2000_102_11590

Page 1


a

cy

pe


M A Y I S 2 0 0 0

SAYI: 102 1.500.000 TL

A Y L I K

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Mustafa Demirkanlı

T İ Y A T R O

D E R G İ S İ

TİYATRO... TİYATRO..'YA DESTEKLER... /S.4

Yayın Yönetmeni: Orhan Alkaya EDİTÖRDEN Orhan Alkaya/5.5

Yayın Koordinatörü: Duygu Atay Katkıda Bulunanlar:

HABERLER /S.6

Üstün Akmen, Haluk Şevket Ataseven, Seyhun Banu Balçiçek, Ayşe Ece, Evren Erbatur, Müjdan Kayserli, Nilüfer Kuyaş, Nihal Kuyumcu, Küçük, Öykü Potuoğlu, Sibel Aslan Yeşilay

DİKMEN GÜRÜN'LE FESTİVALİN ARKA BAHÇESİ ÜZERİNE: /S. 10

12. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

Redaksiyon ve Düzeltme: Ayşe Nalân Özübek

Lillian; / Müidan Kayserli /S. 12 Pina Bausch'tan Ateşli Danslar:

Teknik Müdür: Erkut Arıburnu

a

Sibel Aslan Yeşilay /S. 13

Kenan Işık'tan "Aşk Hastası":

Abone Sorumlusu: Murat Güler

Üstün Akmen /S. 14

Film Çıkış: Çağdaş Grafik

cy

Cana Can Katan Gösteri: Nilüfer Kuyaş /S. 16

Baskı: Mart Mathaası

Fişne Pahçesu: Duygu Atay /S. 18 Dumrul ile Azrail: Evren Erbatur /S.20

Abone Bedeli: 18.000.000.

Medea: S.23

Yurtdışı Abone: 150 DM/75$

Hep Aşk Vardı: Duygu Atay /S.28

pe

Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.:

Sahte Kimlikler 5 (Asrın Entrikası): S.24 Hırçın Kız: Öykü Potuoğlu /S.30

Firuzağa Mahallesi Ağahamamı Sokak 5/3 Cihangir 80080 İstanbul Telefon: (0212)243 09 37 Fax: (0212) 252 94 14

İdeal Bir Koca: Üstün Akmen IS.32

ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım & detroit III: S.34

Hanna Schygulia: Çev. Ayşe Ece/S.36

P.Çeki: Tiyatro Yapım 655 248 İZDÜŞÜM: İçimde Bir Sıkıntı... / Ahmet Levendoğlu IS.37 Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 DOSYA: TOBAV'ın "Ha Pu Bize Ders Olsun"a Yanıtı /S.38

KIRK YILDA BİR: Kültür Bakanı Sansürledi / Mustafa Demirkanlı /S.41

KÜÇÜĞÜM, KÜÇÜKSÜN, KÜÇÜĞÜZ, KÜÇÜK / Küçük I S.42

KUZEYİN ŞANSLI ÇOCUKLARI VE "BRAVO! FESTİVALİ" / Nihal Kuyumcu /S.44

TİYATROMUZUN EĞİTİM SORUNLARI Haluk Şevket Ataseven IS.46

3


TİYATRO... TİYATRO. YAŞAYACAK Tiyatro... Tiyatro...'ya Destekler Gelmeye Başladı M ü j d a t G e z e n ' i n g i r i ş i m i , Y a y l a S a n a t M e r k e z i ' n i n d e s t e ğ i v e "Yedi K o c a l ı H ü r m ü z " p r o d ü k s i y o n u n d a yer a l a n s a n a t ç ı l a r ı n k a t k ı l a r ı y l a . M a r t a y ı n d a g e l i r i T i y a t r o . . . T i y a t r o ...'ya

k a l a n bir g e c e d ü z e n l e n d i .

A n t a l y a Büyükşehir Belediyesi T i y a t r o s u M a y ı s ayında oynadıkları 3 oyunlarının birer gösterilerin gelirini Tiyatro... Tiyatro...'ya bıraktı. A r a ş t ı r m a c ı - Y a z a r T u r g u t A k t e r , T i y a t r o . . . T i y a t r o . . . ' y a M a c i n t o s h bir b i l g i s a y a r a r m a ğ a n e t m i ş t i r . E n

cy

a

f a z l a g e r e k s i n m e d u y d u ğ u m u z b i r e k s i k l i ğ i m i z d i , t e ş e k k ü r ederiz.

T i y a t r o s a n a t ç ı s ı K e n a n Işık, 2 0 0 0 - 2 0 0 1

pe

g e l i r l e r i ile B o y u t M i t o s Y a y ı n e v i ' n d e

s e z o n u n d a o y n a n a c a k t ü m o y u n l a r ı n ı n 15'er g ü n l ü k t e l i

basılacak kitabının telif gelirini Tiyatro... Tiyatro...'ya bıraktı.

İ s t a n b u l B ü y ü k ş e h i r B e l e d i y e s i Şehir T i y a t r o s u Genel S a n a t Y ö n e t m e n i K e n a n Işık v e T i y a t r o Müdürü

Abdullah Kaplan'ın girişimiyle önümüzdeki

a y l a r d a A ç ı k h a v a T i y a t r o s u ' n d a , Şehir Tiyatroları'nın

" T i y a t r o Şarkıları R e s i t a l i " g e n i ş l e t i l e r e k " T i y a t r o G e c e s i " o l a r a k g e r ç e k l e ş t i r i l e c e k .

M i t o s B o y u t Y a y ı n e v i ' n i n T i y a t r o . . . T i y a t r o . . . ' y a y ü k s e k i n d i r i m l e v e r m e y e hazır o l d u ğ u 150 t a k ı m t i y a t r o k i t a b ı i ç i n s p o n s o r b u l u n m a s ı n a y a r d ı m c ı o l u n a b i l i n i r . H e m 100 o k u l , 150 k i t a p t a n o l u ş a n h a z i n e y i kavuşur hem de Tiyatro... Tiyatro... y a ş a m a daha sağlıklı döner. Bu k o n u d a desteğe gereksinmemiz vardır.

Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne abone olarak destek vermek istiyorum. Bir yıllık(11 sayı) abone bedeli olan 18.000.000 TL'yi,

T. İş Bankası, Cihangir Şubesi, Tiyatro Yapım: 1014-0197245 nolu hesaba yatırdım. Posta çeki hesabı, Tiyatro Yapım: 655 248 nolu hesaba yatırdım. Lütfen, randevu alıp ziyaretime gelin. İsim, soyisim: Adres: Tel. No:

4


EDİTÖRDEN

Tiyatromuz için enikonu sıradan bir sezonu bitirip, "minik vaha"mız Tiyatro Festivali'ne ulaştık. Doğrusu, biz mi sezonu bitirdik, sezon mu bizi, biraz karışık bir problem ya, neyse. Tiyatro Festivali de bu yıl daha az yabancı yapımla (Hanna Schygulla'yı saymaz­ sak 4 yapım) buluşturacak tiyatro ortamımızı. Royal Shakespeare'in iddialı yönet­ meni Lindsay Posner'ın rejisini izleyecek olmak, elbette etkileyici. Roberto Rosselini ile Ingrid Bergman'ın kızı, Lancome'un hüzünlü güzeli Isabella Rosselini'yi ti­ yatroda, bir Bob Wilson prodüksiyonunda izlemek, bir önfikir olarak bile heyecan verici. Pina Bausch yaratıcılığını takip edebilme imkânı sunması, festival kuratörlerinin doğru seçimi. Sonrası... Sonrası, böyle bir tiyatro sezonunun sonunda, gene de iyi sayılır Tiyatro Festivali'nin programı. Açıkçası, ben yıllardır ağız tadıyla Tiyatro Festivali'nin kendisini kurma ve konum­ landırma tercihlerini eleştirmek, (bizde eleştiri denilince "kötülemek" anlaşılır. Ben kritik etmekten söz ediyorum. Dipnotlu konuşmak ne sıkıcı bir durum!) ya­ pım seçimleri konusunda katılmadığım kimi noktaları açıp tartışmak istiyorum.

a

Nedir, giderek daralan bir tiyatro ortamında, her zaman temiz bir soluk alanı oluşturan bu organizasyonu eleştirmeye bir türlü sıra gelmiyor. Her yıl, bu isteği­

cy

mi bir sonraki yıla erteliyorum.

Çünkü bu organizasyonu seviyorum. Sorumsuzca tüketilen meslek hayatımız için yapılan bir iyilik olduğunu düşünüyorum. Yani sevgili okur, belki seneye bu ay, eleştirel bir yazı yazarım. Kim bilir, önümüzde, şu kirlilikleri ve sıradanlıkları unut­ turacak bir tiyatro sezonu vardır. Umarım vardır.

Belki bu yaz (off) sezonunda herkes istihareye yatar. Yitip gitmekte olan "za­

pe

Orhan Alkaya

man"! kendi varlık alanının lehine kullanmak için olağanüstü yaratıcı yöntemler geliştirir.

Belki, basit iktidar alanları kurmak yerine, mesleki boş alanlar kurup içini doldur­ mak arzusu galebe çalar.

Belki, Bülent Erkmen'in tasarladığı bir "büst" kitabın, belden yukarı soyunma önermesiyle kurmayı denediği düşünme konseptine karşı, belden aşağı saldırılar düzenleyen genetik formasyon, avazeyi Davut gibi cihana salacak gücü kendisin­ de bulamaz önümüzdeki sezon. "Birkaç İyi Adam" benzeri "birkaç iyi oyun"la dükkânın namusunu kurtarmak kimseye kâfi gelmez artık. Kendini kuracak kimlik serüvenini, cesaretle ve bilgiyi baştacı ederek başlatır tiyatro insanlarımız. Etnik fobilere, aşılamamış cinsellik saplantılarına, ikameciyürütmeci fiyakalara, bizatihi medyum olan medya totemine tapınmaya karşı bel­ kemiğini kuvvetlendirir. Yani, bakarsınız iyi olur. Olmazsa da olmaz. Senede birkaç iyi oyun seyreder, birkaç nitelikli tartışmanın kamu sahasında ilgisizlik çığlığıyla susturulmasına tanıklık eder, yaralarıyla yaşadıklarını ayrımsamayacak kadar kanıksamış olanların içhuzuruyla yaşar gideriz.

5


H A B E R L E R . . .

H A B E R L E R . . .

3. ULUSLARARASI KUKLA FESTİVALİ

KOCAELİ BÖLGE TİYATROSU'NDA "ÇOMAKÇI"

Bu yıl 10-18 mayıs tarihleri arasında 3. sünü izleyeceğimiz Uluslararası Kukla Festivali; Kenter Tiyatrosu, AKM Sinema Salonu ve Babylon'da, dünya tiyatrolarının seçme yapıtlarını ayağımıza getirecek. Ülker'in sponsorluğunda gerçekleşecek festivalde 5 yabancı, 7 yerli grup yer alacak. İnternette açılacak olan "Karagöz Figürleri Sergisi" de www.tiyatronline.com adresinden tür dünyadan izlenebilecek. Ayrıca bu yıl düzenlenen "Festival Onur Ödülü" d( kukla ve gölge oyunu sanatçısı Tacettin Diker'e verilecek. Programını dergimizde bulacağınız festivalin bu yılki en önemli toplulukla ise şöyle:

Kocaeli Bölge Tiyatrosu sezonun son oyunu olarak M. İrfan Benli'nin yazdığı , oynadığı, müziklerini gerçekleştirdiği

H A B E R L E R . . .

ve dekor-kos-

tüm tasarımlarını yaptığı, "Çomakçı" adlı iki perdelik oyunu sahneliyor. Yönetmenliğini Burhan Akçin'in yaptığı oyunda ayrıca Can­ dan Eryılmaz da rol alıyor.

PERA SANAT GÜNLERİ Nisan-Mayıs-Haziran-Temmuz aylarını kapsa­ yan "Pera Sanat Günleri 2000" etkinlikleri; Bale ve Dans gösterileri, Tiyatro temsilleri, resim sergileri, konferanslar, Seminerler, Film gösterilen, müzik konserleri ve resitalleri ile bu aylarda sanatsevenlerle buluşacak. Etkinlikler, Pera binası çok amaçlı salon, ital­ yan Kültür Merkezi, Y.Ü.Konferans salonla­

Anton Çehov'un öykülerinden topluluk tara­ fından uyarlanarak oyun haline getirilen "İyi Hava, Kötü Hava"yı her temsilde ancak 35 kişi izleyebilecek. Oyun; Perşembe, Cuma, Cumartesi günleri saat 20.00'de Sıraserviler'deki Bilsak Tiyatro Salonu'nda izlenebilir. "Jenerik, kazlar, şiir, pencere, ciddi adım, şarkıcı kız, evlenme, kötü hava, mümtaz şahsiyet, toplantı" adlarını taşıyan bölümler­ den oluşan oyunu gerçekleştirenler Şehsu-

rosu. Büyük boy bir Japon kuklası, bir aktör ve bir maskla, eski bir Japon öy küsü betimlenecek. Geleneksel Japon Tiyatrosu'nun izlerini günümüze taşı

yan modern bir çalışma. Çağdaş Japon sanatından bir örnek izlemek isteye cekler için önemli bir olanak. Figurentheater'ın (Almanya) oyununda el kuklası tekniğinde oyunlar hazırla

yan grubun son çalışmasını izleyeceğiz. Çocuklara yönelik bu komedi, Susam Sokağı'nın Edi ile Büdü'sünü anımsatıyor. Union Theater Impossible'ın (Polonya) oyununda tiyatro, kukla ve grafiği bir

arada göreceğiz. Ünlü grafik sanatçısı Topor adına yapılan bu oyun, Polon

ya'da yılın en iyi reji ödülünü almış.

pe

var Aktaş, Aylin Deveci, Murat Ergun, Nihal

Japonya'dan gelen ve dünya festivallerinin onur konuğu olan Dondorra tiyat

cy

BİLSAK TİYATRO ATÖLYESİ'NDE " İ Y İ HAVA, KÖTÜ HAVA"

a

rında gerçekleşecek.

Theatre Tak'ın (Rusya) oyunu, Anton Çehov'un bir öyküsünden oluşuyor

Koldaş, Göze Saner, Ayşe Selen.

Kuklalarla sevimli

YUNUS EMRE HOLLANDA'DA

köpek

Kashtan-

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatro­

tek bir sözcük kul­

ları 1999-2000 tiyatro sezonunda, yurtdışı

lanmadan seyirci­

turneleri kapsamında Şubat ayında "Batı

lere ileten o y u n ,

Rıhtımı" ile Fransa'ya gittikten sonra, bu kez

bir duygu şölenine

de Ayla Algan'ın, Yunus Emre'nin şiirlerin­

dönüşüyor.

ka'nın öyküsünü,

den yola çıkarak hazırladığı ve sunduğu "Ay­

Figurentheater

la Algan Yunus Emre söylüyor" adlı tek kişi­

Wilde und Vogel

lik gösteriyle 27 Nisan Perşembe günü Hol­

(Almanya), dünya

landa'nın Rotterdam kentinde seyirciyle bu­

festivallerinde bir­

luştu.

çok

kez

oyun "Exit"i

I. ULUSLARARASI KARADENİZ'E KIYISI OLAN ÜLKELER TİYATRO BULUŞMASI

en

iyi

seçilen tanıtıyor

bizlere. Shakespeare'nin ünlü oyu­

Devlet Tiyatroları, 16-24 Mayıs tarihleri ara-

nu " H a m l e t ' t e n

sında Tarbzon'da Türkiye, Ukrayna, Bulgaris­

yola çıkarak t ü m

tan, Moldovya, Romanya, Rusya ve Gürcis­

sahneye

tan'ın katılacağı bir tiyatro buluşması ger­

kukla ve aktörün

çekleştiriyor.

serüveni. Büyük

Trabzon'daki 3 salonda gerçekleşecek bu­

boy kuklalarla oy­

yayılan

luşma ö n ü m ü z d e k i yıllarda da t e k r a r ­

nanan müthiş bir

lanacak.

gösteri.

6


H A B E R L E R . . .

H A B E R L E R . . .

H A B E R L E R . . .

DEVLET TİYATROLARI TÜRK MÜZİKALLERİ İLE ASPEHDOS'TA Bu yıl 1.si gerçekleşecek olan Aspendos Ti­ yatro Festivali'nin konusu Türk Müzikalleri. 20 Mayıs'ta açılışı yapılacak olan festivale, al­ tı değişik Devlet Tiyatrosu'ndan altı yerli ya­ zarın müzikalleri katılıyor. Konya Devlet Tiyatrosu, Haldun Taner'in yazdığı ve Selçuk Yöntem'in yönettiği "Ke­ şanlı Ali Destanı" ile açılış yapıyor. 22 Ma­ yıs'ta Sivas Devlet Tiyatrosu, Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan İ. Rahmi Dilligil'in oyunlaştırdı-

AFİFE TİYATRO ÖDÜLLERİ VERİLDİ

ğı "Şıpsevdi"yle izleyici karşısına çıkacak. Van

7 Nisan akşamı Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde gerçekleşen gecede "Afife

Devlet Tiyatrosu'ndan Erhan Gökgücü'nün

Tiyatro Ödülleri" sahiplerini buldu. Tunç Yalman, Füsun Akatlı, Dikmen Gü-

yazdığı, Zafer Kayaokay'ın yönettiği "Rama-

rün, Seçkin Selvi, Engin Uludağ, Nazan Aksoy ve Demet Taner'den oluşan

zan'la Cülide" 24 Mayıs'ta, Adana Devlet Ti­

jüri'nin seçimi şöyle:

yatrosu'ndan Müsahipzade Celal'in yazdığı,

Özel ödüller:

Ayşenil Şamlıoğlu'nun yönettiği "Pazartesi-

Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü: Genco Erkal

Perşembe" 26 Mayıs'ta, Bursa Devlet Tiyat­

Nisa Serezli Aşkıner Özel Ödülü: Ani İpekkaya

rosu'ndan Ülkü Ayvaz'ın yazdığı, Raik Alnı-

Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü: Memet Baydur

açık'ın yönettiği "Külhanbeyi Operası" 28

Güne Bakan Cam Kırıkları, İstanbul D.T)

Mayıs'ta, izleyiciyicilerle buluşacak. Festivalin kapanış temsili ise, Aziz Nesin'in

Yılın En Başarılı Prodüksiyonu:

yazdığı, Ali Düşenkalkar'ın yönettiği Trabzon

İdeal Bir Koca (Tiyatro İstanbul) Yılın En Başarılı Yönetmeni: Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu:

Devlet Tiyatrosu yapımı "Yaşar ne Yaşar, Ne Yaşamaz"29 Mayıs'ta sahnelenecek.

cy

Işıl Kasapoğlu (Sevilmek, Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu)

a

Tiyatroda Yeni Kuşak Özel Ödülü: İnci Türkay ("Sylvia" Tiyatro İstanbul)

Cüneyt Türel (Sevilmek, Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu) Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu: Yıldız Kenter (Nükte, Kent Oyuncuları) Yılın En Başarılı Yardımcı Erkek Oyuncusu:

ANTALYA BELEDİYE

Bülent Emin Yarar (Arturo Ui'nin Önlenebilir Tırmanışı, İstanbul D.T.) Yılın En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncusu:

pe

Ezgim Kılınç (Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, (İBŞT)

TİYATROSU'NDA TURNE BAŞLIYOR

Yılın En Başarılı Müzikal Ya da Komedi Erkek Oyuncusu:

1983 Yılında kurulan ve kesintisiz çalışan

Savaş Dinçel (Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, İBŞT)

Antalya Büyükşehir Belediye tiyatrosu, çevre

Yılın En Başarılı Müzikal Ya da Komedi Kadın Oyuncusu:

köy ve ilçelere yönelik turnesine başlıyor. 18

Zuhal Olcay (Dolu Düşün Boş Konuş, Oyun Atölyesi)

Mayıs'ta Antalya Beymenek'de , 26-27-28

Yılın En Başarılı Sahne Tasarımcısı:

Mayıs'ta Alanya'da, 29-30-31 Mayıs'ta Gazi­

Nilgün Gürkan (İdeal Bir Koca, Tiyatro İstanbul) Yılın En Başarılı Giysi Tasarımcısı:

Şanda Zıpçı (Fişne Pahçesu, Ortaoyuncular)

paşa'da Turgut Özakman'ın yazdığı "Masal var, Masalcık Var" adlı çocuk oyunuyla izle­ yicilerin karşısına çıkacak. Yöneten Cenap

Yılın En Başarılı Sahne Müziği:

Aydınoğlu.

Melih Kibar (Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, İBŞT)

19 Mayıs'ta Antalya'nın Yenibayır köyünde,

Yılın En Başarılı Işık Tasarımcısı:

3 Haziran'da Yelten'de, Ağustos'ta da İzmit

İlhan Ören (Aşk Hastası, İBŞT)

Sokak Tiyatroları Festivali'ne, Savaş Aykılıç'ın Aristofanes'in Lysistrata'sından uyarla­

TİYATRO... TİYATRO...'YA "TİYATROYA KATKI ÖDÜLÜ"

yıp yönettiği oyunla katılıyorlar. ABT, 10-11 Haziran'da da Recep Bilginer'in

İstanbul Büyükşehir Beledisi Şehir Tiyatroları tarafından 1-7 Mayıs tarihleri

yazdığı, Müfit Kayacan'ın yönettiği "Politika­

arasında geçekleştirilen "16. Gençlik Günleri kapsamında "Tiyatroya Katkı

da Bir Sarı Çizmeli" adlı oyunla Akşehir'de

ödülleri", Tiyatro... Tiyatro... Dergisi ile MitosBoyut Yayınları'na verildi,

olacak. Polonya, Hırvatistan, Macaristan ve

Bu yıl ilk kez verilen ödüller, tiyatronun herhangi bir alanında tiyatroya katkı yapan kişi veya kurumlara verilecek.

daha pek çok ülkeden çeşitli gurupların da

Gençlik Günleri'nin açılışında düzenlenen bir törenle verilen ödüllerin ardın-

katıldığı festivalde, ilk kez bir Türk topluluğu

dan, Engin Alkan'ın yönettiği, MSM'nin Tiyatro Bölümü öğrencilerinin rol al­

olacak.

­ığı "Vişne Bahçesi" izlendi.

Yönetmen'in, bir Türk yazarın oyununu Türk

Ayrıca, Türk Kadınlar Birliği'nin her yıl genç bir kadın sanatçıya verdiği "Bedia

oyuncularla gerçekleştirmiş olması, grubun

Muvahhit Ödülü"nün bu yılkı sahibi Şenay Saçbüker Köroğlu oldu. Köroğlu

kazandığı başarının yanında ayrı bir özellik

Lüküs Hayat" oyunundaki rolü ile bu ödüle değer bulundu.

taşıyor.

7


H A B E R L E R . . .

H A B E R L E R . . .

H A B E R L E R . . .

sanatsal yetersizliği kabul etmiyorum. Bu bir idari karardır ve Genel Müdür'ün yetkisindedir." demiştir. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda uzun bir süredir prova yapan, bir iki defa promi­ Devlet Tiyatroları'nda yaşanan her türlü karmaşa, intihal ve sanatsal boşluklara yeri ertelenen, Cuma Boynukara'nın yazdığı ve 1993 yılında Kültür Bakanlı­ rağmen sesini çıkartmayan TOBAV, bu kez bir bildiri yayımlayarak erteleme ka ğından ödül alan oyunu "Çok Geç Olmadan" bir aylık biletlerinin satıldığı iddi­ rarını kınamıştır. asına rağmen galaya iki gün kala ertelendi. Oyunun yazarı Cuma Boynukara Genel Müdür tarafından alınan karar karşısın İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdür Yardımcısı ve oyunun yönetmeni Orhan Kur- da suskunluğunu sürdürmekte olup, daha sonra açıklama yapacağını belirtmiş tuldu'nun rejisi ile hazırlanan oyun Genel Müdür tarafından: "Oyun genel pro­ tir. vası sonrası; teknik ve sanatsal hazırlıkların uygun olmaması nedeniyle ertelen­Genel Müdür İ. Rahmi Dilligil'in bu son uygulamasına, çeşitli sanat kurumlar miştir." yazılı açıklamasıyla ertelenmiş gibi gösterilmiştir. tepki vermesine rağmen, Cuma Boynukara'nın da üyesi olduğu Tiyatro Yazar "Sanatsal" yetersizlikle ertelen oyun sonrasında istifa edeceği beklenen Orhan ları Derneği'nden herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Kurtuldu, idari görevini ve sanatsal görevini sürdürmektedir. "Çok Geç Olmadan"ın ertelendi mi, kaldırıldı mı sorusuna ise hiç kimse yanıt Dergi'ye yapmış olduğu açıklamada; "Ben oyunu hazırladım, benim işim bitti. verememektedir.

"ÇOK GEÇ OLMADAN"IN BAŞINA GELENLER

ÇOK GEÇ OLMADAN ARTURO UI'NIN TIRMANIŞI ÖNLENEBİLİR Mİ? kimse üstlenmiyordu. Bunun üzerine, Ankara'dan birinin atanacağı söylentileri bile yayılmıştı. Bu sırada yalnız kurum içinde değil AKM personeli arasında bile, hadi ona Arturo Ui diyelim, bu müzmin TOBAV'lının müdür olacağı yayılıverdi. Ama nasıl olduysa ertesi gün ma­ kamda bir başka sanat yönetmeni müdür oturuyordu. Söz konusu zat ise sadece müdür yardımcılığı görevini alabilmişti. Gerçi kendisinin söy­ lediğine göre bu görevi kabul etmemiş, ama pazarlık icabı sezon sonu­ na kadar "Kapalı Kapılar Ardında Washington" hesabı, aslında tiyatro­ yu o yönetecekmiş. Eee yeni sezonda da kaçınılmaz olarak sanat yö­ netmeni o olacakmış. Bu arada da sürekli ben örgütüme sormadan hiçbir şey yapmam teranesi okuyup, TOBAV'ın İstanbul yönetimine el koyduğu yayılıyordu. Yeni yönetimde kendisi gibi bir TOBAV'lı arkadaşı ve bir de senelerdir bu kuruma günün birinde müdür olacağını söyleyen bir başka sanatçı daha vardı. Bir anda İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda çalışan birçok insan birden oh çekti. Neyse canım gelen ekip ehven-i şerdi. Ya Ankara'dan birileri atansaydı ne olurdu halleri? Fakat ekipten ilk çatlaklar bir iki hafta içinde ortaya çıkmaya başladı. Bir gariplik vardı. Ortada bir müdür, üç de yardımcısı vardı (kısaca Dal-

pe

cy

a

Bu günlerde tiyatro deyince akla ne tadı damağımızda kalan oyunlar ne de sahnede tanrılaşan sanatçılar geliyor ne yazık ki. Artık ilk akla gelen Devlet Tiyatroları'ndan taşan skandallar ve tabii ki en göz önün­ de olan bölgesi, bir zamanlar "Devlet Tiyatroları'nın vitrini" diye adlan­ dırılan İstanbul Devlet Tiyatrosu. Bununla bağlantılı olarak, Türkiye'nin pek de yabancı olmadığı bir yükseliş öyküsü; "Bir Portre"nin konusu. Efendim, anlatacağımız zatı muhterem, kendisini camiada ilk olarak TOBAV İstanbul Şubesi'nin ilk başkanı olarak göstermişti. Heyecanlı, coşkulu, biraz fazla konuşan, bu nedenle de ne kadarını doğru söyle­ diği konusunda ufak soru işaretleri bırakan bir zattı. Seneler içinde TO­ BAV yönetimindeki konumu değişse de, o artık herkesin gözünde TOBAV'ın ayrılmaz bir parçası olmuştu. Biraz çabuk dolduruşa geliyordu, her yapılan iş için "BEN" zamirini ise mutlaka kullanıyordu. Ama her şey sanat içindi! Malum, sezon başından beri çeşitli depremlerle sarsı­ lan İDT, o zamanki sanat yönetmeninin istifasını sunup, kabul edilme­ mesinden sonra görevden alınmasıyla başıboş kalmıştı. Genel müdür İDT sanat yönetmeninin makamına yerleşmiş, AKM'nin kafeteryasında uygun bir sanat yönetmeni arayışına çıkmıştı. Bir gün içinde en az üçdört kişiye sanat yönetmenliği teklif ediliyor, ama her nedense ihaleyi

8


H A B E R L E R . . .

H A B E R L E R . . .

H A B E R L E R . . .

ton biraderler diye adlandırılıyorlardı), amma her türlü işleyişte tüm birimlere dört ayrı talimat gidiyordu. Birimler bocalamaya başladı, çünkü genellikle birinin verdiği talimat diğeriyle açıkça çelişiyordu. Ortada bir dil ve görüş birliği olmadığı gibi, bambaşka hesaplar dönüyordu, taze müdür yardımcıları sırayla otoritelerini isnat etme gösterilerine giriştiler. Bunlardan bir kısmı müdür tarafından geri püskürtüldü ve "müdür ben isem, benim dediğim olur" dedi. Bir de tabii, hepsi birden aynı anda farklı işlerin yapılmasını isteyip öncelik haklarının kendilerinde oIduğunu iddia ediyorlardı. Personel yanmıştı. Çünkü hangisinin işi önce yapılsa diğerleri bozuk atıyordu. Müdürün dediğini yapanlar ise neredeyse açıkça düşman ilan ediliyordu.

lanmıştı. Fazla ayak altında dolaşan müdür de istifa edip gitmiş şimdi meydan üç silahşörlere kalmıştı! Müdürden gizli iş yapma sevdası, ge­ nel müdürle yaptığı gizli yazışmalar ise personelin yazışmaları müdüre göstermesi nedeniyle biraz gerginliğe yol açmıştı. Üstelik her nasılsa müdür istifa etmeden önce masasındaki resmi evraklar kayboluvermişti. Arturo hiç çekinmeden evrakları merak ettiği için aldığını sağda sol­ da söylüyordu. Şimdi sıra müdür koltuğuna oturma girişimine başla­ maktı. Aslında en azından fiziksel olarak o koltuğa epey oturmuşluğu vardı. Müdür ne zaman dışarı çıksa, gider onun odasında toplantı dü­ zenleyip, koltuğa otururdu. Tabii müdür olmak isteyen diğer müdür yardımcıları da bu arada boş durmuyorlardı...

Günün birinde bizim Arturo bir firma ile Makedonya'dan gelecek bir oyuna sponsor bulmak için randevu alır ve gider. Ama dönüşünde kı­ yametler kopar. Çünkü bunu müdürden gizli yapmıştır ve aslında kendisinin özel projesidir. Devlet Tiyatroları'ndaki titrini kullanarak buna sponsor aramaya hakkı yoktur(!) Tabii ki bizimki azimle ve gizlilikle arayışını sürdürür. Bu arada tepeden inme bir şekilde repertuvara giri-

Ve tüm ödüllere aday! olduğunu iddia ettiği, oyunun prömiyerine 48 saat kala bomba patlar. Genel müdür Ankara'dan provayı izlemeye ge­ lir. Eh Arturo da her zamanki alışkanlıkla eşi dostu provayı izlemeye çağırır. Yalnız bu sefer genel müdür hazırlıklıdır. Görevliler hariç herke­ sin salonu boşaltmasını ister ve oyunu tek başına izler. Provanın so­ nunda oyunu kaldırdığını ve bu konuda kendisine hiçbir şey sorulmamasını ister. Aslında oyunun kaldırılması politik olarak Arturo'nun işine bile gelmektedir. Çünkü Kürt sorununu işleyen oyunu devletin sansü­ rüne uğramıştır. (Nasıl olsa oyunda bana ait tüm ibarelerin çıkartıldığı­ nı artık kimse bilmeyecektir.) O mazlumdur, ama kahramandır. Yalnız tuhaf bir ilke de imza atmıştır. Genel müdürü tarafından oyunu müsamere olarak adlandırılarak basın açıklaması yapılan ilk rejisörüdür de. (Aslında istifa etmeyi düşünmektir ama ya oyunu için burada kalıyor­ muş derlerse diye idari görevinden ayrılmaz.) Bu durumu avantaja çe­ virmek için hemen TOBAV devreye sokulur. Sanki TOBAV genel başka­ nı oyunu kaldıran idarenin genel müdür yardımcısı değilmiş gibi, sanki bugüne kadar DT'de olan olumsuzluklara göz yumup ses etmeyen ay­ nı TOBAV değilmiş gibi, bir anda basın açıklamaları yapılıp kınamalar yayınlanmaya başlar.

a

veren, genel müdürün Diyarbakır'daki görevi sırasında ahbap olduğu bir yazarın ödüllü oyununu sahneleyecekti. Arturo'nun bu ilk yönetmenlik denemesi -bir, iki çocuk oyunu ve okul müsameresi dışındaaz kalsın başlamadan bitiveriyordu. Müdürün itirazları bir yana, rol dağılımı yapılamıyordu. Kim oynatılmak istense rolünü çeşitli sebeplerle red ediyordu. Artık müdür yardımcılığı makamından! bizimkinin oyuncularla sürekli olarak tartışmaları yükseliyordu. Tam herkes umudunu kesmişken distribisyon zorlukla yapıldı. Baş rolde bilin bakalım kim oy-

cy

nuyordu?' Artık çaresizlikten mi, değil mi bilemeyeceğiz, mesai arkadaşı TOBAV'lı müdür yardımcısı III. Richard. (O Arturo gibi kör parmağım gözüne yapmıyordu işlerini. Alttan alıp yağ çekerek insanların yüzüne gülüyor, sonra da iplerini çaktırmadan çekiveriyordu. 'Aaaa kim yapmış, ben görmedim!' Tabii, o daha akıllıydı. Büyüyünce kesinlikle genel müdür olacaktı!) Neyse oyunun provaları kazasız belasız başladı. Zavallı Arturo'ya ilk darbe genel kurmaydan geldi. Tiyatrodan 12 kişi 13 değil 12 ve hepsinin isimlerini de tek tek tesbit etmişlerdi!) oyunun bölücülük yaptığı iddiasıyla şikâyette bulunmuşlar, yetkili merciler harekete geçmiş ve prömiyer ertelenmişti. Bir süreden beri yeni prodüksiyon çıkartamadığı için sürekli turne oyunlarıyla idare edilmekteydi. Yine bir turne oyununun galasında III. Richard gazetecileri tek tek ertesi günkü genel provayı izlemeye davet etti. Ne tesadüf ki aynı provaya oyunun gerçekten sakıncalı olup olmadığını değerlendirmek için debi kurul başkanı, başdramaturg ve başrejisör de katılacaklardı, Ama nedense müdür çağrılmamıştı. Sabah provada herkes birbirini görünce pek şaşırdı. Kimsenin diğer ekibin katılacağından haberi yoktu. En çok şaşıran da nedense Arturo olmuştu. O sanıyordu ki gazeteciler ertesi gün gelecekti! Genel prova olduğu iddia edilen -genel prova aşamasına gelebilmesi için bir buçuk ay daha üstünde çalışılan— provanın ardından gazetecilerin meraklı bakışları altında değerlendirme ekibi oyunda değişmesi gereken ufak tefek şeyleri belirtti (Bu oyunun Güneydoğu'da geçmesi şart mı? Daha evrensel olmaz mı? Oyuncular tayt mı giyseler acaba? vs. Sonunda o kadar evrensel oldu ki

pe

Bir de oyunun afiş-broşür macerası vardır: Arturo'nun tasarımcıyı baş­ tan beri gözü tutmamıştır. Çünkü o her işi bırakıp sadece bu oyunla uğraşacakken başka oyunların afişlerini de çalışmaktadır. Üstüne üstlük Arturo her zamanki alışkanlıkla zaten başka bir tasarımcıyı ayarla­ mıştır bile. Bir sürü taslak gider gelir. Her geçen gün gerginlik biraz daha artar. Artık açık açık hakaret etmeye başlamıştır. Sonunda kozu­ nu oynar. Bu grafiker onun istediğini yapamadığına dair bir kâğıt im­ zalayacak ve tasarım üzerindeki tüm haklarından vazgeçecektir. Artu­ ro da daha oyunu çalışmaya başlamadan anlaştığı(!) ajansa yaptıra­ caktır. DT ile sezonluk sözleşmesi olan tasarımcı bunu kabul etmez, ama daha fazla hakarete muhatap olmamak için Arturo'nun ikinci tek­ lifini kabul eder: Yani DT'den alacağı tasarım parasının bir miktarını Arturo'ya, Arturo da ajansa ödeyecektir. Aslında tasarımcı sözleşmesi gereği başka bir ajansa iş yaptırtıldığı için dava açma hakkına bile sa­ hiptir. Her neyse ajans tasarımı yapar. Afiş basılır. Oyun kalkmış olma­ sına rağmen, afişlerin her tarafa asılmasını ister. Ama görevliler bunu red ederler. Bunun üzerine, Arturo oyun kaldırıldıktan üç gün sonra oyun broşürle­ rinin de bastırılmasını ister. Tarihe belge kalsın istemektedir zahir! Kal­ dırılmış oyuna broşür bastırılmasının usulsüzlük olduğunu ve devleti maddi zarara sokucağı gerekçesiyle bu isteği red eden basın sorumlu­ sunu da görevinden aldırtır. Şimdi elinde binlerce broşürle ve TOBAV desteğiyle mağdur sanatçımızın oyununun kaldırılmadığını, sadece er­ telendiğini anlatıp duruyor. Genel müdür tarafından tepeden inme bir kararla repertuvara alınan oyun, yine aynı genel müdürün tepeden in­ me kararı ile kaldırılmıştı. Aslında işleyiş olarak bir çelişki yoktu. Çünkü zaten baştan, İstanbul müdürünü atlayarak, en tepeden genel müdür ile bu işi bağlamak yanlış değil miydi? Her neyse, bu kadar patırtı kop­ tuktan sonra herhalde oyun yeni sezonun açılışında prömiyerini yapar artık!

fişte bile Afrika ile Güney Amerika gözüküyordu. Tabii arkadaşlar bu arada hâlâ Güneydoğu aksanlarıyla konuşuyorlardı). Eğer bunlar yapılırsa oyunun oynanmasında bir sakınca kalmazdı. Zaten Arturo daha provalar başlamadan bir otosansür uygulamış ve örgüt üyesinin serbest bırakıldıktan sonra öldürülmesini değiştirmiş ve finalde barış, özgürlük, kardeşlik duygularıyla taşarak happy end'le noktalanmıştı. (Tek eksik olan Mahsun Kırmızıgül'ün şarkısıydı.) Günün sonunda her şey tatlıya bağlanmıştı, ama basın mensuplarında bir burukluk vardı. Sanki birileri tarafından baskı unsuru olarak gösterilerek, kendilerini kullanılmış hissediyorlardı. Bu arada Makedonya tiyatrosu turnesi de atlatılmış, iş tepeden bağlanmıştı yine. Turne devlete 20 milyara mal olmuştu, oyunlar boş geç-

Seyhun Banu Balçiçek)

mesin diye neredeyse sokaklardan, yetiştirme yurtlarından seyirci top-

9


12.

ULUSLARARASI

İSTANBUL

TİYATRO

FESTİVALİ

DİKMEN GÜRÜN'LE FESTİVALİN ARKA BAHÇESİ ÜZERİNE

cy

a

yacaktır. Ama, bu her yerli oyun festi­ vale alınacaktır anlamına gelmez. Bı­ rakın festivali, şehir ve özellikle devlet tiyatroları repertuvarına alınan pek çok yerli oyun da tartışmaya açıktır kanımca. Tiyatromuza yeni boyutlar katacak olan, evrensel değerler taşı­ yan, belli kalıpların dı­ şına uzanan yapıtlardır Türk tiyatrosunu güç­ lendirecek olan. Ülkemiz bu yıl ilkleri ya­ şıyor. Galatasaray ilk kez Avrupa'da final oy­ narken, ilk kez asker ve­ ya siyasi olmayan bir cum­ hurbaşkanı seçilirken, ilk kez Devlet Tiyatroları, bağımsızlığını önemse­ yen ve sıkı sıkıya savu­ nan bir kuruma (İKSV'ye) sanatsal seçi­ minde müdahale etme­ ye kalkıştı. Bu müdaha­ leyi nasıl yorumluyorsu­ nuz?

pe

Kimi yerli yazarlar (!) Festival'in repertuvarını eleştirmekte, oyun seçiminizde yerli ya­ zarlara yeterli oranda yer vermediğinizden dem vurmakta. Festival'in politikasını, bu eleştirilere de yer vererek açıklar mısınız? Festivalle sorun nedir anlayabilmiş değilim. Herhalde durup durup alevlenen bu öfkenin altında yatan "Benim oyunum neden festiva­ le alınmadı?" sorusu olsa gerek. Ama, festi­ valin tümünü karalamak ve 'Batı merkezle­ rinden getirilen sabun köpüğü oyunlardan söz etmek' haksızlık olmuyor mu? Berliner Ensamble mı sabun köpüğü? Royal National Theatre mı? Royal Shakespeare Company mi? Pina Bausch mı? Yoksa Robert Wilson mu? Heiner Müller mi? Piccolo Teatro di Mi­ lano mu? Ya da Georgio Strehler mi? Bu ör­ nekleri çoğaltmak mümkün. Yapılan iş orta­ da. Festival dünya tiyatrosunun saygın isim­ lerini getiriyor İstanbul'a. İzleyiciye yurtdışın­ dan önemli çalışmaları taşıyor, sabun köpü­ ğü oyunları değil. Günümüz tiyatrosuna ya­ pıtlarıyla imza atmış yönetmenleri buluşturu­ yor ülkemiz seyircisiyle ve onları belli kalıpla­ rın dışına taşıyor. Son iki yıldır festival olarak ortak yapımlara yönelmiş durumdayız. Bu, festival politikamızın ayrılmaz bir parçası ar­ tık. Tiyatro Festivali ve Türk Tiyatrosu olarak dünyaya açılmak için atılan önemli adımlar­ dan biri. Bakın, geçen yıl Murathan Mungan'ın yazdığı ve Mustafa Avkıran'ın yönet­ tiği "Geyikler Lanetler" Devlet Tiyatroları Ge­ nel Müdürü Lemi Bilgin'le yaptığımız işbirliği sayesinde Dünya Tiyatroları Festivali'ne katıl­ dı. Bunun bir uzantısı olarak, bu yıl yine Mu­ rathan Mungan'ın bir öyküsü olan "Dumrul ile Azrail" 5. Sokak Tiyatrosu tarafından, ki bunun da yönetmeni Mustafa Avkıran, festi­ valde perde açacak. Bu oyun, 2001'de Hebbel Tiyatrosu'nda gösterime girecek. Bu noktada şöyle bir soru geliyor akla tabii, Mu­ rathan Mungan yerli yazar değil mi? Ferhan Şensoy yerli yazar değil mi? Ya da Kenan Işık? Sırası gelmişken hatırlatayım, geçen yıl Attis Tiyatrosu ile gerçekleştirdiğimiz ortak yapım "Herakles Üçlemesi" Japonya'ya gitti, Tiyatro Olimpiyatları'na. Bu yıl Temmuz ayın­ da Delphi'de yapılacak olan Avrupa Antik Ti­ yatrolar Festivali'ne katılıyor. Bunlar güzel buluşmalar ve devam edecek bu çizgide ça­ lışmalarımız... Elbette Türk Tiyatrosu yerli yazarlarla yaşa­

Sağlıksız bir tavır ola­ rak değerlendiriyorum. Aslında, gerçekten üzüldüğümü söylemeliyim. Böyle bir olayın yaşanmaması gerekirdi, ama yaşandı. İKSV, dediğiniz gibi, bağımsızlığını önemseyen özel bir kuruluştur ve etkinliklerini komut alarak düzenlemez. Kendi bünyemizde de biz talimatla hareket etmeye alışkın değiliz. Devlet Tiyatroları davet ettiğimiz Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı "Büyük Romulus"u ancak iki yerli oyunun daha programa alın­ ması koşuluyla göndereceğini belirtti. Bu oyunlardan biri "Dava" diğeri "Önce İnsan"dı. Yani, üçlü bir paketti söz konusu olan. Sonra, nedense "Dava"dan vazgeçtiler ama Genel Müdür "Önce İnsan" üzerinde ıs­ rar etti. Hemen belirteyim, bizim, "Önce Insan"la bir derdimiz yoktu, ama "Büyük Romulus"un koşullu gönderilmesini kabul ede­ mezdik ve etmedik. Nezaketimizi koruyarak Dürrenmatt'ın oyunu (yöneten Şakir Gürzumar) üzerinde kararlı olduğumuzu belirttik, ama üslupsuz bir yanıt aldık. Sonuçta, 12 yıl­ dır ilk kez Devlet Tiyatroları festivale katılmı­ yor. Bu kendi kararlarıdır. "Romulus" festiva­ le katılmıyor, ama 15 Mayıs tarihinden itiba-

10

ren Taksim Sahnesi'ne turneyi geliyor. Bu müdahalede önerilen oyunla rın yönetimde yer alan kişilerin oyunları olması, örneğin Eski Başrejisör Ferdi Merter'in tele fonla arayarak bu müdahaleyi yapabilmesinin arkasında yatan güç ve/veya cesaretin kaynağı nedir? Bilmiyorum. Ferdi Merter'in Yönetmen Yardımcısı Koza Gökbuget ile yaptığı telefon görüşmesi Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Rahmi Dilligil tarafından iletilen 'anlamlı' bir mesajdı. Olay başından sonuna kadar bir üslupsuzluklar zinciriydi. Üzerinde daha fazla konuşmaya gerek görmüyorum. Bildiğim kadarıyla. Refah Partili Kültür Bakanı İsmail Kahraman'dan sonra Festival'in maddi desteğini kesen ikinci bakan İstemihan Talay. Bakan Talay'ın bu davranışını ne ye bağlıyorsunuz? Politik bir ta Devletten maddi bir destek gelmemesi sade ce Tiyatro Festivaline yönelik bir olgu değil Bu nedenle de bu çok önemli olayı kişisel bir tavır olarak değerlendirmemek gerekir. Şunu da hemen belirteyim; her yıl olduğu gibi bu yıl da Kültür Bakanlığı'na ait olan mekânları kullanıyoruz. Bu anlamda bir sorunla karşılaşmadık. Maddi destek konusu gibi ciddi bir konuyu kültür politikalarındaki açmazlarla bağdaştırmak gerektiğine inanmıyorum. Özel tiyatrolarda da bir anlamda benzeri sorunlar yaşanmıyor mu? Temelde yatan birtakım yanlışlar var. O yanlışların düzeltilme: gerekir öncelikle. Bunun da yolu devleti kültür politikalarını belirlemesinden geçer.


12.

ULUSLARARASI

İSTANRUL

TİYATRO

FESTİVALİ

"LILLIAN" Müjdan

Kayserli

Lillian" Yirminci yüzyıl Amerikası'nın önde

seçimlerine, hatalarına, başarı­

gelen oyun yazarlarından Lillian Hellman'ın

larına tanık olur. Lillian, sevgilisinin zorlamalarıy-

LiIlian Hellman, Mc Carthy'nin başını çektiği

la yazarlığa başlamış başarılı

komünistlere yönelik Amerika Karşıtı Eylemler

bir senarist ve oyun yazarı.

Sorgulama Komitesi'nin isteklerine boyun eğ­

Hiçbir siyasal partiye tam anla­

a

yaşamından derlenen tek kişilik bir oyun.

mıyla yakınlık duymamış, ken­

la karşı koyuşun" simgesine dönüşen kişi.

di deyimiyle hep "radikal"lere

Polisiye roman türünün öncüsü Dashiel Ham-

hayranlık duymuş.

lett'la sürdürdüğü otuz yıllık çalkantılı aşk

Stalin Rusyası'na kültür misyo­

ise Lillian'ın yaşam öyküsünün öteki ekseni.

nu adını verdikleri bir gezi bağ­

cy

­eyen ve "yolunu yitirmiş bir yönetime onur-

lamında gitmiş. Buna ilişkin

çekler alıyor. Buna rağmen su gibi akıp giden,

krallığa bağlı" güçleri destekleyen eylemlere

olarak oyunda şöyle söylüyor: "(...) Şurası

ilgi çekici bir oyun.

katılmış. Aynı yıl Alman malı ürünlerinin

doğrudur ki, ben de, benim gibi pek çoğu da

Oyunun çevirmeni ve yönetmeni Ahmet Le-

ABD'ye sokulmaması yolundaki yazarlar girişi-

Sovyetler Birliği'nde olup bitenin ayırdına

vendoğlu oyun hakkında şunları söylüyor: "İz­

minin destekçisi olmuş. Stalin Rusyası'na iki

epey geç vardık. Ama tanrı tanıktır, yanlışları­

leyeceğiniz oyun, bugünkü dünyanın egeme­

kez gitmiş. İlerleyen yıllarda ise Vietnam savaş

mız ne olursa olsun, bizlerin ülkemize herhan­

ni ABD'nin 20. yüzyılda içinden çıkardığı, hem

gi bir kötülük yaptığımıza inanmıyorum. On­

eylemci, hem yazar, hem kişilik olarak top­

pe

Lillian, 1938'de İspanya İç Savaşı döneminde

karşıtı gruplara destek verdiği biliniyor.

Oyun, Lillian Hellman'ı tanıyanlar için de ilgi

lar yaptı kötülüğü. Mc Carthy ve çetesi."

lumda önemli yer edinmiş bir birey üzerine.

çekici. Yoksul zencilerin yaşadığı New Orleans

Lilly komitede yargılanır ve başkalarının adını

Ancak ilginçtir ki, kahramanın bu özelliklerin­

ve New York arasında taşınıp durmakla ge-

vermesi istenirse kendisine sorulan hiçbir so­

den belki daha çok, onun Dashiel Hammett'la

çen, haksızlıklara dayanamayan, isyankâr, ze-

ruyu yanıtlamayacağını söyleyerek direnir ve

yaşadığı fırtınalı aşk öyküsüne odaklanır görü­

ki ve coşkulu bir kız çocuğunun; yaşamı, ola-

bu sorgulamadan başarıyla çıkar.

nümünde oyun. Bu da, Hellman'ın hep önem

geldiği gibi değil, inandığı ve savunduğu de-

Oyun ilk defa 1985'te Amerika'da sahnelen­

vermiş olduğu 'nasıl tanınacağı' konusunda yaşamının son demlerinde yaptığı seçim olsa

ğerler doğrultusunda yaşamakta inat etmesi

miş. Oyunu izleyen eleştirmenlerden Marian-

ve yaşamla verdiği bu savaşımdan yengiyle çı-

ne Evott onu şöyle tanımlamış, "Coşkulu,

gerek.

kışının öyküsü.

onurlu ve zeki bir kadının portresi."

Yine de önemli olan, oyunun -bir Hellman

En yakın ve en sevgili dostu komada ölür-

"Lillian"da sırf heyecan yaratmak için kullanı­

uzmanının değerlendirmesiyle- 'yaşam boyu

ken" 55 yaşındaki Lillian bekleme salonunda

lan çarpıcı olaylar ver almıyor. Onda çözülme­

bencilliğe, haksızlığa, sömürüye karşı çıkmış'

yaşamını gözden geçirmekte ve sevgilisiyle ya-

yi bekleyen düğümler, krizler, gerilim, doruk

bir insanın öyküsü olması. Tiyatro Stüdyo-

şadıkları otuz yıllık çalkantılı aşkın muhasebe-

noktası gibi 'iyi kurulu oyun'ların ilgi çekme

su'nun onuncu yılında Lillian'ı sahneliyor ol­

sini yapmaktadır. Seyirci de Lillian'ın kişiliğine,

hünerlerinin yerini, yaşanan düşündürücü ger­

masının nedeni de bu".

Lillian • Tiyatro Stüdyosu / Türkiye Yazan: William Luce Çeviren ve Yöneten: Ahmet Levendoğlu Giysi Tasarımı: Dilek Hanif Işık Tasarımı: Işıl Kasapoğlu Oyuncu: Aliye Uzunatağan 11


a

cy

pe


12.

ULUSLARARASI

İSTANBUL

TİYATRO

FESTİVALİ

PINA BAUSHC'TAN ATEŞLİ DANSLAR Sibel

değil, ifade biçimi demekti. Pina Bausch'un Dans tiyatrosu, Herbert Nervos'un deyişiyle insanların dünyaya karşı aldıkları belli tavırları ve davranışlarını samimiyetle göz önüne serer". Mitler mi yoksa realite mi, masallar diyara yolculuk mu, yoksa gerçekle yüzleşme mi, başlangıcından bu yana bu soruyla boğuşma dans tiyatrosunun öncüleri. Ve bu soruyu altını çizerek yanıtladılar; gerçek hakim olmayası değil.

Dansın teatral ve dramaturjik yanını ortaya çı­ karma amacındaki Bausch, koroegrafilerinde dadist tiyatro, vahşet tiyatrosu, yoksul tiyatro ve happening konseptlerinden yararlandı. 'Oyun' olarak adlandırdığı çalışmalarında, kar­ şı cinsler arasındaki yabancılaşmayı ve çatış­ mayı ele alan, gevşek biçimde birbirine bağla­ nan tablolarla başarısız kalan birbirini anlama denemeleri, yakınlık arama çabaları, bütün in­ san ilişkilerine sızan klişeleri ortaya koydu. İn­ san bedeninde gerçekleşen her şey onun ti­ yatrosunda gündelik yaşamın fiziksel ve psiko­ lojik ritüellerine dönüştü.

pe

mıştı sahneye, uçuşan dansçıların masalsı dün-

geleneksel dans tekniği kodlarından kaçınma. Klasik bale ya da modern danstaki nesnel dra­ matik açının yerini dans tiyatrosunda birey olarak dansçıların öznel katkıları alır. Dans ti­ yatrosu, binlerce yıllık dans tarihi içinde, asıl aracı olan beden dilini, çok anlamlı estetik ifa­ de içinde yansıtır.

1974'te kurduğu Wuppertal Dans Tiyatrosuyla, dansı tiyatro kategorisine sokmayı başaran ve 25 yıldan bu yana topluluğuyla tüm

dünyanın hayranlığını kazanan koreografilere imza atan Pina Bausch, iki yıl önce "Cam Te-

mizleyicisi"yle büyülemişti İstanbul'da sanatseverleri. İnsanlar ve kentler' projesi kapsamında gerçekleştirdiği üç saatlik görkemli yapıtında 1996 yılında ekibiyle birlikte bir süre

kaIdığı Hong Kong izlenimlerinden yola çıkmıştı. İlk kez 1970'lerde kullanılmaya başlanan Dans tiyatrosu''nun en modern, deneysel ve estetik biçimleri şöyle ele alınabilir; montaj ve yabancılaştırma teknikleri, gündelik yaşam sorunlarıyla ilişki, temadaki özneye yönelim ve

film teknikleri, montaj, kolaj, serbest çağrışım­ lara dayalı tablolar dizisiyle belli bir akış içinde öykü anlatılmaz. İzleyiciye birden fazla anlam olanağı sunan bu tarzı, önceleri anlaşılmaz bulunmuş ve sıkça eleştirilmişti. Bugünse Al­ manya'nın küçük kenti Wuppertal, her yeni yapımında dünyanın önemli merkezlerinden gelen eleştirmenlere, tiyatroculara ev sahipliği yapan bir merkeze dönüşmüş durumda.

a

geçirdiğini öğrenmekti. Dans onun için teknik

Y e ş i l a y

cy

İnsanların nasıl hareket ettiklerini göstermek değildi onun istediği, insanları neyin harekete

Aslan

Wuppertal Dans Tiyatrosu'nun dansçıları sah­ nede tüy kadar hafif devinimlerle uçuşan ka­ natsız melekler olarak değil, iç çatışmalarıyla, duygusal çelişkileriyle kanlı canlı insanlar ola­ rak karşımıza çıkıyor. Hüzün ve neşe, nefret ve ümitsizlik, şiddet ve zerafet arasında gidip geliyor dansçılar. Dış dünyanın insan ilişkilerini nasıl yönlendirdiği açık uçlu tabloların arkasın­ da beliriyor. Klasik tiyatronun üç birlik kuralı­ nın geçerli olmadığı Bausch koreografilerinde,

Bu yıl festivalde izleyeceğimiz "Masurca Fogo" Wuppertal Dans Tiyatrosu ile Expo 98 or­ tak yapımı olarak ilk kez Lizbon'da sahnelen­ di. 'Kentler ve İnsanlar' projesi çerçevesinde gerçekleştirilen yapım bu kez Bausch ile dans­ çılarının Lizbon izlenimlerini yansıtıyor. "Ma­ surca Fogo", bir halk dansı olan 'masurca' ile Portekizce ateş anlamına gelen 'fogo' kelime­ lerinin birleşimi. "Cam Temizleyicisi"nin tersi­ ne bu yapımda, daha çok genç dansçılar yer alıyor. Portekiz'in canlı atmosferinin caz, blues, fado, pop ve tango karışımı bir müzik kolajı eşliğinde yansıtıldığı yapımda, daha önceki koreografileriyle karşılaştırıldığında Bausch'un alışılmadık iyimserliği, eleştirmenleri şaşkına çevirmiş gözüküyor. Birçok eleştirmen fikir birliği ettiğine göre "Masurca Fogo"da 2 saat boyunca lavlar, patlamalar eşliğinde erotik tı­ nılarla kaplı sahnede, kadın ve erkek dansçıla­ rın çılgınlar gibi eğlendiği, melankoliden eser olmayan, dünyayla barışık bir Pina Bausch yapıtı izleyeceğiz.

Masurca Fogo • Tanztheater Wuppertal Pina Bausch / Almanya Yöneten ve Koreograf: Pina Bausch Sahne Tasarımı: Peter Pabst Giysi Tasarımı: Marion Cito Işık Tasarımı: Johan Delaere Müzikal İşbirliği: Matthias Burkert, Andreas Eisenschneider, Marion Citon, İrene Martinez - Rios, Jan Minarik 13


12.

Z

o

r

ULUSLARARASI

İSTANBUL

B

u

i

r

O

y

TİYATRO

n

A

Üstün

Akmen

m

a

FESTİVALİ

O

y

u

n

a

KENAN IŞIK'TAN "AŞK HASTASI" üstlenmiştir. Rolünün etkisinde kalan genç

içeren bir oyun. Aralarındaki benzerliğin ayır-

oyuncu, kendi yaşadıklarıyla Şeyh Galip'in ya­

dına varan genç tiyatro oyuncusu Mehmet'

bullenilen mesnevisi... Tanrısal aşka ulaşma­

şadıklarını iç içe düşünmeye başlar. Sanat ya­

yani kendi kültürüne yabancılaşmış olan Me-

cy

Hüsn-ü Aşk... Şeyh Galip'in divan yazınının (edebiyatının) başyapıtlarından biri olarak ka­

pan insanın olgusuna psikolojik, toplumsal ve

met'in, yaşamını Galip'in yaşamıyla özdeşleş-

gün bir aşk öyküsü... Karmakarışık manzum­

tarihsel bir görünge (perspektif) getirmeye

tirmesinden yola çıkan ilginç bir konusu var

larla kurulu bir dil, ama tasavvuf düşüncesinin

çalışır. Ve Işık'ın kurgusu, sanatın ve sanatçı­

oyunun. Kenan Işık, bu özdeşleşmeyi rastlan-

bütün öğelerini soyut biçimde yansıtan alego­

nın güç kaynaklarını didiklemesiyle gelişir.

tılara bırakmamış. Mehmet'in intihar eden

rik bir başyapıt... Yüce düşler, yetkin dil, çeki­

12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde

sevgilisi ile, provası yapılan oyunda köle kız

ci anlatım, ilginç düşünce yöntemiyle dopdolu

yer alan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir

(Simge Selçuk) intihar biçimlerini birbirine

pe

nın güçlüğünü anlatan, tasavvufa dayalı öz­

tam 2041 beyit... Zengin düş gücü, incelikli

Tiyatroları yapımı "Aşk Hastası", doğrusunu

benzetmiş. O da, yüreğinin nerede olduğunu soruyor ve aynı yanıtı alıyor. Genç oyuncu, I

biçem (üslup) ve güçlü teknik...

söylemek gerekirse zor bir oyun. Kenan Işık,

Asıl adı Mehmed olan ve Galip Dede olarak

oyunu genç tiyatro oyuncusu Mehmet'in sev­

özdeşleşme ile birlikte kendi kendinin ayırdına

da bilinen, değişik imge ve söyleyişleriyle di­

gilisi olan Dilara'nın (Hikmet Körmükçü) bir

varıyor, kendi içine eğilip kendi değerleri için-

van şiirine yeni bir hava getiren Osmanlı şairi

cep telefon konuşmasından öğrenebildiğimiz

de bir yolculuğa hazırlanıyor. Sevgilisinin ölü-

Şeyh Galip'i sanırım bilmeyenimiz pek yoktur.

kadarıyla intihar etmiş olmasıyla gelişmeye

münü gerçeklendirmeye çalışırken, bir de ba-

Şeyh Galip, şeyhliği sırasında Padişah III. Se-

açıyor. Dilara, nedenini oyunun sonunda

kıyor ki, sorgulanan kendi yaşamıdır. "Neden

lim'in ve kız kardeşi Beyhan Sultan'ın dostlu­

genç tiyatro oyuncusu Mehmet'ten öğrenece­

yaşıyorum?" sorusu da, tam bu anda ortaya

ğunu kazanmış, sık sık çağrıldığı sarayda Padi­

ğimiz bir gerekçeyle sabahlardan bir sabah,

çıkıyor.

şah ve yakın çevresinin sanat söyleşilerine ka­

elinde tabanca, sevgilisinin evine varmıştır.

İşin burasında, izin verin biraz aşka değinive-

tılmış bir kişilik...

Önce Mehmet'i çok sevdiğinden söz eder, ar­

relim. Efendim son beş, hatta altı yüzyıl içinde

Kenan Işık, bu ilginç kişiliğin yaşamını,

dından: "Kalbim nerede?" diye sorar. Meh­

bu türlü sevgilerden ne çok söz edilmiş, hiç

dün-bugün ilişkisi içinde ele almış. Oyun baş­

met: "Solda" der... Ve oyun sürer.

düşündünüz mü? Ben ciddi ciddi araştırdım

ladığında, genç bir tiyatro oyuncusu olan

Kenan Işık'ın yazdığı ve yönettiği "Aşk Hasta­

Eski Yunandan beri bütün çağlar, duygu üstü-

Mehmet (Murat Daltaban), Şeyh Galip rolünü

sı", Şeyh Galip'in yaşamından değişik kesitler

ne birer büyük kuram getirdiği halde, son beş

Aşk Hastası * İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu / Türkiye Yazan ye Yöneten; K e n a n Işık Sahne Tasarımı: N u r u l l a h T u n c e r Giysi Tasarımı; D u y g u T ü r k e k u l Işık Tasarımı: i l h a n Ö r e n Müzik: Selim A t a k a n Efekt: H i t a y D a y c a n Koreografi: Ö z k a n S c a u l z e / M u s t a f a K a p l a n Oyuncular: M u r a t D a l t a b a n , H i k m e t K ö r m ü k ç ü , C e m K a r a k a y a , Eray K ö s e o ğ l u , Selçuk S o ğ u k ç a y , M e h m e t A v d a n , A y l a A l g a n , Y ı l m a z M e y d a n e r i , Simge Selçuk, Cengiz T a n g ö r , Erol B a b a o ğ l u , Ertuğrul P o s t o ğ l u , Zeki Y ı l d ı r ı m , A y ç a Tel ırmak, Şahine H a t i p o ğ l u , Berna A k d e n i z , T u ğ r u l A r s e v e n , A s l ı h a n K a n d e m i r , Burcu Özbakır, C a n E r t u ğ r u l , Ezgi S. Y o l c u , Emran Ö z e r t e m , Funda K ö s e o ğ l u , İpek Değer, U f u k K a r a a l i , Sibel T o p a l o ğ l u , U s k a n Ç e l e b i , Yaşar E y ü b o ğ l u . 14


da altı yüzyıl, böyle bir g ö r ü ş t e n yoksun kalmış. İlk ç a ğ d a , Eflatun'un o n u n a r d ı n d a n da Stoacı'ların g e t i r d i ğ i k u r a m varmış. Orta Çağ, Aquinalı Thomas ile Arapların etkisi altında kalmış. On yedinci yüzyılda da Descartes ile Spinoza'nın getirdikleri kuramlar, insan tutkularını incelemiş d u r m u ş . Gel gelelim, eskiden aşk üstüne ortaya atılmış pek çok düşünce, bunun artık bize pek yabancı. Örneğin, Aquinalı Thomas'nın eski Yunandaki görüşleri de toplayarak k u r d u ğ u kuramın yanlışlığı, g ü n ü m ü z d e ayan beyan ortada değil mi? Yok aşkla nefret, tutkuların iki ayrı g ö r ü ­ nüşünden başka bir şey değilmiş de; yok aşk, bu kurama g ö r e , iyi bir şeye karşı d u y u l a n t u t k u , n e f r e t ise k ö t ü d e n uzaklaşma çabasıymış ... Yahu, aşk insanın iç yaşayışları arasında en d o ğ r u c u , en yaratıcısıdır denip, k o n u özetlenemez mi? Doğrusunu söylemek gerekirse, Kenan Işık, aşkı gökbilimsel ölçülere yaklaştırmadan, olabildiğince insani boyutlarında ele almış. Aşkı, ruhsal dokuları bakımından öğelerine ayırmayı başarmış, tasavvufi aşklar olmasa bile, aşkın çok daha geniş alanı kapsayabileceği iletisini vermiş, Aşkı yerli yerinde derinleştirmiş. Kenan Işık'ın yazdığı m e t i n , aşkın dışında kalabilmenin olası olmadığını vurguladıktan sonra, insanın yaşa­ dığı olaylara kendi bilinci, iradesiyle son verebileceğini, ama yanlışlar da yapabileceğini anlatıyor. Bütün bunları anlatırken, insanın içindeki

a

yanardağın patlamasıyla kaçınılmaz o l a n , bir anlamda "kriz" oluşumumun da altını çiziyor. Oyundaki M e h m e t ' i , esasında kendi kendini cezalandırmak isteyen olarak kullanıyor. Oyun ilerledikçe, Şeyh Galip'i iç

cy

yakınmalarından arındırıp, gene Şeyh Galip'in gerçek dünyasına, dönemin mevlevihanesine ve saray yaşamına da ışık t u t m a y ı başarıyor.

Sonunda tasavvufu yaşam biçimi olarak seçen kişi (mutasavvıf), yani su-

finin de altı çok kalın bir çizgiyle çizilirken, Ayla Algan yorumuyla sufinin cinselliğini ortadan kaldırıyor. Sufi, oyun içinde sık sık ö l ü m üstüne

yorumlar yapıyor. Kenan Işık, metin içinde ö l ü m duygusu ya da korku­

lamakta. Bu sav, doğal olarak:

pe

sunu kafamızdan attığımız an, şizofrenik bir yaşam başlayacağını savNeden oluyoruz? sorusunu o y u n u n

dışına o t u r t u y o r . O zaman, Sufiye: "Eğer ö l ü m ü bir yok oluş gibi dü­

şünmezsen ü r k ü t ü c ü d e ğ i l " dedirtiyor. Ve: "Sokrat düşüncenin bu so­ ruyla başladığını söyler. Eğer bu soru olmasaydı ne bilgeler olurdu ne

lar anlaşılmıyor. Bir de anlayamadığım için sormak istediklerim var: Ak­

dervişler ne de peygamberler... Biliyor m u s u n , şiiri de bilimle açıklaya-

siyonu geri plana yansıttığında, geleneksel kuralları delerek ölümleri

mazsın, çünkü şiir iradenin emri altında değildir. Tanrının insan ruhun-

neden öne taşıyor ve Mehmet'i kendi kimliğine bürünemeden metnin

daki alevidir şiir..." diyerek devam ettiriyor.

sonunda neden öldürüyor, anlayamadığım için sormak gereksinimini

"Aşk Hastası"nın sahne tasarımı Nurullah Tuncer'in. Sahne gerisini de

duyuyorum. Soyutu soyutlamasını, plastik figürleri kullanmasını, dün­

koruna katarak yapılan düzenleme amacına uygun. M e h m e t ' i oynayan

yanın dönüşünü döner sahne kullanarak vermesini ise, başarı sözcü­

Murat Daltaban, " M i s y o n " d a n sonra kendini yenilemiş. Daltaban'ı yü­

ğüyle simgeleyip, anmadan geçemeyeceğim.

reklendirmek bana düşmez, ama olguları değerlendiren, insan yaşantı-

Özetlemem gerekirse: Oyunu zor anladım, ama izleyicinin kolaya alıştı-

sının içsel b o y u t u n u , yöntemini iyi kavrayıp duyumsayabilen bir oyun-

rılmasından yana olmadığımdan olsa gerek, sevdim. Daha sonra dü­

cu. Ayla A l g a n , neredeyse t ü m oyunlarında olduğunca gene oyun ya­

şündükçe taşları daha bir yerli yerine yerleştirdim. Yitirdiğim kimi de­

zarı tarafından yaratılan o bilmediği evreni, yabancı o l d u ğ u yaşamı t ü -

ğerlere rastladım, daha da beğendim. Siz de izlerseniz sever misiniz

müyle kabullenip, sahiplenmiş. Ayla A l g a n , olguları ve oyun m e t n i n i n

bilmem. Ama sanırım Kenan Işık'ın da yazdığı ve yönettiği oyunu sev­

dışındaki karakterin içsel yaşamının gizli anahtarını öyle göstere göste-

dirmek gibi bir derdi yok. O, nasıl Brecht'i, Goethe'yi ya da Shakespe-

re buluyor ki, O'nun oyun g ü c ü n e hayran kalmamak bu kere de olası

are'i belirli ölüm yıldönümlerinde anıyorsak, Şeyh Galip'i de 200. ölüm

değil. Hikmet K ö r m ü k ç ü , kenarda ve karanlıkta kaldığı "anda bile oynu-

yıldönümünde anımsamak ve anımsatmaktan başka bir şey düşünme­

yor. Simge Selçuk, içsel olayın gelişim çizgisini rahatça izlememizi sağ-

miş. Sıkılsanız da, ahlayıp puflasanız da Şeyh Galip'i bilmek gerekli ol­

larken, Köle Dilara'nın olay ya da olaylardan etkisini, derecesini rahat-

duğuna inananlardansanız, tanrısal aşkı bilimsel açıdan öğrenmek iste-

ça veriyor. Kenan Işık'ın y ö n e t i m i , deneyimine ve tiyatroculuğuna uy-

yenlerdenseniz ya da bütün bunları iyi bilenlerdenseniz, sözüm yok, iz­

gun başarıyı daha o y u n u n başında yakalıyor. Ancak, sahne çok geniş

leyin "Aşk Hastası"nı. Mutlaka beğeneceksiniz. Yoook, bana ne diyor­

t u l d u ğ u n d a n , boş alan doldurulmadığında sesler tınlıyor, konuşma-

sanız, sizden de bana ne?

15


12.

ULUSLARARASI

İSTANBUL

TİYATRO

FESTİVALİ

cy

a

CANACANK A T A NGÖSTERİ N i l ü f e r

Kuyaş

leşmemiş, kırlarda özgür koşturan bir at gibi

1999-2000 tiyatro sezonunda sahnelediği ve

hep kendi kimliğine sadık ve farklı oldu. Sesi

bu ve sanıyorum binlerce kişiye çok tutkulu

geçen yıl ölen şair Can Yücel'e adadığı "CAN"

ayrıksıydı, bedeni ayrıksıydı, fiziği farklıydı, da­

anlar yaşattı. Bu tek kişilik oyunun başaktör

pe

Genco Erkal kırkıncı sanat yılını kutladığı

damgalanmamış, kendine özgü gösterisiyle

adlı gösterisiyle büyük başarı kazandı. Benim

ha gençken bile yaşlı bir bilgeliği vardı, "Bir

her şeyden önce Can Yücel'in şiirleri arasından

izlediğim gece salon doluydu, sanatçıyı daki­

Delinin Hatıra Defteri"ni oynamadan önce de

yapılan seçime dayalı. Oyun baştan sona Can

kalarca ve samimiyetle ayakta alkışlamıştık,

delişmen bir enerjisi vardı, gövdesini ve sesini

Yücel'in şiirlerinden, dizelerinden, satırların-

hemen her gecenin aynı coşkuyla sonuçlandı­

hiçbir tekniğe ya da ekole mal edemeyeceği­

dan oluşuyor, dışarıdan ilave tek kelime bile

ğından eminim. Daha önce de Nâzım Hikmet

niz, adeta gizli bir yöntemle, keşişvari bir di­

yok, ama buna rağmen Genco Erkal akıcı, bü-

ve Aziz Nesin gibi yazarları ele aldığı tek kişilik

siplinle inanılmaz birer ifade aracına dönüş­

tünlüğü olan bir kolaj-metin yaratabilmiş, ara

gösterilerle Genco Erkal'ın adeta yeni bir janr,

türmüştü. Genco Erkal öyle ayrıksı ve kendine

bölük pörçük değil. Çok titiz ve ince düşünül-

bir ekol yarattığını düşünüyorum. İngilizce'de

özgü bir varlık ki Türk tiyatrosunda, onun üs­

müş bir seçmeyle Genco Erkal hem şairin ya-

sürüden ayrılan damgalanmamış taylara "ma-

lubunu, "manyerist" tarzını ve hatta bu tek ki­

şam öyküsünü yansıtan şiirlerle biyografik bir

verick" denilir, yani onlar hiçbir kurumun

şilik gösterilerini kanıksadığını ve artık tat al­

atmosfer kurmuş, hem de asla kronolojik ol-

damgasını yememiş, hiçbir sahip kabul etme­

madığını söyleyenlere de rastladım ben. Hatta

madan yani zaman dizimine bağlanmadan

yen, biraz vahşi ve özgür atlardır. Dünyada

bir ara kendim de aynı şeyi düşündüm. Fakat

çok boyutlu bir anlatı kurabilmiş. Zaman za-

bütün mesleklerin böyle "nevi şahsına mün­

"CAN" adlı gösteriyi izleyince, o manyerist de­

man öykülemeci-anlatımcı şiirleri bırakıp, izle-

hasır" üyeleri vardır, kendi kurallarını kendileri

diğimiz çok edalı, çok aşina tarzın yeniden ya­

yiciyle sohbet eder tarzdaki lirik şiirlere, küçük

koyarlar, üsluplarını bağımsız geliştirirler. Ben

ratıldığına ve tazelendiğine tanık oldum. Bu

itiraflara geçiyor, sonuçta da çok zengin bir

Genco Erkal'ın Türk tiyatrosunun "maverick"

gösterinin Uluslararası İstanbul Festivali'nin

anlatı oluşturuyor, yani o insanın ruhunu ileti-

yani damgalanmamış tayı olduğunu düşün­

programına alınmasına da çok sevindim. Tıpkı

yor bize. İrili ufaklı, uzun ve kısa onlarca şiir

düm hep. Gerçekten de biraz vahşi ve evcil-

yaratıcısı gibi sezonun en "maverick", en

sadece seçmek değil böyle bir anlatıya çevir

Uyarlayan ve Yöneten: Genco Erkal Sahne Donatımı: Su Yücel Oyuncu: Genco Erkal

16


mek örmek ve inşa etmek kolay bir iş değil. Hüzünle coşkuyu, toplumsal sorumlulukla bireysel duygulanımı böyle iç içe verebilmek için Genco Erkal kadar deneyimli ve Genco Erkal kadar sağlam dramaturji bilgiye sahip olmak lazım. Kuşkusuz Can Yücel'in şiirinin lirik ve anlatımcı iki ana damardan akması burada tiyatrocunun işini bir nebze kolaylaştırıyor ama insana verilen malzemenin elverişli olmasının her zaman iyi yemek çıkacağını garanti etmediğini mutfağa bir kez olsun girmiş herkes çok iyi bilir. Can Yücel'in şiirinde zekâ, nükte, ironi, alay, hatta küfür, gündelik deyimler, sözcük oyunları, siyasi bilinç ve kavga zaten teatral bir havada biribirine karışır, doğru. Elbette, Yücel'in annesiyle babasının flörtünü mizahla anlattığı "iğneli" şiirini oyunun başlarına, yahut ömrünü özetlediği "Ne Tesadüf" şiirini oyunun sonlarına koymak da aşikar seçim­ lerdir, kabul. Ama oyunun bir bölümünde en dışa dönük şiirlerle siyasi kimlik portresi çizilirken birdenbire o muhteşem "Sevgi Duvarı" şiirinin sidikli kontes' imgesiyle anlattığı yalnızlığa geçmek, o derbeder filozofluğun tezatıyla izleyiciyi irkitmek Genco Erkal'a özgü bir hüner olsa gerek. 1990'larda yazılmış ve küreselleşmeyi yeren bir şiirden hemen sonra ta 1946'da yazılmış "Başka türlü bir şey benim istediğim..." şiirini koymak da kronolojiye meydan okuyan, Genco Erkal'ca bir incelik olsa gerek. En azından, uzun ve zor bir şiirin ardından, hiçbir şey ol-

a

mamış gibi "Ben ömrümce muhalif yaşadım/Devletçe de menfi bir TİP sayıldım/Onun için kan grubum/RH NEGATİF" diye birkaç dizeyi araya

cy

serpiştirivermek için Genco Erkal kadar muhteşem ve inanılmaz bir EZBERİ olmalı insanın!

Kendi minik hayıflanmam oldu oyun sırasında. Keşke oyunun adı sadece

"CAN" değil de örneğin "Can Yasası" olsaydı, insanın Anayasası şiirin­ den. Bir de, Alavara kitabının o ilk şiiri, hani Can Yücel "Rap tarzında

darbukalarla davulla okunacak" diye şiirin başlığında talimat verir, ay-

pe

dınlık için bir dakika karanlık eyleminin şiiridir bu, işte o şiirin canlandırılmasını çok başarılı bulmadım ben oyunda, tek rahatsız olduğum anCan Yücel'in kavgacı, sosyalist, mapusane müdavimi, yahut aile babası, Datça dervişi gibi çeşitli yüzlerini nefis yansıtıyor Genco Erkal,

Ama neredeyse "beat" kuşağının şairlerini andıran o garip modern ya­ nı çok iyi vurgulamamış nedense.

oyun bana büyük keyif verdi. Büyük şaire büyük bir oyuncudan bir sev­

Genco Erkal bütün büyük oyuncular gibi dinamizmiyle ve beden diliyle

gi selamıydı sanki o anlar.

izleyiciye yaşını unutturan bir sanatçı. Bir buçuk saat oradan oraya ko-

Genco Erkal'ı kutlamak için bu kadar laf kalabalığına gerek var mıydı?

yuyor nefes almadan. Şairin kızı Su Yücel'in basit ama işlevsel dekoru

Sanırım evet. Beğenimizi temellendirmek hem de eleştirel süzgeçten

bu insanüstü koşuşturmayı bir nebze kolaylaştırmış, ayrıca Can Ba-

geçirmek, bir sanatçıya ve onun hünerine saygımızın gereğidir. Genco

ba'nın şiirindeki insani sıcaklığı anımsatan nahif ama alabildiğine renkli

Erkal bu gösteriyle "Can'a Can katıyor". Hem Can Yücel'i yeniden can­

dekor eşyası ve süsler her kılığa girebilecek soyutlukta. Aynı çiçeğin

landırmak ve onu yüceltmek anlamında yapıyor bunu hem de iz­

mapusanede yetiştirilen saksıyı da, Datça'daki evin balkonunda yeti-

leyicinin canına "CAN" katıyor. Tiyatronun temelindeki asal büyü var

şen çiçeği de canlandırabilmesi, Can Yücel'e yakışır bir ironi oluşturuyor sahnede. Genco Erkal bu oyunla ilgili hemen bütün söyleşilerinde

bu oyunda. Sezonun en iyi oyunlarından birisiydi "CAN", İstanbul Fes-

Can Yücel'le özdeşleşmemeye karar verdiğini, bire bir onu canlandır-

tivali'nin de yıldızlarından birisi olacak, eminim.

mak istemediğini, sesini ve jestlerini taklit etmemeyi yeğlediğini söyledi. Bu kuşkusuz doğru bir karar, ama oyunda bunu yaptığı anlar da

DÜZELTME: Geçen sayıdaki yazımda "Güne Bakan Cam Kırıkları"

var. Bu anlar birer alıntı gibi. Ve öyle başarılı ki birkaç saniye için Can

oyununda Adnan Biricik'in Afife Jale Ödülü aldığını yazmıştım, kendisi

Yücel yeniden canlanmış ve karşınıza çıkmış gibi hissediyorsunuz. Bu

adaylardan birisiydi, ödülü Cüneyt Türel aldı. Adnan Biricik "Ur-

kimliğe bürünme" anları son derece tadında bırakılmış, ama Genco

fausf'taki rolü için Avni Dilligil Yardımcı Oyuncu Ödülü'nü kazanmıştı.

Erkal sanki "eğer isteseydim yapardım ve bu kadar da müthiş olurdu,

Cevat Fehmi Başkut ödülünden söz ederken de yanlışlıkla "Başkurt"

"Şaşar kalırdınız" diyor izleyiciye. Tadında bırakılmış bu oyun içinde

yazılmış. Düzeltir, özür dilerim.

17


12.

ULUSLARARASI

İSTANRUL

TİYATRO

FESTİVALİ

FİŞNE PAHÇESU Atay

pe

cy

a

Duygu

Hele şükür karşımıza bir laz oyunu çıktı. Öteden beri merak ederdim, lazların daha doğrusu lazcanın özel alfabesi var mı yoksa bu bir diyalekt midir diye. Ama bu oyunu gördükten sonra bu merakım giderildi. Baksanıza, dil, alfabe ne demek ünlü tiyatro yazarı Anton Çehov bile Iazmış meğer. Bundan sonra onun Rus olduğunda ısrar edenler de hüsrana uğrayacaklar. Çünkü Ferhan Şensoy onu, 'Iaz kalacaktır' diye, korumasına almış duru da. Bu şekilde 'öz lazca' nın 'cüldürü' ustasından yeni yeni oyunlar bekleyeceğiz demektir. Çarlık Rusya'sının yıkılma dönemini eks alan oyun, acaba bu niteliğiyle mi "Fişne Pahçesu"na dönüştürüldü diye az biraz düşündüysem de, sonradan vişnenin sadece Karadeniz'e özgü bir bitki olduğunu öğrendim. E bu durumda da konunun da kişilerin bizden-lazlardan- olması kaçınıl-

Fişhe Pahçesu • Ortaoyuncular / Türkiye Yazan: Anton Çehov-Ferhan Şensoy Sahne Tasarımı: Ferhan Şensoy Giysi Tasarımı: Şanda Zıpçı Işık-Efekt Tasarımı: Hüseyin Ulaş Koreografı: Natali İzkubarlas Oyuncular: Ferhan Şensoy, Derya Baykal Şensoy, Baykal Kent, Tarık Pabuçcuoğlu, Rasim Öztekin, Levent Ünsal, Celal Belgil, Ali Çatalbaş, Serap Günaydın, Erkan Üçüncü, Orhan Ertürk, Resul Okkan, Şükran Dedeman, Pınar alsan, Özkan Aksu, Saygın Delibaş, Elif Durdu, Orçun Kaptan, Ebru Soyuerden, Özge Çatıkkaş, Ece Erdoğmuş, Natali İzkübarlas 18


a

jinal takvimini koruması anakronik yapıyı çok hoş bir şekilde be­

­­­den? Elbette Nataşa'lar. Ama bu Nataşa'lar doğaları gereği,

lirtiyor. Ana dekor bahçe olmakla birlikte, ara mekan değişimle­

cy

maz. Karadeniz'de başka kimler var? Yani konuk olarak gelen­

ri çabuk, ustaca, keyifle gerçekleşiyor. Nataşa'ların lazlarla rus-

ami'de uzunca bir süre kalıp vatan hasretiyle yanıp tutuşarak ül­

ça konuştukları bölümler bazı izleyicileri sıksa da, bence çok us­

­elerine ve bahçelerine dönen ev sahibi laz aile de doğal olarak

taca ve hınzırca düşünülmüş, temel düşünceyi sağlamlaştıran

Miami lehçeli lazca konuşmaktadırlar. Bir sebeple paralarını yi-

bir buluş.

tirdikleri için yolsuzdurlar. Ama yine de hava yapmaktan vaz-

Geçen yıl festivalde iki Moliere, iki Faust olduğunu düşünüyo­

geçmeyip, ülkeye helikopterle dönerler. Helikopterin pilotu pa-

rum da, keşke bu yıl da iki Çehov olsaydı diyorum. Biri laz olan

rasını alabilmek için uzunca bir süre yalvarıp yakarır, onları teh-

gerçek Çehov, diğeri de bazı aklıevvellerin iddia ettikleri gibi

dit ederse de sonunda havasını alır. Ona kalan artık, laz'lığa ter-

başka bir ülkeden-örneğin Rusya'dan- bir Çehov. O zaman gö­

fi ederek oraya yerleşmektir. Bu arada borç senetlerinin ödene-

recekti izleyiciler hangisi gerçek, hangisi sahte? Bilirsiniz bazı

meme durumu iyice açığa çıkmış ve Fişne Pahçesu satılma du-

tablolarda gerçeği sahtesinden ayıramazsınız, hatta bazan sah­

rumuna gelmiştir. Ama aristokrat laz aile böyle süfli sorunlarla

tesi gerçeğinden iyi olabilir. Bizim laz Çehov her yönüyle bu ör­

uğraşmamaktadır. Bahçeyi yok bahasına kapatan kapitalist

neği doğruluyor. Bununla Ferhan Şensoy sahte Çehov yapmış

hemşehri eşraf, bir de üstelik ailenin kızını kapar. Laz, aristok-

demek istemiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. Laz Çehov aslı

pe

Rus oldukları için Rusça konuşurlar. Laz olarak gittikleri Mi-

rat aileye yine Miami yolları görünmüştür. Bahçe'nin ağaçları

bence. Shakespeare'den daha Shakespeare yazan Can Yücel

kesilecek, yerine 'içi oda bi salon' lazok stilinde daireler yapıla-

ustamız da unutulmadı daha.

caktır.

Son bir kaç söz de zavallı vişne'ye. Dünya dillerinde genellikle

Çehov'un oyununun uzunca bir süredir komedi mi, dram mı ol-

vişne'ye rastlanmaz. Bu oyun da "Kiraz Bahçesi" diye geçer

duğu konusundaki tartışmalara bu oyunla kesin noktayı koyu-

genellikle. Kiraz daha popülerdir. Vişneyse, ancak reçeli yapılan

yor Ferhan Şensoy:" Ha pu pir cüldürüdür da!".

pek de yenmeyen bir meyvadır. İki haftalık ömrü olduğu,

Oyunu izleyenler gerçek bir 'cüldürü'yle karşılaşıyorlar. Laz'ların

reçelinin reçetesinin de anımsanmadığı, hiçbir işe yaramayan

isimlerinin Temel, Fadime filan değil de, özgün olması kurgu­

bir meyvanın da bahçesi olmaz elbet Batılının gözünde. Bu ay­

­un gereği. Yani bir adaptasyon söz konusu değil. Mekan, ana-

rıntılar da Ferhan Şensoy'un bulguları. Meraklısına duyurulur.

vatanına, Karadeniz'e oturtulmuş çünkü. O devirdeki Fransızca

Bu ufak ayrıntıya boş verin ve ne bahçesi doğru olursa olsun,

konuşma snopluğu da doğal olarak İngilizce'ye bırakmış yerini.

inanılmaz cinliklerle süslü bu oyunu keyifle, vatandaşımız

Oyunun,2000 yılında geçmesine karşın, kostüm ve dekorun ori-

Çehov'un 'cüldürüsü' olarak izleyin. Göreceksiniz aradaki farkı. 19


12.

ULUSLARARASI

İSTANRUL

TİYATRO

FESTİVALİ

D U M R U L İLE AZRAİL Evren

Erbatur

a

Evren Erbatur, 5. Sokak Tiyatrosu'nun kurucusu ve yönetmeni Mustafa Avkıran'la, 5. Sokak Tiyatrosu'nu ve 12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için hazırladıkları "Dumrul ile Azrail" oyunu üzerine konuştu.

cy

5.Sokak Tiyatrosu ne zaman ku­

12. Uluslararası Tiyatro Festivaline, yeni

ruldu? Yapısını ve amaçlarını

projeniz 'Dumrul ile Azrail' oyunuyla katı­

anlatır mısınız?

lıyorsunuz. Metin, Murathan Mungan'ın, Dede Korkut'un Deli Dumrul hikayesin­ den yola çıkarak yazdığı bir başka hikaye.

ruldu. Övül Avkıran, Mustafa

"Tiyatro için yazılmış bir metin" ile "Yazıl­

Avkıran, Naz Erayda ve Bülent

mış bir metin" arasındaki ayrımdan söz e-

pe

5. Sokak Tiyatrosu 1995 yılın­

da, Antalya'da, 5. Sokakta ku­

Erkmen ilk günden başlayarak

debilir misiniz? Bu ayrım sizi ilgilendiriyor

her aşamasında yapı kurucu ol­

mu?

manın ne demek olduğunu so­

Tiyatro için yazılmış metnin göstergeleri

ran ve sorduran bir çalışma sü­

çok daha belli, formları belirgin, kendin­

recini paylaştılar. Tiyatronun tü­

den sonraki süreç için istekleri daha açık­

mel bir anlayışla oluşmasını 'ol­

tır. Oysa yazılmış bir metnin tiyatro göste­

mazsa olmaz' bir şart olarak

risine dönüşme süreci ise yalnızca tasarla

gören 5. Sokak Tiyatrosu işle­

yana aittir. Genel olarak, daha önce yazıl

rinde tiyatroyu oluşturan her

mış oyunları sahneleyen bir yönetmen

parçayı yeniden tasarlıyor. Asal

olarak yazılmış metinler gittikçe daha çok

olanın iyi iş yapmak, doğru ola­

ilgimi çekmeye başladı. Ya da bizim için

nın peşinde koşmak olduğunu

yazılmış metinler. Bugüne dek Antik Yu

bilerek, kişisel çıkarlardan arın­

nan mitolojisinden (Prometheus, Oresteia

mış, birbirine inanan insanların

Sofokles'in Antigone'si) yola çıkan oyun

üretiminin önemi üzerine kuru­

larla ilişkim, Viyana'da geçirdiğim süre

lu bir çalışma yöntemini sürdü­

zarfında Peter Brook öğretisinden gelen

rüyorlar.

eğitmenlerle yaşadığım süreç, Fernando

Dumrul ile Azrail • 5. Sokak Tiyatrosu / Türkiye Yazan: M u r a t h a n M u n g a n Uyarlayan ve Yöneten: M u s t a f a Avkıran Sahne Yönetmeni: N a z Erayda Koreografi: Övül Avkıran Müzik: Engin Yörükoğlu ve Sema Oynayanlar: Övül Avkıran, M u r a t D a l t a b a n , Sema, Alptekin Serdengeçti, Engin Yörükoğlu

20


Solanas'ın "Güney" filminin etkisini hiç de azımsamayacağım. An­

a

bu bir hikaye idi ve hikaye anlatmak yazarından oyuncusuna izleyi­

talya süreci, 1993 yılından bu yana Mezopotamya kültürü ve mitle­

cisinden okuyucusuna, herkeste başka bir karşılık oluşturuyordu.

ri ile iyice yakınlaşan ilişkim, beni "Dumrul ile Azrail" ile buluştur­

Biz ise kendi hikaye anlatma biçimimizi aradık. Orta Asya şamanizmi, Anadolu'daki şamanlar, rock starların taşıdığı anlatıcı kimliği,

ları yeniden okumak' üst başlığı ile karşılaşıyoruz. "Ay Tedirginliği"

dengbej kültürü, meddah geleneği derken hikaye anlatıcılığı üzeri­

cy

du. 5. Sokak Tiyatrosu'nun bu yılki temasına baktığımızda 'masal­

ile başlayan süreç "Dumrul ile Azrail" ile sürerken, Bilgin Say-

ne bir süreç geçirdik diyebilirim. Sonra da her zaman olduğu gibi

dam'ın sözleri belki de niçin "Dumrul ile Azrail'i, bir yönüyle açıklı­

anlatılan hikayenin bizdeki

yor:

kendi hikaye anlatma tekniğimizi oluşturduk.

oyuncu olarak karşılıklarını araştırıp

"Asıl'ı (her ne ise o) tahrif ederek (dolayısıyla yeniden anlamlandı­

Oyunda iki ayrı disiplinden gelen sanatçılarla çalışıyorsunuz. Ge­

rarak) kendimizi "mümkün" kılarız. Tahrif eyleminin şahikası

nel olarak oyuncu seçiminde nasıl bir bakış açısına sahipsiniz? Oyuncu bizim yaptığımız tiyatroda izleyici ile birlikte başrolü payla­

olan tahrifattır. Yakaladığını, ilk insanda ve dahi son insanda hep

şıyor, yani aslında her şey oynayan ile izleyen arasındaki o süreç­

aynı kalan "en asıl"a sürükleyen, yeni tahrifatlara (yeni öznelliklere

ten oluşuyor. Kendi payıma bu ikilinin yalnızca oyuncu kısmının se­

/ dünyayı yeniden "tamam" etme eylemlerine) zorlayan bir yaratıcı

çimine doğrudan etkim olabilir.

pe

san'atın tekelindedir; ve gerçek san'at "en asıl"a göbeğinden asılı

şiddet eylemidir. Murathan Mungan, "Dumrul ve Azrail"iyle bulu­

Bu oyundaki oyunculuk tasarımında izlediğim yöntem bir hikaye

şanları kendi öznelliklerine kışkırtıyor; kendi tarihlerine davet edi­

anlatıcısının kullandığı malzemelerle çok ilintiliydi. Yani sözlü kül­

yor..."

türdeki hikaye anlatıcısı sesini çok iyi kullanıyordu. Çok iyi şarkı söylüyordu ve bir enstrüman çalıyordu. Kurmak istediğim oyuna

Yaptığımız tiyatroda anlatıcı- oyuncu tanımı, bu topraklardaki anla­ tıcı- oyuncu bilgileri ilgimizi çekiyor. Oyun oynadığını her an hisset­

'epik anlatı' adını verecek olursak o zaman benim de bu bilgiler ışı­

tiren, oyun oynamanın keyfini her hikaye anlatışında yeniden yaşa­

ğında, kendi bedenini tanıyan, yeteneklerinin farkında olan ve hü­

yan ve her hikayesine kendini katan hikaye anlatıcısı. Bir anlatıdan

nerleri birbirinden mümkünse farklı beş oyuncuya ihtiyacım vardı.

yola çıkarak oluşan hikaye, bu hikayeden yola çıkarak oluşan

Dede Korkut'un Deli Dumrul hikayesi, Murathan Mungan tarafın­

oyun, hikaye anlatıcısı Dede Korkut'tan Murathan Mungan'a, Mu­

dan tahrif edilmiş, bugün ve şimdi bilgisini taşıyordu. Bugün oyun­

rat Daltaban'a, Övül Avkıran'a, Alptekin Serdengeçti'ye, Engin Yö-

culuk sanatında beni ve dolayısıyla izleyiciyi ilgilendirenin ne oldu­

rükoğlu'na, Sema'ya ulaşan bu çizgide anlatılan yaşam ile ölüm

ğunu bu bilgiler doğrultusunda bir kez daha düşündüm. Oyuncu­

arasındaki o sert sınır.

ların üçü; Murat Daltaban, Övül Avkıran, Alptekin Serdengeçti kla­

Ölümsüzlük uğruna verilen onca uğraş diyor Azrail, oyunda. Bizim

sik anlamda tiyatro eğitimi almışlardı. Üçünün de geçmişleri ve gü­

yaptığımız da Deli Dumrul'un köprüsü gibi belki de ölüme karşı bir

zel konuşmak dışındaki yetenekleri ilgimi çekiyordu. Sema, yıllardır

ölümsüzlük arayışı.

anadolu kültürü, kadın figürü, vücudundaki sesin olanaklarını ve sesin söze dönüşmesi ile ilgili araştırmalarını çeşitli disiplinlerde sür­

'Dumrul ile Azrail"de nasıl bir çalışma süreci yaşadınız? Her proje kendi çalışma yöntemini belirler. Dumrul ile Azrail'de de

dürüyordu. Engin Yörükoğlu, otuz yılı aşkın müzik ve Moğollar de­

projenin kendi sorunları kendi yöntemini geliştirdi. Örneğin, met­

neyimi ile Anadolu rock ya da türkü ya da şaman bilgilerine bir şa­

nin söylenişi ile ilgili sorunsal, başlangıç noktasını oluşturdu, çünkü

man davulcusu kadar hâkimdi, yıllardır yığınlara hikayeler anlatı-

21


yordu çünkü. Böyle olunca da bu ekibin kendi hikaye anlatma tek­

yani evrensel geçerliliğe sahip yaşam kalıplarıdır ve her insan içi

niği de belirmiş oldu. Hikaye anlatmada yukarıda saydığım bilgileri

anlamlı mesajlar taşır. Mitlerde, zamansallığın ve uzamsallığın öte

parçalamak ve hikayenin de beş oyuncuya parçalanması ve beş öy­

sinde, varlığı "her dem taze kalan", insana özgü temel eylemler

kü anlatıcısının anlattığı bir tek hikayeye dönüştü iş.

çatışmalar, dünyayı/varoluşu kavrama ve anlamlandırma çabaları,

1 1 . Uluslarası İstanbul Tiyatro Festivalinde de Murathan Mun-

ifade edilir. Mitlerde, "bireysel olan", "evrensel olan"la çakışır.

gan'ın Geyikler Lanetler oyununu sahnelediniz. Yönetmen ola­

Her insan bir mit kahramanıdır. Birey, kendi özgün yaşam yolunda

rak, Murathan Mungan'ın eserlerinde ilginizi çeken nedir?

yürürken, kendi bireysel mitini de oluşturur... Yaşam, "zaman"la

Murathan Mungan ile tanışıklığımız 1993 yılında başladı ve yedi

mümkündür; "zaman"ın kendisidir. Ancak bilinç, -öznel zamanın

yıldır da sürüyor. Ancak bu süre içinde ben Murathan dışında ya­

sonu olan- ölümün soğuk gerçekliğinde, zamanı durduracak ya da

zarlarla çalıştım, onun oyunları da benim dışımdaki yönetmenler

geriye döndürecek, yani yaşamı sürdürecek çareler arar. Yine de

tarafından sahnelendi. Benim bir tiyatro yönetmeni olarak ilgimi

yaşanan her an, ölüme bir adım daha yaklaşmaktan başka bir şey

çeken durumların, konuların, yazar olarak Murathan Mungan'ın

değildir. Bu açıdan bakıldığında, yaşam sonsuz bir yenilgiler dizge

hikaye ve oyunlarındaki karşılıkları aramızda çok doğru bir yazar -

sidir: Dumrul'a -öykünün başında tanımlanan büyüklenmeci fante

yönetmen ilişkisi oluşturuyor. Bugüne dek sahnelediğim oyunlar­

ziler paralelinde- ölümsüzlüğe ve tanrısallaşmaya giden yollar ka

da, yazar olarak hep ilk oyuna gelip, kendini pro­ düksiyon aşamasının dışında tutması bana olan güveninin bir işaretidir diye düşünüyorum. Zaman zaman izledikleri karşısında şaşırdığını ve hatta oyunları sevmediğini bilsem de sevdiği ve mutlu olduğu durumların varlığı, birlikte çalışmamızı an­ lamlı kılıyor. Bu anlamda bir yazar - yönetmen iliş­ kisinden sözederken tiyatroyu oluşturduğumuz öteki parçaların önünde ya da üstünde bir yapı de­ oluyor diyebilirim. Bu da her metinle, her yazarla kurulamayacak bir ilişki ve yapı kurma bilgisi. Daha önceki işlerinize bakınca mitin ya da mito­

cy

lojik olanın sıkça kullanıldığını görüyoruz."Dum-

a

ğil, yazar ile aramızda daha bağımsız bir ilişki var

rul ile Azrail"den yola çıkarak, mitlerle hangi nok­ tada buluştuğunuzu düşünüyorsunuz?

Metis Yayınlarından çıkan Bilgin Saydam'ın yazdığı

Deli Dumrul'un Bilinci adlı kitabın bir başvuru kay­

nağı olarak sürekli başucumuzda olması bu soruya da Bilgin Say­

palıdır: Kendisi çok zayıf, rakibi ise gerçekten "tümgüçlü"dür... Va roluşsal boyutta ele alındığında, ölümün getirdiği sonlulukla karşı

rektiriyor:

laşmanın hemen tüm bileşenleri, Dumrul'un öyküsünde görülebil

pe

dam kaynaklı bir alıntıyla (biraz uzun da olsa) yanıt vermemi ge­ "Mitoloji, "yaşanmış"ın halen yaşanmakta olduğunu vurgulayan,

mektedir...

"son insan"ın "ilk insan"ı taşıdığını anlatan öyküler dizinidir. Yani

Yukarıdaki alıntı, "Kitab-ı Dedem Korkut"daki "Duha Koca oğlu

hiçbir şey geçmişte kalmamıştır: Günümüzde varlığını/geçerliğini

Deli Dumrul Boyu"na atfen yapılmış birkaç saptamayı içeriyor

sürdürmektedir; geleceğe de aktarılacak, yeniden yeniden yaşana­

"Dumrul ile Azrail'de ise bambaşka bir öykü var: Murathan Mun

caktır... İnsanın tarihsizliği, mitolojinin içinde geçerliliği olabilecek

gan'ın Dumrul'u, Azrail'i ve diğerleri "asırlarından oldukça farklı

bir durumdur. Mitojenik insan, mitolojik insanın bir adım ötesinde,

Yani bir "tahrifat"la karşı karşıyayız. Mungan, Dede Korkut'un söy

mitolojinin olaylarının tam içinde değil, artık kıyısındadır ve mitolo­

leminden çıkmış: Boy boylamakta / soy soylamakta, ancak, kendi

jiyi nesneleştirmektedir. Dumrul'dan bahseden Dede Korkut, Dum­

boyunu / kendi soyunu."

rul'un kendisi değildir; onu nesneleştiren, öyküleştiren, yani onun

Bilgin Saydam'ın bizim için yazdığı bu yazıda söylenenlerin doğru

yaşadıklarına aşina olsa da, hatta halen yaşıyor olsa da, bir derece

luğu belki de mitler ile ilişkimdeki gibi bir durum oluşturuyor. Be

uzaklaşabilmiş zihnin taşıyıcısıdır. Bu nesneleştirme "mitojeni" sa­

nim kurabileceğimden daha iyi bir yanıt cümlesi.

yesinde artık başlamış olan tarih süreci üzerinde, kendisinden ön­

5. Sokak Tiyatrosu'nun bundan sonraki projeleri nedir?

cesi olan ve sonrası da olacak bir virgülün konmasıdır.

Bu yıl Özen Yula'nın "Ay Tedirginliği" oyununu oynadık, yeni se

"Deli Dumrul Boyu" bireysel boyutta ele alındığında her ölümlü­

zonda oynamayı sürdüreceğiz. Şimdi "Dumrul ile Azrail". Yine ma

nün yaşaması mümkün ve

"gerekli" bir sarsıntının öyküsüdür. Bi­

sallarla ilgilenen, masalları yeniden okuyan bir oyun: Murat Dalta

reyin dünyaya, öznel gerçekliğin dış gerçekliğe, bireysel erkin ev­

ban'ın tasarladığı, Murat Gülsoy ve Yekta Kopan'ın birlikte yazdığı

rensel düzene çarptığı; yeni bir iç-dış örgütlenme ve ilişki düzenle­

ve yine Murat Daltaban'ın yöneteceği "Aynadaki Ses". Bu proje

mesi gereksiniminin ortaya çıktığı bir karşılaşmadır... Mitler, "es­

için 'Fareli Köyün Kavalcısı' ile bir hesaplaşma diyebilirim. Yunan

ki/köhne", henüz "aydınlanma çağı"nı yaşamamış, "rasyonelleş-e-

mitolojisindeki Kassandra ile Zerrin Tekindor arasında bir ilişkilen

memiş" insanoğlunun, nahif-çocuksu tarzda dünyayı anlama ve

dirmeden yola çıkarak benim yöneteceğim bir yeni oyun daha..

kavrama biçimi değildir..., öyküleştirilmiş "temel varoluş örnekleri",

Yine çok yorulacağımız 2000-2001 sezonu bizi bekliyor.

22


12.

ULUSLARARASI

İSTANBUL

TİYATRO

FESTİVALİ

Edafos Dans Tiyatrosu'ndan Görsel Bir Şölen

MEDEA imza attı. Öğrencilik yıl­ larında önceleri resim

eğitimi alan Papaioannou, 1983 yılında Ame­ rika'ya davet edildi ve Hawkins

Studio,

La

Mamma Studio- (Ellen

a

Stewart) gibi ö n e m l i merkezlerde önemli sa­

natçılarla dans ve be­

cy

den çalıştı ve özellikle Butoh tekniği üzerine

yoğunlaştı, aynı yıllarda

Yunanistan'da tasarımcı

olarak büyük üne kavuş­ tu. National Theatre of Greece, National Opera,

pe

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından 18 Mayıs - 4 Haziran tarihleri arasında düzenle­ nen 12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festiva­ li'nin açılış gösterisi olan "Medea" Yunanis­ tan'ın ünlü topluluklarından Edafos Dans Ti­ yatrosu tarafından sunuluyor. Çarpıcı gösteri­ leriyle dünya çapında ilgi toplayan ve Expo 98, Cannes Dans Festivali ve Lyon Dans Bienali gibi önemli sanat etkinliklerine de davet edilmiş olan Edafos Dans Tiyatrosu, geçen yıl Amerika turnesi sırasında The New York Ti­ mes gazetesi tarafından "Yunanistan'ın son yıllardaki en büyük sürprizi" olarak tanımlan­ dı. Edafos Dans Tiyatrosu'nun görkemli eseri "Medea" dansçıların arada duygusal patlama­ ları simgeleyen ani hareketleri ile bölünen ağır çekim bir sinemasal düşü andırıyor. Oyu­ nun yönetmeni Dimitris Papaioannou; Euripides'in trajedisinin iç içe geçmiş olay örgüsünü Medea'nın anayurduna ihanetinden Korinthos'un kaygısız yıllarına; lason'un ihanetinden Medea'nın çocuklarını katletmesine ve göğe yükselişine kadar yaşanan süreci şaşırtıcı bir basitlikle çözümlüyor. Papaionnou, kahra­ manlarını Yunan mitolojisinden alıyor ve zen­ gin bir düş gücüyle yorumlayarak mitolojinin dışına taşıyor. Oyunda Medea yabani bir ku­ ğuyu, lason ise Rudolf Valentino'yu çağrıştırı­ yor. 1986 yılında Angeliki Stellatou ile birlikte Eda­ fos Dans Tiyatrosu'nu kuran 1964 Atina, do­ kumlu Dimitris Papaioannou, topluluğun tüm yapımlarına koreograf ve yönetmen olarak

State Theatre of Nort­ hern

Greece

ve

La

Mamma gibi önemli ti­

yatrolarla ve Haris Alexiou gibi ünlü sanatçılarla

çalıştı. Dimitris Papaio-

annou

1994

yılında

Devlet Dans Ödülü'nü aldı. Papaioannou'nun yapıtlarının

hepsinde

kavramsal ve biçimsel bütünlük gözlemlemek mümkün. "Medea"da mim, dans, müzik,

hassas, nüansların üzerinde titizlikle duran

resim, sinema hepsi bir arada uyum içinde yer

yorumları ve müzikte Bellini'nin çeşitli

alıyor.

operalarından derlenen kolajla 12. Ulus­

Edafos

Dans T i y a t r o s u ' n u n

izleyenleri

büyüleyen "Medea" yorumu tüm dansçıların

lararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin akıldan çıkmayacak gösterilerinden biri olacak.

Medea- Edafos Dance Theatre / Yunanistan Yazan, Koreografi ve Giysi Tasarımı: Dimitris Papaioannou Sahne Tasarımı: Dimitris Papaioannou-Nikos Aiexiou Müzik: Vincenzo Bellini (çeşitli operalarından kolaj) Işık Tasarımı: Vasso Lactaridou Oyuncular: Angeliki Stellatou, Dimitris Papaioannou, Grigoris Lagos, Stavroula Siameu, Photis Nikoiaou, Yiannis Yiaples, Nikos Dragonas, Nikos Kalogerakis, Hamilton Monteiro, Photis Spyros.

23


F O T O Ğ R A F L A R I N

D İ L İ

Kum,Pan,Ya Yazanlar: Ümit Ünal Kerem Kurdoğlu Yöneten: Kerem Kurdoğlu Sahne-Giysi Tasarımı: Naz Erayda Müzik; Ayşe Tütüncü Koreografi; Övül Avkıran Müzik Düzenleme: Ayşe Tütüncü Sarp Keskiner Orçun Baştürk Cem Akdoğan Müzik Kayıt: Levent Büyük, Stüdyo 18 Hard Disk Editing: Arda Suner Saruhan Erim

Asistan: Sima Can Işık Uygulama: Ersin Kutluhan

pe

Gişe: Tülay Afyonlu

cy

Oyuncular: Murat Daltaban Özden Çiftçi Aslı Öngören Kerem Kurdoğlu Şarkıcı Oyuncu: Suna Suner

a

Oyundaki Fotoğraflar: Fethi İzan, Ütopya

Fotoğraflar: Osman Bozkurt

SAHTE KİMLİKLER 5 (ASRIN ENTRİKASI) 24


Ben kimim?" diye soran biri, asıl bir cevap bulmayı ummaktadır? Başkalarının beni kim olarak tanıdığıyla benim aslında(!) kim olduğum arasındaki fark, hayatımızın en temel endişelerinden birinin kaynağı değil mi? Nasıl göründüğümüz veya nasıl görünmeyi arzuladığımız dışında gerçek(!) bir kimliğimiz var mı? Yoksa kimlik dediğimiz şey, sonucunda olumsuzlandığımız davranışlarımızdan uzak durmayı, sonucunda olumlandığımız davranışlarımızı kullanmayı öğrendiğimiz bir şartlı, şartsız refleksler; bilinçli, bilinçsiz stratejiler toplamı mı?

cy

pe

ADAM bir an düşünür, kendi fotoğrafını hiç tanımadan uzun uzun inceleyerek: ADAM: Sizin kapınıza bırakıldı, sizin tanımanız lâzım... DELİKANLI'nın cep telefonu çalar. DELİKANLI telefonu açar. DELİKANLI: Buyrun? Biraz dinler. DELİKANLI: Bir dakika. Sormam lâzım. (ADAM'a döner.) Bakar mısınız? Ben deri ceketli, 35 yaşlarında, kır saçlı biri miyim? ADAM: Hayır. Değilsiniz. DELİKANLI: {Telefona:) Kusura bakmayın, değilmişim. (Dinler.) Rica ederim. (Telefonu kapar.) Tarif edilenin tıpkı ADAM olduğunu fark ederler. Şaşırırlar, telefona, birbirlerine vs. bakarlar. Korkarlar, ne diyeceklerini bilemezler. ADAM: Kadın sesi miydi? DELİKANLI: Evet, bayandı. ADAM ani bir telâşa kapılır. ADAM: Bana beş dakika müsaade edin, halletmem gereken bir mesele var.

a

DELİKANLI: Kim bu peki?

Peki "samimiyet" dediğimiz şey nedir? İstediği gibi görünmeyi başarmış bir kişinin rahatlığı mıdır sadece? Ya da takınılan maskeyle 'doğal' ve 'sonradan edinilmiş' yeteneklerin uyum içinde olması mı? Bu durumda 'yetenek', kişilikten ayrı bir 'öz potansiyel' tanımı mı oluyor? Belki de 'yetenek', onay gördüğümüz becerilerimizin gelişmesiyle açıklanabilmesi nedeniyle, yani maskenin bir parçası olduğu için, hesap dışı bırakılmalı. Maskenin parçası olmayan tek varlığımız taşıdığımız genetik kodlar mı? Eğer bu doğruysa, kalıtımsal özelliklerimiz ve 'yatkınlıklarımız'la, kendimizi sosyal olarak

25


var edebilme mücadelemizin uyumlu bir çözüme ve başarıya ulaşması mıdır bizi 'kendimiz gibi' hissettiren?

KADIN hayranlıkla: KADIN: Babanız kim?

cy

pe

DELİKANLI tam bir şey söyleyecekken KADIN sesini daha da yükseleterek onu susturur. KADIN: ..tabii ikinci bir dil tercih nedenidir. DELİKANLI patlar gibi: DELİKANLI: Ama ben tam öyleyim... KADIN hayal kırıklığı içinde onu şöyle bir süzerek: KADIN: Siz mi? DELİKANLI: Yes! Und oui. Hatta si. Heyecanla çabuk çabuk konuşarak: DELİKANLI: Sırasıyla İtalyan ilkokulu, Alman lisesi ve İngilizce İktisat bölümlerinde okudum. Fransa'da master yaptım. Evet, henüz besteci olarak varlık gösteremedim ama iş idaresi üzerine yazdığım iki kitap ülkemizde ve Amerika'da liste başı oldu. Beni yirmibirinci yüzyılın iktisatçısı olarak yorumlayanlar çıktı. Tabii hiç çalışmasam bile bana ve müstakbel çocuklarıma yetecek kadar param olduğunu belirtmeliyim. Şu sıralar mali durumum bozuk. Çünkü kızınıza kendimi beğendireceğim diye babamı küstürdüm, evden ayrıldım filan... Ama şu an dönsem yine babamın gözbebeği olurum. Çünkü ben babamın tek oğluyum. Dev bir sanayi imparatorluğunun tek varisiyim.

a

KADIN: Gördünüz mü? Siz kendini bilmez bir genç adamın tekisiniz. Kendinizi tanımadığınız için, hayatınıza giren insanları da tanıyamıyorsun uz. DELİKANLI tam bir şey söyleyecekken KADIN sesini yükselterek onu susturur. KADIN: Benim kızım, başarılı, hırslı, prezantabl, dinamik, ekip çalışmasına yatkın, İngilizce bilen ve tercihen bilgisayar kullanabilen, seyahat etmesine engel olmayan, askerliğini yapmış ve 28 yaşını aşmamış genç işadamı tipinden hoşlanır bir kere...

'Kendin olma' duygusunun yitirilmesi niçin özellikle içinde yaşadığımız bu çağa ilişkin bir sorun? Bunu endüstriyel üretimdeki yabancılaşma ile açıklamak çok mantıklı görünmüyor. Eğer bu yaklaşım doğru olsaydı, kimlik sorununun 19. yüzyıl bireyini de kemiriyor olması gerekmez miydi? Yoksa kemiriyor muydu? Bazı düşünürlerin iddia ettiği gibi, modernizm sonrasında "emek-üretim" paradigmasından "bilgi" paradigmasına geçmiş olmamızda mı kabahat? Bilgi de bir çeşit 'kristalize emek' değil mi? Yeni üretim teknikleri sonucunda, gündelik edimlerimizle onların somut

26


sonuçları arasındaki ilişkinin hissedilemez hale gelmiş olması (yani aslında "emeküretim" paradigmasının görünmez hale gelerek varlığını sürdürmesi), bir açıklama olabilir mi? Bütün bu açıklama yaklaşımları çok 'ekonomist' değil mi? Yine de sorunun tarihselliğinin bir nedeni olmalı. GENÇ KIZ: Bakın, ben bu kendilerine doktor süsü veren yaratıkların yanlış yaptıklarını nereden biliyorum... ADAM: Nereden biliyorsunuz? GENÇ KIZ: Biraz düşünün... ADAM: Bir içgüdü olabilir mi? DELİKANLI: Bir sezi... KADIN: Nereden biliyorsunuz?

pe

cy

a

GENÇ KIZ esrarlı bir gülümsemeyle: GENÇ KIZ: Hafızamızı kaybetsek bile birtakım kişilik kırıntıları kalmış olmalı beynimizdeki şu gri kıvrımların arasında... Ben geçmişte belli ki doktordum... Ruh doktoru yani... Yoksa yapılan yanlışı nereden bileceğim.... ADAM gayet ciddi: ADAM: Uyduruyor olamaz mısınız? GENÇ KIZ parlar, neredeyse A D A M ' ı n tepesine çıkarak: GENÇ KIZ: Uydurmak mı? Tabii. Tabii ki uyduruyorum. Herkes sürekli uyduruyor beyefendi... Siz şimdi hafızanızı kaybetmiş olmasaydınız, şu an 35 yaşlarında, evli, bir çocuk babası bir adam olsaydınız, yine sürekli kendiniz hakkında birtakım yalanlar, teoriler, hayaller uyduruyor olacaktınız... Yanılıyor muyum? ADAM korkuyla gerilemiştir, hayır manasında başını sallar. GENÇ KIZ ortada kaplan gibi gezinerek, anfide ders veren bir hoca havasında: GENÇ KIZ: Hayatta kendimize biçtiğimiz rol kadar varız hanımlar beyler... Uydurduğumuz şeyler gerçek kişiliğimizdir... Uyduruyorum o halde varım... ADAM ürkek ama alaycı: ADAM: Klişe... Ağızlara sakız olmuş aşınmış, berbat klişeler bunlar... İnsan lise sıralarında böyle hikmetler yumurtlar. Birbirlerine kimliklerini 'ifşa eden', kendilerini birbirlerine tanıştıran dört kişi. Sürekli değişen / değiştirilen kimlikler, başka kişiler olarak yeniden karşılaşan aynı kişiler, sürekli yer değiştiren hayatlar. Sıradan insanın gündelik kimlik problemiyle, bir insanın gerçek kimliğinin ne olduğuna ilişkin felsefi sorular arasında eğlenceli bağlantılar. Koreografinin, bedensel kodlar yoluyla, mizansenin yerini aldığı bir hareket anlayışı. Absürd tiyatro, fars, polisiye ve müzikal geleneklerinden beslenen çağdaş bir gösteri.

27


12.

Y ı l d ı z

ULUSLARARASI

K e n t e r ,

İSTANBUL

A n ı l a r ı y l a

d a

TİYATRO

S a h n e d e

FESTİVALİ

Y e r i n i

A l d ı

a

HEP AŞK VARDI Üç insan... Üç yaşam... Üç dönem... Üç kavga... Üç aşk... Yılların ustası Yıldız Kenter, yeni oyununda kendini

Oyun 1920'lerden bugüne uzanan

azından festivalde izleme şansınız

uzun bir dönemi kapsıyor. Annesinin,

olacak.

yani Olga Cynthia'nın işgal yılları

izleyicinin kırık kırık anılardan, o

İstanbulu'nda, bir konağa gelin

günleri de anımsayarak bir sentez

pe

ve en yakınlarını, annesiyle kızını

Atay

cy

Duygu

gelmesiyle başlıyor anılar. İşgal yılları,

yapmalarını istiyor Kenter.

Ülkü Tamer'in tanımıyla adı "Bir

büyük taarruz, Vahdettin'in kaçışı,

Anımsayarak, çağrıştırarak gösterme

Çılgının Elli Yılı" da olabilecek bu

savaş. Sonraki yıllar, dönemler. Arka

biçimin getirdiği olanaklardan

projeye, bu tanımı çok yakıştırıyor

planda ülkemizin geçirdiği dönemler,

yararlanarak geri dönüşlerle,

Yıldız Kenter. Anılarını yazmaya karar

sağ-sol kavgaları, vurulanlar, hatta

sıçramalarla koca bir yetmiş yılın

verdiğinde bile, bu anıları 'ak kâğıt

idam edilenler. Ön plandaysa hep

içinden izleyeceğiz "Hep Aşk Vardı"yı

üstünde karalar' olarak görmek

insan var. Çok doğal. Çünkü Yıldız

Bu aşk, sahne aşkı da olabilir elbet,

yerine, oyun biçiminde yapmayı

Kenter'in ilgi odağı 'insan'. Bu yüzden

insana duyulan aşk da. Elli yıla

düşünmüş. "Oyuncu açgözlülüğü" ağır

de zaten yazın türleri arasında 'anı'ya

sığdırılan bütün bir özyaşam

basmış. Kendi yaşamını oyun haline

ilgi duyuyor.

öyküsünü izlerken, kaçınılmaz olarak

getirirken bu işi en iyi kendisinin

Aslında 50. sanat yılında yapılması

Yıldız Hanım'ın oynadığı, sahnelediği

yapabileceğini düşünmüş. Bir insanın

gereken bu oyun, hastalıklar

oyunlardan yansımalar da olacak

yaşamını en iyi kendisinin bilebileceği

yüzünden bugünlere sarkmış

oyunda. Doğaldır ki sanatçımızı

düşünülürse, doğru bir seçim.

durumda. Belki de daha iyi. En

sadece sahnede tanıyan bizler, bu ko

anlatıyor.

Hep Aşk Vardı • Kent Oyuncuları / Türkiye Yazan-Yöneten: Yıldız Kenter Sahne Tasarımı: Osman Şengezer Giysi Tasarımı: Çolpan İlhan Oyuncu: Yıldız Kenter, Engin Hepileri 28


nu bir 'insan' olarak da tanıyacağız. Ailesi, kendisi, kızı nasıl birileridir, neler yapmışlardır, kişisel yaşantıları nasıldır, göreceğiz. Zaafları, başarıları, sevileri, öfkeleri nasıldır, öğreneceğiz. Bu oyunla Yıldız Kenter'in kişisel yaşamı da göz önüne seriliyor. Bir oyuncunun özel yaşamının izleyiciler tarafından bütün yönleriyle bilinmesi, bazı rizikolar getirir mi acaba? Örneğin bu oyundan sonraki Oyunlarında, Yıldız Kenter'in canlandıracağı rollere başka bir gözle mi bakacak izleyiciler? Bu konuda hiçbir kuşku taşımıyor Yıldız Hanım. "Bu oyun da diğerleri gibi benim için. Nasıl ki bundan önce başka oyunlar, başka roller vardıysa, bundan sonra da olacak. İzleyicinin bu oyundan sonra, benim özel yaşamımı bilenler olarak bana farklı gözle bakacaklarını, içlerinden biri gibi düşüneceklerini sanmıyorum. Tiyatroyla yaşam zaten iç içedir. Geçmişi anlatırız, oynayarak yaşarız. Şu an durduğumuz noktada geçmiş, şimdi, gelecek hep

cy

var".

a

Geçmişi durmadan anımsarız, yeniden yaşarız.

Peki biz bu oyunda Yıldız Kenter'in bir İngiliz olan annesini, oynadığı rollerden ayırt edilmesi zor

kendi yaşamını, hep yurtdışında yaşayan kızı Fatma Leyla'yı farklı kişilerden mi göreceğiz? Hayır. Bu üç

pe

rol de, sanatçı tarafından oynanıyor. Zorluk

derecesi çok yüksek bu oyunda böyle bir yükün altına severek giren Yıldız Kenter, aşkla bağlı

olduğu bu iki insanı kendi kişiliğinde eriterek, anı-

oyun türünün bir örneğini oluşturuyor. Bu şekliyle oyuncuda, yazarın kimliğinin de yer yer ortaya

çıktığını görüyoruz. Bu arada, oyundaki üç kadının aşklarının da söz konusu edildiğini eklemeliyiz,

Annesinin babasına, kendisinin ve kızının aşklarıyla evliliklerine de yer veriliyor oyunda. Doğal, çünkü 'Hep Aşk Vardı" ve olacaktır da. Yıldız Kenter'in bütün yaşamını dolduran aşk, ister tiyatroya, rollerine, ister gerçek kişilere, isterse de insan'a karşı olsun, onun yaşamının bir parçası değil, bütünü adeta. Başka türlüsü de mümkün görünmüyor zaten. Yoksa, elli yıllık sanat yaşamına nasıl sığardı şimdiye değin yaptıkları? İlk kez festivalde gösterilecek bu oyunda kendisiyle birlikte büyük bir hevesle çalışan yardımcısı Yeşim Koçak ve Yardımcı oyuncusu Engin Hepileri'nin büyük payı olduğunun vurgulanmasını da istiyor Yıldız Kenter. 29


12.

S

a

n

a

ULUSLARARASI

l

İSTANBUL

S

h

a

TİYATRO

k

e

s

FESTİVALİ

p

e

a

r

HIRÇIN KIZ Potuoğlu

a

Öykü

İstanbul Tiyatro Festivali'nin ağır toplarından biri de, İngiltere'nin dünyaca ünlü topluluklarından Royal Shakespear

cy

Company. Topluluk, ünlü Shakespeare klasiği "Hırçın Kız"ı iddialı yönetmen Lindsay Posner'ın rejisiyle 24-27 Mayıs arasında Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde sahneleyecek. Elinizdeki yazı, bir tanıtım yazısının sınırlarını aşarak bugün Sha kespeare sahneleme inceliklerinden, büyük repertuvar tiyatrolarının olası sorunlarına uzanan bir ön-düşünce yazısına dönüştü. Tek amaç, cebimizde sorularla izlerken alacağımız keyfi çoğaltmak... bilgilendiriyor bizi? Oyuna adını veren hırçın

parçası olarak kullanmış.

William

Shakespeare'in izini sürmek... İngiliz

kız Kate'le onu 'yola getiren' Petruchio'nun

Posner'in "Hırçın Kız"ı, oyunun ayyaş tekke

Tiyatrosuna dair internet siteleri, birkaç sani­

arasındaki çatışma kadar Elizabeth dönemin­

si Christopher Sly'ın sızdığı yerde birkaç zen-

yede açılıveriyor önümde. 400 yaşını geçmiş

deki cinsel politikaların sivri bir eleştirisini de

gin tarafından kaldırılıp, temiz bir banyonun

pe

aSanal dünyada tiyatro yazınının büyük ustası

Shakespeare klasiklerine, dünyanın her yanın­

sunan bu oyundan seçilen fotoğraf şu: Pet-

ardından bir bilgisayarın başında yalnız bırakıl-

da bu yapıtların farklı sahnelemelerine bu ka­

ruchio'nun avucunda, avucunun içinde bilgi­

masıyla açılıyor. 2000'lerin başından geriye

dar hızlı ulaşmak, yabancılaştırıyor elbette.

sayar teknolojisiyle küçültülmüş bir Kate var.

uzanan yolculuk burada başlıyor. Sly, bilgisa-

Teknoloji özürlü olmasanız bile...

Petruchio'nun, Kate'i 'avucunun içi gibi bildi-

yar başında internete girip, bir Shakespear

Az önce, sanal dünyada 12. İstanbul Tiyatro

ği'ni kavratan bu imge, yönetmenin seçimleri­

oyununun, ki bu oyun da "Hırçın Kız", dönemin

Festivali'nin konuğu Royal Shakespeare Com-

ne dair önemli bir ipucu veriyor aslında. Pet-

kostümleri içindeki provasını izliyor. Derken

pany'nin "Hırçın Kız"dan bir fotoğrafa bak­

ruchio, tüm erkeklerin ödünü koparan Kate'i

ekrandakiler sahne uzamında gerçek olmaya

tım. Altında da 'Bir kadın, bir erkek, aniden

'evcilleştirme'nin yolunu, onu çok iyi tanımak­

başlayınca, yani bilgisayar ekranındaki figürler

ta bulur oyunda. Hatta Kate'in hırçınlığının en

etlenince, oyun kendi akışını buluyor. P

alev alan ilişki' gibi bir ibare var sitede. İpuçları toplamaya çalışıyorum. Yazarın ilk dö­

abartılı haline bürünerek, ona taraflı bir ayna

dua'nın ileri gelenleri, başı delişmen kızı Ka-

nem komedilerinden bu oyun, topluluğun id­

tutarak yıldırır. Bu anlamda, metnin aslına sa­

te'le dertte olan varlıklı Bey Baptista Minol

dialı yönetmenlerinden Lindsay Posner'in reji­

dık kalan yönetmen Posner, biçimsel olarak

Kate evlenmeden evlenemeyen uysal kızkar-

siyle nereye uzanmış olabilir? Site ne kadar

da bilgisayar teknolojisini rejisinin önemli bir

deş Bianca, Bianca'nın taliplerinden Lucent

Hırçın Kız • Shakespeare Kraliyet Tiyatrosu / İngiltere Yazan: W i t l i a m Shakespeare Yöneten: Lindsay Posner Sahne Tasarımı: Ashley Martin-Davis Giysi Tasarımı: A l i s e M c A r t h u r Işık Tasarımı: Peter M u m f o r d Müzik: Gary Yershon Oynayanlar: Stuart M c Q u a r r i e , Katherine Grice, Colin M c C o r m a c k , John Lloyd Fillingham, Simon Coates, Nîcholas Blane, M a x w e l l Hutcheon, Sam Throughton, Ryan Pope, Jo Stone-Fewings, Louis Hilyer, Christopher Wilkinson, M o n i c a Dolan, Charlotte Randle, A n w e n Hugues-Roberts

30


onun kurnaz hizmetçisi Tarnio, baskı ve yıldırma yöntemleri konu­ ­­nda usta Petruchio, tüm bu karakterler üç saatlik yapımda ana olay örgüsüne sadık kalarak çizilmiş bu yorumda. Öte yanda, Posner'ın "Hırçın Kız"la bugün arasındaki bağlantıları, biçimsel görsel tercihler dışında nasıl kurduğunu merak ediyorum. Bugünle Rönesans arasındaki bu "tarihi" gelgitin sahnedeki karşılığı ne? Evet, Royal Shakespeare Company, adı üstünde Shakespeare klasiklerini tüm dünyaya tanıtma konusunda ciddi bir misyon üstlenmiş durumda ama bunun dışında nasıl bir yorum amacıyla tekrar el atılmış olabilir "Hırçın Kız"a? Tanıtım imgesindeki gibi, bir erkeğin bir kadını avucunun içi gibi bilmesi", hangi güç dinamiklerini, ki bununla bağlantılı olarak hangi sahne göstergelerini, nasıl fişekler? "İnsan doğasına dair büyük gerçekler sunan Shakespeare" klişesinden daha az yalınkat bir sahnelemeye kapı nasıl aralanır? Son yıllarda repertuvar tiyatrosu olmak ve ağır bir turne programıyla çok geniş bir kitleye ulaşmak adına nitelikten ciddi ödünler verdiğine dair eleştirilen RSC, bu yapımda bu sorunlarını aşabilecek mi? (Bu standartlar, nitelik yerine nicelik odaklı tiyatro, bizim seyircimize de pek uzak gelmese gerek), Yönetmen Posner'ın bu yorumu çoğunlukla pek iyi eleştiriler almasa da, daha önceki Ariel Dorfman'ın "Ölüm ve Bakire" rejisiyle İngiliz tiyatrosunun saygın Olivier ödülüne layık bulunmuş. Posner'ın David Namet gibi çağdaş yazarlardan Ben Johnson gibi klasiklere uzanan

a

kalası, Young Vic, Hampstead Theatre'da, Kraliyet Opera Salonu'nda

yer sağlamış ona. Daha oyunu izlemeden, eleştirilere başlamak insaf-

pe

başka. Hepinize iyi seyirler!

cy

sızlık bir bakıma ama bir yapımı cepteki sorularla seyretmenin keyfi de

31


12.

ULUSLARARASI

İSTANBUL

TİYATRO

FESTİVALİ

Ciklet Gibi Çiğnenen, Ama "Oynanan" Bir Oyun

"İDEAL BİR KOCA" Üstün

Akmen

Gencay Gürün'ün basın bülteninde belirttiği

dın"! yazmış ve ardından "İdeal Bir Koca" ie

sav, bu oyunun Türk siyasi yapısına bilmeden

"Ciddi Olmanın Önemi Üzerine", 1895 başın

savunan "estetikçilik" akımı bilmeyenimiz sanı­

göndermeler yaptığı yolunda. Gerçekten de,

da sahnelenmiş. Bunların içinde "Ciddi Olma

rım yoktur. Yararcı toplumsal felsefelere ve

oyunu izlerken, halkın güvenini kazanmış, se­

nın Önemi Üzerine" adlı yapıt, en başarılısı sa

sanayi

toplumunun çirkinliğiyle zevksizliğine

vilen, saygın, dürüstlüğün simgesi olan ve de

yılmış.

tepki olarak geliştiği, İrlandalı şair ve oyun ya­

zirveye tırmanmış bir politikacının, yani oyun­

Wilde'ın "İdeal Bir Koca"da da kullandığı gele

zarı Oscar Wilde'ın da bu akımın İngiltere'deki

daki Sir Robert'in (Kazım Aksar), borsaya sız­

neksel fars öğeleri, g ö r ü n ü ş t e önemsiz a y r ı n -

sözcülerinden olduğu elbette pek bilinen bir

dırılan bilgiler nedeniyle başına gelenlere ta­

tılar üzerinde d u r u r k e n , d ö n e m i n ikiyüzlülü-

cy

a

19. yüzyıl'ın son çeyreğinde Avrupa'da edebi­

yat ve sanatta "güzellik için güzellik" ilkesini

nık oluyoruz. İzleyenlerin beyninde anında

ğ ü n ü acımasızca sergileyen e p i g r a m l a r a dö-

görüntü: Hikmet Uluğbay olayı... Evet, insan

nüşüyor. Gelgelelim o y u n , Gencay Gürün'ün

minde olan devrime sırtını dönmüş bir yazar.

hemencecik Uluğbay'ın çevresinde dönenleri,

elinde, nedense sade suya tirit haline gelmiş.

O yüzdendir ki, oyunları (burada dikkatinizi

bir insanı intihara götüren nedeni ve gazete­

Pekiii, n e d e n ? Bir k e r e ş u n u deyivereyim.

çekerim: Sadece oyunları) konunun uzmanla­

lerde, TV kanallarında günlerce izleyip, bir

Gencay G ü r ü n , kesinlikle yenilikten yana de-

rınca, yazıldığı çağın gerisinde sayılmış. "Tiyat­

türlü "kerevet'ine çıkamadığı, o içinden çıkıl­

ğil. Anımsayabildiğim, izleyebildiğim kadarıyla

ro İstanbul", XII. Uluslararası İstanbul Tiyatro

maz labirenti anımsıyor. Veee... Gencay Gü­

da, hiçbir o l u m l u eleştiriye yüz vermiyor; dedi-

Festivali'nde, bütün dünyada ölümünün 100.

rün'ün iletisi: "Eyyy ahali! Yüzyıl önceki siya­

ğ i m dedik, ö t t ü r d ü ğ ü m d ü d ü k y ö n t e m i n i terk

yılında anılan, 1880'lerde estetikçiliğin Londra

set, gördüğünüz gibi yüzyıl sonra da değişmi­

edemiyor. Komedi y ö n e t i r k e n , g ü l d ü r e n öğe

edebiyat çevrelerinde öfke ve düş kırıklığı ya­

yor".

ya da öğelerin insanların kusurları o l d u ğ u dü-

rattığı bir dönemde, zekası ve parlak kişiliğiy­

Gene hepimiz biliyoruz ki, Wilde başarısını tö­

şüncesinde mıhlanıp kalıyor da, oyun içinde

pe

konu. Eğri oturup, doğru konuşmak gerekirse

Wilde, gerek tiyatronun özünde, gerekse biçi­

le, anılan çevrelerde kendine fevkalade önem­

re komedisi diye tanımlayabileceğimiz biçim­

bu düşünceyi tartışmaya açmaya çekiniyor. Bi-

li bir yer edinen ünlü yazarın, 1895'te yazdığı

deki yapıtlarıyla kazanmış. Karmaşık ve yapay

zi g ü l d ü r e n kusurları ahlaksızlıkla ilintili görü

"An İdeal Husband- İdeal Bir Koca"sını sahneli­

bir olay örgüsüne sahip, gerilimin gitgide ar­

yor, ama onların t o p l u m l a uyumsuzlukların

yor.

tarak doruğa ulaştığı, mutlu son biçemindeki

dan d o ğ d u ğ u n u kabul etmiyor. Gürün'ün yö-

"İdeal Bir Koca"yı Gencay Gürün, Nilgün Gür-

(Üslubundaki), nükte ve zekaya dayalı yeni bir

netiminde kusur ya da uyumsuzluk, gülünç ki

kan'ın saygı duyulacak görkemli dekoru ve

oyun türü yaratmış. Döneminde, Fransız tiyat­

ş i n i n , g ü l ü n e n kişinin ruhsal d u r u m u n a b i r

Yüksel Aymaz'ın titiz ışık çalışması eşliğinde

rosunun köhnemiş kalıplarını silkeleyen "Lady

asalak g i b i yabancı kalmıyor. Kusur, kişinin

sunmakta. Tiyatromuzun ustalarından küçük

Windermere'in Yelpazesi", bu türün ilk örnek­

t ü m varlığını emiyor ve o n u olduğunca değiş-

bir demet de, bu oyunda bir araya gelmiş.

lerinden sayılmış. Sonra "Ehemmiyetsiz Bir Ka­

tiriyor, üstüne üstlük kişinin d r a m konusu ol

İdeal Bir Koca • Tiyatro İstanbul / Türkiye Yazan; O s c a r W i l d e Çeviren ve Yöneten: G e n c a y G ü r ü n Sahne Tasarımı: N i l g ü n G ü r k a n Giysi Tasarımı: Sevim Ç a v d a r Işık Tasarımı: Yüksel A y m a z Müzik: Gaye A k ç ı l Oynayanlar: K e m a l Bekir, Şahnaz Ç a k ı r a l p , A r s e n G ü r z a p , C a n G ü r z a p , İlkay Saran, N u r s e l i İdiz, K a z ı m A k ş a r 32


masına ramak kalıyor. Konu tümüyle çiklet gibi çiğnendikçe çiğneniyor. Gürün'ün sahne üstü devinimleri zamanlamasında da, bu kere iyiden iyiye bir şaşkınlık seziliyor. Olacak iş değil, vurgu nerede gerçekleşecek mi hiç zamanlamamış! Örneğin, Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan Sir Albert'i oynayan Kazım Akşar: "Kendimi satmadım, başarıyı satın aldım" derken ve Nurseli İdiz ikinci perde ortasında, zaman planı veril­ mediğinden gerginleşiyor; bu da devinimden önce vurgu ya da vurgudan önce devinim kargaşası yaratıyor. Bunca deneyimli oyuncu, Gencay Gürün yönetiminde oyunculuklarını, hani Meyerhold'un "ön oyun­ culuk" olarak adlandırdığı süzgeçten geçirmediklerinden olsa gerek, izleyicinin sahnedeki olaylar zincirine yönelmesi pek zor oluyor. İzleyenler anımsayacaktır, Nurseli İdiz, birinci perdede, sahnenin solunda Ka­ zım Akşar ile uzun süre üç çeyrek pozisyonda kalıyor. Can GürzapNurseli İdiz ikili sahnesinde "Counter Cross", tam anlamıyla kör kör parmağım gözüne. Yetmez, savsaklama da var. Örneğin, Can Gürzap, izleyiciye göre sahnenin solundaki "müzik odasına giriyor, soldan yeni giriş yapıyor. Ortadaki kapı cümle kapısı! Haaa, bir de birinci bölümün sonunda, Sir Robert'in koltukta yalnız kaldığı an var. Anımsayın lütfen, hani Sir Robert koltuktan kalkıyor, soldan çıkış yaptıktan sonra perde kapanıyor ya! Perde neden çıkışı bekler, Tanrı aşkına biri bana anlatsın, n'olur!

a

Oyuncular, paylaşmalı pozisyonlara yabancı olmadıklarından, eşit vurgular kendiliğinden sağlanıyor. Yukarıda da söylediğim gibi, Sevim

Çavdar'ın giysi tasarımı koşulları, duyguları ve estetiği doğru olarak

cy

yansıtıyor. "Mihri Müşfik"te uzun süre, bıkmadan usanmadan aradığım, adı olup da, kendisini bir türlü bulamadığım Nurseli İdiz, bu kez

ar". İdiz, izleyiciyi en iyi gözlemleyen, en iyi inceleyen, kişiselleştirdikten sonra aktarmasını pek iyi bilen olarak karşımıza çıkıyor. Bir oyuncunun oyunculuğuyla imgelemesinin birbirleriyle ne denli ilintili olduğunu pek güzel sergiliyor. Oyun nasıl olursa olsun, onun o her zaman

pe

denk gelmeyen olgulara karşılık vermek, yansıtmak gibi yetenekleri, oyuncu duyarlılığı var, bunu yadsıyamayız elbette. Can Gürzap, trajik

ya da komik görünüşü, iç tonlama ile ortaya çıkarmakta müthiş başarılı Arsen Gürzap, artistik duyarlılığını korumak ya da başka bir deyimle çoğalmak için markelenmeye ve ayırtı (nüans) hatalarına doğal olarak

tepki gösterirken, ses deneyimini enfes kullanıyor. Genç oyuncu Şahnaz Çakıralp'te, imgelemeyi sözcüklerle ve duygularla aktarım yetene-

ği seziliyor. Dilerim geliştirir kendini. Yılların Kemal Bekir'i, gözlemciliğiği, inceleyen, karakterize eden, aktarıcı kimliğini korumakta. İlkay Saran, "tıs tıs'lı ve zaman zaman rahatsız edici tonlamalarına karşın, gene de sevimli bir tip çiziyor. Kazım Akşar, gözlemciliği, ölçülü ve önemli oyunculuğu yanı sıra, yüz kaslarını gayet güzel kontrol altında almasıyla dikkat çekiyor. azının sonu geldiğinde, arkanıza yaslanıp: "Eyyy, eleştirmen! Sen ki, her oyunun emek ürünü olduğunu ve de ister beğenilsin, ister beğenilmesin ayakta alkışlanması gerektiğini söyleyensin, o halde yılların yönetmeni Gencay Gürün'den ne istersin?" diyebilirsiniz elbette,

çıların aracılığı ile yorumlarsa, kendisi de bir zanaatçı, usta bir zanaatçı

meraklısına ivedi yanıt: İzleyicinin günlük arayış ve beğeni düzeyine

demektir; ancak, eylemlerin, sözlerin, çizginin, rengin ve ritmin tas­

kesinlikle inilmemesini, oyunun ruhunun devingen görüntü dilinde

tamam üstesinden geldiği zaman bir sanatçı olabilir. Böylece, piyes

iade edilmesini, sahneye koyucunun üstün bir sanat düzeyini tuttur-

yazarının yardımına da artık ihtiyacımız kalmayacaktır."

masını, halk beğenisine ödün verilmemesini isteyen Gordon Craig,

Craig böyle diyor demesine de, siz izlemediyseniz bir olanak yaratıp

Suat Taşer'in çevirisiyle bakınız ne demekte: "Yönetmen piyes

görün "İdeal Bir Koca"yı. Ola ki tümüyle beğenir, sonra da beni eleş­

yazarının piyeslerini, aktörlerin, sahne ressamlarının ve öteki zanaat-

tirirsiniz. Kim bilir!

33


12.

ULUSLARARASI

İSTANBUL

T İY A T R O

FESTİVALİ

silcisi".

Festivalde izleyeceğimiz oyun "Ölüm, Yıkım ve

cy

The New York Times, Robert Wilson'u "De­ neysel tiyatro dünyasında zirvede bir figür ve zaman ve sahne alanını sınırsız uzama dönüş­ türen bir kaşif olarak" olarak nitelendiriyor. Susan Sonntag da, Wilson'un çalışmaları ile ilgili olarak "Büyük sanatsal yaratımlar" tanımı­ nı yapmıştır. "Dünyası onun kadar zengin ve etkin bir sanat adamı tanımadım".

a

ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım & detroit III Detroit", 1979 yılında Berlin Schaubühne'de

gerçekleştirildi. İkinci "Ölüm, Yıkım ve Detro­ it", 1987'de ilk gösterimini yaptı.

Umberto Eco'nun "Önceki Günün Adası" adlı

felsefi macera romanından, Edgar Ailen Poe'nun bir kısa öyküsünden ve evlat edindiği

pe

Texas'ta dünyaya gelen Robert Wilson, Texas Üniversitesi ve Brooklyn Pratt Enstitü'sünde eğitim gördü. 1969 yılında New York'da iki büyük prodüksiyona imza attı: "İspanya Kralı" ve "Sigmund Freud'un Yaşamı ve Dönemi".

1971 yılında gerçekleştirdiği "Sessiz Parıltı" ad­ lı 'sessiz' opera büyük yankı uyandırdı. Pa­ ris'teki gösterimden sonra Fransız sürrealist Louis Aragon, şöyle yazar: "Sürrealizmin için­ den doğan bizler için Wilson, izimizden git­ mesini ve bizi aşmasını istediğimiz neslin tem-

bir gemi kazası geçirmiş olan denizci Robert

della Griva'nın sanki bugünü dünden ayıran meridyeni arayışıdır. Roberto önceki günü adasını görür ama ona asla ulaşamaz. A: sevgilisine yazdığı mektupları dinleyerek ona sonsuz denizler ve zamansız uzamlar içinde izleriz. "ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım ve detroit III

otistik Christopher Knowles'in şiirlerinden yo­

uzam içinde sonsuz bir gezidir. Güçlü sahne

la çıkarak kendi minimalist tiyatro anlayışı

ve ışık tasarımı bu sonsuzluğu çarpıcı bir renk

içinde yorumladığı, on iki sahneden oluşan

skalası içinde sunar. Bir sahne büyücüsü, sah-

"ÖNCEKİ GÜNLER, ölüm, yıkım ve detroit III",

ne mimarı olarak anılan Robert Wİlson'u

mahşer gününden başlayarak geri dönüşlerle,

"ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım ve detroit

tarihsel süreç içinde yıkım ve yeniden yapım

llI'ün müzikleri Japon besteci Ryuishi Sakama

olgusu üstünde durur. Oyunun özelliklerinden

to'ya ait. Oyunun zengin kadrosunda yer alan

biri, öykünün bir süreklilik içinde sunulmayışı-

sanatçılardan biri Isabella Rossellini. sinema

dır. Olaylar sürekli olarak zamanın gerisine gi­

dünyasına Taviani kardeşlerin "II Prato-Çayı

der ve yeni bir bin yılın eşiğinde insanın mah­

adlı filmiyle giren sanatçı, son yıllarda TV için

şer günü kâbuslarına ayna tutulur. 16.yy.da

çevirdiği "Crime of the C entury-Asrın Cürmü

ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım & detroit III • Yapım: Change Performing Arts/İtalya Ortak Yapımcılar; Lincoln Center Festivali/ABD • Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali/Türkiye • MC93 Bobigny/Paris Metin: Umberto Eco Şiirler: Christopher Knowles Yöneten: Robert Wilson Sahne Tasarımı: Peter Bottozzi Giysi Tasannu: Jacques Reynaud Işık Tasarımı: A. J. Weissbard Müzik: Ryuichi Sakamoto Oyuncular: Isabella Rossellini, Elettra Bottazzi, Francis Bouc, Andre Gingras, Meg Harper, Makram Hamdam, Marianna Kavallieratos, Christopher Knowle, Restu Kusumaningrum, Brian Nishii, Fernando Nogueira, Areo Renz, Elisabetta Rpsso, Heiko Senst, Ines Somellera, Carlos Soto, Kameron Steele, Tassy Thompson Konuk Sanatçılar: Semiha Berksoy, Dechen Shak, Yetkin Dikinciler, Devrim Nas 34


ve Golden Globe, "Chicago Hope" ( U m u d u m Şikago) ile de Emmy Ödülleri'ne aday olmuştur. Oyunun bir başka önemli ismi de u n u t u l m a z Opera sanatçımız Semiha Berksoy. Konuk o y u n c u olarak T e m m u z ayında Lincoln Center'de bu oyunda oynayan Berksoy, şöyle konuşuyor: "Oyun sanki hareketlerin dili. M o d e r n dans değil, ama hareketler çok önemli. Örneğin dalgaların sahneye v u r d u ğ u çok önemli bir sahne var. Bunu aktörler gerçekleştiriyor. Wilson bu oyunda doğayı sanatsal y ö n d e n açıklıyor. A m a asla natüralist değil. Ölüler alemini, kıyamet g ü n ü n ü sürrealist resimlerle işliyor. Sürrealist o l d u ğ u kadar politik bir oyun. Ben Brantley imzasıyla New York Times'da çıkan "Düşler labirentinde bir gezi" başlıklı uzun eleştiri yazısında Berksoy için şöyle diyor:"Gecenin ses ve g ö r ü n t ü olarak akıllardan çıkmayan sahnesi, kırmızı bir divan üzerine uzanmış 90 yaşındaki Türk opera sanatçısı Semiha Berksoy'un sahneyi bir uçtan bir uca katederken söylediği "Tristan ve Isolde" operasından Isolde'nin "Aşk Ö l ü m ü " aryasıydı. Berksoy bir Barok çağ N o r m a Desmond'unu anımsatıyordu". Robert Wilson yeni sezonda H a m b u r g Thalia Tiyatrosu için Lou Reed ile ortak çalışması "Poetry-Şiir Sanatı"nı, Zürih operası için Wagner'in "Das

cy a

Rheingold-Ren Altını" operasını ve Büchner'in "Woyzeck" yapıtının bir uyarlamasını da, Tom Waits'in besteleriyle Kopenhag Betty Nansen t i ­ yatrosu için sahneleyecek.

pe

Onları da görebilmeyi diliyoruz.

35


12.

B

r

e

c

ULUSLARARASI

h

t

B

u

İSTANBUL

r

a

d

TİYATRO

a

FESTİVALİ

v e

Ş

i

m

d

i

HANNA SCHYGULLA

Altın küpeli Hanna Schygulla... Bu görüntü karşısında gülümsememek imkansız. Alman oyuncu, Reims sakinlerine iki akşamdır kendi

cy

pe

Hanna Schygulla, Brecht'in şiirlerini ve şarkıla­ rını Kurt Weill ile Hanns Eissler'in müziği eşli­ ğinde seslendiriyor. Hanna Schygulla, yeni Al­ man Sinemasının en önemli kadın oyuncula­ rından biridir. Straub, Schlöndorff, Wenders ve von Trotta ile birlikte çalıştı. Onu ilk kez gördüğü an, daha filminde bile oynatmadan, onun filmlerinin starı olacağını düşünen Fassbinder'in vazgeçemediği oyuncusu oldu. Fassbinder'in yirmi filminde oynadı. Canlandırdığı 'Maria Braun' karakteri Hanna Schygulla'nın dünya çapında ünlü olmasını sağladı ve ona uluslararası sinemanın kapılarını açtı. İnsan yaşamında bir geçiş dönemini simgeleyen elli yaşı geride bırakan Hanna Schygulla, artık si­ nema dünyasından ilgisini çeken teklifler almı­ yor.

a

Hanna Schygulla Brecht'in Şarkılarını Söylüyor

Ama Hanna Schygulla'nın tutkuları var. Yaşa­ mında vazgeçemediği insanlar var. Uzun yıl­ lardır ısrarla sürdürdüğü, hiç peşini bırakma­ yan iç sorgulamaları var. Çünkü o, kendi top­ rağını sürekli kazan köylü gibi, yaşamını didik didik ediyor.

Brecht'in adı geçtiği an, onun dizeleriyle bü­ yüdüğünü söylüyor. "Komünist Almanya'da olduğu gibi kapitalist Almanya'da da bana onun dizeleri eşlik etti. Onun dehası dünyada­ ki tüm duvarlardan daha sert, daha karşı ko­ nulmazdı." Artık kendisine şu soruyu sorma­ nın zamanı gelmişti: "Bu büyük yazar, onun kulağına bugün neler fısıldıyordu?" Sorunun yanıtını Kurt Weill ile Hans Eissler'in müziğinin eşliğinde, Brecht'in sözlerinde, pek fazla bilin­ meyen "Brecht Şarkıları"nda arıyor. Kendi sözcüklerinde de arıyor. Kendi sesinin ve be­ deninin eşlik ettiği sözcüklerde bir yanıt bul­ mayı düşlüyor.

Komünist yaşam biçiminin modasının geçtiği­ ni söylüyor. Zenginlerin her geçen gün daha zengin, yoksulların ise daha yoksul olduğunu görünce soruyor: "Nereye gidiyoruz? Ne ya­ pabilir, nasıl karşı çıkabiliriz?" İşte o zaman yine Brecht'e sığınıyor. Ne de ol­ sa bu soruların yanıtını herkesten önce o ver­ mişti. Bu güçlü sese piyanoda Jean-Pascal Meyer eş­ lik ediyor. (L'union 24 Şubat 2000 Çeviren: Ayşe Ece) Brecht ve Hanna, Burada ve Şimdi La Comedie sahnesindeki üç askıya üç farklı elbise asılmış. Biri çocuk elbisesi; diğeri yetiş­ kinlerin, öteki de yaşlıların giydiği elbiseler­ den. İnsanın aklına hemen Üç Ayı ya da Altın Küpeler geliyor.

öyküsünü anlatıyor. Büyük bir insanla, üstün bir dahi ile kurduğu ilişkiden de söz ediyor: Hanna Schygulla ve Bertolt Brecht. Daha oyunun başında içten olacağını söyle­ yen Hanna Schygulla, kendi dünyasını tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Çocukluğunu, isyanlarını anlatıyor: "Henüz küçücük bir ço­ cukken bile Tanrı'nın bir gün bize hesap sora­ cağı düşüncesini içime sindiremezdim." Kalbi­ nin heyecanla çarpmaya başladığı ilk gençlik günlerini; insanlara armağan ettiği, sonra da onların elinde bir kuklaya dönüşen bedenini anımsıyor. Daha iyi bir dünyaya olan inancın­ dan, avucunda sakladığı kızıl bayraktan söz ediyor. Çocukluğuyla başlayan bu uzun yolcu­ lukta ona Brecht eşlik ediyor. Onun şarkılarını söylüyor; şarkıları onun o güçlü sesinden Al­ manca dinliyoruz. İşte o zaman Brecht'in oyunlarını, şiirlerini ve şarkılarını başka bir dile çevirdiğimiz an, onla­ rın güçlerinden bir şeyler yitirdikleri ortaya çıkıyor. Almanca'nın vurgularının ve o özel sesinin, varoluşu, karşı çıkmayı, sorgulamayı ve yaşamla dalga geçmeyi ve bunların hepsini içeren bir düşünce biçimini çevreleyen ritme sahip olduğunu anlıyoruz. "Sahneye insanların hoşuna gitmek için çıkıl­ maz.", diyor Hanna Schygulla. O da dizelerini insanların hoşuna gitmek, onları eğlendirmek için kaleme almamıştı. Brecht gerçekten de "burada ve şimdi"; çün­ kü Hanna Schygulla onun dizelerine hem sesini hem de kırılganlığını armağan ediyor. "Kardeşlik" temasının izdüşümlerini sahnede görmek isterseniz... L 'union 28 Şubat 2000 Çeviren: Ayşe Ece

Brecht Burada ve Şimdi • Hanna Schygulla / Almanya Piyano: Matthieu Gonet Sanatsal İşbirliği: Julie Brochen, Alicia Bustamente Sahne Tasarımı: Lise-Marie Brochen Giysi Tasarımı: Sylvette Dequest Işık Tasarımı: Benoit Theron 36


Ö

pe

cy

a

nümde, bu derginin geçen yaz Devlet Tiyatroları'nda yapılan "darbe"den bu yana yayımlanmış tüm sayıları duruyor. 8-9 aylık bir sürede söz konusu kurum­ da yaşanan, sanat adını lekeleyen çirkinlikler dizisi, nerdeyse bir "Tiyatro Susurluk'u" boyutlarına varmış durumda. Bu derginin çeşitli sayılarında konu üzerine yazılanlar üst üste konulsa, kalınca bir kitap eder. Tiyatro... Tiyatro... bu bağlamda tarihe bilgi düşmek görevini şu ana dek kusursuz yerine getirmiştir, kanımca. Orası öyle de, ben bu sayfalara yeniden bakıyor, bakıyorum ve içimi yoğun bir sıkıntı kaplıyor; hem yaşananlardan, hem onlar üzerine söz etmeyi tasarlamış olmaktan. Ayrıca, bir kitabı dolduracak içerikte olaylar dizisi için tek yazıda ne denir? Öyleyse olup bitenleri başlıklara ve özet akta­ rımlara taşıyarak sıralamalıyım. (Bu başlıkların kimi Dergi'nin, kimi benim başlıklarım olacak, ama doğal ki bunlar olayların tümünü kapsayamayacak:) "(Kültür Bakanı'nın kanatları altında) saray darbesi", "bir gecede yönetim katının çoğunun görevinden alınması", "basına dağıtılan (darbe yönetimini öven) imzasız haber metinleri", "Kültür Bakanlığı faksın­ dan çıkma (darbeci yönetimi öven) imzasız açıklama", "kendi darbesini 'iyi' olarak niteleyen darbeci sa­ natçı!", "darbeyi onaylamadıklarını duyuran çok sayıda D.T. sanatçısı için açılan soruşturma", "darbeci Genel Müdür'e yönelik (belgeleri yayımlanan) 'eser hırsızlığı' ve 'evrakta sahtecilik' suçlaması; bu konuda Bakanlık'tan hiçbir ses çıkmaması", "sahtecilikle suçlanan Genel Müdür'e Dünya Tiyatro Günü Bildirisini yazma sorumluluk ve onurunun verilmesi", "ona bu onuru veren, İTİ Türkiye Merkezi Başkanı ve D.T. Edebi Kurul Başkanı'nın 'sahtecilik suçlaması' konusunda 'bir işlem belirsizliği' yollu korumacılığı, bunun tepki almasının ardından ise 'Ben Genel Müdür'ün avukatı değilim.' açıklaması", "aynı yetkilinin eski bir genel müdürü 'telif hakkından aşırı ve haksız kazanç sağlamakla' suçlaması; aynı günlerde, kendisinin D.T. repertuarında beş oyununun bulunduğunun dergi sayfalarına yansıması", "Genel Müdür'ün ilan ver­ meme ve tehdit yoluyla basındaki 'muhalifleri' sindirme çabalamaları", "geçmiş yıllarda başarıyla oynan­ mış, hâlâ izleyicisi olan kimi oyunların repertuardan çıkarılması", "darbecilerin repertuarda kendilerinin, rol dağıtımında yakınlarının çıkarlarını kollamaları", "Bakan'ın yanında onun Özel Kalem Müdürü gibi davranan Genel Müdür'ün, kurum içinde sanatçı arkadaşlarına zorbalık taslaması", "D.T. yapımlarının genel niteliğinde çok belirgin bir düşüşün yaygın biçimde gözlenmesi ve basında değerlendirilmesi", "TOBAV Başkanlığının konumu gereği bu olumsuzluklara karşı durması beklenirken, olumsuzlukları üreten yönetimle dayanışmada olduğu görünümünü vermesi", "ünlü iş adamı ve TV komiği Sakıp Sabancı'nın, oyun değeri taşımadığı ilgili sanatçılarca belirtilen 'oyununun', Bakan'dan oyunculara dek uzanan bir 'emir komuta zinciri' ile sahnelenmesinin sağlanması", "bu dayatma ile hatırı sayılır bir paparazzi skandahna yol açılmış olması", "Tiyatro Festivali'ne D.T.'dan girecek oyunu dayatma girişimi, bu sonuç verme­ yince Festival yönetimince istenen oyuna da Genel Müdürlükçe izin verilmemesi", "D.T. sanatçılarının tüm bu olup bitene topluca, onurlu bir karşı koyuş gösterebilmiş olmamaları", "kimi yazar ve tiyatro ya­ zarlarının da -bir yerlerle kötü olmamak için olsa gerek- konudan uzak durmuş olmaları" (Son iki mad­ de tümüyle kişisel görüşümdür.)

İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu

Son olarak, son günlerin son ayıbı üzerine (yeni ve yeterince basın sayfalarına yansımamış olduğundan) başlık içeriğini aşan birkaç söz gerekli. Cuma Boynukara'nın -Kültür Bakanlığı ödüllü- oyunu "Çok Geç Olmadan", açılışından bir gün önce "kaldırılmış". Biletleri satılmış, gala düzenlemesi yapılmış oyunun bu garip kaderi, ertesi gün basından "duyuru"luyor: "(...) teknik nedenlerden dolayı ertelemek zorunda kal­ mıştır." Uzun süredir çalışılmakta olan oyun önceden bir kez ertelenmiş, ancak 'yetkililerce' izlenmesi so­ nucu "devam" onayını almışmış. Bu kez ise, Sakıp Ağa oyununun "iyi" olduğunu savunmuş olan "baş yetkili", perde açışından bir gün önce bu oyunu "iyi" bulmayıp "Ben bunu oynatmam" demiş! Evet, içimde yoğun bir sıkıntı var. Ben bu sayfadan bunları, bu halka halka çevremize yayılan kirleri yaz­ mak, yazma durumunda kalmak istemiyorum. İstediğim, uzun yıllardır yazıp söylediğim şeyin; Devletin tiyatrosunun olmasının yanlışlığının ve bu yanlı­ şın nerelere varabileceğinin önümüzdeki somut örneklerini göstererek görüşümü kanıtlamak da değil, hiç değil. Varılan nokta, kurumun kimliksel/yapısal yanlışlığına ilişkin tartışmaları gerilere itecek denli kay­ gılandırın. O nedenle benim içimde bir sıkıntı var. Bir eğitmen için mutluluk, eski öğrencilerinin alanlarında doğru, olumlu işler yaptıklarını görebilmektir. İş­ te o yüzden de içimde sıkıntı var. Çünkü, tüm bu "marifetlerin" imza sahibi genel müdür, benim eski bir öğrencim. Ama istemesem de, çok sıkılsam da, bu yazıyı yazmam gerektiğini biliyorum. Bu ülkenin tiyatrosunun ta­ rihine düşürülen leke karşısında suskun kalamayacağım için. Benim içimde bir sıkıntı var... Sizin?..

İÇİMDEBİRSIKINTI 37


T

O

B

A

V

'

I

N

Y

A

N

I

T

I

TOBAV'IN "HA PU BİZE DERS OLSUN"A YANITI T O B A V Gerçekten Y a n ı t Veriyor mu?

D

Konuları dedikodu ve dedim-dedi şeklinde ele almak yerine yöntem­ sel açıdan ele almış olsaydınız sizde olması gereken başarıya ulaşa­ bilirdiniz.

erginizin "Bu Bize ders olsun" isimli yazısında TOBAV; TOBAV Genel Başkanı ve Genel Sayman ile ilgili olarak tamamen yanlış bilgi ve algılamaya dayalı bir yazı yazmış bulunuyorsunuz.

TOBAV, belirlemiş olduğu idealler doğrultusunda çok küçük bütçe­ lerle ama özveriyle pek çok büyük işler yapmıştır. Yaptıklarını da, belgeleyerek konuyla ilgilenenlerin bilgisine sunmuştur. Bugün ülke­ mizde tiyatro kültürü, eğitimi, işletme prensipleri, hak arama yolları ve mesleğin kazanması gereken sistem arayışları konusunda piyasa­ da türemiş görüşlerin hemen hepsi işte bu kaynaklardan esinlenmiş­ tir.

Bu yazınızdan, daha önce tiyatroculuk yapmadığınız, prodüksiyon hazırlamadığınız, festival düzenlemedi­ ğiniz, seminer yapmadığınız, kurultay düzenlemedi­ ğiniz anlaşılıyor. Çünkü eğer daha önce yukarıda belirtilen işlerden bir tanesini ger­ çekleştirmiş olsaydınız böyle bir yazı yazmazdınız.

a

Tiyatro Tiyatro Dergisi gerçekten ülkemiz tiyatrosu için gerekli bir dergi olabilirdi. Ancak, sizin mesleğin içinden gelmemeniz, mesle­ ğin yönetim, organizasyon, işletme prensipleri ile ilginizin eksikliği, konuyu bir idealden çok kişisel bir ticaret unsuru olarak görmenize neden olabilir. Ancak konuyu bir ticaret unsuru olarak dahi görse­ niz, derginin işletmesinde tutturacağınız nitelik ile belirttiğiniz borç­ ları biriktirmez ya da size destek verenlerle, eksikleriniz nedeniyle gereksiz polemiklere girmezdiniz.

Yazınızda yaşanmış olayları adeta bir ihbar üslubu içerisinde anlatı­ yorsunuz.

cy

Oysa ortada bir ihbar konusu yoktur.

Olay bir paranın kullanımı ile olarak tamamen teknik düzeyde bir konudur. Bu teknik ise gizli değil, en açık ve meşru yollardan yazılı olarak da şahsınıza ifade edilmiş bulunmaktadır. Zaten siz de gizli olmayan bu belgelerden birisini yazınızda kullanmaktasınız.

Bugün ne yazık ki gelinen nokta sizin yanlışlarınızdan kaynaklanmış­ tır.

pe

Çünkü bir kuruluş üzerinden bir şahsın organize edeceği bir etkinli­ ğe gerekli para ancak yapılan harcamaların faturaları ibraz edildikçe yapılır. Yapılan harcamaların faturaları ibraz edilmeden ödeme ya­ pılmaz.

TOBAV'ın bu ilkeyi uygulamasına gösterdiğiniz tepki, sizin bu tür or­ ganizasyonlar yapmamış olduğunuzu ve bu tarz çalışmaların işleyiş ve ilkelerini de bilmediğinizi de açıkça ortaya koymuştur.

Ancak siz paranın bütününü çekerek borçlarınızı yatırma eğiliminizi açıkça gösterdiğiniz için TOBAV bu işleyişte gereken kurum titizliği­ ni göstererek faturalarınıza ödeme yapmış, kurultayın bitiminden 2 gün sonra da tüm faturaları ibraz etmeniz sonunda gereken öde­ melerin tümünü tamamlamıştır. Böyle bir çalışmada iki gün gecik­ me sözü bile edilmeyecek bir gecikmedir. Çünkü faturaların gözden geçirilmesi ve hesapların kapatılması zaten bundan daha kısa bir sü­ rede yapılamazdı. Kaldı ki, bankacılık işlemleri ve mesai saatleri de göz önünde bulundurulursa, 2 günü bir gecikme olarak da göster­ meniz, yine sizin bu konularda ne kadar deneyimsiz olduğunuzun bir kanıtıdır.

Bu gerçeği kabul etmeniz bile bir kazanım olabilir.

İsterseniz bu mektubun tümünü Tiyatro Tiyatro Dergisi'nde yayımla­ yabilirsiniz. Ancak ticaretinizi saygın kişi ve kuruluşları buna alet etmeden yap­ manız da mümkün olabilir. Bunun için de tiyatroculuk mesleğini ve sorunlarını dedikodu yaratma şeklinde değil daha ciddi boyutlarda ele alacak bir birikim için çalışma yapmanız gerekmektedir. Başarı dileklerim ve saygılarımla. Oya Soykök Vakıf Müdürü

TOBAV'ın konuya ilişkin açıklaması burada bitiyor. Geçen sayıdaki açıklama ile konuyu tarihe bırakmaya kararlıydım, ancak TOBAV Yönetimi'nin, her zaman olduğu gibi konunun etrafında dolaşarak asıl soruyu yanıtlamadan, karşı tarafı suçlayıcı, karalayıcı tavrını sürdür­ mekte olduğunu görünce zorunlu olarak savlarımı yenilemek iste­ dim.

Sözünü ettiğiniz ve Volker Ludvig'e ödemediğiniz borç konusunda ise TOBAV'ın hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü sözünü ettiğiniz meblağ ile TOBAV'ın hiçbir alışverişi zaten olmamıştır. Bu meblağ ile ilgili olarak siz TOBA V ile çalışmak isteme­ diğinizi belirttiğiniz için olay tamamen sizin ve zamanın müsteşar yardımcısının arasındaki bir ilişkidir.

TOBAV'ın yanıtını dört ana başlıkta toplamak mümkün: 1. "Daha önce tiyatroculuk yapmamak, prodüksiyon hazırlamamak, festival düzenlememek, seminer yapmamak, kurultay düzenleme­ mek. "

Ancak konulara yaklaşımınızın, söz konusu miktarların size ödenme­ si halinde dahi yetersiz kalacağı, kullanmış olduğunuz mantığın yan­ lışlığında aranmalıdır.

2. TOBAV'ın, Tiyatro... Tiyatro...'nun gerçekleştirdiği " 1 . Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Eğitim Festivali" ve "Türkiye Çocuk Tiyatroları Kurultayı" etkinliği için bakanlıktan talep ettiği desteğin TOBAV

38


T

O

B

A

V

'

I

N

Y

kanalıyla gelmesine yönelik talepler ve TOBAV'ın geciktirmesi. TOBAV'a göre 2 günlük bir gecikme.

A

N

I

T

I

e. "iki günlük gecikme, normaldir." Bence de, bir önceki sayıda açık­ ladığım gibi eğer Alhan Özdemir'in söylediği gibi paranın repoda ol­ ması değil de, faturaların incelenmesi ise gerekçe, yanlış bilgi veriyor TOBAV. Çünkü, 5 milyarın 2.5 milyarı Mart başında ödendi tarafımı­ za, hiç fatura falan vermemiştik o sıralar. 3'ünde biten Kurultay'dan sonra kalan paranın 5'inde gönderildiğinde de halen herhangi bir belge, fatura vs. tarafımızdan TOBAV'a gönderilmemişti. Yaklaşık 15-20 gün sonra gönderdik faturaları. Yanlış bilgi vermeyin, yanlış bilginin ardında ne kadar doğru çalıştığınızı kanıtlamaya çalışmayın, doğru bilgi verin, doğru bilgi üzerinden konuşun. Gecikme iki gün değil, 5 ay. Yani 5 aylık repo faizi.

3. "Tiyatro Tiyatro Dergisi gerçekten ülkemiz tiyatrosu için gerekli bir dergi olabilirdi." 4. "Ticareti" bilmememiz. Dört başlıkta toparlayarak yanıtlamak istiyorum. Gördüğünüz gibi üç başlıkta konunun dışında dolaşılıyor, birinde ise yanıt verilmiyor. Birinci maddeden başlarsak, benim bugüne kadar hangi deneyimler­ den geçtiğimin sorgulanması TOBAV'ın haddine değildir. Gerçekle­ şen etkinliklerin sonuçlarıdır önemli olan. Örneğin, kendilerinin de katıldığı "Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı" organizasyonuna ilişkin gördükleri, saptadıkları, duydukları, hissettikleri bir aksaklık varsa, hatta 'olsa iyi olurdu' dedikleri bir saptamaları varsa, lütfen bildirsin­ ler. Ancak, iki konuyu belirtmem gerek. Birincisi, Kurultay'a katılan­ ların duyurulduğu listelerde TOBAV 'dan kimseyi görmeniz mümkün değildir, çünkü TOBAV katılacağını son gün belirtti, Kurultay bildirile­ rinde hiçbir TOBAV katılımcısının bildirisini görmeniz de mümkün de­ ğildir, çünkü TOBAV'dan hiç kimse bir bildiri hazırlamak zahmetine bile katlanmadı. Kurultay'da komisyon çalışmalarına, TOBAV katılım­ cılarının ancak üçte biri katılmıştır. Diğerlerini, örneğin TOBAV adına açıklama yapan TOBAV Müdürü Oya Soykök'ü hiçbir toplantıda, hiç kimse görmemiştir. Kendileri havuz kenarında güneşlenmekteydiler. Bağışlasınlar beni bu düzeye indiğim için, ama bu gerçekliği taşıyan birinin benim organizasyon deneyimimden bahsetmek ve yok diye suçlaması için biraz edep, biraz da bilgi gerekir. Edeple ilgili olduğu için havuz sefasını anlatmak zorunda kaldım. Bilgi konusuna gelir­ sek, bu satırların yazarı Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün kurucuların­ dan ve CKK'nın Türkiye çapında gerçekleştirdiği 15'in üzerindeki Ki­ tap Fuarlarının organizatörüdür. Her bir organizasyon boyutunu ise izlemiş olanlar bilir. (Bu açıklamalar için okur beni bağışlasın) TO­ BAV'ın düzenlediği minik Alaçatı Festivali'ni ise izleyenler bilir, son festivali ben de yazmıştım. Yazdıklarım, eleştirilerim düzeltilmediği gibi 'haklı da bulunmuştu', TOBAV Yöneticileri tarafından.

3. "Tiyatro Tiyatro Dergisi gerçekten ülkemiz tiyatrosu için gerekli bir dergi olabilirdi." "Olabilirdi"nin ardı, olamadığıdır. TOBAV böyle düşünüyorsa, doğrudur. Ancak, olamama süreci ne zaman, hangi sayı ile başladı, yoksa baştan beri mi bu şansı yoktu? Hadi şu sapta-

"Ticareti" bilmememiz. Bakın işte bu doğru. Ticaret bir türlü öğrenemediğimi ben de biliyorum, sevmiyorum, ama yaptığım işin önemli bir yanı "ticaret" ve bunu öğrenmek zorundayım. Bu saptamayı yapabilen TOBAV, acaba uygun

a

gördükleri bir süre için yanlarında staj yapmama izin verirler mi? Buna gerçekten ihtiyacım var.

cy

manızın başladığı tarihi belirtin de biz de öğrenelim. Örneğin, İstan­ bul'daki TOBAV'lı (TOBAV'lıdan kastım bu yönetimin içinde bulunan arkadaşlardır) arkadaşlar, İ. Rahmi Dilligil'in intihaline yönelik yaptığı­ mız yayınlarla birlikte bu saptamada bulundular, TOBAV Yönetimi için de bu tarih doğru mu?

pe

İkinci bölümde ise, söyleyecek yeni bir şey yok. Geçen sayı olduğu gibi bütün detayları ile anlattım. Tekrarlamayacağım. Sadece mad­ de başlıkları ile anımsatayım, konuyu açmak isterlerse kolaylık olsun.

a. Etkinlik TOBAV'ın etkinliği değil. Geçen sayı yayımladığımız Ba­ kanlık başvuru yazısı da bunu göstermekte. b. Söz konusu olan 5 milyar TL. Bakanlıktan, Kurultay için değil, sıra­ sıyla, gerçekleştirilecek olan; "Eğitim Programı", "Kurultay" ve "Festival"in ön hazırlıkları için talep edilmiştir. Bizim başvurumuzda da ol­ duğu gibi, TOBAV'ın ön yazısında da bu böyle belirtilmiştir.

"'1. Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Eğitim Festivali' ve 'Türki­ ye Çocuk Tiyatroları Kurultayı' için Bakanlığınızın 25.000.000.000.(Yirmi beş milyar) TL'si desteğine gereksinmemiz vardır. Bu deste­ ğin, 5.000.000.000.- (Beş milyar) TL'sinin, 1997 bütçesinden Aralık ayında karşılanması, projenin şu anda hareket edilmesi gereken yanlarının hızlandırılmasına yardımcı olacaktır." "Bizim ilgimiz yok diğerleriyle" diye sıyrılmaya çalışmalarının ardında yatan ise verilen iş planında sadece Kurultay'ı göstermelerine dayan­ maktadır. Bir önceki sayıda anlatmıştık, kendi projemizde bizi taşaron olarak gösterdiler. Zorunlu bıraktılar.

4. "Ticareti" bilmememiz. Bakın işte bu doğru. Ticareti bir türlü öğ­ renemediğimi ben de biliyorum, sevmiyorum ama yaptığım işin önemli bir yanı "ticaret" ve bunu öğrenmek zorundayım. Bu sapta­ mayı yapabilen TOBAV, acaba uygun gördükleri bir süre için yanla­ rında staj yapmama izin verirler mi? Buna gerçekten ihtiyacım var. Bu konuda TOBAV Yönetiminden öğreneceğim çok şey olduğunu biliyorum. Son olarak, birinci maddeye tekrar dönersem, "tiyatroculuk yapma­ mak" iddianızın nedenini bir türlü anlamadım. Benim bugüne kadar, "tiyatroculuk" ile doğrudan ilgili "Oyun eleştirisi", "Kuramsal bir ya­ zı" vb. yazdığım görülmüş müdür şu geçen 10 yılda? Bu dergi ya­ yımlanmaya başladığı günden bu yana önce Danışma Kurulu (Hepsi tiyatroyla doğrudan ilgili insanlardı), sonra Yayın Yönetmenliği döne­ minde sırasıyla Dikmen Gürün ve Orhan Alkaya yönetmedi mi? Ço­ cuk Tiyatrosu konusunda ise yeterli bir görüş bütünlüğüne ulaşacak kadar bilgilendim, öğrendim ve model önerebilecek konumdayım. Hiç değilse, bir çocuk oyununu gruplandırırken 5-10 yaş arası diye, bilim dışı, akıl dışı bir saptamada bulunmayacak kadar bilgiliyim. Ben tiyatrocu değilim, ama...: "... Şimdi burada dikkat edilmesi gereken konu şu, o çıplaklık oyunu izlerken, beş dakika sonra artık unuttuğunuz bir durum haline gele­ biliyor mu? Yoksa o çıplaklığı hep, bizde hani böyle seksi mankenle­ rin poz verdikleri, aslında iç çamaşırları teşhir ediyormuş gibi yapıp da, esasında insanın içini gıcıklayan bir tarzda mankenlerin yürütül­ düğünü düşünecek olursanız, hep o üslupta mı akılda kalıyor, yani oyun bünyesinde, yoksa oyunun bir parçası olup, oyunun bütünlü­ ğü içerisinde o çıplaklığı bir süre sonra insanlar unutabiliyor mu? Eğer bunu yapabiliyor/arsa, unutabiliyor/arsa, o zaten oyunun bü-

c. 3 Aralık'ta başvuruyu yaptıkları anda, talep ettikleri % 10 komis­ yonu da içeren, sözleşme taslağını TOBAV'a gönderdik. Bir ayda inceleyemediler. Ocak 1998'de ise 'böyle bir sözleşme yapamayız' de­ melerinin gerekçesini açıklamıyorlar, hatırlatıyorum. Neden? d. TOBAV'a bu gerekçe karşısında, o zaman desteği Bakanlığa iade edin diye kaç kez başvurduğumu hatırlamıyorum, hatırlıyorlarsa ha­ tırlatsınlar.

39


T

O

B

A

V

'

I

N

Y

A

N

I

T

I

tünlüğü İle özdeşleşmiş bir çıplaklık demektir..." Yukarıdaki konuşma geçen yıl Uluslararası İstanbul Tiyatro Festiva­ linin açılış oyunu "Faust Sürüm 3.0"ın ardından bazı TV'lerde, "ti­ yatroda çıplaklık" yaygaralarından sonra Flash TV'de Tamer Le­ vent'in TOBAV Genel Başkanı olarak katıldığı telefon bağlantısında yaptığı açıklamadır. Evet, ben tiyatrocu değilim ama, "akılda kal­ mak", "bir süre sonra unutmak", "seksi mankenlerin iç çamaşırı defilesi"nin objektif değil, sübjektif saptamalar olduğunu sanıyo­ rum. "Akılda kalmak" derken, kimin aklından bahsediyor TOBAV Başkanı? Benim aklımdan mı? Tamer Levent'in aklından mı? Dağ başında çobanlık yapan, 18 yaşındaki delikanlının aklından mı? Bu belli değil. Örneğin benim aklımdan bahsediyorsa. "Faust Sürüm 3.0"daki çıplak sahne bugüne kadar aklımdan hiç çıkmadı(!), hep gözümün önüne gelir, durur(!), daha uzun yıllar da aklımdan çıka­ cağa benzemiyor(!). Ne diyeceğiz şimdi? Ölçütümüz akıl olduğuna göre, "Faust Sürüm 3.0"ı ne yapacağız? Buna rağmen, seksi man­ kenlerin iç çamaşırı defileleri ise benim içimi hiç gıcıklamıyor. Ortak akıl olmadığına göre nasıl çözeceğiz bu meseleleri? Tiyatrocu da değilim.

Orhan Kurtuldu ve Okday Korunan'ın Düzeltme Yazısı Sayın Mustafa Demirkanlı Tiyatro Tiyatro Dergisi

Derginizin Nisan 2000 tarihli nüshasının 21. sayfasında, şahsımızla ilgili olarak, "Deli İbrahim oyununda yaşanan skandal" başlığı altında bir haber ve yorum yazısı yayın­ lanmıştır. Bu yazı, aşağıda açıklandığı üzere, gerçeğe aykırı, haksız ve kişilik haklarımızı ihlâl edici mahiyette­ dir. Bu sebeple, Basın Kanununun ilgili maddesine da­ yanarak iki aylık yasal süresi içinde ve günlük inceleme süresini takiben çıkacak ilk nüshanın tüm' baskılarında, hiçbir mülâhaza ve işaret katmaksızın, cevap hakkında mütalâa beyan etmeksizin aynen ve tamamen yayınlan­ mak üzere, aşağıda tırnak işaretleri arasında yer alan cevap ve düzeltme yazımızı yollamaktayız. Şöyle ki;

TOBAV Genel Başkanı, Müdürleri Oya Soykök üzerinden konuşma­ yı bırakıp (veya Genel Müdürleri üzerinden de olabilir), bu konula-

"... Şimdi burada dikkat edilmesi gereken konu şu, o

tuttuğunuz bir durum haline gelebiliyor mu?

Yoksa o

çıplaklığı hep, bizde hani böyle seksi mankenlerin poz

cy

verdikleri, aslında iç çamaşırları teşhir ediyormuş gibi yapıp da, esasında insanın içini gıcıklayan bir tarzda düşünecek

olursanız,

hep

o üslupta mı akılda kalıyor, yani oyun bünyesinde, oyunun

bir parçası olup,

oyunun

bütünlüğü

pe

yoksa

içerisinde o çıplaklığı bir süre sonra insanlar unutabiliyor

mu?

"Düzeltme yazımıza neden olan yazınızda hakkımızda yer alan üslup, eleştiri ve yorumlar tamamen haksız ve hatta gerçek dışıdır. İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdür Yardımcısı olmamız sebebi ile görevli olarak bulundu­ ğumuz bir galada misafirlerimizle ve gelişen olaylarla ilgilenmek sorumluluk alanımız içindedir. Bu sorumlu­ luk gereği; Tiyatro... Tiyatro... Dergisi sahibi ve Sorum­ lu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Demirkanlı'ya galada da­ ğıttığı görülen yazının içeriği, konunun açıklığa kavuş­ ması amacıyla tarafımızdan özenli bir üslupla sorul­ muş, geçmişten gelen dostluğumuz çerçevesinde de kendisinden yanıt alınmaya çalışılmıştır. Konu ve olayın çarpıtılarak çirkin yorum ve üslup içinde kişilik hakları­ mızı rencide edip, okuyucunun gözünde farklı algılan­ mamızı ve mensubu olduğumuz 50 yıllık bir Cumhuri­ yet kurumu olan Devlet Tiyatrolarımızın hiç de hak et­ mediği şekilde yaralanması için verilen çabayı esefle kı­ nıyoruz.

a

çıplaklık oyunu izlerken, beş dakika sonra artık

mankenlerin yürütüldüğünü

28/4/2000

(Tamer

Levent)

ra açıklık getirsin. "Ben" demekten vazgeçip önerdikleri yöntem üzerinde ilerlesinler. Belki görmezlikten gelebilirler, bir önceki sayı­ daki "Tamer Levent'in Eşinin Programı, TRT'den Kaldırılınca 'Demokrasi Sorunu' Oluyor da..." konusuna ve İ. Rahmi Dilligil'in intihal ile suçlanmasına TOBAV ve TOMEB görüşlerini aktarsınlar ya da bizi ilgilendirmiyor desinler. Sessiz ve suskun kalmasın­ lar, istediklerinde hemen iki sayfa açıklama gönderebilme çabuklu­ ğu olan TOBAV, mesleği ilgilendiren, mesleğin bir sivil kurumu olan TOBAV'ı hepten ilgilendiren konularda biraz daha çabuk ol­ sun, olmalı. İ. Rahmi Dilligil'den çekinip veya yaptığı (varsa) pazar­ lıklara sadık kalmak için ahlaksal bir konuda suskun kalmasın. Ya­ rın bu konuda kendini aklamakta zorlanabilir. Zorlanmasın. Suç, Genel Müdür'ün suçu değil, yazar (!) İ. Rahmi Dilligil'in suçu. İkisi arasında ciddi fark var ve "Pantolonunu En Son Ne Zaman Gördün?"ün yazarları ve çevirmeni de bu mesleğin insanları. Genel Müdür olmasalar bile.

Ayrıca Devlet tiyatroları gişelerinde başka kişi ve kuru­ luşlarla ilgili yazılı, yazısız, reklam ve afişlemenin karşı tarafa ekonomik menfaat sağlayacak her türlü organi­ zasyonun yürütülemeyeceği gerçeği tüm kamuoyunca bilineceğinden Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin bu konu­ yu şahsımızı da içine alacak şekilde malzeme yapma telaşı içine girmesine de hiçbir anlam verememekteyiz. Kıymetli tiyatro severleri ve kamuoyunun gerçekleri bil­ me hakkının önüne geçilemeyeceğine inanan bir dü­ şüncenin sahibi olarak bu düzeltme yazısını kaleme al­ mak mecburiyetinde bırakılmaktan duyduğumuz üzün­ tü içinde tüm sanatseverleri sevgi ve saygıyla selam­ larız. " İşbu cevap düzeltme yazısının zamanında ve yasal şart­ lara uygun olarak yayımlanmaması halinde, Sulh Ceza Hakimliğine başvuru yapılarak yayınlatılacağını ve ay­ rıca manevi tazminat talebinde de bulunacağımızı say­ gıyla ve üzülerek bildiririz.

Son olarak, yan sütundaki arkadaşlara; hey sizi gidiler, demek Ti­ yatro... Tiyatro...'ya ekonomik menfaat sağlıyormuşsunuz ve dur­ durdunuz. 10 yıl sonra bunu bir siz, bir de İ. Rahmi Dilligil akıl etti. Hay aklınızla bin yaşayın emi.

Orhan Kurtuldu - Okday Korunan

Mustafa Demirkanlı

40


A

kıl, Ahlâk, Adalet, Adap. Alev Alatlı'nın "4 A"sı. Ülkenin ne kadar da ihtiyacı var, bu "4 A"ya. Toplumu derinden sarsan olaylar örgüsünün hemen hemen her birin­ de bu "4 A"nın en az birinin yittiğini görüyoruz. Topluma karşı sorumlu olan, ol­ ması gerekenlerin bu sorumlulukları hiçbir biçimde üstlenmediklerini, görev alan­ larını kendi işyerleri gibi gördüklerini, hesap vermek gibi bir sorumluluklarının ol­ madığını sandıklarını görüp görüp, Alev Alatlı'nın "4 A"sına hayıflanıp duruyorsu­ nuz, durduk yerde.

"Saray Darbesi" diye adlandırdığımız ve geçen 7 ayda ne kadar haklı olduğumuzu kanıtlamak için yoğun çaba sarf eden D.T. üst yönetimi ve Kültür Bakanı, suskunluğunu kaldırmak için ne bekliyor dersiniz? "Saray Darbesi" ve sonrası gelişmeleri Ahmet Levendoğlu köşesinde başlıklarıyla sı­ raladığı için yinelemeden, sonuçlarına doğru yol alalım isterseniz.

Birkaç kez yazdık, yineleyelim, Türk halkının bellek zayıfığına mı güveniyor bu yetkililer? Ahmet Levendoğlu'ndan ödünç aldığım ve sonrasında da kullanmak istediğim, "Tiyatro Susurluğu" nu bu dergi yayım­ landığı sürece her sayı gündeme getirecek, ta ki içinde "Sol" olan partinin Genel Başkanı ve Başbakan Bülent Ecevit'in, olaylara müdahale edip, sanatçı kimliğini de hatırlayarak, bu ülkede Kültür Bakanları, ka­ muoyunun sorularına açıklık getirmelidir diyene kadar. Artık Başbakan'a soruyoruz. Geçen sayı yayımladığımız, bu sayı devam ettiğimiz ve cevap alana kadar devam edeceğimiz sorulara, adında "Demokratik" ve "Sol" sözcükleri bulunan bir parti ne zaman yanıt verecek? Bakanınız yanıtlamıyorsa bu soruları, bakanınıza yanıtlatmayı veya siz yanıtlamayı düşünüyor musunuz? Bu sorulara ilave olarak daha pek çok soru var, onları şimdilik sormuyoruz. Bu sormayacağı­ mız anlamını taşımıyor. Şakir Eczacıbaşı'nın Önsöz Yazısını Kültür Bakanı Sansürledi

cy

a

Okur hatırlayacaktır, geçen sayı etraflıca anlattık olayın örgüsünü. Ama, ses yok. Bu ülkenin Kültür Baka­ nı, tekrarlıyorum, Kültür Bakanı, bir kitap yayımlamak istiyor, yayımlıyor da, ancak, önsöz sansürlenip, ki­ taptan son anda çıkartılıyor. Bu noktada sorumluluk taşıyan bir siyasi, "Ben bilmiyorum", "Kim yapmış acaba?" diyerek olayı geçiştiremez. Sorumluluk, Bakanda'dır, bu sorumluluğu kimseyle paylaşamaz, ka­ çamaz. Konu basit. Kitabı basma sorumluluğu Devlet Tiyatrosu'na verildiğine göre, sorumlulular bellidir. Önce Genel Müdür, sonra konuyla doğrudan ilgilenen, görevlendirilen personel. Bunların sayısı da mil­ yonları bulmadığına göre, konunun sorumlusunu bulmak, birkaç saatlik bir uğraştır. Bu uğraş yapılmadı­ ğına göre, geriye bir tek cevap kalıyor. Şakir Eczacıbaşı'nın "İki Gözüm Tunç" kitabına yazdığı önsözü Ba­ kan İstemihan Talay sansürlemiştir. Bakan, bu sorunun cevabını vermediği sürece, sorumluları bulmadığı sürece, tarihe "Sansürcü Bakan" olarak geçecektir. Ben iddia ediyorum ki, kitaptan önsözü bizzat baka­ nın kendisi çıkarttırmıştır. Bu böyle biline. Kültür Bakanı İntihalle Suçlandı, Cevap Bile Vermedi.

pe

Lirik Tarih gösterisini, yaratıcılarından izin alma gereği bile duymadan, bir iki değişiklikle, tekrar sahnele­ yen ve yaratıcılar olarak başka isimleri kullanan Kültür Bakanı İstemihan Talay, Milliyet Gazetesi'nde ya­ yımlanan "İntihal" haberine ne düzeltme gönderdi ne de tekzip etti. O zaman intihali üstleniyor dersek, yanlış bir şey demiş olmayız değil mi? Zaten bakanın, Genel Müdürü, Başrejisörü de intihalle suçlanıyor. Kim kime ses çıkartabilecek ki? Ses çıkartamamanın, başkaca nedenleri de yoksa? Sanki var mı ne? Kültür Bakanı Yasayı Yok Sayıyor.

"Patron" oyunununda yaşananların ardından, Ali Sürmeli'ye soruşturma açıldı, sonucunu hep beraber göreceğiz. Ancak, Ali Sürmeli'ye ceza verilemez. Verilemez çünkü, defalarca Edebi Kurul'da reddedilmiş ve şu anda da Edebi Kurul'dan geçmemiş "Patron" oyunu zaten Devlet Tiyatrosu Yasası çiğnenerek sah­ neleniyor. Yasaya göre, Edebi Kurul'dan geçmeyen oyunlar Devlet Tiyatroları'nda sahnelenemez. Mayıs ayının 5.'nde görüştüğümüz Edebi Kurul üyelerinden; Refik Erduran, Tuncer Cücenoğlu, Özdemir Nutku ve Erhan Gökgücü böyle bir karara imza atmadıklarını söyledi. Tuncer Cücenoğlu, bakan istediği için im­ zalayacağını belirtti, ama henüz imzalanmamıştı. İ. Rahmi Dilligil, Oğuz Tunç ve Mine Acar sanırım im­ zalar, ama henüz karar yok. Kültür Bakanı Devlet Tiyatroları Yasası'nı yok sayıyor.

KIRK YILDA BİR Mustafa Demirkanlı

Başbakan Bülent Ecevit, Olaylara Ne zaman Elkoyacak? Şimdi, artık söz Başbakan'da. Sanırım, edebiyat adamı kimliğini de taşıyan Başbakan olayların geldiği boyutta sessizliğini sürdürmeyip, müdahale edecek ve kamuoyunu rahatsız eden olaylar zincirine açıklık getirecektir. Eğer, Başbakan da sessizliği seçerse, olaylara açıklık getirmek bizim görevimiz olacaktır. Şim­ dilik Başbakanı bekliyoruz. "4 A"ya çok ihtiyacımız var. Hem de çok fazla.

KÜLTÜR B A K A N I S A N S Ü R L E D İ 41


İ

T O B A V

S e ç i m l e r i

Z

L

E

N

İ

M

Ü z e r i n e

G e z i

N o t l a r ı

KÜÇÜĞÜM, KÜÇÜKSÜN, KÜÇÜĞÜZ, KÜÇÜK Küçük

cy

a

vent'in Mehmet Ege'yi sevmediğini anlamış­ tık. Bu Mehmet Ege de ne diye ortaya çıkıp aday oluyor ki canım. Onun yüzünden az da­ ha Tamer Levent küsüp salonu terk edecekti. Allahtan sonunda en büyüğümüzün adayı di­ van başkanı oldu da bizlere küsmekten vaz­ geçti. Ama yine de bizler sürekli azar işitmek­ ten kurtulamıyorduk. Galiba sonunda sınıfta kalacaktık. Aramızda çalışkan arkadaşlarımız da yok değildi. Tabii ki en büyüğümüz onları seviyordu, bizden kaçmazdı. En büyüğümüz bizlere hep demokrasi kültüründen bahsedi­ yordu, ama ondan farklı düşünenlere kızma­ dan da duramıyordu. Biz Emre Kongar'ın şu sözlerini hatırlamaktan geri duramıyorduk: "Demokrasi kültürünün temelinde esas ola­ rak "kendime istediğim özgürlükleri başkası­ na da tanımak gereklidir." anlayışı yatar. De­ mokrasi kültürünün temelinde ayrıca, önce "kendine saygı" sonra bu saygının "insana saygı" biçimine dönüşmüş hali yatar."

pe

Henüz üç aylık üye olmam dolayısıyla "küçük" bir üyesi olduğum TOBAV'ın 10. Olağan Ge­ nel Kurul Toplantısı'na katılmak üzere yola çıkmaya karar verişimden başlamak istiyorum. Uzaktan da olsa yıllardır hep merak ettiğim bir konuydu Tamer Levent'in uzun TOBAV se­ rüveni. Hiç mi alternatifi yoktu?, yorulmamış mıydı?, acaba biraz ara vermeli ve dışardan bakabilmenin keyfini yaşamalı mıydı? Neden kendisinden başka hiç kimseye güvenmiyor­ du? Paylaşmayı neden istemiyordu? Ve tüm TOBAV üyeleri bu durumdan memnun muy­ du? TOBAV'ın 20 yılda katettiği mesafe ney­ di? Bütün bu sorulan düşünürken bir gün ben de kendimi üyeler arasında buldum. Ama he­ nüz çok "küçük"tüm. Ve bu "küçük" henüz üç aylıkken TOBAV 10. Olağan Genel Kurul Toplantısı'na katılmaya karar veriyordu. Ve sonunda biz "küçük'lü "büyük'lü İstanbul Tobav üyelerinden oluşan "küçük" bir grup 23 Nisan gibi son derece anlamlı bir günde İstan­ bul'dan Ankara'ya doğru yola koyulduk. Yol­ da kimi "büyüklerimiz biz "küçük"lere nasıl ve kime oy verilmesi gerektiğine dair "küçük" bilgiler veriyordu. Biz "küçük"ler henüz her şeyin başında ve tecrübesiz olduğumuzdan saf saf dinliyor ve "büyük'lerimizin söyledikle­ rini anlamaya çalışıyorduk. Sonuçta şunu an­ ladık: Aramızda kötü niyetli abiler ve ablalar da vardı. Biz kesinlikle onlardan uzak durma­ lıydık. Sonunda Ankara'ya vardık. Büyükleri­ miz tarafından nereye gideceğimiz, nerede kahvaltı edeceğimiz belirlenmişti. Bu güzeldi çünkü o koskoca kentte kaybolabilirdik. Kü­ çük Tiyatro'daki Toplantı TOBAV'ın en büyü­ ğü olan Genel Başkan Tamer Levent'in açılış konuşmasıyla başladı. Ardından divan başkan­ lığı seçimi vardı. Ancak "büyüklerimiz birden­ bire öfkeleniverdiler. Biz küçükler Tamer Le­

Bu arada büyüklerimizin gelir gelmez elimize tutuşturdukları faaliyet raporuna da değinme­ den geçemiyeceğim. Faaliyet raporu, nereye hangi gezi yapıldı, hangi lokal ikinci, üçüncü kez yeniden açıldı ve benzeri birtakım bilgiler içeriyordu. Peki Tamer Levent Fas'ta bir top­ lantıya katıldı, ee ya sonra? Orada TOBAV'ı ve dolayısıyla bizi ilgilendirecek ne oldu? Nasıl bir faaliyet raporudur bu, daha çok kişisel notlar gibi duruyor. Zaten çükler bu TOBAV'ın açılımını ruz. Bu açılım sanırım şöyle: Organizasyonlarını Başarıyla Vakfı.

galiba biz "kü­ da yanlış anlıyo­ Tamer Levent'in Gerçekleştirme

Genel Kurul'da Tamer Levent ve ekibinin dı­ şında bir de kendilerine "Dönüşüm Grubu" adını veren ahilerimiz ve ablalarımız TOBAV

42

yönetimine aday oldular. Onlar yaşça bizlere daha yakındılar ancak onların da bir büyükleri vardı. Ne yazık ki Mehmet Ege abimiz de za­ man zaman bize kızıyordu. Dönüşüm Grubu en büyüğümüz ve yol arkadaşlarının hiç hoşu­ na gitmemişti. Bu işin içinde bir yanlışlık vardı. Ancak biz küçükler bir türlü işin içinden çıkamıyorduk. Belki de yanlışlık bizdeydi. Bir türlü nerede susup, nerede konuşacağımızı bilemi­ yorduk. Yarabbi ne yapmalıydık da büyükleri­ mizin bizi takdir etmesi için bir yol bulmalıy­ dık? Sürekli sesler yükseliyor, herkes birbirine bağırıyordu. Bizim moralimiz gittikçe bozulu­ yordu. Bu sırada aklımıza yine Emre Kongar hocanın kitabından öğrendiğimiz bir şeyler ta­ kılıyordu: "...on dokuzuncu yüzyılda toplum­ bilimcilerin kuralsızlığın yarattığı bunalıma koydukları ad: Anomi-Kuralsızlık. Durkheim, Weber ve Morton'a göre anomi göstergeleri: 1- Toplum liderlere karşı güvenini yitirmiştir. 2- İnsanlar başarılı olma yollarının tıkalı oldu­ ğunu düşünürler. 3- Yaşam hedeflerinin gelişme yerine gerile­ me sürecinde olduğuna inanılır. 4- Kişilere bir boşluk ve hiçlik duygusu ege­ mendir. 5- İnsanlar toplumsal ve psikolojik destek için kişisel ilişkilerine güvenemezler." Biz "küçük" olduğumuz için araya girip bir şeyler söyleme, büyüklerimizi yatıştırma, bir araya geliş nedenimizi hatırlatma gibi lükslere sahip değildik. Hatta aramızdan çıkıp konuş­ mayı deneyen biri oldu. Ama öyle bir azar işit­ ti ki, hepimiz çok korktuk. O kimdi ki, bir aylık üye haliyle konuşmaya cesaret ediyordu. Ne yazık ki biz tecrübesiz "küçük"lerin işittikleri azar bu kadarla kalmayacaktı. Fuayede yeralan "Kültür-Sen" ve "Tiyatro" dergileri için de


parça yiyecektik. O dergilerin bir tiyatronun fuayesinde ne işi olabilirdi? Her yer tertemiz ve lekesiz olmalıydı!

"Sanata

Evet" diyen

"büyük"lerin

"küçük''leriydik.

Ama yine anlayamadığımız bir şeyler oluyordu. şanlarıydık.

Acaba

gelecekti? Herhalde

neden

"büyük"'/erimizin

düşünceleri şimdilik geri yolladık.

Bizler Tiyatro,

nasıl da

atlamıştı

Opera ve Bale çalı-

tartışmaları

bittiğinde

diye

düşündük

ve bu

Üstelik en büyüğümüz T.L. 'nin de dediği gibi biz

ler geri zekâlı mıydık ki, doğru ile yanlışı, Ama şu da bir gerçekti bitaraf olursak berta­ raf olacaktık. Akıllıca düşünmeye çalışmalı ve iki gruptan birini seçmeliydik. En sonunda sıra oylamaya gelmişti. Abilerimiz hâlâ bize en doğru kişinin en büyüğümüz ol­ duğunu -hâlâ anlayamadıysak diye- anlatma­ ya çalışıyorlardı. Ve oylama sonunda sayıma geçildi. Aradan geçen uzun saatler bile "bü­ yüklerimizin öfkesine gem vurmaya yeterli olmamıştı. Bir sürü karışıklık sonunda elbetteki en büyüğümüz ve yol arkadaşlarının listesi kazanmıştı. E ne de olsa en büyüğümüz yöne­ timde de söz sahibiydi. Kırık not verebilir, sı­ nıfta bırakabilir, hatta uzaklaştırma cezası ge­ lebilir ve en fenası da atılma gerçekleşebilirdi. Bütün bunlar konusunda zaten uyarı almıştık. Her şey bitmişti, bizler gece yola koyulacaktık ama "büyük"lerimiz biz dışardan gelenler için

iyi ve kötüyü ayıramıyorduk?

bir akşam yemeği düzenlemişti. Tiyatronun en büyüğü ve TOBAV'ın en büyüğü parlak za­ fer şerefine kadehler kaldırıyor. Bizlere kötü nazarlar atıyorlardı. Bizler utanç içinde ye­ meklerimizi yemeğe çalışırken bir büyüğümüz günün anlam ve önemini belirten bir konuş­ ma yaptı. Sizlere aynen aktardığım bu konuş­ ma bu yazının başlığını oluşturmama yardımcı oldu. Son derece az ve öz olan konuşma şöy­ leydi: "Bazı arkadaşlarımız bizim gözümüzde zaten "küçük"tüler, şimdi daha da küçüldüler." Demokrasiye dair alıntılar, Emre Kongar, "Demok­ rasi ve Laiklik" 2. Basım. (Tiyatro... Tiyatro...'nun Notu: Yukarıdaki izlenimle­ rin yazarı tarafımızca bilinmektedir. Ancak, yazar büyüklerinden çekindiği ve başına bir hal gelme­ mesi için rumuzla yazmayı tercih etmiştir.)

cy

pe

KRYOLAN Profesyonel Makyaj Malzemeleri ACADEMİE Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri FREED Dans ve Bale Malzemeleri DANSKIN Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri SHOW & KARNAVAL Malzemeleri ve Aksesuarları PROFESYONEL SİHİRBAZLIK Malzemeleri KOSTÜM ve MASKOTLAR Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri

VİRA KOZMETİK SAN. ve TİC. A.Ş Merkez

Bunu

hiç bu konular konuşulmuyordu? Sanata sıra ne zaman

a

Bizler "Sanata Evet" diyen "büyük"lerin "küçük"leriydik. Bunu nasıl da atlamıştık. Ama yine anlayamadığımız bir şeyler oluyordu. Bizler tiyatro, Opera ve Bale çalışanlarıydık. Acaba neden hiç bu konular konuşulmuyordu? Sa­ ­ata sıra ne zaman gelecekti? Herhalde "büyük"lerimizin tartışmaları bittiğinde diye dü­ ­kündük ve bu düşünceleri şimdilik geri yolla­ dık. Üstelik en büyüğümüz T.L.'nin de dediği gibi bizler geri zekâlı mıydık ki, doğru ile yanlı­ ­ı, iyi ve kötüyü ayıramıyorduk? İşte bu nokta­ da bizler geri zekâlı ve kesinlikle "küçük" ol­ duğumuza ikna olmuştuk. Çünkü bütün bu olup bitenlerden hiçbir şey anlamıyorduk. Galiba biz demokrasi kültüründen nasibini alma­ mış, zavallı "küçük"ler olmaktan hiçbir zaman öteye gidemeyecektik. Ortama hakim olan kargaşa iyice kafamızı karıştırıyordu. Aklımıza yine demokrasiye dair bir saptama geliyordu: "Demokrasilerde "mukaddes" yani dokunul­ maz olan kavram "temel hak ve özgürlükler­ dir. Çoğunluğun bile özüne dokunamayacağı temel insan hak ve özgürlükleri."

Bizler

Bağdat Cad. Çuha Çiçeği Sk. Seyhun Apt. No: 4 D 1 Kızıltoprak İstanbul


İ

Z

L

E

N

İ

M

Seyirciyi Tanımak. Seyirci İle Gerçek Anlamda İletişim Kurmak İstiyorsanız, İşe Çocuklardan Başlamalısınız

KUZEY'İN ŞANSLI ÇOCUKLARI VE "BRAVO FESTİVALİ" Nihal

Kuyumcu

yemeğinde ağırlamasıyla, davetliler onuruna

oyunda bir araya getirilerek yeni yorumlar

iletişim kurmayı öğrenmek istiyorsanız işe ço­

düzenledikleri özel senfoni orkestrası konseri

ele alınması, sunulmasıydı. Örneğin güzel b

cuklardan başlamalısınız."

ve bale gösterisi ile sadece maddi desteği ile

dans tiyatrosu örneği olarak Tanssiteatte

değil manen de ASSİTEJ'in yanında olduğunu

Hurjaruuth'un sunduğu "Şımarık Prenses"d

gösterdi. Sonuç olarak yapılan her şey çocuk­

bildiğimiz birkaç öyküden bir kolaj yapılımı

Kuzey'in Şanslı Çocukları ve "Brovo! Festival" Helsinki'de 20-26 Mart tarihleri arasında ASSITEJ tarafından bir Uluslararası Çocuk ve Genç­ lik tiyatroları festivali düzenlendi. Programda şından yedi konuk toplulukla toplam on beş

gösteri yer aldı. Söze "kuzeyin şanslı çocukla­ rı" diye başladık. Neden mi? Kültür Merkezleri...

lar için dolayısıyla ülkenin geleceği içindi... Oyunlar...

Programda Finlandiya'nın yanı sıra Norveç,

cy

ikisi gençlik oyunu olmak üzere Finlandiya dı­

a

"Seyirciyi tanımak, seyirci ile geçek anlamda

İtalya, Belçika, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Po­

lonya gibi diğer Avrupa ülkelerinden tiyatro topluluklarının gösterileri yer aldı. izlediğimiz oyunları incelediğimizde gerek sahneleme, gerek kurgu açısından çocuk tiyatrosu alanın­

da da sınırların kırıldığını, yeni arayışlara giril­

nan Belediye ve Kültür Bakanlığınca destekle­

diğini görüyoruz. Yönetmenler oyunlarını sa­

nen kültür merkezlerinin tiyatro salonlarında

dece bir kukla ya da gölge oyunu gösterisi

izledik. Kültür merkezleri iyi donatılmış, çevre

üzerine kurmak, tek materyalle sınırlamak ye­

sakinlerine; çocuk/yetişkin her yaştaki insana

rine bir oyunda birçok tekniği bir arada kul­

pe

Oyunları, Helsinki'nin çeşitli semtlerinde bulu­

olaylar birbirine bağlanmıştı. Sadece bir ilk sözcüğün yer aldığı "Şımarık Prenses"in yanı sıra "Fareli Köyün Kavalcısı", "Uyuyan Güzel' "Kurbağa Prens" gibi bilinen masalların karışı mından oluşuyordu. Bir başka oyunda Tiyatro Akademisi Pedagoji bölümünün sergilediği dostluk ve arkadaşlık temasının ele alındığı "Takla Atan Büyük Ayaklı Tavşan" da ise ile fabl bir arada kullanılmıştı. Kahramanlar z; man zaman diğer öyküye gidiyorlar, geri dönüyorlar ya da geri gitmemeleri, kalmaları isteniyordu kendilerinden. Ama onlar dostları arkadaşları için geri dönmek istiyorlardı.

hizmet veren -özellikle sanat eğitimi alanın­

lanmayı tercih etmişti. Bu hem yönetmenin

Konusu sanat galerisinde geçen Polonya

d a - bir çeşit halk eğitim merkezi kimliğinde.

hayalgücü sınırlarını genişletiyor hem de ço­

grup "Panstwowy teatr'l_alka"nın sergilediği

Binaların kimi büyük alış—veriş merkezlerinin

cuğa ulaşmanın yollarını, olanaklarını artırıyor­

oyunda, bir tablonun içinde geçen olaylar ba

ortasında iken kimi de küçücük bir masal ku­

du. Ancak yapılan her şeyin hesabını iyi ver­

zen tablonun içinden sahneye, oradan da sa

lübesini andıran yapısıyla sakin karlı bir or­

mek; nerede, neyi, ne için kullandığını çok iyi

lona seyircilerin arasına kadar taşıyor, oyuncu

manlık alanda, ağaçların arasında yer alıyor.

bilmek kaydıyla. Yoksa gösteri sadece "her

lar seyircilerle diyaloga giriyorlardı. Sahnedeki

Sergi ve tiyatro salonlarıyla, kütüphane v.b.

şeyin" biraz yer aldığı bir karışıma kolaylıkla

oyun içinde oyun, tabloyu izleyen oyuncu ve

bölümlerinde ve iç döşemesinde en ince ay­

dönüşebiliyor. Nukketeatteri Vihrea Ome-

biz seyircilerin izlediği oyunu izleyen oyuncu

rıntısına kadar çocuklar düşünülmüş. Koltuk­

na'nın sunduğu Andersen'in çok bilinen ma­

ile salonun gerçekliği hepsi iç içe geçmişti, il-

ları yetişkine göre olan salonlarda sahneyi ra­

salından uyarlanan "Karlar Kraliçesi" böyle bir

ginç bir örnekti.

hat görmeleri için çocuklara oyun öncesi kalın

oyundu. Oyunda yer alan oyuncuların yanı sı­

minderler veriliyor, böylece yetişkinlerle aynı

ra kukla, gölge oyunu, maskeler kullanılmıştı.

boya gelen çocuk oyun izlerken sahneyi göre­

Sergilenen çok güzel görüntüler, yaratılan bü­

Ayrıca çok basit materyallerin kullanıldığı bir çeşit profesyonel hikâye anlatıcılarının (story teller) sunduğu (Raisa Vattulainen'in "Bir Göl-

memek gibi bir sorun yaşamıyor. Verilen bro­

yülü atmosfer, kullanılan materyaller bile ne

şürdeki bilgilere göre 500 binlik Helsinki'de

yazık ki masalı bizlere gerektiği kadar ulaştıra-

böyle toplam 16 merkez var.

madı.

Kültür Bakanlığının Helsinki sorumlusu festiva­

Oyunlarda karşılaştığımız bir başka karışım, iç

Bizim Orta Oyununu andıran bu gösterileri

le davet edilen biz konuklara özel bir akşam

içe geçmeler, bilinen birkaç öykünün bir

seyrederken özellikle okul öncesi çağı için ce

ge Hikâyesi" ve Bruno Cappagli'nin L'eiefant no) tek kişilik gösterileri de okul öncesi çağı çocukları tarafından büyük bir ilgiyle izlendi.

44


Tiyatrolarında ya da tiyatro fuayelerinde tek kişilik oyunlar neden bizde olmaz diye aklımdan geçti ve hemen Şevket Avşar, Metin Zaimoğlu gibi, kocaman salonlara karşın oyunlar sırasında çocuklarla güçlü iletişim kurabilen bir iki ismi düşündüm. Eminim böyle bir projeyi başarıyla yürütebilirler. Seyirciler... Tiyatro salonlarında seyircilerin büyük çoğunluğunu okul öncesi çağı çocukları oluşturuyordu. Anaokullarının toplu olarak getirdikleri çocuklar, büyük bir sakinlikle oyunu baştan sona ilgiyle izliyorlardı. Sıkıldıkları zaman ise sadece küçük kıpırdanmalarla belli ediyorlardı düşüncelerini tüm diğer çocuklar gibi. Oyunların sonunda ışıklar yandıktan sonra tekrar sahneye gelen oyuncular, çocuklara, eğer isterlerse maske, kukla ya da diğer merak ettik-

gösterdi ve hemen her oyunda neredeyse sa­

malıydı. Çehov'un dediği gibi silah varsa pat­

leri malzemeleri inceleyebileceklerini söylüyor-

lonun yarısına yakın yetişkin seyirci vardı.

lamalıydı. Böylece yönetmen ya da oyuncu bu

şanmadı. 4-5 yaşlarındaki bu çocuklar bir anda sahnenin önünde tek sıra oluyorlar, sabırla kendilerine sıra gelmesini bekliyorlardı. Çocuklar bu sakinliği ve sabırlı olma özelliğini yetişkinlerden almış olmalılardı. Çünkü yetişkinler de, ellerine aldıkları bir malzemeyi evire çevire tekrar tekrar inceleyen çocukların sorularını hiçbir şekilde acele etmeden büyük bir iIgi ve dikkatle yanıtlıyorlardı.

Oyunlar Üzerine Yapılan Tartışmalar Her gün oyunlar izlendikten sonra bir araya gelen davetlilerle izlenen oyunlar üzerine tar­

a

lan bu çağrıda hiçbir zaman bir kargaşa ya-

tışma açıldı. Sorular "Bu Kahraman sizin için

rerek ciddi bir sınavdan geçti. Bir oyuncuya "Akademik eğitimden sonra ne­ den çocuk tiyatrosu yapmayı seçtiniz." diye bir soru yöneltildi. Verilen yanıt oldukça ilginç­

oyunda ne zaman kukla, ne zaman mask ya

ti: "Seyirciyi tanımak, seyirci ile gerçek anlam­

da gölge oyununu kullanacağınıza nasıl karar verdiniz?", "Bu oyunla seyirciye ne söyledi­ niz?" gibi somut sorulardı. Yanıtlar da genel­ likle kısa ve netti. Sorulardan ve yanıtlardan çıkan sonuç; yapılan her şey bir şeye dayan­ malı, her şeyin bir nedeni, bir açıklaması ol­

pe

Oyunlara çocuklar kadar yetişkinler de ilgi

toplantılar sırasında yaptıklarının hesabını ve­

günümüzde kimin yerine geçmektedir?", "Bu

cy

lardı. Hemen hemen her oyundan sonra yapı-

45

da iletişim kurmayı öğrenmek istiyorsanız işe çocuklardan başlamalısınız. Eğer ona gerekti­ ği gibi ulaşmayı öğrenirseniz yetişkinlerle iletişim kurmayı da başarabilirsiniz." Ne dersiniz sevgili oyuncular doğru mu?


T

İ

Y

A

T

R

O

C

A

D

Ü

Ş

Ü

N

M

E

K

TİYATROMUZUN EĞİTİM SORUNLARI Haluk

İnsanın yeryüzünde görünüşe çıktığından bu yana geçen bin yıllar boyu, yaşamını kolaylaş­ tıracak neler varsa, onları doğadan çalıp ken­ dine mal etmiş ve her dönüşümsel gelişimden sonra da, yeniden taklit edilecek doğasal kay­ naklara yönelmiştir.

vardır, midesi, bağırsakları, gözleri, ciğerleri, ayaklan vardır, vb... Bütün bunlar, bir bütünü meydana getiren çeşitli görünümdeki varlıkla­ rın yapılarına özgü biçimde örgütlenmiş dina­ mik öğelerdir. Eğer bu söylediklerimiz bir karmaşanın görü­ nümü ise, bizlerin bu karmaşaya şiddetle ge­ reksinmemiz vardır. Çünkü bu karmaşanın içinde evrensel görünümü arayan (oyuncu in­ san) ın, dramatik sanatlar ve dolayısıyla tiyat­ ro sanatı üzerine duyarlığı ve bilgisi tam olan (insan oyuncu) yu yaratabilme çabaları yat­ maktadır. İnsan oyuncu kısaca (donanımlı bi­ rey) dir...

cy

Bütün bu alış verişler, insana, kendi dışındaki somut dünyanın görüntüleriyle bütünlük ka­ zandırmıştır.

Ataseven

a

İnsan varlığı bir (Doğa hırsızı) dır.

Şevket

pe

İçli dışlı gelişen bu durum, yani insanın kendi varlığını açıklamaya yönelik içten dışa, dıştan içe ifade etme yöntemi, şu üç temel kavram ile gerçeklik kazanmıştır; bunlar Düşün, Bilim ve Sanattır...

Biz bu yazımızda tiyatromuzun eğitim sorun­ larının çözümünü değil, çözüme gidecek yol­ ları belirlemeye çalıştık.

Özellikle bilimsel gelişimin bir süreci olan tek­ noloji, insanın doğada alıp geliştirdiği örnek­ lerle doludur.

Bunlar arasında örnek göstermek gerekirse, kuşları taklit ederek gerçekleştirilen (uçak sa­ nayi) ve onun teknolojide geliştirilen büyük etkinliği... Dahası, insanın kendi kendisini taklit ederek teknolojideki yeri çok büyük olan (otomobil sanayi) ini gösterebiliriz... İnsan bedenini inşa eden Doğa Usta, hep gör­ kemli olanı aramış ve soyuttan somuta (oto­ mobil sanayi) ini yaşam getirmiştir. En yetkin bir örnek olarak gösterebileceğimiz otomobili var eden öğeler, insanı var eden öğelerle tam bir özdeşlik içindedir. Otomobilin de beyni

Ünlü tiyatro adamı, J. Artaud, şöyle söyler: "Seyredilen düşünceden, düşünen bedene ge­ çebilmek" Artaud'nun bu önemli belirtkesi üzerinde düşünmemiz gerekir. "Seyredilen düşünce" önceden tasarlanmış bir olayı ya da bir hikayeyi düşüncemizde kurgulayıp, onu önceden yazılı bir metin olarak ha­ zırlayarak, seyirciye sunmaktır amaç. Hikaye­ nin ve olayın geçtiği mekansal boşluk, zaman zaman oyuncunun uzun ve sürekli konuşma­ ları ile doldurulur ve sözcüklerin tamamen tu­ tuklandığı bir sahnede oyun sona erdirilir. Günümüz sanatında ise "Seyredilen düşünce" hareketin ve eylemin ve onların temel özellik­ lerinin bir hayli uzağında kalmaktadır. Bu da tiyatrosal dinamiklerin soluk alamamalarına ve iletişimin kopmasına neden olmaktadır. Böyle bir çıkmazda ise Seyredilen düşünce'nin yerini, düşünen beden almaktadır. Aslında bu doğasal bir gereksinmedir, çünkü yaşamın akışı içinde tıpkı olguların, dolayısıyla hareke­

46

tin bir görünüp, ardından da dönüşüme yönelmesi gibi, insan bedeni de yaşadığı heye canın ritimsel dürtüleri ile yaşam oyununu sürdürür. Bu noktada önemli olan ve hemen devreye giren bir toplum ve birey çatışması oluşur ki bu da şiir sanatını yaşamımıza ekler. Eğitsel ve deneysel açıdan geneli tanımlayan dinamik kurgulamada hem zengin, hem yoksul bir oyun olan Şekspir'in (Hamlet)i üzerinde biraz konuşmakta yarar görürüm. Hamlet oyunu, Ortaçağın bütün düşünsel karmaşası içinden, yeni bir çağa adımını atan, Skolastik yapılaşmanın tutucu düşüncesinden sıyrılarak yeni bir yaşam biçiminin göstergesi olmuştur Bu nedenledir ki Hamlet oyunu, ortaçağdan yeni bir çağa geçişin bir sözcüsüdür. Hep ondan hız alınarak günümüze değin üretilen ve seyredilen görüntüler, zamanla kendini sürekli tekrarlayan düşüncelerin harman yeri haline gelmiştir. Günümüzde Hamlet oyunu yüz yıllar boyu tekrarlanan, kendine özgü biçimsel ve içerik sel bir anlatımın ve buna koşut, tutucu bir alışkanlığın doyum noktasına getirdiği, içi bosalmış, yaşayan bir ölü halindedir. İçerdiği konunun ucuzluğu, insanı yorgun düşüren anlatımın yoruculuğu, çağrışımların tükenen kaosu, onu sudan ucuz yazılı bir metin haline düşürmüştür. Ve bunlara değin bence Hamlet, geçmiş yüzyıllardan kopup sorgusuz sualsiz geleceğe yönelen sahnesel bir hastalığın adıdır. Günümüz tiyatrosu acil olarak bu tiyatrosal hastalığı bir an önce tedavi etmelidir. Kültürel


dönüşümlerin günümüzde kazandığı gitgide hızlanan kavramsal ve işlevsel aşamalar, görüntü alanlarının estetik yapısını da değiştirmektedir. Bu hızlı değişim ve dönüşümler, gösterim alanına yeni bir etik ve estetik görünümler getirmektedir, tiyatro dünyamıza... Ne var ki, insan varlığı, zorunlu olan bu deği­ şim ve dönüşümlere uyum sağlamakta güçlük çekmektedir. Doğada olduğu gibi, insan varlığı da, bir uyum ve denge düzeniyle ayakta durabilmektedir. Bütünlemeyi sağlayan bu dengenin ya da uyumun, bozulması halinde insan varlığı parçalanmakta ve yeni bir sahne örgütlenmesine yönelmektedir. Tam bu noktada insanın yaratım gücünün her süreçte kendi yıkımını hazırlayan dramatik bir bunalımdan geçtiğini söyleyebiliriz. İnsanın doğumuyla birlikte taşıyıp getirdiği yaşamına özgü ölçüler ve onların oluşturduğu değer yargıları birer trajik efsanelerdir. Çağımızın ünlü düşünürlerinden K. Popper, insa-

a

nın doğa ile çatışması üzerine bir değerlendir­ mesinde şunları söyler: Insansal ölçüler doğada bulunmaz. Doğa olgulardan ve düzenlilaki ne de gayri ahlakidir. Bu dünyanın bir parçası olmamıza rağmen, ölçülerini doğaya uygulayan ve bu yoldan dünyaya ahlakı getiren bizleriz. Bizler doğanın ürünleriyiz, fakat doğa bizi dünyayı değiştirmek, geleceği önceden görmek ve planlamak, ahlakça sorumlu-

pe

luğunu taşıdığımız etkileri uzaklara kadar gi-

cy

liklerden meydana gelir ve kendi içinde ne ah-

den karar almak gücüyle birlikte yaratmıştır,

yine de sorumluluk ve kararlar doğa dünyasına ancak bizimle girerler..."

Görüldüğü gibi sanatların özellikle dramatik

açıdan getirmiş oldukları zamansal ve mekan-

sal örgütlenmenin yaratıcı açıdan ucuza alınacak tarafı yoktur. Konservatuvar eğitiminden

zandığını, yeni düşüncelerin hızla yaşama ge­

den yaratılması üzerine inşa edilen, yeni insa­

geçmiş genç sanatçı adayları ne zamandır,

çirildiğini görüyor ve yaşıyor. Bir başka yön­

nın yaşam sahnesinde yeniden görüntülen­

konservatuvarlarda yeterli eğitimi alamadıkla-

den bakarsak, 20. yüzyıl, insanın soyut dünya­

mesidir.

rını söyleyip dururlar...

sının somutlaşan görüntüsünün, yani soyut-

Bizce bu, eğitim yoksulluğu değil, çağını yete-

somut çatışmasının bir arenasıdır.

Bu görüntüleme, değişen sanatsal dinamikle­ rin tiyatro sanatına nasıl bir kimlik kazandıra­

rince kavrayamamanın getirmiş olduğu yok-

20. yüzyılın Varlık felsefelerinin yarı yarıya iş­

cağı sorunsalını gündeme getirmektedir. Her

sulluktan kaynaklanmaktadır.

levselliğini yitirdiğini ve yerini Oluş felsefeleri­

yıl, gitgide artan festivallerde bu gerçek irde­

ne bıraktığını görüyoruz...

lenmekte, ölçülü biçili mantığın yerini, yaşa­

Eğer denildiği gibi 2 1 . yüzyıl bir bilgi çağı olacaksa, bir an önce, çağın gereklerine göre

Başta Dilbilim olmak üzere, Anlambilim, Gös-

kendimizi donanımlı hale getirmeliyiz. Soruna

tergebilim. Masalbilim, Sosyometri, Yapısalcı­

tiyatro sanatı açısından bakarsak defterini ka-

lık gibi bizleri yönlendiren soyut düşüncenin

padığımız 20. yüzyıl yalnızca tiyatronun değil

ürünleri, artık yaşamımıza yön veren çağdaş

bütün dramatik sanatların altın yüzyılı olmuş-

düşüncelerdir.

tur. İnsan, iç dünyasının zenginliğini bu nesneler dünyasına yansımasının gitgide ivme ka-

Dikkat edilirse bütün bu düşüncelerin ana kaynağı, gerçek olanı soyut bir dünyanın yeni­

47

mın dinamiklerine cevap veren yaratıcı imge­ lem almaktadır. Şimdi tiyatro sanatı, kendi varlığında barındırdığı bütün dramatik sanat­ larla birlikte, bu yaratıcı süreci yaşamakta ve yaşatmaktadır... Ne diyorduk... Haaaaa... Hamlet dün gece intihar etti.


cy a

pe


a

pe cy


Huzursuz Seyirci

Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı "Özel Hayatlar" da, biri büyük olmak üzere bir kaç buzağı yakaladım, öküzün altında Büyüğünden başlayalım: Balayını geçirmek için bir deniz kıyısı kasabasına giden İngilizlerin, evliliklerini otelde kutlama için bir şişe şampanya açmalarını çok doğal karşılıyorum. Ama şampanya seçiminde bizim "İnci Damlası"nı tercih edeceklerini hiç sanmıyorum. İkinci bölümde içilen konyak "Martell" olabilir tabii, ama şampanyamızın -Tür şampanyası da yoktur ya, köpüklü şaraptır onlar- ta oralara kadar gidip, üstelik tercih edileceğinden çok kuşkuluyum. Küçük buzağı ise, "Gitanes" sigara paketinden çıkan sigaraların nasıl kahverengi filtreli olabileceği konusu. En önde oturmak bahtsızlığına uğrayınca, minicik detaylar bile görülebiliyor işte. Hakaret anlamında kullanılan Fransızca "Cochon" da, bu oyunda "Couchon" olmuş. Böyle bir sözcük yok bu dilde. Birazcık önemseme, bu dili azıcık bilenden sorulup öğrenmeye yeter oysa. Bir de salt bu oyunda değil, pek çok yerde karşımıza çıkan "Saint" sözcüğü var. Bu sözcük 'Aziz' anlamına gelip hem Fransızca'da hem İngilizce'de aynı biçimde yazılır ama farklı okunur. İngilizce'ye dilleri yatkın olduğundan olacak, oyuncularımız da Saint Trapez (San Trope), Saint Moritz (San Moritz) yerine (Ser Tropez-Sent Moritz şeklinde telaffuz ediyorlar. Oysa sözü geçen yerler Fransız olduğundan Fransızca okunuşunu söylemeleri gerekir, İngiliz olsalar bile. Şahika Tekand'ın Stüdyo Oyuncuları uzun zamandır çalıştıkları "Oyuncu"yu sergilemeye başladılar. Birbiriyle ilintisiz

a

görünen iki bölümden oluşan oyunda, hemen hiç denenmemiş teknikler kullanılıyor. İkinci bölümde izleyicilerin seçtiği dört ayrı sözcüğü, dört ayrı oyuncu doğaçlamayla oynuyor. Kimin, hangi gece, neyi oynayacağı da son ana kadar

cy

bilinmiyor. İlginç. Huzursuz Seyirci, oyunların konusuna, sahnelenmesine hiç karışmıyor, uslu uslu izliyor oyunları biliyorsunuz. Keyifle izlerken bir yerde huzursuzluğum tuttu. Doğaçlamaları yapan dört oyuncudan üçü bayan İzleyicilerin hemen bir metre önündeki bir koltuğa oturarak sürdürüyorlar oyunu. Pek güzel. Ama neden, bayanlar koltukta otururken sürekli eteklerini aşağı çekme gereksinimi duyuyorlar? "Oyun"cu kavramına ters düşüyor bu yaptıkları. Sonuçta, bir oyun oynanıyor ve izleyiciden de, oyuncudan da yüksek konsantrasyon bekleniyor. Bu hareket, beni oyundan kopardı örneğin, belki oyuncuyu da. Diyeceğim, bayan oyuncularımız artık bu "frikik" vermek

pe

takıntısından kurtulmalılar.

Bursa Devlet Tiyatrosu yapımı "Bordello", perdeli oynanıyor. Bu yüzden bütün dekoru perdenin gerisine kurmuşla Perdenin önündeki devasa alanda dekora ilişkin bir şey yok. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak, üç mekanı sahneni dibine sıkıştırmışlar. Oyuncak daracık alanda üç mekana sıkışarak oynuyorlar. Oyunun hemen başında bir-iki dakikalığına yer alan baca, elli dakika sahnede kalıyor ve dekoru dolayısıyla oyuncuları sıkıştırıyor. Oysa oyu göstermeci biçemde. Altında tekerlek olsaydı bacanın, aradaki kararmalarda pekala dışarı alınabilirdi. Huzursuz olduğu sıkışıklıktan. Yaz geldi, oyunlar bitti. Bana da huzursuz olacak bir şey kalmadı (mı?). Ama turneler var. Tiyatro Festivali var. Elbette bulurum ben yine huzursuz olacak bir şeyler. Bulamazsam, 'buzağısız bir dergi gelir elinize. Bulursam yine birlikteyiz demektir. Bu kentin tiyatro yaşamında huzursuz olunacak o kadar çok şey var ki... Örneğin İstanbul'un ödenekli ve ödeneksiz tiyatro salonları ve onların yapıları-Binaları demek istiyorum- çok rahatsız etmektedir beni . Hemen hiç birinde Tiyatro binalarında olması gereken görkem, stil, ergonomi, can güvenliği yol Hele içleri, donanımları içler acısı. Dışarıdan gelen bir yabancıya bu ülkede neredeyse 150 yıldır tiyatro yapıldığını anımsatacak tek bir salonumuz yok. Olanları hep yaktık çünkü. Hadi yaktık, bari "Yangın Yerinde Orkideler açtırsaydık onların yerine. Beceremedik. Isırganlara benzeyen acayip yapılar yükseldi, tiyatro binaları yerine. Barakalar mahzenler, binaların 3., 5., katları kullanılır oldu tiyatro yapmak için. Elbet olacak onlar da, alternatif, amatör tiyatrolar için. Ama önce büyük, görkemli, stili olan gerçek tiyatro binaları... Varolan bu binalardaki sözümona tiyatroları tek tek büyüteç altına alayım diyorum önce. Sonra da halen boş olan, bir hayırseverin elinde, tiyatro binalarımızdan hiç de kötü olmayabilecek olan bir sürü boş yapıyı, öneri olarak getireyim diyorum. Uzun yaz aylarında belki bir yararım dokunur. Bakarsınız o konuda epey uzun yazarım. Kimbilir?..

50


a

cy

pe


a

cy

pe


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.