2002_125_11039

Page 1


cy

pe a


Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri

Katkıda Bulunanlar:

Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.

Müdürü: Mustafa Demirkanlı

Ulvi Alacakaptan, Atilla Gürçay,

ve San. Ltd. Şti.: Muradiye

Yayın Kurulu:

Dikmen Gürün, Nihal Kuyumcu,

Deresi Sok. No:47/6

Tel: (0212) 210 O 110 Fax:(0212)222 27 10

Abonelik İçin: Abonet

Üstün Akmen, Orhan Alkaya,

Ilgın Sönmez, Osman Tekinalp.

Beşiktaş - istanbul

Mustafa Demirkanlı,

Kapak Tasarımı: Genco Demirer

Telefon: (0212) 259 21 24

Ahmet Levendoğlu,

Hukuk Danışmanı:

Fax: (0212) 259 34 98

e-posta: abonet@abonet.net

Ali Taygun.

Av. Levent Aral, Av. Arzu Bulut

e-posta: tiyatroyap@e-kolay.net

Abonet'den tek sayı için bile

Ankara Temsilcisi: Yalçın

Teknik Müdür: Erkut Arıburnu

P. Çeki: Tiyatro Yapım 655 248

abone olabilirsiniz.

Günaydın

Film Çıkış: Çağdaş Grafik

Banka Hesap No: T. iş Bankası,

Yurtdışı Abone: 100 EURO

Yayın Koordinatörü: Duygu Atay Baskı: Mart Matbaası

Cihangir Şb. 197 245

ANISINA: Melih Cevdet Anday /S. 4 EDİTÖRDEN /S. 5 HABERLER: /S. 6 KUTLAMA: izmit Şehir Tiyatrosu 5 Yaşında Duygu Atay/S. 9

cy a

FOTOĞRAFLARIN DİLİ: izmit Şehir Tiyatrosu/S. 12

ELEŞTİRİ: Nice Yıldönümlerine/"Üç Kuruşluk Opera" Dikmen Gürün / S. 16 ELEŞTİRİ: Sırça Kümes Üstün Akmen /S. 20 TANITIM: Bir Çöküşün Güldürüsü /S. 23

ELEŞTİRİ: Bir Adam Batırmak Ulvi Alacakaptan /S. 24

pe

ELEŞTİRİ: Kral Lear Ilgın Sönmez/S. 26

SORUŞTURMA: Siyasi Erk-Sanat İlişkisi Nerede Durmalı?/S. 28 ELEŞTİRİ: Ölümüne Suçlu Ilgın Sönmez/S. 32

HUZURSUZ SEYİRCİ: Sakın Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Okumayın, Abone Olmayın/S. 35 GÖRÜŞ: Gençlerin Şehir Tiyatroları'na Bühtanı Var Ali Taygun/S. 36 SÖYLEŞİ: 40. Yılında AST'ta Neler Oluyor?/Rutkay Aziz Mustafa Demirkanlı/S. 39 ELEŞTİRİ: Kanlı Nigâr Üstün Akmen / S. 42 ELEŞTİRİ: Bir Varmış Hiç Yokmuş Nihal Kuyumcu/S. 44 TANITIM: Deli Emine. Atillâ Gürçay/S. 46 SÖYLEŞİ: "Değişimi Çocukta Yakalamalıyız"/Turgut Denizer Osman Tekinalp /S. 48 SORUŞTURMA: Perihan Mağden'e Tepkiler/S. 50 KİTAP TANITIMI: Gökten elmalar Düşüyor Duygu Atay S. 52 BU AY PERDE DİYEN OYUNLAR:/S. 54 3


pe

cy

a

ANISINA.

'Ölümsüzlüğün ardından"


EDİTÖRDEN

Orhan Alkaya

G'de gide dibi mi bulduk nedir, tuhaf bir tiyatro sezonu yaşıyoruz ve bir süre daha bu tuhaflıklar dizisi süreceğe benziyor. Memleketin yegâne tiyatro dergisi olarak bizim bir türlü beceremediğimiz işi, tiyatro sanatını ülke gündeminde ön sıralara taşıma işini yani, birbuçuk gündelikçi köşe yazıcısı ne de kolay hallediverdi, şaşılası bir hâl! Kendi yarattığı canavarlar tarafından habire kemirilip duran son dönem Türk medyası, ansızın tiyatro sanatının ehemmiyetini idrak etti! Çok şükür bugünleri de gördük, ölsek gam yemeyiz gayrı mı diyeceğiz şimdi? Hayır efendim, elbette böyle bir şey yapmayacağız. Biz işimize bakacağız, bu ehliyetsiz gündelikçi konuşkanların arasında, adab erkân dairesi içinde mesleki sorumluluklarımızı yerine getirmeyi sürdüreceğiz. Umuyoruz ki gün, "lectual"ını umumi helada unutmuş bu güruhtan yana evrilmeyecektir. Hafifliğin bu dayanılmaz ağırlığı uzun sürmeyecektir, umuyoruz ve ayakların baş olmaya niyet ettiği bu tuhaf sezona, kapaktan cevap veriyoruz: Şahane kariyerini "Sırça Kümes" piyesiyle sürdüren Yıldız Hanım, bizim cevabımızdır. Önümüzdeki sayıdan başlayarak, ülke tiyatrosunun başlıca ağırlığını oluşturan "ödenekli" kamu

a

tiyatrolarını tartışma gündemimize alacağız. Siyasal erk ile sanat / sanatçı arasındaki ilişi / ilişkisizliği tartışmaya başlamıştık, bu sayımızda da sürdürüyoruz. Eksantrik iddialarıyla yeni Kültür

cy

Bakanı'nın sürece katkılarını da, bu sayımızdan başlayarak tartışma gündemimize aldık. Dipten yukarıya doğru güçle çıkabilmek için hayli ilginç bir enerji sahası var aslında, sevgili okur.

Geçen sayımızın Editoryal yazısını yazan Mustafa Demirkanlı, uzun yıllara dayanan kader ve fikir

arkadaşlığımızın güveniyle, bir Yayın Kurulu toplantısının içeriğini, "fazlasıyla samimi" bir üslûpla

pe

"fâş etmiş".

Evet, ben tıpkı Cücenoğlu olayında olduğu gibi, Dilligil olayında da, durulması gereken yerde fren

yapmamız gerektiğini savundum. Yayın Kurulu'muzda tek kaldım ve ikna olmaksızın çoğunluğun kararına itirazımı radikalleştirmedim.

Tıpkı Ali Taygun'un bu sayımızda yer alan yazısına (Gençlerin Şehir Tiyatrolarına Bühtanı Var) itirazımı radikalleştirmediğim gibi. Ali, bana sorarsanız, yazısını ilkin söz konusu internet sitesine göndermeliydi. Bu bir yana, kariyerlerinin henüz başındaki genç tiyatro sanatçılarına ilişkin, besbelli Şehir Tiyatrosu Yönetim Kurulu sınırları içerisinde kalması gereken görüşlerini, böylesine kırıcı bir üslûpla "fâş etmemeliydi". Bu da Yayın Kurulu'muzda tartışıldı, yalnız kaldım, karşı görüşümü belirtmek kaydıyla gündemin diğer maddelerine geçip devam ettik. Bizim dar alanda hacimli tartışmalara sahne olan Yayın Kurulu'muz, bu sayıdan başlayarak, Üstün Akmen'le zenginleşti. Keşke Nilüfer Kuyaş ve en önemlimiz Yılmaz Öğüt de geri dönse. İnsanlığın sınırlı ama gelişkin birikimi de, faşizmin kitle ruhundan sıyrılıp değerler ve idealler evini koruyacaktır elbette. Buna inanıyoruz ve ideallerimizi paylaştığımız yol arkadaşlarımıza bir kez daha, sizi bekliyoruz, diyoruz. Sizi de sevgili okur... 5


Haberler..

Doğu İsviçre Alevi Kültür Merkezi şair Nâzım Hikmet'i konu alan bir etkinlik düzenliyor. Ti­ yatro, belgesel film gösterisi, halkoyunları ve müzik resitalinin yer alacağı etkinlik 7 Aralık'ta yapılıyor. İstanbul'dan İzler Sahnesi'nin davet edildiği şenlikte topluluk Mehmet Esatoğlu'nun yazıp yönettiği "Nâzım Ormanında Gündüz Gece" adlı oyunu sergiliyor. Şair Nâzım Hikmet'in yaşamının değişik evrelerini ve yapıtlarını an­ latan oyunda Gülay Deniz Yılmaz, Beyhan Arbay ve Ebru Aktel rol alıyor. Etkinlikte Nâzım Hikmet'i konu alan belgesel film gösterisi de yapılacak. Belgesel sinemacı Mehmet Eryılmaz'ın hazırladığı "Nâzım Hik­ met Şarkıları" belgeseli Nâzım Hikmet'i ve onun yapıtlarından etkilenerek eserler üret­ miş sanatçıları konu alıyor.

"Ahmet Arif, Bir Şehir, Bir Şair" Engellere Takıldı

Etkinliğin sahne gösterilerinden birini de ' Nâzım'ın Sesine Sesimizi Verdik" adlı şiir gös­ terisiyle isviçre'de 4 yıldan bu yana oyunlar sahneleyen Canlar Sahnesi yapacak.

"Ahmed Arif, Bir Şehir Bir Şair" adlı oyu­ nun Siverek'te bürokratik engellere takıl­ ması nedeniyle sahnelenememesinin ar­ dından, Viranşehir'de de yasaklandı. Oyunun yasaklanmasına gerekçe olarak da, Rast Tiyatrosu oyuncularının Hollan­ da vatandaşı olması ve bağlı bulundukla­ rı konsolosluktan izin almamaları göste­ rildi. İlçe Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü tarafından sunulan tebligatta, yabancı uyruklu kişi­ lerin ülkede çalışmasının izne tabi oldu­ ğ u , Türkiye'de faaliyet göstermeleri için gerekli iznin daha önceden bağlı bulun­ dukları konsolosluktan almaları gerektiği bildirildi. Oysa, Siverek ve Viranşehir'de engellenen o y u n , 20 Kasım'da Şanlıur­ fa'da, daha önceki günlerde ise Ankara, istanbul, İzmir, Antalya ve Adana'da gös­ terime girmişti.

pe

Halk oyunları ve halk türküleri korosunun sahne alacağı etkinlikte halk müziği sanatçısı Necla Saygılı'da türküler seslendirecek.

7 Aralık 2002 de Arbon Gemeindesaal Steinach'da gerçekleşecek etkinliğin başlama sa­ ati: 17.00.

Hayaliler ve Kukla Ustaları Bursa'da Buluşacak

Türkiye ve dünyada "hayali" olarak ad­ landırılan gölge oyunu ustaları ile kukla sanatçılarını bir araya getiren ve bu dal­ da en önemli sanat etkinlikleri arasında yer alan Uluslararası Karagöz Gölge ve Kukla Oyunları Festivali'nin 8'incisi 1 0 - 1 4 Aralık arasında Bursa'da yapıla­ cak. Bursa K ü l t ü r S a n a t v e T u r i z m V a k f ı (BKSTV) ve Birleşmiş Milletler Uluslarara­ sı Kukla ve Gölge Oyunu Birliği (UNIMA) Türkiye Milli Merkezi Bursa Şubesi tara­ fından ortaklaşa düzenlenen festivale bu 6

çok bürokratik gerekçe ile kabul edilme­ diğini söyledi.

Tiyatro Boğaziçi'nden Yeni Oyun: "Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın" Bu sezon Ekim ve Kasım aylarında sahneledi­ ği "Berber Hikayeleri" adlı eğitim oyunuyla perdelerini açan Tiyatro Boğaziçi, Aralık ayın­ da yeni bir oyunu seyirci karşısına çıkarıyor: "Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın". Oyun üç arkadaşın 1980'den bugüne kadar gelen bir­ likteliğini, aralarındaki ilişkinin ve karakterle­ rin değişimini toplumsal olaylara da gönder­

Hollanda Rast Tiyatrosu ile Diyarbakır Büyükşehir Tiyatro oyuncuları t a r a f ı n d a n sahnelenen "Ahmed Arif, Bir Şehir Bir Şa­ ir" adlı oyun Şanlıurfa'nın Siverek llçesi'nin ardından, Viranşehir'de de yasak­ landı.

cy

İsviçre Alevi Birlikleri Federasyonu yönetim kurulu üyesi Kemal Yanardöner, Doğu İsviçre Alevi Kültür Merkezi Başkanı Ali Bitnel ve is­ tanbul Sahnesi Yönetmeni Mehmet Esatoğ­ lu'nun birer konuşma yapacağı etkinliği Zeki Mert sunuyor.

yıl, 5'i yabancı 18 sanatçı ve topluluk ka­ tılacak. Tayyare Kültür M e r k e z i ' n d e (TKM) yapılacak açılış töreniyle başlaya­ cak f e s t i v a l d e , g ö l g e ve kukla o y u n u g ö s t e r i l e r i n i n y a n ı sıra s e m p o z y u m , vvorkshop ve sergi etkinlikleri de yer ala­ cak. Etkinlikler, Karagöz Sanat Evi'nde 13 Aralık Cuma g ü n ü "Dünyada Kukla, Gölge Oyunları ve Karagöz'ün Yeri" ko­ nulu sempozyum ve "figür yapımı" gös­ terisi ile başlayacak.

a

İsviçre'de Nâzım Hikmet'le Kol Kola" Şöleni

Tertip Komitesi'nden Eğitim Sen Şanlıur­ fa Şube Başkanı M e h m e t Kutlu, Viranşe­ hir'de oyunun sahnenmesi için 4 gün ön­ ceden İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne başvurudu bulunduklarını söyledi. Oyunun sah­ nelenmesine iki saat kala yasak kararının verildiğine dikkat çeken Kutlu, "Normal prosedüre göre 48 saat önceden bilgile­ rin emniyeten verilmesi gerekiyordu. Biz bunları yerine getirdiğimiz halde oyuncu­ ların Hollanda vatandaşı oldukları ve bu­ rada çalışmalarının izne tabi o l d u ğ u n u ve gerekli iznin olmadığından dolayı izin veremeyeceklerini söylediler" dedi. Kutlu Siverek'te ise sundukları dilekçenin bir

me yaparak anlatmayı amaçlıyor. Üç arkada­ şın bulundukları binada bir patlama meydana gelir ve yalnızca biri bu patlamadan sağ kur­ tulur. Ve ölen arkadaşlarının anısına bir bel­ gesel çekmeye karar verir. İzlediğimiz oyun da hayatta kalan kişinin ha­ zırladığı bu belgeseldir. Oyun üç arkadaşı farklı bakış açılarından anlatan, farklı toplum­ sal kesimlerden insanlarla yapılmış röportaj­ lardan ve yalnızca üç arkadaş arasında geçen olayların anlatıldığı canlandırma sahnelerden oluşuyor. Zaman zaman mizahi, zaman zaman da hü­ zünlü bir hava hakim olduğu oyunda üç arka­ daşın hikayesi çerçevesinde Türkiye'nin yakın tarihi içinde aydınların yaşadığı dönüşüm ko­ nu ediliyor. Bir yandan Türkiye'de yaşanan toplumsal dönüşümler sergilenirken, bir yan­ dan da üç arkadaşın bu dönüm noktalarında aldıkları tavırlar ve duruşlar tartışılmaya çalışı­ lıyor. Adından da anlaşılacağı üzere "Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın" dostluğu ve birlikte mücadeleyi sürdürmeyi savunan bir oyun. Oyunun metni, aynı zamanda sahne üstünde üç arkadaşı canlandıran Sevilay Saral, Uluç Esen ve Cüneyt Yalaz tarafından oluşturuldu. Röportaj sahnelerindeki farklı tiplemeler de yine bu üç oyuncu tarafından canlandırılıyor. Yalın bir dekor ve kostüm tasarımına sahip olan oyunun prodüksiyonu kolektif bir çalış­ ma ile kotarıldı. Oyunun müzikleri ise Tiyatro Boğaziçi gibi BGST bünyesinde faaliyet göste­ ren Kardeş Türküler ve Mare Nostrum üyeleri , tarafından gerçekleştirildi.


.Haberler...

1. Atölye: Çağdaş Tiyatroda Yönetmen ve Oyuncu ilişkisi Türkiye'deki alternatif tiyatronun kurucuların­ dan, birinci elden deneyim aktarımı... Beklan Algan 2. Atölye: Beden Perküsyonu, Kendin kendini çal... Tugay Başar 3. Atölye: Bir Gösteri Yaratmak, Aşk hakkın­ da bildiklerimiz/bilmediklerimiz, bilemeyecek­ lerimiz.. Naz Erayda 4. Atölye: Alternatif Oyunculuk Teknikleri, Çağdaş tiyatroda alternatif teknikler üzerine temel bir çalışma... Kerem Kurdoğlu 5.Atölye: Bedenin Coğrafyası , Anatomik açı­ lımından başlayarak performans bedenine yolculuk... Mustafa Kaplan 6. Atölye: Oyunculukta ve Çağdaş Sanatlarda Sahicilik, Ruhsal, düşünsel ve görsel olarak kendini olabildiğince doğru ifade etme ... Nadi Güler

Haftada iki gün; Cumt-Paz 15:00-18:00; Toplam 4 ay. 8. A t ö l y e ; Bir "Çocuk" Projesi, Çocuk Atölyesi, Oyun, tiyatro ve dansın merkezde olduğu, farklı malzemelerle 9-13 yaşlarındaki çocukların yaratıcılığını ortaya çıkaracak alternatif bir çocuk atölyesi..., Cenk Telimen Haftada bir gün; Cumartesi 11:00-13:00. Toplam 4 ay. Atölyelere kayıt ve bilgi için (0212) 235 54 57 kumpanya@kumpanya.org

Engelliler ve Sokak Çocukları Sahnede Buluşuyor

istanbul Bilgi Üniversitesi'nde ilki bu yılın mart ayında düzenlenen tiyatro atölyesi 2003 yılın­ da tekrarlanıyor. Turgay Tanülkü'nün önderli­ ğinde düzenlenen çalışmada fiziksel engellile-

cy

Haftada üç gün; Pzt-Salı-Per 19:00-22:00. Her atölye 2 hafta ve 6 çalışma; Toplam 4 ay.

bimde Yara , Popüler kültür ve 80'li yılların yaşantısı üzerine gösteriye doğru gidecek, disiplinlerarası etkileşime açık bir atölye çalış­ ması. 1980'leri yaşamış, hayata bakışında o dönemin bıraktığı izleri taşıyan insanların ge­ tirdiği malzemelerle beslenecek bir perfor­ mans yaratma süreci..., Aslı Mertan ve Nadi Güler

a

Kumpanya Oyunculuk Atölyeleri 2003

pe

7. Atölye; Bir Performans Projesi, Mazi Kal­

re ve sokak çocuklarına yönelik diksiyon, fo­ netik, drama çalışmaları yapılacak. Turgay Tanülkü tarafından tamamı ücretsiz olarak verilecek olan bu eğitimin amacı fizik­ sel engellilerin ve sokak çocuklarının kültür sanat faaliyetlerinin birer uygulayıcısı olabil­ melerini mümkün kılmak. İlgilenen fiziksel en­ gelliler, sivil toplum örgütleri ve yardım kuru­ luşları istanbul Bilgi Üniversitesi ile bağlantı kurabilirler. Başvuru için: İstanbul Bilgi Üniversitesi iletişim Merkezi Tel:293 50 10 Son Başvuru Tarihi: 31 Aralık 2002


a

cy

pe


KUTLAMA

İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu

BEŞ, BEŞ, BEŞ, BEŞ YAŞINDA

pe

cy a

Duygu Atay Ne çabuk geçmiş beş yıl... Açılış günün­ de, 17 Eylül 1998, benim de aralarında olduğum kalabalık bir sanatçı topluluğu, heyecanla bekleşen izmirli'ler, helikop­ terle alana inen Süleyman Demirel, ban­ gır bangır çalınan 10. yıl marşı (neden­ se?), ortaya kurulan trübünde Sefa Sirmen'in yaptığı konuşma, Eftal Gürbudak ve arkadaşlarının kısa pantomim gösteri­ si, Genco Erkal'ın tiyatronun dış üst bal­ konundan töreni izlerkenki görüntüsü hâlâ gözlerimin önünde. Bu arada aynı yıl, altı hafta İstanbul'da Çocuk Tiyatrosu Eğitim Seminer'inde birlikte çalıştığımız sevgili Savaş Dönmezi bu tiyatroda mü­ dür olarak görmemin sevincini de ekle­ meliyim. Ne kadar dostça ve konuksever davranmıştı o gün. Sanırım bu onu son görüşümdü. Ertesi yıl Bursa'da festival SI­

Işıl Kasapoğlu Sefa Sirmen, Yücel Erten

rasında almıştım acı haberi. Adının iz­ mit'te bir parka verilmesi dehşetli sevin­ dirdi beni. Aslında benim ilk kez izmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ile ilk tanış­ mam bu açılış değil. Zaten değerli dos­ tum Burhan Akçin dolayısıyla sık sık bu kente gittiğimden, tiyatronun kuruluşuy­ la ile ilgili bilgileri alıyordum. Basın bülte­ ninden öğrendiğim kadarıyla ilk oyun "Hamlet'in ilk gösterim tarihi 11.11.1997. Oyun ertesi yılın ilk ayların­ da istanbul'a turneye geldi ve ben Yu­ nus Emre Kültür Merkezi'nde altı saatlik "Hamlet'i gözümü kırpmadan izledim. Verilen iki arada zihinsel yorgunluğu mi­ ni klasik müzik konseri renklendirmişti. Oyuncuların nasıl olup da bu performan­ sı gösterdiğine çok şaşmıştım. Geçen beş yıl içinde oynadıkları oyunla­ rın dökümüne bakınca, yarısına yakınını izlemiş olduğumu g ö r ü y o r u m . Bunlar,nazik davetleriyle bizi istanbul'dan al­ dırıp tekrar kapımıza kadar bırakan İzmit Şehir Tiyatrosu yöneticileri sayesinde gördüklerim ya da istanbul'a turnelere geldiklerinde izlediklerim. "Don Juan", "Cimri", "Hamlet", "Roberto Zucco", gerçekten çok başarılı yapımlardı. İzmit Şehir Tiyatrosu'nun kadrosuna bak­ tığımızda da Tardu Flordun, Zühal Gencer, Engin Benli, Funda İlhan gibi İstan­ bul'un her hangibir tiyatrosunda büyük başarılar kazanabilecek oyuncular. Ama orada kalıyorlar, İzmit Şehir Tiyatrosu'nda oynamayı yeğliyorlar. Işıl Kasapoğlu gibi bir ustanın ardından yine Yü­ cel Erten gibi bir deneyimin tiyatronun 9


Bahar Noktası-2002

pe

cy

Unutulmaması gereken bir olay da Ağustos 1999 depremini, en yoğun ya­ şayan bir kent olması izmit'in. Bizim is­ tanbul'da bile çok şiddetle hissettiğimiz depremin dehşetini birebir olarak orada yaşayan Emre Koyuncuoğlu anlatmıştı. Bu büyük felaket sonrasında da izmitli­ lere yalnız olmadıklarını, onlarla, onların çocuklarıyla bir şeyler yapabileceklerini gösterdiler. Oluşturulan "Gökkuşağı Pro­ jesi" hayata geçirildi. Bu projeye yurtdı­ şından da büyük destek geldi, izmit Şe­ hir Tiyatrosu oyuncusu Barış Falay şöyle

diyor: "... bir anda evleri yıkılan, yaşam­ ları altüst olan insanlara, onlar gibi depremzede olan bizler tiyatro yoluyla 'merhaba, yaşam devam ediyor' dedik". Tiyatronun Genel Sanat Yönetmeni Işıl Kasapoğlu da bu proje için uygulanma sırasında Türkiye'deki bir çok sanat ku­ rumu tarafından yalnız bırakıldıklarını belirtiyor ve şöyle diyor: "Gerçekten uluslarası bir proje oldu. ispanya'dan, Hollanda'dan, Fransa'dan, Almanya'dan bir çok topluluk projeye destek verdi. Kendini hiç göstermeden gelenler. Bir ruhla yapılmış bir çalışmaydı. Gelmek is­ teyenlere hayır demiyorduk, ama bir yatak bile veremedik. Ya tiyatroda yat­

a

genel sanat yönetmenliğine getirilmesi, zaten tıkır tıkır işleyen dişlilerin devini­ mini artıracak bence.

tılar ya da tiyatronun önüne çadır kur­ dular." Bu proje, Avni Dilligil Jüri Özel Ödülü'ne layık görüldü. Sanatçı kadrosunda 25 personeli var iz­ mit Şehir Tiyatrosu'nun, idari işler haricinde 21 de teknik personel. Tür­ kiye'nin 3. Şehir Tiyatrosu olma özel­ liğini sürdüren tiyatro, beş yıl içinde azımsanmayacak ölçüde yurtiçi, yurtdışı turnelere ve festivallere katılmış. Son oyunları "Üç kuruşluk Opera" geçen ay içinde İstanbul' Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nda turnedeydi. Bu iki Şehir Tiyatrosu'nun aralarında yaptıkları anlaşma gereği, birbirlerine sık sık tur­ neler düzenleyecekler.

'İzmit, Tiyatro Dünyasında Başa Güreşmeli' Yücel Bey, uzun yıllar Devlet Tiyatroları'nda görev yaptınız, bir bölümü de genel müdür olarak. Ankara'nın gri ve grift ilişkileri içinde tiyatro yöneticiliği yapmak yerine yeni ve sa­ nat etkinliklerinden uzak bir ilde sanat yönetmenliği yapmak arasında ne gibi farklar gör­ dünüz? Bir tek tiyatroda, aynı anda yönetici ve sanat yönetmeni olabilirsiniz ama, 12 ile yayılmış 30'a yakın tiyatronun hem yöneticisi, hem de sanat yönetmeni olmaya çalışmak anlamsız. Yani bu kapsamda bir genel müdürlük görevi anlamsız. Bence, öyle bir göreve soyunmak, ancak yapıyı değiştirerek bu saçmalığa bir son vermek amacı ile bir anlam kazanabilir. O görevi üstlenirken, niyetim ve çabam da buydu. Bazı ilerlemeler sağladım belki ama, yapısal bir değişikliği gerçekleştirmek mümkün olmadı. Ankara'da bir türlü anlaşılamayan konu da bu zaten. İzmit'te ise Şehir Tiyatrosu'nu, yani bir tek sah­ nesi ve 24 sanatçısı olan bir tiyatroyu yönetiyorum. Doğal ki böylesi daha anlamlı. Keşke bütün tiyat­ rolarımız böyle bir yapı kazanabilse. Ankara'nın olanaklarının yanında İzmit'in (sanırım) kısmen olanaksızlıkları, ama Ankara'nın karmaşası yanında (sanırım) İzmit'in sıcaklığı. "Son kararınız" desem hangisini tercih edersi­ niz? Neden? İzmit Şehir Tiyatrosu'na kimin, kaç milyarlık bir sponsorluk sağlayacağını bilsem, o zaman son kararı-

10


mı daha kolay söyleyebilirdim. Ankara ülkemizdeki tiyatro yaşamına toptan daha iyi bir yön verebilme, iyileştirebilme olasılığını içinde ba­ rındırdığı için önemlidir. Ama izmit de alternatif oluşturmak, öncülük edebilmek, örnek olmak açısından önemlidir. Ben İzmit'ten hoşnutum ama, yine de bu noktada bir joker kullanıp seyircilerimize sorabilir miyim? Siz, yıllardır Birim Tiyatro projesini savunuyor ve hayata geçirmeyi düşlüyordunuz. Bir anlamda İzmit, Birim Tiyatro gibi de­ ğerlendirilebilir. Düşündüğünüz projeleri burada hayata geçirmeyi başarabiliyor musunuz? Bir süre sonra "İşte" diyebileceği­ niz bir model oluşturabilecek misiniz? Tam da öyledir. İzmit Şehir Tiyatrosu, bir Birim Tiyatro'dur. Ve model de oluşmuştur. Bakın, bütçemiz belli, kadromuz belli, yönetmeliği­ miz belli. Yönetmelik ve sözleşmelerde gerek gördüğümüz değişiklikleri hiçbir engelle karşılaşmadan hayata geçirdik. Yönetim Kurulu­ muz var. Orada çatır çatır tartışıyor, ilkeler koymaya, demokrat olmaya, eşitlikçi olmaya, özenli olmaya, kendimize doğru bir strateji çiz­ meye çalışıyoruz. Repertuvarımızı hiç bir etki altında olmaksızın yapıyor; istediğimiz oyunları, istediğimiz sıra ile oynuyoruz. Sanatsal ve mali takvim yapıyor, uyguluyoruz. Sezon başında bütün oyunlarımızın yönetmenleri, rol dağıtımları, prova, dekor-kostüm üretim prog­ ramları ve prömiyer tarihleri açıklandı. Sezon başında 3 aylık oyun düzenimizi de ilan ettik. Turneler dahil. Orada duvarda asılı. Aralık ayında, sezon sonuna kadar olan programı da ilan edeceğiz. Herkes hangi tarihte provası ya da oyunu var, bilsin. Şimdiden önümüzdeki sezonun program ve takvimi üzerinde çalışıyoruz. Yurt içinde ve yurt dışında tiyatrolar ile istediğimiz biçimde ilişki kuruyoruz, turne yapı­ yoruz. İşte İstanbul Şehir Tiyatrosu ile protokolümüzün somut sonuçları ortada. Her seferinde seyirci her iki kentte kapıları zorluyor. Ki­ tap basmak istiyoruz, basıyoruz. İşte tiyatronun beş yılını belgeleyen "Tiyatronun Seyir Defteri-1". Canımız isterse konser de yaparız, tur­ ne de, şenlik de! Daha ne olsun? Ama bütçemiz özlemlerimizi karşılamaya yetmiyormuş ya da yetişkin personele ilişkin bazı sıkıntılarımız varmış. Olabilir! Türkiye'de bunla­ rın eksiksiz olduğu bir yer var mı? Özetle ucu bucağı görünmeyen bir yapıya gelişigüzel yayılmış dolaşık bir yumak değiliz ve bugünkü durumumuz, ardıllarına bir model oluşturacak nitelikte.

a

İzmit'te kaç yılda neleri gerçekleştirmeyi hedefliyorsunuz? Sorunuzun "kaç yılda" kısmı önemli. İnsan bir tiyatroda kaç yıl sanat yönetmenliği yapmalı? Ben bu periodun 4 yılı geçmemesi gerektiği­ ni düşünürüm, ilk sezon zaten akord çalışmaları ile geçer. İkinci sezonda artık şarkılarınızı söylersiniz. Üçüncü sezonda eğer herhangi bir şanssızlık olmamışsa ve sıkı bir alkış kopmuşsa, dördüncü sezonda da bunun keyfini sürer, yeni maceraların, yeni konserlerin düşünü ku­ rar, hazırlığını yapabilirsiniz. Yani dördüncü sezon bir bakıma keyfe kederdir ama yararlıdır. Negatif ve pozitif faktörlerin kristalize olma­ sı, iyice görünür hale gelmesi için iyidir. Bu sürecin sonunda siz hâlâ yılmadıysanız, yerel yönetim ve çalışma arkadaşlarınız da sizden bıkmamışsa; yani herkes karşılıklı memnuniyet ifade ediyorsa, görev ikinci bir periyoda uzayabilir. Yok değilse değişiklik gerekir. Ben böyle bakıyorum.

Kamyon-2000

pe

cy

Bu süreçte neler gerçekleştirmeyi umuyorum? Bir kere herşeyden önce İzmit Şehir Tiyatrosu, varlığını birinci sınıf bir tiyatro olarak sür­ dürmeli. Seyircisiyle kurduğu ilişki bakımından ve sanatsal tercihleri bakımından. Yani öncelikle İzmit halkı ile kucaklaşmalı, kentin nabzı olabilmeli. Ama aynı zamanda sanatsal üretimi ile, tiyatro dünyamızda, hatta tiyatro dünyasında başa güreşmeli. Beş yıl içinde çeşitli ne­ denlerle ayrılanların yerine yeni yetenekler yerleştirebilmeyi, Türk tiyatrosunun usta oyuncularını yapımlarımızda konuk olarak ağırlamayı, tiyatromuz için bir küçük orkestra oluşturabilmeyi, uluslararası düzeyde ilişkileri geliştirmeyi umuyor, hedefliyorum.

11


DİLİ

cy

a

F O T O Ğ R A F L A R I N

pe

Kurucu Sanat Yönetmeni: Işıl Kasapoğlu (1997-2002) Sanat Yönetmeni: Yücel Erten (2002)

İZMİT ŞEHİR TİYATROSU


İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu, 11 Kasım

Töre-1997

1997 Salı günü Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği 6 saat süren "Hamlet" ile perdelerini açtı. 1997'nin diğer oyunları: 2) Turgut Özakman'ın "Töre" oyunu, yönetmen Şakir Gürzumar. Sergey Viladimiroviç'in 3) "Devamı Olan Rüya"sını Arzu Bigat Baril yönetti. Bu oyun İzmit Şehir Tiyatrosu'nun Evlen-me, 1998

ilk çocuk oyunuydu. 1998 Repertuvarı 4) "Evlen-me"nin yazarı Anton

a

Çehov, yönetmeni Işıl Kasapoğlu.

yönettiği "Avluda". 6) Emre Koyuncuoğlu'nun yönettiği "Mutfak Kazaları",

açık tiyatro örneği.

pe

İzmit Şehir Tiyatrosu'nun ilk

cy

5) Işıl Özgentürk'ün yazıp-

7) "Sokağa Çıkma Yasağı"nı, Civan Canova yazdı, Cüneyt Çalışkur'un yönetti. 1999 Repertuvarı 8) "Hakimiyet-i Milliye Aşevi"nin yazarı Güngör Dilmen, yönetmeni Cüneyt Türel. 9) "Uzaktan Gelen Sandık" isimli çocuk oyununun yazarı

A.C. Charpentier, yöneteni ise Veysel Sami Berikan. 10) 1998'in Kukla Oyunu "Nasrettin Hoca"yı Işıl Kasapoğlu yönetti, kukla

Avluda 1998


tasarımlarını ise Karina Cheres Sokağa Çıkma Yasağı-1998

gerçekleştirdi. 11) "Sevdalı Bulut'u, Nâzım Hikmet"ten uyarlayan ve yöneten Jean Pierre Cornouaille gölge oyunu olarak tasarladı. 12) "Misafir"in yazarı Bilgesu Erenus, yönetmeni Nurhan Kardadağ. 13) Aristophanes'in "Lysistrata"sının yönetmeni Bülent Emir Yarar. "Roberto Zucco"nun yazarı

Hakimiyet-Milliye

Bernard Marie Koltes,

Aşevi-1998

yönetmeni ise Işıl Kasapoğlu. 14) Sezonun çocuk oyunu,

a

B. Brecht'in "Tebeşir Dairesi"nden uyarlayan ve

2000 Repertuvarı 15) Memet Baydur'un "Kamyon"unu Ahmet Yaşar

pe

Özveri yönetmiş.

cy

yöneten Veysel Sami Berikan.

16) Açık tiyatroya ikinci örnek yine Emre Koyuncuoğlu'nun yönettiği ve Özen Yula'nın metinlerinden yararlanılan "Hayat Devam Ediyor' 2001 Repertuvarı 17) B. Brecht'in "Üç Kuruşluk

Opera"sını Malcolm Keith Kay yönetmiş. 18) Dario Fo-Franca -Rame ikilisinin yazdığı "Kadın Oyunlarının yönetmeni Semih Çelenk. 19) Sezonun çocuk oyunu "Bin Varmış Hiç Yokmuş"'u Işıl Kasapoğlu yazmış, Melih 14

Misafir-1999


Düzenli ile birlikte yönetmiş. Hayat Devam Ediyor-2001

20) "Aslıhan Ünlü'nün yazdığı "Şahmeran Hikayesi"ni Ebru Kara ve Kamel Dekhli yönetmiş. 21) Açık tiyatronun üçüncü örneği "Nâzım'a Türkü"yü Mehmet Çevik yönetmiş. 22) Aziz Nesin'in "Hadi Öldürsene Canikom"unu Ahmet Yaşar Özveri gerçekleştirmiş. 23) Molliere'in , "Don Juan"ını, Daniel Souliner

Üç Kuruşluk Opera-2001

yönetmiş. 24) Molliere'nin "Cimri"sini yine Daniel Souliner yönetmiş.

pe

cy

a

25) Sezonun çocuk oyunu "Bir Yaz Gecesi Rüyası'nı Barış Falay yönetmiş, Can Yücel'in uyarlamasından Hasan Özsoy uyarlamış. 26) "Bir Şehnaz Oyun"'un yazarı Turgut Özakman, yönetmeni ise Yücel Erten. 27) Açık tiyatronun dördüncü örneği Güngör Dilmen'in Otobüs-2002

"Kurban"ı. oyunun yönetmeni Veysel Sami Berikan. 2002 Repertuvarı 28) Stanislav Stratiev'in yazdığı "Otobüs"ün yönetmeni Arzu Bigat Baril. 29) Çocuk oyunu "Düşlerim Benim'in yazarı Gökhan Aktemur, yönetmeni ise Serhat Tutumluer. 30) W. Shakespeare'nin "Bahar Noktası"nın yönetmeni Yücel Erten. 15


ELEŞTİRİ

NİCE YILDÖNÜMLERİNE... Dikmen Gürün izmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatro­

Üç Kuruşluk Opera

pe

cy a

su Kasım 2002'de beş yaşını doldurdu. 1997'de, sanat dostu bir Belediye Başka­ nı olan Sefa Sirmen'in girişimiyle ve de Işıl Kasapoğlu gibi deneyimli bir tiyatro sevdalısının dur durak bilmeyen çabala­ rıyla ve tabii ki Kasapoğlu'na inanarak yaşamlarını İzmit'e taşıyan genç, çalış­ kan bir ekiple kurulan üçüncü ödenekli tiyatromuz artık yerleşik kadrosu, başın­ dan beri ödün vermediği düzeyli çalış­ malarıyla tiyatro dünyamızda önemli bir yer edindi, İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Anadolu'da kurulmuş olan ilk ödenekli tiyatro olarak da başarı­ lı bir örnek teşkil etti. Geçen yıl, aynı şe­ kilde Eskişehir Büyükşehir Belediye Tiyat­ rosu açıldı. Tiyatronun dramaturgu Emre Koyuncuoğlu tarafından özenle hazırla­ nan "1997-2002 Tiyatro'nun Seyir Def­ teri" adlı kitapçığı karıştırırken Işıl Kasapoğlu'nun yerel kaynaklarla beslenme konusunda Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin Kasım 1997 sayısında Ata Ünal'la yaptığı bir röportajda söyledikleri dikkati­ mi çekiyor; "...Bütün dünyada kamu ti­ yatroları ya da kamu yararına yapılan et­ kinliklerde devlet ödeneği, yerel yöne­ timlerin hatta daha ileri gidiyorum bölge­ lerin ödeneği olmaksızın bu işlerin yapıl­ masına olanak yok. Çünkü özel tiyatrola­ rın ödenekleri ve eleman sayısı kısıtlı, bü­ yük prodüksiyonlara cesaret edemiyor­ lar, haklı olarak. Bu ancak devletin ya da yerel yönetimlerin görevidir. Kültür ko­ nusuna hem devlet, hem yerel yönetim, hem de bölge olarak bakılmalı...."

Tiyatro: İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Bertolt Brecht Çeviren: Yücel Erten Yöneten: Malcolm Keith Kay Sahne -Giysi Tasarımı: Efter Tunç Müzik Direktörü: Çiğdem Erken Işık Tasarımı: Malcolm Keith Kay Oyuncular: Engin Benli/Tardu Flordin, Esra Bezen Bilgin/Betül Çobanoğlu, Ahmet Yaşar Özveri, Eylem Tanrıver Sökmener, Mehmet Çevik/Aydın Sigalı, Funda ilhan, Veysel Sami Berikan, Meltem Özsavaş, Melih Düzenli, Barış Falay, İbrahim Şendoğan, Zeliha Çetinkaya, Şafak Karali, Serhat Tutumluer/Ufuk Aşar, Tarık Keskiner,

16

11 Kasım 1997'de ilk kez 6 saat süren "Hamlet"\e perdelerini açtı İzmit Büyük­ şehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ve o gün­

den bugüne pek çok oyun sahneledi. Kendi deyişleriyle; beş yılda, Türk tiyatro edebiyatının göz bebeği oyunlardan, dünyanın en parlak yazarlarına, kimse­ nin duymadığı metinlerden, en bilinen halk öykülerine geniş bir repertuarı oldu topluluğun: "Aziz Nesin de oynadık, Shakespeare de. Nasrettin Hoca da geçti sahnemizden Ophelia"da. Yeni sezonun başında Işıl Kasapoğlu bayrağı Yücel Erten gibi deneyimli bir sa­ natçıya teslim etti ve eski istanbul'un gö­ beğinde Semaver Kumpanya'yı kurdu. Şimdi İzmit'te yine çok iyi olacağına inandığım Yücel Erten dönemi başlıyor. Bu arada, Belediye Başkanı Sefa Sirmen'in Ankara'ya Meclise gidişini bir şanssızlık olarak değerlendirmek istemi­ yorum, inanıyorum ki yeni Belediye Baş­ kanı Hikmet Erenkaya da aynı ilgiyi gös­ terecektir İzmit Şehir Tiyatrosu'na, çün­ kü bu ilgiyi ve desteği fazlasıyla hak edi­ yor hem sanatçılar hem de seyirciler. Yü­ cel Erten, kitabın sunuşunu yaparken "...Biraz dramatik kaçsa da, şu ifadeyi kullanmak yanlış olmayacak sanırım: Sanki bir dönem kapanır gibi..." diyor Sirmen'in ve Kasapoğlu'nun izmit'ten peş peşe ayrılışlarına değinerek ve devam ediyor; "İşte bu kitabı, bir dönemi belge­ lemek ve kutlamak amacıyla hazırladık. İzmit Şehir Tiyatrosu'nun ilk 5 yıllık serü­ venin öyküsü. Bir anlamda bir yolculu­ ğun seyir defteri. Bu kadar genç bir tiyat­ ronun tarihine eğilişimizin bir başka ne­ deni de, tarih düşmenin önemine olan inancımız. Türkiye'deki belge savrukluğu­ na kapılmayalım, tiyatromuzun tarihini baştan sıkı tutalım istedik." Nice yıldönümlerine...


a cy pe

"Üç Kuruşluk Opera" Canım sıkkın olduğu zaman dolap ve kütüphane temizliğine veririm kendimi. Ya giysilerin, örtülerin ya da kitapların arasın­ da beni eskilere götürerek keyiflendirecek bir şeyler bulurum muhakkak. Bayram sırasında da kitaplar, broşürler saçıldı ayak­ larımın arasına. Tek tek özenle tozlarını alırken Kent Oyuncula­ rı'nın Ekim 1964'te oynadığı "Üç Kuruşluk Opera"nın metni ve aynı zamanda program dergisi geçti elime. O yıllarda hemen her oynadıkları oyunu bastırmış Kent Oyuncuları ve Bertolt Brecht'in "Üç Kuruşluk Opera "sı Türkiye'de ilk kez onlar tara­ fından yorumlanmış. Kimler yok ki kadroda: Yıldız Kenter (İz­ belerin Jenny), Şükran Güngör (Jeremiah Peachum), Salih Sarıkaya (Charles Filch), Göksel Kortay/Güler Kıpçak (Celia Peac­ hum), Kamran Yüce/Mustafa Alabora (Mangır Matthew), Müşfik Kenter (Macheath), Ayla Algan (Polly Peachum), Bülent Koral (Çengel Parmak Jacop), Uğur Say (Testere Robert), Hüseyin Kutman (Ed), Raif Esmer (Jimmy), Cahit Irgat (Salkım Söğüt Walker), Ali Yörük (Rahip Kimball), Erol Günaydın (Kap­ lan Brovvn), Günfer Feray (Dolly) ve Beyhan Benek'den, Deniz Çakır, Sema Özcan, Hikmet Gül, Atilla Pekdemir, Yüksel Ha­ zar'a uzanan geniş bir kadro. Oyunu Tuncay Çavdar çevirmiş ve sahneye koymuş. Kurt WeilI'ın müziklerini Cenan Akın dü­ zenlemiş. Müzik yönetimi Edith Laleşen'in. Dekor; Tuncay Çav­

dar, Metin Denize ait. Kostüm tasarımı Sevim Çavdar'ın. Işık Coşkun Aslancan....Kimisi hâlâ tiyatro için yaşayan, kimisi tiyat­ rodan kopmuş, kimisi aramızdan ayrılmış sanatçılar...O günle­ rin tadını bilen bizim kuşak için olduğu kadar bugün aynı oyunda rol alan genç sanatçılar için de anlamlı bir hatırlatma ya da bir çeşit belgeleme olacağını düşündüm ve 38 yıl gerile­ re gittim. 1990'lı yıllarda da İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda Yü­ cel Ertenin Brecht'in hakkını veren rejisinden izlemiştik "Üç Kuruşluk Opera"yı. Bu kez de, izmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nda, Malcolm Keith Kay'in yorumuyla 2001'de prömiyer yapan oyu­ nu geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen istanbul turnesi sırasın­ da izleyebildim. Yücel Erten'in titiz bir çalışmayla, açıklamalı Berlin ve Frankfurt baskılarından yayına hazırlanmış olan me­ tinden dilimize çevirdiği "Üç Kuruşluk Opera" MitosBoyut tara­ fından 1998'de basılmıştı. John Gay'in "Beggar's Opera "sından esinlenen Brecht'in 1928 yılında yazdığı bu müzikli oyun burjuva topluma yöneltilmiş güçlü bir eleştiridir. Şiddete, acımasızlığa o denli acımasız ve kıvrak bir bakıştır. Brecht; dilenciler, orospular, hırsızlar, katiller ve sistemin yarattığı onurlu iş adamları (!) dünyasında sorar; 17


İnsan neyle yaşar? Ezmektir işin; İnsanı vurup,soyup,dövüp gırtlaklamak! Bu dünyada rahat yaşamak için; Şart insana insanlıktan çıkmak! Günümüzde de insanca yaşama gayreti içinde olanlarla onları acımasızca eriten sisteme bakarak vurgulanan çelişkinin gün­ celliğini yitirmediğini görüyoruz. John Gay'in Jonathan Svvift'ten esinlenerek 1728'de yazdığı yapıtı aristokrasinin çı­ karcılığına bireysel düzlemde göndermeler yaparken Brecht'in oyununda kapitalist sistem eleştirisi 'kapanış şarkısı'nda yaza­ rın temel hareket noktasının altını bir kez daha çizer. Uğraşmayın küçük haksızlıklarla Onlar yakında donup kalacak, çünkü soğuk. Asıl feryatlarla yankılanan bu vadideki Karanlığı ve büyük soğuğu düşünün. Büyük haydutlara karşı savaş açın şimdi Ve hepsini yıkın, en kısa sürede: Karanlığın ve soğuğun nedeni onlardır Onlardır bu vadiyi feryatlara boğan Hukuk sisteminin oturmadığı, demokrasinin yerleşmediği top­ lumlarla özdeşleşen dizeler.

Yönetmen, akışta gerekli noktalamaları yok ederek de eleştirel boyutu kırmış kanımca. Yukarda da değindiğim gibi, "Üç Ku­ ruşluk Opera" şık giysiler, son yılların değişmez modası duman­ lar, her fırsatta atılan silahlar (bizim topluma mı bir gönderme yapmak istedi acaba yönetmen?), sıkça oradan oraya kayan çelik konstrüksüyon parçalar arasında gelişiyor. Hiç kuşkusuz özenle hazırlanmış bir çalışma ama Keith Kay'in yaklaşımı ön­ celikle "shovv" öğesini öne çıkartıyor. Bu arada, İzmit Şehir Tiyatrosu'nun dinamik ekibinin hakkını yememek gerektiği de kesin. Hepsi üzerlerine düşeni, daha doğrusu, kendilerine biçi­ len rolleri gerektiğince yapıyorlar... Özellikle Esra Bezen Bilgin (Polly) Tiyatro Festivali'nde izlediğimiz "Kıvranıştan sonra (ya da önce) burada da dikkatleri üzerine çekiyor.

pe cy

a

"Üç Kuruşluk Opera" 1930'da sahnelenirken alınmış olan not­ larda Brecht'in tiyatral yaklaşımlara ve operayı anımsatacak tekniklere karşı belirlediği tavrın uzantıları saptanır. Oyunun

yönetmeni Malcolm Keith Kay'in yorumunun bu yaklaşımla örtüşmediğini söylemek yanlış olmaz. Keith Kay yorumunda Brecht'in dilindeki ironi sanki geri plana itilerek salt tiyatral ve müzikal atmosferin ağır basması yeğlenmiş. Bu elbette bir ter­ cihtir ama, o zaman sahnede aslında sıkılmadan izlenen göste­ rişli olay ne denli bir Brecht yapıtıdır gibi bir soru da sormadan edemiyor insan. Oyun boyunca, müziklerin sözleri bastırması da dikkat çekiyor. Kurt Weill ve Brecht tarafından sadece sekiz müzisyen için ve hafif parçalar halinde düşünülmüş olan beste­ ler güçlü titreşimlere dönüşüyor. Bir diğer anlamda da müzik sözlerin altını çizme niteliğini yitirerek yükseliyor.


MİTOS-BOYUT Tiyatro Yayınları

200'ncü k i t a b a ulaştık Dağarcığımızda 4 0 6 Oyun + 48 kuramsal eser var

Yeni K i t a p l a r William Shakespeare /Aşkın Çabası Boşuna Türkçesi: Ali H. Neyzi

Büyük ustanın Türkçeye hiç çevrilmemiş, sinemaya iki kez uyarlanmış bir komedisi •

Sofokles / Kral Oidipus Türkçesi: Güngör Dilmen

Sofokles'in bu ünlü tragedyasını usta oyun yazarımız Eski Yunanca aslından çevirdi •

Rainer W. Fassbinder / Toplu Oyunları 1

a

Kahvehane (Goldoni'den uyarlama) /Korku Kemirir Ruhu / Kerhaneci Türkçesi: Sibel Arslan Yeşilay

cy

Marjinal sanatçıdan birbirinden farklı üç oyun birarada. •

Vala Thorsdottır / İzlanda Oyunları 1 Çatıdaki Yarasa /Teleskop, Çikolata, Pis Gazlar ve Çöplük / Bildiğiniz Şeyler Türkçesi: Semih Çelenk - Ayşe Üner

pe

Genç İzlandalı kadın yazarın, Avrupa festivallerinde oynanmış, ödüller almış "cafe-theâtre" türünde, tek kişilik üç oyunu; yazar, kadın öyküleri anlatıyor.

Coşkun Irmak /Siyah Çoraplılar

Oyun, tarihteki ilk Türk futbol takımı Siyah Çoraplılar'ın kuruluş günlerini anlatıyor; bu hareket, Osmanlı İmparatorluğu'nun çözülen ve dağılan döneminde Türkler için özgürlük, varlık ve kimlik arayış günleri olmuştur. Genç yazarımız, bu kuruluş öyküsünü anlatırken o zamanki FENERBAHÇE Kulübünün Milli Mücadele'ye silah kaçırmadaki cesur çabalarını da sahneye getiriyor. •

Ahmet Fehim /Sahnede Elli Sene 1877'de sahneye ayak basan ilk Türk aktörü Ahmet Fehim'in anılarının tam metni. O dönemin bütün tiyatro etkinliklerini, tiyatro sanatçılarının kişilik ve yeteneklerini, Anadolu'daki turnelerde yaşananları, Osmanlı toplumunun geçirdiği değişimleri, sanatçının açık, sade ve içtenlikli üslubuyla yansıtan çok değerli bir belgesel eser. Mitos-Boyut Tiyatro Yayınları/ TEM Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. Ağa Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu-İST. Tel. 212. 249 87 37-8; Faks. 212. 249 02 18


ELEŞTİRİ.

Diva Yıldız Kenter'den, Bir Yıldız Kenter Gerçeği Daha:

"SIRÇA KÜMES"

Akmen

Kent Oyuncuları, hemen hemen her ya­ pıtında, kendi yaşam öyküsünden izler bulduğumuz Tennessee Williams'ın (1911-1983) "Sırça Kümes"ini oynuyor. Psikolojik gerçekliği eserlerine yansıtan bir yazar Williams. Yansıtırken de, top­ lumsal gerçeklerle süreç içinde insanı yakalamaya ve yansıtmaya çalışmış. "Sırça Kümes" de, tam bir Williams ör­ neği, bir "anımsama oyunu" olmasının yanı sıra, simgesellik yüklü bir aile dra­ mı, İnsanların gerçeklikle yüz yüze gel­ me korkusu, tedirginliği ana tema ola­ rak seçilirken, Tom örneğinde, insanın gerçeklikle, kendisiyle yüz yüze gelmesi­ nin üstesinden gelişi verilmiş. Tom, an­ nesine ve ablasına karşıt, kendi anıları­ na yenik düşmez, tersine anılarına ege­ men olur, kendi yazgısını kendisi çizer; böylece "zamanın insanı yıkıcı etki­ sinden kendini soyutlar, bir aldatmaca­ dan başka bir halta yaramayan 1930'lar "Amerikan tarzı yaşam" düşlerinden kurtulur. Özet bu...

Amanda, hep yaşadığı görkemli geç­ mişten söz açarak geçmişini ayakta tut­ maya çalışmakta; Tom'un ayağı sakat ablası Laura ise, dış dünyayla ilişkisini kesmiş, kendi içine dönük bir yanılsama dünyasında, camdan hayvan heykelcikleriyle avunarak yaşamaktadır. Laura'yı yaşamın gerçeklerine döndürmek ama­ cıyla Amanda, kızına Güney'in görgü kuralları içinde yetişmiş bir damat adayı aramaya başlar, görevi de Tom'a yük­ ler. Tom da, annesinin baskıları karşısın­ da iş arkadaşı Jim'i (Engin Hepileri) ak­ şam yemeğine çağırır. Laura, Jim ile rastlantı sonucu okul arkadaşı çıkar. Jim, esasında Laura'nın gizliden gizliye hayran olduğu delikanlıdır. Jim, Laura'yı güzel sözlerle rahatlatır, onunla dans eder, hatta öpüşürler. Ancak Jim, gece­ nin bir saatinde, istasyonda nişanlısıyla buluşması gerektiğini söyleyerek evden ayrılır. Laura, yepyeni bir sarsıntı geçirir, Amanda olaylardan Tom'u sorumlu tu­ tar, Tom da evi terk eder.

Özet bu da, konusu mu ne? Haydi onu da özetleyivereyim. Oyunda hem anlatı­ cı, hem de oğul rolünü üstlenen Tom Wingfield'in (Hakan Gerçek) ağzından, evi terk etme anıları anımsanma yoluyla dile getirilmekte. Anne Amanda Wingfield (Yıldız Kenter), bacağı felçli kızı Laura (Güneş Berberoğlu) ve bir ayakkabı fabrikasında çalışan oğlu Tom ile, St. Louis'de döküntü bir bodrum katında oturmaktadır. Kocası yıllar önce kendi­ lerini terk etmiştir. Şair ruhlu Tom, aile­ sinin geçimini temin ederken sinemanın düş dünyası içinde avunmaya çalışmak­ ta ve aklınca işini bırakmayı kurmakta­ dır. Saygın bir Güneyli ailenin kızı olan

Şimdi, işin burasında: "Yahu, konu gü­ nümüze göre pek hantal" diyecekler olacaktır. Yanıt veremem. "Kent Oyun­ cuları başka oyun mu bulamamış ne" buyuracaklar da çıkacaktır" bilemem. "Yıldız Kenter oyunu ters yorumlamış" diye de söylenebilir. Anlamam. Benim bildiğim gerçek, Yıldız Kenter gerçeği...

pe

cy a

Üstün

Sırça Kümes Tiyatro: Kent Oyuncuları Yazan: Tennessee Williams Çevirenler: Yıldız Kenter-Can Yücel Sahneye Uyarlayan: Yıldız Kenter Sahne-Giysi Tasarımı: Çolpan ilhanYıldız İpeklioğlu Oyuncular: Yıldız Kenter, Hakan Gerçek, Güneş Berberoğlu, Engin Hepileri 20

Yıldız Kenter gerçek bir yıldız. Yıldız Kenter bir duayen. Yıldız Kenter bir ti­ yatro savaşçısı. Yıldız Kenter, bir rolün yaşama sürecini oluştururken, duygula­ rında art ardalığa ve mantığa yer veren enderlerden. Yıldız Kenter, hem fiziksel hem de psikolojik yönelimlerini belli bir içsel bağ ile, duygu ardıllığı, aşamalığı


cy

pe a


a

kat çekiyor. Yönetime gelince, Yıldız Kenter yönetmiş. İyi de etmiş, iki konu­ da eleştireceğim. Bir: Birebiri tutturuyorsak, ben yemeğin, suyun, aynanın, şarabın, limonatanın gerçek olmasını yeğliyorum. Yani, en azından gerçek di­ ye yutturulmasından yanayım, iki: Ben olsam, ikinci perdede Laura ile Jim'li sahnede, şamdanı ortada ve yerde de­ ğil, solda Laura'nın bulunduğu sedye­ nin?) yanına koyacağım etajerin üstün­ de kullanırdım. Nedenini sorarsanız ışık kötü. Örneğin merdivenlerdeki sahne­ lerde yüzlere gölge düşüyor. Işık düze­ ni, elektriklerin kesilmesi sahnesinden sonra bir türlü yerini bulamıyor, Laura ve Jim'li sahnede ise artık iyiden iyiye dengesizleşiyor. Şamdan ortada, huz­ me solda... Sürekli sis ise iyi bir fantezi ve yerli yerinde.

pe cy

ve de mantığıyla birbirine bağlamasını bilen olağanüstü bir yetenek. Bir ni­ met... O halde Yıldız Kenter ne isterse, canı neyi çekerse oynamalı. Hatta, artık gişe endişesi çekmeyecek oyun bile seç­ meli. Tiyatrosever de, tiyatrocu da, yur­ dun dört bir yanındaki tiyatro öğrenci­ leri de sadece bir kez değil, çok kere olanaklar yaratıp, Yıldız Kenter'i her ne oynarsa, ama ne oynarsa oynasın sey­ retmeli. Seyretmeli ki, sahne üstündeki tüm fiziksel ve psikolojik yönelimleri, çi­ zilen karakterin özlemlerine ve aksiyon­ larına denk düşecek biçimde kusursuz olarak korumak ne mene bir işmiş gör­ sün. Seyretsin ki, duyguları ifade etme­ nin gözlerden sonraki aksiyon merkez­ leri nereleridir öğrensin. Erbaplar, "yüz gözlerden daha az inceliklidir" derler ya! Desin. Her isteyen gelsin, bilinçaltı­ nın ve üst bilincin iletilerini aktarmada, yüz ve mimiklerin nasıl daha somut ve yeterli derecede belagatlı olduğunu Yıl­ dız Kenter'de görsün. Öğrensin. Anla­ sın... Buraya kadar yazdıklarımda, bıra­ kın yalanı riyayı, tek abartı varsa, o za­ man beni de Yıldız Kenter çarpsın.

Şimdi gelelim diğer konulara. Can Yü­ cel/Yıldız Kenter çevirisi kusursuza ya­ kın. "Gençlik dayanmaz zamana. Bu gün yarın, bu gün yarın, bakarsın ki 'püf gitmiş" gibi incelikli tümceler dik­ 22

Yıldız ipeklioğlu'nun dekoru da, kostü­ mü de iyi. Ama merdiven başındaki ça­ maşırlara sataşacağım. Yahu, hiç mi ça­ maşır asmadın be kardeş... Sonra o pa­ ravana ne gerek var. Wingfield'lerin evi doktor muayenehanesi mi! Dantelleri eprimiş elbise doğrusu dikkatli bir yak­ laşım. Kostümlerin gerçekleştirilmesi Çolpan İlhan'ın alışılmış başarı çizgisin­ de. Haaa... Hay Allah... Az daha genç­ leri unutuyordum!). Yani Hakan Gerçek'i, Güneş Berberoğlu'nu, Engin He-

pileri'yi. inanın, allem edip kallem edip, bu çocuklarla en kısa süre içinde tanışa­ cağım. Ben Yıldız Hanım'ın elini sıkar­ ken heyecanlanıyorum, bunlar karşısın­ da oynuyorlar. Hem de ne oynamak. Eleştirmen ablalarım, ağabeylerim, ba­ cılarım, kardeşlerim arasında Güneş Berberoğlu'nu ilk keşfeden (yazan) sa­ nırım bendenizim. Berberoğlu, Laura'ya fiziksel olarak hayat bulduruyor. La­ ura'nın istekleri, yönelimleri onda çok­ tan hazırlanmış. Hakan Gerçek, Tom'a dönük olası tüm yaklaşımları araştırmış, anlamış. Kontrol etmeyi de biliyor. Hat­ ta öyle ki, rolün gelişimine, koşullarına göre çeşitlemeler bile yapıyor. Engin Hepileri, sanatsal şevkin yaratıcılıkta ha­ rekete geçirici bir güç olduğunun uzun zamandır farkında, biliyorum. Burada da, Jim ile pek güzel özdeşleşiyor, ama Dikmen Gürün'e (Cumhuriyet / 22 Ekim 2002) katılmamak elde değil, sıradanlığı içinde bence de daha karizmatik olmalı diyorum. Bu oyunu neden izlemeniz gerektiğini yukarıda uzuuun mu uzun anlattım efendim. Paranıza kıyamazsanız, vak­ tim yok derseniz, üşenirseniz günah benden gitti. Son söz, Saygın insan Sevgili Şükran Güngör'e... Gözün ar­ kada kalmasın Usta, tiyatro iyi gidiyor...


TANITIM

BİR ÇÖKÜŞÜN GÜLDÜRÜSÜ

cy

a

"Bir Çöküşün Güldürüsü (Tavşan Tav­ şan)" adlı oyun, iki odalı bir apartman dairesinde yaşayan dar gelirli bir ailenin ayakta kalma mücadelesini anlatmakta­ dır. Bir fabrika işçisi olan baba, ailenin tek gelir kaynağıdır. Yaşamı düzenle­ mek, sürdürülebilir hale getirmek ise an­ neye kalmıştır. Biri lise, diğeri tıp eğitimi gören iki oğulları tavşan ve Bebert ile birlikte kıt kanaat yaşamaktadırlar. Aile­ nin üç çocuğu daha vardır: Marie, Lucie ve Jeannot. Üçü de kendi yaşamlarını kurmuşlardır. Marie evli, Jeannot yurtdı­ şında çalışmakta, Lucie ise birlikte yaşa­ dığı Gerard ile evlenmek üzeredir. Baba­ nın maaşı ev ve okul giderlerine yetme­ mekte, bütçe sürekli açık vermekte, borçlar büyümekte ve eve artık icra me­ murları gelmektedir.

pe

Traji-komik olaylar örgüsü tüm çocukları, hatta damat adayını bile, baba ocağında

biraraya getirir. Evin nüfusu artık 8 kişi­ dir. Beklenmedik misafirler(l) dışında. Güçlükle ayakta durmaya çalışan aile, ar­ tık maddi manevi bir sarsıntı içindedir. Bütün bunlara birde ülkede gerçekleşen askeri darbe eklenince, ailenin çöküşü kaçınılmaz olur. Global dünya düzeninin, ülkeler ekono­ misinde neden olduğu krizlerin en net göstergesi, aile içi parçalanmalardır. Bu parçalanmalar, giderek ülke genelinde sosyal huzursuzluk ve patlamalara yol açtığında ise, sistemi koruma aracı olarak askeri darbeler söz konusudur. Darbe dönemlerinde en büyük zararı gören ve en büyük çöküntüyü yaşayan da kuşkusuz orta sınıf, küçük burjuvalar olacaktır. Oyunun yazarı Coline Serreau, tiyatro yazarlığının yanı sıra yönetmenlik ve oyunculuk da yapmaktadır.

Bir Çöküşün Güldürüsü (Tavşan Tavşan) Tiyatro: Tiyatro Pera Yazan: Coline Serreau Çeviren: Çetin ipekkaya Yöneten: Nesrin Kazankaya Sahne - Giysi Tasarımı: Gürel Yontan Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Oyuncular: Bilge Şen, Başak Meşe, Levent Yılmaz, Devrim Nas, Cüneyt Uzunlar, Özkan Schultze, Seyit Özcan, Yeliz Demir, Gökçe Akyıldız, ibrahim Ulutaş, Nesrin Kazankaya. 23


ELEŞTİRİ.

"BİR ADAM BATIRMAK!" Ulvi Alacakaptan

Bu yazı oyundan çok önce biraz da İBŞT özelinde Ödenekli Tiyatrolar yapıları, sa­ natsal özerklikleri, sanatçı özgürlüğü gibi konuları tartışmaya eşik olsun diye yazıl­ dı. Küfür aşağılama ve saldırılarla karşılan­ dı. Bugün haklı çıkmanın dayanılmaz mut­ suzluğunu yaşıyorum. Edebiyatımızdaki etekçiler iki ana guruba ayrılır, süper ligdeki ezeli rekabet, bu Ne­ cip Fazıl'cılar ve Nâzım Hikmet'çiler ara­ sındadır.

a

Etekçiler hiçbir sanatsal yaratıcılıkları ol­ mayan, eteğine tutunduklarının ismiyle kaim zararlılardır.

pe cy

Bin kerre söyledik, binbirincinin bir zararı yok. Her ikisi de bu toprağın rengini ko­ kusunu taşıyan yerli ozanlarımızdır. Ters açılarda, ancak aynı zaviyede mapus yatmış düzenin zulmüne uğramışlardır. Onurludurlar

Çok iyi şiirleri, iyice oyunları vardır.

Çok kötü şiirleri ve tiyatro eserleri olduğu gibi, "Bir Adam Yaratmak", Necip Fazıl Kısakürek'in Muhsin Ertuğrul için yazdığı bir iç hesaplaşmanın (kendi dönüşümünün) manifestosudur.

Bir Adam Yaratmak Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Necip Fazıl Kısakürek Yöneten: Mahmut Gökgöz Sahne Tasarımı: Nurullah Tuncer Giysi Tasarımı: Gamze Kuş Müzik: Nurettin Özşuca Işık Tasarımı: Murat İşçi Oyuncular: Bora Seçkin, Ceren Erginsoy, Gül Akelli, Levent Üzümcü, Yılmaz Meydaneri, Müge Akyamaç, Mazlum Kiper, Ahmet Özaslan, Kahraman Acehan, Melike Altınbaran, ibrahim Can. 24

İBŞT'deki son yönetim değişikliğiyle kızılca kıyamet bu oyun etrafında koparılmaya çalışılmakta Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun eklentisi idari binada göreve başla­ yan yeni yöneticiler bu oyunu dikte alarak oynatmakla suçlanmaktadırlar. Oysa belli ki 27Mart 1994 Dünya Tiyatro Günü'nden bu yana Büyükşehir Kültürü'nün başındaki zat hiç sıcak bakmadığı Necip Fazılı artık, nihayet, seçime doğru sahneye taşıtmak istemektedir. "Bir Adam Yaratmak", uzun tiradlarla do­ lu, unutulmuş kelimeler ve ifade biçimleriyle örülü, günümüz hızının ve seyir alış­ kanlıklarının dışında "klasik" bir oyundur.

Çağdaş bir dramaturjiye ve islam inanç Sistemi'nin ruhuna vakıf bir yönetmen ve coşkulu bir takım oyunculuğuna gerek vardır. Değişmemişse, seçilen dışarıdan yönet­ men, belki tövbe etmişse de marxist-goşist bir ex-sürgündür. Çağdaşlığını, ilericiliğini giderek insan ve sanatçı olma vasfını yalnızca bu oyunda oynamamaya bağlamış memur oyuncu­ lardan mı kuracaksınız bu takımı? Ayrıca, 3-4 sezon önce Devlet Tiyatro­ sundaki "Bir Adam Yaratmak" sahnele­ mesinin nasıl bir faciaya dönüştüğü unu­ tulmamalıdır. Yücel Çakmaklı'nın şaheseri TV uyarlama­ sından, Ahmet Mekin'den sonra, onların üstüne ne getireceksiniz sahneye? Hani komplocu olsam diyeceğim ki, bir kesim zaten tiyatro olarak "Bir Adam Ya­ ratmamdan başka bişi bilmiyor, "Alın işte o çok beğendiğiniz oyun da bu!" dene­ cek. Benden duymuş olun, bu işlerin başındaki zat "Kalite de kalite" deyu tutturunca çok sevinmiştim. Biz de sanatçıyız ya az bu­ çuk, tabii ki kaliteyi seveceğiz! Bir iki yıl geçince anladım ki "Kalite", "Bizimkiler"in dışarda bırakılması anlamına geliyordu! Hakan Taşıyan, Adnan Şenses'in yıldızı söndü, şimdi Büyükşehir'in yıldızı İbrahim Erkal! Bir Adam Yaratmak budur! Köktenci Yorum Yönetmen Mahmut Gökgöz yıllar önce­ sinde bırakarak, Devlet Tiyatrosu kadrosu­ na girdiğini sandığımız radikalliğini N.F.K.'nın bu en bilinen oyununu kökten budayarak anımsıyor. Oyun 150 sayfadan 50 sayfaya, yaklaşık 4 saatten 1.5 saate indirilmiş. Sahnelemede Budama (Strich) diye bir yöntemin meşruluğu ayan beyandır ama


a

böylesi bir tırpan bize ancak olağanüstü dönemlerin operasyonları izlenimi verdi. Oyun sahneye konulmamış, yorumlanmamış, yalnız­ ca trafik verilmiş. Oyuncular üç oturma elemanı bir içki -servis ma­ sası etrafında dolanıyor, oturup kalkıyorlar. Hatta bazen yönetme­ nin provalarda sahneye çıkıp oyunculara bazı jestleri bizzat göster­ diği, kollarını nereye kadar kaldıracakları, başlarını nasıl çevirecek­ lerini önoynadığı vehmine bile kapıldım.

cy

Daralan yan duvarları ve perspektifinde incir ağacı ile işlevsel de­ kor Hüsrev'in bunalım ve kıstırılmışlığını çerçeveleyen dışavurumcu bir sahne mekânı sunarken oyunun diğer kişilerinin de aynı yerde devinmeleri biraz kafa karıştırıyor.

pe

Ancak yapısı gereği başkişisiyle özdeşleşmemiz gereken oyunda bu bir eksiklik sayılmamalı. Tabii bu süreç gerçekleşseydi.

Bazı roller için iyi, yetenekli, deneyimli oyuncu olmak yetmez. Sü­ rükleyici, çarpıcı, sıradışı bir oyuncu personalitesi önkoşuldur. Hüsrev'de Bora Seçkin, tekdüze tonlamaları neredeyse duygudan arın­ dırılmış iniş çıkışları, bağırırken bile altı boş bir ses yükseltmesinin üstüne geçemeyişiyle zor dinletiyor oyunu. Ancak Levent Üzümcü ve Ceren Erginsoy duru, insan ve derinlikli oyunculuklarıyla insanın içini ferahlatıyorlar. Ve Kahraman Acehan Emektar Osman'da kı­ sa, unutulmaz ve doğal. Bir kez daha hayran oldum Kahraman'a. Mesleğim adına yeniden umutlandım. Haddimi aşmayayım ama bir kontrşan cümlesiydi. Özellikle İBŞT'de son yıllarda kötü oyunlarda çok iyi oyunculuklara tosluyorum zaman zaman. Ne hazin! Bir Olay Yaratmak "Bir Adam Yaratmak" hiç şaşmam ki çok izleyici toplayacak. San­ sasyonların, imajın, görüntünün, çatışma ve buyurganığın gerçeği silip götürdüğü günümüzde reklam ve tanıtım için postşeytani tekniklerin piyasaya salındığı 2000'lerde böylesi bir "rating" öngö­ rülebilir. Ancak oyundan önce tüm Allah kelimelerinin ayıklanıp sonra Meh­ met Kısakürek'in oyunu çekme tehdidine boyun eğilerek bu söz­ cüklerin bir tutam oyunun sonuna serpilmesine ve bu olayın gene­ line diyeceğim şudur: -Allah, allahl?


ELEŞTİRİ

Modası Geçmeyen Kaçıklar Diyarı

KRAL LEAR

İstanbul Devlet Tiyatrosu'ndan bir Sha­ kespeare prodüksiyonu daha! Amerikalı kadın yönetmen Roxanne Rogers'ın yö­ nettiği "Kral Lear", gotik bir atmosfer ya­ ratılarak eklektik bir yapı içinde yorumlan­ mış.

Lear"ın, her şeye rağmen yoluna devam etmesinde önemli bir rolü olduğunu gör­ memek için kör olmak lazım! Kral Lear'daki ana karakterlerin ancak kör olduk­ tan sonra gerçekleri görmeye başladığına dikkatinizi çekerim!

Kral Lear, bir ana, bir de yan öyküden oluşan bir Shakespeare baş yapıtı, içeriği ve ele alınış biçimi açısından bakıldığında, Shakespeare uyarlamaları devrini yaşadı­ ğımız şu günlerde, uyarlama riskine bu­ laşmadan sahnelendiğinde dahi, çağdaş bir yapıma dönüşecek bir yapısı var. Bir­ kaç yıl önce izlediğimiz lan Halm'lu Royal National Theatre yorumu da buna iyi bir örnekti zaten. Bu tragedya, hikayesi için­ de hiçbir zaman modası geçmeyecek ka­ çıklardan renkli bir demet bulunduruyor. Hem 'teatral yenilik' meselesinin de suyu çıktı açıkçası. Formülleştirilmeye çalışılan 'yeni', göstermelik biçimlere büründükçe, işlevselliği olmayan, sunulan olanakların hesapsızca kullanıldığı işler sahnelenmeye başlıyor.

Roxanne Rogers, Yale'de bir süre tiyatro tahsil eden fakat hemen akabinde bir Türk mimarla evlenip Teşvikiye'ye yerle­ şen, teatral sevdaları olan bir kadın. Gü­ nümüz Amerikan tiyatro ve sinemasının ağır abisi Sam Shepard'ın da kız kardeşi oluyormuş. Biz böyleyizdir zaten. Batıya öykünme, Batılıyı tanrılaştırma bir Osman­ lı geleneğidir. Tiyatromuzun 'yabancı yö­ netmen iyidir' ısrarı da böyle bir 'vizyonsuzluk'tan besleniyor. Ortadoğu'da Kral Lear yapmanın bin bir biçimi denenebilecek ve ortaya birbirinden politik, politik olmasa da en azından edecek bir lafı bu­ lunan sahnelemeler çıkabilecekken, 'ra­ hatlıktan entelektüel sıkıntıları kendine sahiplenmeye çalışan' bir yönetmene ne­ den gerek duyulduğunu anlamak müm­ kün değil, izninizle Bayan Rogers'ı 'şam­ panya postmodernisti' olarak tanımlamak niyetindeyim!

pe cy

a

Ilgın Sönmez

Kral Lear Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: W. Shakespeare Çevirenler: İrfan Şahinbaş Yöneten: Roxanne Rogers Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Giysi Tasarımı: Gülhan Kırçova Işık Tasarımı: Yakup Çartık Oyuncular: Çetin Tekindor, Gökçer Genç, Hakan Vanlı, Cem Kurtoğlu, M. Ali Kaptanlar, Kaya Akarsu, Mustafa Uğurlu, Taner Birsel, Levent Öktem, İsmail Hakkı Sunat, Melek Baykal, Meral Bilginer, Zeynep Kumral 26

Jan Kott'un nefis bir lafı var. Kral Lear'ı herkesin hayranlık duyduğu fakat kimse­ nin tırmanmak istemediği yüksek bir da­ ğa benzetiyor. Zaten yönetmen Roxanne Rogers da zirveye bayrak dikmek için yeterli olduğunu düşündüğü bir ön hazırlık­ la yola çıkmış, fakat sert kayalarla örülü bu dağa kazık tutturmayı bir türlü beceremeyip küttt diye yere çakılmış, işin garibi 35 kişilik tırmanış ekibinin bir bölümü on­ suz da olsa yoluna devam etmiş. Kral Le­ ar / Çetin Tekindor, Kent Kontu / Meh­ met Ali Kaptanlar, Edgar/ Mustafa Uğur­ lu, Edmund / Taner Birsel, Soytarı / Le­ vent Öktem ve Goneril / Melek Baykal, rejiyi temsilen zirveye kadar dayanmışlar. Fakat bayrak Rogers'da kaldığından, bay­ rağı dikmek şerefi bu ekibe kısmet olma­ mış. Çetin Tekindor'un inançlı ve motive edici aktör tavrının, sorunlu bir prodüksi­ yon olduğu seyirciye kadar yansıyan "Kral

Sert belki biraz fakat insan hissediyorsa, sahnede görüyorsa, bunu söze dökmek bir boyun borcuna dönüşüyor. Devlet Tiyatrosu'nun yegane büyük salonu aylar boyunca eskiz çalışmalarının yapılacağı fakat yine de kafa karışıklığının giderile­ meyeceği, bir dil, bir üslup oluşturulamayacağı bir yer olmamalı. Oraya giren yö­ netmenin kafası temiz, oyuncularıyla ma­ sa başında anlaşmış olmalı. Aslına bakar­ sanız Oda Tiyatrosu'nda da yapsa benzer beklentilerimiz olacaktı. Çağdaşlık adına. Bayan Rogers, ana teması dünyanın bo­ zulması ve çökmesi olan oyunu, tüm rönesanslar sonrası yaşanan tüm çöküşlere denk düşen bir 'zaman - sızlığa' taşıma­ ya çalışmış. Lear'ın ulaşımını uçakla sağla­ dığı ama Edmund'un kılıçla dövüştüğü,


a

şarıyor. Dozunda ve toparlayıcı yorumuy­ la Tekindor, abartılı sözcükleri sevmeyen­ ler için dahi muhteşem. Rogers, sahnede Soytarı'yı çok fazla görmek istememiş. Eklektizminin bir parçası olarak uzakta bir absürd efekt olarak kullanmayı tercih et­ miş. Rogers'ın rejisinde Soytarı'nın indir­ gendiğini düşünmemek mümkün değil. Ancak Levent Öktem'in dünyada çok az oyuncuya nasip olacak bir tür enerjisi var. Nasıl derler, hissedilen bir kondüsyon so­ runu olmasına rağmen, aurası kendini her koşulda ortaya koyuyor, ifade ediyor. Gelelim Bayan Rogers'ın ana karakterler içindeki tek şanssız kastına, yani Cordelia'ya. Maalesef Devlet Tiyatrosu'nun en genç oyuncusu artık 30'larını devirmiş va­ ziyette olduğundan, bu rol için dışarıdan Zeynep Kumral transfer edilmiş, iyi niyet­ li, elinden geleni yapmaya çalışan bir oyuncu, fakat maalesef arasına karıştığı kadro arasında öylesine yetersiz kalıyor ki! Yorumunun etkisini artırmak için kul­ landığı büyük bakışlar, büyük hareketler, tüm o iğreti büyüklükler metni o kadar Cordelia'sız bırakıyor ki.

pe cy

Cordelia'nın karşılama töreni sırasında walkman dinlediği ama Gloucester Kontu'nun robdöşambır giydiği bir prodüksi­ yon bu. Dekor yerine platform ve sembo­ lik manalar içerdiği düşünülen kalaslar kullanılmış, işin içine biraz da karanlık ve sis eklediniz mi zaten gotik meselesi de ister istemez devreye giriyor. Düşüşlerin her türlüsünün, fiziksel, ruhsal, tensel, toplumsal olarak yaşandığı Kral Lear'ın metninde kesin ve açık bir manzara var. Kralın tacını ve tahtını bırakması sonucu ülke, retoriği kuvvetli varislere bölünüyor ve güzel sevgi sözcüklerinden medet um­ mayan küçük kız bu mirastan pay alamı­ yor. Dereyi geçene kadar deveyi güden sistem, kralı iktidar unsurları olmaksızın hiçe sayarak çiğneyiveriyor. Sonra da za­ ten kıyametler kopuyor. Finalde herkes ölüyor. Sağ kalanlar ise Edgar, Albany ve Kent Dükü ile Kral Lear gibi hayatın sillesini yemiş, gücü tükenmiş tipler oluyor. Düzen de bu yüzden hiç de­ ğişmiyor işte. Kral Lear'ın hikayesi her da­ im geçerliliğini koruyor. Kral Lear'dan üç adet efsanevi karakter ya da tarihe mal olmuş şekliyle tip çıktı. Lear, Cordelia ve Soytarı'ya kült demek bile mümkün. Rogers, Tekindor'un inancı sayesinde güçlü bir Lear tiplemesi çıkar­ mayı başarmış sahneye. Tekindor'un Lear'ı onca karizmaya rağmen seyircide acı­ ma ve kızgınlık uyandırmayı fevkalade ba­

Zıtlıkların simetrisi misali oyunda yer alan oniki ana karakterden altısı adil ve iyi, di­ ğerleri adaletsiz ve kötü. 'Kötücül' karak­ terlerin en güçlüleri olan Goneril ve Edmund'ı canlandıran oyuncuların ise insan ruhunun derinliklerinde kalan karanlık noktaları gösterebilecek yetide olması ge­

rekiyor. Üstelik Rogers'ınki gibi çağdaş bir yorumda, bu oyuncuların işi daha da zor. Zira rollerini yorumlarken klasik an­ lamda bir karakter yaratmayıp, daha çok tipe yakın bir kompozisyon çizmeleri ge­ rekiyor. Eklektik çalışılan reji, oyuncunun bu katkısıyla herhangi bir zamana ve yere taşınıyor. Taner Birsel'de bu duyumun varlığı hissediliyor. Ancak Melek Baykal, 'klasik anlamda iyi bir oyuncu olduğu için' Goneril'i bir karakter olarak muhafa­ za etmiş. Bu bizim tiyatromuzun 'iyi' oyuncularının yaşadığı önemli bir sorun. Klasik iyi oyuncu, her an ayaklarını yere basması gerektiğini düşündüğü için postmodern yapımlardaki montaj unsurunun analizinde sekteye uğruyor. Lear'ın kader simetrisi Gloucester Kontu'nu canlandı­ ran Kaya Akarsu ve Albany Dükü Cem Kurtoğlu'nda da benzer bir problem var. Klasik anlamda iyi oyuncu olmak reji için­ de ayaklarına dolanıyor. Kral Lear için sayfalar dolusu yazmak mümkün ama yapmayacağız. Bu Kral Le­ ar, yönetmen ve oyuncu kadrosu arasın­ da ortak bir tiyatro dilinin oluşturulmadı­ ğı, altı oyuncusuyla dikkat çeken bir ya­ pım olmuş. Belki de bu projenin Türk ti­ yatrosuna faydası dokunması için Kral Lear'ı Kral Lear gibi sahnelemek düşüncesi yönetmen tarafından kolaycılık olarak görülmeyip, dramatik bir bütünlük tercih edilmeliydi... 27


SORUŞTURMA

SİYASİ ERK-SANAT İLİŞKİSİ NEREDE DURMALI? Ödenekli tiyatrolar ile siyasi erk arasındaki ilişki ve ödenekli tiyatroların yeniden yapılanmalarına yönelik tartışma devam ediyor. Yayın Kurulu üyesi arkadaşlarımızın yanıtladıkları soruya, yeni Kültür Bakanı Hüseyin Çelik'in açıklamasından yola çıkarak bir soru daha ekledik Tartışma önümüzdeki sayılarda ilgili kişi ve kuruluşlarla yuvarlak masa toplantılarıyla devam edecektir. Yanıt aradığımız sorular:

cy a

•Siyasal erk ile tiyatronun ilişkisini nasıl görüyorsunuz? (Yerelyönetimler ve hükümet açısından - ödenekli ve özel kurumlar açısından) Yakın temas nereye kadar olmalı? Varsa önerileriniz nelerdir? • Kültür Bakanı Hüseyin Çelik'in "Devlet memuru zihniyeti ile sanat olmaz. Devlet memurundan sanatçı olmaz." açık­

pe

lamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Yapı Merkeziyetçilikten Kurtarılmalı Yücel Erten •Bu konuda en çok tartışılan Devlet Tiyatroları'na şöyle bir kaba­ ca göz atarsak, bu yakın temas durumunu daha kolay kavrarız sa­ nırım. Nedir Devlet Tiyatrolarına bakınca gözlemlediğimiz? Sözü­ müzü sakınmadan konuşacak olursak: Uçsuz bucaksız bir impara­ torluğu andıran, yeryüzünde bir benzeri kalmamış, çağgerisi, aşırı merkeziyetçi, şişkin, hantal bir yapı. Genel Müdür de bu impara­ torluğun sözümona padişahı. Gelgelelim padişah, siyasal erk karşı­ sında elpençe divan durmak zorunda. Değil mi? Örnek çoktur ama ben en yakın olanını vereyim. Daha düne kadar, sosyal de­ mokrat olup olmadığına bile karar verememiş bir Bakan, yasayla tanınmış yetkileri dahi kendisinde toplayarak, padişahları parmağı­ nın ucunda oynatmadı mı? Görüyoruz ki geleneksel olarak padi­ şah, Bakan'a yaranamazsa en kısa sürede dibe vuruyor. Padişaha bağlı ve bağımlı olarak 12 ildeki bilmem kaç sahneyi yöneten uç beyleri de, padişaha yaranamazsa işi bitik! Çünkü onlar da ona bağımlı. İki satır yazıyla beylikleri elden gider. İş bu kadarla da kal­ 28

mıyor. Daha çetrefil: Uç beylerinden bazılarının Bakan'la ilişkiye gi­ rerek padişahı dövmeye kalkıştıklarına da tanık olmadık mı? İyi ama bu nasıl şey canım? Halkın vergileri ile yaşayan bir sanat ku­ rumunda, tiyatro mu yönetiyoruz, çayda çıra mı oynuyoruz? De­ mek ki hiç debelenmeden şu tesbiti yapmamız gerekiyor: Tiyatro yönetimleri, torunu torbasıyla silsile-i meratip halinde aşırı bağımlı! Ve bu yakın temas, sanat üretmek için iyi değil! Peki bunun çaresi yok mu? Bana var gibi görünüyor. Bir kere yapı­ yı merkeziyetçilikten kurtaracaksınız. Her biri kendini yöneten ti­ yatrolarınız olacak. 5-6 sahneli 250-300 sanatçılı büyük kentlerde de. Sonra bu tiyatroların yönetimine süreli atama yapacaksınız. 3 yıl mı olur, 4 yıl mı bilmem, ama süreli olacak. Ve bu süre içinde yöneticiye göreli bir dokunulmazlık, görece bir özgürlük tanıya­ caksınız. Kaç tiyatro olacak, atama yöntemi ne olacak, bunları sonra tartışırız. Ama her tiyatronuzun yönetimini, süreli oluştura­ caksınız ve merkeze olan bağımlılığını azaltacaksınız, gereksiz abanmalara karşı korunaklı kılacaksınız. İşte bunu yaptığınız za­ man, genel müdür artık padişah değildir. Şimdi o genel müdürü de süreli ve korunaklı biçimde atayın. Süreli olsun ki, orada 65 ya­ şına kadar oraya kazık kakmayı ummasın. Korunaklı olsun ki, siya­ sal erkle yakın temas için oryantal yapmak zorunda kalmasın. Çünkü ister hükümetler, isterse yerel yönetimler düzeyinde olsun, siyasal erkin tiyatro ile ilişkisi; işin ulusal ve uluslararası düzeyde verimli ve kalıcı olması için gereken rasyoneli oluşturmaktan ibaret kalmalıdır. Kültür ve sanat alanları için, bu kapsamda doğal ki ödenekli ve özel tiyatrolar için; ulusal ve uluslararası gelişme ve yaygınlaşma nasıl olur? Siyasal erk bunu düşünecek, sivil ortamda tartışacak, bir strateji belirleyecek. Bunu gerçekleştirmek için han-


gi yollarla ve ne ölçüde kaynak ayrılması doğrudur? Bunu tarta­ cak, biçecek, ölçecek. Ve de sanat kurumlarında bu kaynağın doğru kullanılmasını sağlayacak, uygar, demokrat ve işlek yöne­ tim biçimleri nasıl oluşur? Buna kafa yoracak, öneriler ve örnekler arasından bir seçim yapıp uygulayacak. Bunlar belli bir rasyonele kavuşunca, hiçbir yakın temas gerekmez. Niye gereksin ki zaten? Herkes kendi işini yapsa, daha iyi olmaz mı? •Sayın Bakan öyle mi demiş, bilmiyorum. Eğer böyle demişse doğru söylediği su götürmez. Çünkü devlet memuru zihniyeti ile sanat yapılamaz, doğru! Ayrıca devlet memurunu tutup sanatçı yapamazsınız, bu da doğru! Ama sözün özünü merak ederim doğrusu. Çünkü söz, "Devletin sanat üreten kurumları olmaz ya da olmamalı" anlamına geliyor­ sa, orada tartışma çıkar. Bu konuda benim bir kitabım var biliyor­ sunuz: "Devletin Tiyatrosu Olmaz! (Mı?)". Burada uzun uzun an­ latmaya kalkmayayım, ilgi duyanlar lütfen okusun.

a

Yok eğer daha ılımlı bir anlayışla "Sanatçıları memurlaştıran koşul­ lar değişmeli" anlamında söylenmişse; bunu doğru bir saptama olarak algılıyorum. Ama korkarım bu saptama tek başına bizi bir yere taşımaz. Bu koşulların nasıl, neden oluştuğunu da irdelemek gerek. Çünkü sanatçıları memurlaştıran, salt 657 sayılı yasa ve ücretlendirme sistemi değil ki! Ödenekli tiyatrolarımızın yapısına, yasal dayanaklarına ve yönetimine ilişkin saydığım temel çarpıklık­ lar da burada önemli bir rol oynuyor. Dolayısıyla üretime ilişkin politikalar geliştirilemiyor. Bu yüzden birimler ve bireyler arasında sanatsal yarış sağlanamıyor, bölge hizmeti özendirilemiyor, ödül­ lendirmelerle yaptırımlar üretime ve başarıya göre ölçeklendirilemiyor. Ne yazık ki, halkın vergileri ile sanat yapıldığı bilinci de bir türlü yerleşmiyor. Ve bütün bu koşullar, bazı sanatçıları bir çeşit memur zihniyetine adeta itiyor. Bu yüzden ben derim ki: sanatçıları memur zihniyetine sürükleyen bu koşullar, salt bir statü ya da ücretlendirme sorunu olarak görülmemeli; bu bütünlük için­ de tartışılarak elbette değişmeli, değiştirilmeli.

bir yapının onyıllarca sürmesi kabul edilemez bir durumdur. Bu­ nun da hem siyasal erk hem kamu yararı hem de birer sanat kuru­ mu olan tiyatrolar açısından ciddi sakıncalar doğuracağı açıktır. Bütçeden pay ayırıp bir tiyatro kurduktan, oraya gerekli sanatçıla­ rı, teknik adamları ve donanımı aldıktan sonra başına herhangi bir kişiyi atayıp "istediğini seç, istediğini oyna, istediğin gibi oyna, iste­ diğini at, istediğini sat, bana karşı gelmediğin sürece sana kimse dokunmayacak" anlayışı da artık bir yana bırakılmalıdır. Siyasal açı­ dan çoktan tarihe karıştığı halde, bu beylik, krallık, padişahlık an­ layışının, sanatta hâlâ devam ediyor olması şaşırtıcıdır. Siyasal erk elbette tiyatro sanatına ve tiyatro kurumlarına doğrudan müdaha­ le etmemeli ve bunun kapısını açmamalıdır. Ancak, siyasal erk, yetkiyi birilerine verirken, bu kişilerin yetkin sanatçılar ve alanları­ nın uzmanları olmalarına özen göstermelidir. Bu konuda nesnel bir ahlâk anlayışı egemen olmalıdır. Buna bağlı olarak tiyatro ku­ rumlarının bir tek kişinin "iki dudağı arasında çıkan emre bağlı" olarak yönetilmesi de kabul edilemez. Tiyatro yapıtını ortaya çıka­ rırken, sahneye taşırken belki tek tek kişilerin belirleyiciliği anlaşıla­ bilir ama bir tiyatro kurumunun artık demokratik bir tutumla ve sistemle yönetilmesi beklenir. Her alanda olduğu gibi, tiyatro yö­ netimi alanında da yetkilerin öznellikten kurtarılıp nesnelleştirilmesi için uzmanlardan, sanatçılardan ve biliminsanlarından oluşan geniş kurullar oluşturulmalı, keyfi uygulamaların ortaya çıkmasının önüne geçilmelidir (Bugün Devlet Tiyatrolarının ve Belediye Tiyat­ rolarının bulunduğu kentlerde yer alan üniversitelerin tiyatro bö­ lümleriyle ilişkileri yok denecek kadar azdır. Ülkenin bu konudaki mevcut potansiyeli yeterince kullanılmamaktadır).

pe cy

Siyasal erkin tiyatroyu denetim altına alması, sanat politikasına, repertuvar anlayışına karışması düşünülemez ama özellikle öde­ nekli tiyatro kurumlarının kamu kurumları olduğu da unutulma­ malıdır. Bu kurumların, para, enerji ve zamanlarını daha verimli kullanmaları konusunda, alanın uzmanlarından oluşturulan kendi içdenetim mekanizmaları olmalı (örneğin tiyatrolar repertuvarlarına hangi oyunları alacaklardır? Kuşkusuz iyi olanları alacaklardır ama iyinin kriterlerini kim koyacak, sahnelenecek oyunları kim de­ ğerlendirecektir? Dahası iyi olanlar arasında seçim yaparken nasıl bir sisteme göre hareket edilecektir? Neden hep bazı iyiler sahne­ leniyor da öteki iyiler oynanmıyor, hatta iyiler beklerken kötüler oynanabiliyor, bu kamu tiyatroculuğu kavramıyla nasıl bağdaşır? işte bunları belirleyecek kurumlar, kurullar, kurallar ve sistemler oluşturulmalı), bu mekanizmalar tiyatroyu yetkinleştirmeye katkı­ da bulunmalıdır. Siyasal erk, saydam bir biçimde bu kurulların oluşması için çaba harcamalı, sağlıklı işlemesi için yasa, tüzük ve yönetmelik hazırlamalıdır. Yoksa kendi politik anlayışı doğrultu­ sunda asla taraf olmamalı, herhangi bir müdahalede asla bulun­ mamalıdır.

Çünkü tiyatro sanatının gelişmesi ve yaygınlaşması için uygun or­ tamı hazırlamak, rasyonel biçimde kaynak oluşturmak ve sanat kurumlarının uygar ve işlek bir yönetim biçimine kavuşmasını sağ­ lamak, sadece hükümetlerin ya da yerel yönetimlerin değil, hepimizin görevi.

Biliminsanlarından Oluşan Kurullar Oluşturulmalı Doç. Dr. Hasan Erkek • Siyasal Erk (hükümetler ve yerel yönetimler) ile tiyatro arasında doğrudan bir ilişki olması kuşkusuz sakıncalı bir ilişki olacaktır. Özellikle de tiyatro açısından. Siyasal erk tiyatroyu olabildiğince desteklemeli ancak sanatsal açıdan onu özerk bırakmalı, tiyatro­ nun özgürce gelişmesinin önündeki bütün engelleri kaldırmalıdır. Kuşkusuz bu, halktan toplanan vergilerle finanse edilen tiyatrola­ rın, "sınırsız sorumsuz" bir biçimde, her istediklerini yapma ve hiçkimseye hesap vermeme anlamına da gelmemelidir. Hele böyle

Tiyatrolar da topluma, sanatçılara, biliminsanlarına, alanla ilgili si­ vil toplum örgütlerine karşı sorumlu olduklarını unutmamalı, bu alanlardan gelen eleştirilere kulaklarını tıkamamalı, kendilerini gözden geçirmeli, eksikliklerini gidermeli, düzeltmelidirler. Sanat­ sal etkinliklerinde kamu yararını olduğu kadar, sanatın gelişmesini ve ilerlemesini de gözetmelidirler. • Kültür Bakanının tam olarak ne dediğini, dediklerini hangi bağ­ lam içinde dile getirdiğini bilemiyorum. Ama sanatçı-memur tartış­ ması hayli eski bir tartışmadır ve gelişen koşullar içinde yeniden tartışılmasında kuşkusuz yarar var. Herşeyden önce memur kelimesinin hangi anlamda kullanıldığına bakmak gerekir. Türkçe sözlükteki bir anlamı "devlet hizmetinde çalışan kimse" olarak belirtilmektedir. Bu o kadar da kötü birşey olmasa gerek. Hiç değilse birinin hizmetinde çalışmaktansa, soyut bir kurum olan devlet (hükümet değil) hizmetinde çalışmak yeğ29


dir. Hele de o devlet halk içinse, amacı da halkın hayatını kolaylaş­ tırmak ve halkın mutluluğunu sağlamak ise. Bir sanatçı için onur­ landırıcı bile olabilir bu. Memur kelimesinin sözlükteki bir başka anlamı da "bir işle görev­ lendirilmiş olan, yükümlü"dür. Burada sözkonusu olan sanatsa, sanatçı-memur sanat yapmakla görevli ve yükümlü olacaktır. Bunda da bir sakınca yok sanırım. Zaten sahici bir sanatçının kendini sa­ nat yapmakla görevli, yükümlü sayması beklenir. Hatta sanat yap­ ma olanakları elinden alınsa bile sanat yapmadan duramaz.

Ne Devlet ne de Memurunun Zihniyetiyle Sanat Olmaz Üstün Akmen /P.E.N. Türkiye Başkanı

cy a

Memur kelimesinin bir başka anlamı ise, "devlet hizmetinde aylıkla çalışan kimse"dir. Bunda da çok büyük bir sakınca olmasa gerek. Çünkü, emek harcamak, zaman harcamak ve yaptıkları hizmet karşılığında bir maaş almak, sağlık sigortasından yararlanmak, emeklilik hakkı elde etmek, nasıl sosyal devlet çatısı altında bulu­ nan her bireyin hakkı ise sanatçıların da hakkıdır. Sanatçılar soka­ ğa atılacak kişiler değildir. Onların desteklenmeleri yapacakları sa­ natsal etkinliklerin önünde bir engel oluşturulmayacaktır. Bununla birlikte, tarihte desteklenmedikleri, büyük yoksunluk ve yoksulluk içinde oldukları halde olağanüstü yapıtlar ortaya koyan sanatçılar da vardır. Ortaya koydukları bu yapıtları içinde bulundukları sıkın­ tılı ortama bağlamak dayanaksız görüştür ve toplumun vicdanını rahatlatan bir avunmadır. Desteklenselerdi kimbilir daha neler ya­ pacaklardı. Öte yandan devlet desteği almadan da düşük nitelikli yapıtlar, yapımlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, devletten destek almayan özel televizyon kanalları TRT'den daha iyi yapımlar mı or­ taya koyuyor?.. Eskiden TRT'de üretilen bazı programların kalitesenin düşüklüğünü verilen destekle mi yoksa önlerindeki yasakla­ yıcı tutumla mı açıklamak gerekir. Bu da sanatçıların ve sanat ya­ pıtlarının aldıkları/alamadıkları destekle kendi aralarında doğru­ dan ve ters orantılı bir ilişki bulunmadığını ortaya koyuyor. Böyle bir ilişki varsa bile, desteklenenlerin daha uzun soluklu ve daha kaliteli olma şansının daha yüksek olduğu yönündedir. Tabii bu her desteklenenin mutlaka iyi olacağı anlamına gelmez. Ama bu durumda kötü olanların desteklenmeseler de kötü olacakları bilin­ melidir.

ki serbest piyasa ekonomisideki sanatdışı mal ve hizmetler için kul­ lanılır daha çok. Ama sanıtçının da yaratıcı, üretken ve çalışmala­ rının verimli olmasından da bir ölçüde neden söz etmeyelim. İşte, asıl sorun burada yatıyor. Bu durumda da cezalandırma sistemin­ den ve sanatçıları güvencesiz bir biçimde "vahşi kapitalizmin pen­ çelerine tertekmekten çok hepsi için asgari koşullar sağlandıktan sonra bir ödül sistemi getirmek daha yerinde bir karar olacaktır. Böylece kendisine sağlanan ve sanatsal üretimi için güvence oluş­ turan bu temel desteklerle yetinmeyen sanatçılar, yaratıcı ve üret­ ken, zaten yaratıcı ve üretken olanlarsa, daha yaratıcı ve daha üretken olacaktır. Bu da, sanat için ayrılan desteğin verimli kulla­ nılmasını sağlamakla kalmayacak, üretken sanatçıların önünü aça­ cak ve sanatımızın geleceğine daha iyimser bakmamızı sağlaya­ caktır.

pe

Etimolojisine baktığımızda memur kelimesinin daha başka bir an­ lamıyla karşılaşırız ki, memur-sanatçı kimliği açısından asıl sakıncalı olan yanı burada yatmaktadır. "Memur"un kökenindeki anlamı (Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü/ismet Zeki Eyuboğlu) "emir alan"dır. "Amir"se memura "emir veren"dir. İşte, Memur-sanatçı kavramı bu anlamda ele alınırsa sanat açısından ciddi sakıncalar ortaya çıkar. Çünkü emirle sanat yapılamaz, emirkulu sanatçı ola­ maz. Ama buradaki durum memur'dan çok amirle ilgilidir. Amirle­ rin sanatçı-memurlara emirle sanat yaptırmaması, yani sanatı ve sanatçıyı gütmemesi, onun özgürlüğünü zedelememesi, içinde yer aldığı kurumu da özerk bırakması gerekir. Güdümlü sanatın ne topluma ne de sanata yararı vardır. Sanatçı bu anlamda memur olursa elbette sanatçı olamaz. Sanatçı'yı bu anlamda memur eden zihniyet terkedilmelidir. Sanatçıyı bu anlamda memurlaştırmayacak düzenlemeler yapılmalı, bir ifade biçimi olan sanatın önündeki engeller kaldırılmalıdır. Sanatçı, özgür bir ortamda sana­ tını gerçekleştirebilmen, bu özgürlüğü zedeleyecek ve sanatçıları bu anlamda memurlaştıracak engeller ortadan kaldırılmalıdır. Kuşkusuz, bütün bunlara rağmen, bütün bunlar yapıldıktan, yani sanatçılar desteklendikten ve özgürlüklerinin önündeki engeller kaldırıldıktan sonra bile bazı sanatçılar yeterince yaratıcı, ve yete­ rince verimli olmayabilirler. Olmayabilmektedirler de. Bu durum­ da, ömür boyu sözkonusu sanatçıların desteklenlenmesi ve ilham perisinin gelip omuzlarına konması mı beklenecek?.. Peki, hiç destek almayan ilham perisiyle karşılaşmaya bile vakit bulamayan, canhıraş çalışan öteki sanatçıların günahı ne?.. "Verim almak" bel­ 30

Sadece hükümet edenler arasında değil, iktidar koltuğunda otu­ ranlar arasında da ne yazık ki tek sanatçı yok. Bu da, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kültür-sanat alanına nasıl yaklaşacağı konu­ sunda gerek bağlı olduğumuz uluslararası merkezde, gerekse ku­ ruluşumuzda ciddi tedirginlik yaratıyor. Partinin tavan ve tabanın­ daki "milli görüş"çülerle liberaller, doğal olarak kendi görüşlerinin egemen olmasını isteyecekler, bundan hiç kuşkumuz yok. Geri ka­ lan kesim ise, genel olarak pek de "tekin" olmayan kültür-sanat alanına uzak dürbünüyle bakmayı yeğleyecek sanıyorum. Biz, hü­ kümetin, her şeyden önce düşüncenin ülkemizde ve dünya üzerin­ de engellenmeden aktarılması kuralını benimsemesini diliyoruz. Anlatım özgürlüğünün baskı altına alınmasına karşı olduğumuz­ dan ve olacağımızdan, hükümetin her türlü sansüre de karşı koy­ masını bekliyoruz. "Özgür basın" adı altında yalan yayın yapanla­ ra, kasıtlı sahtekârlıklara, gerçeklerin politik ve kişisel amaçlar uğ­ runa çarpıtılmasına da karşıyız. Hükümet ve Kültür Bakanı bu uğurda uğraş verirse ne ala... Değilse vah bize, vahlar bize... Ya da vah onlara... İnsanoğlunun canı çıkmayınca, umudu da tükenmiyor. Mutlaka anımsayacaksınız, bundan önceki Kültür Bakanları belirgin bir sa­ nat siyasetini yaşama geçirmek yerine, etkin güçlerini günlük siya­ setin ve bürokrasinin alacakaranlığında harcadılar. Ummadığımız dağlara ne karlar yağdı, anımsayın lütfen. Devlet tiyatrolarındaki olaylara nasıl seyirci kalındı, filmler hangi koşullar zorlanarak san­ süre uğratıldı, daha neler de neler... Kim ne derse desin, onlar kendilerine bağlı sanat kurumlarını, bilerek ve isteyerek "sanat ku­ rumu" olmaktan çıkarttılar Sanatın doğruları yerine, ilkesizlik, ku­ ralsızlık, ölçütsüzlüğü onlar egemen kıldı. Kurumların yıllardır tehli­ ke sinyalleri verdiğini, bilmiyorlar mıydı sanıyorsunuz... Aldanıyor­ sunuz, işlerine gelmediği için görmezden geldiler. Bu arada, kimi yerel yönetimler de sanata yönelik yönlendirme ey­ lemlerine girişti. Bir gecede yönetim tepe aşağı etmeler falan... Sanatın içeriği, biçimi, biçemi siyasal erkin işi değildi ki! Gel gele-


lim, dinleyen kim. Oysa devletin, hükümetin, Kültür Bakanlığı'nın, yerel yönetimlerin sanat politikaları, sadece ve sadece "siyasal er­ kin değişiminden etkilenmeyecek, kalıcı bir yönetim politikası oluş­ turmak" olmalıydı. Siyasal iktidarlara, hükümetlere bağımlılık hiç kuşkunuz olmasın bu dönemde de sürecek. Siyasetçinin ve bürokratın, alışılagelmiş ataerkil yaklaşımı da aynen devam edecek... Tersi olsa şaşarım ve önyargılı olduğum için kendi kendimi yargılarım. Keşke yanılsam da, kendi kendime hüküm giydirsem, utanma cezası yesem. • İkinci sorunuza gelince, Kültür Bakanı Hüseyin Çelik'in değil de, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Müdürü Okan irkören'in taaa Mayıs 2002'de görevinden istifa ederken: "Devlet memurundan sanatçı olamaz, devlet memuru zihniyetiyle sanat üretiminde başarılı ol­ mak mümkün değildir" dediğini duymuştum. Bakan da mı öyle demiş? O halde hayra yormalı. Demek ki, Sayın Bakan, bundan böyle merkeziyetçi yapı kaynaklı olarak yaşanan olayları engelleye­ cek, kaşınan yaralara merhem olacak. Tiyatro yöneticilerine, sa­ natçısını verimli olmaya yöneltebilmek için, gerekli güç ve yetkiyi verecek. O zaman da, verimli bir sanat idaresi kurulmasına olanak tanımış olacak. Demek ki, Sayın Hüseyin Çelik, kısa süre içinde ba­ şarı ve üretkenliğin kişisel çabalar ve rastlantılar dışında başka et­ menlere de gereksinimi olduğunu kavramış. Allah hayırlara getir­ sin, vallahi içimde umutlar fışkırdı.

• Siyasal erk denince, siyaseti devletin bütünlüğü içerisindeki bir unsur olarak görüyoruz. Ancak devlet bütünlüğü içerisindeki bu unsur demokrasi gereği görüş farklılıklarına sahip partiler tarafın­ dan da yürütülen ve devlet yönetimine gelerek siyasi erki kendi siyaset görüşü ile yönetmek isteyen bir tutum gibi anlaşılıyor. Oy­ sa siyaset devlet bütünlüğünü, hizmetin devamlılığını engelleyici bir unsur ya da aynı toplum içerisinde farklı görüşten olanların bir çıkar grubu oluşturmasına olanak vermemelidir. Bu durumda siyasetten anladığımız devletin yönetiminde koordinasyonu sağ­ layan birimlerin oluşması şeklinde anlaşılmalıdır. Daha doğrusu yeni hükümetin de açıklamalarında katılımcı devlet anlayışı şeklin­ de olmalı. O zaman siyasi erk sanat alanında uzman kişiler alanının gelişmesine, kültürün yaygınlaşmasına yönelik projeleri devreye sokarak uluslararası standartlarda oluşan yasal düzen­ leme önerilerini yine aynı uzmanların görüşlerinin alınarak gerçek­ leştirilmesi doğrultusunda hizmet veriyor olmalı.

pe

cy a

İşin özüne gelince: Doğrudur ne devlet ne de memurunun zihni­ yetiyle sanat olmaz. Ama iyi yönetilen devlet memurundan bal gi­ bi sanatçı olur.

Siyasi Erk, Uzman Kişiler Alanını Geliştirmeli Tamer Levent/TOBAV Başkanı

31


Kadın! İşkenceyle Ölüme Mahkûmsun!

Ilgın

Sönmez

ÖLÜMÜNE SUÇLU

7999 - 2000 sezonunda Londra'da sahnelenen Richard Harris imzalı "Ölümüne Suçlu",

Profilo İş Merkezi'ndeki 300 kişilik salonda, yeni kurulan Tiyatro Kedi tarafından sahneye taşınıyor.

pe

cy

a

Batı tiyatrosunu eksene çekip, 1850'den sonrasını başlangıç alacak olursak, bu 150 yıllık tarih, öykünmeler üzerine ku­ rulu bir portre çiziyor. 1950'lerden sonra dünya tiyatrosunun çıkış yolunu Doğu'da aradığı dönemde dahi bizim tiyat­ romuz hala batılı anlamda iki ayağının üzerinde durmaya çalışıyor. Durup şöyle bir kendine bakmayı denemiyor. Girişim­ ler cılız kalıyor. Dahası dikkatle bakıldı­ ğında bambaşka bir durum da açık bi­ çimde kendini hissettiriyor. Her ne kadar Batı tiyatrosunu kendimize izlek seçtiysek de, geçen zamana rağmen batı ti­ yatrosunun yayıldığı geniş tür yelpazesi­ ni kendi sahnelerimize taşıyamamış ol­ duğumuzu görüyoruz. Kimi yenilikçi ya­ zar, yönetmen, oyuncu, eleştirmen ve seyircinin 'klasik' ya da 'konvansiyonel' bularak burun kıvırdığı polisiye gerilim gibi bir meselenin bile hakkı verilememiş mesela. Hadi yazan çıkmıyor diyelim, dünya literatürü ve sahnelerini tarayarak sahnelemeye soyunan da olmuyor...du.

Ölümüne Suçlu Tiyatro: Tiyatro Kedi Yazan: Richard Harris Çevirenler: Füsun Günersel Yöneten: Hakan Altıner Sahne Tasarımı: Figen Soysal Giysi Tasarımı: Sadık Kızılağaç Oyuncular: Arşen Gürzap, Ayda Aksel, Şükrü Türen, Hakan Altıner. 32

Şehir Tiyatroları ve özel tiyatrolarda yap­ tığı rejilerden tanıdığımız Hakan Altıner ve yeni kurulan Tiyatro Kedi, kim ne der­ se desin Türk tiyatrosunda bir ilki ger­ çekleştirdi ve eğer önemli bir ölçüt kabul edilirse, bir Broadway ya da Londra yapı­ mı kalitesinde, belki de daha iyi akan / görünen bir polisiyeye imza attı. Klasik anlamda iyi örülmüş bir gerilim metnin­ den klasik anlamda başarılı bir reji çıkar­ mayı başaran Altıner'in her biri profesyo­ nelliğinin önemli bir evresinde bulunan 'suç ortağı' üç oyuncu arkadaşı ve yapım kalitesini sıklaştıran sponsorlarıyla, tanı­ tım faaliyetleri de hesaba katıldığında, en ince ayrıntının bile es geçilmediği bir

ekip işi ortaya konmuş oluyor. "Ölümüne Suçlu"da evli sevgilisiyle şehir dışında bir gece geçirmeye hazırlanır­ ken, adamın arabada kalp krizi geçirip ölmesi sonucu oluşan kazada bacağı sa­ katlanan Julia'nın (Aksel) karabasana dönüşen son bir kaç ayına şahit oluyo­ ruz. Evli bir adamla yaşadığı kaçamağın bedelini ödemeye zorlanan Julia'nın bir acıma nesnesine dönüşmesi, türlü insan zaaflarının hem metin, hem oyunculukta gösterilebilmiş olmasıyla önlenirken, böylece daha gerçekçi bir dil de yakalan­ mış oluyor. Ayda Aksel'in duyarlı, ayrıntı­ lı ve tertemiz yorumunun altını sağlamca çizmek lazım. Aynı şekilde Julia'nın sev­ gilisinin dul karısı Margaret de metindeki mutlak iyi ve kötüyü kabul etmeyen tav­ rın bir parçası olarak çok katmanlı çizilen bir karakter. Saplantılı bir kişilik olan Margaret'in yaşadığı gitgeller, onu bü­ tünüyle ürkülecek bir karakter olmaktan uzaklaştırıyor. Bu arada daha önce oyun­ la ilgili yazdığı bir yazı sonrası, Margaret'i canlandıran yılların oyuncusu Arşen Gürzap'ın fanatik hayranlarından biri ta­ rafından, e - posta yoluyla taciz edilmiş ve azarlanmış biri olarak, bu kez şu iba­ reyi de kullanmak durumunda hissediyo­ rum kendimi: "Arşen Gürzap, oyunculu­ ğunun şahikasını yaşıyor!" Kaza sonrasında Julia ile ilgilenmeye baş­ layan mahalle komşusu 'genç delikanlı' Gary, ki iflah olmaz halde Julia hayranı, gerilimin gerektirdiği üzere şüphe uyan­ dıracak şekilde çalışılmış ve yorumlan­ mış. Şükrü Türen'in yakaladığı ince nü­ anslar ve tip avantajı Gary'i elle tutula­ cak kadar izleyiciye yakınlaştırıyor. Bir adamın bir kadını, hiç gerçekleşmeyecek bir sevdanın içinde bile inançla sevebile­ ceğini, kadınların bu sevgileri hiçbir za­ man umursamadığını ve nasıl umursa­ madığını sahnede görüyoruz. Yönetmen


pe cy a


a

Gary'nin şiddet uygulayabileceğinden şüphenilmesi planlanan karakteri ise hard rock ile özdeşleştirilmiş. Rock, caz ve ' H a m m e r s t e i n ' oyun boyunca kapışıyor.

pe cy

Hakan Altıner tarafından canlandırılan pskiyatrist, sahnedeki en dengeli ve gü­ ven uyandıran karakter. Ancak akışa hiç­ bir etkisi olmuyor. Ki bu da, yazar ve yö­ netmenin getirdiği bir eleştiri olarak ka­ bul edilmeli, zira özel psikiyatristlerin gü­ nümüz koşullarında sağaltma gücüne sahip olduğunu söylemek hiç de müm­ kün değil.

Hakan Altıner, "Ölümüne Suçlu"yu sah­ neye aktarırken müziğin gücünden de fazlasıyla yararlanmış. Hatta kullanılan parçalar üzerinden oyunun bambaşka bir okumaya tabii tutulabileceğini hisset­ mek gerekiyor. Mesela Niedermayer im­ zalı tema parçasını, Kieslowski daha ön­ ce "Mavi" ve "Veronika'nın Kaybolan Hayatı" adlı filmlerinde kullanmıştı. İzle­ yen olarak buradaki göndermeyi de okumadan geçmemek lazım. Keza Marianne Faithfull'un yorumladığı "Boulevard of Broken Dreams"i de anmak iste­ rim. Rejiye dahil olduğu andan itibaren görmüş geçirmiş bir duyarlılığı işin içine katıyor, iki kadının bariz farkını tanımla­ manın yollarından biri olarak da Altıner müziği kullanmış. Margaret deşarj ol­ mak için Rogers and Hammerstein, me­ sela "Fringe On The Top" dinlerken; eği­ timli, çalışan, çağdaş bir kadın olan Julia ise Anna Maria Jopek'in "Bosa"sı gibi gergin, uğultulu, sinir bozucu parçalara yöneliyor. Dövmeli kollarının üzerine siyah kapişonlu sweatshirtler giyen 34

"Ölümüne Suçlu", yepyeni bir sahnede , son derece şık bir prodüksiyon. Dekor, kostüm ne varsa gıcır gıcır, rengarek. Zıt kutuplarda iki kadın mesajını güçlen­ direcek şekilde kontrast renklerin kul­ lanıldığını da fark etmedik değil hani! Tabii Julia'nın bilgisayarını tüm gıcırlığın

dışında, ayrı bir yere koymak lazım. Bu dekora sponsor bulunamadığından olacak eski, kirli, tasarım işiyle uğraşan birinin asla tasarım yapamayacağı bir alet bulup koymuşlar sahneye! Olsun, bu kadar kusur kadının kızında da mev­ cut! Afiş tasarımı, basın cd's, radyo ve televizyon reklamlarını da hesaba katarak ekibin profesyonelliğini tebrik edelim. Bu, 'illa alternatif/ avangard bir şeyler izlemek isteriz' diye tutturanlar için bir miktar hijyenik bir başarı tabii...


ÖKÜZ ALTINDA BUZAĞI

Sakın Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Okumayın, abone olmayın! Sevgili okur! Yeni sezon başladı, doludizgin de gidiyor. Gitmesine gidiyor da, bende keyif yok. Bu yüzden taa bu sayıya kadar bekledim. Aslında yine yazmayacaktım da, bazı can sıkıcı olaylar konula­ ra maydanoz olmamı gerektirdi. Öyle laf olsun diye değil üstelik, bayağı bayağı taraf olarak. Can sıkıcı olayın en birinciye geleni son günlerde tiyatro camiasında konuşulan Perihan Mağden Hanım'ın yazısı. Bu konuda, bildiğim kadarıyla Cihan Ünal dışında, tiyatroculardan pek tepki gelmedi. Aslında bu o kadar da şaşılacak bir durum değil. Onların hiç bir duruma tepki gösterdikleri yok za­ ten. Bazı dernekler dışında kişisel tepki yok. Bu açıdan ben de, bütün yaşamını tiyatroya adamış biri olarak iki çift laf etme gereğini duydum. Fikri, tabii ki Perihan Hanım'ı bağlar, ister gider tiyatroya, ister yirmi yıldır gitmez. Bize ne? Ama iş, köşe yazısında kendi tasarrufunu okuyuculara empoze et­ me boyutuna gelirse, durum değişir, insanlar zaten gitmiyorlar oyunlara, bir balta daha vurmanın anlamı ne, nedeni kendinden menkul birtakım egzantrik görüşler ileri sürerek? Aykırı köşe yazarı Gülay Göktürk de, mal bulmuş gibi hemen atlamış bu düşüncenin üstüne. Çok okunan yazar Hıncal Uluç da destek vermiş mi sana? Al gözüm tiyatro düşmanı bir triumvira, seyreyleyin tiyatrocular... Ama ben seyreylemiyorum. "Arkaik" bir sanatmış tiyatro, Perihan Hanım'a göre. Yani durağan de­ meye getiriyor, kendini geliştirememiş, iyi de 20 yıldır oyunlara gitmeyen biri, nasıl varabiliyor bu ka­ nıya acaba? Yıldız Kenter'in oyunculuğunu beğenmeyebilirsiniz de, bundan yola çıkarak koca bir ti­ yatro sanatını nasıl yok sayarsınız? Nasıl olur da "tiyatro bitmiş, üstelik yanında koç gibi sinema du­ rurken" saçmalıklarıyla bir sanatı diğerine yeğleyebilirsiniz? Ben de müzik sevmem, konsere git­

cy a

Seyirci

mem. Siz gidin konserinize, ama ellemeyin tiyatroyu da. "Koç gibi" olan sinemanın, diğer bütün sa­ nat dallarının bileşiminden oluştuğunu, bu açıdan 7. sanat denildiğini, "arkaik" tiyatro olmasaydı, si­ nemanın olamayacağını, bütün oyuncuların tiyatro eğitimi alarak sinema filmlerinde oynadığını bile­ miyor musunuz? O çok beğendiğiniz sinemanın ana kaynağının "hile" olduğunu, ancak yönetmenin izin verdiği kadrajdan, size istediklerini gösterdiğini düşünemiyor musunuz? Tiyatroda, herhangi bir oyunda oysa, isterseniz dekoru, isterseniz şıkları, isterseniz bir figüranın sahnenin bir köşesindeki durumunu izleyebilirsiniz. Bakış açınız 180 derece içinde 'insanların' devinimi görebilirsiniz, insanla ilişkili bu kadar doğrudan başka bir sanat dalı yoktur. Kaldı ki, sanatların kıyaslanması da bence abuk bir düşünce. Zaten az seyirci var, bir de siz yüklenmeyin haksızca. Yazıktır! Tiyatroyla uğraşan

pe

Huzursuz

bunca insanın emeğine, orijinallik uğruna saygısızlık etmeyin lütfen. 12 yıldır ölümüne sürdürdüğümüz dergimizi çıkarma çabamıza kimlerin destek, kimlerin köstek ol­

duğu yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Türkiye'nin tek tiyatro ve alanında tek meslek dergisi olan

dergimizi, ilk önce kimler okumalıdır dersiniz? Tiyatrocular, değil mi? Yanıldınız. Onlar okumuyorlar. Okumazlar, abone olmazlar. Onlar günlük gazetelere söyleşi verirler, oynadıkları TV dizilerindeki tip­ leriyle gündeme gelirler, meslek dergilerini okumazlar çünkü bizde onların renkli, büyük boy resim­ leri çıkmaz. Bizim dergimizi genç üniversiteliler, dramaturji öğrencileri, tiyatro meraklıları, bu sanatı "arkaik" bulmayan işadamları, ev kadınları okuyor. Dahası abone oluyorlar. Ülkenin dört bir köşesin­ deki tiyatroseverler, öğrenciler, tiyatro tutkunları abone oluyor. Bu sözlerim, bir avuç tiyatrocuya de­ ğil elbet. Onlar dergimizi alanlar, okuyanlar, abone olanlar, abone bulanlar. Ama gerçekten bir avuçlar. Geri kalanlar sürdürüyorlar vurdumduymazlıklarını. Dergimizi bir yerlerde görünce de şöyle bir bakıyorlar, dalgın dalgın sayfalarını çeviriyorlar, yabancı dilde sanki bir ilgisiz dergiymişçesine. Devam edin arkadaşlar bu tavrınıza, biz çıkmayı sürdüreceğiz, size inat, hatta size rağmen. Bu sezon izleyebildiğim bir kaç oyundan ikisi İBŞT Fatih Sahnesi'ndeydi. İki hafta arayla 'Meraki' ve 'Kral Ölü(şü)yor'u izledim. Ne tuhaftır ki, iki oyunda da, oyunun ortasında kahkaha salvoları vardı. Seyircilerden değil, oyunculardan. Beklenmeyen, olağan olmayan bir şeyler oldu her halde, bilemem. Ama tuhafıma gitti doğrusu. Aynı salonda olması da, oyuncuların çok deneyimli bir ekip oluşturması dolayısıyla da. Hoş kaçmadı yani. Biraz daha özen mi desek acaba?

Yeni yılda yeni oyunlarda söyleşmek üzere, bol tiyatro dolu günler diliyorum tümünüze... 35


GÖRÜŞ

GENÇLERİN ŞEHİR TİYATROLARI'NA BÜHTANI VAR Ali Taygun Genç Tiyatro'yu ilgiyle izliyorum. Tiyatromuzun yarını için umut ve­ rici bir hareket.

cy a

Enerjik, tiyatroyu çok seven insanların yazılarıyla dolu. Ne yazık ki 'genç' sıfatının olumsuz özelliklerini de taşımakta. Ayrıntıya girme­ den, derinliğine incelemeden, slogan boyutunda hırçın, hoyrat, keskin hükümler vermek doğru tutum değil. "Şehir Tiyatrolarında Toplu Kıyım", "partizanca" gibi deyimlerin başyazıda yer alması beni korkuttu.

pe

Bu yüzden kurumun sanatçıları tarafından yönetim kuruluna getiril­ miş, onları temsil eden biri olarak düşüncelerimi açıklamak gereğini duydum.

Şehir Tiyatroları sanat yönetimi hakkındaki görüşlerim kamuoyuna yansıdığı için tekrarlamıyorum. Kısaca, bu yönetimin oyun seçimi hatalıdır. Bu yönetimin yönetmen seçimi hatalıdır. Bu yönetimin rol dağıtımı hatalıdır. Bu yönetimin 'meşveret' kapısını kapalı tutması hatalıdır. Bu yönetimin rejisörlük mesleğine bakışı hatalıdır. Özetle bu yönetimin sanat üretimi politikası hatalıdır, düzeltilmelidir.

Buna karşılık bu yönetimin işletme planında geçmiş yönetimlere nazaran hayli başarılı olduğu, sanat yönetmeni-müdür işbirliğini iyi yürüttüğünü, tiyatroya olanaklar kazandırdığını biliyorum. Seyirci sayısında artış var. Geniş kitleye açılmak politikası meyve verecek. Uluslararası planda sesimizi duyurma politikası görülmedik sonuç­ lar yaratacak. Bunlara da inanıyorum. Başarısız bulduğum sanat politikasının düzeltilmesi için bizim yap­ mamız gereken meşveret kapısını zorlamak, tartışmak, eleştirmek, önermek, doğruya işaret etmek. Aylık program dergisine basılan resimlerde şifreli mesajlar aramak değil. (Aralık programındaki res­ min Nurullah Tuncer'in babasının fotoğrafı olduğunu iddia edenler bile çıktı !) Gelelim 'Partizanca Toplu Kıyım' Meselesine... Bu kararlar altına imzasını atmış biri olarak tavrımın hesabını ver­ mek zorundayım. Ben tiyatromun 2014 yılında (Darülbedai'nin 100. Yılı) dünya ça­ pında bir sanat kurumu olması maksadıyla yönetim kuruluna aday­ lığımı koydum. Bunun birinci şartının da olabilecek en iyi sanatçı kadrosunu oluşturmak olduğunu sanıyorum. Gayretim bu yönde­ dir. Yönetim Kurulunda kurum sanatçılarını temsil ediyorum. Yani ölü-

36


mün gözünün içine bakarak rolünü aksatmama uğruna ameli­ yat olmayan, sahneden uzak kalmamak için yevmiyeye razı emekli Metin Çoban'ı; cumartesi günleri sabah Gaziosmanpa­ şa'da çocuk oyunu oynayıp üçte Ümraniye'deki matineye yeti­ şen, suare oynayan, bu arada prova yapan ve okulunda ders kaçırmayan bir yıllık Tolga Yeter'i ve poposundan ter damlaya­ rak sahne üzerinde yırtınan büyük çoğunluğu temsil ediyorum. Onlar böylesine çalışırken işi hafife alan, seyirciye küstahlık ola­ rak niteleyebileceğim davranışlarda bulunan, tutumlarıyla tiyat­ romuza zarar verdiklerine inandığım unsurlara da hoşgörü gösteremem. Göstermeyeceğim de! Oyun sırasında sahnede, orkestra çukurunda futbol maçı takip edip atılan her golden sonra seyircinin gözü önünde birbirine işaret eden, laf sokuşturan kişi mümkünse hemen tiyatrodan uzaklaştırılır, değilse hakkında işlem yapılır ve cezası verilir. Ha­ yır, uyarılmaz. Hayır, kulağı çekilip bırakılmaz. Hayır, affedil­ mez. Hayır, onur sahibi her insanı yerin dibine sokacak seyirci mektupları 'belki kötü niyetle yazılmıştır' diye gözardı edile­ mez. Bu 'partizanca kıyım' ise diyecek lafım yok. Ben partizanım !

İstanbul Şehir Tiyatrolar'nda geçtiğimiz sezon sonunda Ali Müfit Gürtuna tarafından gerçekleştirilen tepeden inme ata­ mayla yönetime gelen ekip şaşırtan karar ve uygulamalarını sürdürüyor. Mehmet Atakin görevinde verimsiz olduğu iddi­ asıyla işine son verilmesinin ardından şimdi de adeta toplu kı­ yım harekatına girişildi. Geçen haft,a 19.11.2002 tarihli yöne­ tim kurulu kararıyla Seçilmiş üye Süha Volkan Sağırosmanoğlu'nun bir aleyhte oyuna karşın oy çokluğuyla alınan karar so­ nucu yapılan işten çıkarmaların bundan sonra kimlerle sürece­ ği sorusu kurum içerisinde endişeli bir bekleyişe dönüşürken oldukça verimli çalışmalarıyla kendinden söz ettirmiş isimlerin işlerine son verilmesi ise ayrı bir şaşkınlık nedeniydi. 10 yılı aş­ kın süredir her şeyini ve gereğinde kadrosunu feda ederek ça­ lışmış, Yurt dışında da ses getiren çalışmalarıyla tanınan ve Ti­ yatro çevrelerinde sevilen değer verilen bir isim Ümran İnceoğlu ve yetenekli olduğu kurum çalışanları tarafından ifade edilen heykeltraş Barış Kara'nın,bu sezon sahnelenen oyunlar­ da sahne almakta olan Figen Yalçınkaya, Fulya Şirin'in sorgu­ suz sualsiz atılması kurumda endişe ve öfke yarattı. Bu insaf­ sız kıyımların yarattığı birlik ve dayanışma ruhu da kendini göstermeye başladı ve Baış Kara'nın atılmasının ardından Ye­ şim Türkgeldi istifasını açıklarken, Figen Yalçınkaya'nın yeri­ ne oyunda oynatılmak istenen Hasibe Eren rolü kabul etme­ yerek tepkisini gösterdi. Bu tepkinin ardından Hasibe Eren'in de işine son verilerek adeta kurum içerisinden gelecek tep­ kilere göz dağı verildi.

cy a

Diğer Arkadaşlara Gelince... Önce Şehir Tiyatrolarının 'yevmiyeli' kadroları hakkında biraz bilgi: Kurumumuzun 80 adet yevmiyeli kadrosu vardır. Bu kad­ rolar esas itibariyle sanatçı kadrosuna geçiş yoludur. Belirli şart­ ları haiz her isteyen bu kadrolarda yer almak için dilekçesini ve­ rir, fotoğrafı bir deftere konur. Oyun yönetmenleri biyografile­ rini okuyup bu resimlere bakarak, diliyorlarsa kendileriyle ko­ nuşarak bunlar arasından uygun gördüklerine küçük rol verir­ ler. Onları bu rollerde gören diğer yönetmenler de istiyorlarsa kendi oyunlarına alırlar. Ya da almazlar.

İBŞT'de Kıyım Sürüyor!

pe

Başka bir oyunda işi olmayan, oyunu kalktığında (bizim tabiri­ mizle) 'havuz'a döner. Yevmiye belirli bir oyunda belirli bir rolü olan kişiye verilir. Bir oyunda çalışmış olmak bir 'yevmiye kad­ rosu' kazanmış olmak anlamına gelmez. 'Havuz'a dönmek de 'kıyıma uğramak' demek değildir. Yevmiyeli iken kendini gösteren, beğenilen arkadaş stajyer sa­ natçılığa geçer. Sonra da kadroya girer. Böylece insanlar beş dakikalık bir sınavla değil bir, iki bazen yedi yıllık bir deneme süresinden sonra kesin olarak aramıza katılırlar. Bence en hak­ ça bir istihdam politikasıdır bu. Ne var ki kimi zaman bir oyuncu bir oyuna yevmiyeli olarak alı­ nır. Rolü 'kalabalıktan biri' olmaktan ibarettir. Her nedense kimse ona bir rol daha vermez. Ama oyunu tutar, üç yıl, beş yıl sürer. Sonunda bu arkadaş gelip 'müktesep hak' iddiasında bulunur, bunca yıldır çalıştığını söyler, kadroya alınmak ister. Bu zor bir durum yaratır. Böyle durumlara engel olmak için doğrusu bir müddet sonra arkadaşları bu oyundan almaktır. Acımasız gibi gelebilir. Ama sanat rahmet tanımaz ! 80 kadro var demiştik. Yüze yakın konservatuvar mezunu 'havuz'da beklerken tek bir oyunda görevli olup bir kadroyu işgal eden, bunca yıldır başka teklif alamamış bir kişinin çıkarılıp im­ kânın bir başkasına verilmesi, yol yakınken arkadaşa şansını başka yerde araması olanağının tanınması ona bir haksızlık de­ ğil, ötekilere bir hak tanınmasıdır.

Şehir Tiyatrolar'nda sergilenen nedeni ve ölçütü belli olmayan bu işten çıkarılmaların, kıyımların nereye kadar süreceğini merak ediyoruz. Tiyatro kamuoyunun konu karşısında tep­ kisiz, duyarsız kalmayacağını umut ediyor ve bu uygulamalara derhal son verilmesini bekliyoruz. "Genç Tiyatro"

Bu meslekte kıdem, hak, mesai ölçü değildir. Ölçü başarıdır. Sanatta adalet, eşitlik, diploma yoktur. Eser vardır. Bu macera­ ya giren bunu göze almalı. Şimdi Genç Tiyatro Başyazısında Adı Geçenlerin Somut Durumlarını Ele Alalım. Ümran inceoğlu'nun ne denli çalışkan olduğunu biliyorum. Oyuncu kadrosuna geçebilmek için suflör kadrosundan istifa ettiğini de. Ancak halen hiçbir oyunda bir görevi yoktur. Çık­ mış bir oyundaki asistanlığı dışında bir işi olmayan bu arkada­ şın ne için yevmiye alacağı belirsizdir. 'Havuz'a dönmüştür. Bir yönetmen kendisine bir rol verir; o bir proje sunar, kabul ettirir ve tekrar yevmiye almaya başlar. Sanatçı kadrosuna geçiş tekli­ fi yapılır, onaylanır, kadroya geçer. Buna mâni bir hali yoktur. Ancak kararın alındığı günde yevmiyeli olması mümkün değil­ di. Heykeltraş Barış Kaya'yı tanımam. Realizatör adayı olarak Nurullah Tuncer tarafından önerildi. Kabul ettik. Ancak şu geçen kısa zamanda denendiği ve kuruma uyum sağlayamamış oldu­ ğu anlaşıldığından çıkarıldı. Talep kendisini öneren tarafından geldiği için bir 'partizanlık' olarak görmüyorum. 37


İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu Müdürlüğü'ne

Hasibe Eren eğitim biriminde çalışan ve yevmiye alan bir arka­ daşımız. Oyuncu. Hem de tv'de başarılı olmuş bir oyuncu. An­ cak kendisine sahne üzerinde bir görev verilince kurumumuza sahneye çıkmamak koşuluyla katıldığını söyleyerek bunu kabul etmemiş. Beni bağışlasın, 88 yıllık Darülbedai'ye şart koşmak kimsenin haddi değildir. Tiyatronun içinde iş beğenmek hakkı da kimseye verilemez. Varsa her yerde vardır sanatçı. Yeşim Türkgeldi istifa ettiğine göre söylenecek bir söz yok. Fulya Şirin çok yakın tanıdığım, tiyatro sevgisini bildiğim bir ar­ kadaş. Onun miyadını doldurmak üzere olan "Aşk-ı Memnu"da bir küçük rolü vardı. Bir de yeni çıkan çocuk oyununda. Keşke başka bir oyunda da görevlendirilmiş olaydı!.. Yukarıda adı geçenlerin yönetime bir muhalefetlerini hiç gör­ mediğim gibi, tam tersine, bu son karara kadar olumlu tavır sergilediklerini biliyorum. Bunun için kendilerine kimsenin şahsi" garezi olduğunu sanmıyorum.

a

Mensubu bulunmaktan büyük bir onur duyduğumuz Şehir Tiyatrosu'nda yaz aylarından bu yana seksen sekiz yıllık geçmi­ şinde emsali görülmemiş ve anlamakta zorluk çektiğimiz bir takım uygulamaları derin bir üzüntü ile takip ediyoruz. Yeni yönetimin bazı uygulamaları hem sanatçıları hem de di­ ğer çalışanları derinden sarsmış ve tepkilere yol açmıştır. Tiyat­ romuzun uzun tarihinde elbette işten çıkarmalar olmuştur; la­ kin hepsinin gerekçesi olmuş ve sonuna kadar inandığımız "Hukuk" yolu açık bırakılmıştır. En acımasız uygulamalardan bi­ ri olan 1402 ile atılan arkadaşlarımız yine hukuka sığınmış ve adaletin zaferiyle geri dönmüştür. O dönemindeki uygulama­ nın bile bir "gerekçesi" vardı. Tiyatromuzda yapılan ve bundan sonra yapılacak olan tüm olumlu işlerin yanında, tiyatroya zarar vereceğine inandığımız uygulamaların ise karşısındayız. Bundan yola çıkarak, son gün­ lerde yapılan işten çıkarmaları keyfi ve gerekçesiz buluyoruz. Bizce iyi bir yönetici kendini şu şekilde ifade eder: "Menfaat gütmeyen, adil olan ve asla zulmetmeyen." Yöneticilik özen gerektirir. "Sen işimize yaramıyorsun, senin hakkında şikayet var, benim hakkımda konuşmuşsun veya yan bakmışsın" gibi dayanağı olmayan gerekçelerle insanların işlerine son verile­ mez. İyi yönetici öncelikle uyarır; hatalar devam ederse, başka çare kalmazsa işe son verir. Bu aşamadan geçmeyen işe son verilmeleri asla kabul edemeyiz. Hem insani hem de meslek ahlakı açısından. Eğer kadro fazlalığı varsa, bu arkadaşlarımıza sıra gelene ka­ dar son zamanlarda bizim bile takibini yapamadığımız yeni ar­ kadaşlar alınmıştır. Faal kişilerin sayısında indirim kaçınılmaz ise, çağdaş iş ahlakı açısından "son gelen önce gider" ilkesin­ den yola çıkarak, yıllarını buraya vermemiş, yeni giren arkadaş­ lar çıkarılabilirdi. Kaldı ki işten çıkarılan arkadaşlarımızın bazıla­ rının birden fazla oyunu bulunmaktadır; kimisine oyundan bir­ kaç saat önce haber verilmiştir; kimisi de oyunu yokken, öyle bir talebi yokken ve işin garibi tiyatro yönetiminde yer almış ki­ şilerce her fırsatta övülmüşken çıkarılmıştır. Sezon başında TAL' in tiyatro etiğine sığmayacak biçimde ka­ patılmasıyla başlayan keyfi uygulamaların sonucunda teknik olarak yevmiyeli oyuncu kadrosu sayısal anlamda aşılmış da ol­ sa bu, işten çıkarmalar oyunlar çıktıktan sonra mı yapılmalıydı, sezon başında mı? Öyle ya da böyle buradan aldıkları yevmiye­ lerle kendilerine belli bir yaşam standardı oluşturmaya çalışmış bu insanların birden bire işlerine son verilmesi 'İNSANİ' boyut­ ta ne kadar doğru olacaktır? Bir sanat kurumuna bu tür uygu­ lamalar yakışır mı?

Figen Yalçınkaya "Hurrem Sultan" da cariye rolündeydi. Başka bir işi yoktu. Bunca zaman başka bir teklif almamıştı. O kadro­ ya daha faal olabilecek birinin alınabilmesi için çıkarıldı. Şunu unutmamak lazım: Birçok oyunun distribüsyonu yapılıyor. Bun­ larda yer alacak oyuncular bu 80 kişi arasından çıkacak. Onlara yer açmak için birilerinin gitmesi gerekiyorsa gider. Bu 'insafsız kıyım' değil eşyanın tabiatı. Fırsat verilmiştir, değerlendirileme­ miştir.

Hâl bundan ibarettir.

pe

cy

Bu işlemler daha önce yapılamaz ya da sezon sonuna ertelene­ mez miydi? Cevap benim hatalı bulduğum politikalarda. Bunla­ rın değişmesi lazım.

Yönetimde bulunan bazı arkadaşların kulislerdeki tehdit edici konuşmaları, tehdit edici tavırları kendilerine verilmiş bir hakmış gibi bazılarına "Teşvik verilmeyeceğini" yaymaları ne kadar doğrudur? Alınan teşviklerin disiplin suçu işlemeyenlerin dışın­ da ceza alması kesinleşmemiş arkadaşlara da verilmemesi durumunda bu uygulamanın da takipçisi olacağını bildiririz. İŞTİSAN olarak bunu bir mesleki görev kabul ediyor. Sizlerin bu yazılanları göz önünde bulunduran değerlendirmelerin için­ de olacağınızı umuyoruz. İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği 38

Ancak bu sayılan kişilere ilişkin 'insafsız bir kıyım' yapıldığı bü­ yük abartıdır. Maksat kimseye 'gözdağı vermek' değildir. 'Par­ tizanlık' için hiçbir delil yoktur. Bu arkadaşlar kurumdan uzaklaştırılmış değillerdir. Yer sıkıntı­ sından bir müddet tekrar 'havuz'a alınmışlardır. Yeniden döne­ bilirler. Şehir Tiyatrolarının sorunu sanatsaldır. Genç Tiyatro'nun meselenin bu yönü yerine hiç de haklı ne­ denlere dayanmayan suçlamalarını doğru bulmuyorum. "Tiyatro-fobia" ve onu izleyen tavırlar sürerken, Devlet Tiyatro­ ları Genel Müdürü sanat ile mesai'yi birbirine karıştırırken, yeni Kültür Bakanı'nın ilk açıklamasında 'memur sanatçılardan' yakınılırken kurumda çalışanların işlerinden değil yevmiye statüle­ rinden hareketle meseleye bakmak sadece işin kolayına kaç­ mak değil aynı zamanda tiyatro sanatına, sanatçılarına yönelik haksız eleştirilere, ödenekli tiyatroların 'ömür boyu aylık gelir' arpalıkları olduğu haksız iddialarına destek sağlamak oluyor. Şehir Tiyatroları sanatçılarının büyük çoğunluğu işlerini canla başla yapan, sahne üzerindeki görevlerininde en ufak bir ak­ saklık ihtimalini ortadan kaldırmak için büyük fedakârlıklardan kaçınmayan insanlardır. Onlara bühtan zulümdür. Eleştirenler de eleştirilerini somut vakıalara dayanarak yapmalı­ dırlar, kulaktan dolma laflara, dedikodulara değil. 88 yıllık bir kurumu yıkmak birkaç saniyelik bir imzayla olur ama bir tiyatro kurumunu 88 yıl yaşatmak dünya çapında bir gayrettir. Lafları­ mızı ağızdan çıkmadan iyi bir tartalım, gençler !


SÖYLEŞİ

Mustafa

40. YILINDA AST'TA NELER OLUYOR?

Demirkanlı

pe

cy a

Rutkay Bey, AST'ın 40. yılında neler olu­ yor? Tam 39 bitiyor. 40'ından gün alıyoruz. Şu anda birtakım sıkıntılar yaşanıyor, kaçınılmaz olarak. Kerim Korcan'ın şu lafını çok se­ verim: "Dışarıda kar ya­ ğarken, içeride bahar olmuyor.". Ülke birta­ kım sıkıntılardan geçer­ ken bunun yaşamın her alanına yayılması kaçınılmaz. Bu anlam­ da AST'da kendi payı­ na düşeni yaşadı, ki ya­ şamaması gerekirken. Kaldı ki olayı da o ka­ dar abartmamak lazım, 15-20 kişilik bir tiyatro­ da, kendisi zaten bir grup tiyatrosu olması gerekirken, son üç yılda birtakım grupların oluşması, beni baştan beri üzmüştür. Çok uzun yıllar önceki gruplaşmalardan AST çok çekmiştir, ama burada anlaşılır birşey vardı, onun siyasi bazı temelleri vardı, yani çok daha soyluydu. Bunda öyle bir şey yok, insanı bu üzüyor, iki yıl önce yaptığım çok önemli bir toplantıda, elimden geldiğince barış çubuğunu uzattım.

Evet, ancak AST çalışanları kendini sahipsiz hissediyor. Konuştuğum arkadaşlardan bu izlenimi aldım. Son iki yıl için çok doğrudur. Tek doğru da budur bence, iki yıl­ dır ben AST'a küstüm. Benim böyle huyum vardır, yanlış belki ama küsme huyum vardır. Son toplantıda barıştıramadıktan sonra, "Siz, sadece Metin Balay'ı değil, beni de kaybettiniz." dedim ve çıktım salondan ve "Şunlar, şunlar hayata geçmezse bir daha da o basamaklardan aşağıya inmeyeceğim." dedim ve bunu uyguladım. Bu iki sene içinde Ankara'ya gittiğimde, diğer arkadaşlarla otel lobilerinde görüştüm.

Sizin AST'a küsme gi­ bi bir hakkınız var mı? Yok, ama böyle bir kö­ tü huyum var. Kendimi eleştirerek söylüyorum, böyle kötü bir huyum var. Her zaman söyledi­ ğim gibi kızımdan çok emek verdiğim ve dü­ şündüğüm bir tiyatro, şu günde aynı heyeca­ nım, coşkum ve ener­ jimle d ü ş ü n ü y o r u m , ama birtakım şeylere kırıldım. Metin Balay'ın görev almasını siz isteme­ miş miydiniz? İstemez olur muyum, tabii ben istemiştim.

Sizi küstüren olay nedir? Kendi içlerindeki çatışma. Asla yeterince sorumluluk almadan, en küçük maddi ve manevi anlamda sorumluluk almadan, ama AST'ın olanaklarını, insan malzemesini, tarihini keyfe ke­ der biçimdeki bir gidişata izin veremezdim. Metin Balay'ın ku­ suru var mıdır, yok mudur buna girmek istemem, Metin benim için bir değerdir, hepsi bir değerdir, kimseyi de küçümsemedim, ama ben bir şeye inat ettim, sanırım bunu Tiyatro Dergisi'nde de söylemişimdir, özel tiyatroların sahne üstü ve arkası kişiye bağlıdır, işverendir bir biçimde ama bu zaman gelir o özel tiyatro sahibi, şu veya bu biçimde artık yeter der veya ya­ şamın kendisi der, işte o zaman o özel tiyatro biter. Ben AST bitmesin istedim, çünkü Asaf Bey, Güner Bey AST'ı bu şekilde kurmuşlardı, bir grup tiyatrosu olarak. Zaten AST'ı diğer özel tiyatrolardan ayıran özellikde buy­ du... Evet ayırt edici özelliği buydu. 70'li yıllardan sonra, grev sonra39


sı AST çok daha ileri bir grup tiyatrosu haline gelmiştir, ben bu anlamda iyi bir işveren olamadım, olmayı da seçmedim. Kendi üzerimde bir alt seçmedim ama altın son sözü oldum, olması gerektiğine de inanıyorum. Repertuvar yaparken kendime repertuvar yapmadım, AST'ın sanat politikasına, ülkedeki top­ lumsal değişim ve yenilenmeye yönelik ne oynamalıdır üzerine bir repertuvar oluşturmaya çalıştım, ki bu tiyatro kuşaktan ku­ şağa gitsin, ben yaşıyorsam beni de anımsarlarsa bir davetiye gönderirlerse gider izler ve keyfini çıkartırım, bunun üzerine oturtmaya çalıştım. Benim Altan Erkekli'ye eşgüdüm içinde yö­ netimi devretmemin özünde bu yatar, Metin Balay'a teslim edişimde bu yatar ondan sonra Levent Ülgen ve Altan Gördüm'e devredişimde bu yatar şimdi de Atilla Oğultekin'e Ge­ nel Müdürlüğü verirken de bu yatar. Yani bu tiyatro yaşasın, ben bir ağabey, bir danışman, bir seyirci olarak kalabilirim.

Kurumlaşma, A.Ş. olmakla çözülür mü sizce? Tabii ki hayır. Bu anlatacaklarım da bir anlamda özeleştiri, AST son yıllarda yapması gereken sanatsal atakları yapamadı, arkadaşlarıma "dikkat edin irtifa kaybediyoruz" dedim, düzeyi­ mizi yukarıya çıkartacağız, neyle çıkartacağız, oyuncu malze­ mesiyle olur, eğitilmiş insanla olur, yaratıcı bir enerjiyle olur, bu anlamda son yıllarınız pek istediğimi gibi geçmemiştir. Türk Ti­ yatrosu geneline bakarsak, AST da payına düşeni almıştır diye­ biliriz. Bir süru şunu da düşündüm ve arkadaşlarımla da paylaş­ tım, AST belki bir süre çocuk ve gençlik tiyatrosu olarak Bu sü­ reç içinde oyuncu malzememiz olgunlaştıkça, ödenekli kurum­ lardan , özel tiyatrolardan konuk oyuncuların katılımıyla daha büyük, daha ileri adımlar atma olanağı bulabiliriz ama bu sü­ reç kolay bir süreç olmayacak, dedim. Çünkü çok genç bir kad­ ro var AST'ta, AST'ın seyircisi de genç bir seyirci. Buna bir ka­ yıp gözüyle bakmıyorum ama var olan malzemeyle her oyunu düşünebilme olanağınız olmuyor. Rutkay Bey, başa dönersek sıkıntılarını dile getiren, sizin­ le görüşemediklerinden dolayı şikayetçi olan AST çalışan­ larının çıkışı temelde AST'a sahip olmak değil miydi? Bu arkadaşlarla sıkıntılar aşılarak yola devam edilemez miy­ di? Duygu olarak sahip olmak olabilir belki ama içerik ve biçim ola­ rak bana güven vermedi, hepsi bu. AST'ın çok daha önemli so­ runları vardır ama arkadaşlara karşı hiçbir biçimde öfke, kin duygum yoktur. Bütün arkadaşların sağlıklı ve mutlu bir biçim­ de yolları açık olsun.

cy a

Atilla Oğultekin'e gelelim de, öncesinde, yani Oğultekin'in öncesinde çalışanların sorunlarını size iletememek gibi bir problemleri vardı, neden iletişim kurulamadı? Olur mu canım, ilettiler tabii ki, basına verdikleri mektubu ba­ na da ilettiler, okudum, onların da duygularını saygıyla karşılı­ yorum, hiçbir zaman herhangi bir arkadaşımın işsizler ordusu­ na katılmasını istemiyorum. Yaptığımız toplantıda "Şu sıralar Nâzım Hikmetin 'İnsan Manzaralarını' çalışacağım, işsizlik üze­ rine, ne olur beni o noktaya getirmeyin" dedim. Ama baktım ki, AST'ın uzun vadeli yaşamına yönelik, birtakım grupçu yakla­ şımlar var, hastalıklar var, bu hastalıklara AST'ın geleceği için bir biçimde noktayı koymam gerekiyordu, ben de onu yaptım. Bu arkadaşların varlıkları AST'ın iç huzuruna ve üretimine olumsuz yönde etki yapıyordu, "kusura bakmayın" dendi.

Hayır, bana bağlı olarak Altan Gördüm'le birlikte yürüteceğiz. Bu arada hemen şunu söyleyeyim, yaklaşık 10 yıldır bir şahıs firmasıydı AST, benim üstümeydi yani her şeyiyle, bunun yanlış olduğunu gördüm ve bunu paylaşmak istedim, AST'ı bir A.Ş. sürecine getirdim. Kurumlaşmasını istedim.

pe

Şimdi Oğultekin'e gelelim isterseniz, yapılan eleştiriler­ den biri, Atilla Oğultekin'in tiyatrodan çok uzak bir kişi olması ve AST'ın tarihsel misyonunu yok edecek bir yöne savrulabileceği endişesi... Ayrılan arkadaşlardan biri önermiştir bana Atilla Oğultekin'i. Atilla, işletmeci yanı olan bir arkadaştır, bizim bir türlü becere­ mediğimiz bir şey yani. Atilla, AST'ın kurslarından yetişmiş, 1976'da "Komün"de ve diğer oyunlarda oynamış, İzmir'de özel tiyatro yapmış, işletmeci yanı olan bir arkadaşımızdır. Sanat yönetimine karışacak mı veya böyle bir görevi de olacak mı?

Rutkay Bey, yaşanan karmaşalardan sonra AST'ın şu anki durumu nedir? Şu anda huzurlu, uygar bir ortamda çalışıyorlar, umarım bu böyle devam eder. Bir çocuk oyunu sahnelediler, AST'ın 40. yı­ lına girerken bir kutlama anlamında AST'ın ilk oyunu olan, 6 Aralık 1963'de prömiyer yapan"Godot'yu Beklerken"i sahneliyeceğiz. Hem Asaf Bey adına hem yıllarını AST'a vermiş arka­ daşlar adına bir anma oyunu gibi düşünüyorum, bunun çalış-

Demokrat Kamuoyuna Duyuru 1963 yılının 6 Aralık günü Asaf Çiyiltepe'nin önderliğinde "Godot'yu Beklerken" adlı oyunla perdelerini açan Ankara Sanat Tiyat­ rosu 2002-2003 sezonunda 40. yılını dolduracaktır. Sanat politikasını emekten, barıştan ve özgürlükten yana tavrıyla şekillendirdi­ ği için defalarca kapatılan, baskı gören ama inatla bu zorukları aşmayı bilip, büyük seyirci kitleleriyle buluşmayı başarmıştır. Tiyatral anlamda pek çok oyunun ilk kez sahnelere kazandırılmasında, öz ve biçim arayışlarında tiyatromuza önemli açılımlar ve öncü­ lükler getirmiştir. Bugüne dek yüzlerce oyun sahnelemiş, bu oyunlarda yüzlerce tiyatro emekçisi görev almıştır. Pek çok başarılı ti­ yatro insanı, sahne tozunu ilk kez AST'ta yutmuştur. Ülkemizdeki siyasal ve ekonomik olayları yakından takip edip, aydınlık yarın­ lara ulaşma mücadelesinde sorumluluğunu her zaman yerine getirme gayreti içinde olmuştur. Özellikle 1980 sonrasında ülkemiz­ de yaşanan politik deprem, AST'ı da derinden etkilemiştir. Türkiye'deki siyasal iktidarsızlığın ve istikrarsızlığın yansılamalarından AST'da nasibini almıştır. AST bugüne değin uzanan zorlu maratonda darbeleri göğüsleyerek AST'ın bayrağını yere indirmemiştir. Bütün bu savaşlarda AST'ın en büyük ordusu seyircisi olmuştur. Seyircisinden aldığı güçle bugünlere gelmiştir. Ancak; son yıllarda tiyatroda iyice su yüzüne çıkan yönelimsizlik ve yönetimsizlikten doğan sorunlar AST'ın geleceğine dair kaygı­ larımızı artırmaktadır. Bu kaygıları yönetimdeki ilgililere defalarca iletmemize rağmen hiçbir önlem alınmadığı gibi "çözüm'lerden biri olarak AST'ın kapatılmasını da düşündüklerini ifade etmişlerdir. Bu tıkanıklığı gidermek için AST çalışanlarının ortak iradesiyle AST geleneğine uygun bir yönetim anlayışı önerilmiş, kabul edilmiş, ancak çalışmalar aşamasında neredeyse darbeci bir müdaha­ leyle ortadan kaldırılmıştır. Bir tür darbeci anlayışla oluşturulan bu durumun, gücünü yalnızca emeğinden ve AST geleneğinden 40


Godot'yu Beklerken",

Samuel

Beckett

Asaf Çiyiltepe, 1963, AST

lilde bir dükkan, dükkanın başında olmayınca da bu işler sağlıklı yürüyemiyor, sizin ağırlıklı çalışmalarınız İstan­ bul'da, istanbul'dan Ankara'ya yeterince ulaşmanız da pek sağlıklı olamıyor, AST'ı İstanbul'a taşımayı düşünü­ yor musunuz? Daha sağlıklı olmaz mı? Yeni yılda AST İstanbul'da da bir oyun sahneleyecek, AST'ı bu­ raya taşımak değil ama ayrı bir kadroyla eski AST kadroları, yeni katılacak arkadaşlarla bir toplulukda İstanbul'da oluşacak. Gerektikçe ben de oynayacağım, yöneteceğim, iki AST istan­ bul ve Ankara'ya turneler yaparak çalışmalarını sürdürecek, böyle bir yapılanma çalışmaları içindeyim.

a

ması içindeler. 1963 yılında bu oyunda var olan Işık Toprak yö­ netiyor, dekoru yine Yücel Tanyeri yapıyor ve genç oyuncular oynuyor, bu da beni heyecanlandırıyor.

pe cy

6 Aralık'da 40. yıl kutlamaları olarak düşündüğünüz bir program var mı? Kutlama programı 6 Aralık'da olamayacak, Aralık ayının sonu­ na doğru 3 günlük bir şenlik düşünüyoruz, ilk gün "Godof'nun prömiyerini yaptıktan sonra ikinci gün Timur Selçuk'dan AST için yapmış olduğu müziklerden bir resital rica edeceğiz., yine aynı gün AST'ta oynamış Genco Erkal, İsmet Ay, Rana Cabbar, Meral Niron, Şener Kökkaya gibi yaşayan es­ ki AST'çılardan oynadıkları oyunlardan minik pasajlardan olu­ şan bir gece düşünüyorum. Üçüncü gün ise AST'ın doğumun­ dan bugüne çok iyi bilen eleştirmenlerimizi davet edip AST'ın 39 yılını bir biçimde masaya yatırmayı planlıyoruz. 39 yılı kap­ sayan bir katalog çıkarma düşüncesi içindeyiz. Rutkay Bey, özel tiyatro A.Ş.'de olsa, olmasa da son tah­

Hem ülke hem tiyatrolarımız hem de AST için zorlu bir dönemden geçiyoruz, hepimiz için sıkıntılı günler devam edeceğe benziyor, size ve AST'a kolay gelsin diyor, bu zor günlerin bir an önce sona ermesini diliyorum. Ben de hepimiz için gelecek günlerin daha aydınılık olmasını diliyorum.

alan AST çalışanları tarafından kabil edilmesi mümkün değildir. Bütün bu gelişmelerden sonra uzlaşma zemini kalmamış ve tüm çözüm yolları tükenmiştir. Bu durum 2001-2002 sezonunda aktif görev alan tüm oyuncu arkadaşların ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Şu anda AST'a zaman bile ayırmayan ve başka yaşamları tercih eden kişilerin AST ilkelerine ve geleneklerine aykırı tutumlarıyla meşru olmayan bir yönetim oluşturulmuştur. Yıllardır tiyatroda dahi bulunmayan, 8 oyunu izlemeyen, İstanbul'da yaşayan bir sa­ nat yönetmenini anlamak olanaksızdır. Yaşam tercihlerine ve geçmiş emeklerine saygı duyduğumuz sanat yönetmeninin artık bu şekliyle bu unvanı taşımasının mümkün olamayacağını söylüyoruz. Sanatsal yaşamını ödenekli tiyatrolarda sürdürmeyi tercih edenlerin emanet hisselerini kullanmak yerine AST çalışanlarına teslim etmek zorunda olduğunu söylüyoruz. Tiyatronun en zor dönemlerinde bile her anlamda yükünü taşımış, çalışanların güvenini ka­ zanmış arkadaşlar dururken 25 yıldır ne yaptığı bilinmeyen birinin, güdümlü bir genel müdür olarak atanmasını kabul edemiyoruz. Uzun süredir devam eden, ancak kamuoyu önünde tartışmamayı düşünmemize rağmen yaptığımız çağrıya hiçbir cevap gelmediği için bu durumu şu andan itibaren hesap vereceğimiz tek muhatap olarak AST izleyicisine, yani sizlere açıklayarak yeni bir dönemi başlatacağımızı duyuruyoruz. AST sahipsiz değildir! diyoruz. Kamuoyuna saygılarımızla. Levent Ülgen, Hakan Güven, Murat Demirbaş, Fulya Koçak, Emre Şen, Hasan Tanay, Engin Alpateş, Ferhat Büküş, Harun Güzeloğlu, Berna Akyol, Onur Bakır, Ulaş Gün, Mine Güneş, Ozan Cihan, Yeliz Alkan, Koray Tarhan, Derya Şahin, Nevzat Süs, Ceren Kasım, T. Tuğba Birincioğlu, Ceyda Gezer. 41


ELEŞTİRİ

Cihanyandı'nın, Öcünü Agâh Efendi'den Alışının Komik Öyküsü:

"KANLI NİGAR"

Akmen

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Ti­ yatroları Sadık Şendil'in ünlü "Kanlı Nigâr"ını oynuyor. "Kanlı Nigâr"ı seyreder­ ken ve sonrasında, aklıma ilk olarak Sa­ dık Şendil ile (galiba) 1978 yılındaki ta­ nışmam geldi. Işıklar içinde yatsın, uzak­ tan akrabalığımız da varmış. Nâzım Hikmet'in İhsan ve Osman İpekçi kardeşlere ait ipek Film Stüdyosu'nda görev aldığı dönemde, Muhsin Ertuğrul'la çalışırken, yanılmıyorsam Mümtaz Osman takma adıyla "Düğün Gecesi / Kanlı Nigâr" adlı kısa öykülü bir film yönetmenliği denedi­ ğini kendisinden öğrenmiştim. 1968 yı­ lında, Arena Tiyatrosu'nda yapılan "Kanlı Nigâr" prömiyerinde ismail Dümbüllü'nün takkesini tiyatro sanatçısı Münir Özkul'a verdiğini de sonradan anımsa­ dım. 1981'de, Orhan Aksoy'un senaryo­ suyla sinemaya Memduh Ün'ün yöneti­ minde uyarlanan film de canlandı gözle­ rimin önünde. Kemal Sunal ile Fatma Girik oynamıştı. Ne yalan söyleyeyim hiç beğenmemiştim, pek yavan gelmişti.

Kanlı Nigâr

pe

cy

a

Üstün

Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Sadık Şendil Yöneten: Engin Gürmen Sahne Tasarımı: Atıl YaIkut Giysi Tasarımı: Nilgün Gürkan Özgün Müzik: Esin Engin Müzik Yönetmeni: Selim Atakan Koreografı: Salima Sökmen Işık Tasarımı: Vahit Geyik Efekt Tasarımı: Nilgün Gürkan Oyuncular: Zihni Göktay, Metin Çekmez, Ayşe Kökçü, Şenay Saçbüker, Melahat Abbasova, Defne Gürmen, Emrah Özertem, Feriha Eyüpoğlu, Caner Çandarlı, Ali Gökmen Altuğ, Nevzat Çankaya 42

Osmanlı döneminde istanbul'da randevuevi işleten Cihanyandı Kanlı Nigâr'ın, kendini bu yola düşürenlerden aldığı inti­ kamın komik öyküsü, kuşkusuz her dö­ nemde ilgi görmüş. Kökeni Karagöz oyununa dayanan "Kanlı Nigâr", Engin Gürmen'in de söylediği gibi, daha sonra­ ları Kel Hasan, Abdi, Naşit, Dümbüllü is­ mail gibi ünlü ortaoyunu ustaları ile ya­ şatılmış, Türk Tiyatro tarihinin geleneksel oyunlarından bir örnek. Acı gerçek şu ki, Karagözü, Ortaoyununu hiç değiştirme­ den müzelik değerleriyle saklamayı becerememişiz. Yaşayan ustalara yeni çırak­ lar yetiştirtememiş, müzelerde halılar, ki­ limler, kitaplar, gümüşler, altınlar, giysi­ ler nasıl saklanıyorsa, kendilerine ayrılmış bir tiyatroda ve de devlet yardımıyla bu

değerleri yaşatamamışız. Doğu da, pek özendiğimiz Batı ülkelerinde öyle mi ya! Bugün Cava'ya ya da Japonya'ya iş gere­ ği ya da gezgin olarak gidip de Wayang Kulit ya da ne bileyim Bunraku kukla ti­ yatrosunu görmeden dönen olabilir mi? Değerlerimizi talandan koruyamamışız. Korumak için çalışanın, çaba gösterenin koltuğunu da, Şükrü Türen örneğinde olduğunca altından çekivermişiz. Oyunu sahneye deneyimli yönetmen En­ gin Gürmen koymuş. Koyarken de ay­ nen lonesco gibi davranmış. İçinde bes­ lediği, aynı anda gerçek ve uydurma olan kişilikleri, sahnede görünür kılma is­ teğine karşı koyamamış, koymamış. Oyunun doğru etki yaratacak yöntemler­ le çalışması gerektiğini; gerçeğin kendisi­ nin, izleyicinin bilincinin, onun alışılmış düşünce aygıtının, yani dilin kaldırıp atıl­ ması, hiç değilse yerinden oynatılması, belki de tersyüz edilmesi gerektiğine, böylece seyircinin birdenbire yeni bir gerçeklik algısıyla yüz yüze geleceğine inanmış. Brechtvari bir tutum izleyerek, oynama biçimini doğru ve yanlışın bir ka­ rışımı olarak benimsemiş. Büyücüyü uçakla getirtmiş, uçağı mahalleye indir­ miş. Para birimini Amerikan doları, kira­ lık ev tabelasını "For Rent" yapmış. Orta­ oyununu çağın gereklerine uydurmuş, biçemini inkar etmeden, havasını, yön­ temlerini koruyarak "Kanlı Nigâr"ı sah­ neye taşımış. Oyunun geçici ve kalıcı öğelerinin anlaşılmasında, bu oyunların göstermeci, gerçeği biçimlendirici öğele­ rini, bugünün gereksinimlerine uygun yenilikler içinde sunmuş. Böylece seyirci­ nin oyunu canlı bir ilgiyle izlemesini sağ­ lamış. Engin Gürmen, Pişekar olarak Zihni Göktay'ı (Abdi), Kavuklu olarak Metin Çek-


a

şarmış. Fiziksel süslemelerle elde edip sunduğu görselliği, gerçekten görmeye değer. Nadide'de, Melahat Abbasova sahne üzerinde gerçekleştirilen her şeyin bir anlamı olduğunu pek güzel biliyor ve sonuçta seyirci ile olan iletişimi en iyi bi­ çimde sağlıyor. Lebibe'de Defne Gürmen, dengeli ve tutarlı. Feriha Eyüboğlu, Bacı'da aksamıyor. Genç oyuncular Emrah Özertem, Caner Çandarlı, Ali Gökmen Altuğ, Nevzat Çankara ne al­ mışlarsa veriyorlar.

pe cy

mez'i (Agâh) seçmiş. Pek de iyi etmiş. Zihni Göktay, dramatik öğeleri ön plana çıkmış metni yorumlarken, sahne üzerin­ deki anlatımına biçim değiştirtiyor, de­ neyimiyle Abdi karakterine komik unsur­ lar katıyor. Yani, sanki oyunu seyreder­ ken gözünüzdeki düz camlı gözlüğü gö­ zünüzden alıyor, yerine renkli camlı bir gözlük oturtuyor. Böylece, detay farkı değil belki, ama bal gibi renk farkı yara­ tıyor, inandığı ya da onaylamadığı her türlü olayı, seyircide en azından tebes­ süm yaratacak biçimde vurgulayıp aktar­ mayı başarıyor. Doğaçlamaları da tam dozunda. Yalnız nasıl oluyor da "tellali­ yeme bakarım" diyeceğine "tellallığıma bakarım" diyor, anlamak mümkün değil. Metin Çekmez, Agâh'ın komik ve ciddi özelliklerini iyi kavramış. Oyunun kome­ di unsuruna olan etkisini bütünüyle planlamayı başarıyor. Nigâr'da Ayşe Kökçü, bilgiye dayalı mizahi anlatım ve anlayış yeteneğini, bu oyunda da sergi­ lemekte. Öne çıkmayıp, her zaman ol­ duğu gibi kendini itina ile saklıyor. Yöntemli oyunculuğu, Ayşe Kökçü'ye bera­ berinde başarıyı taşımakta. Nigâr'ı, aklı­ nın ve duygularının olumlu beraberliğin­ de yaratıyor. Bir de "Kimseye etmem şi­ kâyet / Ağlarım ben halime" şarkısını söylerken, udun sapındaki parmaklarını biraz kımıldatsa... Şenay Saçbüker, Bedide'yi ciddiyetle algılayıp, karakterin ciddi yönlerine mizahi açıdan eğilebilmeyi ba­

Hakan Elbir yönetimindeki orkestra ve Salima Sökmen'in koreografisi başarılı. Özgün müzikleri yapan Esin Engin'in ru­ huna rahmet. Vahit Geyik'in ışıkları ne­

redeyse kusursuz diyeceğim demesine de melodram sahnesinde kullandığı o kırmızı ne öyle! Mehmet Eraçar'ın efektlerine de bence laf edilmemeli. Nilgün Gürkan, oyuncuyu markelemeyen, performansı etkilemeyen rahat giysiler tasarlamış. Özellikle, Nigar'ın dişiliğini öne çıkaran giysiler pek güzel. Atıl Yalkut'un dekoru da iyi. Ama köşk, gökde­ lenlerin arasında sıkışmış, ezilmiş olsa dahi köşk havasını pek yansıtmıyor. Bir de, kahvehane "Mc Abdi's" olur mu ya­ hu! Ya kahvehane köfteci dükkânı ya da "Mc Abdi's" "Cafe Abdi's" olmalıydı. Görenler, yeni göreceklere sorsun. Hak­ sız mıyım acaba...

43


ELEŞTİRİ

Çocuk Seyirci + Büyük Salon = Karmaşa

BİR VARMIŞ HİÇ YOKMUŞ Akbank Çocuk Tiyatrosu Semaver Kum­ panyasının çatısı altında hafta sonları Kocamustafapaşa çevre tiyatrosunda perde diyor. Semaver kumpanyası çok güzel bir çalışmanın içinde. Topluluk, ti­ yatronun bulunduğu pasajda bazı dü­ zenlemeler yaparak nostaljik bir mekân yaratmış, "Hayali irtibat Kahvesi" (inter­ net kafe) bunlardan biri. Ayrıca grup 710 yaş arası 15 kadar çocukla dans, mü­ zik, tiyatro gibi çeşitli çalışmalar da yapı­ yor.

pe cy a

Nihal Kuyumcu

Geçtiğimiz haftalarda Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği "Bir Varmış Hiç Yokmuş" adlı oyununu izlemeye gittiğimizde içeri gir­ meye çalışan büyük bir seyirci topluluğu­ nun yanı sıra son koltuğuna kadar ço­ cukla dolu bir salonla karşılaştık. Çok he­ yecanlandık, mutlu olduk. Salon dolu idi ve üstelik hepsi çocuktu. Ebeveynler ço­ cuklara yer açılması için dışarı çıkarılmış­ tı.

Bir Varmış Hiç Yokmuş Tiyatro: Akbank Çocuk Tiyatrosu Yazan-Yöneten: Işıl Kasapoğlu Sahne Tasarımı ve Kukla: Karina Cheres Müzik: Mehmet Pervez Oyuncular: Hayrettin Aslan, Suat Sungur, Özdemir Çiftçioğlu, Vural Buldu, Güneş Han, Sevil Akı, Gülay Baltacı, Emel Çölgeçen. 44

Çocuk seyirci salonu dolduruyor, çünkü, tiyatro salonu evlerinin yanında, yan so­ kağında veya arka caddesinde, kendi kendilerine ana-babalarına bağımlı olma­ dan gidebildikleri kendilerine ait bir yer. Salonun dolmasında oyunun parasız ol­ ması gibi bir etkeni düşünsek de 3-4 yıl önce Kasımpaşa'da yaşadığımız bir olay bunun çok da önemli olmadığını hatırlat­ tı. Orada, bir okulda hiç tiyatroya gitme­ miş çocuklara tiyatro bileti vermiştik, kendilerini götürecek kimse bulamadık­ ları için 20 kişilik sınıftan sadece iki ço­ cuk oyuna gidebilmişti. Demek ki çocuk seyirci için salonun yeri de çok önemli. Ayrıca bir çok -çoğu tesettürlü- anne bel­ ki de hayatında ilk kez çocuklarını baha­ ne ederek oyun izlemeye gelmişlerdi.

Kalabalık nedeniyle salonda sadece ço­ cuk seyircinin kalmasını isteyen görevliye bir anne "çocukları bahane ettik geldik, goymiysiz ki biz de oyun seyredek" diye isyan ediyordu.

Bu etkinlik, başta çocuklar olmak üzere tüm semt sakinleri için çok olumlu bir gelişme olabilecek iken ne yazık ki fizik­ sel koşullar nedeniyle bu tiyatro şöleni, bu tiyatro heyecanı neredeyse tümüyle güme gidiyor. Görebildiğimiz kadarıyla oyun Keloğla­ nın sorgulamadan, düşünmeden, her söyleneni yerine getiren, bir çok yanlış anlama/anlaşılma nedeniyle başına ge­ lenleri anlatan bildiğimiz öyküsü üzerine kurulmuş. Her an sahnenin bir yerlerin­ den fırlayan el ve ip kuklaları, gölge oyunları, oyuncularıyla, müziğiyle, kısaca her şeyiyle sahnede tam bir şenlik yaşa­ nıyor. Ancak "görebildiğimiz kadarıyla" diyerek söze başlamamızdan da anlaşıla­ cağı gibi sahnede bir şeyler oluyor, sağ­ dan soldan kuklalar giriyor çıkıyor ama konuşulanları duyamıyoruz. Ne dedikleri anlaşılmıyor. Tabi çocuk seyircinin özel­ likleri hemen kendini belli ediyor. Büyük salonun birinci kısmının sonlarına doğru başlayan kaynaşma, sahneden kopma, ikinci kısımda doruk noktasına ulaşarak tam bir kaosa dönüşüyor. Baştaki heyecanımızı yitirerek düşünme­ ye başlıyoruz, büyük salon çocuklara, ti­ yatroya, yarar yerine zarar mı veriyor? Çocuk duyamadığı, iyi göremediği za­ man sahne ne kadar ilginç olursa olsun dikkati dağılıyor, başka alanlara yöneli­ yor. Ayağa kalkıyor, farklı duruşlarla sah­ neyi anlamaya çalışıyor, ama başarama­ yınca yanındakiyle oyuna, sohbete başlı-


düşünüldüğünde istatistik olarak bankayı mutlu edebilir. Ama oyunu gerçekte salonun sadece yarısının izleyebildiği düşünül­ düğünde sayıların gerçekçi olmadığı anlaşılır. Belki hafta sonla­ rı günde iki matine ile ya da hafta içi matineleriyle aynı sayıda seyirciye ulaşmanın yolları bulunabilir. Davetiyelerde yer numa­ rası alınması uyarısının bulunması, sadece birinci kısım için ço­ cuklara yer numarası verilmesi, annelerin ikinci kısma oturtul­ ması her iki kesimi de mutlu edecektir. 1972'den beri çocuklar için perde açan Akbank Çocuk Tiyatrosu'nun buna bir çözüm getireceğine inanmak istiyoruz. Bu yazıda oyunun içeriği, ileti­ si, oyuncular ve kullanılan tekniklerden söz etmek isterdik ama ne yazık ki onlara sıra gelmedi.

pe cy

a

Salon ve seyirci kitlesinin fiziksel koşulları göz önüne alınarak, gerekirse daha az seyirci ile çocuğa / çocuk seyirciye tiyatro denen o ritüelin büyüsünü yaşatmalıyız. Tiyatronun geleceği için, sanat için, çocuklarımız için...

yor. Sabrının sınırları yerinde oturmasına izin vermiyor dışarı çı­ kıyor, bir süre sonra merakı dışarıda durmasına izin vermiyor içeri giriyor. Böylece tiyatro salonu istediği anda girip çıktığı, yanındaki ile sohbet ettiği, bağırarak konuştuğu, ıslık çaldığı bir yer haline geliyor. Sonuç olarak bu karmaşa, bu disiplinsiz­ lik sahneye de yansıyarak oyuncuları da etkiliyor. Nitekim oyuncuların, zaman zaman oyunu kesip seyirciye sessiz olma­ ları konusunda uyarılarına tanık olduk. Ama hepimiz biliyoruz ki, çocuklar yetişkinler gibi değiller sevgili Suat Sungur, siz ona ulaşacak koşulları sağlamadığınızda uyarılarınız, parmak salla­ malarınız tiyatronun, çocuk için, zorla susturulduğu, oturtuldu­ ğu bir yer haline gelmesine neden olacaktır. Böylece en azın­ dan sizin ve arkadaşlarınızın özenle hazırlayıp sunduğu, birçok farklı tekniğin kullanıldığı, çocuklara değişik bir dünyanın kapı­ larını açan oyununuz onlara ulaşamayacak, onca emeğiniz bo­ şa gidecektir.

Bankalar bir yandan sanata destek verirken diğer yandan müş­ teri yelpazesini genişletmeyi, olabildiğince çok küçük/ büyük insana ulaşmayı hedefliyor. Büyük salon seyirci sayısı açısından


TANITIM

Baykal Saran ve Beyhan Saran İle

DELİ EMİNE

Atilla Gürçay

Ankara Devlet Tiyatrosu Şinasi Sahnesi'nde sahnelenen sezonun yeni oyunla­ rından "Deli Emine" isimli oyunun rejisö­ rü Baykal Saran ve Beyhan Saran ile oyun üzerine konuştuk.

pe cy a

Sayın Baykal Saran, "Deli Emine"yi bize tanıtır mısınız? "Deli Emine" adlı oyun Vasfi Uçkan'ın 19601ı yazdığı radyo oyunundan tiyatro­ ya uyarlanmış. Kendisi Ödemişli olan Uç­ kan'ın bağ komşularının başından geç­ miş, yaşanmış ve gerçek bir olay. Emine 60 yaşlarında yarı deli bir köylü kadın. Kocası Abdi öldükten on gün sonra kız­ ları ve damatları babalarından kalan malı paylaşmak için Emine'nin yaşadığı bağ evine gelirler. Ve miras kavgası ile başla­ yan olaylar traji komik gelişmelerle sü­ rer. Peki, Beyhan Saran "Deli Emine" için neler söyleyecek?

Deli Emine Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: H. Vasfi Uçkan Yöneten: Baykal Saran Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Nursun Ünlü Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan Oyuncular: Beyhan Saran, Ertan Savaşçı, Nesrin Üstkanat, Rengin Samurçay, Gül Gökçe, Zeynep Aytek Metin, Yavuz Sepetçi, Meltem Üge Ertürk, Seval Erözmen Kip, Dara Tan, Mehmet Ulusoy, Yıldırım Şimşek, Emre Gökhan Gökgöz, K. Şerif Öztürk. 46

Emine üçkızıyla dul kalmış ve kızlarıyla sorunları olan yaşlı bir kadın. Deli değil ama inatçı, kendine göre kuralları olan, hatta sağ duyulu bir insan. Konu çok gü­ zel ve güncel. Çünkü miras paylaşımı köyde olduğu gibi, kentte de hatta diğer ülkelerde yaşanan bir gerçek. Ama katla­ nılan zorluklar, paylaşılan mallar insanla­ rın gelir düzeylerine ve insani ilişkilerine göre ve hatta yaşadıkları toplumların ge­ lenek, göreneklerinin yanısıra yasalara göre değişiyor. Yani köyde değerli olan kıraç bir tarla, bir bağ evi ya da bir yor­ gan, bir kazan değer ifade ederken; bü­ yük kentlerde katlarla, yatlarla, trilyon­ larla ifade edilebiliyor. Baykal Saran: Bu konuya bir örnek ver­ mek isterim, Geçen gün gazetelerde

okudum, üç kız miras için anneliyle birbi­ rine girmiş.

Beyhan Saran: Bende okudum, annele­ rine mahkemeye vermişler, işte yaşanan bir gerçek. Sayın Baykal Saran, oyunda vermek istediğiniz mesaj nedir? Biz bu konu çerçevesinde, ekonomik du­ rumları ne olursa olsun önce insanlara arasındaki iletişimsizliği ortaya koyarken; sağduyu, saygı ve sevgiyle birçok olum­ suzlukların önlenebileceğini ama bunla­ rın olmadığı bir ortamda da neler olabi­ leceğini seyirciye aktarmaya çalıştık. Peki Beyhan Saran, oyunumuzun dı­ şına çıkalım. Daha önceki tiplemeleri­ nizden bahsedelim mi? TRT'de ya­ yımlanan Kadın ana ve Hanife ana gibi tiplemelerle izleyicinin beğenisi­ ni kazandınız.bu konuda söylemek istedikleriniz... Ben toprak kadınlarını kendime yakın buluyor ve benimseyerek oynuyorum, oynarken içimde hissediyorum, bunda çocukluk ve gençlik yıllarındaki yaşantı­ mın etkisi oldu sanıyorum. Babamın su­ bay olması nedeni ile birçok küçük kent ve kasabalarda bulundum, yöre insanları ile yaşadım, gözlemledim ve sevdim, iç­ tenliği, sağduyuyu ve çıkersğz-yalın sev­ giyi gördüm. Bu günde aynı şeyleri yaşı­ yorum. Sanırım yaşayarak oynuyorum. Tiyatro mu, televizyon mu? Tabii ki tiyatro, tiyatrosuz bir yaşam dü­ şünemiyorum. Tiyatro canlı, insanlyarla hergün her anı yaşıyorsunuz, elektriği alıyorsunuz, oynarken insanları eğlendir­ menin yanı sıra eğitiyorsun. Bu bizim asal işimiz, televizyon ile ulaştığımız in-


Baykal Bey ve siz D e v l e t Tiyatroları'ndan emekli oldunuz değil mi?

Bu konuda Baykal Bey ne söylemek ister... Beyhan Hanım'ın söylediklerine aynen katılıyorum. Teşekkür ederiz.

pe cy

Evet emekliyiz, ama sanatçının emeklisi

olmaz. Sanırım biz iyi bir örneğiz. Ben sahneye çıkıp sanatını icre ettiği sürece, sanatçının emekli olması düşüncesine karşıyım, onun için burada ve sah­ nedeyim.

a

san sayısı daha fazla ama tiyatro çok ay­ rı bir yaşam.

47


SÖYLEŞİ

Turgut Denizer ile "Büyüyünce Ne Olacaksın?" Üzerine

DEĞİŞİMİ ÇOCUKTA YAKALAMALIYIZ Oyun yazarı Turgut Denizer ile Osman Tekinalp provalar sırasında Konya'da bu­ luştular ve "Büyüyünce Ne Olacaksın?" ve Denizer'in tiyatro sanatı üzerine ko­ nuştular.

a

Osman Tekinalp

pe

cy

Sayın Turgut Denizer, siz AÇOK'un kurucularından birisiniz. Yıllardır hem topluluğunuzda hem de İstanbul Be­ lediyesi Şehir Tiyatroları"nda çalıştı­ nız. Bize tiyatro serüveninizi ve çocuk tiyatrosuna nasıl yöneldiğinizi anlatır mısınız? Tiyatro sanatı ile tanışıklığım okul yılların­ da başladı. Oyuncu olarak sahneye çıktı­ ğım ilk oyun atılla Alpöge'nin yazdığı "Çürük Elma" adlı piyesiydi. Üsküdar Halkevi'nde ve Üsküdar Sanat Topluluğu'nda çalışmalarımızı sürdürdük. O yıl­ larda ağabeyim Ümit Denizer ile arkada­ şım Cemal Ünlü ve ben Üsküdarlıydık. L.C.C.'deki tiyatro kurslarından tanıdığı­ mız sevgili hocamız Muhsin Ertuğrul ve eşi Handan Hanım da aynı semtte oturu­ yordu. Muhsin Bey'e gidip, bir grup kura­ cağımızı söylediğimizde; bize, çocuk ti­ yatrosu yapmamızı önerdi. Aynı öneriyi, oyun istemek için gittiğimiz Haldun Ta­ ner de getirince, çocuk tiyatrosu yapma­ ya karar verdik. Muhsin Hoca'ya vefa borcumuzu biraz olsun ödeyebilmek adı­ na AÇOK olarak kuruluşumuzun 20. yı­ lında onun hayatını anlatan "Perdeci"yi hazırladık.

Büyüyünce Ne Olacaksın? Tiyatro: Konya Devlet Tiyatrosu Yazan-Yöneten: Turgut Denizer Sahne Tasarımı: Zeki Sarayoğlu Giysi Tasarımı: Çevren Sarayoğlu Işık Tasarımı: Kâzım Öztürk Müzik Düzeni: Turgut Denizer Oyuncular: Ömer Naci Çopçu, Alper Tazebaş, Bengisu Benli, Sevinç Gediktaş, Levent Uzunbilek, Emine Tekin Ünal, Ayhan Anıl, Tuğba Erkan, Nilgün Çorağan, Şebnem Büyükkalkan, Kerem Gökçer, Emre Narcı, Soydan Soydaş. 48

Üç arkadaş, kurduğunuz çocuk tiyat­ rosuna "AÇOK" adını verdiniz. Bunun anlamı neydi, kısaca açıklar mısınız? AÇOK'un açılımı "Anadolu Çocuk Oyun­ ları Kolu"dur. İstanbul'un Anadolu yaka­ sında çalışıp, çocuklara yöneldiğimiz için

"Anadolu Çocuk Oyunları" tanımını kul­ landık. Topluluğunuzun ilk oyunu neydi? Kadronuzu nasıl oluşturmuştunuz? Oscar Wilde'ın "Mutlu Prens" adlı öykü­ sünden Ümit Denizer'in oyunlaştırdığı "Mutluluklar Ülkesi" ilk oyunumuz ol­ muştu. "Mutluluklar Ülkesi"nden sonra "Fer­ hat ile Şirin", "Mor Gezegen" ve "Kel Oğlan" adlı oyunları oynadınız. "Mor Gezegen" anımsadığımız kadarıylaa sizlerin "AÇOK" olarak Şehir Tiyatro­ larında oynadığınız ilk çocuk oyununuzdu. Bu nasıl gerçekleşmişti? Muhsin Ertuğrul, semt tiyatrolarına önem veren bir tiyatro adamıydı. Bu doğ­ rultuda o yıllarda Zeytinburnu, Gültepe ve Bayrampaşa'da Şehir Tiyatrolarının bi­ rer sahnesini açmıştı. Buralarda her gece düzenli temsiller veriliyordu. Muhsin Bey "Ben oyunu izledim, yetişkinler de ondan büyük zevk alırlar" demiş. Bu kısa süre için başlayan işbirliği, Üsküdar Şehir Tiyatrosu'nda "Mor Gezegen" adlı oyunu­ muzla devam etti. Ümit Denizer'in yazıp. Cemal Ünlü'nün yönettiği "Mor Geze­ gen" o sıralar çocukların televizyonda se­ verek izlediği "Uzay Yolu" adlı diziden kaynaklanmıştı. Bu yoğun ilgiyi tiyatroya yönlendirmek için hazırlanan "Mor Geze­ gen" dünyamızda bu kadar çok sorun dururken uzay yolculuklarına para harca­ manın haksızlığını anlatıyordu. 1979-80 tiyatro sezonunda İstanbul Devlet Tiyatrosu salonunda "Keloğ­ lan"la küçük seyircilerin karşısına çık­ tınız. Sonraki yıllarda da AKM Oda


a

Çocuk tiyatrolarının pedegogla çalış­ maları konusunda ne düşünüyorsu­ nuz? Eğitim ve sağlıkla ilgili işlevler üstlenen kurumların çocuk tiyatrosu oluşumları için pedegog ve psikolog elbetteki çok gereklidir. Çocuklarla çok küçük bir za­ man dilimi içinde ve sanat platformun­ da iletişim kuran çocuk tiyatrosunu ise; tiyaatro ihtiyaç duyuyorsa, ancak izleyici­ nin yaklaşımı yönlendin.

cy

Tiyatrosu'nda birçook oyun sahnele­ diniz. Devlet Tiyatroları ile ilişkileri­ niz "AÇOK" olarak nasıl kurulmuş­ tur? "Yılın Oyunu" ödülüüne layık görülen ço­ cuk oyunumuz "Keloğlan"; 1979-80 se­ zonu başında, o zamanki Devlet Tiyatro­ ları Genel Müdürü Ergin Orbey'in davet­ lisi olarak Ankara'ya turneye gitti. "Ke­ loğlanın yanına, ikinci çocuk oyunumu­ zu da ekledik. "AÇOK"un ilk kukla oyu­ nu denemesiydi ve "Leke, Çizgi/Benek, Renk" adını taşıyordu. Her iki oyunu­ muz, dönüşümlü olarak hem AKM'de seyirciyle buluştu; hem de istanbul Dev­ let Tiyatrosu'nun Marmara Bölgesindeki turnelerine katıldı. Sonra, Devlet Tiyatro­ ları ile işbirliğimiz kısa diyaloglarla devam etti. "Uçan Şemsiye" ve "Benim Arkada­ şım Yok" adlı çocuk oyunlarımızı da, 1991-92 sezonu boyunca, İstanbul Dev­ let Tiyatrosu'nun küçük seyircilerine, hep dolu salonlarda gösterdik.

pe

Tiyatro çocuğun yaşamında; onu et­ kileyip yönlendirecek kadar yer tut­ muyor mu, pekiyi? Eğer bir çocuğun yaşadığı kentte, her hafta iki farklı oyun izleme şansı varsa (ki bu, o kentte, her yıl bir oyun hazırlayan 64 çocuk tiyatrosu; ya da her yıl iki oyun hazırlayan 32 çocuk tiyatrosu var de­ mektir): Çocuk, 8 aylık tiyatro sezonun­ da 64 oyun izleme olanağına sahip olur. Yaşamın, hemen hemen tümünü kapsa­ yan alanlar dururken; eğitimini aile için­ de ve okulda sürüren sağlıklı çocuklara, bağımsız bir sanat kuruluşu olarak sesle­ nen çocuk tiyatrosu için pedagog ve psi­ koloğu şart koşmak haksızlıktır.

Bunca yıllık deneyimden sonra çocuk tiyatrosuna nasıl yaklaşıyorsunuz? Tiyatrodaa yaratıcılığın temel unsuru ola­ rak gördüğüümüz oyuncular, her sahne­ nin sergilenmesi için çok sayıda görsel öneri getirirler. "İlk Seyirci" olarak adlan­ dırdığımız yönetmen; seyirciler adına, önerilerden birer tanesini seçip, genel konsept doğrultusunda işlenmesini yön­ lendirir. Mesaj aktaran, aksiyonu güçlen­ diren müzik ile dans ve tiyatronun diğer birimleri; oyuncunun yaratıcılığına eşlik eden bir çalışma içindedir.

Çocuk izleyicinin oyuna katılımıyla il­ gili neler söylemek istersiniz? Çocuk izleyicinin oyuna katılımı ise, farklı bir boyutta ele alınmalı ve tiyatroyu ani­ masyon etkinliğine dönüştüren yapay bir iletişim ortamı yaratılmamalıdır. izleyici­ nin oyuna katılımı; yaşamdan tiyatroya, tiyatrodan yaşama geri dönüşleri kapsa­

yan dinamik ve uzun bir süreç olarak da ele alınabilir. Turgut Bey, bugüne kadar yaptıkları­ nız yeterli mi; ya da sizce çocuk tiyat­ rosu nasıl olmalıdır? iletişim teknolojisinin gelişip yaygınlaş­ ması; dünyadaki hızlı değişimi, yer­ yüzünün her noktasına anında ulaş­ tırıyor. Koşullanmalar ortadan kalkıyor, değer yargıları uluslararası standartlar kazanıyor. Duygular değişiyor, düşün­ celer değişiyor, davranışlar değişiyor, işte bu yüzden; "çocuk tiyatrosu nasıl olmalı" sorusu, her gün yeni bir yanıt aranması gereken dinamik ve önemli bir sor­ gulamanın ilk adımı olarak öne çıkıyor. Çünkü, basmakalıp klişeler; artık, çocuk­ ları ifade etmeye yetmiyor. Çünkü, çocukları tanımlayan kavramlar, her geçen gün farlı bir boyut kazanarak, sanatsal ileşimde yeni arayışların ih­ tiyacını gündeme getiriyor. Çocuk konusunda uzmanlaşmayı hedefleyen tiyatroculara da mutlaka önerileriniz vardır? "Çocuk tiyatrosu nasıl olmalı?" sorusuna yanıt ararken; önelikle yapılması gereken, çocuğa ve tiyatroya varsayım­ larla, önyargılarla yaklaaşmamaktır. Doğ­ ru ve güzel bir çocuk tiyatrosu yapabil­ mek için ihtiyaç duyulan bilgilerin, bilgiye ulaşıldığı an eskiyeceğini bile bile; zorlu bir uğraşa girmeye göze almaktır. Tiyat­ rodaki gelişmeleri yakından izleyerek ve değişimi çocukta yakalayarak... 49


SORUŞTURMA.

PERİHAN MAĞDEN'E TEPKİLER Radikal Gazetesi yazarı, Perihan Mağden'in Yıldız Kenter'i anarak tiyatroya ve tiyatroculara yönelik eliştiri sınırlarını aşan görüşlerine çeşitli kuruluşlardan tepkiler geldi. Tiyatro... Tiyatro... olarak biz tavrımızı Editörden'de belirttik. Tarihe akması amacıyla diğer tepkileri yayımlıyoruz.

a

P.E.N Türkiye Merkezi

pe cy

Geçtiğimiz ayın başında, "tiyatrofobia (tiyatro korkusu)" hastalığından "mustarip" olduğunu öne sürerek, tiyatro sanatının ve sanatçılarının yok olması gerektiğini yazan Radikal Gazetesi köşe yazarı Perihan Mağ­ den'in; geçtiğimiz günlerde, bu kere de, devlet tiyatrolarının, operaları­ nın, balelerinin toplu imhasını gazetedeki köşesinden çekinmeden iste­ mesini, ülkemizi uluslararası platformda temsil eden Türk yazarları ola­ rak kuşkuyla izledik. Yorumumuz odur ki, Perihan Mağden, sanat kurumlarımızı ve sanatçı­ larımızı inatla küçük düşürmek için uğraşmakta, gündem maddesi oluş­ turmak ve de gündemde kalmak hırsını bu yolla ayakta tutmaya çalış­ maktadır. Ekonomik kriz ortamında Radikal Gazetesi gibi bir basın or­ ganının, bir yandan demokrasi kültürünü savunurken, demokrasi kültü­ rünün gelişmesine olanak verecek tiyatro, bale, operaya yatırımın kısıl­ ması, engellenmesi; kısıtlanması, engellenmesi ne kelime, "imha edilmesi"ni dileyen düşünceye kucak açması, özellikle günümüz siyasi orta­ mında fevkalade acı bir gerçektir. Bosna da savaş varken, tiyatro yapılı­ yordu. Neden? Çünkü, Perihan Mağden'in "yapmacıklıklar dünyası" olarak tanımladığı tiyatro, "kral saraylarının ilginç eğlencesi" olarak ni­ telendirdiği opera, bale dünyanın her köşesinde demokrasi kültürünün bir simgesidir de ondan. Gündemde kalmanın ucuz mu ucuz yolunu at koşturduğu meydanda boş bulan bu gazeteci hanım, yarın büyük olası­ lıkla halk ve Türk sanat müziği topluluklarının, senfoni ve filarmoni or­ kestralarının da imhasını isteme cüretini gösterecektir. Ciddi anlamda tedirginiz. Bir medya organı, ülkede iyi şeyler olması için çaba göstermeli, bu bi­ linçle hareket etmeli, aynı amaç doğrultusunda uğraş veren kişi ve ku­ rumlara, kurumların üyelerine yaklaşımlarında daha titiz, yapıcı ve dü­ şünceli olmalıdır. Bir metnin, opera ya da bale eserlerini sahnelemenin maliyetlerini hesaplayan köşe yazarını, yüksek ücretler ödeyerek besle­ mek, o basın kurumunun kendi bileceği bir iştir, ama bir medya kurulu­ şu, en azından kurumların geçmişine saygı göstermek inceliğini edin­ melidir. Köşe yazarına ikide bir zırvalaması için ücret ödeniyorsa ve bu edim, bir anlamda "teamül" haline getirilmek isteniyorsa, bu konuda sözümüz olamaz, olmamalı da... Ama elbette şimdilik kaydıyla...

50


anlamlı kılan her türlü estetik durumu yaratan, üreten ve sergileye­

Kültür Sanat-Sen Genel M e r k e z i Radikal Gazetesi köşe yazari Sn Perihan Magden'in 01.12.2002 ta­ rihle yayımlanan "Devlet Malı Denizzz" başlıklı yazısıyla Devlet Sa­ nat Kurumlarına ve Sanatçilarimiza karşi dayanaksiz, bilgiden yok­ sun ve haksiz saldirilarda bulunulmuştur. Sn Mağden, değerli bir oyuncumuzla başlattığı kişisel polemiği tüm sanat kurumlarımızı ve sanatçılarımızı da dahil ederek, bu yersiz ve kişisel durumun üstünü örtmek istemektedir. Oysa Devlet ya da özel sanat kurumlarımızın gelecekte karşılaşma olasılığı bulunan tür­ lü risklerin bu yolla beslendiğinin farkında bile değildir. Anlaşilan odur ki Sn Magden kurumlarimiz, sanatçilarimiz ve ülke genelindeki faaliyetleri hakkinda Uğur MUMCU'nun deyişiyle "Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olmak" aymazligina düşmüştür. 7000 sanatçinin tümünü ayni bilgisizlikle ( kendince) karalamasinin kişisel, amaçsiz ve popülist bir çaba olduğu açiktir.

ni, kg, cm ya da arşin-endaze gibi ölçülere vurarak değer biçmek Sn Magden'in haftanin üç günü yazdigi 7.5cm'ye 45cm' lik

sütunun

ve içeriğinin kaç $ edeceğini hesaplamak kadar abes bir davraniştir. Sn Mağden toplumumuzun tümünün yaşadığı ekonomik sıkıntıyı kültürel boyutundan arındırarak, yoğunlukla ekonomik sıkıntı çeken kesimlerle ve özelleştirme mağdurlarıyla sanat emekçilerimizi an­ lamsızca kıyaslayarak olası bir toplumsal çatışmayı beslediğinin far­ kında değildir. Kaldı ki iddia edilen abartılmış ücretlerle çalışan sa­ natçılarımız bulunmamaktadır. Bu farkındasızlık Cumhuriyetin diğer Kurumlarıyla beraber sanat ku­ rumlarının da özelleştirilmesi düşüncesinin bu kurumların YOK EDİL­ MESİYLE eş anlamlı olduğunu anlamayacak kadar ülke gerçeklerin­ den uzaklığın göstergesidir. Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası olarak Sn Magden'in ve aynı

Sanat Kurumlarımız ve onların üretim yöntemlerinin, biçimlerinin ve amaçlarının bizzat üretenlerce sorgulandığı, tartışıldığı ve çözüm önerileri üretildiği bilinmelidir.

anlayışın tüm girişimlerinin karşısında dirençle duracağımızı konuyla ilgili kişi, kurum ile kuruluşları sorumlu ve duyarlı olmaya çağır­

Kültür Sanat Habercileri Derneği

Radikal Gazetesi köşe yazarı Perihan Magden'in; sütununda aynı

cy a

Sözü edilen 7000 kişilik sanatçi kadrosu yalnizca Devlet Tiyatrolari ve Devlet Opera ve Balelerinden ibaret olmayip, Senfonik Orkestralarimiz, Çoksesli ve Geleneksel Korolarimiz, Devlet Halk Danslari, Modern Dans, Tasavvuf, Mehteran, Türk Dünyasi Müziği Topluluklarimizi, teknik ve İdari personelimizi de kapsamaktadir. Sn Mag­ den'in ülkemizdeki Sanat Kurumlarimizin çeşitliliğinden de habersiz olduğu anlaşilmaktadir.

dığımızı kamu oyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.

terbiye dışı üslubu sürdürerek Devlet Tiyatroları'nın, Operaları'nın,

7000 kişilik kadronun 70 milyonluk ülkemizde (oran hesabi) hangi zamanlarda, hangi olanaklarla, hangi eserlerle nerelerde etkinlikler yaptigini Sn Magden'in gazeteciliğine birakiyoruz.

Baleleri'nin toplu imhasını istemesini ve diğer basın organlarımızın bu olaya seyirci kalmasını ya da amiyane tabirle "bulaşmamasını kuşkuyla izliyoruz. Dünya ülkelerinin tamamına yakınında "prestij"

tam, bu tür tartışma platformları yaratmak açısından son derece na­

Bir şiirin, senfoninin,opera ya da bale eserinin, türkünün ve yaşamı

kamuoyuna saygıyla duyururuz.

pe

Bu arada sosyal devlet ve onun görevleri, Atatürk ve Cumhuriyet Devrimi, Sanat, Kültür, Estetik ve ulusal kalkınma hakkında da yeni­ den okuması ve düşünmesini ( kendisinin geçer akçe olma hevesine rağmen) öneririz. Çünkü Sn Mağden Atatürk ve Cumhuriyet Devri­ mi ve bütün kazanımlarını gözardı etmektedir. Ulusal kalkınmayı yalnızca ekonomik anlamda büyümeyle sınırladığı için konunun Kül­ tür-Sanat boyutunu unutmaktadır.

olarak değerlendirilen kurumlarımıza at gözlüğü takarak

bakmak,

işlevine, yapısına ve izleyicisine hakaret anlamını taşımaktadır. Or­

ziktir. Bu dönemde, anılan kurumlarımıza daha fazla sahip çıkılmalı­ dır yolundaki kanaatimizi yenilediğimizi ve Perihan Mağden zih­ niyetinin Türk sanatı ve sanatçısı adına bir tehlike arzettiğini

Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne Abone Olmak Artık Çok Kolay 0212. 210 0 110 nolu telefonu arayın veya abonet@abonet.net adresine yazın Abonet sizi arayacak ve hemen abone yapacak. Yıllık abone ücreti ödemeyeceksiniz, Tiyatro... Tiyatro... adresinize imzalı olarak teslim edilecek, teslimden sonra ister nakit, isterseniz kredi kartı ile ödeme yapacaksınız. aboneliğiniz isterseniz 1 aylık, isterseniz ömür boyu devam edecek.

Abonelik Artık Çok Kolay. 51


KİTAP TANITIM

GÖKTEN ELMALAR DÜŞÜYOR Duygu Atay

Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, Shakespeare'nin tüm yapıt­ larını yayımlamayı hedefliyor. Bu babta ama, önce Hamlet'le başlamamayı yeğlediklerini yazıyorlar Sabahattin Eyüboğlu çevi­ risi Antonius ve Kleopatra oyununun baskısında. Cevza Sevgen 22 sayfalık 'Giriş' bölümünde yazarın tiyatrosuyla ilgili önemli bilgiler verirken, bütün oyunlarının dökümünü de eklemiş. Mina Urgan'ın önsözüyle de zenginleşen kitap, toplam 203 sayfa. Tavanarası Yayıncılık da, tiyatro kitapları yayımlamaya karar ve­ ren bir başka kuruluş. Dizinin ilk kitabı olarak Jerzy Grotovvski'nin J e r z y Grotovvski tiyatrosunu Eugenio Barba'nın hazırladığı ve adını "Yoksul Tiyat­ roya Doğru" koyduğu yapıtı Hatice Yetişkin'in çevirisiyle su­ nuyorlar. 238 sayfalık kitapta Peter Brook'un bir önsözü var. Ki­ tabın içindeki fotoğrafların 96 adet olduğu yazılı ama ben ne­ dense 40'tan 77'ye atlandığını gördüm. Tavanarası Yayıncılık'ı bu cüretinden(l) dolayı kutluyor, çabuk pes etmemelerini diliyo­ rum.

a

Yoksul Tiyatroya Doğru

pe cy

Antonius ve Kleopatra W. Shakespeare T. iş Bankası Yayınları, 203 sayfa

Peter Brook'un önsözüyle

Yoksul Tiyatroya Doğru Jerzy Grotowski, Kava narası Yayıncılık, 238 sayfa

Maskenin Öteki Yüzü Broy Yayınevi, 230 sayfa

52

Usta Üstün Akmen 2001-2002 sezonunu değerlendirdiği 3. kita­ bı "Maskenin Öteki Yüzü" ile karşımızda. "...Veee Perdeee..." ile başlayan "Üçüncü Zil" ile sü­ ren seri, dilerim her yıl tekrarla­ nır. Böylelikle elimizin altında en azından istanbul'da oynanan oyunların hemen hepsi Üstün Akmen'in eleştirileriyle elimizde. Var mı böyle başka bir seçki? Bü­ tün bir sezon boyunca diğer eleştirmenlerin yazdıkları çeşitli dergi/gazete sayfalarında kaybo­ lurken, ister katılalım ister katıl­ mayalım eleştirilerine, bir arşiv görevi gören böyle bir kitaptan hangi tiyatro tutkunu yoksun kalmak ister? 25 Oyun, bir ope­ ra, bir bale eleştirisiyle birlikte 13. Uluslarası istanbul Tiyatro Festivali'nden 15 oyun ve 'dizin'den oluşan kitap, 232 sayfa. Eline sağlık Üstün Hoca, devam.


MitosBoyut Tam Gaz Şu an itibariyle 210 kitap. Oyunlar, kuramsal kitaplar, çocuk oyun­ ları...Siz bu yazıyı okurken belki bu sayı da aşılmış olacak."Ne mut­ lu Türk'üm diyene" ki, Yılmaz Oğüt'leri var. Tiyatro insanlarına ar­ mağan edilen 210 kitaplık bir dizileri var. Kimse artık 'oynayacak oyun bu­ lamıyoruz, eğitilmek, öğrenmek için kuramsal yayın yok' diyemeyecek. "Tiyatro İşleri Bakanı" gibi tek başına çalışıyor Yılmaz Öğüt. Bu hız böyle sürdükçe, biz de her yazıda kan-ter içinde kitapları tanıtmayı sürdürece­ ğiz. Beş ciltten oluşan Brecht'in şiirlerinin ilk kitabı yayımlandı. 3, 4 ve 5. cilt­ lerde yazarın oyunlarındaki şiirler de bulunacak. 2. ciltteki şiirlerin tama­ mının çevirisi Yılmaz Onay'a ait. Bertolt Brecht Bütün Şiirleri • 2 MitosBoyut Yayınları 380 sayfa

Tiyatro tarihimizde çok önemli bir yeri olan A h m e t Fehim Efendi'nin anıları "Sahnede Elli Sene" adıyla Ti­ yatro/Kültür dizisinde. 1877'den baş­ layan anılar, o yıllardaki Türk Tiyatrosu'nun olduğu kadar, Türk sosyal ya­ şamından da bir kesit sunuyor.

Brecht Tiyatrosu'nun yaşayan önemli temsilcilerinden olan Yunan yazarı Yakovos Kambanellis'in daha önce yayınlanan "Odisea Evine Dön" ve "Harikalar Avlusu" adlı oyunlarıyla birlikte "Burjuva Üçleme"sini oluştu­ ruyor. İzlanda Oyunları olarak adlandırılan dizinin ilki, Vala Thorsdottir adlı genç bir kadın oyun yazarının. "Çatıdaki Yarasa, Teleskop Çikolata Pis Gazlar ve Çöplük" kısa oyunların adları. Shakespeare'e ne zaman el atacak, neden acaba ondan bir şeyler yok tü­ rü sorularıma da yanıt aldım sonun­ da. Bilindiği gibi başka yayınevleri de Shakespeare çevirileri yayınlıyorlar. Mitos/Boyut'un onlardan farkı, yaza­ rın ü l k e m i z d e hiç yayınlanmamış oyunları basacak olması. Bu bağlam­ da Ali Neyzi'nin çevirileriyle "V.Henry" ve "Aşkın Çabası BoşunaLove's Labour's Lost". İlki, yazarın iki kez filme çekilmiş ama bizde pek bi­ linmeyen bir trajedisi, ikincisi ise, tak­ riben 1594 yılında yazıldığı sanılan ve Shakespeare'nin ikinci oyunu olan bir güldürü.

Siyap Çoraplılar Coşkun Irmak MitosBoyut Yayınları 80 sayfa

cy

a

Coşkun Irmak'ın yeni oyunu "Siyah Çoraplar", Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından da oynanıyor. Oyun, Abdülhamit zamanında İstanbul'da fut­ bol oyununun müslümanlara yasak­ lanması nedeniyle sadece yabancılar arasında o y n a n a n bir s p o r k e n , Türk'lerin de kendi aralarında bir ta­ kım kurarak zorbalığa karşı özgür­ lük, varlık ve kimlik arayışlarına gir­ melerinin öyküsü.

Eski Yunan Tragedyaları dizisinin 3. sü Sophokles'in "Kral Oidipus"u. Benim bildiğim Varlık Yayınlarından çok eskiden kalma bir çevirisi olan oyunu, Güngör Dilmen eski Yunanca aslından çevir­ miş. Özellikle genç tiyatrocuların bu çeviriden çok yararlanacakları­ nı düşünüyorum. Kitabın başında çe­ virmenin uzunca bir Sophokles ve Oidipus tanıtımı var. Sonunda özel ad­ lar sözlüğü ve metin açıklamaları bu­ lunuyor. Dramaturji öğrencileri için olmazsa olmaz bir yapıt.

Kral Oidipus Sofokles MitosBoyut Yayınları 96 sayfa

pe

Sahnede Elli Sene Ahmet Fehim MitosBoyut Yayınları 140 sayfa

Eski Türk Oyunları dizisinin 5. si Feraizcizade Mehmet Şakir'in "İlk Göz Ağrısı". Evlilik kurumu ile o dönemin evlenme adet ve geleneklerini işleyen bu töre komedisini Yılmaz Öğü gü­ nümüze türkçesine uyarlayarak okun­ masını kolaylaştırmış.

İlk Göz Ağrısı Feraizcizade Mehmet Şakir MitosBoyut Yayınları 74 sayfa

işte bir sürü tiyatro kitabı. Bize dü­ şen bunları satın alıp bir güzel oku­ mak. Gökten elmalar düşüyor yani. Hemen yiyelim, bırakmayalım kurt­ lansınlar...

V. Henry W. Shakespeare MitosBoyut Yayınları 144 sayfa

Yol içerden Geçer Yakovos Kambanellis MitosBoyut Yayınları 80 sayfa

İzlanda Oyunları • 1 Vala Thorsdottir MitosBoyut Yayınları 61 sayfa 53


BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR. Tiyatro: istanbul Devlet Opera ve Balesi Reji - Koreografi: Aysun Aslan Müzikler: Fahir Atakoğlu Dekor Tasarım: Hayri Ata Kostüm Tasarım: Ayşegül Alev Dansçılar: Sibel Sürel, Alkış Peker, Can Tunalı, Arkın Zirek, Çiğdem Tezcür, Erdal Uğurlu. Aysun Aslan'ın dört yıllık projesi "Ağır Roman", Türk edebiyatında 90'ların bombası kabul edilen Metin Kaçan romanının 80 dansçıyla sahneye aktarılmış hali. Şehrin kıyısındaki varoş olapdere'deki Kolera Sokağı'nın çok dinli çok kültürlü sakinlerinin 'sıradan' hayatı, Metin Kaçan'ın yarattığı ana izlek korunarak ancak birtakım daraltmalarla çalışılmış. Balet ve balerinler tarafından yorumlanan "Ağır Roman" bir çağdaş dans gösterisi değil. Yönetmeni tarafından teatral anlatımı olan bir dans tiyatrosu olarak tanımlanıyor. Epizodların birleştirilmesinde sinemadakine benzer bir kurgu tekniği kullanılmış. Dans ve müziğin arasında diyaloglara da yer verilmiş.

Godot'yu Beklerken'de bir olay örgüsü yoktur. Yalnızca beklenir. Ama ne beklenir? Bu, kişilere ve toplumlara göre değişir. Bilindiği gibi herkesin beklentisi değişiktir bu dünyada? Ancak, şunu da eklemeden geçmeyelim: Beckett tüm karamsarlığına karşın gene de yer yer küçük umut pırıltıları ve sevginin ılık esintisini getirmektedir sahneye.

Tiyatro: BKM Yazan ve Yöneten: Yılmaz Erdoğan Dekor: Ali Cem Köroğlu Kostüm: Sadık Kızılağaç Müzik: Metin Kalender Oynayanlar: Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, Zerrin Sümer, Altan Erkekli, Sinan Bengier, Salih Kalyon, Bican Günalan, Caner alkaya, Celal Tak, Tolga Çevik, Binnur Kaya, Pelin Körmükçü, ayberk atilla, Neslihan Yeldan, Deniz Özerman, Özge özberk, Nusret Karakuş.

pe cy a

D

yerde, iki insan Godot'yu beklemektedirler. Godot'nun kim ya da ne olduğu, gelip gelmeyeceği, gelirse ne olacağı belli değildir. İki insan yalnızca beklemektedirler ve beklerken de zaman doldurmak, oyalanabilmek, daha doğrusu varoluşlarını sürdürebilmek için sürekli konuşmakta, bir şeyler yapmaktadırlar. Beckett, bu sabırlı ve edilgen bekleyiş sürerken onları, gene varoluşlarını akılsız ve aynı ölçüde amaçsız bir yolculukla dolduran başka iki kişiyle buluşturur: Efendi ve kölesi?

Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği oyun, 26 Aralık'tan itibaren izleyiciyle buluşuyor.

Tiyatro: Aankara Sanat Tiyatrosu Yazan: Samuel Beckett Reji: Işık Toprak Sahne Tasarımı: Yücel Tanyeli Oyuncular: Erol Demiröz, Hakan Salınmış, Bahadır Tokmak, Cengiz Sezgin, Umut Toprak Samuel BECKETT'in yapıtlarında temel izlek (tema) "İnsanın anlamsız bir varoluşa tutsaklığıdır." Artık çağdaş bir klasiğe dönüşmüş olan "Godo'yu Beklerken"de de aynı bakış sözkonusudur. Tek bir kuru ağacın bulunduğu herhangi bir 54


BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR Tiyatro: Ortaoyuncular Yazan: Ferhan Şensoy Yöneten: Ferhan Şensoy Sahne Tasarımı: Ferhan Şensoy Dekor Yapım: ABL Tanıtım Işık/ Efekt/Video: Hüseyin Ulaş Video Klip Yönetmeni: Mert Baykal Resim Seçici: Gözde Kansu Giysi: Ortaoyuncular Müzik: Ferhan Şensoy Müzik Düzenleme: Fuat Güner Şarkıyı Seslendiren: Fuat Güner/ Deniz Arcak Oynayanlar: Ferhan Şensoy, Ece Erdoğuş, Rasim Öztekin, Elif Durdu, Saygın Delibaş, Orçun Kaptan, Erkan Üçüncü

Tiyatro: Tiyatro An Yer: Yeditepe Oyuncuları Sahnesi Yazan: Eve Ensler Yöneten: Almula Merter Oyuncular: Asuman Dabak, Müge Oruçkaptan, Arzu Yanardağ, Berna Öztürk. Sahnelendiği 20 küsur ülkede olay yaratan bir prodüksiyona dönüşen "Vajina Monologları", terapist Eve Ensler'in hemcinsleriyle yaptığı seanslardan sahneye taşınan, 'kalp kadar olağan bir organ olan vajina'nın yeniden keşfedildiği kadın hikayelerinden oluşuyor. Batıdaki örneklerinin performans mantığıyla, teatral bir üslup kullanılmadan sahnelenmesine rağmen İstanbul Devlet

pe cy

a

Türkiye'de salgın haline gelen BBG evleri, sonunda Ferhan Şensoy'a da ilham kaynağı oldu. Ünlü sanatçı, bu modaya gönderme yapan "Biri Bizi Dikizliyor" adlı yeni bir oyun hazırladı. 22 Kasım'da prömiyeri yapılan "Biri Bizi Dikizliyor'un en ilginç özelliği ise "Röntgencilere % 10 indirim" sağlanması... Ferhan Şensoy, "Sapık olduğunuza dair tam teşekküllü heyet raporu" sunulmasını indirim için şart koşuyor.

Tiyatrosu sanatçısı Almula Merter kendi prodüksiyonunu, bizdeki yerleşik anlayışını düşünerek, belli bir takım koreografiler ekleyip yabancısı olmadığımız bir tiyatro diline aktararak çalışmış. Batı'da Kate Winslet, Susan Sarandon, Brook Shields, Glenn Close gibi aktristlerin de sahneye çıktığı yapımın yerli versiyonunda da her gece konuk anlatıcılar yer alacak ve kendi vajina hikayelerinden birini anlatacaklar. Yönetmeni tarafından feminist değil kadın hakları için mücadele eden bir yapım olarak tanımlanan oyundan Almula Merter'in payına düşen gelir şiddete maruz kalan kadınlar için kullanılacak.

Tiyatro:lzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Bilgesu Erenus Yöneten: Serap Eyüboğlu Sahne-Giysi Tasarımı: Candan Günay Işık Tasarımı: Erdal Güner Müzik: Cem İdiz Oynayanlar: Hülya Savaş, Hakan Özgömeç Lillian... Güneyli Hanımefendi. Bağırıpçağırmadan, özgürlük adına, gelecek umudu adına "güvenli ve gür sesler"in yükseleceğine inancını yitirmeyen sessiz bir çığlık. Toplumsal çürümeye karşı durmak için kişisel namusunu her şeyin önünde tutan, kadınsı duyarlılıklarıyla, zaaflarıyla "insan" Lillian Hellman. O, ulaşılmaz kahramanlar yaratmadan, haykırmadan da dünyada iz bırakılabileceğini anlatan, yalnızca doğru ve net olan bireyin ahlakını savunan bir ışık... Hepimizin içinde olan, olması gereken aydınlık. 55


BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR Tiyatro:lzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Behiç Ak Yöneten: Metin Oyman Sahne-Giysi Tasarımı: Savaş Çevirel Işık Tasarımı: Hasan K. Yalman Oynayanlar: Şebnem Doğruer, Gürol Tonbul

Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Üstün Dökmen Yöneten: Ergün Uçucu Sahne Tasarımı: Güven Öktem Giysi Tasarımı: Fatma Görgü Işık Tasarımı: Burhanettin Yazar Müzik Düzeni: Nedim Yıldız Dans Düzeni: Deniz Çığ Oynayanlar: Ali Hürol, Savaş Tamer, Hakan Çimenser, Bilal Gürdere, Nusret Şenay, Sinan Pekinton, Ahmet Türkoğlu, Tuncer Yığcı, Şemsettin Zırhlı, Levent Şenbay, Ercan Eker, Pervin Ünalp, Meltem Eserol, Ekin Turan, Mehtap Baygın, Yeşim Şaşmaz, Refika Özbayer

pe cy

a

...Ama sanıyorum ki insanoğlu her konuda uzlaşmak yerine daha kolay bir yolu; Ayrılık'ı seçiyor. İnsan toplumunun en küçük topluluğu olan ailede durum neyse, daha geniş

başkaldırılara yazgılıdırlar. Onlar dünyamızı değiştirenler, yaşamı yaşanır kılanlar. İçimizdeki Tanrı'yı yaratanlardır. Onların gerçekleştirilecek düşleri, bilge sevgileri, yürekli düşünceleri, coşkulu tutkuları vardır. Bu tutkunun bedeli, çoğu kez yalnızlık, anlaşılama, yadırgama, dışlanmadır. Hele kadınsalar, bu bedel daha da ağırdır. Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar onlar azınlıktırlar. Keşke olmaasalar...

perspektifte ülkeler arası ilişkilerde de durum aynı. Bu durum günümüzde neredeyse sömürüyle bezenip, savaşlara yol açmak üzere... Ama bizim konumuz Behiç Ak'ın yazdığı Ayrılık'taki kadın erkek ilişkisi olduğuna göre, gerçekte ayrılıkların yerine neden sağlıklı beraberlikler olmuyor diye soracağımız bir güldürü, Ayrılık...

Tiyatro:izmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Ülker Köksal Yöneten: Fikret Tartan Sahne-Giysi Tasarımı: Tayfun Çebi Işık Tasarımı: Hasan K. Yalman Oynayanlar: Hülya Böceklioğlu, Türker Tekin, Aktan Günalp, Evren Serter, Aylin Kumbaracıoğlu, Mediha Köroğlu, Harika L. Kamaalıoğlu, Menekşe Bendeş, Buket Özkat, Emek BüyükÇelik ... Onlar meslekleri için bitmez tükenmez savaşımlara, yoğun bir sevgi ve özveriyle adarlar kendilerini. Onlar farklıdırlar, kimseye benzemezler, çoğunluktan ayrılırlar, kalabalıklarla uyum sağlayamazlar. Onlar olağanüstüye, çizgi dışılığa, yaşam karşısında cesur, özgün, kişilikli 56

Oyunun düşünce temeli, Varoluşçu Felsefeye / Psikolojiye dayanıyor. Varoluşçu bakış açısına göre, kendi varoluşlarını yaşamayanlar, başkalarının varoluşuna musallat olurlar. Sokaktaki deliye gülenler de böyledir; çocuklarının üzerine aşırı düşen ana-babalar da böyledir. Gözümüzü kendimize kapattıkça, başkalarının kusurlarını daha fazla görmeye başlarız. Niçin böyle yaparız? Çünkü bastırdığımız yanlarımızla tanışmak, bir anlamda kendi içimizdeki "deliyi" farketmek bizi korkutur. Oysa bunu başardığımızda, daha etkili, daha mutlu bir insan olabiliriz. Komşu Köyün Delisi'ndeki köylüler, bir delinin çevresine toplanıp, kendi öz benlikleriyle tanışmya, el yordamıyla varoşlarını keşfetmeye çalışıyorlar. Köyün profesyonel delisi Hamdi ise, bir yandan kendi varoluşunu yaşamaya çabalıyor, bir yandan da mesai dışı çalışarak köylüye rehberlik ediyor.


EU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR Tiyatro: Sadri Alışık Tiyatrosu Yazan: Marc Camoletti Çeviren: Can Kapyalı Yöneten: Çetin Akçan Sahne Tasarımı: Sema Olgaç Giysi Tasarımı: Çolpan İlhan Oynayanlar: Kerem Alışık, Naşit Özcan, Asuman Dabak, Arzu Yanardağ, Didem Uzel, Ayumi Takano

Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: F. Dostoyevsky Uyarlayan: Gaston Baty Çeviren: Bertan Onaran Yöneten: Kazım Aksar Sahne Tasarımı: Zeki Sarayoğlu Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay Işık Tasarımı: Zeynel Işık Müzik Düzeni: Kemal Günüç Dans Düzeni: Nurdan Menemencioğlu Oynayanlar: Nihat Hakan Güney, Ömer Levent Ülgen, Kayhan Sarıgöllü, Harun Özer, Mehmet Atay, Hepşen Akar, Neriman Kılıç, Eray Eserol, İlham Yazar, Can Öztopçu, Beşir Çakmak, Emre Alpago, Meltem Keskin, Şefika ÜmitTolun, Yeşim Gül, Güray Kip, Hülya Gülsen Irmak, Gülay Toprak, Elif Türkan Çölok, Suzan Dilara Tokaç, Damla Pazarbaş.

pe

cy a

Oyun 1960 yılında yazılmış ve o günden bu yana 17.000 kez sahnelenmiş. Boing Boing 58 ülkede sahnelenerek, Fransa dışında en çok sergilenen oyun özelliğini de taşıyor. Bu nedenle en çok sahnelenen ve en çok izenilen oyun olarak, Guinness Rekorlar Kitabı'nda da yer alıyor.

Tiyatro: Van Devlet Tiyatrosu Yazan: Dario Fo Çeviren: Füsun Demirel Yöneten: Serap Eyüboğlu Sahne Tasarımı: Tayfun Çebi Giysi Tasarımı: Funda Çebi Işık Tasarımı: ilhan Orhan Oynayanlar: Özlem Tokaslan, Süleyman Atanısev, A. Neşe Arat Zindan, Çağatay Özçelik, Tamer Özçelik

Yazar halk tiyatrosu geleneğinin özelliklerini, fantezilerini kullaandığı oyunda varoşlarda yaşam mücadelesi veren işçileri anlatır. Varaş kadınları semtin süpermarketinden alış veriş yaparken fiyatların sürekli zamlanması karşısında bir eyleme karar verir ödemeliri eski fiyaat üzerinden yaparlar. Yaşanan kargaşada herkes ne bulursa torbasına doldurup raflar boşaltılır ve bazı malların ödemesi yapılmaz. Aralarında Antonia'nında olduğu kadınlar aldıkları malları saklayacak yer ararken mahalle polisi tarafından kuşatılır...

57


pe cy a


İ S T A N B U L BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ

ŞEHİR T İ Y A T R O L A R I

DERGİSİ

a

Türk Tiyatrosu

pe

cy

Muhsin Ertuğrul'un kuruculuğunda çıkmaya başlayan alanında en köklü dergilerden biri olan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları TÜRK TİYATROSU DERGİSİ, 449. sayısıyla Aralık ayında okurlarına 'merhaba' diyor. Kemal Kocatürk'ün yayın yönetmenliğinde çıkan dergi, kuramsal yazılar, söyleşi, Şehir Tiyatrolarının sezon oyunları hakkında kapsamlı yazılar, usta oyuncularımızın anıları gibi birçok renkli bölümden oluşuyor. Derginin bu sayısında, T ü r k Tiyatrosu'nun duayenlerinden Necdet Mahfi Ayral ile hayatı üzerine gerçekleştirilen bir konuşma; Eugene lonesco'nun yazdığı, Engin Alkan'ın yönettiği 'Kral Ölü(şü)yor'da rol alan, "çok yönlü" sanatçı Hümeyra ile yapılmış geniş bir söyleşi; Commedia Dell'Arte üzerine Angelo Savelli'nin düşüncelerini içeren bir yazı dikkat çekiyor. Anısına Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi Fuaye'sinde bir sergi düzenlenen Vasfi Rıza Z o b u da, fotoğraflarıyla dergide anılıyor. Ayrıca gerek üniversitelerinde gerçekleştirdikleri tiyatro çalışmalarıyla gerekse tiyatronun seyircisi olmaları dolayısıyla ilgiyle dinlediğimiz gençler, tiyatronun 'oradan' nasıl göründüğünü anlattılar. Elbette üniversitede tiyatro yapmanın güçlüğünü ve anlamını ıskalamadan... Yılda dört kez yayımlanacak Türk Tiyatrosu Dergisi, kuramsal yazılarıyla Türk tiyatrosuna özgün bir bakış getirmek isterken; okurun (ya da seyircinin) ilgisinden kopuk olmayacak bir dil ve konu zenginliğiyle buluşacak okurlarıyla.


Anar

a

BEŞ KATLI BİNANIN ALTINCI KATI

pe

cy

İmkansız... Bir bina nasıl beş katlı olur da bir oyun onun altıncı katına gönderme yapar? Bu göndermeden kasıt, olsa olsa ancak aşk olabilir. Özellikle de Doğu'ya has, kavuş(a)mamacasına aşklar... İster toplumsal engeller ister gelir ve statü farklılıkları... Aşıklar aşk ateşinde yanmayagörsün, odun atan çok olur. "Beş Katlı Binanın Altıncı Katı", Tehmine ile Zaur arasında Azerbaycan'da yaşanan böylesi bir aşkı taşıyor sahneye... Bir evliliğin ertesinde (Gerçek), tren istasyonunda geçmişiyle (Aşk) hesaplaşan Zaur için aşk, imkansız olanı istemekte düğümlenmiştir. Ancak, aşk ateşi pişmanlık rüzgarıyla alevlenirse, aşkı da yakıverir. Zaur, pişmanlıklarıyla, aşkıyla ve ülkesiyle bir istasyondadır... Demir rayların üzerinden trenler mecburi istikametlere giderken, Zaur girdiği mecburi bir yönde varolamamanın kaygısıyla karşımıza çıkar. Azerbaycan'ın tanınmış yazarı Anar Resuloğlu'nun yazdığı, Can Doğan'ın yönettiği "BEŞ KATLI BİNANIN ALTINCI KATI", bir aşk ilişkisini anlatırken, Azerbaycan'ın yakın tarihini de kahramanlarının yaşantıları üzerinden anlatıyor Dramaturgisini Hilmi Zafer Şahin dekor tasarımı Ayhan Doğan kostüm tasarımı Duygu Türkekul müzikleri Deniz Noyan koreografisi Yasemin Gezgin ışık tasarımı Murat İşçi efekt tasarımı Ersin Aşar Oyunu dilimize Rzayev Tural Anaroğlu ile Hilmi Zafer Şahin çevirdi. Oyunda Sevil Akı, Cengiz Tangör, Ayşegül Devrim, Devrim Parscan, Sevil Uluyol, Suphi Tekiner, Radife Baltaoğlu, Tuğrul Arsever, Turgut Arseven, İskender Bağcılar, Vildan Gürelman, Zafer Kırşan, Berna Oğuzutku Demirer, Murat Çoşkuner, Meriç Benlioğlu, Caner Bilginer ve Yalçın Avşar rol alıyor.


Sadık

ŞENDİL

KANLI NİGAR Kanlı Nigar!.. İsmine bakıp aldanmayın, pamuk gibi bir kalbi var. Hani, adın çıkacağına canın çıksın derler ya!.. Nigar'ın kanlılığı da bu cinsten. Hayat o pamuk kalbi almış, yoğurmuş ve biraz sertleştirmiş sadece... Değilse, kimseyi öldürdüğü falan da yok... Yıllar öncesinden yaşadığı acı bir olayın izlerini halen taşıyan Nigar, kızlarıyla (!) birlikte toplumsal önyargıdan nasibini alır. Ev ev, konak konak taşınmayla geçen uzun yılların ardından, tanıdık bir yere gelir Nigar. Yıllar öncesinde, çocukluğunun demlerinde yaşadığı acı olayın izleriyle dolu konağa, eski tanıdık Mc Abdi'nin işletmecisi sayesinde taşınmıştır. Şimdilerde gayet dindar olan konağın sahibi ile öncesinden kalma bir de hesabı vardır aslında Nigar'ın. Ama bu hesap da, Nigar'ın isminden anlaşıldığı gibi kanlı bitmez. Tatlıya bağlanır sonunda...

pe cy

a

Küçük bir mahalle; kendi semtinde menkul değer yargıları; mahallenin biraz karikatürümsü biraz saf ve temiz, biraz hırçın ama bizden insanları ve gelişiyle mahalleye hareket gelen Nigar... Evet evet, Kanlı Nigar... Eğlence, raks ve hercailik onda daha bir güzel duruyor... Sadık Şendil'in yazdığı, Engin Gürmen'in yönettiği "KANLI NİGAR", kadın erkek ilişkileri dolayımında gelişen eğlenceli ve müzikli bir oyun. Aslında Karagöz uyarlaması olan Kanlı Nigar, modern sahne uyarlaması ve özellikle Zihni Göktay'ın doğaçlama esprileriyle seyredenleri komedinin ve müzikalin evreninde gezdiriyor.

dekor tasarımı Atıl Yalkut'a kostüm tasarımı Nilgün Gürkan'a özgün müzik Esin Engin'e müzik yönetmenliği Selim Atakan'a koreografisi Salima Sökmen'e ışık tasarımı Vahit Geyik'e efekt tasarımı Mehmet Eracar'a Oyunda Zihni Göktay, Metin Çekmez, Ayşe Kökçü, Şenay Saçbüker, Melahat Abbasova, Defne Gürmen, Emrah Özertem, Feriha Eyüboğlu, Caner Çandarlı, Ali Gökmen Altuğ, Nevzat Çankara rol alıyorlar.


a

cy

pe


a

pe cy


a

pe cy


a

pe cy


cy a

pe


a

pe cy


a

pe cy


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.