Taze ö l d ü m , sevinç elbisemi giyindim. Şükür,
kendimleyim.
Kurdumla böceğimle, O R H A N
A L K A Y A
E R K E N
S Ö Z L E R
konuşsam, sakin.
a
v e hep b u n l a r d o ğ r u d u r d i y e , b i r s o n s ö z k a d a r d o ğ r u kaldım y e r k ü r e d e ; sığmazdım, azdım k e n d i n bir insan i k l i m i n d e k e n d i m i kazdım Orhan
Alkaya,
mukaddeme
cy
ben
HAYDAR
ERGÜLEN
K A R T O N
V A L İ Z
pe
r ü z g â r aynı c ü m l e d e iki kez eser ve kağıttan şiiri kovardı ikincisinde
SEYHAN
ERÖZÇELİK
ŞEHİR'DE
S A N S A R VAR!
Çünkü taammüden cinayet yok, a m a y i n e de d o I a ş ı y o r m u ş u m beynim zonklayarak, uluyarak, taş m e r d i v e n l e r i n d e k a l e n i n . Tuhaf.
Çok
tuhaf.
NOYİRMİYEDİ YAYINLARI HAVYAR SOKAK 27/3 T E L : 0 2 1 2 2 4 9 69 18
CİHANGİR
İSTANBUL
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri
Katkıda Bulunanlar:
Kapak: Savaş Çekiç
Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.
Müdürü:
Hayati Asılyazıcı, Halûk Şevket
Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz
ve San. Ltd. Şti.: Firuzağa
Mustafa Demirkanlı
Ataseven, Savaş Dinçel, Yücel
Abone Sorumlusu: Murat Güler
Mahallesi Ağahamamı Sokak 5/3
Genel Yayın Yönetmeni:
Erten, Ülker İnce, Emre
Teknik Müdür: Erkut Arıburnu
Cihangir 80060 İstanbul
Orhan Akaya
Koyuncuoğlu, Ahmet
Ofset Hazırlık: Tiyatro Yapım
Telefon: (0212) 243 09 37
Gene/ Yayın Yönetmeni
Levendoğlu, Şehnaz Pak, Öykü
Film Çıkış: Çağdaş Grafik
Fax:(0212)252 94 14
Yardımcısı: Yavuz Pekman
Potuoğlu, Hüseyin Sorgun,
Baskı: Mart Matbaası
Posta Çeki:
Yazı İşleri:
Kubilay Tunçer,
Abone Bedeli: 18.000.000.-
Tiyatro Yapım 655 248
Duygu Atay, Leman Yılmaz
Redaksiyon ve Düzeltme:
Yurt Dışı Abone Bedeli:
Banka Hesap No: T. İş Bankası,
Ayşe Nalân Özübek
150 DM/ 75 $
Cihangir Şb. 197 245
Giritli, Nihal Kuyumcu
EY L Ü L EK İ M
19 9
9
SAYI 9 5 - 9 6 I.500.000.-
A
Y
L
I
K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
İ
Kapak Fotoğrafı: Güvercin Müzik'in Can Yücel kasetinden alınmıştır. Teşekkür ederiz.
EDİTÖRDEN Orhan Alkaya/S.5 HABERLER/S.6
cy a
DAYANIŞMA ASLI AKÇİN YAŞAYABİLİR/S.4
İZLENİM DEPREM, TİYATRO VE GERÇEK Emre Koyuncuoğlu/5.9
ANISINA/İNCELEME CAN YÜCEL'İN ÇEVİRİ BİLİNCİ VE OYUN ÇEVİRİLERİ Ülker İnce /S. 12 ANISINA CAN YÜCEL'İN OYUNLARI TÜRKÇE SÖYLEYİŞİ ÜZERİNE Yücel Erten /S. 14 İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/S. 19
pe
İZLENİM OYUNCUNUN "KEYFİ" KÖPRÜLERİ Öykü Potuoğlu/S.20
İLLÜZYON İLLÜZYON SANATI VE TİYATRO-V Kubilay QB Tunçer/S.23 ÇİZGİ ROMAN Savaş Dinçel/5.24
DEVLET TİYATROSU DOSYASI DOSYA: DEVLET TİYATROLARI 50 YAŞINDA/ S.26 BİZCE: SARAY DARBESİ VE BOOMERANG Orhan Alkaya/S.31 HABER: DEVLET TİYATROLARI'NA YAZIK OLUYOR Mustafa Demirkanlı/S.32 SÖYLEŞİ: LEMİ BİLGİN İLE... Mustafa Demirkanlı/S.33 SÖYLEŞİ: RAHMİ DİLLİGİL İLE... Hüseyin Sorgun/S.40 SÖYLEŞİ: FERDİ MERTER İLE... Mustafa Demirkanlı/S.43 SÖYLEŞİ: TAMER LEVENT İLE... Mustafa Demirkanlı/S.46 YAKLAŞIM: DEVLET TİYATROLARI'NDA DÖNÜŞÜM SANCILARI Yücel Erten/S.48 KİTAP OSMAN ŞENGEZER, BİR MEKÂN VE ZAMAN USTASI Haluk Şevket Ataseven /S.50 ÇOCUK TİYATROSU BELÇİKA, HUY ÇOCUK FESTİVALİ Nihal Kuyumcu/S.52 İNCELEME DOKTOR NAGO Haluk Şevket Ataseven /S.54 SEZONA TOPLU BAKIŞ ACI PERDEYİ ARALARKEN Şehnaz Pak/S. 56 ANMA DOĞUMUNUN 150. YILINDA AUGUST STRINDBERG Hayati Asılyazıcı/S.62 BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR /S.63 EK/OYUN METNİ: DOKTOR NAGO Nejad/S. 67 3
DAYANIŞMA
Aslı Akçin Yaşayabilir Kocaeli Bölge Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Burhan Akçin'in kızı Aslı Akçin iki ay önce geçirdiği ani bir rahatsızlık sonucu Çapa Tıp Fakültesi Reanimasyon Servisi'ne kaldırıldı. Bitkisel hayata giren Aslı'ya Viral Enfeksiyon teşhisi kondu. Aslı'nın beynine yerleşen bir virüs yaşam mücadelesine, deprem mücadelesinden önce başlamasına neden oldu. Aslı üniversiteye gitme hazırlıkları yaparken, yoğun bakımda yaşam mücadelesi vermekte bugün.
pe cy
a
Burhan Akçin'in İzmit'teki tiyatro binası da hasar gördü.
"Tiyatro Vakfı" Girişim Komitesi olarak Kültür Bakanlığı'na, Müsteşar Yardımcısı Sayın Fikret Üçcan nezdinde girişimde bulunduk. Cevap bekliyoruz.
Akçin Ailesi'ne destek olmalıyız. Aslı'nın hastanedeki bir günlük yatak parası 300 milyon TL., hemen hemen her gün yinelenen reçetelerin her birinin bedeli de 300 ile 400 milyon TL. arasında.
Tiyatrocular Aslı'ya sahip çıkacaktır. Çıkmalıdır.
Destekleriniz için Burhan Akçin'in Banka hesap numarası: T. İş Bankası-İstanbul Tıp Fakültesi Şubesi 1200/3151049 Cep telefonu: (0532) 676 82 44 4
EDİTÖRDEN
Neler oldu sevgili okur bu arada, ah! Önce Can'ımız, kimbilir nereye gitti. Yirminci asrın ağzı bozuk Aziz'i, bizim yakışıklıların âlâsı Aziz'le, aslan ağabeyim Cemal'le, göbek taşlarının Tennessee'siyle, mutlaka Romy ile hasbihale gitti. Oralardayken, Shakespeare'e Necati'den söz edeceğinden hiç kuşkum yok. Size, benim canı yanmış hissiyatımdan sızan Can Yücel sayfaları, elbette sunmayacağız. Yakınlarda, Boğaziçi Üniversitesi'nde yaptığım bir konuşmada, ki beni Beckett üzerine birşeyler söylemem için davet etmişlerdi, neredeyse günün yarısı Can Ağbi'nin Shakespeare çevirilerini konuşmakla geçmişti. Orada ayrımsadım, akademik ortamımızın kan dolaşımı, evrensel yasadır, bu bilgili çılgınlıklardan el alıyor. Ülker İnce, dilimize pek çok başyapıt kazandırmış bu müthiş çevirmen, Can Yücel çevirilerini analiz etti; iki Türkçe Söyleme deneyimi olan Yücel Erten, içerden bir bakışla, bence bir önsöz yazdı ve dünya ahret kardeşim Ahmet Levendoğlu, nasıl güzel söyledi işte: Can'ıma değsin. İzniyle, yanımdaki kadehe uzanıp ekliyorum: Ağzında olsun Can Ağbi!
"bekliyoruz". İkinci Dünya Savaşı yıllarında, bombardıman altındaki Londra'da, eski (emekli) sanatçılar, tiyatrolarına koşup görev talep etmişler, bilinir. Hiçbir beklentileri olmaksızın. Bir tek arzu dışında; bombardıman altındaki insanların birkaç saatliğine de olsa, tiyatroya ihtiyacı olduğu bilgisi ve bunu giderme konusundaki o dayanılmaz, karşı konulamaz arzu dışında... Semiha Berksoy'un Bob Wilson'la çalışmasından müthiş ayrıntıları, Devlet Tiyatroları'nın oluşturduğu akıllara seza gündem, bir sonraki sayımıza erteletti. Başka, planlanmış birçok yazı ve süregiden "Otobiyografi" bölümümüzün Kum,Pan,Ya
pe cy a
Orhan Alkaya
Can Ağbi gitti, 7.4 şiddetinde bir deprem oldu. Bir yalan düzeni, ona ikna olan yurttaşlarıyla birlikte yeryeksan oldu. Yurttaşlar öldü, yurttaşlar evsiz barksız kaldı, yurttaşlar yeryüzü paranoyasıyla rû be rû tanıştı... yalan düzeni her yarıktan süzülüp hortluyor. Emre Koyuncuoğlu, bu derin travmayı an be an yaşadı ve yazdı. İzmit Şehir Tiyatrosu, bu coğrafyada rastlanan doğru direnmelerden birini, yürekli bir tutum içinde sürdürüyor. İçerde, arkadaşlarımızın ihtiyaç listesini okuyacaksınız. Ne yapacağınızı, elbette biliyorsunuz. Biz, dergimizin düzenlediği Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali'nin ikincisini, deprem bölgelerinde gerçekleştirmek üzere, projemizi tadil ettik ve Kültür Bakanlığı'na sunduk. Bizden, "biraz beklememizi" talep eden İstemihan Talay'dan, hâlâ yanıt
yazısı gibi. Çok şey oldu sevgili okur ve biz yeni bir
tiyatro sezonuna hazırlanırken, Devlet
Tiyatroları "Saray Darbesi" ile adeta 700. yıl kutlamasını 50. yıl kutlamasına yeğ tuttu. Bu konuyu, ülke medyasına tur bindirerek sizlere
aktaracak ve elbette arşiv değerimizi güçlendireceğiz. Ne ki, memlekette arşiv hak getire! Saray darbesi heveslileri için tek avuntu da bu olsa gerek. Biz de, Tomas Fasulyeciyan'ın kaybolan sandığının içindeki
el yazmaları ve Metin And üstadın kapıcı marifetiyle iç edilen yirmi koli evrakı gibi, bir
gün bütünüyle butlan oluruz belki. (Şimdi, tam bu noktada, bir Tiyatro Vakfı için neden çırpındığımızı anlatmayacağım elbette...) Sizin sevgili okur, böyle durumlarda başınız göğe ermeyecek elbet. Peki, başı göğe ereceklerin ömrü nasıl olacak da bitmeyecek. Ah, sevgili okur bir bilebilsem. Bir de, bilebildiğim, arkadaşımız, tiyatro sanatını merkezde değil, asıl ihtiyacımız olduğu yerde sürdüren Burhan Akçin'in güzeller güzeli kızı ölümle boğuşuyor. İçerde, Haber sayfalarımızda göreceksiniz. Lütfen, sevgili okur, birşeyler yapın. 5
Haberler... Devlet Tiyatroları Avrupa'da
AST, Avrupa'da Theather An der Ruhr Tiyatrosu'nun 10-20 Eylül tarihleri arasında Almanya'nın Mülheim kentinde düzenlediği "Türk Oyunları Festivali"ne Ankara Sanat Tiyatrosu Eşber Yağmurdereli'nin yazıp, Rutkay Aziz'in yönettiği "Akrep" ile katıldı.
TOMEB Kuruldu "Oyunculuk mesleğinin gelişmesi, ülkemiz insanının oyunculuk mesleğini diğer saygın meslekler gibi kabul ederek net bir şekilde ne işe yaradığını bilip tamamlayabilmesi için, gerekli eğitim ve araştırma çalışmaları yapmak ve tiyatro oyuncularının meslek disiplini ve ahlâkını oluşturup, geliştirmek, ortak çıkarlarını korumak ve haklarının takibi"ni amaçlayan, Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği (TOMEB) adı altında bir meslek birliği kuruldu. Birliğin kuruluşunu tamamlamak üzere Meslek Birliği Tip Statüsü'nün, Kültür Bakanı İstemihan Talay'a iletileceği açıklandı.
a
Theather An der Ruhr'un 10-20 Eylül tarihleri arasında Almanya'nın Müllheim kentinde düzenlediği "Türk Oyunları Festivali"ne Devlet Tiyatroları 3 oyunla katıldı. Devlet Tiyatroları festivale, Ankara Devlet Tiyatrosu'nun Aziz Nesin'in öykülerinden Yücel Erten'in uyarlayıp yönettiği Azizname '95, İstanbul Devlet Tiyatrosu'ndan Matei Visniec'ten Ahmet Güngören'in dilimize kazandırdığı, Müge Gürman'ın yönettiği "Küçük Bir İş İçin Yaşlı Bir Soytarı Aranıyor" ve George Tabori'nin yazıp, Özdemir Nutku'nun dilimize kazandırdığı ve Cüneyt Çalışkur'un yönettiği "Bir Casusa Ağıt" adlı oyunlar ile katıldı.
Tiyatrom'un 15. yıl etkinliklerine, Nâzım Hikmet'in yazıp Gürol Tonbul'un yönettiği "Yolcu" ile katılacak.
pe cy
Ayrıca, Ankara Devlet Tiyatrosu, Bulgaristan'ın Razgard kentinde 14-17 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen "Theatre Of Peace" festivaline, Bilgesu Erenus'un yazdığı, İskender Altın'ın yönettiği "Arka Bahçe" isimli oyunla katılırken, 23-29 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen "One Man Show" Festivali'ne de Erdinç Dinçer'in yönettiği ve oynadığı "Sessizliğin Sesi" pandomim gösterisi ile katıldı. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu da, 15-18 Ekim tarihleri arasında Berlin'de gerçekleştirilecek
İzmit Şehir Tiyatrosu, Romanya'da 1-10 Ekim tarihleri arasında Romanya'nın "Targu Mureş Drama Fest-99" Festivali'ne Türkiye'den İzmit Büyükşehir belediyesi Şehir Tiyatroları, "Mutfak Kazaları" ile davet edildi. Açık Tiyatro projesi olarak hazırlanan "Mutfak Kazaları"nı Emre Koyuncuoğlu yönetti.
İstanbul Devlet Tiyatrosu, Bursa'da İstanbul Devlet Tiyatrosu, Refik Erduran'ın yazıp Gürcü yönetmen Aleksander Kantaria'nın yönettiği "Yemenimin Uçları" oyununu 1924 Ekim tarihleri arasında Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'nda sahneleyecek.
Tiyatro Manga Saldırıya Uğradı Tiyatro Manga, Sivas Gürün'de saldırıya uğradı. Haldun Taner'in yapıtlarından derlenmiş bir oyunla perde açan topluluk, oyun sırasında yerel yöneticilerin müdahalesi ile karşılaştı. Ardından onların kışkırtmasıyla salona sokulan bir grubun saldırısına uğradı. Güvenlik güçleri saldırganları engellemek yerine oyunu durdurmayı ve topluluk elemanlarını gözaltına almayı tercih etti. 6
Rustaveli Devlet Tiyatrosu İstanbul'da İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun davetlisi olarak İstanbul'a
Haberler.
Maria Stuart, İtalyan Kültür'de Çağdaş İtalyan Tiyatrosu'nun önde gelen feminist yazarlarından Dacia Maraini'nin Schilller'den yorumladığı "Maria Stuart" adlı eseri Özkan Schulze'nin rejisiyle 2, 9 ve 23 Kasım tarihlerinde İtalyan Kültür Merkezi'nde sahnelenecek. Usal Onan'ın çevirdiği, dramaturgluğu'nu Sevda Akyüz'ün yaptığı oyunda Filiz Kutlar ve Ayça Telırmak rol alıyor. Oyun, İskoçya kraliçesi Maria Stuart'ın İngiltere kraliçesi I.
pe
Tiyatro ve TV Yazarları Derneği'nden Devlet Tiyatroları Repertuvarı'na Tepki
kitabı Kültür Bakanlığı yayınları tarafından yayımlandı. Hasan Erkek'in "Vive la Paix" Fransızca, "Radyo Çocuk Oyunları" ve "Oyun İçinde Oyun" Türkçe olarak yayımlandı
cy a
gelecek olan Rustaveli Devlet Tiyatrosu, Robert Sturua'nın en önemli yapıtlarından biri olan "Macbeth"i 24 Ekim günü AKM Büyük Sahne'de sergileyecek.
sanatı konusunda bunca ilerleme kaydedilmiş olmasına karşın, Devlet Tiyatroları İstanbul Müdürlüğü, Türk Tiyatrosu'nun ulaştığı düzeyi hiçe sayarak, yabancı hayranlığının batağından kendini kurtaramamıştır. Türkiye Cumhuriyeti devleti halkı ile öteki bütün ulusal kurumları ile bu derece gaflet içinde mi sanılıyor! Ve en acıklısı, özgürlük ve kişilik davası peşinde olduklarını söyleyen, Devlet Tiyatroları'nın kimi sanatçı mensupları Türkiye Cumhuriyeti Devlet Tiyatroları'nın bu derekeye düşürülmüş olmasını nasıl hazmedebilmiş olmalarıdır. Atatürk'ün 'Uygarlık tek, kültürler ayrı ayrıdır' diye gösterdiği amacın içinde, ulusal bilincimize ve değerlerimize sahip çıkmak gerçeği de yatmaktadır. Bu gerçeği ve Cumhuriyet'in en önemli sanat kuruluşlarından biri olan Devlet Tiyatroları; adındaki devlet kavramını da hiçe sayamaz. Onu, kimi yöneticilerin, kişisel tutku ve seçkilerinin aleti yapamaz! İlerde daha geniş açıklama ve daha kapsamlı girişimlerde bulunmak koşulu ile bütün ilgili ve yetkililerin dikkatini çekiyoruz."
Tiyatro ve TV yazarları Derneği'nin bildirisini yorumsuz sunuyoruz. "Cumhuriyetimizin 75. yılını, Devlet Tiyatroları'nın da 50 yılını geride bıraktığı bir dönemde, İstanbul Müdürlüğü'nün 19992000 repertuvarının utanç verici bir seçim olduğunu kamuoyuna duyuruyoruz. Devlet Tiyatroları İstanbul Müdürlüğü; sanki, Türkiye Cumhuriyeti 75 yıl önce; Devlet Tiyatroları da elli yıl önce Ulusal Tiyatro değerlerimizi göstermek için kurulmamış gibi, sezonu beş yabancı piyesle, iftihar ilânları vererek açmaktadır. Sanki, Sivas Kongresi'nde patlak veren manda -yabancı himayeMustafa Kemal'in öncülüğünde reddedilmemiş; Misak-ı Milli hayata geçirilmemiş; Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış gibi; çağdaşlaşma ve tiyatro
Hasan Erkek'ten Üç Tiyatro Kitabı
Anadolu Üniversitesi Tiyatro Bölümü öğretim üyesi olan Hasan Erkek'in biri Fransızca, üç
Elizabeth'in emriyle hapiste tutulduğu 18 yıllık dönemle, biri mahkûm diğeri iktidarda iki kraliçeyi anlatıyor. Oyun boyunca hiç karşılaşmayan iki kraliçe birbirlerine kişisel kızgınlıkları olmadığı halde düşman durumundadır. Ve sonunda I. Elizabeth istemeyerek de olsa Maria Stuart'ı idam sehpasına gönderecektir.
7
Haberler... "Tiyatro Vakfı" Kuruluş
Deprem Bölgesi, Özellikle Çocuklar Tiyatro Bekliyor
Çalışmaları Hızlandı
Gökkuşağı Projesi'nin VAKFIN AMACI
İhtiyaçları
"Tiyatronun toplumların yaşamında vazgeçilmez bir sanat olduğunu kabul ederek, bu sanat alanının sevilmesi, yaygınlaşması, gelişmesi için 8 yıldır yayımlanan Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin yayımına devam etmek; her yıl Türkçeİngilizce olarak Tiyatro Yıllığı yayımlamak; tiyatro dökümantasyon merkezi oluşturarak tüm tiyatro birikimini bir merkezde toplayıp geleceğe belge-bilgi bırakmak; yanı sıra görsel arşivle birlikte yurtdışı festivallerle ilişkiler
Yaşadığımız Körfez Depremi'nden sonra, İzmit Şehir Tiyatrosu, tiyatro insanı olmanın sorumluluğu ile, bölgedeki çocuklara destek olabilmek için Gökkuşağı Projesi'ni yaşama geçirmeye
kurmak, oyunların tanıtımlarını yapıp, Türk topluluklarının
başladılar. Arkadaşlarımızın her türlü desteğe ihtiyacı var.
yabancı festivallere davet edilmesini sağlamak; çocuk
Psikolog, pedagog, tiyatrocuların desteklerinin yanı sıra,
tiyatrosu üzerine başlatılan girişimi (Kurultay-Eğitim
toplulukların oyunlarına da ihitiyaç duyuyorlar.
a
Programı ve Festival) devam ettirerek çocuk tiyatrosunda
Bölge çocukları, iyi, daha iyi oyunlar istiyorlar,
çocuklar için tiyatro dergisi çıkarmak ve nihayet Tiyatro
onlara ihtiyaçları var.
pe cy
kalıcı açılımlar sağlamak; koşulların olgunlaştığı noktada Müzesi'ne ulaşacak yapılaşmanın adımlarını atarak orta vadede (5-10yıl) Tiyatro Müzesi'ni hayata geçirmek."
Biz de, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak, bu yıl
gerçekleştireceğimiz "Uluslararası Çocuk Tiyatrosu
Yukarıdaki amaç doğrultusunda hayata geçirilmek üzere
kuruluş işlemlerine başlanan Tiyatro Vakfı Senedi son şeklini aldı ve kurucu adaylarına gönderildi.
Yaz aylarının kopukluğu ve ardından yaşanan Körfez Depremi nedeniyle yavaşlayan çalışmalar hızlandı.
Kasım ayının ikinci yarısında "Tiyatro Vakfı" kuruluş işlemlerini bitirmeyi planlıyoruz.
Festivali"nin, Mersin/Tarsus bölümünü iptal ederek, Festivali İzmit'te merkezli gerçekleştirmek üzere projemizi tadil ettik ve Kültür Bakanı İstemihan Talay'a ilettik.
Kendileri bir süre daha beklememizi, bir iki ay sonra projeye başlamamızı söylediler, hazırlıklarımızı buna göre yapıyoruz. Ancak, İzmit'teki arkadaşlarımızın ihtiyaçlarının acil olanları şunlar:
Bugüne kadar: Dinçer Sümer, Tuncer Cücenoğlu, Refik Erduran, Şahika Tekand, Nalân Özübek, Yasemin Alkaya, Abdullah Uyan, Reha Bilgen, Füsun Demirel, Yücel Erten, Burhan Akçin, Salim Dörtcan , Orhan Alkaya ve Mustafa Demirkanlı evrakalarını tamalayarak teslim etmişlerdir. Diğer kurucu adaylarımızın da Ekim ayı sonuna kadar
HP 51629 A/HP 51649 A - 670 Yazıcı Kartuşu Fotokopi Makinesi, toner ve A-4 kâğıt Fax kâğıdı Dekor-kostüm yapımı için nakit para Her türlü kırtasiye malzemeleri
evraklarını tamamlamalarını beklemekteyiz. Gerekli evraklarla ilgili bilgi almak isteyen kurucu adaylar veya kurucu olarak katılmak isteyenler (0212) 243 09 37 numaralı telefondan bilgi alabilirler. 8
Hesap No: Etibank İzmit Şb. Hesap no: 9743-405 Şartlı bağış: İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Müdürlüğü
İZLENİM
17 Ağustos Sabahı Körfez'de Yaşam Durdu, Yeniden Harekete Geçmeye Çalışıyor
DEPREM, TİYATRO VE GERÇEK Koyuncuoğlu
Hatırlıyorum, İzmit Şehir Tiyatrosu açılış oyunu çalışmakta. Aynı zamanda Türkiye'nin birçok ilinden gelmiş genç tiyatrocunun da birbirleriyle tanıştığı ve çatıştığı prodüksiyon, "Hamlet"in provaları sürmekte. Tiyatro binası bitmemiş durumda. İnşaat tozu, gelecek kaygısı, Ağustos sıcağı, neonlu pişmaniye dükkânları ve Shakespeare'in tam versiyon "Hamlet'i bulamaç halinde. Işıl Kasapoğlu'yla dramaturgi açısından en temel noktada anlaşıyoruz; oyun bizim topraklarımızın kokusunu taşımalı. Hayalet Sahnesi'nin koreografisinde hayalet baba karakterinden vazgeçip hayalet halk imgesini yerleştiriyoruz. Hayalet halk topraktan çıkıyor, onlara ihanet edenin kim olduğunu Hamlet'e fısıldıyor ve yine toprağın içine girerek kayboluyor. Hayalet kavramına değil de, halk kavramına takılıp kalıyoruz. Polonius halktan biri değil mi? Tabii ki. Ya Claudius? Ya Gertrude? Tabii ki... Herkes sonuçta toprağa düşüyor ya da topraktan sıyrılıyor. Efter Tunç dekoru
pe
cy a
Emre
İzmit Şehir Tiyatrosu sanatçıları için hayat çadırda devam ediyor.
Ankara'dan getiriyor. Oyunun yer alacağı platonun üstünde toprağa yarı gömülü bedenler göze çarpıyor. Bir Provada, Tardu (Flordun-Hamlet), Polonius'u vurduktan sonra Polonius'un bedenini, toprağa yarı gömülü mankenlerin altına saklıyor. Üstüne oturup, Rosencrantz ve Guildenstern'e "Yemeye gidip yem olduğu yerde..." gibi bir şey diyor... Işıl, sahneyi beğeniyor. Bu sahne oyunda böyle saklı kalıyor. Göçük altından gelen sesleri unutmak mümkün değil... Deprem sonrası annemle karşılaştığımızda "iki yıl önce oyununu yapmışsınız" diyor, kısaca. Gözlerinde endişe ve korku var. Koreografide olduğu gibi, insanları toprağın altından çıkarmayı istemek ve çıkarmak bu sefer o kadar kolay değil. Bu sefer her şey çok fazla gerçek. İstenmeyecek kadar. İstanbul-İzmit yolunda bir tırın altına girip, kurtuluyorum. Yağmurlu bir akşam, Işıl ramazan yemeği veriyor, tiyatroda. Yetişmem olanaksız. Zaten koşturmaktan çok yorulmuşum. Karakolda yeniden sigara içmeye başlıyorum. Muharrem (Çelik) Abi bir 2001 uzatıyor. "Mutfak Kazaları"nı çalıştığım oyuncu arkadaşlarıma soruyorum. "İzmit'in içinden çok fazla tır geçiyor. Birini durdurup üstüne çıkabilsek..." Muharrem Abi, "TIR'ları ben bulurum" diyor, geceyarısı provadan sonra eşinin yaptığı kuru köfte, kızarmış patatesleri yemek için hep birlikte evine giderken. Gösterinin prömiyeri 3 TIR üzerinde gerçekleşiyor. TIR'ın sahipleri gösteriyi uzaktan seyrediyorlar. Temiz gömlek, ütülü pantolon giymişler. Depremin ilk gününün sabahı. Göçükler arasında Muharrem Abi'nin evini 9
ne diyorsun! 20 bin ölü!. Dile kolay! Ne festivali ne tiyatrosu... İlaç lazım, sterilize su lazım... "Başka ne lazımmış? Tamam, ben yarın İzmit'e gidiyorum, yanımda götürebilirim" Tiyatrodaki arkadaşlar arasında yapılan telefon konuşmalarının olağan içeriği. Aramızdan bir grup ise, göçük altından insan kurtarmak için sürekli İzmit'te tiyatronun önünde yatıp kalkıyor. Böyle bir durumda tiyatronun lafı mı olur? Olur. Tiyatro çözülüp Tiyatro oluyor, kafamda. Yani şekli, yapısı, söylenme biçimi, seslenme biçimi aynı kalıyor belki, ama çok farklı artık benim için. Çok çabuk fark ediyorum ki, bizim için. Hepimiz bunu düşünüyoruz. Depremin dördüncü günü Işıl arıyor, "Hemen bir proje hazırlamamız gerekiyor" diyor. "Mesleğimizi kullanarak bölgede çalışmamız gerekir" diyor. "En iyi yapabileceğimiz şeyle, insanlara destek olmalıyız". Biz en iyi neyi yapabiliriz? Tiyatro.
pe
cy
bulmaya çalışıyoruz. Yıkıntının karşısına çömelip bakıyorum. O anın, yok olmuş bu evin içinde nasıl yaşandığını kafamda canlandırmaya çalışıyorum. Mutfak gerideydi, merdivenler sol tarafta, kaçarken nereye kadar ulaşmış olabilirler... Esra (Bezen Bilgin) tozların içinden kırmızı, plastik yapma bir gül getirip arabanın camına yerleştiriyor: "Misafir odasındaki camekânlı büfede ne kadar çok vardı" diye mırıldanıyor. Arzu'nun (Bigat Baril) çığlığıyla sesleri yeniden duymaya başlıyorum. Pencereden evlerin nasıl gidip geldiğini izlemeye kitlenmiştim. Ertesi gün 2. İzmit Uluslararası Sokak Tiyatrosu Festivali'nin açılışı var. Heyecandan uyuyamıyoruz. Festival için, İzmit'teki modern dans öğrencileriyle hazırladığım gösteride Emine Hanımla (Karakaş), Fatoş Abla (Fatma Beyhan Koşar) olacak. Depremden önceki gün tiyatrodan çıkarken Fatoş Abla santralden sesleniyor: "Ay Emre Hanım, bir sahneye çıkmadığımız kalmıştı, ona da bulaştırdın bizi"... Oğlunun elinden tutup tiyatronun önünde çocukların oynadığı alana doğru götürüyorum. Bir yere oturuyoruz beraber. Çok sessiz. Yüzüne bakıyorum. Annesine ne kadar benziyor. Deprem sabahı Arzu'ya, Festival'in açılışı herhalde biraz ertelenecek değil mi? dediğimi hatırlıyorum... Ne diyorsun? Diye kızıyorum kendime,
a
Depremzede çocuklar, İzmit Şehir Tiyatrosu sanatçılarıyla birlikte, güne spor yaparak başlıyor.
10
Projenin içeriği belirleniyor. Sanatla depremzedelere destek ve rehabilitasyon çalışmaları... Çocuklara; "Gökkuşağı Projesi". "Elimizde ne var?" diye bakınıyoruz. Çocuk oyunlarımız var, genç bir sanatçı kadromuz var, hareket edebilecek ve kolay kurulabilecek kukla ve gölge oyunlarımız var. Çocuklarla yaratıcı drama çalışması yapmaya gönüllü arkadaşlarımız var. Maddi ve manevi destek için araştırma yapmaya
başlıyoruz. Mehmet (Cebe) sesleniyor. "Ben, Ankara'dan çizgi-film istedim. Çadırkentlerde sine-vizyon kuracağım." Kocaeli Üniversitesi Psiko-Sosyal Yardım Masası oldukça hızlı ve rafine bir bilgi aktarımında bulunuyor. Akşam, gereksinim var dedikleri çadırkentte "Nasrettin Hoca" kukla oyunundan bölümler oynamaya başlıyoruz. Ardından da çizgifilm gösterisi. Hava kararırken insanlar kendilerini daha çaresiz ve yanlız hissederler, demişti psikolog. Bu aklımızdan çıkmıyor. Her akşamüstü bu tür gösterileri tekrarlama kararı alıyoruz. Şafak (Karaali) askeri bir disiplin içinde akşam programlarını düzenliyor. Diğer çadırkentler saptanıyor, 30 civarında çadırkentle ilişkimiz olabileceği ortaya çıkıyor. Bir ara Veysel'den (Sami Berikan) "Artık, 22'sinde koşulları biliyoruz, daha sağlıklı çalışabiliriz" sözünü duyuyorum. Takım inanılmaz. Ekibimiz ne güzelmiş. Tiyatro değişiyor. Tiyatronun mekânı bir kültür merkezi artık. Mekân hareket ediyor. Tıpkı bastığımız toprak gibi. Nerede konaklanırsa, mekân orası oluyor. Tıpkı yaşanan gerçekte de olduğu gibi. Tarık (Keskiner) saz çalmaya başlıyor, canı istiyor. Etrafına insanlar toplanıyor, izleyicisi oluyorlar. "Ertesi gün yine gelir misin?" diye soruluyor. Bir sonraki gün Ufuk (Aşar) katılıyor, o da şiir okuyor. Sessizce dinliyor, etraftaki insanlar. Kendiliğinden
pe
cy a
Sabine Jamet, Kültür Merkezi'nin bahçesinde çocuklarla çalışma sırasında. paylaşılıyor. "Neden her şey bu kadar çarpıyor. Tabii ki biz itfaye değiliz. tabii... Ödenekli ve özel tiyatrolardan doğal" diye soruyorum kendi kendime... Ancak, bizim mesleğimiz de insanla destek isteniyor. Kimse, hayır demiyor. Peki bu insanlar daha önce neredeydi? ilgili. Onların duygularıyla, Proje büyüyor, uluslararası boyutlara Ya da biz neredeydik? Performansın düşünceleriyle, varoluşlarıyla, istekleri ve ulaşıyor. Ancak başlattığımız projeye kendisi böyle bir şey değil mi? Peki biz ihtiyaçlarıyla ilgili. bireysel anlamda destek göz yaşartıcı. neden bu kadar kopuğuz? Yalnızca Sürekli insan insanlardan telefonlar "Roberto Zucco" çalışırken, katil kavramı performansçılar mı kopuk acaba? geliyor, "Söyleyin ne yapalım?" diye... üzerinde ve özellikle de "ruh katillerinin Tüm bu çalışmaları sürdürdüğümüz Günlerdir bir odada oturmuş, nasıl cezalandırabileceği" üzerine uzun tiyatronun girişi; çocuk yuvası gibi. depremden kurtardığım bilgisayarımda uzun düşünmüştüm. Bir avukata bile Etrafımdaki çocuklar bilgisayarda yazı yazmak için kendimi zorluyorum. danıştım, anneme. Ruh katillerini Hollanda Tiyatro Enstitüsü'ne İngilizce Tiyatrodaki odamdaki dolaplar her artçı cezalandırmanın çok zor olduğunu yazdığım mektubu okumaya çalışıp depremde yıkılıyor. Seka Sahnesi çok söyledi. Her şey fiziki varoluş üzerinden gülüşüyorlar. Dışarda Sabine Jamet'nin hasarlı diyorlar... Gerçek bu kadar işliyor. Kaç ölü var? Kaç yaralı var? Kaç çalışmaları devam ediyor. Çocuklar hep oyunsu olabilir mi? Tiyatro ve gerçek bu tane çadıra ihtiyaç duyuluyor? Ne kadar bir ağızdan "up and down" diye kadar iç içe olmamıştı, benim için. Bizim para gerekiyor? bağırıyorlar. Konuşulan dilden öte, çok için. Genelde istediğimiz şey; insan gücü ve başka bir şey paylaşılıyor. Gözlerini emeği. İzmit'e gelip birebir çalışma Bazı şeyleri unutamıyorum, bazılarını ise kapatıp, belli bir süre sakin kalan yapacak sanatçılar aranıyor. Mesleklerini hatırlamıyorum. çocuklara Sabine soruyor, "Ne bu yönde kullanabilecek sanatçılar gördünüz?" Yılanlar, devler, karanlıktan çıkan hortlaklar... Derken biri; "uzay" diyor. Oh buna da şükür... Sabine'le röportaj yapıyorum. Bana çocukların seyirci kalmaması gerektiğini çalışmaların buradaki insanı "aksiyon"a yöneltecek tarzda olmasının onlara daha yararlı olacağını söylüyor. Çünkü insanlarda belli bir yük var. Oyuncu olmakla, seyirci olmak arasındaki ilişkinin 'oyunu oynayana seyirci kalmaya' dönüşümünü bir kez daha düşünüyorum. Sabine'i yolluyoruz. Gökmen (Kasabalı) ve Neslihan (Türköz) dans çalışmalarını devam ettiriyorlar. Artık ne yapmamız gerektiğini el yordamıyla bulmak zorunda değiliz. İlk olarak Kültür ve Sanat Kurumları'nın böyle bir duruma ne kadar hazırlıksız yakalandığı gözüme
Işıl Kasapoğlu, İzmit'te de "Gökkuşağı" projesini hayata geçirmeye çalışıyor. 11
ANISINA/ İNCELEME
CAN YÜCEL'İN ÇEVİRİ BİLİNCİ VE OYUN ÇEVİRİLERİ Ülker İnce
Can
Yücel'in
çevirmenliği ülkemizde yazın
tartışmanın baş konularından biridir.
çevirisi uygulamaları alanında pek çok Çoğu kez Can
tartışılamayan konular vardır: Çeviri sadık mı olmalı, yabancılık mı öne çıkmalı yerlileştirme mi,
serbest mi yapılmalı,
çevirmen yazarın arkasında
önünde mi, yani görünmeli mi görünmemeli mi? Bu
"önüne" geçen,
fazlaca
O
tartışmalardan
"serbest" çeviri yapan,
"görünen" bir çevirmendir.
Bu tutuma karşıt olanlarca öylesine eleştirilmiş,
C.
"Çeviren"yerine
Yücel'in
"yerlileştiren", yazarın
Bunun en uç örneğidir.
çareyi -sanki karşıtlarına
pe cy
verircesine-
Oysa
mı olmalı,
hatta yaptığı işin çeviri olmadığını
bile söyleyenlerin suçlamalarına hedef olmuştur ki o da biraz hak
çeviride
a
payına düşen sıfatlar bellidir.
Yücel'in adı anılmadan
"Türkçe söyleyen" demekte
biraz düşünülürse çevirmek elbette
bulmuştur.
"Türkçe söylemek" demektir,
yani farklı bir şey değil. Ama onun yaptığı çevirileri çeviri olarak kabul etmekte zorlananları
Alt sıradaki fotoğraflar: Mehtap Yücel
12
bu
çözüm
biraz rahatlattı.
Çeviride "sadakat" çeviri tarihinin en eski tar tışma konularından biri. Çevirmen neye sadık kalmalı, sözcüklere mi anlamalara mı, bu so ru çeşitli biçimlerde çok tartışıldı ama çeviribilimciler için bu konunun artık bu biçimiyle es kidiğini söylemek olası. Çünkü çeviri gerçek leri bilindikçe "sadakat"ın öylesine yalınkat bir kavram olmadığı, çok katmanlı, çok öğeli olduğu anlaşıldı. Metne sadakat dendiği za man da, metnin nesine sadakat, sorusuyla karşı karşıya geliyoruz. En basitinden metin boşlukta üretilmiyor, belli bir zamanda, belli biri tarafından belli birilerine bir şeyi iletmek amacıyla üretiliyor; çeviride bütün bu girdiler değişeceğine göre, üretilecek metnin kendi üretim koşulları içinde değişiklikler gösterme sinin kaçınılmazlığı ortadadır. Kaynak metnin değişmesinin kaçınılmazlığı düşüncesini belki herkes kabul eder de gelgelelim iş bu değişi-
min sınırlarını konuşmaya gelince ciddi anlaş mazlıklara tanık oluruz. Biraz değişebilir ama çok değişmemeli diyenler var; bir de sınırları alabildiğine geniş tutanlar. Birinciler için çevi ri çeviri kokmalıdır; asıl olan onun yabancılığı dır; bu başlı başına bir tat kaynağıdır; okur çevirmeni değil yazarı görmek ister (ama çe virmenin varlığını unutmaya olanak var mıdır, çeviri metnin çevirmenin elinden çıkmış oldu ğunu, yazarın yazdığı metin olamayacağı gerçeğini tersine çevirmeye olanak var mıdır, bu ayrı bir tartışma; ikinciler için ise çeviri erek dilde, erek dizge koşullarında üretilmiş bir metin, erek dizgeye taşınması gereken bir metindir, ayrıca çevirmenin kendine özgü, benzersiz seçimlerini yansıtır, ancak o çevir men o metni öyle çevirebilir, çevirinin gerçek üreticisi çevirmendir; yani bütün varlığıyla or tadadır, bundan kaçınmak olanaksızdır. Bu iki görüşün de hem ülkemizde hem dünyada yandaşları var. Yabancılığı ve yadırgatıcılığı erek dil ve kültüre olası katkıları açısından sa vunanlar ile rahat okunurluk ve yerliliği güçlü bir iletişimin koşulu olarak ve gene erek kül tür dizgesine olası katkılar açısından gerekli görenler. Bu kavga -böyle bir kavga varsason sözünü de söylemiş değil. Çünkü çeviri nin her iki türlüsü de hem geçmişte hem gü nümüzde yapıldı, yapılıyor. Demek ki, hangisi doğru, hangisi yanlış sorunu çözülememiş. Ülkemizde Can Yücel'in çeviri tutumunu doğ ru bulanlar da yanlış bulanlar da var. Ancak bu konuda yazılanlara bakarsak, çevirilerini beğenenlerle beğenmeyenlerin aynı noktada birleştiklerini görüyoruz. O metni öylesine "çok" değiştirmekte, yerlileştirmekte, öylesi ne "kendinin" yapmaktadır ki biz kaynak metnin yazarını değil onu okumuş oluruz.
pe cy
Can Yücel'in bu eleştirilerden ne oranda ra hatsız olduğunu kendisiyle Metis Çeviri Dergisi'nde yapılan söyleşideki şu sözleri okumasaydım asla tahmin edemezdim. "Ben çeviri yapmıyorum artık Bu iş bitsin yani. Aman benzedi, benzemedi, bilmem ne etti"(14) Dikkat edilirse onu çeviri yapmaktan vazgeçirtecek kadar bezdiren şey çeviri değil, "benzedi, benzemedi" konusu. Zaten nasıl çeviri yaptığı, neleri gözettiği sorulduğunda büyük bir coşkuyla, çok da güzel anlatıyor, çok önemli ve karmaşık çeviri konularını şa şırtıcı bir basitlikle dile getiriyor, bu işi sevdi ği, bundan heyecan duyduğu çok belli ama "benzedi, benzemedi" dediler mi de tepesi atıyor. Bana pek dokunaklı geldi, çeviriyi bu yüzden bıraktığını söylemesi. Bu sözlerde bir küskünlük de var sanki. "Anlatıyorum işte si ze, benim için çevirinin ne olduğunu, daha ne diyeyim?" der gibi. "Anlamamakta direnirseniz ben de bir daha çevriri yapmam, olur biter," der gibi.
a
Beğenenlerin be ğenmeyenlerden far kı onların buna, yani hep C. Yücel'i okuyor olmaya hiç itirazlarının bulunmamasıdır; çünkü güzel bir şey okumuş ol maktan hoşnutturlar. Çevi ri tutumuna karşı olanlar arasındaysa çeviriye kendi damgasını vurmaya "hakkı"* olup ol madığını sorgulayacak kadar ileriye gidenler olmuştur; tabii "hakkı yoktur" anlamında. Gene karşı olanlar kimi çeviri ve kaynak me tin birimlerini karşılaştırıp büyük anlam sap maları saptayarak metne sadakatsizlik suçla masını yöneltmişler.
Bu sözleri söyledikten sonra Can Yücel daya namayıp çeviri yaptı mı yoksa yapmadı mı, izlemedim, bilmiyorum. Ama artık gerçekten de çeviri yapmayacak ne yazık ki. Şimdi yapı labilecek şey onun çevirilerine, yaygın kanıla rın ve yargıların gözlüğüyle bakmadan önce nasıl bir çeviri bilincine, anlayışına sahip oldu ğuna bakmak. Çünkü yukarıda adı geçen söyleşideki soru ve yanıtlardan çıkan şu: Can Yücel'in belli bir çeviri anlayışı var; çeviride neyi amaçladığını açıklıkla biliyor ve dile geti riyor ama onunla söyleşi yapanlar amacını ya da anlayışını değil, sonuçları tartışıyorlar. Si zin çevirileriniz neden böyle diyorlar. Böyle olsun diye yaptığı için böyle. Yani çeviri anla ıyla çeviri ürünleri arasında hiç tutarsızlık yok. Bu bakımdan ben Can Yücel'in oyun çevirile-
"Ben çeviri yapmıyorum artık Bu iş bitsin yani. Aman benzedi, benzemedi, bilmem ne etti" Dikkat edilirse onu çeviri yapmaktan vazgeçirtecek kadar bezdiren şey çeviri değil, "benzedi, benzemedi" konusu. Bu sözlerde bir küskünlük de var sanki. "Anlatıyorum işte size, benim için çevirinin ne olduğunu, daha ne diyeyim?" der gibi. "Anlamamakta direnirseniz ben de bir daha çevriri yapmam, olur biter," der gibi.
ri üzerine bir şeyler yazmak isterken işe onun çeviri anlayışından başlayacağım. Çeviri anla yışını ana çizgileriyle ortaya koymak için de yukarıda adı geçen dergideki söyleşiye bak manın yeteceği kanısındayım. Söyleşinin ba şında kendisine -herhalde genel olarak- çeviri anlayışı sorulduğunda o şiir çevirisi özelinde yanıt veriyor. "Benim çeviri anlayışım aşağı yukarı şu" dedikten sonra "Kelimenin kitabi yahut alfabetik yahut kelam yanını değil, ana şiir olayını çevirmek istiyorum," diye ekliyor. Daha sonra bunu biraz daha açıyor, "Kelam tercümesi yerine, anlam tercümesi yerine şi irin bütününü çevirmek işin doğrusu", (11) "bütünselliğin kovalamacası" (12). Bu arada
bütünsellik kovalamacasını dengeleyecek kaygıyı anmakta da gecikmiyor: Dakiklik. "Olayın parçacıklarını, organın parçacıklarını nakil endişesi içindeyim."(11) Böylece bir yandan şiir çevirisinin ne sözcük ne anlam aktarımı olup şiirin bütününü aktarmak oldu ğunu söylerken bir yandan da dakik olduğu nu, parçacıkları nakil endişesi içinde olduğu nu, çevirinin "bunu at, onu getir" meselesi olmadığını söylerek (11), çeviride bütünü gö zetmek kadar parçacıkları dikkate almanın önemini vurguluyor. Ne parçacıklar tek başı na önemlidir ne de parçacıklar olmadan bü tüne ulaşılabilir. Yani benzerlik, isterseniz eşdeğerlik diyelim, tek tek parçaların benzerli-
13
a
yatro oyununun da çevrildiği zaman tiyatro oyunu olması gerekir. Birinci cümlesinde hem bu var hem de "şiirden daha sert" ol ması var. Durumu daha güçleştiren şeyler ne, bunlar da ikinci ve üçüncü cümlede saklı. Tiyatro oyunu, şiir gibi, yalnızca okunmak için çevrilmez; tiyatroda metin tiyatro olayı nın oluşturucularından yalnızca bir tanesidir; bu oluşturucular arasında seyirci çok önemli bir halkayı oluşturur; çünkü tiyatro "ses verip ses alma", sahneyle seyirci etkileşimi olma dan tamamlanmaz; seyirci okur değildir; se yirci ile sahne ilişkisi doğrudan, geriye dönüş süz, anlık ilişkidir. Peki bu ilişki nasıl kurula caktır? Can Yücel bunu da "anlamak" eyle mine bağlıyor. Ama oyunu anlamak değil, daha sonraki sözlerinden parodileri, alıntıları, göndermeleri v.b. anlamaktan söz ettiği or taya çıkıyor. "Brecht'e, Shakespear'e özgü göndermeleri nasıl bileceğim ben?" ("Ben" değil "seyirci" demek istiyor) Ne aktör ne se yirci anlamadığı şeyle ilişki kuramayacağına göre çevirmen anlaşılmayan göndermeler için bir çare düşünmeli, onları anlaşılır kılma lıdır.
pe cy
ğiyle ilgili değildir. Bütünde aranmalıdır. Ama bütünün parçalarında aranmayacaksa nere sinde aranacak? Şiir çevirilerinin kendi şiirle rinden ayırt edilemediği eleştirisine verdiği yanıtta bu sorunun da yanıtı var. "Özgün bir şiir yapısına vardığım için 'ha, bunu yapsa yapsa Can yapar' derler" (14) İşte ancak şiir çevirisi için söylendiği zaman anlaşılabilecek bir şey: Şiirin çevirisinin de şiir olması konu su. Bir romanı, bir makaleyi nasıl çevirirseniz çevirin, iyi ya da kötü gene roman, gene ma kale olur ama bir şiiri nasıl çevirirseniz çevirin şiir olmaz. Çok hassas dengeler üzerine ku rulan şiirde parçacıkların naklinin ötesinde hassas bir ayar gerekiyor. Can Yücel'in "da kiklik" sözcüğünü yeğlemesi de ilginç. "Sada kat" demiyor, dakiklik diyor. Saat imgesin den yararlanıyor ne demek istediğini anlata bilmek için. Yani çeviriyle kaynak metin ara sındaki ilişki kocaman sarkaçlı, ayaklı bir du var saatiyle, küçücük dijital bir kol saatinin aynı dakikayı göstermesi gibi bir ilişkidir ona göre. Burada "dakiklik"le gene bütünselliğin vurgulandığına tanık oluyoruz.
Şimdi buradan oyun çevirilerine atlamanın tam sırası. Çünkü aynı derginin 15. sayfasın da tiyatro çevirileriyle ilgili soruyu şiirle karşı laştırma yaparak yanıtlıyor: Mesele tiyatroda şiirden daha serttir." Bunu da tiyatro metni çevirisini bütün öteki türlü metinlerin çeviri sinden ayıran özelliklerin hepsini özetleyen bir cümleyle açıklıyor: "Siz okuyucuya, oku yup anlamaya çalışan insana hitap etmiyor sunuz. Doğrudan doğruya ses verip, ses al ma ve sonunda da alkış alma zorunda oldu ğunuz noktadasınız." Şiir ile oyun arasında bir koşutluk kurması hiç boşuna değil. Bir ti
14
Burada Can Yücel'in çok çağdaş, "uzman çe virmen" kavramına göre davranmayı önerdi ğini söylemeliyim. Uzman çevirmen kavramı ortaya atılmadan önce çevirmene bir aracı gözüyle bakılıyordu. Çevirmen metinde ne yazıyorsa onu çevirir, nerede nasıl kullanıla cak, onunla ilgilenmezdi ya da kendisinden ilgilenmesi beklenmezdi. Yani sözgelimi bir oyun çevirisi yapılacaksa çevirmen ne yazılıy sa onu çevirmeli, ötesine karışmamalıdır. Metnini tiyatroculara teslim eder, onlar da metne ne yapmaları gerekirse yaparlardı. Hâ
lâ da ülkemizde böyle çalışılıyor olabilir ama uzman çevirmen anlayışına göre çevirmene daha çok iş düşüyor. Kendi sinden oynanabilir, sah nelenebilir, seyirciyle iletişim kurabilecek bir metin üretmesi bekleniyor. Yani çevirmen de bir sahneye koyucu gibi davranacaktır. Bu da ne demektir? Çevirmen oyunu kendine göre yorumlar, kısaltır, uzatır, belli sahne ya da ki şilerini ya da kişilerin belli yönlerini vurgulayabilir v.b. demektir. Örneğin tiyatro çevirilerinde kaynak metin ile çevirinin ilişkilerini inceleyen makalesinde Sirkku Aaltonen, Andrew Dudley'e dayanarak üç çeviri yöntemin den söz eder (89) : Hiç değişiklik yapmadan, aynı dramatik yapıyı ve sunuş biçimini koru yarak yapılan çeviri; oyunun belli bir yönünü vurgulamak için sahnelerin sırasını, dekor ya da oyun kişilerini; değiştirerek yapılan çeviri; kaynak metinden ödünç alınmış bir fikir, konu ya da izlek çevresinde yeni bir oyun orta ya koymak. Aaltonen, çeviride kaynak metin bu üç biçimde kullanılabilir dediğine göre, hepsini çeviri sayıyor demektir. Bunu vurgu lamamın nedeni bizde henüz birinci çeviri yöntemi dışındakilerin pek kabul görmemesi. Kuşkusuz her oyunun Hamlet gibi onlarca dile belki de onlarca kez çevrilip binlerce kez sahnelenme şansı olmayacağı için bir oyunu her türlü denemeye açarak tek şansını tehli keye atmama kaygısı etkili oluyordur bunda. Çünkü böyle şeyler ehil ellerde yapılırsa kay nak metni zenginleştirir, acemilikse öldürür. Acaba Can Yücel'in elinde Shakespeare ölmüş müdür yoksa dirilmiş midir? Sultanlar padişahlar, incesazlar, zenneler, Isparta'nın gülyağları, gülbeşekerler, kadılar, Yemen'le Shakespeare'i öldürmemiş midir? Bu "ölmek" sözcüğü bana Peter Brook'u çağrıştır dı. Brook ölümcül tiyatronun ne olduğunu tanımlarken Shakespeare'in oyunlarından söz ederek, "Ölümcül Tiyatro Shakespeare'e kolayca sığınır. İyi oyuncuların usulüne uygun oynadıkları oyunları izleriz; oyuncular canlı ve renkli görünürler, müzik vardır, herkes kostümlüdür, klasik tiyatronun en iyi örneklerinde nasıl olmaları gerektiği kanısındaysak öyledirler. Ama ne var ki oyunu gizli den gizliye felaket sıkıcı buluruz ve içimizden kabahati ya Shakespeare'e yükleriz ya bu tür tiyatroya ya da kendimize" (9) diyor. Brook, Shakespeare'i tarihe karışmış bir antika olmaktan kurtarmanın tek yolunu oyunlarını
Ancak sorular tükenmiyor tabii. Peki, Shakes peare bu mu? diyenler hep çıkabilir. Onlara da Shakespeare ne? demek gerekir. Peter Brook da bu anlama gelecek bir şey söylü yor. Shakespeare'in oyunlarının nasıl oynan dığını nereden biliyoruz, elimizde birinci el
çek. "Adamlar darbeyi vurmak için yazıyor lar. Oturup ben de aslına sadık kalacağım diyerekten maval okursam kimse bir şey anla maz," (1989:16) diyerek sadakati metnin iş levinde aradığını açıkça belirtiyor ve bu dü zeyde bir eşdeğerliliği hiç kaçırmıyor. Özetlersek, Can Yücel bir şiir çeviriyorsa onu şiir, bir tiyatro oyunu çeviriyorsa onu tiyatro oyunu yapmayı, "dakik" olmayı beceriyor. Metnin bütünü ve işlevi düzeyinde bir eşdeğerlik peşinde olmak gibi çağdaş metin ku ramlarıyla örtüşen bir metin bilgisi var, çeviri nin ancak erek kültür dizgesinin bir parçası haline geldiği zaman o kültür dizgesini etki-
Peki, Shakespeare bu mu? diyenler hep çıkabilir. Onlara da Shakespeare ne? demek gerekir. Shakespeare'i zamanında Kraliçe Elizabeth'in de halk kitlelerinin de coşkuyla seyrettiğini, çok sevdiğini, oyunlarının güncel olaylara göndermelerle dolu olduğunu, seyirciyi avucunun içine aldığını, canlı bir etkileşimin sağlandığını biliyoruz. Bugün aynı canlı etkileşimi sağlayamayacak bir metin üretirseniz ne derecede eşdeğer bir metin üretmiş olursunuz? Başka bir soru: O günün güncel olaylarına göndermeleri aynen koruyarak işlevsel eşdeğerlilikte bir metin üretebilir misiniz? "Yazara hizmetten, oyunun kendi sözünü kendisinin söylemesine izin vermekten dem vuran bir yönetmen gördüm müydü hemen kuşkulanı rım," diyor Brook, çünkü, "Bir oyun kendi sö zünü kendisi söylesin derseniz en küçük bir ses çıkmayabilir" (46). Onun yönetmen için söylediğini hiç değiştirmeden oyun çevirmeni için de söyleyebiliriz.
pe cy
Gene söyleşiye döneceğim. Can Yücel'e ti yatro metinlerini çevirmek yerine yeniden yazdığı söyleniyor. Sanki yanlış bir şey yapı yormuş gibi. Ama o bu sözde böyle bir eleştiri yokmuşçasına oyun çevirisiyle ilgili görüşerini güzel güzel anlatıyor ancak, "Adalet Cimcoz'un yaptığı çeviri [...] iyi güzel, anla dık ama, oynamadı," (16) diyerek bitiriyor. Böylece kendisinin yazara sadık kalmadığı suçlamasını gözden kaçırmadığını gösterdiği gibi bize yanıtlanması gereken çok önemli bir soru da yöneltmiş oluyor. Bir tiyatro oyu nu neden çevrilir? Okunmak için mi, oynan mak için mi? Çağdaş tiyatro anlayışına göre bu soruya yalnızca oynanmak için yanıtını ve ririz. Ama okunmak için de çevrilebilir dersek o metin, gene çağdaş tiyatro anlayışına göre, artık tiyatro metni değil, bir metindir. Adalet Cimcoz -anladığımıza göre- yeniden yazmamış, çevirmiş ama çevirdiği oyun oy nanmamış: Can Yücel yeniden yazmış, örne ğin Bahar Noktası, ülkemizde Shakespeare'in en sevilen, en çok sahnelenen oyunu olmuş. Şimdi yukardaki paragrafın başında sordu ğum ve yanıtsız bırakmış gibi olduğum soru yanıtını buluyor bana kalırsa.
den bilgi yok, bant yok kayıt yok, kâğıt üze rindeki sözcükler Shakespeare'in ancak oyuncuların ağızdan çıkmasını istediği söz cüklerdir; ama bu sözcüklerin anlamlarının bir bölümünü oluşturan ses perdesi, titreme me, duraklama, ritim ve davranışlar konu sunda ne biliyoruz, diyor (11-12). Ama Shakespeare'i zamanında Kraliçe Elizabeth'in de halk kitlelerinin de coşkuyla seyrettiğini, çok sevdiğini, oyunlarının güncel olaylara gön dermelerle dolu olduğunu, seyirciyi avucunun içine aldığını, canlı bir etkileşimin sağlan dığını biliyoruz. Bugün aynı canlı etkileşimi sağlayamayacak bir metin üretirseniz ne de recede eşdeğer bir metin üretmiş olursunuz?
a
çağdaşlaştır makta buluyor (122). Ona göre Shakespeare'in yapıtlarının yeni den yazılmasında hiçbir sakınca yok; "metinler yakılmadığına göre -herkes metne ne yapması gerektiğini düşünüyorsa yapabilir, bundan kimse de zarar görmez," (104). (Bu "herkes"in içinde çevirmen de olacaktır kuşkusuz.) Shakespere'in çağdaşlaştırılması gerekir çünkü "an am hiçbir zaman geçmişe ait bir şey değil dir," (11). Bu bakımdan Shakespeare için sık sık yinelenen "Ne yazılıysa onu oynayın" (11) öğüdüne kulak asılmaması gerektiği kanısın da. Çevirmenlere de bilir bilmez öğütlenen bu değil mi: "Ne yazıyorsa onu çevir." Ama o zaman, Brook'un deyimiyle, "ölümcül" bir netin üretme felaketinden kurtulmak güç. Tiyatroda seyirciye ulaşmak yaşamsal önem de bir kaygı olmak gerekir. Yaşamsal, çünkü tiyatro seyirciye ulaşmıyorsa düpedüz ölür.
Eski dönemlere ait ya da değil ama bir tiyat ro oyununun erek kültür seyircisine bilinme yen göndermelerini romanda olduğu gibi dipnotlarıyla açıklama olanağı olmadığı için çevirmenler açısından bu önemli bir sorun. Metinde olduğu gibi bırakmaya hiç olanak yok. O zaman bu tür sorunları Can Yücel yöntemine baş vurup göndermeleri yerlileştirerek çözmekten başka çare düşünemiyo rum. Ama burada yerlileştirmenin derecesini konuşabiliriz tabii. Hiç kuşku yok ki Can Yücel'inkiler zaman zaman çok radikal. Shakes peare için bunun bir sorun olduğu kanısında değilim, her denemeye açık olmakla Shakes peare'in kaybedeceği bir şey yok... Gönder meler ne kadar uzakta kalıyorsa çözümler de o kadar yakınlaştırıcı olabilir. Ama çağdaş ti yatro yazarlarının metinlerini de Can Yücel'in birer tiyatro olayı yapmayı başardığı bir ger-
leyip değiştireceğinin bilincinde olduğu için, evet, yeniden yazıyor çünkü çeviri yapmak yeniden yazmaktır. Türkçe söylüyor çünkü Türkçeye çevirmek bu demektir. Bu yanlışsa (Can Yücel söyleşide Mayakovski ve Pasternak'tan söz ederken, "Keşke bunları benim yanlış yöntemimle çevirseydik, daha iyi olur du," (18) diyerek kendi yöntemine yanlış denmek istendiğine dokunduruyor) o zaman Can Yücel'in bunu diyenlere daha önemli bir sorusu var: "Dostoyevski Fransızca'ya çevrildi, Fransız ya zınında bir çığır açtı. Oysa bizde çevrilmedik yazar kalmadı, ama çığır falan açtığı yok" (13) Neden?
KAYNAKLAR Aaltonen, Sirkku. 1997. Translation As Intercultural Communication- Selected Papers From The EST Congress- Prague 1995 içinde "Transla ting plays or baking apple pies: A functional appro ach to the study of drama translation". Amster dam/Philadelphia: John Benjamins. Brook, Peter. 1990. Boş Alan. (Çev. Ülker İnce). İs t a n b u l : Afa Yayınları
Metis Çeviri. 1989 Yaz, Sayı 8. Istanbul: Metis Yayınları
15
ANISINA
CAN YÜCEL'İN OYUNLARI TÜRKÇE SÖYLEYİŞİ ÜZERİNE
Yücel Erten
Baha'nın
"Kafkas
Tebeşir Dairesi"ni,
Noktası"nı da Tiyatrosu'nda. değil,
Türkçe söylediği oyunlardan 1989'da
bugüne kadar ikisini sahneledim.
Üsküp'teki Halklar Tiyatrosu'nda;
1990'da Adana Devlet Tiyatrosu'nda
Can
Yücel'in oyunları
ve
Türkçe söyleyişi,
1993'te Ankara Devlet
beni salt yönetmen olarak
oyun çevirileri yapan birisi olarak da hep ilgilendirdi,
Sahnelediğim
oyunların
çevirilerini,
incelemeye özen gösteririm. emek vermek,
"Bahar
heyecanlandırdı.
cy a
Can
elden geldiğince
Bu durumda,
orijinali ile karşılaştırıp
bazan yeniden çeviri yapar gibi
düzeltmek gerekir.
açısından
Bazan da sahne dramaturgisi hafif bir makyaj yeterli olur.
pe
Ama Can Yücel'in Türkçe söylediği oyunlar da, ikisi de olmaz. Çünkü Yücel'in çeviri anla yışı böylesine bütünlüklüdür. Üzerinde fazla kalem oynatamayacağınız bir anlayış ve du yuş bütünlüğü taşır. Beğenip beğenmemek, oynayıp oynamamak, savunup savunmamak ayrı konudur. Ama bir kez onu oynamayı seçmişseniz; çevirmenle birlikte kendinize bir de dramaturg seçmişsiniz demektir. Çünkü o, Türkçe'ye aktarmadaki anlayışı ile, başlıbaşına bir dramaturgi kurmuş, bir dünya oluştur muştur. Ya kol kola girip, yerine göre müca dele ederek bu yolda ilerleyeceksiniz ya da kendinize başka bir çevirmen seçeceksiniz. Bu söylediklerimi, Can Yücel'in Shakespe are'in "Bir Yazdönümü Gecesi Rüyası"nı Türkçe söylerken vardığı muhteşem "Bahar Noktası" üzerinde örneklemeye çalışayım.
Alt sıradaki fotoğraflar: Meltem Yücel
16
Daha kapaktan, "çeviren" ya da "uyarlayan" değil de, "Türkçe Söyleyen" denilmiş olması nı, önemsemek gerekir sanırım. Çünkü bu,
salt konuşmaların Türkçe karşılıklarını düşür mekten öte; oyunun kültürel coğrafyasına ve tarihine özgün katkılarda bulunmanın, girdi ler yapmanın işareti olarak önümüzde duru yor. Shakespeare'de oyun, antik dönem Ati na'sında geçer. Oysa Can Yücel'i okudukça, kendinizi hayal-meyal istanbul yakınlarında bir yerlerde; levanten kültürle mahalle ağzı nın, saray söylenceleriyle Anadolu deyişleri nin buluştuğu bir enlem ve boylamda hisse dersiniz. Daha oyun kişilerinin adlarından başlayarak, hülyalı ve anakronistik bir yolculuğun ipuçları nı görmeye başlarsınız: "Egeus", kestirmeden "Ege" oluvermiştir... Ege'deyiz ya: "Alexander" "iskender"e dönü şür; "Dimitrius" "Dimitri"ye, "Helena" "Eleni"ye... Oyunculuğa soyunan esnaf takımı ise, sanki Balat'ta, Tatavla'da ya da ne bileyim, Gem lik'te, Ayvalık'ta, Cunda'da gibidir: Testere Petraki, Dokumacı Niko nam-ı diğer Öreke, Körükçü Lambo, Terzi Yani ve Lehimci Mavridis... Periler Sultanı Oberon, artık şehinşah "Babaron"dur; periler ecesi "Titania" ise, yecüc-mecücleriyle gezen "Müzeyyen" Sultan, hatta Babaron'un deyişiyle "Müzü"... Uçarı ve haşarı cin "Puck", "Babacan Bican" adını alır... Bu gelgit akıllı oyunun kişileri, Can Yücel'in
dramaturgisinde, bence oyu na çok da yakı şan g e l g i t l i bir coğrafya oluşturur: Peristan, Cinistan, Mağaristan, Atina, Konstantaniyye, Altın boynuzlu İstanbul, İrem Bağı, Çiçek Dağı... Madem ki bu yolculuğa çıkılmıştır bir kez; "Salacak'ta mehtaba karşı salıncak sallanan Mehlika Sultan"dan dem vurulur... "Ispar ta'da imbiklenen gülyağına" hasret çekilir... "Kumkapı sahillerinden kaşıkçı elmasları" ge tirilir... Birinin "başkentte en beğendiği yer, Opera Meydanı"dır... Birilerinde de "yürek Selanik"...
cy a
Bu coğrafyada oyun kişileri, Hıdırellez'de bu luşurlar... Sınıfsal konumlarına göre, Osmanlı usulü "cennet-i alâ"dan söz ederler; ya da mahalle ağzıyla "eşek cennetini boylamak" derler... Hatta sanki arı Türkçe akımını da duymuşlar gibi, "cennete uçmak derlermiş eskiden" diye başlayan mecazlar kurarlar... Hem zaten sık sık "evelallah", "alimallah", "Allahımı seven tutmasın" derler. "Aşkımız rahmetlik oldu" diye yakınırlar... "Bu sevda dan hayırlısıyla kurtulursun" diye hayır dua okurlar... Çünkü onlar, "başgöz olurlar", "zenneye çı karlar", "Deniz Kızı Eftalya ile halvet olurlar", "Peloponez güzeli Begonya" ile "Benli Belkıs Sultan"ı kıskanırlar, Mecnun gibi "Leyla'sını bırakıp gider"ler...
pe
Müzikleri, dansları Anadolulu gibidir: "Ney poyraz üflerken, sultanımız efendimiz, aklın dan şattaraban, hasetinden hicaz!"... "Bay rak geceleri sahneye çıkıp Dede Efendi'den ve tahtıravelliden türkü düzen puşt puhu ku şu"... Kâh "Aya adanmış kutsal nefesler oku nur", kâh "köyün çayırlığında köylüler halay çeker", kâh "kasap havası oynanır"... Ninni ler de bir âlemdir: "Cenne cenne şanû hu, ninni ninni ninni hu!"... Üstelik "insan kısmı zurnadan peşrev bir neydir!"... Bu coşkuyla yer yer, tarih de coğrafyaya uyup sıçramaya, diz kırıp "halay", "horon" ve "kasap havası" oynamaya başlar. Öyle ki şi irin suları kabına sığamaz olur, "Keban, Vol ga ve Asuvan barajı taşar"... "Ay, gelgitler müdürü" olur; "Karanlık, gözün görevine son veren umum müdür"... O gece mehtap var mı, bir "Maarif Takvimi" alınıp bakılacak tır... Olmazsa, "bütçe açığı mavrasına", pen cerelerden birinin kanadı açık bırakılacak;
ayışığı da "Marşal Yardımı hesabına" içeri vu racaktır... Adam katır karıyla "çite bahis oy narken, ne ganyan kalacaktır ne plase!"...
Peki, bunca coşku içinde ölçü kaçırma, torkalama, aşırtma olmaz mı? Olur tabii. Öyle ki: Bir ara "Furoyt diye Yahudi bir doktor" tavsi ye edilir... Aşıklar ormanın kuytu köşesini "Koru Park Motel" diye adlandırır; "resepsi yondaki siyasallı katip", kendilerinden "nüfus soracağına göre", ayrı odalarda yatmak ge rekeceğine karar verirler... Hermiya, İsken der'e "Keşke otomobil icat edilinceye kadar yaşasak seninle beraber" der; İskender ise "Füzeye binip kucak kucağa ay mehtabına çıkmak"tan söz eder...
Bir küçük gezinti yaparsak; "Kafkas Tebeşir Dairesi"nde Büyük Prens'in Tarzanca konuşturulmasında ya da "Schweyk"in ünlü "Alaman Ağlaşması"nda, bu tür anlam kaydına abartılara rastlayabiliriz. Belki bir de bazı bölümlerin, aliterasyonlarla yüklü sözcük oyunlarıyla, çetrefil bir hale gel miş olmasından söz edilebilir. Çetrefil der ken, tiyatroda seyircinin algılama hızı ve dü zeyi açısından söylüyorum. Kalabalık, bazan özgül ağırlıktan ödün vermeyi, çıtayı daha aşağı çekmeyi gerektirebilir. Bir salona topla nıp 2,5-3 saat boyunca birlikte oyun izlemek durumunda olan 500-700 kişinin, salvo halin de gelen ince nakışlı cümleleri kavrayamama-
17
sı, yazarın düşünce hızına yetişememe si sık rastlanan bir durumdur. Bu konuya da "Ba har Noktası"ndan örnek vermekte yarar var: "Bir manastırda, dar bir hücrede loş, uyur ken döşekte, döşünün ve düşünün yarısı boş... Düzdüğün, düzüldüğün bütün bumbuz ve kısır bir aya o kısılmış sesinle okudu ğun mayalanmış bir maya! Böyle bir hac yo luna, kanının donduğuna razı olan kız oğlan kıza üç tepsi nur indirir ya tanrı, sen yine inan bana, yavrum zeker diye bir dikenin üs tünde bekâr, ömür tüketen gülbeşeker, Is parta'da imbiklenen gülyağına hasret çe ker."
Zaman zaman insan, Can Yücel'de yer yer kantarın topuzu kaçıyor mu diye düşünür. Ama sonunda, yaratıcılığın taşkınları karşısında olduğunu görür. Kantar dedim de aklıma şu cümlesi geldi: "Senin ettiğin o yeminleri tartan kantar, kuş cehenneminde kuştüyü
a
tartar!"... Söyleyişteki güzellik, bir anda kantarı da, topuzu da safdışı ediveriyor. manidir. Çünkü Can Yücel, yer yer katkılarını neredeyse yazar düzeyine çıkarır. Mecazlara yükleyecek kadar kristalize ettiği siyasal bilin cinin ışığından geçirir; aşınmak bilmez dev rimci duygusu ile kucaklar; dikbaşlı ve gür sesli şair tabiatı ile emzirir; sözcüklerle bile hem sevişen, hem dövüşen büyük dil ustalı ğının girdileriyle besler.
cy
Okur, bu cümleyi bir okuyuşta kavramış ola bilir. Ama yanılmasın; büyük bir olasılıkla gö zü birkaç kez geri gidip, anlamı toparlamaya yardımcı olmuştur. Oysa sahnede, bunu geri dönüşü olmaksızın, bir defada söyleyip anla tacak oyuncuya ve kavrayıp ilerleyecek seyir ciye, ortalamanın üstünde bir enerji ve IQ gerekir. Seyirciyi, ortalama bir varlık olarak düşünüyorsak; bu durumda sağlıklı bir algıla madan söz etmek de zorlaşır sanırım. Ama bu pasajların anlatılması, gerekiyorsa yalınlaştırılması ya da budanması görevleri de za ten rejisörün işidir.
Bu tutum, asgari düzeyde Türk dilinin tadını, zenginliğini en geniş yelpazede duyumsat mak şeklindedir. Ama kimi zaman, oyunun tarih ve coğrafyasına da uzanır. Bu söz, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi bir şey oldu ama; olsun, yakıştı! Çünkü Can Yücel de ay kırı bir fakültedir.
pe
Sözü bıraktığım yerden tamamlayacak olur sam: Zaman zaman insan, Can Yücel'de yer yer kantarın topuzu kaçıyor mu diye düşü nür. Ama sonunda, yaratıcılığın taşkınları karşısında olduğunu görür. Kantar dedim de aklıma şu cümlesi geldi: "Senin ettiğin o ye minleri tartan kantar, kuş cehenneminde kuştüyü tartar!"... Söyleyişteki güzellik, bir anda kantarı da, topuzu da safdışı ediveriyor.
Bütün bu diyezli, çok bemollü pasajlara rağ men; Can Yücel'in "rengâhenk" söyleyişinde, anakronizmanın şiiri ya da şiirin anakronizması, çağlarötesi bir cümbüşe dönüşüyor.
Değil mi ki onun Shakespeare'inde cin Puck, "Fuzuli'nin yayından çıkmış berceste bir be yittir"... Demem şu ki: Can Yücel, oyunları Türkçe söylerken, dramaturg gibi bir tutum takınır. Belki de geldiğimiz bu nokta, "Dramaturg" kavramının, Balkan dillerinde "oyun yazarı" anlamında kullanıldığını hatırlamanın tam za-
18
Bir bakarsınız, yüzyıllar öncesine uzanıp Sha kespeare'in ahbapça koluna girmiş ve yakını mıza, meclisimize getirmiştir. Ve Can Yü cede Shakespeare'in bulunduğu bu meclis te; Nesimi söz alır: "Kâh iner yeryüzüne sey reder gökyüzünü, kâh çıkar gökyüzüne sey reder yeryüzünü"... Bu mecliste, sırtında bir deniz kızıyla yüzüp gelen bir yunustan söz edilirken; Can Yücel taşı gediğine kor: "Emre miydi adı, neydi?"... Bir bakarsınız Can Yücel, Brecht'in Alman di
linde yakalaması olanaksız bir sözcük oyunu nu, Schweyk'in Türkçesine armağan eder: "Heil Hitler"in alelusul söylenişi olan "Heft ier", Can Yücel'in söyleyişinde "Hay itler!" olur... Brecht bunu bilse ne derdi acaba? Can Yücel'in "Bahar Noktası"nda Shakespeare'e armağan ettiği şu cümleyi, kim, bir başka dile çevirebilir dersiniz? "Ne deh şey insan denen bu çüş!"... "Bahar Noktası"nı, İstanbul'da Atatürk Kül tür Merkezi'nde oynadığımız akşam, salon son koltuğuna kadar doluydu. Oyunun so nunda Can Yücel'i sahneye davet ettiğimiz zaman, 1300 kişi ayağa fırlamış, bitmek bil meyen bir alkış seli koparmıştı. Koluna girip yeniden salona indirdiğim zaman, boru gibi sesiyle "Aferin ulan!" demişti. O gün bana "Hamlet" çevirisini armağan etti. "Cinsadaşım Yücel Erten'e başarılarla" diye imzala mış. Hani "To be or not to be. That's the qu estion" dizesini, "Bir ihtimâl daha var, o da ölmek mi dersin?" şeklinde Türkçe söyledi ği... Punduna getirebilirsem, onu da sahneleyece ğim. Benim için, o benzersiz insana saygı göstermenin yolu bu. Saygılarla Can Baba!...
İZDÜŞÜM
Can'ıma Değsin Editörümüze sordum, bu sayının içeriğinde neler var, diye. Dört beş önemli konu saydı, "ve tabii Can Yücel" dedi. Can Yücel'in yitiminin ardından o denli güzel yazılar çıktı, onun bir cana zor sığar kocaman yaşamı farklı ve çelişkili yanlarıyla ve en yakınlarının gözünden öylesine iyi işlendi ki, "Benden de bir katkı olsun." diye tasarlamadım. Ama Orhan Alkaya'nın "ve tabii Can" demesiyle düşündüm ki -bir yazıda çok yerinde olarak belirtildiği gibi- herkesin kendince bir Can'ı vardı. Üstelik benim, onun çok az bilindiğini sandığım oyun yazarlığı serüveniyle (ya da denemesiyle) ilintili bir yaşamışlığım vardı ki, bu da anlatılmaya değerdi: 1983 yazıydı. Bir oyun yazmış olduğunu ve onu okumamı istediğini söyleyerek beni o zamanlar Dragos'taki evlerine çağırdı. (Ondan önce birkaç kez birlikte olmuştuk, ama çok değil.) "Erken gel de uzun uzun konuşalım." dedi. Dediğine uydum, öğleden önce oradaydım. Selam sabah faslının hemen ardından, bir iki gün önce "söyleyiverdiği" iki satırlık inciyi (belki Güler dışında ilk bana) okumasını hiç unutmamışımdır: Kabaramazsın Kel Fatma Ata'n güzel sen çirkin Bu minik taşlama sonra kitaplarında bir yere girdi mi, bilmiyorum. Şiir kitaplarını ezbere bilenler beni hoş görsünler. Ama girmemişse, işte ben de onu buradan söyleyiverdim. (Kel Fatma'nın kimliğini bilene ikramiye filan yok!) Çok geçmeden masaya kurulduk, şişeler açıldı ve Can Yücel sesinin ve söyleminin o bilinen heybetiyle oyununu okumaya koyuldu. Ama ondan önce "bu oyunun nerden çıktığını" anlattı elbet. Şan Tiyatrosu ile Egemen Bostancı ekibine yakın duran bir tanınmış oyuncumuz ona gitmiş, "Şöyle şöyle, şenlikli, müzikleri de olacak bir oyun olsun istiyoruz; bunu oynayacağız. Bu işi en iyi sen yaparsın, bize şu metni yazıverir misin?" demiş. Karşılığının da "nakit" ve "yüklü" olacağını eklemiş. "Ulan ben bu işi hiç yapmadım ki!" diye direnmişse de, diretmelere karşı koyamamış. Oturmuş, yerli mafya tiplerinin dümenleri ekseni üzerine kurulu olduğunu anımsadığım pek Can'ca, coşkulu, sövgülü bir oyun döktürmüş. Ancak siparişçi(ler) sonradan yan çizmeye başlamışlar. "Herifçioğullarına fazla dişe dokunur gelmiş; orasını burasını yumuşatmamı, değiştirmemi istediler. Yedikleri halta bak!"... Uygun yanıtı vermiş elbet Can. Sonra, "Ulan peki bunca emeğin, vaktin karşılığı n'olacak?" demek için yakalamak istedikleri, telefonlara yakalanmaz olmuşlar. İşte, yazılış öyküsü böyle olan oyununu, kimileyin gevrek kahkahalarla okumayı sürdürüyordu Can Yücel. Şişeler bitiyor, yeni şişeler geliyordu. O yıllarda, sonraki alkol ambargolarını uygulamaya daha başlamamış olan Güler de, doğal ki bizimleydi. Oyun, sık sık Can'ın anlatmak istediği başka şeylerle kesiliyor; şişeler bitiyor, yeni şişeler açılıyordu... Gecenin bir vakti, epeyce uzaktaki "bakkalların oraya" yürüdük ikimiz. Tanıdık bir bakkala dükkân açtırıldı. Yeni şişeler taksiye yüklendi; eve, masaya geri gelindi. Güler geç bir saatte aramızdan çekildi. Biz, Can'ın oyunuyla, yaşama ilişkin her türlü şeyle ve şişelerle haşır neşir, tan yerini ağarttık... Can Yücel, başına bu işler gelmiş olan oyununu bana vermek istemişti. "Al sen yap bunu." diyordu. Ama öncelikle "nasıl bulduğumu" bilmek istiyordu. Bana göre oyunda Can'ca bir coşku, bir azgınlık, bir şiir vardı elbet, ama dramatik gelişimini yeterli bulmamıştım, özetle. Görüşümü, sulandırmadan, ama kırıcı olmamaya özen göstererek ortaya koymaya çalıştığımı anımsıyorum. O da, o çalı gibi kaşları arada bir çatılsa, içten içe homurdansa da, sevecenlikle karşıladı dediklerimi. Oyunu "benim yapmam" zaten söz konusu değildi. Tiyatro "yapmaktan" uzak durduğum bir kısa dönemdi o. Ama salt Can Yücel'in oyun denemesi ortada kalmasın, bu da onu tiyatrodan soğutmasın diye, başka tiyatrocu, yönetmen arkadaşlara verdim metni. Nokta dergisinde yazdığım bir yazıda sözünü de ettim. Bunlardan bir şey çıkmadı. Koca Can'ın oyun yazarlığı serüveni de (benim bildiğim) öylece noktalandı. Öyle olmasaydı da, tiyatro onu nerdeyse söylenceye dönüşen "Türkçe söylemesinin" yanı sıra oyun yazarı olarak da kazansaydı, az şey mi olurdu? Can'ın oyununu sahneye taşıyamadıysa da, o Dragos günü ve gecesi benim canıma değmişti. Senin de, gittiğin yerde canına can değsin, Can.
a
Levendoğlu
pe cy
Ahmet
19
İZLENİM
Bir Atölye Çalışmasından Ayrıntılar
OYUNCUNUN "KEYFİ" KÖPRÜLERİ Öykü Potuoğlu
Bir oyunculuk atölyesinin izlerini tiyatro tarihinde konumlandırarak yazmak... Elinizdeki yazının izledi tam da bu. Fransız yönetmen/tiyatro eğitmeni Philippe Gaulier'nin Londra'daki oyunculuk okulunda, geçtiğimiz temmuz üç hafta geçirdim. "Le Jeu" adlı atölye hem oyuncunun oynama hazzını hem de egosunun sağlamlığını sınadı. Gaulier, 20. yüzyıl tiyatrosunun büyük Fransız dörtlüsünden Jacques Lecoq'un öğrencisi. Dolayısıyla, bu beden odaklı eğitimin geçmişi 1920'lere dek uzanıyor. Fransız tiyatro hocası, düşünürü ve yönetmeni Jacques Copeau,
a
1920'de Paris'te "Vieux Columbier" adlı okulunu kurdu. Doğalcılığa karşı duran oyunculuk yönetimini geliştirdiği bu okul, yalnızca dört yıl eğitim verse de, öğrencileri Charles Dullin ve Jean Daste sayesinde bugün de sürdürüyor etkisini.
cy
Copeau'nun öğrencisi Jean Daste, atletizmden yetişme Jacques Lecoq'u Grenoble'daki bir mim gösterisinde keşfetti. Daste'ın topluluğunda hem oyuncu hem de hoca olarak çalışan Lecoq, daha sonra İtalya'ya gidip Padua'daki Tiyatro Üniversitesi'nde ve Milan'daki Piccolo Tiyatrosu'nda eğitim verdi. Paris'e döndükten birkaç yıl sonra, 1956'da "Ecole Jacques Lecoq" adıyla kendi okulunu kurdu.
pe
Çağdaşları Decroux, Barrault ve Marceau'yla birlikte "Fransa'nın Büyük Dörtlüsü" olarak anılan Lecoq, diğerlerine göre çok daha kapsamlı bir mim anlayışı geliştirdi. Oyuncunun hareket sözlüğünü geliştirme konusunda eşsiz bir birikim sunan 1921
Tiyatro tarihi, oyuncunun yaratıcılığın güvenenlerle daha okunur, daha keyif hale gelmiştir kimilerine göre. 19. yüzyılın sonunda Andre Antonie'den bu yüzyılın ikinci yarısına, Jerzy Grotowski'ye Stanislav Stanislavski'den Jacques Le coq'a dek pek çok tiyatro adamı özgü sahne dilini oluştururken oyunculuk yönteminde odaklanmayı seçmiştir. Korkma yın, sahne tozuna bulanmış tarih sayfalarını çevirerek sizi hapşırtmaya niyetin yok. Amacım, günümüzün "fiziksel tiyat ro" tanımında buluşan avant-gard toplu lukların "hocası" Philippe Gaulier ile geçirdiğim üç haftanın sonunda aklımda kalanları kâğıda geçirmek. Gaulier'nin yöntemine kısa ama yoğun bir giriş nite liğindeki bu oyunculuk atölyesinin izler ni yazmak... Bu da, sizi öncelikle Lecoq ekolüyle tanıştırmak demek. Elinizdeki yazı, "izlenim" yazısı gibi gözükse de oyunculuğu ve eleştirmenliği inatla aynı bedende sürdürenlerin ne gibi köprüler kurabileceği yolunda öneriler de içermekte.
doğumlu Lecoq'u bu yılın ocak ayında yitirdik. Eşi Fay Lecoq'un devraldığı okul ise, mimden ses çalışmalarına, palyaço araştırmalarından tragedyaya, oyun yazarlığından maskeli oyuna uzanan bir yelpazede eğitim vermeyi sürdürüyor. Oyuncunun imgelemini fiziksellikle ve oynama hazzıyla fişekleyip geri çekilen Lecoq'un en önemli mirasçılarından Philippe Gaulier'nin hikâyesini de yazıda bulacaksınız.
Ecole Jacques Lecoq 57 rue Faubourg Saint Denis 75010 Paris/Fransa Tel: 00.33.1. 770 44 78
Philippe Gaulier 20
Lecoq ve Oyuncunun Hazzı 20. yüzyıl tiyatrosunun Fransız kanadır da Etienne Decroux, Jean Louis Barral ve Marcel Marceau'yla birlikte "Büyük Dörtlü"yü oluşturan eğitmen ve yönet men: Jacques Lecoq. 1920'lerin başında doğalcı tiyatroya karşı gelerek sahne di linde gerçekçilik yerine Gordon Craig Adolph Appia ve Nicholai Evreinoff gibi çağdaşları gibi metaforik bir anlatım ge liştiren Jacques Copeau'yu bugüne taşı yanlardan biri Lecoq. Sanatçı, 1956'da Paris'te kurduğu uluslararası tiyatro oku lunda birçok oyuncu, yönetmen, yazar palyaço ve pandomim ustasını ağırladı Rolün iç hazırlığı kadar, hatta daha çok dış hazırlığını vurgulayan Lecoq yöntemi oyuncunun bedenini yetkinleştirmenin yollarından geçiyor. Yüzyıl başında farklı gerek ve sonuçlarla benzer bir izlek çi-
Oyuncusundan merakla perçinlenen disiplin kadar saldırıya dayanıklı bir ego bekleyen bu yönetmen, tıpkı Grotowski gibi üründen çok süreci vurguluyor. Oyuncusunun imgelemini fiziksellikle fişekleyip geri çekilen Lecoq'u bu yılın 19 Ocak'ında yitirdik ne yazık ki.
cy
Philippe Gaulier: Lecoq'un Londra Şubesi
a
zen Meyerhold'un biyomekaniği düşü nüldüğünde Lecoq'un öncülüğünden şüphe duyulabilir elbet. Ancak, hareketi mekân, kostüm, sahne tasarımı, doğa ve mimariyle ilişkilendiren Lecoq için oyuncunun oynarken duyduğu haz, fi ziksel yetinin vazgeçilmezlerinden biri. Oyuncusundan merakla perçinlenen di siplin kadar saldırıya dayanıklı bir ego bekleyen bu yönetmen, tıpkı Grotowski gibi üründen çok süreci vurguluyor. Oyuncusunun imgelemini fiziksellikle fişekleyip geri çekilen Lecoq'u bu yılın 19 Ocak'ında yitirdik ne yazık ki.
Lecoq'un Paris'teki okulunda palyaço kimliğiyle farkını kanıtlayan Philippe Gaulier, birkaç yıl önce Londra'nın kuzeyinde kendi okulunu kurdu. Lecoq eğitiminin getirdiği fiziksel ağırlıklı çerçevede oyuncunun hazzını arttırmanın yollarını arıyor Gaulier. Araç olarak da yoğun konsantrasyon gerektiren çocuk oyunlarını kullanıyor.
pe
Lecoq'un Paris'teki okulunda palyaço kimliğiyle farkını kanıtlayan Philippe Ga ulier, birkaç yıl önce Londra'nın kuzeyin de kendi okulunu kurdu. Lecoq eğitimi nin getirdiği fiziksel ağırlıklı çerçevede oyuncunun hazzını arttırmanın yollarını arıyor Gaulier. Araç olarak da yoğun konsantrasyon gerektiren çocuk oyunla rını kullanıyor.
Zaten birbirini izleyen atölyelerin bütünü olan okulun ilk adımı da "Le Jeu" yani "Oyun". "Oyun her şeyin başıdır. Oyun cu olma arzusu ve hazzının kaynağıdır. "Tiyatroda oynamakla koşmak, atlamak, kavga etmek ya da kovboyculuk, doktorculuk, askercilik, evcilik oynamak ara sında bir fark yok" diyor Gaulier. Oyun cu olma arzusunu üne giden yolda çok tan kaybetmiş birçok profesyonel, klişe lerini temizlemek adına ayak basıyor bu okula.
Dünyanın her tarafından gelen amatör ve profesyoneller, önce bir buçuk saat hareket hocalarıyla "oyun" ağırlıklı be den çalışmaları yapıyor. Keyif ibresi yete ri kadar yükselince Philippe gelip kon santrasyonu pin-pon maçıyla sınıyor. Oyuncunun itkiyi alıp tanında tepkiye dönüştürmesi açısından son derece ya-
rarlı oluyor pin-pon. İtkiyi fiziksel algıla yıp ona uygun bir ses verme birçok oyuncuyu zorluyor çünkü özellikle Stanislavski eğitiminden geçenler, itkiyi iç ten bulup o tipe uygun bir ses buluveri yor hemen. Atölyenin görünürdeki en büyük düşma nı Stanislavski. Onun sahiciliği temellendirdiği doğaya uygunluk yerine başka kıstaslar söz konusu çünkü. Sözgelimi, oyuncunun yakaladığı çocuk gibi oyun oynama keyfi, gözlerindeki parıltı, bede ninde itki-tepki dengesi sahnede "bura da ve şimdi"yi yani anın sahiciliğini doğ ruluyor. Seyirciyle dördüncü duvarsız, dolaysız kurulan ilişkide hem çok kırıl gan, hem de "aura"sıyla çok güçlü bir oyuncunun özlemi çekiliyor. "'Çocuklu ğumun tazeliğiyle 2000 spot altında 1000 kişiye oynarken, ölesiye haz duyu yor muyum?' diye sormalısınız. Duymu yorsanız, derhal terk edin sahneyi. Yete rince sevilmeyeceksiniz" diye sürdürüyor
Philippe. Sevilmediğimizi hemen anlıyo ruz çünkü Philippe doğaçlamanın üçün cü saniyesinde "ne kadar sıkıcı olduğu muzu" hatırlatıp oturtuyor bizi. İlk hafta herkesin egosu aynı derece incindiğin den, "tek kötü oyuncu ben değilim" dü şüncesine sığınmak çok rahatlatıyor. Dolayısıyla, 'katil kim'den köşe kapmaca'ya, saklambaç'tan ip atlama'ya dek birçok oyunu egzersiz olarak kullanıp oyuncunun keyif almaya başladığı yani "sevildiği" anda metni devreye sokuyor. Stanislavski yöntemindeki gibi karakteri kendi coşku belleğimizle yani duygusal sondajla kurmaktan çok, "oyun"un yo ğunluğuyla yaşatmak öne çıkıyor. Karak terin arkasına saklanmaktan çok saklanamamanın kırılganlığı üzerine inşa et mek sahneyi... Dramatik gerginlik, hep kazanmak isteyenler kaybedip de hep yenilmek isteyenler kazandıkça şekilleni yor. 21
a cy pe
Bu süreçte ayrıca "complicite" diye ta nımlanan gizli anlaşma da önemli bir rol oynuyor. Sahnedeki partnerin her an lamda "oyun" arkadaşı olmasının getir diği güven aradaki sonsuz anlaşmayla perçinleniyor. Bu noktaya kadar oyuncu nun kendini göstermek yani partnerini yok sayacak kadar öne çıkan öğesi tör pülenmiş oluyor zaten. Sözsüz anlaşma birlikte bulunan esprilerle güçleniyor, ta dına doyulmaz bir güven üssü oluşturu yor oyuncu için. Nitekim, Philippe ile ça lışan oyuncular "ensemble" yapısı içinde rahatlıkla soluk alabiliyor. "Oyun" atölyesinin temeli olan "compli cite", sahnede majör ve minör olmayı da kolaylaştırıyor. Güçlü ile güçsüz, sesli ile sessizin sahnede aslında hiç de kolay olmayan dengesi, hesaplı asitmetrisi açıklığa kavuşuyor. Estetik kaygılar taşı yan bu anlayış, sahne çalmamak üzerine ahlâki bir seçimi dillendiriyor öte yanda. Bu da, oyuncular arasındaki güveni sağ lama alıyor. 22
Oyuncular keyifliyken seyircinin bu sahi ciliği izleme hazzını nasıl arttırabilir? Philippe'in "fixed point" adıyla tanımladığı "anları tutarak"... Aksiyondan çıkmadan keyfi sürdürebilme yetisi, yalnızca her sahnenin soluklanmasını sağlamıyor. Ay nı zamanda, yaşayan dramatik anları dondurup seyirciye imgelemini kullanma payı bırakıyor. Philippe'in bir doğaçlama sında sözsüz anlaşması olgunlaşmış iki oyuncu, akşam eve dönen anne babayı oynuyor. Bir bakıyorlar, haylaz oğul on lara bir oyun oynamaya karar vermiş saklanıyor. Onun nereye saklandığını bil dikleri halde cilveli bir sesle, bu hayali canavarı köşesinden çıkarmaya çalışıyor lar. "Oğlumuz bizi terk ettiğine göre, şimdi bu aldığımız CD-rom'u ya da kaza ğı yeğenimize verelim bari" vs... Önemli olan, bu iki oyuncunun her yeni fikrin ar dından çocuğun kıkırdamasını beklemesi yani en eğlenceli anları seyirci için tut ması...
Devamı Gelecek Yaz Philippe'in bir özelliği de, çok sıkıcı ola cağına inandığı doğaçlamalar için sahne nin yanına "acil servis" yerleştirmesi. Eğer yazıyı çok sıkıcı bulduysanız, siz de hemen "ciddi" bir tiyatro tarihi kitabı ka rıştırın acil servis niyetine. Önce de be lirttiğim gibi, bu yazı Philippe Gaulier ekolüyle tanışmamın başlangıcıydı yal nızca. Oyunculuk yönteminin belkemiği ni oluşturan "le jeu"nün iki yıllık progra mında da nötr ve ifadeli mask yer alıyor. Yunan tragedyası, melodrama, Shakes peare ve Çehov, palyaço, soytarı, oyun yazımı ve yönetmenlik üzerine atölyeler izliyor. Gelecek yaz Philippe'le tekrar ça lışınca devam ederiz bıraktığımız yer den. Bu arada oynamaya devam eder ken, Türk t i y a t r o s u n u n oyunculuk klişelerine daha hoşgörüsüz bakabiliriz belki. Söylemiştim, bir eleştirmen bir oyuncuya rastlamış ve demiş ki: "Bu beden benim, yana kay!"
İLLÜZYON
Kubilay QB
İLLÜZYON SANATI VE TİYATRO - V Tunçer
Benzer bir durum göz teması için de geçerli dir. İnsanlar konuşurken göz temasına eğilim gösterirler. Sihirbazların çokça kullandığı yön temlerden biri de budur. Bir an için karşınızda kinin gözüne ısrarla bakarak onunla konuştu ğunuzda, göz temasının er ya da geç sağlandı ğını tespit edebilirsiniz. Bu anda elinizin yapa cağı küçük bir hareket gizlenmiş, daha doğru su seyirciniz tarafından kaydedilmemiş olacak tır.
sini selamlayan bir sihirbaz düşünelim. Oyun bitmiştir ve yaptığı hareket de son derece nor mal bir harekettir. Ancak, bu büyük hareketin yardımıyla sihirbazımız ceketinin içinden bir nesneyi alıp elinde saklayacak kadar zaman bulmuştur. Daha sonra bu nesneyi mucizevi biçimde ortaya çıkardığı zaman bir sihir daha gerçekleşmiş olur. Zira, seyircinin algısı için bu iki hareket birbirinden bağımsızdır. İkisi arasın da bir ilişki kurmak için hiçbir sebep yoktur ve algı şaşırır. Bu son derece normal bir düşünme tarzıdır, çünkü seyirci izleyeceği oyunların sıra sını bilmemektedir. Sihirbaz, seyircisinin her zaman ilerisindedir bu anlamda. Denilebilir ki, zihnin geriye dönük muhakeme yapması her zaman daha zordur. Özetle, yukarıdaki selam örneğinde, sihirbazın gizli faaliyeti zaten oyun başlamadan çok önce (yani ilk oyunun selamı nı verirken) bitmiştir bile. Yanlış yönlendirmenin en etkin araçlarından biri de sözlü iletişimdir. Sihirbaz konuşmasıyla, seyircilerinin dikkatini belli bir konuya çekebi lir. Ya da daha önemlisi, geriye dönük olarak yanlış bilgi sunabilir. Diyelim ki bir sihirbaz bir deste kâğıdı incelemesi için seyircilere veriyor. Daha sonra bu kâğıtlarla bir oyun yapıyor. Bel li bir noktada "sizin tarafınızdan incelenen is kambiller ve iskambil kutusunda şüpheli hiçbir şey yoktu" diyebilir. Üstelik seyirciler iskambil lerle meşgul olduklarından, bir başka seyircinin kutuyu inceleyip incelemediğini düşün meyebilirler. Gerçekte, iskambil kutusu hilelidir. Ancak, burada ustaca kullanılmış söz lü yanlış yönlendirmeyle seyirciler kutunun da hilesiz olduğu konusunda zihinsel bir kodlama yapmışlardır.
Yanlış yönlendirme bu türden algı ilkelerini sık lıkla kullanarak gerçekleştirilir. Şüphesiz, algı nın eğilimleri yukarıdaki iki örnekle sınırlı değil dir. Yanlış yönlendirmede kullanılan ilkelerden biri de zamanın manipülasyonuna dayanır. Bir oyun gerçekleştirdikten sonra eğilerek seyirci
Sihirbazlar, hiçbir şeyi, hatta hatalarını bile sebepsiz yapmazlar. Sahnedeki her hareketin, konuşmanın, davranışın, seyircinin zihinsel kodlanmasını manipüle etmeye yönelik bir nedeni mutlaka vardır.
pe cy
a
illüzyonizmi mümkün kılan koşullar arasında geometri, teknoloji, optik ve psikoloji sayılabilmektedir. Şüphesiz, psikoloji üst başlığında özetlenen dinamikler insan algısının sınırsız griftlikte labirentleri kadar çeşitlidir. Psikoloji den alınan kavramlarla illüzyonun mümkün kı lınması, performans düzeyinde illüzyonun mümkün kılınması, performans düzeyinde "yanlış yönlendirme (misdirection)" ilkesiyle en doyurucu açıklamasını bulur. Yanlış yönlendirme, bütün illüzyonların nere deyse belkemiği olan bir anlayış ve yöntemler bütünüdür. Yanlış yönlendirmenin esası, insan dikkatini ve algısını manipüle etmektir. En ba sit anlamıyla, sihirbazın sağ eline değil sol eli ne baktırmayı sağlamasıdır yanlış yönlendirme. Tahmin edilebileceği gibi, sürecin tamamı bu denli yalın olmayabilir. Her şeyden önce, deneyimlerden çıkan ve psi koloji çalışmalarından öğrenilen temel kuralları bilmek gerekir. Bu kuralların birçoğu neredey se tüm insanlarda sınanabilir. Örneğin göz her zaman hareketli cisimleri izlemeye yatkındır. Hareket, insan algısının ihmal edebileceği bir şey değildir. Bir sihirbaz, en yalın anlamıyla, dikkati sağ eline değil de sol eline çekmek iste diğinde, bu elini hareket ettirebilir. Göz, bu hareketi takip edecek ve diğer eldeki dikkatini bir an için yitirecektir.
23
24
pe cy a
a pe cy Devam edecek
25
cy
a
BİYOGRAFİ
DEVLET TİYATROLARI 50 YAŞINDA "Devlet Tiyatrosu, Devlet Konservatuvarı Tatbi kat Sahnesi'nin bir aşaması olarak, 1949 yılın da, 'Devlet Tiyatrosu ve Operası' adıyla kurul muştur.
pe
Geçmişten Günümüze Devlet Tiyatroları'nın Kısa Bir Tarihçesi
Devlet Konservatuvarı'nın kuruluşu, Musiki Muallim Mektebi'ne dayanır. 1924 yılında An kara'da kurulan Musiki Muallim Mektebi'nde tiyatro eğitimi yoktu. 1934 yılında 'Milli Musiki ve Temsil Akademisi Kuruluş Kanunu' çıkarıldı. Temsil bölümü, 1936 yılına kadar kurulamadı ğı için, temsil kolu, 'Musiki Muallim Mektebi'nin Temsil Sınıfları' olarak kaldı. 1936 yılında Devlet Konservatuvarı, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak Ankara'da kuruldu. Tiyatro bölümünün yönetimine getirilen Alman tiyatro sanatçı ve yöneticisi Carl Ebert, bu görevi 1947 yılına kadar sürdürdü. 1939-1940 tiyatro mevsiminde 'Şair Evlenme si', Konservatuvar'ın okul oyunu olarak, öğren cilere ve Milli Eğitim Bakanlığı çalışanlarına oy nandı. 11 Ocak 1940 günü çağrılılara verilen ilk gösteride oynanan 'Evin İçi' ve 'Gülünç Ki barlar', daha sonra da birkaç defa yinelendi. Amatör nitelikteki bu oyuncularda öğrenciler rol alıyordu. 1940 yılında 'Devlet Konservatuvarı Yasası' çı
26
karıldı. Konservatuvarı Müzik ve Temsil bölüm lerine ayıran yasayla, Temsil Bölümü de Tiyatro, Opera ve Bale bölümlerine ayrılıyordu. Konservatuvara bağlı bir 'Tiyatro ve Opera Tatbikat Sahnesi'nin kuruluşu da aynı yasada ye alıyordu. Tatbikat Sahnesi, 1941 Nisanı'nda, 'Otelci Ka dın'la ücretli oyunlarına başladı. Aynı yıl, kor servatuvarın ilk öğrencileri mezun oldu. Devlet Konservatuvarı, 1943 baharında bir 'Temsil Bayramı' düzenleyerek, dört yıl boyun ca sahnelediği oyunları yeniden oynadı. 1941 1947 yılları arasında oyunlar, Halkevi'nde ve Konservatuvar'da oynanıyordu. 1947 Martı'nda Türkiye'den ayrılan Car Ebert'in yerine, Tatbikat Sahnesi'nin yöneticili ğine Muhsin Ertuğrul getirildi. Muhsin Ertuğrul'un yönetiminde Devlet Tiyatrosu'nun kurtuluşuna kadar süren iki yıla, 'Tatbikat Sahne si'nin Geçiş Dönemi' denmektedir. Küçük Tiyatro'nun açılışı ve düzenli olarak her akşam oyun oynama olanağı, bu yıllarda gerçekleş miştir. Küçük Tiyatro, 1947 yılının sonlarında, 27 Ara lık günü, 'Köşebaşı'nı sahneleyerek açıldı. Bir ay sonra, Mümtaz Zeki Taşkın'ın yönetiminde
'Tatbikat Sahnesi Çocuk Tiyatrosu' çalışmaları başladı. 31 Ocak 1948 günü oynanan 'Altın Bilezik', Tatbikat Sahnesi'nin ilk çocuk oyunu dur. 1948 yılının 2 Nisan akşamı, Büyük Tiyatro, Adnan Saygun'un 'Kerem' operasından bir bö lümü sahneleyerek açıldı. Sahne ve ışık sistemi tamamlanmadığı için, bu tiyatroda sürekli oyun oynanamıyordu. Büyük Tiyatro'da dü zenli oyunlara bir yıl sonra, 2 Nisan 1949'da 'Köroğlu'yla başlandı.
Muhsin Ertuğrul
1949 yılının 10 Haziran günü çıkarılan 'Devlet Tiyatro ve Operası'nın Kuruluş Yasası', 16 Haziran'da yürürlüğe girdi. Muhsin Ertuğrul, Dev let Tiyatro ve Operası Genel Müdürlüğü'ne getirildi. Tatbikat Sahnesi çalışmalarının yerini, bu tarihten sonra, Devlet Tiyatro ve Opera sı'nın sahnelediği oyunlar aldı. Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanan Devlet Ti yatrosu, 1 Ekim 1949 akşamı iki ayrı oyunla açıldı. Küçük Tiyatro'da 'Küçük Şehir', Büyük Tiyatro'da 'Faust' oynanıyordu. Bir ay sonra, 20 Kasım 1949'da, Devlet Tiyatrosu'nun ilk ço cuk oyunu olan 'Yıldız Ece' sahneye kondu.
pe cy a
1950-1951 mevsimi sonunda görevinden ayrı lan Muhsin Ertuğrul'un yerine, Devlet Tiyatro ve Operası Genel Müdürlüğü'ne Cevat Memduh Altar getirildi. Devlet Tiyatrosu'nu 19531954 mevsiminin sonuna kadar yöneten Ce vat Memduh Altar'ın ayrılmasından sonra, 1954 yılında genel müdürlük görevine yeni den Muhsin Ertuğrul atandı. Muhsin Ertuğ rul'un ikinci genel müdürlüğü 1957-1958 mevsiminin sonuna kadar sürdü. Bu dönemde Muhsin Ertuğrul bölge tiyatrolarının açılması için çalışmalar yaptı. Bu çalışmaların sonucu olarak, 1956-1957 tiyatro yılında Devlet Tiyat rosu'nun oyunları, Adana Şehir Tiyatrosu'nun ve İzmir Belediye Tiyatrosu'nun salonlarında oynandı. Adana Tiyatrosu'nda Devlet Tiyatrosu'na bağlı oyunlar 1957-1958 mevsiminin so nuna kadar sürmüş, İzmir Tiyatrosu, aynı mev simde Bursa Tiyatrosu'yla birlikte, Devlet Tiyat rosu'nun bir kuruluşu olmuştur.
Cevat Memduh Altar
1954-1955 mevsiminin başında, 13 Eylül gü nü, 'Çocuk Tiyatrosu Kadro Yönetmeliği' yü rürlüğe girdi. Çocuk Tiyatrosu için yeni ve sü rekli bir oyuncu kadrosu oluşturuldu. Devlet Tiyatro ve Operası'nın üçüncü sahnesi, eski Halkevi'nde Üçüncü Tiyatro adıyla açıldı. 4 Şubat 1956 akşamı 'Dünkü Çocuk'la açılan bu tiyatro, 1968-1969 mevsiminin sonuna ka dar çalışmasını sürdürdü. Küçük Tiyatro'nun yanında, 'Bir Yastıkta' adlı oyunla açılan Oda Tiyatrosu, Devlet Tiyatro su'nun dördüncü sahnesi oluyordu. 5 Ekim 1956'da açılan Oda Tiyatrosu'nun oyunları, 1969-1970 mevsiminin sonuna kadar sürdü rüldü.
Cüneyt Gökçer
1957-1958 mevsimi başlarken, Bursa ve İzmir Devlet Tiyatroları kuruldu. Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu, 28 Eylül 1957 akşamı, konuk
toplulukların oyunlarından bölümlerle açıldı. Bursa Devlet Tiyatrosu'nda 30 Eylül'de sahne lenen 'Üçüncü Selim'le(1), İzmir Devlet Tiyat rosu'nda 1 Ekim'de sahnelenen 'Hafta Başı'yla devamlı oyunlara başlandı. 1971 yılında yerle şik düzenin kurulmasına kadar, bu tiyatrolar da, Ankara'dan gönderilen oyunlar oynanmış tır. 1958 yazında, 21 Ağustos günü Muhsin Er tuğrul'un görevinden ayrılması üzerine, 25 Ağustos'ta Devlet Tiyatrosu ve Operası Genel Müdürlüğü'ne Cüneyt Gökçer getirildi. Cüneyt Gökçer'in ilk Genel Müdürlüğü, 1978 yılının ortalarına kadar, yirmi yıl sürdü. 1958 sonlarında Milli Eğitim Bakanlığı'nın ka rarıyla Opera ve Bale, Devlet Tiyatroları'ından ayrıldı. Devlet Opera ve Balesi'nin yönetimiyle Necil Kâzım Akses görevlendirildi. 1960 orta larında Opera ve Bale, yeni bir kararla Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne bağlandı. Devlet Tiyatrosu'nun beşinci sahnesi olan Yeni Sahne 4 Ekim 1960'ta 'Caligula'yla, Altındağ Tiyatrosu 27 Mart 1964'te 'Merdivenle açıldı. 1965 yılında, Devlet Tiyatroları, Milli Eğitim Bakanlığı içinde oluşturulan Kültür Müsteşarlı ğı'na bağlandı. Adana Devlet Tiyatrosu, 1966 yılının 22 Ocak günü İstanbul Efendisi'yle açıldı. Bu tiyatroda, 1981 yılına kadar, Ankara Devlet Tiyatro su'nun turne oyunları oynandı. 13 Haziran 1966'da Devlet Opera ve Balesi, Milli" Eğitim Bakanlığı'nın kararıyla, yeniden Devlet Tiyatroları'ndan ayrıldı. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'ne Aydın Gün geti rildi. Bu iki kurumu ayıran yasa, 1970 yazında, 14 Temmuz'da çıkarılmıştır. 12 Nisan 1969'da, İstanbul Kültür Sarayı Aida Operası' ve 'Çeşmebaşı' balesiyle açıldı. Kültür Sarayı'nda oynanan ilk tiyatro oyunu, 18 Ni san 1969'da Büyük Salon'da sahneye konan 'IV. Henri'dir. Devlet Tiyatrosu, 1970-1971 mevsiminde, Kültür Sarayı'nda iki sahnede oyun sergilemeye başladı. İstanbul Oda Tiyat rosu'nun günümüzdeki yerinde bulunan ikinci sahnede ilk tiyatro oyunu, 10 Ekim 1970'te sahnelenen 'Yaz'dır. 1970 sonlarında 27-28 Kasım gecesi yanan Kültür Sarayı, 1978 yılın da yeniden açılmıştır. Yangından sonra İstan bul Tiyatrosu'nun oyunlarına, 1970-1971 mev siminin ikinci yarısında, Venüs Sineması'nda devam edildi. 1971-1972 mevsiminde bir süre ara verilen oyunlar, mevsimin ikinci yarısında Venüs Sineması kiralanarak yeniden sürdürül dü. 1971 Temmuzu'nda Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, yeni kurulan Kültür Bakanlığı'na devredildi. Aynı yılın sonunda Kültür Bakanlı ğı, müsteşarlık olarak Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. 1971-1972 mevsiminin başında, Bursa ve İz mir Devlet Tiyatroları yerleşik kadroyla açıldı. 1 Ekim 1971'de Bursa Devlet Tiyatrosu ilk yer27
leşik oyunu olan 'Küçük Tilkilerle, İzmir Devlet Tiyatrosu 'Babayiğitle perdelerini açtı. Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'ne Ali Cengiz Çe lenk, İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'ne Ragıp Haykır getirildiler. İzmir Devlet Tiyatrosu'nun kendi kadrosuyla hazırladığı ilk oyunu, 26 Ekim 1971'de sahneye konan 'Gece Bekçi leri' oldu. Devlet Tiyatroları'nın bağlı olduğu Kültür Müs teşarlığı, 7 Haziran 1972 günü Milli Eğitim Ba kanlığı'ndan ayrılarak, Başbakanlığa bağlandı. 17 Kasım 1974'te Devlet Tiyatroları, yeniden kurulan Kültür Bakanlığı içinde yer aldı. 1978 yılının 29 Mayıs günü Cüneyt Gökçer görevinden alındı. Aynı gün, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne getirilen Ergin Orbey, gö revini 1979 yılının sonuna kadar sürdürdü.
25 Kasım 1981'de Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı birleştirildi. Devlet Tiyatroları, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlandı. 7 Şubat 1983 günü Cüneyt Gökçer, Genel Müdürlük görevinden alındı. 21 Mart 1983 günü Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne Turgut Özakman atandı. Tur gut Özakman, Devlet Tiyatroları'nı 1987 yılına kadar yönetti. 1982-1983 mevsiminde, Devlet Tiyatroları'nın Ankara'da Büyük Tiyatro, Küçük Tiyatro, Oda Tiyatrosu, Yeni Sahne, Altındağ Tiyatrosu ol mak üzere beş; İstanbul'da Büyük Salon, Oda Tiyatrosu, Konser Salonu olmak üzere üç; İz mir, Bursa ve Adana'da birer sahnesi vardı. 1983 yılının ilk ayında, İstanbul Devlet Tiyatro su, oyunlarını yalnız iki salonda -Büyük Salon ve Oda Tiyatrosu- sürdürmeye başlandı.
1970 Mayısı'ndan sonra kullanılmayan Oda Ti yatrosu, 8 Aralık 1979'da 'Öykülerden Oyun larla yeniden açıldı. Ergin Orbey, 28 Aralık 1979 günü, Devlet Ti yatroları Genel Müdürlüğü'nden alındı. Aynı gün, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne getirilen Cüneyt Gökçer, bu görevi 1983 yılına kadar sürdürdü.
1969 Mayısı'ndan sonra Devlet Tiyatrosu tara fından kullanılmayan Üçüncü Tiyatro, 23 Ni san 1980'de geçici olarak açıldı. Gençlik ve Çocuk Tiyatrosu adıyla, 'İki Kova Su'yu sergile yen bu tiyatro, kısa bir süre sonra yeniden ka pandı.
İstanbul Devlet Tiyatrosu, daha önceki değişik etkinliklerde bulunduğu Atatürk Kültür Merke zi'nin Konser Salonu'nda 1980-1981 mevsi minde tiyatro oyunları oynamaya başladı. Konser Salonu'nda oynanan ilk tiyatro oyunu, 8 Kasım 1980'de sahnelenen 'Kahvede Şenlik Var'dır. 25 Ekim 1981 günü 'Kral Lear'le Hacı Ömer Sabancı Kültür Sitesi'nde yeniden açılan Ada na Devlet Tiyatrosu, Devlet Tiyatroları'nın, An kara dışındaki dördüncü müdürlüğü oldu. 1982-1983 mevsiminde kendi kadrosunu oluş turan Adana Devlet Tiyatrosu'nun müdürlüğü ne, Şakir Gürzümar atandı. Adana Devlet Ti 28
Ergin Orbey
1983-1984 mevsiminde, kiralanan eski Venüs Tiyatrosu'nun yerinde, İstanbul Devlet Tiyatro su'nun Taksim Sahnesi açıldı. 28 Ekim 1983 günü açılan Taksim Sahnesi'nin ilk oyunu, 'İs tanbul Efendisi' oldu. Mevsim sonuna kadar, oyunlar Oda Tiyatrosu'nda ve Taksim Sahnesi'nde oynandı. Kasım 1984'te Büyük Salon'un açılmasıyla birlikte, sahne sayısı yeniden üç ol du.
pe cy a
Onarımı tamamlanan Kültür Sarayı'nda, 19771978 mevsiminin sonunda, Atatürk Kültür Merkezi adıyla gösteriler verilmeye başlandı. 1978 yazında kurulan İstanbul Devlet Tiyatro su Müdürlüğü'ne Ağustos 1978'de Can Gürzap atandı. 1978-1979 mevsiminde, Ekim ayında açılışı kutlanan Kültür Merkezi'nde Devlet Tiyatrosu'nun oyunları, 9 Ekim 1978'de Büyük Salon'da oynanan 'Othello' ile başladı. Atatürk Kültür Merkezi'nin ikinci sahnesi olan Oda Tiyatrosu, 15 Kasım 1978'de 'Eski Fotoğ raflar'ı sahneleyerek açıldı. 1979 yılının ilk ay larında, İstanbul Devlet Tiyatrosu, kendi oyun cu kadrosunu kurarak, yerleşik düzene geçti. Yerleşik İstanbul kadrosuyla oynanan ilk oyun, 7 Nisan 1979'da başlayan, 'Pofla Paf' adlı ço cuk oyunu oldu.
yatrosu'nun yerleşik kadroyla oynadığı ilk oyun, 11 Kasım 1982 akşamı sahnelenen 'Ölüm Tuzağı' oldu.
1984-1985 mevsiminin başlarında, Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü kuruldu. Baykal Saran, Ankara Tiyatrosu Müdürlüğü'ne getiril di ve Ankara'daki sahnelerin yönetimi bu mü dürlüğe bağlandı. 1985 yılının yaz aylarında, Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Müdürlüğü, Tansu Aytar'ın yönetiminde kuruldu. Gençlik Tiyatro su, 27 Ekim 1985 günü, Sönmez Atasoy'un 'Yaşasın Tiyatro' adlı oyunuyla, Yeni Sahne'de açıldı.
Turgut Özakman
Bursa Devlet Tiyatrosu'nun, Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'ndan sonra, ikinci sahnesi olan Feraizcizade Oda Tiyatrosu 1985-1986 mevsimin de açıldı. 17 Aralık 1985 günü açılan tiyatro nun ilk oyunu 'Sular Aydınlanıyordu' oldu. 29 Mart 1986 günü, İzmir Devlet Tiyatrosu'nun Karşıyaka Sahnesi 'Hırçın Kız'la açıldı. İzmir Devlet Tiyatrosu'nun ilk sahnesi, bu açılışla bir likte, Konak Sahnesi olarak adlandırıldı. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Turgut Özak man, 8 Ocak 1987 günü görevinden ayrıldı. 9 Şubat 1987 günü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne Raik Alnıaçık atandı. 1986-1987 mevsiminin sonunda, Trabzon Devlet Tiyatrosu kuruldu. Tiyatronun müdürlü ğüne, Erhan Gökgücü getirildi. Devlet Tiyatro ları'ın altıncı yerleşik tiyatrosu olan Trabzon Devlet Tiyatrosu, 7 Ekim 1987 akşamı ilk oyu nu 'Boş Beşik'le açıldı. Trabzon Tiyatrosu'nun ilk sahnesi olan Büyük Sahne'den sonra, 23 Aralık 1987'de Oda Tiyatrosu açıldı. Bu ikinci sahnenin ilk oyunu 'Sular Aydınlanıyordu' ol-
Raik Alnıaçık
du. 22 Nisan 1988'de, 'Savunma' adlı oyunla çalışmasını tamamlayan bu sahnenin yerine, 22 Ekim 1991'de Hüseyin Kazaz Kültür Mer kezi Oda Tiyatrosu açıldı. Oda Tiyatrosu'nun ilk oyunu, Coşkun Irmak'ın 'Kuş' adlı oyunu dur. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun uzun bir süre ya rarlandığı Bakırköy Belediyesi Adile Naşit Kül tür Merkezi, 14 Ocak 1988 günü Michel Tremblay'in 'Dört Kızkardeş' adlı oyunuyla açıl dı. Ankara Devlet Tiyatrosu'nun Şinasi Sahnesi, 13 Mart 1988'de, Yüksel Pazarkaya'nın 'Mediha' adlı oyunuyla açıldı. Bu açılışla, Devlet Ti yatrosu'nun Ankara'daki sahneleri, 1956-1969 yılları arasındaki gibi, yeniden altıya yükseli yordu. Bozkurt Kuruç
29 Ekim 1988'de, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, kendi oyunu olan Ayyar Hamza'yı sahneleye rek açıldı. Tiyatro'nun Müdürlüğü'ne Rahmi Dilligil atandı. 15 Aralık 1988'de Raik Alnıaçık, genel müdür lükten ayrıldı. Aynı gün Bozkurt Kuruç, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne getirildi.
cy a
2 Mart 1989'da, Kültür ve Turizm Bakanlıkları ayrıldı. Devlet Tiyatroları, Kültür Bakanlığı'na bağlı kuruluşlar arasında kaldı. 4 Nisan 1990'da, Macunköy Sosyal Tesisleri'nde İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi açıldı. De neme sahnesi olarak kullanılmak amacıyla açı lan Atölye Sahnesi'nde, Federal Almanya'dan konuk olarak gelen Ruhr Tiyatrosu (Theater an der Ruhr), Jean Paul Sartre'ın 'Mezarsız Ölüler' (Morts sans Sepulture) adlı oyununu sahneledi.
pe
Mehmet Ege
1990-1991 mevsiminde, 3 Ekim 1990 günü İs tanbul Devlet Tiyatrosu'nun Yıldız Sahnesi açıl dı. Yıldız Sarayı'nda açılan tiyatronun ilk oyu nu, Ahmetlerim'dir. 14 Şubat 1992'de Bozkurt Kuruç'un yerine Mehmet Ege görevlendirildi. Mehmet Ege'nin görevi 1 Nisan 1992'ye kadar sürdü. Bölge idare Mahkemesi'nin kararıyla görevine dö nen Bozkurt Kuruç'un genel müdürlüğü, 14 Ekim 1992'ye kadar devam etti.
14 Ekim 1992'de Devlet Tiyatroları Genel Mü dürlüğü'ne Yücel Erten atandı. 27 Mart 1993'de Antalya Devlet Tiyatrosu, 'Sersem Koca'nın Kurnaz Karısı'nı sahneleye rek açıldı. Tiyatronun Müdürlüğü'ne Mustafa Avkıran atandı. Devlet Tiyatrosu 1992-1993 mevsiminde, An kara'da Kamyon Tiyatrosu uygulamasına baş ladı. 27 Nisan 1993 günü açılışı yapılan tiyat ronun ilk oyunu, aynı gün Kızılcahamam Lisesi'nin bahçesinde oynanan 'Yedi Köyün Yargı cı' oldu. Kamyon Tiyatrosu gösterilerini mev sim sonuna kadar sürdürdü." Yücel Erten
1993-94 mevsiminde, Diyarbakır Devlet Tiyatro su'nun ikinci sahnesi olan Galeri Sahnesi açıldı.
6 Ocak 1994 akşamı, İstanbul Devlet Tiyatro su'nun dördüncü sahnesi olan, Birim Tiyatro Atölye Sahnesi "Hamlet"i sahneleyerek açıldı. Kendi oyununu kendi seçip sahneleyen ve ye rinden yönetilen bu sahnenin deneme çalış ması uzun sürmedi. Bir buçuk yıl sonra bu sahne Aziz Nesin Sahnesi adını aldı. Devlet Tiyatroları'nda amaçlanan yeniden ya pılanma süreci içinde, 31 Ocak 1994 tarihinde bir referandum düzenlendi. Devlet Tiyatrosu sanatçılarının katılımıyla yapılan referandu mun sonunda, genel müdürün sanatçılar tara fından eğilim yoklamasıyla seçilmesi için karar alındı. Yücel Erten aday olacağı için, seçime genel müdür olarak girmek istemediğinden, 7 Şubat 1994 günü genel müdürlük görevinden ayrıl dı. 8 Şubat 1994'te Tamer Levent, Devlet Ti yatroları Genel Müdürlüğü'nü vekâleten yü rütmekle görevlendirildi. Kültür Bakanlığı'nın talimatıyla yapılacak eği lim yoklaması için kararlaştırılan 14 Şubat 1994 Pazartesi günü, Bozkurt Kuruç Genel Müdürlük görevine Danıştay kararıyla yeniden başladı. Referandumda alınan karardan farklı olarak, yalnız sanatçıların değil, tüm kurum çalışanlarının oylarıyla seçildikten sonra, ba kanlık tarafından Devlet Tiyatroları Genel Mü dürlüğü'ne önerilen Tamer Levent, 25 Mart 1994 tarihinde ataması yapılarak, görevine başladı. Tamer Levent'in Genel Müdürlük görevi, 1 Ağustos 1994 tarihine kadar sürdü. 22 Mart 1994'te Bakanlık tarafından başka bir göreve atanan Bozkurt Kuruç, Danıştay ka rarıyla yürütmenin durdurulması üzerine, 1 Ağustos 1994 günü Genel Müdürlük görevine döndü. Bu tarihten sonra, Bozkurt Kuruç'un Genel Müdürlüğü 20 Aralık 1994'e kadar ara lıklarla sürdü. Bu aralıklarda Tamer Levent, Bakanlık kararıyla, Genel Müdürlük görevini vekâleten yürüttü. 20 Aralık 1994'ten sonra Bozkurt Kuruç'un genel müdürlüğü 1998 yılı na kadar aralıksız sürmüştür. 1994-1995 mevsiminde İstanbul'da Taksim Sahnesi'nin üst fuayesi, kısa bir süre Taksim Üst Fuaye adıyla, okuma tiyatrosu için kullanıl dı. Aynı mevsimde, Ankara'da Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın Eğitim ve Doktrin Komutanlı ğı arazisi içinde bulunan sinema salonu Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün kullanımına verildi. Devlet Tiyatroları, Ankara'da sekizinci sahnesi olan Mahir Canova Sahnesi'ni bu sa londa açtı. 7 Nisan 1995 günü açılan tiyatro nun ilk oyunu, Küçük Tiyatro'da gösterime başlamış olan "Candan Can Koparmak" oldu. 1995-1996 mevsiminde İzmir Devlet Tiyatro su'nun Karşıyaka Sahnesi'ne, Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi adı verildi. 1 Ekim 1995'te "Mavi Masal" adlı çocuk oyununu sahneleyen bu salonda, 26 Ekim 1995 akşamı prömiyeri yapılan "Deli İbrahim'le sürekli oyunlara baş landı. Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun Büyük Sahne adlı tek salonu, Atapark Büyük Sahne adını alarak, 6 Ekim 1995 akşamı "Oyunun Oyunu"yla yeni mevsime başladı. İstanbul'da 29
Birim Tiyatro Atölye Sahnesi'nin adı Aziz Ne sin Sahnesi olarak değiştirildi. 31 Ekim 1995 günü oynanan "Maymun Davası" bu sahne nin yeni adıyla sergilediği ilk oyun oldu. Devlet Tiyatrosu aynı mevsimde, Bursa'da Osmangazi Belediyesi'nin Behzat Butak Sahnesi'nde ve Prof. M. Bozkurt Kuruç Sahnesi'nde aralıklı olarak oyun sergilemeye başladı. Beh zat Butak Sahnesi 2 Kasım 1995'te "Muam mer Muammer"le, Bozkurt Kuruç Sahnesi, 7 Kasım 1995'te "Elveda Saraybosna" adlı oyunla gösterilerine başladı. Bu sahnelerin il kinde 1997 Nisanı'ndan, ikincisinde 1998 Martı'ndan sonra etkinlik yapılmamıştır. 1996-1997 mevsiminde Devlet Tiyatrosu, İz mir Bornova Belediyesi Uğur Mumcu Kültür ve Sanat Merkezi'nde sürekli oyunlarına baş ladı. 7 Mart 1997 günü açılan tiyatronun ilk oyunu, Ragıp Haykır Sahnesi'nde gösterime başlamış olan "Gömü"ydü. 27 Mart 1997 gü nünden başlayarak Ankara'da, Yenimahalle Belediyesi 50. Yıl Dört Mevsim Sahnesi'nden yararlanıldı. Altındağ Tiyatrosu'nda oynan makta olan "Türkmen Düğünü", bu sahnede gösterilen ilk oyundu.
1998-1999 mevsiminde Devlet Tiyatroları'nın, sekizi yerleşik kadrosunu oluşturmuş olan on iki müdürlüğü, yerleşik düzene geçmiş bulun maktadır. Ankara Devlet Tiyatrosu dokuz, İs tanbul Devlet Tiyatrosu beş, İzmir dört, Bursa üç, Adana, Sivas, Van ikişer, Trabzon, Diyar bakır, Antalya, Erzurum, Konya birer sahnede oyun sergilemiştir.
cy a
Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun Atapark Büyük Sahne adlı salonu, 9 Nisan 1997 günü, Haluk Ongan Sahnesi adını aldı. Büyük Sahne'de 6 Mart 1997'de başlamış olan "İkinci Caddenin Mahkumu", aynı sahnenin yeni adıyla ilk oyu nu oldu. 1997-1998 mevsiminde yerleşik düzene ge çen Sivas Devlet Tiyatrosu, 26 Kasım 1997 ak şamı Atatürk Kültür Merkezi'nde "Seviyorlardı Yaşamı" adlı oyunla açıldı. 12 Aralık 1997 akşamı Erzurum Devlet Tiyat rosu, "Can Bebek" adlı oyunun prömiyeriyle yerleşik düzene geçti.
"75. Yıl Tarsus Kültür Merkezi (Turne Tiyatro su)" adını aldı. 30 Ekim 1998 günü başlayan ilk düzenli turne oyunu, Adana Hacı Ömer Sa bancı Sahnesi"nde oynanmakta olan "Ayak Bacak Fabrikası"ydı. Aynı mevsimde, İstanbul Devlet Tiyatrosu, Anadolu yakasında yeni bir salon kiraladı. Yayla Sanat Merkezi adlı salon, 1 Aralık 1998 akşamı "Kuvayı Milliye" adlı oyunla açıldı. Oyun, açılış gecesinden önce, Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da oynanıyordu. Bursa Devlet Tiyatrosu, 4 Ocak 1999 akşamı, Osmangazi Belediyesi'nin 1050 Konutlar Akpınar Merkezi'ndeki Büyük Salon'dan yarar lanmaya başladı. Bu sahnedeki ilk oyunu, "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" oldu. Oyun, daha önce Ahmet Vefik Paşa Sah nesi'nde oynanıyordu.
(*) Deniş Taşkan "Geçmişten Günümüze Devlet Tiyat roları'nın Kısa Bir Tarihçesi", Devlet Tiyatroları Araştır ma Yayını-Repertuvar Özel Sayısı'ndan alınmıştır. (**) Tamer Levent, Mehmet Ege ve temi Bilgin portreleri hariç tüm fotoğraflar Turgut Akter'in arşivinden alınmıştır. Teşekkür ederiz. (1) 1983 yılında basılan ilk tarihçede, 30 Eylül 1957'de 'Üçüncü Selim'in oynandığına dair yeterli belge buluna madığından, oynandığı kesin olan ilk gün, 5 Ekim 1957 olarak yazılmıştır. İncelenen kaynaklardan, 'Üçüncü Selimin 30 Eylül'de başlayıp aralıksız oynandı ğı anlaşılmaktadır.
pe
Aynı mevsimde yerleşik düzene geçen Konya Devlet Tiyatrosu, 19 Aralık 1997'de "Tamirci" adlı oyunla perdesini açtı. 1997-1998 mevsiminde Sivas Devlet Tiyatro su, Cumhuriyet Üniversitesi Oda Tiyatro su'nda da oyun sergilemeye başladı. Bu ikinci sahne, 2 Mart 1998 akşamı "Ada" adlı oyunla açıldı. Oyun, Sivas Atatürk Kültür Merkezi Sahnesi'nde oynanmaktaydı. Devlet Tiyatrola rı, bu mevsimde İzmir Fuar Gençlik Tiyatro su'nda haftanın belirli günlerinde, çocuk oyunları sergilemeye başladı. Mart 1998 günü sahnelenen "Savaş Düşlerimi Çaldı", tiyatro nun ilk oyunu oldu.
Aynı mevsimde, 26 Nisan 1998 akşamı, Van Devlet Tiyatrosu, ikinci sahnesi olarak, Yüzün cü Yıl Üniversitesi Hakkı Atun Sahnesi'nde "Teklif" ve "Ayı" adlı kısa oyunlarla oyun sah nelemeye başladı. 21 Ağustos 1998 tarihinde, Kültür Bakanlığı Müşavirliği'ne atanan Bozkurt Kuruç'un genel müdürlüğü sona erdi. Aynı gün K. Lemi Bil gin, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne atandı. Devlet Tiyatroları, önceki yıllarda geçici turne ler yaptığı Tarsus'a, 1998-1999 mevsiminde, düzenli turnelerle gitmeye başladı. Kültür Bakanlığı'nın Tarsus ilçesi Kültür Merkezi Bina sında bulunan sahne, Adana Devlet Tiyatrosu 30
Tamer Levent
Lemi Bilgin
Tatbikat Sahnesi, Nisan 1941'de Carlo Goldoni'nin "Otelci Kadın" oyunu ile ücretli oyunlarına başladı. Carl Ebert'in yönettiği oyunun giysi ve sahne tasarımlarını Turgut Zaim yaptı.
SÎZCE
Saray Darbesi ve Boomerang Süleyman Efendi nasırından, Türk Tiyatrosu, orta ikide müsamereye çıkartılan devletçi bürokrat siyasetçilerden çok çekti bugüne kadar. Üretimde kendini yenileyemeyen, evrensel tiyatro birikiminden hiza istikamet almayı aklının ucundan bile geçirmeyen, egosu şişmiş hırslı sanatçılarla inanılmaz bir dayanışma gösteren bu bürokrat siyaset erbabı, ne vakit işimize burnunu sokmaya yeltense, biryerleriyle dağları devirip duruyor. Cumhuriyetimizden bile kıdemli İstanbul Şehir Tiyatroları'nı, "demokratik katılımcılık" kisvesi altında dinamitleyen sosyal demokrat Sözen ve dostumuz Hilmi Yavuz'u da unutmadığımızı belirterek, son sözü evvela sarfedelim: Devlet Tiyatroları'nda yaşanan son gelişmeler-ki sayfalarımızda, tüm ayrıntıları ve boyutlarıyla olup biteni okuyacaksınız-, midemizi bulandırdı. Adını koymaktan kaçınmayacağım: Bu bir "saray darbesi"dir. Ne gelenek ama; sadrazam sefere çıkmayagörsün; altını deşmeye hazır vezir-ü vüzera "şer dayanışması"nın şahikasını sahneye koyar. Kime karşı yapılırsa yapılsın, büyük zaman içinde geri dönüp sahibini vuracağı bittecrübe sabit bir
a
boomerang atılmıştır tiyatro kurumuna. Yanlış yorumlanmış bir Makyavel pasajı adeta... Her şey öyle tuhaf gelişti ki, başlarda, bir zamanlama talihsizliği olarak faksımıza düşen TOBAV bildirisini bile izahta zorlandık. Neyse, bu sanatçı örgütünün işbu garabete duhul etmediğini anlayıp, bir nebze ferahladık. İmzasız faks metni almaktan bizar olduğumuzu fark edince, içimizdeki Hercule
cy
Alkaya
Poirot uyandı, "işin peşine düştük". Nedir, bu acaip entrikada, bir polisiyenin sofistikasyonundan ne eser! Hızla anlaşılıyor azizim Watson!
Kültür Bakanlığı antetli kağıdıyla, Bakanlık faksından geçilen bir "dikte" arzusunu içerde okuyacaksınız. Ne fütur! YÖK "kurallarıyla" yönetilmeyi dileyen, Cumhurbaşkanlığı'na bağlı "özerk"
pe
Orhan
bir oluşumu özleyen anlayışın hangi mevzileri ele geçirdiğini görüp ürpereceksiniz. "Doğru dediğiniz
şeyi yapmak için her şey mübahtır. Her yol denenebilir" diyen sanatkâr içinizi burkacak, kimbilir "kıyamet alameti" sayanlarınız çıkacak bu tuhaf tuhafiyeyi. Boomerang, dönüp sahibini vurana kadar bir yol kat edecek. Ne acıdır, dolaştığı alanda kesip biçtiği, kan revan bıraktığı değerler, ülkemizin en köklü, en yaygın sanat kurumlarından Devlet
Tiyatroları'nın değerleri. Teamüllerin kırılma noktalarını seyrediyoruz bugün, endişeliyiz. Ülke tiyatrosuna giren kaynağın yaklaşık yarısı, geleceğe dönük bir tehdit altında. Yeniden yapılanma yolunda atılan olumlu adımlar çoktan unutuldu. Yemek saatinden önce baskın verip, elini yıkamadan sofraya oturanlar, temiz tabakları da yeniden bulaşıkhaneye göndermek üzere. Bu memlekette eğri oturulduğu malûm, biz doğru konuşalım —girerken söylemiştik "kime karşı yapılırsa yapılsın" bu kötülüğe karşı durmak, işimizin "etik" gereğidir,—teamüller henüz kırılmadı, çoktandır, sinsi sinsi kırılıyordu. Sözgelişi yakın bir geçmişte, Kuruç'a yapılanı kaçımız içimize sindirebildik? Ne zaman, yakın amaçlarla değil, tümzamanlı ilkelerle düşünmeye alışabileceğiz? Çoktandır Lili Marleen'i dinlememiştim, bir an içimdeki Anzak dürttü işte... Bunca "hent'liğin orta yerinde, Türkiye tiyatro ortamına iyilikler diliyorum. Doğru bildiği yolda yürümenin anlamını yitirmeyen has sanatçıları gözlerinden öpüyorum. Ellinci yılını kutlamaya hazırlandığımız bu uluslararası normlarda "büyük" sanat kurumunu ilkelliklerine davet eden herkese teessüf ediyorum. Al gözüm seyreyle; yirminci asrın son günlerinde, memleketinde neler oldu. 31 .
DOSYA
İktidar Mücadelesi ve Kaos Artık Klasikleşti, Ama;
DEVLET TİYATROLARI'NA YAZIK OLUYOR Demirkanlı
Uzun süredir 'bir Devlet Tiyatrosu klasiği' olarak her sezon başı izlemeye alıştığımız, 'Genel Müdür' kaosu bu yıl yaşanmayacak galiba derken, 7 7 Ağustos'ta basının fakslarına her yıl bu zamanlarda almaya alıştığımız 'TOBA V Bildirisi' akmaya başladı. Bir sonraki gün Ankara'dan gelen haberler ise beklenen 'Devlet Tiyatroları klasiği'nin 'Perde' dediğine yönelikti: "Almanya 'da turnede bulunan Genel Müdür Lemi Bilgin'in yerine vekalet eden İ. Rahmi Dilligil, başta 6 kişilik Yönetim Kurulu'nun 4 üyesi olmak üzere birçok müdürü değiştirdi. Kültür Bakanlığı bu değişiklikleri onayladı."
pe cy
a
Mustafa
Başrejisör Erhan Gökgücü'nün yerine Ferdi Merter Fosforoğlu, Sanatçı Temsilcisi (seçimle göreve gelmişti) Mehmet Ege'nin yerine (sayfa akışında göreceğiniz, "Altındağ Tiyatrosu 'Küçük Şehir' adlı oyunu provaya almasına rağmen otorite boşluğundan istifade eden üç sanatçı oyunu bırakmış..." denilen imzasız açıklamadaki üç kişiden biri olan) Faruk Günuğur, Sanat Teknik Müdürlüğü'ne Suar Şeylan'ın yerine Sertel Çetinel, Başdramaturg'luğa Füruzan Tercan'ın yerine Mine Acar atandı. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne vekalet eden İ. Rahmi Dilligil, yönetim değişikliğinden sonra, Ankara Devlet Tiyatroları'nın repertuvarını değiştirerek 7 yeni oyun ilan etti. 20 Ağustos'ta göreve dönen Lemi Bilgin, görevli olarak bulunduğu Almanya
32
turnesi sırasında yaşanan olaylara tepki verdi, yeni asılan 7 oyunu kaldırıp eski oyunları tekrar astı. Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın Devlet Tiyatroları'na müdahalesini eleştiren basın açıklamasını yaptıktan bir gün sonra da, Bakan tarafından açığa alındı. Genel Müdür Lemi Bilginin açığa alınma gerekçesi, bu haberin yazıldığı şu ana kadar açıklanmadı. Önce, yönetim kadrosunun işten el çektirilmesi, ardından Genel Müdür'ün açığa alınması ve soruşturmanın büyük bir gizlilik içinde yürütülüyor olması, kamuoyunda Bilgin hakkındaki iddiaların çok önemli olduğu beklentisini oluşturdu. Devlet Tiyatroları'nın 50. Yılı üzerine Genel Müdür Lemi Bilgin ile görüşmeye gittiğimiz Ankara'da, her çalkantıda adı Genel Müdür adayları arasında anılan, Genel Müdür Yardımcısı ve TOBAV Genel Başkanı Tamer Levent'le, yeni yönetim adına Başrejisör Ferdi Merter Fosforoğlu ile de söyleştik. Genel Müdür Vekili Rahmi Dilligil ile arkadaşımız Hüseyin Sorgun görüştü ve böylece dosyamız bütünlendi. Bugüne kadar basına 'servis' yapılan imzasız ve 'nereden geldiği belli olmayan' üç açıklamayı, Kültür Bakanlığı'nın antetli kâğıdı ile bakanlık faksından gelen açıklama notlarını ve tüm basın açıklamalarını yayımlıyoruz. Ayrıca, Yücel Ertenin Devlet Tiyatroları'ndaki sisteme yönelik önerilerini de, sistem tartışmalarını bütünlemesi açısından dosyanın sonunda yayımlıyoruz.
Lemi Bilgin: 22 Ağustos 1998 tarihinde Devlet Tiyatroları Ge nel Müdürlüğü'ne atanan Lemi bilgin, 1956 yılın da doğdu. Hukuk Fakültesi'nde başladığı öğrenimini 3. yılda bırakılarak Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek Bölümü'ne girdi ve 1979-80 döneminde mezun oldu. Aynı yıl, Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü'nde sanatçı. Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde sahne dersleri öğretmeni olarak göreve başlayan Bilgin, Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sah ne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü kuruluş ça lışmalarında bulundu. Bir dönem Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlü ğü'nde yönetici olarak çalıştı. 5 yıl Hacettepe Üni versitesi Tiyatro Ana Sanat Dalı Başkanlığı yaptı. ODTÜ'de tiyatro dersleri veren Bilgin, halen Bil kent Üniversitesi ve DTCF Tiyatro Bölümü'nde Öğretim Üyeliği görevini sürdürüyor. Birçok kurum ve kuruluştan ödül alan Bilginin görev aldığı oyunlardan bazıları: Kral Lear, Fehim Paşa Konağı, Kim Korkar Hain Kurttan, İkinci Bölüm, Budala, Akrep (AST) Lemi Bilgin, 1998-99 sezonunda sahnelenen "Akrep" adlı oyundaki başarılı yorumuyla Türkiye Eleştirmenler Birliği'nin En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü kazandı.
yasal da değil. Sonra, geçen yıl görevden aldıklarınızı, bugün neden yine göreve getiriyorsunuz. Bunun bir ölçütü olmalı. Kaldı ki, yasamıza göre Bakanın onaylama yetkisi bile yok. Bakan sadece Başbakanlık genelgesi doğrultusunda onaylar. Yasamız der ki; bir tek Başrejisör'ü Genel Müdür teklif eder, bakan onaylar. Bunun dışında bütün elemanları Genel Müdür atar. Bundan da vazgeçtim, Yönetim Kurulu'nu değiştiriyorsunuz, Sanat Teknik Bürosu'nda, daha doğrusu tur organizasyon bürosunda 30 yıldır büyük özveriyle çalışmış, bir gün izin kullanmamış, bir tek rapor almamış, bütün Genel Müdürlerle çalışmış, işini çok iyi
Açığa Alınan Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin:
İLKELERE SAHİP ÇIKILMASINI İSTİYORUM" "İLKELERE
L. Bilgin: Hiç bilmiyorum.
böyle bir şeyi bekliyordum. Ben tercihimi kullandım; ya ülkem adına, ülkemin, kurumumun sanatı adına bir şey yapacağım, kurumumu orada temsil edeceğim ya da burada koltuğa yapışacağım. Bu yapılanlar ne bürokrasi geleneğine ne meslek geleneğine, ahlâkına hiç
Bu operasyonu nasıl yorumluyorsunuz? Kaynak olarak nereyi görüyorsunuz.
L Bilgin: Kaynak aramıyorum. Bu belki de Osmanlı'dan beri yapılmayan bir şey. Bu kurumun
pe
Sayın Bilgin, bu söyleşi için önceden randevu/aşmıştık. Söyleşinin ana ekseni Devlet Tiyatroları'nın 50. yılı olacaktı. Ama, her şey çok hızlı gelişti, Ankara'ya geldiğimde siz iki saat önce açığa alınmıştınız. Hangi gerekçeyle açığa alındınız?
L. Bilgin: By-pass çok küçük kaldı.
cy
Mustafa Demirkanlı
a
II
Size bir açıklama gelmedi mi?
L. Bilgin: Yazı geldi, aklımda kaldığı kadarıyla "Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nde yürütülen teftiş ve soruşturma sonuçlanana kadar 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 137 ve 138 nci maddesi gereğince açığa alındınız," deniliyordu.
Bu yapılanlar ne bürokrasi geleneğine ne meslek geleneğine, ahlâkına hiç uymayan, bunların hiçbiriyle bağdaşmayan işler. Bugün görevinden alınan arkadaşlar, yine bunlar tarafından göreve getirilmişti. Bir yıl boyunca benimle çalışmışlardı ve de görevlerinden alınmaları için hiçbir sebep yok. Bir yıl boyunca yoktu da 4 gün boyunca varsa onu da söylesinler. Bu yasal da değil. Sonra, geçen yıl görevden aldıklarınızı, bugün neden yine göreve getiriyorsunuz. Bunun bir ölçütü olmalı.
Soruşturma hangi konuda? L. Bilgin: Hiç bilmiyorum. Bana şu konuda soruşturma var diye herhangi bir şey söylenmedi. Ne benimle ilgili ne de tiyatroyla ilgili. Sizin yurtdışında olduğunuz bir dönemde, yerinize vekalet eden Genel Müdür Yardımcınızın yürüttüğü bir by-pass operasyonu var.
Genel Müdürü, ki yasal yetkilerle donatılmıştır ve aynı zamanda Genel Sanat Yönetmeni'dir. Şimdi siz 5 günlüğüne gidiyorsunuz ve yerinize vekalet bıraktırılan Genel Müdür Muavininiz sanat yönetim kadrosunu değiştiriyor, böyle bir uygulama kabul edilir gibi değil. Anlaşılabilir bir şey değil. Ama sürpriz de değildi,
uymayan, bunların hiçbiriyle bağdaşmayan işler. Bugün görevinden alınan arkadaşlar, yine bunlar tarafından göreve getirilmişti. Bir yıl boyunca benimle çalışmışlardı ve de görevlerinden alınmaları için hiçbir sebep yok. Bir yıl boyunca yoktu da 4 gün boyunca varsa onu da söylesinler. 4 günde değil, birinci gün yaptılar. Bu
yapan bir insanı neden sebep göstermeden görevden alıyorsunuz? Bu kadar basitlere, incelere düşmeyin. Bu kurumun Genel Sanat Yönetmeni, Genel Müdür'dür, bir günde 7 oyunu değiştiriyorsunuz. Hangi ölçüyle? Nasıl bir ölçü kullandınız, bunun sonucu ne olacak? Bunlar meslek adına kabul edilebilir şeyler mi? Sayın Bilgin, 1955 yılında Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü döneminde Muhsin Ertuğrul, Devlet Tiyatrosu'ndaki "kaos" hakkında sorulan bir soruya, şöyle yanıt vermiş; 'Siz, hiç problemsiz, kaossuz bir tiyatro gördünüz mü? Biz bir aileyiz. Bir aile içinde sorunlar olabilir. Biz bunları çözeriz'. Yıl 1999, Devlet Tiyatrosu, neredeyse klasikleşmiş kaoslardan bir tanesini daha yaşıyor. L. Bilgin: Evet, Devlet Tiyatroları olarak baktığımızda, özel olarak sanat kurumlarının olduğu yerde bu çatışma, bu didişme, bu kavga vardır, bunların hepsi perdelerin daha iyi açılması kavgalarıdır. Sanatçıların isteklerinin son derece geniş olduğu, büyük olduğu da gerçektir. Bazen bunlara yer bulunabilir, bazen de 33
bulunamaz. Bunlardan kırgınlık
gereken bir şey var, asıl
doğması da doğaldır. Bu sanat
olmaması gereken bir şey var,
kurumlarının hepsinde küçük
Devlet Tiyatrosu sistemsizliğin,
kavgalar, kaoslar vardır, olacaktır
yetersizliğin sancısını çekiyor.
da. A m a , bu kulis tarafıdır. Asıl
Disiplin adına da, iş üretme adına
işlerimiz perde açıldıktan sonraki
da, iletişim adına da b u n u n
g ö r ü n t ü kısmıdır, ben hep böyle
sancısını çekiyor.
bakıyorum. Ama,
Devlet Tiyatrosu 1949 yılında
görüldüğü gibi artık size
k u r u l d u ğ u n d a , demişler ki bu sanat k u r u m u n u tüzel kişiliğe
ait değil, bize de ait. L. Bilgin: İşte, zaten yanlış olan b u , Genel M ü d ü r o l d u ğ u m
alalım, özerk olsun, kimse içine girmesin. Yıllar sonra, özellikle son 1 5 yılda etkiler altında
zaman verdiğim ilk
kalmış, bir bakan değiştiği zaman
d e m e ç l e r i m d e n biri b u y d u ; Devlet Tiyatrosu'nun kavgalarıyla basına çıkmasından çok
repertuvar değişebiliyor ya da oyunların sunuş biçimi değişebiliyor. Elemanların giriş
utanıyorum. Benden demeç isteyen arkadaşlara her zaman,
çıkışları, tayinler değişebiliyor.
lütfen bizim için ayıracağınız
O zaman
sütunları, t i y a t r o n u n yaptığı işlere
aile
ayırın diyerek, oyunların,
bu ailenin sınırları biraz
kavramını
aşmış
gibi oluyor.
L Bilgin: Evet, aşmış bir vaziyete
yapılanların tanıtılmasının öne m ü m k ü n o l d u ğ u kadar geri planda durmaya çalıştım.
geliyor, getiriliyor. Devlet
Tiyatrosu, gişesi olan bir yer,
pe
çıkmasını istedim. Bunun için de
sanatçı olarak kendisini var
etmek isteyen, yazar olarak da
Muhsin Hocamın söylediği kaos
kendisini var e t m e k isteyen
var, ama şimdi d u r u m biraz daha
birçok insanın o l d u ğ u bir yer.
farklı. Şimdi derken yıllardır gelen
Doğal. A m a b u n u n ölçüsü ve
karmaşadan bahsediyorum.
sınırı nedir? Bunun m e t o d u
Muhsin dönersek,
Hoca'nın
açıklamasına
Devlet
Tiyatroları şu
anda bir aile midir? Bu ailenin sınırları nerede başlıyor nerede bitiyor,
genişliği nerelere
kadar
uzanıyor?
nedir? Bu yoktur. Sıkıntı buradan başlıyor. Ben Devlet Tiyatroları
Genel M ü d ü r ü o l d u ğ u m z a m a n kendime bir hedef k o y d u m . Dedim ki, 2 0 0 0 yılının sonuna kadar bazı değişiklikleri, yasal değişiklikleri, kendini aşan
L. Bilgin: Evet, tiyatro bir ailedir.
değişiklikleri yapamazsam burada
Bir sahneli bir tiyatroda b u n u
d u r m a m ı n bir anlamı kalmaz,
daha rahatlıkla söyleyebilirsiniz ya
yapılırsa da kalmayacak, çünkü
da iki sahneli, ama b ü t ü n
sistem değişikliği o l d u ğ u zaman,
Türkiye'de 32 sahne açıldığını
doğal olarak genel m ü d ü r ü n
düşünürseniz, bu ailenin çok
geliş biçimi de değişecektir. Ben
büyük bir aile o l d u ğ u n u ,
ö n ü m e bir hedef ve süre
dolayısıyla bu çalkantıların, bu
koymuştum.
problemlerin, sorunların da giderek daha da büyüyeceğini kestirebilirsiniz. Muhsin Hoca'dan beri bu didişmeler, çekişmeler hep olmuştur, olacaktır da, kaçınılmaz. A m a olmaması
34
Perdelerin açılmasına iki hafta kala Devlet Tiyatroları belki de tarihinin en hu zursuz günlerini yaşıyor. Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne atandıktan sonra kurum içi huzuru ve disiplini sağlaması gerekirken kadrolaş maya giderek sanatçı barışını sağlayamaması, aksine kurumdaki var olan di siplini bozması, tiyatro içinde son derece ciddi huzursuzluklara neden olduğu iddia edilmekte. Yaşanan bu keşmekeştik TOBAV tarafından yapılan yazılı bir açıklamayla da dile getirildi. TOBAV Yönetim Kurulu "Devlet Tiyatroları'nın 50. yılında büyüme hızı ile orantılı bir geliştirme gösteremediğini, yaşanan iç huzursuzluklar nedeniyle tiyatro oyuncusunun dahi tiyatroculuk mesleğine olan inancında eksilmelere neden olduğunu" ifade etti. LEMİ BİLGİN NEREDE? Genel Müdür Lemi Bilgin'in sezonun açılmasına ramak kala Devlet Tiyatroları'nın perdesini açması gerekirken, sürekli bir özel tiyatroda oynaması ve bu oyunla turneye çıkması yüzünden kurum adeta kilitlenmiş, perdesini açamama tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. İki hafta sonra perdelerini açması gere ken Devlet Tiyatroları'nın hâlâ birçok oyunun ilan edilmemesi, ilan edilen oyunlardaki sanatçıların kazan kaldırırcasına görev kabul etmemesi, kimileri nin rapor alması, bölge müdürlerinin peş peşe istifa etmeleri artan huzursuz luğu kaynayan bir kazana çevirmiştir. Ankara Altındağ Tiyatrosu "Küçük Şe hir" adlı oyunu provaya almasına rağmen otorite boşluğundan istifade eden üç sanatçı oyunu bırakmış, 2 sanatçı da rapor alarak provalara katılmamıştır. Genel Müdür Lemi Bilgin'in kurumla ilgilenmemesi yüzünden başıbozuklu ğun yaşandığı Devlet Tiyatrosu'nda, çaresiz kalan yönetim Ankara'daki sa natçıları çalıştırmak becerisini gösteremeyince, ortaya çıkan sanatçı sorununu bölge tiyatrolarından getirttiği genç sanatçılarla gidermeye çalışmış ve Büyük Tiyatro'da sahnelenmesi düşünülen Shakespeare'in "III. Richard" oyunu için Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'ndan 4, Adana Devlet Tiyatrosu'ndan da 1 oyun cu getirtmek zorunda kalmıştır.
cy a
Devlet Tiyatrosu'nun kavgalarıyla basına çıkmasından çok utanıyorum. Benden demeç isteyen arkadaşlara her zaman, lütfen bizim için ayıracağınız sütunları, tiyatronun yaptığı işlere ayırın diyerek, oyunların, yapılanların tanıtılmasının öne çıkmasını istedim. Bunun için de mümkün olduğu kadar geri planda durmaya çalıştım.
Basına Dağıtılan İmzasız Haber Metni -1 (17 Eylül)
Size yöneltilen aradan
rağmen yasa yönelik
bir eleştiri var,
bir yıl geçmiş
olmasına
çalışmaları,
çalışmalar
başlamadı diye.
sisteme
henüz
Doğrusu,
böyle
PEŞ PEŞE İSTİFALAR Genel Müdürlük koltuğunda oturup kurumu yönetmesi gerekirken, özel bir tiyatroda oynayıp turnelerde gezen, bunun yanı sıra Bilkent'te ders veren Lemi Bilgin'in bir kaosa sürüklediği Devlet Tiyatroları'nda kimi tiyatroların müdürleri de artan huzursuzluk nedeniyle peş peşe istifa etmek zorunda kal dı. Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürü Cem Emüler, Müdür Yardımcısı Ahmet Mümtaz Taylan ve Konya Devlet Tiyatrosu Müdürü Bahadır Özyurt Genel Müdürlü'ğe tepki göstererek görevlerinden istifa ederken, Bursa Müdürü ta yinini beklediği için ne yazık ki Bursa Devlet Tiyatrosu'nda da çalışma yapıla mıyor. Bu arada görevinden alınan ancak mahkeme kararıyla görevine geri dönen Adana Devlet Tiyatrosu Müdürü Mustafa Kurt'u istifaya zorlamak is teyen Lemi Bilgin'in, bu müdürü usandırmak için her hafta Ankara'ya görevliymiş gibi çağırarak devletin zamanını ve paralarını kaprisi uğruna sarf ettiği de iddialar arasında. Sanatçı temsilcisi seçilen Mehmet Ege'nin bu görevi ge reği personel sorunlarına çözüm getirmesi gerekirken, görevinin 3'ncü gü nünde kendisinin de yer aldığı 5 kişilik yönetim kuruluna dilekçe vererek reji sörlük yapmak için onay aldığı ve ortalarda olmadığı da söylentiler arasında. ATÖLYELER ÇALIŞTIRILAMIYOR Lemi Bilgin'nin Genel Müdürlük koltuğunu dolduramaması yüzünden kay nayan kazanın içinde ne yazık ki çalıştırılamayan atölyeler de yer alıyor. Sezon açılması için Sanat Teknik Müdürü tarafından erken tatile çıkartılıp er ken işbaşı yaptırılan sahne teknik elemanları, yanlış planlama yüzünden "taşınan atölyelerde" çalıştırılamıyor, üretim yapamıyorlar, meydana gelen kazalarda doktor dahi bulamıyorlar. TEFTİŞ KURULU SORUŞTURMA BAŞLATTI Göreve geldiğinden bu yana uygulamalarıyla Devlet Tiyatroları'nda büyük tepkilere neden olan Lemi Bilgin hakkında Kültür Bakanlığı Teftiş Kurulu Baş kanı geniş çapta bir soruşturma başlattı. Şahin Karacan'ın başkanlığındaki teftiş kurulu, Lemi Bilgin dönemiyle ilgili araştırma ve soruşturmalara başladı. (*) Tiyatro... Tiyatro...'nun notu: Basına gönderilen yukarıdaki ve 2-3 numaralı haber servisini yapan kaynağın İstanbul ayağı ve Ankara bağlantısı taraflınızdan bilinmektedir. Şu anda D.T. içinde süren çatışmalara katılmamak için, açıklamıyoruz.
bir çalışmalar varsa bizim de haberimiz yok.
Basına Dağıtılan İmzasız Haber Metni -2 (24 Eylül) KÜLTÜR BAKANI, DEVLET TİYATROSU GENEL MÜDÜRÜ'NÜ AÇIĞA ALDI GENEL MÜDÜRLÜĞE VEKALET EDEN RAHMİ DİLLİGİL PERDE AÇMA ÇALIŞMALARINA HIZ VERDİ Kültür Bakanlığı tarafından açığa alınan Lemi Bilginin yerine, Devlet Tiyatro ları Genel Müdürlüğü'ne kurumun saygın sanatçılarından İ. Rahmi Dilligil ve kaleten atandı. Lemi Bilgin döneminde adeta "cadı kazanına" dönen, perde açamama tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve bu yıl 50. kuruluş yılını kutlaya cak olan Devlet Tiyatroları'nda şimdi Rahmi Dilligil dönemi başlıyor. Lemi Bilgin'in açığa alınıp, Dilligil'in vekaletiyle birlikte Başrejisörlüğe Ferdi Merter, Sanat Teknik Müdürlüğü'ne Sertel Çetinel, sanatçı temsilciliğine Fa ruk Günuğur, Başdramaturgluğa Mine Acar, Ankara Devlet Tiyatrosu Müdür lüğü'ne Murat Atak, Konya Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'ne Ömer Naci Top çu, Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'ne Emin Gümüşkaya atandı. Ayrıca Le mi Bilgin tarafından görev yapması engellenmeye çalışılan Mustafa Kurt, Adana Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü görevini sürdürmektedir.
a
L. Bilgin: Olur mu? Bir hedef konulmuştur. Şimdi bir yasa çalışması yapacaksınız, 50 yıllık bir kurumun, hem de çok tartışılan bir şey var yasa çalışmalarında. Şunu hiç kimse diyemez biz geçen sefer yaptık, al bunun aynısını yap. Ya da geçen sefer yapılan yanlıştı, bundan hiçbir şey yapma. Bu tip tartışmaların olduğu yerde siz bir ay içinde, yahut üç ay içinde hadi ben yasayı yaptım, oldu bitti derseniz, zaten yapılan doğru dürüst bir şey olmaz. Üstelik, ben kurumun içinde biri olmama rağmen, yine de yönetimin dışından bakmakla içinden bakmak farklı. Aynı zamanda siz sezon açılmak üzereyken göreve geliyorsunuz, bütün kadrolarınız değişmiş, gidenlerin yarısı küskün yarısı kırgın, gelenler daha yeni
istemiyorum alacaklıların kapısından.' Bu bir plansızlık, programsızlık sonucu oluşmuştu. Yıllardır birikmiş kadro sorunları vardı. Yıllardır birikmiş tayin sorunları vardı. Bütün bunları, ama belirli ilkeler doğrultusunda yapacaksınız. İlke doğrultusunda yaptığınız zaman, tabii bazılarının hoşuna gitmeyecek bu. Bu arada koca bir sezonu bitireceksiniz ve bu sezon da şu ana kadar en fazla gişe ve seyirci rakamına ulaşmış bir sezon. Son on yılda yaptığınız yurtdışı turnelerin toplamından daha fazlasını bir yıl içinde yapacaksınız. Bunlar da sıradan turneler değil, festivallere ve gelip, görülüp, beğenilerek, çağırılarak gittiğiniz turneler. Bunları yapacaksınız. Altyapı sorunlarını çözeceksiniz. İnşaatlarınızı, binalarınızı yapacaksınız, 20 yıldır dokunulmayan binalara dokunacaksınız, tiyatro şahneleri
Eski Genel Müdür Lemi Bilgin tarafından ilan edildiği ve provaları başladığı halde yine kendisi tarafından kaldırılan 7 oyunun provaları Rahmi Dilligil tara fından tekrar başlatılmış ve provalara başlanılmıştır. Adana Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'nün yeni açılan Tarsus Sahnesi'nde sahneleneceği ilan edilen an cak daha sonra Lemi Bilgin tarafından durdurulan Dinçer Sümer'in "Katip Çıkmazı" adlı oyunu yeniden Rahmi Dilligil talimatıyla provalara başlamıştır.
pe cy
Devlet Tiyatrosu yasası 5 nokta üzerinde deklare edebilecek aşamaya geldi. Bir şeyi oluşturmadan deklare edemezsiniz, ne basına ne de iç kamuoyuna deklare edemezsiniz. Bu çalışmaları yapmadan, biz yasayı değiştireceğiz ama şöyle mi yapsak, yoksa böyle mi yapsak diye kamuoyuna yaydığınız zaman, yeni bir kaos yaratırsınız. gelmişler. Sezon açılıyor, 12 bölgede 120 prodüksiyon çıkaracaksınız, maddi imkânınız yok, teknik altyapılarınız yok, hiçbir repertuvar çalışması yapılmamış ve siz hem bunlarla boğuşacaksınız, bunları bir sisteme getirmeye çalışacaksınız bir yıl içinde, hem de çok önemli yasa konusu üç ay içinde, ya da altı ay içinde bitmedi, cümlesiyle karşı karşıya kalacaksınız; bu çok insafsızca bir şey. Bu çok haksız bir şey. Devlet Tiyatrosu yapılanları pek anlatmıyor, belki de en büyük hatam bu. Devlet Tiyatroları borcunu sıfırlamış bir kurum olarak bu sezona başladı. Borcu mu vardı? L. Bilgin: Ben geldiğimde 500 milyar borçluydu. Bir müdür, satın alma müdürü şöyle söylemişti bana; 'Ben tramvayların ve otobüslerin arkasına gizlenerek geçmek
yapacaksınız, atölyelerinizi fabrika haline getireceksiniz, sahnelerinizi yıkıp yeni baştan yapacaksınız. Çok başarılı bir sezon geçireceksiniz, yasa çalışmasını da devam ettireceksiniz ve sonra karşınıza geçip diyecekler ki 'ama yasa olmadı'. 20 yılda olmayan yasanın 3 ayda olmamasının hesabının sorulması çok haksız.
Şimdi yasanın aşamasını söylüyorum. Devlet Tiyatroları'nın yasa komisyonunda daha önceki tecrübeli arkadaşlarım, komisyonda bulunan arkadaşlarım, değişik görüşteki arkadaşlarım, görüş olarak birbirleriyle çatışan arkadaşlarım, bizi desteklemişlerdir. Bizim yasamızı ve bugüne kadar yapılan yasa çalışmalarını çoğalttım ve arkadaşlara dağıttım. Şu da benim düşüncelerim. İşte arkadaşlar
Devlet Tiyatroları'nın kuruluşunun 50. Yılını kutlaması nedeniyle Ankara Dev let Tiyatrosu'nca yerli oyunlara ağırlık verilmiş ve bu kapsamda Cahit Atay'ın "Sultan Gelin", Turgut Özakman'ın "Kanaviçe" gibi usta yazarların tanınmış oyunları repertuvara alınmış, bunun yanı sıra hiç oynanmamış ikisi yerli, biri çeviri üç yeni oyun repertuvara alınmıştır. Osmanlı Devletinin Kuruluş Yıldö nümü kutlaması projesi kapsamında Yılmaz Karakoyunlu'nun "Önce İnsan", Erman Canatan'ın "Uygunsuzlar", Pilino Marcos'un "Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular", Georges Feydeau'nun "Bit Yeniği" komedisi ile deney sel türde bir oyun olan Turgay Nar'ın "Çöplük" adlı oyunlarının provaları da başlamış bulunmaktadır. Devlet Tiyatroları kadrosunda bulundukları halde uzun süredir değerlendiril meyen yönetmen ve sanatçıların hemen hepsi yeni oyunlarda görevlendiril mişler, ayrıca kurumdan çeşitli nedenlerle ilişkileri kesilen Mahir Günşiray, Alptekin Serdengeçti, Murat Çıdamlı, Deniz Alver Çamlıdağ, Fuat Çiğiltepe ve Miraç Eronat gibi değerli sanatçıların Kültür Bakanı İstemihan Talay ve Ge nel Müdür Vekili Rahmi Dilligil'in çabalarıyla, Maliye Bakanlığı ile yapılan çalış malar sonucu tekrar kuruma geri dönüşleri sağlanmıştır. Daha önce Lemi Bilgin tarafından, altyapısı hazırlanmadan gündeme getiri len sanatçı tayinleri konusu kuruma sıkıntıya sokmuştu. Genel Müdür Vekili Rahmi Dilligil ve Sanat Yönetim Kurulu tarafından bu konuda yapılacak çalış malarla aksaklıklar giderilecek ve en kısa zamanda altyapısı tamamlanmış olarak Bakanlığın onayına sunulacaktır. Yine yıllardır süregelen ancak Lemi Bilgin döneminde hiç ilerleme kaydetmemiş olan yasa çalışmalarına hız verile rek, Meclisin yeni yasama döneminde Kültür Bakanlığı tarafından T.B.M.M. 'ne sunulması sağlanacaktır. Türkiye genelinde Devlet Tiyatroları'nın ikinci tur oyunları için repertuvar çalışmalarına başlanmıştır. Kapsamlı bir repertuvar havuzu oluşturmak amacı ile Başrejisörlük ile Başdramaturgluk bölge müdürlerinin yanı sıra, yönetmen lerin ve yazarların da vereceği projeleri değerlendirilecektir. Öte yandan Sivas Devlet Tiyatrosu'nda ikinci tur oyunu olarak Mustafa Uğurlu'nun yöneteceği Kishon'un "Nikâh Kâğıdı" adlı oyununun provalarına başlandı. Devlet Tiyat roları Genel Müdürlüğü'ne vekalet eden İ. Rahmi Dilligil'in bu göreve atan ması çalışanlar ve sanatçılar arasında büyük bir memnunluk yarattı. Devlet Tiyatrosu oyuncuları "Rahmi Dilligil, deneyimli usta bir aktör ve yöneticidir. Döneminde iç sıkıntılar sona erecektir, buna inanıyoruz" demişlerdir. 35
biz bunu 3 yıl için atadık. Yasal bir suç işlemediği sürece rahat çalışma imkânı bulacak. Ha bu bir seçimle olabilir, atanabilir veya başka bir yöntem. Bunun yolu bulunur. Ama göreve gelen genel müdür süresi içinde rahat çalışabileceğini bilir. Devlet Tiyatrosu'nun ücret sistemi değişecek. Bu çok iddialı, çok önemli. Az çalışanla çok çalışan, hiç çalışmayanla devamlı çalışan aynı ücreti almamalı. Olmaz böyle bir şey.
Basına Dağıtılan İmzasız Haber Metni -3 (27 Eylül) Sular Durulmuyor! Rahmi Dilligil'in Vekaleti Çıkarcı Sanatçılarda Huzursuzluk Yarattı İstanbul'da Can Gürzap, Ankara'da Ayten Gökçer Destekli Rüştü Asyalı, Baykal Saran ve Serap Sağlar İmza Peşinde
Nasıl bir formül bulacaksınız buna. L Bilgin: Dünyada nasılsa öyle olacak. Prodüksiyon sözleşmesi yapacaksınız. Oyuncuyu çağırırsınız, şu oyunu çalışacağız, rolün bu, karşılığında alacağın ücret bu. Evet mi, hayır mı. Sanatçının da seçme özgürlüğü olacak. Sanatçı, beğenmediği, kabul etmediği, buluşmadığı bir oyunda oynamayacak. Ama,
13 aylık Genel Müdürlüğü döneminde Devlet Tiyatrolarını, AST Tiyatrosunda sahneye çıkıp turnelere gittiği için işlemez hale getirilen ve sonunda Teftiş Ku rulunun soruşturma sonucu Bakan tarafından açığa alınan Lemi Bilgin'in yeri ne bu göreve vekaleten atanan Genel Müdür Yardımcısı Rahmi Dilligil'in ku rum içindeki atamaları, perdelerin açılmasına birkaç gün kala çıkarlarına engel olacağı gerekçesiyle kimi sanatçılarda huzursuzluk yarattı. Yerine vekaleten ya pılan atamayı ve atamaları antidemokratik olarak nitelendirerek gitmemekte direnen Lemi Bilgin 13 ay önce Bozkurt Kuruç'un yerine tepeden inme geldiği bu görevlendirmeyi "Devlet Tiyatrosun'da değişim söz konusuydu. Bu değişim Devlet Tiyatrosu'nun işleyişi açısından gerekliydi. Bundan önceki müdürler de zaman zaman geldi ve değişti, bundan sonra da değişimler olabilir" diyerek sa vunmuştu, oysa şimdi kendisinin görevden alınmasını antidemokratik buluyor. Genel müdürlük görevi süresince AST Tiyatrosu'nda oynayan ve turnelere çıka rak iki misli para kazanan Lemi Bilgin bir gazeteye verdiği demeçte "13 aylık görevim sırasında bir tek kendime görev vermedim" diyerek bir anlamda ma kamını da boşuna işgal ettiğini itiraf etmektedir.
a
önümüzde beyaz bir sayfa var. Şimdi çağdaş, ama dünyada nasılsa, ama Türk tiyatrosunun önünü açan, 20 yıl sonra bizi tekrar kaosa itmeyecek bir yasa istiyorum dedim. Bütün çalışmalardan yararlanacağız, ama kimse bana eski çalışmaları dikte ettiremez. Bu tartışmalar devam etti, toplantılarda konuşuldu tartışıldı, yetmedi İngiltere'den, Aktörler Sendikası Genel Sekreteri'nden görüşler aldık. Ana ruhu anladıktan sonra Fransa'dan, İngiltere'den, Amerika'dan, Almanya'dan, Bulgaristan'dan tiyatro işleyişleri hakkında bilgileri toparladık. Çıkan sonuç 5 ana maddeydi. Bize düşen bu 5 ana maddeyi somutlaştırabilecek verileri toplayıp yasa komisyonunda tartıştırmaktı. Devlet Tiyatrosu yasası çalışmaları 5 nokta üzerinde deklare edebilecek aşamaya geldi. Bir şeyi oluşturmadan deklare edemezsiniz, ne basına ne de iç
pe cy
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü ve Bölge Müdürleri göreve süreli gelmeli. Sanatçıların ücret sistemi tamamen değişmeli. Diğer çalışanların kadrolarındaki farklılıklardan doğan ücret dengesizliği giderilmeli. Edebi Kurul kaldırılmalı, yerine geniş kadrolu Repertuvar Kurulu oluşturulmalı. kamuoyuna deklare edemezsiniz. Bu çalışmaları yapmadan, biz yasayı değiştireceğiz ama şöyle mi yapsak, yoksa böyle mi yapsak diye kamuoyuna yaydığınız zaman, yeni bir kaos yaratırsınız. Şimdi, kişisel düşüncelerimden yola çıkarak söylüyorum, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü, süreli Genel Müdür olmak zorundadır. Bu sürenin iki avantajı vardır. Bir; önündeki süresiyi bilecek, ona göre planlarını, programlarını yapma şansı olacak. İki; herkes bilecek ki Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü, örneğin üç yıl için burada. O zaman, ben mi genel müdür olacağım, o mu olacak, iktidar kavgalarından sıyrılacak. Bakan da, Başbakan da, Cumhurbaşkanı da bilecek ki, 36
hem beğenmeyeceğim hem oynamayacağım hem başka iş yapacağım, hem de sonuna kadar maaşımı alacağım, bu olmaz.
Bu açıkladığınız yapıda, sanatçı kadrosunda olanlar düzenli maaş almayacaklar mı? L Bilgin: Şu an için müktesep haklarına dokunamayız, ama bu değişim demektir, müktesep haklarına dokunmadan bu değişim yapılacak. Yapılma imkânı var bunun. Kaldı ki, Devlet Tiyatroları, Devlet Tiyatrosu sanatçılarının tiyatrosu değildir. İyi sanatçılar, isim yapmış sanatçılar neden Devlet Tiyatrosu'nda oynama imkânı bulamasın, neden bir yönetmen Yıldız Hanım'la çalışmak isterse çalışamasın, neden Metin
İSTANBUL VE ANKARA'DA KİMLER NE İÇİN İMZA TOPLUYOR?
Genel Müdür Yardımcısı Rahmi Dilligil'in vekaleten Genel Müdürlüğe atanmas Devlet Tiyatrosu'nun büyük bir çoğunluğu tarafından memnuniyetle karşılanır ken, Ankara ve İstanbul'da bazı sanatçılar, bu atamaya kazan kaldırarak imza toplamaya başladı. Kendilerine oyunlarda görev verilir korkusuyla Ankara'da Rüştü Asyalı ve Baykal Saran ve bir de dört yıldır görev almayan Serap Çağlar'ın imza kampanyası başlatması yakında çekilecek bazı dizelerde görev al malarının engellenmesinden kaynaklandığı iddialarını gündeme getiriyor. Bu imza kampanyalarının ardında da Lemi Bilgin döneminde Devlet Tiyatrola rı'nda at oynatan, sahneleri istediği özel tiyatrolara verip vermemekte kendini yetkin kılan -Yıldız Kenter'in "Maria Callas Ustalar Sınıfı" oyununu anlamsız bir kapris yaparak Devlet Tiyatrosu sahnelerine vermeyen- ve izinsiz bir kanala diz çeken Ayten Gökçer'in olduğu iddia ediliyor. Gökçer'in Genel Müdür vekili ta rafından kendisine rol verilmesinden, turnelere çıkmasından korkarak bu ata mayı protesto etmek için imzacıları desteklediği öne sürülürken, İstanbul'da da "Erten'ler sürdürdükleri saltanatın ellerinden gitmesinden ürküyorlar. İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü olan, Yücel Erten'in eşi Nesrin Kazankaya yerine ya pılacak bir atamanın rahatsızlığını Can Gürzap'ın kendisine verdiği destekle giderme peşinde Diyalog adlı bir okulun sahibi olan ve uzun yıllardır sahneye çıkmayan -geçen yıl bir oyun sahneye koydu- Can Gürzap'ın da kendisine rol verilir ve okulu sahipsiz kalır gerekçesiyle Rahmi Dilligil'in vekaletine ve yaptığı atamalara karşı imza topladığı iddialar arasında.
13 AY BOŞUNA YİTİRİLDİ 13 ay önce göreve geldiğinde, kuruluş amacı Türk yazarına destek vermek olan Devlet Tiyatroları'nda sahnelenmesi düşünülen Cahit Atay'ın "Sultan Ge lin", Turgay Nar'ın "Çöplük", Turgut Özakman'ın "Kanaviçe", Erman Canatan'ın "Uygunsuzlar", Dinçer Sümer'in "Katip Çıkmazı" ve Yılmaz Karakoyunlu'nun "Önce İnsan" adlı oyunlarını kaldırtmak olan Lemi Bilgin'in mantık dışı uygulamaları yüzünden kurum kilitlenmiş, işlemez hale gelmiş, huzursuzluk had safhaya yükselmiş ve bu gerekçeler yüzünden 5 müdür istifa etmiş, bir müdür de kendini görevden aldırtmıştı. "Devlet Tiyatroları'nda değişim şart" diyerek Devlet Tiyatrosu yasasını çıkartacağını söyleyen ama 3 toplantıda özel tiyatrodaki işlerinin yoğunluğu yüzünden yasayı filan unutan ve 13 ayda tek bir olumlu iş yapmayan Lemi Bilgin'in gitmemekte direnmesi ve kimi sanat sever(!) sanatçıların ona destek vermesi, perdelerin açılmasına üç beş gün kala Devlet Tiyatrosu'nda suların durulmamasına neden olmaktadır.
bilecek ki şu mu Genel Müdür oldu, bu mu olacak, önemli değildir. Edebi Kurul gibi bir kurulun, bugün işlerliğini kaybetmiş olan bu kurulun yerine Repertuvar Kurulu oluşturmak gerekiyor. Repertuvar Kurulu daha geniş bir kuruldur. Herkes okuyacak, tartışacak, Devlet Tiyatrosu'nun genel ilkeleri doğrultusunda inceleyecek ve sonra herkese kabul ettirecek, müdürler alıp koltuğunun altına gidip oynattıracaklar. Havuza oyun atıp, havuzda şu kadar oyun var, bu kadar oyun aldık gibi şeyler olmayacak. Edebi Kurul'daki gibi, oyunları geçenler ne zaman oynanacağını beklemeyecekler. Repertuvar Kurulu'ndan geçen oyun hemen oynanacak.
* Devlet Tiyatroları kadrosunda bulundukları halde uzun süredir değerlendiril meyen Yönetmen ve Sanatçıların hemen hepsi yeni oyunlarda görevlendiril mişlerdir. * Kültür Bakanı İstemihan Talay ve Genel Müdür Vekili İ. Rahmi Dilligil'in çaba larıyla daha önce kurumdan çeşitli nedenlerle ilişkileri kesilen sanatçıların, Ma liye Bakanlığı ile yapılan çalışmalar sonucunda Kuruma dönüşleri sağlanmıştır. Bu sanatçılar; Mahir Günşıray, Alptekin Serdengeçti, Murat Çıdamlı, Deniz Alver Çamlıdağ, Fuat Çiğiltepe, Miraç Eronat. * Daha önce Lemi Bilgin tarafından, altyapısı hazırlanmadan gündeme getiri len sanatçı tayinleri konusu Kurumu sıkıntıya sokmuştur. Genel Müdür Vekili I. Rahmi Dilligil ve Sanat Yönetim Kurulu tarafından bu konuda yapılacak çalış malarla aksaklıklar giderilecek ve en kısa sürede altyapısı tamamlanmış olarak Bakanlığın onayına sunulacaktır. * Yıllardır süregelen, ancak Lemi Bilgin döneminde hiç ilerleme kaydetmemiş olan yasa çalışmalarına hız verilerek, Meclisin yeni yasama döneminde Kültür Bakanı tarafından T.B.M.M'ne sunulması sağlanacaktır. * Türkiye genelinde Devlet Tiyatroları'nın ikinci tur oyunları için repertuvar ça lışmalarına başlanmıştır. Kapsamlı bir repertuvar havuzu oluşturmak amacı ile Başrejisörlük ile Başdramaturgluk, bölge müdürlerinin yanı sıra, yönetmenlerin ve yazarların da vereceği projeleri değerlendirecektir.
a
5. nokta ise, sanatçı kadrosunun dışındaki çalışanların maaş ve özlük haklarını düzeltip, yeni ücretlendirme sistemi oluşturarak aradaki farkları kapatmak gerekiyor. Yani$ A, B, C, kadroları arasındaki dengesizlikleri gidermek gerekiyor.
Kültür Bakanlığı Faksından Gelen İmzasız Açıklama (23 Eylül)
* Bölge Müdürlükleri ikinci oyunlarını ilan etmeye başladılar: Adana-Tarsus Sahnesi'nde sergilenecek olan ve provaları devam eden "Katip Çıkmazı'nın ya nı sıra Sivas Devlet Tiyatrosu'nda Mustafa Uğurlu'nun yöneteceği Kishon'un "Nikah Kâğıdı" adlı oyunun provalarını başlatmaya hazırlanıyor.
pe cy
Akpınar bir Devlet Tiyatrosu Prodüksiyonunda oynamasın, National Theatre'dan bütün büyük sanatçılar bir kere geçmiştir. Koşullarda anlaşılıyorsa, neden bir büyük sanatçı Diyarbakır'da, Trabzon'da veya bir başka ilde oynamasın? Bu sistemi getireceksiniz. Yetişmesi için de gerekli. Bizde, kuruma girer sanatçı!' olur, oturmaya başlar, Oturan bir sanatçı sanat üretebilir mi? Mümkün değil, sanatçı, fizik olarak iyi olmak zorunda, bilgi olarak iyi olmak zorunda yani her konuda iyi olmak zorunda hissedecek kendini. Çünkü, iyi olmazsa iş bulamayacak. O zaman meslek yükselecek. Yurtdışındaki oyunculara sorun, kazandığı paranın yarısına yakınını, mesleki eğitimini geliştirmek için harcar, hareket çalışır, ses çalışır, hatta bazen belirli rollerde, çalıştırması için tiyatro hocası tutar. Çünkü iyi olmazsa iş bulma imkânı yoktur. Ve bu iş de iyi insanlarla yapılır, sıradan insanlarla, sıradan işler yapılarak olmaz. Bugün bizim önerdiğimiz bütçemize bakarsanız 24 milyondur. Bu 24 trilyonun 500 milyarı prodüksiyon gideridir, geriye kalan maaşlar ve özlük haklardır. Bu korkunç bir dengesizlik, bunun makul bir düzeye getirilmesi lazım. Ben buradan paramı her zaman alıyorum, beğenmediğim iş dursa da yapmayayım rahatlığını verdiğiniz zaman da yapmaz. Bu herkes için geçerlidir, benim için de geçerlidir. Açık açık söylüyorum benim de zaman zaman kaytardığım olmuştur. Doğaldır da. Önemli olan sistemi oluşturarak bu kaçağa olanak tanımamaktır.
Bölge müdürleri de süreli gelmeli. Komisyonlar oluşturulur, sorarsınız 'Sen şu bölge Müdürlüğü'ne talip misin? yıllık projelerini sun, ne yapmak istiyorsun?' Projelerini verecek, tamam şu tiyatro 3 yıIlığına söylediğin biçimde sana emanettir, deme rahatlığınız olacak, çalışma rahatlığını süreceksiniz, tıpkı o da Genel Müdür gibi süreli gelecek. O da
Lemi Bey, size yöneltilen eleştirilerden biri de, AST'ın sahnelediği "Akrep" oyunundaki rolünüz gereği, kurumdaki çalışmalarınızı aksattığınız, bazı toplantılara katılmadığınız. L. Bilgin: Bu çok komik bir iddia, benbir önceki sezonda AST'da görev aldığım süre içinde "Akrep"i 300'ün üzerinde sergiledik. Genel Müdürlüğe atandıktan sonra, AST'ın yetkilileri ile konuşarak yeri görevim gereği oyunu sürdüremeyeceğimi belirttim. Oyunun benim yüzümden tamamen kalkması da doğru olmayacağı için sadece cumartesi akşamlarına oyun koydular ve ben de oynadım Bunların sayısı da 15-20'yi geçmez. Ankara dışına bir tek Mersin turnesine gittim. Son olarak da Almanya'daki festivalde oynadım. AST'tan tek kuruş almadığım gibi "Akrep"te oynadığım günlere ilişkin Devlet Tiyatrosu'ndan da harcırah almadım. Tüm bunlar AST'ın resmi kayıtlarında vardır. İsteyen
Kültür Bakanlığı tarafından açığa alınan Lemi Bilgin'in yerine, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne İ. Rahmi Dilligil vekalet ediyor.
* Başrejisörlüğe Ferdi Merter, Sanat Teknik Müdürlüğü'ne Sertel Çetiner, Sa natçı Temsilciliği'ne Faruk Günuğur, Başdramaturgluğa Mine Açar, boş olan Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'ne Murat Atak ve Konya Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'ne Ömer Naci Topçu, Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'ne Emin Gümüşkaya atandı. Ayrıca, Lemi Bilgin tarafından görev yapması engellenme ye çalışılan Mustafa Kurt Adana Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü görevini sürdür mektedir. *Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü tarafından perdelerimizin yeni oyunlarla açılabilmesi için yoğun bir çalışmayla kısa zamanda oluşturulan, 7 oyunu kap sayan ilk tur oyunlar, ilan edildiği ve provaları başladığı halde Lemi Bilgin tara fından provalar durdurulmuş, oyunlar kaldırılmıştır. Bu durum huzursuzluk ya ratmış, çalışma isteği içinde olan Yönetmen ve sanatçılar tarafından kınanmış tır. * Genel Müdür Vekili İ. Rahmi Dilligil çalışmaları yeniden başlatmış ve provala rın huzurlu bir ortamda sürmesini sağlamıştır. * Ayrıca Adana Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'nün yeni açılan Tarsus Sahnesi için ilan edilen, Dinçer Sümer'in "Katip Çıkmazı" adlı oyunu da aynı şekilde durdurulmuş ancak İ. Rahmi Dilligil'in talimatıyla yeniden provalara başlanmış tır. * Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü, ilk tur oyunlarını Devlet Tiyatroları ge nel sanat politikası ve 1999-2000 yılı için saptanan repertuvar ilkeleri doğrultu sunda seçmiştir. Devlet Tiyatroları'nın kuruluşunun 50. yılının kutlanması nede ni ile, yerli oyunlara ağırlık verilmiş, bu kapsamda, Cahit Atay'ın "Sultan Gelin", Turgut Özakman'ın "Kanaviçe'si gibi usta yazarlarımızın tanınmış oyunları ter cih edilmiştir. Bunun yanı sıra, hiç oynanmamış, ikisi yerli biri çeviri üç yeni oyun repertuara alınmıştır; "Osmanlı Devletinin Kuruluş Yıldönümü Kutlaması" projesi kapsamında Yılmaz Karakoyunlu'nun "Önce İnsan", Erman Canatan'ın "Uygunsuzlar", Pilino Marcos'un "Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldu lar". Ayrıca Georges Feydeau'nun "Bit Yeniği" adlı komedisi ve çağdaş, deney sel türde bir oyun olan Turgay Nar'ın "Çöplük" adlı oyununun provaları baş lamıştır. 37
Gelelim sizin yurtdışında olduğunuz döneme. Bu dönemde basına imzasız bir bildiri veya açıklama veya basın kuruluşlarına servis yapan haber kaynağının oluşturduğu bir metin ulaştırıldı. Bu metni okudunuz mu? D.T. menşeli olduğu belli idi. Çünkü dışarıdaki insanın bilemeyeceği kadar teknik konulara yer veren haber tekniği ile yazılmış bir metindi. Amacım bu metni tartışmak değil de, bu metin de geçen bir cümleyi size sormak istiyorum: Göreve geldikten sonra kadrolaştığız şeklinde bir açıklama vardı orada. Oysa ben size bir yıldır kadrolaşamamanızın nedenini soracaktım. Kadrolaşmaya gerek mi duymadınız? Kadrolaşamadınız mı?
Şimdi bu imzasız dağıtılan metni siz önemsemiyorsunuz ama ben önemsiyorum. Bu bir mentaliteyi açıklıyor. Buna rağmen oradaki iddiaları ben sormak zorundayım. Adana Devlet Tiyatrosu Müdürü
tanıdığım bir insan ama Yunus Emre Bozdoğan çok iyi çalışan, gerçekten çok verimli çalışan ve arkadaşlarının da verimli çalışmasını sağlayan bir müdür. Şimdi ben bu tiyatroya nasıl haksızlık edebilirim. Mustafa Kurt'u çağırdım, istifaya zorlamak diye bir şey yoktur, hiç kimse kimseyi istifaya zorlayamaz. Ben çok açık ve net olarak bunu anlattım. Dedim ki, Mustafa Kurt, durum budur, sen çok iyi çalıştın, eğer değişmemiş olsaydın seninle de çalışırdım, ama şimdi benim için doğru olan budur. Benim tercih ettiğim Yunus Emre Bozdoğan arkadaştır. Ne kendini yıprat ne Adana'da bir karışıklığa sebebiyet ver. Seninle de tekrar başka şekilde çalışırız. Eğer bu
Ben tekrar bütün bu kadroları değiştirdiğim zaman bir küskünler tarafı zaten var, yeni bir küskünler tarafı olacak. Benim işim D. T. 'nin sağlıklı yürümesini sağlamaktır. Ben, D.T.'nin kadrolaşmasından çok ilkelileşmesini istiyorum.
pe cy
L. Bilgin: O metni kim yazdı ya da kim yolladı bilmiyorum, ama altında imzası olmayan yazılara ya da mektuplara itibar etmemek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü adını ya da imzasını koyamayacak kadar korkak ve biraz kaba olacak ama şerefsiz insanların bildirisini ciddiye almam. Onlar çok çirkin dedikodu yapabilecek insanlar, onun için ciddiye almıyorum. Evet, herhalde orada bir hata olmuş, kadrolaşamadı diyeceklerdi. Ben göreve geldiğim zaman benden bir hafta, on beş gün önce D.T.'daki kırk yöneticinin kırkı da değişmişti. Ve ben geldim. Şimdi ben tekrar bütün bu kadroları değiştirdiğim zaman bir küskünler tarafı zaten var, yeni bir küskünler tarafı olacak. Benim işim D.T.'nun sağlıklı yürümesini sağlamaktır. Ben, D.T.'nun kadrolaşmasından çok ilkelileşmesini istiyorum, ilkelerinin koyulmasını istiyorum, o ilkelere sahip çıkılmasını istiyorum. O zaman dedim ki, bu arkadaşların hepsiyle çalışırım, eğer bir sorun çıkarsa o zaman bakarım. Bu hakkı saklı tuttum ve çalışmaya başladım. Dediğim gibi onun kadrosu, Ahmet'in Mehmet'in şunun kadrosu diye diye biz zaten bu hale geldik. Halbuki tiyatronun ilkesinin, tiyatronun kuralının
savaşını vermek istiyorum. Bu ilkenin kavgasını verirken zaten yıpranmamanız mümkün değil. Şu noktada, gidenlerle gelenleri kıyaslamıyorum ama burada kabul edilemeyecek bir durum var. Bir sanatçı olarak, Genel Müdür olarak, bırakın hepsini bir insan olarak kabul edilemeyecek bir durum var. Ben bunun kavgasını veriyorum, Genel Müdür olduğum süre içinde de bunun kavgasını verdim.
a
bakabilir.
38
Mustafa Kurt, göreve döndükten sonra sizin onu çalıştırmak istemediğiniz, istifaya zorladığınız şeklinde bir açıklama yapılmış. Siz Mustafa Kurt'u istifaya zorladınız mı?
L. Bilgin: Demin de söylediğim gibi çalışmayı kabul ettiğim arkadaşlarımdan bir tanesi Adana Müdürü Yunus Emre Bozdoğan'dı. Kendisini hiç tanımazdım. Mustafa Kurt ise benim öğrencim. Ama ben göreve geldikten sonra bu bir yıl süre içinde çok başarılı bir çalışma yaptı Adana Müdürü. Adana'daki performansı çok yükseltti. Adana'daki bütün arkadaşlarla uyumu çok iyi sağladı. Sanatsal değerleri çok yüksek derecede artırdı. Bölgelerden oyunu ödül alan belki de tek bölge oldu. İstanbul Festivali'ne çağrıldı. Yeni sezon projelerini çok iyi getirdi, çok iyi çalışan bir müdür. Daha sonra Mustafa kurt mahkemeyi kazandı, görevine iade edildi. Şimdi benim sorumluluğum başlıyor. Eğer kişisel olarak düşünsem, Mustafa Kurt daha çok
istifaya zorlamaksa, istifaya zorladım.
Sayın Bilgin, 'Devlet Tiyatrosu', devletin tiyatrosu mudur? Yoksa iş başına gelen ve sık sık değişen hükümetlerin bir tiyatrosu haline mi gelmiştir yahut o yola sokulmak mı isteniyor? Başka bir açıdan bakarsak, hükümetler bir yandan mali açıdan D. T. 'yi desteklerken -ki en büyük pay devletin sponsorluğudurözellikle ülkemizin sosyal-politikkültürel gerçekleri karşısında bu kurumun gerçek anlamda özerkliğe kavuşması mümkün mü? L. Bilgin: Şimdi zaten kavga ve mücadelenin sosyolojik boyutu da burada başlıyor. Sanat kurumları başka şeylerdir. Bu gelişmişliğin, çağdaş olmanın, ileri bakmanın göstergesidir. Nasıldır? Söyleyeyim. Devlet sanata parayı verecek, gerekirse kendine küfretmesine bile göz yumacak. Özelliği bu, genelde sanat, özelde tiyatro iktidarlarla, erklerle çatışır, çatıştığı için vardır zaten. Doğruyu göstermek için, eleştirmek için
vardır. Haklısınız. Söyledikleriniz teorik olarak doğru. Bu doğruyu da hemen hemen herkes söylüyor. Ama, benim sorum pratiğe yönelikti, bu pratikte nasıl olacak? L. Bilgin: Hedefimiz o, ulaşmak istediğimiz nokta o, kavgamız bunun için. Ben Kültür Bakanı olduğum zaman, Başbakan veya Sağlık Bakanı olduğum zaman her dediğim olur düşüncesi olmaz. Almanya'da, Alman Kültür Bakanı'na, Büyükelçilik düzeyinde, -başka bir ülkenin büyükelçisi tarafından- bir sahnenin tahsisi için yardımcı olup olamayacağı soruldu. Bakanın verdiği cevap; 'Affedersiniz biz onların işlerine karışamayız, ancak sizin için bir randevu alabilirim. Salonlarını verirlerse verirler, vermezlerse vermezler, ben bu konuda bir şey diyemem' oldu. Cevap çok açıktı. O da para veriyor. O bakanlık da para veriyor. Orada belediye de para veriyor. İmzasız metinde yer alan bir saptamaya göre, disiplinsiz ortamdan yararlanarak, Altındağ Sahnesi'ndeki oyundan çekilen üç kişiden birinin bu operasyonda seçilmiş sanatçı temsilcisinin yerine atandığını gördüm. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz ? L. Bilgin: Evet, biri o, diğer ikisi ise mazeretlerinden dolayı oyundan çekilmişlerdi, ki birinin babası İzmir'de yoğun bakımda idi, rapor da getirmişti, ama hem o hem diğeri şimdi reji yapıyorlar. Diğeri ise seçilmiş Sanatçı Temsilcisi'nin yerine Sanatçı Temsilciliği'ne atandı. Yani biri sanatçı temsilcisi olmuş, diğer ikisi ise reji yapıyor. Birileriyle pazarlık mı var bilmiyorum. İlgilenmiyorum da. Biraz önce çok kısa olarak değinildi. Yıllardır süren kaosta anlaştık, bunu biliyoruz. Devlet Tiyatrosu'nda güç odakları mı var; Bu güç odaklarının sisteme yönelik yapılaşması mı yoksa çatışmalar kişisellik boyutunda mı kalıyor?
gelecekse. Bu doğru değil. Evet, bir oyun önerdi, bu oyunu yapmak istediğini söyledi. Kendisine bu yetkimi Bölge Müdürü arkadaşlarıma verdiğimi, o arkadaşlara müdahale etmediğimi, bir Bölge Müdürü ile anlaşırsa benim için herhangi bir mahsuru olmadığını, önüme geldiği zaman hemen imzalayacağımı söyledim. Ama, Genel Müdür olarak hiç kimsenin oyunu için, kimseye şunun oyununu koy, şu reji yapsın ya da yapmasın gibi bir tasarrufta bulunmam, bulunmadım, bulunmayacağım da. Bunun ötesinde idari görevlerine müdahale oldu mu? L. Bilgin: Hayır, Yasa Komisyonu'nda Sayın Levent'de bulunuyordu. Örneğin Aktörler Sendikası Sekreteri'yle yaptığımız toplantıda kendisi de vardı ve sekreterin Türkiye'ye gelişi tamamen Sayın Levent'in yardımlarıyla gerçekleşti. Dün de aynı şeyi söyledim bugün de söylüyorum, bu konudaki
Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü Lemi Bilgin'in Basın Açıklaması (21 Eylül) Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin: "Kurumumuzu Zedeleyecek Her Türlü Antidemokratik Uygulamanın Karşısındayım" "Sanatın her dalı yüzlerce yıllık deneyimler sonucu kurumlaş mıştır. Bu süreç içinde sanat kurumları kendi geleneklerini sa natsal ölçütlerle oluştururlar. Bu ölçütlerden herhangi bir ne denle ödün vermek demek, sanatın estetik ve evrensel hedef lerinden ödün vermek demektir. Sanatın merkezi yönetimle ilişkisi tarih boyunca sancılı süreçlerden geçmiştir. Ancak günü müzde, ileri demokrasilerde galip gelen sanatın evrensel ölçüt leri olmuştur. Bu ölçütler aynı zamanda demokratikleşmenin de önkoşuludur.
a
Bu seviyede konuşmak pek hoşuma gitmiyor ve düşünmüyorum. Tabii var, işte kadrolaşmanın yarattığı sıkıntılar var. Ben kadromla geldiğim zaman daha iyi yönetebilirim diye düşünülüyor. Ama şu da var. Ben Genel Müdür olursam ya da iktidar sahibi olursam kendi oyunlarımı oynayabilirim, sahneye koyabilirim gibi düşünceler de olabilir. Ben bütün bunların dışında o zaman da söyledim, tiyatroyu tiyatro gibi yönetmek zorundasınız. Önümüzü, üç yıl sonrasını göremiyorum. Önümüz karanlık. Ücret sistemini değiştirmeden, Genel Müdür'ün görev süresini belirlemeden, kurallar oluşmadan, belirli özerklikler Bölge Müdürleri'ne sağlanmadan ve iş yapanla yapmayanın ayrımını yapmadan bu kaos kalkmaz. Bu kadar kolay müdahale edilebilen bir kurum düşünebiliyor musunuz? Kimler müdahale etmez. Siz repertuvarınızı yaptıktan sonra, bir yazarın 'Neden benim oyunum oynanmıyor?' diye müdahale etmeye başladığı zaman,
pe cy
Almanya'da bir festivale davet edildik, festival komitesinin seçtiği, davet ettiği oyunlarla. Bu bizim dışımızda bir olay, sonra birileri çıkıp, o oyunlar değil bunlar gitsin dediği zaman artık bu kurumun yönetilmesinin içine düştüğü, düşürüldüğü durumu siz değerlendirin. başka bir kavganın içine giriyorsunuz. Son zamanların bir örneği; Almanya'da bir festivale davet edildik, festival Komitesinin seçtiği, davet ettiği oyunlarla. Bu bizim dışımızda bir olay, sonra birileri çıkıp, o oyunlar değil bunlar gitsin dediği zaman artık bu kurumun yönetilmesinin içine düştüğü, düşürüldüğü durumu siz değerlendirin. Evet, herkes yapacağının daha iyi olacağına inandığı için bu kavga yaşanıyor, dikkat ederseniz hep aynı insanlar, aynı zamanlarda aynı demeçleri veriyorlar. Dün, Yardımcınız Sayın Levent'e de sordum. Başkanı olduğu TOBAV'ın sizin yurtdışında bulunduğunuz dönemde yayımladığı bildiride yönetim eleştiriliyordu. Oysa kendisi de 6 yıldır, bu kurumun Genel Müdür Yardımcısı. Sayın Levent, Genel Müdürlüğünüz döneminde çalıştırılmadı mı? Çalışma olanağı bulamadı mı? L.Bilgin: Ben engellemedim, bir Genel Müdür Muavini de sanatçıdır ve asal işi sanatını icra etmektir. Sorunuz Sayın Levent'in bir oyununu kaldırdığıma
desteğini hiçbir zaman yadsımam.
Sizin bir yapı değişikliği öneriniz var, hayata geçirme şansı bulmadan çok kısa bir süre içinde bu kaosla karşılaştınız. Şu anda açıktasınız. Bu süreç Genel Müdür değişikliğine kadar giderse ve size Genel Müdür Yardımcılığı önerilirse, başladığınız çalışmalara Müdür Yardımcısı olarak devam eder misiniz?
L. Bilgin: Mümkün değil. Biraz önce söylediğim kaosu ben yaratmış olurum. Genel Müdürlük yaptıktan sonra, sisteme yönelik, değişime yönelik düşünceleriniz olduktan sonra, nasıl çalışabilirsiniz ki? Bu çok zordur, yararlı da olamam. Yararlı olamayacağımı düşündüğüm veya bildiğim yerde de durmam. Sayın Bilgin, yeni söyleşilerde Devlet Tiyatroları'nın yönetim krizleri yerine repertuvar ve oyunlarını tartışmak dileği ile bize ayırdığınız zaman için teşekkür ederim. L. Bilgin: Ben teşekkür eder, dileğinize olduğu gibi katıldığımı belirtirim.
Cumhuriyet tarihimizde opera, bale, çoksesli müzik ve tiyatro, Cumhuriyet'in aydınlanma anlayışı doğrultusunda kurumlaştırılmış, sanatın evrensel kurallarından yola çıkılarak, tüzel ku rumlar olarak yapılandırılmışlardır. Devlet Tiyatroları da 50 yıl da kendi geleneklerini ve yönetim ilkelerini oluşturmuştur. Ku rum ülkemizin kültürel ihtiyaçlarıyla büyümüş, üretim kapasite si katlanarak artmış, ancak mevcut yasal düzenleme bu yapıyı taşıyamaz hale gelmiştir. Bu nedenle de yasamızın gözden ge çirilmesi ve tartışılması gereği ortaya çıkmış, yeni bir düzenle me zorunlu hale gelmiştir. Bu tartışmada Kültür Bakanlığı'nın sanat kurumları üzerindeki tasarruf sınırlarıyla, kurumların tüzel kişilikleri arasındaki çizgi nin saptanması, ön plana çıkmaktadır. Kurumun Genel Müdürü, Türk tiyatrosunu temsilen festival kapsamında görevli olarak yurtdışındayken, yalnızca günlük iş lerin yürütülmesinden sorumlu olması gereken (Genel Müdür lüğe vekalet eden) Genel Müdür Yardımcısı'nın talebi ve Ba kanlık yetkileri ile sanat yönetim kadroları alelacele değiştiril miştir. Bu uygulamanın ne demokrasiyle ne sanatsal işleyişimiz le ve ne de bürokrasi geleneğimizle bağdaştırılabilmesi müm kün değildir. Bu tür uygulamalar tiyatro sanatının gelişebilmesi için "olmazsa olmaz" önkoşul olun özgür ortamı yok edecektir. Ancak herkes şunu bilmelidir ki; Devlet Tiyatroları bir değişimin sancılı sürecine girmiştir. Bu değişim daha özerk, daha sanatsal daha demokratik bir değişim sürecidir.
Burası bir devlet kurumudur. Bu kurumda her türlü siyasete, si yasetçiye, çifte standarda prim veren yönetim biçimine, kişisel çıkarları kollamak adına verilecek tavizlere Genel Müdür olarak direneceğim. Bir sanatçı olarak da kurumumuzu zedeleyecek her türlü antidemokratik uygulamanın karşısındayım. Bu demokratikleşme sürecinde, ya kurum kişilere yönelik çıkar hesapları ve kararlarıyla sarsılacak ya da çağdaş dünyanın bir parçası olan çağdaş Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılayabilecek, modern ve gerçek bir sanat kurumu olarak yeni ufuklara açılacaktır. Perdelerimiz 1 Ekim'den başlayarak seyircisiyle buluşmuş nitelikli oyunlarla, yeniden ve her zaman aydınlığa açılacaktır" 39
Rahmi Dilligil: 1956 Antalya doğumlu. İlköğrenimini İstanbul, sanat öğrenimini Ankara Devlet Konservatuvarı'nda yaptı. 1974 yılından beri Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nde çalışıyor. Oyuncu, yönetmen, müdür olarak çalıştı. Halen, bu kurumda Genel Müdür Yardımcısı olarak gö rev yapmaktadır. Devlet Konservatuvarı Dayanışma Derneği Genel Başkanıdır, Theather Folgs Bühne, Berliner Ansambla, Theather Manifaktur, Schiller Theather, Tiyatrom, Kıb rıs Devlet Tiyatrosu, vs... gruplarda asistan, yönetmen, oyuncu olarak çalışmıştır.
üniversitelerin kurallarına denk bir çalışma ortamı olmalıdır. Kadro alımı, eserlerin alımı, prodüksiyona dönük çalışmalarda telif hakları ve komşu haklar yasaları gözönünde bulundurularak, eser sahipleri ve icracılar özel sözleşmelerle, görece uygunluk gerekçesiyle çalıştırılmalıdır. Özerkleşme ile ilgili çok şey söylenebilir. Fakat, sonunda bahsettiğim temel ayrımı vurgulamak ve bu konudaki cevabınızı almak istiyorum. R. Dilligil: Bu belki devlet içerisinde sanatları ilgilendiren genel bir konu. Bu konu yıllardı konuşuluyor. Türkiye Özerk Sanat Konseyi konuşuluyor. Bunu Devlet Tiyatrosu'nun daha
Devlet Tiyatroları Genel Müdür Vekili Rahmi Dillligil:
a
"HANEDAN GİBİ YÖNETTİLER TİYATROYU" sanatçılar var. Bunlarla ilgili örtüşen bir yapı içerisinde çalıştırılma ve ödüllendirilme esaslarını benimseyip düzenleme ve ücret politikası belirleme gerekiyor. Ama bunu diğer memur olan kesimle eşdeğer tutarsanız orda bir sorun ortaya çıkıyor. Aynı çabada ter döken bu insanların biraz daha fazla iyi koşullara ihtiyacı var. Çoğu ülkede bunu görebiliyoruz. Ama hiçbir ülkede görmediğimiz bir lüksümüz var.
algılayabiliyor: Sizin özerkleşme tanımınız hangisine yakın?
pe cy
Hüseyin Sorgun Uzun yıllar Devlet Tiyatrosu bünyesinde çalışmış ve şu an da Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü görevini vekaleten yürüten bir kişi olarak kurumun çağdaş bir kimliğe bürünmesi için sizce neler yapılmalı?
R. Dilligil: Devlet Tiyatrosu'nun çağdaş bir kimliğe bürünmesi normal şartlarda birtakım yapısal değişikliklere bağlı. Ama çok büyük bir yasal değişiklik de gerektirmiyor. Bazı tadil maddeleri ile bu olabilir. Büyük yasal değişiklik hayalleri olanlar hiçbir şey çıkartamıyorlar zaten. Devlet Tiyatrosu'nun 49'dan beri 50 yıllık bir geçmişte bugüne kadar aynı yasa ile yönetildi. Fakat kurum genişledi, 12 bölge, 2000 çalışan ve 800 sanatçıya ulaştı. Bu yapı artık merkeziyetçi sistemi itiyor. Ama biz ne dersek diyelim sonuçta Devlet Tiyatrosu devletin tiyatrosu. Yani bu yapıdaki kabul etmemezlik beni rahatsız ediyor. Şimdi bakın devlet size bütün sosyal haklarınızı verecek, iki ayda bir ikramiyenizle birlikte yaklaşık 400-500 milyon verecek, ondan sonrada belki görev yapacaksın. Dün istatistiklere baktım, Ankara'da yıllardır hiç görev yapmayan 40
R. Dilligil: Genel yapısı içerisinde çok fazla değişen bir şey yok. Genelde baktığımızda çok problemimiz var. Bu meslek birliklerinin kurulmasına da bağlı. Mesleğin yapılış kurallarının meslek birlikleri tarafından denetlenmesine de bağlı. Bunların hepsi özerk yapıda denetim olgusunun bakacağı bir yapıdır. Devlet bütünlüğü bir yapı, sanatsal
TRT, YÖK ve üniversitelerin kurallarına denk bir çalışma ortamı olmalıdır. Sayın Cumhurbaşkanımıza bağlı devletin özerk bir sanat yapısı olsun. Bu yapıyı benimseyen bir Devlet Tiyatrosu'nda özel tiyatrolarla aynı baz altında değerlendirilerek, çok daha genel, Türkiye çapında değerlendirmeye tabi tutulabilir. Daha doğru ve daha sağlıklısı bu olacak.
Tek bir adamın yönettiği rahat bir kuruluş. Özerkleşme konusunda iki farklı görüş ağırlık kazanıyor; devlet kanadı biraz daha piyasa koşullarında varlığını sürdürebilme olarak algılarken. Devlet Tiyatrosu kanadı, daha fazla kadrolaşma gibi
olgudan ayrılamaz. Devlet tiyatroları da bunun bir parçasıdır. Çalışma yasasında tiyatrocuların çalışma şartlarından doğan özelliklerinin olduğunu açığa kavuşturmak gerekir. Devlet dairesi ile eşit tuttuğun zaman tüm personeli 657 sayılı yasa ile mütalaa etmemek gerekir. TRT, YÖK ve
alımlı bir parçası haline getirerek değerlendirmek mümkün olmaz mı? Ne bileyim, Sayın Cumhurbaşkanımıza bağlı devletin özerk bir sanat yapısı olsun. Bu yapıyı benimseyen bir Devlet Tiyatrosu'nda özel tiyatrolarla aynı baz altında değerlendirilerek, çok daha genel, Türkiye çapında değerlendirmeye tabi tutulabilir Daha doğru ve daha sağlıklısı b olacak. Devlet Tiyatrosu içerisinde geçen sene yaşadığımız krizi bu sene de yaşanır gördük. Dışarıdan baktığımızda Devlet Tiyatrosu içerisinde bir kargaşa ve kaos ortamı görüyorum. Bu bağlamda sanatçıların birbirlerine ya da önemli (üst) mevkilere bakışında etik açıdan bir problem görüyor musunuz? Yoksa her şey normal mi? R. Dilligil: Bakın Devlet Tiyatrosu'nun işleyişini (biraz uzun ama) anlatmak isterim. Uzun bir öykü bu. Devlet Tiyatrosu'da son on yılda bir yeniden yapılanma gereksinimi var. Devlet Tiyatrosu bir özel şahıs kumpanyası değil. Biz yıllarca bunun acısını çektik. Kuruluşundan bu yana kadar gösterdiği genel büyümesi ile
etmesini ve görevden alınmasını istiyor. Başka bir yolu yok yani. Geçen yıl Bakanlık bu nedenle kurumun Genel Müdürü'nü değiştirdi işte. Bozkurt Bey'i aldı, Lemi Bilgin'i tayin etti. Bu sene de hakkında soruşturma başlatıp açığa alınan Lemi Bilgin, geçen sene aynı şartlarda Genel Müdür olmak istemiş. Neden? Amaç kurumun aldığı yaraları sarmak, yeniden yapılanmayı projelendirmek, çekilen sıkıntıları ortadan kaldırmak. Devlet Tiyatroları'nın bir sanat kurumu olarak siyasi iktidarla ilişkileri ne düzeyde olmalı sizce? Her canı sıkılanın, Genel Müdürü indirmek için Kültür Bakanı'na gittiği bir yapıyı düşünürsek, özellikle. R. Dilligil: Buraya girmeden önce birşey söylemek istiyorum. Lemi
yakın mesai arkadaşları kim varsa -bizle zaten görüşülmüyordu- kurum içine hiçbir açıklama yapma gereği duymuyor. Hakkında çok şikayet var ve bakanlık soruşturması olduğu konuşuluyor her yerde. İnanın ben bile net bilmiyorum ama, bunları duydum. 2 Eylül'e kadar Ankara'ya dönmek gibi bir durum çıktı karşıma. 1 Ekim'de perdelerini açması gereken bir tiyatro geleneği içerisinde bu gişe açılmaması anlamına geliyor. Görev bekleyen oyuncular 15 Ağustos'ta başlaması gereken provalara oyunları ve görevleri belli olmadığı için sezon haftasına kadar başlayamadılar. Ne yapmalı bu durumda? Zaten bekliyorum sezon ortasından beri düzenleme olur diye. Hiçbir şey yapmadan beklemek,
cy a
Eski yönetici anlayışları, tiyatro kültürünü yaygınlaştırmak ya da uygun tiyatro ortamları sağlamak yerine kurumun gerçekten yetenekli, bilgili kültürlü kişilerini kendilerine sürekli rakip olarak gördüler. Bu yapı kurumu kendi üzerine tapulanmış bir kumpanya zannetti. Kendilerine yakın bulduklarına da görev verdi tabii. Bilgin elini taşın altına koyanlardan değil. Elini taşın altına koyduğu için çalışamayanları da yeniden görev yapar bir hale getiremedi. Kendi başına çalışmayı ve düşüncelerini kimseyle paylaşmamayı seçmesi, onu çok kötü bir noktaya itti. Politika oluşturamadı. Kurumun somut gerekçelere dayalı saptamalar belirleyip çözmek için bir çalışma ortamı oluşturamaması da en büyük faktör. Kurumu kendisine tapulanmış bir miras sandı, aynen diğerleri gibi. Bu yöntemsel yaklaşım yanlıştı.
pe
artık böyle bir hayal kurulması da mümkün değil. Eski yönetici anlayışları, tiyatro kültürünü yaygınlaştırmak ya da uygun tiyatro ortamları sağlamak yerine kurumun gerçekten yetenekli, bilgili kültürlü kişilerini kendilerine sürekli rakip olarak gördüler. Bu yapı, kurumu kendi üzerine tapulanmış bir kumpanya zannetti. Kendilerine yakın bulduklarına da görev verdi tabii. Yakın bulmadıkları oyunlarda görev alamadı ve sürgüne gittiler. Bunlara ceza verdiler. Baskın bir kurum yapısı vardı içeride yaşanan. Kendilerine göre o baskın yapıyı değiştirmeye çalıştılar. Bu arada sizler (Basın) kurumun iç işleyişini bilemediği için, idare tarafından görev verilmeyen, çalıştırılmayan kişilerin çalışmadan para alıyor diye suçlandığı oldu. Ama şu an gerçekten çalışmadan para alanlar da var. Kaldı ki basın bunların sözüne inanıp yanıltıldı. Bu idareciler yanılttılar bir dönem. Sonra Devlet Tiyatrosu çalışanları bu sorunu yaşadıkları için çok iyi biliyorlar. Yapı gittikçe büyüdü ama bunları çözecek sistem aranmadı. Neden, çünkü çok uzun süreli Genel Müdürlük peşindeydi herkes. Ve bunlar hanedan gibi yönettiler tiyatroyu. Bu sorunlarla yakından ilgilenen ve ilgilendiği için de cezalandırılan çok arkadaşımız oldu. Yani kelimesiyle, elini taşın altına koyanlar vardı. Geçtiğimiz yıl da Devlet Tiyatrosu'nda aynı aylarda sorunlar yaşadık. Bu yıl siz çok somut yaşadınız ve örneği çok güzel koydunuz. En güzel örnektir sizin koyduğunuz örnek, yaptığınız röportajla bağlantılı yazınızı okudum. Devlet Tiyatrosu'nda bu olaylara benzer tayin ve atamalar yaptığımız zaman amaç Devlet Tiyatrosu'nun sorunlarının çözülmesi yeniden yapılanma dediğimiz bu olgunun hızlandırılması. Çünkü, Devlet Tiyatrosu'na Kültür Bakanlığı tarafından bir kere tayin edilen bir kişi, görev süresi belli olmadığı için ömrünün sonuna kadar bu kurumda Genel Müdürlük yapabilir, örnekler de var. O zaman da önceki yıllarda olduğu gibi çalışanlar Bakanlığa başvuruyor, kuruma müdahale
Ben geçen sene Lemi Bilgin'e sorduğum soruyu bu sene de size sormak istiyorum. Atamalarda bir üslup hatası var mı? R. Dilligil: Genel yapıyı çok net görmek lazım. Bunu ben başka kimseyle konuşmadım. Sezon başında oyunculara görev dağılımı yapılmadı. Bu olunca Ankara'da iki tane oyun durmuştu. Mesela çalışanlara
çöküşü izlemektir. Sonra bu duyarsızlık sizler (basın) tarafından bağışlanabilir miydi? Bu bir üslup değil işte. Bu durum bakanlığın kendi müdahale hakkını kullanarak kurum içerisindeki açmaza çözüm arama arayışı bence. Çünkü bu bir sorumluluk. Bu kurumda Genel Müdür odalarının kapısının kırıldığı günler oldu. Fikri Sağlar dönemindeydi bu. Gerçekten üslup o. Bu bir sorumluluk anlıyor musunuz.
Lemi Bey geçen sene tepki göstermediği hatta haklı gördüğü üslubun bu sene mağduru oldu. Ve yurtdışındayken açığa alında. Şimdi sizin vekalet ettiğiniz bir Devlet Tiyatrosu var. Bu anlamda size sormak istiyorum. Bakanlığın uygulamasına ahlâki açıdan bir şerh konulması gerekmez miydi? Yıllardır kurum içerisinde var olduğu var sayılan demokrasi ve özgür katılımın siyasi iktidarın müdahalesi ile kırılmasını
önlemek mümkün değil miydi? R. Dilligil: Devlet Tiyatrosu Yasası tek kişinin idaresine doğrudur. Bakın, yukarıda olan Genel Müdür ya da yetkilerini kullanan dediklerini yaptırır. Bu yapı gerçekten bozulmasını düşündüğümüz yapı, Devlet Tiyatrosu'nun idaresinde söz sahibi olunca o zaman siz kurumsal işleyişte herhangi bir demokratik ve ortak noktaya gelemiyorsunuz. Biz Lemi Bilgin'in Genel Müdürlüğe başladığı zamandan beri çok büyük bir derleniş ve toparlanış bekleyen idareci değiliz. Kendi adıma ve Tamer Levent adına (Kendisi şu an burada yok ama bunları söylerdi) söyleyebilirim, bizler Devlet Tiyatrosu'nda çok yapıcı başlayan ilişkilerin devamında bir ortak noktayı aradık. Ama sonuç nedir? Bizlerle iletişimi olmayan bir Genel Müdür ve Devlet Tiyatrosu'nun problemlerini çözemeyen bir idari yapı oluştu. Bunu içimizde çok net gözlemlediğim için açık açık söyleyebilirim. Bu noktada Kültür Bakanı senenin bitmesini bekleyip, koordinasyonlar öncesi bizi toplantıya çağırarak bu konuda uyardı. Bu bir denetim olarak algılanmalı ve bir uyarı olarak değerlendirilmeliydi. Bunun üzerine hiçbir değerlendirme yapılmadığı gibi diyaloglar içeride tamamen koptu. Çok somut gerçekleri konuştuğumuz bir toplantı sonrasında, biz öyle bir noktaya geldik ki, Devlet Tiyatrosu'nda gerçekten bir kişi var, bu kişinin kararıyla herşey olur. Böyle bir şey olmaz. Devlet Tiyatrosu bu çağda ikibine girerken, bu kadar büyümüş bir yapıyı merkezi bir idare ile götürmek mümkün değildir. Ama bu yapıyı belirli bir merkezi idare denetiminde toparlayıp daha sonra da sağlıklı bir yasal değişime götürmek bizlerin görevidir diye düşünüyorum. Ve şu anda kurumu içine düşmüş olduğu işlemez durumdan işler hale getirmek lazım. Ayrıca bu sadece perde açmak ve oyunları sahnelemek gibi algılanmasın. Bu bir sistem sorunudur. Bunu yıllardır bütün arkadaşlarımız söylüyor. Bunun dışında bir şey isteyen yok. Sağlıklı bir sistem. Bunu da Kültür Bakanı 41
Müdürlerde mi yoksa Genel Müdür'ün de aşamadığı yapısal (sistem) sorunlar mı var? R. Dilligil: Bir sistem sorunudur. Sistemin şu anda perdelerini açarken vardığı nokta ile kapanırken ki arasında fazla bir fark yok. Sorun Devlet Tiyatrosu'nun işletilmesidir. Devlet Tiyatrosu'nu işleten Genel Müdürler kaçmaktan kovalamaya vakit bulamamışlar. İşleyişin pratik çözümleriyle uğraşmışlar. Bizim işimiz bunları yapmaktı, zaten yıllardır yapılıyor. Devlet Tiyatrosu'nda bir Genel Müdür herhangi bir şekilde oyun dağılım listelerini harekete geçirsin, bunun dışında bir şey yapmasın. Lemi Bey bunu yapmış olsaydı yürürdü Devlet Tiyatrosu. Ama esas alt yapıdaki huzursuzluklara verilecek cevapları ve gerekirleri çok net yasa karşılıyor. Ama
Dörtlemez bu konuda uygunluğu var derse, biz bu yasayı teklif maddesi olarak meclise sunarız ve bu kadar hızlı çalışan bu meclisten bu yasa çıkar. Ama bu bizim işleyişimizin özüdür. Bizim yıllardır söylediğimiz bir şey var, Devlet Tiyatrosu bir sanat işletmecisi tarafından yönetilsin. Bizler de sahnelerimizde oyunlarımızla ilgilenelim. Genel yönetime katkılarımızı yapalım. Arzumuz budur. Yoksa kimsenin koltukla ilgili bir derdi yoktur. Ne Lemi Bey'in ne de benim. Ama yöntemsel yaklaşımlar, yavaş ya da hızlı ritimler, ilişkilendirmeler yanlıştır. Bizim tek arzumuz da zaten sağlıklı işleyişe geçireceğimiz Devlet Tiyatrosu'nda ilgili kişileri gülümsetecek bir yapı kurmaktır. Siz bunları kendi aranızda
a
Bizim yıllardır söylediğimiz bir şey var, Devlet Tiyatrosu bir sanat işletmecisi tarafından yönetilsin. Bizler de sahnelerimizde oyunlarımızla ilgilenelim. Genel yönetime katkılarımızı yapalım. Arzumuz budur. Yoksa kimsenin koltukla ilgili bir derdi yoktur. Ne Lemi Bey'in ne de benim.
pe cy
İstemihan Talay ve bizim ekibimiz çok iyi bir yere getirecektir. Tabi ki bizim de yöntemsel yaklaşımlarımız var ama, birinci amacımız, kurum çalışmaya devam edecek, askıya alınan yapılar yeniden oluşmaya çalışacak. Ve öyle bir noktaya gelinecek ki, biz benim değil bizim reçetemizi benimsiyoruz. Bir ekip anlayışı gerekiyor burada. Yıllardır bu kurumun verimliliğinin artırılması, tiyatro sanatının yaygınlaştırılması gibi klişe cümleyi herkes sarf ediyor. Ya bir başaralım şunu önce. Sadece biz açılmış tiyatroda bulunmakla yapmamak istiyoruz bunu. Gerçekten bunu gerçekleştirmek için bir çaba gerekiyor. Şimdi iki küçük proje söyleyeyim size: Niye özel tiyatrolara yakınlaşmasın Devlet Tiyatroları? Niçin kendi öz kültürü ile yoğrularak, yerli yazarlara doğru kaymasın? Ve bunlardan alınan sonuçları niye tartışmaya açmasın? Devlet Tiyatrosu niye eleştirmenlerine danışmasın? Bunlar kaynak, niye karşı dursun? Bunlar çok basit yapılacak şeyler biliyorsunuz. Bu yapı içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı ile niye koordine olunmasın? En azından şunu söylüyorum, Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü'nün süresinin sınırlandırılması. Atama şekliyle ilgili eğer tartışma ortamı olursa bunları konuşmak. Bunlar bizim başarabileceğimiz, tartışabileceğimiz şeylerdir. Kültür Bakanı bir kez uyarıda bulundu ve dönem sonudur, kendinizi toparlayın ve ortak sağlıklı çalışın dedi. Daha ne yapsın! Uzun süre bekledi. Hiçbir atmosfer ve çalışma ortamı olmayınca da bu müdahale hakkı kullanılmıştır. Ben bir kez daha işaret ediyorum, bur bir sorumluluktur. Ferdi Merter, "Bizim darbemiz iyidir" demiş. Darbenin bana göre iyisi kötüsü olmaz. Ama Ferdi Merter bu ülkenin bir insanı. Onun da canına tak eden bir şeyler olabilir. Başkalarının da aynen olduğu gibi. Ağırlıklı olarak son iki senedir karşımıza çıkan olaylar, bir Genel Müdür krizi şeklinde görülüyor. Ben bu noktada şunu sormak istiyorum; problem gerçekten Genel 42
yasayı sadece insanları çalıştırmak için, 49'dan beri olan yasaya hayır diyerek değerlendirmek de yanlış. İnsanların çalıştırılma esaslarını bu kurum belirler. Ama farklı zihniyetlerin düşündüğü gibi insanların ekmeğiyle oynayarak, onları cezalandırma yöntemiyle bir yasa oluşumu, hayır bu bir sığınmadır. Yasa çok daha özgürlük verecek, insanların kendilerine çeki düzen vereceği ve projelerine uygulama alanı bulacağı bir ortama imkân verecek. Bu yasa ile ilgili zaten yeni bir şey icad etmemize gerek yoktur. Yıllardır Devlet Tiyatrosu bünyesinde bu konuda tartışma ortamları hazırlanmış ve ortaya tutarlı fikirler çıkmıştır. Yasa tadil maddelerini bile ortaya koymuşlardır. Bizlerin yapacağı çok değerli bir iş vardır, bu arkadaşlarımızın hazırlamış olduğu maddeleri Bakanlığımıza iletmektir. Sayın Bakanımız ve Müsteşarı Hukukçu Abdullah
konuşmuyor musunuz? Bunun yolları kapatıldı mı? Yoksa, benim doğrularımı zamanı gelince ben uygularım gibi bir mantık hatası mı var? R. Dilligil: Bunların hiçbiri konuşulmadı. Problem, bunların konuşulmasını sağlayacak iletişimin olmaması. Bir Genel Müdür iletişim noktalarını kaparsa bunların olması kaçınılmaz. Diyalog, sanatçıları üç ilde toplama kararına karşı çıkması ile koptu. Bizim bu yapı içerisinde şu an kimseyle tartışacak bir atmosferimiz kalmadı. Biz yasal duruma doğru gidiyoruz. Bu arada da işleyişi sağlıyoruz. 2000 yılına girerken biz çağdaş bir takım şeyler yapmalıyız. Deyim yerindeyse demokratik toplum örgütü olan TOBAV var. Bir KültürSen, bir TODER var. Benim başında olduğum Konservatuvar Mezunları Derneği var. Bunlarla beraber müracaatlar yapılıp tiyatrodan
bir yer istenirse mesela. Bu toplantıları yıllarca yaptık biz, arkadaşların birbirine bağırıp, küfredip hakaret ettiği yapıyı görmek üzüyor insanı. Bizim istediğimiz nedir, demokratik örgütlerle gelsinler, demokratik toplum örgütleri ile diyalog kursunlar. Biz bir kurumuz. Yoksa elini sallayanın gelmesi hoş değil. Geçen sezon olduğu gibi bu sezon da Genel Müdürlük için ismi geçenler arasında siz de varsınız. Geçen sene Lemi Bilgin sürpriz olmuştu, bu sezon da Bozkurt Kuruç'un tekrar geleceği gibi söylenti dolaşıyor. Siz Genel Müdürlük istiyor musunuz? R. Dilligil: Hayır, ben sadece Devlet Tiyatrosu'nun yasal sürecini devam ettirecek bir vekalet istiyorum. Kişisel görüşüm bu. Malumunuz istekle de olmuyor bu iş. Olsaydı geçen yıl olurdu. (Gülüşmeler) Ama bu yapıda gerçekten şu var. Sistemin oluşması için, gerekli kanun maddelerinin geçmesi için ve Devlet Tiyatroları'nın işleyişini devam ettirmesi için şu an içinde bulunduğumuz durumda farklılık fazla yarar getirmiyor. Bu Genel Müdür tayin edilmeyecek anlamına mı geliyor? R. Dilligil: İnanın bu konuyu net olarak bilmiyorum. Bu Sayın Bakan ve kurmaylarının bileceği şey. Lemi Bilgin'e ekip çalışması yapıyordu ve ekibin dışındakilere kapalıydı diye bir eleştiri getirdiniz. Siz de bir ekiple şu an işbaşındasınız. Kendiniz açısından bu yanlışlığı yenebileceğinizden emin misiniz? Yoksa önümüzdeki sezon başlarında bir başka kişi aynı gerekçelerle sizi itham mı edecek? R. Dilligil: İlk olarak biz Devlet Tiyatrosu'nun işleyişini 1 Ekim'den itibaren başlatalım. Çünkü ana problem bu. Kendi içimizdeki işleyişimizi tamamladıktan sonra, tabii ki çıkacağız, genelle konuşacağız. Buradaki kapalı görüntüyü mutlaka kıracağız. Bu bizim zaten yapmamız gereken bir
şey. Benim kişilik özelliğimi de dostlarım, arkadaşlarım ve yakından tanıyanlar bilirler. A m a şu anda bir genel ilişkilendirme süreyi kaybetmek anlamına gelir. Süreyi kaybetmeye de bu k u r u m u n t a h a m m ü l ü yoktur. İşleyişi harekete geçirelim, o n d a n sonra konuşacağımız çok şey var. Amacımız k u r u m bünyesindeki insanları çalıştırmak. Hepimiz vergi veriy oruz ve bu d u r u m karşısında inanın vicdanım sızlıyor. Devlet Tiyatrosu'nda sağlıklı olan Türk yazarına açık, A n a d o l u mozayiğinin ortaya çıktığı bir karışımı üste çıkarıp bunları oynuyoruz deyip, bunları eleştiriye tabi t u t a r a k Türk yazınının belki de biraz daha ilerlemesine ve kendi ulusal k ü l t ü r ü m ü z e sahip çıkarak bunu herkese anlatmanın yollarını ara-mak önemli olan. 50. yılın bir hedefi bana g ö r e dışarıya, yurtdışına çıkmak. Yurtdışına çıkan oyunlara bakın, bir sürü oyun Ankara, İstanbul menşeli gidiyor. Birçok kez söyledim, Devlet Tiyatrosu'nun Ankara, İstan bul menşeli yabancı oyunlarla yurtdışına çıkması yanlıştır. Türkiye genelinde yurt dışına çıkmak gerekir. Biz bunlara emek verelim ve bunları yurtdışına çıkartalım. Bu bir fanatiklik değil, ulusal kültürün getirmiş o l d u ğ u çok s o m u t olması gereken bir şey. Bunları yapmak istiyorum, başka bir p r o b l e m i m yok.
D.T. Sanatçılarının Basın Açıklaması (27 Eylül) DEVLET TİYATROLARI HÜKÜMETLERİN TİYATROSU DEĞİLDİR!.. Kamuoyuna;
a
Devlet Tiyatroları, hükümetlerin tiyatrosu değildir!.. Hükümetler yıllardır Devlet Tiyatroları'nın özlenen özerk ve çağdaş bir sanat kurumu kimliğine kavuşmasını sağlayacak yeniden yapılanma ve yasa çalışmalarını gözardı ederek, engellemektedirler.
Başrejisör Ferdi Merter:
"BİZİM DARBEMİZ İYİDİR"
pe cy
Bu sancılı sürecin son örneği demokrat olduğunu iddia eden, Sayın Kültür Bakanı'nın, "tüzel kişiliği haiz" Devlet Tiyatroları'nın iç işlerine doğrudan müdahale an lamı taşıyan uygulamaları olmuştur. Sayın Bakan son bir yılda, önce dönemin genel müdürünü görevden alıp, teamü le aykırı biçimde kurumun üst düzey yöneticilerini değiştirmiş ve ardından yeni bir genel müdür atamıştır. Ancak; on üç ay gibi kısa bir süre sonra bu kez atadığı genel müdür yurtdışındayken, sanatçıların oylarıyla seçilmiş Sanatçı Temsilcisi de dahil tüm üst düzey yöneticilerini bir kez daha değiştirmiş ve duruma tepki gös teren Genel Müdür Lemi Bilgin'i soruşturma gerekçesiyle açığa alarak yeni bir Genel Müdür Vekili atamıştır.
Devlet Tiyatroları, hükümetlerin tiyatrosu değil, laik demokratik Cumhuriyet'in tiyatrosudur.
Ferdi Merter Fosforoğlu: 1939'da İstanbul'da doğdu. İtalyan Lisesi'nden sonra Ankara Devlet Konservatuvarı'nda eğitim gördü. 1962 yılında Devlet Tiyatroları'nda göreve başladı. Daha önce İs tanbul Şehir tiyatrosu, İzmir Şehir Tiyatrosu, Yeşil Sahne ve Bizim Tiyatro'da çalıştı. Sinemada çalıştı. AST ve HÜROL Tiyatroları'nda da görev alan Merter, 1986-87 yılların da Adana Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü görevinde bulundu. 11 oyunu, 11 çocuk oyunu ve bir de "Okullar Tiyatro Kılavuzu" adlı basılmış kitabı var dır. "Silahlar ve Çiçekler" oyunu "Anniversary Fest of Humanist International" Ödülünü al mıştır. "Kuğular Şarkı Söylemez", Müjdat Gezen Sanat Merkezi, "Böyle Bir Aşk", "Bana Yarını Sor", "Küçük Bir Öykü-Gazoz Ağacı", "Tetikçi" Bakırkay Beledi Tiyatroları Yunus Emre Oyun Yazım Yarışması ödüllerini almıştır. Halen, Devlet Tiyatrolarında oyuncu, yönetmen olarak görev yapan Merter, şu anda Devlet Tiyatroları Başrejisörü'dür.
D.T. Sanatçılarının Mektubu (27 Eylül)
Mustafa Demirkanlı
Yeni bir tiyatro sezonunun eşiğinde bulunduğumuz şu günlerde Sayın Bakan'ın, Türkiye Cumhuriyeti'nin en köklü kurumlarından biri olan Devlet Tiyatroları'nda çalışma barışını ve sanatsal üretimi örseleyen bu tutarsız uygulamalarını kınıyo ruz. Devlet Tiyatroları'nın yıllardan beri tartışılan sorunlarının çözümünün tepeden in meci siyasi müdahalelerle değil, kurum çalışanlarının üzerinde uzlaşacağı yeni bir yasal düzenleme ile mümkün olacağı inancını taşıyoruz.
Sayın Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı Cumhuriyetimizin ilk ve en önemli sanat kurumlarından biri olan Devlet Tiyatrola rı, giderek hak etmediği uygulamalarla karşı karşıya bırakılmış, son günlerdeki gelişmelerle de ciddi yaralar almıştır. Genel Müdür'ün yurtdışında bulunduğu sırada yapılan atamalar ve atamaların bi çimi, sanatsal özerklik açısından kaygı verici olduğu kadar, yetmiş beş yıllık devlet geleneği ve bürokratik ahlâk açısından da kabul edilemez bir müdahaledir. Se çimle iş başına gelmiş Sanatçı Temsilcisi'nin; bir emirle görevden alınarak seçenle rin özgür iradelerinin yok sayılması, bu müdahalenin örneklerinden biridir. 1949 yılında tek partili bir iktidarın yönetimi döneminde çıkartılan Devlet Tiyatro ları Yasası'nın taşıdığı "tüzel kişilik" kavramı, bu yasanın da ötesinde demokratik leşme beklentileri içinde olduğumuz 1999 yılında ne yazık ki, bazı kişilerin özel çı kar kaygılarıyla 1949'dan da geriye götürülmüştür. Kurumun uzun sanatsal özerkliği ve tüzel kişiliği adına duyduğumuz endişe ve tepkilerimizi iletmeyi sanatçı sorumluluğumuzun bir gereği olarak görüyor ve bu yoldaki çabalarımızı destekleyeceğiniz inancıyla, saygılarımızı arz ediyoruz.
Sayın
Merter,
gelişmelerin
bir anlamda
by-pass olarak adlandırılabilecek son
içinde yer alıyorsunuz.
Bu
durumu
nasıl
değerlendiriyorsunuz? F. Merter: Devlet Tiyatroları k u r u m u sanatçılar tarafından yönetilmiştir ve yönetilecektir. Yalnız burada önemli olan bir boyut var, o da bir sanatçının uzun bir m ü d d e t böyle bir bürokratik görevde olması hem sanatını etkiliyor hem başka şeyleri etkiliyor. O n u n için bizler zaman zaman bayrakları birbirimize teslim ederek bu k u r u m u ayakta t u t m a k zorundayız. Bu teslimatta, göz ö n ü n d e bulundurulması gereken şey; sistem. Sistem böyle k u r u l d u ğ u zaman, sistemin ayakları yere bastığı zaman bizler göreve gelip gittikçe, sistem aynen yürür, sarsıntıya uğramaz. Bu sistem için gerekli olan, yeni yasa tasarısı, ama şu andaki yasamız da g ü n ü n koşullarında çok iyiydi, her yönüyle özerkti,
halen o özerklik devam
ediyor, ama genişlemiş olmamız nedeniyle çerçeveler zorlanıyor. 43
Şimdi burada son olaylar deniyor, son olaylardaki biçimsellik tartışılır. Hiçbir zaman doğrudur, yanlıştır diye kesin bir şey getirmek istemiyorum. Çünkü, her şey bakış açısına göre doğrudur, yanlıştır diye değerlendirilir. Kendi adıma şöyle bir durum var. Bir göreve çağrıldım, neden çağrıldığımı inceledim, aksaklıklar gördüm ve bu
geçerlidir. Sonuçta bunları söyleyen arkadaşlarımız görevlere geldiler ama bunun sonucu gelmedi. O zaman şöyle ya da böyle göreve gelmek gerekiyor, göreve gelmişteki sarsıntı, doğru veya yanlışlar tartışılır, ama bir şeyler yapmak için göreve gelmek gerekiyor. Bir kurumun Genel Müdürü turne nedeniyle yurtdışındayken, vekaleten
Düşündüklerimi üç gün, beş gün, yirmi gün, görevde kaldığım, bırakıldığım sürece, kendim bitti deyinceye kadar sürdürmeye çalışacağım.
a
görevi yürüten Genel Müdür Yardımcısı 'nın gerçekleştirdiği bir by-pass operasyonu var. Öncelikle, bu müdahale Genel Müdür Yardımcısı'nın tasarrufu mu, yoksa Bakanlığın gerçekleştirdiği bir operasyon mu? Eğer Bakanlığın doğrudan içinde bulunduğu bir operasyonsa, bu müdahale kurumun özerkliğini zedeleyen, gelecek dönemler için de olumsuz örnekler oluşturacak, önü alınamaz ve büyük olumsuzluklara da davetiye çıkartan yeni bir örnek olmaz mı?
pe cy
göreve gelmekle yıllardır söylediğim, yapılabilirliklerini öne attığım ama görevde olmadığım için sözde kalan bazı şeylerin yapılabilirliğini düşündüm ve kabul ettim. Düşündüklerimi üç gün, beş gün, yirmi gün, görevde kaldığım, bırakıldığım sürece, kendim bitti deyinceye kadar sürdürmeye çalışacağım. Gerek yeni yasamızın, gerek eski yasamıza ilaveler yaptırarak ayakta duracağımız sistemin var olması adına, işleyiş adına ve perdelerimizin herkesin elinden geldiğince, katılımcılığıyla açılmasına yardımcı olmak için görevdeyim. Bu, ne kimseye düşmanlıktır ne kimseye kindir. Kimsenin düşman olmaması, kin duymaması gerekir. Şimdi içimizde 500 kişi varsa 400 tanesi hayır diyordur, 100 tanesi evet diyordur yarın da bakarsın, belki bugün 400 tanesi evet der, 100 tanesi hayır der. Bu bir sanat kurumunun doğal çalkantısıdır. Görevin veriliş biçimi tartışılır, konuşulur, ama bu bir gerçek ki birtakım şeyler yapmak istiyorsan, birtakım şeyleri söylüyorsan -ki benim 76'dan beri söylediklerim belli, biz bu yüzden mahkemelere düştük, bu yüzden 8 yıl hapislerle yargılandık, biz bu yüzden '82 yılında emekli edildik Devlet Tiyatrosu'ndan, tekrar döndük, yani burdaki mücadelemizin, yeni yasa üzerindeki mücadelemizin, özerklik üzerine verdiğimiz mücadelemizin hangi boyutlarda olduğunu bu işleri takip edenler biliyor. Sonuca varmak için bazı şeyler
Edebi Kurul Sanatçı Temsilcisi, seçimle göreve geldi, görevden alındı. Nerdeydi bu arkadaşlarımız? Madem ki bunları engelleyecek bir konum yok, bunları engelleyecek olan konum ve yaşanan bu olayları kesecek olan konum, birtakım yerlerde güç olup bir şeyin üstüne gitmekse, benim burada kaybedecek bir şeyim yok. Ben eğer burada bir mücadele veriyorsam, resmi emekliliğime üç-dört gün kala böyle bir mücadele veriyorsam, bu tamamen gördüğüm bazı aksaklıkları kendi adıma değerlendirebilmek için. Ama, dediğim gibi biçimi tartışılabilecek, biçimi üzerinde konuşulacak bir olay dahi helal getirmez bir görevdir. Biçimi ikinci plana itmem gereken bir anda gelmiştir, çünkü gördüğüm kadarıyla, göreceksiniz de, perdelerin, olayların durumları, görüşlerim doğrultusunda da görevi kabul ettim. Ekibin de sadece bu niyetle geldiği, bu niyetle gideceği kanısındayım. Bunu suistimal etmek isteyen olursa zaten var olamaz. Sayın Bakanıma da söylediğim gibi, size de rahatlıkla söyleyebilirim, biz Bakanımızı seyirci koltuklarında görmek istiyoruz. Hep söyledim, söylüyorum, ben 61 yaşındayım, bugüne kadar kimsenin müridi olmadım,
44
Eğri oturalım, doğru konuşalım demişler. Şimdiye kadar sizler bizleri Devlet Tiyatrosu'na yapılan müdahaleler yüzünden eleştirmiyor muydunuz? Bugüne kadar Devlet Tiyatrosu'na müdahaleler yapılmıyor muydu? Müdahale uzun zamandır var.
Eh, öyleyse bizim amacımız ne diyoruz. Müdahaleler yapılmacak bir sistemin, yasanın varlığını ortaya koyabilmek. Koyabilmek için de, bunun savaşımını verebilmek için de belirli yerlerde erk olmak gerektiğini anladım. Yani, bu müdahalelerin tehlikesi yok mu diyorsunuz? Maalesef, maalesef kesmiyor işte, kesseydi, ne Bozkurt Bey üç kere, beş kere gidip gelirdi ne diğerleri başka türlü boyutlarda görevden alınırdı. Geçen dönem biliyorsunuz, Tamer Levent seçimle göreve geldi, görevden alındı. Bölge Müdürleri seçimle göreve geldi, görevden alındı.
gelmemiştir, aynı koşullarla göreve gelen, yani bizim koşullarımızla göreve gelen bir ekibin başına gelmiştir. Bir yıldır çalışıyordu. O zaman aynı koşullarla göreve gelen falana karşıydı o koşullar diye niye telaş edildi. Sadece kendine yapılan tavrı beğenmedi, doğaldır, gayet doğaldır, ben de beğenmem öyle bir şey olduğunda, gayet doğaldır. Neden kadrosunu değiştiremedi, istemedi mi değiştirmek, neden değiştiremedi? Bakanlığın getirdiği kadrodur değiştiremezsiniz dendi kendisine. Yani Lemi Bilgin kadroyu değiştirmek istedi, ama değiştiremezsin mi dendi? Herhalde. Kim göreve gelirse gelsin kendi kadrosuyla çalışmak ister, ama olmadı. Niye olmadı, çünkü o kadroyu Bakanlık getirmişti, aynı sistemle getirmişti. Niye bu kadar ilgi gösterildi bizim olayımıza? Lemi Bey'e yapılan ters bir olay olabilir ama bu mücadelelerin içinde olan bir kadro geldi, neden paslaşmadı, başkaları mı istemedi acaba paslaşmasını? Devlet Tiyatrosu'na yanlız bakanların müdahale ettiği yok, yanlız bakanlık mı müdahale ediyor? Başka müdahalelerin olmadığı kanısında mısınız?
Lemi Bey'e yapılan ters bir olay olabilir ama bu mücadelelerin içinde olan bir kadro geldi, neden paslaşmadı, başkaları mı istemedi acaba paslaşmamasını? Devlet Tiyatrosu'na yanlız bakanların müdahale ettiği yok, yanlız bakanlık mı müdahale ediyor? Başka müdahalelerin olmadığı kanısında mısınız?
olmam da. Bu by-pass operasyonunun yapıldığı sırada Genel Müdür'ün açığa alınması bekleniyor muydu? Ben, Sayın Lemi Bilgin Genel Müdürken göreve çağrıldım, kendisi tarafından değil ama, kendisinin Genel Müdür olduğu zaman göreve çağrıldım, göreve geldim. Sayın Lemi Bilgin göreve geldiği zaman kendi kadrosuyla
Bilmem. Ama benim sormak istediğim şu. Darbe, kötü mü değil mi? Yoksa, darbeleri iyi darbe, kötü darbe diye mi adlandırıyoruz. Yani benim darbem iyidir, onun darbesi kötüdür mü? Biliyorsunuz, biz Türkiye'de darbeleri hep böyle tanımladık. İlerici darbe, gerici darbe diye. Ne iyi darbe ne kötü darbe kavramının yanında veya
karşısındayım şu anda. Söylediğim gibi, düşündüğün olayları yapabilme görevindeyim. Başka nedenlerle, başka etkenlerle görev verilmemiş olan arkadaşlarımızca kınanabilir ya da alkışlanabilir, bilmiyorum. Ama ben 76'dan beri yeni yasa, yeniden yapılanma, yerinden yönetim kavgası veren biri olarak, bunu her yerde deklare etmiş biri olarak, bugüne kadar göreve çağrılmadımsa, bugün göreve çağrıldığımda bu görevi kısa bir süre için dahi olsa, söylediklerimin yapılması nedeniyle kabul ettim. Bunun dahası var mı?
Ferdi Merter'in Basın Açıklaması (27 Eylül) BU TELAŞ NİYE
"Özerklik" elden gidiyor diye bu telaş niye? "Özerk" mi idik? Bir gecede bir yetkilinin emri ile sahneden kalkan oyunlarımızda "Özerk" mi idik? Bir anda gelen emirle
"yedeklikten sanatçılığa" ve ordan da zamansız atamayla kent değişikliğine evet dendiğinde "Özerk" m idik? 27 Mart bildirisi okutulmadığında "Özerk" mi idik? Emirle, seçim bölgelerine yapılan, turnelerde "Özerk" mi idik? O denli "Özerk" isek ne demiye yıllardır "Yeniden Yapılanma Yasa Tasarısı" uğraşındayız? O yanlışlıklar, "sözde özerkliğimiz" zedelenirken nerde idik?
Yok, çok netsiniz.
"Edebi Kurul Seçimli Temsilci"görevden alınırken nerede idik? "Seçimle gelen Bölge Müdürleri" görevden alınırken nerde idik?
"Seçimle gelen Genel Müdür" mahkeme kararı ile görevden alınırken ve daha sonra "Yeni Genel Müdü atamasında" eski "Seçilmişin" hakkını aramak gerekirken nerde idik?
"Seçim geleneğini" yerleştirmeğe çalışırken görevden alınan "Temsilcinin" yerine yapılan atama ilk mi? Geçen dönemler nerde idik? "Bütün "Yönetim Kurulu" geçen dönem atamayla değiştirilirken nerde idik? Bu telaş niye? Kurum güllük gülllistanlıktı da şimdi mi elden gitti her şey? Bir iki yılda bir ortaya çıkan sürtüşmelerimiz klasikleşti artık. Bıktırdı. Görülüyor ki "göstermelik bir özerklik" kalkanının arkasına sığınmışız hep. Koltuklar sarsılmasın diye çifte standartlara göz yuman bir Özerklik masalı.
cy a
Biraz daha kıpırdatabilmek, biraz daha önünü açabilmek, biraz daha müridler gibi görevi götürmek değil, sahici olan yolları açarak, bizden sonra gelecek arkadaşlara görevi teslim edebilmek, bütün amaç bu. Ben burada fazla kalmam, kalamam, ben yazı yazmaya çalışan, yazan, yöneten bir insanım. İşte yarın Sivas'a gidiyorum, oyunu yönetmek için, ben burada kalarak kendimi engellemek de istemem, ama işte kardeşim konuşuyordun, işte şöyle ya da böyle sana bir fırsat çıkardık, göreve çağırdık, neden kaçtın da dedirtmem kendime. Hadi gel dediklerinde, kusura bakmayın böyle koşullarda gelmem, ben iyi bir çocuğum da demem. Biz sekiz sene hapislerle yargılandık.
Zaten yıllardır bu nedenlerle "Yeniyasa" diye feryat etmiyor muyuz? Kökte tek bir istek yatıyor: "Çağdaş bir sistemde, buyurgan değil katılımcı bir çalışma var edebilmek."
Peki, umarım bundan sonra, artık bir Devlet Tiyatrosu klasiği olan, her yıl yaşanan bu karmaşa önümüzdeki yıllarda yaşanmaz.
Devlet Tiyatroları Çalışanları 1976'dan başlayarak, 1990'larda doruğa çıkarak bu oluşumun bir yasa
Bakın, ne güzel söylüyorsunuz, klasikleşti artık, her sene bir çalkantı geçirmek klasikleşti artık, onu da durdurmak gerekiyor. (Bu arada, yeni oyunların
çıkarıldığı, sahneler tutulduğu için, hanedanlara, müritlere dur demek için, perdeler yeni değil
tasarısını yarattılar el birliği ile.
Çifte standartlarla insanlar görevlere getirildiği için, kişilere göre oyunlar sergilendiği, yolluklar
"buluşmuş" oyunlarla açılmaya çalışıldığı için, türlü siyasete, kişisel çıkarlara tavizler verildiği için, bütün
pe
bunlara artık "dur" denmesi için girildi uğraşlara.
Doğru dediğiniz şeyi yapmak için her şey mubahtır. Her yol denenebilir.
Ama görüldü ki bu değişikliğe baş koyduklarını söyleyen nice arkadaşımız, yönetimde görev aldıklarında, yasa çıkarttırma çalışmalarını hep laflarla süsleyip geri plana attılar. Neden, niçin hiç açıklanmadı bu süreçlerde. Bu telaş niye?
Bugün, "Bakanlığa yakınlıkları nedeni ile göreve getirildiler" denilen bu ekip bu yakınlığı "Yeniden
Yapılanma Yasa Tasarısını" yaşama geçirme yönünde kullanırsa feryatçılar ne diyecekler tarih önünde
listelerinin imzalanması için araya sekreter girdi, imzalar atıldı.) İşte imzaları gördünüz, yedi oyuna imza attım, bu sadece Ankara için, demek ki 7 oyunun oyuncuları da şu anda boştaydı, onlar da göreve çağrıldı. Daha ne açıklayayım, ne diyeyim? Ferdi Bey, tüm bu açıklamalarınızdan sonra, son olarak şunu sormak istiyorum. "Bizim darbemiz iyidir"mi diyorsunuz? Evet, öyle söylüyorum. Doğru dediğiniz şeyi yapmak için her şey mubahtır. Her yol denenebilir. Peki Ferdi Bey, size ve ekip arkadaşlarınıza başarılar dilerim.
acaba? "Amaç" yıllardır "Yasa" ise ve bu amaca varmak için her şey "mubah" ise? Konuşup konuşup (Öyle ya da böyle) göreve çağrıldığında "Bu benim prensibim değil" demek yalnızca
kaçak dövüşmektir. Her şey prensiplerimiz doğrultusunda olsaydı yıllardır gelen "değişiklik" istemlerim ayıp kaçmaz mı idi? Sanatın, Kurumlarımızın altına dinamit koymak için bekleyenlere çanak tutmayalım, yetti bunlar dedirtmeyelim. Gücümüzü "Yeniden Yapılanma Yasasını" çıkarttırmaya yönlendirelim.
Bizim gerçek yerlerimiz "sahnelerimiz, kulislerimiz"dir. Bu görevleri belirli sürelerde yapıp bayrağı teslim etmesini bilelim. "Gelmek" de olağan "gitmek" de olağan olmalı. Kurumlarımıza sahip çıkalım yoksa sahip çıkacağımız kurum kalmayabilir.
Bizi en memnun edecek şen "Üst düzey yetkililerimizi" yalnızca "Seyirci" sıralarında göreceğimiz günle olmalı. "Sevgi bahçesini kurmak isteyen bizler Kendi aramızda kuramadık dostluğu" (B.B.) 45
Tamer Levent 1950 yılında İzmir'de doğdu. Ankara Devlet Konservatuvarı Yüksek Bölümü'nden 1977yılında mezun oldu. Devlet Tiyatroları'nda oyuncu ve yönetmen olarak çalışan Levent, yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli okullarda "Yaratıcı Oyunculuk" dersleri verdi. Levent, radyo ve televizyonlarda dizi programlar, drama çalışmaları gerçekleştirdi, Çin ve Hindistan'da belgeseller çeken Levent, FIA Türkiye Temsilcisi, IATA Yönetimi Kurulu üyeleğinde bulundu. TOBAV Genel Başkanı olan Levent, baler Devlet tiyatroları Genel Müdür Yardımcısı görevini yürütmektedir.
ler size bir makam vermek için ka rıştığında neden onaylıyordunuz? Yani, benim politikacım iyidir, se nin politikacın kötüdür mantığı mı? Evet, böyle bir anlayış olabilir mi? Ancak, siyaseti, siyasileri yıpranmış bir kavram olarak yaşıyoruz bu ül kede. Bunlar toplumsal yaşamı bü tünleyici unsurlar. Siyaset kötü de ğil, bir sanat kurumunun da bir si yaseti olması lazım. Var mı bura nın bir siyaseti? Buranın güçlü bir
D.T. Genel Müdür Yardımcısı ve TOBAV Başkanı Tamer Levent:
"MESLEĞİ ŞAHSİLİKTEN ÇIKARTMAK LAZIM" Demirkanlı
yorum. Çünkü hani 'bir defadan bir şey çıkmaz' mantığıydı herhal de geçen sene buna tepki göster memek. Ama bir defadan bir şey çıkar, daha da çok şey çıkar esa sında. Artık içinde bulunduğumuz günlerde, insanlar galiba bireysel çıkarları fazla ön plana çıkarır bir hale geldiler. Tabii kültür tanımları da olmadığı için, tiyatronun amaç ları doğrultusunda, toplumsal kül türe ve demokratikleşme kültürü ne ne gibi katkılarda bulunacakla rını heyecanlı bir amaç olarak be nimsemedikleri için, günlük hare ket eden bir tavır içine girdiler. Bu günlük hareket eden tavır, oyun da oynamama, rapor alma, kendi isteklerini dayatma ve kabul ettir me veya küçük ekiplere ve klanla ra girmek sonra onlarla anlaşamayıp başka küçük klanlara girmek gibi birtakım eğilimler göstermeye başladı. Bence tiyatrocuların, ken di içerisinde artık toparlanmaları gerekiyor, bunun için de bir tür kendi kendilerini eleştirmeleri, özeleştiri kavramını geliştirmeleri gerekiyor.
pe cy
Sayın Levent, Genel Müdür'ün yurtdışında görevli olduğu, Devlet Tiyatrosu'nun vekaleten yürütül düğü ve bu vekalet sırasında bir by-pass operasyonunun gerçek leştiği, aynı sıralarda imzasız ba sın bültenlerinin, basının faksların da boy gösterdiği bir koşulda, Ge nel Müdürü eleştiren TOBAV bil dirisinin yayımlanması tesadüf mü? Yoksa hepsini bir arada mı değerlendirmek lazım.
linmesini ve sahiplenilmesini isti yor. Tiyatro kültürünün, demokra si kültürünün oluşmasına doğru dan hizmet eden bir meslek oldu ğunu savunuyor. Tiyatronun bir gereksinim olduğunu ortalama Türk entelektüeli de kavramış de ğil. Türk halkı da kavramış değil. Oyuncular ise genellikle curcunay la hareket etmeyi tercih ediyor. Entelektüel bir tavrı yok. Oyun oy namak, rol oynamak, sahneye çık mak, perde açmak, bunlar esas şeyler gibi geliyor. Ama, niçin per de açılıyor, niçin oynanıyor, niçin rol yapılıyor? Yani insanın bütün lüğü gibi yaşam da bir bütünse, hepsinin bir amacı, hedefi ve bir il kesi varsa, tiyatronun da bu bü tünlük içinde bir yeri, amacı olma sı gerekir. Bu tamamen, sanki va hiy yoluyla gelip de yapılan, birta kım etkilenmelerle oluşan bir iş değildir.
a
Mustafa
Bizim bildirimizin içeriği "Devlet Ti yatroları nereye?" Gördüğünüz gi bi, kişileri hedef alan bir bildiri de ğil. Bildiğiniz gibi, Mersin'de yapı lan tiyatro kurultayında da biz bunları söylüyorduk, bundan önce 1991 yılında yapılan seminerde de aynı şeyleri söylüyorduk, bugün de aynı şeyleri söylüyoruz. Biz bunları bugün söylemiyoruz. Dola yısıyla, bunla karışmış, şunla karış mış, zamanlama şuymuş, buymuş bizi ilgilendirmez. Nereden bile cektik ki biz bunları? Aksi taktirde gazeteleri bizim çıkarıyor olmamız lazım. Biz aşağı yukarı her sezon başında böyle bir bildiri yayımlarız.
Son yaşanan by-pass operasyonu na TOBAV olarak nasıl bakıyorsu nuz? Geçen sene de yaşandı böyle bir olay, geçen sene böyle bir olay ya şanırken TOBAV, bu olayların ol maması gerektiğini savundu. Ge çen sene bu tarihlerdeki basın ku pürlerine bakarsanız, bunları gö rürsünüz. Fakat, TOBAV bunları söylerken tiyatro etik ve estetiği nin oluşmasını istiyor, tiyatronun ne işe yaradığının Türkiye'deki ge niş kitleler tarafından tanımı ile bi 46
Bütün bu söylediklerinizden son ra, tekrar başa dönersek, son by pass operasyonuna TOBAV nasıl bakıyor?
TOBAV, geçen yıl bu konudaki tavrını gösterirken, TOBAV'ın üye leri dahi, TOBAV'ın istikrarlı tutu munu yansıtan, tavrını açıklaması na karşın TOBAV'a destek olmadı lar. Herkes geçen yıl bu zamanlar da kendisine adeta bir yer kapma telaşı içersindeydi ve TOBAV'ın te rasında, TOBAV'ı eleştiriyorlardı. Bunu bir ilkesizlik olarak görüyo rum bir kere, TOBAV'ın terasında TOBAV'ın bu konuda ilkeli tutu munu eleştiren, hatta benim şah sımı eleştiren konuşmalar olduğu nu duydum. Bu olayları yaşayan kişiler nedense bu yıl tepki göster mek zorunda hissettiler kendileri ni, bunu da ilkesizlik olarak görü
Bütün bu açıklamalarınızdan, son yaşanan by-pass operasyonunu onaylamadığınız sonucunu çıkara bilir miyiz? Böyle şeylerin olması nasıl hoş kar şılanabilir yani. Kurumun özerkliğini zedeleyen, siyasilerin müdahalelerine daveti ye çıkaran bu olaylar, kuruma za rar vermiyor mu? Şimdi tabii, örneğin geçen yıl siya silerin bu kuruma davet edilmesi, bugün bu kurumda problem yaşa yan insanlar eliyle oldu. Şimdi bu gün, bu insanlar, yahu siyasiler çıksın, diyor. Peki, geçen yıl siyasi-
siyaseti olsa kim karışabilir bura ya? Sen biliyor musun? Biliyorsan bana da söyle? Ama ben otuz yıl dır bu kurumdayım, göremedim. Siz çözüme yönelik önerileriniz ol duğunu sürekli söylüyorsunuz, ancak 6 yıldır da bu kurumda Ge nel Müdür Yardımcılığı ve kısa bir süre de olsa Genel Müdürlük yap tınız. Bu süre içinde söylediklerini zi hayata geçirme şansı bulamadı nız mı ? Devamlı hayata geçirmek için uğ raşıyorum. Benim sorduğum bu kurumda... Tamam Mustafacığım, ben bunla rı söylüyorsam, uzayda çalışmıyo rum ya, bu kurumda çalışıyorum. Ama bu kurumdaki insanlar, kişi sel klikler ve kişisel birtakım kişile rin, eskiden birtakım şeyleri kazan mış olmaları, bilgi kazanmış olma ları vermiş oldukları çabaların say gıyla karşılanması gibi bir ortam vardı. Şimdi böyle bir ortam yok, bugün konservatuvardan mezun olan kişi, o gün kendini sanatçı ilan ediyor. İnsan kendi kendini nasıl sanatçı ilan eder, hangi sa natçı kendine ben sanatçıyım de miştir? Bir tek bizim ülkemizde böyle bir şey yaşanıyor. Bu konu da, çeşitli seminerler yaptık, kon feranslar verdik, radyoda televiz yonda konuşmalar yaptık, bunlar katkı değil mi? Bu insanlar uzayda mı yaşıyorlar da bunlardan etkilen miyorlar. Aynı soruya döneceğim, bu ku rumda tartışma olanağı mı bula madınız? Tartışma ortamı açılmadı ki bu ku rumda. Ben çeşitli dönemlerde bol bol kızakta tutulan, imza yetkisi
Ben de tam bunu soracaktım. Niye oturdum, çünkü bu bir ilke meselesiydi ve Genel Müdür Yardımcılığı maka mında oturarak, esasında bu kurumun yapısal değişikliklerinde, belli birtakım tezlerin hayata geçmesini istiyordum. Beni çalıştırmayan, bana imza yetkisi ver meyen Genel Müdürler haklı da, ben haksız mıyım burada oturduğum için? Benim ne yaptığım, ne ettiğim belli Türki ye'de, değil mi? Benim niteliklerimde bir insan, bunu kendimi övmek için söylemi yorum, bunu objektif bir şey olarak söylü yorum. Bu kurumu bırakalım, Türkiye'de yaptıklarım aşağı yukarı takdir ediliyor za ten, böyle bir kuruma faydalı mıyım, za rarlı mıyım? Zararlı diyorsanız, o zaman o faydalı olduğunu düşündüğünüz Genel Müdürlerin beni görevden almaları gere kirdi. Niye görevden almadılar o zaman? Niye görevden almıyorlar? Görevden al mayıp, kızakta tutarak, yıpratma politika sı uyguluyorlar, ben de yıpranmıyorum, yıpranmamakta inat ediyorum. Bu bir mücadele biçimi değil mi? Bütün bu söylediklerinizden, bu kurum-
raf haksız oluyor. Ben de bu insanların tutum ve davranışlarına göre, rüzgârları na göre her gün başka türlü mü hareket etmeliyim? Sizce Devlet Tiyatrosu nereye gidiyor? Dünya standartlarında bir tiyatro olarak yeniden kimlik kazanmaya doğru gidiyor. Ya oturacak ya da bu tiyatroyu sil baştan yeniden kuracağız. Sayın Levent, programınızla, çözüm öne rilerinizle, hatta yeni yasa önerinizle bir likte Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne talip misiniz? Şimdi bu, bence Türkiye standartlarında çok yıpranmış bir soru. -Max Weber, do ğu toplumları kapitalizmi tüccarların, ha yat kadınlarının ve sahtekârların rejimi olarak görmüştür, diyor, Batı ise, kapita lizmi bir malın alınması, satılması ve bu malın alınıp satılmasında da belli bir ku ralların uygulanması, protestan ahlâkı şeklinde görmüştür, diyor. Batıda biri bir iş kurduğu zaman ve o iş büyüdüğü za man, artık o işin patronu olmaktan çıkar, diyor. Ama doğu toplumlarında biri bir iş kurduğu zaman o iş ne kadar büyürse büyüsün, o ben hâlâ mal sahibiyim diye davranır, diyor. İşin enteresan tarafı, do-
cy a
olmayan bir Genel Müdür Yardımcısı ol dum. Peki, o zaman niye burda durdu nuz diye sorabilirsiniz.
pe
TOBAV, geçen yıl bu konudaki tavrını gösterirken, TOBAV'ın üyeleri dahi, TOBAV'ın istikrarlı tutumunu yansıtan, tavrını açıklamasına karşın TOBAV'a destek olmadılar. Herkes geçen yıl bu zamanlarda kendisine adeta bir yer kapma telaşı içersindeydi ve TOBAV'ın terasında, TOBAV'ı eleştiriyorlardı. da sisteme yönelik bir tartışmanın yapıl madığını görüyoruz. O zaman bu çekiş meler şahsi çekişmeler mi?
Deminden beri onu anlatıyorum zaten, çekişmeler şahsi olduğu için, biz TOBAV olarak genel doğruları savunuyoruz. Bu meseleyi şahsilikten çıkarmak lazım. Bu rada ne var? Kıskançlıklar var, başkasının kuyusunu kazmalar, adam ayağı kaydır malar var, hatta ve hatta duyuyoruz ba zıları neredeyse birilerinin ortadan kalk masını, kendilerinin görmeyeceği yerler de olmasını istiyor. Bunu da arkadaş top lantılarında dile getiriyorlar. Bu alçakça bir tutumdur. Bu, kendine sanatçıyım di yen birinin sahip olacağı bir tutum değil dir. Sanat ne demektir? Bir işin en kusur suzca ve en ideale yönelik bir özenle ger çekleştirilmesi demektir. Sanatçı ne de mektir? Etiği tutan, etiği tanıyan, etiğin ne olduğunu bilen, etiğin güncel gelişme de, paralel gelişmelerini bilen ve uygula yan insan. Demokrasi ne demektir? Ken dine yapılmasını istemediğin bir şeyi, baş kasına yapma, demektir. Bizim insanları mız başkasına bir şey yaparken çok haklı lar, kendilerine yapıldığı zaman karşı ta-
ğuda kişilere devlet kurumlarının yöneti mini verirseniz, onlar o kurumları da ken di malı zannetmeye başlar, diyor. Bu çok doğru bir saptama. Bu tür Genel Müdür lük, bir kurumun daha verimli ve üretken çalışmasını düşünmek, Genel Müdürlüğü bir çıkar ya da bir olanak sağlayan bir yer olarak görmek değil de, bir kurumun, ül kenin bütünü içerisinde gelişmesine, dü zelmesine, verimliliğinin artmasına hiz met vermek olarak anlaşılmalı. Maalesef bizim ülkemizde insanlar, Genel Müdür lüklere hiçbir birikimleri olmadan talip olabiliyorlar. Geldikleri gibi, gidiyorlar da. Ben Genel Müdürlüğe talip olma eğili minde bir insan değilim. Ama hiçbir za man da bir görevi bana verdiklerinde yapmaktan kaçmadım, çünkü bunu so rumluluk olarak gördüm. Ben Genel Mü dürlük meraklısı olarak hareket etmiyo rum, ben sadece temel ilke, ahlâk, pren sipler, çalışma koşulları ve bu çalışmanın kültürlü bir iç hizmet eğitimi olarak bü tün insanlara verilmesini istiyorum. Sayın Levent bu söyleşi için zaman ayır dınız.
TOBAV'ın Basın Açıklaması (11 Eylül) DEVLET TİYATROLARI 5 0 . YILINDA NEREYE? Yeni bir tiyatro sezonu açılıyor. İçinde bulunduğumuz yıl Devlet Tiyatroları'nın 50. yılı. Yirminci yüzyılın sonu. Osmanlının 700. yılı. Tüm ülkeyi sarsan bir deprem felaketinin de yaşandığı bir yıl üstelik. Deprem sadece binlerce yurttaşımızın canını almakla kalmadı. Bitirmekte olduğumuz yüzyılın sonunda siyasal, sosyal ve kültürel yaşantımızdaki erozyonu da bize fark ettirdi. Ülkemizin laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti olma özellikleriyle bir bütünlük içerisinde düşünülerek kurulan Devlet Tiyatroları, kurulduğu yıllardaki misyonuna bağlılığı yitiriyor mu? Her yıl 7 Ekim'de perdelerini açması sabırsızlıkla beklenen Devlet Tiyatroları acaba toplumda yine bu coşkulu ve saygılı bekleme duygusunu yaratıyor mu? Türkiye tiyatrosu nereye gidiyor? Bu soruya yanıtlar aranıyor mu? Devlet Tiyatrosu'nun bu soruya yanıt arayacak bir liderliği söz konusu mu? Deprem sadece can almadı, sadece hasar vermedi, deprem aslında fark edilen fakat bir türlü dile getirilemeyen gerçeklerin; özensizliğin, insana yatırım yapmayan, sorumluluklarını insanla özleştirme anlayışların şekilciliklerini de sarstı. Devlet Tiyatroları büyüme hızı ile orantılı bir gelişme göstermedi. Gelişme hızı ile orantılı iç hizmet eğitimi programlarını oluşturmadı. Kuşaklar arası bilgi aktarımı sağlanmadı. Bayrak tesliminin etik ve estetik felsefesi oluşturulmadı. Yönetimler Devlet Tiyatrosu misyonunu sürdürme sorumluluğunu kültürel olarak kavrayamadı. Bu eksiklikler tiyatro oyuncusunun dahi tiyatroculuk mesleğine olan inancında eksilmelere neden oldu. Tiyatro yönetimi ve tiyatro idaresi konusunda uzman idarecilik bilgisi ölçüleri oluşmadı. İdari personel kendi kendisine yetişir sanıldı. Bütün bu eksiklikler büyüyerek günümüze gelirken, koltuk sevdası en önemli belirleyici oldu. Birikmiş sorunların çözümüne köklü yaklaşımlar gösterilmemesi, kurumu neredeyse işlemez hale getirdi. Temel tiyatro kültürü ve disiplini unutuldu. Geçmişte şikâyet edilen verimsizlik, elemanların çalıştırılmaması kurum içi huzuru ve disiplin ilkeleri sanki rüzgâra kapılıp uçtu. İçinde bulunduğumuz yıl çok önemli değişimlerin ve değerlendirmelerin yapılması gereken bir yıl iken bu değişimlerle empati kurması gereken tiyatro kültürü adeta can çekişiyor. Devlet Tiyatrolarında iç huzursuzluk giderek artıyor. TOBAV yeni bir yüzyıla girmeden önce Türkiye insanının laik, demoktarik bir rejimin bekçisi olabilmek için tiyatro kültürünün yakından tanınmasını istiyor ve bu amaçlar doğrultusundaki çalışmalarını inatla sürdürüyor. Özlemimiz, içinde bulunduğumuz yılın ve yeni yüzyılın gerekleri doğrultusunda bir yeniden yapılanma ve Türk halkının kucak/aşacağı misyon sahibi bir Devlet Tiyatroları'dır. Tüm tiyatrocuları ve tiyatroseverleri yeni sanat sezonunun açılışında bu misyonları tartışmaya davet ediyoruz. TOBAV Yönetim Kurulu
TOBAV'ın Basın Açıklaması (22 Eylül) İçinde bulunduğumuz tiyatro sezonunun başlangıcında, Devlet Tiyatroları geçtiğimiz yıl yaşanan sorunların aynısını tekrar yaşamaktadır. Ancak, bugüne kadar yaşananlar karşısında TOBAV a rağ men sessiz kalanlar, bu yıl tepki gösterme eğilimi içerisin dedirler. TOBAV dün olduğu gibi bugün de ilkeli ve kararlı tutumu nu sürdürmektedir. TOBAV, etik ve estetik değerlerin kişilerin tekellerinde ol madığını, aksine, TOBAV'ın yaptığı gibi demokratik ortam larda ve akademik disiplinler ölçü alınarak belirleneceği gö rüşünden geri adım atmayacaktır. Devlet Tiyatrosu'nda yaşanan sorunların, tiyatroculuk mes leğinin ortak değerlerinin oluşması ve kurum çalışan larımızın kendi özeleştirilerini yapmaları ile çözümleneceği inancındayız. TOBAV Yönetim Kurulu
47
DOSYA YAKLAŞIM
DEVLET TİYATROLARI'NDA DÖNÜŞÜM SANCILARI Yücel Erten
Devlet Tiyatroları'nda, son 10 yılda giderek kristalize olan ve olgunlaşan bir yeniden yapılanma arayışı var. Göreli bir özerkliğe doğru, daha demokratik bir yerinden yönetime doğru, bir evrilme, bir devinim, bir mücadele var. Bunu görmezden gelmek, aymazlık olur. Peki giderek güçlenen bu akımın önerisi, isteği nedir?
pe cy
a
Özetle şu: Devlet Tiyatroları'nda velayet ve vesayet dönemi bitsin! Devlet Tiyatroları hükümetlerin tiyatrosu olmasın! Padişahlık anlayışından, Cumhuriyet anlayışına geçil sin!.. Bunların kötü şeyler olduğunu düşü nen ya da söyleyen var mı, bilmiyorum? Varsa söylesin! Yok ise, bu iyi şeylerin, ya ni bu olumlu dönüşüm isteğinin nasıl ger çekleşeceğine bakalım. Bu dönüşüm için 5 hamle gerekiyor: 1. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün Kültür Bakanlığı ile ilişkisini, daha uygar, daha demokrat ve daha akılcı biçimlemek! Nasıl olacak bu? Genel Müdür üçlü karar name ile 3 yıllık bir süre için göreve gele cek. Bu yolla, görev süresi içinde göreli bir dokunulmazlığa kavuşacak ve siyasal çal kantılardan etkilenmeyecek. Dolayısıyla
ama, bu durumun kime yararı var? Son tahlilde kimseye! Demek ki değişmeli. 2. Tek tek her tiyatromuzun, Genel Mü dürlüğe olan bağımlılığını, daha uygar, da ha demokrat ve daha akılcı bir ilişkiye dö nüştürmek! Yani her tiyatronun Sanat Yönetmeni Mü dürü, 3 yıllık bir süre için göreve gelecek. Böylece bu süre içinde göreli bir dokunul mazlığı olacak ve temel politikalar dışında, Genel Müdürlüğün olumsuz ve yersiz müdahelelerinden etkilenmeyecek. Dolayısıyla repertuvarı, sanatsal tercih ve uygulamala rı, belki de giderek teknik ve mali olanakla rını değerlendirebilmesi açısından daha özgür davranabilecek. Tersi, öteden beri yaşadığımız, merkeze aşırı bağımlılıktır. iyi sonuçlar vermediğini hepimiz görmüyor muyuz? Düşünün, daha dün 8 ilimizde yerleşik tiyatromuz vardı, bugün 12 ilde 30 sahnede yerleşik olarak etkinliğimiz var. Yarın diyelim ki 30 ilde 5060 sahnemiz olacak. Peki o zaman da bü tün bu tiyatrolar hâlâ merkezdeki bir Ge nel Müdür ve bir Başrejisörün kararları ve tercihleri ile mi yönetilecek? Bunun bir
Birim Tiyatroların oluşması ile, büyük kentlerimizde şişip kabarmış olan tiyatrolarımız, modüler yapıda birimlere ayrılıp, ayrı sanatsal yönetimle re kavuşacak. Böylece bir merkezden yönetilmeyen; kendi kendilerini yöneten yapılar bütünü oluşacak. Dolayısıyla sanatsal üretim açısından kimlik ve kişilik geliştirme yolu açılmış olacak.
uzun vadeli politikalar üretebilmek bakı mından daha özgür olabilecek. Bu olmazsa ne olur? Siyasal iktidarlara, hü kümetlere bağımlılık sürüp gider. Siyasal erk nezle olunca, Devlet Tiyatroları hapşırır. Bunun sanat üretimi için de, kurum için de, hatta siyasetçiler için de iyi sonuçlar doğurmadığını yıllardır, tekrar tekrar görü yoruz, yaşıyoruz. Bir potansiyel genel mü dürler ordusu, Bakanlık ve Meclis koridor larında çalım atıyor, birbirlerinin ayağına basıp faul yapıyor. Bir biçimde göreve gel meyi başaranlar da, koltuk aşkına olmadık ödünler vermekten geri durmuyor. İyi 48
mantığı var mı? Bunun sonu saçmalık de ğil mi? 3. Büyük kentlerimizdeki yapısal bozuklu ğu, "Birim Tiyatro"lar yoluyla onarmaya ça lışmak! Birim Tiyatroların oluşması ile, büyük kent lerimizde şişip kabarmış olan tiyatrolarımız, modüler yapıda birimlere ayrılıp, ayrı sa natsal yönetimlere kavuşacak. Böylece bir merkezden yönetilmeyen; kendi kendilerini yöneten yapılar bütünü oluşacak. Dolayı sıyla sanatsal üretim açısından kimlik ve ki şilik geliştirme yolu açılmış olacak. Büyük kentlerimizdeki şişkinlik, savrukluk ve ata-
Üzerinde anlaşmış olduğumuz bu noktaları; elbirliğiyle, sadakatle ve kararlılıkla herkese karşı savunmayı başarabilmiş olsak; bugün çok farklı bir konumda olmaz mıydık? Ama ne yazık ki, anlaşmalarımıza bağlı kalmayı ve onları savunmayı henüz öğrenemedik.
a
sorun, biraz da biz Devlet Tiyatroları sanat çılarında. Bir düşünelim: Üzerinde anlaşmış olduğumuz bu noktaları; elbirliğiyle, sada katle ve kararlılıkla herkese karşı savunma yı başarabilmiş olsak; bugün çok farklı bir konumda olmaz mıydık? Ama ne yazık ki, anlaşmalarımıza bağlı kalmayı ve onları sa vunmayı henüz öğrenemedik. Doğal ki, her çalışmada, her süreçte uyu şum ve kakışım sorunları yaşanır. Ama so nuçta birlikte imzalanan belge, anlaşmadır. Dolayısıyla kutsaldır. Bireysel önceliklerine uymasa da, altına imza attığı belgeyi sa vunmak; her aydın için bir görevdir, ahlâki bir zorunluluktur.
pe cy
et; yerini ucu bucağı görünür, iletişim olanağı yüksek, grup enerjisini ve ensemble duygusunu geliştirmeye açık, kıvrak yapılara bırakacak. En önemlisi de, sanatta kaçınılmaz bir unsur olan sanatsal yarış dina miği hayata geçecek. Yeryüzünde önem taşıyan tiyatrolara bakın, durum üç aşağı beş yukarı böyledir. Şimdi bunun karşısında mevcut durumu savunmak; iri, şişkin, hantal, savruk, randımansız, üstelik de baskıcı bir canavarı sa vunmak gibi olmuyor mu? Bu canavarın acımasızca evlatlarını yemeye başladığını görmüyor muyuz? 4. Zaman zaman sansür ya da servis mekanizmasına dönüşebilen Edebi Kurulu kaldırmak! Bu konuda uzun söze gerek yok; çünkü kaldırılmasının doğru olacağını, artık Edebi Kurul üyeleri de savunuyor. 5. Çalışanlara, çalıştıkları bölgeye ve başa larına göre, farklı ücret uygulamak! Mevcut mekanizmalar işletilerek, mümkünse yenileri eklenerek; büyük kentlerin rahatlığında görev yapan sanatçılarla, çe şitli yoksunluklara katlanarak Anadolu'daki tiyatrolarımızda görev yapan sanatçıların ücretlerinde, özendirici bir farklılık oluşturulacak. Aynı anlayışla, verimlilik ve başarı da özendirilecek. Bunun tersi, testiyi kıranla suyu getireni bir tutmak olur ki; çok eleştirilen memur zihniyetine, kayırmacılığa, umursamazlığa, adamsendeciliğe, mediokrasiye, dostlar alışverişte görsüncülüğe prim vermek de ektir. Anlamsızdır. Varlık nedenlerimizi tartışılır hale getirir.
Şunu hemen belirteyim: Zorunlu görünen bu 5 hamleyi ben uydurmadım. Bunlar kurumdaki on yıllık bir birikimin sonucu. Hatırlanacaktır: 1990 Birinci Tiyatro Kurultayı'nda, 1991 Mersin Semineri'nde, 1992 Yasa Taslağı'nda, 1993 Yasa Tasarısı'nda, 1995 Değişiklik Tasarsı'nda, 1996 Komisyon Sonuç Belgesi'nde, 1997 İkinci Tiyatro Kurultayı'nda, tartışılmış, giderek ol gunlaşmış ve asgari müşterek olarak benimsenmiş, paylaşılmış görüşlerdir. Üstelik, kurumun çeşitli katmanlarından seçilerek gelmiş insanlardan oluşan Yasa Komisyonu'nun, uzun çalışmalar sonucunda altına imza attığı mutabakat metni de, bu görüşleri yansıtır. Demek ki, kurumun ira desini temsil eden sağlam bir dayanaktır. Kaldı ki, benim bildiğim, bu temel noktalara pek karşı çıkan da yok. Varsa bile, de dikodu ve ayakoyunu düzeyinde ve kapalı kapılar ardında olsa gerek; çünkü kamu oyu önünde açıkça dile getirilmiyor. Peki o zaman sorun nerede? Neden so mut bir ilerleme sağlanamıyor? Sanırım iş te burada bir özeleştiri gerekiyor. Çünkü
Ama korkarım biz, bir tutam oryantal itti fak, bir avuç alaturka kurnazlık, bir çimdik iktidar sarhoşluğu, bir dirhem koltuk kav gası, bir yudum kıskançlık, bir tadım çıkar beklentisi, bir serpim kendini beğenmişlik, göz kararı bencillik, el yordamı vurdumduy mazlık ve de miktar-ı kâfi o dehşet belleksizlik yüzünden; ortak doğrularımızı savun mayı unuttuk. Eğri otursak da doğru konuşalım: Bu bula maçla, siyasilerin kuruma müdahelelerini biraz da biz davet etmedik mi? Ayağımız her taşa değdiğinde koşa koşa gidip kurumu ve yöneticileri, Bakanlara şi kâyet etmedik mi? Küçük koltuklar kap mak ya da o koltuklan korumak amacıyla, siyaset cephesindeki yakınlarımızı devreye sokmadık mı? Şu ya da bu konuda kayırılmak için, siyasetçi tanışlarımıza başvurma dık mı? Siyasilerin emriyle piyes oynatıp ku ruma eleman almadık mı? İktidardaki parti lere ayrım gözetmeden ilkesiz biçimde ya-
naşmalık etmedik mi? İşimize gelen, ucun da çıkar gördüğümüz siyasi müdaheleleri alkışlayıp yüceltmedik mi? Bütün bu anlayış bozukluklarını, bir yaşam biçimi haline geti rerek; müdaheleleri biraz da biz çağırmış olmadık mı? Korkarım bütün bunları yap tık. Ve işte sürecin sonunda, acısını çekme ye başladık. Ama düşünüyorum, yine de şikâyet hakkı mız var. Bütün kabahat biz sanatçılarda de ğil ya! Hem hata olmamış olur mu? Ama hatalar tekrarlanmak için değil, ders almak içindir. Bu deneylerden kendimize bir ders çıkarıp, yeni bakış açıları geliştirebiliyor mu yuz, bu önemli. Bu bağlamda bence şu gerçeği hiç gözden kaçırmamalı: Devlet Tiyatroları, son on yıl da bir değişimin eşiğinde olmanın sancıları nı yaşıyor. Çünkü çok geniş bir sanatçı kesi mi, artık kendi yuvasında temelli bir dönü şümü gerçekleştirmek için çalışıyor, tartışı yor, düşünce üretiyor; öneriler ve formüller getiriyor; 2000'li yıllardan bakarak perspek tifler arıyor; aydın ve sanatçı olarak sorum luluk duyuyor; inisiyatif geliştiriyor; tavır ko yuyor; öncülük ediyor ve risk alıyor. Devlet Tiyatroları'nın, yerinden yönetim an layışına dayalı yeni bir yapılanmaya kavuş ması, Türkiye'nin gündemindeki uygarlaş ma ve demokratikleşme sürecinin, ayrılmaz bir parçası. Ve kaçınılmaz bir gelişme. Şim dilik biraz kafa-göz yararak, "iki adım ileri, bir adım geri" yürüse de; önünde sonunda gerçekleşecek. Çünkü vesayet ve velayet fanusunun altında kültür üretilemeyeceği, sanat yapılamayacağı açık.
49
KİTAP
OSMAN ŞENGEZER BİR MEKÂN VE ZAMAN USTASI Haluk
Şevket
Ataseven
Ünlü ressam P. Klee " Gözün biri görür diğeri duygulanır" der. Bana göre bu estetik ve fantastik görüş, değerli dekor ve kostüm ustası Osman Şengezer'de "Gözün ikisi
a
görür, yaratıcı düşünce duygulanır" olarak değerlendirilebilir.
pe cy
Elimde Şengezer'in "Bence Dekor ve Kostüm" adlı son derece titiz bir çalışmanın ürünü olan kitabı duruyor. Aslında buna pek kitap denemez... Öncelikle yapıt, sıradan kitap ölçülerinin çok dışında kalıyor... ve hem hazırlanışı hem de yüklendiği içerikle evrensel bir görünüm kazanıyor... Yapıt, bir dekor ve kostüm ozanı olan Şengezer'in, kendi iç dünyasının ve de zengin hayal gücünün, onlarla bütünlük kazanan vazgeçilmez duyarlığının dışa vurumu olarak da tanımlanabilir. Yapıta yapısalcı bir gözle bakacak olursak görüntüler dünyasının yaşamla izdüşümsel bir özdeşlik taşıdığını söyleyebiliriz... Yapıtın cilt kapağı, yapıtın sessizliğini içeren tek renkli bir yalnızlıktır. Ne var ki, bu yalnızlık, o tek rengi sarıp
50
sarmalayan, yarattığı ve yapılandırdığı nice opera, bale ve tiyatro gösterimlerini yaşama ortak eden, Şengezer'in imgesel dünyasıdır. Bu gizemli dünyada düşlerin yeri, gösterilen fotoğrafik karelerle, yapıtın tüm varlığını bütünlemesinde yatar. Yapıtın kapağını çevirdiğimizde karşımıza beyazdan daha beyaz üç boş sayfa çıkar. Artık burada ne tek renkli kapak ne de o tek renkli kapağı örtüştüren gösterilerin renkli fotoğrafik kareleri kalmıştır. Bembeyaz bir yokluktur artık beyaz. Bu beyazdan öte beyaz, Şengezer'in yapıtı olan ve beyazların derinliğinde kendisini saklayan, sezgisel bir bütünlenmenin kaynağını oluşturmaktadır. Şengezer'in kendine özgü soyut derinlikte, kendi kendini çoğaltan bir sanatsal tutkuyu onunla birlikte yaşarız. O, öylesine bir beyazdır ki bütün renkleri tutsak etmiştir. Tam sırasıdır şimdi, o beyazdan daha beyaz boş sayfaların, sağ alt köşesinde renklerin özgürlüğüne el veren, Osman Şengezer'in imzasını görürüz. Ak beyazlar içinde siyah bir umut... Şiirin diliyle şiiri yakalamaktır amacımız, yani buradadır o, renklerin derinliklerinde saklıdır. Görkemli dekorların gölgelerinde ya da... Osman Şengezer, şiirsel sanatının yanı sıra bir bilge kişidir.
Kendine özgü sanatının felsefesini irdeleyen bir yazı ustasıdır da... Bu açıdan hareket eden her olgu, onun şiirsel dünyasıyla özdeş hale gelir. Çalışmaları her an filizlenip, her an çiçek açan imgelerle yüklü bir bahçedir. Yapıtının derinliklerinde bir daha yetkin olmak üzere bilinçaltının kaosunda, yarım kalmış düşüncelerini bir bütüne dönüştürmek, işte asıl sorunu budur Şengezer'in... Bu sorun ki, onu yaptığı işin doruğuna yönlendirecektir. İşte Şengezer'den birkaç düşünsel alıntı...
a
"Tiyatro, opera ve bale dekoratörünün ilk uğraşacağı, ilk adımlarını bilerleyip ilk kotaracağı konu, yorum ve yorumlama konusudur."
pe cy
"Sahnede kullanılması gereken nesneler, sıradan şeylerdir. Ama sahne tasarımcısının, önce bakış açısının, sonra yorumunun şekline büründüğü yeni bir araç ve amaç kimliği kazanır." "Dekoratörlük, bence hayal dünyasını, düşleri ve gerçeği, estetiği ve duyguyu yoruma aktarma, seyirciyi uyarma ve etkileme, görünenle görünmeyeni verme..." " Dekor ve kostüm yaratıcısının, kompozitör, yazar, yönetici ve koreografla ortak çalışmasıyla belirginleşir."
"Ben salonda, yönetmenin hatta bazan yazarın yanıma oturup çalışmasında işbirliği yapan, düşünceler ile gerekli öneri ve görüşlerde bulunan kişilerdenim." "Bir insan düşüncesinin soyut dışa vurumunun somuta dönüştürülmesinde bu işbirliğinin yararı büyüktür..." Bunlar Osman Şengezer'in sanatı üzerine yaptığı küçük değinimlerdir. Bir de bu değinimlerin soyuttan somuta
geçip gösterim alanına aktarılmasının getirmiş olduğu sayısız çabayı ve sayısız sorunları bir düşünün... Şengezer, sanatsal düşüncelerini açıklarken, yapıtının o özenle düzenlenmiş sayfalarını çeşitli kostüm figürleriyle donatmış. Buna göre, bu donanım Şengezer'in sözlü dil ile, görsel dilin karşılıklı çatışmasını ve düşünmesini ustaca bir araya getirmesinden kaynaklanan, sahne estetiğini de görünüm alanına getirmektedir... Şengezer'in ruh verdiği yapıt, ünlü opera ve baleleri sahne üzerinde giydirip, dekoratif öğelerle bezeyerek seyirci karşısına çıkarmasının serüvenini bizlere yaşatmaktadır. Şengezer'in yapıtı, kendine özgü yorumladığı açıklamalarına dönük bir estetik algılama alanı oluşturuyor... Şengezer, dekor ve kostüm çalışmalarına bir bütünün gözleriyle bakmaktadır. Sanki her gösteri, bir önceki gösterinin devamıdır... Sanki her gösteri, bir önceki gösterinin dinamik bir yorumudur. Şengezer'in bu özgün yapıtı başlangıcında olduğu gibi, beyazdan daha beyaz geçişin simgeleriyle doludur. Yapıtın sonunda aynen başında olduğu gibi karşımıza çıkan o çılgın beyazdır ve bütün bu sanatsal fırtınadır. Peki bütün bunların yaşama kattığı anlam nedir? Şengezer yapıtında bu soruya bir yanıt bulmuş gibi geliyor bana... Her insan kendi kendisinin anlamıdır. Ve kendisinin olmadığı yerde anlam da yoktur. Ve ne mutludur ki, anlamın olmadığı yerde anlam üreten sanata... Ve onu yaşama katan sanatçıya... 51
ÇOCUK TİYATROSU
Belçika'nın Huy Kentin'deki Çocuk Fesivali'nden İzlenimler
BİR PRENSES ÖLÜYOR BİNLERCE GERİ ZEKÂLI AĞLIYOR, ÇİÇEKÇİLER HARİÇ! Nihal
Kuyumcu
Çocuk nedir? Çocukları birbirlerinden ayıran farklılıklar var mıdır? 6 yaşındaki bir Türk çocuğu ile 6 yaşındaki bir Belçikalı çocuk arasında fark var mı, var ise nedir? Çocuk oyunları dendiğinde hangi çocuklara hangi oyunlar? Böyle bir ayrıma gitmek gerekir mi? Böyle bir ayrım beraberinde ne gibi sorunları getirir. Bütün bu sorular Belçika'nın Huy şehrinde düzenlenen çocuk tiyatroları buluşmasında sergilenen
a
oyunları izlerken bir kez daha aklımızdan geçti.
pe cy
İster Bosna'da savaş içinde, ister Japonya'da deprem bölgesinde, ister Güney Amerika'da selden sonra, ister Yalova'da çadırkentte olsun tüm çocukların, belli bir süre olanları ilgiyle izledikten sonra kendi aralarında ya da kendi kendilerine oynamayı sürdürdüklerini görüyoruz. Elindeki bebeğine yemek yedirmeye çalışan ya da ip atlayan, salıncakta sallanan çocukların görüntülerine televizyon kanallarında rastlıyoruz. Bu da çocukların yaşadıkları ülkeler, kültürler, sorunlar farklı olsa da tepkilerinin davranış biçimlerinin çok özel durumlar dışında farklı olmadığını gösteriyor.
"Bir grup insan ellerinde otopark saatleri dillerinde belli belirsiz birkaç sözcük, yüzlerinde umutsuzluk, sahnede bir çizgi üstünde (rayların üstünde) ilerliyorlar. Zaman zaman içlerinden biri gruptan ayrılmak istiyor, diğerleri şiddetle karşı çıkıyorlar. "Gitmemelisin! Ezilme tehlikesi olsa da raylar bilinen bir yol, dışarda neler var bilinmez, nelerle karşılaşacaksın bilmiyorsun. Gitme bizimle kal, bilinen riskleriyle rayların üzerinde acı çekerek ilerlemek, dış dünyanın bilinmeyen yollarında ilerlemekten daha güvenlidir. Durumumuzu aynen sürdürmeliyiz." İçlerinden biri köpeğini kaybeder onu bulmak için gruptan ayrılmak ister. "O benim ailem, arkadaşım, dostum. Onu bulmam gerek" Yine karşı çıkarlar.
52
"Gitme senin için ne kadar çok arkadaş var. Teknolojinin sundukları; işte cep telefonu, işte internet, işte televizyon, binlerce kanal ile dünya önünde, sanal bebekler, odanda. Ama bir canlının sıcaklığını hangi ekran verebilir. Kalmalıyım, arkadaşımı köpeğimi aramalıyım. Bir başkası nereye kadar ticaret yapılabilir der. "Gelenek" yüzyılların ikiyüzlülüğü. Bir prenses ölüyor, binlerce geri zekâlı ağlıyor, çiçekçiler hariç. Ölüm üzerine ticaret yapılabilir mi? Lady Di'nin ölümüyle kimler neler kazandılar? Onun bir prenses olması ölümünün medya tarafından böylesine kullanılması için haklı gösterilebilir mi? Bir turizm firmasının Paris gezilerinde kazanın olduğu tüneli gezi programına almasının halkın isteği olarak açıklanması yeterince doyurucu mu? Bunu bir ticari zekâ olarak kabul etmek zorunda değil miyiz? İletişim araçlarının kocaman bir köy haline getirdiği dünyadır eleştirilen. Bir başkası çevre kirliliğini sorgular. Para kazanma adına yok edilenler... Her oyun kişisi ayrı ayrı aynı yolda (raylarda) ilerlemeye karşı çıkar. Her biri sırayla toplumsal sorunları dile getirir. Aslında baştan sona günümüz insanının yalnızlığıdır dile getirilen. İletişim araçları arttıkça teknoloji ilerledikçe büyüyen yalnızlık, iletişimsizliktir eleştirilen. Önceleri birbirlerini ikna etseler de sonunda yoldan çıkmaya, parkomatlardan kurtulmaya karar verirler." Yukarıda özetlemeye çalıştığımız oyun 19-24 Ağustos tarihleri arasında Belçika'nın Huy kentinde gerçekleştirilen "Rencontres De Theatre Jeunes Spectateur" etkinliğinde yer alan 13 yaş ve üstü için sunulan oyunlardan biriydi.
pe cy a
Bir başka oyun 6 yaş ve üstü için ölümden sonra ne var sorusuna yanıt ararken (doğal olarak yanıtını veremezken) bir başkası göçmenlik sorunlarını irdeleyerek, Belçika'ya küçük yaşta gelen bir Afrikalı siyahın ülkesine döndüğünde kendi ülkesine ve insanlarına karşı hissettiği yabancılaşmayı 9 yaş ve üstü çocuklar için dile getirdi. 7 yaş ve üstü çocuklar için hazırlanan üç kişilik bir oyunda "Baban ne iş yapıyor" sorusu ile başlayan " Büyüyünce ne olacaksın" ile süren çocuklar arasında daha ilkokul sıralarında oluşan sosyal sınıflamanın ilk yapı taşlarına değinilir. On beş yıldan bu yana yapılan ve bu etkinlik çerçevesinde yer alan gruplar; eğitimciler, pedagoglar, çocuk tiyatrosunun çeşitli alanlarında çalışan kişilerden oluşan bir jüri önüne çıkarak olumlu puan almaya çalışıyorlar. Bu buluşmada olumlu puan alamayanlar okullarda gösteri yapamıyor, devletten yardım alamıyor. Bir başka deyişle grup kendi çabasıyla ayakta kalmak zorunda ki, bu da hemen hemen olanaksız. Oyunlarda geçen yılın aksine bu yıl çocuk seyirci de vardı. (Bu etkinlik çocuklardan çok organizatörler ve bu alanda çalışan kimselere yönelik.) Oyunları baştan sona sessizce, ilgi ile izlediler ama verilmek istenenin (özellikle sembolik öğelerle süslü oyunlarda) ne kadarını nasıl algıladılar bilemiyoruz. Ancak oyun sırasında en ufak bir sese, bir harekete izin vermeyen son derece duyarlı bir yetişkin seyirci kitlesi ile öğretmenlerinin de salonda bulunmalarının bu sessizlikteki paylarını gözardı edemeyiz. Ayrıca salonlar çok küçük, sahne ve seyirci iç içe. Bu da salondaki ilginin yoğunluğunu arttırmada önemli bir etken. Oyunlar çoğunlukla tek, iki ya da en fazla üç kişilikti ve metin ağırlıklı idi. Kullanılan çok basit bir iki materyalin dışında dekor genellikle yoktu. Oyunu izlerken bu bir yetişkin oyunu mu yoksa çocuk oyunu mu diye kuşkuya düştüğümüz çok oldu. Aynı durumla nisan ayında Berlin Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali'nde de karşılaşmıştık. Ama sonuç olarak her iki ülkede de çocuklar anlasalar da anlamasalar da sonuna kadar sessizce oyunu izlediler. Bizim çocuklarımız da TV aracılığı ile yetişkinlerin dünyalarını tümüyle paylaşıyorlar, onlarla geç vakitlere kadar
aynı dizileri aynı filmleri aynı ilgi ile izliyorlar. Tüm dünyadaki gelişmelerden haberliler, çünkü medya araçları, örneğin televizyon her türlü programı, çok geniş kitlelere herkese ulaşmak amacıyla en ince ayrıntıya kadar düşünerek hazırlıyor. Günümüz çocukları artık sadece masal kitapları arasında masal kahramanları ile yaşamıyor. Yetişkinlerle paylaştığı dünya onları, yeniden şekillendirerek yeni bir çocuk tipi yaratıyor. Neil Postmann "Çocukluğun Yokoluşu" (1) adlı kitabında Ortaçağdan bu yana çocuklar ile yetişkinler arasında oluşan ayırımın günümüzde yok olduğunu, sınırların tekrar belirsizliğe doğru gitmekte olduğunu ileri sürmektedir., İiletişim teknolojisi, medya araçları yetişkinleri çocuksu zevklere yöneltirken, çocukları da daha çok yetişkinlerin dünyasıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Günümüzde, giderek denetlenmemiş oyunlardan uzaklaşan çocuklar,
yarışmacı örgütlü oyunlara yönelirken bir başka deyişle sokakta oynayan çocuklar yok olurken, yetişkinlerde giyim-kuşam tarzı, onlar için tasarlanan çizgi filmlere gösterdiği ilgi, tekerlemelerle ilkel ritmlerden oluşan arabesk şarkıların hit olması, açıkça yetişkinlerle çocuklar arasındaki sınırların belirsizleştiğini göstermekte. (2) Dünyanın kocaman bir köye dönüştüğü günümüzde kendi çocuklarımızı bu değişimlerden soyutlayabilir miyiz. Elbette hayır. O zaman neden bizim çocuklarımız sadece tombul tavşanların, anka kuşlarının, canı sıkılan prenseslerin dünyasında kalsınlar. Neden yaşadığımız dünyanın sorunlarıyla daha gerçekçi biçimde ilgilenmesinler.
1 Postman, Neill, "Çocukluğun Yokoluşu" İmge Yay 1. Baskı, 1995. 2 Tan, Mine Prof. Dr. "Çocukluk Dün ve Bugün" "Toplumsal Tarihte Çocuk" Tarih Vakfı Yay. İst. 1984 Yayına hazırlayan. Bekir Onur.
5 3
İNCELEME
Haluk
Şevket Ataseven
DOKTOR NAGO
Alışılmamış şiirsel bağlantılar Ve şiirselliğin mantığı... Tarkovski
cy
a
Ne zaman kendimde ruhsal bir tedirginlik duysam sayfalarını rastgele açıp okuduğum bir kitap var önümde, Prof. Dr. Kâzım Dağyolu ve Dr. Süleyman Velioğlu'nun: Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri Kitaba konu olan erkek hasta, otuz beş yaşlarında, beden yapısı astenik, bakışları canlı, giyimi itinasız, nazik, bazan teatral jestlerle konuşuyor...
pe
Hasta, orta ve lise öğreniminde resim ve edebiyat derslerinde başarı gösteriyor ve ayrıca tıp, felsefe ve fiziğe ilgi duyuyor.
Daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi'ne giriyor, resme büyük bir heyecanla bağlanıyor, hocasının beğenisini kazanıyor, hocası kısa bir süre sonra onu Avrupa'ya yollamaya karar veriyor.
Büyük bir heyecanla severek çalıştığı ve başarılar kazandığı bir sırada o, okulu terk ediyor. Hasta temelde, 'Introvert' bir kişilik gösteriyor. Yani şiddetli bir duyarlıkla, kör bir duygusuzluk arasında dolaşan ve yalnızca şizofrenik hastalarda görülen bir kişilik...
54
dramatik yapısına değinebiliriz. Şizofrenik sanatta biçimsel öğelerle simgesel değerler iç içe bulunur. Ve bunlar birbirinden ayrılmaz. Ne var ki şizofrenik sanatı incelerken biçim ile simgesel değerleri ayrı bölümde ele almak doğru olur. Bunların incelenmesi bize, kişiliğin akılcı yönünü tanıtır. Hasta eserlerine daima tekrar tekrar ilaveler yapar, detaycıdır, eserleri çok parçalıdır, serbest boş planlar bırakmaz, kâğıt yüzeyini bitirinceye kadar doldurur, eserleri simgesel arkaik ve cinsel karakterlidir. Ünlü düşünür Jung şöyle der: "Bilinçaltı yüzeysel tabakasının az çok kişisel olduğu şüphesizdir. Ben ona kişisel bilinçaltı diyorum. Fakat bu kişisel bilinçaltı, kişisel olmayan değerlerle ortaya çıkmış daha derin bir tabaka üstünde görülür ki bu tabaka doğuşla birlikte gelir. Bu daha derin tabakaya ben, kolektif bilinçaltı diyorum." "Kolektif bilinçaltı terimi seçişim bilinçaltının bu parçasının kişisel olmayıp evrensel olmasındandır." "Kişisel Psyche'nin tersine bu, aşağı yukarı her yerde, bütün bireylerde aynı davranış ve biçimi içine alır."
Bu arada hasta, resim sanatının büyük ustalarından daha ileri bir sanat anlayışı getirebilmek için reform yapmak gerektiğine inanıyor. Estetiğin temellerini kurmak amacıyla bilimsel çalışmalara başlıyor.
Bunlara değgin hastanın çoğunlukla resimlerinde bir merkez çevresinde yer alan dairevi biçimler görülür. Bunlar spontane olarak çizdiği bu dairetekerlekler, içinde bulunduğu kaotik dünyadan kurtulup, onu olağanüstü bulduğu, her şeyin bir armoni ve düzenle birleştiği bir ruh haline kavuşmak isteğini simgeler.
Hastanın bu kısa kişilik tanımından sonra, şizofrenik sanat ürünlerinin
Bu dairevi imgeler, Hind dilinde (Cakra) terimiyle adlandırılmıştır. Cakra kutsal
tekerlek demektir. Bütünlüğü ve evrenselliği ifade eder. Her şeyin bir düzen ve armoni ile kendisine yöneldiği, toplandığı, evrenin merkezi olan üstün insanın simgesidir Jung'un (Mandala) adını verdiği biçimdir.
duygusu ise yerini parçalanmaya, dağılmaya ve yeniden bütünleşmeye bırakır. Bu birbirlerini içeren bir varoluş ve bir yokoluş görünümüdür. Özellikle bu ikilemin düşünüm alanı, Heidegger'in varoluşçu felsefesinde anlamını bulur.
Hemen ifade edelim ki, şizofrenik hastanın yalnızlığının daralan dünyasında ortaya koyduğu sanatsal ürünlerle, gerçek sanatçıların sanatsal ürünleri arasında asla ayrılamayacak bir bütünlük, bir ikilem, bir ruhsal bağlantı olduğu görülmektedir.
Heidegger iki tür varoluş biçimi ortaya koyar gerçek olan ve gerçek olmayan varoluş.
Aynı sanat anlayışını, resim sanatına getirmiş olduğu, imgesel zenginlikleriyle tablolarını donatan Salvador Dali'de de görüyoruz.
Ve insan ölüme karşı bu özgün bütünsel varlığını savunur. Bu savunmanın biricik etkinlik alanı ise, 'Yaratma' etkinliğidir.
pe cy
Her sanatın dayandığı vazgeçilmez temel kavram armonidir. Armoni çoklukta birlik demektir, parçaların bir yüksek düzenle birliğe, bütüne ulaşması demektir.
Ve böylece özelliksiz renksiz, tekdüze bir birey haline gelir ki, gerçek olmayan varoluş biçimi budur.
a
Örneğin, bilinçaltı içeriğiyle bilincin, gerçekle gerçek olmayanın, rüya ile halüsinasyonların, geçmişle geleceğin birbirine karıştığı, birbiri içinde eridiği bir dünya kavramı getirmek ister sürrealist şair Andre Breton.
Gerçek olan varoluş, zorunlu ölüm gerçeğinin, yani varoluşun karşı kutbu olan yokoluşun insanı devamlı tehdit etmesinden kaynaklanır. Ölüm korkusu, insanı devamlı alarm durumunda kalmaya mecbur eder; bu ise dayanılır bir bunalım değildir. Bu nedenle insan, gerçek varoluş biçimine katlanamaz. Ve başkaları gibi, "el" gibi olmaya başlar. Herkes ne yiyiyor, ne içiyor, nasıl giyiniyor, nasıl davranıyorsa o da öyle yapar.
Özetle buraya kadar ele aldığımız konu, yaşamsal denge bozukluğunun şizoit bir yapıyı nasıl oluşturduğuna dair verilen bilgiler üzerineydi. Şimdi de insan varlığının yaşam macerasına başladığı andan itibaren içinde bulunmak zorunda olduğu, karmaşık yapının sergilediği şizoit oluşa göndermeler yapacak olan düşüncelere değinelim. Bilimsel düşüncenin tanımına göre düşünce dünyasının merkezinde insan vardır, insan bir duygu ve düşünce varlığı olarak dünyaya gelmiştir.
Ne var ki bu durum, insanı gerçekle çatışmaya, bir uyumsuzluğa ve gittikçe de gerçek duygusunu yitirmeye götürür. Yine bilimsel düşünceye göre, bu durum insanı üç temel boyutu üzerinde bütünleşmeye ve dolayısıyla insanı reel dünyanın olumsuzluklarına karşı savunmaya hazırlar. İnsanın bu üç temel boyutu, evrensel, bireysel ve toplumsal boyutlarıdır. İnsandaki bu üç temel boyut, zaman içinde birbirleriyle çatışır, çelişir ve savaşır bu ara gerçekleşen bütünlük
Buna değgin bu ontolojik süreçte yeni ve yetkin bir varlık, daha önce doğada bulunmayan, özgün bir varlık ortaya çıkar, bu özgün varlığın adı 'Sanat Yapıtı'dır... Bu evrensel görünümün ışığında şizofren hastanın yazdığı "Doktor Nago" oyununu ele alıp kısaca değerlendirebiliriz. Hasta çalışmalarını resim, müzik, şiir, oyun ve fıkralarla zenginleştirerek kaotik yapısına bütünlük kazandırmaya çalışır. Dans, müzik ve şiir insan varlığında doğuştan var olan sanatsal kavramlardır. Bu sanatlar daha sonraları birbirinden ayrılmış ve kendi başlarına bir bütün olarak etkinlik kazanmaya başlamıştır. Oysa bu ayrım insan varlığının gereksindiği bütünlüğün asal öğeleridir. Nitekim hasta, "Doktor Nago" oyununa yazdığı diyaloglarda görüldüğü gibi oyunun birçok yerinde, ansızın tema değişmeleri ve sıçramalarla oyuna atonal bir değer kazandırır. NAGO: Eeeeeee PEGAL: Tabii verebilirim NAGO: Katiyen
PEGAL: (Anlayışla, tasdikle) Niçin? NAGO: (Düşünceli) Tabii. PEGAL: Sıralar sıralar bütün meseleleri sıralarsınız, fakat adi bir mesele karşısında insan havsalasını şaşırır. Bak, siyaset diyorsun. NAGO: Olabilir. PEGAL: Siyaset siyasettir. Oyunda ele alınan, vahşi ama şiirsel bir dünya içinde eriyen insan varlığıdır. O, ilk gençlik çağından toplumsal yaşama adımını atarken hayal ettiği renkli dünyasının kana bulandığını görmüştür. Bu aşırı duyarlılığın getirmiş olduğu bir ruh halidir ve belli bir süreçten sonra aşırı duyarsız bir ruh haline dönüşerek kişiyi toplum dışına iter. Bana öyle gelir ki, şizofren hasta, toplumsal varlığını parçalayan ve nedensiz bir yapılanmanın içine düşmüş ve bütünlüğü parçalanmış, dolayısıyla yaşamsal dengesi bozulmuş olan bireydir. Aynı durumu aklı bağışlanmış sanatçılarda da görüyoruz. Yaptığı sanatla ayakta duran ve isyankâr ruhunu denetim altında tutabilen, zaman zaman bir çöküntüyü yaşayan, ama yarattığı sanat yapıtıyla da yeniden bütünlenmeyi sağlayan bir fenomendir. O, çoklukta birliği ancak yarattığı sanat yapıtıyla sağlar. Hasta, yazdığı oyunu beş perde üzerinde kurmuştur. Doktor Nago oyunda ele aldığı kişiler aracılığıyla kendi parçalanmışlığını bütünlemeye çalışır. Bu nedenle Nago'nun karşı kimliğini doktor Pegal temsil eder. Kadın, erkekle kadın arasındaki cinselliği sorgular. Oyunun beşinci perdesi bir parkta geçer. Parkta dolanan simitçi ise, sessizliğin içinde huzuru simgeleyen bir dolaşım öğesidir. Oyunun içerdiği yapılanmaya hangi düşünceyle yaklaşırsak yaklaşalım, oyunda dinamik bir örgülenme görürüz. Hasta ayrıca yazdığı fıkraların birinde içinden kurtulmaya çalıştığı kaotik dünyaya göndermeler yapar. "Yeniden bir ev yaptıran bir zengin, evin kapısına şöyle yazmıştır: İçeriye kimse giremez, fakat içerden de kimse çıkamaz..." Notlar: Süleyman Velioğlu'nun yazıları ve söyleşileri. 55
SEZONA TOPLU BAKIŞ
Şehnaz Pak
ACI PERDEYİ ARALARKEN
Ağustos'un 16sı'nı 17si'ne bağlayan gecede yaşanan deprem, binlerce insanı ölümün kucağına, bir o kadardan fazlasını acının yumağına yuvarlarken, geride kalanları da sancılı bir tedirginliğin kenarına bırakıverdi. Yaşanan bu kahirin ortasında devletin ülke vatandaşlarına reva gördüğü 'uygula(ma)ma' ise bireyin başına gelen diğer bir depremdi. Bu ikinci deprem, her koşulda her şeye rağmen, 'devlet baba'nın sarsılmazlığını savunan vatandaşın gözündeki perdeyi yerle bir ederken, yıkıntıların arasında kendiliğinden filizlenen bir 'uyanış çiçeği'nin de
a
müjdesini verdi. Yıllardır örgütlenmeyi, paylaşmayı ve de mücadele vermeyi unutan bireyin hafızası 7.4'lük bir depremle geri gelir mi? Kim bilir...
pe
cy
Peki yaşamın aynası tiyatro tüm bunlardan payına düşeni alır mı? Sevda Şener Hoca'nın dediği gibi: "Tiyatroları yönetenler, repertuvarları saptayanlar, oyunlarda görev alanlar ne yapacak? Tıpkı devlet yöneticilerinin yaptığı gibi 'Bu koşullarda elimizden ancak bu kadarı gelir' mazeretine sığınıp, tiyatronun değiştirme ve yenileme gücünü gene mi görmezden gelecekler?" Ülkeyi acılara boğan körfez depreminde en büyük yaralardan birini kuşkusuz
İ.B.Ş. T. 'nin yeni sezon oyunlarından "Batı Rıhtımı'nın provasından bir sahne.
56
İzmit aldı. Türkiye'nin dördüncü ödenekli tiyatrosu olan ve geride bıraktığı iki sezon boyunca kısa zamanda pek çok başarıya imza atan İzmit Büyükşehir Belediye Tiyatrosu aslında bu sayfalara, düzenlediği '2. İzmit Uluslararası Sokak Tiyatrosu Festivali' ile konuk olacaktı. Repertuvarı belli olan İzmit Büyükşehir Belediye Tiyatrosu'nun yeni sezonu açıp açamayacağını henüz bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz o ki, depremin hemen ardından çocuklara yönelik çalışmalar başlatarak yaraları sarıp, acıları hafifletmeyi görev bilen İzmit Büyükşehir Belediye Tiyatrosu her şeye rağmen yoluna devam edecek. Bu sezon 50. yılını kutlamaya hazırlanan ve zaman zaman Genel Müdürlük bünyesinde patlak veren krizlere sahne olan Devlet Tiyatroları sezonun açılmasına sayılı günler kala yine karışacağa benziyor. Yurtdışında bulunan Genel Müdür Lemi Bilgin'in yerine vekalet eden Rahmi Dilligil'in yaptığı bazı görevden almalar, yeni atamalar ve peş peşe istifaların ardından Devlet Tiyatroları'nı önümüzdeki günlerde daha da hareketli günlerin beklediği ortada. Ekim ayı ile perdelerini açacak olan tiyatrolarımızda bu sezon bizi nasıl bir manzaranın beklediğine dair, tahmin yürütsek de, henüz kesin bir fikrimiz yok. Bundan sonra, şu ana kadar var olan o donmuş fotoğrafın yeni bir tekrarını mı yoksa o fotoğrafın baştan aşağı değişmiş bir halini mi görürüz, bunu zaman içerisinde anlayacağız. Bize düşen, şimdilik sahneleneceği belli olan oyunların sahne üzerinde hayat bulup, seyirciyle buluşacağı günleri beklemek olsa gerek.
Genel Sanat Yönetmeni Kenan Işık'ın yaptığı açıklamaya göre İI.B.Ş.T. geçen sezon 480.000 seyirci ile rekor kırarken, yurtiçinde Bursa, İizmit, Ankara, Antalya, Gölcük, Adapazarı ve Eskişehir turnelerini gerçekleştirirken, yurtdışında da, Moliere'in "Kibarlık Budalası" oyunundan hareketle Turgay Nar'ın uyarladığı, Mehmet Ulusoy'un yönettiği Güz Bitiminde Moliere" adlı oyunu Mayıs ayında Fransa'nın Marsilya kentinde sergiledi. Makedonya'daki "Ohrid Yaz Festivalinde, Başar Sabuncu'nun yönettiği "Bir Ata Krallığım" ile En İyi Oyun ve En İyi Oyuncu (Şebnem Köstem) ödüllerini kazanan İ.B.Ş.T., 11. Uluslararası İstanbul Festivali'ne "Romeo ve Juliet", Misyon" ve "Tiyatro Şarkıları Resitali" ile katıldı. İ.B.Ş.T. bu yıl, birincisi gerçekleşen Türk Dünyası Tiyatro Günlerini de düzenledi.
Bu yıl biraz da tesadüfi olarak Osmanlı'nın 700. yılı nedeniyle repertuvarımızda bu döneme ait oyunlar ağırlıkta. Ama tabii yine antik, klasik ve gent Türk yazarlarının yeni oyunları da gündemde. Osmanlı'nın 700. yılında da böyle yapalım diye olmadı bu repertuvar ister istemez oyunlar üst üste gelince böyle bir tablo çıktı ortaya. İlla da Osmanlı'nın 700. yılı geldi de bu oyunları sahneye koyalım gibi bir derdimiz olmadı. Raslantısal ama fena da olmadı gibi geliyor bana. Diğer taraftan Osmanlı'nın hayatı bugüne kadar yazılmış piyeslerde hep saray entrikaları, politik dolaplar üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak Osmanlı'nın günlük hayatına dair yazılmış pek birşey yok. Repertuvardaki oyunlar iyi, sahnede görülenler kötü bir yapımsa, bir artı bir eksi oluyor. Ancak her ikisi de kötü olunca iki eksi yan yana geliyor ki sorun da burada başlıyor... Yerleşmiş bir takım anlayışlar özellikle de sanatta kolayına kınlamıyor. Bir kişinin yaptığı iş de değil tiyatro. Çok iyi oyunlar oynamak sahnede sahnelenecek eserin de çok kaliteli olacağının garantisi değil. İster istemez oyunun yazarı, rejisör, oyuncular, dekoratörü, oyunun teknik anlamda diğer katılımcılarıyla birlikte oldukça çok kişinin katıldığı bir süreç bu. Bu süreç içerisinde kimi zaman kimi şeyler birbirleriyle pek örtüşmüyor. Onun verdiği olumsuzluklar elbette ki piyese de yansıyor. Elbetteki bir piyesi seçmek, oynatmak repertuvarın, genel sanat yönetmeninin, yönetim kurulunun elinde; o piyesi sahneye koymak rejisörün işi. Buradaki bu komplike çalışma içerisinde zannediyorum ki niçin sahnedeki fotoğraf hâlâ 10 ya da 20 sene öncesinin o demode görüntüsünü çağrıştırıyor? Bunun hesabını kime sormak lazım bu açıkçası zor. Ha bir de benim beğenmediğimi bir başkası beğenebiliyor. Bunun kesin bir ölçütü illaki de yok ama bir ölçüt var ki o da çağdaş olmak sanırım. Burada sanatın insanlara ne verdiği, ne vereceği, ne vermesi gerektiği gibi sorular geliyor akla. Bir ölçüde sanat yapıtıyla karşı karşıya kalan insanı etkilemek, sarsmak ve bu sarsıntı etkileşim neticesinde de doğabilecek olan bir değişme ve yenilenme duygusu olabilir. Bunun dışında ben dünyayı kurtaracak olan şeyin öncelikli olarak sanat olduğuna inanmıyorum.
pe
İ.B.Ş.T.'nin 1999-2000 sezonu repertuvarında yerli oyunlar % 70 oranını yakalamış bulunuyor.
Şehir Tiyatroları'nda 2000 yılının repertuvarı nasıl hangi estetik kaygılar gözönüne alınıp, nelere dikkat edilerek oluşturuldu?
a
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, 16 Eylül Perşembe günü gerçekleştirdiği bir basın toplantısında geçen sezonun değerlendirmesiyle birlikte, yeni sezon oyunlarını da açıkladı.
"Dünyayı Kurtaracak Olan Şey Sanattır"
cy
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
Gülsün Siren'in yazdığı "Pembe Konağın Kadınları'nı Engin Gürmen, Melisa Gürpınar'ın yazdığı "Şu Bizim Evliya Çelebi"yi Erol Keskin yönetiyor. Halid Ziya Uşaklıgil'in "Aşk-ı Memnu" adlı ünlü romanını Tarık Günersel uyarladı; Hakan Altıner yönetiyor. Kenan Işık'ın yazıp yönettiği "Aşk Hastası" ise bir başka yeni oyun. Orhan Alkaya'nın yönettiği Haldun Taner'in 'Sersem Kocanın Kurnaz Karısı" ise yıllar sonra tekrar İ.B.Ş.T. Sahnesi'nde. Cihan Canova'nın "Sokağa Çıkma Yasağı'nı Arif Akkaya yönetirken, Yılmaz Karakoyunlu'nun "Önce İnsan" adlı oyununu Şükrü Türen sahneliyor. İ.B.Ş.T.'nin yeni sezondaki yabancı oyunları ise, Bernard-Marie Koltes'in "Batı Rıhtımı"nı Yiğit Bener çevirdi, Nicolas Klotz yönetiyor. Turan Oflazoğlu'nun çevirisi ile Başar Sabuncu'unun yönettiği "Romeo ve Jüliet", Shakespeare'in önemli bir
oyunu. Aldo Nicolaj'ın yazdığı. Muhittin Yılmaz'ın çevirdiği "Kadın ile Memur"u ise Mazlum Kiper sahneliyor. "Lüküs Hayat", "Kuyruklu Yıldız Altında", "Ahududu", "Evlilik", "Kendi Gök Kubbemiz", "Hürrem Sultan", "Kafkas Tebeşir Dairesi", "Derya Gülü", "Misyon", "Güz Bitiminde Moliere" ve "Barış" ise devam eden oyunlar. İ.B.Ş.T.'nin geçen sezondan devam eden çocuk oyunları; "Alaaddin'in Sihirli Lambası", "Hoşu'nun Utancı", Atatürk ve Çocuk" ve "Oyuncaktaki Sır"ın yanı
sıra Mozart'ın ünlü operası "Sihirli Flüt" ise Seda Edgü'nün düzenlemesi ve Can Doğan'ın rejisiyle çocuk müzikali olarak yeni sezona hazırlanmakta. Ankara Devlet Tiyatrosu Turgut Özakman'ın "Kanaviçe"sini Leyla Tever yönetiyor. İsmet Hürmüzlü, Cahit Atay'ın "Sultan Gelin'ini, Tamer Levent, Yılmaz Karakoyunlu'nun "Önce lnsan"ını, Abdullah Çoran, Erman Canatan'ın "Uygunsuzları"nı, Tayfun Orhon, Turgay Nar'ın "Çöplük"ünü yönetiyor. Georges Feydeau'nun "Bit 57
Mutfağı", "Savaş", "Bir Garip Orhan Veli", "Çiçu" ve "Hüzzam" devam eden oyunlar.
"İstanbul Devlet Tiyatrosu 20 Yaşında"
Adana Devlet Tiyatrosu
Sayın Nesrin Kazankaya, Göreve geldiğinizden bu yana geçen bir sezonu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yılın repertuvarına kısaca değinir misiniz? Sanatsal yaratıcılığın, kalitenin ve üretimin önünü açacak demokratik yapılanmayı hedefleyen bir anlayışla üstlendiğimiz İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun yeni sezonu, 2000'li yıllara girmenin sorumluluğunu da taşımaktadır. Sanatsal kimliğimizin oluşması açısından dünyamızla ve dünyayı algılamamızla buluşması; yorum ve yorumcuların oluşturduğu bir bütünlük içinde, günümüz sorunsalına estetik tercihler bağlamında izdüşümler taşıması hedeflenerek oluşturulmuştur.
a
Geçtiğimiz sezonda, sanatsal üretimde iç barışı sağlayacak güven duygusunun ve oyun sevincinin yeniden kazanılması; yetki ve sorumluluğun paylaşılması için önemli adımlar atılmıştır. 11 yeni oyunla, büyük prodüksiyonlardan kaçınmadan yoğun bir çalışma ortamı yaratılmıştır. Toplam 16 oyunla sezon başında açılan Anadolu yakasındaki yeni sahnemiz Yayla Sanat Merkezi ile geniş seyirci kitlesine ulaşılmış ve seyirci sayısında önemli bir artış yaratılmıştır. Önemli olan istikrardır ve atılan tüm adımların kalıcı olup, geleneğe dönüşmesi için çaba gösterilmesi gerekir. Bu bağlamda önümüzdeki sezonun son derece önemli olduğuna inanıyorum.
pe cy
Devlet Tiyatroları'nın 50. yıl kutlamaları etkinlikleri kapsamında istanbul Devlet Tiyatrosu'nun herhangi bir projesi var mı? Devlet Tiyatroları'nın kuruluşunun 50. yılı, İstanbul Devlet Tiyatrosu için özel bir anlam taşıyor. 1999-2000 tiyatro sezonu, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun kuruluşunun 20. yılı. Bu tarihi kesişmede, İstanbul Devlet Tiyatrosu, hem 20 yılı özetleyecek hem de ilerideki çalışmalara kaynaklık edip, gelenek bırakacak çalışmayı yürütüyor. Bu bağlamda İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun 20 yılını içeren bir kitap basılacak ve İstanbul Devlet Tiyatrosu Belgeliği oluşturulacak. Zaten bunun ilk adımı olarak, geçtiğimiz sezon oynanan oyunların broşürlerinden oluşan 'İstanbul Devlet Tiyatrosu 1998-1999 Sezonu'Oyunları' başlıklı bir kitap hazırlandı. Yeniği"ni Ali Hürol, Pilino Marcos'un "Gece O Kadar Kirliydiki İkisi de Kayboldular"ını Kâzım Akşar yönetecek. İstanbul Devlet Tiyatrosu Bertolt Brecht'in "Arturo Ui'nin Önlenebilir Tırmanışı"nı Yücel Erten'in çevirisi ve rejisi ile izleyeceğiz. Bilgesu Erenus'un "Kırmızı Karaağaç"ını Metin Belgin yönetiyor. Lorca'nın "Kanlı Düğün"ünü Roza Hakmen çevirdi, Mahir Günşiray yönetiyor. Turan Oflazoğlu'nun "Deli İbrahim", Coline Serreau'nun "Tavşan Tavşan", Özen Yula'nın "Ay Tedirginliği", Memet Baydur'un "Yalancının Resmi/Güne Bakan Cam Kırıkları" ve Jean Paul Sartre'ın "Altona Mahpusları" da sezonun diğer oyunları.
58
İzmir Devlet Tiyatrosu
Aristophanes'in "Barış"ını Yücel Erten'in çevirisi ve rejisi ile izleyecek olan İzmirli tiyatroseverler, Vasıf Öngören'in "Asiye Nasıl Kurtulur?"unu da Ergin Orbey'in rejisiyle izleme fırsatı bulacak. Bülent Arın, Angelo Savellini'nin, J.S. Sinsiterra'dan uyarladığı "Camela ve Paolini"yi sahneliyor.
Ayşegül Şamlıoğlu, Müsahipzade Celal'in "Pazartesi Perşembe'sini yönetirken, A. Galip Erdal, Dinçer Sümer'in "Katip Çıkmazını" hazırlıyor. "Kadıncıklar", "Bir Garip Orhan Veli" ve "Benim Güzel Pabuçlarım" sergilenmeye devam ediyor. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Erhan Bener'in yazdığı "Şahmeran"ı Coşkun Irmak, Shakespeare'in "Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası"nı Semih Sergen, Aziz Nesin'in "Toros Canavarını" ise Çetin Azer Aras yönetiyor. Antalya Devlet Tiyatrosu Turhan Selçuk'tan Ülkü Ayvaz'ın uyarladığı "Abdülcanbaz"ın yönetmeni Ege Aydan. "Otello'nun Ölümü"nü ise Sönmez Atasoy yönetiyor. Antalyalılar "Külkedisi"ni bu sezon da izlemeye devam edecekler. Van Devlet Tiyatrosu Devlet Tiyatroları eski rejisörü Erhan Gökgücü'nün "Ramazan'la Cülide"sini Zafer Kayaokay, Ozan Yıldırım'ın "Masallarla Yeniden"ini ise Ozan Şanlı Şentürk yönetiyor. Van Devlet Tiyatrosu'nda bu sezon Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın ünlü romanı "Şıpsevdi"yi oyunlaştıran Genel Müdür Yardımcısı Rahmi Dilligil'in oyunu da izlenebilecek. Vanlı tiyatroseverler "Eski Fotoğrafları"da bu sezon izlemeye devam edecekler. Erzurum Devlet Tiyatrosu Tarık Buğra'nın "İbiş'in Rüyası"nı Serhat Nalbantoğlu sahneliyor. Konya Devlet Tiyatrosu
Aziz Nesin'in "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz"ı, Ali Düşenkalkar'ın rejisiyle sahnelenirken, "Hasan Sabbah" ve "Eşeğin Gölgesi" geçen sezondan devam eden oyunlar.
Konya yeni sezonda iki yeni oyunu karşılamaya hazırlanıyor. Haldun Taner'in "Keşanlı Ali Destanı"nı Selçuk Yöntem, Alemsey Arbuzcu'nun yazıp, Fatoş Sevengil'in çevirdiği "Söz Veriyorum"u ise Mehmet Ege yönetiyor.
Bursa Devlet Tiyatrosu
İzmit Büyükşehir Belediye Tiyatrosu
Ülkü Ayvaz'ın "Külhanbeyi Operası"nı Raik Alnıaçık yönetiyor. "Zengin
Biri çocuk, biri kukla olmak üzere dört yeni oyun hazırlıyor.
Trabzon Devlet Tiyatrosu
Orhan Asena'nın "Şili'de Av/Başkana Ağıt/Ölü Kenten Nabzı" üçlemesini Şakir Gürzumar yönetiyor. Gladgov'un romanından Heiner Müller'in uyarladığı "Çimento"nun yönetmeni Işıl Kasapoğlu. Stravinsky'nin "Askerin Öyküsü" adlı kukla oyununu Karina Cheres yönetirken sezonun yeni çocuk oyunu "Kafkas Tebeşir Dairesi", Bertolt Brecht'in oyununu Veysel Sami Berikan yönetecek. Bakırköy Belediye Tiyatrosu
Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nun geçen sezondan devam eden oyunları ise; "Bozuk Düzen", "Hadi Öldürsene Canikom" ve "İnsan Denen Garip Hayvan". Dostlar Tiyatrosu
Dostlar Tiyatrosu yeni sezonda Can Yücel'in şiirlerinden ve eserlerinden yola çıkarak hazırlanan bir oyunu sahneliyor. Ayrıca, "İnsanlarım" ve "Bir Takım Azizlikler" devam eden oyunlar. Kent Oyuncuları
Dormen Tiyatrosu 2000'de 45. Haldun Dormen de 50. yılına girecek. Dormen Tiyatrosu Türk tiyatrosunun bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyor? Bugün çok iyi bir noktada olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Bu nokta biraz umutsuz gibi görünüyor. Yine de umutsuz olmak istemiyorum. Ama konservatuvarlardan bir sürü genç mezun oluyor, bunların istikbali ne olacak diye de yavaş yavaş endişelenmiyor değilim. Eskiden mesela Ekim hatta Eylül'de perde açar Mart sonuna kadar oynardık. Şimdiyse Kasım'da başlayıp Mart ortalarında bırakıyoruz. Haftada sekiz temsil oynarken şimdi bu sayı beşlere indi. Seyircide müthiş bir azalma var. Ne yapmak lazım seyirciyi geri çekmek için bilmiyorum. Ama tiyatroları kapatmak da mümkün değil. Bir ülkede tiyatro yoksa o ülkede hiçbir şey yok demektir. Türkiye'de iyi oyuncular, topluluklar yönetmenler de var. Televizyon bugün için ne kadar güçlü olursa olsun tiyatro devam edecek ve perdelerini açacaktır. Dormen Tiyatrosu'nun Türk tiyatrosunda fars ve bulvar komedisi yapmak gibi bir misyonu oldu. Geçen süre zarfında seyircinin ve tiyatro eleştirmenlerinin buna tepkisi nasıldı?
pe cy a
Bakırköy Belediye Tiyatrosu yeni sezona 4 yeni oyunla hazırlanıyor. Turgut Özakman'ın "Ocak"ını Müşfik Kenter, Oktay Arayıcı'nın '"Rumuz Goncagül"ünü Orhan Kemal Aydın yönetiyor. George Büchner'in "Woyzeck"ini Sibel Arslan Yeşilay çevirdi, Şefik Kıran yönetti. Sibel Arslan Yeşilay'ın bir diğer çevirisi olan Goldoni'den Fassbinder'in uyarladığı "Kahvehane"yi ise Turgay Kantürk yönetiyor.
"Haldun Dormen 50. Sanat Yılını Kutluyor"
Kent Oyuncuları, Margaret Anderson'un "Wit"ini Leyla Tepedelen'in çevirisi, Yıldız Kenter'in rejisi ile hazırlıyor. Kent Oyuncuları'nın ikinci oyunu ise Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı "Neyzen Tevfik". "Neyzen Tevfik"in yönetmeni Cengiz Özek. Kent Oyuncuları'nın hazırladığı üçüncü oyun: "Oyunun Oyunu"nun yazarı Michael Frayn, yönetmeni ise Müşfik Kenter. "Martı" ve "Maria Callas" ise bu sezonda da izlenebilir. Dormen Tiyatrosu "Yukarıda Biri mi Var". Ray Cooney'in bu oyununu Haldun Dormen yönetiyor. Haldun Dormen'in ikinci yönettiği oyun ise kendisinin yazdığı "Amphitryon
Eleştirmenler eskiden çok karşıydılar. Şimdi fars denen şeye herkes saygı göstermeye başladı. Farsın ne kadar zor ve sanatsal bir şey olduğunu anladılar. Her zaman söylemişimdir fars oynamak Shakespeare, Çehov oynamaktan daha zordur. Farsta rezil olmamak Shakespeare'de rezil olmamaktan çok daha zordur. Ama tabii her şeyde olduğu gibi farsın da kalitelisini yapmaya çalıştım.
Haldun Dormen için müzikallerin ayrı bir önemi var. Dormen Tiyatrosu'nda bu sezon bir müzikal görebilecek miyiz? Talep olmasına rağmen çok fazla müzikal sahnelenmemesine ne dersiniz? Ben bu yıl Ocak ayında kendi yazdığım "Amphitryon 2000" adlı müzikali sahneleyeceğim. Diğer taraftan müzikaller büyük prodüksiyonlar olduğundan kolayına kimse yanaşmıyor bu tür işlere. Müzikal için gerekli salonun olmayışı da ayrı bir konu tabii. Türkiye'de müzikal adı altında son zamanlarda çok farklı şeylerin yapıldığını da görüyorum. Müzikalle alakası olmayan yapımların müzikal diye sunulması iyi değil sonuçta.
2000" müzikali. "Popcorn" bu sezonda da izlenebilecek. Yedi Tepe Hadi Çaman Oyuncuları Refik Erduran'ın "Tecavüzcü Taci"si bu sezonun yeni oyunu. "Helikopter", "Kelebekler Özgürdür" ve "Ak Saçlı Delikanlılar" bu sezonda da izlenebilecek. Tiyatro Oyunevi Tiyatro Oyunevi 1999-2000 sezonuna iki yeni oyun hazırlıyor. Franz Kafka'nın "Ceza Kolonisi"ni Mahir Günşiray yönetiyor. "Orlanların Hemen Önünde Gece"nin yazarı ise Bernard Marie Koltes.
"Antigone" ve "Hizmetçiler"i kaçıranlar da yeni sezonda bu oyunları izleme olanağı bulacaklar. Oyuncular Tiyatro Grubu Kafka'nın kısa öykülerinden Selma Köksal ve Gülsüm Soydan'ın oyunlaştırdığı "Sokağa Bakan Pencere"yi yine aynı ikili yönetiyor. BKM Oyuncuları Geçen sezon kapalı gişe oyanayan "Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?"yü kaçıranlar bu sezon izleme olanağına sahip olacaklar. BKM Oyuncuları'nın yeni bir çalışması yok. 59
Selma Köksal: "2000 Yılını Kafka ile Karşılamaya Hazırlanıyoruz."
Tiyatro Stüdyosu Geçen sezon birçok tartışmaya sahne olan "Bağla Şu İşi" sergilenmeye devam ederken, yeni bir oyun üzerindeki çalışmalar da devam ediyor.
Sayın Selma Koksal, Oyuncular Tiyatro Grubu 2000 yılını hangi oyunla karşılamaya
Ankara Ekin Tiyatrosu
hazırlanıyor? Neden bu oyun?
Faruk Güvenç'in yazdığı "Serçe Parmağı"nı Murat Atak yönetiyor. "Son Mahkûm" ise geçen sezondan devam eden oyun.
2000 yılını Kafka ile karşılamaya hazırlanıyoruz. 2000'ler kendini bizlere karanlık, puslu bir havayla göstermeye başladı. Öyle de olacağa benziyor. Kafka ve dünyasının sorunsalları pek çok. Ama bize yansıttığı alacakaranlıktan en net olarak seçebildiklerimiz devlet, sürü ve birey ilişkisi. Özgür olma yolundaki bireyin önüne
Ankara Sanat Tiyatrosu
Kültür dünyamız her geçen on yıla biraz daha yozlaşarak, özgünlüğünden ve
Metin Balay'ın yazıp yönettiği "İnadına Yaşamak" ve Moliere'in "Tartuffe"ünden uyarlayıp yönettiği "Yobaz"ın yanı sıra Yücel Erten'in çevirdiği Rutkay Aziz'in yönettiği "Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru", Behiç Ak'ın yazıp, Levent Ülgen'in yönettiği "Ayrılık", AST'ın yeni sezon oyunları.
zenginliğinden bir şeyler yitirerek girdi. Tiyatromuz da donuk ve basmakalıp yapısıyla
Kumpanya
dikilen sürü psikozu. Kafka'nın döneminde attığı acılı çığlığı bizler hâlâ duyabiliyoruz. O nedenledir ki Kafka'nın kısa öykülerinden oluşturacağımız "Sokağa Bakan Pencere" ile gene her zamanki gibi şahsi bir tiyatro dilini yaratmaya çalışacağız. Türkiye gibi kültürel ortamı belli bir ülkede tiyatro yapmanın zorluğu ortada iken özel ve de farklı arayışların peşindeki bir topluluk olarak sizin gibi grupların, tiyatromuzda şu andaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
a
onu izledi. Birkaç yıldır bizi heyecanlandıran bir oyun hemen hemen hiç seyretmedik. Tüm bu problemlere bir çözüm üretebilmek ise şu anda benim için çok zor. Ama sizin de tanımladığınız gibi yeni arayışlar için soluk almaya, bunun için ısrarlı olmak
cy
yapabileceğimiz ve yapmaya çalıştığımız şey. Belki de bu nedenle kapalıyız ya da kapalı olmak zorundayız. Bizleri yaşatabilecek hemen hemen hiçbir şey yok gibi. Elimizde sadece her yıl verilen cılız bir para yardımı var.
Türkiye'de yeni arayışlara kapalı bir tiyatro anlayışı hâkim. Öyle ki bu ortamda soluk almaya çalışan alternatif grupları da pek çok engel bekliyor. Bu engellerden en zor
pe
olanı hangisi? Böyle bir ortamda seyircinin ve tiyatro çevrelerinin size yeteri kadar destek verdiğine inanıyor musunuz?
Tiyatro çevrelerinin bize yeteri kadar destek çıkması ya da çıkmaması bizim gibi grupların çalışma açısından hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Çünkü zaten herkes seçimlerini yaşamlarında, eğer sanatçıysa sanatında kullanmıştır. Seyirci ise bundan çok daha farklı ve önemli bir konu. Ben her zaman "Orda!" bir seyircimiz olduğuna inanıyorum. Biz ise burdayız. Tiyatro İstanbul
Sadri Alışık Sahnesi
Gencay Gürün'ün çevirisi ve yönetiminde hazırlanan "İdeal Bir Koca"nın yazarı Oscar Wilde. Semra Karamürsel'in çevirdiği, A. R. Gurney'in "Sylvia"sını Gencay Gürün yönetiyor. Hakan Altıner'in yöneteceği "Altın Göl"ün yazarı Ernest Thomson, çevirmeni ise Gencay Gürün. Tiyatro İstanbul'un üzerinde çalıştığı diğer bir oyun ise "Mavi Oda".
Dario Fo'dan Füsun Demirel'in çevirdiği "Sıradan Bir Gün"ün yönetmeni Nefrin Tokyay. Andre Roussin'in "Devekuşu Yumurtaları"nın çevirmeni ise Serap Babür. Sadri Alışık Sahnesi'nde bu sezon "Mihri Müşfik" ve "Karşı Penceredeki Kadın"ı izlemeye devam edeceğiz.
"Acaba Hangisi" ve "Sanat"ı bu sezon da izleme şansı bulacağız.
60
Müjdat Gezen Sanat Merkezi Sadık Şendil'in yazdığı, Müjdat Gezen'in yönettiği "Yedi Kocalı Hürmüz" Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nin yeni oyunu.
Ümit Ünal'ın yazıp Kerem Kurdoğlu'nun yönettiği "Sahte Kimlikler 5 (Asrın Entrikası)", Kumpanya'nın yeni sezona hazırladığı oyun. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu Reşat Nuri Güntekin'in "Hülleci" oyununu Ali Poyrazoğlu yönetiyor. Ayrıca, Poyrazoğlu'nun yazıp yönettiği "Kobay"da sezonun ikinci yeni oyunu. "Evlere Şenlik" ve "Eski Çamlar bardak Oldu"da bu sezon devam eden oyunlar. Masal Gerçek Tiyatrosu Bu yıl çocuk oyunlarının dışında, Aslan Kaçar'ın yazıp yönettiği "İstasyon" ile seyirci ile buluşacak olan Masal Gerçek Tiyatrosu'nun yeni çocuk oyunu ise, Sait Seçkinin yazdığı, Reha Bilgenin yönettiği "Temelin Takası" TiyatroKare Steve Martinin yazdığı, Nedim Saban'ın yönettiği "Şerefe 20. Yüzyıl" sezonun yeni oyunu olarak hazırlanırken, geçen yılın flaş oyunu "Şen Makas" da devam ediyor. Ortaoyuncular "ferhangi Şeyler", "Çok Tuhaf Bir Soruşturma", "Şu An Mutfaktayım", "Parasız Yaşamak Pahalı" ve "Felek Birgün salakken" devam eden oyunlar. Ortaoyuncular'ın yeni oyunları henüz belli değil.
Oyun Atölyesi Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer tarafından kurulan Oyun Atölyesi'nin ilk oyunu "Dolu Düşün Boş Konuş"un yazarı Steven Berkoff, yönetmeni ise Ferhan Şensoy.
Kerem Kurdoğlu: "Alternatif Tavrımız Sürecek" Sayın Kerem Kurdoğlu, Kumpanya bu sezon, kurulduğundan beri ilk kez kendi bünyesi dışında bir yazarla çalışıyor. Neden "Sahte Kimlikler 5 (Asrın Entrikası)" adlı oyun? Bir tiyatro adamı olarak Kerem Kurdoğlu'nun her oyunda gözettiği en önemli hedeflerden biri, genellikle 'ciddi', 'entelektüel' alana ait olduğu düşünülen felsefi, düşünsel tartışmaları, sıradan insanın seyretmekten ve tartışmaya katılmaktan zevk alacağı sahne gösterilerine
Topluluk oyununu Ortaköy'deki Afife Jale Sahnesi'nde oynayacak.
dönüştürebilmektir. Bu oyunda da çağdaş insanın önemi, her geçen gün artmakta olan birincil
Tevfik Gelenbe Tiyatrosu
olduğuna dair sorulara yönelmektedir. Yine Kerem Kurdoğlu'nun tiyatro anlayışı doğrultusunda,
Tevfik Gelenbe Tiyatrosu sezona yeni bir sahneyi oluşturma çabalarıyla başlarken , iki de yeni oyun hazırlıyor. "Atıf'ın Karısı Atifef'in yazarı A. Bisson'un, çevirmeni ise Behzat İbik. Tevfik Gelenbe yönetiyor. İkinci oyun ise Tevfik Gelenbe'nin yazıp yönettiği bir çocuk oyunu; 'Mustafam".
düşüncelerini bir karakter aracılığıyla deklare etmesi' yöntemiyle yapılmamakta, tartışmaya
problemlerinden kimlik sorunu ele alınmakta, 'sosyal kimlik' ile, var olduğu var sayılan 'gerçek kimlik' arasında ilişkiler felsefi açıdan sorgulanmakta, tartışma özellikle de 'gerçek kimliğin' ne bu tartışma, ülkemizde yaygın olan dramaturji anlayışıyla, yani 'yazarın o konudaki özlü malzeme sağlayan eğlenceli durumlar kurarak ve bu olay örgüsünün hangi problematik çerçevesinde değerlendirilmesinin amaçlandığına dair küçük ipuçları vererek yapılmaktadır. Ele alınan tartışma, doğulu mu yoksa batılı mı olduğuna dair hesaplaşmasını bir türlü tamamlayamamış olan Türkiye vatandaşları için özel bir anlam taşısa da, oyunda bu mesele öncelikli bir yer tutmamaktadır. Probleme daha evrensel ve felsefi özellikleriyle yaklaşılmakta, çağdaş yaşama biçimiyle olan ilişkiler, global bir açıdan sorgulanmaktadır.
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Alternatif bir kulvar oluşturmak ve bu kulvarda sürekli olarak ürün vermek için 10 yılı aşkın bir
Stüdyo Oyuncuları
süredir sürdürülen mücadelenin çok önemli etkileri olduğunu gözlüyoruz. Alışıldık sahneleme biçimlerinin dışına çıkan cesur uygulamalar, her ne kadar genel karakterleriyle tutucu olan 'ana kulvar' tarafından görünüşte ve tartışma düzeyinde reddedilmişse de, uygulamada önemli esinlenmeler olduğuna inanıyoruz. Türkiye'deki tiyatro sahneleri, 15 yıl önce olduğu kadar çorak değildir ve bizce bu dinamizme bizim gibi grupların doğrudan ve dolaylı katkıları küçümsenemez.
pe
Sezona Üsküp ve Sofya'da katılacağı iki festivalle başlıyor. Üsküp'te, 24 MOT International Theatre Festival ve Sofya'da "International Balkan Young Theatre Festival'e Beckett'in "Beş Kısa Oyunu" ile katılıyor. Topluluğun sezona hazırladığı yeni oyunu ise Şahika Tekand'ın yazıp yönettiği "Oyuncu".
cy a
Türkiye gibi kültürel ortamı belli bir ülkede tiyatro yapmanın zorluğu ortada iken özel ve de farklı arayışların peşindeki bir topluluk olarak sizin gibi grupların, tiyatromuzda şu andaki durumunu
'Gergedanlaşma" ve "Beş Kısa Oyun" bu sezon da sahnelenmeye devam edecek. Tiyatro Fora Tiyatro Fora, bu sezon Dario Fo'nun yazdığı, Füsun Demirel'in çevirdiği 'Klakson, Borazanlar ve Bırtlar" oyununu hazırlıyor. Tufan Karabulut'un yönettiği oyun, Kasım ayında izleyiciyle buluşacak.
Yaygın olarak karşılaştığımız tiyatro eserleriyle bizim özlediğimiz tiyatro sanatı arasındaki derin uçurum hâlâ sürmektedir. Bu nedenle, alternatif tavrımızın ve dolayısıyla yenilikçi etki ve katkılarımızın süreceğine inanıyoruz.
Böyle bir ortamda yer alan engellerden sizce en zor olanı hangisi? Seyircinin ve tiyatro çevrelerinin size yeteri kadar kulak verdiğine inanıyor musunuz? Dünya ve sanat tarihinde alternatif (veya 'marjinal') akımların popüler olduğu durumlar çok çok enderdir ve ancak belli bir dönem içinde geçerlidir. Bu nedenle var olana alternatif oluşturmak iddiası ve amacıyla yola çıkan sanatçıların, popüler sanatçılar kadar ilgi görmemekten yakınmaya hakları olmadığı kanaatindeyiz. Yine de Türkiye'de çoğu zaman 'var olmayı sürdürmeye' bile yetmeyecek kadar az bir ilgiyle karşılaşılabilmektedir. Özellikle eleştirmen ve gazetecilerin genel beğeni ve kavrayışa uygun yazılar yazma gayreti, çoğu zaman 12 Eylül sonrasının antientelektüel ideolojisiyle örtüşmektedir. Bu sayede daha çok sayıda insanı etkilediğini sanan eleştirmen, aslında kendisi genel beğeni tarafından belirlenmekte, var olan kültürel durumu pekiştirmektedir. Bu duruma karşı yapabileceğimiz çok bir şey yoktur. Bizim yapmamız gereken en doğru şey düzenli
ve sürekli olarak yeni ve iyi oyunlar sahnelemektir. Son birkaç yıldır biz ve benzer diğer topluluklar, ciddi bir finansal sıkıntı içindedir. Bu nedenle ürün sürekliliğinde önemli bir aksama gözlemlenmektedir. Türkiye'deki alternatif tiyatro akımındaki duraklama izlenimi bizce öncelikle bu nedenden kaynaklanmaktadır. Biz ve benzerimiz gruplar için tiyatronun hayatlarımızda taşıdığı önem düşünülürse, bu finansal model krizinin öyle ya da böyle aşılacağından da eminiz. 61
ANMA
DOĞUMUNUN 150. YILINDA AUGUST STRINDBERG Hayati Asılyazıcı
Batı'da tiyatro evrimi bu soy yazarlarla gelişmiştir. Konu bolluğuna karşın Strindberg, kendi temel çizgilerinin boyutlu biçimde genel leştirilmesine dayanarak yaratmıştır kişilerini ve karakterlerini. Kırk yedi uzun oyun, on iki kısa oyun yazar Strindberg. Türk Tiyatrosu'nun Strindberg'le tanışması Muhsin Ertuğrul ile ol muştur. "Ölüm Karşısında" adlı oyunu "Ölüm Dansı" diye 1935-36 tiyatro döneminde Şehir Tiyatroları'nda, Se niha Bedri Göknil'in Türkçesiyle oynanmıştır. Yine Muhsin Ertuğrul'un Türkçeye çevirip sahneye koyduğu "Baba" 1936'da. Aynı oyun Turan Oflazoğlu'nun çevirisiyle 1976'da yine Şehir Tiyatroları'nda, daha son ra 1981'de de Devlet Tiyatroları'nda oynan dı. "Rüya Oyunu" (1965) Afif Obay'ın çeviri siyle Devlet Tiyatroları'nda sahneye kondu Bu bir düş oyunudur. Dışavurumcu tiyatroya iyi bir örnek olan "Hayalet Sonatı", Aziz Çalışlar'ın Türkçesiyle 1982 döneminde Devlet Tiyatrolarında oynandı. "Matmazel Julie 1992'de Oyuncular Tiyatro Grubu tarafından oynandı. Daha sonra İsveçli yönetmenin yö nettiği oyunu Zeliha Berksoy, kendi oluştur duğu bir grupla oynadı. İsveçli bayan yönet menin sahneye koyduğu oyunu, 1992'de Oyuncular Tiyatro Grubu'nda yine bir kadın yönetmen Müge Gürman sahnelemişti.
pe cy
Özellikle çağın gereği olan toplumsal ve dü şünsel oyunlarına yansıtmada da büyük bir ustadır Strindberg. "... Hıristiyanlık, gizemci lik, pozitivizm, maddecilik, yaradancı-varoluşçuluk, psikolojizm, akıldışıcılık gibi burju va toplumunun sancılarını dile getiren ve burjuva toplumsal yaşam bunalımına en aşı rı bireysel uçtan toplumcu uca kadar çareler arayan çok çeşitli düşünceler, oyunlarında yansımasını bulmuştur. Bunun doğal sonucu eleştirel gerçekçilik, natüralizm, simgecilik, fantastizm ve dışavurumculuk gibi çeşitli sa nat doğurtulan ile akımlarının özelliklerini gösterir. Bu yapıtlarda, isa, Buda, Dostoyevski, Nietzsche, Kierkegard, Byron, Sha kespeare, Swedenborg, Maeterlinck, Zola, Poe ve Darwin gibi düşünür ve yazar kişiler den açıkça etkilenmeler görülür." 0)
dek gelmiş, gelecek yüzyıllara da kalacağını göstermiştir.
a
August Strindberg (1849-1912), İsveçli oyun yazarı, ozan, roman cı, gazeteci. 19. Yüzyıl Tiyatrosu'nun, eleştirel gerçekçi tiyatronun 'temsilcisi'. Yanılsamacı tiyatronun da önde gelen yazarlarından. Öncü tiyatronun kurucularından; gazeteci, çok yönlü bir yazar. Düş oyunları'nın ve oda oyunları'nın kurucusu. Tiyatroya, anlamı, imge yi, düşü veren büyük bir usta. Çelişkili yaşamı onun imgeleminde büyüyerek sürüp gitmiştir. Modern tiyatro anlayışında özgünlüğü biçeminde olan19. yüzyılın bir yansıtıcısıdır denebilir.
Bu soy etkilenmelerin yazarı yaratıcılığa gö türdüğü görülmektedir. Başarılı yapıtları ge niş ve derin kültür birikiminin ürünleridir. Oyunlarında karakterleri, karakterlerin psi kolojik davranışlarını çizdiği çevre ile yansıtır, yenilikler getirir. Bü tün yapıtlarının özellikle alanımız gereği oyunlarını incelediğimizde içerik ve örgü bakımından büyük başarıya ulaştığını görürüz. Deği şime ve etkilemeye uğraması sağlıklıdır. Fantastik ve dışavurumcu oyunlarıyla, Antik Yunan Tiyatrosu'ndan modern tiyatroya akımı sağlamıştır. İnsan dramını, psikolojisini, insanların yaşam biçemlerini, birbirleriyle ilişkilerini ortaya koymada eşsiz bir bireşimi vardır. Çağdaş oluşu çok yönlülüğünden gelen başlıca özelliğidir. Yansıttı ğı yüzyıldan, sözgelimi 19. yüzyıldan, 20. yüzyılı yakaladığını söyle mek doğru olur kanısındayım. Sonuç olarak yaşamdan, toplumdan yola çıkarak oyunlarının rengini vermiştir. Kanımca, etkiden çok "esinlediği" düşüncesinde olduğumu söyleyebilirim. 'Aydın' bir ya zarın yenilikçiliği başka ne olabilir? Oyunları dolu dizgin günümüze 62
Dürrenmatt, Strindberg'in "Ölüm Dansı" adlı oyununa dayanarak "Strindberg Oyunu"nu yazdı (1969). Aynı oyun, Müşerref Hekimoğlu'nun çevirisiyle Devlet Tiyatroları'nda oynandı (1980). Grotesk bir oyun. Yapıtta, "bir burjuva evliliği tragedyasında burjuva evlilik tragedyalarının bir komedyası" ortaya çıkmıştır. İsveç tiyatrosunun ve edebiyatının büyük yazarı August Strind berg'in, doğumunun yüz ellinci yıldönümü Stockholm'de büyük bir festivalle kutlandı. Bu kutlamalar 5 Eylül 1999 günü sona erdi. Bakalım bugünlerde Strindberg'le hangi ödenekli tiyatromuz ilgilenecek? 1. Aziz Çalışlar- Tiyatro Ansiklopedisi- Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995.s. 603 ve 604.
BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Gülsün Siren Yöneten: Engin Gürmen Dramaturg: Hilmi Zafer Şahin Dekor Tasarımı: Ersin Satgan Giysi Tasarımı: Nilgün Gürkan Müzik: Bora Ayanoğlu Oyuncular: Zihni Göktay, Funda Postacı, Melahat Abbasova, Kosta Korditis, Serap Oral, Aslı Yılmaz, Ufuk Özkan
Özaslan, Nergis Çorakçı, Celile Toyon, Nur Saçbüker, Zeki Yıldırım, Altay Özbek, Eftal Gülbudak Bir metropolün liman bölgesinde terk edilmiş bir hangarda kaçak göçmenlerin yaşadığı bu mahallede, bir gece Koch adında bir işadamı yanında sekreteri, altında Jaguar arabasıyla belirir. Gizli kalmasını istediği nedenlerden ötürü tam orada, o mahallede intihar etmeye kararlıdır. Onu nehire götüren yolda birçok kişiyle karşılaşır. Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Civan Canova Yöneten: Arif Akkaya Dramaturg: Arzu Işıtman Dekor -GiysiTasarımı: Zuhal Soy Işık Tasarımı: Aytaç Altunbek Efekt Tasarımı: Hitay Daycan Oyuncular: Bercis Fesçi, Cengiz Keskinkılıç, Kahraman Acehan, Mehmet Bulduk, Turgut Arseven, Hüsnü Demiralay, Ergün Üğlü, Sema Keçik, Yavuz Şeker, Uğurtan Atakan, Sevil Uluyol, Adnan Altay, Süleyman Balçın, İlhan Kilimci, Oğuzbey Şahin, Serdar Orçin, Nalân Kuruçim, Özlem Türkad
cy a
Gülsün Siren'in yazdığı "Pembe Konağın Gelinleri" seyirciyle ilk kez buluşacak bir oyun. Bir İstanbul konağında yüzyılı aşkın bir sürede yaşananları 6 gelinin gözünden anlatan oyun 6 Ekim'de Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nde sahnelenmeye başlayacak.
Herhangi bir nedenle sokağa çıkma
pe
Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Aldo Nicolai Çeviren: Muhittin Yılmaz Yöneten: Mazlum Kiper Dekor Tasarımı: Barış Dinçel Giysi Tasarımı: Aysel Doğan Işık Tasarımı: İlhan Ören Müzik: Bora Ayanoğlu Oyuncular: Ayşegül İşsever, Naşit Özcan
Bir devlet memuru, işlerinden bunaldığı bir gün, bir kadının ziyaretiyle şaşırır. Kadının kim olduğunu, neden geldiğini sorgularken, aslında kadının, onun kim olduğunu, ne düşündüğünü fark eder. Devlet memuru tüm yaşamının sorgulanması karşısında sarsılmıştır. Üsküdar Müsahipzade Sahnesi'nde başlayacak oyun daha sonra Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nde devam edecek. Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Bernard Marie Koltes Çeviren: Yiğit Bener Yöneten: Nicolas Klotz Dekor Tasarımı: Christian Tırole, Ayhan Doğan Giysi Tasarımı: Zuhal Soy Işık Tasarımı: Christian Dubet Müzik: Kudsi Ergüner, Ami Hammer Oyuncular: Metin Çekmez, Ahmet
yasağının olduğu bir anda, bir otel lobisinde tesadüfen bir araya gelen insanların yalnızlıklarını, kendilerini ve birbirlerini sorgulamalarını konu alan, çağımızın sorunu "iletişimsizlik" üstüne bir karakomedi. Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: F.G. Lorca Çeviren: Roza Hakmen Yöneten: Mahir Günşiray Dramaturg: Zerrin Yanıkkaya Sağlam Dekor Tasarımı: Claude Leon Giysi Tasarımı: Gülhan Kırçova Işık Tasarımı: Önder Arık Müzik: Turgay Erdener Oyuncular: Serpil Tamur, Ülkü Duru, Özlem Güveli, Serap Eyüboğlu, Alptekin Serdengeçti, Kürşat Alnıaçık, Suna Selen, Seda Yıldız, Ayça Damgacı, Ece Eroğlu, Dikmen Seymen, Alper Develioğlu, Ercüment Serpil, Evren Yazıcı, Sanem Keçeci, Güven İnce 63
BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Bilgesu Erenus Yöneten: Metin Belgin Dekor Tasarımı: Orhan Alpaslan Giysi Tasarımı: Mihriban Oran Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Oyuncular: Arsen Gürzap, Cevdet Arıcılar, Cem Kurtoğlu Ünlü İngiliz yazar Virginia Woolf'un yaşamı, Bilgesu Erenus'un yaklaşımıyla oyunun temasını oluşturur. Leonard Woolf, Virginia Woolf ile ilgili
cy
a
Oyun, evleneceği gün sevdiği eski erkeğine kaçan gelin yüzünden, aileler arasında zaten eskiden beri süregelen kan davasının yeniden alevlenmesi ve iki ailenin erkeklerinin ölümü ile sonuçlanan bir 'kana bulanmış düğün' olarak ele alınmaktadır.
pe
Tiyatro: Adana Devlet Tiyatrosu Yazan: Müsahipzade Celal Yöneten: Ayşenil Şamlıoğlu Dramaturg: Özcan Özer Dekor-Giysi Tasarımı: Gül Emre Işık Tasarımı: H. İbrahim Karahan Müzik: Kemal Günüç Dans Düzeni: Cihan Yöntem Oyuncular: İ. Şener Kökkaya, Doğan Turan, Tayfun Erarslan, Y. Emre Bozdoğan, Savaş Özdemir, Gökhan Doğan, Arif Yavuz, Halil Akarsu, Suat Geyik, Murat Özben, Turan Günay, Aysel Çakar Kara, S. Devrim Yakut, A. Berna Konur, Şirin Çetinel, Demet İyigün, Nimet İyigün, Fatma Yılmaz, Burçin Börü Pazartesi-Perşembe yaratıcılığı ve insanlığı öldüren, Kafka'nın deyişiyle "İnsanı nesne durumuna indirgeyen" kırtasiyecilik sorununun altını çizer. Ayrıca, bu oyunda çeşitli açılardan belli anlayıştaki bir sömürü düzenini de ele almıştır; et fiyatlarının yükselmesine engel olması için defterdara kırk bin akçe sus payı verilir. Özel teşebbüsün kârı devlet
hazinesinden yapılan hırsızlama ile sağlanır. Bu hırsızlığı örtbas etmesi için bir memura bir köşk armağan edilir. Bu düzen içindeki sömürünün sloganı şudur: "Devlet malı deniz, yemeyen domuz." Özdemir Nutku
64
düzenlenen bir televizyon programına hazırlandığı bir sırada, yirmi yıl önce kaybettiği karısıyla karşılaşır. "Bilinç akışı" yöntemiyle yaratılan bu karşılaşma, iki insanın tüm yaşamlarının sorgulanmasını içerir. Kırmızı Karaağaç, Virginia Woolf odaklı bir aydın eleştirisidir. Oyun, iki dünya savaşı yaşamış, bir aydın kimliğinin sorgulanması, insanlığı yok eden kapitalist sömürü düzeninin eleştirisi ve bir tarih hesaplaşmasıdır. Tiyatro: Adana Devlet Tiyatrosu Yazan: Dinçer Sümer Yöneten: A. Galip Erdal Dekor-Giysi Tasarımı: Şebnem Pamir Işık Tasarımı: Kadir Karagöl Oyuncular: Erdal Bilingen, Zeynep Hürol, Esra Ülger, Arif Cüneyt Soysalan, Ebru Bilingen, Ayhan Demirtaş, Müfit Aytekin, Mustafa Kurt, Cüneyt Mete Oyun, Katip Çıkmazı Yokuşu'nda yaşayan insanların sorunlarını, umutlarını, umutsuzluklarını, acılarını, sevinçlerini anlatmakta. Bugün hâlâ yaşamakta olan bu insanların gerçeklerini gözler önüne sermektedir. Bizde bakıldığında basit ve kolay gibi görünen bu olayların, yaşam gereğince ne kadar zor olduğunun altını çizmek istiyor.
BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR Tiyatro: Levent Kırca-Oya Başar Tiyatrosu Uyar/ayanlar: Ömer Pınar, Yaşar Arık Yöneten: Levent Kırca Dekor Tasarımı: Erol Kasapoğlu, Birol Yücel, Feyza Ünal Giysi Tasarımı: Feyza Ünal Müzik: Server Acim Koreografı: Erdal Uğurlu Oyuncular: Tekin Siper, Zeynep Tedü, Ebru Kural, Fatma Murat, Ali Demirel ve 75 oyuncu ve 10 dansçı. Batı'da sergilenmeye devam eden anonim bir halk masalının uyarlaması olan "Güzel ve Çirkin"de dönemin özelliklerini taşıyan kostümlerin yanı sıra, hikâyenin kahramanları olan; Şamdan Bey, Saat Adam, Çaydanlık Hanım, Bayan Gardırop için özel tasarlanan kostümler de oyunun içinde ayrı bir renk oluşturuyor.
Tiyatro: Oyun Atölyesi Yazan: Steven Berkoff Çevirenler: Haluk Bilginer-Ferhan Şensoy Yöneten: Ferhan Şensoy Dekor Tasarımı: Ferhan Şensoy Giysi Tasarımı: Sevim Çavdar Müzik: Selim Atakan Oyuncular: Zuhal Olcay, Haluk Bilginer, Güven Kıraç, Melek Baykal, Sermiyan Midyat Dolu Düşün Boş Konuş (Kvetch), uykularımızı kaçıran endişelerin etkileri üzerine bir çalışma. Bizim kanımızı emmek isteyen ve kendimize olan güvenimizi soğuran bir şeytandır o. Konuştuğumuz sırada sıkça aklımızın gerisinde bir başka diyalog sürer gider, bazen bize yol göstermek, bazen de korumak için. Bazen de bu aklımızın gerisindeki diyalog önde sürüp gidenden çok daha gerçektir.
a
Aklımızın gerisindeki diyaloglarla konuşsaydık iletişimimiz ne kadar daha gerçekçi olurdu kim bilir. Bizler, yaşamın içinde yavaş yavaş hareket eden bir buzdağı gibiyiz. Hiçbir zaman suyun altındakini gösterip, açığa vurmadan. Steven Berkoff
pe
cy
Tiyatro: Antalya Devlet Tiyatrosu Yazan: Turhan Selçuk Uyarlayan: Ülkü Ayvaz Yöneten: Ege Aydan Dramaturg: Osman Özkan Dekor Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Serpil Tezcan Işık Tasarımı: Namık Gürsoy Müzik: Tuna Orhon, İhsan Kılavuz Dans Düzeni: İpek Alçar Oyuncular: Antalya Devlet tiyatrosu Oyuncuları
Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Yazan: W. Shakespeare Yöneten: Semih Sergen Dekor Tasarımı: Suar Şeylan Giysi Tasarımı: Berna Yavuz Işık Tasarımı: Soynur Ayaş Müzik: Kemal Günüç Dans Düzeni: Nalân Özdemir Oyuncular: Sertel Uğur, Nejat Armutçu, Mert Tanık, Tolga Tuncer, Ali Çelik, Çetin Azer Aras, Turgay Kılıç, Serhat M. Kılıç, Umut Karadağ, Gürkan Görbil, Hüseyin Baylan, Nermin Uğur, Nazan Yatgın, Duygu Zade, Orhan Özyiğit, Veda Yurtsever İpek, Nazan Kırılmış, Özlem Gündoğdu, Özgür Kaymak, Güzin Alkan, Sinan Demirer
Turhan Selçuk'un ünlü çizgi romanı "Abdülcanbaz", Ülkü Ayvaz'ın uyarlamasıyla sahneleniyor. Kalabalık bir oyuncu kadrosuyla sahnelenecek oyun 19 Ekim'de prömiyer yapacak.
Atina Dükü Theseus ile Amazonlar Kraliçesi Hippolyta düğün hazırlıkları yapmaktadırlar. Egenus ise kızı Hermia'dan dert yanmaktadır. Kızının kendisinin istediği Demetrius ile evlenmesini istemektedir. Fakat Hermia Lysandros'a deli gibi âşıktır. Helene da Demetrius'u sevmektedir, ama ondan yüz bulamaz. Theseus, Hippolyta ile evlenecekleri güne kadar düşünüp karar vermesi için Hermenia'ya süre tanır... 65
BAĞLA ŞU İŞİ David Mamet Ekim'de:
Barış Manço Eğitim Kültür Merkezi'nde Ada Kültür Merkezi'nde Yunus Emre Kültür Merkezi'nde
"İlkeli, dürüst, ödünsüz tiyatro savaşı vermek için kurulan, bu yolda örnek bir tavır sergileyen Tiyatro Stüdyosu (...) skeç, müsamere, film gibi olmayan, 'tiyatro' tadı alıyorsunuz (...) izlemeye değer, kaçırılmaması gereken bir oyun." Zeynep Akay, BİZİM GAZETE,13 Nisan 1999 "Ahmet Levendoğlu'nun yönetmenliğinde nitelikli bir oyunculuk, dekor ve çeviri buluşması (...) Çıkar ilişkilerinde odaklanan çatış ma öylesine ustaca çizilmiş ki (...) Levendoğlu'nun sunduğu geniş bakış açısı (...) Bu sezonun en çarpıcı oyunlarından." Öykü Potuoğlu, RADİKAL, 18 Nisan 1999
a
"David Mamet, Tiyatro Stüdyosu'nun her zamanki zengin ve anlamlı repertuvarının seçkisinde yerini buluyor (...) Olağanüstü bir 'reji' ve oyunculuk sergileniyor (...) Soluksuz izleniyor oyun (...) eşine az rastlanır bir tiyatro olayıdır." Hayati Asılyazıcı, BİZİM GAZETE, 19 Nisan 1999
pe cy
"Sahnelerimizde bir Mamet görmek gerçek bir zevk (...) Pınar Kür'ün çevirisini zaten övmüştüm, şimdi de yineliyorum (...) Levendoğlu 'Bağla Şu İşi'yi çok iyi çözmüş, çıkarmış, Kaptanlar ile Tüfekçioğlu da hassas bir dengeyi koruyorlar." Sevin Okyay, RADİKAL, 27 Nisan 1999 "(...) sanki ülkemizi anlatmak için yazılmış (...) pek aşina olduğumuz bir konu değil mi, 'iş bağlamak'? (...) Levendoğlu'nun usta işi yönetimi ve Payidar Tüfekçioğlu, M. Ali Kaptanlar, Şebnem Köstem üçlüsünün oyunları ile kaçırılmaması gereken bir yapım." Vecdi Sayar, CUMHURİYET, 31 Nisan 1999 "Oyunu yöneten Ahmet Levendoğlu bu işi çok iyi bildiğini bir kez daha ortaya koymakta (...) Şebnem Köstem'in yaratıcı çalışması (...) Tüfekçioğlu ve Kaptanlar (...) Bu iki oyuncunun yüksek 'performans'ı da, gerçekten her türlü övgüye değer nitelikte." Üstün Akmen, NOKTA, 9-15 Mayıs ı999 "Mekan Hollywood ancak (...) Bağla Şu İşi, sınırları aşıp Ayşe'yi, Mehmet'i, Şermin'i, Hasan'ı yakalıyor (...) Ahmet Levendoğlu, bugünkü insanlık durumuna dair söyleyeceklerini işte bu nitelikten ödün vermeden sunuyor... Bunun bir örneği de 'Bağla Şu İşi' ..." Berat Günçıkan, CUMHURİYET DERGİ, 9 Mayıs 1999 "Amerikan sinema endüstrisini çimdiklerken, genel olarak Türkiye'yi de, bilmediğimiz başka ülkeleri de kaşıyan bir oyun bu (...) önümüzdeki sezonda yinelenirse, ya da bulunduğunuz kente turneye gelirse, mutlaka görün." Üstün Akmen, NOKTA, 15-21 Ağustos 1999
"Tiyatro Stüdyosu balkondan düştü (...) A'dan Z'ye her yanıyla kısır, güdük, yetersiz (...) kadronun derme çatmalığı açığa çıkıyor (...) usandıran küfürlü dilinin bir çarpıcılığı da yok (...) Bu oyunu seçmenin ise hiç mazereti yok." Seçkin Selvi, MİLLİYET SANAT, 1 Mayıs 1999 "Küfür ne zaman sanat oldu? (...) Türk toplumunun ortak değerlerine halel getirmeyecek her türlü olaya desteğe varız (...) Kültür Bakanlığı'nın bu küfürnamelere, böyle küfür kültürünü geliştiren bir tiyatroya devlet kesesinden 5.5 milyar vermesi abes." Burhanettin Kocamaz (Tarsus Belediye Başkanı), DR.STRESS, 27 Haziran 1999
Dr. Nago - 1
OYUN METNİ
Nejad
DOKTOR NAGO
a
pe
SAHNE: Doktor muayenehanesi. Sadedir. Bir köşede yazıhane ve koltuk. Doktor Nago dolaşmaktadır. NAGO: (Kendi kendine) İşler hararetli ama kimsenin geldiği yok. Bu gidişle katırları sırtlayacağım. Hem (Dışarı bakar) yağmur da yağmıyor. (Bu sırada kapı vurulur) Giriniz. (İçeri Dr. Pegal girer) PEGAL: Nasılsınız azizim? NAGO: Oooo. Merhaba azizim. Nasıl oldu da böyle yolum üzerine düştünüz. Sebep? Sebep? PEGAL: Nasıl mı oldu, anlatayım gayet basit. Evvelâ bakkala uğradım, sonra buraya geldim. Tabii... NAGO: Biliyorum evvelki gibi o malûm telefon hikâyesi tabii siz oralardan hiç çıkmaz oldunuz. Böylece de hem sizi hem onları... Bırak canım azizim, bu mesele pek uzadı. Ben de bıktım, siz de.
binliklere teklik deriz. Ters oldu ama alışıverin. (güler) he; he; (Çırak çıkar) NAGO: Yalnız kalmak daha iyi şimdi esasa gelelim. Anlat bakalım bu iş nedir. PEGAL: Anlatayım. Evvelâ kendimin deli olduğuma kanaat getirdim, çünkü bu bir his meselesi. Düşünün bir kere, iki ayaklarım üzerinde duruyorum ve beni kimse anlamıyor. Sanki ben ben değilim. NAGO: İyi. İyi. PEGAL: Oradan oraya geçmiş olsun ha; Birazdan bir şey daha anlatacağım ama unutturma... Hem de (Güler) pek mühim. Bunun burasında pek mühim değil ama kusura bakmayın anmadan da bir şey yapılmaz. Size meselâ seksen lira borcum var. Bunu ille hemen vermek istesem ne olur. İyi olur değil mi. Fakat meselâ bende para yoksa. Yine vermek istesem ne olur? NAGO: Eeeeeeee! PEGAL: Tabii verebilirim. NAGO: Katiyen. PEGAL: (Anlayışlı tasdikle) Niçin.. NAGO: (Düşünceli) Tabii. PEGAL: Sıralar sıralar bütün meseleleri sıralarsınız fakat âdi bir mesele karşısında insan havsalasını şaşırır. Bak. Siyaset diyorsun. NAGO: Olabilir. PEGAL: Siyaset siyasettir. NAGO: Siyaset evet siyasettir. PEGAL: İşte ben de bundan bahsediyorum, halbuki esas olarak... (Durur) bu kadar işsize rağmen nasıl olup da siz burada geçinebiliyorsunuz? NAGO: (Mırıldanır) Hımmmm! PEGAL: Veya nasıl olup da bu kadar ince düşüncelerinize rağmen benden
cy
BİRİNCİ PERDE
PEGAL: İşin içinde iş var azizim ne siz gücenin ne ben anlatayım. İşin aslı şu (Bu sırada kapı vurulur) NAGO: Gir... (İçeri bakkalın çırağı girer) (Elinde paketler ve bir elma vardır. Elmayı girerken yere düşürür, elmayı alır, Dr. Nago'ya hitaben) ÇIRAK: Bunları siz istemişsiniz hepsini getirdim. Hepsi dört bin lira yapıyor. NAGO: Dört bin lira mı yapıyor? ÇIRAK: Evet, dört bin lira. Siz isterseniz üstünü de verin ben. NAGO: Ne idi yani bunlar hepsi tamam mı? ÇIRAK: Tabii. Buyurun hepsini. Yalnız çakalları istememişsiniz ben de bütün erikleri bir tarafa ayırdım sonra. (Dr. Pegal'e döner) Bu da cabası. Biz
gizli kazançlarınız var. NAGO: Onu söyleyimem. PEGAL: Tabiatiyle! Zaten ben de aynı iddiadayım. Fakat anlayışsız birisi tutar da.. gelip, Birader! burada ne yapıyorsun derse ne cevap verirsiniz. NAGO: Ben bazen hiç cevap vermem. PEGAL: Ben de, fakat unutmayın ki her işin altında başka bir iş yatar. Bu da, herhalde meselesidir. NAGO: Olabilir. PEGAL: Ve bittabii. NAGO: Hımmm! PEGAL: Siz de anlayamazsınız başkası da. Ben ne söylesem tesiri olmaz. (Durur) (Dr. Nago'ya bakarak ellerini kaldırır.) Bi defa. NAGO: Evet. PEGAL: İnsanlıkla cemiyet arasında, garip alâkalar öğrenmeye başlarsınız. Görebilirsiniz ki meseleler budanamıyacak kadar çatallıdır. Ne yapalım. Hemen... Ve saire. Fakat cemiyet bize hâkimdir. Meselâ... NAGO: Cemiyet bence... PEGAL: Güç bir mevzu. Fakat ben mevzuu değiştirmek isterim. Şimdi sıra sizde. NAGO: Bana göre cemiyette her şey tertiplidir. O kadar, insan kazancıyla geçinmelidir ve böyle oluyor. Sonra bence pek de korkulacak bir şey yok, zaten. PEGAL: Evet. Zaten. NAGO: Fakat yeter artık, bıktım bu saçmalardan, her zaman aynı düşünceler ne olsak, ne olsak üstelik dünya her gün değişiyor, bize kala kala... (Durur) Sabretmekten ziyade. PEGAL: Biraz da gayret düşer. (Bu sırada kapı vurulur, içeri bir hasta girer) HASTA: Dr. Beyi aradım. 67
Dr. Nago - 2
inandınız. Ama bilginiz doğru mu bilmem (hastaya bakar) Siz! HASTA: Evet. Her halde safra kesem ağrıyor. Bu da tabii yine malûm sebeplerden ama ne yapabilirim ki başka çare yok her halde sabırlı olmalıyım belki de bir taş vardır. NAGO: Taşı ne yapacaksınız? HASTA: Aldırırım. NAGO: İyi HASTA: Böylece. PEGAL: Evet ben de aynı fikirdeyim, en iyisi bu, ondan kurtulmuş olur. NAGO: (Dr. Pegal'e) Sen dur. (Hastaya) Peki, siz safranız hakkında daha neler biliyorsunuz? HASTA: Birçok şeyler. Meselâ üç gün önce kendimde bir tuhaflık hissettim. Ne olabilir? Hemen bir doktora gittim. Ondan sonra o da yoktu. Siz olsanız ne yaparsınız? Tabii ben de şüphe ettim. Haklı değil miyim? NAGO: Pek değil (Hastanın ellerini alır) Bana ellerinizi verin. (Muayene eder) Besbelli ki bir şeyiniz yok. Hayret, Yani iyi. Peki. Ya bu sancı ne olacak, onu nerede bulabiliriz? HASTA: (Eliyle böğrünü gösterir) Şurada. NAGO: (Eğilerek oraya bakar, eliyle yoklar) Neresi? HASTA: İşte, işte. NAGO: Ne var? HASTA: Sancıyor. NAGO: (Eliyle basar) HASTA: Uf. NAGO: Peki. Peki. Orada ne var? HASTA: Ne gibi ne var. NAGO: Yani, orada ne var? HASTA: Hastalık. NAGO: Ben de biliyorum, fakat ne hissediyorsunuz? HASTA: Birçok şeyler meselâ evvelâ hafif, sonra biraz daha fazla, ondan sonra efendim bi tuhaf sancı, hem de geçmiyor aman bastırmayın. NAGO: Pek âlâ, Şimdi gözlerinizi açın (Gözlerine bakar) NAGO: Hayret. HASTA: Niye hayret. NAGO: Hayret de. Şöyle yatın bakayım (Hastayı divana yatırır ve muayene eder) (Birdenbire) HASTA: İmdaaaaaat. Tam oraya bastınız. NAGO: (Soğukkanlı) Hıh. HASTA: Ayyyyyy. NAGO: (Hastayı oturtur, kendisi de yanına oturur) Peki bu vaziyette ilk defa mı doktora geliyorsunuz? HASTA: (Kendini toparlar) Evet. Hem de evet değil çünki... NAGO: Evet.
pe
cy a
NAGO: Buyurun? HASTA: Üç gündenberi rahatsızım hem de hastahanelik vaziyetim belli değil. Bir de hap aldım. Vaziyetim her halde. NAGO: Nasıl oldu? HASTA: Çok iyi oldu. Hattâ o kadar iyi oldu ki, ben kendi kendimden haber alamaz oldum. NAGO: Pekiyi neyiniz vardı? HASTA: Şöyle böyle bir şey. Evvelâ üşüttüm, ondan sonra soğuk aldım, ondan sonra da fazla siyaset okumuşum. (Bir an düşünür) (Öte tarafa bakar) bunları karım hiç sevmez. Tabii hastalık da çıkageldi. Şey. Şöyle sırtımda bir rüzgâr esiyor. Ondan sonra kulağımdan içeri giriyor. Ve bel tarafımda karar kılıyor. İmkânı yok çıkaramıyorum. NAGO: Hayret. HASTA: Evet hem de hayret. Ben de hayret ettim. Ondan sonra, bir ateş başladı. Üstünüze afiyet, bir ateş başladı, üstünüze afiyet vallahi bir ateş başladı, hem de ne ateş, ellerim ayaklarım buz. Kafam taş gibi... böyle... ensemde bir yılan, midem de benim değil... Hülâsa tam bir... NAGO: Hastalık. HASTA: Hayır değil efendim ben de anlıyamadım, bu her halde safra kesesi olacak herhalde çünkü aklıma öyle geliyor. (Durur düşünceli) Ben safra kesemi... NAGO: Siz anlar mısınız? HASTA: Bi dakka (25 saniye durur) Safra kesesi var ya, bizim ailede pek boldur. NAGO: Hayret. HASTA: Evet. Meselâ annem her gün muntazaman safra kesesinden sancılanır bu âdeta veraset halinde. Babam deseniz aynı dertten gitti... hepsi. NAGO: Bir dakka. HASTA: Hayır. Ne soracaktınız? NAGO: (Dr. Pegal'e bakar) Böyle şey olur mu? PEGAL: Olabilir. NAGO: Ne şekilde. PEGAL: Şey vakıası, bu ekseriyetle (anlaşılamayacak garip bir mefhum mırıldanır) ... vakalarda bilhassa olabiliyor yani... NAGO: Hayret. Bu kadar doktorluk hayatımda ilk defa, duyuyorum. Safra kesesi hastalığının soyla alâkası olduğunu. PEGAL: Bilâkis bu hâdise yenidir ben de anlıyamıyorum. Fakat anlaşılabilir. Esasta... NAGO: Malûm. Hayret ettiniz ve 68
HASTA: Pek doktorluk değildim efendim, bu sancı çoktan beri aklıma takılıyor. Siz olsanız ne yaparsınız. Bu zamanda hem hastalık hem hastalıkla uğraşmak. Sonra evde çocuklar. Bi görseniz bayılırsınız. En büyüğü... NAGO: Onlarda safra var mıdır? HASTA: Pek değil, zaten bu iş tedavide olur. Bence pek ehemmiyeti yok, olmasa da olabilir. Sizce? NAGO: Hayır bence bir mahzuru yok. HASTA: Sizce de değil, bence de esasen çocuklar hastalıksız doğar, ben, nasılsa... NAGO: Siz eskidenberisiniz HASTA: Evet, ben evvelden beriyimdi de, amma annem beni ve kardeşimi doğururken nasılsa bir şeyler... Nasıl anlatayım ben biraz garibimdir, fakat kulak asmayın. Sebep olana sor derler. Kime sorayım ki, dünya kapı açacak kimse yok. Bi tavuk bi kümes. E insan da kendine bakar. Şimdi siz... NAGO: Evet? HASTA: Hastalıklardan anlıyorsunuz, Fakat bana yardım etmek ayrı bir iştir... Sebebi şu evvelâ dertliyimdir. Size söylesem anlaşamayız. Başkası... (Dr. Pegal'e bakar) Hiç oralı değil. Siz ne yapacaksınız. İster baklava ol ister tepsi. En sonunda hepsi bir. İyisi mi... NAGO: Dilinizi çıkarır mısınız? HASTA: Çıkarayım, zaten o da muayene olmalı (Dilini çıkarır) Eeeeee NAGO: İyi PEGAL: (Söze karışır) Anlaşılan sıhhatiniz iyi. Fakat kanaatimce hürriyetiniz yok bütün musibetler. HASTA: Evet PEGAL: Dertli olmaktan gelir. Sizce... HASTA: Bence PEGAL: Bir mahzuru olmayan şeyler bizce mühimdir. NAGO: (Düşünceli) Evet. PEGAL: O halde ne diye kendinizi üzüyorsunuz. İnsan kendisine iyi gelen düşüncelerle uğraşmalı ve onları hiç bırakmamalı. Bu daha iyi değil mi? HASTA: Anlıyorum, en doğrusunu Sİ2 söylüyorsunuz, insan ferah olmalı, fakat her şeyde... Bu kadar üzerinde durmayın... Ben başlı başına kendimi düşünsem bir şey bulamam, fakat daha doğrusu hiçbir şey düşünmemektir. Bizim... NAGO: Bir dakika sözünüzü kestim, ne için muayeneye gelmiştiniz. HASTA: Muayene olmak için. NAGO: O halde tekrar bakayım, lütfen nefes alır mısınız? HASTA: (Nefes alır verir) Nefesimde bir şey yok. NAGO: Olabilir. Bir daha alın.
Dr. Nago - 3
pe
FOLTO: (Birden herifin üzerine atlar, elleriyle havada kovalama işaretleri yaparak) Sen ha! Salamandıra gibi herif. Hâlâ buradasın, ulan seni ben mi doğurdum. Olup olmayacak uydurmaları karalayıp doğru cennete gidecekmişsin, ulan ben seni adam yerine koymam be it. Gelmiş bana. NAGO: Bir dakika. FOLTO: Ne demek bir dakika. Benim dakikam falan yok. Çevir yüzünü o tarafa. Herifi hemen idam etmeliyim. PEGAL: İdam. FOLTO: Bu it herif beni dolandırdı. Hem de ne hırsız üstelik aman efendim, deli olacağım. Öyle güzel hasta numarası yapıyor ki, hayret edersiniz evvelâ. NAGO: Evet? FOLTO: Bin lira istedi. Ben de çıkarıp veremedim. Bu sefer tuttu ablasını bana verecekmiş. Allem etti, kallem etti. Az kaldı ablasını alacaktım (hastaya hitaben) yahu arkadaş, sen bu kadar lâkırdıyı nereden öğrendin? HASTA: Unuttum. FOLTO: Söyle söyle...
a
FOLTO: Oooooo. Nasıl oluyor da böyle. (Dr. Nago'ya) Azizim sizi çoktan beri arıyorum. NAGO: Evet, evet, hoş geldiniz. PEGAL: Dostum. Sizi bekliyordum. FOLTO: Hakikatten güzel haberlerim var. Birisi şu (Dr. Nago'nun kulağına bir şeyler söyler) (Dr. Nago hemen gülmeğe katıla katıla gülmeğe başlar) NAGO: Hakikat mı? FOLTO: Tabii. Tabii, hem de dosdoğru. Biraz evvel şeyden duydum. (O sırada hastaya dikkat eder) Aaa. Siz burada ha!.. Aman efendim aman (Dr. Nago'ya) Yahu bu adam daha dün benden ayrılırken hastahaneye gideceğini söyledi, yok parası yokmuş bir de para verdim, uzaktan tanırım... (Durur) İyi adamdır. (Eliyle adamın çenesine dokunur) Nasılsınız? HASTA: İyi
HASTA: Şimdi söyliyeyim. FOLTO: O sırada hiç bir zaman öğrenmiyeceksin insan bir kere delirdi mi bir daha kendine gelemez. Bu herif... NAGO: Anladım, adeta sizi deli ediyor. PEGAL: Katılasıya gülmeliyim. NAGO: Ben de. HASTA: Yahu bu ne marifet. NAGO: Arkadaşlık hissi (bu sırada hasta yerinden kalkarak kapıdan çıkar ve kaçarken arkasından Folto kovalar) FOLTO: Dur. Dur. HASTA: İmkânı yok gelemem. FOLTO: Arkanı tutamam dur ulan. HASTA: İmkanı yok kaçmalıyım. NAGO: Durun be... PEGAL: Arkadaş (hasta ve Folto çekişirler, bu sırada içeri bir bayan girer. Bayan iyi giyimli ve alımlıdır) BAYAN: (Ürkerek yana çekilir, Dr. Nago'ya) Bay Nago. NAGO: Sizi bekliyordum (onlara) bir dakika (bayana yol gösterir) şöyle buyrun. (Bu sırada hasta tekrar kaçmak ister, ortalık karışır, hepsi bir yana çekilirler) HASTA: Yahu benden ne istiyorsunuz. Alt tarafı hastayım. Paraları da yedimse kendim için yedim. Siz yemediniz ya... FOLTO: Onları zor yersin. HASTA: Evet onları tayyarede yedim. FOLTO: İstersen inekle beraber ye. Bana bak. HASTA: Nasıl bakarım. FOLTO: Nasıl istersen. NAGO: Yeter artık, ben de işim var bir dakika. FOLTO: Affedersin hanımefendi de rahatsız oldular, hiç sebep yokken bu gürültü. NAGO: Biraz tuhaf. FOLTO: (Yerinden kaçmaya çalışan hastayı tutar) Dur be. NAGO: Beyim işinizi dışarda halledin, burada benim işim var. HASTA ve FOLTO: Peki, peki. Kavga etmeyiz. (İkisi de susarlar) BAYAN: Mühim bir sebepten geliyorum. Şikâyetim biraz uzun, eğer isterseniz? NAGO: Şöyle buyrun. BAYAN: (Hasta ile göz göze gelir) İmkânı yok burada duramam. NAGO: Neden? BAYAN: Bu adam (hastayı kasteder) NAGO: Tanır mısınız? BAYAN: Tanır gibiyim, fakat onu burada biraz tuhaf buluyorum. Lütfen ben gitmeliyim. Kendisi... İyi bir adamdır... Yalnız... Bu biraz tuhaf bir
cy
HASTA: (Tekrar nefes alır) Bence nefesimde bir şey yok, fakat madem ki siz istiyorsunuz, tekrar alayım. (Derin bir nefes alır ve birdenbire büyük bir öksürükle boşalır) NAGO: Bu nedir? HASTA: Öksürük. NAGO: Gördünüz mü ya ben farkettim, sizde bir şeyler olmalı, fakat bu... hım... (Durur) HASTA: Şimdi ne yapayım (Bu sırada içeri birisi girer. Dr. Pegal'in arkadaşıdır. İsmi bay Folto'dur. Adam samimi ve neşelidir. İçeri girer, içerdekilere)
iştir. Bu adam hırsız efendim. Ben... (Kekelemeye başlar) NAGO: Hoppala. PEGAL: Sahiden mi? BAYAN: Fazla üstüne düşmeyiniz. HASTA: Ben hırsız değilim. FOLTO: Hem de hakiki bir hırsız. NAGO: Hırsız HASTA: Canım ben hastayım ne demek istiyorsunuz? (Bir an hepsi dururlar) NAGO: Yeniden belirtmek isterim ki, burası muayenehanedir. Sizi sükûnete davet ederim. PEGAL: Ben de... FOLTO: O halde biz çıkalım. Yarın geliriz. HASTA: Evet her halde yarın geliriz. NAGO: (Hasta ve Folto çıkarlar. Dr. NAGO ve bayan ve PEGAL yalnız kalırlar) NAGO: (Bayana) Şöyle buyurun. BAYAN: (Oturur) Bir şeyler söylemek istiyorum. Yalnız nasıl söylesem (Pegal'e) siz doktor musunuz? PEGAL: Evet BAYAN: O halde açıkça konuşabilirim. Bakın benim hakiki halim adeta hasta denilebilecek kadar berbat bir vaziyette, lütfen muayene olmak istiyorum. Siz ne dersiniz? NAGO: Evet muayene edebiliriz. PEGAL: Bilhassa ben de muayene edebilirim. BAYAN: Anladığıma göre burada bazı şeyler oluyormuş, meselâ, siz hiç ses duydunuz mu? NAGO: Ne gibi. BAYAN: Meselâ sokaktan birisi sizi çağırıyor gibi olur mu, o zaman ne yapardınız? NAGO: Olur. (Pegal'e bakar, Pegal başını önüne eğer) BAYAN: İşte böyle acayip haller görüyorum, kaç günden beri tuhaf bir fena vaziyetim var adeta... NAGO: Yok canım, hiç bir şeyiniz yok. BAYAN: Fakat siz, her halde daha iyi bilirsiniz? Niçin acaba bunlar olur? NAGO: Sebebi vardır efendim. BAYAN: Ne gibi. NAGO: Anlatamam, bize hergün hasta gelir, hepsinin bir derdi vardır. Zaten dinliye dinliye ben de bıktım. BAYAN: Yaaaa... NAGO: Evet, maalesef zira hastalar daha ziyade bana gelirler, halbuki hasta olan hastahaneye gider, burası hastahane değil ki. PEGAL: Tabiatıyla... BAYAN: Yani ne demek istiyorsunuz? NAGO: Şunu demek istiyorum ki, biz artık kendimiz hasta olduk, hastaları 69
Nago-
4
NAGO: Ne zaman. BAYAN: Eskiden, aşağı yukarı ben o zaman gençtim, kırk sene var. NAGO: Kırk sene mi? Hayret (Pegal'e bakar, durur) siz kaç yaşındasınız (hayretle). BAYAN: Kırk. NAGO: Kırk mı? PEGAL: Pek göstermiyorlar. NAGO: Evet hatta. BAYAN: Rica ederim, bana ait olmakla beraber pek mühim değil bu yaş meselesi, çok... evet anlıyabiliyorsanız, çok zordur... NAGO: Ben anlıyabiliyorum. BAYAN: Ben de. PEGAL: Esas olarak. NAGO: Tabii. BAYAN: Evet NAGO: Hımm. BAYAN: Efendim, nasıl söyliyeyim, işte o yaştan sonra hep böyle görünürüm. Yalnız şunu söyliyeyim, üçüncü kocam, yaş meselesinde biraz tuhaflık gösterirdi. NAGO: Ne gibi. BAYAN: Kendisi aslen iyi adamdı, fakat bana gelince... NAGO: Evet. BAYAN: Galiba çok itibari idi, üstelik bol parası vardı, fakat, paraları... NAGO: Size bıraktı ve öldü. BAYAN: Evet, nereden biliyorsunuz? NAGO: Ben oradaydım. BAYAN: Hayret. NAGO: Evet devam edin. BAYAN: Ondan sonra da evde bir dirlik düzenlik kalmadı, şimdi ben evde yapayalnız... NAGO: Ve kimsesiz. PEGAL: Hatta. NAGO: Sen sus be. Herşeye karışıyorsun? BAYAN: Afedersiniz, bir hata mı ettim? NAGO: Hayır canım, herif (Pegal'i kasteder, ağzının içinde) mmm mımmm mımmm. PEGAL: Pekiyiiii. NAGO: (Bayana) Tedaviye devam edin. BAYAN: Evet, tedaviye devam ediyorum. NAGO: Hastalığınız neydi. BAYAN: (Güler) Sonra söyleyin, şimdi, şey, diyorum ki, evet (önüne bakar) buradan kurtulmanın bir çaresine bakmalı. NAGO: Meselâ. BAYAN: Şimdi. NAGO: Ne demek istiyorsunuz? BAYAN: Bir şeyler daha söylemek istiyorum. Siz...
pe
cy
ise israf ediyorum. Söze başladılar mı, malûm, üst tarafı sebatkârlık oluyor. Size neye dair sebat edeyim. BAYAN: Bilhassa benim için. NAGO: Yoooo. PEGAL: Evet NAGO: (Pegal'e) Sen sus, (Bayana) meselâââ. BAYAN: (Parmaklarıyla oynar, parmaklarına da bakar) Birşeyler istemiyorum, yalnız tıp bence mühim bir mevzudur. Siz... NAGO: Pek o kadar ehliyetli değilizdir. Daha iyileri... BAYAN: Ne de olsa iyisiniz, methinizi duydum, kulaktan kulağa geliyor, ne dersiniz? NAGO: Olabilir efendim, bazen ben de duyarım. Fakat sizin maksadınız ne? BAYAN: Maksadım (durur ve kızarır) söyliyemiyeceğim. NAGO: Söyleyebilirsiniz, muhakkak söyleyebilirsiniz. BAYAN: Bilmem ki nasıl söyliyeyim. NAGO: Nasıl. BAYAN: Nasıl. NAGO: Evet efendim işte. BAYAN: Söyleyemiyeceğim. PEGAL: Yani hastalığınızı mı söyliyemiyeceksiniz. BAYAN: Hayır hayır. NAGO: Evet. PEGAL: Bi gayret. BAYAN: Şey diyecektim, acaba siz, şey yani ben, deliriyor muyum? NAGO: Estafurullah. BAYAN: Herhalde değil, fakat gelgelelim bu şey. Sesler bi tuhaf, galiba. NAGO: Moraliniz bozulmuş olmalı. Buna sık rastlanır. Buna tıpda. BAYAN: Biliyorum bir çok isimleri var. İlk kocam doktordu. Fakat o, operatördü. NAGO: Yaaa. BAYAN: Mükemmel ameliyat yapardı, ben kaç defa... NAGO: Evet BAYAN: Kendisine söyledim. NAGO: Ne dediniz? BAYAN: Beni bırak diye. NAGO: Evet. BAYAN: O, ise öldü. NAGO: Vah vah. Demek doktordu, o halde, pek âlâ. Bu iyi, belki de tanırdım (bayana) siz... BAYAN: Evet. Böylece, ikinci kocama kavuştum. O ise mükemmel bir adamdı. Her bakımdan anlıyor musunuz, her bakımdan kusursuz biriydi (ağlamaya başlar) yazık ki o da, sizlere ömür, vefat etti.
a
Dr.
70
NAGO: Hayretle sizi dinliyorum. BAYAN: Böylece hastalığım geçiyor. Yani derdimi dökünce iyileşiyorum. Yani bu adeta bir ihtiyaç... NAGO: Ve böylece sizin yerinize ben hastalanıyorum. (Bayana) bana bakın. BAYAN: Bana bakın. NAGO: Size şunu söylemek isterim ki, hemen sizi tedavi etmeliyim, bunun için de, lütfen soyunun. BAYAN: Soyunamayacağım. Çünkü burası kalabalık, hem... NAGO: Evet biliyorum, mahcubsunuzdur. BAYAN: O benim tabiatım sizce iyi olan nedir? NAGO: Ahlâklılık. BAYAN: Ben felsefe bilmem. PEGAL: Ben fevkalâde bilirim. NAGO: Sen ukalâlığı bırak. PEGAL: Canım ikide birde ne bağırıyorsun. NAGO: Sen sus be. PEGAL: Peki susiiim. NAGO: Tamam. (Bayana döner) şimdi devam edin. BAYAN: Afedersiniz, bir şey mi yaptım. NAGO: Evet, şey hayır (başını sallar) ona pek bakmayın, kendisini sevmem. Bu vaziyette. BAYAN: Fakat bağırmayın. NAGO: Tuhaf BAYAN: Rica ederim. NAGO: Neden? BAYAN: (Ayağa kalkar) NAGO: Yoksa. BAYAN: Gidiyorum. NAGO: Hayır, hayır, gitmeyin, sizi seviyorum, hem de delicesine seviyorum. Çok harikuladesiniz. Sizin aklınız yok, o da bana geçiyor. (Sorar) Bu nasıl oluyor? BAYAN: Bu şöyle oluyor efendim, evvelâ dava birdir, sonra siz çok oldunuz. NAGO: Evet BAYAN: Ne demek istediğinizi öğrenebilir miyim? NAGO: Evet. BAYAN: Ben deli miyim? NAGO: Hayır siz tam sıhhattesiniz, asıl deli olan benim, benim ise söyleyebileceğim yok zira siz zaten delisiniz. BAYAN: Ben hiç bir zaman deli olmadım. NAGO: Edebiyat yapmayın şimdi, yani siz deli değilsiniz de ben mi deliyim? BAYAN: İmrenilecek bir şey değil, ama isterseniz bunu size verebilirim, alabilir misiniz? NAGO: Alabilirim.
Dr. Nago - 5
cy
a
içeri girerler. NAGO: İşte burası. BAYAN: (Biraz durur) Evet cidden güzel. NAGO: Şöyle buyursanız, biraz bekleyin, ben içeriye gireceğim, siz oturun. (Pegal ve bayan otururlar, Nago kapıdan içeri girer. Bu sırada içerden sesler ve iri yarı beyaz gömlekli bir profesör etrafında altı kadar asistan olduğu halde dışarı çıkar, aralarında anlaşmalı konuşmaktadırlar, faaliyetlidirler.) PROFESÖR: (Etrafındakilere) Cidden mühim bir vaka, bilhassa dikkat edilecek husus. Hiç kendinizi belli etmiyeceksiniz. Hasta (etrafındakilere bakarak) bu beyler ne arıyor (vaziyet alırlar. Hastanın biri ayağa kalkar.) ZAYIF HASTA: Efendim. PROF.: Evet, evet. 1. ASİSTAN: Efendim beyin, şeysi... PROF.: Evet. 1. ASİSTAN: (Yavaş ve anlaşılmaz bir şeyler söyler profesöre) PROF.: (Hastaya döner) Siz, sizin neyiniz var. ZAYIF HASTA: Efendim üç gündür sizi arıyorum, bir münasip fırsat bulabilmek için... PROF.: (1. asistana) Kendisine ne yaptınız. 1. ASİSTAN: Muhakkak sizinle görüşmek istediğini söyledi, biz de... PROF.: Devam edin. 1. ASİSTAN: Ve... PROF.: Anlıyorum, müşahedesini aldınız mı? 2. ASİSTAN: Evet, tamam efendim, tam bir... PROF.: Nedir? 2. ASİSTAN: Anlıyamadım efendim. PROF.: Haa anlıyamadınız mı? 2. ASİSTAN: Evet efendim, anlıyamadım, çünkü, hem belli olmuyor, hem de kendisi pek belli etmiyor, daha iyisi bir kere siz baksanıza. PROF.: Olur (Hastaya döner) Şikâyetiniz nedir? ZAYIF HASTA: Çok fazla efendim, bir kere kendi kendime imanımı kaybettim, elimde değil, yine deliriyorum, hülâsa tam bir deli oldum. PROF.: Tam bir deli oldunuz? ZAYIF HASTA: Evet efendim, hatta o kadar ki kendimi yapayalnız hissediyorum, içime şüphe giriyor. PROF.: Ne gibi? ZAYIF HASTA: Kendimi acaba diyorum, nasıl olabilir, acaba nasıl söylesem.
pe
BAYAN: O halde. NAGO: Hadi verin. BAYAN: (Durur) Hadi alın. NAGO: Şimdi işim var sonra alırım, siz bana doğru yolu gösterebilir misiniz? BAYAN: Doğru yol nedir? NAGO: Erkeklik. BAYAN: Bende erkeklik yoktur. PEGAL: Bende de vardır. NAGO: (Pegal'e) Sen sus be. BAYAN: Bağırmayın. NAGO: İmkânı yok muhakkak bağırmalıyım. Bu herif (Pegal'e) yahu sen şu köşeyi tut. BAYAN: Acaba neden bağırmak. NAGO: Orası sizi alâkadar etmez. Biz. PEGAL: Bağırmıyabilirsiniz. NAGO: Dur be, ben kendi işime bakıyorum, bırak. BAYAN: Sizi rahatsız etmiş olmıyayım? NAGO: Bilâkis ben rahatsız olmak taraftarıyım, siz devam edin. BAYAN: Artık devam edemiyeceğim. NAGO: Hastalığınız kat'i sizi hemen hastahaneye kaldırmalıyım (ayağa kalkar, telefonu eline alır, karıştırır) NAGO: Alo, Alo... Orası neresi ha... Falan bey mi? İyi. Hemen bana gönderin (dinler) ne nasıl kim dedi 'hapşurur) aman olur olur olur peki. BAYAN: Bir dakika ben hastahaneye falan gitmem. NAGO: (Durur) Neden? BAYAN: Ben o kadar hasta değilim efendim, hem. NAGO: Peki siz nesiniz? BAYAN: Sizin gibi biri. NAGO: İyi. O halde ben gidiyorum. BAYAN: Ne yapacaksınız? NAGO: Tatbikat. BAYAN: Oh... Ne iyi eski kocamda böyle idi. Beni de yanınıza alır mısınız? NAGO: Memnuniyetle... BAYAN: O halde hemen gidelim. Böylece ben de tedavi edilirim. Fakat deli olduğumu sakın kimseye söylemeyin. NAGO: Olur. Bilhassa buna dikkat ederim. (Çıkarlar) Perde İKİNCİ PERDE Dekor: Bir hastahane kliniği (muayene salonu, bekleme odası) sol tarafta bir kapı ve üstünde yazı -klinik-, salonda sıra ve koltuklar. Perde açıldığı zaman salonda üç kişi vardır. İki orta halli erkek ve bir zayıf adam. Nago, Pegal ve Bayan önde
PROF.: Söyleyin. ZAYIF HASTA: Meselâ bir şey düşünemiyecek bir hale geliyorum, o zaman acaba ne yapsam? PROF.: Ne yapabilirsiniz. ZAYIF HASTA: Sizin tavsiyenizle belki iyi olabilirim fakat ya iyi olamazsam. PROF.: İyi olabilirsiniz. ZAYIF HASTA: Fakat iyilik değil hastalık fena efendim ben... PROF.: Kısa kesin, sizi muayene edelim ve herhalde tedavi edelim. ZAYIF HASTA: Teşekkür ederim, sizi rahatsız ettim. PROF.: Ben rahatsız olmam (asistanlarına) beyle alâkadar olun. (İleri doğru yürür ve Nago ile karşılaşır.) O azizim Nago, nasılsınız, çoktanberi. NAGO: Kederliyim? PROF.: Neden. NAGO: İşler iyi değil, bir defa hastalık az, sonra hastalar da seyrek gelip gidiyor. Bana kalırsa bu çok zor, zira esasta bir şey kalmadı. Sizin için yeni bir hasta getirdim. Bu bayan (Bayanı gösterir) son derece mühim. PROF.: Anlıyabilir miyim? NAGO: Evet, anlattığım gibi, her günkü gibi ve muhakkak nazariyeli. PROF.: Zihnen. NAGO: Evet zihnen ve tam manasıyla kendi havasında, o kadar ki. PROF.: Bu mu bırakın, esası nedir? NAGO: Kulağına sesler geliyormuş. Üç defa evlendiğini söylüyor, ben bir sebep bulamadım. PROF.: Doğrusunu söyleyiniz, hiç istemediği bir şey var mı? NAGO: Var, bana para vermek, bu hususa hiç yanaşmazlar. PROF.: Sen kendini ne zannediyorsun? NAGO: Devaynası. PROF.: O halde doktora git (asistanlarına) bu herif. (Asistanlar güler) Bana bak Nago cidden müstebit oldun. Çok para istiyorsun ve senin palavralarını da kimse kabul etmiyor. Ben bu hastayı şöyle (elinin üstünü gösterir) yapsam tedavi ederim. Sense sekiz türlü çare karıştırıyorsun, yok tazyikli hava verecekmiş yok evde oturup üç gün beraber yemeklerine bakacakmış (asistanlar gülerler) bugün ilim bu kadar ileridir ama, bu palavraları kimse yutmaz, sen gene esasa gel. NAGO: Ne yapmamı istiyorsunuz? PROF.: Şimdi görürsün, bak. Bu hanım her halinizle belli oluyor (bayana) Şikâyetiniz? BAYAN: Söyledim efendim, eskiden 71
Dr. Nago - 6
a
NAGO: Meselâ, deli olup olmadığımı, delirebilip deliremiyeceğimi ve hattâ kendi anamın da benim gibi deli olup olmadığını. 1. ASİSTAN: Peki, bunlar size ne menfaat temin eder? NAGO: Para getirir. 1. ASİSTAN: Ne kadar? NAGO: Orası sizi alâkadar etmez, bir kere. 1. ASİSTAN: Malûm, parayı seviyorsunuz, başka sevdikleriniz şeyler de var mı? NAGO: Vardır, meselâ, (Pegal'e döner) bu herifi severim (Pegal sırıtır) sonra daha başka şeyler de sorun, benim neyi sevdiğim sizi pek alâkadar etmez. PROF.: Pekâlâ bu kadar kâfi, bir sual de ben sorayım, siz niye tahsil ettiniz? NAGO: Adam olmak için. PROF.: Ve oldunuz mu? NAGO: Zannediyorum, sizin sayenizde. PROF.: Peki mesleğinizi seviyor musunuz? NAGO: Bilâkis hiç sevmem ve her gün değiştiririm. PROF.: Ne gibi? NAGO: Bilmiyorum. Yalnız bilmediğim bir şey daha var, o da kendi bilmediklerim, bana vaziyetimi izah edebilir misiniz? PROF.: Sizin vaziyetinizi mi? NAGO: Evet. PROF.: Hastasın. NAGO: Doğru. PROF.: Öyleyse tedavi ol. Ben söyledim, ne istersen yapalım. İstersen seni kendi kendine bırakayım. NAGO: Aman bunu yapmayın PROF.: Neden? NAGO: Yalnızlık kadar berbat bir şey yoktur. PROF.: O halde. NAGO: Esasa gelelim PROF.: Esası şu, sen ister kendini bil, istersen bilme, bir insan paraya düştümüydü hapı yuttu demektir. Sen nasıl olur da doktor olmayabilirsin NAGO: Bu cidden iptidai bir meslek PROF.: Neden NAGO: Ucu bucağı yok, sonra, beri tarafta hastalar, iki taraf bir araya gelmiyor ben PROF.: Evet. NAGO: Fazla ehil olmayabilirim, fakat ne de olsa işler bir tuhaf. Siz ne dersiniz? PROF.: Benim diyeceğim bir şey kalmadı. Artık gidelim (Asistanlarına) bunun muayeneye ihtiyacı yok, kendisi zaten deli. Haydi hoşça kalın NAGO
pe cy
beri iyi işitirim, fakat son günlerde acayip şeyler duymaya başladım. PROF.: Bunu neye yoruyorsunuz? BAYAN: Gençliğime, tecrübesizliğin tesiri olacak. PROF.: Kaç yaşındasınız? BAYAN: 40 PROF.: Halinize göre genç ve tecrübeli fakat anlayamadığı o değil, yani şikâyetiniz nedir? BAYAN: Başka bir derdim yok. PROF.: Tabii, yani ne gibi dertleriniz var? BAYAN: Şey, efendim evvela babasızım, bu bir, bu bana çok dokundu, sonra. PROF.: Babanız ne zaman öldü? BAYAN: İki sene oluyor, fakat kendisini pek severdim, ondan sonra hadiseler bana... PROF.: Anlıyorum. BAYAN: Biraz tuhaflaştım. PROF.: Ve hasta olmaya başladınız. BAYAN: Evet PROF.: İyi BAYAN: Böylece tekrar iyi olmak istiyorum, bir çaresi ne olabilir, acaba ne dersiniz;' PROF.: Sizin müşahedenizi almalıyım (asistanına) kendisini lütfen muayene edin. (Nago'ya) Görüyor musun işler senin bildiğin gibi değil, bazen kendi bildiklerimi bile anlıyamam. Meselâ bu vaka tipik bir manzara arzediyor. Sen ne dersin? NAGO: Ben söyledim, parası yok. PROF.: O ayrı, hastalığı görüşün nasıl? NAGO: Fena. PROF.: O halde sen bilirsin, istersen bana bırak. NAGO: Bırakamam. PROF.: Neden? NAGO: Belki para çıkar. PROF.: Aç gözlü herif seni de muayene etmeli. (Asistanlarına) şunu muayene edin (1. asistan yaklaşır) 1. ASİSTAN: (Nago'ya) Adınız? NAGO: Nago. 1. ASİSTAN: Ne iş yaparsınız? NAGO: Adam yerim. 1. ASİSTAN: Nasıl, adam mı yersiniz? NAGO: Evet? 1. ASİSTAN: Neden dolayı ve ne şekilde? NAGO: Bazı sebeplerden dolayı ve mükemmel şekilde. 1. ASİSTAN: Bu sebep nedir? NAGO: Meslek. 1. ASİSTAN: Yani doktor musunuz? NAGO: Evet, bazen. 1. ASİSTAN: Bazen, ne yaparsınız? NAGO: İşleri düşünürüm. 1. ASİSTAN: Meselâ? 72
yarın muayeneye devam ederiz. (PROF. ve asistanlar çıkarlar) (Diğerleri yalnız kalır) NAGO: Bu iş de bitti. Şimdi (Pegal'e döner) Ne yapmalıyız? PEGAL: Ne bileyim ben. BAYAN: Acaba Profesör ne dedi? NAGO: Hürmetlerini beyan ettiler. Sizce... BAYAN: Bence mühim, fakat ayrıca muayene olmak beni düşündürüyor. NAGO: Siz daha çok düşünürsünüz. PEGAL: Bayana biraz nezaketle muamele etseniz. NAGO: Olacak iş değil, asistan hasta sen... PEGAL: Benim diyeceğim bir şey yok, fakat anlatmak isterim ki işler uzuyor ve ne yapsanız çare yok. Şimdi nereye gideceğiz? NAGO: Sizi tedaviye göndereceğim bana gelince işim var. Hem yarın tıp kongresi var. Orada bulunmalıyım. Yarın da bayana davetliyim. BAYAN: Bana mı davetlisiniz? NAGO: Evet BAYAN: Henüz söylememiştiniz. NAGO: Evet söylememiştim, fakat söylüyorum. Bir öğle yemeğini beraber yeriz, bu da iyi olur, zira hastalık zor şeydir. Siz pek anlıyamazsınız. BAYAN: Bu doğru, o halde beklerim PEGAL: Ben de gelebilir miyim? NAGO: Evet fakat biraz geç gel çünkü vaziyet biraz karışık. Bu bakımdan. PEGAL: Olur. BAYAN: O halde beklerim, şimdi gidebilir miyiz? NAGO: Evet gidelim ve bilhassa dikkat edin, kimse çakmasın. BAYAN: Meseleleri. NAGO: Hastalıklar gizli tutulmalıdır. BAYAN: Bu doğru. NAGO: O halde hoşça kalın (Ellerini sıkar) (Pegal'e) Seni bilhassa beklerim PEGAL: Ben zaten gelmem. NAGO: İyi edersin. Şimdi gidelim. (Çıkarlar) (Hastalardan biri doğrulur, yanındakine) HASTA: Acaba biz de gitsek mi? DİĞER HASTA: Zaten geç kaldık HASTA: O halde gidelim. DİĞER HASTA: Ben yarın yine gelirim fakat siz göz kulak olun burda tedavi pek kolay olmuyor. Beklemek. HASTA: Başka çare-yok, ne yaparsınız, biz de gidelim.
Dr. Nago - 7
TIP KONGRESİ Salon, geniş ve görünmeyen yerleri vardır. Ön ve sağda bir kürsü kalabalık ve dekor dokuz on kişi herkes ciddidir, Perde açılınca kongre reisi kürsüye gelir ve konuşmaya başlar. REİS: Kongreyi açıyorum. (Alkışlar, bravo sesleri) REİS: Kıymetli ve son derecede aziz arkadaşlarım. (Devam eder) Sizinle aynı çatı altında buluşmak bana büyük bir şeref veriyor. Bu bakımdan delilik ve akıllılık mevzuunda dünya akıl kongresini açmakla, şeref duyarım. Hepsi heyecanlı, bravo, bravo, iyi. iyi.) (Devam eder) Ve İçinizden birinin aramızda olmaması dolayısıyla teessürlerimi ifade etmek isterim. Bu Profesör RAPO'dur. RAPO, tıp tarihine adı geçmiş büyük bir ilim adamıydı. BİR SES (Aralarından) : Doğru. REİS: Bu bakımdan hiç korkunuz, olmasın, zira ilim daha birçok deha yetiştirebilecek kadar ileridir. Ben şahsen hayretler ediyorum, acaba ne yapsak nasıl etsek de aklı ansak, mesela (Durur) (Hapşırır ve burnunu mendili ile siler.) ve bu mevzu üzerinde fikirlerimi mütalâa etsek, ne dersiniz.
pe
BİRİSİ: İsabet edersiniz. REİS: O halde celseyi açıyorum. İlk söz Bay FENTO'da, kendisi tanınmış bir mütehassıs ve mühim bir elemandır. Şimdi sözü ona veriyorum (Fento kürsüye gelir, dilini şapırdatır ve konuşmaya başlar) FENTO: Efendiler. (Sessizlik olur) FENTO: Biz. (Susarlar) Burada bazı sebeplerden dolayı bulunuyoruz. Başlıca sebep hastalıkların, deliliğin ve bugünkü terakkilerin tıbba yaptığı büyük faaliyet ve ilerlemelerden söz açmak, ve onlardan bahsetmek istiyorum. Asıl maksadımız bu değildir. Asıl maksadımız, Cinnet ve bu gibi hallerin nasıl olup da buraya kadar gelebildiğidir. Esasi olarak dünyada hiçbir şeyin katiyeti yoktur. Halbuki bugün hastalıkta maksadın keşiften ziyade şuurlanmalarla terakkiyata başlamaları demek olmasından dolayı demek oluyor ki, ilmin esas sebepleri, arasında birçok vakalar ve bilhassa şekilli olarak bir takım meseleler içerisinde, tekrar görüşümü beyan etmek isterim, (Durur) Ben. BİR SES: Evet.
a
ÜÇÜNCÜ PERDE
FENTO: Uzun zamandan beri araştırmalar yapmadayım. Birçok çalışmalarım sonunda ve hakiki olarak diyebilirim ki, bugün hiç kimse tıp hakkında hakikiye uymayan kanaatler izhar edemez. Bu sebeple benim diyebileceğim tek şey şudur. Derhal ilme ve yenileşmelere başlamalıyız. Bir tıp veya bir ilim ne kadar ileri ve daha iyi olursa o derece mantığa ve insaniyete girer, bu da demek olur ki, iyi bir şey iyi bir şeydir. BİR SES: Doğru. FENTO: Devam ediyorum, insanlık bugün bir çıkmaza girmiştir. Bence deliliğin ve hastalığın hakiki sebebi, nesillerin terakkiye göre vaziyetlerinden hasıl olan neticelerin tahlilinde aranmalıdır. BİR SES: Evet. FENTO: Bu bakımdan bu meseleyi tekrar incelemek isterim. Şimdi sözü kesiyorum. (Bravo sesleri alkışlar) (Fento iner yerine reis gelir) REİS: Sayın kongre üyeleri. Şimdi mütehassıs doktor Bay NAGO size bazı şeyler anlatacak kendisi, bilhassa ciddi mevzulara meraklıdır. Kendisini takdim ederim. (Nago, kürsüye gelir ve konuşmaya başlar) NAGO: Nasılsınız? ÜYELER: Çok iyiyiz, sağ olun. NAGO: O halde konuşabiliriz. Bilhassa kendi tecrübelerimden bahsetmek istiyorum, açıkçası, burada birbirimizin yeni şeyler için toplandık. Fakat BİR SES: Duyulmuyor. NAGO: Daha hızlı konuşayım BİR SES: Evet. NAGO: Efendiler, (Durur) Burada dünya akıl sağlığını idrak ederken bazı düşüncelerim olduğunu anlatmak isterim. Evvelâ tıp, bugün pek ileridir. BİRİSİ: Bu doğru. NAGO: Fakat hayretler içindeyim? BİRİSİ: Neden NAGO: Buna rağmen gerilikler içinde yüzüyoruz. BİR SES: Ne gibi NAGO: (Durur) Meselâ, bir gün bakıyorsunuz, bir yerde bir hastalık, yetişiyorsunuz, sonra bakıyorsunuz, aynı hastalık başka yerde. Demek ki hastalıklar durmuyor BİR SES: Bu doğru NAGO: Tabiatiyle, fakat yetişmek zor efendim, ben şahsen yetişemiyorum. Bu yüzden de başım ağrıyor. Bir asistanım olsa BİR SES: Verelim. NAGO: Teşekkür ederim. (Mendili ile burnunu siler) Böylece delirip gidiyoruz.
cy
Perde
BİR SES: Siz mii? NAGO: Evet. Ben ve diğerleri. Herkes deliriyor. (Mırıltılar) Bunun sebebi şu, parasızlık, hasta para veremiyor, ben de ölüyorum, o da. Onun için evvelâ tedavi etmek lazım. BİRİSİ: Hayret NAGO: Tabii. Çünkü esasta hastalıklar vardır. Biz tedavi için çalışıyoruz fakat hasta için değil. Hasta BİR SES: Amma yaptın ha. NAGO: Neye hayret ediyorsunuz. BİR SES: Sonra anlarsın. NAGO: Anladım, siz iyi niyetlisiniz. Fakat benim niyetlerim iyi değil ben hayvan herifin biriyim. BİR ÜYE: Bu bir değer midir? NAGO: Olabilir şahsa tabidir. BİR ÜYE: Garip NAGO: Sözümü kesmeyin, ben. BİR SES: Yeter artık. NAGO: Kendi vaziyetime göre BİR SES: Evet. NAGO: Ne yapmak lâzım geldiğini kendim tayin ederim. ÜYELER: Olabilir. Bu sizce. NAGO: (Sözü keser) Bence hepsinden daha mühim olanı şudur. İnsan akıl anar. (Durur) Siz akıl hakkında ne düşünüyorsunuz (Susarlar) (Nago devam eder) NAGO: Aklın sağlığı bakımından, yine aklın kendi kaidesi kendisidir. Ben kendi aklımı bırakamam. BİR SES: İsabet. DİĞERİ: Hayret. BİR BAŞKASI: Bizi mahvedeceksiniz NAGO: Bilakis daha iyi niyetliyim, ben düşünüyorum da aklın temelleri mevzuunda ve akıl hastalıklarının tedavisi bahsinde, ilk düşünülecek şey... şudur (Durur) BİR SES: Nedir? NAGO: Dikkat ediniz. Çok geniş bir mevzu. Esasa gelmeden önce şunu belirteyim ki bizim için tıp nazarında birçok düşünceler vardır. Ben BİR SES: Evet. NAGO:B.N.D. ye çok alâkadar oluyorum. BİR SES: Yeter. DİĞERİ: Yeter. ÜÇÜNCÜ SES: Rezil herif. NAGO: (Tekrar hapşırır burnunu siler.) Siz ne düşünüyorsunuz? BİRKAÇ ÜYE: Sizin düşünmediklerinizi. NAGO: Fakat. DİĞERLERİ: Yeter yeter bu derecede ileri gitmeyin, sonra nasıl para kazanacağız. NAGO: Çalışarak. ÜYELER: Fakat bu ilaç hiçbir tedavi 73
Dr. Nago • 8
a
NAGO: Bu ilacı. BİRİSİ: Yeter. NAGO: Peki. Peki. İstemezseniz istemezsiniz. Ben de gidip çalışmağa başlıyacağım her halde, bir iş bulunur. BİRİSİ: Sonra. NAGO: Sonra da söylicem şu. Eğer böyle giderse gelecek sene toplantınızda beni bulamıyacaksınız zira, bu işler garip hem de çok garip siz ne dersiniz. ÜYELER: Söz sizde. NAGO: İyi, ben konuşayım fakat tecrübelerim gösteriyor ki bu meseleleri anlamak zor ifade etmek de mesele en iyisi. BİRİSİ: Evet. NAGO: Sabırlı ve kanaatkar olmalı ve her halde. BİR SES: Evet. NAGO: Yetişti artık ne desem istemiyeceksiniz, burada bu kadar, siz devam edin, ben gidiyorum ne yaparsanız yapın. Yalnız. BİR SES: Evet NAGO: Kusura bakmayın. Hadi hoşça kalın. (Nago kürsüden iner.) (Reis gelir) REİS: Bu günlük kongre bu kadar, öğle yemeği oldu, serbestsiniz hepinizi selamlarım. ÜYELER: (İyi, iyi, iyi sesleri içinde mırıltılarla konuşarak yerlerinden kalkarlarken perde yavaş yavaş iner)
pe cy
gayreti bırakmıyor ki. NAGO: B.N.D. ÜYELER: Yeter yeter, bu maskaralık, istemiyoruz, istemiyoruz. Siz ilacınızı kendinize saklayın, biz istemiyoruz. Bu ilaç tedaviye yaramaz insanı mahveder... Tıp hap demek değildir. NAGO: B.N.D. BİRİSİ: Kes artık be. Hep seni mi dinliciz. NAGO: Yani ne yapmamı istiyorsunuz. BİRİSİ: Bırakın bu ilâcı. NAGO: Sizde başka ilâçlar var her halde. DİĞERİ: Olabilir bizde de başka ilaçlar. NAGO: Ne gibi. DİĞERLERİ: (Susarlar) (Bu sırada reis gelir) (Hep birden) İstemiyoruz. İstemiyoruz. REİS: Vazife icabı konuşmak mecburiyetindeyim. Kıymetli arkadaşlarımın mütalâları cidden alâka verici idi fakat müteessirim bay NAGO sizi biraz sonra konuşmağa. NAGO: Olur. Olur. Ben susmayı da bilirim. BİRİSİ: Sus. NAGO: Olur. (Nago tekrar durur) (Üyelere) ben susuyorum fakat, nezle olmadım anladınız mı, şimdi ne söyliyeceksiniz. BİRİSİ: Anladık. NAGO: Anladınız fakat ben lakırdımı henüz bitirmedim. Bir şey daha söylemek istiyorum. BİRİSİ: Söyleyin. NAGO: O da şu. Eğer anlaşamazsak, bu meseleler böyle yürümez. Ben çok kitap okudum fakat esasta faaliyet diye konuşuyorum. Kimse oralı olmuyor. Sizlerin tasavvurlarınız nedir. BİRİSİ: Pek belli değil. NAGO: Onları da sorarız. NAGO: Onları da anlarız. Benimki şu biraz bize para, cidden karnım aç, ne olur karnımı doyurun. BİRİSİ: Köpek herif. NAGO: Anlamadım. DİĞERİ: Yok açmış. NAGO: Aç olmak ayıp değildir, asıl mesele hastayı kandırabilmekte. BİRİSİ: Yaaa? NAGO: Bu işi bana bırakın BİRİSİ: Olur NAGO: Ben hastaları idare ederim BİRİSİ: Ne yapacaksınız. NAGO: Çaresini düşüneceğim. BİRİSİ: Bir şey bulabilecek misiniz. NAGO: Olabilir, bir şeyler yapmak lâzım meselâ B.N.D. BİRİSİ: Bu ilaç kâfi artık. 74
Perde
DÖRDÜNCÜ PERDE
SAHNE: Bayanın evi, yemek odası. Dekor iyi. Duvarda resimler asılı, yerde küçük bir halı ve muşamba var. Masa cilâlı, bir büfe ve koltuklar. Kapı sol tarafta. Perde açıldığı zaman salon boştur. Nagon ve Bayan içeri girerler. NAGO: Demek burada yemek yiyorsunuz. BAYAN: Evet burada, kışın soba kurarım. NAGO: Ne ile geçinirsiniz. BAYAN: Bilhassa kendi paralarımla. NAGO: Yani paranız var. BAYAN: Evet idare edebiliyorum. NAGO: Bu çok iyi, parasızlık çok fenadır. Ben şahsen... BAYAN: Parasız mısınız. NAGO: Pek değilim, Fakat parasızlık fenadır. BAYAN: Zarar yok, siz kendinize bakın, insan her zaman ferah içinde olmaz.
NAGO: Bu doğru, bilhassa iyi hesap yapmalı. Siz buna dikkat eder misiniz. BAYAN: Eskiden öyleydim, şimdi hiç dikkat etmiyorum. Zaten para kâfi geliyor. Yemeklerden neyi seversiniz, bunun tabii para ile bir alâkası yok. NAGO: (Güler) Hayır tabii, ben yine para yemeyi severim. BAYAN: Çok yiyorsunuz. NAGO: Doğru değil, esasında biraz yerim. BAYAN: Evet ben de öyleyimdir, bilhassa... NAGO: Yemeklere dikkat etseniz. BAYAN: Kızarıyor, hepsi içerde görmek ister misiniz. NAGO: Biraz tuhaf olur, mamafih bir bakayım. (Yan kapıdan mutfağa giderler, içerden sesler duyulur.) NAGO: Oooo.' Oooo.' Bu güzel, hem de patatesli daha neler var. BAYAN: (Yavaş bir şeyler söyler) NAGO: Çok güzel, çok güzel. Hemen sofraya götürmeli. (Nago elinde bir tepsi olduğu halde sofraya gelir ve oturup tabağına aldığı yemeği yemeğe başlar. Bu sırada Bayan da gelmiş ve oturmuştur.) BAYAN: Nasıl buldunuz. NAGO: Harikulade. BAYAN: Emsalsiz bir yemek, bilhassa zeytinyağı ile iyi oluyor. NAGO: (Bir yandan atıştırır) Evet. BAYAN: Ben etleri evvelâ güzelce soyar, ondan sonra sarımsakla güzelce rendeye bularım, bu etin hakiki değerini verir. NAGO: Etleri nasıl soyarsınız? (Yemeğe devam eder) BAYAN: Ellerimle. NAGO: Etin kabukları var demek... BAYAN: Tabii, bilhassa erkek hayvanlarda etleri ciddiyetle ayırmak lâzımdır. NAGO: Hımmmm. BAYAN: Tabii. NAGO: Evet devam edin. BAYAN: Bir de yemeği pişirirken kendi haline bırakırım. Katiyen el sürmem, siz ne dersiniz. NAGO: Ben yemek pişirmem. BAYAN: Olabilir. Yani nasıl oluyor da zevkleriniz bu derece ileri halde. Siz anlarsınız her halde, meselâ ben (yemek yemeye başlar) ilk kocam zamanında, ördeğe çok düşkündü. Sabah ördek akşam ördek, her gün ördek, çünkü kocam ördeği çok severdi. NAGO: Eski kocanızı hâlâ arıyor musunuz. BAYAN: Nasıl aramam mükemmel bir adamdı, çok severdim. Hem de
Dr. Nago • 9
a
NAGO: Siz söylediniz. BAYAN: Ben söylemedim. NAGO: Siz farkına varmadan çok şeyler söylersiniz. Meselâ bu adam şişmandı ve ensesi de kalındı. BAYAN: Hayır. NAGO: O halde bilemiyorum, bana lütfen salata verir misiniz. BAYAN: (Salata verir) O kadar güzel bir şey ki biraz daha almaz mısınız. NAGO: Teşekkür ederim fazla yersem hasta olurum. BAYAN: Aman dikkat edin. NAGO: Tabii (Yemeğe başlar) Ne diyordunuz. BAYAN: İşte böyle, herhalde dertliyim, zaten bu yüzden de hastalanıyorum, (Nago'ya) Siz hiç hastalandınız mı. NAGO: Evet aylığım geciktiği zaman bazan üstüme bir tuhaflık gelir. BAYAN: Başka. NAGO: Pek hastalanmadım. BAYAN: Bu iyi, sıhhat her şeyden üstün bir his, adeta en önce sıhhat geliyor. NAGO: Çok güzel, siz sıhhatlisiniz. BAYAN: Teveccühünüz efendim. Bilhassa kendime dikkat ederim. NAGO: Ne zamanları dikkat edersiniz. BAYAN: Her zaman ve bilhassa şimdi. NAGO: Şimdi. BAYAN: Çok dikkatli olmalıyım. NAGO: Benim için merak etmeyin. BAYAN: Yok, bu hususta zaten merak edilecek bir şey yoktur. NAGO: Yani ben eskisi gibiyim. BAYAN: Evet siz eskisi gibisiniz. NAGO: Bana doktor diyebilirsiniz. BAYAN: Acıktınız mı. NAGO: Hayır hüviyetimi kaybettim. BAYAN: Nasıl. NAGO: Çok sevimlisiniz. BAYAN: Etin tesiri olacak. NAGO: Bilhassa. BAYAN: Ve, NAGO: Tabii olarak ben de insanım. BAYAN: Biliyorum. NAGO: Bu husus çok mühimdir. BAYAN: Tabiatiyle. NAGO: O halde tatlılardan ne var. BAYAN: Komposto. NAGO: Oh... Ne iyi. BAYAN: Fakat kaymaklı. NAGO: Kaymak sevmem. BAYAN: Cidden. NAGO: Hayır kaymak sevmem bu böyle, fakat. BAYAN: Arzu ederseniz kaymaksız vereyim. NAGO: Evet kaymaksız verin. BAYAN: Kaymaksız veriyorum. NAGO: Lütfen. (Tadına bakar)
pe cy
doktordu. 0 kadar severdim ki, bir gün dayanamadım (elleriyle hayale dalar) dedim, niye sizi bu kadar seviyorum. NAGO: Bakınız... BAYAN: Evet, o günden beri bir tuhaf oldu adeta. NAGO: Ne oldu. BAYAN: Bana muhabbet bağlamaya başladı. NAGO: Hayret, demek o zamana kadar sevmiyordu. BAYAN: Hayır daha doğrusu seviyordu, fakat anlıyamamıştı, ben, ona anlatınca. NAGO: Demek siz ona anlatınca. BAYAN: Seviverdi. NAGO: Ne iyi. BAYAN: Evet çok iyiydi. Ne yazık ki. NAGO: (Bir yandan yer) Ne oldu BAYAN: Beni bıraktı. NAGO: Yaaa. Sahiden mi? BAYAN: Evet maalesef, aramızdan ayrıldı. Ne iyi adamdı. NAGO: Nasıl oldu bu iş. BAYAN: Çaresiz, anlatamayacağım. (Ağlamaya başlar) NAGO: (Yemeği bırakır) Bırakın canım ağlamayı. Boş yere kendinizi azaba koyuveriyorsunuz. Şimdi olsaydı kim bilir ne yapardı. BAYAN: Evet. NAGO: (Yemeğe devam eder) Hattâ belki de sizi teselli edecek başka şeyler bulabilirdi. BAYAN: (Durur) Hakkınız var her halde. NAGO: Kendinizi pek üzmeyin, dert, o kadar pek iyi bir şey değildir. BAYAN: Doğru. NAGO: Ben... (Durur) Bilhassa (Eti ısırır) kendime ait meselelerde pek aldırış etmem. Fakat ne de olsa, size karşı kibar davranmalıyım. BAYAN: Teşekkür ederim. NAGO: Galiba ikinci kocanız da ölmüştü. BAYAN: Evet. NAGO: Neden ölmüştü. BAYAN: Bir barut gibiydi zavallı adam, günün birinde. NAGO: Barut mu gibiydi. BAYAN: Evet... Adeta şaşardınız. Bilhassa hiç nezle olmazdı kışın bile. NAGO: Sporcuydu. BAYAN: Hayır, fakat sağlamdı ve çok iyiydi. Yegâne kusuru... NAGO: Evet biliyorum. BAYAN: Nerden biliyorsunuz. NAGO: Eskiden beri sizi severdi. BAYAN: Bu iyi. Fakat ya kendisi hakkındaki kanaatiniz nasıl doğru olabilir.
Hımmm. Adeta tatlı. BAYAN: Değil mi. NAGO: Bir şey daha söyliyecektim, acaba yemekleri her gün beraber yesek nasıl olur. BAYAN: Olmaz. NAGO: Neden. BAYAN: Tabiat meselesi. NAGO: Ya BAYAN: Evet ben yalnız yemeyi severim. NAGO: Ben de tersine, muhakkak birisini beklerim ve muhakkak dediğim çıkar. (Bu sırada içeri Pegal girer) PEGAL: Ooooo. Bakıyorum işi ilerletmişsiniz, ne yemekler. NAGO: Evet, işi ilerlettik. PEGAL: Ne yaptınız. NAGO: Ben para bulamadım, bayan da keza, hülasa atıştırıyoruz. PEGAL: Oturabilir miyim? BAYAN: Buyrun buyrun. (yer gösterir Pegal sofraya oturur) PEGAL: Çok mühim bir şey duydum. NAGO: Ne duydun. PEGAL: Yemekler çok güzel hemen yiyebilir miyim. BAYAN: Tabii, buyurmaz mısınız. PEGAL: Fevkalade naziksiniz. NAGO: Bu doğru. PEGAL: Fakat ben asıl meseleyi şimdi değil de. NAGO: Yemekten sonra. PEGAL: Anlatabilirim. (Dikkatle kompostoya saldırır) Kompostodan başlamalıyım. NAGO: Aman dikkat et. BAYAN: Fevkaladedir. PEGAL: Biliyorum. (Biryandan atıştırır) NAGO: Ne diyordun. PEGAL: Evet, bizim FOLTO'yu gördüm, adam. NAGO: Eeee. Ne olmuş. PEGAL: Çok eğlenceli haberler verdi. Dün gece. NAGO: Ben kitap okuyorum. PEGAL: Dur be her şeye karışırsın. NAGO: Biraz da sen karış. PEGAL: Ben fazla karışıklığı sevmem. NAGO: O halde komposto ye. PEGAL: İtina ederim. BAYAN: Çok beğeneceksiniz. PEGAL: Olabilir, ne diyordum. BAYAN: (Nazikâne) iyi anlıyamadık NAGO: Bir takım palavra. PEGAL: Öyle gibi fakat esasta zavallı FOLTO'yu görmelisiniz. Gülmekten kırılıp döküldüm. Herifi dolandırmışlar ya, o da bana geldi beni dolandıracakmış. Acıdım bi beş lira verdim. Bu sefer daha ver demesin mi. Adam şaşkına dönmüş. Elinden 75
Dr. Nago • 10
BAYAN: İnanabilir miyim. NAGO: Bilhassa inanabilirsiniz. Zira vaziyet zaten paralı değil. BAYAN: Ne yapabilirim. NAGO: Derhal bir kumbara alın ve para biriktirmeye başlayın. BAYAN: Bunun ne faydası olur. NAGO: Kendinizi bir şey zannedersiniz. BAYAN: Çok hoş konuşuyorsunuz. NAGO: Pek hoş değilimdir. BAYAN: Belki, fakat insana göre değişir meselâ. NAGO: Aleyhimde bulunmayın. BAYAN: Bunu kim ister. NAGO: Olabilir, insan hali, benim halim, maalesef şimdi gitmeliyim. BAYAN: Hemen. NAGO: Yavaş yavaş ve bu gölge de (Pegal'i kasteder) arkamdan gelmeli. (Samimiyetle el sıkarak vedalaşırlar) NAGO: Çok memnun oldum yine görüşelim. BAYAN: Memnun olurum, efendim. (Çıkarlar)
a
BEŞİNCİ PERDE
cy
SAHNE: Bir park, mevsim, düşünceli ve silik, yerde yapraklar, bir sıra ve sırada Nago, oturuyor. (Etraftan bir iki kişi geçer, Nago önüne bakar ve düşüncelidir. Nago ortadaki bankta oturuyordur. Bir simitçi gelir -genç-) SİMİTÇİ: Bir simit almaz mısınız. NAGO: İstemem. SİMİTÇİ: Bir tane alın. NAGO: Hayır istemiyorum. SİMİTÇİ: Çok tazedir. NAGO: Oğlum istemem dedim. Peki madem ki arzu ediyorsun bir tane ver. (Cebinden para çıkartır ve simitçiye verir. Simiti bankın üzerine koyar.) NAGO: (Kendi kendine) Rahat bile yok be, her tarafta insanlar (Durur). Ben bunları ne yapayım. SİMİTÇİ: (Uzaklaşırken) Taze simit... NAGO: (Kendi kendine) Herkes bir âlem, bana gelince rahat yok, şurada üç gün kalsam doymam ne iyi yer, (Ağaçlara bakar, elini kaldırır) ağaçlar... (Bu sırada iki kız yürüyerek geçerler) BİRİNCİ KIZ: Ne güzel bir gün, hem de yalnız. Kim bu acaba DİĞERİ: Borçlu gibi, düşünceli bir adam, hem de simit yiyor. NAGO: (Kendi kendine) O benim gölgemdir. (Kızlar kendi aralarında ağırlaşırlar) BİRİNCİ KIZ: Ne yapsak İKİNCİ KIZ: Ne yapabiliriz.
pe
beşliği alınca ne yapacağını şaşırdı. Ben de vermedim. NAGO: İyi yapmışsın. PEGAL: Ondan sonra. BAYAN: Komposto yeseniz. PEGAL: Yiyorum. (Devam eder) Buraya geleceğimi öğrenince, aman ben de geleyim demesin mi. Arkadaş dedim, sen iyisin ama, benim için başka, malûmat topla, benim işim ayrı falan dedim. O da unuttu. Zaten unutturamasaydım. NAGO: Yapışıverirdi. PEGAL: Bu da iyi. NAGO: Devam edin. PEGAL: Bitti artık, ondan kurtuldum bu sefer NAGO: Uzatma artık, bu sefer ne yaptın. PEGAL: (Samimi) Bu sefer buraya geldim. NAGO: Ve nasıl buldun. PEGAL: Dost dediğin iyi olur Nago, ben dostlara bayılırım. NAGO: İsabet edersin. BAYAN: Dostluk hakikaten... NAGO: Size göre değil. BAYAN: Neden. NAGO: Onu biz israf ettik. Siz de. BAYAN: Evet NAGO: Paranız var mı. BAYAN: Maalesef. NAGO: O halde bana göre hava hoş, insan dediğiniz her halde... BAYAN: İyi taraflarıyla anılır. NAGO: Hayret, demek bunları da biliyorsunuz. BAYAN: Daha başka şeyler de bilirim. PEGAL: Bayan malûmatlıdır. NAGO: Bekliyelim. BAYAN: Bekleyin. NAGO: Benim vaktim yok. BAYAN: Fakat acıkmıştınız. NAGO: Evet epey acıkmıştım. BAYAN: O halde. NAGO: Artık sabrım tükendi. PEGAL: Korkma söyleyiver. NAGO: Bana bakın, bugün ne günü olduğu malûm artık, yarın da malûm, ertesi günü de malûm. PEGAL: Eeeee. Ne olacak. NAGO: Ben gidiyorum, siz ne yaparsanız yapın. BAYAN: Nasıl olur. NAGO: Olabilir, hem de biraz tuhaf olur. BAYAN: O halde yine görüşelim. NAGO: Yalnız bir şey daha söyliyecektim. Hemen hemen konuştuk fakat bunları kimse duymasın, çünkü gizlidir, bilhassa, ben gizli işlere bayılırım. (Bayana) Sizin için hiç korkum yok. 76
BİRİNCİ KIZ: Ona bir şeyler söyliyebiliriz. DİĞERİ: Bir başka iş. BİRİNCİ KIZ: Ya. İKİNCİ KIZ: Anlasana. NAGO: (Kendi kendine) Ben anlamam. KIZLAR: (Susarlar) Pis, pis, pis. (Aralarında) NAGO: (Susar) KIZLAR: (Susar) (Bu sırada bir çöpçü parkı süpürmeye gelir.) ÇÖPÇÜ: Bay NAGO, yine buradasınız. NAGO: Evet öyle, ne istiyorsun. ÇÖPÇÜ: İyilik, her halde yine yoruldunuz, işler nasıl. NAGO: Çöpçülük kadar iyi değil. ÇÖPÇÜ: O halde benim halim de iyi. NAGO: Senin halin. ÇÖPÇÜ: Bay Nago, ne diye bu kadar düşüncelisiniz, insan. NAGO: (Simiti uzatır) Simit yer misin. ÇÖPÇÜ: Yerim. NAGO: Al... (Çöpçü simiti dişler, Nago düşünceli durur. Bu sırada kızlar yandaki banka otururlar.) NAGO: Böyle giderse havalar bozacak gibi. ÇÖPÇÜ: (Bir yandan simiti dişler) Evet öyle gibi. NAGO: Ne yapacağız. ÇÖPÇÜ: Bana göre hava hoş. NAGO: Bana göre değil. Ya evde kalırsam. ÇÖPÇÜ: O zaman meseledir. Ne yaparsınız. NAGO: Seni çok hatırlayacağım. ÇÖPÇÜ: Ben de sizi. NAGO: Çok naziksin. ÇÖPÇÜ: Size bakıyorum da. KIZLAR: Galiba kalksak. NAGO: (Kendi halinde) Hayır kalkmayın. KIZLAR: Bize söylüyor. NAGO: (Kendi halinde) Hayır size söylemedim. KIZLAR: Acaba ne yapmalı. NAGO: (Çöpçüye) Artık yaşlanıyorsun. ÇÖPÇÜ: Doğru, hem de geçim derdi çalışmak kolay değil, siz. NAGO: Paran var mı. ÇÖPÇÜ: Var. NAGO: Ne kadar. ÇÖPÇÜ: Epeyi var, ne yapacaksınız. NAGO: Hiç, sordum, bu zamanda geçinmek mesele, beni zaman zaman bir düşüncedir alıyor. KIZLAR: Acaba fıkara mı. NAGO: (Kendi halinde) Pek o kadar değil. KIZLAR: Acaba nedir. NAGO: (Kendi halinde) Anlaşılabilir.
Dr. Nago - 11
güzel, acaba ne yapmalı. ÇÖPÇÜ: Biraz dolaşsanız. KIZLAR: (Susarlar) NAGO: (Yerinden kalkar, bu sırada, Pegal ağır ağır yaklaşır.) PEGAL: Azizim Nago, seni burada bulacağımı biliyordum. Ne güzel bir akşam. NAGO: Hoşuna gitti değil mi. PEGAL: Evet, hakikatten güzel bir yer. Sen burada ne yapıyorsun. NAGO: Çöpçü ile konuşuyorum ve simit yiyorum. Yalnız bugün simiti o yedi. Ben de hava aldım. Bu daha iyi. PEGAL: Oturabilir miyiz. NAGO: Eğer istersen. (Bu sırada kızlar kalkar ve yürürler.) NAGO: Onlar da gittiler. Sessizlik daha iyi ne dersin. PEGAL: Susuyorum. NAGO: Ne güzel hava. PEGAL: Evet. NAGO: (Çöpçüye) Burada daha ne kadar durabiliriz. ÇÖPÇÜ: Orasını siz bilirsiniz. Ben yavaş yavaş gidiyorum. Birazdan akşam olur ve karanlık gelir. O zaman geç kalmayın, her halde siz bilirsiniz.
Ben gidiyorum, hoşça kalın. NAGO: Güle güle. PEGAL: O da gidiyor. NAGO: (Durur, Pegal'e) Akıl nedir. PEGAL: Kes be. (Susarlar.) NAGO: Ya anlıyamadıysam. PEGAL: Anlıyamadıysan. NAGO: Ne olur. PEGAL: İyi olur. NAGO: Neden. PEGAL: Akşam oluyor. NAGO: Akşam oluyor. PEGAL: Sussss. NAGO: Sussss. PEGAL: Akşam oluyor. (Ağır ve düşüncelere dalarlar, perde yavaş yavaş ve geç, kapanır) Perde
pe cy a
ÇÖPÇÜ: Buraya geldim geleli. NAGO: Ne kadar oldu. ÇÖPÇÜ: Dört sene, siz. NAGO: Ben daha yeni sayılırım. Kızları kasteder) Bu bayanlar kim. ÇÖPÇÜ: (Beğenilecek bir şey varmış gibi) Bu bayanlar komşudur. Şuralarda Binaları kasteder) oturuyorlar ne dersiniz. NAGO: Tanışmak isterdim. KIZLAR: Ne yapalım. NAGO: (Çöpçüye) Ne yapalım. ÇÖPÇÜ: (Önündeki yapraklara bakar) Onu siz bilirsiniz. NAGO: Artık akşam oluyor. KIZLAR: Bu ne demek. NAGO: (Kendi halinde) Bu ne demek. KIZLAR: Demek ki. NAGO: Ne güzel bir akşam oluyor. ÇÖPÇÜ: Evet. NAGO: Ne yapmalı. KIZLAR: Bir şey yapsak. NAGO: Duyuyorum. KIZLAR: (Susar) Hişşşşşt. NAGO: (Kızlara döner) Günaydın. KIZLAR: (Biri hafifçe önüne bakar, ciddi) NAGO: Parkta arkadaşlık cidden
KRYOLAN Profesyonel Makyaj Malzemeleri ACADEMIE Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri FREED Dans ve Bale Malzemeleri DANSKIN Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri SHOW & KARNAVAL Malzemeleri ve Aksesuarları PROFESYONEL SİHİRBAZLIK Malzemeleri KOSTÜM ve MASKOTLAR Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri
VİRA KOZMETİK SAN. ve TİC. A.Ş. Merkez: Bağdat Cad. Çuha Çiçeği Sk. Seyhun Ap. No: 4 D. 1 Kızıltoprak-İstanbul Tel: (0-216) 347 30 70-347 71 60 Fax: (0-216) 337 05 25 Şube: Kastel İş Merkezi No: 36 Beyoğlu-İstanbul (Atlas Sineması Pasajı Kuyumcular ve Antikacılar Çarşısı) Tel: (0212) 293 36 37 Şube: Şirinyalı Mah. 1496 Sk. No: 6/A Lara-Antalya Tel: (0-242) 323 70 77-323 29 08 Fax: (0242) 323 82 43
cy
pe a
pe cy a
a
pe cy
cy a
pe
a
cy
pe
Adam Öykü
Türk edebiyatının öncü dergisi.
Adam Sanat
Sanatta ve edebiyatta kalıcı.
Beauty Forum
Estetisyenin dergisi.
Beauty Forum Katoloğu
Katalogla ürün satışı.
Bütün Dünya
Aylık genel kültür dergisi.
Çveneburi
Kültürel dergi.
Düşünen Siyaset
Aylık düşünce dergisi.
Edebiyat ve Eleştiri
"Eleştiri önemlidir".
Güldiken
Mizah kültürü dergisi.
Hipokrat
Tıp sektöründe söz sahibi.
İnşaat Ekonomi
Ürün ve hizmetlerinizi hedef kitleye ulaştıran rehberiniz.
Kafkasya Yazıları
Tarih, edebiyat, kültür ve sanat dosyası.
Kardiyoloji
Kardiyologların spesifik dergisi.
Kozmetik Market
Kozmetik ve parfümeri-bujiteri dergisi.
Kuaför Magazin
Türkiye'de saç modelleri, kozmetik ve estetik konularıyla
Lokomotor
S.T.R. konusunda uzman dergi.
Print Türkiye
Türkiye'nin en iyi matbaacılık dergisi.
Roza
Cinsiyetçiliğe ve ırkçılığa karşı Kürt kadın dergisi.
Tiyatro Tiyatro...
Tiyatro... Tiyatro.
Turkish Aviation
Havacılık dünyası Turkish Aviation ile avucunuzda.
pe cy a
sektörün eşsiz dergisi.
Dergi sayısı önümüzdeki günlerde artacaktır.
Aşağıdaki bilgileri bize telefonla da iletebilir ya da www.abonet.net sitesine girerek kaydedebilirsiniz. Tel: (212) 222 83 32 Faks: (212) 222 27 10
Adı-Soyadı/Name-Surname : Adres/Address : Tel No.:
Faks No. :
Adam Öykü Adam Sanat Beauty Forum Beauty Forum Kataloğu Bütün Dünya Çveneburi Düşünen Siyaset Edebiyat ve Eleştiri Güldiken Hipokrat İnşaat Ekonomi Kafkasya Yazıları Kardiyoloji Kozmetik Market Kuaför Magazin Lokomotor Print Türkiye Roza Tiyatro Tiyatro... Turkish Aviation
E-mail :
İki Aylık Aylık İki Aylık Uç Aylık Aylık Uç Aylık Aylık İki Aylık Dört Aylık Aylık Aylık Üç Aylık Üç Aylık İki Aylık İki Aylık Üç Aylık İki Aylık İki Aylık Aylık İki Aylık
1.250.000 TL. 750.000 TL. 1.000.000 TL. 250.000 TL. 750.000 TL. 1.000.000 TL. 2.000.000 TL. 1.000.000 TL. 1.000.000 TL. 1.000.000 TL. 750.000 TL. 1.250.000 TL. ı.ooo.ooo TL. 750.000 TL. ı.ooo.ooo TL. ı.ooo.ooo TL. ı.ooo.ooo TL. 500.000 TL. 1.500.000 TL. 750.000 TL.
a
cy
pe