a
cy
pe
HAZİRAN TEMMUZ 2 0 0 0
SAVI: 103-104 1 . 5 0 0 . 0 0 0 - TL
A Y L I K
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Mustafa Demirkanlı
T
İ
Y
A
T
R
O
D E R G İ S İ
TİYATRO... TİYATRO...'YA DESTEKLER... I S . 4
Yayın Yönetmeni: Orhan A l k a y a EDİTÖRDEN IS.5
Yayın Koordinatörü: Duygu Atay Ankara Temsilcisi: Yalçın Günaydın (0312) 467 40 82
HABERLER /S.6
Katkıda Bulunanlar:
Üstün Akıma, Güner İsmail, Hilal Kuyumcu, Küçük, Özdemir Nutku, KÜLTÜR BAKANLIĞI SALONLARINDA NELER OLUYOR?: Y a l ç ı n G ü n a y d ı n /S.9 Öykü Potuoğlu, Handan Salta, Cengiz Sezgin Redaksiyon ve Düzeltme: Ayşe Halân Özübek
SANIK: İ. RAHMİ DİLLİGİL: /S. 10
a
Teknik Müdür: Erkut A r ı b u r n u Abone Sorumlusu: Murat Güler
III. BOĞAZİÇİ FESTİVALİ: /S. 12
cy
Film Çıkış: Çağdaş Grafik
İZDÜŞÜM: T e k n o l o j i ve Ö t e s i (Ya da Berisi) A h m e t L e v e n d o ğ l u /S. 15
Baskı: Mart Matbaası Abone Bedeli: 18.000.000.
ELEŞTİRİ: Yücel Erten Makedonya'yı Fethetti; KUYRUKLU YILDIZ G ü n e r İ s m a i l IS. 16
pe
Yurtdışı Abone: 150 DM/75 $ Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.
KIRK YILDA BİR: O y u n , K u r a l , O y n a m a k / M u s t a f a D e m i r k a n l ı IS. 18
Firuzağa Mahallesi Ağahamamı Sokak 5/3 Cihangir 80060 İstanbul Telefon: (0212)243 09 37 Fax: (0212)252 94 14 P. Çeki: Tiyatro Yapım 655 248
ELEŞTİRİ: Öfkeli, Dikbaşlı ve Güçlü; LILLIAN Ö y k ü P o t u o ğ l u /S. 19
FOTOĞRAFLARIN DİLİ: HAYAT DEVAM EDİYOR IS.20
Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 İNCELEME: MİKAEL ÇEKHOV'UN OYUNCULUK ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ Ö z d e m i r N u t k u /S.24
İZLENİM: EZİLENLERİN TİYATROSU N i h a l K u y u m c u IS.28
ELEŞTİRİ: Macoluk Kavramının Önlenemeyen Çöküşü; HIRÇIN KIZ Ü s t ü n A k m e n IS.30
İZLENİM: YENİ BİN YILDA TİYATRO ELEŞTİRİSİ H a n d a n S a l t a IS.32
İZLENİM: FESTİVAL, ALAÇATI VE BİZLER C e n g i z Sezgin /S.34
3
TİYATRO... TİYATRO... YAŞAYACAK T i y a t r o . . . Tiyatro...'ya Destekler Gelmeye Başladı M ü j d a t G e z e n ' i n g i r i ş i m i , Y a y l a Sanat M e r k e z i ' n i n d e s t e ğ i v e "Yedi K o c a l ı H ü r m ü z " prodüksiyonunda yer alan sanatçıların katkılarıyla. Mart ayında geliri Tiyatro...Tiyatro ...'ya
kalan
bir gece düzenlendi, teşekkür ederiz. A n t a l y a Büyükşehir Belediyesi T i y a t r o s u M a y ı s a y ı n d a o y n a d ı k l a r ı 3 o y u n l a r ı n ı n birer gösterilerinin gelirini Tiyatro... Tiyatro...'ya bıraktı, teşekkür ederiz. Araştırmacı-Yazar Turgut Akter, Tiyatro... Tiyatro...'ya Macintosh bir bilgisayar armağan etmiştir. En fazla gereksinme duyduğumuz bir eksikliğimizdi, teşekkür ederiz. Demet Akbağ, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin tüm kırtasiye ihtiyaçlarını ortağı olduğu Nişantaşı Office 1 Superstore Mağazası'ndan karşılayacağı belirtti, teşekkür ederiz.
cy
teşekkür ederiz.
a
Kocaeli Bölge Tiyatrosu "Çomakçı' isimli oyunlarını Tiyatro... Tiyatro... dergisi yararına oynadı,
Tiyatro sanatçısı Kenan Işık, 2000-2001 sezonunda oynanacak tüm oyunlarının 15'er günlük telif gelirleri ile BoyutMitos Yayınevi'nde basılacak kitabının telif gelirini Tiyatro... Tiyatro...'ya bıraktı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Kenan Işık ve Tiyatro
pe
M ü d ü r ü A b d u l l a h K a p l a n ' ı n g i r i ş i m i y l e önümüzdeki aylarda A ç ı k h a v a T i y a t r o s u ' n d a , Şehir Tiyatroları'nın "Tiyatro Şarkıları Resitali" genişletilerek "Tiyatro Gecesi" olarak gerçekleştirilecek. MitosBoyut Yayınevi'nin Tiyatro... Tiyatro...'ya yüksek indirimle vermeye hazır olduğu 150 takım tiyatro kitabı için sponsor bulunmasına yardımcı olunabilinir. Hem 100 okul, 150 kitaptan oluşan hazineye kavuşur hem de Tiyatro... Tiyatro... yaşama daha sağlıklı döner. Bu konuda sponsor bulunması konusunda desteğe gereksinmemiz vardır.
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne abone olarak destek vermek istiyorum. Bir yıllık (11 sayı) abone bedeli olan 18.000.000 TL'yi,
T. İş Bankası, Cihangir Şubesi, Tiyatro Yapım: 1014-0197245 nolu hesaba yatırdım. Posta çeki hesabı, Tiyatro Yapım: 655 248 nolu hesaba yatırdım. Lütfen, randevu alıp ziyaretime gelin. İsim, soyisim: Adres: Tel. No:
4
EDİTÖRDEN
Yine epey bir ara verdik. Önümüzdeki sayıyı da birleştirip Ağustos-Eylül olarak Eylül başında çıkacağız. Umuyorum Eylül'den sonra derginiz artık ayın ilk haftası elinizde olacak. Yıllar önce Ankara Temsilciliğimizi yürüten Yalçın Günaydın arkadaşımız tekrar aramıza döndü, artık Ankara'da da uzun bir kolumuz olacak. Çankaya Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda göreve başlayan Yalçın Günaydın hem Ankaralı okurlara hem de Ankaralı tiyatrolara daha yakın olacak. Uzun zamandır kurulma işlemleri süren Kültür Sanat Habercileri Derneği nihayet tamamlandı, ama bu kez kurucu arkadaşlardan; biz bu işten vazgeçelim. Adliye Muhabirleri Derneği'ne üye olalım önerisi geldi. Haklıydılar, bir yıldır Devlet Tiyatroları adliye koridorlarına taşınırken biz de doğal olarak savcılarla, katiplerle tanışmak, Türk Ceza Yasası maddelerini öğrenmekle geçirdik günlerimizi. Ne Bakan ama değil mi? Devlet Tiyatrolarını ana haber
a
bültenlerine, magazin basınının ilk sayfalarına taşırken "Saray Darbesi" ile atadığı Genel Müdür'ü, Başrejisörü, Başdramaturgu adliye koridorlarında dolaşıyor. Bir günde
cy
tüm sanat yönetim kadrosunu görevden alan ve uyduruk suçlarla ceza verip açığa alan Bakan, bu kez hırsızlığı ayyuka çıkmış Genel Müdürü'nü koruyup, kollamak için sürekli üç maymunu oynuyor. Ama bu ülkede namuslu savcılarda var. Hep inanıyorduk , inancımızda ne kadar haklı olduğumuzu gördük.
Ancak, basının "Saray Darbesi" ve eser hırsızlıkları
pe
Mustafa Demirkanlı
konusundaki Israrlı takibi ve olayın arkasını bırakmamasının
da önemli bir katkısı oldu sanırım. Bu kez hep birlikte sınıfı geçtik. Sanırım yaşanan bu bir yıl, bundan sonra gelecek Kültür Bakanları için de önemli bir mesaj verecektir. Bugüne
kadar Kültür Bakanlığı'na pek mercek tutulmazdı, hele hele Devlet Tiyatrosu gibi sanat kurumlarında olan bitenle kimse ilgilenmezdi bile, artık yeni Genel Müdürler'de attıkları adımları daha dikkatli atacak, onlar da bu ülkedeki herkes gibi dokunulmaz olmadığını anlayacaktır. Ama sanırım Bakan biraz daha direndikten sonra artık İ. Rahmi Dilligil'in arkasında duramayacaktır ve umarım Devlet Tiyatroları bir
daha İ. Rahmi Dilligil gibi Genel Müdürler görmeyecektir. Bu
ülkenin şair
Başbakanı'nın,
Kültür Bakanı'nın
uygulamalarına, kurumları bu kadar yıpratmasına seyirci kalması, umarım daha önemli işlerinin arasında gözden kaçmıştır, yok eğer gözden kaçmamış Sayın Başbakan da bakanının uygulamalarını destekliyorsa vay Türkiye'nin haline, bekleyeceğiz, göreceğiz. Bu yaz aylarını toparlanarak geçirip yeni sezonda çok daha kaliteli, dolu dolu Tiyatro... Tiyatro... Dergilerini sizlere ulaştırmayı umuyoruz. 5
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
ANTALYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE TİYATROSU KÖYLERDE Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu 4 yıldır sistemli bir şekilde sürdürdüğü köy turnelerine bu yıl da devam etti. ilk olarak Kale ilçesi'nin Beymelek Kasabası'nda "Masal Var Masalcık Var" isimli çocuk oyununun ve "Aşk Grevi"ni yaklaşık 3500 kişiye izletti. Ardından Yeşilbayır'da da "Aşk Grevi"ni 3000 kişi izledi. Bunların dışında tiyatro ile ilk kez karşılaşan Yelten Kasabası'nın sakinleri de Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu'nu konuk etti. Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu'nun programında, Samsun'un Terme ilçesi'nde gerçekleştirilen "Amazon Festivali" ile İzmit Sokak Tiyatroları Festivali de bulunuyor.
KEMAL SUNAL'I YİTİRDİK
Ertener'in yerine uzun bir aradan sonra Zafer Kayaokay atandı. Zafer Kayaokay'ın göreve başlamasıyla birlikte Müdür Yardımcıları Orhan Kurtuldu, Tunç Günbay ve Okday Korunan görevlerinden istifa ettiler.
HAYATI
Türk Sineması'nın efsaneleşmiş isimlerinden biri olan Kemal Sunal, 1944 yılında İstanbul'da doğdu. Vefa Lise'sinde son sınıf öğrencisiyken Kent Oyuncuları'nda profesyonel olarak çalışma ya başladı. Lise yıllarında tiyatroya başlayan sanatçının hayatı, lise son sınıftayken Felsefe öğretmeni Belkıs Balkır'ın onu Müş fik Kenter'e teslim etmesiyle değişir. Kent Oyuncuları'nda pro fesyonel olur, bu arada üniversitenin birinci sınıfına başlar. İlk başlarda tiyatro ile üniversiteyi birlikte götürmeye çalıştıysa da turneler nedeniyle öğrenimine ara vermek zorunda kalır. Bu, yıl lar boyu içinde kalan bir ukde olacaktır. Kent Oyuncuları'ndan sonra sırasıyla Ulvi Uraz Tiyatrosu, Ayfer Feray Tiyatrosu ve en son Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nda oynadı. Burada oynar ken 1972 yılında Ertem Eğilmez'in filmindeki bir rol için Sunal'ı beğenip seçmesiyle sinemaya adımını attı. Sunal, kariyeri süre since toplam 82 film çevirdi. Türkiye'de özel televizyon kanallarının artışıyla, dizi filmlere yönelen sanatçı, yarım bıraktığı üniversite eğitimini bitirmeyi aklına koyarak, bir yandan öğrencilik hayatını sürdürdü. Mar mara Üniversitesi, iletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sine ma Bölümünü'nden 1995 yılında mezun olan Sunal, ardından yine aynı bölümde yüksek lisans da yaparak mezun oldu. Filmografisinin tamamını sayfalara sığdırmanın imkansız olduğu aktörün, Türk sinemaseverleri tarafından her biri defalarca iz lenmiş filmleri, halk arasında "Kemal Sunal f i l m i " tabirinin doğ masına yol açtı. 1977 yılında Antalya Film Festivali'nde En iyi Erkek Oyuncu Ödülü alan Kemal Sunal, son olarak çekimlerine yeni başlanan ve A l i Özgentürk'ün yönettiği "Balalayka" adlı filmde "Necati" rolünü üstlenmişti.
pe
DEVLET TİYATROLARI BAŞDRAMATURGU FÜRUZAN TERCAN GÖREVİNE İADE EDİLDİ
a
27 Mart'ta görevinden istifa eden Faik
cy
İSTANBUL DEVLET TİYATROSU'NDA YÖNETİM DEĞİŞİKLİĞİ
Ünlü sinema sanatçısı Kemal Sunal, film çekimi için sanatçı ar kadaşlarıyla birlikte Trabzon'a giderken uçakta geçirdiği kalp krizi sonucu 56 yaşında yaşamını yitirdi. Sunal, 3 Temmuz sabahı saat 07.05'te havalanacak THY'nin 046 sayılı İstanbul-Trabzon seferini yapacak uçağa oğlu Ali Su nal ve sanatçı Cem Davran'ın da aralarında bulunduğu 11 kişi lik ekiple bindi. Kemal Sunal uçak hareket etmeden kalp krizi geçirerek fenalaştı. Bunun üzerine uçak kapısı açılarak havali manındaki sağlık ekipleri uçağa alındı. Kalp krizi geçirdiği be lirlenen Sunal, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Sunal'ın cenazesi 6 Temmuz günü Teşvikiye Camii'nden binlerce kişinin katılımıyla kaldırıldı.
"Saray Darbesi" ile görevinden uzaklaştırılan Füruzan Tercan açmış olduğu davayı kazanarak
görevine iade edildi. Daha önce Başrejisör Erhan Gökgücü davayı kazanıp görevine dönmüştü. "Saray Darbesi" ile görevinden uzaklaştırılan Genel Müdür Lemi Bilgin'in mahkemesi ise devam etmektedir.
KENAN IŞIK EMEKLİ OLDU Devlet Tiyatroları Genel Müdürü İ. Rahmi Dilligil'in, İBŞT'deki görevine son verip Devlet Tiyatroları'na geri dönmesini istediği İBŞT Genel Sanat Yönetmeni Kenan Işık, Genel Müdür'ün bu istemine karşılık emekliliğini istedi. İBŞT'deki görevine devam eden Kenen Işık'ın emekliliğini istemesi Devlet Tiyatroları için önemli bir kayıp olarak nitelendirildi. Kenan Işık'ın emeklilik isteminden sonra, Genel Müdür'ün Kenan Işık'ı şaka yapar gibi Konya Devlet Tiyatrosu'nda görevlendirdiği öğrenildi.
6
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
REFİK ERDURAN YANIT VERMİYOR, AÇIKLAMIYOR
TİYATRO ELEŞTİRMENLERİ BİRLİĞİ'NDEN AÇIKLAMA Tiyatro Eleştirmenleri Birliği'nin üyeleri, son günlerde tiyatro çevrelerinde ortaya çıkan tatsız gelişmeleri tedirginlikle izlemektedirler. Meslekleri gereği tiyatrolarla ekonomik bağlantı içinde bulunan oyun yazarlarının, Kültür Bakanlığı'nın özel tiyatrolara yardım konusunda oluşturduğu değerlendirme kurulu, ödenekli tiyatroların edebi kurulları örneği, bu ekonomik bağlantının bir anlamda ita amiri konumundaki sandalyeleri işgal etmek gibi eşyanın tabiatına aykırı işlevleri üstlenmekten kaçınmaları gerekir. Yalnızca bir meslek derneği değil, aynı zamanda bir sivil toplum örgütü niteliği de taşıması gereken Tiyatro Yazarları Derneği yöneticilerinin, ülkedeki siyasal, sosyal, kültürel, sanatsal platformlardaki olaylarda suskun kalırken tiyatroya ilişkin günlük çekişmeler içinde yer almaları, dahası olumsuz tavırlarını tiyatro eleştirmenlerine, hatta tiyatro hocalarına yönelen hakaretlere vardırmaları, üzüntü ile izlenmektedir. Bu çirkin gelişmelerin son bulması için, öncelikle Tiyatro Yazarları Derneği yöneticilerinin masanın hangi tarafında oturacaklarına karar vermeleri gerekir. Tiyatro eleştirmenleri olarak, oyun yazarlarımızdan beklentimiz yeni ve kaliteli oyunlardır, hodri meydan naraları değil.
Çeşitli
yayın
organlarında
herkese
k a r a ç a l a n , "Piston Y a p m a k " , " A b i d i k Gubidik", "Cahil" gibi sıfatlarla saldıran Refik Erduran, y a p t ı ğ ı a ç ı k l a m a l a r d a , D.T. Yönetmeni Yücel Erten'in 50 milyar telif ücreti aldığını açıklamış, ancak Erten'in son beş yılda 6 milyara yakın bir telif geliri aldığı açıklamasından sonra, k a l a n p a r a n ı n nerede o l d u ğ u n u veya Yücel
Erten'in
yalan
söylediğini
belgeleriyle açıklamayıp, suskunluğu tercih etmiştir. Bu davranışı Refik Erduran konuda da i f t i r a mı atıyor şüphesi doğurmuştur.
cy
a
"HAYAT DEVAM EDİYOR İNGİLTERE YOLUNDA
TİYATRO YAZARLARI DERNEĞİ'NDEN AÇIKLAMA T i y a t r o E l e ş t i r m e n l e r i B i r l i ğ i , t i y a t r o a l a n ı n d a k i 'tatsız'
pe
gelişmelerden tedirgin olduğunu açıkladı. O tedirginliği
p a y l a ş a n d e r n e ğ i m i z , söz k o n u s u g e l i ş m e l e r e y o l a ç a n p o s t kavgalarında taraf değildir.
H A B E R L E R . . .
Biz, kişisel ç e k i ş m e l e r i n y e r i n i ilke v e d ü ş ü n c e t a r t ı ş m a l a r ı n ı n almasını, 'Kim' diye sormakla yetinmeyip 'Ne yapılmalı'
sorusuna öncelikle önem verilmesini, Türk tiyatrosunun kendi birikimimiz, kendi kişiliğimiz doğrultusunda
değerlendirilmesiyle geliştirilmesini destekliyoruz.
Eleştirmenler Birliği, "ülkedeki siyasal, sosyal, kültürel, sanatsal p l a t f o r m l a r d a k i olaylar karşısında suskun kalınmaması" dileğinde bulunuyor. O d i l e ğ i de p a y l a ş m a k t a ve o y ö n d e e l i m i z d e n g e l e n i yapmaktayız. Tiyatro yazarlarının görevi duyuru değil, oyun y a z m a k t ı r . Ü y e l e r i m i z i n her yıl ü r e t t i k l e r i y ü z l e r c e y a p ı t , k e n d i i n s a n ı m ı z ı işleyerek t o p l u m u m u z u v e s o r u n l a r ı n ı s a h n e l e r e y a n s ı t ı y o r , pek ç o ğ u y ı ğ ı n l a r k a d a r a y d ı n l a r ı m ı z c a d a c o ş k u y l a karşılanıyor. G ö r e v l e r i k a l i t e y ü k s e l t i p b i l i n ç b i l e y e r e k o süreci h ı z l a n d ı r m a k o l a n e l e ş t i r m e n l e r i m i z i n bir b ö l ü m ü ise yazık k i m ü z m i n k o m p l e k s i m i z e sıkışarak ısrarla ç i f t e s t a n d a r t u y g u l a m a k t a , k e n d i o r t a m ı m ı z a sırt ç e v i r i p k ö r ü k ö r ü n e y a b a n c ı a m i g o l u ğ u yapmaktalar. Yıl b o y u n c a b a s ı n ı m ı z d a T ü r k o y u n l a r ı n ı n e l e ş t i r i s i n e a y r ı l a n yer sıfıra y a k ı n d ı r .
Geçen yıl İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncuları ile ilk Açık Tiyatro Projeleri 'Mutfak Kazaları' nı gerçekleştiren Emre Koyuncuoğlu , bu sezon da yine aynı toplulukla yaşam ve ölüm üzerine bir oyun yapmayı tasarlamış. Araştırmaların başladığı günlerde 17 Ağustos depreminin olması nedeniyle projenin çalışmaları hızlanmış. Ve, 'Hayat Devam Ediyor' adlı disiplinlerarası ikinci Açık Tiyatro Projesi olan oyun böylece oluştu. Oyunu sahneye koyan Emre Koyuncuoğlu, İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncuları ile görüştükten sonra Özen Yula 'dan bir metin yazmasını istemiş. O dönemde askerliğini İzmit'te yapmakta olan Özen Yula'nın 7 renk üzerine yazdığı ana metin oyuncular tarafından tekrar oluşturularak 4 ayrı metne dönüştürülmüş. İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri Şehir Tiyatroları ortak yapımı 'Hayat Devam Ediyor' , var edipyok etme üzerine kurulu. Sahnede yer alan ayakkabı, yardım malzemeleri, elbise, saat gibi eşyalarla ilişki içinde olan oyuncular, parçalamak ve yeniden oluşturmak temel kavramlarını sorguluyorlar. Ayrıca, imla kılavuzu, ilaç prospektüsleri ve T ü r k ç e Öğrenelim' kitapları gibi metinlerden de yararlanıyorlar. Disiplinlerarası bir yapıda hazırlanan oyunda müzikleri Baba Zula gerçekleştiriyor. Işık tasarımı Murat İşçi 'ye, görüntü tasarımı fotoğraf sanatçısı Orhan Cem Çetin' e, sahne tasarımı ise Şirin İskit 'e ait. Oyunda, İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu sanatçılarından Esra Bezen Bilgin, Betül Çobanoğlu, Zuhal Gencer ve Tardu Flordun rol alıyor. Gösterinin sanat danışmanlığını da Işıl Kasapoğlu üstlendi. Oyunlarını mayıs ayında Babylon'da sahneleyen topluluk 4-11 Temmuz tarihleri arasında Londra'da Battlesea A r t Center 'a konuk olacak.
Bugünkü çizgiyi benimseyen eleştirmenlerimizin gereksiz ve anlamsız polemikleri bırakıp artık gerçek görevlerini y a p m a y a başlamalarını diliyoruz.
7
H A B E R L E R . . .
H A B E R L E R . . .
12. ENKA VAKFI KÜLTÜR PROGRAMI
KOCAELİ BÖLGE TİYATROSU'NUN 7. DRAMA SEMİNERİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ
16 Haziran-31 Ağustos tarihleri arasında devam edecek olan 12. ENKA Vakfı Kültür Programı, 16 Haziran gecesi Timur Selçuk Konseri ile başladı. Konser, tiyatro ve film gösterilerinin yer alacağı etkinlikler açıkhavada gerçekleşiyor. Etkinlik Programı; Konserler Timur Selçuk Konseri 16 Haziran 2000, Cuma Enka Sinfonietta Konseri 19 Haziran 2000, Pazartesi Cengiz Baysal Trio Konseri 4 Temmuz 2000, Salı Grup Gündoğarken Konseri 7 Temmuz 2000, Cuma Enka Sinfonietta Konseri 13 Temmuz, Perşembe
cy
a
Tiyatro İ.B.B. Şehir Tiyatrosu "Kadın ile Memur" 20 Haziran 2000, Salı İ.Ü.D.K. Tiyatro Bölümü "Papaz Kaçtı" 22 Haziran 2000, Perşembe Bakırköy Belediye Tiyatrosu "Nerede Oynayalım" 26 Haziran 2000, Pazartesi Bakırköy Belediye Tiyatrosu "Rumuz Goncagül" 27 Haziran 2000, Salı Tiyatro Istanbul "Sylvia" 29 Haziran 2000, Perşembe Dormen Tiyatrosu "Yukarıda Bir Mi Var?" 3 Temmuz 2000, Pazartesi M.S.Ü. Tiyatro Bölümü "Midas'ın Kulakları" 5 Temmuz 2000, Çarşamba Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu "Gölgede Muhabbet" 11 Temmuz 2000, Salı Dostlar Tiyatrosu "Can" 18 Temmuz 2000, Salı Oyun Atölyesi "Dolu Düşün Boş Konuş" 25 Temmuz 2000, Sal. Ankara Sanat Tiyatrosu "Yobaz" 27 Temmuz 2000, Perşembe Dormen Tiyatrosu "Hangisi Karısı" 9 Ağustos 2000, Çarşamba İstanbul Devlet Tiyatrosu "Gel Evlenelim Yürü Boşanalım" 23 Ağustos 2000, Çarşamba
pe
Kocaeli Bölge Tiyatrosu'nun gelenekselleşen Drama Seminerleri'nin yedincisi 9-18 Haziran tarihlerinde gerçekleştirildi. Doç. Dr. Ayşe Çakır İlhan, Ar. Gör. Ruken Akar, Prof. Dr. Sibel Güneysu, Uzm. Aynur Eğitmen, Uzm. Mete Akoğuz, Uzm. Sevda Çevik, Uğur Değirmencioğlu ve Dr. Ayşe Okvuran'ın eğitmen olarak katıldığı seminerler 8 Eğitim Grubu'nda gerçekleştirildi. Prof. Dr. İnci San ve Doç. Dr. Ayşe Çakır İlhan'ın yönettiği "Yaratıcı Dramada Yeni Atılımlar" konulu panelin konuşmacıları ise; Prof. Dr. Sibel Güneysu, Uzm, Sevda Çevik, Uzm. Mete Akoğuz, Ar. Gör. Ruken Akar ve Uğur Değirmencioğlu'ydu. 9 gün süren programın festival bölümünde ise; "Ayının Fendi Avcıyı Yendi", "Reaksiyon", "Ah Şu Gençler", "Gozart", "Bu Oyun Oynanmalı", "Salçalı Makarna", "Sınırda", "Ayı" ve "Çomakçı"
H A B E R L E R . . .
Sinema Amerikan Güzeli, 31 Temmuz 2000, Pazartesi 50 Cesur Kemancı, 3 Ağustos 2000, Perşembe Yetenekli Bay Ripley, 7 Ağustos 2000, Pazartesi Köstebek, 10 Ağustos 2000, Perşembe Tanrı'nın Eseri, Şeytan'ın Parçası, 14 Ağustos 2000, Pazartesi Matrix, 17 Ağustos 2000, Perşembe Manolya, 21 Ağustos 2000, Pazartesi Kazanma Hırsı, 24 Ağustos 2000, Perşembe Yeşil Yol, 28 Ağustos 2000, Pazartesi Tatlı Bela, 31 Ağustos 2000, Perşembe
sahnelendi. Drama Gösterileri bölümünde de; "Çocuk ve Barış", "Bayan XXX", "Yokuş Kuşları", "E = m.C2", "Tay", "Umryal Rajdane" ve tüm Eğitim Gruplarının sahneledikleri 8
H A B E R - Y O R U M
KÜLTÜR BAKANLIĞI S A L O N L A R I N D A NELER O L U Y O R ?
cy
a
G ü n a y d ı n Kültür Bakanlığı 1982 yılından bu yana Özel Tiyatrolara Devlet Desteği vermektedir. Her yıl bu yardımlar açıklandığında kıyametler kopmaktadır. Kimi zaman tepkiler bakanlık önünde çadır kurarak ya da topluca eylemlerle yapıldı, bakanlık bu tutumu önlemek için yardımları mektupla bildirmeye başladı. Gelin görün ki bu da kuma kafasını gömen deve kuşu misali ortada kaldı. İşte bu devlet desteğini alan özel tiyatrolar Kültür Bakanlığı'nın salonlarını ücretsiz kullanabilir diye bir genelge yayımladı ve bu durum biz tiyatrocuları çok sevindirdi. Turneye gittiğinizde oyununuzun politik yapısı salon müdürlerinin politik yapısıyla uyuşmadığı zaman salonlarda yer kalmaz ve kanarya sevenler derneğine verildiği iletilir ya da müdürle ya da salon yetkilisiyle aranız iyi ise sorun yoktur istediğiniz kadar salon size tahsis edilir. Kültür Bakanlığı'nın kullandığı salonları ücretsiz alan özel ya da amatör tiyatrolar sevinerek oyunları için çalışmalara başlarlar, oyun günü geldiğinde salon sorumlusu "ışık kullanılacak mı?" diye sorar acaba tiyatroda ışık olmaz mı diye kafanızdan şöyle bir düşün gelgiti olur ve cevabınız "kullanacağız" olursa o zaman ışıkçı veya teknisyenlerle görüşmenizi isterler, teknisyen gelir ve sizden o gün kaç personel varsa onlar için yüklü bir yevmiye ister sizin de diliniz tutulur, siz onu ödeyemezseniz ışıkçı ışık odasını size tahsis etmez ve de siz de kuzu kuzu parayı ödersiniz. Hani salonlar ücretsiz tahsis edilecekti. Acaba Bakanlık bu arkadaşlara aylık maaşlarını ödemiyor mu? Bir de Ankara'mızın güzide bir salonu var ki burası tam bir bilmeceyi andırıyor, çöz çözebilirsen. Salonumuzun adı T.C. Kültür Bakanlığı 75. Yıl Sahnesi. Bu salon da yukarda anlatmak istediğim sorunların daha katmerlisi yaşanmakta. Eğer bakanlıkta adamınız varsa, salon oyun, prova ya da sohbet için istediğiniz an emrinizde, ama adamınız yoksa istediğiniz kadar dilekçeyle başvurun, yer yoktur ya da bir-iki gün verilir. Bu salon paralı değil mi? Paramı ödüyorum iki ay kullanmak istiyorum, derseniz, size şöyle bir cevap gelir "Bu salon ücretli de olsa sürekli bir tiyatroya verilemez" bravo, adilane ve eşitlik ilkesi için muhteşem diye düşünüyorsunuz, ama gazete ilanlarına sezon boyunca bakınca iki veya üç tiyatro dışında kimseyi bu salonlarda göremiyorsunuz, o zaman ister istemez şunlar geliyor "Benim tiyatrocum işini bilir". 75. Yıl Sahnesi'nde isterseniz bir oyun izlemeye gidin gişe yerine pazarcı mantığı ile kaldırımın üzerine atılmış bir masadan biletinizi alırsınız, bilette ne maliye ne de Rüsum için ödenmiş vergiler yoktur ya da bazı biletlerin dip notunda "Bu biletle birlikte içeriye girilirken yazar kasa fişi kesilmesi zorunludur" kapıdan içeriye girerken ortada ne yazar kasa ne de başka bir şey yani kısacası elinizdeki bilet korsan bilettir ve ödenen her para organizasyonu yapanın ya da tiyatro sahibinin cebine girmekte olduğu ortadadır. Bir tarihte Kıbrıs'da turne yaparken salon tutabilmek için öncelikle maliye onayı olmadan tutamadığımızı anımsıyorum ve işi baştan sıkı tuttukları için takdir etmiştim. Yine 75. Yıl Salonu'nda çocuk oyunları ya da büyük oyunlarda kapı girişinde başlayıp fuaye içinde devam eden yiyecek ve içecek satışları kimin tarafından yapılmakta? Bakanlık bunu bir ihaleyle birilerine mi verdi, verdiyse kime verdi? Ayrıca bir sezon boyu bu salon kimlere kaç para ücretle kiralandı? Bu salonun çeşitli ücret tarifleri çıkarılmış, belli saatler arası değişen ücretler neye göre tespit edildi? Bu saatleri aşan ya da temizlik saatine oyun koyan tiyatrolar için para ödemesi yapılıyor mu? Yapıldıysa kimler ne kadar yapmıştır. Prova yapan tiyatrolar için para alındı mı? İşte bütün bu sorular ışığında Sayın Kültür Bakanı veya bürokratları, bazılarının çiftliği haline gelen bu salona ve diğer salonlarındaki uygulamaları hakkında neler düşünüyor merak etmekteyim.
pe
Yalçın
9
HABER-YORUM
SANIK: İ. RAHMİ DİLLİGİL pe
Genel Müdür olur olmaz kurumdan ilişiğini kestiği oyuncu Serhat Nalbantoğlu'nun ortaya çıkarttığı ve Ti yatro... Tiyatro...'nun tüm detayları ile kamuoyuna yansıttığı "Eser Hırsızlı ğı'ndan dolayı yargı önüne çıkıyor.
cy
Yaklaşık bir yıl önce Genel Müdür Lemi Bilgin'in görevli olarak yurdışında bulunduğu sırada "Saray Darbesi" ile Devlet Tiyatroları yönetimine gelen, Kültür Bakanı İstemihan Talay ile özel yakınlığı bilinen İ. Rahmi Dilligil kuru ma vekalet ettiği günlerden itibaren başlattığı terörünü aralıksız sürdürdü.
a
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü İ, Rahmi Dilligil yargı önünde.
İ. Rahmi Dilligil, Amerikalı iki yazar Ray Galton ve John Antrobus'un bir likte yazdığı ve Orhan Azizoğlu tara fından Türkçeye çevirilen "Pantolonu nu En Son Ne Zaman Görmüştün?" adlı oyunu, "Giysilerim Nerede?" adıyla, kendi eseriymiş gibi Devlet Ti yatroları Edebi Kurulu'ndan geçirmiş, Bursa Devlet Tiyatrosu repertuvarına aldırmıştı. Fakat, Serhat Nalbantoğlu'nun Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na yaptığı suç duyurusu ile oyun apar topar repertuvardan kaldırılmış tı. Yapılan tüm yayınlar ve sorular karşısında büyük bir pişkinlikle suskun kalan İ. Rahmi Dilligil, bulunduğu konum gereği ve Ankara'daki ilişkilerine güvenerek savcılık so ruşturmasının sonuçsuz kalacağını umuyordu. Ancak, beklediği gelişmeler olmadı, bu ülkede namuslu savcıların da olduğu unutulmuştu. Ankara Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Yalçın 2.6.2000 tarihli ve 23147 Esas No ile İ. Rahmi
Başsavcısı'na" başvurdu. Ankara Cumuhuriyet Başsavcısı'da iddianamesi'ni düzenleyerek, Kültür Bakanlığı'na Genel Müdür İ. Rahmi Dilligil ve eski Başdramaturg Mine Acar hakkında yargılama için izin başvurusunda bu lundu. Bugüne kadar, Genel Müdür İ. Rahmi Dilligil'in kayıtsız şartsız arkasında olan, koruyan ve kollayan, 6 aydır tüm iddialara rağmen hiçbir araştırmada bulunmayan Kültür Bakanı Istemihan Talay'ın nasıl bir tavır alacağı, Cumhu riyet Başsavcısı'nı da dikkate almayıp, koruma, kollama görevine devam edip etmeyeceği merak konusu. İ. Rahmi Dilligil'in ilk davasının birinci duruşması 17 Ekim 2000 tarihinde An kara 10. Asliye Ceza Mahkemesi'nde başlayacak.
Dilligil hakkında "Gerçeğe aykırı beyanda bu lunmak" suçlaması ile 3 aydan 1 yıla kadar hapis istemi ile dava açtı. İ. Rahmi Dilligil'in suçu bu kadarla bitmiyordu, ancak devlet memurluğu ile ilgili ve Genel Müdürlüğü sırasında işlediği ikinci suç "Resmi evrakta tahrifat" suçu için Ankara Cumhuriyet
10
İ. Rahmi Dilligil hakkında kesinleşen bir başka karar ise Serhat Nalbantoğlu'nun açtığı tazminat davası. Nalbant o ğ l u , Azizname oyunu sırasında raporlu olduğu dönemde, oyunun ip talini duyurmak için salonun kapısına asılan "Sanatçı Serhat Nalbantoğlu psikolojik rahatsızlığından dolayı raporlu olduğu için Azizname oyunu iptal edilmiştir" ifadesinden hareketle Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürü Murat Atak ve Genel Müdür İ. Rahmi Dilligil aleyhine taz minat davası açmıştı. Bu dava, Ankara 15. As liye Hukuk Mahkemesi'nde Nalbantoğlu lehine sonuçlandı. Murat Atak ve İ. Rahmi Dil ligil müştereken 3 milyar liralık tazminata mahkum oldular.
İ. RAHMİ DİLLİGİL'İN YARGILANACAĞI TCY İLGİLİ MADDESİ: m. 343. (Kişi Hüviyet veya Sıfatına İlişkin Yalan Doğrulamada Bulunma): Her kim resmi bir varaka tanzimi esnasında kendisinin veya başkasının hüviyet ve sıfatı yahut mezkûr varaka ile sıhhati ispat olunacak sair ahval hakkında memurine karşı yalan beyanatta bulunursa bundan dolayı umumi veya hususi bir zarar husule geldiği takdirde üç aydan bir seneye kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Eğer mazkûr varaka tevellüdat, münakehat ve vasfiyata yahut adli işlere müteallik bulunursa fail altı aydan iki seneye kadar hapsolunur.
Kültür Bakanı İstemihan Talay'a Yanıtlamadığı Soruların Tekrarı:
pe
cy
a
1. Sayın Bakan, Türkiye'nin en büyük ödenekli kurumu Devlet Tiyatroları'nın Genel Müdü rü İ. Rahmi Dilligil, bu mesleğin en ağır suçlaması ile karşı karşıya, yürütmekte olduğu gö revini değil, sanatçılığını ilgilendiren bu suçlama karışında suskun kalmaktadır. Bu konuyla ilgili Bakanlığınızdan da herhangi bir açıklama yapılmamaktadır. Konuyla ilgili olarak, Ba kanlıkça herhangi bir soruşturma açıldı mı? Açılmadıysa, soruşturma açmayı düşünüyor musunuz? (Kültür Bakanı İstemihan Talay, ancak Cumhuriyet Başsavcılığının başvurusu üzerine soruşturma başlattı.) 3. İ. Rahmi Dilligil, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Müdürlü'ğü'nden hangi gerekçe ile alınmış tır? (Bakan bu soruya yanıt vermiyor) 4. İ. Rahmi Dilligil'in bir önceki sezonda Sivas Devlet Tiyatrosu'nda oynanan "Şıpsevdi" uyarlaması, rahmetli Avni Dilligil'in 35 yıl önce sahnelenen uyarlama metni ile aynı mı? Bu konuda herhangi bir araştırma yaptırdınız mı? Yaptırmadıysanız, yaptırmayı düşünüyor musunuz? (Bakan bu soruya yanıt vermiyor) 5. İstanbul ve Trabzon Devlet Tiyatroları'nın müdürleri 27 Mart gibi tiyatro için anlamlı bir günde istifa etmişlerdir. Bu iki müdürün istifa nedenleri hakkında bilgi verir misiniz? İ. RAHMİ DİLLİGİL'İN BAKAN'IN İZİN (Bakan bilgi vermiyor) VERDİĞİ TAKDİRDE 6. İ. Rahmi Dilligil'in şahsıma da söylediği ve Eski Başrejisör Ferdi Merter'in 27 Eylül 1999 YARGILANACAĞI tarihinde yaptığı ve Tiyatro... Tiyatro...'nun 95-96. sayısında da tam metin olarak yayımla TCY İLGİLİ MADDESİ: nan yazılı basın açıklamasında da değindiği gibi; "Bugün 'Bakanlığa yakınlıkları nedeniyle m. 339 (Resmi Belgede Sahtecilik): göreve getirildiler' denilen bu ekip, bu yakınlığı 'Yeniden Yapılanma Yasa Tasarısını' yaşa Bir memur memuriyetini icrada ma geçirme yönünde kullanırsa feryatçılar ne diyecektir tarih önünde acaba?" açıklamasın tamamen veya kısmen sahte bir da da görüleceği gibi "Özel yakınlık" açıkça deklare edilmektedir. İ. Rahmi Dilligil ile özel varaka tanzim eder veya hakiki bir bir yakınlığınız var mı? Varsa, nedir? Yoksa, bu açıklamalar karşısında ne diyorsunuz? varakayı tağyir ve tahrif eyler ve (Bakan bu soruya da yanıt vermiyor) bundan dolayı umumi ve hususi bir 7. 50 yıllık kurumda bugüne kadar görülmemiş bir olay, 7 eski Genel Müdür'ün açıklaması mazarrat tevellüt edebilirse üç seneden on seneye kadar ağır hapis ile kamuoyuna yansımıştır. Eski Genel Müdürler'in açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsu cezasına mahkûm olur. Eğer iş bu nuz? Kendileriyle toplantı yapmayı düşünüyor musunuz? (Bakan bu soruya da yanıt varaka sahteliği ispat edilmedikçe vermiyor) muteber olan evrak kabilinden ise 8. Özel Tiyatrolara Devlet Desteği son üç yıldır açıklanmamaktadır. Bu uygulamanın nede ağır hapis cezası beş seneden on iki ni nedir? Böyle bir gizlilik şahsınıza da uzanan dedikoduları doğurmaktadır. Dedikoduların seneye kadar verilir. önünü kesmek için son üç yılın "Özel Tiyatrolara Devlet Desteği"nin tiyatrolara dağılım Evrakın musaddak suretleri kanunen miktarlarını açıklamayı düşünüyor musunuz? (Bakan bu soruya da yanıt vermiyor) zayi olan asılları makamına kaim 9. Özel Tiyatrolara Devlet Desteği'nin dışında ve ayrıca "Tiyatro ve Televizyon Yazarları olmak lazım geldiği takdirde mezkûr Derneği" kanalı ile Refik Erduran'ın "Seher Vakti" oyunu için Tiyatro İstanbul'a suretler hakkında asılları gibi 5.000.000.000.-TL'lik ayrı bir ödenek tahsis edildi mi? Edildi ise neden doğrudan Tiyatro mumamele olunur. İstanbul'a değil de Dernek aracılığı ile yapıldı? (Bakan bu soruya da yanıt vermiyor) 10. Ekin Tiyatrosu sahibi Faruk Güvenç, yeğeniniz midir? Ekin Tiyatrosu'na son üç yıldır "Özel Tiyatrolara Devlet Desteği" fonundan ne kadar destek verilmiştir? Konservatuvar Mezunları Derneği kanalı ile Ekin Tiyatrosu'na ayrıca destek verilmiş midir? Verildiyse hangi projelere, ne kadar destek verilmiştir? (Bakan bu soruya da yanıt vermiyor, kendisi yerine Faruk Güvenç aradı.) 11. İTİ Başkanı, Tiyatro ve Televizyon Yazarları Derneği Yönetim kurulu üyesi ve Devlet Tiyatroları Edebi Kurul Başkanı olan ve aynı zamanda Devlet Tiyatroları'nda oyunları oynanan Refik Erduran 11 Mart 2000 cumartesi günü Milliyet Gazetesi'nde yapmış olduğu açıklamada; "Ben oyun yazarıyım, ama DT'deki keşmekeşi görünce bunun kulisine girmek de mecburi oldu" demektedir. Edebi Kurul Başkanı'nın böylesine müdahale ve kurumu düzeltme gibi görevleri var mıdır? Bu tür açıklamalar Bakanlığınızı ve şahsınızı rahatsız etmekte midir? (Bakan bu soruya da yanıt vermiyor) 12. İTİ Türkiye Merkezi Direktörü olarak görülen Eshan Sham adlı kişi Türk uyruklu mudur? Değilse, Türkiye'de çalışma izni var mıdır? (Bakan bu soruya da yanıt vermiyor. Kendisinin yerine Recep Bilginer aradı. )
*** 13. (Yeni soru) Devlet Tiyatroları Genel Müdür Yardımcısı Tamer Levent 14 Haziran 2000 tarihinde, Varna dönüşü Atatürk Havaalanı'ndan polis marifetiyle Bakırköy Adliyesi'ne götürülüp, hakkındaki vicahi tutuklama kararı gıyabiye çevrilmişti. Tamer Levent hangi suçtan dolayı tutuklandı?
11
F E S T İ V A L
T A N I T I M
III. ULUSLARARASI BOĞAZİÇİ FESTİVALİ
a
çevrilerek söylenen "Reach Out", "I will Survive", "How High the Moon" gibi şarkıların sahibi, Gloria Gaynor, Kent Orkestrası ile beraber İstanbullu sanatseverlerle Açıkhava Tiyatrosu'nda buluşuyor. 70'li yıllardan başlayan bir süreçte, Gloria Gaynor'un şarkıları, birçok kuşağı derinden etkilemiştir.
cy
15-29 Haziran 2000 tarihleri arasında Cemil Topuzlu (Harbiye) Açıkhava Tiyatrosu, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Yıldız Sarayı, Emirgan Beyaz Köşk ve Küçük Çamlıca Köşkleri'nde gerçekleşecek gösteri ve konserlerle İstanbullu sanatseverlerle buluşacak olan III. Uluslararası Boğaziçi Festivali'ne yaklaşık 1600 sanatçı katılacak. III. Uluslararası Boğaziçi Festivali'nde World Music, Flamenko, Bale, İrlanda Dansı, Jazz, Blues, Rock, Pop, New Age, Geleneksel, Senfoni, Dans ve Ritm Şovları ve Operalar başlıkları altında toplam 30 ayrı gösteri, prodüksiyon ve konser yer alıyor.
pe
Boğaziçi Festivali'nde Dünya Müziği Boğaziçi Festivali, konser programında dünya müziğine de geniş yer veriyor. Dünya Müziği Dalında, Afrika pop-caz'ının ünlü isimleri Sawt El Atlas ve Maryam Mursal, 19 Haziran akşamı Afrika'nın canlı ritmleri ile Açık Hava Tiyatrosu'nda olacaklar. Fransa, Hollanda ve Almanya'da konserler verdiler.
Boğaziçi'nde Hoşgörü İmparatorluğu; "Tarihi-Müzikal Prodüksiyon" 15 Haziran 2000 tarihinde başlayacak olan III. Uluslararası Boğaziçi Festivali'nin açılış gecesinde, 'Hoşgörü İmparatorluğu' adlı tarihi müzikal prodüksiyon izleyenleri Osmanlı İmparatorluğu tarihi içerisinde müzikal bir yolculuğa çıkartıyor. CRR Konser Salonu Genel Sanat Yönetmeni Arda Aydoğan tarafından sahneye konan "Hoşgörü İmparatorluğu" Osmanlı Imparatorluğu'nun 700. yılı kutlama etkinlikleri kapsamında. "Klasik Bale'nin Ünlü Eseri 1001 Gece" Azerbaycanlı sanatçı Fitret Amirov tarafından bestelenen "1001 Gece" adlı bale, İstanbullu sanatseverlerle buluşuyor. Festivalin "Bale" başlığı altında yer alan dünyaca ünlü Azerbaycan Devlet Balesi, iki gece boyunca "1001 Gece" adlı eseri Açık Hava Tiyatrosu'nda sahneleyecek. Gloria Gaynor Dünyanın çeşitli ülkelerinde kendi dillerine
Flamenco Projesi: Flamenco Pasion Boğaziçi Festivali'nde "Flamenco Pasion & Juan Martin", İstanbullu sanatseverlerle buluşuyor. Juan Martin ve topluluğu Zambra, Boğaziçi Festivali'ni izleyecek olan İstanbullu sanatseverler için özel bir prodüksiyon hazırladı; "Flamenco Pasion". İspanya Ulusal Dans Yarışması birincileri Salvador Moreno ve Raquel de Luna'nın baş dansçıları olduğu Flamenko ateşini iki akşam boyunca tüm İstanbul'a yayacak.
Fahir Atakoğlu ve CRR Senfoni CRR Senfoni Orkestrası ile yaptığı "Senfonik Konserler" ile büyük beğeni toplayan, uluslararası platformdaki sanatçımız Fahir Atakoğlu, Genel Sanat Yönetmenliği'ni Arda Aydoğan'ın yaptığı CRR Senfoni Orkestrası ve Korosu eşliğinde, Fahir Atakoğlu besteleri ile sanatseverlere bir konser sunacak.
12
Chuck Mangione Children of Sanchez'in bestecisi ünlü trompetçi Chuck Mangione, İstanbul'da gerçekleşecek olan III. Uluslararası Boğaziçi Festivali'nin diğer bir sanatçısı. Jazz sahnesinden kopup gelen kariyerini üç yıl süren ve caz'dan pop'a, klasik müzikten funka kadar uzanan emprovizasyon yeteneği ile birleştiren Mangione, Dizzy Gillespie, Maynard Fergusson, Woody Herman gibi ünlü sanatçılarla beraber çaldı.
Sound of Dance İstanbullu sanatseverler Irish River Dance adlı İrlanda Dans Topluluğu'nun dağılmasından sonra bu topluluğun özgün haline uygun olarak kurulan Sound of Dance adlı topluluğu izleme fırsatına sahip olacaklar. Özgün "Irish Riverdance"in baş dansçılarının bir araya gelmesi ile, bu topluluğun devamı olarak kurulan Sound of Dance Topluluğu İrlanda Dansları'nın yanı sıra Arjantin "gaucho" dansları ve Flamenko örneklerini sanatseverlere sunacaklar. Blues ve Soul Müzikte Keziah Jones Blues ve Soul Müzik sanatçısı Keziah Jones, III. Uluslararası Boğaziçi Festivali'nde olacak. Blues'dan, Funk'a, coşku dolu ritmleri ve kendisine has müziği ile Blues türünde uzun süreler liste başı olan Keziah Jones'un vokallerinde Curtis Mayfield, Freddy Mercury Marvin Gaye ve Prince'in tınısı bulunuyor. Gitarda ise John Lee Hooker, Jimmy Nolen ve Jimi Hendrix'in ekoları... İsrail Dans ve Ritm Şovu "Mayumana" III. Uluslararası Boğaziçi Festivali'nde dans ve ritm üzerine herhangi bir kategoriye
cy
a
Birbirlerini yıllardan beri tanıyan topluluk üyeleri, 79 yılında aynı müzikal geçmişe ve anlayışa sahip olduklarını keşfettiler. "Men At Work", aynı anlayışta olan bu dört kafadarın birleşmesinden doğdu. Romanya'dan "Speed Brass Band" Romanya'nın Moldovya Bölgesi'nden gelen ve Balkan ekolüne mensup olan Fanfara din zece Prajini, "Speed Brass" yani hızlı bir tempoda çalınan bakır nefesli sazlardan kurulu, sanatseverlerin dinlemeye doyamayacağı bir orkestra.
pe
sığdırılmayacak kadar özgün bir topluluk yer alıyor. İnsan bedeninin sınırlarını zorlayan bir dans gösterisi sunarken bir yandan da kendi vücutları da dahil olmak üzere neredeyse ellerine geçirdikleri her cisimle inanılmaz bir dans ve ritm gösterisi sunan Mayumana Topluluğu, gerek görsel açıdan, gerekse işitsel bakımdan sanatseverlerin kaçırmaması gereken olağanüstü bir gösteri. Beat Grubu "Stomp"tan esinlenen Mayumana Dans Grubu İsrail Müziği'ne ritm, hareket, mizah ve neşe unsurları katıyor. Balkan Müzikleri Gecesi Balkan ve Roman müziklerinin tanınmış sanatçı ve toplulukları, 'Muammer Ketencoğlu ve Arkadaşları', 'Kapanskı Kadınlar Korosu ve Dansçıları', 'King Naat Veliov ve Koçanı', 'Hüsnü Şenlendirici ve Laço Tayfa', sanatseverlere Balkan Müziği'nin örneklerini sunacaklar. Yıllardır kendi müziğimiz ve Balkan Müzikleri için araştırmalar ve derlemeler yapan besteci yorumcu Muammer Ketencoğlu ile, uzun süredir World Music camiasında adından övgüyle bahsettiren ve tümü kadınlardan kurulu Kapanski Bulgar Kadın Korosu Orkestrası ve dansçıları 'Balkan Gecesi'nde Boğaziçi Festivali'nde olacaklar. Popüler Müzik: "Mean at Work" Yetmişlerin sonlarından, seksenli ve doksanlı yılların ortalarına kadar üç kuşak boyunca ilgiyle dinlenen Men at Work, dünyada kendi dallarında Men At Work tarzı denilen yeni bir sound ortaya çıkardılar. 1979 yılında Colin Hay, Ron Strykert, saksofonist ve flütçü Greg Ham ve davulcu Jerry Speiser'in ortak çalışma kararı ile kurulan Men At Work, ilk defa bir Cumartesi öğleden sonrasında Melbourne'da çaldılar.
Reşit Behbudov ve Azerbaycan Devlet Folk Müzik Topluluğu Azerbaycan'ın ünlü sanatçısı Reşit Behbudov, Azerbaycan müzik otoriteleri tarafından canlı ve duygulu bir müzik stiline sahip ve sıradışı bir yorumcu olarak nitelendirilir. Özellikle ülkemizde makam olarak bilinen Aziri Mugamları üzerindeki hayat dolu doğaçlama yeteneği ile tanınan bir sanatçıdır. Selma Agat Kırım Halk Şarkıları Kırım Tatarlarından olan Selma Agat Türkiye'de doğdu. İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nı bitirdi. Esin Engin'le birlikte Kırım Musikisi tarihine hizmet amacı ile yapmış olduğu Akbikey adlı albümü, Amerika ve Rusya'da büyük ilgiyle karşılanmıştır. ABD'de ilk Kırım Müziği konserini verdi, konseri Rusya'da yayınlandı. Uzun yıllar New York Konservatuvarı'nda müzik dersleri veren Agat, dünya çapında verdiği konserler ve başarılı albümleriyle sanatseverlerce ayakta alkışlanmıştır. Nguyen Le "Jazz-Fusion" Jazz-Fusion tarzındaki Bakida adlı albümüyle, World Music tutkunlarının gönlünde taht
13
kuran Nguyen Le için sadece 'dünya müziği yapan bir müzisyen' ya da 'sade bir cazcı' terimlerini kullanmak doğru olmaz. Nguyen Le'nin müzik anlayışı Kuzey Afrika ritimlerinden, Endülüs ağıtlarına uzanır; geleneksel ritm ve melodilerin ördüğü uzun bir çizgide Renaud-Garcia Fons, Tino di Geraldo, Kudsi Ergüner, Paolo Fresu, Chris Potter, Karim Ziad ve Jon Blake'e kadar bir çok sanatçıyla çalışan gitarist Nguyen Le geçtiğimiz aylarda ünlü Jazzthetics Dergisi'nde kapak ve iki tam sayfa haber olarak yer almıştır. "Kopuzdan Günümüze" Kültür Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu Kültür Bakanlığı tarafından 1991 yılında kurulan topluluk, önemli bir kültürel değerimiz olan Klasik Türk Müziğinin, özellikle Tasavvuf Müziği ve Mehter Müziği türlerinin özgün yorum ve tarzlarına sahip çıkılarak sanatseverlere sunulmasını amaçlamaktadır. Topluluk bu amaca uygun olarak önce sanatçı kadrolarını tamamlamak, repertuvar çalışmaları ve üslup araştırmaları yapmak üzere kurulmuştur. Yannis Saoulis ile "Rebetiko" Grek Müziğinin son dönemdeki en önemli sanatçılarından Yannis Saoulis de, III. Uluslararası Boğaziçi Festivali'nin World Music bölümünde, çağdaş rebetiko konseptiyle sanatseverlerle buluşuyor. Konularını Ege'nin iki kıyısında yaşayan insanların özgürlük ve barış istemlerinden alan rebetiko müziğinin son dönemdeki en iyi örneklerinden biri olan "Kayıkçı" adlı albümüyle ülkemizde de yakından tanınan Saoulis, yaşamları, ümitleri ve düşleriyle birbirlerine benzeyen Ege'nin iki kıyısındaki insanları konu ediniyor. Salih Nour & Samar
W. A. Mozart " Saraydan Kız Kaçırma" Genel Sanat Yönetmenliği'ni Arda Aydoğan'ın yaptığı, tanınmış rejisörlerimizden Aytaç Manizade tarafından sahneye konan W. A. Mozart'ın "Saraydan Kız Kaçırma" operası, Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü önünde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Operası, Orkestrası ve Korosu tarafından sahnelenecek. Sultan Bestakar Ahmet Kadri Rizeli & Golden Horn Ensemble II. Bayezid, Sultan Abdülaziz, V. Murad, II.
pe
Mahmoud Fadl & Salamat Nil boyunca uzanan Nubia, bir zamanlar
Marwan Zoueini Beirut'da ud ve ses eğitimi aldıktan sonra Anderlecht Konservatuvarı'nda çalışan Zoueini burada Lübnan Sesi adlı topluluğu kurdu. Saygın müzikal formların önemli bölümlerini, geleneksel bir anlayışla aslına uygun olarak yeniden biçimlendiren Zoueini aynı zamanda kalıcı olanı araştırma çabası içersindedir.
cy
Çin Ulusal Balesi 1959 yılında kurulan Çin Ulusal Balesi, kuşaklar boyu çıkarttığı başarılı sanatçılar ve üyelerinin dans sanatına olan adanmışlığı ile tanınıyor. Klasik Çin Balesi tarzını, Klasik Batı disiplini ile buluşturan Çin Devlet Balesi'nin sahne üzerindeki performansı bir nevi doğubatı sentezi olarak algılansa da, Rudolf Nureyev'den Pyotr Gusev'a kadar birçok ünlü sanatçı, Çin Ulusal Balesi ile birlikte çalışmıştır. Çin Ulusal Balesi, hem klasik batı hem de klasik Çin repertuvarının başlıca eserlerini korumayı ve canlı tutmayı amaçlamaktadır. Baleyi dışarıdan gelen bir sanat olarak değil, Çin Halkı'nın hayatına anlam veren, ruhlarını özgür kılan bir tarz olarak benimseyen, tanınmasına çalışan Çin Ulusal Balesi üyeleri, Batı ile doğunun bileşiminde gerçekten büyük bir başarı sergilemişlerdir.
Cennet Bahçeleri olarak anılmaktaydı, şimdi ise Aswan Barajı'nın suları altında kaldı. Oysa Nubialılar hâlâ yaşıyorlar. "Mambo El Soudani", Nubian geçmişine sahip çıkan bir çalışma ile Afrika çok ritimliliğini, Akdeniz ve Kahire usullerini Nubia melodileri ile birleştirdi. Geleneksel olandan yola çıkarak, günümüz Mısır'ına seslenen bir çizgide, dinleyicilere işitsel bir şov sunuyor.
a
Bir udi ve şarkıcı olan Salih Nour, ilhamını, Nubia kökenli, Kuzey Sudan'da yaşayan etnik Danagla Kabilesi'nden alan Salih Nour, Beja ve Hadenowa dillerinde şarkılar yazıyor. Ritüellerden emek şarkılarına kadar mistik zamanların şarkılarını seslendiren ve yorumlayan sanatçı, kendi liderliğinde kurulmuş ve Sudan melodilerini en güzel şekilde yorumlama özelliğine sahip olan 6 kişilik Samar adlı topluluğu ile geliyor.
14
Abdülhamit gibi Osmanlı Padişahları'nın Klasik Türk Müziği üzerine yaptıkları bestelerden seçme bir repertuvarı, sanatseverlerle, Ahmet Kadri Rizeli'nin yönetimindeki Golden Horn Ensemble sunuyor. Piyano ile Klasik Türk Müziği Klasik Türk Müziği, içerdiği çeyrek tonlar ve mikro tonlarla batı müziğinden ayrılmaktadır. Klasik Türk Müziği'ni piyano gibi bir batı sazı ile aslına ve usullerine uygun olarak piyanist Hilal Çalıkoğlu piyano ile yorumlayacak. Fasıl Serisi Ahmet Kadri Rizeli & Golden Horn Ensemble Aynı Klasik Batı Müziği ya da caz müziğinde olduğu gibi beraberce okunan veya icra edilen eser anlamında kullanılan fasıllar, Türk Müziği'nin gözde eserleri olarak sanatseverlere Ahmet Kadri Rizeli yönetimindeki Golden Horn Ensemble tarafından yorumlanacaklar. Laszlo Berki Çigan Müziği ve Dans Topluluğu Laszlo Berki Çigan Müziği ve Dans Topluluğu, Boğaziçi Festivali kapsamında Yıldız Sarayı'nda gerçekleşecek konserlerinde sanatseverlerle beraber olacak. Renkli ve hızlı tempolu Çigan Havaları ve Dansları ile bu tür müziğin dünyadaki önemli yorumcularından biri kabul ediliyor.
12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, iyi bildiğimiz bir gerçeğin altını kalın çizgilerle bir kez daha çizmiş oldu. Tiyatronun teknolojiden yararlanmada vardığı noktayı gereğince yansıtabile cek sahnelerimiz yok, yakın gelecekte olacağa da benzemiyor. Yabancı toplulukların "ağır topları" The Royal Shakespeare Company, Tanztheater Wuppertal ve Robert Wilson ekibinin sundukları gösterilerin, beklendiği gibi "etkileyici" olduklarını söyle mek gerekir. Aynı bağlamda şunu da eklemek gerekir ki "Tiyatro neye denir?" ya da "Pina Bausch'un sahne ürünleri yahut Robert Wilson'ın 'projeleri' tiyatro mudur?" türü "kategorik" so rulara hapsolmuş "kategorik" bakışları "tiyatro camiamız?" henüz aşmış değil. Ama, fazla uzaklaşmadan konunun özüne, teknolojiye döneyim. Etkileyici oldukları (kanımca) kuşku götürmez olan her üç yapımın (Hırçın Kız, Masurca Fogo, Önceki Günler...) bu etkilerini ne ölçüde teknolojiye borçlu olduklarına ilişkin bir soru ortaya atılabilir. Yanıtı da (kanımca) şu doğrultularda oluşmalıdır:
pe
cy
a
Hırçın Kız, her şeyden önce bir Shakespeare oyun metni. Yönetim ve oyunculuktaki üst düzey yorumlar bu yapımda metinle eşit ağırlıkta. (Internet ortamı aracılığıyla oyunda bir çağdan başkasına geçişi sağlayan) teknoloji, genelde Shakespeare oyunlarında kullanılandan daha be lirgin bir yer tutuyorsa da, oyunun öne çıkan bir öğesi değil... Masurca Fogo'da dans ve tiyat ro estetiklerinin bir dokuda kaynaşmaları, Bausch damgalı gösterinin -her zamanki gibi- ana öğesidir, ama ses/müzik ile görüntünün içiçe geçerek sahne boyutlarının (gerçekte ve imge lemde) ötesine taşmasını sağlayan sahne teknolojisi, burada nerdeyse söz koşunu "doku" ile yarışacak güçte... Robert Wilson'ın Önceki Günler...'inde ise "metinler", "sesler", "koreograf i " , "oyuncular" ve "özel konuklar"ın tümü; video ve müzik teknik desteğinde oluşturulan şaşı lası sahne ve ışık tasarımı yanında "yardımcı öğeler" olmaktan öteye geçmiyorlar. Başka deyiş le, üç TIR'a ancak sığan ışık ağırlıklı teknik donanım, olağanüstü sahne betimlemelerinin yara tıldığı Wilson "projesi"nde -yaratıcısının da dile getirdiği gibi- "baş rolde". Buradan dönelim başlangıç noktamıza. Bu yılki Festival'de önde gelen yabancı toplulukların kullandıkları sahne teknolojileri (önem oranlarında fark varsa da) günümüzde tiyatroda tekno lojinin vardığı noktayı göstermede, aynı safta duruyorlar. Bize ise imrenmek ve donanım ile kendi donanımsızlığımız arasında giderek büyüyen uçuruma kaygıyla bakmak kalıyor. Teknolojiye sahip "yabancı", değil üç, on üç TIR dolusu aygıtsal donanımıyla da gelse, onu iş lerliğe geçirecek salon/sahne donanımı gerekir. Bizim "en iyimiz!" AKM, bu yükü çekemiyor ama çekiyormuş gibi görünmek zorunda. Cefakâr Muhsin Ertuğrul Sahnesi ise çeşitli yetersiz liklere teslim oluyor. Benim Hırçın Kız'ı izlediğim akşam Shakespeare'in ölümsüz dizelerine oyun boyunca "bangır bangır" bir şey eşlik etti. Çıkışta, bu yavan ama saldırgan "sound"un, 80 metre uzaktaki 7500 kişilik Açıkhava Tiyatrosu'ndaki "Candan Erçetin'in Konseri"nden yayı lan "Türk popu" olduğu anlaşıldı. Durum böyle iken. Müzik Festivali'nin açılış konuşmasında İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Baş kanı Şakir Eczacıbaşı, birkaç yıldır gerçekten büyük umutla beklenilen Maslak'taki büyük kültür-sanat sitesi yapımının hiç ilerleyemediğini belirtiyor, Kültür Bakanlığı'nın bu konudaki ilgi sizliğine/sorumsuzluğuna -uygun dille- dokunduruyordu. İkibin yılının Kültür Bakanlığı'nın bu duruşu sanırım kimseleri şaşırtmıyor şaşırtmasına da, bizim payımıza düşen yine umutsuzluk, yine "hüsran" mı olmak zorunda?
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu
Ferruh Doğan'ı, onun Çizgili Dünya'sını yitirdik. Bunun anlamı, bu ülkenin geçtiğimiz yarım yüzyılının en özgün, giderek en usta çizerlerinden birini yitirmenin ötesinde. Ferruh Doğan, in san sevgisiyle dolu, yaşama ve sanata yaklaşımında "ahlakı" kılavuz edinmiş bir aydın kişi, ger çek bir kültür adamıydı. Hemen her sanat alanına içten ilgi duydu, her alandan sanatçıya bir "ağabey"in koruyucu dostluğunu sundu. Tiyatroya da, başka bir çizerde tanık olmadığım denli yakın durdu. Onu buradan öteye uğurlayanlar arasında olamadım, aynı saatteki, önceden belirlenmiş önemli "iş" nedeniyle. Engin hoşgörüsüyle bağışlar, eminim. Yaşamında hep yüzünü dönmüş olduğu "aydınlık", gittiği yerde onu sarmalayacaktır diyelim.
TEKNOLOJİ VE ÖTESİ (YA DA GERİSİ) 15
ELEŞTİRİ
Y ü c e l
E r t e n
M a k e d o n y a ' y ı
F e t h e t t i
KUYRUKLU YILDIZ G ü n e r İ s m a i I / Ç e v .:
Ka s o
a
Üsküp Dram Tiyatrosu'nda bu amaçlarını ger çekleştirmek için başlangıç noktası, büyük Türk şairi Nâzım Hikmet'in "Ferhad ile Şirin" metnidir. Eski bir halk masalını poetik bir dra ma dönüştüren; daha güzel, daha adil, daha mutlu bir dünyayı özleyen büyük hayalciler den biri olan Nâzım Hikmet; 20. Yüzyılın tipik acılarını çekmiş ve bu düşüncelerin esiri ola rak trajik bir kaderi yaşamıştır. Erten, bir yan dan oyunun bilinçaltındaki gerçek strüktürüne; diğer yandan reel Balkan kontekstine uza nırken; daha metnin dramaturgi aşamasında, yeni bir kişiyi, Nâzım Hikmet'in kendisini oyu na ekliyor.
pe
cy
Akhilleus ile kaplumbağanın paradoksunda olduğu gibi, insanın yolu sürekli küçük parça lara ayrılırsa, onun hiçbir yere varamayacağı bir gerçektir. Biten (bitmeyen) 20. Yüzyılın so nunda insanlık böyle bir durumdadır. Son yüzyılın insanlığı, ister yalancı ister gerçek de ğerleriyle, sanki ölmüştür ve bu yüzyıldan bir çıkış yolu bulamıyor gibidir. Aslında bu durum yeni bir şey değildir ve bu çürümüş dünya de ğerler sisteminden, yeni değerler, yeni hedef ler ve yeni çıkışlar arayan kişiler olmadığı anla mına gelmez. 19. yüzyılın sonu, 20. Yüzyılda yaşanacak batmış, boğulmuş zamanın ve sa vaş katliamlarının sadece hissedildiği bir dö nemdir. Ve 20. Yüzyıl, görkemli sosyalist-komünist, çılgın-nahif dünya düzenleme deney lerinin ve aynı zamanda insanlığın gözü dön müş şekilde bu umut kıvılcımını maddeleştirmeye çalıştığı bir çağ olmuştur. Erten şöyle di yor: "Bu yaşadığımız özü yalan, ama az da ol sa gerçeği barındıran dünyada, acaba biz kırıl mış bir süsün, kırılmış bir seramik parçasından daha değerli miyiz?"
Elyesa
Kuşkusuz ki sanat, en ciddi olmasa bile, en in sancıl deneyimdir. Çünkü sanat, milyonlarca yıl hiç durmaksızın kapatılan yollarımıza rağ men; umutla belki değişik, gerçek bir ışıkta buluşacağımız, yitirilmiş yerlerimizi bulacağı mız, alevlenmiş ırmaklar gibi akacağımız yö nünde; umut kıvılcımlarını gözlerimiz önüne seriyor. Yücel Erten öyle bir tiyatro anlayışının temsil cisidir ki, bu anlayışta tiyatro, bir şeyleri birleş tirmek için amaçla üretilen ve yaratılan bir sa nattır (Brecht). Ona göre "sol" kavramı, artık kulağa nahif ya da aşırı poetik-patetik gelse bile; tiyatro her şeyin yitirilmediğini göstere cek umudu yaratmalıdır:
Böylelikle sanki yapılabilecek biricik tiyatronun "tiyatro içinde tiyatro" olduğuna işaret ediyor ve oyun süresince yazarı sahne dışında ya da sahne içinde kullanıyor. Yönetmen, Makedon tarihinin önemli bir bölümünden, Yücel Erten'e özgü tipik hayranlık duygusu ile tipik bir alıntı yaparak; yazara "kartal kanatları" takıyor ve Nâzım Hikmet'ten yüzyıl önce Moskova'nın misafiri olan Konstantin Miladinov'un trajik-lirik karamsar kişiliğine bir gönderme yapıyor. Senograf Mustafa Asım, sahneyi karanlık bir kutu gibi düzenleyerek fonksiyonel tek bir mobil parça kullanıyor. Bu parça, bazan Nâ zım Hikmet'in hapishane hücresi, bazan şair Miladinov'un odacığı, bazan nakkaş Ferhad'ın iskelesi ve nihayet mutsuzluğun egemen ol duğu bu dünyada, yine de gerçek aşkın olabi leceğini düşünen Ferhad'ın, bunu hiçbir za man kabul etmeyeceklerini bile bile, efsaneler dünyasına hareket ettiği bir mekân olarak kul lanılıyor. Doğal ki böyle belirlenmiş bir dramaturgi ve sahne mekânında oyuncuların muazzam karı
16
şık ödevleri var. Çünkü hem bizim hem oyun cuların; konuya girip çıkabilmemiz için, reel insan ve oyuncu olarak pozisyonumuzu göre bilmemiz için dramaturgi gereği yapılan buda malar; oyuncular için zorlu bir görev oluşturu yor. Ama epik tiyatro film şeridi gibidir, resim lerin hareketi ve zıplamaları ile oluşur. Dolayı sıyla oyuncuyu da sürekli olarak değişik ve şa şırtıcı durumlar ve ödevlerle karşı karşıya bıra kır. Venko Serafimov Makedon halk melodilerin den minyatür örnekler ve onların varyasyonla rı ile, nostaljik girişi ile sanki notalarla değil de, görsel olarak, boya ile oyunu süslüyor. Oyunda müzik, sadece yabancılaştırma/uzak laştırma efektini vurgulamıyor; aynı zamanda kesmeler/ geçişler için mümkün olan en yük sek yumuşaklığı ve lirizmi sağlıyor. Öyle ki ti yatroda değişmez rollerde görmeye alıştığı mız değerli oyuncular, yine o oyunculardır; ama oyuncu pozisyonunun zıtlıklarını bütün nüansları ile oynayarak, oynadıkları kişiliklere doğru gidiş-gelişlerini yaparken; yaşam denen dimenziyondan/boyuttan hiçbir şey, bir küçük kırıntı bile kaybetmiyorlar. Erten çok iyi bir rol dağıtımı yaparken, ön pla na iki kadın karakteri çıkarıyor: Mehmene Banu/Elena Jugiç ve Şirin/Bilyana Beliçanetz. Ka sıtlı olarak zıtlıklarla dolu kişilikler (güzel-çirkin, aşık-öç alıcı, hüman-acımasız). Her iki oyuncu da her an, oyunun her katmanına, önemli boyutlar ve sözün en temiz anlamıyla güzellikler katarak; sözünü ettiğimiz güç gö revlerin üstesinden başarı ile geliyorlar. Nâzım Hikmet rolünü oynayan Elyesa Kaso (kendisi aynı zamanda reji asistanı olarak oyu na imzasını atıyor), değişik kültür ortamları-
sinde bütün kişiliklere birer oyuncu daha ekliyor ve bu yolla onların gerçek bireysel sosyal boyutunu bir kez daha vurgulu yor. Elena Donçeva'nın muaz zam kostümleri içinde bu ilk sahnede gördüğümüz Kalina Naumovska, Irena Ristik, Gordana Endrovska, Milyana Dodevska, oynadıkları küçük min yatürlerle daha sonraki sahne lerin ve olayların algılanması açısından giriş sahnesini daha inandırıcı kılıyorlar.
pe
cy
a
Deyan Liliç kendini beğenmiş Şerefi oynuyor. Ferhad ile Şirin'in acılarının bir bölümüne yetecek kadar kışkırtıcı-uzaklaştırıcı bir kişilik, neredeyse bir Salieri. Liliç, rolünü modern oyunculuk anlayışına uygun, açık ve özel biçimde sınırlandı rılmış, indirgenmiş bir oyuncu luk yöntemiyle oynuyor. Yücel Erten ilk kez on yıl kadar önce Makedonya'ya gelmişti. O zaman ardında Brecht'in orijinal metnine göre bir oyun bırak mıştı. O sahneleyişin yankıları, bugün hâlâ bizim tiyatro gün demimizde kendini hissettirir. O zaman da Brecht tiyatrosu üzerine yapılacak yeni tartışma ları kışkırtmıştı. Şimdi ise Dram Tiyatrosunun o müthiş ensemble'ı ile bir oyun yapıyor. Bu kez sahnelediği oyun bir Brecht de ğil. Ama sahnelediği bu oyun da da, tiyatro bütün incelikleri ile yaşayan bir sanat olarak; se yirci de, çok yakında olmasına rağmen, salonda oturan bir koltuk numarası olarak değil, sahneden gelecek olan iyileştiri ci ve aydınlatıcı mesajları algıla maya gereksinme duyan bir varlık olarak belirlenmiştir.
Dragan Spasov, olağanüstü subtil, ince, narin duygularıyla usta ve keskin bir oyuncu, "Fer had ile Şirin"in sonunda; aşk tan, vicdan azabından çarmıha gerilmişçesine, çok iyi olup olmadığından bile kuşkulu bir eşiktedir. Elinde tuttuğu kıvılcımlar çıkaran güçlü makine ile ünlü efsanede oldu ğu gibi, yanıp kendi küllerinden yeniden doğacak gibidir. Bunu yapar ken, halk susuzluktan kırılırken, sevgilisiyle hiçbir zaman mutlu olama yacağını söyler ve sonunda perde, bazı şeylerin sırası/zamanı
nın dramaturjik örgütlenmesinde karakteristik bir sezi/duygu ile oynu yor. Öyle ki bütün kadro ile çok iyi ve ayrılmaz bir hücre dokusunun bağlantısını oluşturuyor. Sabina Ayrula, Lilyana Velyanova, Atzo Yovanovski, Dimçe Meşkovski, Marin Babiç, Anastas Tanovski ve Laze Manaskovski bu türdeki tiyat ronun gerçekleştirilmesinde, oyunun vazgeçilmez direklerini oluşturu yorlar. Ayaklarını sağlam yere basarak; seyircinin oyuna güvenini arttı rarak; seyirciye duydukları yakınlık duygusunu sahneden salona taşıya rak, oyuna değişik boyutlar katıyorlar. (Eski kitaplarda anlatıldığına gö re, bir zamanlar seyirciler sahne üzerinde otururlarmış. Bu seyirci ile oyuncu arasındaki yakınlıktan ileri gelmekteymiş!) Erten, giriş sahne
geldiği için değil de, sanki kıvılcımlarını bize sıçratmak ve bizlere ışık saçmak için iner. Derler ki kuyruklu yıldızlar yalnızca belirli dönemlerde görünürmüş. Bu Yücel Erten için de geçerli. (Forum Dergisi'nin, 19.05.2000 tarihli sayısından çevrilmiştir.)
17
O
yunu kuralına göre oynuyorum." İ. Rahmi Dilligil'in 9 Haziran'da Radikal'de İpek Karadağ ile yaptığı söyleşinin başlığı. Bu cümle de kendisine ait. "Saray Darbesi"ni, işbirlikçilerini, dayanaklarını özetleyen ama bir sanat kurumunu açıklamayan, herhangi bir genel müdürlüğü çağrıştıran bir cümle. Zaten, Bakan Talay'la kol kola giren (kol kolalığın nedenlerini daha derinde aramak lâzım) İ. Rahmi Dilligil de bunu becermek istiyordu, becerdi.
"Oyun" sahne üzerinde değil, bürokrasinin dehlizlerinde oynanıyor, dehlizlerdeki "Oyun"un kuralları ise bizim bildiğimizden çok farklıdır. Ankara'da görüştüğüm üst düzey bir bürokrat, sohbetimiz sırasında uzun uzun güldü, 'Ne kadar safsınız' dedi. Temiz anlamında değildi 'Saf sözcüğü, bilmez, olaylara yabancı, komik duruma düşen anlamındaydı. Gerçekten 'saf mıydım? Galiba. Oyunu anlatmaya başladığı zaman, 'saflığımı daha iyi anladım. Efendim, Ankara'da bir yere geldiğiniz zaman önce iki şey yapmanız gerekirmiş. Birincisi astlarınız, diğeri üstleriniz hakkında dosya tutmak, onların yasadışı eylem, davranış veya hatalarını bulup, buluşturup dosyalamak. Bu işlemi bir yerlere gelmek için de kullanabilirmişsiniz. 'Oyun'un kurallarını anlamaya başlamıştım. Bir anda aklıma İ. Rahmi Dilligil'in 'Bakan beni görevden alamaz' sözleri geldi, yok canım, daha neler, koskoca Kültür Bakanı'nın böyle dosyalık işleri olur mu? Olmaz. Olmamalı. Başka bir şey vardır. Ama içime kuşku düşmedi de değil. Sonra, 3-5 üst düzey bürokrat ve daha aşağıdaki görevlilerle görüştüm. Kafam iyice karıştı. SİT nedir bilmezdim, öğrendim. Koruma Kurulları ne iş yapar bilmezdim öğrendim. DÖSİM, nedir ne değildir, hep merak ederdim, öğrendim. Koridorları, dehlizleri öğrenmeye başlamıştım. Öğrendikçe ne kadar 'saf olduğumu da öğrendim. "Oyunu kuralına göre oynuyorum", bu cümlenin de ne demek oluğunu öğredim. Daha o kadar çok şey öğrendim ki. Ama sizlerle paylaşmak için biraz daha zamana, öğrenmeye ihtiyacımız var. Oyunun Kuralı Bazen Bozuluyor
a
Bu ülkede dürüst savcılar da var. Bu ülkede baskılara karşı durma cesaretini gösteren savcılar da var. İ. Rahmi Dilligil "Giysilerim Nerede" eseri(!) ile üç suç işlemişti. Birincisi, intihal, ama eserin çevirmeni dava açmadı, belki de açamadı, bu şikâyete bağlı suç olduğu için savcı hiçbir şey yapamazdı, yapamadı. Geriye kalan iki suçtan biri "gerçeğe aykırı beyanda bulunmak" suçundan dolayı dava açtı. Üçüncüsü "Resmi evrakta sahtecilik" suçunu. Başsavcıya gönderdi. Başsavcılık'da fezleke düzenleyip, memuriyet sırasında işlenen bir suç olduğu için Kültür Bakanı'ndan dava açmak için izin istedi, yasa gereği. Bakan şu anda oyalama sürecinde, bakalım ne kadar dayanabilecek?
cy
Ya Bakan Ne yapıyor?
pe
Bakan, aylardır, Genel Müdür'ü suçlanırken sessiz kalıyor, sorulduğunda, metin üzerinde çalışma yapmış diye geçiştiriyor, oysa aynı Bakan kaşının üzerinde gözü var diye bir sürü sanatçıya soruşturma açıyor, bir kısmını açığa alıyor. Ama, iş "Eser hırsızlığı"na gelince, Bakan'dan ses çıkmıyor. Neden? Öğreneceğiz. Ancak savcılık dava açtığı zaman, usûlden, zorunluluktan, paçayı kurtarmak için Bakanlık müfettişlerini harekete geçirip, soruşturma başlatıyor. Sayın Bakan, Devlet'in savcısı aylardır soruşturup duruyordu, kararını verdi, iddianamesini düzenledi ve dava açtı. Siz neyi soruşturuyorsunuz? Derhal, hiç vakit kaybetmeden Genel Müdür İ. Rahmi Dilligil'i açığa almak zorundasınız. Evet zorundasınız. Mahkemenin selameti için, bağımsız Türk Yargısı'na güveniyorsanız, saygınız varsa, derhal açığa almalısınız, çünkü, dava kurum içindeki bir evrakla ilgili, tanıklar kurumun elemanı, yani İ. Rahmi Dilligil'in emrinde, özlük hakları ve gelecekleri onun elinde, nasıl ifade vereceker, korkmadan, çekinmeden? İ. Rahmi Dilligil'i derhal görevden el çektiriniz. Hatırlatırım, bu sizin, olmazsa olmaz göreviniz. Çok Yıprandınız Sayın Bakan
"Saray Darbesi" ile atadığınız Genel Müdürünüz mahkemede, Başrejisörünüz Ferdi Merter "eser hırsızlığı" iddiası ile yargılanıyor, Edebi Kurul Başkanınız, Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Komisyonu Üyeniz Refik Erduran, herkese saldırıyor, saldırabilir, ama önümüzdeki sezon 6 oyunu repertuvara alınmışken değil. Başında bulunduğunuz kurumlardan sadece biri, Devlet Tiyatrosu, tarihinin en kötü, en şaibeli ve en üretimsiz dönemini yaşıyor. Genel Müdür Yardımcılarınızdan Tamer Levent, İstanbul'da tutuklandı. Tutuklanma nedenini ne bakanlığınızdan ne de başka bir yerden öğrenemedik, sizleri ilgilendirmiyor. Ama bizi ilgilendiriyor. Bakırköy savcısının açıklamasına göre trafik suçu değil.
KIRK YILDA BİR Mustafa Demirkanlı
Tamer Levent'in hangi suçtan dolayı hakkında verilen gıyabi tutuklama kararı, vicahiye çevrildi: Bunu soruşturup, açıklayabilir misiniz? Hiç sanmıyorum Sayın Bakan. Sizin oralarda 'oyun'lar, kuralına göre oynanıyor, oralardaki kurallarda, bu tür işlere karışmak olmaz, sanırım. Ama, beni yanıltın ve soruşturup, açıklayın. Tamer Levent İstanbul'da, Bakırköy Savcılığı tarafından neden tutuklandı? Bu, sizin Genel Müdür Yardımcınız. Utandırın beni Sayın Bakan. Oyun ne? Kural ne? Oynamak ne? Ah, tam olarak bir öğrenebilsek.
OYUN, KURAL, OYNAMAK 18
E L E Ş T İ R İ
Ö f k e l i ,
D i k b a ş l ı
ve
Güçlü
"LILLIAN" Potuoğlu
a
Öykü
Ahmet Levendoğlu'nun Türkçe/eştirip yönettiği William Luce oyunu "Lillian", Tiyatro Festivali'nin içerik açsından en yoğun oyunlarındandı. Tiyatro
cy
Stüdyosu'nun "Lillian" tercihi, hem yabancı yazarları tanıtma, hem de günümüz Türkiyesi'ne özgün bir bakış sunma amacı açısından da tutarlı.
Levendoğ lu'nun rejisi de en az sahne tasarımı kadar ya lın, ayıklanmış. Aliye Uzunatağan, tek bedende Lillian olmadan, Lillian'ın kimliğini yansıtmaya çalışıyor. Lillian'ın 7-8 yaşındaki halinden, anne sine, Dash Hammett'ten, hayatındaki tüm güç lü zenci kadınlardan, ona mahkeme kâğıdını getiren papaz kılıklı zenci adama dek uzanıyor canlandırdığı karakterler. 35 yıllık sahne biriki miyle karşımızda duran Aliye Uzunatağan'ın girdiği "bu tek karakterde sayısız karakter" sına vı oldukça zorlu. "Beden hafızası" yöntemini tercih eden oyuncu, karakterler arasındaki ge çişlerde, karakterlerin yansıttığı dönemlerde zorlanıyor kanımca. Stanislavski'den Eric Morris'e, tüm psikodrama araştırmalarına pek çok yöntemin sıkça başvurduğu "beden hafızası", öncelikle hatırlanan anları rahatça aktarabile cek, fiziksel açıdan yetkin, gevşek bir bedene ihtiyaç duyuyor. Uzunatağan'ın böylesi bir be den portresine yaklaşamaması, bizi yalnızca tek bedende pek çok karakterden değil, aynı zamanda tek uzamda (sahnede) birçok uzam açılımından da mahrum bırakıyor. Oyunculuk adına akıcılık ve inandırıcılık sorun olduğundan, biz de Lillian'ın 8 yaşındaki evini, ya da Dash'le geyik resm-i geçidini izledikleri or man evini "göremiyoruz". Uzam, zaman ve du rumlar dramatik anlamda ayrışmıyor birbirin den. Lillian'ın yolculuğuna eşlik etmek zor çün kü onun çocuk hali, hastanedeki bekleyiş hali, yargı karşısındaki duruşu yerine tüm bu durum ları "gösterme" çabasını izliyoruz. Lillian'ı taklit
pe
"Vicdanımı bu yılın modasına uygun olarak ke sip biçemem" diyor 20. yüzyıl Amerikası'nın önemli yazarlarından Lillian Hellman. İşte bu çok saygın "demode" vicdanı yüzünden de ırk çılığın, bağnazlığın ve her tip haksızlığın karşısı na dikiliveriyor Lillian. Öfkeli, dikbaşlı, eylemci ve güçlü olduğu kadar kırılgan bu kadının ha yatı, Amerikan tarihi yüzkarası McCarthy döne mi, "kızıllara yönelik cadı avı", zencilerin aşağı lanması ve Hollywood'un iç yüzüyle örülü. Ağır siyasal ve kişisel karşılaşmalarla... William Luce'un kaleme aldığı ve Ahmet Levendoğlu'nun Türkçe'ye kazandırıp sahneye koyduğu tek kişi lik "Lillian", Lillian Hellman'ın kimliğiyle baş başa bırakıyor bizi. 12. Tiyatro Festivali'nin içerik açı sından en yoğun yerli oyunlarından biri olarak kanımca...
Lillian, 3 yıllık sevgilisi, yoldaşı Dash Hammett'in hastanede ölümünü beklerken açılıyor oyun. Hammett'in ölüm karşısında "Acı çekmek mahrem bir iştir. Ona kimse el uzatamaz" deyi şini doğrularcasına... "Hammett olmasaydı yazmazdım, sanırım" di yen Lillian'ın mahrem acısına tanıklık ediyoruz. Geriye dönüşler ve "sigaranın çoğalttığı anılar" arasında Lillian'ın hayatında dolanıyoruz. Çatış manın ekseninde ise, Lillian'ın hem Dash Hammett'le "eşsiz" beraberliği hem de kendi politik duruşuyla hesaplaşması yer alıyor. Bir sandalye, masa, hastane ortamını anımsatan beyaz para vanlar ve geçişleri kolaylaştıran "atmosfer" mü ziği dışında tüm yük, Lillian rolündeki Aliye Uzunatağan'ın omuzlarında.
19
etmek yerine onun sesini Aliye Uzunatağan'ın bedeninde yankılama amacı, ne kadar saygın olursa olsun, gerçekleşmiyor. Dolayısıyla da, oyuncuya bunca dayanan bir rejinin oyuncu se çimini yeniden düşünüyoruz. Öte yanda, "Lillian" oyun tercihi olarak başka hassas noktaları dillendiriyor kanımca. 10. yaşı nı kutlayan Tiyatro Stüdyosu'nun bu tercihi, Ahmet Levendoğlu'nun tiyatro metni konusun daki bilinci, birikimi ve özenini yankılıyor. Jean Genet'den David Mamet'e nice "muhalif" yazar lara uzanan bu birikim, aynı zamanda Tiyatro Stüdyosu'nun sıradanlaşmama, sürüye katılma ma savaşının da uzantısı. Kültür Bakanlığı'nın özel tiyatrolara ayırdığı bütçeden bu yıl bek lenenden çok daha az yardım reva görül mesine rağmen, Tiyatro Stüdyosu, "Lillian"la perde açtı. 10. yılı oyunsuz kutlamama çabası, topluluğa yöneltilen çokboyutlu baskıyı yeniden düşündürüyor. Geçen yıl David Mamet'in "Bağla Şu lşi"yle yaşanan sansür yıkıntısı, Lillian'ın her tür baskıya, ayrımcılığa verdiği savaşla yepyeni okumalara açılıyor. Öte yanda Levendoğlu'nun çeviri kokmayan, argoyu olabildiğince bize ait kılan temiz Türkçesi de Lillian'ın metnini yakınlaştırıyor. "Lillian" tercihi, Tiyatro Stüdyosu'nun hem yabancı yazarları tanıtma hem de günümüz Tür kiyesi'ne özgün bir bakış sunma amacı açısın dan da tutarlı. Bu oyuna özel oyunculuk sorunu da göz ardı edilmemeli elbette. Tüm bunların ötesinde, nice yıllara Tiyatro Stüdyosu.
F O T O Ğ R A F L A R I N
D İ L İ
Açık Tiyatro-2 İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ŞehirTiyatroları Ortak Yapımı
Ana Metin: Özen Yuta Yöneten: Emre Koyuncuoğlu Sahne Tasarımı: Şirin İskit Giysi Tasarımı: Zuhal Soy Ses ve Müzik Tasarımı: Baba Zula Görüntü Tasarımı: Orhan Cem Çetin Kukla Tasarımı: Zuhal Soy
pe
cy
Yönetmen Yardımcıları: Meltem Özsavaş Süeda Çil
a
Oyuncular: Esra Bezen Bilgin Betül Çobanoğlu Tardu Flordun Zuhal Gencer
HAYAT DEVAM EDİYOR
Gösteri; unutma öncesi, hafızada kalan son parçaların bütünü. Unutmakla başlıyor ölüm. Rafa kaldırmakla, bir kalıba sokmakla, yapıya oturmakla, düzen sağlamakla, kendisi yerine imgesini oluşturmakla, onu kendine ait kılmakla... Hayat devam ettikçe ölümler de devam ediyor... Aslında bu doğal, ancak kabullenmesi çok zor.
Gittiler, bir ben kaldım geride. sakin, herhangi bir kendi. Değiştirmek gerekir belki. Konuşmanın kendi o,
tat, buruk genizde üç kişiydiler Her biri koparmıştı bağını Geçmişiyle Bir ailem vardı galiba bir evim bir hikâyem yorulmuştum yitirmek iyi geldi o elbise eskidi çoktan ağlamadım bir daha
cy
O, bir fırtına olmak isterdi oysa sakin liman şimdi
pe
o hüzün, o boşluk, o, kendi işte başka bir şey değil.
a
dokunmanın, inanmanın,
gülümsedim bir kelebek bilir mi? ömrünün kısalığını? sol yanı çok yorgundu. Tanrı, öldüklerinize ağlamaz. atlas yelkenler dikilir Bitti mi dersin? Bitti denilen her şey biter mi? Artık onlardan değildim Artık sizden değilim Günahkâr bir akşamüstü, geçmişim bana küstü. İki mutsuz tavus gibi boşluklar kuruyorduk.
21
dişleri yeşim, gözleri yosun gülümsüyordu bütün sıkıntısına rağmen. Ama gitmeliyim Hep merak ettim gidenlerin yerini Yağmur olmak istedim Yüreğin çoktandır yarım Yağmur olmak yürek ister Bedenim çoktandır yorgun Işık olmak cesaret ister Yarım kalmış hikâyemsin tarihe küs kalınmaz Ayın kaybolduğu gecelerde ayın seslerini izledim Gelmedin Her gece Ne zaman döndüğümü bilmezdim. Nereye kadar taşır seni Bir veda zamanı son soru bu Başka türlü bir sabır Geceleri uykusuz Böyle de yaşmıyor Umutta Bütün gidişler ona olmalıydı Her dönüşte bıraktıklarını başka gördüm Her gidişte biraz daha öldüm
Gökteki yıldızları gördüm Onunlaydılar O yaz gecesi ve sonra İçimde karalıklar var Benden çoğalırlar Sebepsiz neşelerim İçimde bütün renkler
pe
İnsan çoğu kez nasıl başladığını bilmez Aç yüreğini hissedeceksin
cy a
Yeni yıl oydu
Utanırlar Tadına varmadığım hayatlarım Sakladığım ne dünyalarım var. Eridiler bir ben kaldım geride Bütün renkler içimde
TARDU... O artık hareket edemiyor Değiştirmek gerekir belki Başarılamazdı, sınırlıyız Bir ailem vardı galiba Bir evim, bir hikâyem Unutmak kolaydı derinlikte Yorulmuştum, yitirmek iyi geldi Ama neredeyim şimdi 22
Sonra bizi bıraktı babam Çoktandır kaybettiği bir katili vardı Babamdan armağandı Yum gözlerini anlayacaksın, Tanrı öldürdüklerine ağlamaz Ağlamadım, bir daha ağlamam Herkes yüzölçümü kadar yaşar Odalarda aksayan birşeyler var Sol yanı çok yorgundu Hareketleri yavaşlamıştı yaşlılıktan Yastıkları sırtına yerleştirmiştim canı yanıyordu Uyanan çok eski bir hatıra yüzü
pe
cy
a
Asılı kalmaktan uyuşmuştu vücudu Sopayla darbeler indirdi ardarda Lavaboya ılık su doldurup kesti bileklerini Şişi çevirdi içinde bebeğe benzeyen bir mucize Hooop lağımda o İki satırda geçti ajanlardan o Bitti denilen herşey biter mi? Yoksa hepsi sonsuza kadar Varolup sadece gözden yiter mi? Artık onlardan değilim, artık sizden değilim • Çünkü ölüm yaşanırmış öğrendim Ne zaman iyi olmuş Tanrının reddedişlerle arası? Bu topraklarda ne entrikalar göverdi? Gizli, habersiz, suskun Şimdi neredeler? Yeter artık susun! Ben her sonbahar biraz daha eksik bırakıldım Ayçiçeklerine inandım Tanrı kadar Ben sana nasıl inandım? Sokaklarda kayboldum gelmedin Bu masalı dinleyen çocuklar ağlayarak uyurlar Kapıyı çarpıp çıktım yollara, bütün gidişler ona olmalıydı Bütün kanayan meyveleri yedim Yanan içeceklerin hepsini içtim Her dönüşte, bıraktıklarımı gördüm Her gidişte biraz daha öldüm Yum gözlerini hissedeceksin. Tanrı öldürdüklerine ağlamaz Sebepsiz neşelerim, keyfekeder hallerim var Ders almadığım hatalarım, tadına varmadığım hayatlarım Piç ettiğim çocuklarım var Saflığın kendi diye çikardılar ortalara Sakladığım dünyalarım var! Eridiler bir ben kaldım geride...
23
İ
N
C
E
L
E
M
E
MİKAEL Ç E K H O V ' U N
OYUNCULUK ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ Özdemir
cy
a
rek eleştirilmiştir. Mikael Çekhov bu eleştirile re karşı, Kobe'un gerçek karakterini bulmak için yazardan ve oyundan daha öteye gittiği ni, belirtmiştir.(3) Oyuncunun 'yazardan ve oyundan daha öte ye gitme' düşüncesi, Mikael Çekhov'un yönte mini anlamada ilk anahtardır ve onun daha o sıralarda -kaynak aynı olsa da- Stanislavski'nin ilk öğretilerinden ne kadar ayrıldığını gösterir. Stanislavski, sahne kişiliklerinin yapımında gerçeği günlük insan davranışlarında bulur ken, Çekhov, imgelem ve sezgiyle oyunun duygu atmosferinde daha güçlü, daha fantas tik bir derinlik aramıştır. Hiç kuşkusuz, Stanislavski ve diğerleri Çek hov'un rol yapımındaki yeteneğini beğeniyor lardı. Daha önce de belirttiğim gibi, Stanis lavski, Çekhov'u "en parlak öğrencim", diye ta nıyordu. Ancak Moskova Sanat Tiyatrosu'na göre, Çekhov'un karakter yaratmadaki tutu mu hatalıydı. Rol yapımında onunla diğerleri arasındaki anlaşmazlığa bir örneği Mel Gor don verir; bir gün Stanislavski, 'duygu belleği' temrini için Çekhov'a yaşamındaki en üzüldü ğü anlardan birini anımsayarak o anın duygu sal atmosferini oynamasını istemiş; Çek hov'un, babasının cenaze töreninde duyduğu acıyı, en küçük ayrıntıya kadar inerek büyük bir başarıyla canlandırması Stanislavski ile ora dakileri heyecanlandırmış. Stanislavski, 'duygu belleği' çalışmasının işe yaradığını düşünerek Mikael'i kutlamış. Ancak Stanislavski sonra dan Çekhov'un bu başarıyı olmamış bir olayı kafasında oldurarak başardığını anlamış. 1924 yılında, Vakhtangov'un genç yaşta öl mesinden sonra, M.S.T. 'nun başarılı Batı Av rupa ve Amerika turnesi öncesi, Stanislavski, kendi tiyatrosu olan İkinci Moskova Sanat Tiyatrosu'nu onun yönetimine verdi. Çekhov bu tiyatroda özgür biçimde ve büyük bir şevkle denemelerine başladı. Kalabalık bir öğrenci akınına uğrayan bu çalışmalarda, Çekhov, tar-
pe
Petrograd (bugün St. Petersburg) doğumlu Mikael Çekhov(1) (1891-1955), 1953'te yazdı ğı ve birçokları tarafından bu konuda yazılmış en iyi yapıt olarak değerlendirilen To the Ac tor, on the technique adlı kitabında oyuncuya şöyle der: Aktör "sahne üzerinde yalnızca ken dini sergilemek için oynayan oyuncu, ister Hamlet'i oynasın ister Ophelia'yı seyircisine hiçbir şey getiremez". Ona göre tiyatronun yozlaşması 'BEN' sözüyle başlar; ve bu yozlaş ma aktörün kuru, kalıplanmış ve bencil bir yö nelişle "ben Hamlet'im" ya da "Ophelia'yım" demesiyle ivme kazanır. Çekhov, aktörün ken disine şu temel soruyu sormasını salık verir: "Oyun yazarının yarattığı karakter ile benim aramdaki (...) fark nedir?"(2) Bu farkları gör dükten sonra aktör kendine şunu sormalıdır: "kişiliğimin güçlü ve zayıf yanlarıyla ben bu karakteri nasıl canlandırabilirim?". Kısacası, oyuncu hem kendi kişiliğinin bilincinde hem de oynayacağı karakterin özelliklerini en kü çük ayrıntısına kadar çözümlemelidir. Yaşamı boyunca "Anton Çekhov'un yeğeni" olarak tanınan Mikael Çekhov, aslında oyun culuk alanında olduğu kadar, oyunculuk eğiti minde de atlama taşlarından biri olmuş dün yanın sayılı eğitmenlerinden biridir. Maly Ti yatronun genç bir karakter oyuncusu olduğu sırada, 1909'da Stanislavski'nin parlak öğren cisi Vakhtangov tarafından yetiştirilmiştir. Gordon Craig'in sahnelemiş olduğu Hamlet dahil olmak üzere birkaç oyunda kendinden söz ettiren Çekhov, Richard Boleslavski'nin, 1913'te Birinci Stüdyo'da sahnelediği Hollan dalı yazar Herman Heyerman'ın Good Hope'un Batışı adlı oyunda ortalığı oldukça karış tırmıştır. Budala balıkçı Kobe rolünü etkili ve yoğun bir şiiriyet katarak, hareketlerine verdi ği tavır ve makyajla kalın çizgili bir güldürü ti pini saf, içten, ama gerçeği arayan, maraz bir kişi durumuna getiren sanatçı, yazarın Kobe karakteriyle böyle bir şey istemediği söylene-
Nutku
24
tımsal hareket ve telepatik iletişim üzerine temrinler geliştirdi. Hamlet'i çalışırken, Çek hov, öğrencilerinden Shakespeare'in dilini bir nesneymiş gibi kullanmalarını, tiradları ezber lerken sözcükleri havaya top atıyormuş gibi fırlatmalarını istiyordu. "Rolün temeline, ne ki şiliğinizin ne de yönetmenin ya da yazarın sahne klişelerinin girmesine izin vermeyin", di yen sanatçı -tıpkı sabırla keşfedilmelerini bek leyen Platon'un gölgeleri gibi- karakter yarat mada en 'iyi' örneğin bulunması ve en 'doğru' imgenin yakalanması gerektiğini belirtiyordu. Tiyatronun baş oyuncusu ve yöneticisi olması na karşın, onun bu yaklaşımları sert eleştirile rin yapılmasına neden oldu. 1927 yılında, onu rejime karşı olan bir idealist ve mistik olarak suçlayan Aleksey Diky ile on altı oyuncu İkinci M.S.T.'ndan ayrıldılar. Bunun hemen ardın dan gazeteler onu 'kafadan sakat', yapımları nı da 'yabancı ve karşı devrimci' olarak yerin dibine hatırdılar. (5) Moskova Sanat Tiyatrosu'nun İkinci Stüdyosu'ndaki tartışmalar açan çalışmalarının ünü kısa zamanda Avrupa'ya yayılan Çekhov'u ilk çağıran Max Reinhardt olmuştur. Bundan sonda da, birçok düş kırıklığı yaşayarak kendi topluluğunu kurma ve kendi yöntemini geliş tirme çabası içinde yedi yıl geçirmiştir. Avus turya'da Almanya'da sessiz filmlerinde oyna mış sonunda Reinhardt'ın o sırada genç bir öğrencisi olan Georgette Boner'in yardımıyla Paris'te bir stüdyo açmıştır. Bir yıl sonra Litvanya ile Letonya'ya giden Çekhov, Baltık'taki faşist hükümet darbeleri üzerine, önce Batı Avrupa'ya, sonra da Sol Hurok'un daveti üze rine Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etmiş tir. Çekhov, 1935 ilkbaharında, Broadway'de, 'Moskova Sanat Oyuncuları' adı altında açtığı topluluğun yöneticisi olarak iki zor işi birden başarmıştır: Bir yandan Rusça yapımlarla ay dınları sarsarken, diğer yandan da sonunda
a cy
Yaşamı boyunca Anton Çekhov'un yeğeni olarak tanınan Mikael Çekov'un fotoğrafını bulamadığımız için, biz de amcası Anton Çekhov'un Moskova Sanat Tiyatrosu'ndaki bir fotoğrafını kullandık. ler ve çalışmalar da yer alıyordu. Çekhov'un başında olduğu bir grup (George Shadanoff, Alan Harkness, Beatrice Staight ve Deirdre Hurst) onun yöntemini öğretiyordu. Konuşma Eğitimi'nin (Steiner Konuşma FormasyonuAnn Veith) yoğun bir programı vardı. Ritmik (Ruth Pusch), Müzik Algılama, Koro, Eskrim, Akrobasi (H.L. Pusch) ve Makyaj dersleri eğiti mi tamamlıyordu. Çekhov, özellikle tiyatrolardaki profesyonel oyuncular için haftada iki kez düzenlediği iki saatlik çalışmalara çok önem veriyordu. Böylece, tekniğini yetkinleştirmeyi ve tekniğinin tüm özelliklerini özetle meyi umuyordu.
pe
duyarlı ve yetenekli koruyucusunu bulmuştur: Beatrice Straight, dostu Deirdre Hurst ( 6 ) ile birlikte Çekhov'u İngiltere, Devonshire'daki malikânesinin toprakları üstünde bulunan Dartington Hall'a götürmüştür. Çekhov bura da yeni bir tiyatro kurmak için kolları sıvamış tır. Straight, Hurst ve Çekhov, uygulama ya pabilecek gerekli sayıda oyunculuk eğitmeni de tutarak Çekhov yöntemini öğrenmek iste yen oyuncular için bir tiyatro okulu açmışlar dır. Okula ilgi büyük olmuş ve Amerika, İngil tere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Al manya, Avusturya, Norveç ve Litvanya gibi ül kelerden iki düzine oyuncu gelerek Çekhov'un yirmi beş yıldan beri süren düşünü gerçekleş tirmişlerdir.
Dartington'da, sanatçının kendi yönteminin temel taşları olan Atmosferler (oyuncunun ve çevirenin), Uyanış Temrinleri, Odaklama, Katılım-Birleşim, Psikolojik Jest, Merkezden Çevre ye Yönelme (etkin ileti, etkin oyunculuk) ve İmgelem gibi hemen hemen onun tüm öğre tilerinin uygulamaları yapıldı. Çekhov, her ne kadar daha sonra, Ridgefield, Connecticut'ta, New York ve Hollywood'da yöntem çalışmala rında bazı düzeltmeler yaptıysa da, asal biçim Dartington Okulu'nun ikinci dönemi olan 1937/1938 yıllarında kesinleşti. 1941 yılının sonbaharında, Çekhov, Broadway'de (New York, 56. Sokak'ta) oyunculuk stüdyosunu açtı. Bu stüdyoda, sanatçının yö nettiği atölye çalışmaları dışında, başka ders
Nitekim, bir süre önce dağılmış olan Group Theatre sanatçılarının Çekhov'un profesyonel lere yönelik çalışmalarını izlemek için onun stüdyo çalışmalarını doldurmaları pek de bü yük bir sürpriz olmadı; çünkü daha 1935'te Group Theatre oyuncuları ondan çok etkilen mişlerdi. Bu sanatçılar arasında ileriki yıllarda üne kavuşacak Stella Adler, Morris Carnovsky, Rober Lewis, Sandy Meisner gibi kişi ler vardı. Bu sanatçıların hepsi onun düşünce lerinden ve uygulamalarından yararlandılar. Nitekim bütün bu sanatçılar kendi meslekleri nin yanı sıra, oyuncu eğitmeni olarak da ta nındılar. İleriki yıllarda özellikle Stella Adler (1901-1992) aranan bir çalıştırıcı oldu. Çekhov, Lee Strasberg'in çok tartışılan Stanislavski ve Vakhtangov yorumlarından çok deği şik bir çalışma tekniği ile onun bu alandaki en
25
büyük rakibi oldu. Gerçi teknikleri ve geliştir me temrinleri birbirinden değişikti, ama he defleri birdi: Her ikisi de, Amerika'da duygusal derinliği ve gerçeklik duygusunu getirecek yepyeni, yaratıcı bir oyunculuğun temelini at mak için uğraşıyordu. Stanislavski'nin yazdığı gibi, sistem'i kullanan yetenekli bir oyuncu, bazen sahnede yetenekli eğitimsiz birinden daha iyi görünemeyebilirdi, ancak Stanislavski oyuncusu seyircinin kafasında daha derin izler bırakacak tekniğe ve imgeleme sahip oluyor. Mikael Çekhov'un oyuncuyu çalıştırmasında kendine özgü bir tarz ve biçem izlenir; o, doğrudan oyuncunun fantezi gücüne ve im gelemine yönelir. Stanislavski ve Strasberg gi bi, birçok yönetmen ve eğitmen istediklerini soyut bir biçimde belirtirler. Bu da oyuncula rın her isteneni akılları ve kaslarıyla yeniden yorumlamalarına neden olur. Örneğin, oyun culardan rahatlamaları istendiğinde bu ko mut, oyuncunun kafasında sık sık daha başka sorular doğurur: "Kendimi rahatlamış hissetsem de bedenimin bir kısmı hâlâ gergin. Ön ce nereden başlayacağıma karar vermeliyim; omuzlardan başlayacağım...' Oysa Çekhov'un çalıştırma tekniğinde, rahatlamaya imgelerle başlanır. O, en basitinden, başlangıçta oyun cuya rahatlamasın söylemek yerine, her şey den önce "dik durmasını" ve "düşünen bir be den" yaratmasını salık verir (8) . "Atmosfer temsilin 'ruh'u, duyguların ülkesi dir', diyen sanatçı, ilk iş olarak oyuncuların
cy
Yaratıcı ben yaratma evresine geldiğinde, ön ce Atmosfer ile işe başlar; çünkü henüz ne ol duğunu bilmediği, ileride yaratacağı yapıtın atmosferi ile çevrelenmiş olduğunu hisseder. Bu, oyuncuları buyruk altına alan genel atmosfer'dir. Ama bunun yanı sıra zamanla, yıl ların geçmesiyle kişiliğimize ait, değişen ve kendini yenileyen bireysel atmosferi de vardır. Üstüne üstlük bir de buna rol atmosferini ek lersek oyuncunun işinin ne kadar karmaşık ol duğu ortaya çıkar. Her yaratı, saklı ve belirsiz de olsa atmosferle başlar. Bir metni okurken her şeyden önce dikkat edilmesi gereken şey, satır altlarını okumak ve oyunu iyi algılayıp anlamaktır; kim kimle nasıl konuşuyor, ilişkiler nasıl, neler olu yor gibi yüzeyde bir yaklaşım, kuru, mat ve yanlış bir profesyonelliktir; çünkü böyle bir yaklaşım, yalnızca oyunun atmosferini değil, aynı zamanda oyuncunun ve rolün atmosferi ni de öldürür. "Genel atmosferi ortaya çıkarıncaya kadar oyunu tekrar tekrar okuduktan sonra kafamızda ve ruhumuzda atmosferi canlandırmalıyız. Bundan sonraki adım met nin içindeki olayları, karakterleri vb. tasarla maktır- anlamak değil. Bu işlem metni okuyup ezberlemekten daha zevklidir. Üçüncü adım, oyunun bütününü tasarlamaktır- tümceleri, tek tek sözcükleri, ayrıntıları, vb. titizlikle ele alıp kendi oyun tasarımını tamamlamaktır; böylece, provalarda giderek daha çok ayrıntı ya ve inceliğe kolayca inme hazırlığı yapılmış olur" (9)
den duruşudur, şu ya da bu ses özelliğidir. Çekhov'un bu düşüncesi, 'çağımızın en büyük aktörü' değerlendirilmesiyle anılan Sir Lauren ce Olivier'in anılarında söz ettiği role hazırlan maya benzemektedir. Olivier, rol üzerinde ça lışırken oyunu birkaç kez okuduktan sonra kendi tasarımı yaptığını ve önce o rolün kendi hayalindeki portresini çizmekle işe başladığını, yani dıştan başlayıp içe yöneldiğini anlatır; ör neğin, III. Richard rolünü nasıl hazırladığı üze rinde dururken şöyle yazar: "Rol benim içimde serpilip gelişti (...) Zihnimde görüntüleyip ta sarladığım bu karakterle bir süre yaşadım. Bu kralın daha önceden yapılmış portrelerinin onun karakterini yansıttığına asla ve hiçbir za man inanmadım; inansaydım rolü kabul et mezdim. (...) Sıra ses konusuna geldi; benim tasarımım ince, cızırtılı, kılıç gibi keskin, ama hükmeden bir sesti. Burun kemeri ile sinüsle rin arasında bir yerden çıkması gerekiyordu. Ve bu sesin kahramanı, kötülüğü ve ironik ko medyeni bir potada eritmiş olan bu karaktere çok uygun olduğunu düşündüm")10). Çekhov, oyuncuların en büyük kusurlarından birinin, her rol için oyuncunun kendi sesini kullanması olduğunu belirtir. Bu büyük bir yanlıştır: İmgelem yokluğunu, karaktere olan kayıtsızlığı ve zamansızlığı gösterir. Günlük yaşamdaki konuşmamızda düşüncelerimizi, işlerimizi konuşurken tek tondan konuşuruz, çünkü ses duyarlığımızı kaybetmişizdir. Ne kendi sesimizi ne de karşımızdakinin sesini duyarız; ama değişik bir ses olunca duymaya başlarız. Oyuncunun sahne üzerindeki görevi her rol için yeni ve değişik bir ses kullanmak tır. Oyuncu, Cordelia'yı, Ophelia'yı ya da Maria'yı kendi sesiyle konuşursa, bu, tiyatral açı dan büyük bir yanlıştır.
a
kendi yaşamlarındaki çevrenin atmosferini bi linçli bir biçimde keşfetmeleri gerektiğini belir tir. Sahnede yaratma becerisinin ilk adımı at mosferi özümlemektir. İkinci adım, oyun okurken, sahneler, anlar ve durumlar için hangi atmosferin en etkili olacağını bulup çı kartmaktır. Üçüncü adım da, sahne üzerinde yaratmak istediğimiz atmosferi tüm ayrıntıla rıyla tasarlayabilmektir. Son adım da bu at mosferi sahnedeki oyuna yansıtabilmektir. Çekhov, oyunculuk eğitiminin yaratıcı ben'in, acemi ben'e üstün kılınması olarak görür: Her insanın iki benliği vardır ve günlük yaşamda yaratıcı ben çoğu kez uyutulduğu için, yanlış soluk alan, sesini yanlış kullanan ve bedenine ihanet eden acemi ben egemendir. Profesyo nel oyunculuk tekniğini öğrenmek için bede nimizi, sesimizi ve duygularımızı geliştirmeye başladıktan sonra yaratıcı ben öne çıkmaya başlar.
pe
Özel teknik, özel bir ses, özel bir beden ve duyguların özel kompozisyonunu gerektirir. Böylece, birey daha aktif bir duruma girer. At mosfer, tüm imgeleri çevreler, imgeler doğar ve "genel teknik özel olur". Çekhov, imgelem kullanma alıştırmaları için üç aşama önerir. Bunlardan birincisi, var oldu ğuna inanılan bir şeyi hayal etmek; bu, oda daki bir eşya ya da nesne olabilir. İkinci aşa ma, oyuncunun hiç görmediği, ama duyduğu bir şey olabilir; bu aşamada yalnızca anımsa ma değil, bilinmeyen bir şeyi biçimlendirmek için girişilen bir eylem vardır. Üçüncü aşama, var olmayan şeyleri hayal etmektir; bu, salt fantezidir. Bu hiç bilinmeyen bir yaratık, bir insan, bir süper varlık, o zamana kadar hiç düşünülmemiş bir araç da olabilir. Kısacası, 1o anda görülmeyen, ama anımsanabilen ger çek bir şey; 2- yalnızca sözü edilmiş, ama hiç görülmemiş olan gerçek bir şey (yardımlı ya ratıcılık); 3- Hiç bilinmeyen bir şey (salt yaratı cılık) aşamaları ile oyuncu imgelemini gelişti rebilir. Çekhov'un birçok konu yanı sıra, üs tünde durduğu kavramlardan biri de psikolo jik jest'tir. Psikolojik jest, içsel amacın fiziksel gösterimidir. Sanatçıya göre, karakterin psiko lojisini en iyi biçimde gösteren şey jesttir. Ör neğin, sakin bir bekleyişin atmosferi bir jest
En önemlisi de, oyuncunun yalnızca kendi ro lünü gören bir gözden daha fazlasına sahip olmasıdır. O, oyunun tümünü de görmek zo rundadır, çünkü bir oyunun atmosferi kişinin yalnızca kendi rolünü görmesine izin vermez. Bu atmosfer içinde oyuncu, önce tasarladığı oyunu gerçekleştirecek genel tekniği, gelişip ayrıntılara indikçe de rol için gerekli olan özel tekniği edinecektir. Don Kihote'nin tekniği, Faust'tan farklı olduğu gibi, Lear için gerekli olan Cordelia için değildir. Ophelia'nın nasıl yürüdüğünü bulmak yine oyuncunun işidir. Bu özel teknik, Lear için şu ya da bu özel be
26
olarak ortaya çıkabilir. Bunun için, atmosfer, her zaman oyuncunun dili olan jest ile sağla nır. Biraz dikkat edildiğinde, insan psikolojisini dışa vuran, onu ele veren davranışlardır. Oyuncuların da elinde "jest olan atmosfer" vardır. Amaç da jest olabilir. Oyuncunun ken di sahne yaşamını canlandırabilmesi, renklendirebilmesi için her yerde- sözcüklerde, olay larda, kendi psikolojisinde, vb. - ruh durumla rını değil, jestleri bulma yetisine sahip olması gerekir. Ruh durumlarını dikkate almak tiyat roda en ciddi tehlikelerden birini ortaya çıka rır; çünkü tiyatroda ruh durumları, kımıltısız, ölü, hareketsiz psikolojinin ta kendisidir. Ge çen yüzyılda Şepkin'in "Jest, ruhun bir hareke tidir", sözü Çekhov'da daha ayrıntılı bir görü nüş kazanır. Bunun için de, "karakterizasyon, yan yana gelmiş jestlerden yaratılan bir dil dir" (11). Oyuncular, genellikle, kendilerine verilen rolle ri 'analiz' etmeye kalkarlar; bu büyük bir yanıl gıdır. Oysa oyunculuk sanatı bunun tam tersi ni gerektirir; o bir 'sentez'dir. Rolün ortaya çı karılması işlemi analizi değil, sentezi gerekti rir. "Benim anlayışımda, doğru olan yol, ruhu muzun bilinçüstümüzün, yaratıcı benliğimizinbunlara başkalarını da ekleyebilirsiniz- bize fı sıldadıklarını senteze götürmektir; en basitin den bunda sezgilerin de rolü vardır; [içimizde] çaldığımız ilk zil var ya: o, jestin kendisidir"(12). Kısacası, jest, yalnızca fiziksel bir hareket de ğil, psikolojiyi yansıtan bir çeşit simgedir. Birçokları gibi, Mikael Çekhov'un, bir 'oyuncu luk dehası' olduğunu belirten Robert Lewis, sanatçının çeşitli oyunlardaki kompozisyonları nı anlatırken onun psikolojik jesti kullanışına örnekler verir. Birbirlerine kötülük yapan, bir birini aldatan ve birbirinden nefret eden kişile rin, ölüm korkusu ile kendilerini affettirmek için birbirlerine iyi davranmaya başlamalarını, birbirlerinden özür dileyip son saatlerinde gü nahlarından arınmayı düşünen, işleyen Sel Baskını adlı oyunda, Çekhov, bir Amerikalı iş adamını oynuyormuş. Başta, başka bir iş ada mını dolandıran ve ona karşı namussuzluk ya pan bu iş adamının, kendini bağışlatmak için, kendisinin iyi bir adam olduğunu, aslında onu sevdiğini söyleyip günah çıkardığı sahnede, Çekhov, karşısındakini ikna etmek için, iki eliy le onun ellerine yapışmış ve adamın yüreğini eline geçirmek istermiş gibi yavaş yavaş ada mın göğsüne tırmanmaya başlamış. Konuşur ken adamın ceketini açıyor ve elleriyle yüreği ni çıkartmak ister gibi ellerini bir delgi maki nesi gibi kullanıyormuş. Bu, başkasıyla bir ol ma aldatmacasını getirdiği gibi, olanak bulsa adamın yüreğini sökmek istediği hissini de sağlıyormuş. Lewis, "İşte bu jest, başka bir in sanı sevdiğini kanıtlamak için onun içine tır manmayı gösteren bu psikolojik jest, onun [Çekhov'un] yaratıcı imgeleminin müthiş bir uzantısıydı"(13) der. Çekhov, Strindberg'in XIV. Eric adlı oyunda Kral'ı canlandırıyormuş. Bu zayıf karakterli, gölgesinden korkan Kral'ın bir sahnede buyru ğunu bildirmesi gerekiyormuş. Ve buyruğunu
a cy
Yaşamı boyunca Anton Çekhov'un yeğeni olarak tanınan Mikael Çekov'un fotoğrafını bulamadığımız için, biz de amcası Anton Çekhov'un Moskova Sanat Tiyatrosu'ndaki bir fotoğrafını kullandık. Martı'nın okuma provasından.
ama çalışma derinleştikçe göründükleri gibi olmadıkları anlaşılır. Oyuncunun imgeleminde yeni dünyalar açma düşüncesiyle Çekhov oyunculuk eğitimini eğlenceli bir duruma getirmiştir. Çekhov kişinin iç yasaklamalarını bertaraf etmeye yönelik temrinlerle işe başlar; çünkü bunlar aday oyuncunun en zorlu en gelleridir. Bu engeller ise karakter yaratmada önemli olan zihinsel enerjiyi yok eder. Çekhov'un çalışmaları daha çok imgelemin kullanılması ile gündeme gelmiştir. Tiyat ronun gücü, yazınsal kavramlardan çok im gelerin ilişkisinden kaynaklandığına göre, o bunları ortaya çıkarmak için uygun alıştır malar bulup geliştirmiştir. Doğaçlamalarında, sahne oylumunun özellikler içeren, hemen hemen büyüleyici konumunun rol yapımına olan etkisi vurgulanır. 'Duygu Belleği' çalış malarında, Çekhov, geçmişteki gerçek bir olayı anımsamak yerine, oyunculardan duy gularını ateşleyecek imgesel itkiler bulmalarını ister. Çekhov, sıradışı bir karakter oyuncusu olarak, genelde 'modern oyunculuk eğitim zincirinin olmayan bir halkası' olarak bilinen çok ayrın tılı, sıradışı karakter yorumları için yoğun çalış maların yapılması gerektiğine inanır. Onun rol yapımında saptayıp kesinleştirdiği adımlar sırayla şöyledir; Karakterin merkezini bulma; bedenini tasarlama; psikolojik jestlerini keşfet me vb ( 1 6 ) ...
pe
bildirmiş: Buyruğunu bildirirken elini kaldır mış, ama eli bileğinden kırılmış gibi, kadınsı bir biçimde düşmüş ve Kral biraz da kendi se sinden korkmuş. "Böylece, bu, buyruk verme, kendisinin kral olduğunu gösterme isteği ile bileğinden yere doğru kıvrılan el ve kendi se sinden korkma jesti, zayıf bir kral imgesini sağlayan çok etkili karışımdı", der Lewis (14) . Moskova Sanat Tiyatrosu'nun Birinci Stüdyosu'ndan yetişen, 1935'te Mikael Çekhov'un topluluğu ile A.B.D. gelen ve geri dönmeyen, kendini oyuncu eğitimine adayan ve 1951 yı lından itibaren de New York'ta bir oyunculuk stüdyosu açan Vera Soloviova da, karakter yaratmada gözlem yaparken insanların dış görünüşlerine değil, onların iç dünyalarına in menin ve onların duygularını anlamanın doğ ru olduğunu belirtir. Oyuncu, her türlü duy guyu bulabilecek yeteneğe sahiptir. Ancak bazı oyuncular kişisel duygularını bu işe karış tırma eğilimi içindedirler, ki bu da tehlikelidir. Stanislavski'nin her fırsatta anımsattığı gibi, "Sanat fotoğraf değildir; bir yağlıboya ya da suluboya resim gibi, sanatçının yaratıcı im gelemi ile ortaya çıkar". Kişisel duyguların tiyatralliği yok ettiğini söyleyen Soloviova, oyuncunun yeteneği ne kadar çoksa paletindeki renklerin de o kadar çok olduğunu belirtir(15). Çekhov alıştırmalarının birçoğu belirgin kategorilere ayrılır. Bunların bazıları çok hafif ve "eğlenceli'dir. Bazıları ise kolay görünebilir,
27
1 Büyük yazar Anton Çekhov'un yeğeni. 2 Michael Chekov, To the Actor..., Performing Arts Journal Publications, New York 1985, s. 102. 3 Mel Gordon, "Introduction", M. Chekov, Lessons For The Professional Actor, New York 1985 s. 13. 4 A.g.y., s. 13. 5 Gorchakov, ss. 249-50. 6 Tanışmalarından kısa bir süre sonra Çekhov'un sekreteri olmuştur. 7 Group Theatre oyuncuları dışında, Broadway tiyatroların dan da profesyonel oyuncular bu okula devam etmişlerdir: "Stella Adler, Jack Arnold, John Berry, Phoebe Brand, Phil Brown, Donald Buka, Rosalind Carter, Morris Carnovsky, Bert Conway, Phil Conway, Oliva Deering, Rosalind Fradkin, Arthur Franz, Peter Frye, Fred Herrick, Mary Hunter, Leon Janney, Timothy Kearse, Marian Koop, Catheryn Laughlin, Rober Lewis, Elenor Lynn, Sandy Meisner, Anna Minot, Martha Picken, Martin Ritt, Alfred Ryder, Michael Strong, Paula Strasberg, Shea Thelma, Tamara, Perry Wil son, Lynn Whitney, Elizabeth Zemach. Actors Studio'nun beyaz perdedeki Jane Fonda, Dustin Hoffman, Dennis Hopper, Paul Newman, Al Pacino, Geraldine Page, Mickey Rourke, Eva Marie Saint, Rod Steiger, Shelley Winters, Joanne Woodward vb. 8 Gorchakov, s. 18. 9 Bkz. Michael Chekov, Lessons For The Professional Ac tor, ed. Deirdre Hurst du Prey, New York 1985, ss. 53-3 10 Laurence Olivier, On Acting, Simon Schuster, Inc., New York 1987, 166, 118-9. 11 Bkz. Lessons, ss. 109-112. 12 A.g.y., s. 110. 13 Schechner'in Rober Lewis ile söyleşisinden; bkz. "Would You Please Talk to Those People?", TDR, vol. 9, sayı 2, Kış 1964, ss. 104, 105-6. 14 A.g.y., s. 106. 15 Paul Gray'in 1964 yılında kendisiyle yaptığı söyleşiden; bk. Tulane Drama Review, vol. 9, sayı 1, Güz 1964, ss. 148-9. 16 A.g.y., ss. 21-165.
İ
Z
L
E
N
İ
M
Çanakkaleli Öğrencilerle Bir "Forum Tiyatrosu" Çalışması
EZİLENLERİN TİYATROSU Nihal
a
şünmek, konuşmak yetmez gel bize neler yapabileceğini göster." diyor. Ona göre, sah ne seyirci için bir kendini sınama, kendi sınır larını keşfetme alanıdır, gerçek yaşamda ba şına gelebilecek olaylara karşı donanımı ti yatro aracılığı ile kazanabilir. "Forum Tiyatro" seyircisine bu fırsatı verir. 25 Nisan tarihinde Özel Çanakkale Lisesi öğ rencileri ve İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleş tirmenliği Dramaturji Bölümü'nden bir grup öğrenci ile birlikte Çanakkale'de bir "Forum Tiyatro" denemesi yaptık. Denemesi diyoruz çünkü herkes ilk kez böyle bir çalışma içine giriyordu. Oyuncular iki oyun görmenin ve bir-iki kuramsal yayın okumanın dışında fo rum tiyatroyu fazla tanımıyorlardı. Lise öğ rencileri ise ilk kez böyle bir yöntemle karşılaşıyorlardı. O nedenle her iki taraf için de ilginç bir deneyim oldu. Oyun başlama dan önce seyircilere oyunu izlerken, hoşları na gitmeyen yerler olabileceğini, kendileri o oyun kişisi yerinde olsalar ne yaparlardı, ne leri değiştirmeye çalışırlardı, onu düşünmele rini istedik. Oyun bitiminde tekrar sorduk. "Siz böyle bir durumda ne yapardınız?" Bir çocuk oturduğu yerde anlatmaya başlayınca hemen sözünü keserek "anlatmak kolay, ya pabileceğini gel göster" dedik. Beklenmeyen bir çağrıydı, şaşırdı, itiraz etti ama sonunda geldi.
cy
Eğer babanız sizi erkek arkadaşınızla tele fonda konuşurken yakalarsa -yakalarsa diyo rum çünkü bir an için babanızın son derece muhafazakâr olduğunu, değil bir erkek ar kadaş, yanınızda bir erkek sinek bile görmek istemediğini düşünün- ne yaparsınız. Veya eşiniz kapıdan girince ayakkabılarını size çı karttırıyor. Hoşunuza gitmese de yapıyorsu nuz. Karşı çıksanız neler olur, nasıl karşı çı karsanız en az sıkıntıyla durumu düzeltirsi niz? Ya da ne yapmalısınız. Hiç durumu de ğiştirmeyi, farklı davranmayı düşündünüz mü? Yapsanız neler olurdu acaba?
Kuyumcu
pe
Güney Amerikalı Tiyatro adamı Augusto Boal, tiyatronun dışardaki dünya için bir prova yeri olduğunu, kişinin gerçek yaşamı ile ilgili dinamizmi tiyatroda kazanabileceğini söyler. Kuramını kendi oluşturduğu "Ezilenlerin Ti yatrosu" (Theatre of the Oppressed) bunu amaçlar. Dünya tiyatro tarihine baktığımızda birçok şeyin yanı sıra sahne seyirci ilişkileri açısından üç önemli isim, üç önemli yaklaşım görüyoruz. Aristo, Brecht ve Boal. Aristo se yircisi sahnede olanları izler, onlarla sevinir onlarla üzülür, özdeşleşir, arada bir dördün cü duvar vardır. Oyuncular da orada seyirci yokmuş gibi davranır. Amaç seyircinin öz deşleşme yoluyla arınmasıdır (katarsizm). Yüzyılımız başlarına geldiğimizde Brecht kar şımıza çıkıyor. Seyircisinin eleştirel bilinç ka zanmasını hedefleyen Brecht, orada bir oyun oynandığını, oyuncuların da salonda seyircilerin olduğunu unutmamaları gerekti ğini, seyircinin duygularıyla değil bir hakem gibi aklıyla olaylara yaklaşması istiyor. Seyir ci, Aristo'da her türlü eylemi sahneye bıra kırken Brecht'te düşünme ve karar verme gücünü elinde tutuyor. Üçüncü adım olarak Augusto Boal'in anlayışına baktığımızda Boal'in seyircisinin, eleştirel bilinç'in yanı sıra eylem gücünü de elinde tuttuğunu görüyo ruz. Boal seyircisine "Oturduğun yerde dü-
Girişten de anlaşılacağı gibi oyun aile içi cin sel ayrımcılığa değiniyor. Biraz maço bir ba ba, evişi-çocuklar-para sıkıntısı üçgeninde ya şamını geçiren bunu biraz kader olarak gö ren anne, şımartılan bir erkek çocuk ve tabi adım adım takip edilen mutlaka eve baba dan önce girmesi gereken bir kız çocuğu ai lemizin üyelerini oluşturuyor. Bir akşam vakti babadan sonra gelen kızla birlikte evde pat layan olayları izliyoruz. En moderninden en tutucusuna kadar tüm ailelerde farklı dere
28
celerde de olsa yaşanan bir gerçek. Kız ge cikme nedenlerini sıralarken, annesini baba sını yatıştırmaya çalışırken erkek kardeş geli yor ve büyük bir sevgiyle karşılanıyor. O er kek! Derken telefon çalıyor kızın erkek arka daşı, kız bir kız arkadaşıyla konuşuyormuş gibi yaparken baba telefonu elinden kapıyor erkek arkadaşın bütün sevgi sözcüklerini, ilti fatlarını duyuyor. Baba dehşet içinde kızına bakarken donuyorlar ve seyircilere dönüyo ruz. "Böyle bir durumda siz olsanız ne yapar sınız?" ilk öneride bir erkek öğrenci babanın yerine geçerek kızı odasına gönderdi, ona odadan çıkmama cezası verdi. O belki de kendi babasının yapabileceği şeyi yapmıştı. Salon düşünmeye başladı, yavaş yavaş çö zümler geliyordu. Bir başka öneride baba te lefonun ahizesini kaptığı anda kız telefonun tuşuna basarak kapattı ve babanın kiminle konuştuğunu anlamasına engel oldu. Bir başka kız öğrenci annenin yerine geçerek baba ile kızın arasına girdi ve "biz neler yapı yorduk unuttun mu?" diyerek onu korudu. Oyun başa alındı. Eve gelen babanın ayakka bılarını anne eğilip çıkarıyor, terliklerini giydi riyor. İkinci itiraz bu duruma geldi. Babanın yerine geçen bir erkek çocuk yine babanın maço tavırlarıyla" bırak hanım ben çıkarırım" diyerek bir değişim önerisi getirdi. Öneriler içinde ağırlıklı olarak baskıcıya başkaldırmak yerine onun yerine geçerek durumu düzelt mek yer alıyordu. Katılımcı, örneğin, anne nin yerine geçip babaya başkaldırma yerine babanın yerine geçip onun tavrını düzeltme yi daha kolay, daha risksiz buluyordu. Çünkü bugün için başkaldırma onun yaşam gerçe ğinde o kadar da kolay bir şey değildi. Bir noktada katılımcı bize yapabileceklerini gös teriyordu. Bir tek erkek öğrenci kızın yerine geçerek anne ve babasına başkaldırdı ki bu rada iki ilginç nokta vardı. Birincisi erkek öğ rencinin erkek kardeşin yerine geçerek kız
Öte yandan okul idaresinin ve okul aile birliğinin böylesi çalış malara sıcak bakması, en önemlisi gereğine inanması, bizleri grup olarak İstanbul'dan davet etmesi, öğrenciler açısından sevindirici; onların şanslı olduk larını düşündük. Sonuç olarak oyun bitti ama tartışma uzun süre devam etti. Velilerden biri akşam top lantısında tartışmaların hâlâ devam ettiğine
pe
Öğrencilerin sergiledikleri çözümler sırasında bir iki küçük saptamamız daha oldu. Örne ğin yaşları küçük olan öğrenciler büyüklere oranla sahneye daha kolay çıktılar, daha kolay öneri getirdiler. Daha büyük öğrenciler ise işin diğer boyutlarını düşündükleri (baş kaları tarafından seyredilme, alay edilme, eleştirilme, yanlış yapma korkusu vb. ) için daha az müdahalede bulundular. Öğren
Forum Tiyatro"yu ülkemizde tanıtan "Mixed Company"nin geçen yıl Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Festivali'nde sahnelediği "Aile" isimli oyundan bir"sahne.
a
Öğrencilerden sonra sorularımızı salonda bu lunan yetişkinlere yönelttik. Bir öğretmen annenin yerine geçerek babanın her türlü maço tavrını tatlı diliyle, kadınlığını kullana rak bertaraf etme yoluna gitti. Bu defa koca sı "dışarda yoruldum, müdürüme kızdım, sa na bağırıp rahatlamam lâzım ama bırakmı yorsun ki bağırayım" demeye başladı. Daha sonra babanın yerine geçen öğretmen ise oyundaki babanın aksine karısına hak verip onu hoş tutmaya çalıştı. Bu defa da anne çe kilmez hale geldi. Her fırsatta babayı azarlı yor, tersliyor, yakınıyordu. Üçüncü müdahale bir veliden geldi, kızın yerine geçen bir anne dialoğun önemini gösteren, karşılıklı anlama ya çalışmanın birçok sorunu çözeceğini anla tan bir oyun sergiledi.
cilerin çizdikleri tipler içinde ağırlıklı olarak televizyon komedi dizilerinde Tasladığımız tiplemeler yer alıyordu. Oyun kişilerini belirleyen çok küçük aksesuvarlar vardı babanın tespihi, annenin önlüğü gibi. Yerine geçen öğrenciye hemen bu parça verilerek role daha kolay girmesi sağlanıyordu. Özellikle babanın rolüne giren öğrenciler tespihi ellerine alır almaz aynı babaları gibi büyük bir ustalıkla tespihi parmak ları arasında dolaştır maları bir başka ilginç nokta idi.
cy
kardeşi savunma yoluyla başkaldırması yeri ne daha az riskli olan kızın yerine geçip karşı çıkması (yani sonuç olarak karşı çıkan kendi si değil bir başkası idi), ikincisi ise bir erkek çocuğunun (arkadaşlarının alay etme olasılı ğını göze alarak) bir kızın yerine geçmesi ve onun rolünü üslenmesi.
29
dikkat çekerek "hiçbir oyun beni bu kadar uzun süre meşgul etmemişti, hemen çıkar çıkmaz unuttuğum çok olurdu. Ama bakın hâlâ hep birlikte üzerinde düşünüyor, tar tışıyor, çözümler arıyoruz." dedi. Kim bilir, belki de hâlâ devam ediyordur tartışmalar. Forum Tiyatro'nun gücü galiba buradan geliyor.
"Mixed Company"nin "Aile" isimli oyunundan bir sahne.
E L E Ş T İ R İ
Maçoluk Kavramının Önlenemeyen Yükselişi
a
HIRÇIN KIZ Üstün
sik "lise" bilgileri. Şimdi gelelim, The Royal Shakespeare Company'nin İstanbul'a getirdiği Shakespeare'e, yani "Hırçın Kız'a. Yönetmen Lindsay Posner, oyunu bir birahanenin önünde başlatıyor. Kahramanımız tenekeci, ayyaş Christopher Sly (Stuart McQuarrie), sızmış, birahanenin kapısına atılmıştır. Bir Lord (Colin McCormack) tarafından eğlenmek amaçlı olarak ma likâneye götürülür ve Sly orada, uşaklarca yı kanıp paklanır. Lordun çevresindekilerce ve lordun buyruğu doğrultusunda, on beş yıllık bir uykuda olduğuna inandırılır. Daha sonra, bilgisayarla baş başa bırakılan Sly, internette açık saçık sitelerde dolaşmak isterken, Sha kespeare'in "Hırçın Kız" başlıklı oyununun XVI. yüzyıl giysileriyle çekilmiş filmini izlemeye baş lar veee birden internet sayfası üzerindeki ka rakterler canlanıp sahne üzerinde beliriverir, oyun içinde oyun da, böylece başlamış olur. "Hırçın Kız" Katherina, yani Kate (Monica Do lan), hırçın, mücadeleci, kadın olarak geri planda kalmayı asla kabullenemeyen bir dişi dir. Kız kardeşi Bianca (Charlotte Randle) ise, Kate'in aksine güzel, şuh, şımarık bir kişiliktir ve erkeklerin gözbebeğidir. Ancak, Bianca'nın çok sayıdaki damat adayları arasından seçim yapma hakkı ve şansı pek yoktur, zira babala rı önce Kate'in evlenmesinden yanadır. Bianca'ya sahiplenmek isteyen damat adayları, Kate'e katlanacak bir koca ararlarken, Padua kentine varlıklı bir kız ile evlenmek amacıyla gelen Petruchio'ya (Stuart McQuarrie) rastlar lar ve (uzatmayalım) Kate, Petruchio ile evle nir. Oyunun sonunda Petruchio'nun Kate'e huysuzluk ettiğinde hiçbir şeye sahip olama
pe
cy
Bu sayfanın sürekli ya da süreksiz saygıdeğer okurları, bu ayki yazıma başlarken, önce bir açıklama getirmek istiyorum, nedir diye sora cak olursanız... Aslında sormazsanız da hiç fark etmeyecek, çünkü söylemek durumunda yım. Bu yazıyı bitirdikten sonra, çok rahat bir uyku çekeceğim. Nedenine gelince, aynen on beş gün önceki "MEDEA"da olduğunca, bu yazım nedeniyle de hiçbir tiyatrocu dost: "Vay beni eleştirmiş", diye benimle selamını sabahı nı kesmeyecek. Az sonra didikleyeceğim oyu nun yönetmeni Posner'a kimse yazımın çeviri sini yapmayacağından, ne başrol oyuncuları nın ne de sahne, giysi, müzik, ışık tasarımcıla rının bu yazıyı okuma ve anlama şansları, ne mutlu bana ki, yok. Oh ki, ohhh. Biliyorsunuz elbette, festival kapsamında, yal nız Elizabeth dönemi Ingilteresi'nin değil, tüm dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oyun yaza rı olarak değerlendirilen; çeşitli dillere çevril miş ve günümüzde dünyanın çok sayıda ülke sinde, en fazla sıklıkla sahnelenen oyunların yazarı olarak bilinen ve de tiyatro dünyasının cennetinde eşsiz bir konuma sahip olan Sha kespeare, İstanbul'dan geçti. İstanbul'da yaşa yıp da, oyunu izleyebilenler, kendilerini elbet te şanslı saymalı.
Akmen
Shakespeare'in ilk gençlik yıllarında çevresine eğlenerek baktığı, ama zaman zaman da sal dırgan bir tutum içinde taşlamalar çıkardığı, Latin yazar ve şairlerinden, Christopher Marlowe'dan, commedia dell'arte geleneğinden, folklor öğelerinden, Ben Johnson ve çevresi nin sarayda yeni yeni geliştirmekte oldukları mask oyunlarından etkilendiğini, sanırım bil meyenimiz pek yoktur. Bunlar neredeyse kla
30
yacağını uygulamalı olarak (yanmış diye geri gönderilen güzelim yemekler, yanlış dikildiği gerekçesiyle terzinin kafasına fırlatılan giysi ler...) kanıtlamasının, çevresine yaşattığı ra hatsızlığı göstermesinin ardından, "Hırçın Kız" uysallaşacak ve "gücüm zayıflığımdır" diyerek erkeğine yüz sürecek, "ayağının türabı olayım" deyimini İngilizce olarak söyleyecek... mi sa nırsınız? Aldanırsınız. Her ne kadar oyunun başında evlilik kurumunu şiddetle yadsıyan Kate, bu kez bu kurumun bir numaralı savu nucusu olsa da, "maçoluk kavramının çorak si perlerinde yapayalnız kalan" erkek izleyicilerin hevesleri kursaklarında kalacak ve gelişen, iz lenen bütün olayların Petruchio'nun bir düşü olduğu anlaşılacaktır. Oyunda sahne gerisinde duran ve kimi zaman internet sayfası, evin duvarı, gece kulübünün kapısı, kimi soyut kimi somut görüntülerin perdesi, bir anlamda Shakespeare'in planları nın Posner tarafından bölünmesini, parçalan masını izleyiciye yansıtan dev ekran görevini yapan, ileri geri devingen kocaman panodan; bir tekerlekli banyo küveti ve ziyafet sahnesin de kullanılan masa ve eskemlelerden oluşan Ashley Martin-Davis'in sahne tasarımı, mizan senin ilgi çeken öğelerin başında geliyor. Yö netmenin kurgularını destekleyen Gary Yershon'un düzenlediği o kısacık flüt dinletileriyse, müziğin tiyatro yapıtına katkısının kanıtı ol ması açısından fevkalade ilginç. Stuart McQuarrie'nin gerçekten müthiş bir yalınlık içinde canlandırdığı "Petruchio" tiplemesi ise, görül meye değer. Monica Dolan'ın, yapıtta belli nedeni olmaksızın sinirlenen, huysuzluk eden, kırıcı davranışlarda bulunan biri olarak çizilmiş
a
logların içine yerleştirildiği ve zengin imgele rin yaratıldığı alışılagelmiş Shakespeare kome disinde en başarılı yan olan, izleyiciyi oyunda ki her yeni gelişmeye ortak etmek olgusu, ne yalan söyleyeyim oldukça savsaklanmış gibi geldi bana. Bir de, Kate, şımarık kız kardeşi tarafından horlandığı için giderek huysuzlaşan, asileşen, ama esasında özü sözü doğru, iyi bir kız mı, yoksa kötü, kalpsiz, evde kalmış bir kız mı sorusunun yanıtını, Lindsay Posner'ın yorumunda iyi kötü bulabileceğimi um muştum, bulamadım. Keza, Petruchio eli so palı tipik bir maço mu, yoksa Kate'in inceliği ni, ruh güzelliğinin ayırtına varmış, sevmesini bilen, şefkatli ve paylaşımcı bir erkek mi, o da belli olmadı. Metne eklenen prolog ve episod ise, doğal
olarak oyunun süresini uzatmış, izlence üç sa ate çıkmış. Yönetmen, yardımcısı Tristan Brolly, bir söyleşide (Cumhuriyet-27 Mayıs 2000) bunu duygulan daha iyi aktarabilmek için yaptığını açıklıyor. İyi de, klasik bir oyu nun yeni açılımlarla da sahnelenebileceğim kanıtlamak için, süre uzatmaya gerek var mıy dı ki? Doğrusu anlamadım. Meğer, Shakespe are oyunları, gelenek olarak asla kısaltılmaz, ekleme yapılırmış. Yeni öğrendim, ama gelin görün gene anlayamadım. Neyse! Sonuçta fars estetiği içinde, iyi kotarıl mış hafif, ama keyifli bir komedi izledik. İstan bul Kültür ve Sanat Vakfı'na ve özellikle Dik men Gürün'e, katma değer vergisi dahi öden miş yeni bir teşekkür daha... Benden...
pe
cy
olan Kate tiplemesini; kavgacı tipine hiç mi hiç kaydırmadan canlandırması da başka bir olay. Ryan Pope'un kadın kılığına girmiş uşak ta, Jo Stonne-Fewing'in Bianca'nın âşığı Lucentio'daki oyunculuk gösterileri de gerçek ten seyre değer. Amacı, Shakespeare'in yapıtlarını tüm dünya insanlarıyla buluşturmak olarak tanımlanan İngiliz tiyatro topluluğunun tüm oyuncuları nın, Shakespeare'in kendine özgü dilini, ses tonları ve bakışları yardımıyla vermelerindeki başarıyı, tiyatro eğitimi alan tüm gençlerin görmelerini doğrusu isterdim. Shakespeare'in dildeki açık, doğrudan ve doğru sözlü dar sözcükleri şiirsel bir atmosfer içinde verdiğini biliyorduk ve oyunun sonundaki alkışlarımızın bir bölümünü de, oyuncuların tamamının söz cükleri olabildiğince anlaşılır ve ustalıklı kullan malarına kullandık. Öyle değil mi ama? Hele bir düşününüz! Shakespeare'in temelinde, di lin özelliklerini kavrayıp, iyi boğumlanmış söz cüklerle, düşünceyi yalın bir tavır, ama abartılı bir biçimde, bakışlar, el devinimleri, abartılı giysiler içinde sunmak yatmaz mı! Posner, doğrusunu söylemek gerekirse, do ğallıktan, yer yer uzaklaşmasına karşın, oyun culukta modern bir teknik uygulayarak, şaşır tıcı bir gerçeklik ve yanı sıra inandırıcılığa ulaş mış. Rejide, hem günümüzü hem de XVI. yüz yılı bir arada kullanan yorumu da hayli ilginç ve başarılı. Ama yumuşak, ince duyguların keskin nükteli bir dile aktarıldığı, çift anlamlı lık ve hızlı düşünsel geçişlerin ustalıkla diya
KRYOLAN Profesyonel Makyaj Malzemeleri ACADEMİE Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri FREED Dans ve Bale Malzemeleri DANSKIN Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri SHOW & KARNAVAL Malzemeleri ve Aksesuarları PROFESYONEL SİHİRBAZLIK Malzemeleri KOSTÜM ve MASKOTLAR Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri
VİRA KOZMETİK SAN ve TİC.A.Ş. Merkez Bağdat Cad. Çuha Çiçeği Sk. Seyhun Ap, No: 4 D. 1 Kızıltoprak İstanbul Tel: (0216) 347 30 70- 347 21 60 Fax- {0216) 337 05 25 Şube: Lamartin Cad
. No: 40 Taksim Tel:(0212) 297 60 37-38 F a x : (0212) 254 68 10
İZLENİM
YENİ BİN YILDA TİYATRO ELEŞTİRİSİ Handan
a
de var olmasının nelere bağlı olduğu her za man bu tartışmaların ya da konuşmaların te melini oluşturuyordu. İzlenen oyunlar Hırvat tiyatrosuna genel bir ba kış oluşturmamız için seçilmişti ve alternatif topluluklardan müzelik tiyatro yapıtlarına ka dar her türü içeriyordu. Tek kişilik gösteriler her ne kadar tersi söylense de Hırvatistan'da popüler olma yolunda. İzlediğimiz oyunlar ara sında iki tane tek kişilik gösteri, bir tarihsel oyun, bir biyografi, iki deneysel yapım bir de popüler komedi vardı. "Mr. Single" yalnız yaşayan bir kentlinin sorun larını pek de yenilikçi olmayan bir anlatımla su nan tek kişilik oyunlardan sözsüz olanıydı ve yalnızca Hırvatistan'da değil dünyanın her ye rinde yapılabilecek ve izlenebilecek kadar tanı dık ama aynı derecede de sürprizsiz bir yapım dı. Diğer tek kişilik gösteri ise baron Munchauzen'in gezi notlarından hazırlanmış ve birinci bölümünü İngilizce, ikinci bölümünü ise Hırvat ça izlediğimiz "Munchauzen" adlı oyundu. Os manlı İmparatorluğu'nun güçlü döneminde İs tanbul'a gelen bir yabancı gözüyle sarayı ve Osmanlı yaşam biçimini anlatan oyunun bugün bizim için taşıdığı değer, belki de hâlâ kullanı lan Türkçe sözcüklerin Hırvatça ve İngilizce bö lümlerde söylenmesiydi. Oyunu turnelerle baş ka ülkelere götürmeye hazırlanan yönetmen ve oyuncu metnin ikinci kısmının da İngilizce oy nanmak üzere hazırlandığını, ayrıca Almanca oynanmak için de hazırlık yaptıklarını söyledi ler. Başka bir tarihsel oyun da "Hasanağa" adlı ya pımdı ve adından da anlaşılacağı üzere Türkle rin orada bulundukları zamana ilişkindi. Savaşı ve kahramanlığı sorgulayan bu oyun ulusal ti yatroda ve bize çok bildik gelen geleneksel tarzda sahnelenmişti; oyuncular yaratıcılıktan yoksun, hareket etmekten korktukları için ses lerini konuşturmaya yemin etmiş gibi oynuyor lardı. Büyük ve gösterişli dekora ve aynı dere
pe
cy
20-25 Mart 2000 tarihleri arasında Hırvatis tan'ın başkenti Zagreb'te "Yeni Bin Yılda Tiyat ro Eleştirisi" konulu uluslararası tiyatro eleştir menleri forumu, genç eleştirmenler semineri ve Hırvatistan'da tiyatrosu seminerleri yapıldı. Geçen yıl Waterford, Connecticut'ta genç eleş tirmenler birliği tarafından yapılan seminere katılan Gordano Ostoviç bu tür bir seminerin kendi ülkesi içinde yararlı olacağını düşünüp Bulgaristan'dan Kalina Stefanova'nın yöneti minde Hırvat tiyatro öğrencilerine yönelik bir seminer düzenledi. Hırvatistan İTİ başkanı Sanja Nikcevic ise uluslararası semineri ve genç eleştirmenler birliği seminerini düzenledi. Bu seminerler ve iç içe geçen programları izlemek; düzenlemek kadar olmasa da sabır, dikkat ve zindelik gerektiriyordu. Sabahları uluslararası forumda sunulan bildirileri dinlemek, ardından da öğleden sonraki oturumda sözünü ettiğimiz seminerlere katılmak genç eleştirmenler ya da adaylar için oldukça yoğun bir gündem oluştur maktaydı. "Yetişkin" eleştirmenler için durum biraz daha kolaydı; onlar sabahki oturumlar dan sonra, akşam tüm konuklara gösterilmek üzere seçilen oyunlara kadar dinlenme, birbirle riyle tanışma, sohbet etme hakkına sahip mut lu azınlığı oluşturuyorlardı. On ülkeden 13 konuşmacının sunduğu bildiri ler, kendi ülkelerinin tiyatrosunu ortaya koy mak açısından olduğu kadar kuramsal anlam da tiyatronun ve eleştirmenliğin geldiği yeri görmek açısından da oldukça ilginçti. Eleştir menlik kurumuna değişik yaklaşımlar getiren konuşmacılar tiyatronun ve eleştirmenliğin aka demik, toplumsal, finansal sorunları üzerinde durdular.
Salta
Sunulan bildiriler, görsel medyanın çılgınlığı ve inanılmaz boyutlara varan hızı karşısında tiyat ronun nereye kadar ve nasıl var olabileceği, ulusal kimlikler ve tiyatro, eleştirmenin işlevi, eleştirinin internet karşısında göstereceği tavır gibi sorunlara değinirken tiyatronun gelecekte
32
cede ayrıntılı ve gösterişli kostüme rağmen dik katimizi çekemeyen bir yapımdı. Ünlü Alman besteci Gustav Mahler'le de evle nen ve dönemin sanatçıları, aydınlarıyla aşklar yaşayan yetenekli bir kadın sanatçının birlikte olduğu erkeklerin gölgesinde kalışının öyküsü nü anlatan "Alma Mahler" adlı oyun iyi bir yö netmenlik örneğiydi. Küçücük bir salonda izle yicinin dikkatini -anlamadığı bir dilde bile- bir an olsun eksiltmeden ve çok dozunda ayarlan mış müzik, ışık, dia gösterimi ile desteklenen oyunun yönetmen tarafından yeniden yazıldığı nı öğrendik. Oyuncuların da yönetmenin coş kusuna katıldıkları açıkça gözlenen bu yapımda dramatik oyunların hâlâ keyifli bir biçimde de sahnelenebileceği kanıtlanıyordu. Deneysel yapımlardan ilkini Zagreb'ten bir ti yatro grubu sahneye koymuştu. "Şehir İçinde Şehir" adlı bu yapım, çalıştıkları şirketin iflas et tiğini öğrenen çalışanların bu sıkıntılı durum dan kurtulma çabalarını gösteriyordu. Kadrosu nun bir kısmı amatör oyunculardan oluşan bu grup, oyunculuk konusunda yeterli çalışma yapmadan ve provadalarmış gibi oynadılar. Ay rıca sıkıntılı bir durumu bahane edip sigara yak mak için fırsat kollayan oyuncular yüzünden zaten çok küçük olan salonda seyirciler ilk on beş dakikanın sonunda yapımın mükemmelli ğinden olmasa da oksijensizlikten nefes nefese kaldılar. Diğer deneysel yapım Split şehrinden bir grup tan geldi, bu grup daha önce Edinburgh Fringe festivalinde iki oyun sahnelemişti. "Waiting For The Bread" adlı bu oyun geniş çağrışım alanla rı, sembolik anlatımı, seyirciyi oyuna katması ve oyunun sahnelendiği mekân düşünüldüğünde izleyiciye değişik bir deneyim yaşattı. Savaşın izlerinin hâlâ çok taze olduğu bu ülkede sem bolik bir anlatım izleyiciyi oldukça derinden et kilemiş görünüyordu. Buzlarla yaratılan ütopik dünya, yine buzların kırılmasıyla verilen dehşet duygusu ve oyunun sonunda buz kalıpları için-
cy
a
yakınmaktaydılar; içlerinde cesur bir tiyatro sa hibinin evini ve arabasını satarak kiraladığı ti yatro binasında gişe kaygısından uzak durma ya çalışması ve salonunda kaliteli yapımlara yer vermesi cesaretle ve "hâlâ" tiyatroya yaşamını adaması umut verici bir izlenimdi. Öte yandan devlet desteğinin gittikçe azalması konusunda İngiltere'den şikâyet gelmekteydi. Thatcher'lı yıllar geride kalmış olsa da etkilerinin hâlâ sür düğü, tiyatro sayısındaki azalmanın devam etti ği üzerinde durulan bir gerçekti. (Michale Wandor'ın "Drama Today" adlı kitabı da bu gerçeği ortaya koyan bir inceleme çalışması dır.) Oysa Berlin'den gelen bir eleştirmen bele diyenin tiyatroya verdiği desteğin yıllık 750.000 Alman Markı tutarında olduğunu ve kentte bir tiyatro patlaması yaşandığını söyledi. Bunun yalnızca ödenekli tiyatrolara ayrılan miktar ol duğunu ve birçok özel tiyatronun da oyunlarını sahnelediklerini hatırlarsak gerçekten capcanlı bir tiyatro ortamı olduğunu anlayabiliriz Ber lin'de. Özgür yaratı ortamı sağlanması ve gerekli des
pe
deki bibloların çerçevelediği mekânda oyun umutla bitti. Mark Ravenhill'in yazdığı uyuşturucu bağımlılı ğı ve şiddet konusunu ele alan ve son yıllarda Avrupa'nın birçok ülkesinde oynanan "Shopping and Fucking", kendi başına bir tür olmuş gibi görünüyor. Hırvatistan'da izlediğimiz "Bure Baruta-Zaman Makinesi" adlı oyun da bize anlatılırken "Shopping and Fucking" oyunuyla benzerliği üzerinde durulmuştu. Sahnede şid deti eleştirir gibi görünüp daha fazla içselleştirilmesini meşrulaştıran, bir oyuncunun diğeri nin kafasında kırdığı şişelere izleyicinin önce çığlık atıp olay tekrarlandığında -ki bu dört kez gerçekleşti- kahkahalarla güldüğü, tecavüzü gülünecek bir olay gibi algılatmaya yönelik mi zansenlerle dolu bu oyun, gördüklerimiz için en modern salonda oynanan, en çoz izleyicisi olan ve en çok alkış alan -hatta ayakta alkışla nan- oyundu. Temsil sonrası oyuncular ve yö netmenle yapılan görüşmede şiddeti ve birta kım davranış biçimlerini eleştirmek amacıyla bu oyunun sahnelendiğini söyleyen yönetmen ve oyuncular ne genç ne de deneyimli eleştirmen ler tarafından inandırıcı bulunmadılar. Özellikle kadın oyuncular neden kendi cinslerinin bu ka dar aşağılanmasına izin verdikleri yolundaki bir soruyu yanıtsız bırakmak durumunda kaldılar. Hırvat tiyatrosu özelinde konuşulan ancak bir çok ülkeyi ilgilendiren konuların başında tiyat roya devlet desteği geliyordu. Eski demir perde ülkeleri de tıpkı bizde olduğu gibi devletten bü yük oranda destek almayı sorgusuz sualsiz ka bullenmişti ancak, ortaya çıkan yapımların nite liği çok soru sorduracak nitelikteydi. Ulusal ti yatroda izlediğimiz oyun da, üzerine yapılan tartışmalar da çok tanıdık geliyordu. Özel tiyat rolarla karşılaştırıldığında inanılmaz olanaklara sahip bu devlet destekli tiyatronun oyununda gözlediğimiz hantallık, gösterişli dekor ve kos tüme karşın hiç de doyurucu olmayan seyir, oyunculuktaki özensizlik orada da devlet deste ğinin hangi kriterlere göre yapılması gerektiği sorusunu gündemde tutuyordu. Diğer yandan özel tiyatroların hemen hepsi salonsuzluktan
33
teğin verilmesiyle tiyatronun gelişebileceği her kesin ortak kanısıydı elbette. Ancak bir başka önemli etmenin de maruz kaldığımız ve çoğun lukla içeriği boşaltılmış görsel bombardıman karşısında tiyatro yapmak ve izlemek isteyen insanların olması gerektiğiydi. Tiyatronun geniş kitlelere ulaştırılması, sesinin duyurulması (hat ta tiyatro salonlarına gidip oyun izlemeyen iz leyiciye bile) da eleştirmenin sorumluluğundaydı elbette. İyi oyunları bulmak, hakkında yazı yazmak her ülkede farklı sorumluluklarla bir leşiyordu; ülkemizde her yıl pek az yeni yapım sahne alıyor ve farklı renkler sesler görme konusunda eleştirmen de eksik kalıyor. İz leyicinin, tiyatronun her yerde böyle olduğuna inanacağı ve tiyatroya gitmemeye karar verdiği noktada bazı özel tiyatrolar ve festival imdada yetişiyor. Yaklaşık on yıldır hiçbir yabancı tiyat ro oyunu izlemeyen Hırvat izleyiciler ve dolayısıyla eleştirmenler de ülkelerinde yabancı yapımlar görmeyi bekliyorlar. Sezonda yalnızca Londra'da yedi yüz yeni yapımın perde dediği İngiltere'de ya da tiyatronun hem ticari hem de sanatsal olarak bir sektör olarak işlev gör düğü New York'ta da bunca yapımın arasında gerçekten yeni bir şeyler anlatan oyunları bulup çıkarmak hem eleştirmenin hem de iz leyicinin başlıca sorunu oluyor. Son olarak Bosna'dan bir izlenime yer vermek istiyorum; tiyatronun yaşamsal bir gereksinim olduğunu her ne kadar bilsek de bunu en çar pıcı şekilde onaylayan Boşnak yönetmen hepimizi etkileyen bir açıklama yaptı seminerin son gününde. Savaş sırasında çılgınca bir şey gibi görünse de tiyatro yapmayı sürdürdük lerini söyleyen Muhammed Dzelilovic, Saraybosna'da tiyatroya gelenlerin hiç azalmadığını bunun bir nedeninin de salonsuzluktan bod rum katında bir salonda oynanan oyuna gelen izleyicilerin en azından bu süre içinde bombar dımandan uzak kaldıkları ve güvende olduk larını belirtti. Bizde fiziksel olarak bombalar yok ama medyatik ve sanal bombalardan korun manın bir yolu olabilir mi tiyatro?
İZLENİM
A l a ç a t ı Festivali'nde Değişen Bir şey Yok
FESTİVAL, ALAÇATI VE BİZLER Cengiz
cy
a
konaklamada ne de bu festivalin gelişi mi konusunda bir adım atılmadığı gö rülüyor. Bir festivalde görev li kişiler deneyimli, sabırlı ve sorunları anında çözebilme yetisine sahip kişiler olmalılar, zaten yıl lardır devlet tiyatro ya da opera ve ba lesi sanatçılarının dı şarıda tiyatro yapan kişi ve kuruluşlara havadan bakmaları na bir anlam verememişimdir, işte bu havayı bu festivalde de görmüş olduk. Konaklamadan t u tun ulaşıma kadar organizasyonda bu ayrımcılık ya da anlatmaya çalıştığım havayı görebilirsiniz. Ulaşım soru nu yaşamazsınız denildiğinde biz turne arabamızı Ankara'ya gönder dik ama oyunumuz bitmiş yorulmuşuz, kaldığımız izci kampına dön mek istiyoruz ama gece 12'yi beklememiz gerekiyormuş, çünkü servis o saatte kalkacakmış, yahu oyuncularımız yorgun, havalandırması ol mayan bir salonda oyun oynanmış, bir servis aracı için saatlerce bekle menin ne anlamı var, oynayan gruplarla oynamayan gruplara iki ayrı servis vermek zor olmasa gerek, ayrıca servis sorumlusu arkadaş, Ke mal Bey yukarıda açıklamaya çalıştığım hava ya da ayrımcı tavırlarıyla karşısındaki insanlara alkollü bir halde nasıl davrandığını, organizasyo nu yapan TOBAV yetkilileri beş yıldızlı otellerden kalkıp oyunları izle meye gelseler görebilirlerdi.
pe
Uzun bir koşu so nunda yerel yöne timlerin tüm sıkıntı ları içerisinde ipi gö ğüsleyerek Çankaya Belediyesi Şehir Ti yatrolarını yaşama geçirdik. İlk iş ola rak "Denizin ÇocukI a r ı" is i m I i çocuk oyunumuzla perde lerimizi Ankara se yircisine açtık. Ar dından Yılmaz Erdo ğan, Genco Erkal, Ali Poyrazoğlu, Za fer Diper, Enis Fosf o r o ğ l u , Altan Er kekli ve Cem Özer'in katıldığı 1. Tek Kişilik Oyunlar Festivali'ni 15.000 (On Beş Bin) izleyi ciyle buluşturduk.
Sezgin
İşte bu heyecanla süren çalışmalarımızı Alaçatı Festivali ile birleştirip sezon hazırlıklarımıza başlayacaktık, Alaçatı Belediyesi'nin düzenlediği ve organizasyonu TOBAV tarafından üstlenilen 11. Uluslararası Alaçatı Festivali'ne başvurumuz kabul edildi ve 25 Haziran günü Ankara'dan yola çıktık, keyifli bir turne yolculuğundan sonra Alaçatı'ya vardık. Ko naklayacağımız yeri görünce festivalin sorunlu geçeceğini o anda anla dık, ama tiyatronun kahrını az çeken insan olmadığımızdan kalacağı mız yeri önemsemedik. Festivale katılan Diyarbakır Belediyesi Şehir Tiyatrosu ve İstanbul Yayla Sanat Tiyatrosu'ndaki arkadaşlar da bizim şartlarımızda kalıyorlardı, sabah kalkığımızda bazı grupların ve festivale katılmayıp festivali tatil gibi görüp oynanan oyunları bile izlemeyen yazlıkçı kardeşlerin ise beş yıldızlı otellerde konaklayıp yiyip içtiklerini görünce oyunumuzu oyna yıp derhal dönme kararı aldık, oyunların izlenme saatleri öyle saatlere konulmuş ki insanların denizden toplamak ya da gece uykularından uyandırmak gerekiyordu. Bizim oynayacağımız Atatürk Kültür Merkezi salonu yazar ve yönetmenlerimizden Mustafa Ahmed on yıl önce gel diği bu salonda sahneye çıkış için merdiven yerine kullanılan sandalye yi orda görünce belediyenin kadrolu elemanı olarak nitelemesi bizleri gülmekten alıkoyamadı, on birinci festivalin birinci yılından itibaren ne
Özetle, askeri ranzalar içerisinde sıcak suyu olmayan, kumasız konakla ma mekânıyla, yenemeyecek yemekleri, ulaşılamayan ulaşımıyla ve de TOBAV'ın yazlıkçılarıyla geçmişte kalan 11. Alaçatı Festivali'nin gele cek günlerde düzelmesi umuduyla, 11 yıldır emeği geçen herkese te şekkürler.
Çankaya Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni
34
a
cy
pe
a
cy
pe