a
cy
pe
M A Y I S 2 0 0 0
SAYI: 102 1.500.000 TL
A Y L I K
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Mustafa Demirkanlı
T İ Y A T R O
D E R G İ S İ
TİYATRO... TİYATRO..'YA DESTEKLER... /S.4
Yayın Yönetmeni: Orhan Alkaya EDİTÖRDEN Orhan Alkaya/5.5
Yayın Koordinatörü: Duygu Atay Katkıda Bulunanlar:
HABERLER /S.6
Üstün Akmen, Haluk Şevket Ataseven, Seyhun Banu Balçiçek, Ayşe Ece, Evren Erbatur, Müjdan Kayserli, Nilüfer Kuyaş, Nihal Kuyumcu, Küçük, Öykü Potuoğlu, Sibel Aslan Yeşilay
DİKMEN GÜRÜN'LE FESTİVALİN ARKA BAHÇESİ ÜZERİNE: /S. 10
12. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
Redaksiyon ve Düzeltme: Ayşe Nalân Özübek
Lillian; / Müidan Kayserli /S. 12 Pina Bausch'tan Ateşli Danslar:
Teknik Müdür: Erkut Arıburnu
a
Sibel Aslan Yeşilay /S. 13
Kenan Işık'tan "Aşk Hastası":
Abone Sorumlusu: Murat Güler
Üstün Akmen /S. 14
Film Çıkış: Çağdaş Grafik
cy
Cana Can Katan Gösteri: Nilüfer Kuyaş /S. 16
Baskı: Mart Mathaası
Fişne Pahçesu: Duygu Atay /S. 18 Dumrul ile Azrail: Evren Erbatur /S.20
Abone Bedeli: 18.000.000.
Medea: S.23
Yurtdışı Abone: 150 DM/75$
Hep Aşk Vardı: Duygu Atay /S.28
pe
Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.:
Sahte Kimlikler 5 (Asrın Entrikası): S.24 Hırçın Kız: Öykü Potuoğlu /S.30
Firuzağa Mahallesi Ağahamamı Sokak 5/3 Cihangir 80080 İstanbul Telefon: (0212)243 09 37 Fax: (0212) 252 94 14
İdeal Bir Koca: Üstün Akmen IS.32
ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım & detroit III: S.34
Hanna Schygulia: Çev. Ayşe Ece/S.36
P.Çeki: Tiyatro Yapım 655 248 İZDÜŞÜM: İçimde Bir Sıkıntı... / Ahmet Levendoğlu IS.37 Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 DOSYA: TOBAV'ın "Ha Pu Bize Ders Olsun"a Yanıtı /S.38
KIRK YILDA BİR: Kültür Bakanı Sansürledi / Mustafa Demirkanlı /S.41
KÜÇÜĞÜM, KÜÇÜKSÜN, KÜÇÜĞÜZ, KÜÇÜK / Küçük I S.42
KUZEYİN ŞANSLI ÇOCUKLARI VE "BRAVO! FESTİVALİ" / Nihal Kuyumcu /S.44
TİYATROMUZUN EĞİTİM SORUNLARI Haluk Şevket Ataseven IS.46
3
TİYATRO... TİYATRO. YAŞAYACAK Tiyatro... Tiyatro...'ya Destekler Gelmeye Başladı M ü j d a t G e z e n ' i n g i r i ş i m i , Y a y l a S a n a t M e r k e z i ' n i n d e s t e ğ i v e "Yedi K o c a l ı H ü r m ü z " p r o d ü k s i y o n u n d a yer a l a n s a n a t ç ı l a r ı n k a t k ı l a r ı y l a . M a r t a y ı n d a g e l i r i T i y a t r o . . . T i y a t r o ...'ya
k a l a n bir g e c e d ü z e n l e n d i .
A n t a l y a Büyükşehir Belediyesi T i y a t r o s u M a y ı s ayında oynadıkları 3 oyunlarının birer gösterilerin gelirini Tiyatro... Tiyatro...'ya bıraktı. A r a ş t ı r m a c ı - Y a z a r T u r g u t A k t e r , T i y a t r o . . . T i y a t r o . . . ' y a M a c i n t o s h bir b i l g i s a y a r a r m a ğ a n e t m i ş t i r . E n
cy
a
f a z l a g e r e k s i n m e d u y d u ğ u m u z b i r e k s i k l i ğ i m i z d i , t e ş e k k ü r ederiz.
T i y a t r o s a n a t ç ı s ı K e n a n Işık, 2 0 0 0 - 2 0 0 1
pe
g e l i r l e r i ile B o y u t M i t o s Y a y ı n e v i ' n d e
s e z o n u n d a o y n a n a c a k t ü m o y u n l a r ı n ı n 15'er g ü n l ü k t e l i
basılacak kitabının telif gelirini Tiyatro... Tiyatro...'ya bıraktı.
İ s t a n b u l B ü y ü k ş e h i r B e l e d i y e s i Şehir T i y a t r o s u Genel S a n a t Y ö n e t m e n i K e n a n Işık v e T i y a t r o Müdürü
Abdullah Kaplan'ın girişimiyle önümüzdeki
a y l a r d a A ç ı k h a v a T i y a t r o s u ' n d a , Şehir Tiyatroları'nın
" T i y a t r o Şarkıları R e s i t a l i " g e n i ş l e t i l e r e k " T i y a t r o G e c e s i " o l a r a k g e r ç e k l e ş t i r i l e c e k .
M i t o s B o y u t Y a y ı n e v i ' n i n T i y a t r o . . . T i y a t r o . . . ' y a y ü k s e k i n d i r i m l e v e r m e y e hazır o l d u ğ u 150 t a k ı m t i y a t r o k i t a b ı i ç i n s p o n s o r b u l u n m a s ı n a y a r d ı m c ı o l u n a b i l i n i r . H e m 100 o k u l , 150 k i t a p t a n o l u ş a n h a z i n e y i kavuşur hem de Tiyatro... Tiyatro... y a ş a m a daha sağlıklı döner. Bu k o n u d a desteğe gereksinmemiz vardır.
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne abone olarak destek vermek istiyorum. Bir yıllık(11 sayı) abone bedeli olan 18.000.000 TL'yi,
T. İş Bankası, Cihangir Şubesi, Tiyatro Yapım: 1014-0197245 nolu hesaba yatırdım. Posta çeki hesabı, Tiyatro Yapım: 655 248 nolu hesaba yatırdım. Lütfen, randevu alıp ziyaretime gelin. İsim, soyisim: Adres: Tel. No:
4
EDİTÖRDEN
Tiyatromuz için enikonu sıradan bir sezonu bitirip, "minik vaha"mız Tiyatro Festivali'ne ulaştık. Doğrusu, biz mi sezonu bitirdik, sezon mu bizi, biraz karışık bir problem ya, neyse. Tiyatro Festivali de bu yıl daha az yabancı yapımla (Hanna Schygulla'yı saymaz sak 4 yapım) buluşturacak tiyatro ortamımızı. Royal Shakespeare'in iddialı yönet meni Lindsay Posner'ın rejisini izleyecek olmak, elbette etkileyici. Roberto Rosselini ile Ingrid Bergman'ın kızı, Lancome'un hüzünlü güzeli Isabella Rosselini'yi ti yatroda, bir Bob Wilson prodüksiyonunda izlemek, bir önfikir olarak bile heyecan verici. Pina Bausch yaratıcılığını takip edebilme imkânı sunması, festival kuratörlerinin doğru seçimi. Sonrası... Sonrası, böyle bir tiyatro sezonunun sonunda, gene de iyi sayılır Tiyatro Festivali'nin programı. Açıkçası, ben yıllardır ağız tadıyla Tiyatro Festivali'nin kendisini kurma ve konum landırma tercihlerini eleştirmek, (bizde eleştiri denilince "kötülemek" anlaşılır. Ben kritik etmekten söz ediyorum. Dipnotlu konuşmak ne sıkıcı bir durum!) ya pım seçimleri konusunda katılmadığım kimi noktaları açıp tartışmak istiyorum.
a
Nedir, giderek daralan bir tiyatro ortamında, her zaman temiz bir soluk alanı oluşturan bu organizasyonu eleştirmeye bir türlü sıra gelmiyor. Her yıl, bu isteği
cy
mi bir sonraki yıla erteliyorum.
Çünkü bu organizasyonu seviyorum. Sorumsuzca tüketilen meslek hayatımız için yapılan bir iyilik olduğunu düşünüyorum. Yani sevgili okur, belki seneye bu ay, eleştirel bir yazı yazarım. Kim bilir, önümüzde, şu kirlilikleri ve sıradanlıkları unut turacak bir tiyatro sezonu vardır. Umarım vardır.
Belki bu yaz (off) sezonunda herkes istihareye yatar. Yitip gitmekte olan "za
pe
Orhan Alkaya
man"! kendi varlık alanının lehine kullanmak için olağanüstü yaratıcı yöntemler geliştirir.
Belki, basit iktidar alanları kurmak yerine, mesleki boş alanlar kurup içini doldur mak arzusu galebe çalar.
Belki, Bülent Erkmen'in tasarladığı bir "büst" kitabın, belden yukarı soyunma önermesiyle kurmayı denediği düşünme konseptine karşı, belden aşağı saldırılar düzenleyen genetik formasyon, avazeyi Davut gibi cihana salacak gücü kendisin de bulamaz önümüzdeki sezon. "Birkaç İyi Adam" benzeri "birkaç iyi oyun"la dükkânın namusunu kurtarmak kimseye kâfi gelmez artık. Kendini kuracak kimlik serüvenini, cesaretle ve bilgiyi baştacı ederek başlatır tiyatro insanlarımız. Etnik fobilere, aşılamamış cinsellik saplantılarına, ikameciyürütmeci fiyakalara, bizatihi medyum olan medya totemine tapınmaya karşı bel kemiğini kuvvetlendirir. Yani, bakarsınız iyi olur. Olmazsa da olmaz. Senede birkaç iyi oyun seyreder, birkaç nitelikli tartışmanın kamu sahasında ilgisizlik çığlığıyla susturulmasına tanıklık eder, yaralarıyla yaşadıklarını ayrımsamayacak kadar kanıksamış olanların içhuzuruyla yaşar gideriz.
5
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
3. ULUSLARARASI KUKLA FESTİVALİ
KOCAELİ BÖLGE TİYATROSU'NDA "ÇOMAKÇI"
Bu yıl 10-18 mayıs tarihleri arasında 3. sünü izleyeceğimiz Uluslararası Kukla Festivali; Kenter Tiyatrosu, AKM Sinema Salonu ve Babylon'da, dünya tiyatrolarının seçme yapıtlarını ayağımıza getirecek. Ülker'in sponsorluğunda gerçekleşecek festivalde 5 yabancı, 7 yerli grup yer alacak. İnternette açılacak olan "Karagöz Figürleri Sergisi" de www.tiyatronline.com adresinden tür dünyadan izlenebilecek. Ayrıca bu yıl düzenlenen "Festival Onur Ödülü" d( kukla ve gölge oyunu sanatçısı Tacettin Diker'e verilecek. Programını dergimizde bulacağınız festivalin bu yılki en önemli toplulukla ise şöyle:
Kocaeli Bölge Tiyatrosu sezonun son oyunu olarak M. İrfan Benli'nin yazdığı , oynadığı, müziklerini gerçekleştirdiği
H A B E R L E R . . .
ve dekor-kos-
tüm tasarımlarını yaptığı, "Çomakçı" adlı iki perdelik oyunu sahneliyor. Yönetmenliğini Burhan Akçin'in yaptığı oyunda ayrıca Can dan Eryılmaz da rol alıyor.
PERA SANAT GÜNLERİ Nisan-Mayıs-Haziran-Temmuz aylarını kapsa yan "Pera Sanat Günleri 2000" etkinlikleri; Bale ve Dans gösterileri, Tiyatro temsilleri, resim sergileri, konferanslar, Seminerler, Film gösterilen, müzik konserleri ve resitalleri ile bu aylarda sanatsevenlerle buluşacak. Etkinlikler, Pera binası çok amaçlı salon, ital yan Kültür Merkezi, Y.Ü.Konferans salonla
Anton Çehov'un öykülerinden topluluk tara fından uyarlanarak oyun haline getirilen "İyi Hava, Kötü Hava"yı her temsilde ancak 35 kişi izleyebilecek. Oyun; Perşembe, Cuma, Cumartesi günleri saat 20.00'de Sıraserviler'deki Bilsak Tiyatro Salonu'nda izlenebilir. "Jenerik, kazlar, şiir, pencere, ciddi adım, şarkıcı kız, evlenme, kötü hava, mümtaz şahsiyet, toplantı" adlarını taşıyan bölümler den oluşan oyunu gerçekleştirenler Şehsu-
rosu. Büyük boy bir Japon kuklası, bir aktör ve bir maskla, eski bir Japon öy küsü betimlenecek. Geleneksel Japon Tiyatrosu'nun izlerini günümüze taşı
yan modern bir çalışma. Çağdaş Japon sanatından bir örnek izlemek isteye cekler için önemli bir olanak. Figurentheater'ın (Almanya) oyununda el kuklası tekniğinde oyunlar hazırla
yan grubun son çalışmasını izleyeceğiz. Çocuklara yönelik bu komedi, Susam Sokağı'nın Edi ile Büdü'sünü anımsatıyor. Union Theater Impossible'ın (Polonya) oyununda tiyatro, kukla ve grafiği bir
arada göreceğiz. Ünlü grafik sanatçısı Topor adına yapılan bu oyun, Polon
ya'da yılın en iyi reji ödülünü almış.
pe
var Aktaş, Aylin Deveci, Murat Ergun, Nihal
Japonya'dan gelen ve dünya festivallerinin onur konuğu olan Dondorra tiyat
cy
BİLSAK TİYATRO ATÖLYESİ'NDE " İ Y İ HAVA, KÖTÜ HAVA"
a
rında gerçekleşecek.
Theatre Tak'ın (Rusya) oyunu, Anton Çehov'un bir öyküsünden oluşuyor
Koldaş, Göze Saner, Ayşe Selen.
Kuklalarla sevimli
YUNUS EMRE HOLLANDA'DA
köpek
Kashtan-
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatro
tek bir sözcük kul
ları 1999-2000 tiyatro sezonunda, yurtdışı
lanmadan seyirci
turneleri kapsamında Şubat ayında "Batı
lere ileten o y u n ,
Rıhtımı" ile Fransa'ya gittikten sonra, bu kez
bir duygu şölenine
de Ayla Algan'ın, Yunus Emre'nin şiirlerin
dönüşüyor.
ka'nın öyküsünü,
den yola çıkarak hazırladığı ve sunduğu "Ay
Figurentheater
la Algan Yunus Emre söylüyor" adlı tek kişi
Wilde und Vogel
lik gösteriyle 27 Nisan Perşembe günü Hol
(Almanya), dünya
landa'nın Rotterdam kentinde seyirciyle bu
festivallerinde bir
luştu.
çok
kez
oyun "Exit"i
I. ULUSLARARASI KARADENİZ'E KIYISI OLAN ÜLKELER TİYATRO BULUŞMASI
en
iyi
seçilen tanıtıyor
bizlere. Shakespeare'nin ünlü oyu
Devlet Tiyatroları, 16-24 Mayıs tarihleri ara-
nu " H a m l e t ' t e n
sında Tarbzon'da Türkiye, Ukrayna, Bulgaris
yola çıkarak t ü m
tan, Moldovya, Romanya, Rusya ve Gürcis
sahneye
tan'ın katılacağı bir tiyatro buluşması ger
kukla ve aktörün
çekleştiriyor.
serüveni. Büyük
Trabzon'daki 3 salonda gerçekleşecek bu
boy kuklalarla oy
yayılan
luşma ö n ü m ü z d e k i yıllarda da t e k r a r
nanan müthiş bir
lanacak.
gösteri.
6
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
DEVLET TİYATROLARI TÜRK MÜZİKALLERİ İLE ASPEHDOS'TA Bu yıl 1.si gerçekleşecek olan Aspendos Ti yatro Festivali'nin konusu Türk Müzikalleri. 20 Mayıs'ta açılışı yapılacak olan festivale, al tı değişik Devlet Tiyatrosu'ndan altı yerli ya zarın müzikalleri katılıyor. Konya Devlet Tiyatrosu, Haldun Taner'in yazdığı ve Selçuk Yöntem'in yönettiği "Ke şanlı Ali Destanı" ile açılış yapıyor. 22 Ma yıs'ta Sivas Devlet Tiyatrosu, Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan İ. Rahmi Dilligil'in oyunlaştırdı-
AFİFE TİYATRO ÖDÜLLERİ VERİLDİ
ğı "Şıpsevdi"yle izleyici karşısına çıkacak. Van
7 Nisan akşamı Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde gerçekleşen gecede "Afife
Devlet Tiyatrosu'ndan Erhan Gökgücü'nün
Tiyatro Ödülleri" sahiplerini buldu. Tunç Yalman, Füsun Akatlı, Dikmen Gü-
yazdığı, Zafer Kayaokay'ın yönettiği "Rama-
rün, Seçkin Selvi, Engin Uludağ, Nazan Aksoy ve Demet Taner'den oluşan
zan'la Cülide" 24 Mayıs'ta, Adana Devlet Ti
jüri'nin seçimi şöyle:
yatrosu'ndan Müsahipzade Celal'in yazdığı,
Özel ödüller:
Ayşenil Şamlıoğlu'nun yönettiği "Pazartesi-
Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü: Genco Erkal
Perşembe" 26 Mayıs'ta, Bursa Devlet Tiyat
Nisa Serezli Aşkıner Özel Ödülü: Ani İpekkaya
rosu'ndan Ülkü Ayvaz'ın yazdığı, Raik Alnı-
Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü: Memet Baydur
açık'ın yönettiği "Külhanbeyi Operası" 28
Güne Bakan Cam Kırıkları, İstanbul D.T)
Mayıs'ta, izleyiciyicilerle buluşacak. Festivalin kapanış temsili ise, Aziz Nesin'in
Yılın En Başarılı Prodüksiyonu:
yazdığı, Ali Düşenkalkar'ın yönettiği Trabzon
İdeal Bir Koca (Tiyatro İstanbul) Yılın En Başarılı Yönetmeni: Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu:
Devlet Tiyatrosu yapımı "Yaşar ne Yaşar, Ne Yaşamaz"29 Mayıs'ta sahnelenecek.
cy
Işıl Kasapoğlu (Sevilmek, Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu)
a
Tiyatroda Yeni Kuşak Özel Ödülü: İnci Türkay ("Sylvia" Tiyatro İstanbul)
Cüneyt Türel (Sevilmek, Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu) Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu: Yıldız Kenter (Nükte, Kent Oyuncuları) Yılın En Başarılı Yardımcı Erkek Oyuncusu:
ANTALYA BELEDİYE
Bülent Emin Yarar (Arturo Ui'nin Önlenebilir Tırmanışı, İstanbul D.T.) Yılın En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncusu:
pe
Ezgim Kılınç (Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, (İBŞT)
TİYATROSU'NDA TURNE BAŞLIYOR
Yılın En Başarılı Müzikal Ya da Komedi Erkek Oyuncusu:
1983 Yılında kurulan ve kesintisiz çalışan
Savaş Dinçel (Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, İBŞT)
Antalya Büyükşehir Belediye tiyatrosu, çevre
Yılın En Başarılı Müzikal Ya da Komedi Kadın Oyuncusu:
köy ve ilçelere yönelik turnesine başlıyor. 18
Zuhal Olcay (Dolu Düşün Boş Konuş, Oyun Atölyesi)
Mayıs'ta Antalya Beymenek'de , 26-27-28
Yılın En Başarılı Sahne Tasarımcısı:
Mayıs'ta Alanya'da, 29-30-31 Mayıs'ta Gazi
Nilgün Gürkan (İdeal Bir Koca, Tiyatro İstanbul) Yılın En Başarılı Giysi Tasarımcısı:
Şanda Zıpçı (Fişne Pahçesu, Ortaoyuncular)
paşa'da Turgut Özakman'ın yazdığı "Masal var, Masalcık Var" adlı çocuk oyunuyla izle yicilerin karşısına çıkacak. Yöneten Cenap
Yılın En Başarılı Sahne Müziği:
Aydınoğlu.
Melih Kibar (Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, İBŞT)
19 Mayıs'ta Antalya'nın Yenibayır köyünde,
Yılın En Başarılı Işık Tasarımcısı:
3 Haziran'da Yelten'de, Ağustos'ta da İzmit
İlhan Ören (Aşk Hastası, İBŞT)
Sokak Tiyatroları Festivali'ne, Savaş Aykılıç'ın Aristofanes'in Lysistrata'sından uyarla
TİYATRO... TİYATRO...'YA "TİYATROYA KATKI ÖDÜLÜ"
yıp yönettiği oyunla katılıyorlar. ABT, 10-11 Haziran'da da Recep Bilginer'in
İstanbul Büyükşehir Beledisi Şehir Tiyatroları tarafından 1-7 Mayıs tarihleri
yazdığı, Müfit Kayacan'ın yönettiği "Politika
arasında geçekleştirilen "16. Gençlik Günleri kapsamında "Tiyatroya Katkı
da Bir Sarı Çizmeli" adlı oyunla Akşehir'de
ödülleri", Tiyatro... Tiyatro... Dergisi ile MitosBoyut Yayınları'na verildi,
olacak. Polonya, Hırvatistan, Macaristan ve
Bu yıl ilk kez verilen ödüller, tiyatronun herhangi bir alanında tiyatroya katkı yapan kişi veya kurumlara verilecek.
daha pek çok ülkeden çeşitli gurupların da
Gençlik Günleri'nin açılışında düzenlenen bir törenle verilen ödüllerin ardın-
katıldığı festivalde, ilk kez bir Türk topluluğu
dan, Engin Alkan'ın yönettiği, MSM'nin Tiyatro Bölümü öğrencilerinin rol al
olacak.
ığı "Vişne Bahçesi" izlendi.
Yönetmen'in, bir Türk yazarın oyununu Türk
Ayrıca, Türk Kadınlar Birliği'nin her yıl genç bir kadın sanatçıya verdiği "Bedia
oyuncularla gerçekleştirmiş olması, grubun
Muvahhit Ödülü"nün bu yılkı sahibi Şenay Saçbüker Köroğlu oldu. Köroğlu
kazandığı başarının yanında ayrı bir özellik
Lüküs Hayat" oyunundaki rolü ile bu ödüle değer bulundu.
taşıyor.
7
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
sanatsal yetersizliği kabul etmiyorum. Bu bir idari karardır ve Genel Müdür'ün yetkisindedir." demiştir. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda uzun bir süredir prova yapan, bir iki defa promi Devlet Tiyatroları'nda yaşanan her türlü karmaşa, intihal ve sanatsal boşluklara yeri ertelenen, Cuma Boynukara'nın yazdığı ve 1993 yılında Kültür Bakanlı rağmen sesini çıkartmayan TOBAV, bu kez bir bildiri yayımlayarak erteleme ka ğından ödül alan oyunu "Çok Geç Olmadan" bir aylık biletlerinin satıldığı iddi rarını kınamıştır. asına rağmen galaya iki gün kala ertelendi. Oyunun yazarı Cuma Boynukara Genel Müdür tarafından alınan karar karşısın İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdür Yardımcısı ve oyunun yönetmeni Orhan Kur- da suskunluğunu sürdürmekte olup, daha sonra açıklama yapacağını belirtmiş tuldu'nun rejisi ile hazırlanan oyun Genel Müdür tarafından: "Oyun genel pro tir. vası sonrası; teknik ve sanatsal hazırlıkların uygun olmaması nedeniyle ertelenGenel Müdür İ. Rahmi Dilligil'in bu son uygulamasına, çeşitli sanat kurumlar miştir." yazılı açıklamasıyla ertelenmiş gibi gösterilmiştir. tepki vermesine rağmen, Cuma Boynukara'nın da üyesi olduğu Tiyatro Yazar "Sanatsal" yetersizlikle ertelen oyun sonrasında istifa edeceği beklenen Orhan ları Derneği'nden herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Kurtuldu, idari görevini ve sanatsal görevini sürdürmektedir. "Çok Geç Olmadan"ın ertelendi mi, kaldırıldı mı sorusuna ise hiç kimse yanıt Dergi'ye yapmış olduğu açıklamada; "Ben oyunu hazırladım, benim işim bitti. verememektedir.
"ÇOK GEÇ OLMADAN"IN BAŞINA GELENLER
ÇOK GEÇ OLMADAN ARTURO UI'NIN TIRMANIŞI ÖNLENEBİLİR Mİ? kimse üstlenmiyordu. Bunun üzerine, Ankara'dan birinin atanacağı söylentileri bile yayılmıştı. Bu sırada yalnız kurum içinde değil AKM personeli arasında bile, hadi ona Arturo Ui diyelim, bu müzmin TOBAV'lının müdür olacağı yayılıverdi. Ama nasıl olduysa ertesi gün ma kamda bir başka sanat yönetmeni müdür oturuyordu. Söz konusu zat ise sadece müdür yardımcılığı görevini alabilmişti. Gerçi kendisinin söy lediğine göre bu görevi kabul etmemiş, ama pazarlık icabı sezon sonu na kadar "Kapalı Kapılar Ardında Washington" hesabı, aslında tiyatro yu o yönetecekmiş. Eee yeni sezonda da kaçınılmaz olarak sanat yö netmeni o olacakmış. Bu arada da sürekli ben örgütüme sormadan hiçbir şey yapmam teranesi okuyup, TOBAV'ın İstanbul yönetimine el koyduğu yayılıyordu. Yeni yönetimde kendisi gibi bir TOBAV'lı arkadaşı ve bir de senelerdir bu kuruma günün birinde müdür olacağını söyleyen bir başka sanatçı daha vardı. Bir anda İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda çalışan birçok insan birden oh çekti. Neyse canım gelen ekip ehven-i şerdi. Ya Ankara'dan birileri atansaydı ne olurdu halleri? Fakat ekipten ilk çatlaklar bir iki hafta içinde ortaya çıkmaya başladı. Bir gariplik vardı. Ortada bir müdür, üç de yardımcısı vardı (kısaca Dal-
pe
cy
a
Bu günlerde tiyatro deyince akla ne tadı damağımızda kalan oyunlar ne de sahnede tanrılaşan sanatçılar geliyor ne yazık ki. Artık ilk akla gelen Devlet Tiyatroları'ndan taşan skandallar ve tabii ki en göz önün de olan bölgesi, bir zamanlar "Devlet Tiyatroları'nın vitrini" diye adlan dırılan İstanbul Devlet Tiyatrosu. Bununla bağlantılı olarak, Türkiye'nin pek de yabancı olmadığı bir yükseliş öyküsü; "Bir Portre"nin konusu. Efendim, anlatacağımız zatı muhterem, kendisini camiada ilk olarak TOBAV İstanbul Şubesi'nin ilk başkanı olarak göstermişti. Heyecanlı, coşkulu, biraz fazla konuşan, bu nedenle de ne kadarını doğru söyle diği konusunda ufak soru işaretleri bırakan bir zattı. Seneler içinde TO BAV yönetimindeki konumu değişse de, o artık herkesin gözünde TOBAV'ın ayrılmaz bir parçası olmuştu. Biraz çabuk dolduruşa geliyordu, her yapılan iş için "BEN" zamirini ise mutlaka kullanıyordu. Ama her şey sanat içindi! Malum, sezon başından beri çeşitli depremlerle sarsı lan İDT, o zamanki sanat yönetmeninin istifasını sunup, kabul edilme mesinden sonra görevden alınmasıyla başıboş kalmıştı. Genel müdür İDT sanat yönetmeninin makamına yerleşmiş, AKM'nin kafeteryasında uygun bir sanat yönetmeni arayışına çıkmıştı. Bir gün içinde en az üçdört kişiye sanat yönetmenliği teklif ediliyor, ama her nedense ihaleyi
8
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
ton biraderler diye adlandırılıyorlardı), amma her türlü işleyişte tüm birimlere dört ayrı talimat gidiyordu. Birimler bocalamaya başladı, çünkü genellikle birinin verdiği talimat diğeriyle açıkça çelişiyordu. Ortada bir dil ve görüş birliği olmadığı gibi, bambaşka hesaplar dönüyordu, taze müdür yardımcıları sırayla otoritelerini isnat etme gösterilerine giriştiler. Bunlardan bir kısmı müdür tarafından geri püskürtüldü ve "müdür ben isem, benim dediğim olur" dedi. Bir de tabii, hepsi birden aynı anda farklı işlerin yapılmasını isteyip öncelik haklarının kendilerinde oIduğunu iddia ediyorlardı. Personel yanmıştı. Çünkü hangisinin işi önce yapılsa diğerleri bozuk atıyordu. Müdürün dediğini yapanlar ise neredeyse açıkça düşman ilan ediliyordu.
lanmıştı. Fazla ayak altında dolaşan müdür de istifa edip gitmiş şimdi meydan üç silahşörlere kalmıştı! Müdürden gizli iş yapma sevdası, ge nel müdürle yaptığı gizli yazışmalar ise personelin yazışmaları müdüre göstermesi nedeniyle biraz gerginliğe yol açmıştı. Üstelik her nasılsa müdür istifa etmeden önce masasındaki resmi evraklar kayboluvermişti. Arturo hiç çekinmeden evrakları merak ettiği için aldığını sağda sol da söylüyordu. Şimdi sıra müdür koltuğuna oturma girişimine başla maktı. Aslında en azından fiziksel olarak o koltuğa epey oturmuşluğu vardı. Müdür ne zaman dışarı çıksa, gider onun odasında toplantı dü zenleyip, koltuğa otururdu. Tabii müdür olmak isteyen diğer müdür yardımcıları da bu arada boş durmuyorlardı...
Günün birinde bizim Arturo bir firma ile Makedonya'dan gelecek bir oyuna sponsor bulmak için randevu alır ve gider. Ama dönüşünde kı yametler kopar. Çünkü bunu müdürden gizli yapmıştır ve aslında kendisinin özel projesidir. Devlet Tiyatroları'ndaki titrini kullanarak buna sponsor aramaya hakkı yoktur(!) Tabii ki bizimki azimle ve gizlilikle arayışını sürdürür. Bu arada tepeden inme bir şekilde repertuvara giri-
Ve tüm ödüllere aday! olduğunu iddia ettiği, oyunun prömiyerine 48 saat kala bomba patlar. Genel müdür Ankara'dan provayı izlemeye ge lir. Eh Arturo da her zamanki alışkanlıkla eşi dostu provayı izlemeye çağırır. Yalnız bu sefer genel müdür hazırlıklıdır. Görevliler hariç herke sin salonu boşaltmasını ister ve oyunu tek başına izler. Provanın so nunda oyunu kaldırdığını ve bu konuda kendisine hiçbir şey sorulmamasını ister. Aslında oyunun kaldırılması politik olarak Arturo'nun işine bile gelmektedir. Çünkü Kürt sorununu işleyen oyunu devletin sansü rüne uğramıştır. (Nasıl olsa oyunda bana ait tüm ibarelerin çıkartıldığı nı artık kimse bilmeyecektir.) O mazlumdur, ama kahramandır. Yalnız tuhaf bir ilke de imza atmıştır. Genel müdürü tarafından oyunu müsamere olarak adlandırılarak basın açıklaması yapılan ilk rejisörüdür de. (Aslında istifa etmeyi düşünmektir ama ya oyunu için burada kalıyor muş derlerse diye idari görevinden ayrılmaz.) Bu durumu avantaja çe virmek için hemen TOBAV devreye sokulur. Sanki TOBAV genel başka nı oyunu kaldıran idarenin genel müdür yardımcısı değilmiş gibi, sanki bugüne kadar DT'de olan olumsuzluklara göz yumup ses etmeyen ay nı TOBAV değilmiş gibi, bir anda basın açıklamaları yapılıp kınamalar yayınlanmaya başlar.
a
veren, genel müdürün Diyarbakır'daki görevi sırasında ahbap olduğu bir yazarın ödüllü oyununu sahneleyecekti. Arturo'nun bu ilk yönetmenlik denemesi -bir, iki çocuk oyunu ve okul müsameresi dışındaaz kalsın başlamadan bitiveriyordu. Müdürün itirazları bir yana, rol dağılımı yapılamıyordu. Kim oynatılmak istense rolünü çeşitli sebeplerle red ediyordu. Artık müdür yardımcılığı makamından! bizimkinin oyuncularla sürekli olarak tartışmaları yükseliyordu. Tam herkes umudunu kesmişken distribisyon zorlukla yapıldı. Baş rolde bilin bakalım kim oy-
cy
nuyordu?' Artık çaresizlikten mi, değil mi bilemeyeceğiz, mesai arkadaşı TOBAV'lı müdür yardımcısı III. Richard. (O Arturo gibi kör parmağım gözüne yapmıyordu işlerini. Alttan alıp yağ çekerek insanların yüzüne gülüyor, sonra da iplerini çaktırmadan çekiveriyordu. 'Aaaa kim yapmış, ben görmedim!' Tabii, o daha akıllıydı. Büyüyünce kesinlikle genel müdür olacaktı!) Neyse oyunun provaları kazasız belasız başladı. Zavallı Arturo'ya ilk darbe genel kurmaydan geldi. Tiyatrodan 12 kişi 13 değil 12 ve hepsinin isimlerini de tek tek tesbit etmişlerdi!) oyunun bölücülük yaptığı iddiasıyla şikâyette bulunmuşlar, yetkili merciler harekete geçmiş ve prömiyer ertelenmişti. Bir süreden beri yeni prodüksiyon çıkartamadığı için sürekli turne oyunlarıyla idare edilmekteydi. Yine bir turne oyununun galasında III. Richard gazetecileri tek tek ertesi günkü genel provayı izlemeye davet etti. Ne tesadüf ki aynı provaya oyunun gerçekten sakıncalı olup olmadığını değerlendirmek için debi kurul başkanı, başdramaturg ve başrejisör de katılacaklardı, Ama nedense müdür çağrılmamıştı. Sabah provada herkes birbirini görünce pek şaşırdı. Kimsenin diğer ekibin katılacağından haberi yoktu. En çok şaşıran da nedense Arturo olmuştu. O sanıyordu ki gazeteciler ertesi gün gelecekti! Genel prova olduğu iddia edilen -genel prova aşamasına gelebilmesi için bir buçuk ay daha üstünde çalışılan— provanın ardından gazetecilerin meraklı bakışları altında değerlendirme ekibi oyunda değişmesi gereken ufak tefek şeyleri belirtti (Bu oyunun Güneydoğu'da geçmesi şart mı? Daha evrensel olmaz mı? Oyuncular tayt mı giyseler acaba? vs. Sonunda o kadar evrensel oldu ki
pe
Bir de oyunun afiş-broşür macerası vardır: Arturo'nun tasarımcıyı baş tan beri gözü tutmamıştır. Çünkü o her işi bırakıp sadece bu oyunla uğraşacakken başka oyunların afişlerini de çalışmaktadır. Üstüne üstlük Arturo her zamanki alışkanlıkla zaten başka bir tasarımcıyı ayarla mıştır bile. Bir sürü taslak gider gelir. Her geçen gün gerginlik biraz daha artar. Artık açık açık hakaret etmeye başlamıştır. Sonunda kozu nu oynar. Bu grafiker onun istediğini yapamadığına dair bir kâğıt im zalayacak ve tasarım üzerindeki tüm haklarından vazgeçecektir. Artu ro da daha oyunu çalışmaya başlamadan anlaştığı(!) ajansa yaptıra caktır. DT ile sezonluk sözleşmesi olan tasarımcı bunu kabul etmez, ama daha fazla hakarete muhatap olmamak için Arturo'nun ikinci tek lifini kabul eder: Yani DT'den alacağı tasarım parasının bir miktarını Arturo'ya, Arturo da ajansa ödeyecektir. Aslında tasarımcı sözleşmesi gereği başka bir ajansa iş yaptırtıldığı için dava açma hakkına bile sa hiptir. Her neyse ajans tasarımı yapar. Afiş basılır. Oyun kalkmış olma sına rağmen, afişlerin her tarafa asılmasını ister. Ama görevliler bunu red ederler. Bunun üzerine, Arturo oyun kaldırıldıktan üç gün sonra oyun broşürle rinin de bastırılmasını ister. Tarihe belge kalsın istemektedir zahir! Kal dırılmış oyuna broşür bastırılmasının usulsüzlük olduğunu ve devleti maddi zarara sokucağı gerekçesiyle bu isteği red eden basın sorumlu sunu da görevinden aldırtır. Şimdi elinde binlerce broşürle ve TOBAV desteğiyle mağdur sanatçımızın oyununun kaldırılmadığını, sadece er telendiğini anlatıp duruyor. Genel müdür tarafından tepeden inme bir kararla repertuvara alınan oyun, yine aynı genel müdürün tepeden in me kararı ile kaldırılmıştı. Aslında işleyiş olarak bir çelişki yoktu. Çünkü zaten baştan, İstanbul müdürünü atlayarak, en tepeden genel müdür ile bu işi bağlamak yanlış değil miydi? Her neyse, bu kadar patırtı kop tuktan sonra herhalde oyun yeni sezonun açılışında prömiyerini yapar artık!
fişte bile Afrika ile Güney Amerika gözüküyordu. Tabii arkadaşlar bu arada hâlâ Güneydoğu aksanlarıyla konuşuyorlardı). Eğer bunlar yapılırsa oyunun oynanmasında bir sakınca kalmazdı. Zaten Arturo daha provalar başlamadan bir otosansür uygulamış ve örgüt üyesinin serbest bırakıldıktan sonra öldürülmesini değiştirmiş ve finalde barış, özgürlük, kardeşlik duygularıyla taşarak happy end'le noktalanmıştı. (Tek eksik olan Mahsun Kırmızıgül'ün şarkısıydı.) Günün sonunda her şey tatlıya bağlanmıştı, ama basın mensuplarında bir burukluk vardı. Sanki birileri tarafından baskı unsuru olarak gösterilerek, kendilerini kullanılmış hissediyorlardı. Bu arada Makedonya tiyatrosu turnesi de atlatılmış, iş tepeden bağlanmıştı yine. Turne devlete 20 milyara mal olmuştu, oyunlar boş geç-
Seyhun Banu Balçiçek)
mesin diye neredeyse sokaklardan, yetiştirme yurtlarından seyirci top-
9
12.
ULUSLARARASI
İSTANBUL
TİYATRO
FESTİVALİ
DİKMEN GÜRÜN'LE FESTİVALİN ARKA BAHÇESİ ÜZERİNE
cy
a
yacaktır. Ama, bu her yerli oyun festi vale alınacaktır anlamına gelmez. Bı rakın festivali, şehir ve özellikle devlet tiyatroları repertuvarına alınan pek çok yerli oyun da tartışmaya açıktır kanımca. Tiyatromuza yeni boyutlar katacak olan, evrensel değerler taşı yan, belli kalıpların dı şına uzanan yapıtlardır Türk tiyatrosunu güç lendirecek olan. Ülkemiz bu yıl ilkleri ya şıyor. Galatasaray ilk kez Avrupa'da final oy narken, ilk kez asker ve ya siyasi olmayan bir cum hurbaşkanı seçilirken, ilk kez Devlet Tiyatroları, bağımsızlığını önemse yen ve sıkı sıkıya savu nan bir kuruma (İKSV'ye) sanatsal seçi minde müdahale etme ye kalkıştı. Bu müdaha leyi nasıl yorumluyorsu nuz?
pe
Kimi yerli yazarlar (!) Festival'in repertuvarını eleştirmekte, oyun seçiminizde yerli ya zarlara yeterli oranda yer vermediğinizden dem vurmakta. Festival'in politikasını, bu eleştirilere de yer vererek açıklar mısınız? Festivalle sorun nedir anlayabilmiş değilim. Herhalde durup durup alevlenen bu öfkenin altında yatan "Benim oyunum neden festiva le alınmadı?" sorusu olsa gerek. Ama, festi valin tümünü karalamak ve 'Batı merkezle rinden getirilen sabun köpüğü oyunlardan söz etmek' haksızlık olmuyor mu? Berliner Ensamble mı sabun köpüğü? Royal National Theatre mı? Royal Shakespeare Company mi? Pina Bausch mı? Yoksa Robert Wilson mu? Heiner Müller mi? Piccolo Teatro di Mi lano mu? Ya da Georgio Strehler mi? Bu ör nekleri çoğaltmak mümkün. Yapılan iş orta da. Festival dünya tiyatrosunun saygın isim lerini getiriyor İstanbul'a. İzleyiciye yurtdışın dan önemli çalışmaları taşıyor, sabun köpü ğü oyunları değil. Günümüz tiyatrosuna ya pıtlarıyla imza atmış yönetmenleri buluşturu yor ülkemiz seyircisiyle ve onları belli kalıpla rın dışına taşıyor. Son iki yıldır festival olarak ortak yapımlara yönelmiş durumdayız. Bu, festival politikamızın ayrılmaz bir parçası ar tık. Tiyatro Festivali ve Türk Tiyatrosu olarak dünyaya açılmak için atılan önemli adımlar dan biri. Bakın, geçen yıl Murathan Mungan'ın yazdığı ve Mustafa Avkıran'ın yönet tiği "Geyikler Lanetler" Devlet Tiyatroları Ge nel Müdürü Lemi Bilgin'le yaptığımız işbirliği sayesinde Dünya Tiyatroları Festivali'ne katıl dı. Bunun bir uzantısı olarak, bu yıl yine Mu rathan Mungan'ın bir öyküsü olan "Dumrul ile Azrail" 5. Sokak Tiyatrosu tarafından, ki bunun da yönetmeni Mustafa Avkıran, festi valde perde açacak. Bu oyun, 2001'de Hebbel Tiyatrosu'nda gösterime girecek. Bu noktada şöyle bir soru geliyor akla tabii, Mu rathan Mungan yerli yazar değil mi? Ferhan Şensoy yerli yazar değil mi? Ya da Kenan Işık? Sırası gelmişken hatırlatayım, geçen yıl Attis Tiyatrosu ile gerçekleştirdiğimiz ortak yapım "Herakles Üçlemesi" Japonya'ya gitti, Tiyatro Olimpiyatları'na. Bu yıl Temmuz ayın da Delphi'de yapılacak olan Avrupa Antik Ti yatrolar Festivali'ne katılıyor. Bunlar güzel buluşmalar ve devam edecek bu çizgide ça lışmalarımız... Elbette Türk Tiyatrosu yerli yazarlarla yaşa
Sağlıksız bir tavır ola rak değerlendiriyorum. Aslında, gerçekten üzüldüğümü söylemeliyim. Böyle bir olayın yaşanmaması gerekirdi, ama yaşandı. İKSV, dediğiniz gibi, bağımsızlığını önemseyen özel bir kuruluştur ve etkinliklerini komut alarak düzenlemez. Kendi bünyemizde de biz talimatla hareket etmeye alışkın değiliz. Devlet Tiyatroları davet ettiğimiz Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı "Büyük Romulus"u ancak iki yerli oyunun daha programa alın ması koşuluyla göndereceğini belirtti. Bu oyunlardan biri "Dava" diğeri "Önce İnsan"dı. Yani, üçlü bir paketti söz konusu olan. Sonra, nedense "Dava"dan vazgeçtiler ama Genel Müdür "Önce İnsan" üzerinde ıs rar etti. Hemen belirteyim, bizim, "Önce Insan"la bir derdimiz yoktu, ama "Büyük Romulus"un koşullu gönderilmesini kabul ede mezdik ve etmedik. Nezaketimizi koruyarak Dürrenmatt'ın oyunu (yöneten Şakir Gürzumar) üzerinde kararlı olduğumuzu belirttik, ama üslupsuz bir yanıt aldık. Sonuçta, 12 yıl dır ilk kez Devlet Tiyatroları festivale katılmı yor. Bu kendi kararlarıdır. "Romulus" festiva le katılmıyor, ama 15 Mayıs tarihinden itiba-
10
ren Taksim Sahnesi'ne turneyi geliyor. Bu müdahalede önerilen oyunla rın yönetimde yer alan kişilerin oyunları olması, örneğin Eski Başrejisör Ferdi Merter'in tele fonla arayarak bu müdahaleyi yapabilmesinin arkasında yatan güç ve/veya cesaretin kaynağı nedir? Bilmiyorum. Ferdi Merter'in Yönetmen Yardımcısı Koza Gökbuget ile yaptığı telefon görüşmesi Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Rahmi Dilligil tarafından iletilen 'anlamlı' bir mesajdı. Olay başından sonuna kadar bir üslupsuzluklar zinciriydi. Üzerinde daha fazla konuşmaya gerek görmüyorum. Bildiğim kadarıyla. Refah Partili Kültür Bakanı İsmail Kahraman'dan sonra Festival'in maddi desteğini kesen ikinci bakan İstemihan Talay. Bakan Talay'ın bu davranışını ne ye bağlıyorsunuz? Politik bir ta Devletten maddi bir destek gelmemesi sade ce Tiyatro Festivaline yönelik bir olgu değil Bu nedenle de bu çok önemli olayı kişisel bir tavır olarak değerlendirmemek gerekir. Şunu da hemen belirteyim; her yıl olduğu gibi bu yıl da Kültür Bakanlığı'na ait olan mekânları kullanıyoruz. Bu anlamda bir sorunla karşılaşmadık. Maddi destek konusu gibi ciddi bir konuyu kültür politikalarındaki açmazlarla bağdaştırmak gerektiğine inanmıyorum. Özel tiyatrolarda da bir anlamda benzeri sorunlar yaşanmıyor mu? Temelde yatan birtakım yanlışlar var. O yanlışların düzeltilme: gerekir öncelikle. Bunun da yolu devleti kültür politikalarını belirlemesinden geçer.
12.
ULUSLARARASI
İSTANRUL
TİYATRO
FESTİVALİ
"LILLIAN" Müjdan
Kayserli
Lillian" Yirminci yüzyıl Amerikası'nın önde
seçimlerine, hatalarına, başarı
gelen oyun yazarlarından Lillian Hellman'ın
larına tanık olur. Lillian, sevgilisinin zorlamalarıy-
LiIlian Hellman, Mc Carthy'nin başını çektiği
la yazarlığa başlamış başarılı
komünistlere yönelik Amerika Karşıtı Eylemler
bir senarist ve oyun yazarı.
Sorgulama Komitesi'nin isteklerine boyun eğ
Hiçbir siyasal partiye tam anla
a
yaşamından derlenen tek kişilik bir oyun.
mıyla yakınlık duymamış, ken
la karşı koyuşun" simgesine dönüşen kişi.
di deyimiyle hep "radikal"lere
Polisiye roman türünün öncüsü Dashiel Ham-
hayranlık duymuş.
lett'la sürdürdüğü otuz yıllık çalkantılı aşk
Stalin Rusyası'na kültür misyo
ise Lillian'ın yaşam öyküsünün öteki ekseni.
nu adını verdikleri bir gezi bağ
cy
eyen ve "yolunu yitirmiş bir yönetime onur-
lamında gitmiş. Buna ilişkin
çekler alıyor. Buna rağmen su gibi akıp giden,
krallığa bağlı" güçleri destekleyen eylemlere
olarak oyunda şöyle söylüyor: "(...) Şurası
ilgi çekici bir oyun.
katılmış. Aynı yıl Alman malı ürünlerinin
doğrudur ki, ben de, benim gibi pek çoğu da
Oyunun çevirmeni ve yönetmeni Ahmet Le-
ABD'ye sokulmaması yolundaki yazarlar girişi-
Sovyetler Birliği'nde olup bitenin ayırdına
vendoğlu oyun hakkında şunları söylüyor: "İz
minin destekçisi olmuş. Stalin Rusyası'na iki
epey geç vardık. Ama tanrı tanıktır, yanlışları
leyeceğiniz oyun, bugünkü dünyanın egeme
kez gitmiş. İlerleyen yıllarda ise Vietnam savaş
mız ne olursa olsun, bizlerin ülkemize herhan
ni ABD'nin 20. yüzyılda içinden çıkardığı, hem
gi bir kötülük yaptığımıza inanmıyorum. On
eylemci, hem yazar, hem kişilik olarak top
pe
Lillian, 1938'de İspanya İç Savaşı döneminde
karşıtı gruplara destek verdiği biliniyor.
Oyun, Lillian Hellman'ı tanıyanlar için de ilgi
lar yaptı kötülüğü. Mc Carthy ve çetesi."
lumda önemli yer edinmiş bir birey üzerine.
çekici. Yoksul zencilerin yaşadığı New Orleans
Lilly komitede yargılanır ve başkalarının adını
Ancak ilginçtir ki, kahramanın bu özelliklerin
ve New York arasında taşınıp durmakla ge-
vermesi istenirse kendisine sorulan hiçbir so
den belki daha çok, onun Dashiel Hammett'la
çen, haksızlıklara dayanamayan, isyankâr, ze-
ruyu yanıtlamayacağını söyleyerek direnir ve
yaşadığı fırtınalı aşk öyküsüne odaklanır görü
ki ve coşkulu bir kız çocuğunun; yaşamı, ola-
bu sorgulamadan başarıyla çıkar.
nümünde oyun. Bu da, Hellman'ın hep önem
geldiği gibi değil, inandığı ve savunduğu de-
Oyun ilk defa 1985'te Amerika'da sahnelen
vermiş olduğu 'nasıl tanınacağı' konusunda yaşamının son demlerinde yaptığı seçim olsa
ğerler doğrultusunda yaşamakta inat etmesi
miş. Oyunu izleyen eleştirmenlerden Marian-
ve yaşamla verdiği bu savaşımdan yengiyle çı-
ne Evott onu şöyle tanımlamış, "Coşkulu,
gerek.
kışının öyküsü.
onurlu ve zeki bir kadının portresi."
Yine de önemli olan, oyunun -bir Hellman
En yakın ve en sevgili dostu komada ölür-
"Lillian"da sırf heyecan yaratmak için kullanı
uzmanının değerlendirmesiyle- 'yaşam boyu
ken" 55 yaşındaki Lillian bekleme salonunda
lan çarpıcı olaylar ver almıyor. Onda çözülme
bencilliğe, haksızlığa, sömürüye karşı çıkmış'
yaşamını gözden geçirmekte ve sevgilisiyle ya-
yi bekleyen düğümler, krizler, gerilim, doruk
bir insanın öyküsü olması. Tiyatro Stüdyo-
şadıkları otuz yıllık çalkantılı aşkın muhasebe-
noktası gibi 'iyi kurulu oyun'ların ilgi çekme
su'nun onuncu yılında Lillian'ı sahneliyor ol
sini yapmaktadır. Seyirci de Lillian'ın kişiliğine,
hünerlerinin yerini, yaşanan düşündürücü ger
masının nedeni de bu".
Lillian • Tiyatro Stüdyosu / Türkiye Yazan: William Luce Çeviren ve Yöneten: Ahmet Levendoğlu Giysi Tasarımı: Dilek Hanif Işık Tasarımı: Işıl Kasapoğlu Oyuncu: Aliye Uzunatağan 11
a
cy
pe
12.
ULUSLARARASI
İSTANBUL
TİYATRO
FESTİVALİ
PINA BAUSHC'TAN ATEŞLİ DANSLAR Sibel
değil, ifade biçimi demekti. Pina Bausch'un Dans tiyatrosu, Herbert Nervos'un deyişiyle insanların dünyaya karşı aldıkları belli tavırları ve davranışlarını samimiyetle göz önüne serer". Mitler mi yoksa realite mi, masallar diyara yolculuk mu, yoksa gerçekle yüzleşme mi, başlangıcından bu yana bu soruyla boğuşma dans tiyatrosunun öncüleri. Ve bu soruyu altını çizerek yanıtladılar; gerçek hakim olmayası değil.
Dansın teatral ve dramaturjik yanını ortaya çı karma amacındaki Bausch, koroegrafilerinde dadist tiyatro, vahşet tiyatrosu, yoksul tiyatro ve happening konseptlerinden yararlandı. 'Oyun' olarak adlandırdığı çalışmalarında, kar şı cinsler arasındaki yabancılaşmayı ve çatış mayı ele alan, gevşek biçimde birbirine bağla nan tablolarla başarısız kalan birbirini anlama denemeleri, yakınlık arama çabaları, bütün in san ilişkilerine sızan klişeleri ortaya koydu. İn san bedeninde gerçekleşen her şey onun ti yatrosunda gündelik yaşamın fiziksel ve psiko lojik ritüellerine dönüştü.
pe
mıştı sahneye, uçuşan dansçıların masalsı dün-
geleneksel dans tekniği kodlarından kaçınma. Klasik bale ya da modern danstaki nesnel dra matik açının yerini dans tiyatrosunda birey olarak dansçıların öznel katkıları alır. Dans ti yatrosu, binlerce yıllık dans tarihi içinde, asıl aracı olan beden dilini, çok anlamlı estetik ifa de içinde yansıtır.
1974'te kurduğu Wuppertal Dans Tiyatrosuyla, dansı tiyatro kategorisine sokmayı başaran ve 25 yıldan bu yana topluluğuyla tüm
dünyanın hayranlığını kazanan koreografilere imza atan Pina Bausch, iki yıl önce "Cam Te-
mizleyicisi"yle büyülemişti İstanbul'da sanatseverleri. İnsanlar ve kentler' projesi kapsamında gerçekleştirdiği üç saatlik görkemli yapıtında 1996 yılında ekibiyle birlikte bir süre
kaIdığı Hong Kong izlenimlerinden yola çıkmıştı. İlk kez 1970'lerde kullanılmaya başlanan Dans tiyatrosu''nun en modern, deneysel ve estetik biçimleri şöyle ele alınabilir; montaj ve yabancılaştırma teknikleri, gündelik yaşam sorunlarıyla ilişki, temadaki özneye yönelim ve
film teknikleri, montaj, kolaj, serbest çağrışım lara dayalı tablolar dizisiyle belli bir akış içinde öykü anlatılmaz. İzleyiciye birden fazla anlam olanağı sunan bu tarzı, önceleri anlaşılmaz bulunmuş ve sıkça eleştirilmişti. Bugünse Al manya'nın küçük kenti Wuppertal, her yeni yapımında dünyanın önemli merkezlerinden gelen eleştirmenlere, tiyatroculara ev sahipliği yapan bir merkeze dönüşmüş durumda.
a
geçirdiğini öğrenmekti. Dans onun için teknik
Y e ş i l a y
cy
İnsanların nasıl hareket ettiklerini göstermek değildi onun istediği, insanları neyin harekete
Aslan
Wuppertal Dans Tiyatrosu'nun dansçıları sah nede tüy kadar hafif devinimlerle uçuşan ka natsız melekler olarak değil, iç çatışmalarıyla, duygusal çelişkileriyle kanlı canlı insanlar ola rak karşımıza çıkıyor. Hüzün ve neşe, nefret ve ümitsizlik, şiddet ve zerafet arasında gidip geliyor dansçılar. Dış dünyanın insan ilişkilerini nasıl yönlendirdiği açık uçlu tabloların arkasın da beliriyor. Klasik tiyatronun üç birlik kuralı nın geçerli olmadığı Bausch koreografilerinde,
Bu yıl festivalde izleyeceğimiz "Masurca Fogo" Wuppertal Dans Tiyatrosu ile Expo 98 or tak yapımı olarak ilk kez Lizbon'da sahnelen di. 'Kentler ve İnsanlar' projesi çerçevesinde gerçekleştirilen yapım bu kez Bausch ile dans çılarının Lizbon izlenimlerini yansıtıyor. "Ma surca Fogo", bir halk dansı olan 'masurca' ile Portekizce ateş anlamına gelen 'fogo' kelime lerinin birleşimi. "Cam Temizleyicisi"nin tersi ne bu yapımda, daha çok genç dansçılar yer alıyor. Portekiz'in canlı atmosferinin caz, blues, fado, pop ve tango karışımı bir müzik kolajı eşliğinde yansıtıldığı yapımda, daha önceki koreografileriyle karşılaştırıldığında Bausch'un alışılmadık iyimserliği, eleştirmenleri şaşkına çevirmiş gözüküyor. Birçok eleştirmen fikir birliği ettiğine göre "Masurca Fogo"da 2 saat boyunca lavlar, patlamalar eşliğinde erotik tı nılarla kaplı sahnede, kadın ve erkek dansçıla rın çılgınlar gibi eğlendiği, melankoliden eser olmayan, dünyayla barışık bir Pina Bausch yapıtı izleyeceğiz.
Masurca Fogo • Tanztheater Wuppertal Pina Bausch / Almanya Yöneten ve Koreograf: Pina Bausch Sahne Tasarımı: Peter Pabst Giysi Tasarımı: Marion Cito Işık Tasarımı: Johan Delaere Müzikal İşbirliği: Matthias Burkert, Andreas Eisenschneider, Marion Citon, İrene Martinez - Rios, Jan Minarik 13
12.
Z
o
r
ULUSLARARASI
İSTANBUL
B
u
i
r
O
y
TİYATRO
n
A
Üstün
Akmen
m
a
FESTİVALİ
O
y
u
n
a
KENAN IŞIK'TAN "AŞK HASTASI" üstlenmiştir. Rolünün etkisinde kalan genç
içeren bir oyun. Aralarındaki benzerliğin ayır-
oyuncu, kendi yaşadıklarıyla Şeyh Galip'in ya
dına varan genç tiyatro oyuncusu Mehmet'
bullenilen mesnevisi... Tanrısal aşka ulaşma
şadıklarını iç içe düşünmeye başlar. Sanat ya
yani kendi kültürüne yabancılaşmış olan Me-
cy
Hüsn-ü Aşk... Şeyh Galip'in divan yazınının (edebiyatının) başyapıtlarından biri olarak ka
pan insanın olgusuna psikolojik, toplumsal ve
met'in, yaşamını Galip'in yaşamıyla özdeşleş-
gün bir aşk öyküsü... Karmakarışık manzum
tarihsel bir görünge (perspektif) getirmeye
tirmesinden yola çıkan ilginç bir konusu var
larla kurulu bir dil, ama tasavvuf düşüncesinin
çalışır. Ve Işık'ın kurgusu, sanatın ve sanatçı
oyunun. Kenan Işık, bu özdeşleşmeyi rastlan-
bütün öğelerini soyut biçimde yansıtan alego
nın güç kaynaklarını didiklemesiyle gelişir.
tılara bırakmamış. Mehmet'in intihar eden
rik bir başyapıt... Yüce düşler, yetkin dil, çeki
12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde
sevgilisi ile, provası yapılan oyunda köle kız
ci anlatım, ilginç düşünce yöntemiyle dopdolu
yer alan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir
(Simge Selçuk) intihar biçimlerini birbirine
pe
nın güçlüğünü anlatan, tasavvufa dayalı öz
tam 2041 beyit... Zengin düş gücü, incelikli
Tiyatroları yapımı "Aşk Hastası", doğrusunu
benzetmiş. O da, yüreğinin nerede olduğunu soruyor ve aynı yanıtı alıyor. Genç oyuncu, I
biçem (üslup) ve güçlü teknik...
söylemek gerekirse zor bir oyun. Kenan Işık,
Asıl adı Mehmed olan ve Galip Dede olarak
oyunu genç tiyatro oyuncusu Mehmet'in sev
özdeşleşme ile birlikte kendi kendinin ayırdına
da bilinen, değişik imge ve söyleyişleriyle di
gilisi olan Dilara'nın (Hikmet Körmükçü) bir
varıyor, kendi içine eğilip kendi değerleri için-
van şiirine yeni bir hava getiren Osmanlı şairi
cep telefon konuşmasından öğrenebildiğimiz
de bir yolculuğa hazırlanıyor. Sevgilisinin ölü-
Şeyh Galip'i sanırım bilmeyenimiz pek yoktur.
kadarıyla intihar etmiş olmasıyla gelişmeye
münü gerçeklendirmeye çalışırken, bir de ba-
Şeyh Galip, şeyhliği sırasında Padişah III. Se-
açıyor. Dilara, nedenini oyunun sonunda
kıyor ki, sorgulanan kendi yaşamıdır. "Neden
lim'in ve kız kardeşi Beyhan Sultan'ın dostlu
genç tiyatro oyuncusu Mehmet'ten öğrenece
yaşıyorum?" sorusu da, tam bu anda ortaya
ğunu kazanmış, sık sık çağrıldığı sarayda Padi
ğimiz bir gerekçeyle sabahlardan bir sabah,
çıkıyor.
şah ve yakın çevresinin sanat söyleşilerine ka
elinde tabanca, sevgilisinin evine varmıştır.
İşin burasında, izin verin biraz aşka değinive-
tılmış bir kişilik...
Önce Mehmet'i çok sevdiğinden söz eder, ar
relim. Efendim son beş, hatta altı yüzyıl içinde
Kenan Işık, bu ilginç kişiliğin yaşamını,
dından: "Kalbim nerede?" diye sorar. Meh
bu türlü sevgilerden ne çok söz edilmiş, hiç
dün-bugün ilişkisi içinde ele almış. Oyun baş
met: "Solda" der... Ve oyun sürer.
düşündünüz mü? Ben ciddi ciddi araştırdım
ladığında, genç bir tiyatro oyuncusu olan
Kenan Işık'ın yazdığı ve yönettiği "Aşk Hasta
Eski Yunandan beri bütün çağlar, duygu üstü-
Mehmet (Murat Daltaban), Şeyh Galip rolünü
sı", Şeyh Galip'in yaşamından değişik kesitler
ne birer büyük kuram getirdiği halde, son beş
Aşk Hastası * İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu / Türkiye Yazan ye Yöneten; K e n a n Işık Sahne Tasarımı: N u r u l l a h T u n c e r Giysi Tasarımı; D u y g u T ü r k e k u l Işık Tasarımı: i l h a n Ö r e n Müzik: Selim A t a k a n Efekt: H i t a y D a y c a n Koreografi: Ö z k a n S c a u l z e / M u s t a f a K a p l a n Oyuncular: M u r a t D a l t a b a n , H i k m e t K ö r m ü k ç ü , C e m K a r a k a y a , Eray K ö s e o ğ l u , Selçuk S o ğ u k ç a y , M e h m e t A v d a n , A y l a A l g a n , Y ı l m a z M e y d a n e r i , Simge Selçuk, Cengiz T a n g ö r , Erol B a b a o ğ l u , Ertuğrul P o s t o ğ l u , Zeki Y ı l d ı r ı m , A y ç a Tel ırmak, Şahine H a t i p o ğ l u , Berna A k d e n i z , T u ğ r u l A r s e v e n , A s l ı h a n K a n d e m i r , Burcu Özbakır, C a n E r t u ğ r u l , Ezgi S. Y o l c u , Emran Ö z e r t e m , Funda K ö s e o ğ l u , İpek Değer, U f u k K a r a a l i , Sibel T o p a l o ğ l u , U s k a n Ç e l e b i , Yaşar E y ü b o ğ l u . 14
da altı yüzyıl, böyle bir g ö r ü ş t e n yoksun kalmış. İlk ç a ğ d a , Eflatun'un o n u n a r d ı n d a n da Stoacı'ların g e t i r d i ğ i k u r a m varmış. Orta Çağ, Aquinalı Thomas ile Arapların etkisi altında kalmış. On yedinci yüzyılda da Descartes ile Spinoza'nın getirdikleri kuramlar, insan tutkularını incelemiş d u r m u ş . Gel gelelim, eskiden aşk üstüne ortaya atılmış pek çok düşünce, bunun artık bize pek yabancı. Örneğin, Aquinalı Thomas'nın eski Yunandaki görüşleri de toplayarak k u r d u ğ u kuramın yanlışlığı, g ü n ü m ü z d e ayan beyan ortada değil mi? Yok aşkla nefret, tutkuların iki ayrı g ö r ü nüşünden başka bir şey değilmiş de; yok aşk, bu kurama g ö r e , iyi bir şeye karşı d u y u l a n t u t k u , n e f r e t ise k ö t ü d e n uzaklaşma çabasıymış ... Yahu, aşk insanın iç yaşayışları arasında en d o ğ r u c u , en yaratıcısıdır denip, k o n u özetlenemez mi? Doğrusunu söylemek gerekirse, Kenan Işık, aşkı gökbilimsel ölçülere yaklaştırmadan, olabildiğince insani boyutlarında ele almış. Aşkı, ruhsal dokuları bakımından öğelerine ayırmayı başarmış, tasavvufi aşklar olmasa bile, aşkın çok daha geniş alanı kapsayabileceği iletisini vermiş, Aşkı yerli yerinde derinleştirmiş. Kenan Işık'ın yazdığı m e t i n , aşkın dışında kalabilmenin olası olmadığını vurguladıktan sonra, insanın yaşa dığı olaylara kendi bilinci, iradesiyle son verebileceğini, ama yanlışlar da yapabileceğini anlatıyor. Bütün bunları anlatırken, insanın içindeki
a
yanardağın patlamasıyla kaçınılmaz o l a n , bir anlamda "kriz" oluşumumun da altını çiziyor. Oyundaki M e h m e t ' i , esasında kendi kendini cezalandırmak isteyen olarak kullanıyor. Oyun ilerledikçe, Şeyh Galip'i iç
cy
yakınmalarından arındırıp, gene Şeyh Galip'in gerçek dünyasına, dönemin mevlevihanesine ve saray yaşamına da ışık t u t m a y ı başarıyor.
Sonunda tasavvufu yaşam biçimi olarak seçen kişi (mutasavvıf), yani su-
finin de altı çok kalın bir çizgiyle çizilirken, Ayla Algan yorumuyla sufinin cinselliğini ortadan kaldırıyor. Sufi, oyun içinde sık sık ö l ü m üstüne
yorumlar yapıyor. Kenan Işık, metin içinde ö l ü m duygusu ya da korku
lamakta. Bu sav, doğal olarak:
pe
sunu kafamızdan attığımız an, şizofrenik bir yaşam başlayacağını savNeden oluyoruz? sorusunu o y u n u n
dışına o t u r t u y o r . O zaman, Sufiye: "Eğer ö l ü m ü bir yok oluş gibi dü
şünmezsen ü r k ü t ü c ü d e ğ i l " dedirtiyor. Ve: "Sokrat düşüncenin bu so ruyla başladığını söyler. Eğer bu soru olmasaydı ne bilgeler olurdu ne
lar anlaşılmıyor. Bir de anlayamadığım için sormak istediklerim var: Ak
dervişler ne de peygamberler... Biliyor m u s u n , şiiri de bilimle açıklaya-
siyonu geri plana yansıttığında, geleneksel kuralları delerek ölümleri
mazsın, çünkü şiir iradenin emri altında değildir. Tanrının insan ruhun-
neden öne taşıyor ve Mehmet'i kendi kimliğine bürünemeden metnin
daki alevidir şiir..." diyerek devam ettiriyor.
sonunda neden öldürüyor, anlayamadığım için sormak gereksinimini
"Aşk Hastası"nın sahne tasarımı Nurullah Tuncer'in. Sahne gerisini de
duyuyorum. Soyutu soyutlamasını, plastik figürleri kullanmasını, dün
koruna katarak yapılan düzenleme amacına uygun. M e h m e t ' i oynayan
yanın dönüşünü döner sahne kullanarak vermesini ise, başarı sözcü
Murat Daltaban, " M i s y o n " d a n sonra kendini yenilemiş. Daltaban'ı yü
ğüyle simgeleyip, anmadan geçemeyeceğim.
reklendirmek bana düşmez, ama olguları değerlendiren, insan yaşantı-
Özetlemem gerekirse: Oyunu zor anladım, ama izleyicinin kolaya alıştı-
sının içsel b o y u t u n u , yöntemini iyi kavrayıp duyumsayabilen bir oyun-
rılmasından yana olmadığımdan olsa gerek, sevdim. Daha sonra dü
cu. Ayla A l g a n , neredeyse t ü m oyunlarında olduğunca gene oyun ya
şündükçe taşları daha bir yerli yerine yerleştirdim. Yitirdiğim kimi de
zarı tarafından yaratılan o bilmediği evreni, yabancı o l d u ğ u yaşamı t ü -
ğerlere rastladım, daha da beğendim. Siz de izlerseniz sever misiniz
müyle kabullenip, sahiplenmiş. Ayla A l g a n , olguları ve oyun m e t n i n i n
bilmem. Ama sanırım Kenan Işık'ın da yazdığı ve yönettiği oyunu sev
dışındaki karakterin içsel yaşamının gizli anahtarını öyle göstere göste-
dirmek gibi bir derdi yok. O, nasıl Brecht'i, Goethe'yi ya da Shakespe-
re buluyor ki, O'nun oyun g ü c ü n e hayran kalmamak bu kere de olası
are'i belirli ölüm yıldönümlerinde anıyorsak, Şeyh Galip'i de 200. ölüm
değil. Hikmet K ö r m ü k ç ü , kenarda ve karanlıkta kaldığı "anda bile oynu-
yıldönümünde anımsamak ve anımsatmaktan başka bir şey düşünme
yor. Simge Selçuk, içsel olayın gelişim çizgisini rahatça izlememizi sağ-
miş. Sıkılsanız da, ahlayıp puflasanız da Şeyh Galip'i bilmek gerekli ol
larken, Köle Dilara'nın olay ya da olaylardan etkisini, derecesini rahat-
duğuna inananlardansanız, tanrısal aşkı bilimsel açıdan öğrenmek iste-
ça veriyor. Kenan Işık'ın y ö n e t i m i , deneyimine ve tiyatroculuğuna uy-
yenlerdenseniz ya da bütün bunları iyi bilenlerdenseniz, sözüm yok, iz
gun başarıyı daha o y u n u n başında yakalıyor. Ancak, sahne çok geniş
leyin "Aşk Hastası"nı. Mutlaka beğeneceksiniz. Yoook, bana ne diyor
t u l d u ğ u n d a n , boş alan doldurulmadığında sesler tınlıyor, konuşma-
sanız, sizden de bana ne?
15
12.
ULUSLARARASI
İSTANBUL
TİYATRO
FESTİVALİ
cy
a
CANACANK A T A NGÖSTERİ N i l ü f e r
Kuyaş
leşmemiş, kırlarda özgür koşturan bir at gibi
1999-2000 tiyatro sezonunda sahnelediği ve
hep kendi kimliğine sadık ve farklı oldu. Sesi
bu ve sanıyorum binlerce kişiye çok tutkulu
geçen yıl ölen şair Can Yücel'e adadığı "CAN"
ayrıksıydı, bedeni ayrıksıydı, fiziği farklıydı, da
anlar yaşattı. Bu tek kişilik oyunun başaktör
pe
Genco Erkal kırkıncı sanat yılını kutladığı
damgalanmamış, kendine özgü gösterisiyle
adlı gösterisiyle büyük başarı kazandı. Benim
ha gençken bile yaşlı bir bilgeliği vardı, "Bir
her şeyden önce Can Yücel'in şiirleri arasından
izlediğim gece salon doluydu, sanatçıyı daki
Delinin Hatıra Defteri"ni oynamadan önce de
yapılan seçime dayalı. Oyun baştan sona Can
kalarca ve samimiyetle ayakta alkışlamıştık,
delişmen bir enerjisi vardı, gövdesini ve sesini
Yücel'in şiirlerinden, dizelerinden, satırların-
hemen her gecenin aynı coşkuyla sonuçlandı
hiçbir tekniğe ya da ekole mal edemeyeceği
dan oluşuyor, dışarıdan ilave tek kelime bile
ğından eminim. Daha önce de Nâzım Hikmet
niz, adeta gizli bir yöntemle, keşişvari bir di
yok, ama buna rağmen Genco Erkal akıcı, bü-
ve Aziz Nesin gibi yazarları ele aldığı tek kişilik
siplinle inanılmaz birer ifade aracına dönüş
tünlüğü olan bir kolaj-metin yaratabilmiş, ara
gösterilerle Genco Erkal'ın adeta yeni bir janr,
türmüştü. Genco Erkal öyle ayrıksı ve kendine
bölük pörçük değil. Çok titiz ve ince düşünül-
bir ekol yarattığını düşünüyorum. İngilizce'de
özgü bir varlık ki Türk tiyatrosunda, onun üs
müş bir seçmeyle Genco Erkal hem şairin ya-
sürüden ayrılan damgalanmamış taylara "ma-
lubunu, "manyerist" tarzını ve hatta bu tek ki
şam öyküsünü yansıtan şiirlerle biyografik bir
verick" denilir, yani onlar hiçbir kurumun
şilik gösterilerini kanıksadığını ve artık tat al
atmosfer kurmuş, hem de asla kronolojik ol-
damgasını yememiş, hiçbir sahip kabul etme
madığını söyleyenlere de rastladım ben. Hatta
madan yani zaman dizimine bağlanmadan
yen, biraz vahşi ve özgür atlardır. Dünyada
bir ara kendim de aynı şeyi düşündüm. Fakat
çok boyutlu bir anlatı kurabilmiş. Zaman za-
bütün mesleklerin böyle "nevi şahsına mün
"CAN" adlı gösteriyi izleyince, o manyerist de
man öykülemeci-anlatımcı şiirleri bırakıp, izle-
hasır" üyeleri vardır, kendi kurallarını kendileri
diğimiz çok edalı, çok aşina tarzın yeniden ya
yiciyle sohbet eder tarzdaki lirik şiirlere, küçük
koyarlar, üsluplarını bağımsız geliştirirler. Ben
ratıldığına ve tazelendiğine tanık oldum. Bu
itiraflara geçiyor, sonuçta da çok zengin bir
Genco Erkal'ın Türk tiyatrosunun "maverick"
gösterinin Uluslararası İstanbul Festivali'nin
anlatı oluşturuyor, yani o insanın ruhunu ileti-
yani damgalanmamış tayı olduğunu düşün
programına alınmasına da çok sevindim. Tıpkı
yor bize. İrili ufaklı, uzun ve kısa onlarca şiir
düm hep. Gerçekten de biraz vahşi ve evcil-
yaratıcısı gibi sezonun en "maverick", en
sadece seçmek değil böyle bir anlatıya çevir
Uyarlayan ve Yöneten: Genco Erkal Sahne Donatımı: Su Yücel Oyuncu: Genco Erkal
16
mek örmek ve inşa etmek kolay bir iş değil. Hüzünle coşkuyu, toplumsal sorumlulukla bireysel duygulanımı böyle iç içe verebilmek için Genco Erkal kadar deneyimli ve Genco Erkal kadar sağlam dramaturji bilgiye sahip olmak lazım. Kuşkusuz Can Yücel'in şiirinin lirik ve anlatımcı iki ana damardan akması burada tiyatrocunun işini bir nebze kolaylaştırıyor ama insana verilen malzemenin elverişli olmasının her zaman iyi yemek çıkacağını garanti etmediğini mutfağa bir kez olsun girmiş herkes çok iyi bilir. Can Yücel'in şiirinde zekâ, nükte, ironi, alay, hatta küfür, gündelik deyimler, sözcük oyunları, siyasi bilinç ve kavga zaten teatral bir havada biribirine karışır, doğru. Elbette, Yücel'in annesiyle babasının flörtünü mizahla anlattığı "iğneli" şiirini oyunun başlarına, yahut ömrünü özetlediği "Ne Tesadüf" şiirini oyunun sonlarına koymak da aşikar seçim lerdir, kabul. Ama oyunun bir bölümünde en dışa dönük şiirlerle siyasi kimlik portresi çizilirken birdenbire o muhteşem "Sevgi Duvarı" şiirinin sidikli kontes' imgesiyle anlattığı yalnızlığa geçmek, o derbeder filozofluğun tezatıyla izleyiciyi irkitmek Genco Erkal'a özgü bir hüner olsa gerek. 1990'larda yazılmış ve küreselleşmeyi yeren bir şiirden hemen sonra ta 1946'da yazılmış "Başka türlü bir şey benim istediğim..." şiirini koymak da kronolojiye meydan okuyan, Genco Erkal'ca bir incelik olsa gerek. En azından, uzun ve zor bir şiirin ardından, hiçbir şey ol-
a
mamış gibi "Ben ömrümce muhalif yaşadım/Devletçe de menfi bir TİP sayıldım/Onun için kan grubum/RH NEGATİF" diye birkaç dizeyi araya
cy
serpiştirivermek için Genco Erkal kadar muhteşem ve inanılmaz bir EZBERİ olmalı insanın!
Kendi minik hayıflanmam oldu oyun sırasında. Keşke oyunun adı sadece
"CAN" değil de örneğin "Can Yasası" olsaydı, insanın Anayasası şiirin den. Bir de, Alavara kitabının o ilk şiiri, hani Can Yücel "Rap tarzında
darbukalarla davulla okunacak" diye şiirin başlığında talimat verir, ay-
pe
dınlık için bir dakika karanlık eyleminin şiiridir bu, işte o şiirin canlandırılmasını çok başarılı bulmadım ben oyunda, tek rahatsız olduğum anCan Yücel'in kavgacı, sosyalist, mapusane müdavimi, yahut aile babası, Datça dervişi gibi çeşitli yüzlerini nefis yansıtıyor Genco Erkal,
Ama neredeyse "beat" kuşağının şairlerini andıran o garip modern ya nı çok iyi vurgulamamış nedense.
oyun bana büyük keyif verdi. Büyük şaire büyük bir oyuncudan bir sev
Genco Erkal bütün büyük oyuncular gibi dinamizmiyle ve beden diliyle
gi selamıydı sanki o anlar.
izleyiciye yaşını unutturan bir sanatçı. Bir buçuk saat oradan oraya ko-
Genco Erkal'ı kutlamak için bu kadar laf kalabalığına gerek var mıydı?
yuyor nefes almadan. Şairin kızı Su Yücel'in basit ama işlevsel dekoru
Sanırım evet. Beğenimizi temellendirmek hem de eleştirel süzgeçten
bu insanüstü koşuşturmayı bir nebze kolaylaştırmış, ayrıca Can Ba-
geçirmek, bir sanatçıya ve onun hünerine saygımızın gereğidir. Genco
ba'nın şiirindeki insani sıcaklığı anımsatan nahif ama alabildiğine renkli
Erkal bu gösteriyle "Can'a Can katıyor". Hem Can Yücel'i yeniden can
dekor eşyası ve süsler her kılığa girebilecek soyutlukta. Aynı çiçeğin
landırmak ve onu yüceltmek anlamında yapıyor bunu hem de iz
mapusanede yetiştirilen saksıyı da, Datça'daki evin balkonunda yeti-
leyicinin canına "CAN" katıyor. Tiyatronun temelindeki asal büyü var
şen çiçeği de canlandırabilmesi, Can Yücel'e yakışır bir ironi oluşturuyor sahnede. Genco Erkal bu oyunla ilgili hemen bütün söyleşilerinde
bu oyunda. Sezonun en iyi oyunlarından birisiydi "CAN", İstanbul Fes-
Can Yücel'le özdeşleşmemeye karar verdiğini, bire bir onu canlandır-
tivali'nin de yıldızlarından birisi olacak, eminim.
mak istemediğini, sesini ve jestlerini taklit etmemeyi yeğlediğini söyledi. Bu kuşkusuz doğru bir karar, ama oyunda bunu yaptığı anlar da
DÜZELTME: Geçen sayıdaki yazımda "Güne Bakan Cam Kırıkları"
var. Bu anlar birer alıntı gibi. Ve öyle başarılı ki birkaç saniye için Can
oyununda Adnan Biricik'in Afife Jale Ödülü aldığını yazmıştım, kendisi
Yücel yeniden canlanmış ve karşınıza çıkmış gibi hissediyorsunuz. Bu
adaylardan birisiydi, ödülü Cüneyt Türel aldı. Adnan Biricik "Ur-
kimliğe bürünme" anları son derece tadında bırakılmış, ama Genco
fausf'taki rolü için Avni Dilligil Yardımcı Oyuncu Ödülü'nü kazanmıştı.
Erkal sanki "eğer isteseydim yapardım ve bu kadar da müthiş olurdu,
Cevat Fehmi Başkut ödülünden söz ederken de yanlışlıkla "Başkurt"
"Şaşar kalırdınız" diyor izleyiciye. Tadında bırakılmış bu oyun içinde
yazılmış. Düzeltir, özür dilerim.
17
12.
ULUSLARARASI
İSTANRUL
TİYATRO
FESTİVALİ
FİŞNE PAHÇESU Atay
pe
cy
a
Duygu
Hele şükür karşımıza bir laz oyunu çıktı. Öteden beri merak ederdim, lazların daha doğrusu lazcanın özel alfabesi var mı yoksa bu bir diyalekt midir diye. Ama bu oyunu gördükten sonra bu merakım giderildi. Baksanıza, dil, alfabe ne demek ünlü tiyatro yazarı Anton Çehov bile Iazmış meğer. Bundan sonra onun Rus olduğunda ısrar edenler de hüsrana uğrayacaklar. Çünkü Ferhan Şensoy onu, 'Iaz kalacaktır' diye, korumasına almış duru da. Bu şekilde 'öz lazca' nın 'cüldürü' ustasından yeni yeni oyunlar bekleyeceğiz demektir. Çarlık Rusya'sının yıkılma dönemini eks alan oyun, acaba bu niteliğiyle mi "Fişne Pahçesu"na dönüştürüldü diye az biraz düşündüysem de, sonradan vişnenin sadece Karadeniz'e özgü bir bitki olduğunu öğrendim. E bu durumda da konunun da kişilerin bizden-lazlardan- olması kaçınıl-
Fişhe Pahçesu • Ortaoyuncular / Türkiye Yazan: Anton Çehov-Ferhan Şensoy Sahne Tasarımı: Ferhan Şensoy Giysi Tasarımı: Şanda Zıpçı Işık-Efekt Tasarımı: Hüseyin Ulaş Koreografı: Natali İzkubarlas Oyuncular: Ferhan Şensoy, Derya Baykal Şensoy, Baykal Kent, Tarık Pabuçcuoğlu, Rasim Öztekin, Levent Ünsal, Celal Belgil, Ali Çatalbaş, Serap Günaydın, Erkan Üçüncü, Orhan Ertürk, Resul Okkan, Şükran Dedeman, Pınar alsan, Özkan Aksu, Saygın Delibaş, Elif Durdu, Orçun Kaptan, Ebru Soyuerden, Özge Çatıkkaş, Ece Erdoğmuş, Natali İzkübarlas 18
a
jinal takvimini koruması anakronik yapıyı çok hoş bir şekilde be
den? Elbette Nataşa'lar. Ama bu Nataşa'lar doğaları gereği,
lirtiyor. Ana dekor bahçe olmakla birlikte, ara mekan değişimle
cy
maz. Karadeniz'de başka kimler var? Yani konuk olarak gelen
ri çabuk, ustaca, keyifle gerçekleşiyor. Nataşa'ların lazlarla rus-
ami'de uzunca bir süre kalıp vatan hasretiyle yanıp tutuşarak ül
ça konuştukları bölümler bazı izleyicileri sıksa da, bence çok us
elerine ve bahçelerine dönen ev sahibi laz aile de doğal olarak
taca ve hınzırca düşünülmüş, temel düşünceyi sağlamlaştıran
Miami lehçeli lazca konuşmaktadırlar. Bir sebeple paralarını yi-
bir buluş.
tirdikleri için yolsuzdurlar. Ama yine de hava yapmaktan vaz-
Geçen yıl festivalde iki Moliere, iki Faust olduğunu düşünüyo
geçmeyip, ülkeye helikopterle dönerler. Helikopterin pilotu pa-
rum da, keşke bu yıl da iki Çehov olsaydı diyorum. Biri laz olan
rasını alabilmek için uzunca bir süre yalvarıp yakarır, onları teh-
gerçek Çehov, diğeri de bazı aklıevvellerin iddia ettikleri gibi
dit ederse de sonunda havasını alır. Ona kalan artık, laz'lığa ter-
başka bir ülkeden-örneğin Rusya'dan- bir Çehov. O zaman gö
fi ederek oraya yerleşmektir. Bu arada borç senetlerinin ödene-
recekti izleyiciler hangisi gerçek, hangisi sahte? Bilirsiniz bazı
meme durumu iyice açığa çıkmış ve Fişne Pahçesu satılma du-
tablolarda gerçeği sahtesinden ayıramazsınız, hatta bazan sah
rumuna gelmiştir. Ama aristokrat laz aile böyle süfli sorunlarla
tesi gerçeğinden iyi olabilir. Bizim laz Çehov her yönüyle bu ör
uğraşmamaktadır. Bahçeyi yok bahasına kapatan kapitalist
neği doğruluyor. Bununla Ferhan Şensoy sahte Çehov yapmış
hemşehri eşraf, bir de üstelik ailenin kızını kapar. Laz, aristok-
demek istemiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. Laz Çehov aslı
pe
Rus oldukları için Rusça konuşurlar. Laz olarak gittikleri Mi-
rat aileye yine Miami yolları görünmüştür. Bahçe'nin ağaçları
bence. Shakespeare'den daha Shakespeare yazan Can Yücel
kesilecek, yerine 'içi oda bi salon' lazok stilinde daireler yapıla-
ustamız da unutulmadı daha.
caktır.
Son bir kaç söz de zavallı vişne'ye. Dünya dillerinde genellikle
Çehov'un oyununun uzunca bir süredir komedi mi, dram mı ol-
vişne'ye rastlanmaz. Bu oyun da "Kiraz Bahçesi" diye geçer
duğu konusundaki tartışmalara bu oyunla kesin noktayı koyu-
genellikle. Kiraz daha popülerdir. Vişneyse, ancak reçeli yapılan
yor Ferhan Şensoy:" Ha pu pir cüldürüdür da!".
pek de yenmeyen bir meyvadır. İki haftalık ömrü olduğu,
Oyunu izleyenler gerçek bir 'cüldürü'yle karşılaşıyorlar. Laz'ların
reçelinin reçetesinin de anımsanmadığı, hiçbir işe yaramayan
isimlerinin Temel, Fadime filan değil de, özgün olması kurgu
bir meyvanın da bahçesi olmaz elbet Batılının gözünde. Bu ay
un gereği. Yani bir adaptasyon söz konusu değil. Mekan, ana-
rıntılar da Ferhan Şensoy'un bulguları. Meraklısına duyurulur.
vatanına, Karadeniz'e oturtulmuş çünkü. O devirdeki Fransızca
Bu ufak ayrıntıya boş verin ve ne bahçesi doğru olursa olsun,
konuşma snopluğu da doğal olarak İngilizce'ye bırakmış yerini.
inanılmaz cinliklerle süslü bu oyunu keyifle, vatandaşımız
Oyunun,2000 yılında geçmesine karşın, kostüm ve dekorun ori-
Çehov'un 'cüldürüsü' olarak izleyin. Göreceksiniz aradaki farkı. 19
12.
ULUSLARARASI
İSTANRUL
TİYATRO
FESTİVALİ
D U M R U L İLE AZRAİL Evren
Erbatur
a
Evren Erbatur, 5. Sokak Tiyatrosu'nun kurucusu ve yönetmeni Mustafa Avkıran'la, 5. Sokak Tiyatrosu'nu ve 12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için hazırladıkları "Dumrul ile Azrail" oyunu üzerine konuştu.
cy
5.Sokak Tiyatrosu ne zaman ku
12. Uluslararası Tiyatro Festivaline, yeni
ruldu? Yapısını ve amaçlarını
projeniz 'Dumrul ile Azrail' oyunuyla katı
anlatır mısınız?
lıyorsunuz. Metin, Murathan Mungan'ın, Dede Korkut'un Deli Dumrul hikayesin den yola çıkarak yazdığı bir başka hikaye.
ruldu. Övül Avkıran, Mustafa
"Tiyatro için yazılmış bir metin" ile "Yazıl
Avkıran, Naz Erayda ve Bülent
mış bir metin" arasındaki ayrımdan söz e-
pe
5. Sokak Tiyatrosu 1995 yılın
da, Antalya'da, 5. Sokakta ku
Erkmen ilk günden başlayarak
debilir misiniz? Bu ayrım sizi ilgilendiriyor
her aşamasında yapı kurucu ol
mu?
manın ne demek olduğunu so
Tiyatro için yazılmış metnin göstergeleri
ran ve sorduran bir çalışma sü
çok daha belli, formları belirgin, kendin
recini paylaştılar. Tiyatronun tü
den sonraki süreç için istekleri daha açık
mel bir anlayışla oluşmasını 'ol
tır. Oysa yazılmış bir metnin tiyatro göste
mazsa olmaz' bir şart olarak
risine dönüşme süreci ise yalnızca tasarla
gören 5. Sokak Tiyatrosu işle
yana aittir. Genel olarak, daha önce yazıl
rinde tiyatroyu oluşturan her
mış oyunları sahneleyen bir yönetmen
parçayı yeniden tasarlıyor. Asal
olarak yazılmış metinler gittikçe daha çok
olanın iyi iş yapmak, doğru ola
ilgimi çekmeye başladı. Ya da bizim için
nın peşinde koşmak olduğunu
yazılmış metinler. Bugüne dek Antik Yu
bilerek, kişisel çıkarlardan arın
nan mitolojisinden (Prometheus, Oresteia
mış, birbirine inanan insanların
Sofokles'in Antigone'si) yola çıkan oyun
üretiminin önemi üzerine kuru
larla ilişkim, Viyana'da geçirdiğim süre
lu bir çalışma yöntemini sürdü
zarfında Peter Brook öğretisinden gelen
rüyorlar.
eğitmenlerle yaşadığım süreç, Fernando
Dumrul ile Azrail • 5. Sokak Tiyatrosu / Türkiye Yazan: M u r a t h a n M u n g a n Uyarlayan ve Yöneten: M u s t a f a Avkıran Sahne Yönetmeni: N a z Erayda Koreografi: Övül Avkıran Müzik: Engin Yörükoğlu ve Sema Oynayanlar: Övül Avkıran, M u r a t D a l t a b a n , Sema, Alptekin Serdengeçti, Engin Yörükoğlu
20
Solanas'ın "Güney" filminin etkisini hiç de azımsamayacağım. An
a
bu bir hikaye idi ve hikaye anlatmak yazarından oyuncusuna izleyi
talya süreci, 1993 yılından bu yana Mezopotamya kültürü ve mitle
cisinden okuyucusuna, herkeste başka bir karşılık oluşturuyordu.
ri ile iyice yakınlaşan ilişkim, beni "Dumrul ile Azrail" ile buluştur
Biz ise kendi hikaye anlatma biçimimizi aradık. Orta Asya şamanizmi, Anadolu'daki şamanlar, rock starların taşıdığı anlatıcı kimliği,
ları yeniden okumak' üst başlığı ile karşılaşıyoruz. "Ay Tedirginliği"
dengbej kültürü, meddah geleneği derken hikaye anlatıcılığı üzeri
cy
du. 5. Sokak Tiyatrosu'nun bu yılki temasına baktığımızda 'masal
ile başlayan süreç "Dumrul ile Azrail" ile sürerken, Bilgin Say-
ne bir süreç geçirdik diyebilirim. Sonra da her zaman olduğu gibi
dam'ın sözleri belki de niçin "Dumrul ile Azrail'i, bir yönüyle açıklı
anlatılan hikayenin bizdeki
yor:
kendi hikaye anlatma tekniğimizi oluşturduk.
oyuncu olarak karşılıklarını araştırıp
"Asıl'ı (her ne ise o) tahrif ederek (dolayısıyla yeniden anlamlandı
Oyunda iki ayrı disiplinden gelen sanatçılarla çalışıyorsunuz. Ge
rarak) kendimizi "mümkün" kılarız. Tahrif eyleminin şahikası
nel olarak oyuncu seçiminde nasıl bir bakış açısına sahipsiniz? Oyuncu bizim yaptığımız tiyatroda izleyici ile birlikte başrolü payla
olan tahrifattır. Yakaladığını, ilk insanda ve dahi son insanda hep
şıyor, yani aslında her şey oynayan ile izleyen arasındaki o süreç
aynı kalan "en asıl"a sürükleyen, yeni tahrifatlara (yeni öznelliklere
ten oluşuyor. Kendi payıma bu ikilinin yalnızca oyuncu kısmının se
/ dünyayı yeniden "tamam" etme eylemlerine) zorlayan bir yaratıcı
çimine doğrudan etkim olabilir.
pe
san'atın tekelindedir; ve gerçek san'at "en asıl"a göbeğinden asılı
şiddet eylemidir. Murathan Mungan, "Dumrul ve Azrail"iyle bulu
Bu oyundaki oyunculuk tasarımında izlediğim yöntem bir hikaye
şanları kendi öznelliklerine kışkırtıyor; kendi tarihlerine davet edi
anlatıcısının kullandığı malzemelerle çok ilintiliydi. Yani sözlü kül
yor..."
türdeki hikaye anlatıcısı sesini çok iyi kullanıyordu. Çok iyi şarkı söylüyordu ve bir enstrüman çalıyordu. Kurmak istediğim oyuna
Yaptığımız tiyatroda anlatıcı- oyuncu tanımı, bu topraklardaki anla tıcı- oyuncu bilgileri ilgimizi çekiyor. Oyun oynadığını her an hisset
'epik anlatı' adını verecek olursak o zaman benim de bu bilgiler ışı
tiren, oyun oynamanın keyfini her hikaye anlatışında yeniden yaşa
ğında, kendi bedenini tanıyan, yeteneklerinin farkında olan ve hü
yan ve her hikayesine kendini katan hikaye anlatıcısı. Bir anlatıdan
nerleri birbirinden mümkünse farklı beş oyuncuya ihtiyacım vardı.
yola çıkarak oluşan hikaye, bu hikayeden yola çıkarak oluşan
Dede Korkut'un Deli Dumrul hikayesi, Murathan Mungan tarafın
oyun, hikaye anlatıcısı Dede Korkut'tan Murathan Mungan'a, Mu
dan tahrif edilmiş, bugün ve şimdi bilgisini taşıyordu. Bugün oyun
rat Daltaban'a, Övül Avkıran'a, Alptekin Serdengeçti'ye, Engin Yö-
culuk sanatında beni ve dolayısıyla izleyiciyi ilgilendirenin ne oldu
rükoğlu'na, Sema'ya ulaşan bu çizgide anlatılan yaşam ile ölüm
ğunu bu bilgiler doğrultusunda bir kez daha düşündüm. Oyuncu
arasındaki o sert sınır.
ların üçü; Murat Daltaban, Övül Avkıran, Alptekin Serdengeçti kla
Ölümsüzlük uğruna verilen onca uğraş diyor Azrail, oyunda. Bizim
sik anlamda tiyatro eğitimi almışlardı. Üçünün de geçmişleri ve gü
yaptığımız da Deli Dumrul'un köprüsü gibi belki de ölüme karşı bir
zel konuşmak dışındaki yetenekleri ilgimi çekiyordu. Sema, yıllardır
ölümsüzlük arayışı.
anadolu kültürü, kadın figürü, vücudundaki sesin olanaklarını ve sesin söze dönüşmesi ile ilgili araştırmalarını çeşitli disiplinlerde sür
'Dumrul ile Azrail"de nasıl bir çalışma süreci yaşadınız? Her proje kendi çalışma yöntemini belirler. Dumrul ile Azrail'de de
dürüyordu. Engin Yörükoğlu, otuz yılı aşkın müzik ve Moğollar de
projenin kendi sorunları kendi yöntemini geliştirdi. Örneğin, met
neyimi ile Anadolu rock ya da türkü ya da şaman bilgilerine bir şa
nin söylenişi ile ilgili sorunsal, başlangıç noktasını oluşturdu, çünkü
man davulcusu kadar hâkimdi, yıllardır yığınlara hikayeler anlatı-
21
yordu çünkü. Böyle olunca da bu ekibin kendi hikaye anlatma tek
yani evrensel geçerliliğe sahip yaşam kalıplarıdır ve her insan içi
niği de belirmiş oldu. Hikaye anlatmada yukarıda saydığım bilgileri
anlamlı mesajlar taşır. Mitlerde, zamansallığın ve uzamsallığın öte
parçalamak ve hikayenin de beş oyuncuya parçalanması ve beş öy
sinde, varlığı "her dem taze kalan", insana özgü temel eylemler
kü anlatıcısının anlattığı bir tek hikayeye dönüştü iş.
çatışmalar, dünyayı/varoluşu kavrama ve anlamlandırma çabaları,
1 1 . Uluslarası İstanbul Tiyatro Festivalinde de Murathan Mun-
ifade edilir. Mitlerde, "bireysel olan", "evrensel olan"la çakışır.
gan'ın Geyikler Lanetler oyununu sahnelediniz. Yönetmen ola
Her insan bir mit kahramanıdır. Birey, kendi özgün yaşam yolunda
rak, Murathan Mungan'ın eserlerinde ilginizi çeken nedir?
yürürken, kendi bireysel mitini de oluşturur... Yaşam, "zaman"la
Murathan Mungan ile tanışıklığımız 1993 yılında başladı ve yedi
mümkündür; "zaman"ın kendisidir. Ancak bilinç, -öznel zamanın
yıldır da sürüyor. Ancak bu süre içinde ben Murathan dışında ya
sonu olan- ölümün soğuk gerçekliğinde, zamanı durduracak ya da
zarlarla çalıştım, onun oyunları da benim dışımdaki yönetmenler
geriye döndürecek, yani yaşamı sürdürecek çareler arar. Yine de
tarafından sahnelendi. Benim bir tiyatro yönetmeni olarak ilgimi
yaşanan her an, ölüme bir adım daha yaklaşmaktan başka bir şey
çeken durumların, konuların, yazar olarak Murathan Mungan'ın
değildir. Bu açıdan bakıldığında, yaşam sonsuz bir yenilgiler dizge
hikaye ve oyunlarındaki karşılıkları aramızda çok doğru bir yazar -
sidir: Dumrul'a -öykünün başında tanımlanan büyüklenmeci fante
yönetmen ilişkisi oluşturuyor. Bugüne dek sahnelediğim oyunlar
ziler paralelinde- ölümsüzlüğe ve tanrısallaşmaya giden yollar ka
da, yazar olarak hep ilk oyuna gelip, kendini pro düksiyon aşamasının dışında tutması bana olan güveninin bir işaretidir diye düşünüyorum. Zaman zaman izledikleri karşısında şaşırdığını ve hatta oyunları sevmediğini bilsem de sevdiği ve mutlu olduğu durumların varlığı, birlikte çalışmamızı an lamlı kılıyor. Bu anlamda bir yazar - yönetmen iliş kisinden sözederken tiyatroyu oluşturduğumuz öteki parçaların önünde ya da üstünde bir yapı de oluyor diyebilirim. Bu da her metinle, her yazarla kurulamayacak bir ilişki ve yapı kurma bilgisi. Daha önceki işlerinize bakınca mitin ya da mito
cy
lojik olanın sıkça kullanıldığını görüyoruz."Dum-
a
ğil, yazar ile aramızda daha bağımsız bir ilişki var
rul ile Azrail"den yola çıkarak, mitlerle hangi nok tada buluştuğunuzu düşünüyorsunuz?
Metis Yayınlarından çıkan Bilgin Saydam'ın yazdığı
Deli Dumrul'un Bilinci adlı kitabın bir başvuru kay
nağı olarak sürekli başucumuzda olması bu soruya da Bilgin Say
palıdır: Kendisi çok zayıf, rakibi ise gerçekten "tümgüçlü"dür... Va roluşsal boyutta ele alındığında, ölümün getirdiği sonlulukla karşı
rektiriyor:
laşmanın hemen tüm bileşenleri, Dumrul'un öyküsünde görülebil
pe
dam kaynaklı bir alıntıyla (biraz uzun da olsa) yanıt vermemi ge "Mitoloji, "yaşanmış"ın halen yaşanmakta olduğunu vurgulayan,
mektedir...
"son insan"ın "ilk insan"ı taşıdığını anlatan öyküler dizinidir. Yani
Yukarıdaki alıntı, "Kitab-ı Dedem Korkut"daki "Duha Koca oğlu
hiçbir şey geçmişte kalmamıştır: Günümüzde varlığını/geçerliğini
Deli Dumrul Boyu"na atfen yapılmış birkaç saptamayı içeriyor
sürdürmektedir; geleceğe de aktarılacak, yeniden yeniden yaşana
"Dumrul ile Azrail'de ise bambaşka bir öykü var: Murathan Mun
caktır... İnsanın tarihsizliği, mitolojinin içinde geçerliliği olabilecek
gan'ın Dumrul'u, Azrail'i ve diğerleri "asırlarından oldukça farklı
bir durumdur. Mitojenik insan, mitolojik insanın bir adım ötesinde,
Yani bir "tahrifat"la karşı karşıyayız. Mungan, Dede Korkut'un söy
mitolojinin olaylarının tam içinde değil, artık kıyısındadır ve mitolo
leminden çıkmış: Boy boylamakta / soy soylamakta, ancak, kendi
jiyi nesneleştirmektedir. Dumrul'dan bahseden Dede Korkut, Dum
boyunu / kendi soyunu."
rul'un kendisi değildir; onu nesneleştiren, öyküleştiren, yani onun
Bilgin Saydam'ın bizim için yazdığı bu yazıda söylenenlerin doğru
yaşadıklarına aşina olsa da, hatta halen yaşıyor olsa da, bir derece
luğu belki de mitler ile ilişkimdeki gibi bir durum oluşturuyor. Be
uzaklaşabilmiş zihnin taşıyıcısıdır. Bu nesneleştirme "mitojeni" sa
nim kurabileceğimden daha iyi bir yanıt cümlesi.
yesinde artık başlamış olan tarih süreci üzerinde, kendisinden ön
5. Sokak Tiyatrosu'nun bundan sonraki projeleri nedir?
cesi olan ve sonrası da olacak bir virgülün konmasıdır.
Bu yıl Özen Yula'nın "Ay Tedirginliği" oyununu oynadık, yeni se
"Deli Dumrul Boyu" bireysel boyutta ele alındığında her ölümlü
zonda oynamayı sürdüreceğiz. Şimdi "Dumrul ile Azrail". Yine ma
nün yaşaması mümkün ve
"gerekli" bir sarsıntının öyküsüdür. Bi
sallarla ilgilenen, masalları yeniden okuyan bir oyun: Murat Dalta
reyin dünyaya, öznel gerçekliğin dış gerçekliğe, bireysel erkin ev
ban'ın tasarladığı, Murat Gülsoy ve Yekta Kopan'ın birlikte yazdığı
rensel düzene çarptığı; yeni bir iç-dış örgütlenme ve ilişki düzenle
ve yine Murat Daltaban'ın yöneteceği "Aynadaki Ses". Bu proje
mesi gereksiniminin ortaya çıktığı bir karşılaşmadır... Mitler, "es
için 'Fareli Köyün Kavalcısı' ile bir hesaplaşma diyebilirim. Yunan
ki/köhne", henüz "aydınlanma çağı"nı yaşamamış, "rasyonelleş-e-
mitolojisindeki Kassandra ile Zerrin Tekindor arasında bir ilişkilen
memiş" insanoğlunun, nahif-çocuksu tarzda dünyayı anlama ve
dirmeden yola çıkarak benim yöneteceğim bir yeni oyun daha..
kavrama biçimi değildir..., öyküleştirilmiş "temel varoluş örnekleri",
Yine çok yorulacağımız 2000-2001 sezonu bizi bekliyor.
22
12.
ULUSLARARASI
İSTANBUL
TİYATRO
FESTİVALİ
Edafos Dans Tiyatrosu'ndan Görsel Bir Şölen
MEDEA imza attı. Öğrencilik yıl larında önceleri resim
eğitimi alan Papaioannou, 1983 yılında Ame rika'ya davet edildi ve Hawkins
Studio,
La
Mamma Studio- (Ellen
a
Stewart) gibi ö n e m l i merkezlerde önemli sa
natçılarla dans ve be
cy
den çalıştı ve özellikle Butoh tekniği üzerine
yoğunlaştı, aynı yıllarda
Yunanistan'da tasarımcı
olarak büyük üne kavuş tu. National Theatre of Greece, National Opera,
pe
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından 18 Mayıs - 4 Haziran tarihleri arasında düzenle nen 12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festiva li'nin açılış gösterisi olan "Medea" Yunanis tan'ın ünlü topluluklarından Edafos Dans Ti yatrosu tarafından sunuluyor. Çarpıcı gösteri leriyle dünya çapında ilgi toplayan ve Expo 98, Cannes Dans Festivali ve Lyon Dans Bienali gibi önemli sanat etkinliklerine de davet edilmiş olan Edafos Dans Tiyatrosu, geçen yıl Amerika turnesi sırasında The New York Ti mes gazetesi tarafından "Yunanistan'ın son yıllardaki en büyük sürprizi" olarak tanımlan dı. Edafos Dans Tiyatrosu'nun görkemli eseri "Medea" dansçıların arada duygusal patlama ları simgeleyen ani hareketleri ile bölünen ağır çekim bir sinemasal düşü andırıyor. Oyu nun yönetmeni Dimitris Papaioannou; Euripides'in trajedisinin iç içe geçmiş olay örgüsünü Medea'nın anayurduna ihanetinden Korinthos'un kaygısız yıllarına; lason'un ihanetinden Medea'nın çocuklarını katletmesine ve göğe yükselişine kadar yaşanan süreci şaşırtıcı bir basitlikle çözümlüyor. Papaionnou, kahra manlarını Yunan mitolojisinden alıyor ve zen gin bir düş gücüyle yorumlayarak mitolojinin dışına taşıyor. Oyunda Medea yabani bir ku ğuyu, lason ise Rudolf Valentino'yu çağrıştırı yor. 1986 yılında Angeliki Stellatou ile birlikte Eda fos Dans Tiyatrosu'nu kuran 1964 Atina, do kumlu Dimitris Papaioannou, topluluğun tüm yapımlarına koreograf ve yönetmen olarak
State Theatre of Nort hern
Greece
ve
La
Mamma gibi önemli ti
yatrolarla ve Haris Alexiou gibi ünlü sanatçılarla
çalıştı. Dimitris Papaio-
annou
1994
yılında
Devlet Dans Ödülü'nü aldı. Papaioannou'nun yapıtlarının
hepsinde
kavramsal ve biçimsel bütünlük gözlemlemek mümkün. "Medea"da mim, dans, müzik,
hassas, nüansların üzerinde titizlikle duran
resim, sinema hepsi bir arada uyum içinde yer
yorumları ve müzikte Bellini'nin çeşitli
alıyor.
operalarından derlenen kolajla 12. Ulus
Edafos
Dans T i y a t r o s u ' n u n
izleyenleri
büyüleyen "Medea" yorumu tüm dansçıların
lararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin akıldan çıkmayacak gösterilerinden biri olacak.
Medea- Edafos Dance Theatre / Yunanistan Yazan, Koreografi ve Giysi Tasarımı: Dimitris Papaioannou Sahne Tasarımı: Dimitris Papaioannou-Nikos Aiexiou Müzik: Vincenzo Bellini (çeşitli operalarından kolaj) Işık Tasarımı: Vasso Lactaridou Oyuncular: Angeliki Stellatou, Dimitris Papaioannou, Grigoris Lagos, Stavroula Siameu, Photis Nikoiaou, Yiannis Yiaples, Nikos Dragonas, Nikos Kalogerakis, Hamilton Monteiro, Photis Spyros.
23
F O T O Ğ R A F L A R I N
D İ L İ
Kum,Pan,Ya Yazanlar: Ümit Ünal Kerem Kurdoğlu Yöneten: Kerem Kurdoğlu Sahne-Giysi Tasarımı: Naz Erayda Müzik; Ayşe Tütüncü Koreografi; Övül Avkıran Müzik Düzenleme: Ayşe Tütüncü Sarp Keskiner Orçun Baştürk Cem Akdoğan Müzik Kayıt: Levent Büyük, Stüdyo 18 Hard Disk Editing: Arda Suner Saruhan Erim
Asistan: Sima Can Işık Uygulama: Ersin Kutluhan
pe
Gişe: Tülay Afyonlu
cy
Oyuncular: Murat Daltaban Özden Çiftçi Aslı Öngören Kerem Kurdoğlu Şarkıcı Oyuncu: Suna Suner
a
Oyundaki Fotoğraflar: Fethi İzan, Ütopya
Fotoğraflar: Osman Bozkurt
SAHTE KİMLİKLER 5 (ASRIN ENTRİKASI) 24
Ben kimim?" diye soran biri, asıl bir cevap bulmayı ummaktadır? Başkalarının beni kim olarak tanıdığıyla benim aslında(!) kim olduğum arasındaki fark, hayatımızın en temel endişelerinden birinin kaynağı değil mi? Nasıl göründüğümüz veya nasıl görünmeyi arzuladığımız dışında gerçek(!) bir kimliğimiz var mı? Yoksa kimlik dediğimiz şey, sonucunda olumsuzlandığımız davranışlarımızdan uzak durmayı, sonucunda olumlandığımız davranışlarımızı kullanmayı öğrendiğimiz bir şartlı, şartsız refleksler; bilinçli, bilinçsiz stratejiler toplamı mı?
cy
pe
ADAM bir an düşünür, kendi fotoğrafını hiç tanımadan uzun uzun inceleyerek: ADAM: Sizin kapınıza bırakıldı, sizin tanımanız lâzım... DELİKANLI'nın cep telefonu çalar. DELİKANLI telefonu açar. DELİKANLI: Buyrun? Biraz dinler. DELİKANLI: Bir dakika. Sormam lâzım. (ADAM'a döner.) Bakar mısınız? Ben deri ceketli, 35 yaşlarında, kır saçlı biri miyim? ADAM: Hayır. Değilsiniz. DELİKANLI: {Telefona:) Kusura bakmayın, değilmişim. (Dinler.) Rica ederim. (Telefonu kapar.) Tarif edilenin tıpkı ADAM olduğunu fark ederler. Şaşırırlar, telefona, birbirlerine vs. bakarlar. Korkarlar, ne diyeceklerini bilemezler. ADAM: Kadın sesi miydi? DELİKANLI: Evet, bayandı. ADAM ani bir telâşa kapılır. ADAM: Bana beş dakika müsaade edin, halletmem gereken bir mesele var.
a
DELİKANLI: Kim bu peki?
Peki "samimiyet" dediğimiz şey nedir? İstediği gibi görünmeyi başarmış bir kişinin rahatlığı mıdır sadece? Ya da takınılan maskeyle 'doğal' ve 'sonradan edinilmiş' yeteneklerin uyum içinde olması mı? Bu durumda 'yetenek', kişilikten ayrı bir 'öz potansiyel' tanımı mı oluyor? Belki de 'yetenek', onay gördüğümüz becerilerimizin gelişmesiyle açıklanabilmesi nedeniyle, yani maskenin bir parçası olduğu için, hesap dışı bırakılmalı. Maskenin parçası olmayan tek varlığımız taşıdığımız genetik kodlar mı? Eğer bu doğruysa, kalıtımsal özelliklerimiz ve 'yatkınlıklarımız'la, kendimizi sosyal olarak
25
var edebilme mücadelemizin uyumlu bir çözüme ve başarıya ulaşması mıdır bizi 'kendimiz gibi' hissettiren?
KADIN hayranlıkla: KADIN: Babanız kim?
cy
pe
DELİKANLI tam bir şey söyleyecekken KADIN sesini daha da yükseleterek onu susturur. KADIN: ..tabii ikinci bir dil tercih nedenidir. DELİKANLI patlar gibi: DELİKANLI: Ama ben tam öyleyim... KADIN hayal kırıklığı içinde onu şöyle bir süzerek: KADIN: Siz mi? DELİKANLI: Yes! Und oui. Hatta si. Heyecanla çabuk çabuk konuşarak: DELİKANLI: Sırasıyla İtalyan ilkokulu, Alman lisesi ve İngilizce İktisat bölümlerinde okudum. Fransa'da master yaptım. Evet, henüz besteci olarak varlık gösteremedim ama iş idaresi üzerine yazdığım iki kitap ülkemizde ve Amerika'da liste başı oldu. Beni yirmibirinci yüzyılın iktisatçısı olarak yorumlayanlar çıktı. Tabii hiç çalışmasam bile bana ve müstakbel çocuklarıma yetecek kadar param olduğunu belirtmeliyim. Şu sıralar mali durumum bozuk. Çünkü kızınıza kendimi beğendireceğim diye babamı küstürdüm, evden ayrıldım filan... Ama şu an dönsem yine babamın gözbebeği olurum. Çünkü ben babamın tek oğluyum. Dev bir sanayi imparatorluğunun tek varisiyim.
a
KADIN: Gördünüz mü? Siz kendini bilmez bir genç adamın tekisiniz. Kendinizi tanımadığınız için, hayatınıza giren insanları da tanıyamıyorsun uz. DELİKANLI tam bir şey söyleyecekken KADIN sesini yükselterek onu susturur. KADIN: Benim kızım, başarılı, hırslı, prezantabl, dinamik, ekip çalışmasına yatkın, İngilizce bilen ve tercihen bilgisayar kullanabilen, seyahat etmesine engel olmayan, askerliğini yapmış ve 28 yaşını aşmamış genç işadamı tipinden hoşlanır bir kere...
'Kendin olma' duygusunun yitirilmesi niçin özellikle içinde yaşadığımız bu çağa ilişkin bir sorun? Bunu endüstriyel üretimdeki yabancılaşma ile açıklamak çok mantıklı görünmüyor. Eğer bu yaklaşım doğru olsaydı, kimlik sorununun 19. yüzyıl bireyini de kemiriyor olması gerekmez miydi? Yoksa kemiriyor muydu? Bazı düşünürlerin iddia ettiği gibi, modernizm sonrasında "emek-üretim" paradigmasından "bilgi" paradigmasına geçmiş olmamızda mı kabahat? Bilgi de bir çeşit 'kristalize emek' değil mi? Yeni üretim teknikleri sonucunda, gündelik edimlerimizle onların somut
26
sonuçları arasındaki ilişkinin hissedilemez hale gelmiş olması (yani aslında "emeküretim" paradigmasının görünmez hale gelerek varlığını sürdürmesi), bir açıklama olabilir mi? Bütün bu açıklama yaklaşımları çok 'ekonomist' değil mi? Yine de sorunun tarihselliğinin bir nedeni olmalı. GENÇ KIZ: Bakın, ben bu kendilerine doktor süsü veren yaratıkların yanlış yaptıklarını nereden biliyorum... ADAM: Nereden biliyorsunuz? GENÇ KIZ: Biraz düşünün... ADAM: Bir içgüdü olabilir mi? DELİKANLI: Bir sezi... KADIN: Nereden biliyorsunuz?
pe
cy
a
GENÇ KIZ esrarlı bir gülümsemeyle: GENÇ KIZ: Hafızamızı kaybetsek bile birtakım kişilik kırıntıları kalmış olmalı beynimizdeki şu gri kıvrımların arasında... Ben geçmişte belli ki doktordum... Ruh doktoru yani... Yoksa yapılan yanlışı nereden bileceğim.... ADAM gayet ciddi: ADAM: Uyduruyor olamaz mısınız? GENÇ KIZ parlar, neredeyse A D A M ' ı n tepesine çıkarak: GENÇ KIZ: Uydurmak mı? Tabii. Tabii ki uyduruyorum. Herkes sürekli uyduruyor beyefendi... Siz şimdi hafızanızı kaybetmiş olmasaydınız, şu an 35 yaşlarında, evli, bir çocuk babası bir adam olsaydınız, yine sürekli kendiniz hakkında birtakım yalanlar, teoriler, hayaller uyduruyor olacaktınız... Yanılıyor muyum? ADAM korkuyla gerilemiştir, hayır manasında başını sallar. GENÇ KIZ ortada kaplan gibi gezinerek, anfide ders veren bir hoca havasında: GENÇ KIZ: Hayatta kendimize biçtiğimiz rol kadar varız hanımlar beyler... Uydurduğumuz şeyler gerçek kişiliğimizdir... Uyduruyorum o halde varım... ADAM ürkek ama alaycı: ADAM: Klişe... Ağızlara sakız olmuş aşınmış, berbat klişeler bunlar... İnsan lise sıralarında böyle hikmetler yumurtlar. Birbirlerine kimliklerini 'ifşa eden', kendilerini birbirlerine tanıştıran dört kişi. Sürekli değişen / değiştirilen kimlikler, başka kişiler olarak yeniden karşılaşan aynı kişiler, sürekli yer değiştiren hayatlar. Sıradan insanın gündelik kimlik problemiyle, bir insanın gerçek kimliğinin ne olduğuna ilişkin felsefi sorular arasında eğlenceli bağlantılar. Koreografinin, bedensel kodlar yoluyla, mizansenin yerini aldığı bir hareket anlayışı. Absürd tiyatro, fars, polisiye ve müzikal geleneklerinden beslenen çağdaş bir gösteri.
27
12.
Y ı l d ı z
ULUSLARARASI
K e n t e r ,
İSTANBUL
A n ı l a r ı y l a
d a
TİYATRO
S a h n e d e
FESTİVALİ
Y e r i n i
A l d ı
a
HEP AŞK VARDI Üç insan... Üç yaşam... Üç dönem... Üç kavga... Üç aşk... Yılların ustası Yıldız Kenter, yeni oyununda kendini
Oyun 1920'lerden bugüne uzanan
azından festivalde izleme şansınız
uzun bir dönemi kapsıyor. Annesinin,
olacak.
yani Olga Cynthia'nın işgal yılları
izleyicinin kırık kırık anılardan, o
İstanbulu'nda, bir konağa gelin
günleri de anımsayarak bir sentez
pe
ve en yakınlarını, annesiyle kızını
Atay
cy
Duygu
gelmesiyle başlıyor anılar. İşgal yılları,
yapmalarını istiyor Kenter.
Ülkü Tamer'in tanımıyla adı "Bir
büyük taarruz, Vahdettin'in kaçışı,
Anımsayarak, çağrıştırarak gösterme
Çılgının Elli Yılı" da olabilecek bu
savaş. Sonraki yıllar, dönemler. Arka
biçimin getirdiği olanaklardan
projeye, bu tanımı çok yakıştırıyor
planda ülkemizin geçirdiği dönemler,
yararlanarak geri dönüşlerle,
Yıldız Kenter. Anılarını yazmaya karar
sağ-sol kavgaları, vurulanlar, hatta
sıçramalarla koca bir yetmiş yılın
verdiğinde bile, bu anıları 'ak kâğıt
idam edilenler. Ön plandaysa hep
içinden izleyeceğiz "Hep Aşk Vardı"yı
üstünde karalar' olarak görmek
insan var. Çok doğal. Çünkü Yıldız
Bu aşk, sahne aşkı da olabilir elbet,
yerine, oyun biçiminde yapmayı
Kenter'in ilgi odağı 'insan'. Bu yüzden
insana duyulan aşk da. Elli yıla
düşünmüş. "Oyuncu açgözlülüğü" ağır
de zaten yazın türleri arasında 'anı'ya
sığdırılan bütün bir özyaşam
basmış. Kendi yaşamını oyun haline
ilgi duyuyor.
öyküsünü izlerken, kaçınılmaz olarak
getirirken bu işi en iyi kendisinin
Aslında 50. sanat yılında yapılması
Yıldız Hanım'ın oynadığı, sahnelediği
yapabileceğini düşünmüş. Bir insanın
gereken bu oyun, hastalıklar
oyunlardan yansımalar da olacak
yaşamını en iyi kendisinin bilebileceği
yüzünden bugünlere sarkmış
oyunda. Doğaldır ki sanatçımızı
düşünülürse, doğru bir seçim.
durumda. Belki de daha iyi. En
sadece sahnede tanıyan bizler, bu ko
anlatıyor.
Hep Aşk Vardı • Kent Oyuncuları / Türkiye Yazan-Yöneten: Yıldız Kenter Sahne Tasarımı: Osman Şengezer Giysi Tasarımı: Çolpan İlhan Oyuncu: Yıldız Kenter, Engin Hepileri 28
nu bir 'insan' olarak da tanıyacağız. Ailesi, kendisi, kızı nasıl birileridir, neler yapmışlardır, kişisel yaşantıları nasıldır, göreceğiz. Zaafları, başarıları, sevileri, öfkeleri nasıldır, öğreneceğiz. Bu oyunla Yıldız Kenter'in kişisel yaşamı da göz önüne seriliyor. Bir oyuncunun özel yaşamının izleyiciler tarafından bütün yönleriyle bilinmesi, bazı rizikolar getirir mi acaba? Örneğin bu oyundan sonraki Oyunlarında, Yıldız Kenter'in canlandıracağı rollere başka bir gözle mi bakacak izleyiciler? Bu konuda hiçbir kuşku taşımıyor Yıldız Hanım. "Bu oyun da diğerleri gibi benim için. Nasıl ki bundan önce başka oyunlar, başka roller vardıysa, bundan sonra da olacak. İzleyicinin bu oyundan sonra, benim özel yaşamımı bilenler olarak bana farklı gözle bakacaklarını, içlerinden biri gibi düşüneceklerini sanmıyorum. Tiyatroyla yaşam zaten iç içedir. Geçmişi anlatırız, oynayarak yaşarız. Şu an durduğumuz noktada geçmiş, şimdi, gelecek hep
cy
var".
a
Geçmişi durmadan anımsarız, yeniden yaşarız.
Peki biz bu oyunda Yıldız Kenter'in bir İngiliz olan annesini, oynadığı rollerden ayırt edilmesi zor
kendi yaşamını, hep yurtdışında yaşayan kızı Fatma Leyla'yı farklı kişilerden mi göreceğiz? Hayır. Bu üç
pe
rol de, sanatçı tarafından oynanıyor. Zorluk
derecesi çok yüksek bu oyunda böyle bir yükün altına severek giren Yıldız Kenter, aşkla bağlı
olduğu bu iki insanı kendi kişiliğinde eriterek, anı-
oyun türünün bir örneğini oluşturuyor. Bu şekliyle oyuncuda, yazarın kimliğinin de yer yer ortaya
çıktığını görüyoruz. Bu arada, oyundaki üç kadının aşklarının da söz konusu edildiğini eklemeliyiz,
Annesinin babasına, kendisinin ve kızının aşklarıyla evliliklerine de yer veriliyor oyunda. Doğal, çünkü 'Hep Aşk Vardı" ve olacaktır da. Yıldız Kenter'in bütün yaşamını dolduran aşk, ister tiyatroya, rollerine, ister gerçek kişilere, isterse de insan'a karşı olsun, onun yaşamının bir parçası değil, bütünü adeta. Başka türlüsü de mümkün görünmüyor zaten. Yoksa, elli yıllık sanat yaşamına nasıl sığardı şimdiye değin yaptıkları? İlk kez festivalde gösterilecek bu oyunda kendisiyle birlikte büyük bir hevesle çalışan yardımcısı Yeşim Koçak ve Yardımcı oyuncusu Engin Hepileri'nin büyük payı olduğunun vurgulanmasını da istiyor Yıldız Kenter. 29
12.
S
a
n
a
ULUSLARARASI
l
İSTANBUL
S
h
a
TİYATRO
k
e
s
FESTİVALİ
p
e
a
r
HIRÇIN KIZ Potuoğlu
a
Öykü
İstanbul Tiyatro Festivali'nin ağır toplarından biri de, İngiltere'nin dünyaca ünlü topluluklarından Royal Shakespear
cy
Company. Topluluk, ünlü Shakespeare klasiği "Hırçın Kız"ı iddialı yönetmen Lindsay Posner'ın rejisiyle 24-27 Mayıs arasında Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde sahneleyecek. Elinizdeki yazı, bir tanıtım yazısının sınırlarını aşarak bugün Sha kespeare sahneleme inceliklerinden, büyük repertuvar tiyatrolarının olası sorunlarına uzanan bir ön-düşünce yazısına dönüştü. Tek amaç, cebimizde sorularla izlerken alacağımız keyfi çoğaltmak... bilgilendiriyor bizi? Oyuna adını veren hırçın
parçası olarak kullanmış.
William
Shakespeare'in izini sürmek... İngiliz
kız Kate'le onu 'yola getiren' Petruchio'nun
Posner'in "Hırçın Kız"ı, oyunun ayyaş tekke
Tiyatrosuna dair internet siteleri, birkaç sani
arasındaki çatışma kadar Elizabeth dönemin
si Christopher Sly'ın sızdığı yerde birkaç zen-
yede açılıveriyor önümde. 400 yaşını geçmiş
deki cinsel politikaların sivri bir eleştirisini de
gin tarafından kaldırılıp, temiz bir banyonun
pe
aSanal dünyada tiyatro yazınının büyük ustası
Shakespeare klasiklerine, dünyanın her yanın
sunan bu oyundan seçilen fotoğraf şu: Pet-
ardından bir bilgisayarın başında yalnız bırakıl-
da bu yapıtların farklı sahnelemelerine bu ka
ruchio'nun avucunda, avucunun içinde bilgi
masıyla açılıyor. 2000'lerin başından geriye
dar hızlı ulaşmak, yabancılaştırıyor elbette.
sayar teknolojisiyle küçültülmüş bir Kate var.
uzanan yolculuk burada başlıyor. Sly, bilgisa-
Teknoloji özürlü olmasanız bile...
Petruchio'nun, Kate'i 'avucunun içi gibi bildi-
yar başında internete girip, bir Shakespear
Az önce, sanal dünyada 12. İstanbul Tiyatro
ği'ni kavratan bu imge, yönetmenin seçimleri
oyununun, ki bu oyun da "Hırçın Kız", dönemin
Festivali'nin konuğu Royal Shakespeare Com-
ne dair önemli bir ipucu veriyor aslında. Pet-
kostümleri içindeki provasını izliyor. Derken
pany'nin "Hırçın Kız"dan bir fotoğrafa bak
ruchio, tüm erkeklerin ödünü koparan Kate'i
ekrandakiler sahne uzamında gerçek olmaya
tım. Altında da 'Bir kadın, bir erkek, aniden
'evcilleştirme'nin yolunu, onu çok iyi tanımak
başlayınca, yani bilgisayar ekranındaki figürler
ta bulur oyunda. Hatta Kate'in hırçınlığının en
etlenince, oyun kendi akışını buluyor. P
alev alan ilişki' gibi bir ibare var sitede. İpuçları toplamaya çalışıyorum. Yazarın ilk dö
abartılı haline bürünerek, ona taraflı bir ayna
dua'nın ileri gelenleri, başı delişmen kızı Ka-
nem komedilerinden bu oyun, topluluğun id
tutarak yıldırır. Bu anlamda, metnin aslına sa
te'le dertte olan varlıklı Bey Baptista Minol
dialı yönetmenlerinden Lindsay Posner'in reji
dık kalan yönetmen Posner, biçimsel olarak
Kate evlenmeden evlenemeyen uysal kızkar-
siyle nereye uzanmış olabilir? Site ne kadar
da bilgisayar teknolojisini rejisinin önemli bir
deş Bianca, Bianca'nın taliplerinden Lucent
Hırçın Kız • Shakespeare Kraliyet Tiyatrosu / İngiltere Yazan: W i t l i a m Shakespeare Yöneten: Lindsay Posner Sahne Tasarımı: Ashley Martin-Davis Giysi Tasarımı: A l i s e M c A r t h u r Işık Tasarımı: Peter M u m f o r d Müzik: Gary Yershon Oynayanlar: Stuart M c Q u a r r i e , Katherine Grice, Colin M c C o r m a c k , John Lloyd Fillingham, Simon Coates, Nîcholas Blane, M a x w e l l Hutcheon, Sam Throughton, Ryan Pope, Jo Stone-Fewings, Louis Hilyer, Christopher Wilkinson, M o n i c a Dolan, Charlotte Randle, A n w e n Hugues-Roberts
30
onun kurnaz hizmetçisi Tarnio, baskı ve yıldırma yöntemleri konu nda usta Petruchio, tüm bu karakterler üç saatlik yapımda ana olay örgüsüne sadık kalarak çizilmiş bu yorumda. Öte yanda, Posner'ın "Hırçın Kız"la bugün arasındaki bağlantıları, biçimsel görsel tercihler dışında nasıl kurduğunu merak ediyorum. Bugünle Rönesans arasındaki bu "tarihi" gelgitin sahnedeki karşılığı ne? Evet, Royal Shakespeare Company, adı üstünde Shakespeare klasiklerini tüm dünyaya tanıtma konusunda ciddi bir misyon üstlenmiş durumda ama bunun dışında nasıl bir yorum amacıyla tekrar el atılmış olabilir "Hırçın Kız"a? Tanıtım imgesindeki gibi, bir erkeğin bir kadını avucunun içi gibi bilmesi", hangi güç dinamiklerini, ki bununla bağlantılı olarak hangi sahne göstergelerini, nasıl fişekler? "İnsan doğasına dair büyük gerçekler sunan Shakespeare" klişesinden daha az yalınkat bir sahnelemeye kapı nasıl aralanır? Son yıllarda repertuvar tiyatrosu olmak ve ağır bir turne programıyla çok geniş bir kitleye ulaşmak adına nitelikten ciddi ödünler verdiğine dair eleştirilen RSC, bu yapımda bu sorunlarını aşabilecek mi? (Bu standartlar, nitelik yerine nicelik odaklı tiyatro, bizim seyircimize de pek uzak gelmese gerek), Yönetmen Posner'ın bu yorumu çoğunlukla pek iyi eleştiriler almasa da, daha önceki Ariel Dorfman'ın "Ölüm ve Bakire" rejisiyle İngiliz tiyatrosunun saygın Olivier ödülüne layık bulunmuş. Posner'ın David Namet gibi çağdaş yazarlardan Ben Johnson gibi klasiklere uzanan
a
kalası, Young Vic, Hampstead Theatre'da, Kraliyet Opera Salonu'nda
yer sağlamış ona. Daha oyunu izlemeden, eleştirilere başlamak insaf-
pe
başka. Hepinize iyi seyirler!
cy
sızlık bir bakıma ama bir yapımı cepteki sorularla seyretmenin keyfi de
31
12.
ULUSLARARASI
İSTANBUL
TİYATRO
FESTİVALİ
Ciklet Gibi Çiğnenen, Ama "Oynanan" Bir Oyun
"İDEAL BİR KOCA" Üstün
Akmen
Gencay Gürün'ün basın bülteninde belirttiği
dın"! yazmış ve ardından "İdeal Bir Koca" ie
sav, bu oyunun Türk siyasi yapısına bilmeden
"Ciddi Olmanın Önemi Üzerine", 1895 başın
savunan "estetikçilik" akımı bilmeyenimiz sanı
göndermeler yaptığı yolunda. Gerçekten de,
da sahnelenmiş. Bunların içinde "Ciddi Olma
rım yoktur. Yararcı toplumsal felsefelere ve
oyunu izlerken, halkın güvenini kazanmış, se
nın Önemi Üzerine" adlı yapıt, en başarılısı sa
sanayi
toplumunun çirkinliğiyle zevksizliğine
vilen, saygın, dürüstlüğün simgesi olan ve de
yılmış.
tepki olarak geliştiği, İrlandalı şair ve oyun ya
zirveye tırmanmış bir politikacının, yani oyun
Wilde'ın "İdeal Bir Koca"da da kullandığı gele
zarı Oscar Wilde'ın da bu akımın İngiltere'deki
daki Sir Robert'in (Kazım Aksar), borsaya sız
neksel fars öğeleri, g ö r ü n ü ş t e önemsiz a y r ı n -
sözcülerinden olduğu elbette pek bilinen bir
dırılan bilgiler nedeniyle başına gelenlere ta
tılar üzerinde d u r u r k e n , d ö n e m i n ikiyüzlülü-
cy
a
19. yüzyıl'ın son çeyreğinde Avrupa'da edebi
yat ve sanatta "güzellik için güzellik" ilkesini
nık oluyoruz. İzleyenlerin beyninde anında
ğ ü n ü acımasızca sergileyen e p i g r a m l a r a dö-
görüntü: Hikmet Uluğbay olayı... Evet, insan
nüşüyor. Gelgelelim o y u n , Gencay Gürün'ün
minde olan devrime sırtını dönmüş bir yazar.
hemencecik Uluğbay'ın çevresinde dönenleri,
elinde, nedense sade suya tirit haline gelmiş.
O yüzdendir ki, oyunları (burada dikkatinizi
bir insanı intihara götüren nedeni ve gazete
Pekiii, n e d e n ? Bir k e r e ş u n u deyivereyim.
çekerim: Sadece oyunları) konunun uzmanla
lerde, TV kanallarında günlerce izleyip, bir
Gencay G ü r ü n , kesinlikle yenilikten yana de-
rınca, yazıldığı çağın gerisinde sayılmış. "Tiyat
türlü "kerevet'ine çıkamadığı, o içinden çıkıl
ğil. Anımsayabildiğim, izleyebildiğim kadarıyla
ro İstanbul", XII. Uluslararası İstanbul Tiyatro
maz labirenti anımsıyor. Veee... Gencay Gü
da, hiçbir o l u m l u eleştiriye yüz vermiyor; dedi-
Festivali'nde, bütün dünyada ölümünün 100.
rün'ün iletisi: "Eyyy ahali! Yüzyıl önceki siya
ğ i m dedik, ö t t ü r d ü ğ ü m d ü d ü k y ö n t e m i n i terk
yılında anılan, 1880'lerde estetikçiliğin Londra
set, gördüğünüz gibi yüzyıl sonra da değişmi
edemiyor. Komedi y ö n e t i r k e n , g ü l d ü r e n öğe
edebiyat çevrelerinde öfke ve düş kırıklığı ya
yor".
ya da öğelerin insanların kusurları o l d u ğ u dü-
rattığı bir dönemde, zekası ve parlak kişiliğiy
Gene hepimiz biliyoruz ki, Wilde başarısını tö
şüncesinde mıhlanıp kalıyor da, oyun içinde
pe
konu. Eğri oturup, doğru konuşmak gerekirse
Wilde, gerek tiyatronun özünde, gerekse biçi
le, anılan çevrelerde kendine fevkalade önem
re komedisi diye tanımlayabileceğimiz biçim
bu düşünceyi tartışmaya açmaya çekiniyor. Bi-
li bir yer edinen ünlü yazarın, 1895'te yazdığı
deki yapıtlarıyla kazanmış. Karmaşık ve yapay
zi g ü l d ü r e n kusurları ahlaksızlıkla ilintili görü
"An İdeal Husband- İdeal Bir Koca"sını sahneli
bir olay örgüsüne sahip, gerilimin gitgide ar
yor, ama onların t o p l u m l a uyumsuzlukların
yor.
tarak doruğa ulaştığı, mutlu son biçemindeki
dan d o ğ d u ğ u n u kabul etmiyor. Gürün'ün yö-
"İdeal Bir Koca"yı Gencay Gürün, Nilgün Gür-
(Üslubundaki), nükte ve zekaya dayalı yeni bir
netiminde kusur ya da uyumsuzluk, gülünç ki
kan'ın saygı duyulacak görkemli dekoru ve
oyun türü yaratmış. Döneminde, Fransız tiyat
ş i n i n , g ü l ü n e n kişinin ruhsal d u r u m u n a b i r
Yüksel Aymaz'ın titiz ışık çalışması eşliğinde
rosunun köhnemiş kalıplarını silkeleyen "Lady
asalak g i b i yabancı kalmıyor. Kusur, kişinin
sunmakta. Tiyatromuzun ustalarından küçük
Windermere'in Yelpazesi", bu türün ilk örnek
t ü m varlığını emiyor ve o n u olduğunca değiş-
bir demet de, bu oyunda bir araya gelmiş.
lerinden sayılmış. Sonra "Ehemmiyetsiz Bir Ka
tiriyor, üstüne üstlük kişinin d r a m konusu ol
İdeal Bir Koca • Tiyatro İstanbul / Türkiye Yazan; O s c a r W i l d e Çeviren ve Yöneten: G e n c a y G ü r ü n Sahne Tasarımı: N i l g ü n G ü r k a n Giysi Tasarımı: Sevim Ç a v d a r Işık Tasarımı: Yüksel A y m a z Müzik: Gaye A k ç ı l Oynayanlar: K e m a l Bekir, Şahnaz Ç a k ı r a l p , A r s e n G ü r z a p , C a n G ü r z a p , İlkay Saran, N u r s e l i İdiz, K a z ı m A k ş a r 32
masına ramak kalıyor. Konu tümüyle çiklet gibi çiğnendikçe çiğneniyor. Gürün'ün sahne üstü devinimleri zamanlamasında da, bu kere iyiden iyiye bir şaşkınlık seziliyor. Olacak iş değil, vurgu nerede gerçekleşecek mi hiç zamanlamamış! Örneğin, Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan Sir Albert'i oynayan Kazım Akşar: "Kendimi satmadım, başarıyı satın aldım" derken ve Nurseli İdiz ikinci perde ortasında, zaman planı veril mediğinden gerginleşiyor; bu da devinimden önce vurgu ya da vurgudan önce devinim kargaşası yaratıyor. Bunca deneyimli oyuncu, Gencay Gürün yönetiminde oyunculuklarını, hani Meyerhold'un "ön oyun culuk" olarak adlandırdığı süzgeçten geçirmediklerinden olsa gerek, izleyicinin sahnedeki olaylar zincirine yönelmesi pek zor oluyor. İzleyenler anımsayacaktır, Nurseli İdiz, birinci perdede, sahnenin solunda Ka zım Akşar ile uzun süre üç çeyrek pozisyonda kalıyor. Can GürzapNurseli İdiz ikili sahnesinde "Counter Cross", tam anlamıyla kör kör parmağım gözüne. Yetmez, savsaklama da var. Örneğin, Can Gürzap, izleyiciye göre sahnenin solundaki "müzik odasına giriyor, soldan yeni giriş yapıyor. Ortadaki kapı cümle kapısı! Haaa, bir de birinci bölümün sonunda, Sir Robert'in koltukta yalnız kaldığı an var. Anımsayın lütfen, hani Sir Robert koltuktan kalkıyor, soldan çıkış yaptıktan sonra perde kapanıyor ya! Perde neden çıkışı bekler, Tanrı aşkına biri bana anlatsın, n'olur!
a
Oyuncular, paylaşmalı pozisyonlara yabancı olmadıklarından, eşit vurgular kendiliğinden sağlanıyor. Yukarıda da söylediğim gibi, Sevim
Çavdar'ın giysi tasarımı koşulları, duyguları ve estetiği doğru olarak
cy
yansıtıyor. "Mihri Müşfik"te uzun süre, bıkmadan usanmadan aradığım, adı olup da, kendisini bir türlü bulamadığım Nurseli İdiz, bu kez
ar". İdiz, izleyiciyi en iyi gözlemleyen, en iyi inceleyen, kişiselleştirdikten sonra aktarmasını pek iyi bilen olarak karşımıza çıkıyor. Bir oyuncunun oyunculuğuyla imgelemesinin birbirleriyle ne denli ilintili olduğunu pek güzel sergiliyor. Oyun nasıl olursa olsun, onun o her zaman
pe
denk gelmeyen olgulara karşılık vermek, yansıtmak gibi yetenekleri, oyuncu duyarlılığı var, bunu yadsıyamayız elbette. Can Gürzap, trajik
ya da komik görünüşü, iç tonlama ile ortaya çıkarmakta müthiş başarılı Arsen Gürzap, artistik duyarlılığını korumak ya da başka bir deyimle çoğalmak için markelenmeye ve ayırtı (nüans) hatalarına doğal olarak
tepki gösterirken, ses deneyimini enfes kullanıyor. Genç oyuncu Şahnaz Çakıralp'te, imgelemeyi sözcüklerle ve duygularla aktarım yetene-
ği seziliyor. Dilerim geliştirir kendini. Yılların Kemal Bekir'i, gözlemciliğiği, inceleyen, karakterize eden, aktarıcı kimliğini korumakta. İlkay Saran, "tıs tıs'lı ve zaman zaman rahatsız edici tonlamalarına karşın, gene de sevimli bir tip çiziyor. Kazım Akşar, gözlemciliği, ölçülü ve önemli oyunculuğu yanı sıra, yüz kaslarını gayet güzel kontrol altında almasıyla dikkat çekiyor. azının sonu geldiğinde, arkanıza yaslanıp: "Eyyy, eleştirmen! Sen ki, her oyunun emek ürünü olduğunu ve de ister beğenilsin, ister beğenilmesin ayakta alkışlanması gerektiğini söyleyensin, o halde yılların yönetmeni Gencay Gürün'den ne istersin?" diyebilirsiniz elbette,
çıların aracılığı ile yorumlarsa, kendisi de bir zanaatçı, usta bir zanaatçı
meraklısına ivedi yanıt: İzleyicinin günlük arayış ve beğeni düzeyine
demektir; ancak, eylemlerin, sözlerin, çizginin, rengin ve ritmin tas
kesinlikle inilmemesini, oyunun ruhunun devingen görüntü dilinde
tamam üstesinden geldiği zaman bir sanatçı olabilir. Böylece, piyes
iade edilmesini, sahneye koyucunun üstün bir sanat düzeyini tuttur-
yazarının yardımına da artık ihtiyacımız kalmayacaktır."
masını, halk beğenisine ödün verilmemesini isteyen Gordon Craig,
Craig böyle diyor demesine de, siz izlemediyseniz bir olanak yaratıp
Suat Taşer'in çevirisiyle bakınız ne demekte: "Yönetmen piyes
görün "İdeal Bir Koca"yı. Ola ki tümüyle beğenir, sonra da beni eleş
yazarının piyeslerini, aktörlerin, sahne ressamlarının ve öteki zanaat-
tirirsiniz. Kim bilir!
33
12.
ULUSLARARASI
İSTANBUL
T İY A T R O
FESTİVALİ
silcisi".
Festivalde izleyeceğimiz oyun "Ölüm, Yıkım ve
cy
The New York Times, Robert Wilson'u "De neysel tiyatro dünyasında zirvede bir figür ve zaman ve sahne alanını sınırsız uzama dönüş türen bir kaşif olarak" olarak nitelendiriyor. Susan Sonntag da, Wilson'un çalışmaları ile ilgili olarak "Büyük sanatsal yaratımlar" tanımı nı yapmıştır. "Dünyası onun kadar zengin ve etkin bir sanat adamı tanımadım".
a
ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım & detroit III Detroit", 1979 yılında Berlin Schaubühne'de
gerçekleştirildi. İkinci "Ölüm, Yıkım ve Detro it", 1987'de ilk gösterimini yaptı.
Umberto Eco'nun "Önceki Günün Adası" adlı
felsefi macera romanından, Edgar Ailen Poe'nun bir kısa öyküsünden ve evlat edindiği
pe
Texas'ta dünyaya gelen Robert Wilson, Texas Üniversitesi ve Brooklyn Pratt Enstitü'sünde eğitim gördü. 1969 yılında New York'da iki büyük prodüksiyona imza attı: "İspanya Kralı" ve "Sigmund Freud'un Yaşamı ve Dönemi".
1971 yılında gerçekleştirdiği "Sessiz Parıltı" ad lı 'sessiz' opera büyük yankı uyandırdı. Pa ris'teki gösterimden sonra Fransız sürrealist Louis Aragon, şöyle yazar: "Sürrealizmin için den doğan bizler için Wilson, izimizden git mesini ve bizi aşmasını istediğimiz neslin tem-
bir gemi kazası geçirmiş olan denizci Robert
della Griva'nın sanki bugünü dünden ayıran meridyeni arayışıdır. Roberto önceki günü adasını görür ama ona asla ulaşamaz. A: sevgilisine yazdığı mektupları dinleyerek ona sonsuz denizler ve zamansız uzamlar içinde izleriz. "ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım ve detroit III
otistik Christopher Knowles'in şiirlerinden yo
uzam içinde sonsuz bir gezidir. Güçlü sahne
la çıkarak kendi minimalist tiyatro anlayışı
ve ışık tasarımı bu sonsuzluğu çarpıcı bir renk
içinde yorumladığı, on iki sahneden oluşan
skalası içinde sunar. Bir sahne büyücüsü, sah-
"ÖNCEKİ GÜNLER, ölüm, yıkım ve detroit III",
ne mimarı olarak anılan Robert Wİlson'u
mahşer gününden başlayarak geri dönüşlerle,
"ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım ve detroit
tarihsel süreç içinde yıkım ve yeniden yapım
llI'ün müzikleri Japon besteci Ryuishi Sakama
olgusu üstünde durur. Oyunun özelliklerinden
to'ya ait. Oyunun zengin kadrosunda yer alan
biri, öykünün bir süreklilik içinde sunulmayışı-
sanatçılardan biri Isabella Rossellini. sinema
dır. Olaylar sürekli olarak zamanın gerisine gi
dünyasına Taviani kardeşlerin "II Prato-Çayı
der ve yeni bir bin yılın eşiğinde insanın mah
adlı filmiyle giren sanatçı, son yıllarda TV için
şer günü kâbuslarına ayna tutulur. 16.yy.da
çevirdiği "Crime of the C entury-Asrın Cürmü
ÖNCEKİ GÜNLER ölüm, yıkım & detroit III • Yapım: Change Performing Arts/İtalya Ortak Yapımcılar; Lincoln Center Festivali/ABD • Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali/Türkiye • MC93 Bobigny/Paris Metin: Umberto Eco Şiirler: Christopher Knowles Yöneten: Robert Wilson Sahne Tasarımı: Peter Bottozzi Giysi Tasannu: Jacques Reynaud Işık Tasarımı: A. J. Weissbard Müzik: Ryuichi Sakamoto Oyuncular: Isabella Rossellini, Elettra Bottazzi, Francis Bouc, Andre Gingras, Meg Harper, Makram Hamdam, Marianna Kavallieratos, Christopher Knowle, Restu Kusumaningrum, Brian Nishii, Fernando Nogueira, Areo Renz, Elisabetta Rpsso, Heiko Senst, Ines Somellera, Carlos Soto, Kameron Steele, Tassy Thompson Konuk Sanatçılar: Semiha Berksoy, Dechen Shak, Yetkin Dikinciler, Devrim Nas 34
ve Golden Globe, "Chicago Hope" ( U m u d u m Şikago) ile de Emmy Ödülleri'ne aday olmuştur. Oyunun bir başka önemli ismi de u n u t u l m a z Opera sanatçımız Semiha Berksoy. Konuk o y u n c u olarak T e m m u z ayında Lincoln Center'de bu oyunda oynayan Berksoy, şöyle konuşuyor: "Oyun sanki hareketlerin dili. M o d e r n dans değil, ama hareketler çok önemli. Örneğin dalgaların sahneye v u r d u ğ u çok önemli bir sahne var. Bunu aktörler gerçekleştiriyor. Wilson bu oyunda doğayı sanatsal y ö n d e n açıklıyor. A m a asla natüralist değil. Ölüler alemini, kıyamet g ü n ü n ü sürrealist resimlerle işliyor. Sürrealist o l d u ğ u kadar politik bir oyun. Ben Brantley imzasıyla New York Times'da çıkan "Düşler labirentinde bir gezi" başlıklı uzun eleştiri yazısında Berksoy için şöyle diyor:"Gecenin ses ve g ö r ü n t ü olarak akıllardan çıkmayan sahnesi, kırmızı bir divan üzerine uzanmış 90 yaşındaki Türk opera sanatçısı Semiha Berksoy'un sahneyi bir uçtan bir uca katederken söylediği "Tristan ve Isolde" operasından Isolde'nin "Aşk Ö l ü m ü " aryasıydı. Berksoy bir Barok çağ N o r m a Desmond'unu anımsatıyordu". Robert Wilson yeni sezonda H a m b u r g Thalia Tiyatrosu için Lou Reed ile ortak çalışması "Poetry-Şiir Sanatı"nı, Zürih operası için Wagner'in "Das
cy a
Rheingold-Ren Altını" operasını ve Büchner'in "Woyzeck" yapıtının bir uyarlamasını da, Tom Waits'in besteleriyle Kopenhag Betty Nansen t i yatrosu için sahneleyecek.
pe
Onları da görebilmeyi diliyoruz.
35
12.
B
r
e
c
ULUSLARARASI
h
t
B
u
İSTANBUL
r
a
d
TİYATRO
a
FESTİVALİ
v e
Ş
i
m
d
i
HANNA SCHYGULLA
Altın küpeli Hanna Schygulla... Bu görüntü karşısında gülümsememek imkansız. Alman oyuncu, Reims sakinlerine iki akşamdır kendi
cy
pe
Hanna Schygulla, Brecht'in şiirlerini ve şarkıla rını Kurt Weill ile Hanns Eissler'in müziği eşli ğinde seslendiriyor. Hanna Schygulla, yeni Al man Sinemasının en önemli kadın oyuncula rından biridir. Straub, Schlöndorff, Wenders ve von Trotta ile birlikte çalıştı. Onu ilk kez gördüğü an, daha filminde bile oynatmadan, onun filmlerinin starı olacağını düşünen Fassbinder'in vazgeçemediği oyuncusu oldu. Fassbinder'in yirmi filminde oynadı. Canlandırdığı 'Maria Braun' karakteri Hanna Schygulla'nın dünya çapında ünlü olmasını sağladı ve ona uluslararası sinemanın kapılarını açtı. İnsan yaşamında bir geçiş dönemini simgeleyen elli yaşı geride bırakan Hanna Schygulla, artık si nema dünyasından ilgisini çeken teklifler almı yor.
a
Hanna Schygulla Brecht'in Şarkılarını Söylüyor
Ama Hanna Schygulla'nın tutkuları var. Yaşa mında vazgeçemediği insanlar var. Uzun yıl lardır ısrarla sürdürdüğü, hiç peşini bırakma yan iç sorgulamaları var. Çünkü o, kendi top rağını sürekli kazan köylü gibi, yaşamını didik didik ediyor.
Brecht'in adı geçtiği an, onun dizeleriyle bü yüdüğünü söylüyor. "Komünist Almanya'da olduğu gibi kapitalist Almanya'da da bana onun dizeleri eşlik etti. Onun dehası dünyada ki tüm duvarlardan daha sert, daha karşı ko nulmazdı." Artık kendisine şu soruyu sorma nın zamanı gelmişti: "Bu büyük yazar, onun kulağına bugün neler fısıldıyordu?" Sorunun yanıtını Kurt Weill ile Hans Eissler'in müziğinin eşliğinde, Brecht'in sözlerinde, pek fazla bilin meyen "Brecht Şarkıları"nda arıyor. Kendi sözcüklerinde de arıyor. Kendi sesinin ve be deninin eşlik ettiği sözcüklerde bir yanıt bul mayı düşlüyor.
Komünist yaşam biçiminin modasının geçtiği ni söylüyor. Zenginlerin her geçen gün daha zengin, yoksulların ise daha yoksul olduğunu görünce soruyor: "Nereye gidiyoruz? Ne ya pabilir, nasıl karşı çıkabiliriz?" İşte o zaman yine Brecht'e sığınıyor. Ne de ol sa bu soruların yanıtını herkesten önce o ver mişti. Bu güçlü sese piyanoda Jean-Pascal Meyer eş lik ediyor. (L'union 24 Şubat 2000 Çeviren: Ayşe Ece) Brecht ve Hanna, Burada ve Şimdi La Comedie sahnesindeki üç askıya üç farklı elbise asılmış. Biri çocuk elbisesi; diğeri yetiş kinlerin, öteki de yaşlıların giydiği elbiseler den. İnsanın aklına hemen Üç Ayı ya da Altın Küpeler geliyor.
öyküsünü anlatıyor. Büyük bir insanla, üstün bir dahi ile kurduğu ilişkiden de söz ediyor: Hanna Schygulla ve Bertolt Brecht. Daha oyunun başında içten olacağını söyle yen Hanna Schygulla, kendi dünyasını tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Çocukluğunu, isyanlarını anlatıyor: "Henüz küçücük bir ço cukken bile Tanrı'nın bir gün bize hesap sora cağı düşüncesini içime sindiremezdim." Kalbi nin heyecanla çarpmaya başladığı ilk gençlik günlerini; insanlara armağan ettiği, sonra da onların elinde bir kuklaya dönüşen bedenini anımsıyor. Daha iyi bir dünyaya olan inancın dan, avucunda sakladığı kızıl bayraktan söz ediyor. Çocukluğuyla başlayan bu uzun yolcu lukta ona Brecht eşlik ediyor. Onun şarkılarını söylüyor; şarkıları onun o güçlü sesinden Al manca dinliyoruz. İşte o zaman Brecht'in oyunlarını, şiirlerini ve şarkılarını başka bir dile çevirdiğimiz an, onla rın güçlerinden bir şeyler yitirdikleri ortaya çıkıyor. Almanca'nın vurgularının ve o özel sesinin, varoluşu, karşı çıkmayı, sorgulamayı ve yaşamla dalga geçmeyi ve bunların hepsini içeren bir düşünce biçimini çevreleyen ritme sahip olduğunu anlıyoruz. "Sahneye insanların hoşuna gitmek için çıkıl maz.", diyor Hanna Schygulla. O da dizelerini insanların hoşuna gitmek, onları eğlendirmek için kaleme almamıştı. Brecht gerçekten de "burada ve şimdi"; çün kü Hanna Schygulla onun dizelerine hem sesini hem de kırılganlığını armağan ediyor. "Kardeşlik" temasının izdüşümlerini sahnede görmek isterseniz... L 'union 28 Şubat 2000 Çeviren: Ayşe Ece
Brecht Burada ve Şimdi • Hanna Schygulla / Almanya Piyano: Matthieu Gonet Sanatsal İşbirliği: Julie Brochen, Alicia Bustamente Sahne Tasarımı: Lise-Marie Brochen Giysi Tasarımı: Sylvette Dequest Işık Tasarımı: Benoit Theron 36
Ö
pe
cy
a
nümde, bu derginin geçen yaz Devlet Tiyatroları'nda yapılan "darbe"den bu yana yayımlanmış tüm sayıları duruyor. 8-9 aylık bir sürede söz konusu kurum da yaşanan, sanat adını lekeleyen çirkinlikler dizisi, nerdeyse bir "Tiyatro Susurluk'u" boyutlarına varmış durumda. Bu derginin çeşitli sayılarında konu üzerine yazılanlar üst üste konulsa, kalınca bir kitap eder. Tiyatro... Tiyatro... bu bağlamda tarihe bilgi düşmek görevini şu ana dek kusursuz yerine getirmiştir, kanımca. Orası öyle de, ben bu sayfalara yeniden bakıyor, bakıyorum ve içimi yoğun bir sıkıntı kaplıyor; hem yaşananlardan, hem onlar üzerine söz etmeyi tasarlamış olmaktan. Ayrıca, bir kitabı dolduracak içerikte olaylar dizisi için tek yazıda ne denir? Öyleyse olup bitenleri başlıklara ve özet akta rımlara taşıyarak sıralamalıyım. (Bu başlıkların kimi Dergi'nin, kimi benim başlıklarım olacak, ama doğal ki bunlar olayların tümünü kapsayamayacak:) "(Kültür Bakanı'nın kanatları altında) saray darbesi", "bir gecede yönetim katının çoğunun görevinden alınması", "basına dağıtılan (darbe yönetimini öven) imzasız haber metinleri", "Kültür Bakanlığı faksın dan çıkma (darbeci yönetimi öven) imzasız açıklama", "kendi darbesini 'iyi' olarak niteleyen darbeci sa natçı!", "darbeyi onaylamadıklarını duyuran çok sayıda D.T. sanatçısı için açılan soruşturma", "darbeci Genel Müdür'e yönelik (belgeleri yayımlanan) 'eser hırsızlığı' ve 'evrakta sahtecilik' suçlaması; bu konuda Bakanlık'tan hiçbir ses çıkmaması", "sahtecilikle suçlanan Genel Müdür'e Dünya Tiyatro Günü Bildirisini yazma sorumluluk ve onurunun verilmesi", "ona bu onuru veren, İTİ Türkiye Merkezi Başkanı ve D.T. Edebi Kurul Başkanı'nın 'sahtecilik suçlaması' konusunda 'bir işlem belirsizliği' yollu korumacılığı, bunun tepki almasının ardından ise 'Ben Genel Müdür'ün avukatı değilim.' açıklaması", "aynı yetkilinin eski bir genel müdürü 'telif hakkından aşırı ve haksız kazanç sağlamakla' suçlaması; aynı günlerde, kendisinin D.T. repertuarında beş oyununun bulunduğunun dergi sayfalarına yansıması", "Genel Müdür'ün ilan ver meme ve tehdit yoluyla basındaki 'muhalifleri' sindirme çabalamaları", "geçmiş yıllarda başarıyla oynan mış, hâlâ izleyicisi olan kimi oyunların repertuardan çıkarılması", "darbecilerin repertuarda kendilerinin, rol dağıtımında yakınlarının çıkarlarını kollamaları", "Bakan'ın yanında onun Özel Kalem Müdürü gibi davranan Genel Müdür'ün, kurum içinde sanatçı arkadaşlarına zorbalık taslaması", "D.T. yapımlarının genel niteliğinde çok belirgin bir düşüşün yaygın biçimde gözlenmesi ve basında değerlendirilmesi", "TOBAV Başkanlığının konumu gereği bu olumsuzluklara karşı durması beklenirken, olumsuzlukları üreten yönetimle dayanışmada olduğu görünümünü vermesi", "ünlü iş adamı ve TV komiği Sakıp Sabancı'nın, oyun değeri taşımadığı ilgili sanatçılarca belirtilen 'oyununun', Bakan'dan oyunculara dek uzanan bir 'emir komuta zinciri' ile sahnelenmesinin sağlanması", "bu dayatma ile hatırı sayılır bir paparazzi skandahna yol açılmış olması", "Tiyatro Festivali'ne D.T.'dan girecek oyunu dayatma girişimi, bu sonuç verme yince Festival yönetimince istenen oyuna da Genel Müdürlükçe izin verilmemesi", "D.T. sanatçılarının tüm bu olup bitene topluca, onurlu bir karşı koyuş gösterebilmiş olmamaları", "kimi yazar ve tiyatro ya zarlarının da -bir yerlerle kötü olmamak için olsa gerek- konudan uzak durmuş olmaları" (Son iki mad de tümüyle kişisel görüşümdür.)
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu
Son olarak, son günlerin son ayıbı üzerine (yeni ve yeterince basın sayfalarına yansımamış olduğundan) başlık içeriğini aşan birkaç söz gerekli. Cuma Boynukara'nın -Kültür Bakanlığı ödüllü- oyunu "Çok Geç Olmadan", açılışından bir gün önce "kaldırılmış". Biletleri satılmış, gala düzenlemesi yapılmış oyunun bu garip kaderi, ertesi gün basından "duyuru"luyor: "(...) teknik nedenlerden dolayı ertelemek zorunda kal mıştır." Uzun süredir çalışılmakta olan oyun önceden bir kez ertelenmiş, ancak 'yetkililerce' izlenmesi so nucu "devam" onayını almışmış. Bu kez ise, Sakıp Ağa oyununun "iyi" olduğunu savunmuş olan "baş yetkili", perde açışından bir gün önce bu oyunu "iyi" bulmayıp "Ben bunu oynatmam" demiş! Evet, içimde yoğun bir sıkıntı var. Ben bu sayfadan bunları, bu halka halka çevremize yayılan kirleri yaz mak, yazma durumunda kalmak istemiyorum. İstediğim, uzun yıllardır yazıp söylediğim şeyin; Devletin tiyatrosunun olmasının yanlışlığının ve bu yanlı şın nerelere varabileceğinin önümüzdeki somut örneklerini göstererek görüşümü kanıtlamak da değil, hiç değil. Varılan nokta, kurumun kimliksel/yapısal yanlışlığına ilişkin tartışmaları gerilere itecek denli kay gılandırın. O nedenle benim içimde bir sıkıntı var. Bir eğitmen için mutluluk, eski öğrencilerinin alanlarında doğru, olumlu işler yaptıklarını görebilmektir. İş te o yüzden de içimde sıkıntı var. Çünkü, tüm bu "marifetlerin" imza sahibi genel müdür, benim eski bir öğrencim. Ama istemesem de, çok sıkılsam da, bu yazıyı yazmam gerektiğini biliyorum. Bu ülkenin tiyatrosunun ta rihine düşürülen leke karşısında suskun kalamayacağım için. Benim içimde bir sıkıntı var... Sizin?..
İÇİMDEBİRSIKINTI 37
T
O
B
A
V
'
I
N
Y
A
N
I
T
I
TOBAV'IN "HA PU BİZE DERS OLSUN"A YANITI T O B A V Gerçekten Y a n ı t Veriyor mu?
D
Konuları dedikodu ve dedim-dedi şeklinde ele almak yerine yöntem sel açıdan ele almış olsaydınız sizde olması gereken başarıya ulaşa bilirdiniz.
erginizin "Bu Bize ders olsun" isimli yazısında TOBAV; TOBAV Genel Başkanı ve Genel Sayman ile ilgili olarak tamamen yanlış bilgi ve algılamaya dayalı bir yazı yazmış bulunuyorsunuz.
TOBAV, belirlemiş olduğu idealler doğrultusunda çok küçük bütçe lerle ama özveriyle pek çok büyük işler yapmıştır. Yaptıklarını da, belgeleyerek konuyla ilgilenenlerin bilgisine sunmuştur. Bugün ülke mizde tiyatro kültürü, eğitimi, işletme prensipleri, hak arama yolları ve mesleğin kazanması gereken sistem arayışları konusunda piyasa da türemiş görüşlerin hemen hepsi işte bu kaynaklardan esinlenmiş tir.
Bu yazınızdan, daha önce tiyatroculuk yapmadığınız, prodüksiyon hazırlamadığınız, festival düzenlemedi ğiniz, seminer yapmadığınız, kurultay düzenlemedi ğiniz anlaşılıyor. Çünkü eğer daha önce yukarıda belirtilen işlerden bir tanesini ger çekleştirmiş olsaydınız böyle bir yazı yazmazdınız.
a
Tiyatro Tiyatro Dergisi gerçekten ülkemiz tiyatrosu için gerekli bir dergi olabilirdi. Ancak, sizin mesleğin içinden gelmemeniz, mesle ğin yönetim, organizasyon, işletme prensipleri ile ilginizin eksikliği, konuyu bir idealden çok kişisel bir ticaret unsuru olarak görmenize neden olabilir. Ancak konuyu bir ticaret unsuru olarak dahi görse niz, derginin işletmesinde tutturacağınız nitelik ile belirttiğiniz borç ları biriktirmez ya da size destek verenlerle, eksikleriniz nedeniyle gereksiz polemiklere girmezdiniz.
Yazınızda yaşanmış olayları adeta bir ihbar üslubu içerisinde anlatı yorsunuz.
cy
Oysa ortada bir ihbar konusu yoktur.
Olay bir paranın kullanımı ile olarak tamamen teknik düzeyde bir konudur. Bu teknik ise gizli değil, en açık ve meşru yollardan yazılı olarak da şahsınıza ifade edilmiş bulunmaktadır. Zaten siz de gizli olmayan bu belgelerden birisini yazınızda kullanmaktasınız.
Bugün ne yazık ki gelinen nokta sizin yanlışlarınızdan kaynaklanmış tır.
pe
Çünkü bir kuruluş üzerinden bir şahsın organize edeceği bir etkinli ğe gerekli para ancak yapılan harcamaların faturaları ibraz edildikçe yapılır. Yapılan harcamaların faturaları ibraz edilmeden ödeme ya pılmaz.
TOBAV'ın bu ilkeyi uygulamasına gösterdiğiniz tepki, sizin bu tür or ganizasyonlar yapmamış olduğunuzu ve bu tarz çalışmaların işleyiş ve ilkelerini de bilmediğinizi de açıkça ortaya koymuştur.
Ancak siz paranın bütününü çekerek borçlarınızı yatırma eğiliminizi açıkça gösterdiğiniz için TOBAV bu işleyişte gereken kurum titizliği ni göstererek faturalarınıza ödeme yapmış, kurultayın bitiminden 2 gün sonra da tüm faturaları ibraz etmeniz sonunda gereken öde melerin tümünü tamamlamıştır. Böyle bir çalışmada iki gün gecik me sözü bile edilmeyecek bir gecikmedir. Çünkü faturaların gözden geçirilmesi ve hesapların kapatılması zaten bundan daha kısa bir sü rede yapılamazdı. Kaldı ki, bankacılık işlemleri ve mesai saatleri de göz önünde bulundurulursa, 2 günü bir gecikme olarak da göster meniz, yine sizin bu konularda ne kadar deneyimsiz olduğunuzun bir kanıtıdır.
Bu gerçeği kabul etmeniz bile bir kazanım olabilir.
İsterseniz bu mektubun tümünü Tiyatro Tiyatro Dergisi'nde yayımla yabilirsiniz. Ancak ticaretinizi saygın kişi ve kuruluşları buna alet etmeden yap manız da mümkün olabilir. Bunun için de tiyatroculuk mesleğini ve sorunlarını dedikodu yaratma şeklinde değil daha ciddi boyutlarda ele alacak bir birikim için çalışma yapmanız gerekmektedir. Başarı dileklerim ve saygılarımla. Oya Soykök Vakıf Müdürü
TOBAV'ın konuya ilişkin açıklaması burada bitiyor. Geçen sayıdaki açıklama ile konuyu tarihe bırakmaya kararlıydım, ancak TOBAV Yönetimi'nin, her zaman olduğu gibi konunun etrafında dolaşarak asıl soruyu yanıtlamadan, karşı tarafı suçlayıcı, karalayıcı tavrını sürdür mekte olduğunu görünce zorunlu olarak savlarımı yenilemek iste dim.
Sözünü ettiğiniz ve Volker Ludvig'e ödemediğiniz borç konusunda ise TOBAV'ın hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü sözünü ettiğiniz meblağ ile TOBAV'ın hiçbir alışverişi zaten olmamıştır. Bu meblağ ile ilgili olarak siz TOBA V ile çalışmak isteme diğinizi belirttiğiniz için olay tamamen sizin ve zamanın müsteşar yardımcısının arasındaki bir ilişkidir.
TOBAV'ın yanıtını dört ana başlıkta toplamak mümkün: 1. "Daha önce tiyatroculuk yapmamak, prodüksiyon hazırlamamak, festival düzenlememek, seminer yapmamak, kurultay düzenleme mek. "
Ancak konulara yaklaşımınızın, söz konusu miktarların size ödenme si halinde dahi yetersiz kalacağı, kullanmış olduğunuz mantığın yan lışlığında aranmalıdır.
2. TOBAV'ın, Tiyatro... Tiyatro...'nun gerçekleştirdiği " 1 . Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Eğitim Festivali" ve "Türkiye Çocuk Tiyatroları Kurultayı" etkinliği için bakanlıktan talep ettiği desteğin TOBAV
38
T
O
B
A
V
'
I
N
Y
kanalıyla gelmesine yönelik talepler ve TOBAV'ın geciktirmesi. TOBAV'a göre 2 günlük bir gecikme.
A
N
I
T
I
e. "iki günlük gecikme, normaldir." Bence de, bir önceki sayıda açık ladığım gibi eğer Alhan Özdemir'in söylediği gibi paranın repoda ol ması değil de, faturaların incelenmesi ise gerekçe, yanlış bilgi veriyor TOBAV. Çünkü, 5 milyarın 2.5 milyarı Mart başında ödendi tarafımı za, hiç fatura falan vermemiştik o sıralar. 3'ünde biten Kurultay'dan sonra kalan paranın 5'inde gönderildiğinde de halen herhangi bir belge, fatura vs. tarafımızdan TOBAV'a gönderilmemişti. Yaklaşık 15-20 gün sonra gönderdik faturaları. Yanlış bilgi vermeyin, yanlış bilginin ardında ne kadar doğru çalıştığınızı kanıtlamaya çalışmayın, doğru bilgi verin, doğru bilgi üzerinden konuşun. Gecikme iki gün değil, 5 ay. Yani 5 aylık repo faizi.
3. "Tiyatro Tiyatro Dergisi gerçekten ülkemiz tiyatrosu için gerekli bir dergi olabilirdi." 4. "Ticareti" bilmememiz. Dört başlıkta toparlayarak yanıtlamak istiyorum. Gördüğünüz gibi üç başlıkta konunun dışında dolaşılıyor, birinde ise yanıt verilmiyor. Birinci maddeden başlarsak, benim bugüne kadar hangi deneyimler den geçtiğimin sorgulanması TOBAV'ın haddine değildir. Gerçekle şen etkinliklerin sonuçlarıdır önemli olan. Örneğin, kendilerinin de katıldığı "Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı" organizasyonuna ilişkin gördükleri, saptadıkları, duydukları, hissettikleri bir aksaklık varsa, hatta 'olsa iyi olurdu' dedikleri bir saptamaları varsa, lütfen bildirsin ler. Ancak, iki konuyu belirtmem gerek. Birincisi, Kurultay'a katılan ların duyurulduğu listelerde TOBAV 'dan kimseyi görmeniz mümkün değildir, çünkü TOBAV katılacağını son gün belirtti, Kurultay bildirile rinde hiçbir TOBAV katılımcısının bildirisini görmeniz de mümkün de ğildir, çünkü TOBAV'dan hiç kimse bir bildiri hazırlamak zahmetine bile katlanmadı. Kurultay'da komisyon çalışmalarına, TOBAV katılım cılarının ancak üçte biri katılmıştır. Diğerlerini, örneğin TOBAV adına açıklama yapan TOBAV Müdürü Oya Soykök'ü hiçbir toplantıda, hiç kimse görmemiştir. Kendileri havuz kenarında güneşlenmekteydiler. Bağışlasınlar beni bu düzeye indiğim için, ama bu gerçekliği taşıyan birinin benim organizasyon deneyimimden bahsetmek ve yok diye suçlaması için biraz edep, biraz da bilgi gerekir. Edeple ilgili olduğu için havuz sefasını anlatmak zorunda kaldım. Bilgi konusuna gelir sek, bu satırların yazarı Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün kurucuların dan ve CKK'nın Türkiye çapında gerçekleştirdiği 15'in üzerindeki Ki tap Fuarlarının organizatörüdür. Her bir organizasyon boyutunu ise izlemiş olanlar bilir. (Bu açıklamalar için okur beni bağışlasın) TO BAV'ın düzenlediği minik Alaçatı Festivali'ni ise izleyenler bilir, son festivali ben de yazmıştım. Yazdıklarım, eleştirilerim düzeltilmediği gibi 'haklı da bulunmuştu', TOBAV Yöneticileri tarafından.
3. "Tiyatro Tiyatro Dergisi gerçekten ülkemiz tiyatrosu için gerekli bir dergi olabilirdi." "Olabilirdi"nin ardı, olamadığıdır. TOBAV böyle düşünüyorsa, doğrudur. Ancak, olamama süreci ne zaman, hangi sayı ile başladı, yoksa baştan beri mi bu şansı yoktu? Hadi şu sapta-
"Ticareti" bilmememiz. Bakın işte bu doğru. Ticaret bir türlü öğrenemediğimi ben de biliyorum, sevmiyorum, ama yaptığım işin önemli bir yanı "ticaret" ve bunu öğrenmek zorundayım. Bu saptamayı yapabilen TOBAV, acaba uygun
a
gördükleri bir süre için yanlarında staj yapmama izin verirler mi? Buna gerçekten ihtiyacım var.
cy
manızın başladığı tarihi belirtin de biz de öğrenelim. Örneğin, İstan bul'daki TOBAV'lı (TOBAV'lıdan kastım bu yönetimin içinde bulunan arkadaşlardır) arkadaşlar, İ. Rahmi Dilligil'in intihaline yönelik yaptığı mız yayınlarla birlikte bu saptamada bulundular, TOBAV Yönetimi için de bu tarih doğru mu?
pe
İkinci bölümde ise, söyleyecek yeni bir şey yok. Geçen sayı olduğu gibi bütün detayları ile anlattım. Tekrarlamayacağım. Sadece mad de başlıkları ile anımsatayım, konuyu açmak isterlerse kolaylık olsun.
a. Etkinlik TOBAV'ın etkinliği değil. Geçen sayı yayımladığımız Ba kanlık başvuru yazısı da bunu göstermekte. b. Söz konusu olan 5 milyar TL. Bakanlıktan, Kurultay için değil, sıra sıyla, gerçekleştirilecek olan; "Eğitim Programı", "Kurultay" ve "Festival"in ön hazırlıkları için talep edilmiştir. Bizim başvurumuzda da ol duğu gibi, TOBAV'ın ön yazısında da bu böyle belirtilmiştir.
"'1. Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Eğitim Festivali' ve 'Türki ye Çocuk Tiyatroları Kurultayı' için Bakanlığınızın 25.000.000.000.(Yirmi beş milyar) TL'si desteğine gereksinmemiz vardır. Bu deste ğin, 5.000.000.000.- (Beş milyar) TL'sinin, 1997 bütçesinden Aralık ayında karşılanması, projenin şu anda hareket edilmesi gereken yanlarının hızlandırılmasına yardımcı olacaktır." "Bizim ilgimiz yok diğerleriyle" diye sıyrılmaya çalışmalarının ardında yatan ise verilen iş planında sadece Kurultay'ı göstermelerine dayan maktadır. Bir önceki sayıda anlatmıştık, kendi projemizde bizi taşaron olarak gösterdiler. Zorunlu bıraktılar.
4. "Ticareti" bilmememiz. Bakın işte bu doğru. Ticareti bir türlü öğ renemediğimi ben de biliyorum, sevmiyorum ama yaptığım işin önemli bir yanı "ticaret" ve bunu öğrenmek zorundayım. Bu sapta mayı yapabilen TOBAV, acaba uygun gördükleri bir süre için yanla rında staj yapmama izin verirler mi? Buna gerçekten ihtiyacım var. Bu konuda TOBAV Yönetiminden öğreneceğim çok şey olduğunu biliyorum. Son olarak, birinci maddeye tekrar dönersem, "tiyatroculuk yapma mak" iddianızın nedenini bir türlü anlamadım. Benim bugüne kadar, "tiyatroculuk" ile doğrudan ilgili "Oyun eleştirisi", "Kuramsal bir ya zı" vb. yazdığım görülmüş müdür şu geçen 10 yılda? Bu dergi ya yımlanmaya başladığı günden bu yana önce Danışma Kurulu (Hepsi tiyatroyla doğrudan ilgili insanlardı), sonra Yayın Yönetmenliği döne minde sırasıyla Dikmen Gürün ve Orhan Alkaya yönetmedi mi? Ço cuk Tiyatrosu konusunda ise yeterli bir görüş bütünlüğüne ulaşacak kadar bilgilendim, öğrendim ve model önerebilecek konumdayım. Hiç değilse, bir çocuk oyununu gruplandırırken 5-10 yaş arası diye, bilim dışı, akıl dışı bir saptamada bulunmayacak kadar bilgiliyim. Ben tiyatrocu değilim, ama...: "... Şimdi burada dikkat edilmesi gereken konu şu, o çıplaklık oyunu izlerken, beş dakika sonra artık unuttuğunuz bir durum haline gele biliyor mu? Yoksa o çıplaklığı hep, bizde hani böyle seksi mankenle rin poz verdikleri, aslında iç çamaşırları teşhir ediyormuş gibi yapıp da, esasında insanın içini gıcıklayan bir tarzda mankenlerin yürütül düğünü düşünecek olursanız, hep o üslupta mı akılda kalıyor, yani oyun bünyesinde, yoksa oyunun bir parçası olup, oyunun bütünlü ğü içerisinde o çıplaklığı bir süre sonra insanlar unutabiliyor mu? Eğer bunu yapabiliyor/arsa, unutabiliyor/arsa, o zaten oyunun bü-
c. 3 Aralık'ta başvuruyu yaptıkları anda, talep ettikleri % 10 komis yonu da içeren, sözleşme taslağını TOBAV'a gönderdik. Bir ayda inceleyemediler. Ocak 1998'de ise 'böyle bir sözleşme yapamayız' de melerinin gerekçesini açıklamıyorlar, hatırlatıyorum. Neden? d. TOBAV'a bu gerekçe karşısında, o zaman desteği Bakanlığa iade edin diye kaç kez başvurduğumu hatırlamıyorum, hatırlıyorlarsa ha tırlatsınlar.
39
T
O
B
A
V
'
I
N
Y
A
N
I
T
I
tünlüğü İle özdeşleşmiş bir çıplaklık demektir..." Yukarıdaki konuşma geçen yıl Uluslararası İstanbul Tiyatro Festiva linin açılış oyunu "Faust Sürüm 3.0"ın ardından bazı TV'lerde, "ti yatroda çıplaklık" yaygaralarından sonra Flash TV'de Tamer Le vent'in TOBAV Genel Başkanı olarak katıldığı telefon bağlantısında yaptığı açıklamadır. Evet, ben tiyatrocu değilim ama, "akılda kal mak", "bir süre sonra unutmak", "seksi mankenlerin iç çamaşırı defilesi"nin objektif değil, sübjektif saptamalar olduğunu sanıyo rum. "Akılda kalmak" derken, kimin aklından bahsediyor TOBAV Başkanı? Benim aklımdan mı? Tamer Levent'in aklından mı? Dağ başında çobanlık yapan, 18 yaşındaki delikanlının aklından mı? Bu belli değil. Örneğin benim aklımdan bahsediyorsa. "Faust Sürüm 3.0"daki çıplak sahne bugüne kadar aklımdan hiç çıkmadı(!), hep gözümün önüne gelir, durur(!), daha uzun yıllar da aklımdan çıka cağa benzemiyor(!). Ne diyeceğiz şimdi? Ölçütümüz akıl olduğuna göre, "Faust Sürüm 3.0"ı ne yapacağız? Buna rağmen, seksi man kenlerin iç çamaşırı defileleri ise benim içimi hiç gıcıklamıyor. Ortak akıl olmadığına göre nasıl çözeceğiz bu meseleleri? Tiyatrocu da değilim.
Orhan Kurtuldu ve Okday Korunan'ın Düzeltme Yazısı Sayın Mustafa Demirkanlı Tiyatro Tiyatro Dergisi
Derginizin Nisan 2000 tarihli nüshasının 21. sayfasında, şahsımızla ilgili olarak, "Deli İbrahim oyununda yaşanan skandal" başlığı altında bir haber ve yorum yazısı yayın lanmıştır. Bu yazı, aşağıda açıklandığı üzere, gerçeğe aykırı, haksız ve kişilik haklarımızı ihlâl edici mahiyette dir. Bu sebeple, Basın Kanununun ilgili maddesine da yanarak iki aylık yasal süresi içinde ve günlük inceleme süresini takiben çıkacak ilk nüshanın tüm' baskılarında, hiçbir mülâhaza ve işaret katmaksızın, cevap hakkında mütalâa beyan etmeksizin aynen ve tamamen yayınlan mak üzere, aşağıda tırnak işaretleri arasında yer alan cevap ve düzeltme yazımızı yollamaktayız. Şöyle ki;
TOBAV Genel Başkanı, Müdürleri Oya Soykök üzerinden konuşma yı bırakıp (veya Genel Müdürleri üzerinden de olabilir), bu konula-
"... Şimdi burada dikkat edilmesi gereken konu şu, o
tuttuğunuz bir durum haline gelebiliyor mu?
Yoksa o
çıplaklığı hep, bizde hani böyle seksi mankenlerin poz
cy
verdikleri, aslında iç çamaşırları teşhir ediyormuş gibi yapıp da, esasında insanın içini gıcıklayan bir tarzda düşünecek
olursanız,
hep
o üslupta mı akılda kalıyor, yani oyun bünyesinde, oyunun
bir parçası olup,
oyunun
bütünlüğü
pe
yoksa
içerisinde o çıplaklığı bir süre sonra insanlar unutabiliyor
mu?
"Düzeltme yazımıza neden olan yazınızda hakkımızda yer alan üslup, eleştiri ve yorumlar tamamen haksız ve hatta gerçek dışıdır. İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdür Yardımcısı olmamız sebebi ile görevli olarak bulundu ğumuz bir galada misafirlerimizle ve gelişen olaylarla ilgilenmek sorumluluk alanımız içindedir. Bu sorumlu luk gereği; Tiyatro... Tiyatro... Dergisi sahibi ve Sorum lu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Demirkanlı'ya galada da ğıttığı görülen yazının içeriği, konunun açıklığa kavuş ması amacıyla tarafımızdan özenli bir üslupla sorul muş, geçmişten gelen dostluğumuz çerçevesinde de kendisinden yanıt alınmaya çalışılmıştır. Konu ve olayın çarpıtılarak çirkin yorum ve üslup içinde kişilik hakları mızı rencide edip, okuyucunun gözünde farklı algılan mamızı ve mensubu olduğumuz 50 yıllık bir Cumhuri yet kurumu olan Devlet Tiyatrolarımızın hiç de hak et mediği şekilde yaralanması için verilen çabayı esefle kı nıyoruz.
a
çıplaklık oyunu izlerken, beş dakika sonra artık
mankenlerin yürütüldüğünü
28/4/2000
(Tamer
Levent)
ra açıklık getirsin. "Ben" demekten vazgeçip önerdikleri yöntem üzerinde ilerlesinler. Belki görmezlikten gelebilirler, bir önceki sayı daki "Tamer Levent'in Eşinin Programı, TRT'den Kaldırılınca 'Demokrasi Sorunu' Oluyor da..." konusuna ve İ. Rahmi Dilligil'in intihal ile suçlanmasına TOBAV ve TOMEB görüşlerini aktarsınlar ya da bizi ilgilendirmiyor desinler. Sessiz ve suskun kalmasın lar, istediklerinde hemen iki sayfa açıklama gönderebilme çabuklu ğu olan TOBAV, mesleği ilgilendiren, mesleğin bir sivil kurumu olan TOBAV'ı hepten ilgilendiren konularda biraz daha çabuk ol sun, olmalı. İ. Rahmi Dilligil'den çekinip veya yaptığı (varsa) pazar lıklara sadık kalmak için ahlaksal bir konuda suskun kalmasın. Ya rın bu konuda kendini aklamakta zorlanabilir. Zorlanmasın. Suç, Genel Müdür'ün suçu değil, yazar (!) İ. Rahmi Dilligil'in suçu. İkisi arasında ciddi fark var ve "Pantolonunu En Son Ne Zaman Gördün?"ün yazarları ve çevirmeni de bu mesleğin insanları. Genel Müdür olmasalar bile.
Ayrıca Devlet tiyatroları gişelerinde başka kişi ve kuru luşlarla ilgili yazılı, yazısız, reklam ve afişlemenin karşı tarafa ekonomik menfaat sağlayacak her türlü organi zasyonun yürütülemeyeceği gerçeği tüm kamuoyunca bilineceğinden Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin bu konu yu şahsımızı da içine alacak şekilde malzeme yapma telaşı içine girmesine de hiçbir anlam verememekteyiz. Kıymetli tiyatro severleri ve kamuoyunun gerçekleri bil me hakkının önüne geçilemeyeceğine inanan bir dü şüncenin sahibi olarak bu düzeltme yazısını kaleme al mak mecburiyetinde bırakılmaktan duyduğumuz üzün tü içinde tüm sanatseverleri sevgi ve saygıyla selam larız. " İşbu cevap düzeltme yazısının zamanında ve yasal şart lara uygun olarak yayımlanmaması halinde, Sulh Ceza Hakimliğine başvuru yapılarak yayınlatılacağını ve ay rıca manevi tazminat talebinde de bulunacağımızı say gıyla ve üzülerek bildiririz.
Son olarak, yan sütundaki arkadaşlara; hey sizi gidiler, demek Ti yatro... Tiyatro...'ya ekonomik menfaat sağlıyormuşsunuz ve dur durdunuz. 10 yıl sonra bunu bir siz, bir de İ. Rahmi Dilligil akıl etti. Hay aklınızla bin yaşayın emi.
Orhan Kurtuldu - Okday Korunan
Mustafa Demirkanlı
40
A
kıl, Ahlâk, Adalet, Adap. Alev Alatlı'nın "4 A"sı. Ülkenin ne kadar da ihtiyacı var, bu "4 A"ya. Toplumu derinden sarsan olaylar örgüsünün hemen hemen her birin de bu "4 A"nın en az birinin yittiğini görüyoruz. Topluma karşı sorumlu olan, ol ması gerekenlerin bu sorumlulukları hiçbir biçimde üstlenmediklerini, görev alan larını kendi işyerleri gibi gördüklerini, hesap vermek gibi bir sorumluluklarının ol madığını sandıklarını görüp görüp, Alev Alatlı'nın "4 A"sına hayıflanıp duruyorsu nuz, durduk yerde.
"Saray Darbesi" diye adlandırdığımız ve geçen 7 ayda ne kadar haklı olduğumuzu kanıtlamak için yoğun çaba sarf eden D.T. üst yönetimi ve Kültür Bakanı, suskunluğunu kaldırmak için ne bekliyor dersiniz? "Saray Darbesi" ve sonrası gelişmeleri Ahmet Levendoğlu köşesinde başlıklarıyla sı raladığı için yinelemeden, sonuçlarına doğru yol alalım isterseniz.
Birkaç kez yazdık, yineleyelim, Türk halkının bellek zayıfığına mı güveniyor bu yetkililer? Ahmet Levendoğlu'ndan ödünç aldığım ve sonrasında da kullanmak istediğim, "Tiyatro Susurluğu" nu bu dergi yayım landığı sürece her sayı gündeme getirecek, ta ki içinde "Sol" olan partinin Genel Başkanı ve Başbakan Bülent Ecevit'in, olaylara müdahale edip, sanatçı kimliğini de hatırlayarak, bu ülkede Kültür Bakanları, ka muoyunun sorularına açıklık getirmelidir diyene kadar. Artık Başbakan'a soruyoruz. Geçen sayı yayımladığımız, bu sayı devam ettiğimiz ve cevap alana kadar devam edeceğimiz sorulara, adında "Demokratik" ve "Sol" sözcükleri bulunan bir parti ne zaman yanıt verecek? Bakanınız yanıtlamıyorsa bu soruları, bakanınıza yanıtlatmayı veya siz yanıtlamayı düşünüyor musunuz? Bu sorulara ilave olarak daha pek çok soru var, onları şimdilik sormuyoruz. Bu sormayacağı mız anlamını taşımıyor. Şakir Eczacıbaşı'nın Önsöz Yazısını Kültür Bakanı Sansürledi
cy
a
Okur hatırlayacaktır, geçen sayı etraflıca anlattık olayın örgüsünü. Ama, ses yok. Bu ülkenin Kültür Baka nı, tekrarlıyorum, Kültür Bakanı, bir kitap yayımlamak istiyor, yayımlıyor da, ancak, önsöz sansürlenip, ki taptan son anda çıkartılıyor. Bu noktada sorumluluk taşıyan bir siyasi, "Ben bilmiyorum", "Kim yapmış acaba?" diyerek olayı geçiştiremez. Sorumluluk, Bakanda'dır, bu sorumluluğu kimseyle paylaşamaz, ka çamaz. Konu basit. Kitabı basma sorumluluğu Devlet Tiyatrosu'na verildiğine göre, sorumlulular bellidir. Önce Genel Müdür, sonra konuyla doğrudan ilgilenen, görevlendirilen personel. Bunların sayısı da mil yonları bulmadığına göre, konunun sorumlusunu bulmak, birkaç saatlik bir uğraştır. Bu uğraş yapılmadı ğına göre, geriye bir tek cevap kalıyor. Şakir Eczacıbaşı'nın "İki Gözüm Tunç" kitabına yazdığı önsözü Ba kan İstemihan Talay sansürlemiştir. Bakan, bu sorunun cevabını vermediği sürece, sorumluları bulmadığı sürece, tarihe "Sansürcü Bakan" olarak geçecektir. Ben iddia ediyorum ki, kitaptan önsözü bizzat baka nın kendisi çıkarttırmıştır. Bu böyle biline. Kültür Bakanı İntihalle Suçlandı, Cevap Bile Vermedi.
pe
Lirik Tarih gösterisini, yaratıcılarından izin alma gereği bile duymadan, bir iki değişiklikle, tekrar sahnele yen ve yaratıcılar olarak başka isimleri kullanan Kültür Bakanı İstemihan Talay, Milliyet Gazetesi'nde ya yımlanan "İntihal" haberine ne düzeltme gönderdi ne de tekzip etti. O zaman intihali üstleniyor dersek, yanlış bir şey demiş olmayız değil mi? Zaten bakanın, Genel Müdürü, Başrejisörü de intihalle suçlanıyor. Kim kime ses çıkartabilecek ki? Ses çıkartamamanın, başkaca nedenleri de yoksa? Sanki var mı ne? Kültür Bakanı Yasayı Yok Sayıyor.
"Patron" oyunununda yaşananların ardından, Ali Sürmeli'ye soruşturma açıldı, sonucunu hep beraber göreceğiz. Ancak, Ali Sürmeli'ye ceza verilemez. Verilemez çünkü, defalarca Edebi Kurul'da reddedilmiş ve şu anda da Edebi Kurul'dan geçmemiş "Patron" oyunu zaten Devlet Tiyatrosu Yasası çiğnenerek sah neleniyor. Yasaya göre, Edebi Kurul'dan geçmeyen oyunlar Devlet Tiyatroları'nda sahnelenemez. Mayıs ayının 5.'nde görüştüğümüz Edebi Kurul üyelerinden; Refik Erduran, Tuncer Cücenoğlu, Özdemir Nutku ve Erhan Gökgücü böyle bir karara imza atmadıklarını söyledi. Tuncer Cücenoğlu, bakan istediği için im zalayacağını belirtti, ama henüz imzalanmamıştı. İ. Rahmi Dilligil, Oğuz Tunç ve Mine Acar sanırım im zalar, ama henüz karar yok. Kültür Bakanı Devlet Tiyatroları Yasası'nı yok sayıyor.
KIRK YILDA BİR Mustafa Demirkanlı
Başbakan Bülent Ecevit, Olaylara Ne zaman Elkoyacak? Şimdi, artık söz Başbakan'da. Sanırım, edebiyat adamı kimliğini de taşıyan Başbakan olayların geldiği boyutta sessizliğini sürdürmeyip, müdahale edecek ve kamuoyunu rahatsız eden olaylar zincirine açıklık getirecektir. Eğer, Başbakan da sessizliği seçerse, olaylara açıklık getirmek bizim görevimiz olacaktır. Şim dilik Başbakanı bekliyoruz. "4 A"ya çok ihtiyacımız var. Hem de çok fazla.
KÜLTÜR B A K A N I S A N S Ü R L E D İ 41
İ
T O B A V
S e ç i m l e r i
Z
L
E
N
İ
M
Ü z e r i n e
G e z i
N o t l a r ı
KÜÇÜĞÜM, KÜÇÜKSÜN, KÜÇÜĞÜZ, KÜÇÜK Küçük
cy
a
vent'in Mehmet Ege'yi sevmediğini anlamış tık. Bu Mehmet Ege de ne diye ortaya çıkıp aday oluyor ki canım. Onun yüzünden az da ha Tamer Levent küsüp salonu terk edecekti. Allahtan sonunda en büyüğümüzün adayı di van başkanı oldu da bizlere küsmekten vaz geçti. Ama yine de bizler sürekli azar işitmek ten kurtulamıyorduk. Galiba sonunda sınıfta kalacaktık. Aramızda çalışkan arkadaşlarımız da yok değildi. Tabii ki en büyüğümüz onları seviyordu, bizden kaçmazdı. En büyüğümüz bizlere hep demokrasi kültüründen bahsedi yordu, ama ondan farklı düşünenlere kızma dan da duramıyordu. Biz Emre Kongar'ın şu sözlerini hatırlamaktan geri duramıyorduk: "Demokrasi kültürünün temelinde esas ola rak "kendime istediğim özgürlükleri başkası na da tanımak gereklidir." anlayışı yatar. De mokrasi kültürünün temelinde ayrıca, önce "kendine saygı" sonra bu saygının "insana saygı" biçimine dönüşmüş hali yatar."
pe
Henüz üç aylık üye olmam dolayısıyla "küçük" bir üyesi olduğum TOBAV'ın 10. Olağan Ge nel Kurul Toplantısı'na katılmak üzere yola çıkmaya karar verişimden başlamak istiyorum. Uzaktan da olsa yıllardır hep merak ettiğim bir konuydu Tamer Levent'in uzun TOBAV se rüveni. Hiç mi alternatifi yoktu?, yorulmamış mıydı?, acaba biraz ara vermeli ve dışardan bakabilmenin keyfini yaşamalı mıydı? Neden kendisinden başka hiç kimseye güvenmiyor du? Paylaşmayı neden istemiyordu? Ve tüm TOBAV üyeleri bu durumdan memnun muy du? TOBAV'ın 20 yılda katettiği mesafe ney di? Bütün bu sorulan düşünürken bir gün ben de kendimi üyeler arasında buldum. Ama he nüz çok "küçük"tüm. Ve bu "küçük" henüz üç aylıkken TOBAV 10. Olağan Genel Kurul Toplantısı'na katılmaya karar veriyordu. Ve sonunda biz "küçük'lü "büyük'lü İstanbul Tobav üyelerinden oluşan "küçük" bir grup 23 Nisan gibi son derece anlamlı bir günde İstan bul'dan Ankara'ya doğru yola koyulduk. Yol da kimi "büyüklerimiz biz "küçük"lere nasıl ve kime oy verilmesi gerektiğine dair "küçük" bilgiler veriyordu. Biz "küçük"ler henüz her şeyin başında ve tecrübesiz olduğumuzdan saf saf dinliyor ve "büyük'lerimizin söyledikle rini anlamaya çalışıyorduk. Sonuçta şunu an ladık: Aramızda kötü niyetli abiler ve ablalar da vardı. Biz kesinlikle onlardan uzak durma lıydık. Sonunda Ankara'ya vardık. Büyükleri miz tarafından nereye gideceğimiz, nerede kahvaltı edeceğimiz belirlenmişti. Bu güzeldi çünkü o koskoca kentte kaybolabilirdik. Kü çük Tiyatro'daki Toplantı TOBAV'ın en büyü ğü olan Genel Başkan Tamer Levent'in açılış konuşmasıyla başladı. Ardından divan başkan lığı seçimi vardı. Ancak "büyüklerimiz birden bire öfkeleniverdiler. Biz küçükler Tamer Le
Bu arada büyüklerimizin gelir gelmez elimize tutuşturdukları faaliyet raporuna da değinme den geçemiyeceğim. Faaliyet raporu, nereye hangi gezi yapıldı, hangi lokal ikinci, üçüncü kez yeniden açıldı ve benzeri birtakım bilgiler içeriyordu. Peki Tamer Levent Fas'ta bir top lantıya katıldı, ee ya sonra? Orada TOBAV'ı ve dolayısıyla bizi ilgilendirecek ne oldu? Nasıl bir faaliyet raporudur bu, daha çok kişisel notlar gibi duruyor. Zaten çükler bu TOBAV'ın açılımını ruz. Bu açılım sanırım şöyle: Organizasyonlarını Başarıyla Vakfı.
galiba biz "kü da yanlış anlıyo Tamer Levent'in Gerçekleştirme
Genel Kurul'da Tamer Levent ve ekibinin dı şında bir de kendilerine "Dönüşüm Grubu" adını veren ahilerimiz ve ablalarımız TOBAV
42
yönetimine aday oldular. Onlar yaşça bizlere daha yakındılar ancak onların da bir büyükleri vardı. Ne yazık ki Mehmet Ege abimiz de za man zaman bize kızıyordu. Dönüşüm Grubu en büyüğümüz ve yol arkadaşlarının hiç hoşu na gitmemişti. Bu işin içinde bir yanlışlık vardı. Ancak biz küçükler bir türlü işin içinden çıkamıyorduk. Belki de yanlışlık bizdeydi. Bir türlü nerede susup, nerede konuşacağımızı bilemi yorduk. Yarabbi ne yapmalıydık da büyükleri mizin bizi takdir etmesi için bir yol bulmalıy dık? Sürekli sesler yükseliyor, herkes birbirine bağırıyordu. Bizim moralimiz gittikçe bozulu yordu. Bu sırada aklımıza yine Emre Kongar hocanın kitabından öğrendiğimiz bir şeyler ta kılıyordu: "...on dokuzuncu yüzyılda toplum bilimcilerin kuralsızlığın yarattığı bunalıma koydukları ad: Anomi-Kuralsızlık. Durkheim, Weber ve Morton'a göre anomi göstergeleri: 1- Toplum liderlere karşı güvenini yitirmiştir. 2- İnsanlar başarılı olma yollarının tıkalı oldu ğunu düşünürler. 3- Yaşam hedeflerinin gelişme yerine gerile me sürecinde olduğuna inanılır. 4- Kişilere bir boşluk ve hiçlik duygusu ege mendir. 5- İnsanlar toplumsal ve psikolojik destek için kişisel ilişkilerine güvenemezler." Biz "küçük" olduğumuz için araya girip bir şeyler söyleme, büyüklerimizi yatıştırma, bir araya geliş nedenimizi hatırlatma gibi lükslere sahip değildik. Hatta aramızdan çıkıp konuş mayı deneyen biri oldu. Ama öyle bir azar işit ti ki, hepimiz çok korktuk. O kimdi ki, bir aylık üye haliyle konuşmaya cesaret ediyordu. Ne yazık ki biz tecrübesiz "küçük"lerin işittikleri azar bu kadarla kalmayacaktı. Fuayede yeralan "Kültür-Sen" ve "Tiyatro" dergileri için de
parça yiyecektik. O dergilerin bir tiyatronun fuayesinde ne işi olabilirdi? Her yer tertemiz ve lekesiz olmalıydı!
"Sanata
Evet" diyen
"büyük"lerin
"küçük''leriydik.
Ama yine anlayamadığımız bir şeyler oluyordu. şanlarıydık.
Acaba
gelecekti? Herhalde
neden
"büyük"'/erimizin
düşünceleri şimdilik geri yolladık.
Bizler Tiyatro,
nasıl da
atlamıştı
Opera ve Bale çalı-
tartışmaları
bittiğinde
diye
düşündük
ve bu
Üstelik en büyüğümüz T.L. 'nin de dediği gibi biz
ler geri zekâlı mıydık ki, doğru ile yanlışı, Ama şu da bir gerçekti bitaraf olursak berta raf olacaktık. Akıllıca düşünmeye çalışmalı ve iki gruptan birini seçmeliydik. En sonunda sıra oylamaya gelmişti. Abilerimiz hâlâ bize en doğru kişinin en büyüğümüz ol duğunu -hâlâ anlayamadıysak diye- anlatma ya çalışıyorlardı. Ve oylama sonunda sayıma geçildi. Aradan geçen uzun saatler bile "bü yüklerimizin öfkesine gem vurmaya yeterli olmamıştı. Bir sürü karışıklık sonunda elbetteki en büyüğümüz ve yol arkadaşlarının listesi kazanmıştı. E ne de olsa en büyüğümüz yöne timde de söz sahibiydi. Kırık not verebilir, sı nıfta bırakabilir, hatta uzaklaştırma cezası ge lebilir ve en fenası da atılma gerçekleşebilirdi. Bütün bunlar konusunda zaten uyarı almıştık. Her şey bitmişti, bizler gece yola koyulacaktık ama "büyük"lerimiz biz dışardan gelenler için
iyi ve kötüyü ayıramıyorduk?
bir akşam yemeği düzenlemişti. Tiyatronun en büyüğü ve TOBAV'ın en büyüğü parlak za fer şerefine kadehler kaldırıyor. Bizlere kötü nazarlar atıyorlardı. Bizler utanç içinde ye meklerimizi yemeğe çalışırken bir büyüğümüz günün anlam ve önemini belirten bir konuş ma yaptı. Sizlere aynen aktardığım bu konuş ma bu yazının başlığını oluşturmama yardımcı oldu. Son derece az ve öz olan konuşma şöy leydi: "Bazı arkadaşlarımız bizim gözümüzde zaten "küçük"tüler, şimdi daha da küçüldüler." Demokrasiye dair alıntılar, Emre Kongar, "Demok rasi ve Laiklik" 2. Basım. (Tiyatro... Tiyatro...'nun Notu: Yukarıdaki izlenimle rin yazarı tarafımızca bilinmektedir. Ancak, yazar büyüklerinden çekindiği ve başına bir hal gelme mesi için rumuzla yazmayı tercih etmiştir.)
cy
pe
KRYOLAN Profesyonel Makyaj Malzemeleri ACADEMİE Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri FREED Dans ve Bale Malzemeleri DANSKIN Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri SHOW & KARNAVAL Malzemeleri ve Aksesuarları PROFESYONEL SİHİRBAZLIK Malzemeleri KOSTÜM ve MASKOTLAR Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri
VİRA KOZMETİK SAN. ve TİC. A.Ş Merkez
Bunu
hiç bu konular konuşulmuyordu? Sanata sıra ne zaman
a
Bizler "Sanata Evet" diyen "büyük"lerin "küçük"leriydik. Bunu nasıl da atlamıştık. Ama yine anlayamadığımız bir şeyler oluyordu. Bizler tiyatro, Opera ve Bale çalışanlarıydık. Acaba neden hiç bu konular konuşulmuyordu? Sa ata sıra ne zaman gelecekti? Herhalde "büyük"lerimizin tartışmaları bittiğinde diye dü kündük ve bu düşünceleri şimdilik geri yolla dık. Üstelik en büyüğümüz T.L.'nin de dediği gibi bizler geri zekâlı mıydık ki, doğru ile yanlı ı, iyi ve kötüyü ayıramıyorduk? İşte bu nokta da bizler geri zekâlı ve kesinlikle "küçük" ol duğumuza ikna olmuştuk. Çünkü bütün bu olup bitenlerden hiçbir şey anlamıyorduk. Galiba biz demokrasi kültüründen nasibini alma mış, zavallı "küçük"ler olmaktan hiçbir zaman öteye gidemeyecektik. Ortama hakim olan kargaşa iyice kafamızı karıştırıyordu. Aklımıza yine demokrasiye dair bir saptama geliyordu: "Demokrasilerde "mukaddes" yani dokunul maz olan kavram "temel hak ve özgürlükler dir. Çoğunluğun bile özüne dokunamayacağı temel insan hak ve özgürlükleri."
Bizler
Bağdat Cad. Çuha Çiçeği Sk. Seyhun Apt. No: 4 D 1 Kızıltoprak İstanbul
İ
Z
L
E
N
İ
M
Seyirciyi Tanımak. Seyirci İle Gerçek Anlamda İletişim Kurmak İstiyorsanız, İşe Çocuklardan Başlamalısınız
KUZEY'İN ŞANSLI ÇOCUKLARI VE "BRAVO FESTİVALİ" Nihal
Kuyumcu
yemeğinde ağırlamasıyla, davetliler onuruna
oyunda bir araya getirilerek yeni yorumlar
iletişim kurmayı öğrenmek istiyorsanız işe ço
düzenledikleri özel senfoni orkestrası konseri
ele alınması, sunulmasıydı. Örneğin güzel b
cuklardan başlamalısınız."
ve bale gösterisi ile sadece maddi desteği ile
dans tiyatrosu örneği olarak Tanssiteatte
değil manen de ASSİTEJ'in yanında olduğunu
Hurjaruuth'un sunduğu "Şımarık Prenses"d
gösterdi. Sonuç olarak yapılan her şey çocuk
bildiğimiz birkaç öyküden bir kolaj yapılımı
Kuzey'in Şanslı Çocukları ve "Brovo! Festival" Helsinki'de 20-26 Mart tarihleri arasında ASSITEJ tarafından bir Uluslararası Çocuk ve Genç lik tiyatroları festivali düzenlendi. Programda şından yedi konuk toplulukla toplam on beş
gösteri yer aldı. Söze "kuzeyin şanslı çocukla rı" diye başladık. Neden mi? Kültür Merkezleri...
lar için dolayısıyla ülkenin geleceği içindi... Oyunlar...
Programda Finlandiya'nın yanı sıra Norveç,
cy
ikisi gençlik oyunu olmak üzere Finlandiya dı
a
"Seyirciyi tanımak, seyirci ile geçek anlamda
İtalya, Belçika, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Po
lonya gibi diğer Avrupa ülkelerinden tiyatro topluluklarının gösterileri yer aldı. izlediğimiz oyunları incelediğimizde gerek sahneleme, gerek kurgu açısından çocuk tiyatrosu alanın
da da sınırların kırıldığını, yeni arayışlara giril
nan Belediye ve Kültür Bakanlığınca destekle
diğini görüyoruz. Yönetmenler oyunlarını sa
nen kültür merkezlerinin tiyatro salonlarında
dece bir kukla ya da gölge oyunu gösterisi
izledik. Kültür merkezleri iyi donatılmış, çevre
üzerine kurmak, tek materyalle sınırlamak ye
sakinlerine; çocuk/yetişkin her yaştaki insana
rine bir oyunda birçok tekniği bir arada kul
pe
Oyunları, Helsinki'nin çeşitli semtlerinde bulu
olaylar birbirine bağlanmıştı. Sadece bir ilk sözcüğün yer aldığı "Şımarık Prenses"in yanı sıra "Fareli Köyün Kavalcısı", "Uyuyan Güzel' "Kurbağa Prens" gibi bilinen masalların karışı mından oluşuyordu. Bir başka oyunda Tiyatro Akademisi Pedagoji bölümünün sergilediği dostluk ve arkadaşlık temasının ele alındığı "Takla Atan Büyük Ayaklı Tavşan" da ise ile fabl bir arada kullanılmıştı. Kahramanlar z; man zaman diğer öyküye gidiyorlar, geri dönüyorlar ya da geri gitmemeleri, kalmaları isteniyordu kendilerinden. Ama onlar dostları arkadaşları için geri dönmek istiyorlardı.
hizmet veren -özellikle sanat eğitimi alanın
lanmayı tercih etmişti. Bu hem yönetmenin
Konusu sanat galerisinde geçen Polonya
d a - bir çeşit halk eğitim merkezi kimliğinde.
hayalgücü sınırlarını genişletiyor hem de ço
grup "Panstwowy teatr'l_alka"nın sergilediği
Binaların kimi büyük alış—veriş merkezlerinin
cuğa ulaşmanın yollarını, olanaklarını artırıyor
oyunda, bir tablonun içinde geçen olaylar ba
ortasında iken kimi de küçücük bir masal ku
du. Ancak yapılan her şeyin hesabını iyi ver
zen tablonun içinden sahneye, oradan da sa
lübesini andıran yapısıyla sakin karlı bir or
mek; nerede, neyi, ne için kullandığını çok iyi
lona seyircilerin arasına kadar taşıyor, oyuncu
manlık alanda, ağaçların arasında yer alıyor.
bilmek kaydıyla. Yoksa gösteri sadece "her
lar seyircilerle diyaloga giriyorlardı. Sahnedeki
Sergi ve tiyatro salonlarıyla, kütüphane v.b.
şeyin" biraz yer aldığı bir karışıma kolaylıkla
oyun içinde oyun, tabloyu izleyen oyuncu ve
bölümlerinde ve iç döşemesinde en ince ay
dönüşebiliyor. Nukketeatteri Vihrea Ome-
biz seyircilerin izlediği oyunu izleyen oyuncu
rıntısına kadar çocuklar düşünülmüş. Koltuk
na'nın sunduğu Andersen'in çok bilinen ma
ile salonun gerçekliği hepsi iç içe geçmişti, il-
ları yetişkine göre olan salonlarda sahneyi ra
salından uyarlanan "Karlar Kraliçesi" böyle bir
ginç bir örnekti.
hat görmeleri için çocuklara oyun öncesi kalın
oyundu. Oyunda yer alan oyuncuların yanı sı
minderler veriliyor, böylece yetişkinlerle aynı
ra kukla, gölge oyunu, maskeler kullanılmıştı.
boya gelen çocuk oyun izlerken sahneyi göre
Sergilenen çok güzel görüntüler, yaratılan bü
Ayrıca çok basit materyallerin kullanıldığı bir çeşit profesyonel hikâye anlatıcılarının (story teller) sunduğu (Raisa Vattulainen'in "Bir Göl-
memek gibi bir sorun yaşamıyor. Verilen bro
yülü atmosfer, kullanılan materyaller bile ne
şürdeki bilgilere göre 500 binlik Helsinki'de
yazık ki masalı bizlere gerektiği kadar ulaştıra-
böyle toplam 16 merkez var.
madı.
Kültür Bakanlığının Helsinki sorumlusu festiva
Oyunlarda karşılaştığımız bir başka karışım, iç
Bizim Orta Oyununu andıran bu gösterileri
le davet edilen biz konuklara özel bir akşam
içe geçmeler, bilinen birkaç öykünün bir
seyrederken özellikle okul öncesi çağı için ce
ge Hikâyesi" ve Bruno Cappagli'nin L'eiefant no) tek kişilik gösterileri de okul öncesi çağı çocukları tarafından büyük bir ilgiyle izlendi.
44
Tiyatrolarında ya da tiyatro fuayelerinde tek kişilik oyunlar neden bizde olmaz diye aklımdan geçti ve hemen Şevket Avşar, Metin Zaimoğlu gibi, kocaman salonlara karşın oyunlar sırasında çocuklarla güçlü iletişim kurabilen bir iki ismi düşündüm. Eminim böyle bir projeyi başarıyla yürütebilirler. Seyirciler... Tiyatro salonlarında seyircilerin büyük çoğunluğunu okul öncesi çağı çocukları oluşturuyordu. Anaokullarının toplu olarak getirdikleri çocuklar, büyük bir sakinlikle oyunu baştan sona ilgiyle izliyorlardı. Sıkıldıkları zaman ise sadece küçük kıpırdanmalarla belli ediyorlardı düşüncelerini tüm diğer çocuklar gibi. Oyunların sonunda ışıklar yandıktan sonra tekrar sahneye gelen oyuncular, çocuklara, eğer isterlerse maske, kukla ya da diğer merak ettik-
gösterdi ve hemen her oyunda neredeyse sa
malıydı. Çehov'un dediği gibi silah varsa pat
leri malzemeleri inceleyebileceklerini söylüyor-
lonun yarısına yakın yetişkin seyirci vardı.
lamalıydı. Böylece yönetmen ya da oyuncu bu
şanmadı. 4-5 yaşlarındaki bu çocuklar bir anda sahnenin önünde tek sıra oluyorlar, sabırla kendilerine sıra gelmesini bekliyorlardı. Çocuklar bu sakinliği ve sabırlı olma özelliğini yetişkinlerden almış olmalılardı. Çünkü yetişkinler de, ellerine aldıkları bir malzemeyi evire çevire tekrar tekrar inceleyen çocukların sorularını hiçbir şekilde acele etmeden büyük bir iIgi ve dikkatle yanıtlıyorlardı.
Oyunlar Üzerine Yapılan Tartışmalar Her gün oyunlar izlendikten sonra bir araya gelen davetlilerle izlenen oyunlar üzerine tar
a
lan bu çağrıda hiçbir zaman bir kargaşa ya-
tışma açıldı. Sorular "Bu Kahraman sizin için
rerek ciddi bir sınavdan geçti. Bir oyuncuya "Akademik eğitimden sonra ne den çocuk tiyatrosu yapmayı seçtiniz." diye bir soru yöneltildi. Verilen yanıt oldukça ilginç
oyunda ne zaman kukla, ne zaman mask ya
ti: "Seyirciyi tanımak, seyirci ile gerçek anlam
da gölge oyununu kullanacağınıza nasıl karar verdiniz?", "Bu oyunla seyirciye ne söyledi niz?" gibi somut sorulardı. Yanıtlar da genel likle kısa ve netti. Sorulardan ve yanıtlardan çıkan sonuç; yapılan her şey bir şeye dayan malı, her şeyin bir nedeni, bir açıklaması ol
pe
Oyunlara çocuklar kadar yetişkinler de ilgi
toplantılar sırasında yaptıklarının hesabını ve
günümüzde kimin yerine geçmektedir?", "Bu
cy
lardı. Hemen hemen her oyundan sonra yapı-
45
da iletişim kurmayı öğrenmek istiyorsanız işe çocuklardan başlamalısınız. Eğer ona gerekti ği gibi ulaşmayı öğrenirseniz yetişkinlerle iletişim kurmayı da başarabilirsiniz." Ne dersiniz sevgili oyuncular doğru mu?
T
İ
Y
A
T
R
O
C
A
D
Ü
Ş
Ü
N
M
E
K
TİYATROMUZUN EĞİTİM SORUNLARI Haluk
İnsanın yeryüzünde görünüşe çıktığından bu yana geçen bin yıllar boyu, yaşamını kolaylaş tıracak neler varsa, onları doğadan çalıp ken dine mal etmiş ve her dönüşümsel gelişimden sonra da, yeniden taklit edilecek doğasal kay naklara yönelmiştir.
vardır, midesi, bağırsakları, gözleri, ciğerleri, ayaklan vardır, vb... Bütün bunlar, bir bütünü meydana getiren çeşitli görünümdeki varlıkla rın yapılarına özgü biçimde örgütlenmiş dina mik öğelerdir. Eğer bu söylediklerimiz bir karmaşanın görü nümü ise, bizlerin bu karmaşaya şiddetle ge reksinmemiz vardır. Çünkü bu karmaşanın içinde evrensel görünümü arayan (oyuncu in san) ın, dramatik sanatlar ve dolayısıyla tiyat ro sanatı üzerine duyarlığı ve bilgisi tam olan (insan oyuncu) yu yaratabilme çabaları yat maktadır. İnsan oyuncu kısaca (donanımlı bi rey) dir...
cy
Bütün bu alış verişler, insana, kendi dışındaki somut dünyanın görüntüleriyle bütünlük ka zandırmıştır.
Ataseven
a
İnsan varlığı bir (Doğa hırsızı) dır.
Şevket
pe
İçli dışlı gelişen bu durum, yani insanın kendi varlığını açıklamaya yönelik içten dışa, dıştan içe ifade etme yöntemi, şu üç temel kavram ile gerçeklik kazanmıştır; bunlar Düşün, Bilim ve Sanattır...
Biz bu yazımızda tiyatromuzun eğitim sorun larının çözümünü değil, çözüme gidecek yol ları belirlemeye çalıştık.
Özellikle bilimsel gelişimin bir süreci olan tek noloji, insanın doğada alıp geliştirdiği örnek lerle doludur.
Bunlar arasında örnek göstermek gerekirse, kuşları taklit ederek gerçekleştirilen (uçak sa nayi) ve onun teknolojide geliştirilen büyük etkinliği... Dahası, insanın kendi kendisini taklit ederek teknolojideki yeri çok büyük olan (otomobil sanayi) ini gösterebiliriz... İnsan bedenini inşa eden Doğa Usta, hep gör kemli olanı aramış ve soyuttan somuta (oto mobil sanayi) ini yaşam getirmiştir. En yetkin bir örnek olarak gösterebileceğimiz otomobili var eden öğeler, insanı var eden öğelerle tam bir özdeşlik içindedir. Otomobilin de beyni
Ünlü tiyatro adamı, J. Artaud, şöyle söyler: "Seyredilen düşünceden, düşünen bedene ge çebilmek" Artaud'nun bu önemli belirtkesi üzerinde düşünmemiz gerekir. "Seyredilen düşünce" önceden tasarlanmış bir olayı ya da bir hikayeyi düşüncemizde kurgulayıp, onu önceden yazılı bir metin olarak ha zırlayarak, seyirciye sunmaktır amaç. Hikaye nin ve olayın geçtiği mekansal boşluk, zaman zaman oyuncunun uzun ve sürekli konuşma ları ile doldurulur ve sözcüklerin tamamen tu tuklandığı bir sahnede oyun sona erdirilir. Günümüz sanatında ise "Seyredilen düşünce" hareketin ve eylemin ve onların temel özellik lerinin bir hayli uzağında kalmaktadır. Bu da tiyatrosal dinamiklerin soluk alamamalarına ve iletişimin kopmasına neden olmaktadır. Böyle bir çıkmazda ise Seyredilen düşünce'nin yerini, düşünen beden almaktadır. Aslında bu doğasal bir gereksinmedir, çünkü yaşamın akışı içinde tıpkı olguların, dolayısıyla hareke
46
tin bir görünüp, ardından da dönüşüme yönelmesi gibi, insan bedeni de yaşadığı heye canın ritimsel dürtüleri ile yaşam oyununu sürdürür. Bu noktada önemli olan ve hemen devreye giren bir toplum ve birey çatışması oluşur ki bu da şiir sanatını yaşamımıza ekler. Eğitsel ve deneysel açıdan geneli tanımlayan dinamik kurgulamada hem zengin, hem yoksul bir oyun olan Şekspir'in (Hamlet)i üzerinde biraz konuşmakta yarar görürüm. Hamlet oyunu, Ortaçağın bütün düşünsel karmaşası içinden, yeni bir çağa adımını atan, Skolastik yapılaşmanın tutucu düşüncesinden sıyrılarak yeni bir yaşam biçiminin göstergesi olmuştur Bu nedenledir ki Hamlet oyunu, ortaçağdan yeni bir çağa geçişin bir sözcüsüdür. Hep ondan hız alınarak günümüze değin üretilen ve seyredilen görüntüler, zamanla kendini sürekli tekrarlayan düşüncelerin harman yeri haline gelmiştir. Günümüzde Hamlet oyunu yüz yıllar boyu tekrarlanan, kendine özgü biçimsel ve içerik sel bir anlatımın ve buna koşut, tutucu bir alışkanlığın doyum noktasına getirdiği, içi bosalmış, yaşayan bir ölü halindedir. İçerdiği konunun ucuzluğu, insanı yorgun düşüren anlatımın yoruculuğu, çağrışımların tükenen kaosu, onu sudan ucuz yazılı bir metin haline düşürmüştür. Ve bunlara değin bence Hamlet, geçmiş yüzyıllardan kopup sorgusuz sualsiz geleceğe yönelen sahnesel bir hastalığın adıdır. Günümüz tiyatrosu acil olarak bu tiyatrosal hastalığı bir an önce tedavi etmelidir. Kültürel
dönüşümlerin günümüzde kazandığı gitgide hızlanan kavramsal ve işlevsel aşamalar, görüntü alanlarının estetik yapısını da değiştirmektedir. Bu hızlı değişim ve dönüşümler, gösterim alanına yeni bir etik ve estetik görünümler getirmektedir, tiyatro dünyamıza... Ne var ki, insan varlığı, zorunlu olan bu deği şim ve dönüşümlere uyum sağlamakta güçlük çekmektedir. Doğada olduğu gibi, insan varlığı da, bir uyum ve denge düzeniyle ayakta durabilmektedir. Bütünlemeyi sağlayan bu dengenin ya da uyumun, bozulması halinde insan varlığı parçalanmakta ve yeni bir sahne örgütlenmesine yönelmektedir. Tam bu noktada insanın yaratım gücünün her süreçte kendi yıkımını hazırlayan dramatik bir bunalımdan geçtiğini söyleyebiliriz. İnsanın doğumuyla birlikte taşıyıp getirdiği yaşamına özgü ölçüler ve onların oluşturduğu değer yargıları birer trajik efsanelerdir. Çağımızın ünlü düşünürlerinden K. Popper, insa-
a
nın doğa ile çatışması üzerine bir değerlendir mesinde şunları söyler: Insansal ölçüler doğada bulunmaz. Doğa olgulardan ve düzenlilaki ne de gayri ahlakidir. Bu dünyanın bir parçası olmamıza rağmen, ölçülerini doğaya uygulayan ve bu yoldan dünyaya ahlakı getiren bizleriz. Bizler doğanın ürünleriyiz, fakat doğa bizi dünyayı değiştirmek, geleceği önceden görmek ve planlamak, ahlakça sorumlu-
pe
luğunu taşıdığımız etkileri uzaklara kadar gi-
cy
liklerden meydana gelir ve kendi içinde ne ah-
den karar almak gücüyle birlikte yaratmıştır,
yine de sorumluluk ve kararlar doğa dünyasına ancak bizimle girerler..."
Görüldüğü gibi sanatların özellikle dramatik
açıdan getirmiş oldukları zamansal ve mekan-
sal örgütlenmenin yaratıcı açıdan ucuza alınacak tarafı yoktur. Konservatuvar eğitiminden
zandığını, yeni düşüncelerin hızla yaşama ge
den yaratılması üzerine inşa edilen, yeni insa
geçmiş genç sanatçı adayları ne zamandır,
çirildiğini görüyor ve yaşıyor. Bir başka yön
nın yaşam sahnesinde yeniden görüntülen
konservatuvarlarda yeterli eğitimi alamadıkla-
den bakarsak, 20. yüzyıl, insanın soyut dünya
mesidir.
rını söyleyip dururlar...
sının somutlaşan görüntüsünün, yani soyut-
Bizce bu, eğitim yoksulluğu değil, çağını yete-
somut çatışmasının bir arenasıdır.
Bu görüntüleme, değişen sanatsal dinamikle rin tiyatro sanatına nasıl bir kimlik kazandıra
rince kavrayamamanın getirmiş olduğu yok-
20. yüzyılın Varlık felsefelerinin yarı yarıya iş
cağı sorunsalını gündeme getirmektedir. Her
sulluktan kaynaklanmaktadır.
levselliğini yitirdiğini ve yerini Oluş felsefeleri
yıl, gitgide artan festivallerde bu gerçek irde
ne bıraktığını görüyoruz...
lenmekte, ölçülü biçili mantığın yerini, yaşa
Eğer denildiği gibi 2 1 . yüzyıl bir bilgi çağı olacaksa, bir an önce, çağın gereklerine göre
Başta Dilbilim olmak üzere, Anlambilim, Gös-
kendimizi donanımlı hale getirmeliyiz. Soruna
tergebilim. Masalbilim, Sosyometri, Yapısalcı
tiyatro sanatı açısından bakarsak defterini ka-
lık gibi bizleri yönlendiren soyut düşüncenin
padığımız 20. yüzyıl yalnızca tiyatronun değil
ürünleri, artık yaşamımıza yön veren çağdaş
bütün dramatik sanatların altın yüzyılı olmuş-
düşüncelerdir.
tur. İnsan, iç dünyasının zenginliğini bu nesneler dünyasına yansımasının gitgide ivme ka-
Dikkat edilirse bütün bu düşüncelerin ana kaynağı, gerçek olanı soyut bir dünyanın yeni
47
mın dinamiklerine cevap veren yaratıcı imge lem almaktadır. Şimdi tiyatro sanatı, kendi varlığında barındırdığı bütün dramatik sanat larla birlikte, bu yaratıcı süreci yaşamakta ve yaşatmaktadır... Ne diyorduk... Haaaaa... Hamlet dün gece intihar etti.
cy a
pe
a
pe cy
Huzursuz Seyirci
Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı "Özel Hayatlar" da, biri büyük olmak üzere bir kaç buzağı yakaladım, öküzün altında Büyüğünden başlayalım: Balayını geçirmek için bir deniz kıyısı kasabasına giden İngilizlerin, evliliklerini otelde kutlama için bir şişe şampanya açmalarını çok doğal karşılıyorum. Ama şampanya seçiminde bizim "İnci Damlası"nı tercih edeceklerini hiç sanmıyorum. İkinci bölümde içilen konyak "Martell" olabilir tabii, ama şampanyamızın -Tür şampanyası da yoktur ya, köpüklü şaraptır onlar- ta oralara kadar gidip, üstelik tercih edileceğinden çok kuşkuluyum. Küçük buzağı ise, "Gitanes" sigara paketinden çıkan sigaraların nasıl kahverengi filtreli olabileceği konusu. En önde oturmak bahtsızlığına uğrayınca, minicik detaylar bile görülebiliyor işte. Hakaret anlamında kullanılan Fransızca "Cochon" da, bu oyunda "Couchon" olmuş. Böyle bir sözcük yok bu dilde. Birazcık önemseme, bu dili azıcık bilenden sorulup öğrenmeye yeter oysa. Bir de salt bu oyunda değil, pek çok yerde karşımıza çıkan "Saint" sözcüğü var. Bu sözcük 'Aziz' anlamına gelip hem Fransızca'da hem İngilizce'de aynı biçimde yazılır ama farklı okunur. İngilizce'ye dilleri yatkın olduğundan olacak, oyuncularımız da Saint Trapez (San Trope), Saint Moritz (San Moritz) yerine (Ser Tropez-Sent Moritz şeklinde telaffuz ediyorlar. Oysa sözü geçen yerler Fransız olduğundan Fransızca okunuşunu söylemeleri gerekir, İngiliz olsalar bile. Şahika Tekand'ın Stüdyo Oyuncuları uzun zamandır çalıştıkları "Oyuncu"yu sergilemeye başladılar. Birbiriyle ilintisiz
a
görünen iki bölümden oluşan oyunda, hemen hiç denenmemiş teknikler kullanılıyor. İkinci bölümde izleyicilerin seçtiği dört ayrı sözcüğü, dört ayrı oyuncu doğaçlamayla oynuyor. Kimin, hangi gece, neyi oynayacağı da son ana kadar
cy
bilinmiyor. İlginç. Huzursuz Seyirci, oyunların konusuna, sahnelenmesine hiç karışmıyor, uslu uslu izliyor oyunları biliyorsunuz. Keyifle izlerken bir yerde huzursuzluğum tuttu. Doğaçlamaları yapan dört oyuncudan üçü bayan İzleyicilerin hemen bir metre önündeki bir koltuğa oturarak sürdürüyorlar oyunu. Pek güzel. Ama neden, bayanlar koltukta otururken sürekli eteklerini aşağı çekme gereksinimi duyuyorlar? "Oyun"cu kavramına ters düşüyor bu yaptıkları. Sonuçta, bir oyun oynanıyor ve izleyiciden de, oyuncudan da yüksek konsantrasyon bekleniyor. Bu hareket, beni oyundan kopardı örneğin, belki oyuncuyu da. Diyeceğim, bayan oyuncularımız artık bu "frikik" vermek
pe
takıntısından kurtulmalılar.
Bursa Devlet Tiyatrosu yapımı "Bordello", perdeli oynanıyor. Bu yüzden bütün dekoru perdenin gerisine kurmuşla Perdenin önündeki devasa alanda dekora ilişkin bir şey yok. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak, üç mekanı sahneni dibine sıkıştırmışlar. Oyuncak daracık alanda üç mekana sıkışarak oynuyorlar. Oyunun hemen başında bir-iki dakikalığına yer alan baca, elli dakika sahnede kalıyor ve dekoru dolayısıyla oyuncuları sıkıştırıyor. Oysa oyu göstermeci biçemde. Altında tekerlek olsaydı bacanın, aradaki kararmalarda pekala dışarı alınabilirdi. Huzursuz olduğu sıkışıklıktan. Yaz geldi, oyunlar bitti. Bana da huzursuz olacak bir şey kalmadı (mı?). Ama turneler var. Tiyatro Festivali var. Elbette bulurum ben yine huzursuz olacak bir şeyler. Bulamazsam, 'buzağısız bir dergi gelir elinize. Bulursam yine birlikteyiz demektir. Bu kentin tiyatro yaşamında huzursuz olunacak o kadar çok şey var ki... Örneğin İstanbul'un ödenekli ve ödeneksiz tiyatro salonları ve onların yapıları-Binaları demek istiyorum- çok rahatsız etmektedir beni . Hemen hiç birinde Tiyatro binalarında olması gereken görkem, stil, ergonomi, can güvenliği yol Hele içleri, donanımları içler acısı. Dışarıdan gelen bir yabancıya bu ülkede neredeyse 150 yıldır tiyatro yapıldığını anımsatacak tek bir salonumuz yok. Olanları hep yaktık çünkü. Hadi yaktık, bari "Yangın Yerinde Orkideler açtırsaydık onların yerine. Beceremedik. Isırganlara benzeyen acayip yapılar yükseldi, tiyatro binaları yerine. Barakalar mahzenler, binaların 3., 5., katları kullanılır oldu tiyatro yapmak için. Elbet olacak onlar da, alternatif, amatör tiyatrolar için. Ama önce büyük, görkemli, stili olan gerçek tiyatro binaları... Varolan bu binalardaki sözümona tiyatroları tek tek büyüteç altına alayım diyorum önce. Sonra da halen boş olan, bir hayırseverin elinde, tiyatro binalarımızdan hiç de kötü olmayabilecek olan bir sürü boş yapıyı, öneri olarak getireyim diyorum. Uzun yaz aylarında belki bir yararım dokunur. Bakarsınız o konuda epey uzun yazarım. Kimbilir?..
50
a
cy
pe
a
cy
pe