2002_121_122_8729

Page 1


cy a

pe


Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri

Yayın Koordinatörü:

Hukuk Danışmanları:

Deresi Sok. No:47/6

Müdürü: Mustafa Demirkanlı

Duygu Atay

Av. Levent Aral, Av. Arzu Bulut

Beşiktaş - İstanbul

Yayın Kurulu:

Yazarlar: Orhan Alkaya,

Teknik Müdür: Erkut Arıburnu

Telefon: (0212) 259 21 24

Orhan Alkaya,

Mustafa Demirkanlı, Ahmet

Film Çıkış: Çağdaş Grafik

Mustafa Demirkanlı,

Levendoğlu

Baskı: Mart Matbaası

Ahmet Levendoğlu,

Katkıda Bulunanlar:

Abone Bedeli: 25.000.000.-

Ali Taygun.

Üstün Akmen, Filiz Elmas, Aslı

Yurtdışı Abone: 150 DM/75$

Ankara Temsilcisi:

Öngören, Pınar Şenel.

Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.

Banka Hesap No: T. İş Bankası,

Yalçın Günaydın

Kapak Tasarımı: Genco Demirer

ve San. Ltd. Şti.: Muradiye

Cihangir Şb. 197 245

EDİTÖRDEN /S. 5 HABERLER /S. 6 İZDÜŞÜM: Ahmet Levendoğlu/S.8 13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ /S. 10 Kuşların Dili /S. 14

pe cy a

Bedenler/S. 16 Ben Ruhi Bey Nasılım? - Filiz Elmas/ S. 19 Hashirigaki /S. 20

Tek Kişilik Şehir / S. 23

Bu Atış Sana, Birdie /S. 24 Gülün Öfkesi /S. 26 Othello /S. 28

Benerci Kendini Niçin Öldürdü? /S. 30 Yine Ne Oldu? /S. 32

Oidipus Nerede? /S. 34 Kadınlar Devleti /S. 36

Unutmak - Üstün Akmen /S. 38 Kıvranış /S. 40

ŞANO: Orhan Alkaya /S. 13

BAKIŞ: Nice Festival'lere (ama doğru yollarda ilerleyerek) - Ahmet Levendoğlu /S.43 5. İSTANBUL ULUSLARARASI KUKLA FESTİVALİ / S 46 TANITIM: Şehir Tiyatrolarında Okuma Günleri: Ateş Yüzlü / S.50 TANITIM: Şehir Tiyatroları'nda 18. Gençlik Günleri/S.57 TANITIM: Olağan Mucizeler. Yaşa(yama)dığımız Aşklar- Duygu Atay/S.54 İZLENİM: Biraz da Bursa... - Duygu Atay/S.56 KIRK YILDA BİR: Mustafa Demirkanlı/S. 58 TANITIM: Devlet Tiyatroları'nda Sezon Biterken / S.59 ÖKÜZ ALTINDA BUZAĞI: Huzursuz Seyirci/ S.60 KİTAP: Türkçe'nin Süt Dişlerinin Ardından - Duygu Atay/ S.61 MEKTUP: Bir Umut(!)suz Adaylık Öyküsü -Aslı Öngören / S. 62 ELEŞTİRİ: ... Seyredenler Komedyamı Anladılar mı, İçimden Oynamak Gelmiyor Pınar Şenel/ S.64 ANISINA: ERSAN BARKIN'IN YAŞAMINDAKİ IŞIKLAR NEREYE KAÇTI? Üstün Akmen /S.66

Fax:(0212)259 34 98 E-Mail: Tiyatroyap@e-kolay.net P. Çeki: Tiyatro Yapım 655 248


a

pe cy


EDİTÖRDEN

Demirkanlı Bir sezonu daha geride bırakıyoruz. Çalkantılı geçen bir dönemin ardın­ dan, daha sakin bir sezon yaşandı. ITI'ın anlamlı(!) çıkışı, tiyatro kamu­ oyundan gerekli cevabı aldı, sanırım Refik Erduran ve ekibi bu kadar geniş bir kesimin tepkisini çekeceğini tahmin etmiyorlardı, tahmin et­ miyorlardı çünkü yıllardır kapalı kapılar ardındaki ilişkilerinin gün ışığına çıkmayacağını, hamasi laflarla insanları daha uzun süre yanıltıp, gemi­ lerini yüzdüreceklerini sanıyorlardı. Olmadı bu kez, olmadı çünkü siya­ set kurumu da bir o kadar yıpranmış, güven yitirmişti. Yılların tecrübesi Erduran'ın bunu görmesi gerekirdi, ama o da göremedi. Geçen yıl gerçekleştirilemeyen Uluslararası istanbul Tiyatro Festivali bu yıl geniş bir programla, 18 Mayıs'da Genco Erkal'ın konseptini oluştur­ duğu ve yönettiği "Nâzım'a Armağan" ile Rumeli Hisarı'nda start ala­ cak. 4 Haziran'a kadar sürecek Festival'de 5 yabancı 13 yerli oyun ser­ gilenirken, bu oyunlardan beşi: Nâzım'a Armağan", "Kadınlar Devleti", "Oidipus Nerede?", "Kıvranış: Tutku/Psikoz" ve "Yine Ne Oldu?" Festival'e proje olarak hazırlanmış oyunlar.

pe cy a

Mustafa

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir tiyatroları her sezon sonu olduğu

gibi yine sezon sonu etkinlikleri; "Çocuk Şenliği"ni gerçekleştirdi, "Gençlik Günleri"ni gerçekleştirmek için hazırlıklarını tamamladı ve on­ lar da 18 Mayıs'ı bekliyor.

Devlet Tiyatroları bu yıl, diğer yılların aksine daha dolu bir sezon sonu

etkinlikleri ile tiyatroseverlere veda ediyor. Trabzon'da "III. Uluslararası Karadeniz'e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Buluşması", Adana'da "IV. Dev­

let Tiyatroları Sabancı Uluslararası Tiyatro Festivali", Diyarbakır'da "Bi­

zim Tiyatromuz, Bizim Sinemamız" sloganıyla gerçekleştirilen " 1 . Or­ han Asena Tiyatro ve Sinema Festivali", Van'da, "Akdamar 1. Çocuk ve

Gençlik Tiyatroları Festivali" ve istanbul'da "Türk-Yunan Oyunları Buluş­ ması" ile sezonu bitiriyor. Geçen sayıda yer alan ilan ve haber için, Genç Temaşa Topluluğu'ndan, kendilerinin yaptıkları bir hata dolayısı ile düzeltme yayımla­ mamız istendi, haberler sayfasında yayımladık, meğer Tuncer Cücenoğlu çeviri de yapıyormuş. Stanislav Stratiev'in, "Otobüs"ünü Bulgar­ ca'dan Gülbeyen Altınok'la birlikte çevirmiş. Ne diyelim, hayırlı olsun.

Tiyatro... Tiyatro..., elinizdeki Mayıs-Haziran sayısından sonra Eylül'e kadar ara veriyor. Eylül ayından itibaren ise tekrar aylık periyoda dönerek, yayın hayatına devam edecek. iki sezon arasında tiyatrocu arkadaşlara biraz tatil, sonrasında da yeni sezon hazırlıkları için kolay gelsin deriz. Yeni sezonda daha doyurucu oyunlarla buluşmak ümidiyle...


Haberler. Afife Tiyatro Ödülleri Sahiplerini Buldu • Ayşe Lebriz / Ölüm ve Kız / Tiyatro Pera • Aslı Öngören / Schweyk II. Dünya Savaşında / I.B.B.Ş.T • Işıl Yücesoy / Küçük Adam Ne Oldu Sana?/ I.D.T Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu • Hakkı Ergök/ Benerci Kendini Niçin Öldürdü?/ I.D.T • Müşfik Kenter/ Çözüm / Kent Oyuncuları • Erol Keskin / Herkes Aynı Bahçede / İ.B.B.Ş.T • Yurdaer Okur / Benerci Kendini Niçin Öldürdü? / I.D.T Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu • Zeynep Erkekli / Efrasiyab'ın Hikâyeleri / istanbul Devlet Tiyatrosu • Hatice Aslan Kaleli / Küçük Adam Ne Oldu Sana? / İ.D.T • Candan Sabuncu/ Schweyk II. Dünya Savaşında / I.B.B.Ş.T - Bennu Yıldırımlar / Herkes Aynı Bahçede / I.B.B.Ş.T Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu • Köksal Engür / Tek Kişilik Şehir/ Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu • Zafer Ergin / Bankta İki Kişi / İstanbul Devlet Tiyatrosu • Cüneyt Türel / Tek Kişilik Şehir / Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu • Selçuk Yöntem / Dolunay Katili / Sadri Alışık Tiyatrosu

cy a

Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Kadın Oyuncusu • Melek Baykal / Bu Bir Rüyadır / istanbul Devlet Tiyatrosu • Sermin Hürmeriç/ Bankta İki Kişi/ İstanbul Devlet Tiyatrosu • Tilbe Saran / Tek Kişilik Şehir / Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu • Derya Baykal / Kahraman Osman / Ortaoyuncular

Yapı Kredi Sigorta tarafından bu yıl altıncısı düzenlenen Afife Tiyatro Ödülleri 15 Nisan'da Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Ödül töreni Ute Lemper'in konseri ile başladı.

pe

Demet Taner, Dikmen Gürün, Engin Uludağ, Füsun Akatlı, Hasan Anamur, Seçkin Selvi ve Tijen Par'dan oluşan Seçici Kurul "Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü"nü Ferhan Şensoy'a, Nisa Serezli Aşkınar Özel Ödülü"nü Lale Oraloğlu'na, "Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü"nü Behiç Ak'a (Tek Kişilik Şehir), "Tiyatroda Yeni Kuşak Özel Ödülü"nü "Çözüm" oyunundaki rolü ile Yeşim Koçak'a verdi. Mahir Günşiray, "Evlenme" oyunundaki rolü ile aday gösterildiği "Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu" dalından çekilmiştir. 2002 Afife Tiyatro Ödülleri'nin adayları ve kazananlar şöyle:

Yılın En Başarılı Prodüksiyonu • Benerci Kendini Niçin Öldürdü?/ İstanbul Devlet Tiyatrosu • Dünyanın Başkenti - Speer/ Tiyatro Stüdyosu • Küçük Adam Ne Oldu Sana? / İstanbul Devlet Tiyatrosu • Schweyk II. Dünya Savaşında/ I.B.B.Ş.T Yılın En Başarılı Yönetmeni • Cüneyt Çalışkur / Ben Ruhi Bey Nasılım? / İstanbul Devlet Tiyatrosu • Yücel Erten / Schweyk II. Dünya Savaşında / I.B.B.Ş.T • Yılmaz Onay / Küçük Adam Ne Oldu Sana? / İst. Devlet Tiyatrosu • Mehmet Ulusoy / Benerci Kendini Niçin Öldürdü?/ I.D.T Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu • Nihat ileri / Dünyanın Başkenti - Speer / Tiyatro Stüdyosu • Celal Kadri Kınoğlu / Benerci Kendini Niçin Öldürdü? / i.D.T • Kemal Kocatürk / Schweyk II. Dünya Savaşında / I.B.B.Ş.T • Uğur Polat/ Ben Ruhi Bey Nasılım?/ İst. Devlet Tiyatrosu Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu • Zeliha Berksoy / Marlene / Berksoy Vakfı Opera Vakfı

Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu • Erdem Akakçe / Yarışma / Dostlar Tiyatrosu • Celal Belgi! /Kahraman Osman / Ortaoyuncular • Levent Öktem / Evlenme / Tiyatro Oyunevi Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Kadın Oyuncusu • Nilgün Belgün / Çılgın Haftasonu / Tiyatro İstanbul • Hikmet Körmükçü / Sarıpınar 1914 - I.B.B.Ş.T • Şebnem Özinal / Yarışma / Dostlar Tiyatrosu • Mine Tüfekçioğlu / Bu Bir Rüyadır / İstanbul Devlet Tiyatrosu Yılın En Başarılı Sahne Tasarımcısı • Karina Cherez / Efrasiyab'ın Hikâyeleri / İstanbul Devlet Tiyatrosu • Şirin Dağtekin / Küçük Adam Ne Oldu Sana? / İst. Devlet Tiyatrosu • Michel Launay / Benerci Kendini Niçin Öldürdü?/ İ.D.T • Ethem Özbora / Ben Ruhi Bey Nasılım? / İstanbul Devlet Tiyatrosu Yılın En Başarılı Giysi Tasarımcısı • Ayşen Aktengiz / Herkes Aynı Bahçede / I.B.B.Ş.T • Sevim Çavdar / Marlene / Berksoy Vakfı Opera Vakfı • Gülhan Kırçova / Küçük Adam Ne Oldu Sana? / İ.D.T • Zuhal Soy/ Memleketimden İnsan Manzaraları/ I.B.B.Ş.T

Yılın En Başarılı Sahne Müziği • Tamer Çıray/ Ben Ruhi Bey Nasılım?/ İstanbul Devlet Tiyatrosu • Kudsi Ergüner/ Benerci Kendini Niçin Öldürdü?/ İ.D.T • Nurettin Özşuca / Küçük Adam Ne Oldu Sana? / I.D.T • Joel Simon / Efrasiyab'ın Hikâyeleri/ İstanbul Devlet Tiyatrosu Yılın En Başarılı Işık Tasarımcısı • Önder Arık / Efrasiyab'ın Hikâyeleri /I.D.T • Yakup Çartık / Küçük Adam Ne Oldu Sana? / İ.D.T • Sabahattin Gündoğdu/Memleketimden İnsan Manzaraları/I.B.B.Ş.T • İlhan Ören / Herkes Aynı Bahçede / I.B.B.Ş.T


Haberler. Nihat İleri ve Mehmet Ali Kaptanlar/Dünyanın Başkenti - Speer/Tiyatro Stüdyosu

Profilo Liselerarası Tiyatro Buluşması 13 Mayıs - 3 Haziran arasında Profilo, 1. PAM Liselerarası Tiyatro Bu­ luşması düzenliyor. İstanbul'dan 30 Lise'nin katılacağı yarışmada, de­ receye girecek oyunlar onbeş kişilik bir jüri tarafından belirlenerek ödüllendirilecek. Yukarıdaki tarihler arasında her gün 14.00 ve 20.00 saatlerinde oyunlar izlenebilecek. Dört özel ödülün dışında, altı dalda ödül verilecek. En iyi oyun, yönetmen, erkek oyuncu, bayan oyuncu, dekor, kostüm dallarında kazananlar, kristal obje ödülünü alacaklar. Semih Çelenk, Tülin Sağlam, Hasan Erkek, Zerrin Akdenizli Çelenk, Ba­ rış Erdenk, Esra Hızal, Ülker Koksal, Sevinç Aktansel, Gencay Gürün, Göksel Kortay, Neşe Erçetin, Özer Tunca, Uğur Demirpehlivan, Veysel Berikan, Hakan Dündar'dan oluşan Jüri, önce her dal için üç aday be­ lirleyecek, 3 Haziran günü kazananları açıklayacak ve aynı gün yapıla­ cak gala gecesinde de ödüller verilecek. Buluşmaya 84 okul arasından seçilerek katılmaya hak kazanan otuz okul şunlar:

Sadri Alışık Ödülleri Dağıtıldı

a

"7. Sadri Alışık Oyuncu Ödülleri", törenle sahiplerini buldu. Sinema dalında "En İyi Kadın Oyuncu" ödülüne "O da Beni Seviyor" adlı film­ deki rolüyle Lale Mansur layık görülürken, "En İyi Erkek Oyuncu" ödü­ lünü de "Şellale" filmindeki rolüyle Tuncer Kurtiz aldı.

Mimar Sinan Özel Lisesi, Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi, Kadıköy Kız Li­ sesi, Büyükçekmece Lisesi, istek Özel Belde ve Güzel Sanatlar Lisesi, Nötre Dame de Sion lisesi, Tepe Koleji, İstek Özel Atanur Oğuz Lisesi, Vatan Anadolu Lisesi, Kızılay Özel Sağlık Meslek Lisesi, İstanbul Tica­ ret Odası Çok Programlı Lisesi, Özel Mef Lisesi, Orhangazi Lisesi, Saint Joseph Fransız Lisesi, Hasan Şadoğlu Lisesi, Özel Kalamış Lisesi, Sarı­ yer Mehmet Şam Ticaret Meslek Lisesi, Kadıköy Anadolu Lisesi, Zeytinburnu 100. yıl Lisesi, Bahçelievler Lisesi, Özel Anabilim Lisesi, Üskü­ dar Anadolu Lisesi, Kemal Hasoğlu Lisesi, Kartal Ticaret Meslek Lisesi, Bağcılar Lisesi, Şişli Yunus Emre Lisesi, Özel istek Acıbadem Lisesi, Özel Eyüpoğlu Lisesi, Prefesör Faik Somer Lisesi, Beşiktaş Atatürk Ana­ dolu Lisesi.

pe

cy

"Son" adlı filmdeki rolüyle Sermin Hürmeriç ve "Şarkıcı" filmindeki oyunculuğuyla Nurseli idiz "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülünü paylaşırken, yine "Son" filmiyle Sümer Tilmaç "En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu", "Yazgı" filmindeki oyunuyla Serdar Orçin "Umut Veren Oyuncu", Bülent Oran da "Onur Ödülü" sahibi oldu. "Tiyatro" dalında "Küçük Adam Ne Oldu Sana" adlı oyunla Işıl Yücesoy "En İyi Kadın Oyuncu" ödülüne değer görülürken, "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü de "Dünyanın Başkenti - Speer" adlı oyunla Mehmet Ali Kaptanlar ve Nihat İleri paylaştı. "Onur Ödülü" ise Melih Cevdet Anday'a verildi.

Sanat Kurumu ödülleri Ankara'da Sahiplerini Buldu

Plastik sanatlar ve tiyatro dalında her yıl geleneksel olarak verilen Sa­ nat Kurumu Ödülleri'ni kazananlar açıklandı. Tiyatro dalında ödüle la­ yık görülen sanatçılar ve kurumlar şöyle: En İyi Oyun Yazarı /Ferhan Şensoy En İyi Yapım / Poyrazoğlu Tiyatrosu, En İyi Yönetmen / Bozkurt Kuruç ve Erhan Gökgücü En iyi Çevirmen / Füsun Demirel En İyi Erkek Oyuncu / Alpay Izbırak Övgüye Değer Kadın Oyuncu /Meltem Eserol ve Zeynep Yasa En İyi Sahne Tasarımı / Ali Cem Köroğlu En İyi Giysi Tasarımı / Gülümser Erigür En İyi Işık Tasarımı /Osman Uzgören En İyi Sahne Müziği Ödülü / Can Atilla ve Selim Atakan / Seçici Kurul Özel Ödülü / Yılmaz Öğüt ve ODTÜ oyuncuları. Plastik Sanatlar Ödülleri'ni ise resim dalında yılın sanatçısı seçilen Meh­ met Güleryüz, heykel dalında övgüye değer sanatçı seçilen Turhan Çe­ tin ve Yunus Tonkuş, seramik dalında yılın sanatçısı seçilen Alev Ebuzziya, fotoğraf dalında övgüye değer sanatçı seçilen Kadir Ekinci ve se­ çici kurul özel ödülünü ise Merkez Bankası Sanat Galerisi aldı 38 yıldır aralıksız dağıtılan Sanat Kurumu Ödülleri, 29 Nisan'da Ankara'da dü­ zenlenen törenle sahiplerine verildi.

TEB'in Yeni Yönetimi Belli Oldu

Türkiye Eleştirmenler Birliği'nin olağan Genel Kurulu yapıldı. Yeni yö­ netim şu isimlerden oluştu. Gülşen Karakadıoğlu (Başkan), Selda Öndül (Genel Sekreter), Türel Ezici ( Başkan Yardımcısı), Pınar Şenel (Sayman), Tülin Sağlam (Üye) Denetleme Kurulu Asil Üyeleri: Atilla Sav, Sevda Şener, Ayşegül Yük­ sel Yönetim Kurulu Yedek Üyeleri: Süreyya Karacabey, Filiz Elmas, Şeh­ naz Pak, Fakiye Özsoysal, Hülya Nutku Denetleme Kurulu Yedek Üyeleri: Seçkin Selvi, Sevgi Sanlı, Zeynep Oral.

Turgut Özakman Sahnesi Açıldı Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 9 Nisan'da "İkinci Caddenin Mahkûmu" adlı oyunla ikinci sahnesini açtı. Açılış gecesinde yeni sahneye adı verilen Turgut Özakman, 1955 yılından beri Eskişehir'deki tiyatro faaliyetlerine katkıda bulunduğunu belirterek "Bugünkü olay, vefanın Eskişehir'de ölmemiş olduğunu gös­ terdi. Son derece mutluyum. Değerli kardeşim Yılmaz Büyükerşen'e çok teşekkür ediyorum." dedi. DÜZELTME... Stanislav Stratiev'in yazmış olduğu Otobüs adlı oyun Gülbeyan Altınok ve Tuncer Cücenoğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Geçen sayıda yer alan , ilan ve haberde yapmış olduğumuz hatayı düzeltir; Sayın Tuncer Cücenoğlu'na hoşgörüsünden dolayı teşekkür ederiz. Genç Temaşa Sahnesi


İZDÜŞÜM Levendoğlu

Türkçeden Sınıfı Geçmek?.. Tiyatroda sözü yazılaştıranlar ya da sözleri yazılaştırılanlar: Oyun yazarları, oyun/kitap çevirmenleri, tiyatro eleştirmenleri, tiyatro yazısı yazanlar, giderek yönetmenler, oyuncular vb. Türkçeyi ne denli doğru kullanı­ yorlar? Bu soruyu bir yazı çerçevesinde ele almayı tasarladığımda, dürüst yaklaşımın, kendi dergimizi kaynak örnek seçmek olacağı düşüncesine vardım. Çuvaldızı başkalarından önce kendimize batırmak değil midir, doğruluğun gereği? Bu yazıda da yanlışlar yer alıyorsa, ki bu olasılık vardır elbet, belirtildiğinde, çuvaldızı kendime yöneltmekten de geri durmam. Altta, Tiyatro... Tiyatro...'nun önceki (Mart-Nisan 2002) sayısından aldığım, Türkçenin yazımı ve kullanımı yanlışlarının örneklerini sıraladım. Ama önce döküme ilişkin şu açıklamaları yapayım: - Döküm, "satır satır" değil, hızlıca bir tarama yoluyla oluşturuldu. Dolayısıyla tam bir dökümün, buradakinin belki iki katı ölçüsünde olacağını varsayabiliriz. - Amaç kişilere (yazıların imza sahiplerine) yönelik bir dökümleme olmadığından, yalnızca (meraklısı için) yanlışların sayfa numaraları belirtildi. - Derginin 52-55 sayfalarında yer alan yazıyı ben de bir "yazı" saymadığımdan (Bkz. bu sayıdaki Kırk Yılda Bir başlıklı açıklama yazısı), o sayfalardaki epeyce dil yanlışı döküme katılmadı. - Dizgiden kaynaklandığını kestirdiğim yanlışları da döküme katmadım. - Noktalamada en yaygın yanlış kullanım olarak beliren (eksik, yanlış yerde kullanılma ya da hiç kullanılma­ ma biçimlerinde rastlanan) virgül imi kullanımı yanlışları da döküm dışı tutuldu. - Bir "yanlışlar dökümü"nde yanlışın doğrusunun da belirtilmesi beklenir. Ben de bu yazının formatını önce öyle (karşılıklı iki sütundan oluşan "yanlış-doğru" biçiminde) düzenledim. Ama bunun, yazının yer sınırını çok aşacağının ayırdına vardığımda, "doğru" sütununu kaldırdım ve böylelikle yanlışları da okurun belirlemesine bırakmış oldum. Yani iş, ister istemez bir tür bulmaca sunma hafifliğine doğru kaydı. Biliyorsunuz, "reytingi" olmayan tiyatro konusunu magazinleştirerek çekici kılabilme çabası doğrultusunda son zamanlarda "tiyatro bulmacaları"na rastlıyoruz. Eh, bu yazıyı da magazinleştirme kervanına katılmak olarak değerlendirirseniz gocunmayacağım, eğer bir şeyler iletebilmişse.

pe cy a

Ahmet

Döküm:

... kitapda... ... Mayıs ayında... ... güzergahlarında takip eden... Yorumcu ve tiyatro oyuncusu... İBŞT ... Selanik'de... ... eleştiriciliğinden... ... bir ihanet yapılırsa... ... Birden bire... ... nazi... ...Mongolistan... ...yurtdaşlara... ...soyağacına "Eser hırsızlığı"... ...emin olunki... ...Dergimizin bu sayısı için soruşturmayı derinleştirmek için ...Gencay Gürün'de aynı şeyleri söylemekteydi. Kimsede bunlara dokunamadı... Bu tavra hiçbir şekilde katılmıyorum ve sorumluluk da üstlenmiyorum. ...en az bir başka birinin... ...tiyatronun amacı da eğlenirken düşündürmek değil midir? Projenin her aşamasında yer alan birlikte çalışan Psikolojik danışman... ...akıllarında, oyundan çeşitli detaylar kalır ve yanıtlarında detayları yazarken... ...Türkiyen'in de... insan tanrı değil! Buna karşılık hiçbir sahne, diğerinin aynısı değil.

s. 5 s. 5 s. 6 s. 6 s. 7 s. 8 s 10 s. 13 s. 20 s. 25 s. 26 s. 27 s. 28 s. 28 s. 29 s. 29 s. 29 s. 30 s. 32 s. 35 s. 38 s. 40 s. 44 s. 48 s. 50

Sözü, dökümlemeden çıkan sonucun olumsuzluğuna getirerek mi bağlayacağımı düşündünüz? Hayır, olum­ suz değil kanımca. Görüleceği gibi, yanlışlar çoğunlukla anlatım yanlışları değil, yazım yanlışları. Yani, bu çok küçük ölçekli değerlendirmeye bakarak, tiyatronun yazınsal alanında uğraş verenlerin (ya da sahneden yetişme olup bu alanda da at koşturanların) "bozuk Türkçe" batağından önemli ölçüde uzak durduklarını söyleyebiliriz. Buna da bugün "çok şükür" demeliyiz, herhalde. Bir de düşünün ki, ölçeği geniş tutarak yazılı ve görüntülü basına odaklanmışız. Ben, şu savı ileri sürerken abartmadığım kanısındayım: Ülkemizin herhan­ gi bir "çok satışlı" gazetesinin son yıllardan herhangi bir sayısını alıp aynı işleme soksak, derlenecek yanlışlar­ dan bir kitapçık oluşur. Peki ya herhangi bir TV kanalının 24 saatlik yayınını gözümüze kestirsek, sonuçtan ne çıkar sizce? Kitap(lar)?... cilt(ler)?...


pe cy a


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

5 Yabancı Topluluk, 13 Yerli Topluluk ve

13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ Geçen yıl gerçekleştirilemeyen ve 2 yılda bir gerçekleştirilmesine karar verilen Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin 13 ncüsü 18 Mayıs'ta start alıyor.

cy a

"Festival Sponsorluğu"nu İMKB'nin üst­ lendiği, Akbank, Brisa Bridgestone, Bonus Card, Efe Dış Ticaret, Hedef Alyans, S. Beyazıt Şirketler Grubu ve Westdeutsche Landesbank'ın gösteri sponsor­ luklarını üstlendiği Festival'e Almanya, Amerika, Fransa, ingiltere ve isviçre'den 5 topluluk katılırken, Türkiye'yi 13 toplu­ luk temsil ediyor.

pe

Festival, Rumeli Hisarı, Ortaköy ve Tak­ sim Meydanı, Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon, Oda Tiyatrosu ve Aziz Ne­ sin Sahnesi'nde, Enka Vakfı Oditoryumu, Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Feriye/Hamdi Sever Tiyatro Salonu ve Oyun Atölyesi Sahnesi'nde gerçekleştirilecek.

2002 yılının Nâzım Hikmet Yılı olmasın­ dan dolayı açılış oyunu Rumeli Hisarı'nda Genco Erkal'ın gerçekleştirdiği proje ile başlayacak. Diğer Nâzım Hikmet oyunla­ rı ise şunlar; İstanbul Devlet Tiyatrosu ya­ pımı "Benerci Kendini Niçin Öldürdü?" ve İstanbul Şehir Tiyatroları yapımı "Memleketimden insan Manzaraları" Onur Ödülleri Türk tiyarosuna katkıları nedeni ile bu yı­ lın onur ödülü sahibi Şükran Güngör. Bu ödülü yurtdışından alacak sanatçı ise ün­ lü oyun yazarı Tankred Dorst.

Toplantılar Tiyatro Oyunevi'nin "Unutmak" oyunu ekseninde Fransız Kültür Merkezi'nde düzenlenecek sempozyuma Zeynep Sa­ yın, Ferda Keskin, Ali Akay, Ahmet Soysal'ın yanısıra Fransa'dan gelecek olan

oyun yazarları Enzo Cormann, Eugene Durif katılacaklardır. Yine aynı bağlamda Hüseyin Karabey'in "Sessiz Ölüm" filmi gösterilecek. Ayrıca yazarlarıyla ve yönetmen Mahir Günşiray'la "Unutmak" üzerine söyleşi gerçek­ leştirilecek. Nâzım'a Armağan UNESCO tarafından ilan edilen 2002 Nâ­ zım yılı, aynı zamanda büyük ustanın 100. doğum yılı. Bu anlamlı yıldönümü ve Nâzım Hikmet yılı kutlaması, 13. Uluslarası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamın­ da Genco Erkal'ın tasarım ve konsepti olan "Nâzım'a Armağanla açılıyor. Festival yapımı olan "Nâzım'a Armağan", 25 yıldan beri bu güçlü şairle hesapla­ şan, onun şiirlerini oyunlaştıran, çalışma­ larını Türkiye sınırları dışına taşıyan Gen­ co Erkal'ın yeni bir uyarlaması. Bu tiyat­ ro olayında Genco Erkal'la birlikte Yıldız Kenter, Ayla Algan, Zeliha Berksoy, Jülide Kural, Zuhal Olcay, Tilbe Saran, Se­ ma, Zeynep Tanbay, Işık Yenersu' da rol alıyorlar. Çalışmanın müzik direktörü Se­ lim Atakan. Çevre düzeni Metin Deniz tarafından gerçekleştiriliyor. Giysi tasarı­ mı Artizan-Bilge Mesçi'ye ait. Rumeli Hi­ sarı gibi etkileyici bir mekânda gerçekleş­ tirilecek olan bu buluşma Nâzım Hikmet'in tutkun olduğu kentin yansımaları­ nı da taşıyacak. Seyahatname-2002 Devlet Opera ve Balesi'nin sahnelediği ve koreografisini Beyhan Murphy'nin yaptı­ ğı "Seyahatname", dans-tasarım-videotekst ve müziğin buluştuğu bir multimedya prodüksiyonu. Bu yıl Hollanda Dans Festivali'nde sergilenen ve çok iyi


a

pe cy


eleştiriler alan "Seyahatname", doğal devinimi ile gelişen yeni bölümleriyle "Seyahatname 2002" olarak ilk kez Uluslarası is­ tanbul Tiyatro Festivali'ne katılıyor, iki perde olan "Seyahatna­ me" de Beyhan Murphy' nin özgün senaryosu çok yönlü mü­ zisyen Mercan Dede'nin doğu-batı sentezi içeren, akustik ve elektronik müzik anlayışı ile birleşiyor. "Seyahatname 2002" Evliya Çelebi'nin 17. yüzyıl seyahatlerinin tasvirlerini Orhan Pamuk'un "Öteki Renklerindeki çağımız insa­ nının durum ve psikolojisini irdeleyen betimlemeleri ile kaynaş­ tırıyor. Eser, aynı zamanda, sahne sanatlarının ilişkili alanların­ da isim yapmış sanatçıların görüntülerini de ekranlarda buluş­ turuyor. Memleketimden İnsan Manzaraları istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları prodüksiyonu olan Nazım Hikmet'in "Memleketimden insan Manzaraları" Rutkay Aziz tarafından yönetiliyor. Oyun, yapıtın içeriğinin baş­ langıç yeri olan Haydarpaşa Tren Garı'nda, Festival kapsamın­ da sergilenecek. Nazım Hikmet, 1941'de Bursa Hapishane­ sinde yazmaya başladığı destanı için, 1961 Kasım'ında Mosko­ va'da şunları yazıyor:

Oyun artık eski tadı olmayan bir sıra evinde başlar. Bizler bir sı­ ra gecesi eğlencesinde ilk kez Musa'yı tanır ve tıpkı yarenler ve Musa'nın Türkiye'de yiğitbaşı ile kalan oğlu gibi onunla eğle­ nir, eleştiririz. Oyunun ilerlemesi ile Musa'nın hikayesi Musa ile birlikte yeniden oynanır. Böylece Erenus sorunu bireyden top­ luma aktarır ve sistem karşısında kimliklerin ne kadar koruna­ bildiğini sorar. Ermişler ya da Günahkârlar Oyun Atölyesi bu sene kullanıma açılan Kadiköy'deki kendi sa­ lonlarında katılıyor Festival'e. Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği "Er­ mişler ya da Günahkârlar" Festival katalogunda şöyle anlatılı­ yor: Kötülüğün cazibesi nereden gelir? Neden bizi loga, Lucifer, Hannibal, Karın Deşen Jack cezbeder? Seri katilleri özel kı­ lan şey nedir? Onca insan arasında neden bize cazip gelir bu insanlar? Hangi parçamızdır onların ellerinde olan? Ruhumu­ zun karanlık yanı mı, söze dökülmeyen kısmı mı? Hiçbir şey göründüğü gibi değil, onlara ihtiyacımız var! Çünkü onlar bizi temsil ederek dolaylı da olsa kurtlarımızı dökmeye yararlar, budur onların cazibesi.

cy

a

"Tarihimin adını "insan Manzaraları" koydum... Şiir tekniğini te­ mel diye aldım... ilk kitap 1941 baharında istanbul'da Haydar­ paşa Garı'nda başlar. Hapisten çıktığım zaman 66.000 satır ya­ zılmıştı. Hüriyete kavuşmamdan bir yıl kadar sonra memleket­ ten ayrılmak zorunda kaldım, "insan Manzaralarını yanıma alamadım, yakalanırsam yok ederler kaygısına kapıldım... Size tuhaf gelecek ama 66.000 satırın tümünün bir kopyasını çıkar­ maya da vakit bulamamıştım... Moskova'ya geldikten biraz sonra bunların ya polisin eline geçtiğini ya da yakıldığını haber aldım... Bugün elimde 17.000 satır var".

Misafir Eskişehir Belediye Tiyatrosu "Misafir" ile katılıyor Festival'e. Bilgesu Erenus, Misafir'de, Almanya'da çalışan Türk işçilerinin ya­ şamından hareket ediyor. Oyun Musa Tezer karakterinin Türki­ ye'den Almanya'ya uzanan yaşam hikâyesini anlatıyor. Musa karısı ve çocukları ile iyi bir yaşam sürebilmek, para kazanmak umuduyla işçi olarak Almanya'ya gider. Çocuklarını kaybet­ mek, reddedilmek pahasına da olsa para kazanır. Musa artık ne Almanya'ya ne de Türkiye'ye aittir. O bir "misafir"dir. Oyun­ da umutlar ve yaşam çelişkisi, insan olma çabası yer alıyor. Fa­ kat en önemlisi, bu göçte, sisteme yabancı-misafir olmanın korkusu, acısı ve/veya acımasızlığı var. Erenus Misafir ile seyir­ ciye, direndiğini sandığı ya da düşündüğü sistemin aslında ne kadar içinde olduğunu soruyor.

pe

Rutkay Aziz'in Haydarpaşa Garı'na taşınan çalışması bu zengin tarihin, bu güçlü destanın ilk bölümünü oluşturuyor.


ŞANO Tiyatronun D'si Hanidir, yapageldiğim işlerle arama hafifsenmesi güç bir mesafe girdi. Sanıyorum, tüm iklimi kuşatan depresif ruh halinden, ben de nasibimi aldım. Kaldı ki, benim durumumdaki bir adam için, aksi şaşırtıcı olurdu. Bir arkadaşımla halleşirken laf ağzımdan çıkıverdi ve ansızın aydım; Kötü şiirin iyi şiire fazlasıyla bulaştığı, bulandığı bir edebiyat iklimi... ne kriter kaldı ne kritik... Ha keza, tiyatro için de aynı sözler dönüştürülebilir. Ödenekli tiyatroları çekseniz, geriye pek küçük bir birikimden fazlası kalmaz. Tiyatro izleyicisi, gitgi­ de arkaik bir figüre dönüşme eğiliminde, ne kriter vardı zaten, ne kritik... üstüne dramatik edebiya­ tımızın zayıf serüveni bitişince, bakma gitsin... Bu ikisinin üzerine, küreselkapitalizm histerisi ile, ulu­ salcılık histerisinin Kavuklu Pişekâr oyununu ekleyin... Faşizm teorisyenlerini hasetten çatlatacak söy­ lem yumurtalarının üzerindeki 'sol' etiketi akıl yitimine uğramadan okumak nasıl müşkil iştir, bunu da... E, ayıptır söylemesi, şairim, tiyatrocuyum, solcuyum. Makul çoğunluktan değilim, hatta, kimi arsız manipülatörlere bakılırsa, azgın azınlığın tam da merkezindeyim. Oldu olacak kırıldı nacak, derdi Anadolu'nun eskileri. Benimki de öyle, galiba depresyondayım. Yıllar var, şu dergiyi iki ayağının üzerine kaldırmaya çalışıyoruz. Hani bir allanın kulu çıkıp, ben ağzı­ nıza layık bir tiyatro dergisi çıkartıyorum, üstelik düzenli yayınlayacağım dese... bir de bunu kartel medyasına yaslanmadan, bağımsız bir yayın olarak gerçekleştireceğinin teminatını verse... inanın bi­ zi kimse tutamaz, o saat ver elini Yeni Zellanda! Koskoca (ne demekse) memleketimizde bir tane ti­ yatro dergisi bile yayınlanmıyor denmesin diye, âlemin Sissyphoss'u olduk çıktık. Zaman zaman, özellikle bağımsız bir yayın olmasından güç alarak, büyük etki haleleri yaratmış bir dergimiz var. Ha­ ni günlük ağızda, 'böyle bir filanım olsun, yüz milyar da borcum olsun' denir ya, bizim de yüz milya­ rı geçti geceli hesaplamaktan imtina ettiğimiz bir borcumuz var. Olsun, buna da razı olabiliriz ama hiçbir zaman, bu dergiyi tiyatrocuların okuması yasaktır, demediğimizden eminiz. Tiyatro okulu tale­ beleri, sakın ha ülkenizin tek tiyatro dergisini okumayın, diye bir kampanya düzenlemişliğimiz de yok. Sadece kişisel izlenimlerim bile oysa, tiyatro mesleine intisab etmiş yahut buna namzet Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük bölümünce, dergimizin satın alınmadığını göstermeye yetiyor. Yönettiğim oyunlardan edindiğim en acı izlenim ise, meslektaşlarımın çounluğunun, benim provaya getirdiğim taze dergiyi biribirlerinin üzerine yığılarak karıştırıp, kendileriyle ilgili bir haber olmadığını görür görmez de alakalarının kesildiği yönünde. Hani bizim arkadaşlar TDR, Plays and Players, L'Avant Scene, Theater Heute vb. Dergilere abone olsalar, gene içim yanmayacak. Bizim seviyemizi aşmış çocuklar, deyip geçeceğim. Memlekette tiyatro mesleği icra ediliyorsa, onun bir dergisi de ol­ malıdır, deyip fi tarihinde yola çıkmıştık. Tiyatronun dergisini yapalım derken, tiyatronun delisi olup çıktık galiba...

cy a

Alkaya

pe

Orhan

Hakkâri'de böyle bir deli vardır. Allah uzun ömür versin, yaz kış üzerinde bir pardösü ve yalınayak koşup durur sabahtan gece yatısına dek. Ayaklarının tam burna yakın kısmına basar daima. Sanı­ rım topuklarını korumayı öncelemiş ve bu koşuşun âdeta bir baleti andıran estetiğinin ayırdına var­ mıştı. Onunla konuşmak bir türlü kısmet olmadı. Yanında koşmayı denedim bir keresinde, hızını art­ tırıp gözden yitti. Belki fazla dışarlıklı bir bakış olacak ama, bana, olağanüstühalliözeltimlitanklıtoplu, üstüne üstlük, ağacı, böceği, hayvanı yitmiş, girişi olup da çıkışı olmayan coğrafyanın en özlü protestocusu gibi gelmişti adını dahi hatırlamadığım o 'deli'. Bütün bunları, canım bir tiyatro yazısı yazmayı hiç mi hiç istemediği için yazdım sevgili okur. Ha, bir de, dün geceki rü'yamın etkisini üzerimden atamadığım için. Rü'yamda bizim arkadaşlarla beraberdik; Mustafa'yla, Ahmet'le, Erkut'la, Ali'yle filan... Hepimizin üzerinde partal birer pardösü vardı. Yalınayaktık. Ha babam de babam koşturuyorduk kalabalık sokaklarda. Bir ara, Haliç gibi bir yerlerdeyken, karşıdan Yılmaz Öğüt'ün koştura koştura geldiğini gördüm, aynı bizim gibi giyinmişti. Tam birbirimize kavuşmaktayken, derin bir hararetle uyandım.


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

Plasticiens Volants Sizlere Göç Ettiği Yeni Yerleri Tanıtıyor:

KUŞLARIN DİLİ

cy a

Julie grubunun bir uzantısı olan sokak ti­ yatrosu Plasticiens Volants, balonları sahnede kullanarak özgünlüğü yakala­ yan gösterileri ile üne kavuşmuştur. "Ba­ lonlara bağlı oyuncularımız birden gök­ yüzünü işgal ediyorlar; gökyüzü, fantas­ tik yaratıkların istedikleri gibi hareket et­ tikleri bir oyun alanına dönüşüyor. Farklı bir tarihin var olduğunu hayal ediyoruz; etkin katılımları ile gösterilerimizin bel kemiğini oluşturan izleyicilerimizle karşı­ laşma mekânımız olan sokakların uzam­ sal özellikleri ile oynuyoruz.

pe

Hepimizin çok iyi tanıdığı mekânlar ola­ ğanüstü değişiklikler geçirerek boşlukta yalpalamaya başlıyorlar; gündelik yaşa­ mımızı sürdüğümüz o alışıldık dünya ye­ rini duyguların egemen olduğu bir hayal ve kurmaca evrenine bırakıyor.

Bir kenti ele geçirdiğimiz an, orada ga­ rip şeyler olmaya başlıyor. Perilerin dün­ yasından fırlamış dekorlar gecenin gize­ mini fırsat bilip kentin ünlü meydanların­ da ya da sokakların kıvrımlarında aniden ortaya çıkıyorlar. Koyu karanlıkların için­ den canavarlar beliriyor; masal kahra­ manları, bedeninin her bir bölümü baş­ ka bir hayvana ait olan canavarlar, söylencelerdeki yılanlar ve ejderhalar evle­ rin damlarının üzerinde belirdikten son­ ra birbirleri ile sevişmek ya da kavga et­ mek üzere alev almış gökyüzüne doğru yola çıkıyorlar. En sıradan gözüken yer­ lerde birden sanki bir büyücünün asası değmiş gibi söylenceler canlanmaya başlıyor." VII. yüzyılda Attar'ın kaleme aldığı Acem masalı, Kuşların Dili'ndeki yanılsamanın

temelini oluşturur: "Mistik ve destansı öğeler taşıyan bu masalda kuşlar kralları Simurg'u ararlar; tam yedi deniz geçip krallarının oturduğu saraya vardıklarında Simurg'un kendileri olduğunu hem bir topluluk olarak hepsinin hem de birey olarak tek tek her birinin Simurg olduğu­ nu anlarlar." (Borges) Yolda olma durumu ile ilgili bu gösteri, kralları Simurg'u görmek üzere yola çı­ kan kuşların uzun yolculuklarını anlatı­ yor. Aralarında parlak renkleri ile dikkat çeken Anka Kuşu'nun da bulunduğu çok sayıda kuş, Doğu'ya özgü bir kafe­ sin etrafında toplanır. Çavuş Kuşu'nun önderliğinde, karaleylekler, cennet kuşla­ rı, muhabbet kuşları, gece kuşları, pen­ gueni andıran kuşlar ve ördekler kendi krallarını, yani evrendeki tüm kuşların kralını bulmak için yola çıkarlar. Önce­ den hazırlanan görüntülerle beslenen üç sabit sahnenin birbirini izlemesi sonucu ritim kazanan bu yolculukta kuşlar neşe­ li, aşk dolu serüvenler (düğün alayı) ya­ şamakla kalmaz, güçlüklerle dolu, azrailin tetikte beklediği acı serüvenlerle de baş etmeye çalışırlar. Karşılarına çıkan tüm engellerin üstesin­ den başarıyla gelenlere Simurg yardım elini uzatacak ve onları kuşların kralının yaşadığı saraya, yani kendi saraylarına götürecektir. Balonlar, dekorda kul­ lanılan malzemeler, fişekler ve olaylarda yer alan toplam yirmi kişi, birkaç bin kişiden oluşan bir izleyici kitlesini et­ kileyen görsel boyutu oluşturuyor. Dört müzisyenin gösteri sırasında yaptığı müzik, gösterinin bir bütün olarak al­ gılanmasında önemli bir rol oynuyor.


pe cy a


13.ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

BEDENLER

Sasha Waltz, 'de bedenin bedenlerle imgelerle, imgelerin hareketle, buluşmasını vurguluyor

pe

cy

a

1963'te Karlsruhe'de doğan Sasha Waltz, Waltraud Kornhaas'da dans eğitimine başladı. Hocası Mary Wigman'dı. 198386 yılları arasında Amsterdam'daki School for New Dance Development'de eği­ tim gördü. 1986/87 senelerini New York'da geçirdi. 1993 yılında disiplinler arası bir proje olan 'Dialoge' (Diyaloglar) için Künstlerhaus Bethanien'den burs al­ dı. Aynı yıl Jochen Sandig'le beraber Sas­ ha Waltz & Guests (Sasha Waltz ve Ko­ nukları) isimli dans topluluğunu kurdu. Bu topluluk ile birlikte altı yapıt gerçekleştir­ di: 1993-95 yılları arasında 'Twenty to eight' (Yirmiden Sekize) 'Tears break fast' (Göz­ yaşları çabuk kurur) ve 'Ali ways six steps'den (Her zaman altı basamak) olu­ şan Travelogue Triologie' (Gezi Üçleme­ si). 1996 yılında yeni kurulmuş olan Spielstaette Sophiensaele'ye ve Berlin Tiyatro Festivali'ne davet edilen açılış prodüksiyo­ nu 'Allee der Kosmonauten' (Kozmonot­ lar Sokağı). 1997'de 'Zweiland' (iki Vatan) ve 1998'de 'Na Zemlje'. Bu prodüksiyonların hepsi yurtiçi ve yurt­ dışında (Avrupa, Kuzey Amerika ve Hin­ distan'da) sayısız turnede sahnelendi. 1988 yılında 'Allee der Kosmonauten' fil­ me uyarlandı ZDF/Arte tarafından çekildi. 2000 yılında bu film ile Sasha Waltz, Grimm Ödülüne layık görüldü. 1999 yılın­ da 'Dialoge I/99' ve 'Dialoge II/99' proje­ leri Sophien ve Musevi Müzesi'nde sahne­ lendi. Sasha Waltz Eylül 1999'dan beri Schaubühne'nin ve sanat yönetim üyesi olarak çalışmaktadır ve Ocak 2000'de Berlin Ti­ yatro Festivali'ne davet edilen 'Körper'in (Bedenler) koreografisini üstlenmiştir. 2000 yılında Alman Eleştirmenler Kurumu'nun eleştiri Ödülünü almıştır. Sert ve cesur bir beden diline sahip olan "Bedenler"de, Sasha Waltz, bedenin be­ denlerle, imgelerle, imgelerin hareketle, buluşmasını vurguluyor. Hans Peter

Kuhn'un müziğiyle örtüşüyor ve ortaya k o l a y u n u t u l m a y a c a k bir y a p ı t çıkıyor. "Bedenler"i A l m a n eleştirmenlerin görüş leriyle s u n u y o r u z . " ( . . . ) Kasım 1 9 7 0 ' d e H a l l e s c h e n U f e r ' d e ki eski bir ö ğ r e n c i t i y a t r o s u n d a Peter Ste in, B e r t o l t B r e c h t ' i n ' A n n e l e r i y l e y e n i Ber liner S c h a u b ü h n e ' n i n açılışını y a p a r . O y u n u n k o n u s u d e v r i m ö n c e s i Rusya'daki p o l i t i k s a v a ş l a r d ı r ; a m a b u k o n u n u n içine altmışlı yılların s o n u n d a ikiye b ö l ü n e n A l m a n y a ' n ı n d u r u m u d a k a t ı l m ı ş t ı r . YaşIı T h e r e s e Giehse b a ş r o l ü o y n a m a k t a d ı r . Ti y a t r o t o p l u l u ğ u n d a k i g e n ç isimler arasın da ise Edith Clever, J u t t a L a m p e , Brunc G a n z , O t t o S a n d e r , H e i n r i c h Giskes, Mic hael K ö n i g , T h i l o P r ü c k n e r b u l u n m a k t a dır.

Stein'in yanısıra

Peymann ve Grü

ber'in sahnelediği o y u n a daha sonra Lun B o n d y ' d e katılacaktır. D r a m a t u r g i d e n De e t e r S t u r m v e B o t h o Strauss s o r u m l u d u r Böyle b a ş l a y a n S c h a u b ü h n e , kısa z a m a r d a A l m a n y a ' n ı n e n ö n e m l i t i y a t r o s u hal ne g e l e c e k t i r . S a h n e l e m e sanatının mi h e n k taşları sayılan g ö s t e r i l e r i n d e n ç o ğ u h e m e l e ş t i r e l h e m t e z c a n l ı , h e m kat h e m d e ç o c u k s u d u r . Eski A l m a n C u m h u r yeti'nin ortamından ve düşünce tarihindi ilelebet v a r o l m u ş p r o b l e m l e r d e n bahse değer. Bu plan yirmi d o k u z senede gel şir. S t e i n , bu a r a d a K u r f ü r s t e n d a m m ' a ta sınmış o l a n t i y a t r o y u t e r k e t t i k t e n s o n r a Bondy y ö n e t i m e geçer ve o n u son olara b a ş a g e ç e n A n d r e a B r e t h izler. A n d r e a B r e t h ' i n a y r ı l m a s ı y l a , h â l â ilk k u r u l d u ğ u g ü n k ü g e l e n e k l e r e bağlı kalmış o l a n b u t i y a t r o , yani A l m a n y a ' n ı n tiyatro tarihindi g ö r d ü ğ ü e n z e n g i n v e g ü z e l b ö l ü m sona erer. O c a k 2 0 0 0 ' d e b u s o r u n u ç ö z m e k için g e reken g ü ç b u l u n m u ş t u r . T h o m a s Ostel meier, ona e m a n e t edilen Schaubühne'y açar. ilk a k ş a m ı k e n d i s i n e d e ğ i l k o r e o g r a f Sasha

Waltz'in

d a n s t o p l u l u ğ u n a ayırır

Eski S c h a u b ü h n e ' n i n ç a l ı ş m a a l a n ı olan şairlerin d i l i n i n y e r i n i ş i m d i dilsizlik alımış tır. O y u n u n adı ' B e d e n l e r ' d i r . G e r ç e k t e n


cy a

pe


a

rını karıştırıyor. Bu yaklaşım gösteri boyunca pek çok dansçı ta­ rafından tekrarlanıyor.(...)" Jochen Schmidt, Frankfurter Allgemeine Zeitung,

pe cy

de görülen sadece bedenlerdir, izleyiciler daha dik tribünün önündeki soğuk ve yüksek beton duvarlarla kaplı sahnenin önünde yerlerini bulmaya çalışırlarken karşılarında saydam plas­ tik torbaların içinde yarı çıplak vaziyette yerlerde sürünen be­ denleri bulurlar... (...)" Peter İden, Frankfurter Rundschau

"(•••) Saat tam sekizde elinde ışıklı bir panoyla sahneye gelen genç bir kadın, saniyesi saniyesine doğru bir saatin yanında izle­ yicilerden pek çok dilde cep telefonlarını kapatmalarını ister. Beş dakika sonra plastiklere sarılmış olan dansçılar sahnede dönme­ ye başlarlar, bunu tam iki dakika sonra sayılar izler, ortalık bir anlığına karardıktan sonra ise gösteri başlar. Gösteri, yarı karanlıkta bir uzak doğu keşişi tarafından açılır. Ka­ zınmış kafası ve uzun, koyu renkli eteğiyle bambaşka bir kültü­ rün sözcüsü gibi gözüken keşiş sanki Japonya'dan gelmiş elçidir. Koyu giyinmiş iki kişi ona katılınca on beş dakika sürecek olan düğümlerden ilki başlar. Bu düğümlenmelere Hans-Peter Kuhn olsa olsa radyoda yayın ararken karşılaşılabilecek hışırtılara ben­ zeyen her türlü dünyevi işlevden uzak bestesi ile eşlik ediyor. Da­ ha önceki prodüksiyonlarında da absürd beden hareketleri bul­ masıyla hayal gücünü kanıtlamış olan Sasha Waltz, şimdiye ka­ dar buluşlarını hep ufak esprilerle süslemesine rağmen 'Bedenler'de bu anekdot tarzındaki yaklaşımından vazgeçip büyük bir konsantrasyon isteyen denge hareketlerine yoğunlaşarak dansçı­ larından neredeyse bir sirk sanatçısı esnekliğini talep etmiş. Bu hareketlerin zorluğu çok ağır bir tempoyla başlarken birdenbire hızlanıp ya da aniden yön değiştirebilmelerinden de kaynaklanı­ yor.

Gösterinin ortası resimler ve bedenler tarafından (yanlış) anlaşı­ lan iletişime yönelik hareketlerin karışımından oluşuyor... Bunu takip eden sahnede ise genç bir kadın sabah karşılaştığı sorun­ lardan ve hazırlıklardan bahsediyor. Ama bedeninde dokunduğu yerler bahsettikleri ile tutuşmuyor. Çıplak göğüslerini gösterip gözlerinden bahsediyor, diş fırçalamaktan bahsederken kulakla­

"(...) Sahneyi çevreleyen uzun bir zincir oluşturuyorlar. Bedenle­ rini birbirleri üzerine yığarak bir çeşit siper inşa ediyorlar. Tabiri caizse, herkesin dönmek için ihtiyaç duyacağı minimuma ulaş­ maya çalışıyorlar. Mekânı bedenleriyle ölçüyorlar. Nadio Cusimano'nun kemanının tellerinin ucunda gerilmiş, sanki Mozart çalı­ yorlar." "Bedenler" ile Waltz soyuta bir adım daha yaklaşıyor. Artık hikâ­ ye anlatmıyor. Hareketin kendisi hikâyeye dönüşüyor. (...)" Hans Marquardt, BZ Kultur (...) Ağır çekimde, sanki bir çeşit transtaymış gibi hareket ediyor bedenler; yerçekimi kuvveti olmayan bir uzamda ya da ana rah­ minde olabilirler, belki havada yüzüyorlar, belki de daha embri­ yonlar. Ama bulundukları siyah kutu ve onun içindeki çıplak ba­ sınç bambaşka çağrışımlar da uyandırıyor. Gaz odaları gibi. Bütün bu çağrışımlar havada asılı kalıyor. Zaman geçtikçe bazı anlar daha belirgin oluyor. Danglardan Takako Suzuki ve Sigal Zouk göğüslerini, göbeklerini küçük çocuklar gibi rengarenk Do­ yuyorlar. Ama bu boyama oyununda stoacı bir ciddilik hüküm sürmekte. Bir yandan numaralı falyaları bedenlerine yapıştırırken bir yandan da sayıyorlar: 'İki göğüs yüz elli bin DM, pankreas iki yüz bin DM.' Bu böylece böbreklerle, ciğerlerle devam ediyor. Her seferinde 'Bedenler'in oyuncuları birbirlerinin biraz önce söyledikleri organdan farklı bir yerini gösteriyorlar. Arka tarafları için dirsek, gözler için ayak tabanı, burun için ayak parmağı de­ niyor. Bir ara bu çift birbirlerinin eteklerini tıpkı yapışık Siyam ikizleri gibi değiştiriyorlar, öyle ki sonunda bedenin üstüyle altı ters yüz oluyor, bir göbek poponun üzerine oturuyor, hermafrodit'e dönüşüyorlar, çiftler ve çiftleşmeler, beraber ama yalnız, gelecekten yoksun...(...)" Peter Von Becker, Der Tagesspiel


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

BEN RUHİ BEY NASILIM Filiz Elmas

"Uzun şiirlerde ayrıntılar çok önemlidir benim için... mozaik olarak yapılmış İsa Öyküleri...". Edip Cansever şiirlerini böyle tanımlıyor. Dizeleri ifadesindeki gibi doğa, insan, toplum mozaiğin­ den oluşan öykülerdir. Dizeleri duyguları, "Yalnızlık gibi, ama yalnızlık değil. Bildiğin, çok iyi bildiğin bir şeyin Uzağında kal­ mak duygusu belki." Dizeleri doğanın ve duyguların rengini,

pe cy

a

"Elimde bir çanta, şurda burda dolaşıyorum Hep bir yerlere gideceğim sanki Güvercinler konuyor saçlarıma bileklerime Uçuşuyorlar Bir çınar yaprağı düşüyor ayaklarımın dibine Kupkuru Elime alıyorum, çiziyorum üstüne kalbimi Kalbim, diyorum Yorgunsa da, yaralıysa da, hepinizin aşkına sev­ gili" Ve dizeleri toplumun, insanın acılarını anlatır.

"Ah güzel Ahmet Abim benim Gördün mü bak Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istas­ yonlar Dağılmış Pazar yerlerine memleket Gelmiyor içimizden hüzünlenmek bile Gelse de Öyle sürekli değil Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün O kadar çabuk O kadar kısa işte o kadar Ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar Mendilimde kan sesleri"

Ben Ruhi Bey Nasılım Tiyatro: istanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Edip Cansever Yöneten: Cüneyt Çalışkur Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Işık Tasarımı: Önder Arık Müzik: Tamer Çıray Oyuncular: Uğur Polat, M a h m u t Gökgöz, Ali Fuat Çimen, Yurdaer Okur, Celal Kadri Kınoğlu, Ali Ersin Yenar, Rüçhan Çalışkur, Taner Birsel.

"Ben Ruhi Bey Nasılım" yaralı bir çocuktan, yaralı bir topluma açılan pencere... "Sonsuz uykularda görülen geçmiş zaman hayaletleri... Bir kadın da bir çocuk hayaleti... Bir çocukta bir kadın ha­ yaleti..." Ruhi Bey yinelediği nasılım sorgulamasıyla, "için­ deki gizi çözmek, sakladığı (ve) odasında yapa­ yalnız doğuran bir kadının, dışa vurmak isteme­ diği ya da pek gereksinmediği, o iniltiyi andıran, duyurulmayan her şeyi "duymak istiyor. Bizler duyguları dinliyor ve "sarı bir günün kahverengi yarınını, bir yaz ikindisinden diyelim bir pazarte­ sinden" başlayan öyküyü yaşıyoruz. Oyun Ruhi Bey'in karabasanları ve sorgulamalarıyla başlıyor. Kocaman bir karyolanın ardında yi­ nelenen nasılım soruları, sürekli devinen huzur­

suz bir kişilik ve acılı anılardan sonra yönetmen seyirciye, Ruhi Bey'e giden bir kapı açıyor. Bu ka­ pıdan Cansever'le birlikte, Ruhi Bey'i ve doğayı seyrederek geçiyoruz. Artık, "... yıllar ve günler ve saatler ayarlandı, caddeler, iş hanları, kahveler ayarlandı, meyha­ neler, genelevler, pasajlar, dar sokaklar, geçit­ ler, soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey ve bütün ilişkiler birden yerini aldı." Ve seyirci sah­ nede açılan kapının ardında yerini alan donmuş fotoğrafı görür. Fotoğraftaki oyun kişileri (kürk tamircisi, meyha­ ne garsonu, patron, otel katibi, genelev kadını) Ruhi Bey'in dünyasına dışsal ve/veya kendi dün­ yalarına içsel bir bakış getirir. Fotoğraftan Ruhi Bey'e yapılan geçişler, bugün ve geçmiş arasın­ daki zaman sıçramasını da sağlar. Ruhi Bey "ölüm gününde yaşananlar(ı)", yanan limonluğu anlatır. Yalnız karmaşık dünyasında üvey anne­ siyle yaşadığı limonluktaki yangını anlatır: "Anladım neden sonra Anladım kötülük olsun diye geldiğini limonluğa Çocukken vururdu, kanatırdı, ezerdi Bu kez de Anladım severekten Okşayaraktan yapmak istedi aynı şeyi" "O günden sonradır ki ben iyi tanıdım kanı ....Döktüm bir şişe gazı ve limonluğu yaktım" Cansever bu dizelerle, yanan konakla, yanan eş­ yalarla, yanan yaşamlarla birlikte kentsoyluları da eleştirir. Konaktan ayrılan Ruhi Bey artık ölü­ me daha yakındır. Seyirci cenaze kaldırıcısı Adem'in dünyasında ölüm ve yaşamı tanır. Ruhi Bey'de yaşam gibi ölümü de bilir. Bir hastane odasında, serumlarla, kuşlarla, babasının kırbaçlarıyla ölür o ve onun anıları "akıp gider en so­ nunda". Ben Ruhi Bey Nasılım, sözün gücüne sahnenin büyüsünü ekliyor. Çalışkur, Cansever'in dünyası­ na duru ve yaratıcı bir bakış açısı getiriyor. Reji­ de sözün etkisini bozmadan Ruhi Bey'e inen de­ rinlikli bir yapı, doğa-insan ilişkisini görselliğe ak­ taran incelikli bir dil ve Cansever'in toplumsal bakışını algılayan bütünlüklü bir yaklaşım var. Uğur Polat, anne ve hastane bölümlerinde yan­ sıttığı, iç dünyasında ise yabancı kaldığı anlarla, kimi kez Ruhi Bey, kimi kez ise Ruhi Bey değildi. Karakterin toplumsal ve bireysel özelliklerini, reji­ nin istekleriyle yoğurarak seyirciye aktaran Celal Kadri Kınoğlu ve Yurdaer Okur başarılı bir oyun­ culuk sergiledi. Bu sezon Ruhi Bey'e/insana açılan pencere hepi­ mizin bakması gereken bir duyarlığa sahip.


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

Devinmenin, Şarkı Söylemenin ve Yaşamanın Üç Farklı Yolu:

HASHIRIGAKI

pe

cy

a

Üç kadın. Üç farklı evren. Devinmenin, şarkı söylemenin ve yaşamanın üç farklı yolu. Önce dev bir heykel gibi görünen isevçli Charlotte Engelkes; ışıltılı gülüşü, en aptalca laf kalabalığını bile inandırıcı kılmada usta, gösterişli bir oyuncu ve an­ laşılması zor çok yanlı bir şarkıcı. Ortada, genzinden konuşan, yanakları denetim­ siz bir biçimde hareket eden dağınık pe­ rişan bir soytarıya benzeyen Kanadalı Marie Goyette var. En beylik şarkıları sizi etkilemek için en ciddi bir ifadeyle söy­ lerken bile, sanki içinden kahkahalar atı­ yor gibi görünüyor. Ve son olarak ufak tefek bir Japon olan Yumiko Tanaka şaşırtıcı bir biçimde dilsiz gibi görünüyor, ama değil... Bilge gibi görünüyor, ama değil. Kısaca her türlü beklentiyi boşa çıkarıyor. Hatta ülkesinin geleneksel çalgılarını dahi, alışılagelmiş tarzda çalmıyor. Heiner Goebbels'in Vidy Tiyatrosu'ndaki yeni gösterisi eğer biraz olsun seyirciyi kavrıyor ise, bunu bu üç kadına borçlu. Çünkü Hashirigaki'nin ilk dakikaları sizi irkilme ile akıl karışıklığı arasında kararsız bırakıyor. Gertrude Stein'in tekrarlara dayalı gerçekliği, üç sanatçının sürekli paçavra torbalar içinde gidip gelmeleri (hatta içlerinden biri simgesel olarak pa­ çavralardan oluşan bir şelalenin içine de yuvarlanıyor) kollarında tuhaf şeyler taşı­ maları, bir yandan da Beach Boys'dan ezgiler mırıldanmaları, bizi neredeyse

kaçma noktasına sürüklüyor... Ya da Al­ man bestecinin döngüsel estetiği ile dol­ duruyor içimizi. Allahtan sahne çabucak bir yarım daireye dönüşüyor. Yünden kurdelelerle şeritlere bölünmüş bir ze­ min, gölge oyunları, komik nesneler ve her türlü enstrümanın (örneğin tarih ön­ cesinden kopup gelmiş gibi duran elekt­ ronik bir makine olan "tehremin") hiçbir mantığa bağlı olmaksızın birbiri ardına sökün ettiği düş gibi bir mekân. Yavaş yavaş Gertrude Stein'in sözcükleri bir ez­ gi yaratmaya başlıyor. Birbirini izleyen sahneler oyunsu bir hava içinde bir form kazanmaya, düzene girmeye başlıyor, (çanlar sıcak hava balonlarına dönüşü­ yor; birden bir kasaba ortaya çıkıyor ve yok oluyor...) ve siz çeşitli dünya müziği örneklerini içeren sert bir müzik, gözü yaşlı altmışlı yıllara gönderilen acı bir se­ lam, çılgın bir görsel fantezi ile hiçlikten kurtulmuş çığlıklar ve ses denemelerine kaptırmış buluyorsunuz kendinizi. Yete­ nek? Gereğinden fazla- mizah? Bir haylişiir? Hem her zaman hem de hiçbir za­ man ummadığınız bir yerde- virtiözite? Onunla ne yapılacağı bilinemeyecek ka­ dar çok. Esas olarak kendi estetiğini ken­ di kendine ilan etmede usta alçak bir kurnazlık. Evet ama ne demek için? Heiner Goebbels Yaratısını Vidy'e Sunuyor Hashirigaki insana daha baştan nüfuz edilemez duygusu veriyor; tiyatroların gi­ şelerinde olay yaratacak türden bir gös-


a

cy

pe


a

neşe) eşlik ediyordu. Bütün bunlardan oluşan gösteri, şiirsel meditasyonla, ses başkalaşımı ve aşkın dile gelişi arasında bir şeydi, çok etkileyiciydi. Hatta, Heiner Goebbels her şey olabilir­ di ama asla soğuk ve mesafeli değildi.

pe cy

teri değil. Daha çok samuraylarınki gibi bir savaş çığlığı ya da Japonya'ya yakın olabilmek için deniz yosunu ya da çiğ balık­ tan yapılma bir yemek gibi. Eklektik olduğu kadar da donanım­ lı olan Alman besteci ve tiyatro adamı Heiner Goebbels Lo­ zan'daki Vidy Tiyatrosu'nda 19 Eylül'den itibaren görülebilecek olan yeni yaratısını adlandırırken herhalde Yükselen Güneşin Ülkesini aklından geçirdi. Bize en çok anımsatmak istediği, ya­ pıtının yararlandığı kaynakların çeşitliliği ve tipik tiyatro üslupla­ rından ve alışılagelmiş türlerden ne kadar uzak durduğu. Bu edebiyat aşığı, yaklaşık otuz yıldır felsefi tabirler, heyecan yara­ tan tartışmalı bilimsel tezler ve Brecht'in bestecisi ve dostu olan Hans Eisler gibi ustalarına karşı tutkulu övgüler arasında alışılmadık şeyler yaratmaktadır. Bu durumda Heiner Goebbels'in oyunlarının "mutlu ve seçkin" bir azınlığa seslenmek üzere mi hedeflendiği sorusu geliyor akla. Hayır, bu "amatö­ rün" birikimi sıradan birini kesinlikle ürkütüp kaçırtabilecek ni­ teliktedir.

Yapıtları zor olarak nitelendirilen Berlinli parlak oyun yazarı He­ iner Müller ile olan yıllara dayanan derin işbirliğini saymasak bi­ le, örneğin hem sosyolog hem besteci kimliği taşıması. Ancak, Goebbels'in kapalılığa ve gizeme hiç eğilimi yoktur. Hatta za­ man zaman kendi içinde bir alçak rolü bile üstlenir. 1998 ba­ harında Lozan'daki Vidy Tiyatrosu'nda sahnelenen "Max Black"de, çok çalışan bir beynin göstergesi olarak sahne üze­ rinde büyük alevler yükselmesini sağladı. Ancak Heiner Goeb­ bels'in sanatı yalnızca bir ateş-fişek tekniği ile ilgilenmez. Aynı zamanda teatral ve düşünsel bir sıçrama ile ve hatta hipnoz ile de ilgilenir. Vidy'de geçen sezon sahnelenen "La Reprise'de küstah bir birleşmeyi gerçekleştirmeye cüret etti: Düşünür Kierkegaard'ın metinleri ile Alain Robbe- Grillet'in Yeni Roman (Nouveau Roman)'ın içerdiği düşünceleri birlikte kullandı. Bu metinlere Prince'in şarkısı "joy of repetition" (tekrarın yarattığı

Peki Hashirigaki nedir öyleyse? Lozan'daki Vidy Tiyatrosu'nun müdürü Rene Gonzalez Haziran ayında oyunun "şen şakrak ve şakacı" olacağı konusunda söz vermişti. Çoğu kez yaptığı gibi burada da Heiner Goebbels bir metinden yola çıktı. Burada kullandığı metin Amerikalı yazar Gertrude Stein'in "Amerikalı­ ların oluşumu"ydu. Daha sonra çevresine kültürel geçmişleri açısından farklılık gösteren üç kişiyi topladı. Klavye ile sampler üzerinde çok az insanın üstesinden gelebileceği bir biçimde cambazlık yapan ve La Reprise'de olağanüstü olan KanadalıFransız piyanist Marie Goyette; geleneksel Japon müziği konusunda uzman olduğu bilinen ve serbest cazdan opera müziğine geçmede usta olduğu görünen Japon müzisyen Yumiko Tanaka; ve son olarak ilk adımlarını ülkesi Stockholm'da atan ve oryantal dans konusunda uzmanlaşmış bulunan oyuncu ve dansçı Charlotte Engelkes. Bu üç sanatçı Vidy'nin geniş sahnesinde gerçekten bir öykü anlatmıyorlar. Daha çok görsel ve müzikal bir bilmeceyi oluşturuyorlar ve Heiner Goebbels'in arzusuna göre şekillenen ve mükemmel bir biçimde paylaşılabilen bir estetik deneyimin ana hatlarını çiziyorlar. 1999 Nisan'ında, Goebbels bir gazeteye Heiner Müller ile işbir­ liği konusunda şunları söylemişti: "Onun tiyatro kavramı, tiyat­ royu halkla paylaşılan bir deneyim olarak görmesi benim de sınırlarımı çizdi. Mesajın ne olduğu, onu seyirciye sunmaktan daha az önemli benim için. Benim için tiyatro inandırıcı ol­ mamalı, ancak bazı öneriler getirmeli, imalarda bulunmalı." Matthieu Chenal


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

TEK KİŞİLİK ŞEHİR

pe

cy a

"Tek Kişilik Şehir", "Bina", "Ayrılık" ve "Hastane"den sonra yazdığı dördüncü oyun. Behiç Ak'ın "Bina" adlı oyunu 1993'de Devlet Tiyatrosu'nda sahnelendi ve "Kültür Bakanlığı Özel Ödülü'nü aldı. "Ayrılık" adlı oyunu ise istanbul Büyük Şe­ hir Tiyatrosu ve Almanya'da bir özel tiyat­ ro tarafından oynandı. Afife Tiyatro Ödül­ leri kapsamında 1997 yılında, Cevat Feh­ mi Başkut Özel Ödülünü aldı.

Tek Kişilik Şehir Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu Yazan: Behiç Ak Yöneten: Işıl Kasapoğlu Çevre Düzeni: Duygu Sağıroğlu Müzik: Joel Simon Oynayanlar: Tilbe Saran, Köksal Engür, Cüneyt Türel

Oyun internette tanıştığı kadına bir gök­ delenin lokantasında randevu veren adam, garson ve kadın arasında geçen, gelişmişliğin getirdiği "yalnızlık" üzerine güldürürken düşündüren bir komedi. Be­ hiç Ak bu oyununda, günümüzün insanı­ nı yalnızlığa iten ve giderek sadece 'Tek kişilik aileler' için kullanışlı hale gelmeye

başlayan büyük kent hayatının eleştirisini yapıyor. 'Birey' kavramını sorgulayan oyun günümüz yaşam biçiminin dayattığı 'ilerleme', "'konfor', 'ekonomi' gibi bir­ çok kavram ve ilişkiyi yeniden düşünme­ mize neden oluyor. İki insan arasındaki ilişkinin imkansızlığının bir gelişme olarak sunulmasına getirilen eleştiri şehrin kendi var oluşunun bir tersine dönme, bir traji komik durum olarak yansıtılması, gerçek ve mizah arasındaki çizgiyi kaldırıyor. Ab­ sürd, gerçekçi, sembolist, natüralist ve komedi sınırlarında dolaşan oyun, bu ya­ pısıyla izleyici için çoğu zaman "tuzaklar­ la" dolu. izleyiciyi, çoğu zaman düşündü­ ğü ama ifade etmediği kendi gerçekleri ile yüz yüze bırakıyor. Yazar, bu yüzleş­ meyi mizah yoluyla izleyiciyi kendisi ile ba­ rıştırarak yapmayı hedeflediğinden, çoğu kez bizi kendimize güldürüyor. Behiç Ak'ın, oyunlarıyla ilgili görüşleri şöy­ le: "Bu Tilbe, Köksal, Cüneyt ve Işıl'la ilk çalışmam oldu. Yorumu sevdim, oyuncu­ ları çok beğeniyorum. Bu oyunu onları düşünerek yazmadım ama rastlantısal bir şekilde denk geldi. Ben "Hastane" dışın­ da hep az kişilik oyunlar yazdım. Çünkü kalabalık ve çok mekânda geçen oyunla­ rın sahnelenmesi güç. Kötü olma ihtimali de daha yüksek oluyor. Tabii teknik ola­ rak da böyle bir tiyatronun turne yapma­ sı çok kolay. Ayrıca tek mekânda ve ke­ sintisiz oyunlar yazmayı da seviyorum. Çünkü insanlar zaten herşeyi çok kesinti­ li, sanki montajlanmış bir zamanda zaplamalar içinde yaşıyorlar. Seyircilerin montajlanmamış gerçek zaman içinde 1.5 saat geçirmelerini sağlamak da istiyorum. "Tek Kişilik Şehir"in böylesine iyi üç oyun­ cu tarafından sahnelenmesi tabii oyunun şansını çok yükseltti. Aksanat Prodüksiyor Tiyatrosu'na teşekkür ediyorum."


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

Racine'in Soluk Kraliçesi Raket Sporları ile Uğraşıyor

"BU ATIŞ SANA, BIRDIE! Majesteleri soylu bir tren enkazı. Tabii as­ lında o kansız uçuk benizli haliyle neredey­ se sevimli gibi. Ama solgun olduğu kadar da halsiz.

pe cy a

Neden kendi kendine giyinemiyor, kendi kendine beslenemiyor hatta tafsilatlı bir törene benzer bir yardıma muhtaç olma­ dan tuvalete gidemiyor. Üstelik oynamak zorunda olduğu oyunlarda da becerikli de­ ğil. Siyaset, aşk, badminton (Evet badminton. Bu kız soylu bir aileden geliyor olabi­ lir. Ama aynı zamanda da kaybetmeye mahkûm.) Aşk illetine yeni bir anlam veren azap için­ de kıvranan kraliçe Phedra, herhalde hiç­ bir zaman The Wooster Group'un Raci­ ne'in trajedisinin bu hayatiyet dolu tahlilin­ de göründüğünden daha hastalıklı görünmemiştir Racine'in tragedyası "Bu Atış Sa­ na, Birdie!" adıyla Brooklyn'deki St. Anne Deposu'nda sahneleniyor. Gerçekten de Efsanevi Rachel, 1800'lerde bu rol ile Paris'i kasıp kavurduğunda, "me­ zarın kenarına tünemiş, iğrenç, korkunç bir hayalet" olarak tanımlanmıştı. Ama ay­ nı Rachel'in Phedra'sı Kate Valk'un aynı roldeki hali ile karşılaşsaydı, herhalde onun yanında yanağından kan damlayan bir sütçü kız gibi kalırdı. Örneğin Rachel'in Phedra'sının sahne üzerinde lavman yap­ tırma gereği duyması olası değildi!

Daha bitmedi! The Wooster Group'un sa­ nat yönetmeni Elizabeth Le Compte ve onun gözkamaştırıcı yetenekteki başrol oyuncusu Kate Valk, Racine'in bu en za­ vallı kahramanının teşhis edilmiş hastalıklı bir portresi ile karşımıza çıkıyorlar. Aynı zamanda Racine'in oyunun özgün biçimi ve içinden çıktığı kültür de önemli keşifsel bir operasyona tabi tutulmuş.

Bu operasyonu yapan Wooster Group olunca, operasyon aletleri de hem 2 1 . yüzyılın teknolojisi hem de Kabuki gibi es­ ki bir gelenekten yararlanıyor. Le Compte ve topluluk (aralarında Wİllem Dafoe da var), Racine'i bir bütün olarak daha iyi gö­ rebilmek için parçalara bölmüş olmalarına karşın sözünü ettiğimiz operasyon yalnız­ ca postmodern bir tersyüz etme ya da ay­ rıştırma değil, onların yaptıkları görkemli bir klasik üzerinde, tümüyle yeni bir bakış­ la ve şaşırtıcı bir biçimde mantıklı yollarla yeniden düşünmenizi sağlamak. Uzmanlar Phedra'nın zalim bir kaderin mi yoksa günahkar bir şehvetin mi kurbanı ol­ duğu üzerinde uzun süre tartıştılar. "Bu Atış Sana, Birdie!" de Phedra'nın Racine'in yaşadığı dönemde yüzyıllar süren bir ha­ nedan içi üreme ve şımartılmanın ürünü olan bir soyluluğun acısını çektiği ima edi­ lir. Tıpkı Louis XIV gibi. Bu Phedra de kendi başına birşeyler yapma alışkanlığında de­ ğildir. Korseler içindeki göğüsleriyle hem sinir hastası hem de bellek yitimine uğra­ mış görünen Phedra giyinmek, yürümek, beslenmek için (dev bir damlalık kullanıla­ rak) bir maiyete gereksinim duyar. Savaşçı kocası güçlü Theseus bile (güçlü Mr. Dafoe) onu ovalayan dalkavuklar tara­ fından derlenip toparlanıyor, bir nevi ol­ ması gereken duruma getiriliyor... Bu çerçevede Phedre'nin üvey oğlu Hippolytos (Ari Fliakos)'a karşı duyduğu aşkı ifade etmedeki çaresizliği yeni boyutlar içeriyor. Bu durumda pratik hemşiresi Oenone, işleri yönetmek ve yönlendirmek açısından her zaman daha büyük bir ihti­ yaç haline geliyor. "Birdie" Wooster'ın çoğu yapımından da-


ha fazla kaynağına bağlı kalmış görünüyor. (Basitleştirilmiş yo­ ğunlaştırılmış uyarlama Paul Schmidt'e ait.) Ve bildiğim kadarıyla badminton oyunu daha önce "Phedra"da hiç böylesine önem ka­ zanmamıştı. Burada bu oyun çok yüzlü bir metafor haline dönü­ şüyor: Oyunun kurallılığı soylu sosyetenin kendine özgü ritüelleri ve o oynayan hiç kimsenin kazanmadığı büyük spor, aşk için bir eğretileme. "Bu Atış Sana, Birdie!" badminton oyunlarında kulla­ nılan fransızca bir terimin tam karşılığı. Suzzy Roche ve Fiano Leaning tarafından canlandırılan sert ancak zarif Venüs, kenardan oyunun skorunu tutuyor. Soğuk, mekanik bir sesle "hata" ya da "puan" diye sesleniyor. Bu da seyircilere beklenen kaderin ya da sonun yaklaşmakta olduğunu anımsatı­ yor. Karakterlerin badmintonu nasıl oynadıkları, hayat oyununda da nasıl yer alacaklarının işaretlerini veriyor. Hippolystos hemen zırıltı çıkarıyor ve sürekli raketini yere fırlatıyor. Theseus kuşcuğu öfkeli, askeri bir elle engelliyor. Zavallı Phedra raketini bile kaldıramıyor. Eğer oyunda yalnızca badminton fantazisi olsaydı, "Birdie", değe­ rinin yarısını yitirmiş olurdu. Çok şükür Elizabeth Le Compte, oyuncuları ve birer sihirbaz olan teknik elemanları kafalarında çok daha fazla şey olduğunu açıkça ortaya koyuyorlar.

a

Wooster yapımlarının ham maddesi olan teknolojinin alışılmışın dışında kullanımı, tutkunun kendi kendini soğutma etkilerinden, Barok Fransız döneminin Klasik Yunana bakış biçimine ve asla te­ sadüfi olmayan bir şekilde 21. yüzyılın her iki döneme de bakışı­ na kadar her şeyi ima ediyor.

pe cy

Hippolystos'un en yakın arkadaşını oynayan Scott Shepherd sesi (hem canlı hem kaydedilmiş olan) Phedra'nın azap içinde kıvra­ nan düşüncelerini ifadesiz bir biçimde telaffuz eden bir ikinci ses­ lendirici olarak rol alıyor. Jim Findlay'in hareketli saydam duvarlar­ la bölünmüş mekânı, Jennifer Tipton'un ışığı ile daha da bölünü­ yor.

Göstericilerin vücutlarının aşağı kısımlarını örten bir ekran üzerin­ de video gösteriliyor ve bu da karakterleri gerçek ve imge olarak ikiye bölüyor. İnsan torsoları mermer torsolara dönüşüyor. Bad­ minton topları havada uçtukça ses efektleri kuş şarkılarını içeri­ yor.

Genel etki Bir Barok 'trompe l'oeil'ine karşı neşeli bir yanıt gibidir ve sürekli tekrar eden kapsamlı bir kesişmeler ve çarpışmalar te­ masına hizmet eder. Değişik dönemlerin ve kültürlerin; miti ço­ ğaltan ve fiziksel gerçekliği azaltan kesişmeler; kamuya ait insan­ lar ile özel tutkuların çarpışmaları...

Kuşkusuz tüm soyluların ortada dolanmasıyla "Birdie"nin dünya­ sında hiç kimsenin hayatı bütünüyle özel kalamıyor. Bu asistanlar Phedra'nın bağırsaklarını boşaltabilmesi için ona yardım ederek epey zaman harcıyorlar. Oturaklı tekerlekli sandalyeler, uzun yılanvari tüpleriyle lavman torbaları sürekli olarak hazırda bekliyor. Törensi bir sıradanlıkla sunulan bu öğelerin çok kesin bir amacı var. Racine'in özgün metninde Phedra sürekli olarak gayrimeşru tutkusunun iç organlarındaki yıkıcı etkilerinden sözediyordu. "Bir­ die" onu kendi sözlerinden yakalıyor. (...) Neo-klasik erkekliğin genç örnekleri olan Mr. Fliakos ve Mr. Shep­ herd topluluğun kendine özgü yapay ritmlerini bütünüyle özüm­ semişler. Özellikle Mr. Fliakos'u klasik heykellerin pozlarını araştırdığı anlar­ da seyretmek büyük bir keyif. Mr. Dafoe'nun Theseus'u ise, sah­ nede Bay Evren olarak boygösterdiği ve havası kaçmış bir halde

genizden gelen bir sesle "Buna bakın!" dediği yerde, onunla çok hoş bir karşıtlık yaratıyor. The Wooster Topluluğunun kurucu üyelerinden olan Mr. Dafoe, üslup açısından karışık mesajı ilet­ mede gerçekten çok usta... Ve tabii ki, performansı şaşına bir kesinlik ve mükemmellik taşıyan Ms. Valk var. Bu Phedra kendi şehveti içinde öylesine çürümüş çırpınan sarhoş bir pervane ki, her zaman nereye odak­ lanacağını o da bilemiyor. Yalnızca genellikle yeni bir parça giysiyi denemek için bağırarak emirler yağdırdığında otoriter bir sese kavuşuyor. Bu dokunaklı yaratık o kadar dejenere olmuş ki neredeyse insanlıktan çıkmış bir halde. Ms. Valk'ın oynadığı haliyle, Fransız Devriminin yürüyen -hatta sendeleyen- bir gerekçesi. Ben Brantley "BU ATIŞ SANA, BİRDİE! - (PHEDRA) The Wooster Group'un yapımı Paul Schmidt'in Racine'den çevir­ diği "Phedra" üzerine kurulu. Llixzabeth Hacompte'un yönettiği gösterinin mekân tasarımı Jim Findlay'in, ses John Collins, Geoff Abbas ve Jim Dawson'un; video Phillip Bissman; ışık Jennifer Tipton; özgün müzik David Linton; kostümler Woostergroup'un kat­ kısı ile Elizabeth Jenyon; kostüm asistanlığı/video, Tara Webb, yardımcı yönetmen Richard Kimmel, teknik yönetmen İver Findley.


13. ULUSLARARASl İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

Erkek Oyunculardan Oluşan Propellar Tiyatro Topluluğu'ndan

GÜLÜN ÖFKESİ

a

Shakespeare'in ilk ürünleri arasında (1623) ingiliz saltanatında Kral VI. Henry'nin hükümdarlık sürdüğü devri anlatan üç drama eseri vardır. Ancak bu eserlerin gerçekten ne kadar Shakespeare imzalı olduğu tartışma konusudur. Sözkonusu oyunları Shakespeare ister tamamen, ister kısmen yazmış olsun, bunlar büyük bir olasılıkla onun en eski ürünleri arasında yer alacaktır, hatta bel­ ki de ilk ürünleri: 1591-92 tarihlerinde yazılmış olmalıdırlar.

pe

cy

Yine, bir başka tartışma konusu da, bu üç oyunun bir bütünü tamamlayacak şe­ kilde tasarlanıp tasarlanmadığı üstüne­ dir, ancak günümüz tiyatrosunda bu oyunlar genellikle böyle sahneleniyor, anlatı bir oyundan diğerine süreklilik arz ediyor ve baş karakterlerin çoğu oyunla­ rın üçünde de karşımıza çıkıyor. "Tarihsel" mi? Shakespeare'in ingiliz tarihini konu aldı­ ğı toplam on oyun, biraz da kolaylık ol­ sun diye, "tarihçeler" (the histories) baş­ lığı altında incelenir, oysa yanıltıcı olabilir bu etiket. Shakespeare tarihsel materyali kendi döneminin sorunlarını dramatize etmek için kullanmıştır: 1590'larda, ço­ cuğu olmayan ve artık giderek yaşlanan Kraliçe I. Elizabeth'in ve tahtın varisinin kim olacağının bilinmediği, görünürde olmadığı bir sarayın ingiltere'sinde güçlü ve iyi örgütlenmiş bir merkezi hükümete duyulan gereksinim apaçıktı; aksi takdir­ de, iç savaş tehlikesi ve onu izleyecek anarşi ve kaos kaçınılmazdı. Ama Sha­ kespeare, izleyicilerin ingiliz tarihinin de­ taylarını kendisi kadar bildiğini varsayıp da yazıyor değildi oyunlarını. Her iyi oyun yazarı gibi, o da oyundaki karak­ terleri ve aralarındaki ilişkileri anlamada izleyicilerin gerek duyacağı bilgiyi drama metninin içinde ve metin yoluyla sunar­ dı, yalınlaştırır ve netleştirirdi; örneğin,

Lancaster ve York meclislerinin ingiliz tahtı üzerindeki iddiaları açıktır; bu uyar­ lamada biz de aynı yalınlığı sürdürmeyi amaçladık. Çağdaşımız mı? "Tarih" etiketi, bu oyunların şaşırtıcı öl­ çüde çağdaş niteliğini de perdeliyor. Her ne kadar yazıldıkları zaman popüler olmuşlarsa da, II. Dünya Savaşı sonrasına dek bir daha hemen hemen hiç sahneye konmamışlar. Buradaki zamanlama el­ bette dikkat çekicidir: Kana bulanmış bir yüzyılın ortasında, iki dünya savaşının ar­ dından, bu oyunların yatışmayan şiddeti -ki bu, sahneye konsa önceki kuşaklara fazlasıyla ürkütücü g e l i r d i - çağımız oyuncularının da, izleyicilerinin de adeta bam teline basmıştır. Son elli yılda, önce­ ki dört yüzyıldakinden daha çok sahne­ lenmişlerdir: 1951-3 ve 1963-4 arası dö­ nemlerde, 1977'de, 1988'de, televizyon için iki çekim yapılan 1959 ve 1981'de, ve şu yakınlarda WatermilI'de ve Stratford'da. Tüm bunlar, gerçekten de, yal­ nızca Kraliçe Elizabeth döneminin mese­ lelerine değil, çağımızın sorunlarına da ışık tutan, çağdaşımız olan temsillerdir: İktidar hırsı ve savaşı politikacıların yüzlerindeki sonsuz hiddet, toplumsal karga­ şa ve son on yılda, Avrupa'nın göbeğin­ de başgösteren yıkıcı iç savaşın bellekler­ den silinmeyen kabusu. Bu Uyarlama Günümüz tiyatrosunda bu oyunlar, ço­ ğunlukla, Watermill'deki temsilde oldu­ ğu gibi, üç suare yerine iki suarede ta­ mamlanacak bütünler halinde uyarlan­ maktadır. Bunun yanısıra, Edward Hail her suarenin iki saat kadar sürecek birer temsile sığmasını amaçlamıştır. Üç tane çok uzun oyunu iki tane yoğunlaştırılmış oyuna sığdırmak orijinal metnin büyükçe bir kısmından fedakarlık etmeyi gerektir­ di: Metinden nelerin çıkarılacağından


a

York/Somerset çatışmasının gelişimini orijinal metindekinden daha keskin hatlarla görünür kılmak istedik. Aynı zamanda'da, Henry'nin kraliçesi Margaret ile Suffolk Dükü arasındaki iliş­ kinin temeldeki önemini pekiştirdik. Suffolk, Dük Humphrey'in katledilmesindeki rolünden ötürü sürgüne gönderildiğinde kendi canına kıyar. Bunun intikamını alma arzusu Margaret'in York Meclisi'ne karşı giderek artan şiddetli muhalefetinin temel dürtüsü haline gelir. Bu Güllerin Savaşları'ndaki şiddeti de körükler. Bu şiddet bizim ikinci suaremiz boyunca yıkıp geçecektir önüne çıkan herşeyi. Gloucester'lı Richard'ın, bir başka deyişle, geleceğin III. Richard'ının ortaya çıkıp yüksel­ mesi bu kaos sırasında gerçekleşir. Richard'ın kimliği, adeta ileriden ülkenin içine düşeceği anarşinin bir insanda somutlaş­ mış halidir. Roger Warren

cy

çok nelerin korunacağı asıl sorunumuz oldu, bunu da anlata­ nın gerektirdikleri kadar dramatik açıdan hangi sahnelerin vaz­ geçilmez olduğu belirledi. Önemsiz bir iki sözcük değişikliği dı­ şında, metne yaptığımız tek ilave, ilk suarenin başında, Hall'un Tarihçe'sinden aldığımız -ki Shakespeare'in kaynak kitapları arasındadır- V. Henry'nin son nefesini verirken yaptığı konuş­ ma oldu. Eser üzerinde yaptığımız yeniden-şekillendirmede, karakterleri ve olayları biraraya getirirken, orijinal metinlerin te­ mel yapısına sadık kalınmıştır.

pe

Gülün Öfkesi: Yapı ve Öykünün Akışı Gülün Öfkesi'nin birinci bölümü VI. Henry'nin ilk iki bölümünü birleştirmektedir, aynı eserin üçüncü bölümü ise bizim uyarla­ mamızda ertesi suareye kalır.

VI. Henry'nin birinci bölümü İngiltere'nin Fransa'yı kaybedişi üzerinedir.VI. Henry'nin babası olan Kral V. Henry'nin fethetti­ ği topraklardır elden kaçırılan; ingiliz soyluları arasındaki senben kavgasından ve özellikle de York Dükü ile Somerset Dükü arasındaki anlaşmazlık yüzünden kaybedilmiştir. Bu anlaşmaz­ lık, düklerin beyaz ve kırmızı gülleri yoldukları kurgusal bir ha­ diseyle son derece başarılı bir şekilde canlandırılır. Anlaşmazlık şiddetlenir ve bir çatışmaya, Güllerin Savaşları'na dönüşür, ki bu VI. Henry'nin ikinci Perdesi'nin -ve bizim ilk suaremizinsonunda yer almaktadır. Shakespeare, eserinin ikinci Perdesi'ni Koruyucu Lord, Gloucester Dükü Humphrey'in yıkımı çeveresinde kurar; onun güçlü yöneticiliğinin ortadan kaldırılması tehlikeli bir politik boşluk yaratmıştır. Tahta talip olan rakibin, York Dükü Richard'ın yük­ selişine fırsat veren durum bu boşluktur. Dahası, onun ajanı Jack Cade'in kitlelere yayılmayı amaçlayan ayaklanması York'daki soylular başkaldırısını hem önceden haber verir, hem de onun parodisi olur. Shakespeare'in ikinci Perde için öngördüğü yapı bizim ilk suaremizin nasıl şekilleneceğini de belirIiyor; ancak biz

Propeller Tiyatro Topluluğu Propeller, Newbury'deki Watermill Tiyatrosu'nda kurulmuş, tamamen erkek oyunculardan oluşan bir Shakespeare topluluğudur. Amacımız çok yalın; Shakespeare'in oyunlarını çağdaş bir estetikle sahneye koyarken, sözle ifade edilene vurgu yapmak. Bizim için, oyuncu ile izleyiciler arasında oyun sırasında ve oyun çevresinde ilişki kurup geliştirmek son derece önemli. Çağdaş sahnelerde Shakespeare oyunlarını yönetirken karşılaşılan çoğu sorun tiyatronun içmekânından kaynaklanmaktadır. Çağımız yönetmeni, Shakespeare'in zamanındakilerden son derece farklı sorunlara çözümler bulmak zorundadır, örneğin ışıklandırmayla, Shakespeare'in zamanındaki sahneyle hiçbir mimari benzerliği olmayan bir sahneyle ve klasik tiyatronun beş perdelik yapısı yerine bir kez ara verilen iki perdelik oyun geleneğinin sorunlarıyla uğraşmak zorundadır. Shakespeare'i sahneye koyarken, Propeller Topluluğu, bir açık hava tiyatrosunda oyun izleme deneyiminin en önemli kısmı sayılabilecek bir atmosferi kısmen de olsa yaratmaya çalışmaktadır. Bu doğrultuda, canlı müziğe başvuruyoruz, enstrümanları bizzat oyuncular çalıyor ve şarkıları kendileri seslendiriyorlar. Shakespeare'in eserlerini sahnelemede karşılaşılan sorunları çözme yolunda, sürekli olarak yeni -ve görsel olanla sınırlı olmayan- arayışlar içindeyiz.


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

Aziz Çalışlar'ın Anlatımıyla

OTHELLO

Othello'nun olay örgüsü, Giraldi Cinthio'nun Hecatommithi (1565) adlı yapıtındaki bir öyküye dayanmaktadır. Shekespeare, melodramsal anlatıyı psikolojik bir oyuna çevirmiştir.

pe cy a

Othello

Venedik Cumhuriyeti'nin bir komutanı olan zenci Othello, Cassio'yıı teğmen yaptığı için lago'nun düşmanlığını kaza­ narak, öc alma duygusunu uyandırır. Othello, Venedikli senatör Brabantio'nun kızı Desdemona'yla gizlice evlen­ miştir. Bunu fırsat bilen lago, Desdemona'nın geri çevirdiği Venedikli bir soylu olan Roderigo ile Brabantio'yu Othello'nun evliliğine karşı harekete ge­ çirir. Senato, Brabantio'nun kızının evlili­ ği ile ilgili başvurusunu geri çevirdiği gibi Komutan Othello'yu da Kıbrıs Adası'nı Osmanlılara karşı korumakla görevlendi­ rir. Othello, kendisi ile birlikte gitmek is­ teyen eşi Desdemona'yı yaveri lago ile birlikte önden Kıbrıs'a görderir; Osmanlı donanması fırtına yüzünden uzakta ya­ tarken, Othello, Cassio'yu gözcülükten sorumlu muhafız komutanı yapar. Geri­ de kalan lago'nun içkili Cassio ile Roderi­ go arasında bir kavga yaratması sonu­ cunda, Othello, Cassio'yu teğmenlikten alır; böylece, lago ilk amacına ulaşmış olur. Ayrıca, Cassio'yu Othello ile arasını yeniden düzeltmesi için Desdemona'ya başvurmaya kandırır; Cassio'nun Desde­ mona'yla gizlice buluşmasını Othello'ya karşı kullanarak, Desdemona ile Cassio arasında bir ilişkinin varlığı kuşkusunu Othello'da uyandırır. Othello karısının kendisini aldattığı konusunda lago'dan somut kanıt ister, lago'da, Desdemona'nın yardımcısı olar karısı Emilia'nın yerde bulmuş olduğu Desdemona'nın mendilini Cassio'nun odasına bırakır. Othello, kendisine ilk armağanı olan

Tiyatro: istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Wİlliam Shakespeare Yöneten: Şükrü Türen Çeviren: A.Vahit Turhan - A.Turan Oflazoğlu Dramaturg: Tarık Günersel Dekor Tasarımı: Nurullah Tuncer Kostüm Tasarımı: Zuhal Soy Efekt: Ersin Aşar Oynayanlar: Hüseyin Köroğlu, Argun Kınai, Burak Davutoğlu, Murat Daltaban, Naci Taşdöğen, Aytaç Yörükaslan, Gürol Güngör, Tarık Şerbetçioğlu, Zeki Yıldırım, Bestem Türen, Binnur Şerbetçioğlu, Aslıhan Kandemir, Murat Bavli, Ali Mert Yavuzcan, Doğan Altınel, Rahmi Elhan, Serdar Orçin.

mendili Desdemona'ya sorduğunda Des­ demona'nın gösterememesi, Othello için yeterli bir kanıt olur. Kör kıskançlık için­ de, öc almaya and verir, lago, bir adım daha ileri gider, Cassio ile kendisi arasın­ da geçen bir konuşmayı Othello'nun din­ lemesini ve bu konuşmada Cassio'nun sözünü ettiği oynaşının Othello tarafın­ dan Desdemona olarak anlaşılmasını sağlar. Bu arada, Venedik' ten gelen bir görevli, Othello'nun geriye çağırıldığını ve yerine Cassio'nun atandığını bildirir. Desdemona'nın Othello ile Cassio'nun barışmalarını kendisinin de ne denli iste­ diğini belirten sözlerini yanlış anlamlan­ dıran Othello, herkesin içinde Desdemo­ na'nın yüzüne bir tokat atar. Önüne atı­ lan Roderigo'yu Cassio yaralarken, la­ go'da öldürür. Othello, suçsuzluğunu sü­ rekli haykırarak kendisine yakaran Des­ demona'yı yatakta boğar ve içeri giren Emilia'ya işlediği suçu söyler. Emilia, mendille ilgili gerçeği bütün çıplaklığı ile kendisine anlatırsa da, kocası lago tara­ fından öldürülerek susturulur. Bu kez, Othello, kendi cezasını kendi verir. Yeni komutan Cassio'ya lago'yu yazgısına teslim etmek düşer. İnsanın kendi güçsüzlüğüne yenik düş­ mesini tragedyanın temeline yerleştirilen Othello, yalnızca bir kıskançlık tragedya­ sı olarak değil, ama bir aşk tragedyası olarak da görülmelidir. Bu tragedya ne­ den, aynı zamanda lago kişiliğinde ör­ neklendirilen insani aşağılıktır. Aşağı, kö­ tü ruhlu, ama "güçlü" bir kişi olan lago ile soylu, saf yürekli, ama "güçsüz" bir kişi olan Othello karşıtlığında, Othello, bir karakter tragedyası olarak da karşı­ mıza çıkmaktadır. (Aziz Çalışlar, Tiyatro Oyunları Sözlüğü, MitosBoyut Yayınları)


a

cy

pe


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

a

BENERCİ KENDİNİ NİÇİN ÖLDÜRDÜ?

cy

13. Uluslararası istanbul Festivali'nin, Nâzım oyunlarının biri de Mehmet Ulu­ soy'un 22 yıl önce gerçekleştirdiği "Be­ nerci Kendini Niçin Öldürdü?" Oyunun, 22 yıl önce Fransa'da aldığı tepkileri ak­ tarıyoruz.

pe

"Şiir keskin bir kılıcın tüyler ürpertici ışıltı­ sını ve isyanların gözüpek çılgınlığını taşı­ makla birlikte her izleyicinin bir mısradan diğerine sarsıldığı bir nevi elektroşok et­ kisini de içeriyor... Bu yaratımdaki büyü­ leyici aktörlerin dudaklarına kilitlenmiş bir şekilde heyecandan titreyerek, nefes nefese kalıyorsunuz... Bu oyun Carrassonne Festivali bünyesinde sahnelenmiş son on yılın en ihtişamlı ve en etkili ola­ nı. Aynı zamanda oyunun yarattığı heye­ can etkisini özetlemek isteyenlere keli­ melerin yetmediği bir sanat olayı..." Georges

Cazenove,

La

-Depeche

Du

Midi,

Benerci Kendini Niçin Öldürdü?

11.07.80

Yazan: Nâzım Hikmet Uyarlayan ve Yöneten: Mehmet Ulusoy Yöneten: Emre Koyuncuoğlu Tasarım: Michel Launay Müzik: Kudsi Ergüner Işık Tasarımı: Yakup Çartık Koreografı: Kürşat Alnıaçık Oynayanlar: Celal Kadri Kınoğlu, Hakkı Ergök, Kürşat Alnıaçık, Hülya Çelik, Yurdaer Okur.

"Oyunu sahneye koyan kişi -alışılmış da­ hiyane yaratıcılığıyla- sürgündeki Türk: Mehmet Ulusoy... Bu oyun özellikle çok zengin ve seyircinin de ufkunu açan bir gösteri." Georges

Baelde,

Centre

Presse

(Limoges),

11.07.80

"Güzel, akıcı, kıvrak ve tutkuyla yoğrul­ muş bir dil... Gereğinde epik, gereğinde içten, ama asla monoton değil... Teşek­

kürler Özgürlük Tiyatrosu." Midi Libre (Montpellier), 11.07.80

"Mehmet Ulusoy ve Michel Launay'ın et­ kileyici çalışmasının hakkını vererek se­ lamlamak yerinde olacaktır..." P. Touston, L'independant, 11.07.80

"...belirgin ölçüde amacına ulaşmış, se­ vinç ve acıların, düşler ve gerçeklerin rit­ mini yakalayan Michael Launay'ın enigmatik ve büyüleyici dekorunun da altını çizdiği gibi- kozmik erimi yadsınamaz bir gösteri... Gösteri, oyuncuların plastik gü­ zelliği kadar akrobatik performansı ile de dikkat çeken cesur sahne davranışla­ rını içeriyor. Oyuncular, şaşırtıcı bir mükemmelliyetçilik ve dramatik doğruluğa sahip." R.

Sabon,

La

gazette

Provencale

(Avignon),

18.07.80

"Oyunun -olağandışı olarak nitelenebile­ cek- dekoru, mekâna ve mizansene mü­ kemmel bir şekilde uyarlanmış." J.P. Brocarel, Le M'ridional, 18.07.80

"Akrobatlar -sahip olduğu binbir hare­ ketle merak uyandıran- çifte çarka kendi­ lerini teslim ediyorlar. Işıklar oldukça et­ kileyici... mekanik ve şiirsel bir başya­ pıt..." Michel Cournot, Le Monde, 19.07.80 (Alıntılar, oyun broşüründen...)


pe cy a


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

cy a

"YİNE NE OLDU?" Üzerine Notlar

pe

Naz Erayda/Aslı M e r t a n Aniden başlayan, aniden biten, nedeni bilinmeyen, konusu anlaşıl­ mayan, hikâyesi olmayan bir kavganın izlenme "hâli" üzerine kısa bir "oyun" yapmak istedim. "Kavga" iki kişi arasında olacaktı. Kavga metninin yeri ve zamanı olmayacaktı. Metnin içinde, tartışanların kimliği ve cinsiyeti de belli olmayacaktı. Yazılacak metin, izlenen, tanık olunan bir tartışmanın içeriği değil "formu" olmalıydı. O iki kişiyi kim oynuyorsa oynayanların kimliği metnin alt metnini oluşturmalıydı. "Oyun" nerede oynanıyorsa (içerde, dışarıda, orada, burada) orası ve o an, metnin yeri ve za­ manı olmalıydı.

Yine Ne Oldu? Konsept ve Yöneten: Naz Erayda Metin: Aslı Mertan Yönetmen Yardımcısı: Sima Can Yapım Asistanı: Mustafa Çokran Oyuncular: Ali Atay, Bilge Arat, Cenk Telimen, Derya Alabora, Kerem Kurdoğlu, Özden Çiftçi, Şerif Erol, Ülkü Duru

Bu konsepti, çerçevesini böyle çizdiğim bu yapıyı tiyatrocu-yazar Aslı Mertan'a anlattım. Ve ondan "böyle" bir tartışmanın metnini yazmasını istedim. Metnin ve oyunlaştırmanın ortaya çıkması yak­ laşık 5-6 ay sürdü. Bu "oyunun" bu Festival uygulaması için mekân olarak "açık alan" seçtim. Bu kısa "oyun" festival süresince hergün, 8 ayrı açık alanda toplam 16 defa oynanacak. Yine bu festi­ val uygulaması için oyuna bir ikinci "mekân" ekledim. Otomobil, iki kadın ya da iki erkek bazen de bir kadın bir erkek oyuncu, oto­ mobille geldikleri açık alanda, otomobilin dışında, içinde, orasında, burasında "kavgayı" oynarlar. Bu kavga, gelen izleyici ile ordan geçenlerin "tanıklığında" gerçek­ leşir. Bu çalışmanın tümüyle oyuncunun oyunu üstüne kurulu kısa bir "oyun" olmasını istedim. *** Bu projenin başlangıç noktaları olarak Naz Erayda'nın benimle pay­ laştığı düşünceleri şunlardı, insanların, gündelik yaşamda işgal et­ tikleri halka açık bir yerde, kısmen kapalı bir mekanın, dışarıya doğru küçük bir açılımından tanık oldukları, iki kişi arasında geçen bir kavgayla ilgileniyordu. Yalnızca kavganın oluşumuyla değil, izle­ yenlerin ve oyuncuların bu kavgayla aralarında kurdukları ilişki ve etkileşim, bu ilişki bağlamında mekanın kullanımı önemli noktalar­ dı. Bu mekan işlek bir caddenin üzerindeki bir apartmanın birinci


pe

cy

a

katı, bir dükkan veya bir balkon olabilirdi, içerideki aksiyon pence­ reler yoluyla görsel olarak, duvarlar yüzünden işitsel olarak parça­ lanmış bir şekilde seyirciye aktarılacaktı. Naz Erayda benden bu proje için bir metin yazmamı istediğinde ilk yönlendirmesi şu şekil­ de oldu. Bu diyalogu yürüten iki kişinin cinsel, sosyal, kültürel, poli­ tik, milli kimliklerinin hiç bir şekilde açığa çıkmaması gerekiyordu. Diyalogun tonu bir tartışma, sözsel bir kavga olarak belirlendi. Fa­ kat bu kavganın konusuna, olayın geçtiği mekana ve zamana ait hiç bir göstergenin metinde yer almaması gerekiyordu. Sonuçta bu öyle bir metin olmalıydı ki, projenin birden fazla mekanda, bir­ den fazla çift tarafından, farklı koşullar altında yaratılmasına ve iz­ lenmesine elverişli bir temel oluştursun. Metnin yazımı sekiz ay gibi uzunca bir zaman aldı. Bu zaman içeri­ sinde Naz Erayda'ya dokuz farklı metin teslim ettim. İlk metin da­ ha sonra diyaloga dönüştürülmek üzere düz yazı şeklinde yazılmış­ tı. Bu metinde, yukarıda sözünü ettiğim kimlik, mekan, zaman ve konu belirleyen göstergelerin bir çoğu mevcuttu. Bütün bu göster­ gelerden arınmış bir metin yazmak oldukça zorlu bir uğraştı. Bu dönemde Naz Erayda'yla yaptığımız bir konuşma ilginçtir. Karşılaş­ tığım zorluk karşısında kendisi bana, bütün bu göstergeleri kullan­ mıyor olmanın büyük bir özgürlük sağladığını söyledi. Halbuki ben aynı şeyin beni büyük ölçüde kısıtladığını düşünüyordum. Kendimi nereye dönsem çarptığım "yapma, etme" diye haykıran duvarlarla çevrili olarak hayal ediyordum. Bu konuşmanın ardından Naz bana bir alt metin çalışması önerdi. Birlikte "karakterlerimizin portreleri­ ni çizdik, onlara bir tarihçe çıkardık ve her türlü kimlikten onları mahrum etmedik. Nitekim ben bu çalışmanın ardından, kapıldığım olumsuz düşünce akımından kurtuldum. Bunun sebebi ise, bu "ka­ rakterleri kullanarak yazıyor olmam değil, onları kullanabileceğimi bile bile, yine de kullanmamayı seçmenin sağladığı özgürlüktü. Zamanla düz yazı olarak yazmaktan da vazgeçtim. Artık gerçek anlamda diyalog yazmaya başlamıştım ve az da olsa yaptığım sap­ malar dışında, kimliksizliği çoğunlukla başarabiliyordum. Kavganın izlediği yol, enerjinin indiği ve çıktığı yerleri saptamak, dinamiği canlı tutmak, deneme-yanılma metoduyla üzerinde çalıştığımız di­ ğer bir noktaydı. Bu çalışma esnasında bu kavganın özünde bir ik­ tidar kavgası olduğuna, aslında her kavgada böyle bir meselenin bazen içten içe, bazen gayet açık bir şekilde yaşandığına dair bir takım düşünceler oluşmaya başladı. Sonuçta temel olan iki insanın hesaplaşmasıydı. Geçmişleri, gelecekleri, bugünleri, bulundukları yerler, birbirleri, birbirlerinin hayaletleri, eşyaları, dertleriyle hesap­ laşmaları. Bir ölüm-kalım meselesi, bir al-ver kavgası, bir alt-üst ola­ yı, kutuplar arası bir anlaşmazlık. Sonuçta "anlaşamıyoruz, çünkü çok farklıyız" ile "anlaşamıyoruz, çünkü bana çok benziyorsun" ara­ sındaki ince çizgiydi ilgimi çeken. Son olarak Naz'ın beni herhangi bir şekilde küfür, argo ve klişe kul­ lanmama üzerine yönlendirmesi üzerine bir şey söylemek istiyo­ rum. Onun istediği sıradanlık değil, diller, kültürler, milliyetler ötesi bir sözlü ifadeydi. Ve ne olursa olsun, bu ifade isyankar olmalıydı, hakkını aramalıydı. Bu uğurda, şirretlikten uzak, üst düzeyde ve son derece uygar bir kavga vermeliydi. Bir yazar olarak, sınırlarımı son derece zorladığım, kişisel çatışma­ lar, bireysel hesaplaşmalar yaşadığım çok özel bir çalışma dönemi geçirdim. Projenin dört farklı çift oyuncuyla, mekan olarak bir ara­ ba etrafında gelişen son boyutunda, her oyuncunun benzer bir sü­ rece girdiğini gözlemliyorum. Her çift kendi kavgası için farklı du­ rumlar yaratıyor ve sahip oldukları özgürlükle hesaplaşıyorlar. Gös­ terim esnasında her seyircinin de bu süreci kendi kişiliğinde ve ger­ çekliğinde deneyimleyeceğine inanıyorum. Bu projenin yaratıcısı Naz Erayda'ya binlerce teşekkür!


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

Yönetmenin Reji Notları İle...

OIDIPUS NEREDE? Sophokles'in "Kral Oidipus" tragedyası esas alınarak, Şahika Tekand tarafından tasarlanan ve yönetilen "Oidipus Nerede?"de, bir yandan Antik Yunan tragedyasının yüceliği ve yüksekliği korunurken, bir yandan da seyirci için eğlenceli ve yüksek tansiyonlu bir seyir süreci yaratılmaktadır.

a

Yönetmene göre "Oidipus Nerede?" şu düşünce doğrultusunda tasarlanmıştır:

pe

cy

Günümüz insanı, tragedyasını yitirdi. Büyük projelerini, ilkelerini, inançlarını, yüce erdemlerin terk etti. Yaşamı değiştirmekten, soru sormaktan, merak etmekten vazgeçti. Yaşamla uzlaşarak "yaşamı oyun haline getirme"yi yeğledi. Çağdaş insanın görmezden geldiği tragedyası budur. Bir bulmaca düzeni içinde ışığın ve oyuncuların hareketi ile hem seyirci hem de Oidipus için gerçek bir keşif süreci yaratılarak, yaşam/oyun/sahne ve insan/rol kişisi/oyuncu eşzamanlılığının ve eşanlam/ılığının sağlandığı "Oidipus Nerede?"de "yaşamın oyun haline getirilmesi"nin aksine, yaşam oyunla sorgulanır.

Oidipus Nerede? Tasarlayan ve Yöneten: Şahika Tekand (Sophokles'in "Kral Oidipus" tragedyası üzerine tasarlanmıştır.) Sahne-Işık-Kostüm Tasarımı: Esat Tekand Yönetmen Yardımcıları: Ulushan Ulusman, Utku Gündüz, Özlem özhabeş, Gamze Paker Oynayanlar: Şahika Tekand, Cem Bender, Ulushan Ulusman, Ulgar Manzakoğlu, Utku Gündüz, Gamze Paker; Ridade Tuncel Sarıcan, Arda Kurşunoğlu, Erkan Bektaş, Ozan Gözel, Özge Dayan, Nilgün Kurtar, Ahmet Sarıcan, Hakan Turutoğlu

"Oidipus Nerede?"yi, tasarlayan ve yöneten Şahika Tekand'ın reji notlarıyla aktarıyoruz. - Oyun, birbirine geçişli dört kat üzerine yerleştirilmiş ve yine birbirine geçişli yirmi kutudan oluşan büyük bir yapı (bir kutu) içinde oynanır. - Bu yapı, oyun alanını, iki boyutlu bir satıh haline getirir. - Bu yapı, skene binasının kesiti, oyuncak bebek evi kesiti, bulmaca kutusu, multivizyon ekranları, televizyon, bilgisayar ekranı ve reel olarak da oyunun böyle oynanmasını zorunlu kılan kurallara göre şekillendirilmiş oyun alanıdır. Performatif

olarak zorunlu ve zorunluluk yaratan kurallı bir oyun alanı (oyun kuralı/oyun alanı/oyuncu) niteliğindedir. - Bir bulmaca düzeni içinde yerleştirilen oyunda oyuncular, ışık tarafından yönetilir. - Bulmaca kutusu, yaşamda insanın, tragedyada rol kişilerinin maruz kaldığı kaderi oyuncular için oyun süresince gerçek hale getiren bir simulasyon kutusudur. Böylece üç ayrı katman yaşam/oyun/sahne ve insan/rol kişisi/oyuncu eşzamanlı olarak var edilir. - Bulmaca Sophokles'in tragedyasındaki soru, kriz ve açıklamalar aracılığıyla oluşturulmaktadır ve oyunun polisiye yapısını, gerilimini korumak üzere uygulanan bir performans yoludur. Hem Oidipus'un kaderini hem de sahne üzerinde şimdiki zamanda gerçekleşen oyuncu performansının kaderini oluşturur. -Bulmaca aynı zamanda Oidipus'un iktidar silahıdır. - Bulmaca efsanede Oidipus'un kaderini değiştiren en önemli etkendir. - Bulmaca soru sormayı ve cevap aramayı pratik olarak da zorunlu kılan bir tasarımdır. - Bu nedenle oyun tekstinde geçen tüm sorular uygulamada öne çıkarılmıştır ve oyun adeta bu sorular üzerine oturtulur. - Oyun dilinin müziğini de esas olarak bu sorular belirler. - Işık, bir oyuncu gibi oyuna katılmakta ve aynı zamanda bilgi ile gelen aydınlığı simgelemektedir. - Işığın işlevi sonucu Aydınlanma ve Aydınlatma (Enlightment ve Lighting) kavramları anlam ve pratik olarak eşzamanlılık kazanmaktadır. - Işığın aydınlatması ile ortaya çıkan ve Oidipus'a "gerçek" konusunda bilgi veren


cy a pe

tüm diğer rol kişileri hem Oidipus hem de seyirci için ortak bir süreçte, fakat farklı katmanlarda birer ipucu niteliği taşırlar. - Işık belli bir bulmaca düzeninde kareleri aydınlatarak hem Oidipus hem de seyirci için bir keşif süreci yaratır. - Işığın otoritesi oyuncu için tartışılmazdır. Bu nedenle oyuncunun performansında kayıtsız şartsız bir gerçeklik yaratılırken rol kişilerinin varlığını ve kaderini inandırıcı kılan bir seyir süreci yaratılır. - Işığın hareketi aynı zamanında çağdaş information araçları televizyon, internet gibi bilgilenme yollarını; misinformation, disinformation, zapping gibi çağdaş yaşamda maruz kalınan ve uygulanan bilgilenme sürecine ait yöntemleri simgelerken şimdiki zamanda gerçekleşen performans düzeninde de sorgulayarak, yarım bırakarak, örterek, tuzak kurarak pratik olarak da var eder. - Oyun üç ana epizoddan oluşur. - Birinci epizod, içinde oyuncu olmadığında düzensiz halde bulunan oyun alanının, oyuncunun içine girmesi ile kurallı bir bütüne dönüşmesini, tamamlanmasını ve oyun düzenine kavuşmasını; efsanede ve tragedyada Oidipus'un Sfenksle olan ilişkisini, Thebai'ye girişini, iktidar oluşunu eşzamanlı olarak simgeler, anlatır ve gerçekleştirir. - İkinci epizod Sophokles'in Kral Oidipus tekstinin bir bulmaca düzeni içinde yeniden düzenlenerek, ancak bir antik tragedya uygulamasının esaslarına anlamsal olarak bağlı kalınarak oynanmasıdır. - üçüncü epizod oyun kutusunun içinde oynanan bir "Körebe" oyunudur ve tragedyasını; büyük projelerini, inançlarını, ilkelerini yitirmiş çağdaş insanın yaşamı oyun haline getirişini" anlatırken çağdaş yaşamın göz ardı edilen temel tragedyasını ortaya koyar.


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

KADINLAR DEVLETİ

Kadınlar Devleti

pe

cy

a

"Kadınlar Devleti" ile oyun yazarlığı alanına da el atmış oluyorsunuz... Buna tam anlamıyla yazarlık diyemem doğrusu. 0 konuda bir iddiam da yok. Bu yalnızca Aristofanes'e teşekkür borçlu olan ve ona hayranlığını da dile getiren bir pro­ je çalışması. Öncelikle şunu belirteyim ki, oyunu yazarken, Aristofanes'in "Ekklesiazusen" adlı oyunundan yola çıktım. Ama bir uyarlama yapayım derken, dalgalar beni baştan öngörmediğim bir kıyıya attı. Aris­ tofanes'in oyunu M.Ö. 392'de yazdığı tah­ min ediliyor. Yani yaklaşık 2400 yıl önce. Ne ki oyunun bazı bölümleri eksik kalmış. Daha doğrusu günümüze ulaşmamış. De­ diğim gibi ben başlangıçta bir uyarlama yapmak düşüncesi ile yola çıkmıştım. Ama çalışmam giderek, yeni bölümler eklemek ve oyunun kurgusunu değiştirmek boyutu­ na uzandı. Sonunda öyle bir yapı oluştu ki, buna uyarlama demek; hem Aristofanes'e, hem de kendime haksızlık olacaktı. Böyle­ ce bu çalışmada adımı, esinlenme yoluyla da olsa, "yazar" olarak verme zorunluluğu doğdu. Dolayısıyla oyunun erdemlerinin Aristofanes'e; varsa, zayıflıklarının bana ait olduğunu baştan kabul ederim.

Yazan-Yöneten: Yücel Erten Sahne Tasarımı: Yücel Erten Giysi Tasarımı: Duygu Türkekul Işık Tasarımı: Hakan Özipek Müzik: Çiğdem Erken Dans Düzeni: Yasemin Gezgin Yardımcı Yönetmen: Kemal Kocatürk Oyuncular: Şebnem Köstem, Gülbin Yeşil, Özlem Çakman, Şebnem Zorlu, Elif Ongan, Onuryay Evrentan, Çetin Tekindor, Emin Olcay, Emrah Eren, Çağlar Yiğitoğulları, Korhan Başaran, Murat Ozan Orkestra: Ayça Öztarhan, Elif Candan Yalçın, Burcu Kamacı, Ceren Akçalı Reji Asistanları: Emine Umar/ Emrah Eren Yapım: AYSA Organizasyon

Oyun "Lysistrata"yı çağrıştırıyor. Bir il­ gisi var mı? Hayır "Lysistrata" ile hiç bir ilgisi yok. Bu Aristofanes'in bildiğim kadarı ile henüz Türkçe'ye çevrilmemiş bir oyunu. Belki de eksik olduğu için çevrilmemiş olabilir. Öy­ küsü, 2400 yıllık tarihine rağmen, şaşkınlık ve hayranlık uyandıracak derecede güncel. Kadınlar, erkeklerin yönetiminden ya da iş­ te mevcut düzenden diyelim, hoşnut değil­ dir. Kocalarının giysilerini aşırıp erkek kılı­ ğında Meclis'e gitmeye ve devlet yönetimi­ nin kadınlara bırakılması için oy kullanma­ ya karar verirler. Ve bunu gerçekleştirirler. Yönetime geçince de, komünal bir devlet oluşturmak üzere kolları sıvarlar. Ne ki ka­ dınların ütopyası, kısa sürede erkeklerin hoşnutsuzluğuna yol açacak ve her taraf­ tan hırpalanmaya başlayacaktır. Bu kez er­ kekler kolları sıvar... Bu çerçevede toplumsal düzen, iktidar, mülkiyet ve aile gibi temel sosyolojik kav­

ramlar güleç bir tutumla irdeleniyor. Ve bu irdeleme, kadın-erkek ilişkisi, çelişkisi, ikile­ mi ya da denklemi ekseninde gerçekleşi­ yor. Aristofanes'e özel bir ilginiz olduğu söylenebilir mi? Sanırım evet. Daha doğrusu Antik Yunan Tiyatrosu'nun mirasına özel bir ilgi duydu­ ğumu söyleyebilirim. Antik kültür mirasına, Ege çanağından, giderek Anadolu'dan ve günümüzden bakma yönünde bazı çabala­ rım oldu. Bu kanaldaki ilk çalışmam da yi­ ne 1974 yılında Almanya'da reji öğrenimi­ mi bitirirken diploma çalışması olarak sah­ nelediğim "Kadınlar Devleti"dir. Demek ki şimdi 28 yıl sonra bir kez daha aynı oyun­ da kendimi ve yaklaşımımı sınamış olaca­ ğım. "Barış"ı da birkaç kez sahnelemiştiniz sanırım? Evet. Yine Aristofanes'ten yapmış oldu­ ğum "Barış" uyarlamasını, değişik varyant­ ları ile 4 kez sahneledim. Bu sahneleyişler her defasında Yunanlı dostlarımızın büyük ilgisini ve övgüsünü çekti ama; ipe un sericiler ve mezar kazıcılar sayesinde karşılıklı temsil düzeyine ulaşamadı. Sonra Euripides'in "Troyalı Kadınlar" sahneleyişim ve uyarlamam bu ilginin ürünleridir. İşte "Ka­ dınlar Devleti" de bir yönüyle, bu sürecin bir sonucudur. Bu ilk göz ağrısı, şimdi AYSA Organizasyon'un önerisi ile prodüksi­ yon tiyatrosu biçiminde yeniden hayata geçiyor. Onların inançlı çabaları, bu oyunu Türkiye ve dünya prömiyerine taşıyor. Ayrı­ ca, oyunun Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde, Rumelihisarı'nda sergilene­ cek olması da benim için ayrı bir heyecan konusu. Dahası var: Bu sahneleyiş, tiyatro­ muzun en değerli oyuncularından biri olan Çetin Tekindor ile tam 40 yıllık dostluğu­ muzun kutlaması. Bu çalışmalarınızdaki ve "Kadınlar Dev­ letindeki temel yaklaşımınız? Anadolu'nun geleneksel tiyatro yapma tu­ tumunu önemsiyorum. Biçimlerin pek o kadar değilse de, "tutum"un ya da "duruş"un, verimli ve kullanışlı olduğuna inanı-


yatrosundan gelen ortak mirasın çağımıza eşlenmesi çabası da de­ nilebilir. Müzik ve dansta da bu doğrultuyu korumaya çalıştık. Örneğin Çiğdem Erken'in piano, klarnet ve kontrabastan oluşan küçük or­ kestra için bestelediği müzikler, Yunan ve Türk müziğinden ortak esintiler taşıdığı gibi, bir noktada iki halkın doğrudan ortak ürünü olan Rembetiko'dan da alıntı yapıyor. Yasemin Gezginin koreografisi, benim üstlendiğim sahne tasarımı ile Duygu Türkekul'un kostümleri de; bu tutumu yakalama çabası ile gerçekleştirildi.

pe

cy

a

yorum. "Kadınlar Devleti" bu tutumdan beslenen bir çalışma. Yeri­ ne göre doğrudan seyirciye yönelen, yer yer tuluat geleneğinin at­ mosferinden yararlanan, yergi, taşlama, şaka ve göndermeleri de olabildiğince güncelleyen, ama bütün bunları akademik bir disiplin içinde bütünleştirmeyi amaçlayan bir çalışma. Aristofanes sözünü sakınmayan, çağının koşullarını ve kişilerini yerden yere vuran, eleştiri ile belden aşağı şakaları pervasızca birbirine sarmalayan bir yazar. Biliyoruz ki Anadolu'nun tiyatro yapma biçimleri de büyük ölçüde öyledir. Dolayısıyla Aristofanes'ten ve geleneksel Türk Ti­


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

Estetik Bütünlük İçinde, Su Gibi Akıcı Beş Oyun:

"UNUTMAK"

Üstün

Akmen "Tiyatrooyunevi", Uluslararası Af Örgütü'nün 1996 yılında "unutmaya karşı ti­ yatro" başlığı altında Fransız yazarlarına yaptığı oyun yazma çağrısı üzeri edinilen oyunlar arasından, Enzo Corman, Euge­ ne Durif, Eric-Emmanuel Schmitt ve Joel Jouanneau'nun yazdığı beş oyunu almış, Mahir Günşiray da bu beş oyunu bir gü­ zel kurgulamış. iktidar, şiddet, ikna tek­ nikleri temalarını işleyen beş oyun, este­ tik bütünlüğe kavuşmuş.

Unutmak

pe cy

a

uakme@superonline.com

Tiyatro: Tiyatrooyunevi Yazanlar: • "Eğlencelik" - Joel Jouanneau • "Şu Koskoca Dünyada iki Kişiyiz Artık" Enzo Cormann • "Jandarmalar" - Eugene Durif • "Şeytanın Okulu"/Eric-Emmanuel Schmitt • "ikna Tekniklerinin Üretiminde Uzmanlaşmış Şirketin Basın Sözcüsünün Monoloğu" - Eugene Durif Çevirenler: Sercan Gidişoğlu, Can Utku Yöneten: Mahir Günşiray Sahne Tasarımı: Claude Leon Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Müzik Yönetmeni: ilteriş Sun Video Yönetmeni: Hüseyin Karabey Yönetmen Yardımcıları: Ece Eroğlu, Alper Develioğu, Ayça Damgacı, Onuryay Evrentan Oyuncular: Hakan Milli, Ayça Damgacı, Ece Eroğlu, Yavuz Topoyan, Özgür Erkekli, Zeynep Efser Erkekli, Erkan Taşdöğen, Mahir Günşiray

Günşiray, oyunu JJouanneau'nun "Eğ­ lencelik" adlı kısa oyunu üstüne oturt­ muş. "Eğlencelik", esasında ürkütücü bir yalınlık gösterisi.Oyunun iki kahramanı, belirsiz bir ülkeye gönderilmiş iki palya­ ço. Adları Yoyo ile Lili. Mesleklerini: "Bizi nereye gönderirlerse oraya gideriz", di­ yerek tanımlıyorlar. Gerçekten de, nere­ ye gönderirlerse oraya gidiyorlar. Kay­ bolduklarında: "Nereye gidiyorduk", diye birbirlerine soruyorlar. Bir başka yanıtsız sorularıysa: "Nereden geliyoruz biz", olu­ yor. "We Are The World" şarkısını söy­ leyerek, insanları savaşa, şiddete, ayrım­ cılığa dayanıklı hale getirmeye çalışıyor­ lar. Amerikan eğlence sektörünün bu iki gezgini, benim izlediğim gün Ortado­ ğu'ya doğru yol alıyorlardı. Yarın nereye giderler elbette bilemem. Oyunda diya­ log, ikincil bir role indirgeniyor. Devinen nesneler, seyirciyi olamazcasına sarıp sarmalarken, "Eğlencelik" bir anda insa­ nı özdek denizinde boğan nesnelerin oyununa dönüşüyor. Gözlerimizin önün­ de tek şiirsel bir simge. Belli ölçüde sürp­ rizler, bitmeyen kaçınılmazlar, iki palya­ çonun komik görünen trajik öyküsü, bir anlamda sanatçının yazgısını da simgeli­ yor. Sanatın işlevi, sanatçının sorumlulu­

ğu... Enzo Cormann'ın "Şu Koskoca Dünyada iki Kişiyiz Artık"ında, palyaçolar işkenceye "seyirci". Cormann'ın oyunu dehşeti, yani işkence­ yi anlatıyor. Duyguların kışkırtıldığı, şaşır­ tan, heyecanlandıran bir oyun bu. Ayrıca alışık olmadığımız bir dizgesi var. Seyirci­ yi alıp bir yerlere götürüyor. Yakın geç­ mişte "Erdal Öz'ün "Gülünün Solduğu Akşam'ında, Tarık Akan'ın "Anne Ka­ famda Bit Var"ında, Sema Pişkinsüt'ün "Filistin Askısından Fezlekeye"sinde an­ lattıkları... Gençliğimde benim bile Sansaryan Han'da, askerliğimde Muş'taki sürgün alayında çektiklerim. Yüzlercemizin çektikleri. Cormann'ın oyunu, Mahir Günşiray'ın olağanüstü yorumuyla bir to­ kat gibi patlıyor suratımızda. Bir karaba­ san bu. Durif'in "Jandarmalarında yerde bir ce­ set yatmakta. Savaş ve şiddet sonrasın­ da bir araya gelen palyaçolar ve jandar­ malar, şiddetin tanığı olunca şaşırıp kalı­ yorlar. Schmit'in "Şeytanın Okulu"nda ise, şeytanı, pabucunun dama atıldığın­ dan yakınırken yakalıyoruz. İnsanoğlu onu çoktaaan sollamış, insanın içinde ar­ tık kötü düşünce, kötü niyet hiç mi hiç eksik değil. Şeytanın yepyeni ve yaratıcı kötülüklere gereksinimi var, ama artık herkes çok uyanık, iletişim teknolojisin­ den yararlanıp, televizyon ekranından zebanilerini etrafına topluyor ve çağdaş kötülük stratejileri geliştirmeye başlıyor. Ama ne fayda! Bırakın şeytanın pabucu­ nu dama atmayı, şeytana parmak ısırta­ cak işler görüyor artık insanoğlu, işkence gibi... Türlü çeşitli komplolarla, "global­ leşme" tezgâhlarıyla dünyayı yönetmek


olarak yaşamanın yaratıcı sürecini oluşturmayı başarıyor. Ha­ kan Milli de öyle... Sahne üzerinde devinimsizliğin bile bir ey­ lem olduğunun bilinci içinde, gelişigüzel hareketlerden kaçına­ rak oyunun yapısına yardım eden bir oyun tutturuyor. Ece Eroğlu ve sorgulanan adamda Yavuz Topoyan yönet­ menin istediğini tastamam vermekte. Özgür Erkekli, Zeynep Erkekli, Erkan Taşdöğen duygularını sürekli dingin tutarak, fiziksel çıkışına yaşam veren yönelimlere ulaşabiliyorlar. Mahir Günşiray ise, "Sorgulayan"da, (oyunda "Sorgucu" olarak anılıyor, ama Türkçe'mizde böyle bir sözcük yok) gerçekten mükemmel. Mahir Günşiray'ın, duyguları, iradeyi, aklı ve bir oyuncunun tüm varlığını harekete geçirmek için gerekli derin­ likli tutkuları olan bir oyuncu olduğu elbette biliniyor. Bütün bunları, bu kez derin içsel içerikleri olan yönelimleriyle canlan­ dırıyor Günşiray.

pe cy

a

"Unutmak"ı izlemeyi sakın "unutmayın" diyorum. Şansınız var, çünkü "Unutmak", XIII. Uluslararası istanbul Tiyatro Festivali kapsamında 3 gün daha sahnelenecek. Benden söylemesi: Unutmayın, kaçırmayın, kaçırırsanız sonrasında hayıflanmayın.

gibi. "We Are The World" şarkısının arkasında savaş naraları atmak gibi.

Son bölümde Durif, "ikna Tekniklerinin Üretiminde Uzmanlaş­ mış Şirketin Basın Sözcüsünün Monologu"nda şeytanı avutu­ yor. Modası geçmiş işkence yöntemlerinin yerini pekâlâ geliş­ miş, gelişmekte olan, geliştirilecek ikna teknikleri kullanılabilir, pazarlama yöntemleri değiştirilir, palyaçolar işkencecilerin yeri­ ne geçebilir. İnsanlık, şeytanın çağrısıyla, tekniğin doruğa tır­ mandığı yeni bir cehenneme davet ediliyor.

"Unutmak", doğrusunu söylemek gerekirse "tiyatrooyunevi"nin yüz akı bir çalışma olmuş. Claude Leon'un sahne tasarı­ mı fevkalade ölçülü. Yüksel Aymaz'ın ışığı, Yüksel Aymaz'ın ışı­ ğı gibi. Renk katıştırmalarıyla yumuşatılan çiğ beyazlar, gölge bırakmayan ayarlar. Hüseyin Karabey'in video çalışması da iyi. Sercan Gidişoğlu-Can Utku'nun çeviri dili vasat. Mahir Günşiray, seyircinin birleşik tepkisini isteyerek işe başla­ mış. Buna karşın, bilinçli zihinlerden birleşik tepkinin kolay elde edilemeyeceğinin de belli ki ayırtındaymış. Düşünceden doğan heyecanı değil, heyecandan doğan düşünceyi seçmiş, pek de iyi etmiş. Heyecan tepkisini her an canlı tutmuş. Ne istediğini bilmiş, istediğini seçtiklerinden elde edebileceğine güvenmiş. (Hadi bir de eleştiricik: Sorgulananın ayağında ayakkabı olma­ sa, daha iyi olmaz mı yahu?) Palyaço olarak Hakan Milli'nin karşısında oynayan Ayça Damgacı istek, kesintisiz aksiyon, yani çabalama ve elde etme üçlüsünü birlikte ele alarak ve de kotararak, rolünü coşkusal


13. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

Yaratıcı Ekibin Anlatımıyla

pe cy a

KIVRANIŞ: TUTKU/PSİKOZ 4.48 "Kıvranış"; Sarah Kane'nin "Tutku" ("Crave") ve "Psikoz 4.48" (Psychosis 4.48") metinlerini kapsayan iki bölüm­ den oluşan 13. Uluslararası istanbul Ti­ yatro Festivali'nde prömiyer yapacak bir tiyatro projesi. Oyun hiçbir tiyatroya bağlı olmadan farklı kurumlarda çalışan sanatçıların yalnızca bu proje için biraraya gelmesiyle gerçekleştiriliyor. Bir an­ lamda "bağımsız bir proje".

"Kıvranış" projesinin bölümlerini oluştu­ "Kıv ranış" ran iki oyun metninin yazarı Sarah Kane, Yazan: Sarah Kane oldukça sıradışı ancak bir o kadar da gü­ Çeviren: Ahmet Ortaçdağ nümüz gençliğinin sesi olmuş bir kadın Yöneten: Emre Koyuncuoğlu yazar."Theater of Extreme" (Uçların Ti­ Ses/ Müzik Tasarımı: Çiğdem Borucu yatrosu) olarak tanımlanan Kane'nin Görüntü Tasarımı: Orhan Cem Çetin oyunları, son yıllarda dünyada çığ gibi Mekân ve Kostüm Tasarımı: Efter Tunç büyüyen "New Writing" ("Yeni Yazın") Işık Tasarımı: Erik Begemann akımının da ilk örnekleri arasında yer al­ makta. Yazarlık kariyerinin daha ilk yılla­ Bölüm 1: "Tutku" rında tüm dünya sahnelerinde oynanan Oynayanlar: Derya Alabora, Esra Bezen metinler yazan 1971 doğumlu Sarah Ka­ Bilgin, Emrah Elçiboğa, Payidar ne, her yazdığı oyunla gündeme gelmiş, Tüfekçioğlu olumlu-olumsuz yankılar uyandırmış ve eleştirmenler tarafından oldukça hırpa­ Bölüm 2: "Psikoz 4.48" lanmış bir sanatçı. Kane, her türlü sınıra Oynayan: Esra Bezen Bilgin yakınlığıyla ve aynı zamanda "kendine ait biçimlenmiş ya da bir genel yapılar Yaratıcı Ekibin Notu: The British Council, Hollanda içinden bakıldığında biçimlenmemiş dü­ Başkonsolosluğu, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Ofset şünce" yapısıyla, kendisine ve yaşadıkla­ Baskı, Kültür A.Ş., Akademi İstanbul, MG Film Ya­ pım ve Co Yapım'a bu projenin gerçekleşmesi için rına bakış açısındaki dürüstlüğü ve netliğiyle insanı hayrete düşüren bir yazar. verdikleri destekten dolayı teşekkür ederiz.

Bu projenin sahnelenmesindeki en bü­ yük neden; tiyatroda bugün burada ve bu an yaşayan hisseden düşünen insanın sesi olmayı denemek. Ayrıca, halen ha­ zırda tartışılan sorunları, hepimizin yaşa­ mını etkileyen bu ana dair varoluşu, yine bu günün sanat anlayışıyla ve bugünün algısına dair bir oyun metniyle sahneye getirmek isteği. 1998'de Edinburg Traverse Theatre'da dünya prömiyerini yapan "Kıvranış" pro­ jesinin ilk bölümünü oluşturan "Tutku"da, yitirmek ve tutkuyla istemek ara­ sında kalan aşkın baskısıyla parçalanmış dört insan zihninin çizelgesini takip edi­ yorsunuz. Ya da imgeler ve seslerin bir haykırışı oluşturan ritmini. Kane, bir ön­ ceki cinsellik ve şiddet dolu oyunu "Blasted"dan aldığı büyük tepkiler nedeniyle sahte bir isim olan Marie Kelvedon adı altında 1998'de "Tutku"yu yayımlattı. Böylelikle "Tutku" isminin çağrıştırdığı önyargılardan kurtulmasına ve yazarın yıldızının bir kez daha işi nedeniyle parla­ masına neden olmuştu. 1999'da Londra'da dünya prömiyerini yapan ve yazarın son oyunu olan "Psi­ koz 4.48"de ise, insan bilincinin kendini bir diğerine aktarabilmek için aradığı empatinin haykırışıyla karşı karşıyasınız. Bir tür iç döküş sayılabilecek oyun için


a

pe cy


"oyun" olup olmadığı üzerine tartışmalar halen yapılmakta. Ancak şu dakikalarda bile dünyanın birçok sahnesi "Psikoz 4.48" ile açılmakta. Oldukça rahatsız edici, samimi, zeki dil kurgularıyla inanılmaz keyif veren, şiddet dolu ancak bir o kadar da hassas bir dünya­ yı aktaran, kendi gerçeğinde dip dibe oturma cesareti isteyen, festivalde prömiyer yapacak bu birbirine bağlanmış iki Kane oyunu Türkiye'de ilk kez çevrilip, sahneleniyor. "Kıvranış"; Ka­ ne gibi farklı algısı, farklı görüşleri ve en önemlisi farklı dili olan insanların; ısrarla kendilerini anlatmaya, paylaşmaya çabalama­ larının sonucunda çoğunlukla çaresizlik ve çöküntüyle karşılaş­ malarını dile getiriyor. Böyle bir projenin sahneye konma iste­ minin altında yatan en büyük neden ise, bu tür insanların varlı­ ğını savunan, onlara alan açma çabası taşıyan ya da görülmek istenmeseler bile varoldukları ve olacakları bilgisini seyirciye di­ le getirmek. ***

*** Emre Koyuncuoğlu ile üçüncü kez birlikte çalışıyoruz. Her pro­ jede birbirimizi, ihtiyaçlarımızı ve yaratıcılığımızın sınırlarını bi­ raz daha iyi anlıyor, daha iyi öğreniyoruz. Kendimizi birbirimize her defasında biraz daha rahat, yani içimiz rahat teslim ediyo­ ruz. Bir tür ortaklık olgunlaşması bu galiba. Yeni proje haberi geldiğinde hiç sorgulamadan kabul ettim. Ne metni, ne kadroyu, hiçbir şeyi sorgulamadım. Emre'den ge­ liyorsa doğrudur, bana uygun olmasa teklif etmezdi zaten diye düşündüm. Gerçekten de öyle olduğu ortaya çıktı.

a

Yönetmenlik yaptığım oyunlarda şimdiye kadar hep Türk ya­ zarların metinlerini kullanmıştım. Bu projede ben ilk kez bir çe­ viri metin kullanıyorum. Çeviren Ahmet Ortaçdağ, yıllar önce "Yeşil Üzümler"de beraber çalıştığım bir sanatçı arkadaşım. Ondan oyunları çevirmesini istediğimde yine birlikte bir proje­ de çalışacağımız için çok sevinmiştik. Bu nedenle de sanırım, çevrilmesi bu zor iki metni birbirimizin dilini anladığımız için ve sahnede ne yapmak istediğimi biraz kestiren biri olarak Ahmet benim için en doğru şekilde çevirdi. Çünkü Sarah Kane'in şiir­ sel, tek bir kelimeyle üç dört ayrı bilgiyi/anlamı taşıyan ve "kı­ rık" bir ingilizce ile yazdığı zengin metni içinde kaybolmak çok kolaydı. Oyuncu arkadaşlarımdan Esra Bezen Bilgin zaten pro­ jenin her aşamasında yanımda olan, destekleyen ve daha son­ ra da en zor işlerden birine soyundu, iki projede de birçok "yeni"yi denedi. Derya Alabora ile ilk beraber çalışmamız olmasına ve beni hiç tanımamasına rağmen, kendisi metni okur okumaz canla başla projeye sahip çıktı. Bu yıl D.T.'de birlikte "Efrasiyab'ın Hikayeleri"nde çalıştığım Payidar Tüfekçioğlu da oyunun metnini görüp hemen kabul edenlerden. Emrah Elçiboğa Aka­ demi istanbul'un ilk mezunlarından ve benim "Yeşil Üzümler" zamanında yaptığım bir koreografide de beraber çalıştığım bir arkadaşım. Sarah Kane'in oyunları bence özellikle bu projede çalışan oyuncular için ayrı bir anlam taşımakta. Yazarın metin­ leri kesinlikle kendine ait bir oyunculuk anlayışını da beraberin­ de getiriyor. Tiyatro tarihinde yerini arayan, şu anda farklı ülke­ lerde sahnelenirken, farklı oyunculuk önerileri de oluşturan bu oyunlar, daha yazılalı üç beş yıl olduğu için ve ayrıca dil açısın­ dan da yeni bir tiyatro dilinin de öncülüğünü yaptığı için örnek alınacak bir oyunculuk anlayışı bir yana, tam tersine öneri oluş­ turacak bir oyunculuk anlayışı ile yola çıkılması gereken metin­ ler. Kısaca, oyuncular için yoğun geçen bir dönem oldu. Ben de ilk kez "minimal" bir yapıyı deneme cesaretini buldum. Metnin yoğunluğu aynı zamanda minimalizmi de yanında taşı­ yordu. Hemen hemen tüm çalışmalarımda görsel yapıya imza atan Orhan Cem Çetin ile proje üzerinde konuşurken, "Bu se­ fer deneyeceğim şey, şu ana kadar gelişen çizginin dışında yepyeni birşey olacak" diyerek, Cem hepimiz için heyecan ve­ ren "yeni"ye bir düşünce daha ekliyordu. Anlarda/Resimler­ de/Fotoğraflardaki görüntülerdeki renklerin tonlarındaki de­ tayların kaybolmasını öneriyordu. Ses/Müzik tasarımında yine ilk kez çalıştığım Çiğdem Borucu'nun aslında o New York'da

kayıtlar yaparken, ben takipçisiydim. (Gamze sağ olsun) istan­ bul'a gelir gelmez projeyi ona önerdim, işi ile ilgili samimiyeti ve yoğunluğu onu zaten ekibe hemen dahil etti. "Piyanonun tellerinden" yaptığı kayıtları Bilgi Üniversitesi'nin stüdyosunda hayretler içinde dinledim. Mekân ve Kostüm tasarımını ise yıl­ lardır aynı tiyatroda (izmit B.B. Şehir Tiyatrosu) birlikte emek verdiğim arkadaşım Efter Tunç üstlendi. Görüntülerimiz görün­ tü ustası; Aydın Sarıoğlu'nun kamerasından çıktı. Ekibim kısaca inanılmaz bir ekip. Dışarıdan aldığım manevi desteğin ise had­ di hesabı yok diyebilirim. Özellikle asistanım Güliz Gençoğlu'na çok teşekkür etmek isterim. Ekip için "aynı" olmasalarda, birlik­ te birşeyler üretebilen, farklı hassasiyetleri ve becerileri olan ve birbirlerini seven bir grup insan diyebilirim. En önemlisi de buy­ du sanırım. Emre Koyuncuoğlu

pe cy

ilk kez bir çeviri üstünde çalışıyoruz. Ancak içerik önceki proje­ lerimizden daha evrensel ve belki de daha soyut. Böyle olması işimi hem kolaylaştırıyor, hem zorlaştırıyor. Sahneye akan gö­ rüntülerle oyun içinde oyun kuruyoruz adeta. Hayal ettiğim görseller üzerinde Emre ile kolay uzlaştık, anlattığım nedenler­ le. Metinler kısa ama ağır, biraz depresif, fazlasıyla düşündürü­ cü. Böyle bir oyunu sadece izlemek ya da oturup bir kez oku­ mak bile insanı fazlasıyla etkileyebilirken, sahneleyen, üzerinde çalışan bizler, özellikle de Emre ve oyuncular, çok daha ağır bir deneyim yaşıyoruz şu sıra. Oyun, bu deneyimler toplamının öz suyu olacak. Orhan Cem Çetin ***

'Tutku' ve 4.48 Psikozu'nun müziği, 8 ölçülük bir melodiye da­ yanıyor. Bu melodi, kimi zaman bestelenen sırada, kimi zaman da parçalanmış olarak duyuluyor. Temel melodide kullanılan notalar, her iki oyunun müziğinin de ses kaynakları. Böylece her iki oyun da birbiri ile müzikal açıdan ilişkilendirilmiş oluyor. Aynı notalar, viyolonsel ,keman, flüt, hazırlanmış (prepared) pi­ yano ve çeşitli perküsyon enstrümanlarında farklı sıralarda du­ yuluyor. Elektro-akustik müzik denen bu kompozisyon biçimi, akustik enstrümanların stüdyoda kayıt edildikten sonra, bilgisa­ yarda montajlanıp, üzerlerine çeşitli efektler konularak seslerin değiştirilmesi ile oluşan bir müzik türü. Emre Koyuncuoglu'nun hem müziğin bestelenmesinde hem de oyuna yerleştirilmesin­ de son derece yapıcı ve belirleyici katkıları oldu. Örneğin bö­ lümlerin ritmik ya da melodik ağırlıklı olmasını Koyuncuoğlu ile birlikte tasarladık. Son derece zevk alarak çalıştığım bu projeye katkıda bulunan tüm ekibe ve Emre Koyuncuoğlu'na teşekkür­ lerimi sunuyorum. Çiğdem Borucu


BAKIŞ

Ahmet Levendoğlu

NİCE FESTİVAL'LERE

(ama doğru yollarda ilerleyerek)

Altı yıla yaklaşan bir süredir Tiyatro... Tiyatro...'da, İzdüşüm baş­ lıklı sayfada yazıyorum. Ara sıra ufak tefek başka katkılar da oldu Dergi'ye. Bu uzun süreçte yalnızca bir kez kendi tiyatromla, Tiyat­ ro Stüdyosu'yla ilgili olarak yazdım, Izdüşüm'de. O da, üzerine bir klasör dolusu yorum ve haber yazısı çıkmış olan, sanırım tüm okurların anımsayacağı "Tarsus Olayı"na, olayı yaşayan toplulu­ ğun sanat yönetmeni olarak, son noktayı koymak içindi. İlkesel açıdan, çok gerekli olmadıkça, yazar köşesini ya da dergisinin say­ falarını kendine ya da kendi oluşumuna ilişkin bir konu için kul­ lanmamalı diye düşünüyorum, çünkü.

Bu zorluk ve sıkıntılara karşın tiyatromuz, Festival'e, Festival yöne­ timine, en ufak yakınmada bulunmadı. (Ben kendi adıma, bu Dergi'deki İzdüşüm yazımda Tiyatro Festivali'ne -gerçekleşeme­ mesine karşın- destek veren ve herkesçe verilmesini dileyen bir yazı yazdım, önceki yıllarda da sıklıkla yapmış olduğum gibi. Bu desteği bundan sonra da onun var olmasına yönelik olarak ver­ meyi sürdüreceğim. Festivalin varlığını desteklemek ile uygula­ malarındaki -yazının ileri bölümlerinde geleceğim- yanlışı eleştir­ menin, aslında çelişen değil, aynı bütüne yönelik iyi niyetli yakla­ şımlar olduğu biçiminde algılanmasını umuyorum.

pe cy

a

Ancak bunu bir kez daha yapmak durumundayım ve her ne ka­ dar buruk bir duygu içinde yapıyorsam da, ortada apaçık duran bir (hadi "ayıp" tanımını kullanmayayım) yanlış karşısında suskun kalmamalı, buna karşı çıkışımı buradan tiyatro insanlarına duyurmalıyım. Ne de olsa işin bir başka boyutunu da "bugün bana, ya­ rın sana" olasılığı oluşturuyor.

rasal olanaklarımızla- sahneledik; Kültür Bakanlığı'na bağlı olan bu sahnede, oyun başına olağandan çok yüksek salon kiraları ödeyerek oynadığımızdan, sezonu ciddi borçlarla kapattık.

Konunun özü şu: Tiyatro Stüdyosu bu yılın Tiyatro Festivali'ne iki oyunu ile başvurdu; iki oyun da alınmadı. Bunun niçin ve nasıl bir yanlış oluşturduğunu tanıtlayabilmek içinse konuya ayrıntıyla eğil­ mem gerekiyor. Dilerim okur bu ayrıntılara katlanır.

13. Tiyatro Festivali gerçekleşirken Tiyatro Stüdyosu 12. yaşını doldurdu. Topluluk perdesini ilk kez 2. Tiyatro Festivali'nde Aldat­ ma oyunuyla açtı. Sonraki yıllarda da, katılmak için başvurduğu tüm oyunları Festival'e alındı. (Çöplük, Histeri, Balkon, Lillian ve gerçekleşemeyen geçen yılın Festivaline alınan Dünyanın Başkenti/Speer.) Festival'e katılmayan üç oyunumuzdan Kan Kardeşleri ile Derin Bir Soluk Al, perde açma tarihleri Festival'in takvimsel uygulamalarına uygun düşmediğinden, Bağla Şu İşi ise Festival tarihlerine rastlayan dönemde uzunca bir Anadolu turnesine çık­ ması aylar öncesinden planlanmış olduğundan, bu oyunlar için ti­ yatromuz Festival'e başvurmadı. Bu demek ki, bugüne dek katıl­ maları için başvurulan oyunlarımız "firesiz" Festival'e katılmış. Bu, tiyatromuz açısından, onur duyduğumuz bir "sicil'dir.

Gerçekleşemeyen geçen yılın Festival'inde Dünyanın Başkenti/Speer oyunu "proje bazında", yani perdesini ilk kez Festival'de açmak üzere kabul edilmişti; Aziz Nesin Sahnesi'nde sahnelene­ cekti. Oyunun provalarının ilerlemiş döneminde Festivalin yapıla­ mayacağı haberini aldığımızda doğal olarak düş kırıklığına uğra­ dık, ayrıca büyük sıkıntıya girdik. Çünkü 1) oyunun sahneleniş bi­ çimi Aziz Nesin Sahnesi için özel olarak düzenlenmişti; başka sa­ londa perde açması hiç uygun olmayacaktı. 2) Festivalin iptali ile, ona katılma onur ve saygınlığından olduğu denli, onun tanı­ tım/duyuru ve gişe gibi önemli desteklerinden de yoksun kaldık. O günlerde parasal açıdan çok sıkıntılı günler geçiriyorduk, buna karşın oyunu mayıs ayında Aziz Nesin Sahnesi'nde -olmayan pa­

Bu tiyatro dönemine gelindiğinde ise, Festival yönetiminin (en ba­ sit yükümlülüğü olan "bilgilindirme" bağlamında bile) Tiyatro Stüdyosu'na nerdeyse sırt çevirmesinin ilk aşamasını bir süre bu­ na bir anlam veremeyerek izledikten sonra Tiyatro Festivali Yö­ netmeni Dikmen Gürün'e aşağıya aldığım yazıyı yolladım: Sayın Dikmen Gürün Yönetmen Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali

13. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ne katılmamız içerikli bu yazının yönetiminize iletilmesini uzunca bir süre beklettik; geç­ miş yıllarda uygulanmış olan tiyatrolara tarafınızdan çağrı (ya da başvurmaya çağrı) yazısı iletimi prosedürünü atlamış olmamak için. Bu yılki uygulamanızda söz konusu çağrı yazısının yer alma­ dığını öğrenmiş olmakla, yazımızı şimdi iletiyoruz. Tiyatro Stüdyosu, 2001 yılı Tiyatro Festivali'ne proje bağlamında çağrılmasıyla hazırladığı, ancak Festival'in gerçekleşememesi ne­ deniyle mayıs ayında kendi perdesini açan "Dünyanın Başkenti (Speer)" oyununu o tarihten bu yana sahneledi. Şu anda prova­ ları sürmekte olan oyunumuz "Sonsuz Döngü" (bilgileri ekte) ise, İş Bankası desteği ile gerçekleşecek olup 1 Nisan 2002'de İş Sa­ nat Kültür Merkezi'nde ilk kez sahnelenecektir. Tiyatro Stüdyosu olarak dileğimiz, 13. Tiyatro Festivali'ne, biri ge­ çen yıldan bir anlamda "müktesep hak" sahibi olan her iki oyu­ numuzla katılmaktır. Bir tiyatronun Festival'e birden fazla oyunla katılmasının geçmiş yıllarda rastlanır bir durum olması (I.B.B. Şe­ hir Tiyatroları, Dostlar Tiyatrosu, Theater an der Ruhr), bizi dile­ ğimizin olabilirliği görüşüne vardırmıştır. Festivalin bu yılki koşullarının bu isteğimizin karşılanmasına ola­ nak vermemesi durumunda ise, bizim tercihimiz yeni oyunumu­ zun katılmasından yana olacaktır. Çünkü o, (Sonsuz Döngü),


Festival tarihine dek yalnız altı kez oynanmış olacağı, dolayısıyla büyük ölçüde "yeni oyun" sayılabileceğinden, Festivalin oyun se­ çimi anlayışına daha uygun düşecektir kanısındayız. Festival yet­ kililerini program belirleme tarihinizden önceki tek gösteri olan 1 Nisan tarihli gösteriye bekleyeceğimizi belirtmek istiyorum. Son olarak şuna da değinmek isterim ki, bu yıl tiyatro hizmetin­ de ilk kez topluluğumuzca kullanılan İş Sanat Kültür Merkezi'nin Tiyatro Festivali'ne kapısını açması olanaklı görünmektedir. Oyu­ numuza ev sahipliği/sponsorluk yapan İş Sanat yönetimi bu oyunların Festival kapsamında da kendi sahnelerinde oynanma­ sından (hele iki oyun birden olursa) eminim ki hoşnut olacaktır. Bu olasığın üzerinde durmak isterseniz, söz konusu iki kurum yö­ neticilerinin bir araya gelmesinde aracı olmaktan sevinirim. İyi çalışmalar dileklerim ve saygıyla Ahmet Levendoğlu Sanat Yönetmeni

D.G.: Festival'e bu yıl Tiyatro Stüdyosu'nu almadık. Bu yıl böyle oldu. Artık önümüzdeki yıllara... Al.: Bu konuda bir açıklamada bulunmak ister misin? D.G.: Benden hesap sorma Ahmet. Bilirsin benim gözümde se­ nin tiyatroda çok özel bir yerin vardır. A.L.: Teşekkür ederim, hesap sormuyorum, yalnızca gerekçe bil­ mek istiyorum. D.G.: "Sonsuz Döngü"ye ilişkin düşündüğümü söyledim. Kaptan­ lar çok iyi ama onun dışında oyunda kayda değer bir şey yok. Böylece oyun, bugüne dek senin yaptığın çok iyi işlerin de altın­ da kalmış bence. A.L.: Oyunun niteliğini tartışmamız bence anlamsız olur, ama şu­ nu söylemeliyim ki bu bizim için önemli bir darbedir. İlk kez, 12. yılımızda iki oyunumuz var repertuvarda ve bence en güçlü yılını yaşıyor Tiyatro Stüdyosu. Her iki oyun için de başvuruyoruz Festi­ val'e ve ikisi de alınmıyor. Oysa "Dünyanın Başkenti/Speer" Festi­ val'in "proje bazında" geçen yıl aldığı bir oyun olduğundan ve Festival kendini gerçekleştiremediğinden, bu yıl alınması Festival açısından bir sorumluluk olarak değerlendirilmeliydi. D.G.: Bunu nasıl yapabilirdim ki? Bütün yıl oynanmış bir oyunu nasıl alabilirdim ? Al.: Dediğim nedenle, Festival'in bu oyuna borçlu olması nede­ niyle alınabilirdi bence. D. G.: Bu mümkün olamazdı. Al.: izninle bir sitemde de bulunayım. Biz başvurumuzu yapmış ve yanıt beklerken, kimi toplulukların aylar önce Festival'e alın­ mış olduğunu ben yeni duyuyorum. D.G.: Doğru değil. Seni yanıltmışlar Ahmet. Al.: Peki, bu yıl yazılı çağrı yapılmadıysa da, aynı şey telefonla yapılamaz mıydı? Belli ki çok yere yapılmış. D.G.: Evet, bunda haklı olabilirsin. Yapılsaydı iyi olurdu. Al.: Bu aşamada başka bir şey demem doğru olmaz, ama üzül­ düğümü saklamayacağım. İyi günler dilerim.

cy

a

Bu noktada belirtmeliyim ki Sayın Dikmen Gürün ile yaklaşık on yıllık tanışıklığımız, ondan da öte, dostluğumuz var. Tiyatro ile ya­ tıp kalkan iki kişi olarak, tiyatronun çeşitli yollarında (Festivalin esenliği, bu Dergi'nin çetin yaşamının sürmesi, eğitim alanında dayanışma girişimleri vb.) birbirimize destek vermiş, benzer amaçlar peşinde koşmuşuzdur. Bu koşu boyunca, dostluğumuzu Festival bağlamındaki iş ilişkisine karıştırmamakta büyük titizlik gösterdiğimi, duraksamadan söyleyebilirim. Dikmen Gürün'ün de bu yıla değin aynı yaklaşımı gösterdiğini söylemeliyim. Kendisinin bu son süreç içindeki benim anlamlandırmadığım ama burada aktarmak durumunda olduğum tutumunu okurun değerlendir­ mesine bırakmak doğru olacaktır.

zın bitiminde 'seni ararım' demiştin. Ama aradan iki hafta geçti; nisan sonuna gelindi, o nedenle aramak durumunda kaldım, bilgi edinmek için" dedim. Konuşmamız (özetle) şöyle sürdü:

pe

Yazıdan anlaşılacağı üzere, geçtiğimiz yıllarda hep uygulanmış olan ve ocak ayının başlarında belli başlı tiyatrolara yollanan "başvuruya çağrı" yazısı bu kez gelmemişti. "Herhalde kimi ne­ denlere dayalı bir gecikme olmuştur." iyi niyetli bakışı ile, yazıyı gönderdiğimiz 10 Mart tarihine dek bekledik. Yazıdan sonra da, kendisini hiç bir biçimde baskı altında hissetmemesine yönelik ti­ tizlikle, bir yanıt gelinceye dek, Tiyatro Festivali Yönetmeni'ni hiç aramamayı doğru buldum; aramadım.

Bu süreç içinde, Festival'in bu yıl yapılmasının kesin olduğunu da, Festival yetkililerinin Festival'e girmesi olanaklı oyunları nisan ayı­ nın ilk haftasının sonuna dek izleyebileceklerini de, basından duy­ duk. Yine bu süreç içinde "birçok şeyin hâlâ belirsizlik taşıdığını, az sayıda oyunun katılımının kesinleştiğini, bunların çoğunun da yabancı yapımlar olduğunu" Tiyatro... Tiyatro... Dergisi sahibi ve yazarı Mustafa Demirkanlı'nın gazeteci olarak Festival yönetimi­ ne yönelttiği sorulara aldığı yanıtlardan, dolaylı olarak duyduk. Tiyatro Festivali Yönetmeni, perdesini açtığı 1 Nisan akşamı Son­ suz Döngü'yü izledi. Oyundan sonra bırakmış olduğu ve (özetle) "Mehmet Ali Kaptanlar'ı çok beğendim. Hayırlı olsun. Sonra gö­ rüşürüz." içerikli telesekreter mesajını aldığım sabah Dünyanın Başkenti/Speer oyunuyla izmir Festivali'ne hareket ettiğimizden, kendisini ancak İzmir dönüşü arayabildim. Bu konuşmada da Dik­ men Gürün (özetle) "Mehmet Ali Kaptanlar'ı çok beğenmesine" ek olarak (özetle) "öteki oyuncuların Kaptanlar'a yeterli desteği veremediği kanısında olduğunu" belirtti. Bense (özetle) "Festival konusunda sana bir şey sormak istemiyorum. Eminim ki, progra­ mınız belli olduğunda bu bana iletilir." demekle yetindim. Dik­ men Gürün "Tabii, ben seni ararım." biçiminde yanıtladı bunu. Bundan sonraki konuşmamız, Festival'in basın toplantısından üç gün önce, benim aramamla oldu. Ben (özetle) "Son konuşmamı­

Gönderdiğim yazıya hâlâ yanıt almış değilim. Yazışma diye bir görgü artık geçerli değil mi Tiyatro Festivali katında? Dünyanın Başkenti/Speer ile ilgili kullandığım "sorumluluk" söz­ cüğünü açmalıyım: Dünyanın Başkenti Tiyatro Festivali'nin geçen yıl, kendi tanımıyla "proje bazında" aldığı bir oyundu. Yani Festi­ val bu oyunu Tiyatro Stüdyosu'na "ısmarlamıştır". Ismarlanan şe­ yin karşılığı her koşulda yerine getirilmelidir. Olağandışı bir ne­ denle beklenen tarihte yerine getirilemezse, "borçlu" kalınır. "Borç" da ilk fırsatta geri ödenir. (Örneğimizde, Festival geçen yıl kendini gerçekleştirememesi nedeniyle Dünyanın Başkenti bağla­ mında Tiyatro Stüdyosu'na olan borcunu ilk fırsatta -yani bu yılödemekle kendini yükümlü tutmalıdır. Bu, genel ahlak kavramı açısından da, sanat ahlakı açısından da böyledir. Ancak Festival bu borcunu ne yazık ki yerine getirmemiştir.) Dünyanın Başkenti oyununa uygulanan "muameleyi" daha net değerlendireyim: Tiyatro Festivali Yönetmeni'nin bu oyunu (ya da herhangi bir oyunu) Festival'e kabul etmemesinin geçerli iki ayrı gerekçesi olabilir: 1) Sanatsal değerlendirme açısından yetersiz bulunması. 2) Yönetmeliğe, kurallara, uygulanan takvimsel koşul­ lara uygun düşmemesi. Her iki çerçeveden bakalım: 1) Perdesini açtığından bu yana Dünyanın Başkenti oyunu üzeri­ ne basında (standartlarımıza göre epey çok sayıda) 24 eleşti­ ri/değerlendirme yazısı çıkmış. (Arşivde; isteyene sunulabilir.)


Bunların tümü olumlu/çok olumlu -üst düzeyde övgü çizgisinde . İmza sahipleri arasında Sevda Şener, Ayşegül Yüksel, Sevgi Sanlı, Hasan Anamur, Melisa Gürpınar, Hayati Asılyazıcı, Üstün Akmen, Hami Çağdaş, Gülşen Karakadıoğlu, Robert Schild, Türel Ezici gi­ bi saygın eleştirmenler, Aydın Engin, Turgay Fişekçi, Deniz Kavukçuoğlu, Vecdi Sayar gibi saygın köşe yazarları bulunmakta. Oyun, iki başoyuncusu Nihat İleri ile Mehmet Ali Kaptanlar'a Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri'nden En iyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü kazandırmış, (Dikmen Gürün'ün de üyesi bulunduğu) Afife Tiyatro Ödülleri'nde ise En iyi Yapım ile En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri'ne aday gösterilmiş. Demek ki, "sanatsal değerlendirme" açısından tiyat­ ro ortamımızda "yetersiz bulunma"nın tam tersine, belki de geç­ tiğimiz dönemin en olumlu değerlendirmelerini almış olan oyun. 2) Tiyatro Festivali Yönetmeni, yukarıda açıkladığım "Festivalin oyuna borçlu olduğu" yolundaki etik gerekliliği de görmezden geliyor ve Dünyanın Başkenti''nin alınmamasını "bütün sezon bo­ yu oynanmış" olması gerekçesine dayandırıyor. Böylelikle kendi gerekçesini kendi çürütmüş ve önemli bir yanlışa düşmüş oluyor. Çünkü, Festival'e alınan oyunlardan Devlet Tiyatrosu yapımı Ben Ruhi Bey Nasılım? oyunu da "bütün sezon oynanmış", üstelik oyun sayısı bakımından da (Devlet Tiyatrosu'nun, olanaklarından dolayı uygulayabildiği çok daha yoğun oyun programı nedeniyle) Dünyanın Başkenti'ni aşmış bir oyun. Sonuç: Dünyanın Başkenti bağlamında "alınmama" için gösterilebilecek iki olası gerekçenin ikisi de geçersiz kalıyor.

"Beğenmeme hakkı" konusuna son noktayı koyayım: Yukarıda değindiğim gibi Dikmen Gürün'ün "kişi olarak bir yapıtı beğenmemesi"ndeki "isabeti" kimse sorgulayamaz. Ama Dikmen Gü­ rün'ün "Festival Yönetmeni" kimliğiyle seçimindeki "isabeti" bizler sorgulayabiliriz. Özellikle bu seçim -yukarıda çeşitli verilerle belirtildiği gibi- eleştirmen ve yazarların da, ödül jürilerinin de, iz­ leyicilerin de değerlendirmelerine nerdeyse taban tabana zıt dü­ şüyorsa...

cy a

Burada, hemen söyleyeyim ki, Festival'e çağırılan/alınan başka oyunlarla kendi oyunlarımız arasında kıyaslama yapmak gibi yakı­ şıksız bir tutuma elbette girecek değilim. Benim, ne olursa olsun, meslektaşlarım ve onların çalışmalarıyla hiçbir alıp verememem yok, olamaz. Yukarıdaki oyun adını da, yalnızca takvimsel bir be­ lirlemeyi yapabilmek için zorunlu olarak verdim.

hakça bulmadığım bir "tavır" içinde davrandığını düşünüyor, gö­ rüyorum. Böyle düşünme nedenlerim arasında şunlar da var: - Dikmen Gürün "çok önceden belirlenmiş oyunlar olduğu" konu­ sunda "Doğru değil." derken, gerçeği ortaya koymuyor. Tiyatro Stüdyosu her bakımdan "usulüne uygun" biçimde başvurusunu yapmış ve yanıtını bekler iken, en azından proje bazında alınan oyunların, tiyatronun Festival'e başvurusundan epey zaman önce belirlenmiş olduğu, tiyatro çevresinde biliniyor. Bir "Festival proje­ sinin hazırlanması süreci de zaten bunu gerektirir. - "Anlamadığım tavır" derken şunu da soruyorum kendime: Aca­ ba Tiyatro Festivali Yönetmeni, bir dergide Türkiye'de yapılan tiyatro ile ilgili olarak "yaratıcılığa prim vermek gerek" derken, son yıllarda türeyen kimi "sözlü tiyatro" karşıtlarının etkilerine de kapılarak, tiyatroyu şöyle bir olgu olarak mı algılamaya başladı?: Tiyatro "kuşların uçuştuğu, balonların uçurulduğu, sokak arala­ rında yapılan, 'tiyatro gibi tiyatronun' dışlandığı, 'söz'ün çöpe atıldığı; devinimin, dansın, cümbüşün, çalgının, bağırtılı seslerle grotesk görselliğin baş tacı edildiği, 'hamburger ve kola tüketimi hızıyla tüketilen' bir olgudur!?"

pe

Sonsuz Döngü'ye dönersek, o örnekte söz konusu olan, Dünya­ nın Başkenti'ndek'ı gibi açıkça geçersiz kalan gerekçeler değil, "yetkili kişinin" oyunu beğenmemiş olması. Bu noktada tiyatro sanatının bir özelliğine gelmiş oluyoruz. Kimi tiyatro insanları gibi ben de inanıyorum ki tiyatro, yalnız sahne sanatları içinde değil, tüm sanatlar arasında (belki de hemen hemen tüm sanatları için­ de barındırdığından) değerlendirme zemini en kaygan, ölçütleri en "kişiye özgü", çelişmeye açık olan; "somut"a ve "nesnel"e en az dayanan sanattır. Birinin "tümden ak" dediğine, bir başkası "tümden kara" diyebilir; bunun yüzlerce örneği vardır. Demek ki, Tiyatro Festivali Yönetmeni'nin Sonsuz Döngü'yü beğenmeme­ sinde yalın bakışla karşı çıkılabilecek bir şey yoktur. Olsa olsa, onun bakışının önüne karşıt bakışları yığabilirsiniz. Sonsuz Döngü bağlamında bunu yapmaya kalkarsak, şu ana dek (birisi kalabalık bir gala olan) 6 oyunda, görüşlerini duyabildiğimiz yüzlerce kişi­ nin % 99'undan çok olumlu değerlendirmeler almıştır Sonsuz Döngü. Ama, örneğin galada büyük övgülerin karşısında (adlarını da vereyim) dost meslektaşlarım Başar ve Candan Sabuncu ile Orhan Alkaya'dan olumsuz değerlendirme de almıştır. Ben onla­ rın da, Dikmen Gürün'ün de bir oyunu (büyük çoğunluğun bakı­ şının tersine) beğenmeme haklarını "saygıyla karşılamakla" kal­ mam, bu hakkı sonuna dek savunurum. Bu doğrultuda şunu da içtenlikle söyleyeyim ki, Tiyatro Festivali Yönetmeni'nin her iki oyunu da "beğenmediği" için Festival'e al­ madığına inanıyor olsam (birazdan geleceğim Festivalin seçimle­ rindeki yönetimsel işleyişe karşı çıkışımı başka bir vesile ile dile ge­ tirme hakkımı saklı tutarak), bu yazıyı hiç yazmazdım. Ne yazık ki buna inanmıyor, Tiyatro Festivali Yönetmeni'nin bu yıl her nedense Tiyatro Stüdyosu'na karşı, anlamadığım ve fakat hiç

Bu da bizi, Festivalin oyun seçim düzeneğinin işleyişi konusuna getiriyor. Bu bağlamda da şunlara değinmek gerekiyor: Bu düze­ nekte bir "Yönetmen" ile bir "Yönetmen Yardımcısı", ama bir de "Danışma Kurulu" bulunuyor. Geçmişte, yönetmenin dışında yö­ netmen yardımcısının da zaman zaman aday oyunları izlediği, Danışma Kurulu'nun da gerçekten "danışma" amacıyla değerlen­ dirildiği biliniyordu. Bu yıl ise "Danışma Kurulu"nun somut biçim­ de devreye sokulmadığı anlaşılıyor. Yanlışsam, düzeltilmeyi bek­ lerim. Tiyatro alanında, tiyatronun sanat yönetmeninin tek seçici olma hakkı savunulur, zaman zaman. Bu, tartışmalı bir konudur. Genel tabloya baktığımızda da (ülkemizden örnekle) "ödenekli" tiyat­ rolarımızda sanat yönetmeninin altında çeşitli alt kurulların var ol­ duğunu görmüşüzdür. Özel tiyatrolarda bile son yıllarda "patronlar'ln ya da sanat yönetmenlerinin tek seçici gibi davranmayıp, ekiplerine giderek artan ölçüde söz hakkı tanıdıklarını gözlem­ liyoruz. Hal böyle iken, ülkedeki tiyatroların Festival kapsamında en "saygın sınava" çıkacak ürünlerinin tümünü bir başına belir­ leyecek bir "tek seçici"nin varlığı doğal karşılanabilir mi? Bu uzun yazıyı, çatışmayı, takışmayı, polemik yaratmayı seven ya da yararlı gören biri olmadığım halde, "haksız" ve "keyfi" olanı kaldıramadığım, bunlara sessiz kalamadığım için yazdım. Ne yapalım ki, böylelerine bu ülkede sık iş düşüyor. Çünkü "kötü kişi olmayayım, önüme engeller çıkarmayayım" diyen çoğunluktan da değilim. Bu yazıya ayırdığım çokça saati, provaya, derse, çeviriye ayırmak isterdim, oysa. Herkesin şunu iyi kavraması gerek ki, tiyatro da, Festival de, özünde düzenleyicilerin, seçicilerin olmaktan kat kat çok, onu yaratan, var edenlerindir. Nice Festivallere...


TANITIM

5. İSTANBUL ULUSLARARASI KUKLA FESTİVALİ 1962 yılında Nihon Üniversitesi Güzel Sanatlar Okulu'nda okuyan 7 öğrencinin bir araya gelerek kurduğu Akebi Group gölge tiyatrosu çalışmalarıyla tüm dün­ yada tanınan bir topluluk. Müziğin ve renklerin ön plana çıktığı çalışmalarıyla özellikle çocukların ilgisini çeken konula­ rı işleyen Akebi Group bugüne kadar bir çok uluslararası festivalde izleyici karşısı­ na çıkmış ve 250'den fazla gösteri sergi­ lemiştir.

Peter Pan - 60 dk.- Japonca ( Tükçe çe­ viri ile) - Küçüklere ve Büyüklere. Japonya / Akebi Group - Color Shadow Puppetrv

Büyülü Ağaç - The Magic Tree / 45 dk. Türkçe - Küçüklere ve Büyüklere. Cengiz Özek Gölge Tiyatrosu/Türkiye 'Büyülü Ağaç' 18. Ve 19 yüzyıl oyunla-

pe cy

a

5. istanbul Uluslararası Kukla Festivali, Ülker'in sponsorluğunda 8-16 Mayıs tarihleri arasında istanbul'da gerçekleşecek. CRR Konser Salonu, Dulcinea, Maya Sanat Merkezi, Küçük Sahne ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde gerçekleştirilecek Festival'e İtalya, Avusturya, Hırvatistan, Polonya, Japonya ve Bulgaristan'dan toplam 10, Türkiye'den de 8 gösteri katılıyor.


a

pe cy


Eye Round An Eye. Kuklanın benzersizliğinden yola çıkan oyun kuklacıya karşı isyan bayrağını çeken iki kuklanın öyküsünü an­ latıyor. Düşünün bir, kuklalar kendilerine yeni ve daha iyi bir kuklacı isteyecek olurlarsa ne olur? Öte yandan kukla ve kukla­ cı da birbirine bağlı, birbirlerine muhtaç değiller mi?

rından yola çıkarak hazırlanmış yepyeni ve dinamik bir oyun. Klasik bir Karagöz oyununda görebileceğiniz her ayrıntıyı bu oyunda bulabilirsiniz. Çöp Canavarı - The Garbage Monster 50 dk. - Türkçe - Kü­ çüklere. Cengiz Özek Gölge Tiyatrosu/Türkiye Kah denizin üstünde, kah denizin altında, kah ağzını kocaman açmış bir balığın önünde... Çevre kirliliğini konu alan modern bir Karagöz uygulaması.

cy a

La Marionette Toto - Toto'nun Kuklaları 60 dk. - Sözsüz Küçüklere ve Büyüklere, italya, Compagnia egli Sbutti İşte Napoli'den sımsıcak bir oyun. Varyete tarzına çok güzel bir örnek, ipli, el, sopalı kukla tarzlarının yanında hoş bir ko­ medi dans eden çiftleri Aşık horozu, civcivleri, kan-kan dansla­ rını merak edenler için. Özellikle çocuklarıyla hoşça vakit geçir­ mek isteyenler bu oyunu kaçırmasınlar.

pe

Dido And Aeneas 60 dk. - Sözsüz - Büyüklere İtalya, Controluce Teatro D'Ombre Operaya dair özellikleri gölge tiyatrosuyla birleştiren oyun Aeneas'ın sahneyi boydan boya geçerek perdenin arkasında beli­ ren teknesiyle başlıyor ve Cartaca'yı kaderiyle yüzleşmek için terk eden Troya Prensi'nin öyküsünde benzersiz bir mozaiğe dönüşüyor. With Eye An Eye Round An Eye - Bir Gözle Bir Gözü Açmak 45 dk. - İngilizce - Küçüklere. Hırvatistan, Children's And Puppet Scene Of Cnt Kukla ve kuklacı arasında geçen tuhaf bir çekişme With An

A Tale Of The Dead Princess And The Seven Brave Men Ölü Prenses ve Yedi Cesur Adam. 50 dk. - Bulgarca (Türkçe çeviri ile ) - Küçüklere ve Büyüklere. Bulgaristan, Danny & Dessi Alexandre Puskin'in eserinden uyarlanan oyun kalpleri şiirle dolduran, gözleri maskelerle şenlendiren, kulakları müzikle sar­ hoş eden ve oyunculuk sanatı sayesinde izleyiciyle aktörler ara­ sında köprü kuran bir gösteri. Birçok uluslararası festivalde ödül kazanan oyunu sahneye Yana Zankova koymuş. Besteler Dessi Evtimova'ya ait ve oyuncular da Tania Evtimova ile Atanas Evtimova. Ana Tanrıça Tolia, 30 dk. - Türkçe - Büyüklere. Türkiye, Feyza Zeybek 'Anadolu için tarih, isa öncesi ya da sonrası bir 'Milat'a en­ deksli değildir. Anadolu'nun binlerce yıldan beri topraklarında kendi kültürünü dönüştürerek sürdürdüğü bir 'Ana Tanrıça'


geleneği vardır. Bu bakış açısıyla; ana tanrıçalar yurdu Anadolu 9. milenyum'a girmiştir.' Mitosların, duvar resimlerinin, ortostatların ve tabletlerdeki çivi yazılarının arasında dolaşan ANA TANRIÇA TOLIA, seyirci karşısında canlı çizilen, bir tür canlan­ dırma gösterisidir.

"Benim Küçük Yıldızım" dünyada örneği az görülen "siyah ti­ yatro" tekniğiyle gerçekleştirilen bir kukla gösterisidir. Bu tek­ nik sayesinde izleyiciler, sahne üzerinde sanki canlıymışçasına hareket edip, konuşabilen kuklalarla sihirli bir dünyaya yolcu­ luk ederler. "Benim Küçük Yıldızım" sadece çocukların değil, yetişkinlerin de keyifle izleyeceği bir kukla show. Shadows İn The Night-Gecede Gölgeler, 50 dk. - Sözsüz Büyüklere. Bulgaristan, State Puppet Theatre Stara Zagora Uluslar arası alanda hayli tanınan bir topluluk olmalarının yanı sıra PIERROT Kukla Festivali'ni de düzenleyen topluluğun Sha­ dows İn The Night adlı oyunu özellikle gölge tiyatrosuna ilgi duyanların izlemeleri gereken bir gösteri.

Lahana Sarma, 50 dk. - Türkçe - Küçüklere ve Büyüklere. Türkiye, TEM Yapım Kukla, illüzyon, ortaoyunu ve gölge oyunu gibi geleneksel tür­ lerden yola çıkan; renkli gölge oyunu tasvirlerinin ve sopalı kar­ ton kuklaların kullanıldığı Lahana Sarma 07-97 yaş grubu için düzenlenmiş bir gösteri.

cy

a

Listen To The Earth- Doğanın Sesini Dinle 65 dk. - ingilizce Büyüklere. İtalya, Grande Opera Listen To The Earth - Doğanın Sesini Dinle'nin konusu Ameri­ ka'nın yerli halkı ile ilgili öykü ve mitolojiler. Çağdaş şiir ve mü­ ziğin de yardımıyla, yerli halkın bugünkü yaşam şartlarına dair, eski ama modern öykülerdir anlatılan. Doğanın kalbinden ge­ len; ağaçların, göllerin, kurtların yarattığı öyküler, insan sesiyle değil de, kuma çizilen işaretlerle anlatılan öyküler.

Aladin's Miraculous Lamp- Aladdin'in Sihirli Lambası, 60 dk. - Lehçe - Küçüklere. Polonya, Teatr Baj 1001 Gece Masalarımdan uyarlanan oyun Polonyalı grup Te­ atr Baj'ın siyah tiyatro tekniklerini kullanarak gerçekleştirdiği bir yapım. Aktörlerin görünmediği oyunda izleyici 'bunraku' ti­ pi Japon kuklalarıyla tanışıyor.

pe

Sevdalı Bulut - The Melancholy Cloud, 65 dk. - Türkçe - Bü­ yüklere. Türkiye, İstanbul Gölge Oyuncuları Gölge perdesi üzerinde yaratılan 'ebru' ve diğer geleneksel Türk el ve boyama sanatlarının masal süresince üretilen mo­ dern örnekleriyle gölge perdesi üzerinde yaratılan masal diyarı canlanıp, bir anlamda oyunun dekorunu oluşturup, Nazım'ın metnine eşlik ediyor. Es War Zweimal - İki Varmış Bir Yokmuş, 55 dk. - Sözsüz - Bü­ yüklere. Avusturya, Karin Schafer Figurentheater Çaldığı enstrümanını bile göremeyecek kadar miyop bir piya­ nist; denizi kaybettiği halde okyanus dibinde çeşit çeşit balık ve daha birçok garip yaratık bulan bir dalgıç; gösteri yaptığı kaykayın etkisinden kurtulamayan bir genç kaykay ustası ve birçok tuhaf ama işinin ehli bireyler.

Aşıklar - The Minstrels, 45 dk. - Türkçe - Küçüklere ve Bü­ yüklere. Türkiye, Ankara Devlet Tiyatrosu (Mustafa Mutlu) Klasik üsluba olan yatkınlığıyla tanınan Mustafa Mutlu çalışma­ larını Ankara Devlet Tiyatrosu çatısı altında sürdürüyor. Uzun yıllardır Karagöz sanatıyla uğraşan Mutlu festivalimizde 'Aşık­ lar' oyununu sergileyecek. Benim Küçük Yıldızım - My Little Star, 70 dk.-Türkçe- Kü­ çüklere ve Büyüklere. Türkiye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu

Trnka Kısa Film Gösterimleri ve Söyleşi, Çek Cumhuriyeti, Konuk / Guest: Metin Deniz Birçoklarına göre Jiri Trnka gelmiş geçmiş en büyük kukla canlandırma sanatçı­ sıdır. Çek usta dünyanın en iyi canlandırma filmlerin­ den bazılarına imza atmış­ tır. Hala da yapıtlarıyla ilk kez karşılaşanları büyüle­ meye devam ediyor. 1966'da, ölümünden 4 yıl önce, Newsday onu sine­ ma sanatının ikinci Chaplin'i olarak tanımladı. Zira uzun bir süredir Disney egemenliğinde bulunan bir alanda yepyeni bir çığır aç­ mıştı Trnka.


TANITIM Marius von Mayenburg 1972 yılında Münih'te doğdu. Münih'te Eski Alman Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. 1994-1998 yılları arasında Berlin Sanat Yüksek Okulu'nda Dramatik Yazarlık eğiti­ mi aldı. Deutsches Theater'in Baracke adlı oluşumunda dramaturg olarak yer aldı. 1999'dan beri Berlin Schaubühne Tiyatrosunda dramaturg ve yazar olarak görev yapmaktadır. Mayenburg'a iki ödül kazandıran "Ateş Yüzlü" oyunu Münih'teki ilk sahnelemenin ardından Al­ manya'nın çeşitli şehirleri dışında, İngiltere, İtalya, Yuna­ nistan, Litvanya, Polonya, Frans, İspanya, Norveç, Porte­ kiz, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Avusturalya, Hollanda, Belçika, Finlandiya gibi dünyanın birçok ülkesinde sah­ nelenerek 1999/2000 tiyatro sezonunda yurt içi ve yurt­ dışında en çok sahnelenen Alman oyunlarından biri ol­ du. Oyunları: Haarmann, 1995 - Fraulein Danzer, 1996 - Ateş Yüzlü (Münih Kammerspiele 1998) - Monsterdaemmerung, 1997 - Psychopaten Parasiten (Deutsches Schauspiel Hamburg, 2000) Ödülleri: Kleist Özendirme Ödülü, Frankfurt/Oder, 1997 (Ateş Yüzlü) - Frankfurt Yazarlar Derneği Ödülü, 1998 (Ateş Yüzlü) - Yılın Genç Oyun Yazarı, Theater Heute, 1999

Ates Yüzlü

a

Ateş Yüzlü Yazan: Marius von Mayenburg Yöneten: Mehmet Atak Çeviren-Dramaturg: Sibel Arslan Yeşilay Sahne Tasarımı: Hüseyin Özinal Kostüm Tasarımı: Onur Uğurlu Işık Tasarımı: Mustafa Türkoğlu Efekt: Levent Akman Müzik: Murat Bavli Oyuncular: Ersan Uysal, Semah Tuğsel, Eray Kahya, Bennu Yıldırımlar, Erkan Sever, Ayça Telırmak, Eftal Gülbudak, Yasemin Gezgin, Ümran Inceoğlu, Mehmet Atak.

pe cy

Şehir Tiyatroları'nda Okuma Günleri Marius von Mayenburg oyun­ larında şiddet temasını ele alır, kahramanları insan doğrayan, öldüren, kundaklayan kişiler­ dir. "Benim için önemli olan oyun kişilerinin kendileriyle ça­ tışmaları, temel çatışmanın da bu çatışmadan çıkması önem­ li, yani dış etkilerin değil, içsel çelişkilerin çatışmaların ön planda olması önemli." Bu yüz­ den onun kahramanları kendi kendilerinin tutsağı olmuş in­ sanlar, isteseler de istemeseler de, öteki insanlara karşı ve so­ nunda da kendilerine karşı şid­ det kullanırlar. Çünkü başka bir çözüm yolu yok önlerinde.

Şiddet ve iç çatışmanın yanısıra kullandığı montaj tekniği ve soğuk, mesafeli dil, yazarın di­ ğer oyunlarında da göze çarpı­ yor. "Ateş Yüzlü"de aile odak noktasındadır. "Beni ilgilendi­ ren konuları en iyi aile çevre­ sinde anlatabiliyorum: İnsan karşısındakilerle arasına nasıl mesafe koyar, nasıl bütün

bağlarından kurtulur, ya da in­ san ne dereceye kadar top­ lumsal bir varlıktır."

Kurt, tüm tutkusu ateş olan, Heraklit okuyan ve evde bom­ ba imal eden bir gençtir, okul, kilise, atölye gibi toplumsal ku­ rumları kundaklar. Anne oğlu­ nun durumundan endişe eder, ama baba onu sakinleştirir. Korkulacak bir şey yoktur, er­ genlik bütün bu şiddeti açıkla­ maya yetmektedir. Anne-baba anlayışlı olmaya çalışırlar, ama hiçbir şey anlamazlar. Kurt kendi dünyasında yaşamakta­ dır. Benim dışımdaki herkes düşmandır, ilkesini benimser. Ayrıca hayat felsefesi her şeyin günün birinde ateşe dönüşece­ ği yönündedir. Bağlı olduğu tek kişi ablası Olga'dır. Ensest bir ilişkiye girdiği Olga'yı sevgi­ lisi Paul'den kıskanır. Baba Kurt'un da Paul gibi olmasını ister, çünkü Paul yetişkinler dünyasına uyum sağlamıştır. Bütün ailenin toplandığı masa­

nın başında bir yemek sahne­ siyle başlayan oyun iki karde­ şin anne-babalarını öldürmeleri ve Kurt'un intiharıyla sona erer. Mayenburg iki kardeşin bu hunharca yok etme dürtüsünü son derece sakin bir dille anla­ tıyor. Uç noktadaki çatışmaları yansıtırken iletişimin de tümüy­ le koptuğunu gösteriyor. Ya­ zar oyunu oluşturan 94 kısa sahneyi, hem çocukların hem de anne-babalarının farklı ba­ kış açısını yansıtacak şekilde yerleştirmiş. Bir istisna dışında monologlar Paul, Kurt ve Olga'nın. Ama suç nedir, sorusu­ na açık bir yanıt verilmiyor. Son derece anlayışlı, liberal bir aileye suçu yüklemek o kadar kolay değil, ama onları suçtan büsbütün arındırmak da. Bü­ tün suçu ergenliğe yüklemek de olmuyor. Oyunun kalitesi burada ortaya çıkıyor: Mayen­ burg yalnızca olan biteni gös­ teriyor, yargılamıyor. Bir öğret­

men edasıyla parmağını uzatıp ahkam kesmiyor. Mayenburg, „Ateş Yüzlü" de şiddeti, içeriği­ ne uygun bir biçimle ortaya koyuyor. „Ben soyut tiyatroyu sevmiyorum. Eğer insan bir oyun yazıyorsa , sadece tiyat­ royu düşünmelidir, kahraman­ larını açıklamaya, ya da çözüm sunmaya kalkışıldığı anda, se­ yirci izlediklerinden farklı şeyler düşünmeye başlar. Sunulan her çözüm onu oyundan uzak­ laştırır." Mayenburg "Ateş Yüzlü"deki kısacık sahneler, zaman -me­ kân atlamaları, kısa cümleler­ den oluşan nefes kesici bir tempoyla iyice soğutulmuş bir harareti, acımasızca ekonomik bir dil kullanarak yansıtır. Gençlerde şiddetin ortaya çıkı­ şını ele alan dışavurumcu, etki­ leyici, yürek burkan ve yarala­ yan sert bir metin 'Ateş Yüz­ lü.", yetişkinliğin eşiğindeki gençler hakkında ahlaki olma­ yan bir oyun.


TANITIM

18. GENÇLİK GÜNLERİ

cy

a

"Gençlik Günleri"nin amaçları arasında sa­ yılan, gençlere tiyatro sanatını diğer sanat dalları ile ilintisi içinde tanıtmak ve sevdir­ mek ana başlığı altında Gonca Sezer, İs­ met Değirmenci, Bahar Kocaman, Raziye Kubat, Can Maden, Hüseyin Özinal, Neri­ man Polat gibi sanatçıların karışık teknik, yağlıboya resimleri Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi fuayesinde sergilenecek. Sera­ mik sanatçısı Ayla Yüce Tuncer ise, sergi­ nin yanı sıra, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi ve Kadıköy Haldun Taner Sahnesi fuayelerinde "Sır / Mask / Şifre" başlığı al­ tında katılımcılar ile birlikte atölye çalışma­ sı yapacak.

pe

Resim sergisinde yapıtları bulunan sanat­ çılardan Can Maden, Neriman Polat, Gon­ ca Sezer Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi fuayesinde, Raziye Kubat Kadıköy Haldun Taner Sahnesi fuayesinde performansları­ nı sergileyeceklerdir. Performanslarda Can Maden değişik mal­ zemelerle spontane çalışırken; Gonca Se­ zer, tiyatromuzda halen kullanılmakta olan dekor, aksesuvar, eski oyunlara ait afiş ve bültenlerden yararlanarak sokak temasını işleyecek; Nerimah Polat koli, Ra­ ziye Kubat ise katılımcılara ak kağıt üze­ rinde resimler yaptırarak bir resim moza­ iği oluşturacak. Fatih Reşat Nuri Sahnesi fuayesinde Sedat Kaya Resim Sergisi ve Türk Temaşa Sanatı Sergisi etkinlik boyunca ziyaretçilerini bek­ leyecektir.

"Gençlik Günleri"nde Türk Sinemasının usta yönetmenlerinden seçilen filmler bu yıl, saat 11.00 seanslarında biri yabancı kı­ sa metraj, diğeri uzun metraj Türk filmi ol­ mak üzere gösterilecek. 13.30 seansları kısa metraj Türk filmleri ve belgesellere ayrılmış durumda. Bu yılki tema şiddet aşk ve iletişimsizlik olarak be­ lirlendi 1960'ların Türkiyesi'nden 2002'le-

re kadar yapılmış seçkin filmler kronolojik sırayla sunulacak. 60'ların Türkiye'si sendi­ kalar, grevler ve işçi dayanışmaları "Ka­ ranlıkta Uyananlar 1964", 68 kuşağının dünyayla uzlaşamayan, dünyayı değiştir­ meye kararlı üç arkadaşın öyküsü "Bekle Dedim Gölgeye", Kemal Tahir'in aynı adlı romanından beyaz perdeye aktarılan "Kurt Kanunu", usta kadın yönetmenleri­ mizden Bilge Olgaç'ın anısına "İpekçe", küçük bir apartman dairesinde bir kadın ve bir erkek ilişkisinin trajik öyküsü "40 Metrekare Almanya", usta yönetmen Zeki Ökten'den "Sürü", Yılmaz Güney'den "Duvar". Yabancısı oldukları büyük kentte yaşama savaşı verenlerin hikâyesi "Yusuf ile Kenan". Altı yıl tutuklu kaldıktan sonra geride bıraktığı hiçbir şeyi yerinde bula­ mayan ve yok edilmeye çalışılan bir kuşa­ ğın öyküsü "Bütün Kapılar Kapalıydı". 1970'lere bir bakış, işçi hareketleri, 12 Mart Muhtırası, çalkantılı bir dönemde bir köşkün "Zengin Mutfağı". Genç Sinema hareketinin başlangıcı sayılacak "Sinema­ tek" bir bakışın belgeseli "Genç Sinema", Cumartesi Anneleri üzerine "Boran", usta­ larımızdan Oğuz Aral - Tekin Aral'dan "Koca Yusuf ve Direklerarası'nda İşte Kar­ şınızda İsmail D ü m b ü l l ü " . Orhan Oğuz'dan Atıf Yılmaz'a beş ayrı kısa met­ raj Türk filmi "Yerçekimli Aşklar". Yakın dönem Türk sinemasından "Kaç Para Kaç" ve "Fasulye", Can Dündar'ın ve Mehmet Eryılmaz'ın yönettiği iki Nâzım belgeseli, Bergama halkı direnişiyle ilgili "Işık İnsanları", Nesin Vakfı üzerine bir belgesel "Aziz Nesin Belgeseli", seyirciyle ilk defa buluşacak olan "Dayım" ve "Geçidin Mahkûmları". İki ayrı sahnede dokuz günde toplam 16 uzun metraj Türk filmi, 24 kısa metraj yabancı film, 26 kısa metraj Türk filmi, 17 canlandırma sineması, 6 belgesel ve 5 or­ ta metraj Türk filmi izleyicisiyle buluşacak.


pe cy a


pe a

cy


TANITIM

Açık Tiyatro'dan İlk Oyun

YAŞA(YAMA)DIĞIMIZ AŞKLAR Duygu Atay "Olağan Mucizeler" oyununu izlerken ak­

pe cy a

lıma, yurtdışında bir işyerinde gördüğüm bir yazı geldi. Şöyle yazıyordu: "Bu işye­ rinde imkansızlar derhal gerçekleştirilir, mucizeler biraz zaman alır". Kubilay Tun­ çer ise oyununda 'mucizeler'i 'olağan' ha­ le getirerek bir adım daha atmış. Bu iki birbirine zıt sözcük, oyunun içeriği konu­ sunda seyirciye ipucu veriyor görünse de, değil. Tiyatro camiasında, oyun daha seyirciyle buluşmadan yaygınlaşan kanı, QB'nin mesleği dolasıyla 'Bir illüzyon gös­ terisi' olacağıydı. Karşımızda tam anla­ mıyla konusu aşk olan bir tiyatro yapıtı var oysa. İllüzyon gösterileri, neredeyse fonda kalmış. Oyuna 'show' gözlüğüyle bakarak gidenler, çok boyutlu bu aşk öy­ küsü karşısında, yaşayıp-yaşayamadıkları aşklarının muhasebesini de kendi içlerin­ de yapmak zorunda kalacaklar. Yönetmen Ahmet Mümtaz Taylan, "pa­ tolojik bir ruh hali" olarak tanımladığı aşk için şunları yazıyor oyunun tanıtım broşüründe:

Olağan Mucizeler Tiyatro: Açık Tiyatro Yazan: Kubilay Tunçer Yöneten: Ahmet Mümtaz Tayları Dekor Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Işık Tasarımı: Ersen Tunççekiç, Yakup Çartık Kostüm Tasarımı: Bahar Korçan Müzik: Mercan Dede Dramaturgi: Aylin Alıveren Oyuncular: Lale Mansur, Kubilay QB Tunçer

"insanlar en çok yaşa(yama)dıkları aşkla­ rın bir toplamı olmayı sürdürecekler. Aşk reddedilemez, iade edilemez ve devredi­ lemez bir mülk gibi! Bir kadının, bir erke­ ğin, kaçamak bir bakışın, kırık bir gülüm­ semenin, hesapsız bir suskunluğun tetiklediği aşk! Arsız ve pervasızca hayatınıza dalsa da, kuru bir 'Hoşçakal' ı çok göre­ rek çekip gitse de ve bu sonu gelmez gel-gitlere tahammül etmek budalalık gi­ bi görünse de, ille de ve inadına aşk!..". Yönetmenin yorumu, oyunun konusu hakkında başka kuşkuya yer vermeyecek kadar açık. Zaten oyun izlendiğinde de, yazarın çıkış noktasının 'aşk' olduğu belli

oluyor. Çıkış noktasının bu olup olma­ ması o kadar önemli değil elbette, eğer, sözkonusu oyun değil de başkası olsay­ dı. Ama yazara önce kafadan haksızlık etmemek için, her türlü 'oyun' kıstasına uyduğunu belli etmek gerek. Zekice yazılmış, özenli bir metin var kar­ şımızda. Diyaloglar, metnin içinde hiç bir yapaylığa yer vermeden gündelik konuş­ ma dili gibi görünüyor. Felsefi paradig­ malar, sanki her zaman herkesin konuş­ tuğu gibi çok rahat algılanıyor. Örneğin, gündelik konuşmalarımızda anlamını pek de düşünmeden kullandığımız, 'as­ lında' sözcüğüyle başladığımız tümcele­ rin, bir yalanın kamuflesi olduğu diyalog­ lar. Üstünde hiç düşünmediğimiz, -en azından benim- bir kavram. Mercan Dede'nin müziği hissedilen ama ön plana çıkmayan, oyunla inanılmaz bir bütünleşme gösteren bir müzik. Mistik, ama değil, altını çizen, ama değil, yumu­ şak, ama değil, hissedilir, ama değil, oyunu nedeni bilinmez bir şekilde kavrayan-bütünleyen değil, bir çalışma. Bence bu müziksiz bu oyun olmazdı. Oyun­ culuklara girmiyorum, çünkü bu Kubilay Tunçer'le, Lale Mansur'un oyunu, onlarla var ancak. Ali Cem Köroğlu'nun dekor tasarımı tam da bu oyunda olması gereken kadar, ne bir eksik, ne bir fazla. Az fazlası şaşaa olurdu ki, oyunun içeriği tehlikeye düşebilirdi. Yönetmen Ahmet Mümtaz Taylan sev­ miş oyunu, sevmiş ki "Karanlıkta asılı duran milyarlarca yağmur damlası gibi bizi izleyen aşk sözcüklerine göz kırp­ mak için" sahnelemiş. İyi de etmiş...


pe a

cy


İZLENİM

Duygu

Atay

BİRAZ DA BURSA..

27 Mart Dünya Tiyatro Günü nedeniyle, Bursa Turizm, Kültür ve Sanat Vakfı'nın nazik çağrısına uyarak üç günlüğüne bu şirin ken­ timize gittim. Üç gün boyunca da gerçekten dolu dolu tiyatro ya­ şadım. Vakıf, uzun bir süredir zaten yakın takibim altındaydı. Yap­ tıklarını sık sık görme olanağı buluyordum. Bu kez de yeni oyunla­ rını izledim, araya bir de Bursa Devlet Tiyatrosu oyunu sıkıştırarak.

ödül sahibi genç yetenek

pe

cy

a

Vakfın yetişkin ve çocuk oyunları var. "Kral'ın Diş Ağrısı" adlı ço­ cuk oyunu 150. gösterimde. Diğer çocuk oyunları "Tankinivi Ada­ sı" ve "Ormanda Bir Gün" de çocuk izleyicilere salonları doldurtuyor. Adalet Ağaoğlu'nun "Kozalar" oyunu, 27 Mart'ta ilk gösteri­ mini yaptı. Bulgar yazar R. Ppavelkich'in "Soytarılar" adlı oyunu var repertuvarda. Ertan Akman'ın yazdığı ve ortaya çıkışından bu güne tiyatronun serüveninin çeşitli oyunlardan örnekler verilerek anlatıldığı "Güzel Bir Gün" adlı kolaj da çok başarılı. Özellikle lise çağındaki çocuklar için son derece eğitsel ve görsel bir çalışma. Bu arada Vakfın bir de övüncü var. 2000 yılında Tunus'ta düzenle­ nen Uluslararası Çocuk Festivalinde, "En İyi Kadın Oyuncu" seçi­ len Özlem Gür, topluluğun kadrosunda. Genç yaşında böyle bir uluslarası ödül alan -çünkü seçici kurul da uluslarası- Özlem, Eski­ şehir Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu. Okulu bitirdikten sonra önce AST'ta çalışmış, sonra Kocaeli Bölge Tiyatrosu'na girmiş. Şimdi de Bursa'da ve çok memnun. Şunları anlatıyor uluslararası

"2000 yılında Tiyatro çalışmalarıma AST'ta başladım. Sezonun or­ tasında hocam Hasan Erkek'ten bir çağrı aldım. Kocaeli Bölge Tiyatrosu'nda kendisinin 'Yaşasın Barış' adlı çocuk oyunu oynananacaktı. Beni soytarı rolü için rica etti. Orada yaklaşık iki haftalık bir prova sürecinden sonra yolculuğumuz başladı. Tunus'ta Akdeniz Çocuk Oyunları festivaline; İtalya, Fransa, ispanya, Lübnan, Ceza­ yir, Fas, Tunus gibi ülkeler katılıyorlardı. O yıl ilk kez ödül verile­ cekti. En iyi kadın oyuncu ödülü bana layık görüldü. Bu ödülü oy­ nadığım soytarı rolü nötr olduğu halde bana kadın olduğum için verildi. Yoksa role hiç bir kadınlık yüklemedim. Bu arada 'Yaşasın Barış', en iyi oyun ve en iyi erkek oyuncu ödüllerini de aldı. Katı­ lan diğer guruplardan İspanya ve Fransa, muhteşem oyunlarla ka­ tıldılar aslında, ama sanırım bize bu ödüller duygulu oyunlarımı­ zın karşılığı olarak verildi. Onların görselliği, tekniği müthişti yok­ sa. Gerekçede bize oyunda çok da söz olmasına karşın, vücut dili­ mizi kullanarak Tunuslu çocuklarla çok iyi bir iletişim kurabildiği­ miz için ödülü verdiklerini söylediler." Jüri uluslarası mıydı? Evet. italya, İspanya, Fransa ve İngiliz üyelerden oluşuyordu. Ülkemizde ne yazık ki Çocuk Tiyatrosu ödülleri yok. Sen uluslarası bir festivalde, üstelik de Afrika'da çocuk oyunun­ da ödül alan ilk sanatçı oluyorsun böylece. Bu durum sana nasıl yansıdı? Çok kısa bir çalışma süresinin sonunda eğer böyle bir ödül ala bili­ yorsam dedim, çok daha fazla çalışarak çok daha iyi yerlere gele­ bileceğim. Bu amaçla da Bursa Kültür ve Sanat Vakfı Tiyatrosu'nu tercih ettim. Yani önce çalışmak, kendimi geliştirmek. Ünlü olma­ ya daha çok zamanım olduğunu düşünüyorum. Önüme on yıllık bir zaman dilimi koydum. Bu süre içinde tükenene kadar çalışaca­ ğım. Bursa'da olduğum için mutluyum. Ancak artık burada yapa­ cak bir işim kalmadığını ve tükendiğimi hissedersem başka bir kente gidebilirim. Kendini yeterli ve güvenli hissettiğin zaman ancak... Seni kutluyor, başarılar diyorum.

*** Bu arada gelmişken Bursa Devlet Tiyatrosu'na uğramamak ol­ mazdı. Yeni Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürü Mehmet Gökçer'le, özellikle Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu üstüne söyleştik: 29 Ocak 2001 itibariyle göreve başladım. Gerçekten burasının sa­ natsal olarak durumu iyi değildi. Repertuvardaki oyunlara baktı­ ğımda, yapılanların bir lise müsameresinin daha altında olduğunu fark ettim. Bu sanatsal çöküş beni çok üzdü. Buna bağlı olarak se­ yirci de yoktu. Oyunları tekrar tekrar izlerken, seyircileri gözlüyor-


dum. Bunların bir çoğu ücretsiz olarak dağ köylerinden gelenler, öğrenciler yani oyun izleme adabı olmayan bir kitle vardı. Ben nor­ mal bir seyirci olsam, bu şekilde oyun izleyenlerin arasına gelmem diye düşündüm. Mehmet Bey, bu nasıl mümkün olabiliyor? Benim bildiğim kadarıyla Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu Devlet Tiyatrosu'nun en eski birimlerinden, köklü bir yeri var tiyatro tari­ himizde. Nasıl gelmiş bu hale? Dediğiniz gibi bu tiyatro Ankara'dan sonra ilk bölgedir. 1972'de resmen açılmıştır. Ben 1975-80 arası, Ankara DT sanatçısı olarak buraya turneye çok geldim. Çok iyi bir seyircisi vardı. Ankara seyir­ cisinden ayırt edemiyorduk. "Nevcivan" oyunuyla buraya gelmiş­ tik, rahmetli Yalın Tolga'yla, dönüşte onu burada bıraktık, müdür olarak böyle de bir anım var. Bu açıdan, Bursa DT'nin bu hale geli­ şini hayret ve şaşkınlıkla karşıladım. Ücretli seyirci olarak oran % 13'lerdeydi. Tabii ki bu durumu düzeltmek, hemen bir düğmeye basarak olacak iş değildi. Repertuvar hazırlamak, oyunları provaya alıp bitirmek uzunca bir süre alıyor. Geçen sezon "Sevgili Doktor" adlı oyunu iki aylık bir çalışmadan sonra sahneye koydum. Oyun­ cuların arasında da müthiş bir kopukluk vardı. Onu da gidermek için kolları sıvamak bana düştü. Nisan 2001'de oyunun prömiyeri­ ni yaptık ve beğeniyle karşılandı. Bir seyirci patlaması da oldu.

Bu tiyatro çok köklü bir tiyatro. Umarım seyirci sayısındaki bu artışla DT'ler içinde layık olduğu yere ulaşır. Bursa çok göç alan bir kent olduğu için yerli halkın oranı neredey­ se % 5'lere inmiş durumda. Bu durum, yani göçmenlerin çokluğu otomatik olarak seyirci sayısını da düşürüyor. Bir de bilet fiyatları konusu var. Bursa 1. Bölge kapsamında olduğu için burada istan­ bul, Ankara fiyatları uygulanıyor. Bu açıdan bazı kesimlere pahalı geliyor. Nüfusun büyük bir bölümü alt gelir kısmından.

a

Kadro değişti mi yoksa?.. Hayır, kadro aynı kaldı. 24 sanatçımız vardı. Bunlara üç sanatçı daha katıldı. Şu anda toplam 10 erkek, 17 kadın sanatçımız var. Bursa DT için bu sayı yetersiz, özellikle erkek oyuncu açısından. Oyunlar daha çok erkek ağırlıklı olduğundan sıkıntı çekiyoruz. Bu sezonun oyunlarında tamamen elimdeki kadroyu kullandım. 5-6 altı oyunda birden çalışan arkadaşlar oldu bu yüzden. Bir sezon içinde bu kadar fazla oyunda çalışmanın da bu arkadaşlarımız için ne kadar yorucu olduğunu düşünebilirsiniz. Bu sezon yedi oyun çı­ kardık. Sezonu "Töre" ile açtık. Yazarı Turgut Özakman da bizim­ leydi ve oyunu izledikten sonra, "On altı yıldır oyun yazmıyorum, ama bu gösteriyi izledikten sonra yazmaya yeniden başlayabili­ rim" dedi ve bu bizi çok motive etti. "Kadın Oyunları" nı Ayşe Emel Mesçi sahneledi. Sonra "Bir Efes Masalı"nın Türkiye ilk gös­ terimini yaptık. Feyha Çelenk çok iyi çalıştı, ama Bursa seyircisi oyunu biraz yadırgadı. "Sevgili Doktor" geçen sezondan kalma. Kartal Tibet'in sahnelediği "Kırkından Sonra" büyük ilgiyle karşı­ landı. Oda Tiyatrosu'nda "Shirley Valentine" sahnelendi. Üç tane de çocuk oyunumuz var. Mart ayında seyirci sayımızda % 90'lara ulaştık.

cunun mutlaka ipek kostümle oynaması gerekmez. Ona ipek hava­ sı verecek bir kostüm de aynı görüntüyü verebilir.

pe cy

Anlıyorum. Gelir dağılımının çarpıklığı yüzünden. Bursa san­ ki zengin insanlarla dolu gibi gözüküyor. Ama görünüşte bu doluluk oranlarıyla siz seyirci sorununu da yavaş yavaş aşa­ caksınız. Bir de repertuvar konusunu soracaktım. Siz kendi­ niz mi belirliyorsunuz, yoksa Ankara'dan mı geliyor oyun­ lar? Göreve geldiğimden beri Ankara bana hiçbir müdahalede bulun­ madı. Sezon sonunda Ankara'da toplanıyor müdürler, orada ko­ nuşuluyor, istişare ediliyor doğallıkla. Ben repertuvarımı kendim yaptım.

Bu arada çocuk oyunlarına ilişkin bir şey soracağım. Hafta içi okul bağlantılı mı oynuyorsunuz, yoksa hafta sonları aile­ ler de getiriyorlar mı çocuklarını? Evet. Çarşamba-Pazar oynuyoruz. Çarşambaları okul bağlantılı. Başlarda hafta sonları zorlanıyorduk, ama artık yavaş yavaş aileler de duyarlık göstermeye başladı. Bursa'da bildiğim kadarıyla pek çok Tiyatro salonu var. Bur­ sa DT bu salonlarda da oynamayı düşünüyor mu? Sanmıyorum. Çünkü demin de söylediğim gibi bu kadar yetersiz personelle Ahmet Vefik Paşa ve Oda Tiyatrosu'na yetişiyoruz. Ben göreve geldiğimde 84 kişi olan personel sayısını 24'e indirdim. Ka­ liteyi korumak zorundayım. Dışarıdan hiç bir personel almadan kendi yağımızla kavrularak örnek bir tiyatro olma yolundayız ve ben kalitemizden de gurur duyuyorum. Devletin uyguladığı tasarruf tedbirleri mutlaka sizin tiyatro­ nuzda da hissedilmiştir. Sıkıntılarınız oldu mu? Aslında sanatta tasarruf olmamalı diye düşünüyorum ama, geç­ mişte çok gereksiz harcamalar yapıldığına da tanık oldum. Oyun­

Yerinden yönetim yani... Evet. Bu konuda hiçbir baskı yok. Durumdan çok hoşnudum. Geç­ miş dönemlerde biz sanatçı olarak da farkındaydık, yazarların bas­ kısı vardı. Bu hoş bir şey değil. Yazar bence oyunuyla, tekstiyle ko­ nuşur. Bir sanat yönetmeni de zaten tekste aşık olur. Biraz da Çocuk Tiyatrosu'ndan bahsedelim... Çocuk oyunları çok önemli. Ben çok oyun sahneledim, ama çocuk oyunu hiç sahnelemedim. Cesaret edemedim. Bu bir ihtisas işi. Oyunu sahnelerken çocuğun bakış açısını yakalamak önemli. Ço­ cuğun kendisi zaten önemli. Bacon pedagoji bilimini "Çocuğu in­ san haline getirmek" diye tanımlar. Tiyatro sevgisi kreşlerden baş­ layıp, okullarda da sürdürülürse en az 20-25 senede olgun bir ti­ yatro seyircisi ortaya çıkar. Beğenmediği oyunları da eleştirebilir. Ama çocukluğunda kötü bir oyun izlediğinde, yeterince donanımlı olmadığından tiyatroya küsebilir. Bu bağlamda Milli Eğitim ve Kül­ tür Bakanlıkları'nın işbirliği yaparak çocukları tiyatro izlemeye alış­ tırmaları gerekmektedir. Köklü ve kapsamlı çözümler, bireysel çır­ pınışlardan çok daha yararlı olacaktır. Bursa'da DT sanatçıları uzun yıllardan beri çocuk oyunlarında oynamıyormuş. Bu gelenek haline gelmiş. Ben bu olguyu kırmak için "Küçük Sakar Cadı" oyu­ numuzda önce kendime rol verdim. Bu durumda bütün roller sa­ natçılarımız tarafından paylaşıldı. Kalite de tabii derhal yükseldi. Bundan sonra da burada ben olduğum sürece bu böyle sürecek. Elinize sağlık, çok önemli bir konuda çok doğru bir karar vermişsiniz.


KIRK YILDA BİR Demirkanlı

Feridun Çetinkaya ve Kitap Tanıtım(!) Yazısı Üzerine "Coşkun Büktel 'Tiyatro Oligarşisi'ne Karşı" başlıklı yazı neden yayımlandı Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde? Bu soruyu birçok okur sordu. Dergi'nin kendisine ve yazarlarına olduğu kadar, Türk tiya­ trosunun önde gelen, saygın kimi isimlerine saldırganca hakarete yeltenen bu yazı neden yayımlandı? Yaklaşık iki yıldır yazılarıyla Dergi'ye katkıda bulunan Feridun Çetinkaya, telefon edip, Coşkun Büktel'in kitabı ile ilgili tanıtım yazısı yazmayı önerdiğinde, hemen kabul ettim. Yazı geldiğinde ise kitap tanıtımı değil, Coşkun Büktel portresi ardında, başta kurumsal olarak Dergi olmak üzere, hemen hemen yazar kadrosunun tamamı değişik biçim ve sözcüklerle aşağılanıyor, suçlanıyordu. Örneğin, "Kitap, dergi, gazete yayınlayan insanlara yakışmayan ilkel ve iğrenç davranışlara muhatap olmuştur." Bugüne kadar Coşkun Büktel'in herhangi bir yazısını yayımlamamış olduğumuz için ilkel ve iğrenç tanımlamasına biz de giriyorduk. Biraz daha aşağıda yayın organlarının isimleri sıralanırken birinci sırada Tiyatro... Tiyatro... zikredilip, editör isimlerinde Yılmaz Öğüt bile -bile çünkü, Yılmaz Bey sadece kitap yayıncılığı yapıyor- anılırken, bana bir ayrıcalık yapılıp ismim eklenmemiş listeye, sağ olsunlar.

a

Feridun Çetinkaya'nın kitap tanıtımı önerisinin ardından, söylediğinin dışında bir yazı göndermesi bile tek başına reddetmeyi haklı kılacakken, yayımlanmasının tercih edilmesinin iki nedeninden biri, yazı yayımlandıktan sonra üslubunu bir kere de yayımlanmış olarak görüp, kendini tekrar değerlendirme şansının olması, ikinci neden ise -haklı olmasa bile- sansürlenmiş gibi hissetmemesi kendini. Coşkun Büktel fenomeninden ne çekinen ne de onu ciddiye alan var bu dergi çevresinde. Coşkun Büktel'i değerlendirmek ise sizlere aittir, istediğiniz gibi değerlendirebilirsiniz, amma değerlendirme adı altında hakaretlerinize yer verilmiyor diye insanları "sansürcü", "iğrenç", "ilkel" olarak tanımladıktan sonra, aynı insanlarla aynı dergi sayfasını paylaşıp, hakaret ve küfretme hakkinizin olmasını düşünmeniz ise yadırgatıcı olmaktan çok, hayret verici bir oportünizm olsa gerek. Gelelim Yılmaz Öğüt'ün "ilkel ve iğrenç" davranışlarına. Coşkun Büktel Theope'nin yazımını bitirip, yayımlanmak üzere Boyut Yayınevi'ne geldiği sırada, benim Yılmaz Öğüt ile ticari ortaklığım devam ediyordu, yani Yayınevi'nin bir sorumlusu olarak birinci dereceden olayın içindeydim. Tiyatro kitapları dizisinin editörlüğünü Yılmaz Bey yürütüyordu, o güne kadar sadece Toplu Eserler ve Bütün Eserler adıyla bir yazarın birden fazla oyununu yayımlamayı tercih etmiş ve ilk kez Theope'de bu formattan sapmaya karar vermiş ve kitabı yayımlamayı kabul ettiğini bildirmişti Büktel'e. Konu tiraja geldiğinde, Büktel ilk basım olarak 5.000 basılmasını talep etmiş, kitabının çok satacağını savunmuştu. Buna karşın Yılmaz Öğüt, bugüne kadar 2.000'in üzerinde hiçbir oyun kitabı basılmadığını ve basılmasının da mümkün olmadığını, bittiği takdirde hiç beklemeden ikinci, üçüncü vs. baskıların yapılacağını söylediğinde, şu suçlama ile karşı karşıya kaldık: "Yayıncılar genellikle 2.000 basılacağını söyleyip daha fazla basar, kendimi korumak için 5.000'de ısrarcıyım." Türkçesi siz hırsızsınız diyordu Coşkun Büktel, tabii Theope basılmadı. Yıllar geçip, ben yayınevinden ayrıldıktan sonra Coşkun Büktel birkaç kez daha gelecekti Yılmaz Bey'e, yeni kitaplarının basılması için. Hırsıza(!) neden kitap yayımlatmaya niyetleniyor tekrar ve yayımlanmadığı için, yayımlamayanlar neden "ilkel ve iğrenç" oluyor, bilmiyorum.

pe cy

Mustafa

Bir başka örnek ise, Nesrin Kazankaya'nın istanbul Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü sırasında Coşkun Büktel'in dramaturg olarak İstanbul Devlet Tiyatrosu'na girmek istemesi, bu talep doğal, ancak doğal olmayan Kazankaya'nın kadro alımlarının Genel Müdürlükçe yapıldığını söylemesine rağmen, Büktel'in isteğinin olmaması onu biraz kızdırmış olmali ki, aynı dönemde "Kısasa Kısas"ın yönetmeni Kazankaya, yönettiği oyun nedeni ile yerden yere vuruluyor, Büktel tarafından. Muhtemelen, Büktel'in Devlet Tiyatrosu'na girememesi ile bir ilgisi yoktur. Ama gördüğüm, Feridun Çetinkaya'nın çizmeyi çok aştığı ve kendine yakışmayacak bir biçimde, bilgisiz olarak bilgiçlik tasladığı. Bunu somut olarak göstermenin en etkili ve en kısa yolu da gönderdiği yazıyı yayımlamaktı. Kısaca ilgili yazı yayımlandıktan ve piyasaya çıktıktan sonraki ilk günü de aktarmak istiyorum. Öğleye doğru telefon çaldı, Coşkun Büktel, Feridun Çetinkaya'nın yazısına itirazları olduğunu ve cevap hakkı doğduğunu iletti. Çetinkaya'nın yazısını ilk kez gördüğünü ve dehşetle telefona sarıldığını sanırsınız, oysa Çetinkaya yayımlanmadan önce Büktel'in yazıyı gördüğünü ifade etmişti. Bu "ilkel ve iğrenç" dergiye sızmak için bu kadar tezgah niye? Feridun Çetinkaya ve Coşkun Büktel yanıt haklarını kullanmak isterlerse, şunu bilmeliler ki başvuracak­ ları yer İstanbul Mahkemeleri'dir. Tekzip kararını getirirler ve yanıt hakları sayfalarımızda yer alır. Biz, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak, "ilkel ve iğrenç" olmaya devam ediyoruz.


TANITIM

DEVLET TİYATROLARI'NDA SEZON BİTERKEN Devlet Tiyatroları sezon sonunda atağa kalkarak çeşitli etkinlikler gerçekleştirdi ve gerçekleştirmeye devam ediyor.

27 Mart-27 Nisan tarihleri arasında adana'da gerçekleşen "IV. Devlet Tiyatroları Sabancı Uluslararası Tiyatro Festivalinde 4 yabancı, 6 özel ve 4 Devlet Tiyatroları oyunu olmak üzere toplam 14 oyun 30 temsil verdi.

cy

a

15-30 Nisan tarihleri arasında, Diyarba­ kır'da "Bizim Tiyatromuz, Bizim Sinema­ mız" sloganıyla gerçekleştirilen " 1 . Orhan Asena Tiyatro ve Sinema Festivali"nde 16 Türk filmi, 8 Türk tiyatro eseri Diyarbakır­ lılarla buluştu.

pe

Van'da 22 Nisan-25 Mayıs tarihleri ara­ sında gerçekleştirilen "Akdamar 1. Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali" Van Dev­ let Tiyatrosu'nun yanı sıra Erzurum ve Di­ yarbakır Devlet Tiyatroları'nın öncülüğün­ de gerçekleştiriliyor. Bu etkinliklerin yanı sıra istanbul ve Trab­ zon'da da iki buluşma gerçekleşecek.

İstanbul'da Türk-Yunan Oyunları Buluşması İstanbul' da 10 - 17 Mayıs tarihleri arasın­ da Devlet Tiyatroları Taksim Sahnesi' nde "Türk-Yunan Oyunları Buluşması" gerçek­ leşecektir. Devlet Tiyatroları Genel Mü­ dürlüğü ve İstanbul Filarmoni Derneği iş­ birliği ile yapılan olan buluşmaya Türk ve Yunan Kültür Bakanları istanbul' da biraraya gelerek destek verecekler ve TürkYunan dostluğu çerçevesinde uzun ömürlü bir sanatsal programın ilk adımla­ rı atılacaktır. Anadolu ve Yunanistan toprakları ilk çağ­ lardan bu yana birçok ortak, kültürel ve sanatsal değerleri örtüştüren zengin bir mirasa sahiptirler. Bu mirasın sanatsal yönlerini birlikte geliştirmek, gelecekte birlikte projeler üreterek uluslararası ba­

rış, dostluk temellerine katkı vermek bu ilk buluşmanın nihai hedefidir.

1 0 - 1 7 Mayıs tarihleri arasında istanbul' da gerçekleştirilecek "Türk-Yunan Oyunla­ rı Buluşması" na üç Yunan Tiyatrosu; Nâ­ zım Hikmet' in "Unutulan Adam", Aziz Nesin' in "Hadi Öldürsene Canikom" ve Tuncer Cücenoğlu' nun "Çıkmaz Sokak" adlı oyunlarıyla; Devlet Tiyatroları ise Yu­ nanlı Rejisör Stavros Doufexis'in sahnele­ diği Yakovos Kambenellis' in "Odisea Evi­ ne Dön" ile Antalya Devlet Tiyatrosu' nun sahneleyeceği Dimitri Psahas'ın "Yalancı Aranıyor" adlı oyunları ile katılacaktır. Bu ilk buluşmadan sonrakilere Türkiye ve Yu­ nanistan' in birer yıl ara ile ev sahipliği yapması ve uluslararası dostluk, sanatsalkültürel dayanışma platformu oluşturmak için Batı' da son zamanlarda önemsene­ rek denenen ve başarılı sonuçlar aldığı görülen ortak yapımlara yönelmesi düşü­ nülmektedir. Trabzon'da, Karadeniz'e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Buluşması 15-23 Mayıs tarihleri arasında Trab­ zon'da gerçekleştirilecek olan "III. Ulusla­ rarası Karadeniz'e Kıyısı Olan Ülkeler Ti­ yatro Buluşması"na Türkiye'yi temsilen Trabzon Devlet Tiyatrosu "Bahar Nokta­ sı" ile katılırken, diğer ülkeler ve oyunları şöyle: Kırım Tatar Milli Tiyatrosu "Mishor Kızı", Bulgaristan-National Theatre "Romeo ve Julyet", Ukrayna-Mono Theatre "Ben Bir Soytarıyım", Rusya-Moskova Ermolova Drama Tiyatrosu "Delilik", Gürcistan-Merab Kostava Drama Tiyatrosu "Kurban", Beyaz Rusya-Brest Drama & Music Theat­ re "Romeo ve Julyet", Moldova-Chişinau "Luceafarul" Cumhuriyet Tiyatrosu "Mascarade" ve Romanya-National University of Theatre and Film "Suikastçılar" ile fes­ tivale katılacaktır.


ÖKÜZ ALTINDA BUZAĞI

Sezona Veda

Seyirci

Bu arada Sezar'ın hakkını Sezar'a vermemek de olmaz. Geçen sayımızda İstanbul DT'nin, Memet Baydur anısına "Kamyon" u tekrar sahnelediğini, yakın zamanda kaldırılan "Günebakan Cam Kırıkla­ rını neden yeniden oynamadıklarını sormuştum. İstanbul DT Müdürü Sayın Osman Wöber dergiyi okuyanlardan, hem de sıkı okuyanlardan biri olduğunu kanıtladı. Mayıs ayında oyunun yeniden programa alındığını bildirdi. Elbette benim yazım üzerine değil. Duyarlılığından dolayı kocaman bir teşekkür benden.

cy

a

IBŞT'nin bu yıl 18 ncisi düzenlenen geleneksel "Çocuk Şenliği" programında yine oynanacak oyun­ larla ilgili yaş kısıtlamaları vardı. Hiç katılmadığımız bu kısıtlamalar, oyunları oynayacak guruplar ta­ rafından kendilerine iletilmiş. Yani onların bir seçimi ya da müdahelesi yokmuş. Böyle söylediler. Eh, peki o zaman... Gurupların önümüzdeki yıl daha dikkatli olacaklarını umalım. Afife Ödülleri'nin 6. da bu yıl yine görkemli bir törenle kutlandı. Bankacılar, tiyatroculara göre daha çoktu davette bana göre. Olabilir. Parayı veren düdüğü de çalacak sonuçta. Yalnız, ödül için her dalda belirlenmiş sanatçıların dışındaki tiyatrocular, pek gözükmüyordu ortalıkta. Merak etmiyorlar mı hangi arkadaşlarının ödül alacağını? Ya da kendileri için anlamlı olan bu gecede meydanı dizi ün­ lülerine bırakmayı onur mu sayıyorlar? Ortalarda olup, "Ben tiyatrocuyum, sonuçta bu ödülü alanlar benim meslektaşlarım, onlar bu yıl alıyorsa, ben de bir daha yıla!" demek geçmez mi içlerinden? Ne işi var Meltem Cumbul'un orada, 'Memoli'nin, diğer TV ünlülerinin? Ferhan Şensoy gurubuna bra­ vo! Tam kadro oradaydılar. Bol da tezahürat yaptılar, ödül adayı arkadaşlarına.

pe

Huzursuz

Ey sevgili okur... Bu sezon seninle hiç doğru dürüst buluşamadık. Sezonun ikinci yarısı nedense elim varmadı bir şeyler yazmaya. Tiyatrolara küstüm, oyunlara küstüm. Şu ülkede salt tiyatro yapmanın delilikle eşanlamlı tutulduğu halde, bir de bunun dergisini çıkarmanın, gazeteciliğini yapmanın nasıl yorumlanabileceğinin hesabını sana bırakıyorum. Derdimiz para değil elbet. Anlayışsızlık+sorumsuzluk+ilgisizlik. Pek çok tiyatrocunun dergimizin adını bile bilmediğini, biliyor numarası yaptığını keş­ fetmemiz. Dergide bir kaç sayı-bir kaç yıl değil- önce yazılan bir konu, bir sohbette yinelendiğinde ilk kez söyleniyormuş gibi duyulan şaşkınlık. Bütün bu rezillikler yıllardır yakındığımız şeyler. Alıştık artık bunlara, 'sindiremesek de' alıştık. Ama zaman yakınma zamanı değil. Bu halde, bu durumda, elde avuçta ne varsa, onunla götüreceğiz işimizi. Hem, istanbul dışında öyle güzel şeyler oluyor ki... 'Taşra'daki genç insanlar için bizim dergimiz hazine. Ne yapıp yapıp buluyorlar dergiyi bir yerlerden, üçbeş kişi birleşip okuyorlar, okutuyorlar, İstanbul'umuzdakilerin dublaj seansları aralarında, dizi çe­ kimleri sırasında vakit bulup okuyamadıkları dergimiz, okunuyor 'taşra'da.

İşte böyle sevgili okur! Bir sezon daha geldi, geçti... Sizler bu sezon benim zırvalarıma daha az kat­ landınız, kendinizi mutlu sayın. Aslında bu yıl tam anlamıyla, özellikle şu son iki ayda tam anlamıyla bir tiyatro patlaması yaşandı. Yazılacak çok şey vardı yani. Nedir, bunların çoğu, üç-beş heveslinin biraraya gelip kurdukları tiyatrolar, çıkardıkları oyunlar. Sakın küçümsediğimi sanmayın, tam tersi. Mutlaka sizlerin bir yerlerde yakalayıp, izlemeniz gereken oyunlar. Benim onları izleyip ya da izleyemeyip yazmamamın nedeni, şevklerini kırmamak. Bulup buluşturdukları, çatıp kotardıkları, binbir emekle ortaya çıkan oyunları, bu köşenin adeti olduğu üzere öküz altında buzağı arayarak eleştirip, daha ilk adımlarında tü kaka etmemek. Ha, ödenekli tiyatroların, sponsorlu ensesi kalın tiyatroların üstüne elbette gideceğim. Olanakları olup da kötü işler yapanlar, pençemden kurtulamazlar. Pençe de ne pençe haa!.. Sadece bu yazıları okuyan iyi niyetlileri yakalıyor. Okumayanlar zaten rahat. At­ larını oynatıyorlar bildikleri gibi...

Bu arada dergimize bir düzeltme geldi. Geçen sayımızda ilanını yayımladığımız "Genç Temaşa Sahnesi"nin "Otobüs" adlı oyununda çevirmen olarak yalnız Gülbeğen Altınok yazılmış olup, değerli oyun yazarımız Tuncer Cücenoğlu'nun adı unutulmuş, ayıp edilmiş tabii. Alahtan genç tiyatrocular olayı hemen fark etmişler. Biz de bu hata dolayısıyla adı geçen yazarımızın Bulgarca'dan çeviri yaptığını öğrenmiş olduk. Önemli Bulgar yazarları var aslında, birileri çevirse de okusak diye bekliy­ orduk. Belki bundan sonra bu mahrumiyet sona erer, MitosBoyut basar, biz de okuruz. Bu yıldan artakalmış pek çok oyun, yeni sezonda da perde açacağına göre, kaçırılmış fazla bir şey yok demektir. Önce ağız tadıyla şu İstanbul Tiyatro Festivalini, Kukla Festivalini izleyelim, size de sakın kaçırmayın diyeyim, ondan sonra tatile gidelim. Yeni sezonda da keyfim olur inşallah, yine bu köşede sizlerle olmayı sürdürürüm. O zamana kadar, ağzınızın tadıyla kalın sevimli okurlarım!


KİTAP

"TÜRKÇE'NİN SÜT DİŞLERİNİN ARDINDAN... Duygu Atay

MitosBoyut Yayınları, Tiyatro/Kültür dizisi'nden "Elveda Dünya Merhaba Kainat" adıyla Memet Baydur'un anısına bir kitap yayınladı. Dilimizin en önemli yazarlarından Baydur için, böyle bir anı kitabı her şeyden önce gelecek kuşaklara büyük ustayı tanıt­ mak için bir borçtu sanki. Her kitap tanıtım yazısında olduğu gibi yine Don Kişot'umuz Yılmaz Öğüt' e bir kocaman teşekkür!

a

pe

cy

Kitap adını Memet Baydur'un1979 yılında Paris'te yazdığı bir şiirin içindeki bir dizeden alıyor. "..."Elveda dünya, merhaba kainat" değil tabii/Merhaba dünya, merhaba kainat...". Usta yaşasaydı başlık ikinci dize olurdu. İroniye bakın ki, birinci dize, ölümü­ nün ardından kitabın adı oldu. Yazdığı 23 oyunla yazarlarımızın en velutları arasında yerini alan Baydur için Ayşegül Yüksel'in "Eleştirmen eskiten oyun yazarı" sözü, yaşa­ saydı, daha uzun süre geçerliliğini koruya­ caktı mutlaka. Kitabı hazırlayan Sevda Şener-Ayşegül Yüksel-Filiz Elmas yapıtları için "Memet Baydur'u tanımak, onu dinlemek, onunla söyleşmek ve onu hatırlamak için" hazırladık diyorlar ve ekliyorlar: " Ona "elve­ da" değil, "merhaba" demek istiyoruz". Şimdi ve "Merhaba" Memet Baydur, güzel insan!

***

Kitap bir önsöz ve dört bölümden oluşuyor. Ayrıca "içindekiler" sayfası ve oğlu Yunus'un babası için yaptığı bestenin notaları var. Ön­ söz, Sevda Şener-Ayşegül Yüksel-Filiz Elmas tarafından ortaklaşa yazılmış. 1. Bölüm "Tanıtım"a ayrılmış. Eşinin ve kitabı hazırlayanla­ rın yazıları dışında Jale Parla, Ongun Ona­ ran, Sevim Gözcü'nün Memet Baydur yazıla­ rı var. 2. Bölüm yazarla yapılan iki söyleşiden oluşuyor. 3. ve en uzun bölüm ise Memet Baydur'un kendi oyunlarıyla ilgili dergimize de yazdıklarından, Cumhuriyetteki köşesin­ de çıkanlardan, bir mektubundan , yayımlan­ mamış yazılarından ve şiirlerinden oluşmak­ ta. Son bölüm, hemen hepsi tiyatro insanla­ rından 14 yazarın usta hakkında yazdıklarını kapsıyor. Kitabın sonuna Memet Baydur'un Marsilya'da kendisinin sahnelediği "Kadın is­ tasyonu" adlı oyununun afişi de eklenmiş.

Bu kitapla tiyatro kitaplığımız bir de Memet Baydur derlemesi kazandı. Artık onu özle­ dikçe kitabını çıkaracağız kitaplığınızdan, orasından burasından okuyup, çeşitli za­ manlarda yaşantımızı yazdıklarıyla etkilemiş yazarımızla anı tazeleyeceğiz. Peki ya gö­ rüntüsü?.. Bakın Mine G. Kırıkkanat ne di­ yor bu konuda: " Yönetmen Buharalı, Memet Baydur'la be­ nim dostluğumu TRT için bir belgesel konu­ su yapmak istemişti. Memet'in isteği doğ­ rultusunda Gülhane Parkı ve Kızkulesi'nde yapıldı çekimler. TRT bu filmi göstermemek­ le kalmadı, büyük ihtimalle yok etti onu. Bu­ gün Memet Baydur'u yitiren Türkiye'nin, bu büyük yazarla ilgili tek bir film karesi yok. Ve Memet Baydur'a, Aşiyan mezarlığında bile yer bulunamadı. Yuh olsun...". Başka söze gerek var mı? Burası Türkiye. Türk olmak zor zenaat. işte bunun için da­ ha bir artıyor bu kitabın önemi. Düşünenle­ rin, hazırlayanların, basanların ellerine sağ­ lık!

Ne sevinmiştim Üstün Akmen'in "...Ve Perdeee..." kitabı Cumhuriyet Yayınları'ndan çıktığı zaman. Dergimizde tanıtımını da yap­ mıştım. Böyle bir, seçki mi, toplama mı de­ meli, kitap, tiyatro dünyamız için büyük bir eksiklikti. Bütün bir sezon boyunca gördü­ ğümüz, göremediğimiz, kaçırdığımız nere­ deyse bütün oyunlar, İstanbul dışından tur­ neye gelenler, hatta opera ve bale dahil ol­ mak üzere bir kitapta toplansa, istediğiniz zaman açıp baksanız, bir 'handbook', baş­ vuru kitabı olması, ne nimetti. Ertesi yıl, yani 2000/2001 sezonu için de ikincisinin çıkaca­ ğına ilişkin, açık söyleyeyim, hiç umudum yoktu. Yayıncıların tiyatro kitaplarına olan ilgisini(!) bildiğimden, nasıl yapsa da Üstün Akmen bunu basarsa diye düşünüyordum. Kitabı görünce uçtum sevinçten neredeyse. Bizim dergi gibi 'tarihe kayıt düşmekten' başka neredeyse başka şey düşünmeyen bir derginin çalışanı olarak, bir arşiv belgesi olan bu kitabı da tanıtmaktan kıvançlıyım. Broy Yayınevi tarafından yayımlanan "Üçün­ cü Zil" adlı kitap 220 sayfadan oluşuyor. Üs­ tün Akmen'in tanıtım yazısından sonra, 43 oyun eleştirisi var. Onları iki opera, bir dans ve bir de müzik gösterisi eleştirisi izliyor. Üstün Akmen bilinen üslubuyla çok kırıcı ol­ madan ama gördüğünü yazan, beğenmedi­ ğini açık yüreklilikle belirten bir eleştirmen. Bir tiyatro insanı olarak ve hele günümüzün maddi koşullarında, bir oyunun "...Veee Perdeee..." diyene kadar hangi süreçlerden geçtiğini, nasıl kotarıldığını çok iyi biliyor. Bu bilginin ışığında değerlendiriyor oyunları. Yani, çok beğenmediğine bile "Yine de siz gidin, görün" de diyebilecek kadar, verilen emeğe saygılı. Çok negatif eleştirilerle zaten az olan seyirciyle büsbütün azaltmamak için, 'ola ki siz beğenirsiniz oyunu' demeye getiriyor. Broy Yayınları'na cesareti için, Üstün Akmen'e çalışkanlığı için tebrikler! Bir arşivimiz daha oldu işte.


MEKTUP

Aslı Öngören İ.B.B.Şehir Tiyatroları Oyuncusu

yapacağım her eylemin (adaylığı reddet­ mekten, törene katılmaya kadar) "med­ yatik olma isteği" şeklinde algılanması tehlikesiydi.(!)

a

Ama bu tarz bir suskunluğun ve eylem­ sizliğin mümkün olamayacağını anlamak­ ta gecikmedim. Beni ilk arayışlarından başlayarak, bir iletişimsizlik yaşamaya başladık. Bu aramalar, hangi tiyatroda çalıştığımı, bağlı olduğum oyunculuk-casting ajansını (ki tercihim doğrultusunda yok!) onlar bir türlü öğrenemeden sürüp gitti. M.G.D.'nden arayan arkadaşlar, ör­ neğin, oyun görüntülerimi beta-cam ka­ set olarak(!) acilen istemekteydiler. Elim­ de olmadığını söylerek, onları bir ajans yerine, yıllardır oyuncusu olduğum i.B.Şe­ hir Belediyesi Tiyatroları'na yönlendirdi­ ğimde, bariz bir tedirginlik yaşadıklarını gözledim. Bu arada, oynadığım hangi oyun ile bu adaylığa değer görüldüğümü bile hâlâ öğrenememiştim ve elime he­ nüz davetiyesi de geçmemiş olan bu or­ ganizasyonu, aksatıyormuşum durumuna düşmekten, sıkıntı duymaya başlamıştım. Ama yine de, -beni gerçekten nazlı ya da tembel bir genç heveskar zannettiği açık olan- M.G.D. Başkanı bizzat arayıp, beni azarladığında bile soğukkanlılığımı yitirmedim. Yaşım, fiziğim, oyunculuğum, kimliğim ya da herhangi bir vasfım hak­ kında hiçbir somut bilgiye sahip olmadık­ ları ortada olduğu için, bu üslubu, şahsı­ ma bir saygısızlık olarak tanımlamak saf­ dillik olurdu. Bunun yerine, kendi bakış açımı sabırla açıklamaya çalıştım. Ancak suratıma kapanan telefonla silkinip, ken­ dime geldim.. Bunu haketmiştim! Sami­ miyetle söylüyorum! Çünkü baştan al­ mam gereken tavrı zamanında göster­ memekle bir ilkesizlik yapmış, sapla sa­ man arasında karıştırılmayı zaten kabul­ lenmiş gibi davranmıştım. Neyse ki daha da geç olmadan, Sayın Başkan tarafın­ dan, (sanırım istemeyerek, sadece kendi

pe

cy

Bir süre önce Magazin Gazeticileri Derneği'nin düzenlediği bir organizasyonda, ti­ yatro kategorisinde, "Umut Vaadeden Kadın Oyuncu" dalında aday olduğumu öğrendim. Şaşırmadım dersem yalan olur. Bir süre sonra Seçici Kurul'da, Ma­ gazin Gazetecileri Derneği'nin yönetim kurulu üyelerinin yanısıra, bazı büyük oyuncu- meslek derneklerinin başkanları­ nın da yer aldığını öğrendim. Eh, onlar beni tanımış, önermiş olabilirlerdi pekala! Doğrusu, 12 yılı aşan profesyonel oyun­ culuk geçmişime bakınca, yola yeni çıkan genç oyunculara daha yakıştığını düşün­ düğüm, böyle bir kategoride aday olmak biraz tuhaf geldi. Ama içinde umut taşı­ yan bir şeylere dahil olmak bile bir ayrıca­ lıktır kuşkusuz! Zaten artık, HERKESİN HERŞEY OLABİLDİĞİ ve HERŞEYİN MÜM­ KÜN OLDUĞU bir ülkede yaşıyoruz.

BİR UMUT(!)SUZ ADAYLIK ÖYKÜSÜ

Medyada geniş yer alacağı belli olan bu ödül töreninde, popüler müzik, televiz­ yon v.b. kategorilerin yanısıra, tiyatronun da yer almasını yararlı bulan ve ülkemizin yozlaşan, yoksullaşan kültür-sanat orta­ mında, genellikle medyatik olmaktan uzak, tiyatro sanatçılarının da gündeme gelmesinde bir hayır gören yaklaşımlar olabilir. Kanımca bu ayrı ve uzun bir tar­ tışma konusudur ve öyle sanıyorum ki, bu tarz oluşumların içinde yer alan sözkonusu meslek derneklerinin iyice düşü­ nüp, tartması gereken önemli bir sorum­ luluktur aynı zamanda, işte bütün bunla­ rı düşünmekle birlikte, önceleri susmak­ tan başka bir yol düşünmedim.Genel hafızasızlığımıza güvenim tamdı. Bunun be­ nim için de, unutulup gidecek, ironik bir anı olmasını beklemeye başladım. Bu ey­ lemsizliğimin iki ana nedeni vardı. Birinci­ si; özenle kendi işimi yapmaya, bunun için gereken zamandan ve emekten çala­ bilecek her türlü oyalanmaya karşı koy­ maya çabalayan bir varoluş içinde ol­ mamdı. İkinci neden ise; bu törenle ilgili

kişiliği, doğası ve alışkanlıkları gereği!) yerimi bilmek konusunda uyarılmış ol­ dum. Sonunda -bu umutsuz- adaylıktan çekildi­ ğimi bildirmek için aradığımda, çok yo­ ğun ve zorlu bir koşuşturmaca içinde ol­ dukları mazeretiyle, defalarca ve neza­ ketle özür dileyen M.G.D. Genel Sekreteri'nden, tiyatro dalında bu yıl ilk kez ödül verdiklerini öğrendim. Bana söyledikleri gibi, başından beri kendileriyle diyalog içinde olabilseydik belki de bunların hiçbi­ ri yaşanmayabilirdi! Elbette böyle büyük organizasyonların zorluklarını tahmin edi­ yor, bütün bunların stres nedeniyle yaşa­ nan bir haddini aşma olduğunu düşün­ mek istiyorum. Yine de bunun gibi, özel­ likle genç adaylar için, özendirici, yönlen­ dirici nitelik taşıması gereken, bu çaptaki kurum ve organizasyonlardan, daha iyi çalışılmış, yetkin, tutarlı, özenli bir yakla­ şım beklemekte de haksız olmadığımı bi­ liyorum.Umarım başta, "sanatçı olduğum için" benden özür dileyen Sayın Genel Sekreter olmak üzere, bu yazıyı okuyan herkes, benim örneğimden hareketle, pek çok tiyatro sanatçısının burnu büyük olduğunu düşünmek kolaycılığı yerine, en azından, ödüllere ve insan ilişkilerine farklı bir perspektiften baktıkları sonucu­ nu çıkarırlar. Son olarak şunu sormadan edemiyeceğim; her nekadar (ilkesel olarak) faturayı kendime çıkarsam da, haksız yere maruz kaldığım bu düzeysiz tavırda, yaşadığım üzüntü, kızgınlık ve zaman kaybında, başka kimler kendilerinde bir sorumluluk payı aramayı düşünürler acaba? Düşü­ nenler çıkar mı? Yoksa yaşanan o çok zorlu ve yoğun koşuşturmaca(l), pek çok değerin göz göre göre kirlenmesine se­ yirci kalmanın mazereti olmaya devam mı eder?


a cy pe

ÜSTÜN A K M E N

Tivatro eleştirmeni ve yazar Üstün Akmen'in elinizdeki bu kitabı gecen yıl yayımlanan ve 1 999 - 2000 sezonu tiyatro oyunlarının Eleştirilerini içeren »...Veee Perdeee..."nin devam, niteliğinde Bin bir uğraş sonucu sahneye taşınan, seyirci karşısına çıkan eserlere can veren sanatçılarımızın emeklerinin, gazete/dergi sayfalarında yitip gitmemesini amaçlayan Akmen, bir eserin iyi olması ya da kötü kotarılması bir yana, o eser eleştirilmeye hak kazanmışsa, unutulmaması gerektiğini savunurken yaratanların adlarına gelecekte kütüphanelerde, evlerdeki kitaplıklarda, hiç değilse sahaflarda rastlanmalıdır", demekte. Her kesimden okura kendini beğendirmek gibi bir kaygısının hıç olmadığını söyleyen Akmen, tiyatrolarda görev alan yazarından yönetmenine çevirmeninden dramaturguna, oyuncusundan ışıkcısına dekorcusuna da kendini sevimli göstermeyi hiç ama hic düşünmediğini, anlattıktan sonra: "Aralarında kendilerini eleştirdiğim halde teşekkür edenler de oldu sövenler de Bazen üzüldüm, kimi zaman da aldırmadım" diyor. 2000 / 2001 sezonunda izleyebildikleri arasından, yazabildiği ve Haftalık Nokta Dergisi'ndeki sayfalarında yayınladığı tiyatro eleştirileri ve değerlendirmelerini topluca bulacağınız bu kitabın, tiyatro tutkunlar, için ileride bir kaynak oluşturacağına inanıyor; yazarımızın dileğine katılarak yayınevi olarak biz de tüm tiyatro sanatçılarına ve emekçilerine sesleniyoruz:

"ÜÇÜNCÜ ZİLİNİZ HİÇ SUSMASIN..."


ELEŞTİRİ

"...SEYREDENLER KOMEDYAMI ANLADILAR MI, İÇİMDEN OYNAMAK GELMİYOR!"

pe

cy a

Pınar Şenel "Tiyatrodan daha büyük aldatmaca, da­ ha büyük sapkınlık yok. Sezar, Napoleon, Churchill hepsi sahneye çıkıyor. Siz de göreceksiniz ya, aslında bu oyuna tragedya demek daha doğru olur. Ko­ medyamın sonunda mutlak karanlık ge­ rekiyor. Yüzyılda bir gelecek bir başya­ pıt! Ben bir deha olmak istemiştim. Oysa karşımda iyi bir insan var. Ama hiçbir şey iyi bir insan kadar tehlikeli değildir. Fela­ ket kapıya geldiğinde, eğer doğru düşünebiliyorsak kendimizi öldürmeliyiz. Bu­ rada her sözcük tozu ayağa kaldırıyor. Aşk sahnelerinin hepsini atabiliriz. Aslın­ da hepsi de önemli. Fantezimiz esin kay­ nağımızdır. Her an doğru olarak hareke­ te geçirilmelidir. Ama sonuçta hiçbir şey çıkmaz. Belki de komedyam hiç iyi değil­ dir... Bir çeşit Dünya Tiyatrosu. Topu to­ pu beş dakika sürecek bir karanlık. Eğer dürüst olsaydık, kendimizi öldürmekten başka bir şey yapamazdık. Garip, seyre­ denler komedyamı anladılar mı, içimden oynamak gelmiyor. "

Tiyatrocu

Tiyatro: Oyunlar Tiyatrosu Yazan: Thomas Bernhard Çeviren: Özdemir Nutku Yöneten: Üveys Akıncı Sahne Tasarımı: Üveys Akıncı Kostüm-Aksesuvar Tasarımı: Bütün Grup Işık Tasarımı: Yavuz Pekman Efekt-Müzik Tasarım Tasarımı: Tarkan Çeper-Üveys Akıncı Dramaturg!: Raci Dönmez Oyuncular: Tarkan Çeper, ismail Karagöz, Serhat Kurtay, Nilay Çıtlak, Aurelie Tourniaire Sahne Amiri: Memet Dindaroğlu

Yukarıdaki pasaj, Tiyatrocu oyun metni­ nin satırları arasından sıra dizinsiz yaptı­ ğım bir seçki. Avusturyalı yazar Thomas Bernhard'ın Bruscon'unun bence bir özeti. T.Bernhard'ın tüm yapıtlarına bir ölçüde otobiyografik olarak bakılıyor. Çocukluğu ve ilk gençliği nazizm karanlı­ ğında, sefalet, hastalık ve şiddet içinde geçmiş. 1989'da mutsuz hayatına veda ederken bıraktığı vasiyeti de ilginç: Ha­ yattayken oynanmasına ve yayınlanması­ na izin verdiği yapıtlar dışında, Avustur­ ya'da yetmişyıl süreyle hiçbir oyununun sahnelenmesine, hiçbir kitabının yayın­

lanmasına izin vermemiş. Bu süre 2059'da doluyor! Derin mutsuzluk, Tiyatrocu metninin kahramanı Bruscon'da bire bir aşikar. Oyun, bir zamanlar devlet sanatçısı olan ya da olduğunu söyleyen, daha sonra kendi kurduğu ve yalnızca ailesinin çalış­ tığı gezici tiyatro topluluğuyla köy köy dolaşan Bruscon'un kıyıcı dünyasını anla­ tıyor. Klâsik anlamda giderek artan gerilimi, belli bir noktadan sonra çözülmeye baş­ layan çatışma noktası olmayan bir oyun Tiyatrocu. Dramatik olma özelliğini, her seferinde güçlenerek kendini tekrarlayan ironi sağlıyor, ironinin kaynağında öfke var. Bruscon'un öfkesi anlayışsızlığa, du­ yarsızlığa, kabalığa, ahmaklığa, faşiz­ me... karşı. Ki bu da her şey demektir biraz. Öte yandan kendisi de anlayışsız, kaba ve faşizandır. Bu, çocuklarını ahmaklaştırmış, karısını duyarsızlaştırmıştır. Ölemediği için mutsuz olan, ölmeyi becerememenin bunaltısını manevi intiharlar ve cinayetlerle dindirenlerdendir Bruscon. En dipte olmakla gerçekleştirilebilir bir mutlak ego bilinciyle... Kendisini Goethe'nin, Pirandello'nun hizasında görmek isteyen bu düşmüş oyuncunun yıllardır sahnelediği gözbebeği oyunu "Tarihin Kaderfni hemen her turnede neredeyse perde'ler ölçüsünde budaması, tek keli­ meyle hazindir. Tiyatrocu'yu Oyunlar Tiyatrosu sahneli­ yor İstanbul'da, Üveys Akıncı yönetimin­ de. Metni okuduktan sonra / oyunu izle-


meden önce, kimseye nefes aldırtmazken, "yaşatmak"tan bahseden; herkese düşman­ ken aynı anda kendi içini oyan; varoluşun mutsuzluğu­ nu inleyerek dışavuran Bruscon kadar, oğlu-kızı-karısının ve hancının da nasıl yorum­ lanmış olduğunu merak edi­ yorum. Çünkü Bruscon'un "maiyetindekiler" neredeyse hiç konuşmama sınırında du­ ruyor. Sözsüz oyunun yükü var sırtlarında.

pe

cy

a

I

Oyunlar Tiyatrosu bu zor oyunun altından kalkmayı başarmış. Üveys Akıncı'nın güzel buluşlarıyla birlikte mü­ tevazı da sayılabilecek reji an­ layışı, T.Bernhard'la ve fikirle­ rini adadığı Bruscon'uyla do­ laysız bir ilişiki kurmamızı sağlıyor. Her şeyden önce metnin değerlerini öne çıkar­ mayı tercih ettiği anlaşılan yönetmenin bu tavrı, sadelik kazandırmış yapıma. "Gör­ kemli gösteri!" olmayanın başarısız addedildiği, durulu­ ğun küçümsendiği tiyatro an­ layışları karşısında, bu tavrın değerli bir yeri olduğunu dü­ şünüyorum. Oyun boyunca Bruscon'un kahrını -yeni tanışıkları içinen çok çeken Hancı rolünde­ ki İsmail Karagöz'ün rolünü kişileştirme biçimi oldukça başarılı. Bütün çağların en büyük oyuncusu gibi olmayı mükemmelen başaran bir yarı-deli ile küçük bir köy Hancı'sının karşılaşmasından an­ cak böyle bir komedi doğabi­ lirdi. Oğul rolünde Serhat Kurtay ve kız rolünde Nilay Çıtak, baskı altında kalmış, kişilikleri iğdiş edilmiş insan profilini çizmede tatmin edi­ ciler. Eşi Agathe rolünde Aureli Tourniaire ilk sahne de­ neyiminde, heyecanını yen­ meyi başarmış. Bruscon ro­ lündeki Tarkan Çeper ise du­ yarlılığın sövgüye dönmüş di­ lini konuşan bu grotesk ka­ rakteri, amatör oyunculuk performansının ötesinde yo­ rumluyor.


ANISINA

ERSAN BARKIN'IN YAŞAMINDAKİ IŞIKLAR NEREYE KAÇTI? (25 Mart günü ani bir rahatsızlık sonucu yitirdiğimiz, istanbul Şehir Tiyatroları'nın kırk yıllık oyuncusu Ersan BARKIN'ın anı­ sına...)

pe cy

a

Dün gece bir düş gördüm. Gemsiz, eğersiz ve üzengisiz siyah atlarının üzerinde iki çalgıcı, hızla önümden geçti. Tel yeri­ ne saç gerili kemanlarını, demirden yay­ larla gıcırdatarak çalıyorlardı. Ersan BAR­ KIN ile birlikteydik. Yolların kenarında, köpük gibi yosunlu ince çiçekler bitiyor, rüzgâr esmiyor, hava ellerimize ve saçla­ rımıza tüylerle dokunur gibi oluyordu.

Yeşillikler altında birlikte yürüyen ayakla­ rımızı gölgeler okşarken, uzaklardan bir çocuk sesi bize doğru geliyor ve bu ses tüm sonsuzluğu dolduruyordu. "Bir za­ manlar çevremde görünen bütün olgu­ lar; çayırlar, ormanlar, dereler, toprak sanki gökten inme bir aydınlık içinde, bir düş serinliği ve aydınlığında süslü görü­ nürdü. Eskiden gördüğümü artık göre­ miyorum yahu", dedi. Anladım. Nergisler, kıvılcım saçan sayısız yıldız gi­ bi, sonsuz bir yol halinde kıyı boyunca uzanıyordu. Geçen ağustos ayında, Sarıpınar-1914 oyununu seyrettikten sonra:

"Ersan BARKIN, Mutasarrıf rolünün ge­ rektirdiği mizahi yapılı oyuncu kimliğine, bilgiye dayalı mizahi anlatımıyla öylesine ciddi katkıda bulunuyor ki şaşarsınız", di­ ye yazdığımı (NOKTA - 31 Ağustos 2001 / Sayı 1016) anımsattı. "O günler­ de pek birbirimizi tanımıyorduk, sadece selâmlaşırdık., övgün hatır için değildi, değil mi", diye sordu. "Cık", dedim ve ekledim: "Unutmuşsun: 'Oyunculuğu­ nun komedi unsuruna olan etkisini bütü­ nüyle planlıyor, kendi bölümlerinde oyu­ nu kontrolü altına alıyor'" da demiştim", dedim. Güldü, dalgın baktı. "Günyüz (Demirhan) Bey'i de alıp, şuradan iki adım uzaklıktaki Divan Oteli'nin barında bir bira içemedik. Olmadı", diye hayıflan­ dı. Yürüyorduk. Bir ara durduk. Gözlerimin içine baktı. "Burada kuşlar şen şakrak ötüşürlerken ve kuzular sessizce birbirlerinin üzerin­ den sıçraşırlarken, özel acılı bir düşünce buluyor beni", dedi. "Rüzgârlar Harbiye'den Ayaspaşa'ya şöööyle bir dolaştık­ tan sonra burnuma varıyor her gece ve de kutsal varlıkların birbirlerine yolladık­ ları çığırışları duyuyorum", diye soluklan­ dı. "Bütün bu gördüğün sayısız ağaçlar arasında her an aynı güzellik", tümcesini de ekledi. Dün gece beraberdik. Ağaçlar arasındaydık. Ormandaydık, "iyi bak, ne görüyorsun", diye sordu. Sadece bir ağaç görebiliyordum ve fazla geniş olmayan bir çayırda yürüyorduk. Bu ağaç bana artık var olmayan bir varlığı anımsatır gibi geldi. Derken, yüreğim aniden onun ağzından konuşmaz mı? Düş bu ya, konuştu. Dedi ki: " Yaşamın ışıkları nereye kaçtı? Nerede Rutkay AZİZ ile ' M e m l e k e t i m d e n insan Man­ zaralarını çalışırkenki umutlarım? Parlak­ lık ve düş nerede? Söylesene nerede?" Yanıtlamadım. Onu alkışlayarak uğurladım. Uyandım.


pe cy a


a

cy

pe


pe cy a


a

pe cy


pe cy a


pe cy a


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.