdeleyen bir yaklaşım olarak algılıyorum ben. Ama güncelliğin bir yanı toplumdaki hızlı gelişmelere ayak

uydurmak ise, öteki yanı da bunu aynı zamanda sanatsal düzlemde de gerçekleştirme zorunluluğudur.

a

Esen Çamurdan

Amdhi Theatre'ın sahnelediği Sophodes'in "Electra"sından bir sahne. 16

Çağdaş olmanın gereğidir bu. Seyirciyi en duyarlı olduğu yerden yakalamaktan çok, onu daha derin bir noktadan harekete geçirmeli bence. Öteki türlü, yapılan iş yüzeysellikten kurtulamayacağı gibi, tiyatrocuya da seyirciye de sağlayacağı doyum yapay kalacaktır. 3) Aslında çok karmaşık ve -yapısı gereği-tek bir çözümü olmayan, olmaması gerken bir sorun bu. Her şey birbirine o denli bağlı, o denli görece ki... Bir yandan her şeyden önce nitelikli oyun, sahneye önemli atılımlar getirebilecek oyun yazarları diyorsunuz; öte yandan ülkenizde ne kadar az oyun yazıldığının ayrımındasınız ve bunların çoğunluğunun çağdaş tiyatro anlayışının çok gerisinde kaldığını görüyorsunuz, aynı zamanda da tiyatro sanatının gelişebilmesinin yazılan metinlerin sahnelenmesine bağlı olduğunu biliyorsunuz. Çelişki burada da bitmiyor, tiyatroda son sözün yönetmene ait olduğunu düşünüyorsunuz, yani metnin niteliğinden çok yönetmenin niteliğinin sahnede belirleyici olduğuna inanıyorsunuz. Ve bu bağlamda, Türk tiyatrosunun en büyük sorununun yönetmen yetersizliği olduğunu düşünüyorsunuz. Durum böyleyken


Ankara Devlet Tiyatrosu'nun sergilediği "Azizname-95"den bir sahne.

size bakar. "Neden sandalyenin üzerine çıktı? Bizlere bir şey mi söyleyecek?" diye düşünür. İşte repertuvar da, "ne söylemek üzere" oraya, sahneye çıktığımızın yanıtıdır.

cy a

sorun artık yabancı-yerli dengesi olmaktan çıkıyor, ciddi bir yaratıcılık bunalımına dönüşüyor...

Şurası açık ki, tiyatro yapmaya yeltendiğiniz zaman, insanlara söyleyecek, insanlarla paylaşacak bir şeyiniz olmalı. Bir mesajınız olmalı. "Mesaj" deyince de, hemen ideolojik bir formasyonun doğmalarını algılamak gerekir. İnsanlara bir türkü söylemek, bir düşünüzü anlatmak, bir uyanda bulunmak, sancınızı, sevincinizi ya da üzüntünüzü yansıtmak, öfkenizi boşaltmak, düşüncenizi açıklamak, marifetlerinizi göstermek, bir demet çiçek ya da siyah bir çelenk uzatmak, bir yaşantıyı paylaşmak, bunlardan birini ya da birkaçını ya da bunların dışında bir şeyi yapmak diye düşünün... İşte bu anlamda, söylenecek bir şeyiniz olması şart.

pe

Ama tüm bunları bir yana bırakıp yerli-yabancı oyun dengesi sorununa kendi içinde bir yanıt vermek gerekirse, ille de denge kurmaktan yana değilim, zorlama olur bu ve hiçbir anlam taşımaz. Saptanmış olan repertuvara ilişkin bir tutumun benimsenmesinin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum, bir dönem yabancılar ağır basabilir, bir başka dönem yerliler. Ayrıca hiçbir tiyatrocunun yerli oyunlara bir kastı olduğunu sanmıyorum, bir yerde yaşananlar ve de yaşanmak istenenler belirliyor oynadıklarımızı; kimi zaman yerli metinler beklentilere yanıt veriyor, kimi zaman da yabancılar. Burada önemli olan, kendini en doğru biçimde ifade eden metinde buluşabilmek galiba.

Yücel Erten 1) Soruyu irdelerken, öncelikle tiyatro yapmanın felsefesi üzerinde biraz durmamız gerekir: Tiyatro'nun, ya da "bir" tiyatronun varlık nedeni nedir? Bir başka deyişle, bir tiyatronun varlığını haklı kılan şey nedir? Tiyatro yapmak, herkesin oturduğu bir yerde, birdenbire sandalyenin üzerine çıkıp dikilerek, çevredekileri susturmak gibi değil midir? Öyle ki, herkes dönüp

Yoksa yaptığınız şey, kendini beğenmişlikten ve dikkat çekme ihtiyacından öteye gitmez. (Sanatta belki bu da bir şeydir. Ama tek ve öncelikli şey değildir.) Demek ki, bir tiyatronun varlığını haklı kılan en önemli unsur, bir kimliğinin, bir kişiliğinin, bir profilinin, özetle bir politikasının, yani söyleyecek bir şeyinin, bir "repertuvar anlayışının olmasıdır.

Bir tiyatronun varlığını haklı kılan ikinci unsur da, o tiyatronun "temel politikasını" yansıtmak üzere ürettiği "estetik kategoriler bütünü"dür... Gelenekten süzdüğü, arayıp araştırdığı, şablonlar dışına çıkmayı başararak yeniden ürettiği, yaşayan estetik kategoriler... Şöyle özetlemek mümkün: Bir tiyatronun varlığını haklı kılan iki temel neden, "temel politikasını yansıtan bir repertuvara sahip olması" ve "bunu üstün ya da özgün estetik kategoriler içinde gerçekleştirebilmesi"dir. 2) Çağının ve toplumunun sancılarına yanıt aramayan; günü, geçmişi ve geleceği irdelemeyen; toplumdaki pozitif gelişmelere ivme katamayan, soru soramayan tiyatro', tiyatro olabilir mi? Herhangi bazı yazarların, herhangi bir biçimde seçilmiş, herhangi bir sıra içinde, herhangi bir yönetimin ve herhangi bir rejisörün uyruğunda, herhangi bir ortamda ve herhangi bir sanatsal biçimde, herhangi bir seyirciye sergilemekte serbest miyiz? Evet. Çünkü demokrasi var. Peki ama bu repertuvar mıdır? Bence hayır. Çünkü yukarda belirttiğim iki temel unsuru, yani "repertuvar" ve onu hayata geçiren "estetik kategoriler bütünü"nü ortaya koyamayan bir tiyatronun, varlık 17


Ama kamu kuruluşları, yani halkın vergileriyle yaşayan ödenekli tiyatrolar söz konusu ise, durum değişir.

Yoksa bunların hepsinin, kaotik bir biçimde birbirine girdiği, hatta birbirini çiğnediği bir karışım mıdır?.. Bu saydığım gerçeklerin, ülkemizde ödenekli tiyatroların repertuvarının oluşumunda bayatlatıcı, bozucu, çürütücü, kokutucu etkileri yok mu? Gönül ister ki repertuvar, sorumluluk ve yetkiyle geliştirilecek bir politika ışığında; Türk ve dünya tiyatro yazınının önemli yapıtlarından örülmüş bir güldeste olsun. Ama işte merkezci yapının buyurganlığı altında bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığı görülüyor. Peki bunun hayata geçmesi için ne gerekiyor? Her bir tiyatronun tek tek özgürce kendi repertuvarmı yapabilmesi gerekiyor. Yani yerinden yönetim gerekiyor! Kimin, neyin gerçekten güncel olduğu sorusunun yanıtları, ancak o zaman oylumlanır, menevişlenir.

pe cy

Bence Türkiye'de yaşanan repertuvar gerçeğine bakıp şu soruları sormak gerekir: Repertuvar, ülke gerçeklerinden ve sorunlarından kopuk bir "suya sabuna dokunmama" ilkesizliğini ayakta tutmak üzere derlenmiş herhangi bazı oyunlar karması mıdır?

düşündükleri herhangi bir oyunu sahneleyerek, bir yandan prestij kazanma, bir yandan da rejisör kadrosuna kapağı atıp, yılda 10 ay serberst kalma isteklerine boyun eğerek oluşturulan bir meze midir?

a

nedenini savunması çok zor olacaktır. Kendi ülkesinde ve uluslararası düzeyde etkili olabilmiş tiyatrolara bakın; bu böyledir. Ama bu çerçevede de işin iki ayrı cephesi var: Doğal ki özel tiyatroların, bu sözlerimizden kolayca örselenmeyecek bir dokunulmazlığı vardır. Son tahlilde ticari kuruluşlardır ve dolayısıyla alıcı buldukları sürece, istediklerini satmakta özgürdürler. Buna rağmen toplumun isteklerine yanıt verirlerse; teşekkür ederiz. Ama istemezlerse vermezler ve kendi bilecekleri iştir. Beğenmiyorsak; eleştiririz, o kadar.

Repertuvar, iktidarların dümen suyunda durup, nabzına göre şerbet ikram etmek midir?

Repertuvar, çoğu kendini memleketin en yetenekli sanatçısı sanan bir yığın oyuncunun, büyük (!) rol oynama iştahına kolonya serpmek midir? Repertuvar, gül sarısı ve yavruağzı gömleklerin, üstünde ters dönmüş karasinek ölüleriyle, bir parmak toz içinde yattığı bir vitrin midir?

Repertuvar, bazı lobilerin dayatmaları ile abone yazarlar oluşturarak'sunulan, suyunun suyu bir çorba mıdır? Repertuvar, üst düzey yöneticilerin iki dudağının arasından çıkacak bir sözle yasaklanıveren oyunlardan geriye kalan artıklar salatası mıdır? Repertuvar memur sanatçıların maaşlarını hak edebilmeleri için, daha da memur bazı yöneticilerin düzenledikleri bir tombala mıdır? Repertuvar, rejisörlükten habersiz bazı oyuncuların; kolay olduğunu 18

Yoksa bir bakarsınız; her şeyi herkesten daha iyi bilen padişahınız efendiniz; sözgelimi Türkiye'nin yaşadığı şeriatçı tırmanış; sırasında; Nazım Hikmetin, Bertolt Brecht'in, Aziz Nesinin, ya da benzerlerinin "güncel olmadığına", kavuk-kaftan piyeslerinin "güncel olduğuna" karar verivermiş. Üstelik bu kararını açıklama cesaretini bile göstermeden! 3) Belli bir repertuvar anlayışı olan tiyatrolarımızı ele alalım. Örneğin Ankara Sanat Tiyatrosu ile Dormen Tiyatrosu, iki ayrı uçta da dursalar; onyıllar boyunca özgün repertuvar anlayışı sergilemiş iki tiyatromuzdur. Dostlar Tiyatrosu da öyle, Nejat Uygur Tiyatrosu da öyle! Örnekler çoğalabilir. Bu tiyatroların hiç yerli-yabancı oyun dengesi %50 olsun diye bir problemi olmuş mudur? Sanmıyorum. Gün olmuş art arda yerli oyunlar, gün olmuş çeviri oyunlar sergilemişlerdir. Hatta Uygur'un repertuvarı, uyarlama bile olsa hep yerlidir de; Dormen'inki de ağırlıklı olarak yabancıdır. Başarılı olmak için ne gerekiyorsa, neyi uygun görüyorlarsa,

onu oynamışlardır. Dolayısıyla, yüzdeler belirleme sorunu, esasen, ödenekli tiyatrolarımızda türetilmiş bir sorundur. Sanatımızın özünde böyle yapay bir soru yoktur. Bu türetmede haklı bir yan olduğu da savunulabilir. Şu söylenebilir: "Devlet, sanayinin ya da tarımın gelişmesi için önlemler alıyor, teşvikler ve destekler veriyor da, bunu Türk oyun yazarlığının gelişmesi için neden yapmasın?" Devletin tiyatro alanına destek vermesinden yanaysak; Türk oyun yazarlığının gelişmesi için, ödenekli tiyatrolarda belli bir destek ve teşvik anlayışını savunabiliriz. Gerçi, ödenekli tiyatrolarda, yazarlara bilet satış ücreti üzerinden ödenen %30, hatta %40'lık telif, başlıbaşına bir destek ve teşviktir. Oyun yazarlığı alanındaki bu katkıyı, oynanacak yerli oyunların oranını yükseltecek bir kota belirleyerek arttırmak, bir düşüncedir. Ama tartışılacak bir düşüncedir. Kuşkusuz hepimiz, oyun yazarlarımızın başarıları oranında iyi kazanmalarını, iyi yaşamalarını, ekonomik rahatlığa kavuşarak daha iyi üretmelerini isteriz. Ama ödenekli tiyatrolarımızın, kamuoyunda "yemlik" diye adlandırılan KİT'lere benzemesini de istemeyiz. Aslında ben, değerli tiyatro yazarlarımızın böyle bir kota uygulamasını reddedecek kadar, kendilerine güven duymalarını dilerdim. Kuşkusuz, öyleleri de var. Ama bir kısım yazarımızın, bu yöndeki teşvik ve desteği çok önemsedikleri anlaşılıyor. Oysa konunun, biraz daha tartışılması ve özellikle de açıklıkla tartışılması gerikiyor. Ama tartışıp doğruları belirleyinceye kadar da, bugüne kadar uygulanan orta yolun korunabileceğini düşünürüm. Çünkü hayatın pratiği, bizleri zaten bir uzlaşma noktasına getirmiş bulunuyor: Ödenekli tiyatrolarımızda geleneksel olarak uygulanan %50 oranı. Şurası açık ki, bu oranı da bir önerme olarak algılamalı, sayıların esiri olmamalıyız. Çünkü her sezon parmak hesabı yaparak; yazarlığımızı geliştiremeyeceğimiz açıktır. İlle de


a

pe cy


Çünkü ödenekli tiyatrolarımızın, özerklik düşüncesine ve yerinden yönetim anlayışına dayalı bir yeni yapılanma ile özgür ve özgün çizgilere yönelmesinin zamanı gelmiş geçmektedir!

Kenan Işık Repertuvar bir tiyatronun kimliğidir. O tiyatroyu oluşturan kadronun niteliğinin göstergesidir. Dünya görüşü, içinde yaşadığı sanatçının mevcut sisteme karşı tutumu, sistemin içindeki insana bakışıdır.

Ödenekli, ödeneksiz, ülkenin bütün tiyatroları bu sorunun üzerine gidip tartışmak yerine, biraz da birbirimizi incitmemek için hem o hem de öbürü olan orta bir yol tutturarak rahat ettik. Tiyatroların bugün içinde bulundukları repertuvar - bir anlamda da kimlik keşmekeşinin kaynağı işte bu orta yolcu anlayıştır. Uzun yıllardan beri süregelen bu anlayış zamanla bütün ara renkleri silip yok etmiş, tiyatro sanatını grileştirip, matlaştırmıştır.

pe

cy

Repertuvarın güncel olması, o repertuvarı oluşturan oyunların bugünle, aktüel olanla ilgili olacağı anlamına gelmez. Güncellik insanoğlunun derin tarihi ile bağlantılı olacağı gibi, geleceği ile de bağlantılıdır. Temel mesele; insanın dünyadaki varoluşuna yükleyeceği anlamın ne olup olmadığının sorgulanmasıdır.

kitlelerin ilgisini çekecek oyunları almak isterler repertuvarlarına. Çoğunlukla da böyle bir zorunluluktan yakınılır. Ödenekli tiyatroların yakınmaları da bu durumun tam tersidir. Oynanan oyun çok kalitelidir ama ne yazık ki beğenisi düşük seyirciye göre değildir vb... Anlaşılacağı üzere her iki durumda da sorumlu hazırdır. Seyirci!.. Peki seyirciye bugüne dek dayatılagelen ve beğenisini düşüren sanatın sorumlusu kimdir acaba? Para ve popülarite peşinde olanların yanısıra geniş kitleleri dışlayarak "iyi sanat"ı sadece kendi tekelinde sananlar olmasın sakın! Sanatın üzerindeki birinci sulta eğer seyirci beğenisinin düşüklüğü ise ikinci sulta da bu kendini her şeyin dışında ve üstünde gören sözüm ona entelektüel anlayıştır. İyi sanatın sınırlarını pervasızca çizip, kurallarını da koyan, halktan kopuk bu anlayış; sanatı yalnızlaştırır, dondurur, zenaatlaştırır. Çünkü iyi sanat kaynağını halktan alır. Nâzım Hikmet'in dediği gibi: Halkın dilini konuşur.

a

%50'ye varsın diye, kötü ya da cılız piyesleri oynamak; Türk tiyatrosuna hizmet anlamına gelmez. Bunun her sezon, üstelik her bölgede ya da sahnede böyle olacağını savunmak da, yalnızca duyarsızlığa yol açar. Bu yüzden, "yerli oyunların oranı %60 olsun, %70 olsun!" şeklindeki önerileri ciddiye almak mümkün değildir. Önemli olan, bütüne bakmak ve bir perspektif oluşturmaktır.

Yoğun trafikte başımıza gelen trajikomik olaylar, zamane gençlerinin ana babalarına karşı geleneği hiçe sayan tutumları, kocasını aşığı ile yakalayan kadının evliliğini kurtaracak on altın kuralı ifşa edip tekdüze yaşamımıza heyecan katarak katkıda bulunan ve ancak bir televizyon filmi olabilecek sığlıkta "sabun köpüğü" konular belki günceldir, günlük hayata dairdir ama bir tiyatronun repertuvannda olup olmayacakları tartışılır.

Bir repertuvarı oluşturan oyunların sığlığı ya da düzeyi bir anlayış, bir estetik görüş meselesidir. Kime, hangi ölçülere göre düzeyli veya düzeysiz? Bana kalırsa kimse bir sanat yapıtını sadece kendi ahlâki değerlerine göre yargılamak hakkına sahip değildir. Ödeneksiz tiyatrolar doğaldır ki geniş 20

Oysa sanat; mevcut anlayışa - statükokarşı koyar, verili biçimlerin dışına çıkarak hayatı zenginleştirir. Hayatın içinde, hayatın gerçeğini yakalama peşindedir. Bir anlamda yaşanan gerçek hayata koşut bir başka hayat, varolan dünyaya koşut bir başka dünya, kısacası varolan yerleşik, tutucu anlayışa karşı bir başka anlayışın peşindedir. Geniş kitlelerin beğenisine hitap etmeyi hedefleyen popüler sanatçı anlayışı ve bu anlayışa karşı neredeyse züppece geliştirilmiş iyi sanatı sadece kendi tekeline alan, baskıcı, buyurgan anlayışın yanı sıra repertuvarları koşullandıran hatta zaman, zaman zorlayan üçüncü bir anlayışda iktidarların tamamen seçmeni ve oyu hedefleyen işlevsel(!) sanat anlayışıdır. Sadece iktidarlar değil, tiyatrolara yardım eden özel kuruluşlar

da şimdi değilse bile gelecekte bu kapsam içinde düşünülebilir. Bu anlayış da ilk iki anlayış kadar repertuvarları olumsuz etkiler. Biliriz ki sanat; önce özgür olmalıdır, işlevsel değil. İşlevselliğin sanatla ucundan kıyısından ilgisi yoktur. Neredeyse gümrük makbuzlu ithal sanatın işlevselliğinden söz edilebilir belki ama bu da ancak taklit etmek üzere sipariş edilen bir model olarak işe yarar. Tıpkı bir patron üzerinde elbise biçip, dikmek, işlemek gibidir, bu sanat değil zenaattir. İktidarların -otorite dayattıkları sanata, sanat demek bu nedenle olanaksızdır. Sanatın özgürlük kadar önemli bir başka meselesi ise özgünlüktür. Repertuvarların mevcut yaratıcı sanatçı potansiyeline ne denli alan açıp, açmadığını da dikkate almak gerekir. Bildik örnekte olduğu gibi, eğer resim yapılabilir bir ortam yoksa büyük ressam çıkmasını beklemeyin. Bu söz; eğer oyun yazılmıyorsa ya da yazılan yeni oyunların üçü, beşi repertuvarlarda yer almıyorsa büyük oyun yazarı çıkacak diye beklemeyin olarak da söylenebilir. Bugün tiyatro alanında ileri gitmiş bir anlamda kültür toplumu olma süreçlerini tamamlamış ülkelerin özellikle ödenek alan tiyatrolarında ilk koşuldur yerli yazarların oyunlarını oynamak. Çoğumuz biliriz. Batıda sadece yerli yazarın ilk oyununu oynamak şartı ile ödenek alan tiyatrolar vardır. Değişik bir kültürün ürünlerini seyretme hazzını hepimiz tadıyoruz. Özellikle bu yıl İstanbul Festivali'ne gösterilen iki oyun. Ünlü Strehler'in gelenekten kaynaklı (Comedia de'llarte) çağdaş yorumu "Köleler Adası" hepimizi büyüledi. Heiner Müller'in Arthuro Ui'si, Martin Wutke'nin şaşırtıcı, çarpıcı ve alabildiğine çağdaş yorumu da tıpkı "Köleler Adası"ndaki Arlecino gibi geleneğe yaslanmıştı. Batının "Clown" geleneğine. Öyle sanıyorum ki, repertuvar oluştururken özgün kültürün de dikkate alınması gerekir. Hele de bu kültür binlerce yıllık, pek çok . medeniyetin iç içe geçtiği kadim Anadolu Kültürü ise. Gönlüm kültürlerin birbirlerine baskın çıkmasından yana değil. Kültürler birbirlerini tamamlayan ve dünyayı daha da renkli, lezzetli kılan olağanüstü


a

pe cy

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği "Abdülcanbaz" oyunundan bir sahne.

renklerdir. Bu renklerden ne biz mahrum kalalım ne de başkalarını kendi renklerimizden mahrum bırakalım. Sözün sonu; üç beş tiyatrocu bir araya geldiğimizde hemen o anda mükemmel bir repertuvar yapabiliriz. Önemli olan bu repertuvarın aynı doğrulukta ve estetik mükemmelikte uygulanıp uygulanmayacağı. En azından Hamlet rolünü oynayacak oyuncunuz yoksa "Hamlef'i repetruara almanızın hiçbir anlamı yok. Ben kendi payıma sahnede bütün değerini kaybetmiş nice iyi oyun metinleri gördüm, Shakespeare ya da Chekov tarafından yazılmış. Ve beni etkileyip sarsan nice oyun gördüm, metninin ya da yazarının adı kötüye çıkmış. Fakat bizim o bildik ve en, en çok haklı anlayışımız hâlâ revaçta. -Öyle iyi oyun ki; - veya rol - bin üstüne git. Ne olur bir kere de rol oyuncunun ya rejisörün sırtına binip gitse!.. Yerli oyunların repertuvara alınmamasının kusuru sadece oyun yazarlarında mı? Bana kalırsa mevcut iyi rejisör ve oyuncu sayısı kadar iyi yerli metin de var. "Oidipus" veya "Antigone"un iki bin beş

yüz yıl önce yazılmış olması o oyunun güncelliğine engel değil. Çünkü bu oyunların tartıştığı meseleler ne yazık ki hâlâ çözüme kavuşamadı. Bu oyunlar en azından dünyanın geleceği üzerine mühür basan politikacıların sanatı, sanatçıyı hiçe saydıklarının bir işareti olarak oynanmalı.

İnsan; insanın varoluşunun kutsallığı kimsenin umurunda değil hâlâ. Dünyanın orasında burasında savaşlar pür şiddet devam ediyor, üstelik iki bin yıl öncesine göre daha da vahşi ve acımasız. İktidarlar yine kırdırıyorlar insanı insana, Antigone'lar kurda yem olmak üzere dağa taşa bırakılmış erkek kardeşlerinin ölüleri peşinde hâlâ. Üzerlerine bir avuç toprak koyabilmek için. Gücü elinde bulunduran Lady Macbeth çığlıkları kapalı kapılar ardından yükselip dünyayı tehdit etmeye devam ediyor.

-Dünyayı aldatmak için dünyanın rengine bürünmeli... Dünyanın rengi giderek daha da sararmakta. Ona merhem olacak sanattan başka ne var ki elimizde?.. Repertuvar bunun için önemli

Ahmet Levendoğlu 1) Repertuvar tiyatroda "oynanan oyunu", yani "yapılan işi" belirler. Yaşamın hangi alanında olursa olsun, "ne" yapıldığı, "nasıl", "kimle", "nerede", "ne zaman" vb. yapıldığından daha önemli değil mi? Bu karşılaştırmada bir adım daha atıp, repertuvarın "öz", geri kalan tüm öğelerin "biçim" olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Öyleyse, repertuvarın tiyatro içindeki yerini ve önemini tanımlamak için pek derinlemesine düşünmek gerekmiyor. 2) Bunun üzerine de epey yazıldı ve söylendi. Yaygın bakışı ben kendi adıma biçimleyeyim: Repertuvarın "güncel"liğinden, elbette "günümüzde geçen", "şimdilerdeki yaşamı anlatan", "gündemde olanı yansıtan" gibi sığ ve yanlış anlamlar çıkarmamak gerek. Çağlar öncesinde yaşananı konu alan, bunu, günün insanı aracılığıyla işleyen, o günün diliyle konuşan bir oyun da "güncel" olabilir; eğer bugünün dünyasıyla düşünsel, içeriksel, anlamsal, giderek göstergesel, imgesel bağlar, köprüler kuruyorsa. Antik tiyatrodan 21


Türkiye'nin en büyük ödenekli tiyatrosu, Devlet Tiyatrolarında 670 oyuncu çalışmaktadır. Bu oyuncuların yaratıcı, entelektüel faaliyet üreten ,nsanlar olarak proje yapma, teklif alma, teklifte bulunma gibi hakları olmalıdır. Gösterdikleri gelişme ölçüsünde, verimli çalışmaları gerekir. WIPO şu günlerde yoğun olarak"oyuncu haklarını" tartışırken, uluslararası standartlardan yoksun kalmış ülkemizde Devlet Tiyatroları oyuncuları, yönetmenleri, göstermiş oldukları başarılar ölçüsünde adeta cezalandırılıyor, repertuvar konusunda görüşleri alınmadığı gibi, görevsiz bırakılabiliyor. Oysa tiyatro oyuncusu ve yönetmenin bir ressam kadar yaratıcı olabilmesi özendirilmesi gereken bir konudur. Özendirilmediği zaman sanatçı kimliğini kaybeder, umutsuzlaşır, görev icabı işini yapan kişi halini alır. Katılımı olmayan bir repertuvarda ve seçme şansı olmayan bir rolde oynamak zorundadır. Serbest aktörler gibi olmadığı için, devletten her ay düzenli maaş aldığı için beğenmediği rolü oynamama şansı yoktur.

cy

3) "Yerli" tiyatronun gelişebilmesi için kuşkusuz "yerli" ürünlerin özendirilmesi gerekli. Özendirmenin en kestirme yolu da repertuvar kapılarını onlara -gerekli ölçütleri göz ardı etmeden- açık tutmak. Ama bu noktada iki şeye çok dikkat gerek: -Bu bağlamda öyle bir "hassas denge" söz konusudur ki, iyi niyetli yerli özendiriciliği doğrultusunda bir adım fazla atıp niteliksizlik çukuruna düşülebilir. -Yerli tiyatro yandaşlığı şoven, giderek ırkçı bağnazlığa kayan tehlikeli çizgiden uzak tutulmalıdır. Özetle, kendi oyun yazarımızı yetiştirmek, böylelikle kendi tiyatromuzu ilerilere götürmek ne denli önemliyse, nitelik tartımından ödün vermemek de o denli önem taşır. Sayısal dengede bu iki gereklilik bir arada gözetilebilmeli ama bu denge birtakım yönetmeliklerce belirlenen yüzde elli-elli, yüzde altmış—kırk türü bürokratik sınırlamalara hapsedilmemeli. Diyelim ki bir ödenekli tiyatromuzda yüzde seksen yerli oyun içerikli bir repertuvar hazırlanmış ama oyunların çoğu kof, niteliksiz. Bu , tiyatro adına övünç duyulacak bir durum olur mu?

eski Sovyetler Birliği'nin doğrudan devlet ödenekli tiyatrolarında da oldu. Ancak bizde, bölgede çalışan bir sanatçı, repertuvarı gazeteden öğrendiğini söyleyebiliyor.

a

bugüne doğru uzanan uzun süreçte, bu güncelliği içeren binlerce oyundan söz edilebilir. Shakespeare'in yapıtlarının hemen tümünde bu özelliğin bulunduğunu belirtmeye gerek var mı? Başar Sabancu'nun Shakespeare'den derlediği yetkin sahne çalışması "Bir Ata Krallığım" bunu bir kez daha göstermedi mi?

pe

Bu nedenlerle repertuvar daha yapılma aşamasından itibaren, ödenekli tiyatrolardaki oyuncu kadrosunun nasıl en verimli bir şekilde değerlendirilebileceğini ve bu verimlilikten kaynaklanan üretim heyecanı ile yaratılan eserlerin seyirci ile buluşmasını hedeflemelidir.

Tamer Levent 1-Repertuvar bir tiyatronun kimliğidir. Tiyatrolar yaptıkları repertuvarlara göre tanınırlar. Daha önce yapmış oldukları repertuvarlara göre de nasıl repertuvar yapacakları önceden bilinir. Ancak bizdeki Devlet Tiyatroları gibi tek merkezden repertuvar artık dünyada da yapılmıyor. 1960lı yıllara kadar Royal Shakespeare Company'nin böyle bir tutumu vardı. Ancak 1960lı yıllarda Peter Hallin artistik direktörlüğe gelmesi ile bu değişti, daha sonra Trevor Nunn ve Peter Brook'un da yönetim kadrosunda yer almasıyla Royal Shakespeare Company'de önemli değişiklikler olmuştu. Aynı gelişmeler 22

2- Repertuvar, onu öneren kişiler tarafından yapılıyor ve repertuvar tiyatrosu anlayışı gözetilerek yapılıyorsa, devamlılığı olan bir çalışmadır. Yönetmenin, yazarın ve oyuncuların işbirliği ile tabii ki içinde yaşanılan çağın etkilenmeleri ile sahnelecektir. Bu etkilenmeleri oluşturan olayların benzerlik göstererek tekrarlanması, insan psikolojisinin bunlardan etkilenmelerindeki benzerlik sürdükçe o repertuvarı oluşturan eserler güncelliğini koruyacaktır. Ancak içinde yaşadığı çağın farkında olamayan yönetmenler, ya da bilerek farkında değilmiş gibi davranan intendantlar tiyatromuzu bu evrensel kimliğinden uzakta

tutabilecekler mi? Tiyatro dün olduğu gibi bugün de çağının tanığı, yaşamın aynası olma görevini yerine getirebilir hale gelmelidir. Bu noktadan sonra da yeni arayışlar gelişebilir. Ben güncellikten bunu anlıyorum. Ama tür olarak günü gününe güncellik anlayışı ile oyun yapılmasına da karşı değilim. Toplumu etkileyen konular niye tiyatro sahnesine çıkarılmasın? Neden tiyatrocuların yorumları ile izleyicilerin tartışmasına açılamasın. Burada tiyatro yapmayı engelleyici etkilerle karşılaşılacağı kaygısı var galiba hep. Ama bu engeller ortadan kalkmalıdır. Bu konuyla ilgili sanatçı haklarını koruyan özel yasalar çıkarılmalıdır. Sanat, toplumun kabul ettiği bir toplumsal değer, oyunculuk da saygın bir meslek olarak layık olduğu yeri bulmalıdır. Aksi halde, Halide Edip Adıvar'ın "Sinekli Bakkal" romanında olduğu gibi oyuncuları sürgüne göndermeli ya da tam maaşla emekli etmelidir. Devlet Tiyatroları 1993-94 sanat sezonunda ve 1994-95 sezonunda yapılan koordinasyon toplantılarını kitap haline getirmiş, repertuvar oluşturma politikası belirlemiş ve bu politika doğrultusunda sanatçılarından proje önerileri istemiştir. Bu çağrı sonrası dramaturgi arşivlerinden 500 oyun oyuncular tarafından alınarak okunmuş, oyun okuma konusunda rekor kırılmıştır. Sözü edilen sezonlarda mesleklerini coşkuyla yerine getiren tiyatrolarda, turne hariç yıllık seyirci ortalaması %100'lük bir doluluk oranına ulaşmıştır. 95 yılının repertuvarının ise 94 yılı 27 Mart günü açıklanması için çalışmalar tamamlanmış di. Burada, yaşadığımız toplumsal, psikolojik etmenlere göre seçilen temalara göre yapılacak repertuvar, hem güncel hem de devamlılık arz eden, hem ulusal hem de evrensel boyutlar taşıyacaktı. 3-Bu tiyatronun toplumla kucaklaşması, yaratıcılıklarının kısıtlama altında olmaması ile ilgili bir sorun bence. Yerli oyun yazarlığı evrensel boyutlarda düşünülmüyor. Yönetmenler uluslararası deneyleri yetersiz olduğu için yerli oyunları beğenmiyorlar. Yerli oyun yazarlığını özendirici temalar bulamıyorlar, yazarlarla birlikte çalışmıyorlar, yapay bir yazar yönetmen çatışması doğuyor. Oysa uluslararası deney insanın benzerliğini, sorunların benzerliğini ve işlenişin ilginçliğini öğrenme yönünde çok yararlı oluyor.


Seçkin Selvi

Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin repertuvarla ilgili olarak yönelttiği ve bence "abes" tanımına giren sorular, aslında bu konudaki tartışmaların ne denli abes olduğunu vurgulamayı amaçlıyor diye düşünmek istiyorum.

cy

artık kimse Shakespeare'i, Shakespeare gibi sanneye koymadığı gibi, yöresel oyunlar dahi değişen insanın beklentilerine göre yorumlanıyor. Bu yorumlanış o yörenin insanı tarafından da benimseniyor hatta, değişip gelişmesine yol gösteriyor. Bu gözle bakıldığında yerli yabancı oyun dengesi gibi hesapları anlamsız bulabilirsiniz. Seyircisiyle iletişim kurabilen, onun duyarlılık algısını diriltebilen tiyatrodur esas olan. Özgün eser yazımını geliştirmez, özendirmezseniz, yerli oyunlarınızla uluslararası alanlarda kendinizi başkalarına ifade edemez, bu anlamda bir iddia taşımazsanız, sırf yerli oyundan oluşmuş bir repertuvar yapsanız ne fayda? Buna karşılık kendi insanınızın yaşantısıyla karşılaştırmalı olmayan, sözde yazıldığı ülkenin insanını oynamaya çalışarak sahnelenen oyunların da hem yurtiçinde hem yurtdışında duyarlılık algısını harekete geçirici bir etkisi olabileceğine, izleyicisi ile iletişim kurabileceğine inanmıyorum. O zaman böyle bir matematik hesaplama yerine "neden, niçin, nasıl, kime" tiyatro yaptığımızı bilmemiz ona göre yaratıcılıklarımızı geliştirmemiz doğrultusunda düşünceler üretmemiz, önlemler almamız, güvenceler, sistemler oluşturmamız gerektiği kanısındayım

a

Tiyatro Stüdyosu'nun sahnelediği "Çöplük" oyunundan bir sahne.

pe

Her sorunun başına "Türkiye'de" sözcüğünün konulması belki bu anlamsızlığa çözüm olurdu. Çünkü bu tür örnekler ancak Türkiye'de görülebiliyor. Adamın biri kendine bir büro kuruyor; ama ne iş yapacağı konusunda kararsız (üstelik işin sahibi kendisi olunca, 'ne iş olsa yaparım abi' demek olanağı da yok); başka birisi lokanta açıyor, Fransız mutfağından seçmeler mi sunacak, acılı ezme mi bilmiyor. Türk tiyatrosunda repertuvar konusunun tartışılması da, yukardaki örnekler paralelinde bize yaraşır bir iş. Bir tiyatronun repertuvarı, o tiyatronun kimliğini, niteliğini, dünya görüşünü, sanatsal yaklaşımını gösterir. Repertuvar bir tutarlık göstergesidir. Repertuvar, bu tutarlılık çerçevesinde, tiyatronun sürekliliğine katkıda bulunan en önemli etmendir. Latince "reperire"- Bulmak kavramından türeyen bu sözcük, niteliksel önemini zaten içinde taşıyor. İnsanlar yaptığınız işte ne bulacaklar,

ne bekleyecekler, sizi nasıl tanımlayacaklar sorularının cevabı yaptığınız repertuvarla ortaya çıkıyor. Gerçi bizim seyirci genelde "x" oyununu değil de, "Ayşe"yi ya da "Mehmet'i seyretmeye gider; komşuları bilmem hangi oyunu seyrederken gülmekten kasıkları çatlamıştır, bizimki de kasıklarını gevşetmek için tiyatroya gider. Ama olsun, biz yine de olanı değil, olması gerekeni konuşuyoruz. Bir tiyatronun repertuvarı, kimliği konusunda seyircisine verdiği sözdür, bir taahhüttür. Repertuvarın güncelliği, tiyatronun kimliği doğrultusunda, güncelliğini koruyan evrensel konuları kapsamasıdır. Gündelik ya da günlük olanı değil. Güncelliğin ölçütü, kaleme alınma tarihi değil, konunun evrensel varlığıdır. Baydur da günceldir, Albee de günceldir; Aristophanes ve Shakespeare de. Güncelliği yazar kadar yönetmen de biçimlendirir. Ama ayağına blucin geçirilmiş her Hamlet'in güncel olduğunu sanmamak koşuluyla... Repertuvarda yerli-yabancı oyun dengesi ne demek? Repetuvar düzenlenirken oyunun kaynağına değil, kalitesine bakılır. Biz şu "Yerli malı kullanalım" haftalarını hâlâ geride bırakamadık mı? 23


TARTIŞMA

Grips Theater'ın 25. Yıl Kutlama Etkinlikleri Çerçevesinde Çizgi Dışı Bir Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu İçin Uluslararası Kollokyum Belgeseli

YETİŞKİNLER ÇOCUKLARI ÖLDÜRÜYOR (I) Dergimizin Ekim '97 sayısında Grips Tiyatrosu hakkında özet bilgiler ve bu tiyatronun kendi ülkesi dışındaki saygın konumu, oyunları ve turneleri yer alıyordu. Bu sayıdan başlayarak da, Gripsin bu konuma erişmesinin altında yatan temel gerçek "çocuk sınıfının sanatsal koruyucusu" olarak adlandırabileceğimiz özellikleri, bir bilimsel toplantının bant çözümü olarak sunacağız. Bu toplantı, dünyanın önde

a

gelen çocuk tiyatrosu uzmanlarının 30. 6-2. 7. 1994 tarihinde Berlin'de gerçekleştirdikleri, çeşitli ülkelerde Grips metodundan yola çıkılarak yapılanlar, doğrular-yanlışlar-öneriler biçiminde çeşitlilik gösteriyor. Ülkemiz açısından

cy

bilinmesinin yararının son derece büyük olacağını düşündük. Çocuklarımızın daha fazla "ölmesini" içimize sindiremediğimizden bu konuda daha çok kafa yormaya, daha çok iş yapmaya yönelsinler istedik, çocuk tiyatrosuyla uğraşan arkadaşlar. Kollokyumun, tam metni önümüzdeki sayılarda da devam edecektir. Duygu

A t a y Grips Tiyatrosu, kurulduğundan bu yana geçen 25 yıl içinde, beş kıtada bilinir duruma geldi. 20 ülkede yüzlerce kez oyunlarıyla, yönetmenleriyle, vvorkshop ve seminerleriyle konuk edildi. Bu konuklukların karşılıkları ise, ne yazık ki çok az gerçekleşebildi. 1979 ve 1981 yıllarında, Berlin Festival Komitesi sponsorluğunda, ancak iki kez uluslararası çocuk ve gençlik şenliği düzenleyebildik. 1983'te, şenliğin başlamasından üç ay önce, sözleşmenin feshiyle, her şey bitti. Şenlik düzenleme olanağı elimizden alınınca, bize dünyanın çeşitli ülkelerinde bizim gibi ağır koşullar altında çalışarak tiyatrolarını sürdürmeye çalışan değerli arkadaşlarımızı, 25. yıl jübilemize çağırmak düştü.

pe

Çev:

VOLKER LUDWIG-Berlin. 1937'de doğdu. 1961'de

Alman Filolojisi ve Sanat Tarihi tahsilini tamamladı. 1965'te Berlin İmparatorluk Kabare'sinin başyazarı ve yöneticisiydi. 1966'da, bu tiyatronun çocuk bölümünü kurdu. 1969'dan bu yana da. Gripsin başyazarı ve yöneticisi. 16 kabare, 24 oyun ve 500 kadar şarkı sözü yazdı. 24

Oyunlarıyla birlikte gelebilmelerini sağlayamasak da, 14 konuğu en azından sekiz günlük bir süre için ağırlamayı başarabildik. Burada teşekkürü görev bildiğimiz Berlin Kültür

Senatörlüğü, elinde kalan az miktar parayı, salt jübilemiz için değil, kollokyum için de harcadı. Bu kollokyumun tutanakları, yazının içeriğini oluşturuyor. Tutanakların dışında kalan ve aslında en verimli, keyifli, kalıcı konuşmalar ise, her zamanki gibi Berlin 'in barlarında yapıldı. Çağrılı olup da gelemeyenler arasında Peter Brosius (Los Angeles), Anjan Dutt (Kalküta), Xenia Kalogeropulu (Atina), Susanne Osten ve Etienne Glaser (Stokholm) var. Etkinliğin derinliği ve çeşitliliği açısından Brezilya, Avusturalya, Hong Kong, irlanda ve Hırvatistan temsilcileri de aramızda olmalıydılar aslında. Ama ne yapalım ki, her şey de her zaman istediğimiz gibi olmuyor işte. Bu belgeselde doğaldır ki, yalnızca çözülen bant konuşmaları bulunmaktadır. Kollokyum haricinde ise, tahmin edebileceğiniz gibi bol bol gülündü, geceler boyu tartışıldı, içten dostluklar kuruldu ve inanılmaz bir şekilde birbirine sahip çıktı insanlar. Ciddi bir gençlik ve çocuk tiyatrosu yapmak isteyen, bunun keyfini taşıyan bir avuç gerçek profesyonel, bu kollokyumda bir aradaydı. İstedikleri; geçerli bir amacı olan, seyircisini tanıyan ve seven, salt estetik kaygılarla sanatı savunmayan, varoluş nedenini kendi bağımsızlığından çıkaran ve bunu mutlaka seyirciye iletmeyi amaçlayan bir tiyatro özlemiydi. Belgeselimiz eğer bu amacın ruhunu yansıtabiliyorsa, geleceğin çocuk ve gençlik tiyatrosu konusunu, en azından tartışmaya açabiliyorsa, görevini yerine getirmiş sayılabilir. Volker LUDWIG


a- Çocuk Tiyatrolarının Çeşitli Ülkelerdeki Durumu: IMRAN ASLAM- Pakistan'da bir yığın çocuk tiyatrosu var. Ama bunların oyunları, okulların yıl sonu müsamerelerinden başka bir şey değil. Konular, genellikle tarihi (doğallıkla bize dayatılan tarih) ya da içinde sihir, büyü filan olan masallar. Bunun yanı sıra, büyük geleneği olan bir de kukla tiyatromuz var. Hatta bunlardan bir grup, Dr. Faustus ve bir Grips oyunu bile oynadı. MOGAN AGASHE- Hindistan'ın Maharastra bölgesinde çocuk tiyatrosu denilince akla, hemen daima çocuklarla yapılan bir tiyatro gelir, çocuklar için olan değil. Okul tatillerinde, yerden mantar biter gibi çoğalır bu tür çocuk tiyatroları. Masalların yanı sıra saçma sapan, hareketli oyunlar oynarlar. Ama buna karşın, Bombay'da bu tür tiyatroya bile sosyal içerik sokulmaya kalkışılmadı değil...

pe

cy

JAYOTI BOSE- Kalküta'da da durum, Maharastra'dan pek farklı değil. Bizde de masallar ve mitolojik konularla uğraşan bir kukla tiyatrosu var. Bunun yanı sıra, şu da çok önemli; 30 yıllık marksist yönetimin sonucu olarak Kalküta halkında sosyal bilinç oluştu. Bu bilinçle, bir sürü tiyatro grubu, kentin varoşlarına giderek, oradaki insanların sorunlarına eğiliyor. Bu grupların bazıları çocuklarla da çalışıyor. Yani bizde politik sokak tiyatrosu geleneği olduğunu rahatça söyleyebiliriz. PALYAÇO SHIVEN- Yeni Zelanda'da bir okul yılı üç sömestreye ayrılır. Çocuk tiyatroları genelde yalnız Noel'lerde ortaya çıkmakla birlikte, ilkokullarda her sömestre için bir oyun sahneleme geleneği vardır. Çocuk yuvalan ve okul öncesi alıştırma sınıfları da bu geleneğe uyarlar. Yirmiye yakın tiyatro grubu ayrıca okullarda özel temsiller verir. Devlet yardımı, komik denecek kadar, 65.000 Yeni Zelanda doları kadardır ki, bununla bir sanatçının bile yaşaması olanaksızdır. Bu oyunların konuları genelde efsaneler olmakla birlikte, arada ben palyaço olarak içine katılabilirim. Oyunun eğitici yanını inceleyen bir komisyon vardır ve ancak bu komisyonun izniyle oyun oynanabilir. 17 yıldan beri okullarla çalışıyorum, işimin %95'i okullar ve çocuk yuvalarıyla. Bazen

hasta ve özürlü çocuklar için hastanelere, bakımevlerine de gidiyorum. Konularım her zaman aynı: Gülmece, güldürmece, insan sevgisi. Ama asla diğer insanlara gülmüyorum, güldürtmüyorum da kimseyi, kendime güldürüyorum sadece. Vermek istediğim tek mesaj, kahkahanın iyileyeştirici bir güç olduğu. İMRAN ASLAM- Pakistan. Paskistan'ın en büyük RAZİ AMİTAİ- İsrail'de profesyonel çocuk İngilizce gazetesi The News'un yazı işlerinde. tiyatrolarının yanı sıra, okullarda çocuk Lahor'da Doğu ve Afrika tezleri konularındaki tiyatroları var, yılda çeşitli 300 temsil fakülteleri bitirdi. Sahne ve televizyon hakkında sayısız yazı yazdı. Pakistan'daki sivil ve askeri baskı veriyor, ülkemizin devlet destekli tek tiyatrosu. Devlet desteğinden dolayı bilet rejimlerinde tevkif edildi. Sekiz Grips oyununu fiyatları düşük tutuluyor. "Kültür Sepeti" Orducaya çevirdi ve bunları Yasemin İsmail'le birlikte sahneledi. adlı ulusal bir program var. Bu program uyarınca her çocuk, 1. sınıftan 12. sınıfa kadar her yıl üç kültür etkinliğine katılmak zorunda: Bir bale gösterisi, bir klasik müzik konseri ve bir müze gezisi. Tiyatrolar ise, genellikle turne tiyatroları olduklarından, çocuklar, oyunları ya kendi okullarında, ya bir kültür merkezinde ya da yakın bir tiyatroda görme olanağı buluyorlar. BENJAMİN FİLİPOVİÇ- Bosna'da henüz bir Grips oyunu oynanmadı ama, bizde de gelişmiş bir kukla tiyatrosu geleneği var. Kukla tiyatroları sık sık şenlik düzenliyorlar. Çocuklar için tiyatrodan daha çok, çocuk filmleri yapılıyor. VOLKER LUDWIG- Bosna ve Sırbistan'da daha Grips oyunları oynanmadığı zaman MOHAN AGASHE- Hindistan. Psikolog. Pune, Hindistan'da B.J. Koleji ve Sassoon Hastanesi bile, Hırvatistan'da, Zagrep'te müthiş Psikoloji Bölümü şefi. En büyük aşkı oyunculuk. canlı bir tiyatro vardı. 1979'da Satjayit Ray ve Mira Nair'in filmlerinde ve Berlin'deki ilk çocuk tiyatroları tiyatrolarda oyunculuk yapıyor. Akademi şenliğinde, "Islıkçı Max" adlı oyunu, Tiyatrosu'nun Avrupa ve Kuzey Amerika turnelerini Yunanca sunan tiyatroyla birlikte paralel ve aynı tiyatronun Grips oyunlarını yönetiyor. Grips olarak çağırmıştık. (Bu şenlik için bakınız: esprisini ülkesine ilk taşıyan kişi. 1990'da Milliyet Sanat Dergisi, Ağustos 1979, Hindistan'ın en büyük ödülü Padmashri, ona verildi. çevirenin yazısı) Hırvatistan ve Slovenya'da otuz kadar Grips oyunu sahnelenmişken, Sırbistan Rus masal tiyatrosu geleneğiyle işi yürütüyordu. Hırvatistan ve Slovenya'daki Grips oyunları bir ölçüde, güneye karşı protesto olarak da görülebilir. ROD LEWİS- ingiltere'de son yıllarda eğitim tiyatrosu olarak adlandırabileceğimiz bir eğilim gelişti. Oyunlar, dünya kirlenmesi filan gibi güncel konuları irdeliyordu. Büyük tiyatro grupları, bu tür oyunları keyifle oynadılar. Nedir, silah ters tepti, hedefi vuracağına. Didaktik oyunlar, sıktı çocukları. Daha çok büyüklerin dünyasına seslenir sandılar ve ilgilenmediler bu tarz oyunlarla. Burada JAYOTI BOSE- Hindistan. 1992'den bu yana oyunların basit ve içeriklerinin kof Kalküta'da, SUTRAPATadlı tiyatronun yöneticisi. Oyuncu ve yönetmen. olmasının etkisi de büyük tabii...

a

I- KALKÜTA'DAN TEL-AVİV'E ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROSU

25


b- Grips Oyunlarının Sahnelenişi

SHIVEN- Yeni Zelanda. Potsdam, Doğu Almanya'da doğdu. Asıl adı Günther Bennung. Asıl mesleği öğretmenlik. Doğu Berlin'de Max-Reinhardt tiyatro okuluna gitti ve on yıl burada oyuncu olarak çalıştı. 16 yıl önce, unutamadığı çocukluk düşünü gerçekleştirmek için Yeni Zelanda'ya yerleşti ve palyaçoluk yapmaya başladı. Dünyanın her yerinde oyunlarını dokuz ayrı dilde sergiliyor.

I987'de bir

çocuk kültür merkezi kurabilmek için Yeni

pe cy

a

Zelanda'da arazi satın aldı.

MOGAN AGASHE- Anne-babalar çocuklarının beslenmesi ve okullarının seçimi konusunda büyük bir dikkat gösteriyorlar. Ama eğlence gereksinimlerini, bir tüketim aracı olarak nasıl kullandıklarıyla ilgilenmiyorlar. İşte bu tüketim aracı olarak kullanılan eğlence türünün kalitesi konusu, beni Grips oyunlarına yöneltti. Ama eğer biz Hindistan'da Grips ya da benzeri türden oyunlar hazırlamak istiyorsak, hangi kültürel bağımlılıkta olduğumuzun bilincine de son derece özen göstermek zorundaydık. Oyunların içeriğinde Hindistan'ın kültürel ve tiyatral gerçeğini yansıtmak zorundaydık. Derdim illa bir ya da iki, üç Grips oyunu sahnelemek değil, oyunları oluşturan metodu yakalamaktı. Alışılagelen 'Kültürlerarası' tiyatro değiş tokuşundan sıkılmıştım zaten. Grips oyunlarından önce, Tankred Dorst ve Günther Grass çalışmıştık. Başarılı da olmuştu bu projeler, ama benim istediğim başkaydı. Yeni bir oyun sahnelemekten çok başka... YASEMİN İSMAİL- Grips'le tanışmam, rastlantının da ötesinde. Karaçi'deki Goethe Enstitüsünden birisi, bir gün bana "Stockkerlok ve MİIIİ-PİIIİ adlı harika bir çocuk oyunu var elimizde. Bir gözden geçirmek ister misiniz?" diye sordu. Baktım. Daha önce hiçbir oyun sahnelemediğim halde, bu olanağı tepemeyeceğimi hissettim. Mutlaka yapmalıydım bunu. Önce ingilizce oynadık. Sonraları Orduca'ya çevirdik ve Imran politik göndermeler ekledi. Örneğin oyunun baş nesnesi olan lokomotifi, sınıf savaşı aracı olarak kullandık. Dehşet bir olaydı... Oysa ben oyuna ilk başta büyüleyici bir çocuk oyunu gözüyle bakmıştım. Oyunun kendisi, içindeki şarkılar, o denli büyük bir ilgiyle karşılandı ki, kafam allak bullak oldu. 'Eğer tek bir Grips oyunu bile bu kadar büyük bir ilgiyle karşılanıyorsa, ben bu oyunların tümünü sahnelerim arkadaş' dedim. O zamandan bu yana da dediğimi yaptım. Eğer Pakistan gibi bir ülkede tiyatro yapmak, bir şeyleri değiştirmek, kokuşmuş sistemi eleştirmek istiyorsanız, bunu çocuklar için yapacaksınız, çünkü ancak onlar toplumu değiştirebilirler. Bu açıdan, oyunlar kesinlikle didaktik olmamalı. Basit ve akılda kalan melodili şarkılar, iyi diyaloglar, durum komedisiyle çocukları güldürebilirsiniz. Grips oyunları, onların

ROD LEWIS- İngiltere. İngiltere'de pek çok oyun yönetti ve çeşitli tiyatro formları üstüne çalıştı. Deneysel oyunlar, favorisi. Sinema ve televizyon filmleri senaryoları yazıyor. Grips'i İngiltere'de kitlelere tanıştırdı. Max ve Milli'yi Londra ve Liverpool'da sahneledikten sonra, Berlin'de de "Isa" ve "Sizleresöylüyorum, gerçekten..." adlı oyunları yönetti. 26

duygu ve düşüncelerine sesleniyor, büyük eğlendirici değere sahipler ve oyun üstüne düşünmelerini sağlayacak potansiyeli var. İMRAM ASLAM- 80'li yılların başında, Pakistan'da korkunç bir sansür vardı. Yani biz hiçbir büyük tiyatroda oynayamazdık. Tabii bir alay politik sokak tiyatrosu filan da vardı ama, onlar sadece kendileri gibi düşünenlere sesleniyorlardı. Bu yanlışlığın ayırdında olarak, kendi tiyatromuzu insanları düşünmeye sevk eden ve tabii hükümetin hiç işine gelmeyen bir biçimde kotarmak istiyorduk. Profesyonel oyuncularla bir denemeye kalkıştık ama, bu sırada politik oyunların sayısı acınacak kadar azdı. Dario Fo'nun "Bir Anarşistin Rastlantısal Ölümü"nü adapte ettim, yasaklandı. Bir süre böyle gitti işte. Derken Yasemin bana bir Grips oyunu yolladı. Grips hakkında hiçbir şey bilmeden iki oyununu sahnelemişti bile. Oyunu ingilizce, öyle, olduğu gibi oynamışlardı ve bu bile büyük bir başarı kazanmıştı. Bu oyunların birini Orduca'ya çevirmemi istiyordu, 'işte şans bu' dedim. Oyunu zararsız bir çocuk oyunu olarak sansürden geçireceğime ve istediğim seyirciyi bu oyunla tiyatroya çekeceğime kesinlikle emindim. MOGAN AGASHE- Grips olayının ortaya çıkışı politik bir gereksinim sonucudur ve bu Pakistan'da da böyle olmuştur. Benim Hindistan'da Grips'e soyunmam ise politik değil, sosyaldir. Maharastra'da, çocuklarla anne-babalar arasındaki ilişkiler, batıda olduğu kadar düşmanca değildir. Bizde eskiden anne-babalar çocukları vesayet altında tutarlardı. Oysa şimdilerde, toplumsal değişim onlara çocuklarıyla ilgilenecek fazla zaman bırakmıyor. Bunun sonucu, çocuklar yaşamla daha fazla yüz yüze geliyor ve toplumsal yaşamın gereklerini birebir tanıyorlar. Bu açıdan işte, bu oyunların yardımı ve yararı büyük. DENNIS FOON- 1975'te "Yeşil Başparmak Tiyatrosu"nu kurduk. Görevimizi çağdaş Kanada oyunlarını, genç izleyiciler için, okullarda oynamak olarak belirledik. Genç seyirciler için tiyatro yapmanın, halk tiyatrosunun en basit biçimi olduğuna inanıyorum. Tarihimiz de zaten bunun örnekleriyle dolu. Turnelerimizde bütün Kanada'yı dolaşıyoruz. Yüzlerce kültür, toplumsal ve ekonomik farklılıklar gösteren izleyiciler... Seslenmediğimiz hiçbir kesim kalmadı. Oynadığımız yerler, çok amaçlı


RAZİAMİTAİ- İsrail. 1948'de Tel-Aviv'de doğdu. Üniversite tahsili için Amerika'ya gitmeden önce, Tel-Aviv'de tiyatro okuluna gitti ve oyuncu olarak çalıştı. Amerika'da doktorasını yaptı. İsrail'e dönüşünde, amatör tiyatrolarda, tiyatro pedagojisi alanında çalıştı. Aynı zamanda İsrail Tiyatro Akademisi'nin kuruluş çalışmalarına katıldı. 1986'da İsrail Ulusal Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu'nda, Tiyatro Pedagojisi Şefi oldu. Halen aynı tiyatroda genel sanat yönetmenidir.

a

Kanada'yı dolaştı ve Montreal'de son buldu. Burada bir Grips Kollokyum'u gerçekleştirdik. Dünya çocuk tiyatrorsu olayına gönül verenler Kanada'da buluştular. JAYATI BOSE- Kalküta'da aşağı yukarı 200 tiyatro grubu var. Bununla birlikte çocuk tiyatrosunun ciddiye alındığı söylenemez. Genelde masalımsı şeyler oynanıyor ve seyirci ciddiye alınmıyor. Öyle ya, onlar sadece birer çocuk. Benim ticari tiyatro ile bir bağım yok. Benim için tiyatro, yardımlaşma, seyircide toplum bilinci oluşmasına katkıda bulunmak. Bu işten para da kazanılabilinir mi, ya da nasıl kazanılır konusunda en ufak bir fikrim yok. Günün birinde, Pune'deki Akademi Tiyatrosu'nun düzenlediği bir seminere katılma olanağını elde ettim. Burada Wolfgang Kolneder'in sahneye koyduğu bir Marathi oyununu gördüm. Bundan sonra Kalküta'da "Max ve Milli"yi sahnelemeyi kararlaştırdım. Bu oyun, bence çocuklar kadar büyükler için de son derece ilginç olabilirdi. Yetişkinlerin, kendilerine ilişkin kemikleşmiş düşüncelerini değiştirmelerini, oyunu izleyerek yeni deneyimler kazanmalarını istiyordum. Bu düşünceden yola çıkarak, ileride kendi özgün oyunlarımızı yazmayı, Kalküta'nın yerel durumuna ilişkin, kendi sorunlarımızı ele almayı düşlüyorum. ROD LEWİS- Beni ilgilendiren yalnız çocuk ya da gençlik tiyatrosu değil. Ben heyecanlandım, incelikle kotarılmış ve izleyiciyle birebir buluşan oyunlar arıyorum. Grips'in oyunlarını izlediğimde, doğallıkla dramaturji, iç dinamik, tempo gibi şeylerle ilgilenirim. Ama bence bunların en önemlisi, bu tiyatronun (Grips'in), seyirciyi ciddiye almasıdır. Bunu çok az çocuk tiyatrosu yapar. Genellikle, seyircilerini aklı eren ama ikinci sınıf vatandaş konumuna alırlar nedense. İngiltere'de de bir sürü ajitasyon-prop, sokak tiyatrosu filan var. Vaaz veriyorlar sanki. Bildiğimiz şeyleri yineliyorlar sürekli. Sanırsınız gazete haberlerinin sahneye getirilmiş biçimi. Kendi yaşamlarından, gerçek insanlardan bir şey yok.

pe cy

salonlar ya da spor salonları gibi yerler olduğundan, doğaldır ki sahne estetiğinden filan söz edilemez. Ne var ki, izleyiciler bu olayı bile benimsediler. Okullardaki tekniğin içler acısı durumuna karşın, izleyiciyle olan iletişimimiz, bizi durmadan buralara yöneltti. 1978'de Vancouver'de Uluslararası Çocuk Tiyatrosu Şenliği başlattık. Bu sırada müdürümüz Berlin'e gidip Grips'i gördükten sonra, onlardan büyük bir keyifle söz etti: "Orada Grips insanları var, mutlaka gör onları. Bizden daha uzunca bir süredir aynı işleri yapıyorlar aşağı yukarı, ama kendi binaları var ve de izleyici potansiyelini mutlaka o binanın içinde yaşamalısın." Kıskandım tabii önce. Daha sonra müdürümüz bir sponsor bulup herhangi bir şekilde işbirliğini düşündüğünü anlatınca, sevindim. Birkaç Grips oyununu ben de okumuştum aslında. Ne var ki bunlar kötü bir didaktik üslupla çevrilmişlerdi. İçlerinde var olan politik mesajı çakıyordum da, nereden başlayacağımı bilemiyordum. Sonunda Berlin'deki sahnelemeleri görünce, oyuncularla izleyiciler arasındaki iletişim beni çılgına çevirdi, işte böylece, "Robot Trummi Bozuldu" adlı oyunu, Wolfgang Kolneder'in Berlin'den "Yeşil Başparmak" tiyatrosuna gelip, bizim oyuncularla sahnelenmesi işbirliği ortaya çıktı. Oyunu ben, Volker Ludwig'in yardımıyla adapte ettim. Oyun bütün

PALYAÇO SHIVEN- Benim palyaço olmamın nedeni, kahkaha ve yaşam sevincinin, insanlara terapi etkisi yaptığına inanmamdır. İşte bu düşünce beni Grips'e bağlıyor. Oyunlarındaki gülmece duygusu (Humour) beni her zaman büyülüyor©

BENJAMIN FİLİPOVİÇ- Bosna. 1962'de Saraybosna'da doğdu. Prag Film Akademisi'ni bitirdi. 1993'e kadar Saraybosna'da gazeteci ve film yapımcısı olarak çalıştı. "Mızaldo-Tiyatronun Ölümü" adlı filmi, 1994 Berlin Film Festivali'ne çağrıldı. Aynı yıl Grips'de Boris Pfeiffer'le birlikte Bosana adlı gençlik oyununu yönetti. 27


SÖYLEŞİ çekinmeden ortaya koymaktan kaçınmalarına neden oluyordu. En önemlisi de, birbirleriyle hep şiddet ilişkisi içindeydiler, her fırsatta itişip kakışıyor, dövüşüyorlardı. Dikkatimizi çeken bir başka nokta da grup içinde çalışma alışkanlıklarının olmayışı ve aralarındaki kız erkek ayrımıydı.

Yaratıcı Drama Dersi'ne Örnek Bir Çalışma

a

"ÇOCUKLARIN BİREY OLMALARINI İSTİYORUZ

Nihal Geyran Koldaş: Bu dersin her okulda nasıl verildiğini bilmiyorum ama bize önerildiğinde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin yaz ve kış okullarında seçmeli ders olarak düşünülmüştü. Adı konmuştu. Ama içeriği belli değildi. Doğal olarak bu dersi veren kişelerin birikimleri ve kendi kişesel araştırmalarıyla oluştu. Biz Esen'le üç yıldır aynı okulda bu dersi veriyoruz. Üç yılda bu dersle ilgili olarak, ders verdiğimiz çocuklardan daha fazla şey öğrendik diyebiliriz.

Esen Çamurdan: Bizdeki okul çalışmalarında "yaratıcı 28

çocuklara benziyordu. Gecekondu kesiminin çocuklarının kendi gerçeklikleri vardı ve ben onlara göre, daha doğrusu onlardan yola çıkarak bir şeyler yapmalıydım. Nihal de benzeri sorunları yaşamıştı kendi sınıfında, o da kararını vermişti.

cy

pe

Üstüngel İnanç Son yıllarda ana ve ilkokullarda ve kimi derneklerin okul çalışmalarında yer alan "yaratıcı drama" dersinin kapsamı nedir?

drama" dersinde ne yapıldığını ben de bilmiyorum doğrusu. ÇYDD'nin bir gecekondu mahallesinde bulunan bu okuluna ders vermeyi kabul ettikten sonra sıkı bir araştırmaya giriştim. Okuduğum ya da incelediğim kitapların hemen hemen tümü, özellikle ingiltere, Almanya ve Fransa'daki ana ve ilköğretim okullarında yapılmış olan yaratıcı drama çalışmalarından yola çıkılarak hazırlanmıştı. Bunlara, çok geniş olmasa da, kendi birikimimi de kattıktan sonra bir ders programı hazırladım ve çocukların karşısına kendimce donanımlı olarak çıktım. İlk yıl, tam bir bocalama dönemi oldu benim için, çünkü karşımdaki kesim ne yararlandığım kitapların, ne dinleyici olarak katıldığım panel veya konferansların öznesiydi, ne de yaşadığım ortamda ilişki kurduğum

Gecekondu çocuklarının ötekilerden farkı neydi ve sizler bu bağlamda nasıl bir yol izlemeye karar verdiniz? E.Ç: Hayal güçlerini çalıştırmıyorlardı, böyle bir pratikleri yoktu, söyledikleri ya televizyonda gördükleriyle sınırlıydı, ya da yakın aile çevresinde yaşadıklarıyla, gerisini siz düşünün!.. Duyularını kullanamıyorlardı, bırakın kullanmalarını, dikkatlerini bir odakta toplayamıyorlardı. Sonra çok çekmiyorlardı birbirlerinden ve bizden; en büyük korkuları yanlış yapmaktı, bu da kendilerini

Bu durum karşısında Nihal'le birlikte benimsediğimiz yol, her şeyden önce çocuklara, oyunla karışık, duyu alıştırmaları yaptırmak ve bunlar arasında geçiş yapabilmelerini sağlamak oldu. Örneğin, önlerine resim veya fotoğraf koyup, gördüklerini en küçük ayrıntısına kadar yazmalarını istedik, ya da konuyla ilgili bir öykü uydurmalarını. Her çocuk kendi başına ya da bir arkadaşıyla istenileni yapıyor, ardından öteki arkadaşlarının karşısına geçip yazdıklarını okuyor, eleştiri ve sorularını yanıtlıyor, gerektiğinde kendini savunuyor. Ya da onlara okutulan veya dinletilen bir parçadan yola çıkarak hayal kurmalarını, düşündüklerini ifade etmelerini ve bunları bize olabildiğince göstermelerini sağlamaya çalışıyoruz, Nihal'in bu konuda ilginç çalışmaları oldu... N.G.K.: Biz derse hep teyple giriyoruz. Bu aletin varlığı daha baştan bir coşkuya sebep oluyor. Ama çocuklar, bütün şarkıları ezbere bilmelerine karşın, dinlemeyi bilmiyorlar. Müzikle vücut ısıtıyoruz. Rahatlamak için dans figürleri filan yapıyoruz birlikte. Ama "Oturun, gözlerinizi kapayın, müziği


hedefin çok daha geniş tutulması gerektiğini öğretti bize. Hatta Esen ile konuşurken bu dersin adı genel olarak "Duyarlık eğitimi" ya da "Yaratıcılığa giriş" gibi daha geniş bir alanı kapsasa diye düşündük. Çünkü çocuklarla daha çok bedensel ifadeyi hedef alan çalışmalarla başladık ama bir süre sonra beş duyuyu harekete geçirebilecek tüm malzemelerden ve ifade biçimlerinden yararlanır olduk. Yıl sonu gösterisi için nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz, aynı çalışma yöntemini mi uyguluyorsunuz?

E.Ç.: Çocuklara malzeme sağlamak çok önemli bu çalışmalarda. Çocuğu beslemezseniz ondan bir şey alamıyorsunuz; ancak beslendikçe ve size güveni arttıkça yaratıcı olabiliyor. Bu dersin hedefi çocuklarda tiyatroya karşı bir ilgi ve birikim mi oluşturmak? N.G.K.: Tabii, hedeflerinden biri de bu olmalı. Ama çocuklarla üç yıldır kurduğumuz ilişki bu

olanaksız; zorlanırsanız yaparsınız tabii, ama bu son derece acemi bir müsamere olamaktan öteye gidemez. Bir yararı da olmaz, rollerini iyi kötü ezberlerler ve sahneye çıkıp taklit yaparlar. Gerçekten de bizim ne amacımız, ne de inancımız bu. Çocukların hayal güçlerini çalıştırmalarını, düşünmeyi öğrenip kendilerini bedensel ve sözel olarak ifade edebilmelerini sağlamaya çalışıyoruz biz, ötekilerden farklı olmaktan utanmamaları için çabalıyoruz. Kısacası, birey olmalarını istiyoruz. Bu durumda sonuçtan çok çalışma süreci önem kazanıyor doğal olarak. Gerçekten de, bir yarıştan çok, birlikte bir şeyler üretmeye dönüştürüldüğünde drama sanatı işlevsel oluyor.

cy

a

N.G.K: Önemli olan bizlere, öğretmenlerine, ailelerine bir şeyler göstermeleri değil, yaptıkları şeyden kendileri için zevk almalarını sağlamak. Yetişkinlerin, hangi sosyal sınıftan olursa olsun, kalıplaşmış seyretme anlayışlarını doyurmaya, tatmin etmeye yönelik çalışmak zorunda değiliz. Bunun bizim çocuklarla çalışmamızın ters düştüğünü sanıyoruz. Eğer çocuklar çalışmalarının bir bölümünü başkalarına göstermeyi istiyorlarsa, grup olarak bu sorumluluğu alabilecek düzeye gelebilmişlerse buna karşı çıkmayız, yardımcı da oluruz. Ama onların inisiyatif kullandığı bir gösteri olur bu. Bizim yönetmenlik hırsımızı tatmin etmeye çalışmamızın yeri değil burası.

pe

dinleyin ve hayal kurun" dendiğinde ilk başta çok zorlandılar. "Bu müzik sesi size neyi hatırlatıyor? Örneğin ne renk?" diye sorunca "siyah" diyorlardı gözleri kapalı olduğu için. Israrla her ders, hem de alışık olmadıkları türlerde müzik dinlemeye başlayınca, yavaş yavaş mekânlar ve ayrıntılar oluştu. Giderek vücut ısınmalarında biz söylemeden çocuklar çalınan müziğin onlara verdiği hareketten yola çıkarak mekân yaratmaya da başladılar. Örneğin, kollarını ritmik bir biçimde sallarken kulaca benzetmesi-denizde yüzdüğünü farz etmesi... Müziğin ritmini daha iyi izleyebilmeleri için orkestra yönetme çalışmaları da yapıyoruz. Grup çeşitli enstrümanlara bölünüyor. Yönetici, sırası geldikçe onları harekete geçiriyor, hem de hayal gücünü geliştiriyor. Gördüğünüz bir şeyin sesini duymaya çalışmak, dokunduğunuz bir şeyi görmeden rengini hayal etmek vb. Bir kez bu duyular ve hayal gücü harekete geçirildiğinde, şiirlerden oyun çıkarmak, resme bakarak hikâye yazmak, müzik dinleyerek resim yapmak mümkün olmaya başlıyor.

E.Ç: Tiyatroyla yakından uzaktan ilişkisi olmamış, yaratıcılıkları hiç harekete geçirilmemiş, bırakın bunları, çocukluklarını tam olarak yaşayamayan çocuklarla baştan sona bir gösteri hazırlamak kanımca

Ama işin bir de öteki yanı var: Yöneticilerimiz, oyların çoğunun Refah Partisi'ne gittiği bir gecekondu mahallesinde çocuklarını tiyatro dersine gönderen velilerin, yıl sonunda bir şeyler görmek isteyeceklerini düşünüyorlar ve bizden bir gösteri yapmamızı istiyorlar. Çocuklar derseniz, onlar zaten dünden razı. Biz de şöyle bir yöntem bulduk: Bütün yıl boyunca tek bir oyun yerine, biraz önce sözünü ettiğimiz, çeşitli çalışmalar yapıyoruz; yıl sonuna denk düşen çalışma da, yine hep birlikte hazırlanmış olan dekoruyla, kostümüyle velilere ve öteki öğrencilere sunuluyor.

Bu dersi verirken yanlış yapmaktan kortuğunuz oluyor mu? N.G.K: 7-8 yaş çocuklarına drama dersi vermek için eğitilmiş değilim. Tiyatro

konusundaki eğitimim mesleki bir eğitim. Pedagoji dersi aldığım için yasal olarak okullarda ders vermek hakkına sahibim. Ama bu beni yanlış yapmaktan korur mu? Çocuklarla başa çıkamamaktan korktum başlarda. Ama onları tek tek birey olarak tanımaya başladıktan sonra artık hiçbir şeyden korkmuyorum. Ders verdiğimiz konuda hem okuyup yeni malzeme buluyoruz, hem de sürekli karşılaştığımız sorunları tartışarak çözmeye çalışıyoruz. Biraz biz çocukları yönlendiriyoruz. Biraz da onlar bizi. Onlardan çok şey öğrenmeye başladığımızı hissettikten sonra korku filan kalmadı. E.Ç.: Başında korkuyordum. Çocuklarla her zaman aramın çok iyi olmasına karşın beceremeyeceğimden korkuyordum. Ama onları tanıdıkça sizden ne beklediklerini, sizin onlara neler verebileceğinizi görüyorsunuz. Ve ellerinize bırakılan bu ham malzemeyi işledikçe, rengârenk dünyaların ortaya çıktığını gözlemliyorsunuz. Böyle bir şeyi yaşamak çok hoş! Kimi zaman gerçekten çok yoruyorlar sizi, kimi zaman isyan ediyorsunuz ama hiç beklemediğiniz bir anda da öyle güzellikler sunuyorlar ki her şeyi unutuveriyorsunuz. "İşte buna değdi!" diyorsunuz. Sonuç olarak korkmuyorum, çünkü karşılıklı bir şeyler öğreniyoruz. Ben bilgi ve birikimlerimi onlardan gelen veriler doğrultusunda biçimlendiriyorum, aslında hep birlikte üretiyoruz 29


ELEŞTİRİ

USTA BİR SANATÇIDAN USTALIK DERSİ Sevda

Şener

Yıldız Kenter Terence Mc Nelly'nin Maria Callas (Master Class) adlı oyununda büyük bir başarı gösteriyor. Önümüzdeki yıl sahnede kesintisiz elli yılın emeğini kutlayacak olan Kenter, bu olağanüstü gösterimi ile sanat yaşamını taçlandırmış oldu.

pe

cy

a

Yıldız Kenter'in Maria Callas yorumu üzerine çok güzel yazılar yayımlandı. Sanatçının, olgunluk döneminin doruğunda yepyeni bir sanatçı kimliği ile hamle yapışı, kusursuz ve incelikli yorumu, tiyatro metnini müzikleştirme yeteneği, coşkuyu aklın denetimiyle dengelemekteki ustalığı, tiyatralliği sanatın gereği olarak benimseten profesyonel oyunculuğu hak ettiği biçimde övüldü. Övgülerin hiçbiri abartılı değildi ve eleştirmenlerin üstün bir yapıt karşısında yaşadıkları gerçek doyumun ifadesiydi. Hepsine katılıyorum ve bir hoca olarak kendi payıma oyunun beni ayrıca etkileyen bir yanına işaret etmek istiyorum. Yıldız Kenter Maria Callas yorumu ile bize yalnızca bir Akdenizli sanat tanrıçasının karmaşık kişiliğini, sanatçı kimliğini, dalgalı yaşantısını, tutkusunu, zaferini ve düş kırıklıklarını yaşatmıyor, hocalık sanatının inceliklerini de öğretiyordu. Bu öğretinin metni Maria Callas'ınki ise, ruhu Yıldız Kenter'den yansıdı. Onun oyunculuğunu bu denli inandırıcı, bu denli etkili kılan da sanırım Maria Callas'ın kısa hocalık deneyimi ile kendi uzun hocalık birikiminin kesişme noktalarını yakalamış olmasıydı. Yıldız Kenter'in Callas yorumundaki ustalığı iki büyük sanatçının yaşamlarındaki benzerlikle açıklamak isteyenler, ona bu yolda sorular soranlar oldu. Oysa Maria Callas'ın gelgitli yaşamı ile Kenter'in düzenli, tutarlı, dengeli yaşamı arasında bir benzerlik bulmak zor. Eğer bir benzerlik söz konusuysa bu yalnızca iki başarılı

sanatçının sanat anlayışlarında, sanatçıdan beklentilerinde, sanat ve sanat eğitimi konularında mükemmel olandan ödün vermeyen yaklaşımlarında aranmalıdır, iki sanatçıyı doruğa taşıyan da onların sanata bu ölçüde kararlı yaklaşımları olmalıdır. Oyunda sergilendiğine göre Maria Callas'ın derslerinden bir opera sanatçısı adayından beklediği, notaları şarkı, şarkıyı müzik yapan ruhu, o ruha biçim veren somut gerçekleri yaşaması, aynı zamanda kendi yüreğinin sesini dinlemesidir. Bunu başarabilmek için okumak, incelemek, derinleşmek gerekir. Ayrıntılara dikkat edilmeli, düzenli ve disiplinli çalışmalı, kendine iyi bakmalı, çalışmalarında kendine karşı acımasız, konusuna karşı duyarlı olmalıdır. Yıldız Kenter bu eğretiyi öyle coşkuyla sundu ki, onun da bir tiyatro sanatçısından beklentisinin Maria Callas'ınkinden farklı olmadığını sezinledik. Başarısını içtenlik sözünün açıklanmaya yetmeyeceği böyle bir inançla sağladı sanırım Yıldız Kenter. Tanrıçayı oynamak, en yüce, en zor, en erişilmezi hedef almak Maria Callas'ın nasıl doruğa ulaştırdıysa, Yıldız Kenter'i de sanatının kırk dokuzuncu yılında öyle yüceltti. Bir farkla: Kendi çizgisini elli yıl sahnede koruduktan sonra büyük bir hamle yaparak kendini yeniden kanıtlamıştır. Bunu, özel yaşamının gerekleri ile sanat yaşamının gereklerini dengede tutarak, sırasında coşkuyu düşünceyle dizginleyip, sırasında düşünceyi coşkuyla aşarak başarmıştır. Yıldız Kenter sanatındaki olağanüstü başarısı ile olduğu kadar, olgun kişiliği ile öğrencilerine en doğru örneği sunuyor©


pe cy a


SÖYLEŞİ 1997-1998 sezonunda ilk kez perdelerini William Shakespeare'in "Hamlef'i ile açacak olan İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun Genel Sanat Danışmanı, yönetmen Işıl Kasapoğlu ile bir prova sonrası tiyatronun kuruluşu, geleceğe ilişkin planları ve tiyatro üzerine söyleştik.

dönüşür. Ben bu tür bir kamu tiyatrosu çalışmasına çok yatkınım. Bunu burda da geliştirdim. Yani yerel yönetimle karşılıklı ilişki kurduk. Kadrolarımızı kurduk. Küçücük bir tiyatro grubu yerine birdenbire kocaman bir bölge tiyatrosu oluştu. Ama bölge tiyatrosu derken resmi bir ödenekli tiyatro oluştu; kadrosuyla, oyuncusuyla, salonuyla.

"Amacımız Önce Seyircimizi Oluşturmak" İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın kuruluş aşamasında belediyenin epeyce peşinizde koştuğu söyleniyor. Bu kuruluşun öyküsünü kısaca anlatır mısınız?

pe

Evet. Böyle bir teklif bana 96 Ekimi'nde geldi. Ben o sırada "Gılgamış"ı sahneliyordum Ankara'da. Provalarım sırasında çeşitli kereler geldim. Belediye Meclisi ile karşılaştım, Kültür Komisyonu ve Encümen ile karşılaştım. Bu ilişki Şubat 1997'de sınav açılmasına karar verilene değin yürüdü. Şubat'taki sınavlara yüz on beş kişi başvurdu ve biz de Türkiye'de önemli isimlerin yer aldığı bir jüri ile oyuncuları seçtik.

a

Ünal

Size ilk tahsis edilen mekânın elinizden alındığını biliyoruz. Bu durumda oyunlarınızı nerede sahneleyeceksiniz? Şu an içinde bulunduğumuz bina ilk önce Belediye Sarayı olarak inşa edilmiş. Sonra kültür ve sanat işleri için tahsis edildi. Aslında bize başta salon olarak verilen, az önce provayı izlediğiniz yerdi. Sonra resim galerisi olarak ayrılmış olan salona baktım on dört metrelik yüksekliği ile daha 32

kaldım, çok uzun süre turne yaptım, tiyatrolarda çalıştım. Gözlemlediğim çok önemli bir sorun kültüre yardımdır. Kültür ikiye ayrılıyor bütün dünyada. Biri kamu yararına kültür, diğeri de hoşça vakit geçirmek için kültür. O da bir kültür sonuçta. Bütün dünyada kamu tiyatroları ya da kamu yararına yapılan etkinliklerde devlet ödeneği, yerel yönetimlerin hatta daha ileri gidiyorum bölgelerin ödeneği olmaksızın bu işlerin yapılmasına olanak yok. Çünkü özel tiyatroların ödenekleri ve eleman sayıları kısıtlı, büyük prodüksiyonlara cesaret edemiyorlar, haklı olarak. Bu ancak devletin ya da yerel yönetimlerin görevidir. Kültür konusuna hem devlet, hem yerel yönetim, hem de bölge olarak bakılmalı. Aslında şu an bize yardımı yapan büyükşehir belediyesi ama bütün belediyelerin ve hatta Marmara bölgesinin bu işe katkıda bulunması lazım. Daha uzun vadede benim Türkiye'de gelmek istediğim yer o. Bu bütün dünyada da böyledir. Bir tiyatro hem bulunduğu yerel yönetimden, hem bağlı olduğu büyükşehir belediyesinden, hem bölgeden hem de devletten para alır ve ancak bunların birleşimiyle gerçek bir ödenekli tiyatro haline

cy

Ata

uygun geldi. Ben gidip Sefa Sirmen'den orayı istedim. Verdi de. Ve biz birdenbire iki salon sahibi olduk. İlk verileni hem dans salonu olarak kullanacaktık hem de tiyatro. Diğer tarafta da gerçek anlamda bir tiyatro salonu oluşturacaktık. Bunun için bugün Türkiye'de tiyatroyu, tiyatro mekânını en iyi tanıyan mimarlardan, ayrıca dekoratör ve yönetmen, Duygu Sağıroğlu bir proje geliştirdi ve bu projenin yapımına girişildi. Gerçekten üç yüz elli, üç yüz altmış kişilik ideal bir tiyatro olma yolundaydı. Taa ki belediye meclisi bu binayı bir tıp merkezi yapmak üzere Bayındır Holding'e satana kadar. Ama sırf şikayet edilerek bir yere varılamaz. Salon yok, ama yapıyoruz işte. Bir tanesini aldılar elimizden, sattılar bir tane daha yapıyoruz. Gittik bir gece yarısı Seka Sineması'nı bulduk. Onun içine girdik, ilişkilerini kurduk. Belediye'nin desteğiyle de tadilatını yapıyoruz, tiyatroya uygun hale getiriyoruz. Oyunlarımızı şimdilik orada sahneleyeceğiz.

İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları girişimini Türkiye'de yeni bir ödenekli tiyatro kurulması açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok uzun süre yurtdışında

Türkiye'nin dördüncü ödenekli tiyatrosusunuz. Bu Türkiye nüfusunda bir ülke için oldukça yetersiz bir sayı. Türkiye'de tiyatro iş mi yapmıyor? Şunu bağıra bağıra söylemek istiyorum. Türkiye'ye geleli üç, dört yıl oldu ve on iki, on üç oyun yaptım, bir sürü de salon açtım. Türkiye'de tiyatroda müthiş iş var. Kimse bunun farkında değil. Yani 'tiyatrocular işsiz' gibi söylenmelerden, sürekli şikâyetlerden sıkıldım. Türkiye altmış beş milyonluk bir ülke. Biz bu altmış beş milyonluk ülkenin bir kentinde, İstanbul'da, bilemediniz iki kentinde, Ankara'da iş yapmaya çalışıyoruz. Oysa Türkiye'nin bütün kentlerinde tiyatro açısından iş var. Şimdi Devlet Tiyatrosu atılım yapmaya başlıyor. Erzurum, Van, Sivas gibi illerde salonlar açma girişimi var. Ben Türkiye'de tiyatrocuya, iyi tiyatrocuya her zaman iş olduğunu düşünüyorum. Kimi zaman dile getirilen 'tiyatro Türkiye'de tutmamış bir aşıdır' düşüncesine katılmıyorsunuz o halde. Kesinlikle katılmıyorum. Türkiye'de tiyatro çok iyi gidiyor. Türkiye'de iyi yapılmış da boş geçmiş bir oyun görmedim. Şunu açık açık söylemek gerekiyor. Bugün Türkiye'de iyi yaptığınız her oyuna Anadolu kucağını açıyor. Yeter ki siz, dublajdan, reklâmdan, televizyon


Sizce Türkiye'de tiyatronun daha etkin bir sanat durumuna gelebilmesi için yapılması gereken en acil işler nelerdir?

Peki az olmanın nedeni ne? insanlar hâlâ bu meslekte yeteri kadar para kazanılmadığını düşünüyorlar ve yeteri kadar ilgi göstermiyorlar. Diğer yandan da ilgi gösteren dolu da, herkes bu mesleği sıradan, turşu satmak gibi bir şey sandığı için tiyatro mesleğine hâlâ çok kolaycı bir şekilde bakılıyor. Ben mesleğimi bugün bir beyin cerrahı ile veya bir kardiyologla eşdeş tutuyorum. Yıllarca okuyoruz, bir o kadar asistanlık yapıyoruz, bir o kadar oyunda oynuyoruz ve belli bir zaman sonra bir yerlere geliyoruz. Türkiye'deki en büyük sorun bu meslekte bütün sanatçıları aynı kaba koymak. Bunu eleştirmenler de yapıyor, medya da yapıyor, biz tiyatrocular kendi aramızda yapıyoruz.

gerekiyor sizce? Daha iyi tanıdığım için Fransa'dan bir örnek vererek anlatayım. Le Monde ya da Liberation gazetelerinde sizin hakkınızda bir yazı çıkması müthiş bir onurdur. Ama Le Monde ve Liberation'da hiçbir zaman sizinle aynı kaba konmayacak bir tiyatronun yazısı çıkamaz. Bir seçicilik söz konusu. Bugün Türkiye'de tiyatronuzu ne kadar kötü yaparsanız yapın aynı gazetede ve aynı dille yer alıyorsunuz. Bugün artık ödüllerin de hiçbir anlamı kalmadı. Çünkü ödüller artık 'iki yıl aynı dekoratöre ödül verdik, bu yıl da şuna verelim' anlayışıyla veriliyor. Sıradan yapımlarla, üzerinde yıllarca emek verilmiş oyunlar ayın kaba konmamalı. Oyuncularda da bu böyle. Televizyonda birkaç kere şarkı söyledi, reklâma çıktı diye biri, Othello, Lear oynayan bir oyuncuyla değerlendirmelere sokulursa biz hiçbir yere gidemeyiz.

pe cy

Çoğalmak ve rekabet edebilecek duruma gelmek. Henüz çok azız. Biz hiçbir şey değiliz daha. 1500 tane sanatçı var Türkiye'de, tiyatro gösteri sanatlarından para kazanan. Buna ödenekli tiyatroların tamamı ve özel tiyatrolar dahil şu altmış beş milyonluk ülkede. Yani bizim rakibimiz yok. Biz derken, kendimi içine koymam o kadar önemli değil, işini iyi yapanlardan bahsediyorum, iyi oyunculardan, iyi tiyatro müzikçisinden, iyi bir dekoratörden. Bunu özel tiyatrolardaki arkadaşlarımız itiraf edemeyebilirler. Ancak bugün özel tiyatrolarda ciddi bir prodüksiyon ortaya

koyduğunuz zaman, turneye çıkabilecek fazla oyuncu bulamazsınız. Gerçek anlamda, iyi oyuncudan bahsediyorum. O yüzden çoğalmak diyorum.

a

dizisinden vakit bulup turneye çıkın. Biz iyi oyun yaptığımız zaman seyirci var bu ülkede. Yeter ki biz, tiyatroculuğun minimum gereklerini yerine getirebilelim. Tiyatro başta turne demektir. Türkiye'de hangi tiyatro boş kalmış da böyle laf ediyoruz.

Bunu biraz açar mısınız? Ne tür bir ayrıma gidilmesi

O zaman tiyatro mesleğinin motive edici unsurları mı köreltilmiş oluyor? Elbette. Biz son yıllarda Türk

tiyatrosunda star çıkaramadık. Çünkü adam hem az önce söylediğim gibi aynı kefeye konuyor, hem de daha az para kazanıyor. Zaten tiyatroculuğun karşılığı nedir? Alkış ve destektir. Özellikle medyadan destektir. İzmit'teki politikanız, amaçladıklarınız neler? Burada belediye bizim sanat politikamıza hiç karışmıyor. Çünkü ben belediye ile konuşmalarımda 'bana sorumluluk veriyorsanız verin ancak işlerime karışmayın' dedim. 'İki üç yıl için böyle olsun. Sonra, beğenmiyorsanız beni atın.' Tiyatro başka türlü yapılamıyor. Tiyatroların yönetilebilmesi için sorumluluğu verenlerin, sorumluluğu verme sorumluluğunu taşımaları gerekir. Amaçladıklarımıza gelince; bir kere biz Kocaeli bölgesinde ilk önce bir tiyatro seyirci oluşturmayı amaçlıyoruz. Burada her Anadolu kentinde olduğu gibi bin, bin beş yüz kişilik bir tiyatro seyircisi vardır. Bizim amacımız bunu on bine, on beş bine taşımak. Burada gişe

İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun kadrosu.

33


açmak, tiyatroya gelinir, sıraya girilip bilet alınır bir yer haline getirmek. Elbette bugünden yarına olacak bir şey değil. Ama süreç içinde bunu başarmak. Bunun için üç yıl istedim. Ayrıca biz burada tüm ilçe ve belde belediyeleri ile ilişkiye geçiyoruz. Bu yerleşim birimlerinde tiyatro yapmak isteyenlere yardım öneriyoruz, hoca olarak sanatçılarımızı gönderiyoruz. Diğer sanat dallarında da

İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'ndaki girişiminizi bir misyon olarak görüyor musunuz? Az önce belirttiğim etkinlikler çerçevesinde, evet. Ayrıca eğer birgün İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun başarısı üzerine Türkiye'nin diğer illerinde bu tür girişimler başlatılır ve bu sayede diğer tiyatroculara çalışma alanları açılırsa ben kendimi görevimi yerine getirmiş sayarım.

projelerden biriydi ve bu zamana denk düşen bir projeydi. Ben içinde bulunduğum durumu, ülkemin durumu ve dünyanın durumunu, anlatabileceğim birçok şeyi bugün "Hamlet'le anlatabileceğimi düşünüyorum. Şu anki kadronuzun seçiminde bizzat bulundunuz. Kadronuzdan memnun musunuz? Ben dokuz tane yönetmen arkadaşımla birlikte seçtim kadroyu. Ve bu kadrodan gerçekten çok memnunum. Böyle iddialı sözleri sevmiyorum ama, neredeyse şimdiye kadar karşılaştığım en iyi kadro. Bu kadar insanın Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelip burada birlikte olmaları, buradaki ödenekli tiyatro olayına, Sefa Sirmen'e inanmaları, belki bana inanmaları, bu kadar değerli insanın bir araya gelmesi Türk tiyatrosu için bir şans. Bunun sırf benim değil, diğer arkadaşlarım tarafından da değerlendirilmesi gerek. Hepsi muhteşem oyuncular değil belki. Ama şu var ki, galiba hepsi oyuncu olmayı öğrenmeye açık insanlar.

pe cy a

sağlayabileceğimiz her türlü yardımda bulunacağımızı bildiriyoruz. Çocuk tiyatrosuna ayrı bir önem veriyoruz. Her büyük oyununa karşı bir çocuk oyunu sahneleyeceğiz. Bunun yanında İzmit'in yerel radyosu ile ilişkiye geçtik, radyo programları yapmaya başladık. TV41 ile ilişki kurduk ve tamamen tiyatroya ve sanata yönelik programlar yapmaya başladık. Çocuklara ve büyüklere kurs açıyoruz. Bunun dışında konservatuarla ve İzmitli sanatçılarla, tiyatrocular, ressamlarla, vs. ilişkiye geçiyoruz. Mümkün olduğunca geniş bir taban oluşturmaya çalışıyoruz. Önce biz kendi seyircimizi yaratacağız.

kaynağıysa İstanbul'a gidip oynayacağım. Gerekirse Paris'e de götüreceğim oyunları. Hatta beğendikleri oyunlar varsa, onları buraya biz getirip tiyatromuzda oynatacağız. Bizim bu anlamda rekabet gibi bir kaygımız yok. Burada Genel Sanat Danışmanıyım ama bütün oyunları ben yapacak değilim. Bunun için tüm yönetmen arkadaşlarımla ilişkideyim. Burada Şakir Gürzumar, Kenan Işık, Yücel Erten, Başar Sabuncu gelip elbette oyun yapacaklar. Önemli olan seyircimi oluşturmak.

Peki seyirci oluşturmak sadece Türkiye'ye ait bir olgu mu yoksa tüm dünyada tiyatronun kendi işlevi içinde yer alıyor mu? Bir bölge tiyatrosunun amacı tabii ki bu. Önce kendi seyircisini oluşturmak sonra dışarıya açılmak. 'Seyirci yok' diye bir yakınma geçerli değil. Tiyatronun işlevlerinden birisi kendi seyircisini oluşturmak. Bugün tiyatro sadece prova yapmak, oyun oynamak, yönetmenlik yapmak değil. Strehler önce kendi seyircisini yarattığı için Strehler, Peter Stein seyircisini yarattığı için Peter Stein oldu. Bizi ortaya çıkaracak olan da o seyircidir. İşte biz iki üç yıl içinde o seyirciyi yaratacağız ilk önce. Bu seyirciyi ne pahasına olursa olsun yaratacağım. İstanbul'a gitmek Izmit'liler için bir gurur 34

Perdeleriniz ilk "Hamlet'le açıyorsunuz. Neden "Hamlet"? Bunun nedeni benim Shakespeare'i çok sevmem değil sadece. Shakespeare şu anda benim için İzmitli bir sanatçı. Shakespeare bugün Türkiyeli bir yazar. Bana bugün niye Türkiyeli bir yazarın oyununu sahnelemediğimi sordukları zaman, ben Shakespeare koyuyorum diyorum, Shakespeare bir Türk yazarı, bir Fransız yazarı. "Hamlet" ya da başka bir oyunu, her gün bir satırını daha öğreniyorum. Müthiş bir şey. Neredeyse dünyada yazılabilecek her şeyi yazmış. Öte yandan, ben bir gün bir tiyatro kuruluşunda bulunursam bunu her yıl bir klasikle açmayı hep düşünmüştüm. Bir Shakespeare, bir Moliere, vs. Benim eskiden beri projelerim vardır. "Hamlet" bu

Kadronuzu gelişmeye açık olarak nitelediniz. Peki sizce genelde Türk tiyatrosunda bu geçerli mi? Hayır değil. Çünkü çocuklar daha konservatuarın ikinci sınıfından itibaren televizyonlar, diziler tarafından kapılıyor. Zaten orada hemen oyuncu oluveriyor herkes. Herkes hemen oyuncu oluverdiği için hiç kimse bir şeye açık değil, istisnaları saymıyorum. Oyuncu, 'ben oyuncuyum' diyerek kendini bitirirse, tiyatro da orada bitiyor. "Hamlet'in Türkiye'de ilk defa tam metni oynanacak. Daha önce gişe bile açılmamış olan İzmit'te seyirciye beş, beş buçuk saatlik bir oyunu nasıl izlettirmeyi düşünüyorsunuz? Evet. "Hamlet" Türkiye'de ilk

kez tam versiyon olarak oynanacak. Seyirciyi nasıl çekeceğimize gelince, bu bir şölen olacak. Oyuna gelenler ilk önce çay kahve içip oyuna girecekler. Antraktta sandviç, kola sunulacak ve fuayede mini bir klasik müzik konseri verilecek. Aryalar, vs. İkinci arada makarna verilecek. Peynirli, salçalı, türlü türlü makarna. Ve bir konser daha. Son perdeden sonra, oyun bittikten sonra yani, herkese çorba ikram edilecek, oyuncular giyinip gelecekler ve sohbet toplantısı. Yani bize gelen bir seyirci sekiz saati birlikte geçirecek. O yüzden de böyle çok sık oynamayacağız zaten. Haftada bir gibi. Ama ben seyirciyi yakalayacağımıza inanıyorum. Hamlet'ten sonra ne gibi projeleriniz var? Şu sırada Hamlet'in yanı sıra beş oyun birden çalışıyoruz. Enzo Corman'ın "Credo" adlı tek kişilik bir kadın oyunu. Esen Çamurdan bunu "Amentü" adı altında çevirdi. Loula Anognostaki adlı müthiş bir Yunanlı kadın yazarın "Resmi Geçit" adlı bir oyunu var. Nükhet İpekçi çevirdi. Bir yandan Çehov'un kısa oyunlarından bir komedi oynayacağız. Bunların provaları sürüyor. "Devamı Olan Rüya" adlı çocuk oyununun provaları sürüyor. Şakir Gürzumar'ın yönettiği "Töre"nin provaları sürüyor. "III. Richard" projesi vardı ancak Alev Sezer'in kaybıyla o kaldı. Hemen "Hamlet'in ardından Bursa Devlet Tiyatrosu'nda Brecht'in "Cesaret Ana"sını yapıyorum. Bir de İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda bir oyun yapacağım. Ben bu arada metin yazdırtmaya da katkım olduğunu düşünüyorum. Işıl Özgentürk'le son dönemde bir çalışmamız oldu. Ben Zeynep Avcı ile çok çalıştım. Bu İzmit projesinin içinde, bu yıl biraz geç kalınmış olmasına karşın, çeşitli yazarların burada üç ay konuk edilerek bizimle birlikte kalıp oyun yazmaları da söz konusu©


PERDE ARASI Cemal

"Aydın" Sanatçı. İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ferhan Yürekli, 17 Ekim Cuma günü "Cumhuriyet" gazetesinde yayımlanan "Üniversitede 'Yabancı' Denetimi" başlıklı yazısının bir yerinde şöyle diyor: "Bizde üniversiteler, günümüzde, bizce bilim üretme değil, önce gerçek bilim adamı üretme çabasında olmalıdır. Yani önce kadrolarını aydın kişilerden oluşturmalıdır... Üniversitelerimiz ayrıca öğrecilerini de, meslek adamı olmaktan önce birer aydın kişilik yapmak zorundadır..." Prof. Yürekli, yazısının bir başka yerinde de 'aydın kişi'nin tanımını veriyor: "Aydın, yaşamın erdem savaşımı olduğunu ve özdenetimin en önemli yargılama aracı olduğunu bilen kişidir. Aydın, bilmediğini bilen, var olanla yetinmeyip yeni bilgiyi arayan kişidir. Aydın, genel kabul görmüş görüşlere karşı arayış içinde olan ve azınlık görüşlerinin oluşturduğu eleştirel gerilimin, toplumların gelişmesindeki başlıca etken olduğunu bilen kişidir..." Yazarın üniversitelerimize görev diye öngördükleri, kanımca, sanat eğitimi, bu arada elbet tiyatro eğitimi veren kurumlarımız için de aynen geçerlidir. Bunun için günümüz Türkiyesi'nde sanat eğitiminde bir varsayımdan ve bir tutumdan vazgeçip gerçekleri görebilmek, ön koşul niteliğindedir.

a

Varsayım, sanatçıyı "zaten" aydın sayma varsayımıdır. Bilgiyle beslenme söz konusu olduğunda, hiçbir şey için ve hiçbir alanda herhangi bir "zaten" varsayımıyla yola çıkılamaz. Örneğin insanın anadilini bile "zaten" bildiği, anadili iyi bilmenin ölçüsü olamaz; olursa eğer, o zaman anadil, bugünkü Türkçe kullanımımızdan yansıyan açması manzaranın özeti olup çıkar. Bunun gibi, sanatçı da "zaten" aydın değildir; sadece kendini aynı zamanda bir aydın olarak yetiştirebilir ve onun bu yolda yetişmesi için eğitim verilebilir o kadar. Bir tiyatrocu, yalnızca tiyatronun "teknik" eğitimini almakla, sonunda da "tiyatrocu" sıfatını kazanmakla "aydınlığa" terfi etmiş olmaz; onun, tiyatroculuğunun yanı sıra, aynı zamanda bir aydın da olup olmadığı, tiyatronun teknik eğitiminde geçerli ölçütlerden daha farklı ölçütlere göre belirlenmek durumundadır. Örneğin o kişiye eğitiminde, yukardaki alıntıda sözü edildiği gibi, "var olanla yetinmeme", sürekli "yeni bilgiyi arama" bilinci de aşılanabilmiş midir? Yoksa bir kez sahneye - şu ya da bu sıfatla - ayağını attıktan sonra, artık on yıllar boyu "var olanla yetinmenin rahatlığı" mı öğretilmiştir? Yine o kişiye "eleştirel tutum", uğraşın temel varoluş nedenlerinden biri niteliğiyle benimsetilmiş midir? Yoksa bunun yerine, idealsiz ve arayışsız, "verilen rolü oynama" mı erdem diye aşılanmıştır?

pe cy

Ahmet

Eğer tiyatro, bütün tarihi boyunca ancak eleştirel olduğu ölçüde etkinlik kazanabilmişse, bunun en büyük nedeni, oyun yazarlarıyla, yönetmenleriyle ve oyuncularıyla hep çağlarının gerçek anlamda aydın kişilerince taşınabilmiş olmasıdır. Tiyatronun bunalıma girdiği bütün dönemler, aynı zamanda bu alanda aydın sıkıntısının çekilmiş olduğu dönemlerdir.

Tiyatro eğitimi veren kurumlarda öğrencilere yalnızca "dramatik tiyatro-yanılsamacı tiyatro" ve "epik tiyatro-düşündürücü tiyatro" gibilerinden birtakım kalıpları ezberletmek, hiçbir şeyin çözümü değildir. 1970'li yıllarda Türkiye'ye geldiği söylenen epik tiyatronun düşünme alışkanlığı olmayan bir toplumda yine - çoğunlukla - fazla düşünme alışkanlığı olmayan, eleştirel tutumun özünü ve besin kaynaklarını yeterince bilmeyen tiyatro insanlarınca ne denli etkin kılınabildiği ortadadır. Düşünme eylemi üzerinde yeterince durulmadığı takdirde, hiçbir "düşündürücü tiyatro"nun yapılabilmesi söz konusu değildir... Bir varsayımdan ve bir tutumdan vazgeçmenin zorunlu olduğunu söylemiştim. Tutum, eğitim düzleminde geleceğin sanatçılarını, tiyatrocularını "aydın kişi" kılma görevinin boşlanması tutumudur. Böyle bir tutumda direnildiği sürece, sahnesine dünyayı getirmekle yükümlü olan tiyatroya herhangi bir dünya görüşüyle yaklaşılabilmesi olanaksızdır. Evet, ülkemiz açısından en temel nitelikteki sorulardan biri de bu: Sanat eğitimi veren kurumlarımızda, geleceğin sanatçılarını aynı zamanda birer "aydın" kılabilmenin savaşımını da verebiliyor muyuz? 35


ELEŞTİRİ

Ahmet

Ortaçdağ

'KEFİL'Lİ PERFORMANS

Yersiz-yurtsuz korunmasız bir sokak çocuğuydu 'Performans'. Hele Türkiye'de adı sanı hiç duyulmamıştı iki sene öncesine dek, taa ki 4. İstanbul Bienali Türk büyüklerine ve gençliğine onun sanat geçmişiyle ilgili bir dizi 'demo' gösteri sunana kadar.

pe

cy

a

Her türlü alternatiften arındırılmış, yersiz-yurtsuzluğa alıştırılmış gençlik çabuk ısındı ona. Bienalin 'orientasyon' başlıklı kavramı doğrultusunda 'orient' edildiler ve Performans'ın protest özelliğinin cazibesi peşinden sürüklendiler. Disiplinlerarası Genç Sanatçılar Derneği DAGS sahip çıktı Performans'a. Öncelikle düzenlediği yersiz-yurtsuzlaşma konulu 1. Gençlik Etkinlik'te bir yer edindirmeye çalıştı. Sonra ona gerçekten sahip çıktığını göstermek için yalnızca onun adına düzenlenmiş bir etkinlikle onu halka açtı: 1. Performans Günleri. Büyük, küçük 31 sanatçı katıldı bu günlere, Performans'ı yürekten desteklediklerini kanıtlamak için. Önlerine serilen bomboş ve bembeyaz tuali gönüllerince çiziktirdiler; küçükler daha çok geleneksel sanat anlayışlarına karşı yeni bir estetik ararken, büyükler politik bir estetik oluşturmak peşindeydiler. Eş, dost, akraba derken 1. Performans Günleri sessiz sakin ve oldukça 'samimi' bir havada bitti. Yine de DAGS abisi, Performans'ın bu performansında gelecek görmüş olacak ki, daha bir sene dolmadan ikinci bir Performans Günleri için kolları sıvadı. Fakat bu kez işi daha sıkı tutacak ve himaye ettiği Performans'ın niteliğine yakışan, 'kefil' olabileceği sanatçıları doğrudan davet edecekti Performans'ın

36

İstanbul'daki birinci yıl dönüm kutlamalarına. Hem DAGS bu kez hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış, etkinlik alanının AKM'nin resim galerisinden çağdaş müzecilik anlayışının simgesi haline gelen tarihi Darphane Binalarına taşımıştı. (Performans kendi kendini kemirecekti bu yüksek duvarların ardında dört gün boyunca!) Performanslar çağdaş müzecilik anlayışı doğrultusunda arka arkaya sıralanmışlardı ve ara sıra bir sonraki performansın anonsuyla kesilmek suretiyle birbirlerini izliyorlardı. Performanslar arasındaki boşluklar, eş, dost, akrabanın yararlandığı catering hizmetiyle doldurulmuştu ve yaratılan sıcak ortam okul kermeslerini aratmıyordu. Sergi alanında ellere tutuşturulan broşür ve kitapçıklarda yer alan tumturaklı açıklamalar kimseyi kesmediğinden sohbetler genellikle bir yaşını dolduramayan Performans'ın sanat olarak ne ifade ettiği ve kendini nasıl gerçekleştirmesi gerektiği konusundaki soruları içeriyordu. Cevap bulmak için anonslar doğrultusunda koşuşturanların hevesi kursaklarında kalıyor ve kafaları biraz daha karışık, boynu bükük catering alanına dönüyorlardı. ('Sanat' adı altında bu kadar ezilmeye maruz bırakılmak birtakım seyirciyi ilerleyen günlerde çileden çıkartacak ve domates atmak suretiyle izledikleri performansı protesto etmeye kadar götürecekti!) Sanatçılar varlıklarını Performans'ın varlığına armağan etmişti ve sıralarını beklerken sergi alanında Brechtien bir Foto: Orhan Cem Çetin


pe cy a

Aydın Teker'in koreografisini yaptığı Sıkı-ş(tır)mak adlı performanstan bir


tavırla dolaşıyorlardı. Sırası gelen performansçı ise hemen yerini alıyor, gerektiğinde sergi alanına taşmamaları için, izleyenleri bizzat uyarıyordu.

'Uyku' adlı performans '72 saat uykusuzluğun ardından, uyumaya çalışırken bütün dışsal etkilerle, içsel baskıların çatışması' idi. (Uyurken atılan domateslerin dışsal etkisi ile uykuya düşen bedeniniçsel baskısı çatışmadı, taa ki, sergi alanının kapanış saati gelene kadar!) 'Mikrorganizmal süreç' performansın performançısı 'İnsan bir canlı olmasını mikrorganizmal süreçte izleyerek, yaşadığımız toplumsal değişimlerin insan bedeni ve ruhuna tedavisi zor yaralar açtığını gözlemek' için oracıkta aldırdığı kanını beş deney tüpü içinde darphanenin pencerelerine yapıştırıyor, 'Etkinliğin ikinci gününün 12 Eylül'e denk gelmesi projelere, mekânın etkileri dışında ister istemez bir politik boyut da kazandırılmıştır.' oluyordu. (Sedyede ve steril bir ortamda kanı alınan performansçı, neden beş tüp sorusuna cevap getirmedi ve öngördüğü göndermeler dışında performans havada kaldı.)

cy a

'No:2' adlı performans 'Yemek hazırlama eyleminin motifleriyle, eyleme dahil olan malzemelerin detaylarını yan yana getirerek, 'bugün ne pişirelim?'e örnek.' teşkil ediyordu. Düzenin gerektirdiği tarif doğrultusunda sanat yapanları taşlarken, buluşturulduğu izleyicisine kendi tarifini para karşılığında satıyordu. (Performansçı kendi doğasından gelen konuşma tarzını seyircisi ile olan iletişiminde iyi kullandı, yaptığı karışımın içine koyduğu malzemelerin adlarını kâğıttan okumaya çalıştığı için performansın akışını mütemadiyen ketledi. Özellikle kendi kişisel tercihi doğrultusunda eklediği 'kadın tortusu'fazlasıyla kişisel bir önermeydi; ortaya çıkan karışımı 'köpek maması' olarak adlandırması da performansın mesajını hedefinden saptırdı. Performansın en çarpıcı özelliği, paketlenmiş, tüketilmeye hazır hale getirilmiş sanat ürününün tüketicide gereken talebi yaratması için sanatçısı tartından pazarlanması durumunu ironik bir dille eleştirirken, aynı talebi kendi seyircisinde de yaratma başarısını göstermesiydi.)

'Çamurun çıplaklığıyla, insanın örtünmesi, toprağın doğru kullanılmasıyla keyife ulaşmak' isteyen performansçı çamurla kaplı olduğu halde bir hareket dizgesi sergiliyor ve gösteri sonrası birtakım seyirci tarafından atılan domateslerle ilk protesto gösterisine neden oluyordu. (Performans sanatçısı olarak kendi şahsi tarihini oluşturmakta olan bir performansçının içten bir çalışmasıydı. Mayo giymek yerine çıplak yapmış olsaydı tarih oluşturabilirdi!)

pe

'Adı henüz belli değil' adlı performans 'Kaçarken de, dururken de, severken de, sevilirken de, bırakıldığında da yalnızlık bir veriyse, bu bir güç değil artık. Bir durum, bir biçim, bir hal bu. Yeni yaşamın başlaması için eskinin bitmesi gerekir. Farkında olabilmek için ego'nun ölmesi gerekir. Ego çabuk ölmez.'önermesini mekân ve metin kullanımıyla birlikte aktarıyordu.

(Performansçılardan biri alan olarak yeri ve suyla dolu bir varili kullanırken, diğeri tavanı ve tavandaki yatay boruları kullandı. Suda kendini seyretmekten varilin içine girip suda kaybolmaya dek süren suyla ilişkiye girme çabası etkiyi kırıyordu. Borulara ters şekilde asılı duran ve bu şekilde ilerleyen performançı ise durum ve konum itibariyle bir yarasayı çağrıştırıyordu, fakat 'yerçekimine karşı koymak' dışında ters durmakla ilgili başka bir söylem yaratmadı.) 'Kutsal Duman' adlı performansta 38

'Göz-nuru' performansı günümüzde belli bir 'şeffaflık içinde uygulanan işkencenin görgü tanıklığını izleyenlere yaşatmak isterken, Nick Kaye'in yapmış olduğu, 'alıntılara yüklenen herhangi dengeli bir anlam, oyuncuların oynadıkları unsurların yapaylığını arttırır. Yine de; performansta bu vurgulama, bir başka vurguyu ortaya çıkarır' saptamasını ortaya koyuyordu. (Parşömen kâğıtlarından oluşturulmuş içi görünmeyen bir bölmede bir performansçı diğerine işkence yaparak bölmenin dışında kaldığı için göremediği tabelanın üzerindeki 'Görüyor musunuz?' yazısını okumasını, yani olanaksızı istiyordu. Seyirci çıkan seslerden ve parşömen kâğıdına yansıyan gölgelerden işkence yapılıyor olduğunu varsayıyordu. Seyirci işkenceyi

görmüyordu, ama işkenceye uğrayan performansçının görmediği, ama üzerinde ne yazılı olduğunu önceden bildiği tabelayı en sonunda okumasıyla, seyircinin de aslında görmediklerinin farkında olduğu durumu arasındaki benzerlik vurgulanmış oluyordu!?) 'Performans Şiirleri' adlı performans dinleyenleri de içine alan bir şiir okuması idi. (Şair performansçı kimi zaman yazdığı şiirlerin içeriğiyle, kimi zaman da dinleyicileri aktif olarak şiirlerine katmasıyla -sesle, suskuyla, okuyarak-izleyenleri sürükledi.) 'Sıkı-ş(tır)mak' adlı performans 'Mekânın sıkı-ş(tır)masını, çok da reel şartlarda kurgulatarak, bambaşka bir seyir ilişkisiyle, farklı ve düşünsel zamanlar oluşturmak tarihi Darphane'nin buhar kazanları ve çevresinde eski izlere dokunmak.' fikrinden yola çıkarak, gösteriye 'herkes' alınmadığı için belirli sayıdaki seyircisine ulaşıyor, ama sıkıştırılmışlık kavramını seyircisi üzerinde çok iyi işliyordu. (Gerek mekân kullanımı, gerek performansçıların seçimi, gerekse hareketlerin uygulanmasındaki yalınlık, 'an'ı gerçek kılan bir atmosfer oluşturuyor ve ana karnındaki sıkışmışlığın bir ömre yayılan kasvetini izleyene birebir yaşatıyordu.) Üçüncü gün 'Performans Sanatı' adlı bir panel düzenleniyor, gösterilenden bir şey çıkarımlayamayan seyirciler gereksiz yere ümitlendiriliyordu. Panel, konuşmacıların masasının sahneden alınıp halkla indirilmesiyle olaylı başlıyor, bazı dinleyiciler konuşmacılarla aynı 'düzey' i paylaşmaktan memmun kalırken, bazı konuşmacılar Performans hakkındaki bir panelin nasıl bir oluşum gerektirdiği konusunda kendi kendilerini sorguluyorlardı. Bu arada panel yöneticisini hiçe sayan birtakım eş, dost, akraba araya girerek, neyin, hangi bölümde tartışılması gerektiğini yöneticiye bildiriyorlardı. Konuşmacılardan biri, Performans ile ilgili kanılarını 'Hem seviyorum, hem sevmiyorum' olarak özetliyor; bir diğeri birtakım kendini bilmez seyirci tarafından 1. Performans Günlerindeki performansını yapamamış olmakla itham ediliyor; bir diğeri de içinde bulunduğu oluşumdan rahatsızlık duyduğunu


Son gün bu olup bitenlere daha fazla seyirci kalamayan birtakım performansçı bir araya gelerek, 'Günün, yılın tekinde, 19:03-19:23 saatleri arasında, 1m x 1m x 1m'ye üçgen bir alanda, Fitaş Sineması'nın kapısına yüz dönüldüğünde sol çaprazda, koruma alanlı, zamanlı ve kendinden 'kefil'li bir yaz gecesi performansı gerçekleştirmeye çabalayacaklarını bildiriyorlardı, istiklal Caddesi'ndeki yaya akışının içinde sınırları iple oluşturulmuş bir alanın içinde performans yapmayı öngören performans, 'yersiz yurtsuz' yayaların bazı 'korunmasız' kadın performansçılara elle sarkıntılık etmesi ve polisin performansa müdahalesi ile başarılı bir şekilde sonlandırılıyordu. Tüm bu olup bitenler eş, dost, akrabanın biraz daha yakınlaşmasını sağlarken, sanat ile ilgili duyumların daha 'samimi' bir şekilde paylaşılmasına olanak sunmaktan öteye gidemiyor ve şu sorular akıllardan hiç çıkmıyordu:

pe

cy

a

belirterek önündeki 'batı' kaynaklı kâğıttan Performans ve kadın konulu alıntıları okuyordu (Nedense hiçbir konuşmacı '2. Performans Günlerinde yer alan performansla ilgili konuşmaya yanaşmıyordu!)

Performans neydi? Deneysel miydi, kefil mi? Rastlantısal mıydı, kurgulu mu? Zamanlı mıydı, zamansız mıydı? Yerli miydi, yoksa 'yer'siz mi?!.©

Aydın Teker'in koreografisini yaptığı Sıkı-ş(tır)mak adlı performanstan bir sahne.

EVERYTING YOU NEED TO KNOW ABOUT TURKEY CAN BE FOUND HERE (PLEASE ADD YOUR BOOKMARKS)

MEDYA TEXT İnternet & Multimedya

http://www.medyatext.com.tr MEDYATEXT İSTANBUL TEL : +90-212-233 9242 PRX MEDYATEXT ANKARA TEL : +90-312-341 2203 - 04 39


SÖYLEŞİ

Çok genç yaşımdan beri iyi bir tiyatro seyircisi oldum. Zaten 1958'de Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde açılan Tiyatro Enstitüsü'ne asistan olarak girmem de bu merakımın o zaman ki çok değerli hocam Prof. irfan Şahinbaş'ın dikkatini çekmiş olmasındandır. Bütün bu yıllar boyunca bir şeyin farkına vardım: Tiyatro seyircisi, dram sanatını seviyor, fakat onu bu sanata çeken şeyin ne olduğunu, tiyatronun onu neden bu denli etkilediğini bilmiyor, bu konuda düşünmüyor. Kırk yılı bulan tiyatro hocalığım süresinde benzer bir durumu öğrencilerimde, hatta pek çok tiyatro sanatçısında da gözlemledim. 0 zaman konuya bir açıklık getirmek, dram sanatının insanı çok

pe

Kırk yıldır üniversitede öğretim üyesi olarak hizmet veren Prof. Dr. Sevda Şener, doktora tezi olan "Müsahipzade Celal ve Tiyatrosu" kitabının ardından yine Türk tiyatrosuna yönelik olarak doçentlik aşamasında "Çağdaş Türk Tiyatrosunda Ahlâk, Ekonomi, Kültür Sorunları" ve hemen ardından "Çağdaş Türk Tiyatrosunda İnsan" başlıklı çalışmalarını içeren kitaplarını A.Ü.DTCF Yayınları tarafından okurların ilgisine sundu.

Bu nedenle ilk sorum neden Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı ya da kısaca neden dram sanatı ve tiyatro insanı?

yargılarım oldu. Tabii, bunları oluşturanın da okuduğum, gördüğüm, her türden iyi yapıtlar olduğunu unutmadım. Dram sanatı üç temel öğe ile bütünleniyor a) dramatik olanı içermesi b) içeriği etkili hale getirecek özel bir yapı c) ve bunun oynanarak tamamlanması... Bu açıklamanızın ışığında modern tiyatronun vardığı nokta ve sizin incelemenizde seçtiğiniz örnek oyunlardaki ölçütünüz neydi? Dramatik olanın niteliği ya da dram sanatının temel öğeleri söz konusu olduğu zaman klasik-modern ayrımı yapmıyorum. Hepsinde aynı ölçütleri kullanıyorum. Ancak modern oyunlarda düzenlemeler, vurgulamalar değişiyor. Yapı taşları aynı, malzemeleri farklı. Örneğin, dramatik bir davranışta bulunmayı göze alma, onun sorumluluğunu taşıma, sonucuna katlanma gibi klasik eylem aşamaları, bir modern oyunda dramatik bir davranıştan elden geldiğince kaçma, sorumluluğu üstlenmek istememe, sonucuna istemeden katlanma biçiminde ortaya

a

Bu konuda özel olarak yeni yapıtınız, genel olarak da Türk tiyatrosu konusunda görüşlerinizi almadan önce sizin serüveninize değinmek istiyorum.

dram sanatının niteliklerine yönelik serüveninizi başlatıyor. Bu üç yapıtınız da bu birikimi yansılarken, aynı zamanda okura da panoromik bir bakış açısı sağlıyor.

cy

Sevda Şener'in Yapı Kredi Yayınları'ndan yeni çıkan inceleme kitabı "Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı", yazarın sözleriyle şöyle özetlenebilir: "Dram sanatının malzemesi olan yaşam gerçeğinin, yüzyılların etkisiyle ele alınışındaki değişimlerin serüveni..."

Sevda Şener ile Kitapları Üzerine... Hülya

Nutku

Sayın hocam, ilk basımı 1982' de yapılan "Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi", 1993'te yayımlanan "Oyundan Düşünceye" ve üzerinde konuşmak istediğim son kitabınız "Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı", sizin Türk tiyatrosuyla başlayan kariyerinizde ilk yirmi, yirmi beş yılın ardından genel olarak dünya tiyatrosu, modern dram ve özelde de 40

çeken, kendine özgü niteliğini saptamak istedim. Bunun hiç de kolay olmadığını, dramatik olanın sınıflı formüllere sığmadığını gördüm. Zorluk, konunun gerçekten önemli olduğunu gösteriyordu. İmdadıma tiyatro yazının başyapıtları geldi. Çok sevdiğim, okuduğumda, temsillerini her seyrettiğimde beni heyecanlandırmış olan bu yapıtlardaki dramatik özü yakalamaya çalıştım. Kılavuzum, kendi duygularım, düşüncelerim, değer

çıkabiliyor. Fakat dramatik olanın niteliği değişmiyor. Yine de söz konusu olan insanın insan olmaktan gelen zaafları, istekleri, tutkuları, insanın insan olmaktan gelen sorumlulukları ve bunları sonuçları olan eylemleridir. Bu eylemleri yapmak ya da yapmamak, istemek ya da istememek onların önemini, anlamını değiştirmez, çünkü yapılsa da yapılmasa da gündemdedir, düşündürücüdür, duygulandırıcıdır. Modern tiyatroda günümüz insanının

kıstırılmışlığı sergileniyor çoğu kez. Bu yüzden eylemsiz kalan, ya da aşırı tepki gösteren, saldırganlaşan insanı tanıyoruz. Onu insanca eylemekten alıkoyan bireysel, toplumsal gerçekler üzerinde düşünüyoruz. Kitabınızın önsüzünde bir bilim insanı olarak varmış olduğunuz birikimin bir değerlendirmesini yaparken, konunun uzmanlarının kaynakları tanıdığını, uzman olmayan okurun ise kaynaklardan çok okuma, öğrenme ve kendini arayıp bulmasına önem verdiğinizi belirterek kaynak göstermede özel bir çabaya girmediğinizi söylüyorsunuz. Sizce bu tip birikimlerin sergilendiği yapıtlar yeterince yazılıyor mu, yazılsa bile yeterli tartışma (polemik) ortamı var mı? Ya da başka bir yaklaşımla kitabınıza inceleme değil de deneme diyebilir miyiz? Son sorunuz gönlümde yatan, fakat açıklamaktan çekindiğim gizli bir isteğe parmak bastı. İçimden bu çalışmanın bir deneme olarak değerlendirilmesini, edebi değeri ile beğenilmesini istedim. Fakat belirtmeye cesaret edemedim. Edebiyat alanında bu tür yayınlar var. Tiyatroda ise, tiyatro adına yapılıyormuş gibi görünen değerlendirmeler çoğu kez, güncel sorunlardan, yönetim ile sanatçılar arasındaki anlaşmazlıklardan, kişisel çekişmelerden kaynaklanıyor ve karşılıklı saldırı ve savunma biçiminde sergileniyor. Drama özgü olan tragedya ve komedya türlerine geniş bir yer ayırdığınız incelemenizde komedyada varılan noktayla "kara komedya "ya gelindiğini, bunda da "kolay eğlenme alışkanlığı edinmiş seyircinin rahatını kaçırmak ve onu


Karar verme, seçim yapma, eyleme, eylemin sonuçlarına katlanma... Oyun kişisi bu davranışları ile toplumsal kimliğini, bireysel kişiliğini ele veriyor. Dün de, bugün de seyirciyi etkileyen eyleme karar veririken ve eylerken etik karakterine ilgi duyarım. Okuduğum, seyrettiğim yapıtlarda bunun irdelenmesini ararım. Başkaları da öyledir sanıyorum.

Kitabımda bizim yazarlarımızın oyunlarından örnek vermedim. Birikimimi oyun yazarlığımız üzerine yapacağım ayrı bir çalışmaya saklıyorum. Birçok meslekdaşımdan farklı olarak ben tiyatroda metnin önemine inanıyorum. Daha doğrusu, dramatik gücün, öncelikle oyunun insansal ve toplumsal özünü içinde taşıyan yazılı olandan kaynaklandığı kanısındayım. İzin verin de bu konudaki değerlendirmemi, nedenlerini sergileyebileceğim başka, uzun bir yazıya saklayayım.

Sonuçta son cümleniz sanırım kitabınızdaki bilgilerin ve vermek istediğinizin en anlamlı ifadesi... Şöyle diyorsunuz: "Dram sanatı insanı, toplumu, yaşamı anlamak ve anlamlandırmak için tiyatro sanatının eli altındakiler her çeşit malzemenin ustalıkla kurgulanmasını gerektiren, bu konuda beceriksizliği bağışlamayan çetin bir sanattır". Sayın hocam, bu çetin sanatla uğraşanlara mesaj olabilecek nitelikte eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

pe cy

Bugün tiyatromuzda ister kara komedya türünde olsun, ister başka bir türde, seyirciyi zorlayan oyunların sayısı çok az. Sanırım seyircinin böyle oyunları anlamayacağı endişesi baskın çıkıyor. Oysa, dil ve görüntü öğelerine yeterli özen gösterilirse, kurgusu, ritmi iyi tutturulursa, seyirci ile ilişki kurabilecek noktalar doğru saptanırsa, doğru sahnelenir, iyi oynanırsa seyirci bu çabayı değerlendirir. Geçen mevsim Stüdyo Tiyatrosu'nun Histeri, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın Bir Ata Krallığım adlı oyunları bunu kanıtlıyor. Yönetmenlerimizin yerli oyunları da aynı cesaret ve özenle sahnelemelerini isterdim.

düşünce yoluyla ortaya çıkan anlam ve değer ve bunu besleyen eylem/ ve ya da eylemsizlik ve görüntü bugün çağdaş Türk tiyatrosunda nasıl bir görünüm arz etmektedir? Yazarlara ya da yazar adaylarına dram sanatı açısından neler önermek istersiniz?

a

heyecanlandıran ve zorlu bir eğlence anlayışının" hakim olduğunu söylüyorsunuz. Bugün bizim tiyatromuzda bu çetin ikilemleri ele alma cesaretinin varlığı ya da yokluğu konusunda neler söylüyebilirsiniz ?

Tiyatro eğitiminde Ankara DTCF, İzmir Güzel Sanatlar Fakültesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde yazarlık dalı var. Yapıtınızda sözünü ettiğiniz dramatik olan yani drama özgü olma niteliğinde kişi özellikleri, olayın vurgulanması, iletilen

Size göre dram sanatı kaynağını yaşam gerçeğinden alıyor, burada zorunlu ve önemli iki kırılma noktası var; karar verme ve eylemi sonuçlandırma... Seyirciyi etkileyen de bu, oyuncuyu harekete geçiren de bu... Günümüzde bunun göstergeleri nelerdir, biraz bilgi verebilir misiniz?

A

Y

L

I

K

T

Onlara saygı duyuyorum, onları seviyorum. Sevgim ve saygım değerlidir. Ona layık olmalarını istiyorum. Bu sözüm en çok okuttuğum, mezun ettiğim, güvendiğim öğrencilerimedir.

İ

Y

A

T

R

O

D

E

R

G

İ

S

Sayın hocam bu yararlı söyleşimizde size teşekkür etmeden önce yeni projenizle ilgili bir soru sormadan edemeyeceğim. Türk tiyatrosunun serüvenini yazacağınızı biliyorum. Sizin Türk tiyatrosu ile başlayan kariyeriniz dünya panoramasındaki dram sanatını ele alışınızdaki birikimle, tekrar Türk tiyatrosu ile ilgili bir panoromik incelemeye yöneldiğinizde, nasıl farklı bir bakış açısıyla değerlendireceğinizi öğrenmek isterim... Her geçen yıl insanın gücünden, sağlığından bir şeyler götürüyor. Buna karşın yılların birikimi ile yaşama uzak açı kazandığınızı, kendinizi ve çevrenizi daha iyi tanıdığınızı, olayları daha soğukkanlılıkla değerlendirebildiğinizi görüyorsunuz. Okuduklarımız, yaşadıklarımız, dostlarımız, çocuklarımız, öğrencilerimiz bizi içten besliyor, zenginleştiriyor. Yeni çalışmamda bu inancımın bir "hüsn-ü kuruntu" olmadığını kanıtlıyabilmek isterdim. Emek verdiğiniz insanlardan biri olarak size nice ürünler vermeniz dileğiyle teşekkür ederim

İ

Abone olun, abone bulun. Yıllık abone bedeli 5.000.000 TL.

Tiyatro Yapım: Tel: (0.212) 293 72 77 - 243 09 37 Fax: (0.212) 252 94 14 T. İş Bankası - Cihangir Şb.: Tiyatro Yapım 197 245 41


ELEŞTİRİ

GODOT, ARTIK BEKLENİLEN DEGİL AMA TÜKETİLEN Mi? Fakiye Özsoysal Çavuş

"Uyumsuzluğun uç noktada yaşandığı bir dünyada uyumsuz tiyatrodan etkilenmemiz beklenemez" diye yazıyor, Zehra ipşiroğlu, "Uyumsuz Tiyatroda Gerçeklik" adlı kitabında. Bu sözler uyumsuz tiyatro örneklerinin sahnelenmemesi

cy a

anlamında söylenmiş bir şey değil. Ancak günümüzde uyumsuz tiyatro uyumsuzluk özelliğini kaybetmiş, gerçeğin doğrudan yansıması halini almış görünüyor. Yani oyunlardaki boş alanlar günlük tüketime açık yanılsamalarla dolmuş durumda. Dolayısıyla 90'ların sonunda uyumsuz tiyatro oyunları, kendi kendimizle, var olan sistemle dalga geçmemiz onu "kepaze" etmemiz için bir arayış olarak mı ele alınmalı?

pe

Orhan Alkaya'nın Şehir Tiyatroları'nda sahnelediği "Godot'yu Beklerken" yorumu, Beckett'in öylesine sade kurduğu oyununu, abartı yoluyla "dalga geçme" boyutuna taşımaya çalışıyor. Daha oyun başlamadan dekor sizi abartısıyla kavrıyor. Bir bataklığı andıran ve akışkan izlenimi veren zemin sahnenin dışına taşarak izleyiciye doğru uzanıyor. Işıklandırma da bu akışkanlığı belirginleştiriyor. Sahne biraz yüksekte olduğu için izleyici ağaç kökleri, lifli bitkilerle sarmalanmış bataklığın dibine daha yakın gibi. Sahnenin ortasındaki kuru ağaç da büyük ve dekorun gerçeküstü, korku filmi etkisini tamamlar durumda. Bir çeşit rüya gerçekliği ortaya konuyor sanki. Dekor, sahnede her an bilinmedik, beklenmedik bir şey olabileceği izlenimini uyandırırken az sonra Lorel-Hardy tiplemesini çağrıştıran Viladimir (Savaş Dinçel) ve Estragon (Engin Alkan), birbirlerine sesleniş biçimiyle Didi ve Gogo görünüyorlar ve oyun boyunca gayet bildik bir şeyi yapıyorlar: Bekliyorlar!

42

Onlar gelip gelmeyeceği belli olmayan birisini beklemenin verdiği sıkıntı içinde Godot'yu bekliyorlar. Ancak Beckett'in oyun metninde, bu sıkıntıyı vurgulayan, izleyiciye tedirginlik veren ve boş alanları çoğaltan "uzun sessizlik'ler, bu sahnelemede komik hareketlerle seslendirilmiş. Böylece oyun, izleyicinin kahkahalar attığı, bir başka komiklik yapılsın diye sessizliği dolduran anlık yanılsamaların vurgulanması biçimine dönüşmüş. Gogo ve Didi'nin bir çeşit şaklabanlığa dönüşen bu hareketlerinin beklemenin verdiği sıkıntıdan kaynaklandığı belirgin aslında. Aptal değiller, bir anlamda kendi kendileriyle alay ediyorlar. Bu sahnelemede Gogo ve Didi umut içinde beklemiyorlar, buldukları çözümlere, değişime inanmıyorlar. Kendilerini asma planları bile gülünecek, güldürecek bir oyun gibi sunuluyor. Bu bağlamda da Beckett'in metnindeki anlamlı, yoğun tiradlar zamanını tamamlamışcasına rafa kaldırılmış. Dahası ilk perdede tedirginlik, korku yaratan "Gidemeyiz. Godot'yu bekliyoruz." sözü, ikinci perdede öyle alaysı bir vurguyla sesletilmeye başlıyor ki izleyici gülmekten kendini alamıyor. Tabii bunun bir nedeni de seyircinin durmadan kendilerini güldüren bu iki tipin her sözüne gülme eğilimi de olabilir çünkü zaman zaman sanki oyunu kurtarmaya çalışan, bir tavırla izleyiciye doğrudan sataşan bu iki tip, Beckett'in karamsar denebilecek oyun kişilerinin aksine, son derece canlı kanlı, sevimli, canayakın görünüyor izleyiciye. Hatta, geleneksel halk tiyatrosu izleriyle bezenmiş oldukları bile söylenebilir. Burada asıl sözünü etmek istediğim oyunun alay etme üzerine


yoğunlaşması. Ama dalga geçme boyutunun Beckett'in metni içinde ince bir dengede durduğu, sahnedeki abartıların izleyiciyi oyunu üretmek yerine tüketmeye yönlendirebileceği de göz ardı edilemez kuşkusuz.

için şimdiden bilet alanların ölümsüzlük hayallerindeyse ölüme karşı gülümsüyor.

Heiner Müller, Berlin duvarı yıkılmamışken "Ben yalnızca duvara karşı yazabilirim. Duvar olmazsa düşüncem de olmaz." diyordu. Müller bu sözleriyle bir anlamda duvarın düşünce için gerekliliğinden söz ediyor, duvarın yıkılması belki düşüncenin de yıkılması anlamına gelecek endişesini yaşıyordu. Öyle ya, duvar olmazsa neye karşı düşünecekti. Şimdi duvar yok! Peki kötülük artık nerede? Hangi kötülüğe karşı bizi özgürleştirecek kurtarıcımızı bekliyoruz, umutlarımız nereye yöneldi?

Kötülük, sürekli kendisine başkaldıran şeyin yumuşatılıp hazmettirilmesi biçiminde çıkıyor karşımıza ve durmadan biçim değiştirip yaşamın her alanında her yerde kanıksadığımız bir şey haline geliyor. Bize hizmet ediyor bizi kendisine katarak. Bölünerek çoğalan, bölerek yaşayan, karşı çıkılan değil kabullenilip, parçası olunan bir şey o.

cy

Oyun boyunca bir sirk havası hakim, özellikle ikinci perdede doğaçlamalarla Beckett'in espri anlayışının da abartıldığı bir yan var. Oyun, özgün metnin aksine olay dolu bir oyun halinde çaıkıyor karşımıza. Belki de oyun kişilerinin sıradan olanı abartarak olay haline getirmesi, umutları, günlük yanılsamalarla sıradanlaştırması günümüz dünyasına bir atıf. Oyunda Godot'dan haber getiren çocuksa, dekorun yarattığı düş gerçekliği içinde Gogo ve Didi'nin düş güçlerinin ürünü olarak ağaç kökleri arasından bir görünüp bir kaybolan hayale dönüşmüş. Böylece bir çeşit yanılsama gerçekliği yaratılıyor. Çocuk, Godot'nun koyunları besleyen kardeşine değil, keçileri besleyen kendine iyi davrandığını söylüyor, özgün metin üzerine yazılan çözümlemelerde, birinci ve ikinci perdede haber getiren bu çocuğun Habil ve Kabil olduklarından söz edilir. Buradan hareketle, Godot'nun keçi güden Kabil'i yani kötüyü, kötülüğü kucakladığı, beslediğini düşünürsek Godot'nun gelmesi sorunları ne ölçüde çözebilecek sorusuna yanıtları günümüzün değer yargılarından yorumlayabiliriz. Zaten Gogo ve Didi oyun bitiminde yine yerlerinden kıpırdayamazken, sahne arkasından fona yansıtılan ışıkla belirginleşen görüntüde, tamamiyle iç içe girmiş, çözülmesi olanaksız ağaç ve bitki köklerinin sardığı bir mekânda görünüyorlar. İzleyici de zaten bu bataklığın içine batmış hissediyor kendini. Bu durumda en iyi şey değiştiremediğinle dalga geçip, onu

kepaze etmek mi? Gerçekten çözümleri tükettik mi?

a

Pozzo ve Lucky'nin efendi köle ilişkisindeyse Pozzo mafya adamlarını, Lucky de yuvarlak gözlükleriyle bilim adamı ya da sözde aydın birisi görünümüne bürünmüş. Belki günümüzde bilimin de, aydınların da sistemi yönlendirenlerin kölesi durumuna düşmesine gönderme yapılıyor ve onlarla da alay ediliyor. Nitekim Lucky'nin, "düşün" komutuna karşılık verdiği parçalanmış bilincinin içler acısı halini sunan tiradını söyleyiş biçimi ve hareketleri yine gülünesi bir durum yaratıyor. İkinci perdeyse Lucky artık efendisinin gömleği, kravatı ve kaşkolünü giyiş olarak ona özenir hal bile alıyor.

pe

Artık kötülük, tek bir şeye indirgenemeyecek kadar dağılıp, parçalanmış bir biçimde her yerde. Demokratik kuralların içine gizlenerek, entrikaların arasında boy göstererek ama bunu oyunun oynama biçimi içinde sinsice yaparak, hepimizi kendisine hizmet ettiriyor, farkında olsak da olmasak da. Bu sistem içinde soluduğumuz atmosfere dönüşüyor. Üzerinde Che Guevera'nın fotoğraflarının basılı olduğu tişörtlerde, hediyelik eşyalarda görüyoruz onu, Punkçılar için "onlar da bizim çocuklarımız" yazan reklâm afişlerinde, bir kamyonun siyah bir Mercedes'le çarpışmasında, dahası gurur duyulan(l) hizmetler vermiş silahların boş kovanlarında gösteriyor kendini ya da insanlık için insanlığa karşı yok edilen ekolojik sistemin çığlıklarında, önümüze atarken gülümseyen bir yüz oluveriyor. Canlı kopyalayan bilimin, 3000 yılında yeniden gözünü açmak için dondurularak saklanma sırasındakilerin, Mars'a kaçmak

Artık karşıtını da kendine doğru döndüren, umudu, bekleyişleri günlük yanılsamalara taşıyan bir güce karşı hâlâ bir kurtarıcı ya da değişim beklentisi taşıyor muyuz? Yoksa günümüzü kurtarmaya bakan, birey olamayan ama bireyci olana mı dönüştük? Bekleme eylemi, kişileri edilgen bir konuma sokmakla birlikte, beklenilen "kurtarıcı"nın var olan ve huzursuzluk duyulan acıyı, bunu yaratan sistemi yok edip yerine yeni ve iyi olanı koyma fikrini ve umudunu da içinde barındırır. Böylece "kurtarıcı" bir anlamda "isyan eden, baş kaldıran" konumuna da girer. Ama "isyan"ı kendi yan ürünü haline sokan bir şey varsa ortada, "baş kaldırma" da aynı potada eritilip, tüketilecek bir hale geliyor. Kendi kurguladığımız dil ve göstergelerin egemenliği altında parçalanmış düşünme sistemimiz artık var olana seçenek oluşturmaktan uzak da, bu yüzden artık kimse Godot'yu beklemiyor ama hem sahnede hem yaşamda Godot'yu da mı tüketiyor?

43


İZLENİM

ULUSLARARASI TİYATRO ENSTİTÜSÜ 27. GENEL KONGRESİ KORE'DEYDİ Hülya Nutku

cy

a

Bir yanda Lotte World otelinde ITl'ın 27. Dünya Tiyatro Kongresi toplanıyor, öte yanda beş ayrı festivalle kent canlılık kazanıyor ve seyirci tiyatrolara koşuyor. Üstelik eylül ayı sonunda Seul'da bulunduğumuz hafta "Thanksgiven" şükran bayramı... İnsanlar bu bayramda doğdukları yerlere gidip hayata gelişleri, dünya nimetlerinden yararlanma şansına kavuştukları için tanrıya şükrediyorlar. Duyumlarımıza göre kırk beş milyonluk Kore'de on milyonu aşan insanın yaşadığı Seul kentinin bayramda önemli bir oranda boşalmasına karşın tiyatrolar dolu...

pe

Uçaktan iner inmez Seul'de ilk gözlemim kente egemen olan güleryüzlü ve saygıya dayanan bir dinginliğin oluşu... Bir yanda ekibimizin başkanı gazeteci-yazar Refik Erduran'ın yıllar önce Kore'ye vatani görevini yaparken gelişinden bu yana geçen süredeki izlenimlerini almaya

44

çalışırken, Prof. Dr. Ayşegül Yükselin ilgi ve merak dolu coşkusunu ve tanıma aşkını bizlerle birlikte AICT yönetim kurulu için gelen Zeynep Oral'ın ustaca ve soğukkanlı programlama yeteneğini de hayranlıkla izliyor ve bir yandan da bu kenti, insanlarını ve çevreyi tanımaya çalışıyorum. Çevremizde bayram nedeniyle geleneksel giysili insanlar sokaklara renk katıyorlar. Doğu kültürünün doğal, içten inceliğini taşıyan bu insanlar tavırlarıyla bizim insanlarımızın sıcaklığını taşıyor. Havaalanından kente doğru ilerliyoruz. Seul kenti Hangang Irmağı'nın ikiye böldüğü birçok köprü ile bezeli bir kent. Son derece modern bir yapılaşma var kentte... Metro ağı bir uçtan öbür uca ulaşım kolaylığı sağlıyor, dört-beş hatla her yöne kısa sürede ulaşmak mümkün. Temiz, gelişmiş, canlı ve modern kentin içinde yer alan Budist tapınakları doğu ve batı kültürlerinin ilginç bir sentezi gibi... Tapınaklarda çocuğu olmayan ailelerden, terk edilen sevgililere kadar sorunları olan kadınlı, erkekli, çocuklar namaza benzer hareketlerle, örtünmeden tapınıyorlar. Hafta boyunca tanımaya çalıştığımız bu kentte Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) 27. Genel Kongresi Lotte Oteli'nin salonlarında toplanıyor. Salonlar en modern cihazlarla donatılmasına karşın çevre tasarımı açısından doğu motifleri egemen... Büyük salonda sabahları topluca katılman toplantılar, öğleden sonraları küçük komisyon toplantıları dışında kentte akıp giden beş ayrı festivali izlemek zor, biz de mümkün olduğu kadar Kore tiyatrosunu tanımaya çalışıyoruz. Açılış gecesi müzik ve dansın


pe

cy

izlediğimiz ilk oyun "Kral Lear". Toplantılara da başkanlık eden ITl'ın Koreli Başkanı Bay Kim çeşitli uluslardan gelen bir grup öğrenciyle festival için bu oyunu sahnelemiş. Oyunun etkili olduğunu söylemek mümkün değil. Herkes kendi dilinde oynuyor ama oyun parçalanarak göstermeci bir tutumla sahnelenmiş. Bu epizodik bölünme dramatik yoğunluğu yok etmiş adeta bir kukla oyunu esprisine dönüştürülmüş. Oyunda rol alan Chung-ang Üniversitesi öğrencilerinin deneyimsizliklerinin de bunda etkisi olsa gerek... Aradan sonra grubun doğaçlamaya dayanan bir bölüm sergilemeleri (ses ve beden çalışmasına dayanan) başlıbaşına iyi bir gösteri olmakla birlikte, bizleri oyundan koparan ve yabancılaştıran bir eklenti olarak sırıtıyor ve dolayısıyla uzaklaşıyor ve oyunu yadırgıyoruz.

ölümüyle acı çeken annenin ve sevgilinin dramı ve bu gencin trajik sonu... Oyunun başındaki ağıt (Koreli ünlü bir şarkıcı bayan) ardından köy yaşamını veren saban sürme sahnesi, ürün toplama, köy alanında sevgiliyle buluşma, savaşın baskısı ve uçakların geçişi, yanlarda oturan oyuncuların sırası geldikçe oyuna katılışları, oyunculuk tavrıyla ve devinimleriyle bize yakın bir oyun... Kore'de Kuzey ve Güney Kore arasındaki gerilimi Güney Kore insanında günlük yaşamda hissettiğimiz gibi bu antimiltarist temalı oyunlarla sahneye de taşınmış. Oyun belli ki Kore'de ilgi gören yapıtlar arasında önde geliyor.

a

egemen olduğu bir gösteriyle, geleneksel ulusal dans ekibi, kongreye katılanları etkiliyor. Açılış kokteylinde Zeynep Oral'la yeniden bir araya gelme fırsatı buluyoruz. ITI ve AICT üyeleri Erduran, Yüksel ve Oral'a yakın ilgi gösteriyorlar.

Ertesi gün izlediğimiz oyun "Oh Jang-Gun'ın Ayak Tırnakları", savaş ortamında geçen baskı ve bürokrasiyi bütün yoğunluğuyla hissettiren antimilitarist bir oyun... Oyun depo tiyatro diyebileceğimiz bir mekânda göstermeci bir biçimde oynanıyor. Bizim köy oyunlarımıza, geleneksel tiyatro özelliklerimize paralel bir yapı taşıyor. Yanlışlıkla askere alınan ve isim benzerliğine dayanan bu yanlışın düzeltilebilmesini başaramadan onun

Dördüncü gün Dong-guk Üniversitesi'nin salonunda Danimarka Odin Tiyatrosu'nu temsilen gelen Eugenio Barba'yı yaşam öyküsü ve tiyatro anlayışını belirleyen yarım saatlik konuşmasının ardından Barba'nın oyuncusu Julia Varley'i "Echo of Silence" başlıklı gösterisiyle (demostrasyon) izliyoruz. Oyuncunun sesi, tekst değerlendirmeleri, anları kullanışı, teknik disiplini ve özellikle de sessizliğin ardındaki sesi yakalama üzerine kurulu bu gösteri iki saat kadar sürüyor, sahnede oyuncunun tavrı ve tekniği vermek adına bu denli sesini yorması, hançeresini zorlaması doğrusu bizleri de hem yordu, hem de üzdü. Günlük konuşmada sesinin dalgalanıyor olması oyuncunun ses problemi olduğu konusunda bile bizi düşündürdü. İkinci gösteri olan "Dona Musica'nın Kelebekleri" başlıklı çalışmasını izlemek yerine bir başka Kore tiyatrosunun yolunu tuttuk. Bu kez de Ayışığında Baekma Irmağı Boyunca adlı gerçeküstü bir ortamda

geçen deneysel bir çalışma izledik. Ritüelistik bir ton taşıyan oyun, bilindik bir ortamdan gerçeküstü bir ortama geçişle boyutlanıyor. Ortahalli bir kasaba sergilenirken, bir annenin geçmiş yaşamda işlenen bir günahtan dolayı kızının arınması istemine yönelik gördüğü düşle gerçeküstü bir ortama geçiliyor. Amaç bu arınma sonucu tüm kasabanın kötülüklerden arınabileceği düşüncesi... Gerçeküstü sahnelerin uzaması oyunun başlangıcındaki sıcaklığı bozduğu gibi, modern yaşamla saf, doğal yaşam arasındaki çelişkinin üstüne bu kadar keskin bir biçimde gidilmesi bizim duyarlığımıza uzak kalan bir yaklaşımı içeriyordu. Oyun müzikli, danslı, sonradan canlanan iki kukla ile sıcak bir atmosferde başlıyor daha sonra yaşamın çelişkilerinden uzaklaşıp destansı geleneksel bir masalın içinde kayboluyordu. Kore'den ayrılmadan bir gün önce düzenlenen turda ilk önce bizleri çok övündükleri hidroelektrik santralini gezmeye götürdüler. Kentin oldukça uzağında doğanın içinde yer alan, adeta gökyüzüne uzanan merdivenleri çıkarak ulaştığımız bir santral gezisinden sonra üç kralın mezarının bulunduğu krallar mezarlığını ziyaret ettik. Kralların ölüm tarihlerinin en erken 1919 ila 1920 ve sonrasını taşıyor olması geçmişe pek de uzanmadığının kanıtıydı adeta... Gezi dönüşü hava kararmak üzereyken yine kentin dışında sayılabilecek açık bir alanda ritüelistik bir şaman törenine katıldık. Bu tören bir bakıma sabrın ve yaşamın anlamının sergilenişiydi. Yorgun bir günün akşamında uzun süren bu törensel gösteri üç bölümden oluşuyordu: Yaşamın önemiölüm- ve ardından ruhun huzura 45


pe

cy

Eylül ve Ekim ayı boyunca süren 21. Seul Festivali, altı üniversitenin tiyatro bölümlerinin katılımıyla, dünya tiyatrolarından örneklerin sergilenişi, açılan tasarım sergileri, dans ve jazz dans gösterileri, alternatif ve deneysel tiyatro gösterileri, Beseto festivali ve özel son derece zengin bir programa sahipti. 27. Uluslararası Tiyatro Kongresi 17 yönetim kurulu üyesi (Türkiye adına Refik Erduran) 50 ITI merkezinden 300 kadar delegenin katılımıyla ve ayrıca AICT yönetim kurulunun (Türkiye adına Zeynep Oral) toplantısı ile sonuçlandı. Kore'den ayrılırken şükran gününü doğdukları yerlerde kutlayanlar dönerken, bizler de ülkemize dönüşte teknik olanaklarımızın, donanımlı sahnelerimizin ve sahne disiplinin ön planda olduğu Kore tiyatrosuna hayranlık duyarken, ülkemizdeki oyuncu potansiyeli, bireylerimizin performans gücü açısından

a

kavuşması, sonuçta yaşamın devam ettiğinin izleyiciye müjdelenmesiyle tamamlanıyordu, elinde davulu ve tokmaklarıyla gelen beyazlı yaşlı adam gösteriyi noktalıyordu. Gösteride yer alan beyaz uzun kumaştaki düğmeler yaşamın engellerini, düğümlerin çözülmesi yaşamın sonunun yaklaşmasını, kumaştan oluşan uzun yol, ruhu huzura kavuşturan gidişi yansıtıyordu. Ölüyü taşırcasına kumaş taşıyan yaşlı Şaman kadın, ölünün sevdiği nesneleri taşıyan ikinci kadın ve ruhun uzun yolculuğa uçuşunu simgeleyen üçüncü kadın, diğer iki kadının tuttuğu uzun kumaştan oluşan beyaz yolu, uzun süren bir törensellik içinde katediyorlar. Belli ki bu statik gösteride öne çıkan sözlerdeki felsefe ve törenselliği tamamlayan ilginç geleneksel çalgılardı. Devinim tüm bunların içinde yatan dinginlikteydi.

daha etkili oluşuna, eğitimdeki yokluklara karşın gençlerimizin yeteneğine inancımız daha da artmıştı. Kore tiyatrosu tüm batıya açılma çabasına

karşın geleneklerini kaybetmemekle eşdeğer evrensellik yerine tekli evrensellik (evrensilliği Koreli kalarak yakalama) örneğini bizlere göstermiş oluyordu. Böyle bir kongrede ülkemizin yer alışı ise bu evrensellik içinde bizlerin de önemli bir yeri olduğunun kanıtıydı. (Örneğin izleme olanağı bulamadığımız ama Litvanyalı olup da Japonya'da burslu tiyatro eğitimi gören delege genç kızdan, Ellen Stewart'ın sahnelediği "Troyalı Kadınlar"da izlediği Zişan Uğurlu'nun başarısını duymanın sevinci gibi...) 88 Seul Olimpiyatlarından bu yana 97'de de başarıyla bu kültür buluşmasını gerçekleştiren Güney Korelileri selamlayarak ayrıldığımız bu kentte topluca katılımın ülkelerarası bir modelini yaşarken aynı zamanda da doğa-insan, teknoloji-sanat, geleneksel-evrensel olanın uyumunu tadma hazzı duyduk

Zeynep Oral, Refik Erduran ve Hülya Nutku, (arka planda Ayşegül Yüksel) Kore'de. 46


İZDÜŞÜM Levendoğlu

FO, NOBEL, GÜLDÜRÜ, SUSURLUK vb. Dario F'o'nun Nobel edebiyat Ödülü'ne değer görülmesinin epey yankısı oldu. Gazete-dergi yazılarında onun için "çağdaş meddah", "yeryüzü büyücüsü", "anarşist sanatçı", "çağdaş Arlecchino", "halk sanatçısı", "düş mimarı", "düzen karşıtı tiyatrocu", "aykırı sanatadamı" gibi tanımlar kullanıldı. Çok ya da az, hepsi Fo'nun bir yanını, bir niteliğini yansıtıyor. Fo ile (eşi) Rame tiyatrosunun rüzgârı dünya tiyatrolarında yaklaşık otuz yıldır esiyor. Bizde de 1980 sonrası onun/onların sözü edilir ve oyunları oynanır oldu.

cy a

Dario Fo'nun, ödülün ardından yazılara dökülen özelliklerine burada şu önemli olanlarını da eklemek tamamlayıcı olacak: -İlk büyük çıkışı 1950'li yıllarda "anti varyete" diye tanımlanan "varyete-mim-toplumsal yergi" karışımı özgün gösteriyle oldu. Fo'nun "Faşizmin dayattığı, Hristiyan Demokratların da koruduğu" dediği "İtalyan toplum yaşamının sahte mitoslarına" bu saldırısı, tiyatroda da, siyasal-toplumsal düzlemde de sarsıcıydı. -601ı yılların başında Fo ile Rame Komünist Partisi ile yakın ilişki kurdular. Toplumdaki politik gerilimleri çok iyi özümseyerek bunları oyunlarına yansıttılar. Milano'nun resmi yetkilileri, gösterilerinin yasaklanmasına yönelik onlara sürekli gözdağı veriyorlardı. -1967'de Fo "burjuva tiyatrosu'ndan tümden koptu ve izleyen yıllarda işçi yerleşimlerinde ve kulüplerinde, sendika salonlarında, fabrikalarda yeni izleyicisini yarattı. -1970'lerde "Komün" adlı tiyatrolarının oyunlarında hep direkt politik yaklaşım egemen oldu: Filistinlilerin savaşımından, Şili olgusuna, italyan polisinin sindirici yöntemlerine dek, el atılan her konuda. (Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü'ndeki "karakol penceresinden düşerek ölme" olgusunun ya da "gözaltındayken kaybolma'ların ülkemizde "sıradan polisiye süreçler" sınıfına girdiği konusunda Dario Fo bilgilendi mi acaba? "Susurluk olayı"nı -talihin bir cilvesiyle- bizlerle birlikte yaşamış olsaydı, o çamurdan yaratmış olacağı oyunu düşleyebiliyor musunuz?) -Tutuklamaların, gözaltına alınmaların yabancısı olmadı Fo; oyunları da polis gözetiminin. Dario Fo "düzen karşıtı" olarak da tanımlanıyor. Oysa ona "bozuk düzen karşıtı" demek daha doğru olur. Tüketim toplumundan Kilise'ye, Karakol'dan yoz kültüre, ikiyüzlü tabulardan kirli politikaya, uyuşturucu batağından erkek egemenliğinde ezilen kadına, onun yeden yere vurduğu; bu "bozuk" konumlarla onları yaratan sömürücüler, dolandırıcılar,baskıcılar, bağnazlar, sahtecilerdi. Öyle ki, solculuğu açıklarken de "solun bozukluklarını da her zaman açıkça eleştirdiğini" anımsatıyor.

pe

Ahmet

Dario Fo'nun Nobel almasının önemi bizde çoğunlukla "tutucu İsveç Akademisinin ödülü "anarşist" ya da "aykırı" bir sanatçıya vermesine dayandırıldı. Oysa "tutucu Akademi" bile, az çok, sanatçının bireşimini oluşturan öğelerden ağırlıklı birinin karşıtlık, giderek aykırılık olduğunun bilincinde. Bence ödülün önemi iki noktada yatıyor: -Bu, tiyatronun bir utkusu (zaferi). Çünkü Fo, oyun yazarı olduğu denli yönetmen, oyuncu, tasarımcı ve bu kimliklerini "komik" ("meddah" anlamında), mimci, şarkıcı, dansçı, soytarı becerileriyle destekleyen eşsiz bir tiyatro ustası. -Aristofanes'ten kopup gelen, "Commedia Dell' Arte"den geçip çağımıza ulaşan "güldürünün keskin silahıyla eleştirme" geleneğinin (başka bakışla "halk tiyatrosu"nun) günümüzdeki kuşkusuz en büyük temsilcisinin, "seçkin yazın ustalarına" yeğlenmiş olması. Yaratmaya çalıştığı tiyatroyu şöyle betimliyor Fo: "Bir koca makine ki insanları dramatik şeyler karşısında güldürüyor... Kahkahada öfkenin tortuları gizlidir."© 47


ELEŞTİRİ

Nihal Kuyumcu

"

AST'dan Müzikli Danslı Palyaço Serüveni

BENİM GÜZEL PABUÇLARIM ıı

Ankara Sanat Tiyatrosu Dersu Yavuz Ahun'un yazdığı bir çocuk oyununu sahneliyor. Bu tiyatro mevsiminde Ankara'da sahnelenecek olan "Benim Güzel Pabuçlarım", geçtiğimiz haziranda Alaçatı Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivalinde Egeli çocuklarla buluştu.

pe cy

a

Şimdilik sadece filmlerde yaşayan kahramanlar olarak gördüğümüz robotların insan gücünün yerini alacağı, yaygın biçimde kullanılacağı günler çok uzak olmasa gerek. Daha dün şehirlerarası telefon görüşmeleri santral görevlilerinin aracılığı ile yapılırdı, bugün ise otomatik santrallar bizleri dünyanın en uzak köşelerine anında ulaştırıyor. Tele-sekreterler çok kısa bir zaman diliminde neredeyse ailenin, şirketlerin, büyük iş merkezlerinin yeni ve vazgeçilmez üyesi haline geldiler. Bankamatikler, banka kartları, internet aracılığı ile yazışmalar, alışverişler, bilgisayarlar, elektronik oyuncaklar günlük yaşamımızın bir parçası oldu. Bütün bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak, çağı yakalamak için gerekli olan bu vazgeçilmez değişimler, gelişmeler bir yandan yaşamımızı kolaylaştırırken, diğer yandan bir şeyleri de beraberinde alıp götürmüyor mu? Bir dükkâna girip dükkân sahibi ile küçük bir sohbetten sonra alışveriş yapmanın, alacaklarımızı dokunarak seçmenin zevkini hangi ekran siparişi verebilir. Karşılıklı oturup şaka yaptığınız bir tavla arkadaşınızın yerini bir bilgisayar tutabilir mi? Hatta arkadaşınızdan daha iyi oynasa bile. Tiyatro sahnesinden salona atılan bir lafa gelen yanıtın, kanlı canlı insanla kurulan bire bir iletişimin sıcaklığını ne verebilir?

48

Dersu Yavuz Altun, oyununda çocukların dünyasından yola çıkarak bu sorunların yanı sıra çağımızda gittikçe unutulan yardımlaşma, verme gibi kavramları da irdeliyor. Oyun bir sirkte Palyaço ve Kocaman'ın (filin) gösterileri ile başlar. Gösterinin sonunda ortalığa yayılan tekdüze mekanik bir ses palyaçoya, müdürün odasında kendisini beklediğini bildirmektedir. Müdürle görüşmesinde çevredeki çocuklar arasında atari, tetris ve benzeri elektronik oyuncaklarla oynama ve TV izleme oranlarının çok düşük olduğunu ve bunun baş sorumlusunun kendisi olduğunu öğrenir. Bu nedenle müdür, Elektronikçiler Başkanlığı'nın palyaçonun işine son verdiğini söyler. Bir palyaço için çok önemli olan pabuçlarını bırakarak ya da onları satın alarak sirki terk etmesini ister. Ancak onları satın alacak parası yoktur. Palyaço pabuçlarına tekrar kavuşabilmek için para kazanmak üzere sirkten ayrılır. Yolda Paraadam'a, Korkuluk Karaşapka'ya, Obur'a ve Aşçı'ya, Çiçekçiye, Mavi Saçlı çocuğa. Yaşlı kadına, kendisi gibi kovulmuş olan sirkten arkadaşı Kocaman'a rastlar. Sonunda hiç para kazanamadığı gibi sahip olduğu şeyleri karşısına çıkanlara vermiş sadece bir saksı fesleğeni ile kalmıştır. Tam ümidini yitirdiği bir anda sirkten çağrılır, çünkü; çocuklar hep aynı numarayı yapan robot palyaçodan sıkılmıştır artık. Ayrıca yağan yağmur sonucunda devreleri yanan robotlar çalışamaz olmuştur. Palyaço önce itiraz etse de ısrarlara dayanamaz sirke döner, kaldığı yerden gösterilerine devam eder.


a

insanın yerini alması ve getirdiği sorunlar. Aynı şeyleri tekrar eden robotlardan söz edilmesi, aynı şeyleri tekrar eden anonslar, çağrılar bu konunun çocukların kafasında netleşmesini sağlaması açısından önemli. Ancak yazarımız mekanik seslerle yapılan duyurularda durmadan aynı şeyi tekrar etmek yerine zaman zaman palyaço ile karşılıklı diyaloglara yer vermiş. Hatta pabuçlarını satın alacak parası olmadığını söylediğinde mekanik ses, devrelerinin söyleyecek bir şey bulamadığını belirtiyor. Bu durum makine ile insan arasındaki ayrımın biraz kırılmasına yani makinanın insanlaşmasına neden oluyor... Belki yazarımız müdürün acımasızlığı karşısında makinenin bile insafa geldiğini göstermek istiyor ancak bu oyundaki amaç müdürün (ya da patronun) acımasız olabileceğini göstermek değil, makinenin bir insan karşısında, sadece aynı şeyleri tekrar eden bir alet olduğunu göstermek. Zaten sirkteki çocukların aynı şeyleri yapan robotlardan sıkılması da bu iletiyi desteklemiyor mu? Öte yandan oyunda sirk müdürünün ancak robotlar arızalanınca yaptığı hatayı anladığı anlatılır. Elinde gösteri yapacak elemanı kalmadığında palyaço ve Kocaman'ı sirke geri çağırtır. Bu

pe cy

Oyundaki tipleri iki gruba ayırabiliriz, ilk grupta Paraadam, Aşçı, Yaşlı Bayan ve Çiçekçi yani her şeyi para olarak gören, para kazanmayı her şeyin önünde tutan ya da bir çiçeği sulamayı, ona bakmayı vakit kaybı olarak gören tipler. Diğerleri ise korkuluk Karaşapka, Mavi Çocuk, Kocaman ve Palyaço gibi sevginin, dostluğun unutulduğu, paranın egemen olduğu bu dünyada yanlızlık çekenler. Bu tiplerle Palyaço arasındaki konuşmalar zaman zaman didaktik bir biçim alsa da yazarımız bunları ince esprilerle ya da duygu yüklü sevgi sözcükleriyle süsleyerek oyunun iletisini güçlendirmiş. Örneğin Paraadam'ın masal kahramanlarını satmak için "Emrinde çalışan adamları" ile yaptığı telefon konuşmaları, Palyaço'nun tüm karşı koymalarına karşı bulduğu esprili çözümler salonda bulunan her yaştaki çocuğa rahatlıkla ulaşıyordu. Yine Palyaço'nun, Plastik fesleğen yerine gerçek bir fesleğen alması için döktüğü diller, Yaşlı Kadın'ı etkileyemedi ama seyircileri etkiledi ve sanırım çoğu seyirci çocuk ilk kez o gün evlerinde bir kenarda öylesine duran küçük bir saksı çiçeğin varlığını fark ettiler. Oyunda yer alan konulardan biri, daha önce de belirttiğimiz gibi teknolojinin

durumda başka robot olsaydı çağırtmayacaktı gibi bir sonuç çıkmıyor mu?.. Oyunda işlenen bir diğer konu ise yardımlaşmanın, paylaşmanın verdiği mutluluk. Palyaço sürekli karşısına çıkanlara yardım eder; ceketini, kırmızı burnunu, mızıkasını verir. Alanların biraz karşı koysalar da arkalarına bakmadan gitmeleri bu kadar verici olmanın çağımız insanı için çok uygun olmadığını da gösteriyor galiba. Ne dersiniz? Vermek yerine paylaşmak nasıl olurdu acaba? Yazarımız, oyunda sadece kahramanın vermesine değil, diğerlerinin de ona bir şeyler vermesine fırsat veremez miydi? Oyun genel olarak değerlendirildiğinde tiplemeleri, diyalogları, müziği ile nitelikli oyun sıkıntısı çekilen günümüzde bu açığı giderebilecek özelliklere sahip. Özellikle Paraadam, Karaşapka ve Yaşlı Kadının oyunculukları ve iyi çizilen tiplemeleriyle, yalın ve kolay değişimlerin yer aldığı bir dekor anlayışı ile ilkokul çağı çocukları kadar onları tiyatroya götüren yetişkinlerin de zevkle, sıkılmadan hoşça vakit geçirebilecekleri bir oyun 49


İZLENİM

Emre Koyuncuoğlu

ASSOS FESTİVALİ ÜÇÜNCÜ YILINDA festivale özel bir gazete gibi gelişmeleri de içine barındırıyor. Ancak bu gelişimin "sağlıklı" kalabilmesi için ne gibi önlemler alınmalı? Bu soru, Assos'da bu yıl sempozyumda hararetle tartışıldı. Bazı şeyleri engellemek tabii ki mümkün değil. Örneğin festival yapısı gereği birçok riski içeriyor ve bunu taşıyor olması da zaten festivalin deneyselliğini getiriyor. Katılan sanatçılardan her yıl aynı randımanı almak tabii ki mümkün değil. Bu yıl da örneğin, geçmiş yıllara oranla üretimin sonuç aşaması dikkate alınacak olursa, pek başarılı geçmedi. Ben bunu çok doğal karşılıyorum. Yalnız, şöyle bir gerçeği de unutmamak gerekiyor. Aslında Katırcıoğlu'nun festivalin konsept diye belirlediği özellikleri, Türkiye'den kaç tane grup hakkıyla taşıyor? Belki bazı sanatçıların isimleri ve birkaç deneysel grup hemen sayılabilecektir, ama daha sonrası... Bu nedenle zaten dikkat edilecek olursa, Türkiye'den katılan sanatçılardan bazıları tekrar tekrar festivalde farklı isimler altında var oluyorlar. (Bazı yabancı sanatçılar da böyle ama konuyla bunun ilgisi yok) Bu konu hakkında belki düşünmek lazım. Açıkça en azından Türkiye'de "deneysel" adı altında (gerçekten olup olmadıklarını tartışmıyorum) iş yapan tiyatroların bile azlığı hakkında düşünmek lazım. Festivali besleyen ana damarlardan biri ister istemez tıkalı demek oluyor, böylelikle. Aynı zamanda da festival bu gerçeği ortaya çıkarıyor. Ve yurtdışında bu tarz işler yapanlarla, ülkemizde yapmaya yönelik Türk sanatçılarını bir araya getirip, kendi kendilerini sorgulama fırsatını sağlamış oluyor. Bu kıyaslama ve beraber çalışırken tartışma olanağı sağlanacak bir etkinliğin gerçekleşiyor olması festivalin önemsenmesi gereken bir özelliği. Belki festival organizasyonu da bundan sonra bu tür etkinliklerin üzerine daha çok eğilirse, Türk alternatif tiyatrosu ya da deneysel tiyatrosu kendi yağında mutlu mutlu kavrulmaktan kurtulup, farklı dinamikler altında kendini sorgulamaya başlar. Bu nedenle festivalin bu yıl bir anlamda gazete çıkararak bir başlangıç yaptığı sahne ötesi-gerisi-teorisi gibi konularda da üretimin sağlanmasını desteklemesi gerekmekte. Çünkü bilindiği üzere hiçbiri birbirinden bağımsız gelişemiyor. Ve tüm ortaklıklar birbirini besliyor.

a

Tiyatro sezonuna merhaba derken, Assos Festivali'yle birlikte yaza da elveda dedik. Festival son güneşli günlerde açık havada gösteri sanatlarını aşan bir yelpazede, mekânda üretilmiş yapıtları izleyicisine sunuyor. Bu yıl; Amerika, Avusturalya, İngiltere, Fransa, Avusturya ve Türkiye'den altmışa yakın sanatçı bir aylık üretim kamplarını her yıl festival sanatçılarına yaşam alanı sağlayan Eden Beach Otelleri'nde tamamlayıp, Assos'un farklı mekânlarında gösterileri sundular. Ayhan Kayar-Hüseyin Alptekin ekibi, 5. Sokak Tiyatrosu, Çağla Ormanlar, YaDa Tiyatro Türkiye'den festivale katılan dört grubu oluşturuyorlardı. Geçen yıla oranla festival izleyicisinde gözle görülür bir artış yaşandı. Hatta bazı gösterilerde izleyici kalabalığı, özellikle de arabayla gelenler bir hayli sorun yarattı.

pe cy

Assos Festivali'ni ilk gününden itibaren izliyorum. İlk yıl Yeşil Üzümler ekibiyle birlikte festivale katılmış bu ekiple üç ayrı gösteri yapmıştık. Geçen yıl Cumhuriyet Gazetesi adına izledim. Bu yıl ise hem gazeteci/eleştirmen, hem de performansçı olarak iki yönümü birleştirerek katıldım. Her yıl farklı alanlara doğru festival gelişiyor. Hüseyin Katırcıoğlu bu açıdan oldukça başarılı bir sanat yönetmeni. Elindeki kısıtlı paraya rağmen Assos Festivali'ni baştan oturttuğu doğru konsept üzerinde sürekli zenginleşmesini sağlıyor.

Peki, "Konsepti nedir?" diyecek olursanız; festivalin bu yılki katalogunda Katırcıoğlu'nun imzası olan giriş yazısından bir bölüm aktarmak istiyorum. "Assos Festivali alışılmış kalıpların dışında, kendi anlatımını geliştiren yaratıcı sanatçılara, üretim ve gösteri ortamı yaratmak, Türk sanatçılarını başka ülkelerden gelen benzer sanatçılarla bir araya getirerek, dünyaya açılmalarına olanak sağlamak amacı ile başladı." Gerçekten de üç yıldır bu yolda hızlı adımlar atıyor. En önemlisi de sanatçıların çoğu zaman arayıp da bulamadığı bir şansı bu festivalle birlikte ele geçirmeleri: Üç hafta boyunca kesintisiz bir proje üzerinde düşünmek ve bunu hayata geçirebilmek için en temel gereksinimlerinin karşılanması. "Temel gereksinimlerin karşılanması" özelliği bence çok önemli. Nedeni ise çok basit. Assos'da yalnızca elinin altında olabilecek malzemeyle sanatçıyı belli bir yönde gelişecek olan bir yaratıcılığa zorlayan ve temelde doğa, insan bedeni ve mekân ilişkilerine yönelik işlerin ortaya çıkmasına teşvik eden bir durum yaratıyor. Bu da aynı zamanda festivalde üretilen gösterilerde ister istemez ortak bir dilin oluşmasına neden oluyor. Festival üçüncü yılında; artık bir teknik ve prodüksiyon ekibi, bir bürosu, köyün farklı yerlerinde "enformasyon büroları", gösterilerin yanı sıra yan etkinlikleri, sempozyum ve 50

Bu yılki festivalde performans sanatından birçok farklı türde örneğin ve enstellasyonun olması da yine heyecan vericiydi. Keşke plastik alanda daha fazla üretim görebilsek... Performans dili ve yapısı daha yeni yeni oturmaya başlayan ülkemizde iyi örnekleriyle karşılaşmak da bence dikkat edilmesi gereken bir k o n u © Foto: Gamze Kutluk -


pe cy

a

Tanz Atellier'in koreografı Sebastian Prantl, Behramkale'li bir köylüyle dans ederken.


AMATÖR TİYATROLAR

ÜNİVERSİTE TİYATROSUNDA İLKELER

cy a

G ü r k a n T e l l i o ğ l u Her birimiz farklı alanlarda uzmanlaşırken ya da uzmanlaşmaya aday olurken, yarın bugünden daha yalnız ve daha yabancılaşmış olacağımız iddiası gerçek dışı olmasa gerek. Bir koşuşturmaca içerisinde yaşayageldiğimiz akıl dişilik, soluduğumuz havaya hakim olsa da insanlık serüveninin her anında olduğu gibi birilerinin başka bir yaşam kurgulamasına ve bu kurgudan hareketle tavır almasına engel olamıyor.

pe

Böylesi bir başka yaşam kurgusunu bilimsel bir zeminde üretmek iddiasını "taşıyan" üniversitelere insan yaratıcılığının ve zekâsının zenginliği ile paralel ürünler "sunmuştur" topluma. Bu yazıda konu edilecek olan üniversite tiyatroları da sanat ve bilimin ortak bir zeminde buluştuğu kurumlar olarak, bugün her zamankinden daha çok tartışılmaya, değerlendirilmeye muhtaç durumdadırlar. Bu muhtaçlık bir olumsuzluktan çok bir potansiyeli ve önemi ifade eder. Bond'un söylediği gibi; "... Teknoloji ve bilimi akla uygun bir biçimde kullanabilecek bir kültüre gereksinimimiz olduğu açıkça anlaşılıyor." Bu gereksinimin karşılanması noktasında üniversite ve üniversite tiyatrosunun konumu, yukarda bahsedilen önemli potansiyeli açıklığa kavuşturmuş oluyor. Bu da bilim ve teknolojiyi üretenlerin birinci elden üretimlerine eleştirel yaklaşarak sanat aracılığı ile toplumsal gelişime ve kültüre katkı koymayı,

duyarlılık yaratmayı adres gösteriyor. Üniversite tiyatrosu üzerinde yürütülecek böylesi bir tartışma her biri ayrı ayrı üniversite ve tiyatro-bütünlük taşıyan iki alanın buluşması anlamında bir başlangıç ve sistematiğe ihtiyaç duyar. Bu başlangıç burada tüm tarafları kapsayan bir ilke tartışması ile yapılacak. Bu ilkeler bütünü ayağımızı bastığımız yerin nitelikleri nedeniyle bir mutlakiyet taşımayacak, farklı süreçler yaşayan tiyatro toplulukları için somut olacak ve var olan pratikle tartışma içinde olacak. Bu bütünün yaşama geçirilmesi ise var olan üniversite tiyatrosu pratiğinin de mutlak olmadığının anlaşılmasından daha önemli olmayacak... Üniversitenin sürekli akan dinamiği içerisinde yeni gelenlere nasıl merhaba diyoruz ve mezun olanları nasıl yolcu ediyoruz? Birbirimizle ilişkilerimiz hangi temel üzerine kurulu? Ahlâki kaygılarımızı paylaşıyor muyuz veya böyle bir tartışma ilgimizi çekiyor mu? Ve bütün bunlar üniversite tiyatrosunu ilgilendiriyor mu? Tüm topluluklar kendi koşullarında bu sorulara bilinçli ya da bilinçsiz bir cevap veriyor aslında. Bu cevaplar da olması gerektiği gibi bir çeşitlilik ve renk içeriyor. Hâl böyle iken bu doğal çeşitliliğin altında yatabilecek ortak bir noktanın olup olamayacağı sorusu ilkeler sorusuna bir cevap oluşturabilir belki de.


a

değerlendirdiğimizde; hemfikir olduğumuz bilimsel temellerle çelişki içinde olunduğu ortaya çıkar.

pe cy

Tüm üniversitelerin doğal bir katılım hakkına sahip olduğu ünivertise tiyatrosu bu hakkı kullananların çok farklı gerekçelere sahip olarak girdiği bir odada buluşturur üniversitelileri. Bu buluşma bir coşku, duyarlılık ve kaygı taşır. Ve tiyatro algısının ortaklaşmamış olması, birlikte iş yapmaya yabancı oluş. kapıdan bacadan girmeye fırsat kollayan kaosu üniversitelilerin ensesinde tutar.

Kültür ve sanat faaliyetleri içerisinde disiplinli bir çalışmaya duyduğu ihtiyaç ve gereksindirdiği bilgi ve deneyim ile tiyatro ayrı bir yere sahiptir. Katılımcıların yukarda bahsedilen nitelikleriyle böylesi bir sahne sanatının buluşması üniversiteli bir nitelik taşıyacaktır. Yani bilimsel bir bakış açısıyla tiyatro yapma eyleminin her adımının sistematik bir biçimde tarif edildiği, tartışılmış ve sorgulanmış bir metod oluşturacaktır. Her birey toplulukta bir renktir. Bu renkler üretken kılındıkları ölçüde topluluğun zenginliğinin ifadesi olurlar. Bu zenginlik ise araştırmanın, soru sormanın, okumanın sonunda ortaya çıkar. Buraya kadar dile getirilen bilimsel temeller üzerine inşa edilmiş üniversite tiyatrosu modeline karşı bugüne kadar herhangi bir muhalefete rastlanmadı. Bunu bir fikir birliği olarak kabul edersek var olan ünivertise tiyatroları pratiğini

Bu çelişki üniversitede tiyatro yapmakla üniversite tiyatrosu arasındaki gerilimden kaynağını alır. Ünivertisede tiyatro yapmak isteyen öğrencilerin sıradan birlikteliğini üniversite tiyatrosunu evriltmek demek, bu dinamik yapıya ayak uyduracak bir devinimi öngören, bilgi ve deneyimleri yeni gelen katılımcılara aktarabilmek için bir gelenek ve kurumsallaşma sürecini tartışan, çevrenin çehresini değiştirebilmek için çevreyle ilişkileri üzerine kafa yoran, tükenmekten çok üretmek kaygısında olan insanların anlamlı birlikteliğini üretmek demektir. İşte bu da sadece tiyatro yapmaktan başka bir iddia taşır. Üniversiteli olmak iddiası. Bugün bu iddia çok popüler olmasa da, üniversitelerimizin üniversite olma yolundaki sorunlarının çözümü için taşıdığımız umut, üniversitede tiyatronun üniversite tiyatrosu olması yolunda ufukta gördüğümüz ışıktır aynı zamanda. Bizden sonrası tufan diyen anlayışın taş üstüne taş koymayı imkânsız kılan tavrı toplumsal yaşamımızın "gelişim" yönündeki değişimini baltalarken, aslında en büyük tıkanıklıklardan birini

de üniversitelere dayatır. Akademik yaşantımızın her anını, kültürel ve sosyal yaşantımızı kısır bir döngü içine sokan bu dayatma, üniversiteyi oluşturan tüm unsurlar tarafından bir bütün olarak algılanmadıkça, hocalarımız onların varlık gerekçeleri olduğumuzu unutmaya devam edecek, öğrenciler onlara sunulanla yetinecek ve belki gelen yıllar gidenleri aratacak. Yani üniversite varoluşunu yadsıyacak. Bugün bulunduğumuz bu noktadan kurgularımıza giden yolda üniversite tiyatrolarının üniversiteye de tiyatroya da katkı koyacağı noktaların anlam ve önemi açık. Böylesi bir müdahalenin tarafı olan üniversitelilerin yapacağı açık yürekli bir ilke tartışması sadece üniversite tiyatrosu için değil, akademik, kültürel ve sanatsal yaşantımızın bütünlüklü algılanması için de netlik yaratacak bir zemin oluşturacaktır. Bu zemin üniversitede yetişkinler arası eşit ilişki biçimini, emeğin çalışmalarımızdaki değerini, birbirimize karşı sorumluluklarımızı, değişme ve değiştirme iddialarımızı belirleyecektir. Yapılacak onca iş bizi beklerken birbirimizden coşkumuzu esirgemeyerek kendimizle bir an önce hesaplaşmalıyız©

53


AMATÖR TİYATROLARDAN HABERLER... BÜO "Kafkas Tebeşir Dairesi"ni Sahneliyor

olmak zorunda olan, ancak iç körlükleri ve aşırı bireyci yapılarıyla birbirlerini sürekli tüketen küçük insanları anlatıyor. Sahne düzenini Songül Coşkun'un yaptığı oyunda Kemal Bilginer, Ahmet Vahapoğlu, Aslı Paçacı, Ercan Temel ve Saadettin Kan rol alıyor. Bakırköy Oyuncuları, bu sezon ikinci oyun olarak, İstanbul Sahnesi'yle ortak olarak yürüttüğü "Otamatik Portakal'ın çalışmalarını da sürdürüyor.

cy

a

Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları, 97-97 sezonuna Bertolt Brecht'in "Kafkas

İ.Ü. Öğrenci Şenliği

pe

Tebeşir Dairesi" adlı oyunu ile girdi. Brecht'in olgunluk dönemi eserlerinden olan "Kafkas Tebeşir Dairesi" Ekim ayında Boğaziçi Üniversitesi Demir Demirgil Salonu'nda sahnelendi. Dört ay süren bir hazırlık dönemi sonunda 40 kişilik bir kadro ile sahnelenen eserin çevirisi Can Yücel'e ait. Oyunun rejisi ise Kerem Eksen, Celal Mordeniz, Zeynek Okan, İhsan Özçıtak ve Aysan Sönmez'e ait.

Bakırköy Oyuncuları'nda "Körler" Bakırköy Oyuncuları, yeni dönemin ilk oyunu olarak, Cem Yalın'ın yazıp yönettiği "Körler" adlı oyunu sahnelemeye başladı. 16. Yüzyıl Flaman ressamı Pieter Bruegel'in aynı adlı tablosundan esinlenerek üretilen oyun, fiziksel körlükleri nedeniyle birarada 54

I.Ü. Öğrenci Şenliği 4 Ekim 1997 Cumartesi I.Ü. Rektörlük ön bahçesinde gerçekleştirildi. Şenlik 4 yıldır Öğrenci Kültür Merkezi kulüplerinde kültürel faliyetleri sürdüren öğrenciler tarafından düzenlenmektedir. Ö.K.M.'nin kuruluşundan bu yana çalışmaları sürdüren Tiyatro Kulübü ise şenlik programında "Üniversite Dedikleri" adlı gösteri ile yer aldı. Topluluğun doğaçlama çalışmaları sonucu olarak ortaya çıkan gösterisi, öğrencinin

üniversite öncesi ve sonrası yaşantısını, üniversite içindeki konumunu mizahi bir üslûpla ortaya koyuyor.

Tiyatro Boğaziçi'nden Fırtına II

II

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nun tiyatro birimi Tiyatro Boğaziçi, William Shakespeare'in Fırtına adlı oyunuyla yeniden seyirci karşısına çıkıyor. Geçtiğimiz yıl Boğaziçi Üniversitesi'nde sergilenen Fırtına, bu yıl Ekim ayı içinde B.Ü.'de yapılan gösterilerin ardından Kasım ayı içinde her Pazar, Hadi Çaman Tiyatrosu'nda sergilenmeye devam edecek. Fırtına, II. Ankara Tiyatro Festivali kapsamında 29 Kasım tarihinde Ankara'da da sergilenecek. Fırtına, Shakespeare'in yazdığı son oyun. Hem trajedi hem de mizahi yönlerinin bir arada olması onu Shakespeare'in 'problem play'leri arasına sokuyor. Bu nedenle geleneksel tiyatro bölgesinin hayli temkinli olduğu, deneysel bir yaklaşımdan uzak kalmaya dikkat ettiği, alternatif tiyatro bölgesinin ise fazlasıyla rağbet ettiği ve denysellik enflasyonuna boğduğu bir oyun. Klasik sahnelemeler Shakespeare'e sadık kalmayı yeğlerken, avantgarde yaklaşımlar oyunun sunduğu malzemenin şu ya da bu yönünü fazlasıyla öne çıkarmaya eğilimli görünüyorlar.


MitosBOYUT Tiyatro Yayınları Y E N İ 1. Bertolt Brecht / Bütün Oyunları

K

İ

T

A

P

L

A

R

Cilt 7

Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Galileo (Amerika Metni)/Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyatı Nedir. (Çev. Ahmet Cemal) 2. Bertolt Brecht / Bütün Oyunları

Fiyat: 2.000.000.- TL. Cilt 10

Schweyk (Çev. Yücel Erten) / Malfi Düşesi (Çev. Filiz Ofluoğlu). 3. Bertolt Brecht /Bütün Oyunları

Fiyat: 1.600.000.- TL.

Cilt 11

Kafkas Tebeşir Dairesi (1949)/Kafkas Tebeşir Dairesi (1954) (Çev. Yılmaz Onay) /Sofokles'in Antigone'si (Çev. Ahmet Cemal)

Fiyat: 1.600.000.- TL.

4. Müjdat Gezen / Salak Oğlum Günümüzde geçen bir evlenme olayının, ortaoyunu biçiminde eğlenceli anlatımı. 5. Behiç

Fiyat.: 400.000.- TL.

Ak / Ayrılık

Boşanmış bir çiftin, bir gün biraraya geldiklerinde eski yaşamlarını tartışlar. Çelişkiler, aykırılıklar,

6. Yuri Liubimov / Kutsal Ateş

a

aldatmalarla dolu bir beraberliğin ironik güldürüsü.

Fiyat: 400.000.- TL.

(Çev. Ali Berktay)

pe cy

Rus tiyatrosunun yaşayan en ünlü yönetmeninin, tiyatro sanatına adanmış yaşamından anılar ve kendi portresi. Rus tiyatro sanatının araştırma ve yenilik geleneğinin yaşatıldığı Taganka Tiyatrosu'nun Sovyet yönetimi ile ilişkilerinin bilinmeyen ilginç tarihçesi.

Fiyat: 600.000.- TL.

7. Müjdat Gezen / Babam

Sanatçının yeni oyunu. Oyun, 1997 Bakırköy Belediyesi Oyun Yazma Yarışmasında Başarı Ödülü almıştır.

Fiyat: 400.000.- TL.

8. Müjdat G e z e n / Gırgıriye

Sulukule'de yaşayanları anlatan eğlenceli, müzikli bir komedi.

Fiyat: 400.000.- TL.

9. Prof. Ayşegül Yüksel / Çağdaş Türk Tiyatrosundan On Yazar Çağdaş Türk tiyatrosunun oluşturulmasında büyük katkıları olan on yazarın tüm oyunlarını inceleyen bir çalışma. Yazarlar: Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, M.C. Anday, O. Rifat, H. Taner, S. K. Aksal, T. Özakman, V. Öngören, O. Arayıcı, M. Baydur. 10. Eşber

Yağmurdereli

Fiyat: 500.000.-TL.

/Akrep

Düşünce suçundan mahkûm olmuş Av. Yağmurdereli'nin eski hapisane yaşamından derlediği, duygu yüklü bir özgürlük çığlığı. AST'nun sahnelediği oyun.

Fiyatı: 400 00-TL

MitosBOYUT Yayınları (TEM Yapım Yayıncılık Ltd. Şti.) Ağa Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu/İST. Tel. (212) 249 87 37-38 Faks. (212) 249 02 18

55


tiyatro

Tiyatro'dan Önce... Tiyatrodan Sonra...

TİYATRO KLÜBÜ İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR Tel: (0216) 337 49 20 Fransız Cafelerinin kendine özgü havasında, günün her saati hoş vakitler geçirebilirsiniz. CAFE SIĞINAK İndirim: %15 Caferağa Mah. Muvakkithane Cad. No:30/4 Kadıköy-lst. Tel: (0216) 349 18 94 Yozlaşma, iletişimsizlik, üretkensizlik ve sevgisizlik yağmurunun sağnak haline geldiği bu topraklarda sığınabilecek bir yer ararsanız Sığınak Cafe'deyiz. ÇATI RESTAURANT İndirim: % 8 İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın Sk. No: 20/7 Beyoğlu-lst Tel: (0212)251 00 00 DARÜZZİYAFE İndirim: %15 Şifahane Sk. No: 6 Süleymaniye-lst Tel: (0212) 511 84 14 Türk Musikisi'nin sihirli nağmelerini dinleyerek mutfağımızın eşsiz lezzetlerini tarihi bir mekânda tadabilirsiniz. Not: Ctesi akşamları saat 8.00-10.00 arası Canlı Fasıl EL MARIACCHI İndirim: %10 Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah Sk. No: 16 Ihlamur-lst Tel: (0212) 231 28 07 Meksika mutağının tadına doyulmaz yemeklerini tattınız mı? Tatmadıysanız o halde El Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz. FEHMİ BABA ET LOKANTASI İndirim: %10 Meşrutiyet Cad. No: 33 Galatasaray-lst Tel: (0212) 293 93 26

cy

a

Karid es Güveç'te, Balık ve çeşitli et yemeklerinin sunulduğu zengin menüsü ile sabaha karşı tadına duyamayacağınız İşkembe Çorbasıyla son bulan unutamayacağınız bir gece için her Çarşamba, Cuma, Ctesi günleri I. T. Ü. Devlet Konservatuvarı Yüksek Lisans öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve Türk Sanat müziği eşiliğinde nezih bir ortamda leziz yemeklerimizi tadarak hoş saatler geçirebilirsiniz... Not:: Kredi Kartı geçerli değildir. BAHAR LOKANTASI İndirim: %10 Istinye Cad. No: 134 Istinye-lst Tel: (0212) 277 85 55 BAY BALIKÇI İndirim: %10 Kefeliköy Cad. No: 14 Kireçburnu-lst Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân. CAFE LA PORTE İndirim: %15 Miralay Nazım Sk. No: 15 Bahariye-lst. Tel: (0216) 418 08 59 Alışılagelmişin dışında zengin menüleriyle sıcak bir sevgi ortamında buluşalım. CAFE LEBON indirim: %10 İstiklâl Cad. No: 445 Beyoğlu-lstanbul Tel: (0.212) 252 54 60 CAFE SHOP İndirim: %10 Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk. No:34 Bahariye-lst.

pe

SANAT RESTAURANT İndirim: %10 Balık Pazarı Nevizade Sk. No.23 Beyoğlu-lstanbul Tel: (0212) 244 13 09 Memnun kalan konuk her zaman hatırlar, memnun kalmayan konuk asla unutmaz. A LA TURKA RESTAURANT İndirim: %10 Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8 Ortaköy-lstanbul Tel: (0212)258 79 24 Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın ve boğazın otantik atmosferinde Türk mutfağının en güzel örneklerini sunuyor. Üst katında yer alan ODA "Kişiye Özel Salon" ise her türlü grup organizasyonları, seminer. konferans, toplantı, doğum günleri, kahvaltılar için sadece "SİZE ÖZEL" ALA-TURKA MEŞK REST. İndirim: %10 Çarşıarkası Sk. No: 32. 1. Levent-lst Tel: (0212) 283 45 63 Sıcacık bir ortamda özlediğiniz tatlarla an-nenizin mutfağı kadar özenli, sevgi dolu sofralarda Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla. ASİTANE RESTAURANT İndirim: %10 Kariye Camii Sk. No: 18 Edirnekapı-lst Tel: (212) 534 84 14 Osmanlı Saray Mutfağının doyumsuz lezzetlerini UDİ'nin hoş nağmeleri eşliğinde tatmak için Asitane de buluşalım. AŞİYAN RESTAURANT İndirim: %10 Kalamış Yat Limanı Kalamış-lst Tel: (0216) 349 55 69

SERAGLİO BAR

DENİZ ÜRÜNLERİNDE EN İYİSİ Sahil Yolu No: 41 Üsküdar (Kız Kulesi karşısı) Tel: (0216) 341 04 03 - 334 40 46

56

Garibaldi. GOLDEN KYLIN CHINESE RESTAURANT İndirim: %15 Receppaşa Cad. No: 5 Taksiın—İst Tel: (0212) 256 36 45 Uzak Doğu'dan gelen esinti rüzgârlanyla hoş bir ortamda hakiki Çin Mutfağını ta­ dabilirsiniz. GOODFELLAS BAR-REST. İndirim: %15 Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişi i-lst Tel: (0212)233 00 36 Şafak Yaprak & Orkestrası

MOLIERE CAFE & BAR

Harikulade ortam ve manzara Her gün canlı süper müzik Salacak Sahil Yolu No: 41 Üsküdar Tel: (0216) 341 04 03 334 40 46

FLAMİNGO BAR-REST İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 15/B Taksim-lst Tel: (0212) 235 78 54 Alt kattaki Akşam Barımızda nefis içecekler üst kattaki Restaurantımızda zengin mutfak çeşitleri ile özel günlerinizde tüm beklentilerinize yanıt verecek ve dostlarınızla unutamayacağınız saatler yaşamak istermisiniz.? Böyle bir ortamı bulamadıysanız o halde; biz bu ortamı size yaşatacağız... Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl GALATA BAR/MEYHANE İndirim: %8 Orhan Apaydın Sk. No: 11 Beyoğlu-lst. Tel: (0212) 293 11 39 Her akşam fasıl eşliğinde nefis yemekleriyle sizlerle. GARİBALDİ indirim: %10 İstiklal Cad. Oda Kule yanı N o: 1 Beyoğlu-lst Tel: (0212) 249 68 95 Nostaljik bir ortamda güzel vakit geçirmek için tek adres

EN İYİ YER MOLIERE BABAM ÖYLE DİYOO!

Lamartin Cad. No: 3/1 Taksim Tel: (0212) 256 92 80

eşliğinde her Salı, Perşembe, Cuma, C. tesi günleri. Canlı Caz Müzik dinleyebilirsiniz. CAFE KİKKA İndirim: %10 Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18 Erenköy-lst Tel: (0216) 411 15 20 Cafe Kikka'da kahve cehennem kadar karanlık, ölüm kadar güçlü aşk kadar tatlıdır. KHALKEDON RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Münir Nurettin Selçuk Cad. Kalamış Spor Tesisleri Kadıköyİst. Tel: (0216) 349 58 72 Altı yıl boyunca adıyla özdeşleşmiş, Bizans harabeleri dekoruyla hizmet veren Khalkedon Bar bahçesindeki Viking dekoruyla; restaurant bölümü ile Grup Tempo eşliğinde yemek yemeniz ve eğlenmeniz için Kalamış'ta. LA BOHEME - ŞAMATA GARDEN İndirim: %10 Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-lst. Tel: (0212) 261 75 20 Boğaz manzaralı yazlık restaurant ve barımızda canlı müzik eşliğinde uluslararası mutfağımızdan seçmeleri tadabilirsiniz. LE SELECT İndirim: %20 Manolya Sk. No: 21 Levent-lst Tel: (0212) 268 21 20 Uluslararası Mutfağı ile Le Select LITTE CHİNA İndirim: % 10 1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan -İst


İSTANBUL'DA YAŞAMAK Gün Batımında Haliç sakin bir ortamda sohbet olanağı hafif müzik. Çar, Cuma, C.tesi günleri akustik canlı müzik, günlük gazete, dergi, kitap okuma olanağı grup toplantıları ve grup yemekleri için ayrı bir mekân. MOLIERA CAFE-BAR İndirim: % 20 Lamartin cad. No: 23/1 Taksim Tel: (0.212) 256 92 80 PANE VİNO İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst Tel: (0212) 248 84 65 Kuzey İtalya mutfağının mevsime göre üç ayda bir değişen leziz yemekleri ve sürpriz specıalleri özel Grappa içeceği eşliğinde. Not:: Pazar günleri kapalıdır. PARSİFAL İndirim: %15 Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst Tel: (0212) 245 25 88 Vejeteryenler, ağzının tadını bilenler ve küçük bir serüvene hazır herkes için Parsifal Beyoğlu'nda. RAQUETE RESTAURANT-BAR İndirim: %10

Sadi Gülçelik Spor Sitesi Istinye Tel: (0212) 276 50 87 RİSTORANTE İTALİANO İndirim: %7 Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ Tel: (0212) 247 86 40 ROUTE CAFE 66 İndirim: %15 Osmanağa Mah. Süleymanpaşa Sk. No: 13 Bahariye-İst Tel: (0216)336 24 66 Geçmişten gelen geleceğin adı. Not: İndirim Alışveriş Merkezi için de geçerlidir. SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK. İndirim: % 15 Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk. No: 12 Kadıköy-lst Tel: (0216)414 42 06 Kitabevi ve cafenin ötesinde sanatsal-kültürel etkinliklerde bulunan Sahaf Cafe şimdi de Ergün-Özcan Tamer Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma tiyatrosu her pazartesi saat 18.30'da sizlerle SEAPORT İndirim: % 10 Yalıboyu Cad. No: 36 Beylerbeyi Tel: (0216) 321 14 93 SICAK RESTAURANT İndirim: %10

Keskin Kalem Sk. No: 37 Esentepe -İst Tel: (0212) 267 38 56 Akdeniz mutfağının seçme yemekleriyle sıcak bir ortamda yemek yemek ister misiniz? TANDOORI RESTAURANT İndirim: % 20 Alkent Sitesi Tepecik Yolu Etiler -İst Tel: (0212) 257 84 79 Türkiye'de ilk ve tek Pakistan Hint Mutfağı. TEGİK RESTAURANT İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 20 Taksim-lst Tel: (0212) 254 66 99 Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve lapon Mutfaklarından da örnekler sunan Uzak Doğu Mekânı. Kore Mutfağını tanımak isteyenlere özel menü öneriliyor. Koreden getirilen özel pişerme üniteli masalarda yer alıyor. T-BONE STEAK HOUSE REST. İndirim: %15 İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi) Küçük Bebek Cad. No: 16 K. Bebek-lstTel:(0212)287 05 11 Fransız ve İtalyan Mutfağının sizlere sunduğu lezzetli ve değişik yemeklerle hoş bir

ortamda hafta sonu canlı müzik eşliğinde güzel saatler geçirebilirsiniz. TIFFANY T-R-M indirim: % 5 Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-lst. Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân THE CHINA RESTAURANT İndirim: % 10 (Gece) İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı indirimi) İndirim: %15 (Gündüz) İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı indirimi) Lamartin Cad. No: 17 Taksim-lst Tel: (0212) 250 62 63 Sizlere ilk defa Çin mutfağının lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin mutfağını sevenler veya Çin mutfağının tatlarını merak edenler için hizmetinizde. VAGABONDO'S RESTAURANT İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Köybaşı Cad. No: 278 Yeniköy -İst Tel: (0212) 299 00 54

cy

a

Tel (0216) 363 50 90 2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş Merkezi Etiler-lst Tel: (0212) 263 17 15 3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5 Bebek Litte China'larda sunulan yemekler Çin'in "Cantonese" bölgesinin özel yemekleri, bu mutfağı bilenler ve merak edenler için... LİTTE İTALY BAR-REST. İndirim: %10 İstiklal Cad. Örs Turistik İş Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8 Beyoğlu -İst Tel (0212) 243 17 18 MANDRA TAVERNA İndirim: %10 Ergenekon Cad. No: 73/B Pangaltı-lstanbul Tel: (0.212) 241 47 36 MAVİŞ MANTI İndirim: %10 Yeni Çarşı Cad. No: 76 Galatasaray -İst Tel: (0212) 249 48 94 MESERRET CAFE-BAR-RESTAURANT İndirim: %10 Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4 Tepebaşı-lstTel:244 39 55

pe

KRYOLAN Profesyonel Makyaj Malzemeleri ACADEMİE Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri FREED Dans ve Bale Malzemeleri DANSKIN Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri SHOW & KARNAVAL Malzemeleri ve Aksesuarları PROFESYONEL SİHİRBAZLIK Malzemeleri KOSTÜM ve MASKOTLAR Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri

VİRA KOZMETİK SAN. ve TIC. A.Ş. Merkez: Fener Kalamış Cad. No: 26/13 Kat: 3 81030 Kızıltoprak-istanbul Tel: (0-216) 347 30 70-347 71 60 Fax: (0-216) 337 05 25 Şube: Kastel iş Merkezi No: 36 Beyoğlu-istanbul (Atlas Sineması Pasajı Kuyumcular ve Antikacılar Çarşısı) Tel: (0-212) 293 36 37


İSIANBUL'DA YAŞAMAK KİTABEVLERİ • Dünya Tünel Kitabevi İndirim: %5 İstiklal Cad. No: 496 Beyoğlu-lstanbu Tel: (0.212)249 10 06 • Dünya Bebek Kitabevi İndirim: %5 Cevdet Paşa Cad. No: 232/1 Bebek-lstanbul Tel: (0.212) 265 71 03 • Dünya Nişantaşı Kitabevi İndirim: %5 Teşvikiye Cad. No: 164/3 Nişantaşı-lstanbul Tel: (0.212) 247 05 90 • Dünya Kadıköy Kitabevi İndirim: %5 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-lstanbul Tel: (0.216) 347 79 06 • Dünya Cağaloğlu Kitabevi İndirim: %5 Narlıbahçe Sk. No: 13 Cağaloğlu-lstanbul Tel: (0.212) 513 50 79 • Dünya Capitol Kitabevi İndirim: %5 Tophanelioğlu Cad. Altunizade Üsküdar-lstanbul Tel: (0.216) 391 18 80 • Dünya Svviss Otel Kitabevi İndirim: %5 Swiss Oteli Maçka Maçka-lstanbul Tel: (0.212) 259 02 26 • Dünya Hilton Oteli Köşk Kitabevi

TİYATROLAR

KOCAELİ

Beşiktaş Kültür Merkezi Hasfırın Sok. No: 75 Beşiktaş Tel: (0.212) 260 11 56

İstanbul Üniversitesi Maçka Maden Fakültesi Tel: (0.212) 231 21 00

Dormen Tiyatrosu Ergerekon cad. No: 98 Pangaltı Tel: (0.212) 241 27 37

Tiyatroom Beşiktaş Kültür Merkezi Tel: (0.212) 260 11 56

H. Çaman Yeditepe Oyuncuları Teşvikiye Cad. No: 160 Tel: (0.212) 225 71 98

Yayla Sanat Merkezi Maltepe Sahil Yolu, Süreyyapaşa Tesisleri Maltepe Tel: (0.216) 383 99 20-21

Kenter Tiyatrosu Halaskargazi Cad. No: 35 Harbiye Tel: (0.212) 246 35 89

İST. DEVLET TİYATROLARI AKM Büyük Salon Tel: (0.212) 245 25 90 Azizi Nesin Sahnesi Tel: (0.212) 245 25 90 A K M Oda TiyatrosuTel: (0.212) 245 25 90 Taksim Sahnesi Tel: (0.212) 249 69 44

Tiyatro Günbay Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu Tel: (0.212) 585 59 35

İST. BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI Harbiye M. Ertuğrul Sahnesi Tel: (0.212) 240 77 20 Harbiye Cep Tiyatrosu Tel: (0.212) 240 77 20 Fatih R. Nuri Sahnesi Tel: (0.212) 526 53 80 Üsküdar M. Celal Sahnesi Tel: (0.216) 333 03 97 Kadıköy H. Taner Sahnesi Tel: (0.216) 349 04 63 Gaziosmanpaşa Sahnesi Tel: (0.212) 578 60 67

Tiyatro İstanbul İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi Tiyatro Salonu - Balmumcu Tel: (0.212) 275 21 10 Tiyatro Mie Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Tel: (0.216) 347 48 31

Yunus Emre Kültür Merkezi Tel: (0.212) 661 19 41

Tiyatro Ti Martı Sanat Evi Baro Han No:330 Beyoğlu Tel: (0.212) 244 18 00

BKM Oyuncuları

TiyatroKare

pe cy

AFA KİTABEVİ İndirim: %20 İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17 Beyoğlu-lstanbul Tel: (0.212)249 22 18 AKYÜZ KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-lstanbu Tel: (0.216)336 90 81 BAKIRKÖY KİTAP SARAYI İndirim: %15 Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8 Bakırköy-lstanbul Tel: (0.212) 542 48 83 BEYAZ A D A M KİTABEVİ İndirim: %15 İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk. No: 1/A Bakırköy-lst. Tel: (0.212) 561 20 92 EVRİM KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi No: 78-106 Kadıköy-lstanbul Tel: (0.216)347 49 63 DÜNYA AKTÜEL

İndirim: %5 Hilton Oteli Elmadağ Harbiya-lstanbul Tel: (0.212) 233 00 94 • Dünya Holliday İn Crovvn Plaza Kitabevi İndirim: %5 Holliday İn Oteli Ataköy-lstanbul Tel: (0.212) 559 11 95 • Dünya Maltepe Kitabevi İndirim: %5 Maltepe Sahil Yolu S Plajı İstasyon yanı Maltepe-lstanbul Tel: (0.216) 442 09 50 • Dünya Borsa Kitabevi İndirim: %5 I.M.K.B. Binası Maslak-lstanbul GENÇLİK KİTABEVİ İndirim: %10 Mühürdar Cad. No: 68 Kadıköy-lstanbul Tel: (0.216)337 96 05 MEFİSTO KİTABEVİ İndirim: %15 İstiklâl Cad. No: 173 Beyoğlu-lstanbul Tel: (0.212) 293 19 09 Bakırköy Belediye Tiyatrosu

a

YANYALI RESTAURANT İndirim: %10 Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı İsmail Sk. No:1 Kadıköy-lst. Tel: (0216) 336 33 33 1919'dan beri Anadolu yakasında Türk mutfağını yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu, seçkin kadrosu ile damak zevkine hitap eden 100'e yakın yemek çeşidiyle hizmet vermektedir.

BÖLGE

T İ Y A T R O S U

Telefax: 0.262. 324 10 90 Tel: 0.262. 331 62 54

başlıyoruz... 19. D ö n e m Ö z g ü n Eğitim

AZİZNAME '95

Tiyatro ve Yaratıcı Drama Kursları

1997-1998

Çocuklarımıza özgüven duygusu,

estetik yaratım yeteneği, doğru ve güzel konuşma, uyumlu kişilik,

perspektif algılama, güzel sanatlara

yönelim, kültürel gelişim, üretkenlik, sanatçılığa ilk adım

- 2 Perde Yazan Aziz NESİN Yeniden Düzenleyen Yücel ERTEN Yöneten Burhan AKÇİN

HAKKARİ'DE BİR M E V S İ M - 2 Perde Roman Ferit EDGÜ Oyunlaştıran Kadir YÜKSEL Yöneten B. AKÇİN - K. YÜKSEL

7-17 Yaşlar Arası Farklı Yaş Grupları BU YIL VERİLECEK DERSLER X MİMİK ROL

X MÜZİK

X YARATICI DRAMA X SAHNE X DOĞAÇLAMA

X HAREKET

X DANS

X TİYATRO TARİHİ

SEN BEN Y O K BİZ V A R I Z - Çocuk Oyunu -

GODOT'YU BEKLERKEN - 2 Perde -

ŞİRİNLER Müzikli Çocuk Oyunu -

Yazan

Yazan

Muharrem BUHARA

Petra FORHMANN

Yazan Samuel BECKET

Yöneten

Yöneten

Yöneten

Burhan AKÇİN

Burhan AKÇİN

Taner BÜYÜKARMAN

GİŞE: 331 62 54 - 321 48 61'DEN Belediye İşhanı Batı Blok Kat. 5 41040 İZMİT 58


a

pe cy


a

pe cy


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.