cy
pe a
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri
Katkıda Bulunanlar:
Müdürü: Mustafa Demirkanlı
Burhan Akçin, Gülay Ayyıldız,
Baskı: Mart Matbaası Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.: Muradiye Yayın Kurulu: Ediz Baysal, Mustafa Emra, Atilla Deresi Sok. No:47/6 Üstün Akmen, Orhan Alkaya, Gürçay, Tayfun Karabulut, Nihal Beşiktaş - İstanbul Mustafa Demirkanlı, Kuyumcu. Telefon: (0212) 259 21 24 Ahmet Levendoğlu, Kapak Tasarımı: Genco Demirer Fax:(0212)259 34 98 Ali Taygun. Hukuk Danışmanı: e-posta: tiyatroyap@e-kolay.net Ankara Temsilcisi: Yalçın Av. Levent Aral, Av. Arzu Bulut P. Çeki: Tiyatro Yapım 655 248 Günaydın Teknik Müdür: Erkut Arıburnu Banka Hesap No: T. İş Bankası, Yayın Koordinatörü: Duygu Atay Film Çıkış: Çağdaş Grafik Cihangir Şb. 197 245
EDİTÖRDEN /S. 5 HABERLER: /S. 6 ŞANO: Balıkçı İle Masalcı Orhan Alkaya /S. 9 DOSYA: Tiyatroda Yapılanma Tartışmaları-I /S. W
cy a
ELEŞTİRİ: Beş Katlı Binanın Altıncı Katı Üstün Akmen /S. 22
FOTOĞRAFLARIN DİLİ: Yaşamın Üç Yüzü, Tiyatro Stüdyosu/S. 24 ELEŞTİRİ: İkinci Caddenin Mahkûmu Üstün Akmen /S. 28
SÖYLEŞİ: Keşanlı Ali Destanı, Faik Ertener Mustafa Demirkanlı/S. 30 TANITIM: Kıvranış II. Psikoz 4.48 /S. 33
pe
ELEŞTİRİ: On ikinci Gece Üstün Akmen/S. 34
ELEŞTİRİ: Nilüfer'in Bebeği Ebru Gökdağ/S. 37 ELEŞTİRİ: içerdekiler Mustafa Emre /S. 40
GÖRÜŞ: Kendim İçin Bir şey İstiyorsam Namerd (Değil)im! Duygu Atay/S. 43 SÖYLEŞİ: "Gerçek Çeşitlemeleri" Üzerine Atilla Gürçay/S. 44 ELEŞTİRİ: Bu Adreste Bulunamadı Üstün Akmen /S. 46 SÖYLEŞİ: Sanat İşliği Tiyatrosu anadolu Yakası'na Yerleşti Erkut Arıburnu /S. 48 ELEŞTİRİ: Çakmaktaşı Nihal Kuyumcu/S. 50 TANITIM: Dünya Sahne Tasarımcıları PQ 2003'e Doğru Yola Çıktı Evcimen Perçin/S. 52 HUZURSUZ SEYİRCİ: "Bir Tatlı Huzur Almaya" Gidiyorum "Kalamış'tan"/S. 55 KİTAP TANITIMI: Yepyeni Tiyatro Kitapları Duygu Atay S. 56 TANITIM: Müddetname Burhan Akçin /S. 60 TANITIM: Günlük Müstehcen Sırlar Tayfun Karabulut /S. 61 BU AY PERDE DİYEN OYUNLAR: /S. 62 GÖRÜŞ: Birinci Dogma'ya Tepki Ediz Baysal/S. 66
Abonelik İçin: Abonet Tel: (0212) 210 O 110 Fax:(0212)222 27 10 e-posta: abonet@abonet.net Abonet'den tek sayı için bile abone olabilirsiniz. Yurtdışı Abone: 100 EURO
a
pe cy
EDİTÖRDEN
Demirkanlı 2003'e de merhaba dedik, bir yanımızda savaş rüzgârları, diğer yanımızda umut tohumları. Tiyatro öldü nidalarına inat, perdeler ardı ardına açılırken yeni tiyatro salonları da peş peşe sıralanıyor. Devlet Tiyatroları, Ankara Akün Sineması'nı tiyatro salonuna dönüştürürken, Kartal Sanat İşliği bir okul salonunu tiyatro salonuna dönüştürerek tiyatromuza kazandırdı, İstanbul Şehir Tiyatroları Karaca Tiyatroyu yenileyip yine özel tiyatroların kullanımına sunmaya hazırlanırken, Üsküdar Müsahipzade Celal Sahnesi'ni yıkıp yeniden, yepyeni bir salon yaratma hazırlığında. Kültür Daire İşleri Müdürlüğü, eski Tüyap Sergi Salonu'nu yenileyip, Türkiye'de ilk kez var olacak çocuk tiyatrosu salonu ile birlikte 3 yeni salondan oluşacak büyük bir kültür-sanat kompleksinin inşaatını başlatmak üzere. Bölgelerden yeni oyunlarla ilgili bilgiler akarken, istanbul'da galalara yetişmek olanaksız oldu neredeyse.
*** Genç Tiyatro'nun sitesinde Ali Taygun'un yanıtına tepkiler birikiyor, olumlu
a
ve de gerekli. Ancak, forum sayfalarındaki yazıların isimsiz olması, muhatapları belirleme olanağı vermiyor, oysa Orhan Alkaya, Başar Sabuncu
cy
ve Macit Koper eleştirilerini çekinmeksizin yayımlamış, soruşturmaya uğramış ve ceza almalarına gerek olmadığına karar verilmiş yani bir
anlamda içtihat oluşmuş iken, Şehir Tiyatroları'nı değil Ali Taygun'u ve
Tiyatro... Tiyatro...'yu eleştirirken kaçak dövüşmek pek hoş olmuyor gibi. Neyse, Genç Tiyatro'nun politikasıdır, yazanların tercihidir. Ama, mahlasla
yazıp da Şehir Tiyatrosu ilanlarının, yayın politikamızı belirlediğini iddia eden
pe
Mustafa
mahcup arkadaşımız, Kültür Bakanlığı'na karşı verdiğimiz mücadelemizi unutmuş olmasalardı keşke. Tiyatro... Tiyatro... tahmin edemeyeceğiniz kadar maddi zarara uğramasına rağmen, araya çok kıymetli(l) yazar aracılar
sokularak maddi destek karşılığı sus önerilerini elinin tersiyle itmeyi bilmiş bir
yayın organıdır. Her türlü eleştiriyi sevgiyle, saygıyla karşılarız, ama hem mahlasla yazıp hem de böylesi karaçalmalar canımızı acıtıyor. Doğru olmadığı gibi, yakışıksız da oluyor, galiba. Neyse, bu da Genç Tiyatro'nun yayın politikasıdır, bize fazla söz söylemek düşmez.
** * Ekim ayından bu yana minik minik girişlerle başlattığımız "Tiyatroda Yapılanma Tartışmaları" yuvarlak masa toplantılarıyla yeni bir ivme kazandı. Bu tartışmalar önümüzdeki aylarda özel tiyatroları, ödenekli tiyatroları, siyasileri de kapsayacak şekilde genişleyerek devam edecek.
Önümüzdeki sayı doğum günümüz, savaş yine kapıda, ilk sayımızda olduğu gibi. Yine de bol tiyatrolu günler diler, yeni yılınızı kutlarım.
Haberler.
Son günlerde basınımızda bazı köşe yazarların ca, genelde TİYATRO SANATI'na, özelde ülke mizde uygulanışına; kavramsal, kurumsal ve ki şileri hedef alarak yöneltilen eleştiriler ve ge len tepkiler birliğimizce dikkatle izlenmiş, de ğerlendirilmiştir. Bu konudaki yorum ve düşün celerimizi başta tiyatro seyircisi olmak üzere, alanın mensuplarıyla, diğer kurum ve kişilerle paylaşmayı görev biliriz.
Saygılarımızla. Yönetim Kurulu (Gülsen Karakadıoğlu, Türel Ezici, Selda Öndül, Tülin Sağlam, Süreyya Karacabey)
Devlet Tiyatroları, Ankara Akün Sineması'nı Tiyatroya Kazandırdı "Hababam Sınıfı" filmiyle geçtiğimiz mayıs ayında perdelerini kapatan Ankara'daki Akün Sineması, 10 Ocak'tan itibaren Devlet Tiyatro larının "Akün Sahnesi" olarak yine sanatın hiz metinde olacak.
cy
1. Ülkemizde tiyatro sanatının sorunları, kamu sal yaşamın diğer sorunlarından bağımsız de ğildir. Çözümüne yardımcı olmak üzere alanın sorunlarını kamuoyuna açmak, eleştirmek, öneriler getirmek, sorumlu gazetecilik anlayışı nın gereğidir, yadsınamaz. Ancak, pratikte gözlenen; evrensel gazetecilik ilkelerinden ve bilgiden yoksun, sistematik olmayan, ciddiyet siz bir eleştiri yönteminin benimsenmiş olması dır. Demokrasi adına yapıldığı savıyla, eleştiri yi, alanın mensuplarını aşağılayarak; kışkırtıcı tanım ve kesinlemelerle devletin kültür-sanat kurumlarının kapatılmasına yönelik bir takım radikal çözümleri ihsas ve telkin etmeye kadar vardırmanın, çağdışı ve gerici niyetlere cesaret vermenin ötesinde hiçbir yarar sağlamayacağı unutulmamalıdır. AB üyeliği sürecindeki Türki ye'nin vitrini konumundaki medya organları mızdan beklenen, daha dikkatli bir yayıncılık anlayışını benimsemeleridir.
yasi kadrolardır. Köy Enstitüleri, Halk Evleri'nin kapatılması; Türk Dil ve Türk Tarih Kurumu'nun yönetim ve zihniyet değişikliğiyle ör neklenebilecek bu sürecin, Devlet Tiyat rosu'nun ve devletin diğer sahne sanatları kurumlarının kapatılması veya özelleştirilmesiy le son bulmasının, kültür ve sanatın popüler olana tümüyle teslim olması gibi, vahim sonuç lar doğurabileceğinden endişe duyarız. Acilen yapılması gereken: AB üyeliğinde ısrarlı olan Türkiye'nin, tiyatro sanatı alanında da Devlet Tiyatrosu'nu, örgüt yapısı, sanat politikası ve ürünlerinin niteliği ile çağdaş, örnek bir kuruma dönüştürecek çözümlerin üretilmesi ve hayata geçirilmesidir.
a
Tiyatro Sanatı'na Saldırılara, TEB'den Uyarı Geldi
Akün Sahnesi, 10 Ocak'ta, "Ghetto" adlı oyun la "perde" diyecek. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin, Akün Sahnesi'nin, tiyatro binası olarak yeniden düzenlenmesi için bir proje hazırlamayı planladıklarını; ancak zama nın yetmediğini söyledi. Bilgin, geçici olarak bu şekilde kullanılacak olan sahnenin sezon so nunda ciddi bir proje ile yeniden tiyatro binası olarak düzenleneceğini bildirdi. "Ghetto" ile perdelerini açacak olan Akün Sahnesi'nde 24 Ocak'tan itibaren de "Benerci Kendini Niçin Öl dürdü" adlı oyun sahnelenecek.
pe
2. Tarih boyunca, sadece Batı'da değil, dünya nın pek çok ülkesinde tiyatro sanatı, toplumsal özelliği, yaşamın bütün alanlarına yön ve dü zen verme gücü nedeniyle vazgeçilmez kültü rel bir aygıt olarak benimsenmiştir. Bireylerce, kurumlarca, devletlerce desteklenmiş ve ko runmuştur. Türkiye' de Cumhuriyet devrimleri ni takiben Devlet Tiyatrosu da bu amaçla ku rulmuş; halkın kültürel gelişiminin hizmetine verilmiştir. Özel tiyatroların devlet eliyle des teklenmesi de bu amaç kapsamındadır. Türki ye dışında, çağdaş dünyanın hiçbir modern ül kesinde tiyatro sanatı şimdiye kadar "arkaik" bir sanat olarak ilan edilmemiştir. Aksine, Or taçağ hıristiyan skolastiği de dahil, her çağda filozofların üzerine kuramlar geliştirdiği özel bir sanat alanı olmuştur.
3. Devlet Tiyatrosu'nun, 1940'lı yıllardan bu yana üç kez revize edilmekle birlikte, sorunları nı çözmekte yetersiz kalan kuruluş yasasıyla 2000'li yıllara ulaştığı hepimizin malumudur. Değişik kadrolarca hazırlanan ve kurumun aci len yeniden yapılanmasını öngören yasa öneri leri, yirmi yılı aşkın süredir iş başındaki hükü metlere sunulmuş, fakat gereken ilgi ve des teği görmemiştir. Bu durumun asıl sorumluları; eğitimin, kültür ve sanatın, ilerleme ve çağdaş laşmanın dinamosu olduğunun bilincine eremeyen veya ideolojik önyargılarla bu alandaki gelişmelerin önünü kesme alışkanlığını teamül olarak benimseyen kişiler ve devleti yöneten si
Sanat Kurumu Ödülleri Belli Oldu Sanat Kurumu'nun 2001-2002 Dönemi için verdiği Tiyatro ve Plastik Sanat Dallarında 39. "Geleneksel Yılın Sanatçıları" ödülleri belirlen di. Geleneksel Sanat Kurumu Ödülleri Tiyatro ve Plastik Sanatlar (Resim-Heykel-Seramik-Özgün Baskı-Fotoğraf) dallarında verilmektedir. Ödül alan Sanatçılar ve Kurumlar şöyle: Tiyatro Dalında; Atilla Sav'ın Başkanlığında Prof. Dr. Ayşegül Yüksel, Gülşen Karakadıoğlu, Dr. Türel Ezici, Şenol Tiryaki ve Halil Say'dan oluşan seçici kurul "YILIN SANATÇILARI" seçi mi, ilgili sanat dallarına göre şöyle yapıldı En İyi Oyun Yazarı Ödülü: "Gerçek Kurbanın Acısı" adlı oyunuyla Erhan Gökgücü'ne En İyi Yapım Ödülü: "Komşu Köyün Delisi"
oyunu ile Ankara Devlet Tiyatrosu'na, "Aslan Asker Şvayk" oyunu ile Antalya Devlet Tiyatro suna, En İyi Yönetmen Ödülü: "Komşu Köyün Delisi" oyununun yönetmeni Ergun Uçucu'ya, En iyi Erkek Oyuncu Ödülü: "Dünyanın Başken ti (Speer)" adlı oyundaki başarısı ile Nihat lleri'ye Kadın Oyuncu Dalında: "Koltuk Düşkünleri" ve "Gerçek Kurbanın Acısı" adlı oyunlardaki başa rısı nedeni ile Meral Niron'a En İyi Sahne Tasarımı Ödülü "Taşrada Bir Gün" oyunundaki başarısı nedeniyle Tayfun Çebi'ye En İyi Giyişi Tasarımı Ödülü: "Taşrada Bir Gün" oyunundaki çalışması için Nalan Türkoğlu'na En İyi Işık Tasarımı Ödülü: "Yer Demir Gök Ba kır" ve "Üç Kuruşluk Opera" oyunlarındaki ça lışması için Ersen Tunççekiç'e En İyi Sahne Müziği Ödülü: "Taşrada Bir Gün" oyunundaki çalışması için Müzik Kompozisyo nu ile Tamar Khoraua'ya Dans Kompozisyonu ile Sergei Terechenko'ya En iyi Çevirmen Ödülü: Yazar Esther Vilar'ın Dünyanın Başkenti (Speer) oyununun çevirisini gerçekleştiren Ahmet Cemal'e Yazar Ivan Vazov'un "Koltuk Düşkünleri oyu nunun çevirisini gerçekleştiren İsmail Bekir Ağlagül'e, Jüri Özel Ödülü -Nâzım HİKMET yılında "Nâzım" çalışmasına ve bu çalışmaların hayata geçmesine emek veren sanatçılar ve kurumlar adına Fazıl Say'a verilmesine, Onur Ödülü Araştırma ve Eğitim çalışmaları ile Türk Tiyatrosuna katkıları nedeni ile Prof. Dr. Sevda Şener'e verildi.
Suat Taşer Ödülü Kısa Oyun Yarışması Sonuçlandı 1984 yılından bu yana DEÜ Güzel Sanatlar Fa kültesi Sahne Sanatları Bölümü ile Suat Taşer ailesi tarafından düzenlenen Suat Taşer Ödülü Kısa Oyun Yarışması'nı bu yıl kazanan oyunlar belli oldu. Sadece üniversitelerin tiyatro bölüm lerinde dramatik yazarlık eğitimi görmekte olan öğrencilerin katılabildiği ve kazanan oyunların sahnelendiği yarışma böylelikle eği tim görmekte olan genç yazarların sahne de neyimi yaşamalarını sağlıyor. Prof.Dr.Hülya Nutku, Yrd.Doç.Dr.Uğur Akıncı, Gül Abus Semerci, Behiç Ak ve Ayşenil Şamlıoğlu'ndan oluşan seçici kurul bu yıl, Pune Haeri'nin "Intro", Hande Vural Pratik'in, "Serin ve Derin", Aslıhan Çalışan'ın "Mutfak Kapısı Kedi leri" ve Berkan Yalçın'ın "Goncaköy'de Dev rim" adlı oyunlarını sahnelenmeye değer bul du. Adı geçen oyunlar 27 Mart- 2 Nisan 2003 tarihleri arasında DEÜ Sahne Sanatları Bölümü Deneme Topluluğu tarafından sahnelenecek.
Haberler.
Bronz yılına ulaşan Avni Dilligil Ödülleri'ni ka zananlar Akbank Sabancı Center'da düzenle nen bir törenle Sahiplerini buldu.
Nâzım Hikmet Bugün Yaşasaydı! Tiyatro Yazarları Derneği, 23 Aralık Pazartesi günü Taksim Sahnesi'nde "Nâzım Hikmet Bu gün Yaşasaydı" başlığı altında Nâzım Hikmet Yılının son etkinliğini gerçekleştirdi. İzleyicilerin pek ilgi göstermediği etkinlikler, Tuncer Cücenoğlu'nun yönettiği, Müjdat Ge zen, Şükran Kurdakul, Recep Bilginer ve Refik Erduran'ın katılımıyla "Anılarda Nâzım Hik met" başlıklı etkinlik gerçekleştirildi.
TEM YAPIM yeni gölge-kukla oyunu olan Böyle Devam Edemeyiz'i İstanbul içinde ve dı şında sergilemeye başladı. Şehsuvar Aktaş, Bilge Gültürk ve Ayşe Se l e n i n hazırlayıp sundukları "Böyle Devam Edemeyiz..." masal ve rüya tekerlemelerin den yola çıkılarak oluşturulmuş bir "tekerle me". Lahana Sarma ülkesinin iki yanında otu ran Herşeyiyer Hanım'la Boliştah Hanım ye mek yiyerek geçirmektedirler bütün zamanla rını. Uşakları Tavtati'yle Dümteka, efendilerini tok tutmak için habire yemek yaparlar. Yine bir gün yemeği fazla kaçıran iki hanımefendi
İkinci etkinlik; "Nâzım Hikmek Şiiri", saat 16.00'da Gülsüm Cengiz'in yönetiminde, Ataol Behramoğiu, Sennur Sezer ve Zühtü Bayar'ın katılımıyla gerçekleştirildi.
pe
Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri'nde Yılın En İyileri: En Başarılı Yapım: Suç ve Ceza (Şehir Tiyatroları) En Başarılı Yönetmen: Macit Koper (Kuş Operasyonu/Şehir Tiyatroları) En Başarılı Kadın Oyuncu: Rozet Hubeş (Sanatçının Ölümü/Düşün Sahnesi) En Başarılı Erkek Oyuncu: Zafer Ergin (Bankta İki Kişi/DT), Metin Serezli
patlar. Önce şaşıran iki uşak, çok sevinirler buna. Biraz nefes alacaklardır nihayet. Büyük bir şenlik yaparlar. O kadar kaptırırlar ki ken dilerini, farkına varmadan perdelerinden çı karlar, kaybederler evlerini. Perdelerini arar larken yollarını, yolu ararken birbirlerini kay bederler. Arayışları içerisinde başka perdelere dalarlar, ama ya dışlanırlar ya da zor kurtarır lar kendilerini başlarına gelenlerden. Kuklacı lar da bu işin içinden çıkamaz bir türlü, ta ki büyük bir fırtına kopana dek... Ocak ayında Moda'daki Oyun Atölyesi'nin tiyatro salonunda sergilenecek olan "Böyle Devam Edemeyiz..." daha sonra çeşitli sahnelerde sergilenmeye devam edecek.
"Böyle Devam Edemeyiz" Sergilenmeye Başladı
cy
25 yıldır gerçekleştirilen Avni Dilligil Ödülleri, Belkıs Dilligil'in vefatından sonra Çiçek Dilligil'in çabalarıyla devarn ediyor. Son yıllarda sunumu ile öne çıkan ödül töreni, bu yılda seçkin davetli topluluğunun katılımıyla Saban cı Center'da gerçekleştirildi.
(Çılgın Haftasonu/Tiyatro İstanbul) Yardımcı Rolde En Başarılı Kadın Oyuncu: Zeynep Erkekli (Efrasiyab'ın Hikâyeleri/DT) Yardımcı Rolde En Başarılı Erkek Oyuncu: Erol Keskin (Herkes Aynı Bahçede/Şehir Tiyatroları) En Başarılı Oyun Yazarı: Savaş Dinçel/(Uçurtmanın Kuyruğu/Şehir Tiyatrolar) En Başarılı Çeviri: Belgi Paksoy (Bankta İki Kişi/DT) En Başarılı Dekor Tasarımı: Özhan Özdil (Suç ve Ceza/Şehir Tiyatroları) En Başarılı Kostüm Tasarımı: Ayşen Aktengiz (Herkes Aynı Bahçede/ Şehir Tiyatroları) En Başarılı Işık Tasarımı: Önder Arık (Efrasiyab'ın Hikâyeleri/DT) Ümit Veren Kadın Oyuncu: Yeşim Koçak Ümit Veren Erkek Oyuncu: Erdem Akakçe Ümit Veren Tiyatro Topluluğu: Krek Tiyatro Topluluğu, Yaşam Boyu Başarı Ödülü: Haluk Kurdoğlu, Belkıs Dilligil Onur Ödülü: Mediha Gökçer, Jüri Özel Ödülleri: Ekip Oyuncuları (Kuş Operasyonu), İş Sanat ve Hit Kültür Merkezi
a
25. Avni Dilligil Ödülleri Sahiplerini Buldu
Savaş Aykılıç'ın yönettiği "Oyun Yazarı Nâzım Hikmet'in" konuşmacıları Tuncer Cücenoğlu, Zühtü Bayar, Hasan Anamur ve Hayati Asılyazıcı idi. Saat 2 0 . 0 0 ' d e ise Tamer Levent'in "Yaşamaya Dair', Metin Belgin'in "Kuvayi Milliye" oyunlarından birer bölüm sunması ile sona erdi.
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne Abone Olmak Artık Çok Kolay 0212. 210 0 110 nolu telefonu arayın veya abonet@abonet.net adresine yazın Abonet sizi arayacak ve hemen abone yapacak. Yıllık abone ücreti ödemeyeceksiniz, Tiyatro... Tiyatro... adresinize imzalı olarak teslim edilecek, teslimden sonra ister nakit, isterseniz kredi kartı ile ödeme yapacaksınız. aboneliğiniz isterseniz 1 aylık, isterseniz ömür boyu devam edecek.
Abonelik Artık Çok Kolay.
Haberler. Şehir Tiyatroları Salonları Yeniliyor
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tiyatroları salonları yeniliyor.
Şehir
Kültür A.Ş.'nin işletmesini sürdürdüğü Karaca Tiyatrosu Şehir Tiyatrolarına devredildi, oldukça eskimiş olan salon tadilata girecek, Beyoğlu'na yakışan yeni çehresiyle yine özel tiyatroların kullanımına açık olacak. Üsküdar Müsahipzade Celal Sahnesi ise t a m a m e n yıkılarak, a t ö l y e l e r i n , sergi salonlarının da olduğu yepyeni bir çehreye kavuşacak. Uzun yıllardır projesi hazır olan eski TüYAP Sergi Salonu olarak kullanılan Tepebaşı'ndaki salon ise yepyeni bir kültür merkezine d ö n ü ş t ü r ü l e c e k . Türkiye'nin ilk çocuk tiyatrosu salonunun da hayata geçeceği komplekste 3 ayrı salon inşa edilecek.
a
Çağdaş Bale Topluluğu 31. Kuruluş Yıldönümü'nde "Media"yı Sahneliyor
pe cy
Euripides'in eserinden Serçin Baştürk ve Te oman Kumbaracıbaşı tarafından uyarlanan iki perdelik balenin müzikleri Greg Ellis, Peter
Sadlo, Kronos Quartet, Michael Reissler, Sofia Gubaidulina ve Preisner'den. "Medea"yı sahneye koyan ve koreografisini gerçekleşti ren Cem Ertekin. Giysi tasarımı Selçuk Gürışık, ışık tasarımı ise Teoman Kumbaracıbaşı'na ait. Kral Aietes'in kızı Medea büyücülüğü sayesin de Argounat'lardan lason'a, altın postu elde etmesine yardım eder ve lason'un karısı ola rak Yunanistan'a gelir. Günün birinde kocası lason, bu vahşi kadından usanır ve Kral Kreon'un kızı Glauke ile evlenmek ister. Kovulan Medea'nın intikamı korkunç olacaktır. Yeni geline bir elbise yollar; elbiseden fışkıran alev ler, Kral ve Glauke'yi yakıp öldürür. İntikama doymayan Medea, lason'dan olan iki çocuğunu öldürerek lason'u da cezalandırır. Çağdaş Bale Topluluğu'nun gösterisi 7 Ocak Salı günü Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde sergilenecek.
ŞANO
Orhan
Alkaya
oalkaya@yahoo.com
Balıkçı ile Masalcı Bilmediği konularda fütur getirmeden söz sarf etmeyi marifet sayan bir jenerasyonun orta yerinde, bildik bir iki akli önermeyi korumaya çalışmak ne hazin macera yarabbi! Kuşku yok ideolojik bir çıkarsaması var bu durumun ama, içinde durmak ne cehen nem! "Modern devletin yürütme gücü, bütün burjuvazinin ortak işlerini idare eden bir ko miteden başka bir şey değildir," diyen komünist manifestodan bu yana yüz elli yedi yıl geçti ama, daha mükemmel bir tarif bulabildiğimizi söylemek pek kolay değil. Ne olsa, burjuvazi dediğimiz sosyal sınıf, sanayi devrimiyle yetinmedi, yüksek teknoloji devrimini de filhakika hayata geçirdi. Artık, salt kapitalizmden değil, tekno-kapitalizmden söz ettiğimiz bir evredeyiz ve burjuvazinin "author" yeteneklerini teslime de mec buruz. Bu sosyal sınıf, biz üretim araçlarının üretici güçlerin inhisarına geçiş formüllerini ara dığımız sıralarda, durmayıp, sanal bilgi ortamına geçişin kuantum yasalarını keşfetme ye adadı kendini. Kâh devleti kutsal alandan ayırmayı becerisiyle, yeni bir kutsal alan oluşturdu kendisine; kâh ulus kavramından, ki tarihi itibariyle hayli yeni bir kavram dır, yeni bir kutsal alan yaratmayı deneyip, kuyrukta öne geçmeyi becerdi.
pe cy a
Mesen'lerin sanatından devletin sanatına geçişimiz de böyle oldu. Feodalitenin ulus devletten yana tasfiyesi, aristokrat ailelerin yerine merkezi devletin
organizatör fonksiyonlarını geçirdi. Devlet, aileyi ikame etmeye başladı. Sanat alanları, bilinebilen bütün zamanlar boyunca, himaye edilegelmiştir. Özgür, ba-
şınabuyruk, dikine giden sanatçı formülünü yalnız çok sevmekle kalmadığımı bilenler bilir. Ama bu ruh hali, bir asıl, süregiden hali görmeyi de engellememeli.
Toplum organizatörünün, egemen komitenin dışladığı bir soyut üretim alanı nasıl ya şar ve soyut yaratıyı dışlayan bir merkezi organizatör (devlet) nasıl bekamı sürdürür? Bence ikilem (dilemma) budur ve buradadır. Benim gibi, devlet üstyapısının tümüyle sönümlendiği bir "şenlikli" toplumu özlüyor
olabilirsiniz; devlet-ebed-müebbed düşüncesinde olabilirsiniz; bütün bunlardan hiçbirşey anlamıyor olabilirsiniz...
Anayasal yurttaşlık haklarınızı örtbas etmez hiçbiri. Anayasal yurttaşlık, Sait Faik'in hikâyesindeki yurttaşlıktır. Hani, bir balıkçı köyünde geçer. Köyün cümle erkekleri balı ğa çıkar her sabahın köründe. Kadınlar ev işlerine koşturur, çocuklar etek dibinde...
Ağlar toplanır, sepetler çekilir, akşam olur. Köy meydanında ateş yakılır sofra kuru lur, bütün bu yorgunluk bir akşam yemeğiyle dindirilir. Günün dağdağasına karışma yan tek kişi de o sıra sahne alır: Masalcı. Gecenin hikâyesini anlatır ve herkes yatağına. Bir gün, minik homurdanmalar itiraza dönüşür. Köyün balıkçı erkekleri, masalcıyı da "somut" üretime çağrır. O da her erkek gibi karga bokunu örtmeden balığa çıkacak tır. Peki, der Masalcı. Sabahın köründe balığa çıkar. Akşam olur. Ateş yakılır, sofra kurulur. Yemekten sonra gözler Masalcı'ya döner. Fer sönmüştür. Herhangi bir yor gun balıkçıdır Masalcı. O gün bugün Masalcı'nın toplumsal pozisyonunu tartışmak biraz da şuur işidir. Hatır latmak istedim.
DOSYA
Siyasal Erk-Sanat ilişkisi Nerede Durmalı?
TİYATRODA YAPILANMA TARTIŞMALARI-I Tiyatro, özel tiyatrolarıyla, ödenekli tiyatro/arıyla bir açmazı yaşıyor, dığı gibi, Devlet Tiyatrosu Yasası da beklemede. kaynak israfı dile getirilmekte.
uzun yıllardır tartışılan Tiyatro Yasası ele alınma
Özel tiyatroların kaynak sıkıntısı dile getirilirken, ödenekli tiyatroların
Bu iddiaların ne kadar doğru olduğu,
kaynakların yeniden düzenlenmesi ve re-organi-
zasyonu ile köklü çözümlere getirilebilir mi? 'Siyasi erk ile tiyatro ilişkisinin boyutları ne olmalı?' sorularının yanıtlarını Sabuncu'nun
cy a
aramak için bir dizi yuvarlak masa toplantısını gündeme aldık. Bu ay, Orhan Alkaya, Vecdi Sayar, Ali Taygun ve Başar tartışmalarını yayımlıyoruz.
Önümüzdeki aylarda
temsilcileri ile benzer toplantılar gerçekleşecek. platforma
taşımayı planlıyoruz.
Sonrasında,
ödenekli kurum
özele yönelik soru-yanıtlarla
Üstün Akmen'in yönettiği ilk
Üstün Akmen: Demokratik kültürün tanımlamasını yapmak için, önce tiyatrodan başlayalım diye düşündüm. Sevgili Başar, önce senden başlayalım mı?
pe
Başar Sabuncu: Kestirmeden bir tanımlamaya kalkışmak hem aşırı iddialı, hem de kabalık olabilir... Diyelim ki, benim için, ön celikle bir buluşma, birlikte yaşama ve paylaşma yeridir tiyatro. İnsanın insanla yüzleştiği bir alan. 0 yüzden de galiba yerine başka bir şey koymak mümkün değil. Öteki dramatik sanatlar dan -özellikle de sinemadan- temel ayrılığı da bu olsa gerek. Er kenden mezar kazmaya yeltenen uçuk/kaçıklar boşuna sevin mesinler: Tiyatronun öleceği falan yok. İnsanlar bu paylaşma duygusunu hep yaşamak isteyecekler. Gölge oyunu ile yetine mezler; sinema bir gölge oyunu alt tarafı. Bir de tiyatronun kendine özgü özgürlüğünü çok önemsiyorum. Büyük harcama lar gerektirmeksizin, sermayenin güdümünde olmaksızın, yal nızca bir oyuncu ve bir seyirciyle bile oluşuveren bir büyü. Gü nümüzün kültürel yozlaşma ortamında, her şeyin parayla ölçül düğü, parayla yapılabildiği bir ortamda, bir sığınma yeri, oyun cu ya da seyirci bireyin yaratıcılığına açık bir özgürlük alanıdır tiyatro: Her buluşmada yeniden üretilen. Egemenlerin gözün de tiyatro sanatını "tehlikeli" kılan bu gizil gücüdür işte; özgür insanlar için ise, vazgeçilmez kılan.. Ü.A.: Başar Sabuncu'ya yeniden döneceğiz elbette. Şimdi de Orhan Alkaya'nın görüşlerini alalım. Bakalım Alkaya bu konu da neler söyleyecek. Orhan Alkaya: Farklı bir şey söylemek istiyorum. 1976 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu'na katıldığımda 18 yaşımdaydım. is tanbul Şehir Tiyatrosu'nda, tiyatro muazzam bir coşkuyla tartı
temsilcileri,
özel tiyatrolar,
siyasi erkin
tartışmaları sonuca giden bir
tartışmayı yayımlıyoruz.
şılıyordu. Son kertede hayati bir yapısal değişim girişimi yaşan maktaydı. O girişime dahil olduğum sırada, Başar, bir tiyatro nun ekip sanat yönetmeniydi, Ali rejisördü, Vecdi dekoratördü. 27 sene geçmiş aradan ve gene bu dört kişi konuşuyor. 27 yıl sonra, sanki bütün o birikim yaşanmamış gibi, "dönbaba" bir toplumsal dağdağanın içindeyiz. 27 yıl içerisinde toplumca gel diğimiz yer hayli dramatik. Hâlâ, neredeyse aynı diyebileceği miz fevkalade az sayıda insanın, bu hayati problemleri ısrarla tartışmayı sürdürmesi de bana son derece ironik geliyor. De mokrasi kültürü kavramını kullandığın için sevgili Üstün, tiyat rodan öte demokrasi kültürümüzü masaya yatırmamız gereke bilir diye düşünüyorum. Hafif tertip hüzünlendiğimi söyleyebili rim. Ü.A.: 1800'lerde değil mi Türkiye'de tiyatronun başlaması? Örnek vermem gerekirse 1800'lerde istanbul'un sanat aynası olmaya başlayan Beyoğlu denen semtimizde, tiyatro artık par makla sayılacak kadar azaldı. Olanlar da, ya "açlık sınırı"nda ya da ekonomik krize, toplumun vurdumduymazlığına dayanama yıp kapanıyor. Başka ülkelerde de başarılı ya da başarısız sayıla bilecek çok sayıda tiyatro perde açmakta. Bunların da çoğu, ayakta duramasa da ayakları üstünde tutulmaya çalışılıyor. Ekonomik kriz ortamında insanların bir yandan demokrasi kül türünü savunurken, demokrasi kültürünün gelişmesine olanak verecek tiyatro, bale, operaya yatırımı kısması, hatta bilerek ya da bilmeyerek engellemesi, ne yazık ki fevkalade acı bir ger çek. Bosna'da savaş varken, tiyatro yapılıyordu. Neden? Çünkü tiyatro, demokrasi kültürünün bir simgesi de ondan! O.A.: 1980'lerin Thatcherizminin, Reaganizminin Avrupa'da
kültür sanat alanına vurduğu darbenin arkasından -bunu ge çenlerde Vecdi de yazdı- Britanyalılar bile Kültür Bakanlığı ih das ettiler, bu alanların savunulabilmesi için. Burada ise, hâlâ Kültür Bakanlığı gitsin mi kalsın mı, bu sanat dalları yeterli mi, ömrünü tamamlamış mı gibi abuk tartışmaların yapıldığı bir ortamı soluyoruz. Esasen II. Dünya Savaşına gitmemize gerek yok. Bugünkü Avrupa'nın yeni (sol-neoliberal) dalgasının kül tür ve sanat alanlarına yaklaşımını görmemiz bile yeterli. Hiç de devleti çekmiyorlar sanat üretiminden, tam tersine kaynak ları daha fazla arttırmanın yollarını arıyorlar. Üstelik "manüpülasyon" gibi bir problemleri de yok! Ü.A.: Bir de Vecdi Sayar'ı dinleyelim...
pe cy a
Vecdi Sayar: Tiyatroda ya da başka sanat alanlarındaki yeni den yapılanma projesini, demokrasi kültürümüzün eksikliği noktasından yola çıkarak gerçekleştirmek mümkün. Yani, katı lımcılık ilkesine dayandırmadığımız sürece, herhangi bir yeni modelin çok fazla geçerliliği olmayacak gibime geliyor. Çün kü, modeller bir süre sonra eskiyecektir, geçerliliğini yitirecek tir. Bu modeller, yukarıdan aşağıya doğru planlandığı, katılım cıların ortak kararıyla oluşmadığı sürece, bu yazgıdan kurtula mayız. Bu yüzden, özerklik ve demokratiklik ilkelerine daya nan yeni bir sistem geliştirmemiz gerekiyor. Galiba bugün bu nu tartışacağız. Kültür Bakanlığı'nı da tabii ki tartışmak duru mundayız. Nasıl bir Kültür Bakanlığı olmalı? Mevcut sistemde olduğu gibi,sahneye konacak oyunlara, sanatçıların izinlerine kadar karışan bir Bakanlıkla çağdaş bir tiyatro anlayışının çok uzağında kalırız. Özgürlüğe ve verimliliğe dayanan bir sistem geliştirmek gerekiyor. Dünyada pek çok örneği var. Örneğin, Almanlar'ın GmbH dedikleri Türkiye'de karşılığı bir tür KİT, ya ni bir kamu işletmesi modeli var. Tabii, tamamen devletin fi nansmanıyla çalışan tiyatrolardan söz ediyorum. Avusturya'da devlet tiyatroları ticari işletmelere dönüştürüldü. Bir holdinge bağlı dört büyük devlet tiyatrosu var -en tanınmışı"Fox Theatre"- Devlet ödeneğini veriyor, başına bir yönetici atıyor- galiba iki-üç yıllık bir süre için- ve ondan sonra hiçbir şeyine karışmı yor, karışamıyor. Dolayısıyla, tiyatronun bağlı olduğu, bütçesi nin geldiği yer çok da önemli değil. Bir çok Avrupa ülkesinde Kültür Bakanlığı, değişik işlevleri üstleniyor. Örneğin, Avrupa Birliği ülkelerinin bir kısmında "Eğitim ve Kültür Bakanlığı" var. Kültürü eğitimle birlikte düşünmek, bana çok da sağlıklı geli yor. Çoğu ülkede bu bakanlık, gençlik ve sporla ilgili işlevleri de üstleniyor. Kimi ülkelerde, örneğin Fransa'da bakanlık, "Eğitim ve İletişim Bakanlığı" olarak teşkilatlanmış, ki bu da çok mantıklı. İletişimin gücünden yararlanmayan bir Kültür Ba kanlığı ne kadar etkin olabilir? Sanırım, Türkiye gerçeklerini göz önüne alarak kültür alanına bütüncül bir model yaratmak ve tiyatronun kurumsal çözümünü bu model içine oturtmak gerekiyor. Ü.A.: Başar'ın Vecdi'nin görüşlerine ekleyeceği var sanıyorum. Ve de sözü Özerk Sanat Kurumuna getireceğini sanıyorum.
B.S.: Toplumun kültür birikimi, kültür mirası ile yaşayan sanatı birbirinden ayırmak gerekiyor öncelikle. Kültür Bakanlığı varsın bu kültür mirasımızın bekçiliğini yapsın, bütün kadrolarıyla... Ama yaşayan sanatın, her gün yeniden üretilen sanatın, Ba kanlıklar, müsteşarlıklar, müdürlükler tarafından yönetilmekyönlendirilmek istenmesi, totaliter alışkanlıkların ürünüdür ol sa olsa. Sanat "sivil" bir alandır; kamusal alan ile sanat alanı nın ilişkileri de ancak sivil bir yapılanma ile sağlıklı/demokratik
bir işleyişe kavuşturulabilir. Onlarca sanatçı örgütünün 1995 yı lından bu yana geliştirdikleri ÖZERK SANAT KURUMU tasarımı nı yeniden gündeme getirmenin tam zamanıdır. Ama bugün lük konumuz tiyatro ile sınırlıysa, genel sorunları çözecek radi kal bir çözümü beklerken, neden tiyatro alanının özerkleşmesiyle başlamayalım? Özerkleşme, kamu kaynaklarından yoksun kalmak anlamına gelmez elbette; kamu kaynaklarının siyasal erkin güdümünden sanatı üretenlerin yönetimine devredilmesi ni, bu kamu kaynaklarının da özerkleştirilmesini içerir. ..."her kurum
kendi kaynağını
anlamamak gerekir. gerçekleştiren eyalet,
gerekiyor.
Venedik Film Festivali'ni
"Bienal" Kurumuna
kamu desteği var. hükümet,
Örneğin,
kendi sağlasın" biçiminde dört ayrı düzlemde
"Kamu" dediğimiz zaman,
vilayet,
belediyenin toplamını anlamak
Hepsi birlikte bütçenin yaklaşık
sağlıyor; yani kimse, yaşamasını beklemiyor.
merkezi %90'ını
Festivallerin kendi geliriyle Önemli olan,
özgürce kullanılması.
bu kaynakların
(Vecdi Sayar)
Ü.A.: Yani Kültür Bakanlığı'nın işlevine tümüyle son mu veril sin? Ne dersin Vecdi?
B.S.: Peki, bu hantallığın sorumlusu çalışanlar mı?.. Bir işlemi gerçekleştirmek için seksen imza şart koşan bürokratik devlet yapısının dayattığı bir durumdur bu; ne sanat kurumlarının ka bahati, ne de sanatçıların. Şehir Tiyatrosu'nun 620-630 kişidir kadrosu; dramaturglar, sahne ve giysi tasarımcıları da içinde olmak üzere, yalnızca 136 tane sanatçı kadrosu var; en çok 120'si oyuncu. Ama 110 tane büro memuru çalışıyor kurum da, 400'ü aşkın da teknik eleman. Devlet Tiyatroları'ndaki du rum da farklı olmasa gerek. Ama "azınlıktaki" sanatçıların aldı ğı üç kuruş batar herkesin gözüne nedense... Bizim derdimiz herhalde T.C. bütçesinden tiyatrolara ayrılan parayı nasıl "ta sarruf" edeceğimizi tartışmak olmamalı. Sorunun kökenindeki acıklı durum şu: "büyük" Türk milleti sanatçılarını "beslemi yor". Tiyatrolara daha çok seyirci gelseydi, baleye, operaya da ha çok seyirci gelseydi bunları konuşmazdık bile. Oysa yaklaşık bir milyon kişi tiyatroya gidiyor bu ülkede, 65 kişiden biri. Peki bunlar için hiçbir şey yapılmasın mı? Ülkemizde tiyatro yeterin ce popüler değil diye, insanlıkla yaşıt bu sanattan büsbütün vaz mı geçelim? Karşı tez oldukça açık: "Madem ki halkımız bunları istemiyor, keselim ödenekleri, ne halleri varsa görsün ler!" Bunu demiyorsak, meseleye baştaki gibi kamu yararı açı sından bakarak, "Türk ulusunun da bu sanatlara -kendisi bilin cinde olmasa bile- gereksinmesi vardır; hiç değilse gelecek ku şaklar için -bugün kimsenin aldırmadığı evrensel değerlerin ya nı sıra, tiyatro sanatı da korunmalıdır" diyorsak, bu kamu hiz metinin karşılığında ödenen -her kamu görevinde olduğu gibikazanılmış bir haktır... Kamu hizmetinin kapsamı içine özel ti yatroları da katıyorum elbette.
pe
cy
a
V.S.: Tümüyle kaldırmayı sanırım hiçbirimiz önermiyoruz. Ama, Bakanlığın "yaşayan sanatlar"la ilgili işlevleri, özerk bir Sanat Kurumu'na devredilmeli. Kültür Bakanlığı'nın temel gö revi, genel bütçeden bu kuruma kaynak aktarmak, eşgüdüm ve "kültürel miras"ın korunması ile sınırlanabilir. Kültür alanı nın her zaman kamu kaynaklarına ihtiyacı olduğu kanısında yım. "Özerk Sanat Konseyi" tartışmalarında da bu gerçeği göz ardı edemeyiz. Kültürel tüketimden sağlanacak gelirlerin sanat alanının ihtiyaç duyduğu kaynakları yaratmaya yetmeyeceği çok açık. Ama, sanat kurumlarını yaşatacak kaynakların, illa devlet bütçesinden gelmesi gerekmez. Avrupa ülkelerinde ol duğu gibi, çeşitli kaynaklardan bu kuruma gelir sağlanabilir. Kaynağın büyük kısmı siyasi otoritenin onayına bağlı olamayan otomatik gelirlerden oluşursa, kurumun özerkliği de güvence altına alınır.
Ü.A.: Başar söz istedi.
B.S.: Hangi para? Ödenekli tiyatroların bütçelerinin yüzde dok sandan çoğu kamu kaynaklarından; onun da yüzde doksan beşi personel ücretlerine harcanıyor. V.S.: Şu anda Kültür Bakanlığı bünyesinde bir "Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü" var. Tiyatrodan biraz uzaklaşma pahasına öyküsünü anlatayım. Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi'nin kuruluşunda, sadece iki kişiydik. Prof. Oğuz Onaran ve ben. Ahmet Taner Kışlalı, sinemanın sorunlarına çözüm getire bilmek için bir sinema birimi kurmak istedi ve bizi davet etti. Düşüncemiz, özerk bir "Sinema Kurumu" oluşturmaktı. Sırf bu amacı gerçekleştirmek için görevi kabul ettik. Sinema Kurumu'nun kuruluş çalışmalarını yapmak, yasayı hazırlamakla sı nırlıydı Daire'nin kuruluş amacı. Yirmi beş yıl sonra hangi nok tadayız? Yüzlerce çalışanı ile bürokratik bir yapı var karşımız da. Sinema alanına katkısının yeterliliği konusunda kaygılarım var. Şimdi o Genel Müdürlük ortadan kaldırılsa, bizim sinema mız daha mı zor duruma düşer? Neyse ki, yeni Kültür Bakanı "Sinema Kurumu"nu oluşturarak, bu Genel Müdürlüğü orta dan kaldırmak için harekete geçti.
V.S.: Sadece bir parantez: "Kamu hizmeti" veya "kamu yararı" Türkiye'de yanlış anlaşılıyor. "Kamu" sözcüğü, devletle özdeşleştiriliyor. "Public"in karşılığı devlet değil ki... Bu sözcükle anı lan kurumlar, halka ait olan, toplumsal yarar güden kurumlar değil mi? B.S.: Ben de kamu kaynaklarını -önünde sonunda siyasal erkin tercihlerini yansıtan- Devlet bütçesinin olanaklarıyla sınırlamıyo rum. Türkiye'de gerçek anlamda özerk tek bir kurum var: Fut bol Federasyonu. Bırakın futbolcuları, antrenörleri... masörler Erkenden
mezar kazmaya yeltenen
boşuna sevinmesinler: İnsanlar bu paylaşma isteyecekler.
uçuk/kaçıklar
Tiyatronun öleceği falan yok. duygusunu hep yaşamak
Gölge oyunu ile yetinemezler;
sinema bir gölge oyunu alt tarafı. Bir de tiyatronun kendine özgü özgürlüğünü çok önemsiyorum. harcamalar
gerektirmeksizin,
sermayenin
Büyük
güdümünde
olmaksızın, yalnızca bir oyuncu ve bir seyirciyle bile oluşuveren bir büyü.
(Başar Sabuncu)
bile temsil ediliyor yönetiminde ve bir bakan söz geçiremiyor futbol federasyonu başkanına. Niye? Çünkü Futbol Federasyo nunun yönetsel özerkliği mali özerklikle pekiştirilmiş. Futbol maçlarından, spor totodan, lotodan, televizyonlardan...vb. -ya sa gereği- pay alıyor; Sayıştay'dan başka kimseye hesap vermi yor. Tiyatro alanının özerkleştirilmesi yolunda esinlenilebilecek
-yürürlükteki yasaların da olanak verdiği- bir örnektir. Drama sanatının televizyon yayıncılığındaki payı futboldan az mıdır? İlk olarak TV reklâm gelirlerinin, RTÜK gelirlerinin bir bolumu tiyatro alanına aktarılamaz mı? Maç biletlerinde "tiyatro pulu . Neden olmasın? Milli Piyango ve benzeri şans oyunlarından yalnızca silâh alımına mı pay ayrılmalı? Düş gücümüzü zorlar sak daha nice kaynak yaratabiliriz. Tek bir yasal düzenleme ile, mali özerklikle pekiştirilmiş "sahici" yönetsel özerkliğe kavuşturulabilir sanat alanı.
pe
cy a
O A • Kamu kaynaklarının kullanımı kavramıyla, kamunun siya si "şemsiyeyle örtünmüş olan ideolojik aygıtlarının bütün bu sa| halara hakimiyeti kavramı çok fazla iç içe geçiyor ve aynılaştırıhyor Bunu tespit etmek şart. Devlet Tiyatrosu'nun ve Şehir Ti yatrosunun rakamlarını vereyim konumuz tiyatro olduğu için. İstanbul Şehir Tiyatroları'nın 2002 bütçe rakamı 13.9 trilyon dur Devlet Tiyatrosu'nun kesin rakamı elimde değil, ama 60 trilyonun ya birkaç kuruş altında ya da üstündedir. Bu rakamla rın istanbul Şehir Tiyatroları için söyleyeyim, 4-4.5 trilyon lirası prodüksiyon, yapım, bakım, onarım giderleridir, kalanı maaş lardır Devlet Tiyatroları'nda da 60 trilyonun yaklaşık 40 trilyo nu maaşlara ayrılan kısımdır. 20 trilyon da geri kalan butun gi derlerdir Şimdi bakalım; Kültür Bakanlığı'nın total olarak büt çesinin istihdama ve maaşlara giden kısmıyla, bu ıkı sanat ku rumunun istihdama ve maaşlara giden kısmı da oransal olarak aynı değildir. Kültür Bakanlığı bunun çok üstünde bir bürokrasi kullanıyor. Konuşmanın başında geçen Kültür Bakanlığı tartış masını belki burada biraz derinleştirmemiz gerekecek. Gene bir yanlış kavrayışla hesaplaşmamız gerekiyor. Kültür Bakanlığı, kültürel varlıkların, kültürel ve sanatsal üretimlerin koruyucusu gözeticisi bekçisi değildir. Hiçbir Kültür Bakanlığı'nın tarifi böy le olamaz. Bu ancak despotik örgütlenmelerde, zor egemen devlet örgütlenmelerinde söz konusu olabilecek bir tariftir. Kültür ve tabiat varlıklarının korunması gerekir, ama koruyucu, gözetici olan makam Kültür Bakanlığı değildir. Kurulların orga nizatörüdür koordinatörüdür o makam. Kamu kaynaklarıyla o kurullar arasındaki ilişkiyi kurandır. Aynı şekilde sanatsal üre timler söz konusu olduğu zaman. Kültür Bakanlığı bu üretimler üzerinde söz ve yetki sahibi olan bir mekanizma değildir. Bun ların tespit edilmiş ilkeler ışığında sağlıklı olarak işleyebilmesi için gereken kaynaklarla donatılmasını sağlayan mekanizma dır 'BU iki unsuru ayırdığımız zaman, Kültür Bakanlığı ihtiyacın dan da kurtulabiliriz belki. Ama "mentalite" değiştiğinde. Bu "mentalite" içinde, zorunlu bir bakanlıktır Kültür Bakanlığı. Ye ter ki yetkileri, alanları net bir biçimde tarif edilsin ve hiçbir bi çimde kültür ve sanat alanları üzerinde erk sahibi bir pozisyo na getirilmesin. Getirildiği andan itibaren ideolojik aygıtın zo runlu tamamlayıcısı haline dönüşür, bu da hayli tehlikeli bir po zisyondur. V S • Dünyada hızla yükselen iki trend var. Bir: Merkezi yapıla rın yerinden yönetimlere dönüştürülmesi süreci. Ikı: devlet kontrolündeki sanat kurumlarında ticari işletme mantığının yerleştirilmesi. Bunun sakıncaları da var, yararları da... Sakınca ları çok iyi biliyoruz. En başta, "Pazar"ın sanata egemen olması tehlikesi Öte yandan, verimlilik kavramı göz ardı edilemeye cek bir kavram. Bir kurum yöneticisi elindeki kaynakları en doğru, en verimli biçimde, bir işletmeci mantığı ile kullanmak zorunda kalıyor. B.S.: Geçenlerde Edinburg Festivali'nin broşürü geçti elime; bu
festivalde bir opera biletinin ederi 200 sterlin, işletme mantığı nın sonucu!
faaliyetini birlikte sürdürmeleri. Bunu yaparken tiyatronun tabi atına uygun bir yapı oluşturmaları.
V.S.: Ama bu işletme mantığını, "her kurum kendi kaynağını kendi sağlasın" biçiminde anlamamak gerekir. Örneğin, Vene dik Film Festivali'ni gerçekleştiren "Bienal" Kurumuna dört ayrı düzlemde kamu desteği var. "Kamu" dediğimiz zaman, mer kezi hükümet, eyalet, vilayet, belediyenin toplamını anlamak gerekiyor. Hepsi birlikte bütçenin yaklaşık %90'ını sağlıyor; ya-
Tiyatronun tabiatı deyince... nasıl bir oyunu seyreden seyirci sayısının bir haddi varsa, yani elli bin kişilik bir salon olamazsa, topluluğun üye sayısı da kalabalık bir oyunun kadrosundan çok fazla olamaz. Üretim yüz yüze yapılır. Herkes birbirini tanır ve saire...
1980'lerin
Theacherizminin,
kültür sanat alanına
Reganizminin
vurduğu
darbenin
İngilizler bile Kültür Bakanlığı ihdas ettiler,
Avrupa'da
arkasından bu alanların
savunulması için. Bizde ise, hâlâ Kültür Bakanlığı gitsin mi kalsın mı, bu sanat dalları yeterli mi, ömrünü tamamlamış mı gibi abuk ortamdayız.
tartışmaların yapıldığı bir
(Orhan Alkaya)
ni kimse, Festivallerin kendi geliriyle yaşamasını beklemiyor. Önemli olan, bu kaynakların özgürce kullanılması.
Sanatın tabiatında her eserin kendine özgü olması var. Hangi esere bakarsak bakalım, değerlendirirken soracağımız soru 'ne yapmış?', 'nasıl yapmış?' Çok uzatmak istemiyorum ama nasıl her bireysel sanatçının; ressamın, heykeltraşın, bestecinin, şairin... bir kişiliği varsa her topluluğun da böyle bir kişiliği olması lazım. "Topluluk" tiyatro üretiminin bireyi adeta! Atomu! Bölünemez temel birimi! 'Ne yapmış?', 'nasıl yapmış?' sorusunun muhatabı! Bunun için topluluğun ne yapacağına ve nasıl yapacağına ken di karar vermesi gerekir. Sanat sanatçının ihtiyarındadır. Bu hak, yetki filan değil. Sanatın gereği, tabiatı. Böyle olmazsa ki şilik olmaz, yapılan sanatsal üretim olmaz, sanat olmaz. Bu ne denle tanımı itibarıyla sanatçı üretiminde başına buyruktur. Dolayısıyla tiyatro topluluğu zorunlu olarak muhtardır.
a
O.A.: Gene şimdiye dönmek istiyorum; yeni Kültür Bakanı ti yatro yasasının değişeceğini deklare etti. Bu konuda Devlet Ti yatroları yöneticilerinin, sanatçılarının, hiç kimsenin en ufak bir bilgisi yok. Vahim olan işte budur. Bir ideolojik aygıtın nasıl bir mekanizmayı deforme edebileceğine de iyi bir örnektir. Habe rim var diyen varsa, çıksın konuşsun. Yok. Kimsenin haberi yok, yeni yasa taslağından. Oysa, yönetim kademelerinde, ku rumlarda temsil yeteneği olan nice etkin sanatçı vardır. Hiçbiri nin haberi yok ve tiyatro yasası değiştirilmek isteniyor. Tartışa cağımız temel problemlerden biri de budur.
(Şu anda ödenekli tiyatrolarımızın bunu kat kat aşan kalabalıklığı, sahne sayılarının çokluğu bu tabiata aykırı. Bu yüzden bun lardan başlayarak bir yere gidilemez diyorum.)
pe cy
(Özerk demiyorum. 'Özerk' kelimesi 'muhtar', 'otonom', 'otosefal' karşılığı. Ancak bizde ötedenberi devlet bünyesinde yapı lanmalar için kullanılıyor. Oysa sanat devlet bünyesinde ola maz. Onun için ben bu yazıda 'başına buyruk' ya da 'muhtar' demeyi tercih ediyorum.)
Ü.A.: Bir dakika, Tiyatro yasası ve Kültür Bakanı'nın tavrına geçmeyelim, konuyu toparlamaya çalışalım. Açık oturum dergi sayfalarına sığmayacak boyuta gidiyor. Ali Taygun'a söz ver mek istiyorum.
Ali Taygun: Benim bu konuda vardığım nokta düşünce tarzı mızı altüst etmemiz gerektiği doğrultusunda... Başka bir deyiş le sistemi —bana göre— ayakları üzerine oturtmamız gereki yor! "Ne yapmalı?" sorusuna cevap ararken arkadaşlarımız var olan sistemden başlayarak bir değişim düşünüyorlar. Bence statü koyu bir tarafa bırakarak eşyanın tabiatına uygun yeni bir sis tem kurmamız lazım. İçinde bulunduğumuz durumdan o siste me geçişi ikinci bir mesele olarak ele almalıyız.
Önce: Eşyanın tabiatı nedir? Tiyatro topluca icra edilen bir sa nat dalı. Temel birimi topluluk. Özellikle repertuvar tiyatrosu deyince kalıcı bir topluluk geliyor akla. Birlikte çalışarak bir dü zen çerçevesinde bir sahnede çeşitli oyunlar sunan sanatçılar ile bunlara destek veren teknik ve idari kadrodan oluşan bir topluluk. Bu topluluğun kendini nasıl idare ettiği üzerinde durmayalım şimdilik. İster her kararı ortaklaşa alan mükemmel bir kollektif olsun, ister dahi bir despotun müridlerinden oluşan bir 'ensemble'... Önemli olan değişik disiplinlerden unsurların sanatsal üretim
Sonuç olarak: Türkiye'de bugün ödenekli/özel olarak adlandırı lan bütün tiyatroları kapsayacak bir sistem önce merkezi yapı düşünülüp buradan aşağıya doğru düşünülmemeli; önce öde nekli veya özel olduklarına bakılmaksızın tiyatro toplulukları bir araya getirilip bunların kendi aralarında merkezi bir koordinas yon kurmaları doğrultusunda düşünülmelidir. Böylece merkezi koordinasyon noktası ve bunun mahiyeti, esas organik 'birey' olan başına-buyruk unsurlarca belirlenecek; 'bireyler' kendi toplum düzenlerini kuracaklardır. Bunun karşıtı bir tutum hali hazırdaki devlet denetimini esastan kaldırmayacak, sadece — ...düşünce
tarzımızı
altüst etmemiz gerektiği doğrultu
sunda... Başka bir deyişle sistemi —bana göre— ayakları üzerine
oturtmamız
"Ne yapmalı?" sorusuna var olan sistemden
gerekiyor!
cevap ararken
arkadaşlarımız
başlayarak bir değişim düşünüyorlar.
Bence statükoyu bir tarafa bırakarak eşyanın tabiatına uygun yeni bir sistem kurmamız lazım.
(Ali Taygun)
en iyi ihtimalle— ıslah edecektir. Tiyatro bir işlik olarak, bir atölye olarak, workshop olarak, adı na ne derseniz deyin, bir çalışma birimidir. Bu birim, kendi için de tarih boyunca kendini idare etmiştir. Kalıcı tiyatrolarda da, ticari çalışmalarda da. Birim budur. Bir çok birim vardır, birçok
A.T.: Öyle deme Başar, birim, tiyatronun kendisidir. Tiyatro grupları kendi aralarında nasıl yönetileceğine karar vermelidir ler. Bu durumu kabul ettikten sonra, nasıl geçileceği ayrı bir tartışma konusu. Örneğin, Kültür Bakanı bir sabah uyanıp, Devlet Tiyatrosu'nu yönetecek adam senmişsin, gel işin başına dese, ilk yapacağım iş, bir tamim yayımlayarak, bütün bölgele rin -o sırada başında kim varsa- yapacakları tüm sanatsal işler de bağımsız olduklarını bildirmek olur. Bu söylediğin şart değil, bu seçilen modele bağlı. Vakıf Resmi Senedi'nde belirtilen husus ya da hususlara bağlı.
Örneğin,
Vakıf Senedi'nde yönetim bu tiyatrodaki
oyuncuların kendi aralarından seçtikleri ve iki yıl için göreve gelen şu kadar kişiden oluşur, diyebilirsin. (Ali
Taygun)
V.S.: Yani, Tepeden inme atanan müdürler mi yapacak tüm iş leri? A.T.: İlk olarak onlar. İlk yapılacak iş, tüm birimlerin Ankara ile ilişkilerini kesmek olmalı. Bu, Ankara'daki Genel Müdürle ilgili bir şey değil. Dünyanın en yetenekli en iyi niyetli ve başarılı in sanı bile olsa bu durum değişmez. Öncelikle tiyatro birimleri nin birbirinden bağımsızlaşması lazım, sonra kim nasıl yönete cek ayrı bir soru. Türkiye'de birçok ödenekli, ödeneksiz tiyatro var. Türkiye'de her ne kadar tiyatrolar ticari kuruluşlar olarak kabul edilse bile, şu iyi bilinmelidir ki tiyatrolar aslında gayri ti cari kuruluşlardır. Bunun için özel veya ödenekli tiyatrolar için vakıf modelini uygun görüyorum. Bu kuruluşlar özelde bağım sız olmalıdır, ticari kuruluş olarak kalsa bile. Bu noktada hukuk sal düzenlemeler ile, kâr gayesi gütmeyen kuruluşlara olanak verilmeli, bağımsızlıkları korunmalı. Bağımsızlıklarının yanı sıra, mali yapıları denetlenebilir olmalı. Yani Futbol Federasyonu gi bi özerk yapılar olmalı. Bu yapılar da Sayıştay'a mali olarak he sap veriyorlar. Sistem, devlet işletmelerinde olduğu gibi muha sebe sistemleri üzerine kurulu olmamalı, çünkü bu noktada iş yapmak değil yapmamak asıl oluyor. Örneğin, bağımsız mali denetim organları tarafından denetlenebilmeliler.
a
birimi bir yerden idare etmeye kalktığınız zaman, ister istemez kurallar, kaideler, kanunlar, yönetmelikler, talimatnameler ge lecek ve bunun sonucunda idare meselesi başlı başına bürokra sisini getirecek ve iş büyüyecek, sonuç itibariyle yapılamaz hale gelecektir. Yabancılaşma gelecektir. Bunun yerine, ilk önce ti yatro birimlerini alalım. Örneğin, İstanbul Şehir Tiyatroları sah neyle ilgili değil, ama genellikle sahne ile bağlı olarak düşünü lür. İşte 7 adet tiyatrodur. Devlet Tiyatroları 26 tiyatrodur. Bunlar, nasıl Kenter'lerin, nasıl Zuhal ile Haluk'un tiyatrosu var sa, öyle tiyatrolardır. Yani, her tiyatro kendi başına yaşayabi len, ayakta durabilen, insan gibi bir varoluştur. Önce bunlar ol malı, sonra bunlar kendi aralarında nasıl idare edileceklerini ve kamu kaynaklarını nasıl paylaşacaklarını kendi aralarında düşü nüp bir yolunu bulmalılar diye düşünüyorum. Önce bir kurumu kurup, sonra bunlara doğru yürümeye kalkıştığımız zaman, hep bürokrasiyi getiriyoruz bu bir. İkincisi, kurumu merkezi ku rum yaptığımız zaman, -bu devlet olur hatta sanat kurumu bi le olur- bir kurumun idaresi hep iyi niyetli insanlara bağlı kalı yor, olmuyor, olursa da torpil ile oluyor. Onun için asıl tayin edeceğimiz, tiyatroyu tiyatrocular, sanatçılar idare eder, tiyat royu tiyatrolar idare eder. Bir tiyatro birimi kendi içinde çeşitli şekillerde kurulabilir. Çok büyük vizyon sahibi sanatkâr ve aşırı diktatör bir herif, etrafına ona inanmış insanları toplar ve çok güzel bir tiyatro yapabilir. Bir başka tiyatro tamamıyla "ensemble" anlayışı içinde, ortak bir görüş, demokratik bir yakla şımla işleyebilir ve o da iyi yapabilir. Yani, bir tiyatronun kendi sinin nasıl işlediği, biraz sanatla kanun olamayacağına göre, onun kendi yapısına bağlıdır.
cy
V.S.: O zaman, tersinden yola çıkmış olmuyor muyuz? A.T.: Ben tersinden yola çıkalım diyorum.
B.S.: D.T. birimlerinin kurulması merkezi yapının "emir komuta zinciri" içinde mi olacak? Öylesine, hayır! A.T.: Onu tartışmak gerekir.
pe
B.S.: "Yerinden Yönetim"in, ya da "birim tiyatroların Devlet ve Şehir Tiyatrolarında her derde deva olacağını ben de düşü nürdüm bir zamanlar; "vizyon sahibi diktatörlere" ise oldum olası karşıyım. Bence şimdi, gündemin ilk maddesi bu kurumla rın özerk yapılara dönüştürülmesidir. Özerk kurum, kendi iç yapılanmasını da "özerk olarak" gerçekleştirecektir. Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: en anti-demokratik modeldir.
"Tiyatro,
Vakıf,
olabilecek
gönüllü olarak
bir araya gelmiş bireyler ile seyircilerinin ortak yaratışıdır" derken;
ölenin yerine
varisinin geçtiği,
yönetimin kapalı zarfla belirlendiği, alan dışından bilmişlerden" oluşan
mütevelli heyetlerinin
"çok
egemen
olduğu bir model öneriyoruz; (Başar Sabuncu)
A.T.: Kurumu o tiyatroların arasında, onların tayin ettiği ve on ları koordineyle görevli bir organizasyon noktası olarak görü yorsak, tamam. Ama idari etkiler ve denetlemeler de işin içine girecekse, o da bir devlet olacak. B.S.: Buyurganlığı büsbütün dışlayan bir yapı olmalı..
B.S.: Siyasal erkten bağımsız organlar... Örnek olarak, Sayış tay! A.T.: Kendi sorumluluklarını kendileri taşımalı, yanlış işler ya parlarsa kendi çarklarını döndüremez, aç kalırlar. Tiyatro kuru luşları var oluşlarına veya yok oluşlarına kendileri karar vermeli ler. Yani, "ben ne yaparsam yapayım, mali sorumluluğum yok, nasıl olsa birileri para verir ve işimize devam ederiz" düşüncesi kalmamalı. O.A.: Ali'nin söylediklerinde açıklanması gereken bir yan oldu ğunu düşünüyorum. Şu vakıfların kaynak kullanımını hangi esaslara bağlıyorsun? Yine aynı merkezi bütçeden mi ya da bir kamu kuruluşundan mı aktarılacak kaynak? Yoksa, yeni bir kaynak üretimi mi öngörüyorsun? Vakfın hangi kaynaklardan besleneceği meselesini netleştirmezsek, havanda tiyatro döve riz. A.T.: Vakıf hangi kaynaktan beslenirse beslensin, devlet bütçe si de olur, belediye, sendikalar, hayırsever şirketler, vakfa bıra kılmış emlak gelirleri olur, yani o kuruma vakfedilmiş gelirler...
O.A.: Yani, devletten özellikle kaynak aktarılır noktasına gelmi yor bu vakıf projen... A.T.: Biraz öyle. Ben devlet kaynağından biraz kuşkuluyum. Bugün olur yarın olmayabilir. Halbuki bir sanat kurumunun var olabilmesi için kaynağının düzenli olması gerekir. Devlet para vereceğine, örneğin şuradaki otelin gelirleri senin olsun diyebi lir. "Özel" diye tanımladığımız tiyatroların da bir "kamu hizmeti" yaptığını
hiç
unutmadan,
ödenekli
tiyatrolarla
eşit olarak kamu desteğini hak ettiklerini de özellikle belirtmek isterim. Ama özel tiyatrolar haklarını talep edeceklerine, "haksız
üç kuruşu paylaşma kavgasına kapılıp,
rekabet"
diye
homurdanmakla
yetiniyorlar.
(Başar Sabuncu)
Ü.A.: Şu anda dağıtılan devlet yardımı gerektiği gibi dağıtılıyor mu? A.T.: Dağıtılmıyor tabii ki, gerektiği gibi dağıtılmadığı gibi de netlenemiyor da. Örneğin, bir önceki destekle yapılanlara ba kılmalı, doğru dürüst bir üretimi yoksa, bir sonraki yıl bu des tekten yararlandırılmamalı, bunu yapabilmek lazım. V.S.: Zaten yapılan destek o kadar sembolik ki... gazete ilânla rına bile yetmiyor. Ü.A.: Devlette yok, Kültür Bakanlığı'nda yok, zaten ortada pa ra yok. B.S.: Tamam işte asıl mesele bu. Her yıl şu kadar pay ayrıldı bu kadar ayrıldı pazarlığı yapmak yerine, temelli bir yasal düzenle me ile işleyiş rayına oturtulabilir. Örneğin, Milli Piyango'nun % 5'i denirse, bu kaynak artık bellidir ve özerk bir kaynaktır. Da ğıtımı da, denetlenmesi de siyaset dışı özerk bir kurum tarafın dan yapılmalıdır: Örnek olarak, -önerdiğimiz Özerk Sanat Kurumu'nun bir alt kurumu olarak- ÖZERK TİYATRO KURUMU. Ama böylesi bir yeni yapılanma içinde bile, ödenekli sanat ku rumlarında çalışanların "kamu görevlisi" olarak kazanılmış hak ları korunmalıdır.
a
B.S.: Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Vakıf, olabilecek en anti-demokratik modeldir. "Tiyatro, gönüllü olarak bir araya gelmiş bireyler ile seyircilerinin ortak yaratısıdır" derken; ölenin yerine varisinin geçtiği, yönetimin kapalı zarfla belirlendiği, alan dışından "çok bilmişlerden" oluşan mütevelli heyetlerinin egemen olduğu bir model öneriyoruz; yâni tiyatrocuların ege menliğinden çıkarıp, "kodamanların" egemenliğine açıyoruz sahneyi!
rine baksa, dağıtımı buna göre yapsa, bu sorun çözülür. Hatta şu andaki ödenekli kurumların bütçeleri bile bu kurul tarafın dan organize edilebilir.
B.S.: Özerk kurumlaşma dururken, neden Vakıf modelinden medet umalım? Ü.A.: Modelden önce...
B.S.: Bütün öteki kamu görevlilerinin ücretlerinin Devlet bütçe sinden ödendiği gibi.
pe cy
A.T.: Bu söylediğin şart değil, bu seçilen modele bağlı. Vakıf Resmi Senedi'nde belirtilen husus ya da hususlara bağlı. Örne ğin, Vakıf Senedi'nde yönetim bu tiyatrodaki oyuncuların ken di aralarından seçtikleri ve iki yıl için göreve gelen şu kadar ki şiden oluşur, diyebilirsin.
A.T.: Ayrıca mı?
A.T.: Şu anda modeli konuşmayalım. Vakıf olmaz da başka bir model olur. Burada esas olan bu kuruluşun kendinden başka bir kuruluşa emir ya da mali bakımdan bağlı olmaması. B.S.: Elbette. Ama önce özerk kaynaklarla pekiştirilmiş özerk yapı; sonra, kurum çalışanlarının özgür iradeleri doğrultusunda iç yapılanma.
O.A.: Adı Vakıf olur başka bir şey olur, önemli değil. Ali'nin projesindeki her birimin bağımsız olması görüşüne de katılıyo rum. Tiyatronun önünü açacak "ensemble" projesi de budur. Asıl sorum şu. Devletin bugün bir bütçesi var, bu bütçe onun cebinde olan para değil, vergilerden oluşan bir bütçe. Bu büt çede kültür ve sanata yetersiz de olsa ayrılan bir pay var. Bu payı nasıl koruyacağız senin modelinde? Bu sektörde çalışan insanların iş güvencesinden işsizlik güvencesine kadar yasal da yanaklarını nasıl oluşturacağız? A.T.: Şimdi meseleye şöyle bakalım. Örneğin Özel Tiyatrolara Devlet Desteği var. Çok küçük de olsa böyle bir dağıtım söz konusu, ama devlet her şeyi ben bilirim ben yaparım diyerek bu dağıtımı da yüzüne gözüne bulaştırıyor. Halbuki bağımsız bir kuruluş olsa, temsilen bir iki devlet memuru da böyle bir kurula katılabilir ve bu kurul tüm tiyatroları gözleyip, ürettikle
A.T.: Yapılan işler kötü olursa? B.S.: Kötü olursa, yöneticilerini değiştireceklerdir. Yine kendi içlerinde bulacaklar çözümü.
V.S.: Kötü yapılan işlerden sonra heyecanı kalmamış kadrolar mı yapacak bu işi? B.S.: İşlerinin hesabını, siyasilerin ya da mütevelli heyetlerin önünde vermeleri daha mı iyi? Tek hakem olarak kamuoyunu, seyirciyi tanımalıyız. ...O zaman kaynakların üretilmesi nasıl olacak,
nasıl
üretilecek meselesi bizim için çok daha hayati. Kendi
kaynaklarımızı
üretemeyeceğimize göre,
kendi
kendimize
önemli olan sistemi yeniden
nasıl re-organize ederiz ya da yıkıp yeniden yaparızı tartışırken
kaynak
üretimini hangi mekanizmaya
bağlayacağız.
(Orhan Alkaya)
V.S.: Başarısız olsalar da, maaşlarını almaya devam edecekler mi? B.S.: Başarı yada başarısızlığı kimin değerlendireceği önemli? Somut kanıtı ne? A.T.: O zaman da kanıtlanamaz hale gelip, iyice karışacak. Ü.A.: Yani, kamu görevlisi olma durumunu koruma kaydıyla Ali'nin projesi kabul mü?
B.S.: Kamu görevlisi haklarının korunması çok önemli. A.T.: Neden önemli? B.S.: Söyleyeyim. Yaşamlarını tiyatro sanatına adamış bir avuç insanı korumak zorundayız da ondan! Birilerine dokunulmazlık sağlayalım demiyorum, ama güvencelerinden de yoksun bıra kılmamalılar. Türkiye'de gerçek bir işsizlik sigortası güvencesi sağlandığında, tartışma alanı da değişebilir. Ama bugün, topu topu üç bin kişinin aldığı üç kuruşu kimse kıskanmasın. O.A.: Ama bir yandan da her yıl 800 tiyatrocu hayata atılıyor. B.S.: Kamu tiyatrolarında görevli sanatçıların kazanılmış hakları yok sayılırsa, üniversitelerin tiyatro bölümlerine girecek öğren ciyi bile mumla ararız. Kaldı ki, Türkiye'de 800 tiyatro daha açı labilir. O.A.: İşte bunun yolunu arayalım. V.S.: Başar, hem devletin parası yok diyorsun hem de yeni ti yatro açmaktan bahsediyorsun. B.S.: Devletin parası özel tiyatrolara gelince yok, maaşları öde meye gelince bir sorun olmuyor.
a
V.S.: Öyle değil, ancak boşalan kadrolar doldurulabiliyor. Yeni kadro alınamıyor. Yetenekli nice genç tiyatrocu açıkta. Ben, hayat boyu güvenceden yana değilim. Yeni insanların, yeni projelerin yolunu açan bir sistemden yanayım.
pe cy
B.S.: Ben aslında Şehir Tiyatroları'nın bir tek şehirde bu kadar çoğalması, Devlet Tiyatroları'nın 14 şehirde 27 salon olarak ço ğalması bir yanlışın çoğaltılmasından başka bir şey değildir di yorum. Kurumlar aslında küçülmeli. O.A.: Küçülüp çoğalmalı...
B.S.: Çoğalmaktan çok, "çeşitlenmeli". Kentlere, semtlere "pa ket program" taşımaya çabalamak yerine; yerel yönetimler "kendi" tiyatrolarını kurmaya özendirilmeli. Devlet Tiyatrola 'nın Van'da, Şehir Tiyatrosu'nun Gaziosmanpaşa'da işi ne? O bölgelerin insanları kursunlar kendi tiyatrolarını, yine özerk ka mu desteğiyle.
"Özel" diye tanımladığımız tiyatroların da bir "kamu hizmeti" yaptığını hiç unutmadan, ödenekli tiyatrolarla eşit olarak kamu desteğini hak ettiklerini de özellikle belirtmek isterim. Ama özel tiyatrolar haklarını talep edeceklerine, üç kuruşu paylaşma kavgasına kapılıp, "haksız rekabet" diye homurdanmakla yeti niyorlar. Şehir Tiyatrosu ile Devlet Tiyatrosu ucuz bilet fiyatla rıyla tiyatro seyircisinin oluşturulmasına önemli katkıda bulun muşlardır bu güne değin. Bu kurumlar olmasaydı, özel tiyatro lar bu kadarcık seyirci de bulamazlardı belki. Ama Türk milleti istiyor, cehenneme kadar yolları var demeyeceksek, korumak zorundayız, zaten topu topu 3.000 kişi.
A.T.: Aynı şekilde vurgulamak istiyorum. İnsanlara ikilem halin de sorarsak, örneğin senin mahallene lağım mı yapalım, yoksa Shakespeare mi seyrettirelim diye, tabii lağım isterler. B.S.: Kaldı ki, bir Shakespeare oyununa yapılan harcama ile bir sokağın lağımını bile kazamazsın! Yalnız özel tiyatrolar kamu hizmeti yapıyor derken, belli değer leri doğrultusunda davranan tiyatrolardan söz ediyorum elbet te. Tiyatrocular-tiyatrolar korunurken, belli kültürel, estetik ve etik değerlerin de korunmasını bekliyorum.
O.A.: O zaman şunu da ayıklayalım, belki daha sade bir yere geliriz. Futbol Federasyonu'ndaki bir ayrıntıya değinmek istiyo rum, bize uymayan bir yan var. Futbol Federasyonu'nun özerkleşebilmesi çok ciddi bir mali kaynağı kullanabiliyor olmasından geliyor. TV gelirleri, reklam gelirleri, sponsorluk gelirleri-çok önemli bir kaynak oluşturuyor. Herhangi bir sanat alanının sa dece Türkiye'de değil dünyanın hiçbir yerinde böyle bir avantaÖdenekli tiyatrolar için önerim şu; Devlet Tiyatroları küçülsün,
isteyen sanatçılar iyi koşullarla emekli edilsin.
Kalanlar, en çok iki kentte sahnesi olan, özel tiyatroların cesaret
edemeyeceği
gerçekleştirebilecek
"Ulusal
prodüksiyonları Tiyatro"nun
kadrosunda,
yine devlet memuru statüsünde çalışsın. Ya da, yerel yönetimler ve "Tiyatro Kurumu" işbirliği ile çalışacak
"Kent
Tiyatroları"nın sabit kadrolarına
katılsınlar.
(Vecdi Sayar)
A.T.: Bunların dışında yapılan işleri de denetlemek gerek. Ör neğin eleştirmenlerden, artık tiyatro yapmayan tiyatroculardan yararlanılır. Gidip Van tiyatrosunu izleyecek, yapılanları denet leyecek ve bu kuruma rapor verecek ki, bu kurul da bir sonraki yıl ödeneği bu kriterlere göre belirleyebilsin. O.A.: Önerdiğim için değil, ama konuyu açmak için söylüyo rum. Kültür Bakanlığı'nın örneğin "Doğu Masa"sı olsun, gitsin Van Tiyatrosu'nu izlesin, raporunu versin, ama belirlenecek kaynağın kararını o vermesin. Van'daki, iki öğretmen, bir ecza cı, iki gazeteci vb. mesleklerden bir kurul olsun, bunlar raporu nu Bakanlığa iletsinler. B.S.: Şimdi eczacı, dişçi filan deyince popülist kültüre prim ve rilmiş de olabilir... Kaldı ki, eczacılar yada dişçiler meslek odala rını tiyatrocular mı denetliyor ki, onlar tiyatroyu denetlesinler? O.A.: Olmaz. Fransızlar bunu fevkalade beceriyor. Ü.A.: Şimdi bu modeller tartışılabilir ve işleyen bir model bulu nabilir. Bu konuyu daha fazla tartışmaya gerek görmüyorum. Özerk Sanat Konseyi modeli doğru. Nasıl dağıtılacağı ayrıca tartışılabilir. Vecdi Sayar... V.S.: Benim görebildiğim kadarıyla modele ilişkin temel nokta larda buluşuyoruz. Tiyatroların merkezi yapısının birim tiyatro lara dönüştürülmesi konusunda hemfikiriz, ikinci önemli nok ta, ödenekli tiyatrolarla özel tiyatrolar arasındaki ayrımcılığın kaldırılması gerekliliği. Benim Başar ile hemfikir olmadığım ko nu, devlet memuru statüsünün korunması meselesi. Sistemi bir bütün olarak görmekte, sonra özele gelmekte yarar var. 1995'ten bu yana süren çalışmalarımız sonucunda ortada bir "Türkiye Sanat Kurumu" yasa taslağı var. Bunu hükümete öne receğiz. Ama, bu arada başka gelişmeler de var. "Sinema Ku rumu" yasa tasarısının Meclis'e sunulma aşamasında olması gi bi. Başar'ın da işaret ettiği gibi, tiyatronun da böyle bir kuru ma gereksinmesi var. Yani, "Sinema Kurumu"ndan sonra, "Ti yatro Kurumu", "Plastik Sanatlar Kurumu" gibi başka özerk ku-
cy a
jı olamayacağından hareket ediyorum. Böyle bir endüstriyle, dünyanın hiçbir yerinde tiyatro yanşamaz zaten. 0 zaman kay nakların üretilmesi nasıl olacak, nasıl üretilecek meselesi bizim için çok daha hayati. Kendi kaynaklarımızı kendi kendimize üretemeyeceğimize göre, ki dünyanın hiçbir yerinde, endüstri yel alana yönelmemiş hiçbir tiyatro, ticari olarak kendi kaynak larını üretebilecek mezuniyette değil, önemli olan sistemi yeni den nasıl re-organize ederiz ya da yıkıp yeniden yaparızı tartı şırken, kaynak üretimini hangi mekanizmaya bağlayacağımızın cevabını bulmaktır..
B.S.: Aslolan demokratik temsil ilkesinin titizlikle korunmasıdır. Karar mekanizması doğrudan tiyatroculardan oluşur; gündelik uygulamayı ise küçük bir profesyonel yönetici kadrosu yürütür.
pe
B.S.: Doğru, örneğin televizyon da çok paranın döndüğü bir alan, bu alanın "hammaddesi" de dramatik sanatlardır, değil mi? Tiyatro varsa, opera, bale, senfoni orkestraları varsa, mü zik varsa televizyon vardır, yoksa yok. O.A.: Opera, bale, tiyatro kültürünün olduğu ülkelerde belki, ama Türkiye'de değil.
B.S.: En pespaye diziler bile ancak tiyatrocularla gerçekleştirile bilir; kötü örnekler de tiyatro sanatına yaslanır önünde sonun da. Öyleyse, tiyatro sanatı bundan payını almalı. Örnek olarak, yalnızca POPSAV'ın geçen yıl televizyonlardan elde ettiği gelir 10 milyon doların üstünde bir kaynak yaratmıştır. Ü.A.: Kendi hesabıma, ilk kez duyuyorum. O.A.: Kaynak üretiminin imkânı var diyorsun... B.S.: Tiyatro hakkını koparmayı becerebilirse, siyasi iradeyi yönlendirebilirse... O.A.: Peki, kaynakları bulduk. Kullandıracak kurum kim ola cak? B.S.: "Özerk Tiyatro Kurumu" önerimi yineliyorum. Devlet Tiyatrosu'nun da, Şehir Tiyatrolarının da, özel tiyatroların öde nekleri bu kurumca belirlenmeli. Bir anlamda merkezi, ama yalnızca tiyatro örgütlerinin temsil edildiği, tiyatrocuların kendi kendilerini yönettikleri bir kurum. A.T.: Tabii, ama bu kuruma gireceklerde belli vasıflar aranmalı. Yaş, tecrübe gibi... 18
Türkiye'nin önünde bugün çok ciddi nesnel problemler var. zaman,
Bugün,
sistemi değiştirdik dediğimiz
ki sistemler insanların üzerinde bir yerden bir
yere gider ya da gitmeleri gereken yerlerden tam tersi yerlere gider.
Hangi insan kaynağı ile çözüm
üreteceğimiz konusunda karşılaşırız.
da
çok ciddi problemlerle
(Orhan Alkaya)
rumların kurulması gerekecek. Bu kurumların temsilcilerinin oluşturacağı bir "Sanat Konseyi" ya da bir "Üst Kurul" düşünü lebilir. B.S.: Her sanat dalındaki kurum gereği gibi oluşturulursa, bu na gerek bile kalmaz belki V.S.: Gerek var; neden var biliyor musun? Kaynakların nasıl paylaştırılacağı gibi bir sorun var. Yasal düzenleme ile sağlana cak piyangolardan, futbol maçları biletlerinden, televizyonların
reklam gelirlerinden ve benzeri kanallardan sağlanacak kay nakların sanat alanlarına dağılımını bu Kurul (ya da Kurum'un Yönetim Kurulu) yapabilir. Ayrıca,yıllardır beklediğimiz bir şey, şirketlerin sanat alanına yapacakları yatırım ve destekleri Ku rumlar Vergisi'nden düşmeleri imkanı sağlanırsa, bu desteğin belli bir oranının "Sanat Kurumu"na aktarılması, bu kaynağın fonda toplanarak sanat alanına yönlendirilmesi düşünülebilir. A.T.: Ben buna karşıyım, adam istediği yere verir, kim karışır? V.S.: O zaman şu olacaktı: en popüler hangi tiyatro ise ona destek verecek ki, reklamı daha iyi olsun... Holdinglerin kendi sanat kuruluşları dışına destek vermeye gönüllü olmadıklarını biliyorsunuz. Parayı bir ceplerinden, öteki ceplerine aktarıyor lar. B.S.: Zorlayamazsın ki, onlar "özel sektör". Onlara kimsenin di şi geçmez. V.S.: Tabii ki zorlamayacaksın, "Sanat alanına destek olmak is teyen kuruluş, sponsorluk miktarının beli bir yüzdesini 'Sanat Kurumu'na aktarırsa, vergi muafiyetinden yararlanabilir" diye ceksin. A.T.: Bir dakika, örneğin İş Bankası "x" bütçeyi iş Sanat'a ak tardığı zaman zaten %100'ünü vergiden düşüyor.
V.S.: Bu kurumlar sisteminin tek bir yasayla belirlenmesi ideal çözümdür. Kültür Bakanlığı'nın mevcut personeli bu kurumlar ıma
bütün
dünyada yerel yönetimlerin
alanındaki ağırlığının arttığını biliyoruz. geçişin Kentin
sorunsuz yaşanması
için
kültür
Bizde de bu
öneriler geliştirmeliyiz.
tiyatrosunu yönetecek kişiyi belediye
belirleyememeli (Başlangıçta Kurumu"na bırakılabilir. yöneticilerin
seçimle
Belediyenin görevi, tiyatroculara
Tabi,
bu yetki,
başkanı
"Tiyatro
daha sonraki dönemlerde
belirlenmesi
kaydıyla).
bu kamu hizmetini sağlayacak
gerekli kamu olmalı.
desteğini sağlamaktan
ibaret
(Vecdi Sayar)
da değerlendirilebilir. Ödenekli tiyatrolar için önerim şu; Devlet Tiyatroları küçülsün, isteyen sanatçılar iyi koşullarla emekli edil sin. Kalanlar, en çok iki kentte sahnesi olan, özel tiyatroların cesaret edemeyeceği prodüksiyonları gerçekleştirebilecek "Ulu sal Tiyatro"nun kadrosunda, yine devlet memuru statüsünde çalışsın. Ya da, yerel yönetimler ve "Tiyatro Kurumu" işbirliği ile çalışacak "Kent Tiyatrolarının sabit kadrolarına katılsınlar. Tabi ki, emirle olmaz bu. Taşrada çalışmanın koşulları farklı olacak. Ona göre bir ücret politikası izlenecek. Ve sanatçılar gönüllü olarak bu kentlere gidecek. Kent tiyatrolarının, bölge nin genç tiyatrocularını yetiştiren birer konservatuar gibi çalış ması, hepsinde birer genç topluluk oluşturulması düşünülebilir.
a
V.S.: Sponsorluk miktarının tamamını kendi kuruluşuna aktaramamalı, aktarırsa da vergi muafiyetinden yararlanamamak
Ama bu alandaki yeniden yapılanma, elbette temel bir işsizlik sigortası desteğinde tasarlanabilir ancak.
pe cy
Ü.A.: Vergi muafiyeti deyince, tiyatrocuların da vergi muafiye tinden yararlanması gerekmiyor mu?
V.S.: Zaten sadece tiyatrocular değil, bütün sanatçılar bu vergi muafiyetinden yararlanabilmen. Bu ülkede sanat yapmak ceza nedeni değil, destek nedeni olmalı. Bu desteklen sağlayacak Kurum'un da Kültür Bakanlığı ya da Devlet Tiyatroları benzeri yapılara dönüşmesi önlenmeli. Üst kurumun adı ne olursa ol sun, hiç bürokrasisi olmayan, küçük bir sekreteryası olan bir yapısı olmalı; memur yerine sözleşmeli personel çalıştırmalı. Sa natsal özerkliğin güvencesi olan idari ve mali özerklik sağlan malı. Bu sağlanabilirse, Kültür Bakanlığı'nın mevcut bütçesine, sözünü ettiğimiz kaynaklar da eklendiğinde, sanat alanında ciddi bir gelişme sağlanabilir. Kültür Bakanlığı, böyle bir KuBunların dışında yapılan işleri de denetlemek gerek. Örneğin
eleştirmenlerden,
tiyatroculardan yararlanılır.
artık Gidip
tiyatro yapmayan Van
tiyatrosunu
izleyecek, yapılanları denetleyecek ve bu kuruma rapor verecek ki, bu kurul da bir sonraki yıl ödeneği bu kriterlere göre belirleyebilsin.
(Ali Taygun)
rumlar sistemi hayata geçerse, çok küçülebilir, pek çok Genel Müdürlük ortadan kalkar, personel harcamalarından yapacağı tasarrufu da "Sanat Kurumu"nun destek fonlarına aktarabilir. Böylelikle, "kendini ısıtan soba" olmaktan çıkar. B.S.: Bugün Devlet ve Belediye Tiyatrolarında yüzlerce maran goz, terzi, demirci görevlidir. Bunlar yılın belli zamanlarında haklarını yemeyelim- ölesiye çalışır, sonrasında boş kalırlar. Bu kurumlar Türkiye'nin en pahalı atölyelerinde kotarsalar dekor ve giysilerini, belki de yapımlarını daha ucuza mal edebilirlerdi.
A.T.: Benim hep ısrarla söylediğim şu, tiyatro bağımsız bir ku ruluş olmalı. Gelirini devletten veya yerel yönetimlerden alması bir şeyi değiştirmiyor. V.S.: Ben de bağlı kurumlardan yana değilim! Şehir Tiyatrosu'nu da Belediye'ye "bağlı" bir kurum olmaktan çıkartmak ge rek. Belediye, bugün ödediği parayı, özerk birim tiyatrolara paylaştırmalı. Ötesine karışmamalı. Özel tiyatrolarla, Gazios manpaşa Tiyatrosu'nun farkı şu olacak: Gaziosmanpaşa Tiyat rosu, tıpkı bir özel topluluk gibi "Sanat Kurumu"ndan destek alabilecek, ama aynı zamanda sürekli bir kamu desteğine sa hip olacak (Belediye bütçesinden). Bu tiyatroların yapıları, va kıf, dernek, şirket olabilir. Her tiyatronun sanatsal işlevini yeri ne getirip getirmediğine Belediye değil, "Tiyatro Kurumu" ka rar verebilmeli. Tiyatro Kurumu devletin Ulusal Tiyatrosu'na da, kent tiyatrolarına da, özel tiyatrolara da "subvention" ver meli. Gençlik tiyatroları, amatör tiyatrolar da "Tiyatro Kuru mumun desteğini alabilmeli. O.A.: Türkiye'nin özgül şartları içinde doğmuş ödenekli tiyatro lardan bahsediyoruz, aslında çok büyük bir alanı da kapsamı yor ne bütçe olarak ne de istihdam ettiği eleman sayısı olarak. 1927-1949 aralığında oluşmuş iki yapıdır netice itibariyle. Bu yapıları tasfiye edersek eğer, yeni sistemi nasıl kurarız? Yapıcı bir enerjiyle üzerinde kafa yormamız gerekiyor. Son derece sağlam bir kaynak aktarımı modelini bulmalıyız öncelikle. Ki bulsak bile bir geçiş dönemi kavramını ben de kullanacağım, gereklidir. Çünkü, Türkiye çok mesafe kaybetti. Türkiye 19
1960'larda Bölge Konservatuarları'™ tartışırken 2000'lerin ba şında tiyatro sanatının gerekliliğini tartışmaya doğru "sulandı". Türkiye, üniversitelerin tiyatro ana bilim dallarında niceliksel olarak muazzam artış gösterdi, ama yetiştirici, eğitici insan kaynakları anlamında aynı gelişmeyi göstermediği gibi, 1960'ların gerisine bile düştü. Türkiye'nin önünde bugün çok ciddi nesnel problemler var. Bugün, sistemi değiştirdik dediği miz zaman, ki sistemler insanların üzerinde bir yerden bir yere gider ya da gitmeleri gereken yerlerden tam tersi yerlere gi der, hangi insan kaynağı ile çözüm üreteceğimiz konusunda da çok ciddi problemlerle karşılaşırız. Bugün, total olarak nite lik kaybını yapısal problemlerin de önünde vahim bir tehdit olarak görüyorum. Bir de, özel tiyatrolarla eşitlenmekten bah sediyoruz, hangi özel tiyatrolarla, altını çizerek söylüyorum hangi özel tiyatroyla? Her biri neredeyse birer kişiye düşmüş, özveriyle çıkışsızlık arasında devinen hangi özel tiyatroyla eşit lendiğimizde, tiyatro ortamına bir katkımız olacak. Mümkünse, hemen eşitlenelim de, mümkün mü?
netimler yasası da çıkmak üzere. V.S.: Doğru, yasa çok yakında Meclis Genel Kuruluna geliyor. Yasada kültürün yerel yönetimlerin görevleri arasında sayılması bence ilke olarak doğru, ama uygulamada sorunlar yaşanabi lir. Devlet zihniyetinden kaçarken, taşra estetiğine tutsak ol mak gibi... Ama bütün dünyada yerel yönetimlerin kültür ala nındaki ağırlığının arttığını biliyoruz. Bizde de bu geçişin sorun suz yaşanması için öneriler geliştirmeliyiz. Kentin tiyatrosunu yönetecek kişiyi belediye başkanı belirleyememeli (Başlangıçta bu yetki, "Tiyatro Kurumu"na bırakılabilir. Tabi, daha sonraki dönemlerde yöneticilerin seçimle belirlenmesi kaydıyla). BelediV
"Nasıl bir Kültür Bakanlığı" sorusu,
tarafından
düzenleyici bir yapı olması gerektiği biçiminde
yanıtlandı;
V Orhan Alkaya ve Vecdi Sayar devletin "subvention"unun devam etmesini ve bu
V.S.: Belki sen kurarsın!
"subvention"un
katılan Başar Sabuncu, statüde
kalmaları
pe
O.A.: Ben şu anda "exagere" ederek konuşuyorum. Örneğin şu denebilir: Şans oyunlarından şu kadar, vergilerden şu kadar iade sağlanır, lüks tüketim mallarından şu kadar sağlanır. Yani, bu kurumun havuzunu oluşturacak bütçe çok net olarak belir lenmelidir. Bir yıl Türkiye ekonomisi sarsıntı geçirdi. 10 yerine 9 Son derece sağlam bir kaynak aktarımı modelini
bulmalıyız öncelikle. Ki bulsak bile bir geçiş dönemi kavramını ben de kullanacağım,
gereklidir.
Çünkü,
Türkiye 1960'larda Bölge
Konservatuarları'™ tartışırken 2000'lerin başında tiyatro sanatının gerekliliğini tartışmaya doğru "sulandı". (Orhan
ve
aynı görüşe
mevcut sanatçı kadrolarının aynı korunmaları gerektiğini söyledi.
(Üstün
Akmen)
yenin görevi, bu kamu hizmetini sağlayacak tiyatroculara ge rekli kamu desteğini sağlamaktan ibaret olmalı.
cy
A.T.: Bağlayıcı yasa çıkarılamaz.
Türkiye çok mesafe kaybetti.
"Özerk Sanat Konseyi" (adı başka da
olabilir) eli ile dağıtılmasını savunurken,
a
O.A.: Düzenleyici formülleri bir geçiş dönemi koyarak, çok net, tartışmasız ve geri dönülmez yasal düzenlemeler oluştura rak üretmemiz gerekiyor. Şu önemli, adı "Özerk Sanat Konse yi" olsun ya da başka bir ad bulunsun, bu konseyin nasıl dü zenleneceği, siyasi erk ile nasıl bir ilişki içinde olacağı, hangi yasal güvencelere tartışılmaksızın kavuşturulacağı belirlenmeli. Diyelim ki, milli piyangoya pul konuldu yarın milli piyango kal dırılırsa ne olacak? "Özerk Sanat Konseyi"nin bütçesi belli ol malı, bu bütçenin sağlanması aşamasında bir kaynak kadük olursa diğeri devreye girmeli. Bu temel, yasadan sonra karar namelerle de çözülebilir.
Alkaya)
toplandı, bir sonraki yıl iyi gitti 11 toplandı. Tiyatro da kendini ülkenin kaderine paralel olarak konuşlandırır, ülke ile kaderini paylaşır. Ama bu yasal düzenlemeler yapılmadığında, sistemi dağıtmaya yönelik konuşmaların tamamı aksaklıkları da bera berinde getirir. Şu anda, biraz Avrupa Birliği yöneticileri gibi konuşacağım, ama gerekiyor. Uygulamayı görmemiz lâzım, demokrasi kültürü çok gelişmemiş ülkelerdeki uyum sürecini de görmemiz lazım. Yani, geçişli bir plan yapmazsak Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan da oluruz. Mustafa Demirkanlı: Affedersiniz araya gireceğim ama bu mesele yerel yönetimleri çok yakından ilgilendiriyor ve yerel yö20
katılımcılar
Ü.A.: Sanırım tartışmayı burada bitirmemizde fayda var. Konu yu oldukça dağıttık. Toparlamaya çalışayım: 1) "Nasıl bir Kültür Bakanlığı" sorusu, katılımcılar tarafından düzenleyici bir yapı olması gerektiği biçiminde yanıtlandı; 2) Kültür Bakanlığı'nın lağvedilmesi yerine, işlevlerinin yeniden düzenlenmesi öngörüldü. 3) Ödenekli tiyatroların mevcut yapılarının değiştirilmesi genel kabul görürken, yeniden yapılanması noktasında Ali Taygun vakıf modelini önerdi. Ali Taygun, modelinin devlet ile hiçbir mali ilişki içinde olmamasının üstünde ısrarla durdu. 4) Orhan Alkaya ve Vecdi Sayar devletin "subvention"unun de vam etmesini ve bu "subvention"un "Özerk Sanat Konseyi" (adı başka da olabilir) eli ile dağıtılmasını savunurken, aynı gö rüşe katılan Başar Sabuncu, mevcut sanatçı kadrolarının aynı statüde kalmaları ve korunmaları gerektiğini söyledi. 5) Yerel yönetimlerin "subvention" sağlamaya devam etmesi ve artırılmasının yanı sıra yasa ile yeni mali kaynakların belirlen mesi ve yasal güvence altına alınmasının gerekleri belirtildi. 6) Geçiş sürecinin iyi planlanması ve aksaklıkların yaşanmamasının altı çizilirken, herkesin hemfikir olduğu konu, tiyatro sa natının bağımsız yöneticilerce yönetilmesi ve gelişiminin ancak bu biçimde mümkün olabileceği şeklinde saptandı. Katkılarınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Bu tartışma ile ilgili bant kayıtlarının çözülmesinin ve derginin yayımlana cak ilk sayısında yayınlanmasının, sonraki aylarda devam ede ceğini umduğum tartışmalara zemin hazırlayacağına inanıyor, hepinize sevgilerimi sunuyorum.
MİTOS-BOYUT Tiyatro Yayınları
200'ncü kitabı aştık Dağarcığımızda 417 Oyun + 48 kuramsal eser var
Yeni Kitaplar
William Shakespeare / V. Henry Türkçesi: Ali H. Neyzi Büyük ustanın Türkçeye hiç çevrilmemiş bir oyunu.. Gençliğinde eğlenceye düşkün prensin V. Henry adıyla kral olunca gösterdiği bilgelik, cesaret ve yeteneği anlatılıyor. •
Arthur Miller / Satıcının Ölümü Türkçesi: Aytuğ İz'at (İngilizce-Türkçe birarada) Amerikan tiyatrosunun başyapıtlarından bir oyun. •
a
Yakovos Kambanellis / Yol İçerden Geçer
cy
• Türkçesi: Panayot Abacı Brecht tiyatrosunun temsilcilerinden Yunan yazarın Burjuva Üçlemesine ait bir oyunu. •
Feraizcizade Mehmet Şakir / Eski Türk Oyunları 5 İlk Göz Ağrısı
pe
Günümüz Türkçesiyle eski oyunlarımızdan, evlilik kurumu ile dönemin evlenme âdet ve gelenekJerini anlatan bir töre komedisi. Dönemin toplumsal ve kültürel yapısı, zengin bir halk dili ve renkli tiplerle ustaca anlatılıyor. •
Cuma Boynukara / Toplu Oyunları 3
Suyun Rengi / Beceriksizler Biri, uzlaşmaz insanların tutkulu aşkını anlatan, diğeri, u m u t s u z insanların çağdaş tragedyasını yansıtan iki oyun. •
BERTOLT BRECHT /BÜTÜN ŞİİRLERİ 2 Türkçesi: Yılmaz Onay 20. yüzyılın en büyük tiyatro adamı ve şairi Brecht'in 5 ciltten oluşacak Bütün Şiirleri Dizisi'mn onun sürgün günlerini ve 2. Dünya Savaşı'nı anlattığı 2. cildi. Çevremizdeki savaşa hazırlanacak olanlar için fotoğraflı 'şiirli' bir "Savaş Elkitabı" Mitos Ağa
ç ırağı
Sok
Boyut Tiyatro
Y a y ı n l a r ı / TEM Y a p ı m
Yayıncılık
L t d . Şti
7/2 G G ü m ü ş u y u - İ S T . Tel . 2 1 2 . 2 4 9 8 7 3 7 - 8 ; F a k s . 2 1 2 . 2 4 9 0 2 18
ELEŞTİRİ
Aşkla Çıkılan basamakların ötesi:
BEŞ KATLI BİNANIN ALTINCI KATI Akmen
Rzayev Anar'ın Mart 2001'de Everest Yayınları arasında İlde niz Kurtulan'ın çevirisiyle yayımlanan "Beş Katlı Binanın Altıncı Katı" başlığı altında yeni baskısı yapılan "Ak Liman"ını, o gün lerde satın almışım da, nedendir bilmem, okuyamamışım. Ya zarı tarafından aynı adla oyunlaştırılmış biçimini izledikten sonra ister istemez raftan indirip elime aldım. Aşkla çıkılan basamakların hep daha ötesi olduğu varsayılır ya... Öykü işte bu...
pe
cy
a
Üstün
Beş Katlı Binanın Altıncı Katı Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Anar Resuloğlu Çevirenler: Rzayev -Tural Anaroğul/Hilmi Zafer Şahin Yöneten: Can Doğan Sahne Tasarımı: Ayhan Doğan Giysi Tasarımı: Duygu Türkekul Işık Tasarımı: Murat İşçi Dramaturg: Hilmi Zafer Şahin Oyuncular: Sevil Akı, Cengiz Tangör, Ayşegül Devrim, Devrim Parscan, Sevil Uluyol, Suphi Tekiner, Radife Baltaoğlu, Tuğrul Arseven, Turgut Arseven, İskender Bağalar, Vildan Gürelman, Zafer Kırşan, Berna Oğuzutku Demirer, Murat Coşkuner, Meriç Benlioğlu, Caner Bilginer, Yalçın Avşar. 22
Bakü'de 'Neşriyat' denilen Devlet Basımevi'nde çalışan, güzel ler güzeli Tehmine ile yine aynı kurumun başka bir şubesinde çalışan, yakışıklı, çapkın, ama henüz olgun bir kişilik olarak kabulü "mümkün" olmayan Zaur, bir hafta sonu yaptıkları plaj sefasından sonra aşk basamaklarını hızla çıkmaya başlar lar. Çevrenin dedikodusundan kurtulmak için gittikleri Mosko va'da, yüreklerindeki sevgi ve coşkunun doruğuna vardıkların da, kendilerine sanki gizli bir gücün dokunuşuyla bir kat daha yükseldiklerini duyulmayacaklardır. Yani, gerçekte beş katlı olan binanın altıncı katına çıkarlar. Böyle bir şey olur mu? Ne den olmasın? Birbirlerini seven iki insan arasında öyle şeyler olur, oluşur ki, günü geldiğinde aralarındaki aşk tutkuya dönüşüverir. Belli bir yaşa erişmiş kimin başından geçmemiştir ki bu öykü! Çağdaş Azerbaycan edebiyatının önde gelen öykü, roman, oyun ve senaryo yazarı Resuloğlu Rzayev Anar (1938), her bi ri ayrı romanların kahramanı olabilecek bir dolu insanı, çalış ma ortamları, aile ilişkileri, bağlılıkları, kırgınlıkları ve yalnızlık larda romanında ele almış. Ve, yürek yüreğe vermiş bir yazar-okur yakınlığı yaratmayı doğrusu başarmış. İstanbul Bü yükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenen, romanın yazarı tarafından oyunlaştırılmış biçiminde ise, Azeri toplumunun 1960'lı yıllarından daha sert bir kesit izliyoruz. Anar, toplumun kendi içindeki çözülme sürecini dile getirir ken; farklı kesimlerden örnekler alarak, o dinamiğin boyutları nı da göstermeye çabalıyor. Dolayısıyla, toplumun geçirdiği değişim sürecinde bireyin konumunu sorgulamayı amaçlıyor, ama açık söylemek gerekirse romanda elde ettiği başarıyı ya kalayamıyor. Aynı başarıyı kurgusal olarak yakalayamaması bir tarafa, kullanılan dil tiyatro dilinden de hayli uzak. Oyunu
a pe cy
yazarıyla birlikte dilimize çeviren ve dramaturgluğunu üstle nen, dilimizi iyi kullandığını bildiğimiz Hilmi Zafer Şahin, nasıl oluyor da "müdrik" gibi sözcükleri (ve daha nicelerini) ayıkla mamış oyunu seyrederken şaştım kaldım. Muhtar'ın: "Aperatif bir şeyler getir" buyruğunda, hem "aperitif" sözcüğünün yanlış kullanılmasını, hem de aperitifin meze olmayıp yemekten önce içilen hafif alkollü içki olduğunu nasıl atlamış, anlayamadım.
Duygu Türkekul'un kostümleri amaca uygun. Ayhan Doğan'ın dekoru dar alanlara sıkıştırılmış olmasına karşın işlevsellikten uzak değil. Sağ arkadaki Tehmine'nin pul biçimindeki dev pos teri ne gibi bir ileti veriyor anlamadım, ama yatağı koltukla markelemesi iyi fikir. Deniz Noyan'ın müziği de, Aslı Yılmaz'ın şarkı sözü de başarılı. Yasemin Gezgin'in koreografisi biraz aceleye mi gelmiş ya da ben mi öyle algıladım, şimdi bilemiyo rum. Cengiz Özdemir'in birinci, perde ikinci sahnedeki ışığı kö tü. Ersin Aşar'ın efektininse sırtını sıvazlamak gerek. Oyunu sahneye koyan Can Doğan, sahnelemenin gerektirdiği sahnesel yeniden yazılışı ortaya çıkarmaya çalışırken sanırım bi raz zorlanmış. Nedenine gelince, roman ile oyun arasında sıkı şıp kalmış. Yazara karşı namuslu olmak zorunluluğunu duyumsadığından olsa gerek, çıkış noktalarını zorlamaya başlamış. Sonuçta sahnelemenin üstmetninin (söylemi de diyebiliriz) yeri ni saptayabilmiş. Gel gelelim, bu üstmetin ya da sahnelemenin yazılı olmayan metni, kimi bölümlerde dramatik metnin içine "yedirilmiş" olan, hatta metnin bütünleyen ve zorunlu bir par çası durumuna gelen yorumlar dizisinin bazı yerlerinde karış mış. Bunda Can Doğan'ın çalışmasını değil, doğrudan metni eleştirdiğimin altını çizmek istiyorum. Diğer taraftan Can Doğan'ı, inandırıcı reji çalışması için gerekli olan dumanı tüten ız
gara, hamur, sıcak çay, kurabiye, şeker, şampanya, konyak, votka kullanımındaki titizliği için özel olarak kutlamak istiyo rum. Bu konudaki içtenlikli kutlamam ise, Medine rolündeki Vildan Gürelman'ın o çirkin, yersiz, abuk, gereksiz yırtık ve de hiç de "şuh" olmayan kahkahasını engelleyemediği/düzeltemediği için kendisini eleştirmeme engel değil elbette.
Oyuncu kadrosu genel olarak iyi. Mecit'te Devrim Parscan, Murtuz'da Suphi Tekniker, Muhtar'da (biraz daha ezber ister) Turgut Arseven, Nadir'de İskender Bağcılar, Fizze'de Berna Oğuzutku Demirer, 2. Garson'da Yalçın Avşar bir adım öne çı kanlardan. Ayşegül Devrim, canlandırdığı Ziver kişiliğinin içsel yüzeylerini, sadece gözleri, yüz ifadesi ve sesiyle değil, göv desini de kontrol altında tutarak fiziksel yaşama kavuşturuyor. Eee, ustalık da bu işte. Cengiz Tangör iyi, iyi olmasına da hayal gücünü işe karıştırmaksızın ve makinemsi biçimde sahne üzerinde hiçbir şey yapılamayacağını daha öğrenmemiş. Sevil Akı, narin görsel ve yüzsel aygıtını kas bağlamında tüm denetimsizliklerden, sistematik temrinler sonucu kazanılmış karşıt alışkanlıklardan başarıyla koruyor. Aldığı alkışı gerçekten hak etmekte. Son sözünü söyle derseniz, "Beş Katlı Binanın Altıncı Katı" iz lenirken, genç yönetmen Can Doğan'ın titizliği, oyuncuların iyi niyeti ayan beyan ortaya çıkıyor derim. Her bir şey satır satır didiklenmiş, her şeyin iyi olması için son derece ciddi emek ve çaba sarf edilmiş. Ama ne bileyim... Bir şeyler eksik kalmış. Ne mi eksik kalmış? Vallahi düşündüm taşındım, ben de işin için den çıkamadım... 23
FOTOĞRAFLARIN DİLİ
TİYATRO STÜDYOSU Yazan: Yasmina Reza
Çeviren: Çetin İpekkaya
Yöneten: Ahmet Levendoğlu
cy
Işık Tasarımı F. Kemal Yiğitcan
a
Sahne-Giysi Tasarımı: Hakan Dündar
pe
Oynayanlar: Ömer Çolakoğlu Mehlika Balkan Mutlu Güney Yasemin Alkaya
Gülay Ayyıldız
YAŞAMIN ÜÇ YÜZÜ
Tiyatro Stüdyosu'nun 20022003 dönemi oyun dağarcığı oluşturulurken çağının tanığı olmayı amaç edinen bir tiyatronun gözetmesi gereken ilkeler her zamanki gibi yol gösterici oldu. Şunların konuşulduğunu anımsıyorum; Bir tiyatronun seçtiği oyunlar tek başlarına yaşadığımız zamana, yaşadığımız dünyaya değgin önerme olmasının yanısıra, bir arada düşünüldüklerinde tiyatro kurumunun "insanlık durumuna" ilişkin genel tutumunun bir göstergesini biçimlendirmeliydi. Parçaların bütünden, bütünün birer birer tüm parçalardan izler taşıdığı bir duruma yönelerek. Derken, bu düşünceler barındıran bir çok oyun arasından, "Sonsuz
pe cy
Döngü"nün ardına Yasmina
Reza'nın "Yaşamın Üç Yüzü" eklendi; eleştirmen Fabienne Pascaud'un "insanın güçsüzlüğü ve dar
düşünceliliği (küçük şeylerle
uğraşır olması) üzerine buruk bir çeşitleme" olarak
nitelediği, evrenin gizlerine neredeyse ulaşmış
insanoğlunun "bu kendisine
çok zalim, çok modern gelen
dünya ile" ve kendi doğasıyla başedip edemediği sorusunu önümüze getiren "Yaşamın Üç Yüzü". Sonraları provaların ilk günlerinden birinde tam da yukarıdaki alıntılar ve düşünceler üzerine konuşurken yönetmen yardımcılarımızdan Bilge Seçkin'in ağzından şu sözcükler döküldü birden: - Knox'un dediği gibi...
a
ışığında yukarıdaki nitelikleri
- Kalakaldık öylece. Özellikle "Sonsuz Döngü"de de çalışmakta olanlar. Knox, bu oyunda benim oynadığım iki rolden biriydi. Belki de bundan, soru benden geldi: - Nasıl, hangisi? -Knox'un Wİttgenstein'dan alıntıladığı söz. Onuncu sahnenin sonu. - Ben ezberimden söyledim sözü edilen bölümü: - "Duyumsarız ki, olası tüm bilimsel soruların yanıtları verildiğinde bile, yaşamın sorunları tümden yanıtsız kalacaktır." Evet, öyle değil miydi? Evrenin tüm gizlerine neredeyse ulaşmış -olası tüm bilimsel soruların karşılıklarını vermiş-
sorunları yanıtsız kalıyordu. O gün provada, metinden bölümlerle, ilk anda ilgisiz görünen başka birçok alıntı, birbirini kovaladı, Bir yandan, çok eğlendirici bir oyun gibiydi Oyun kişileri -yine
pe
bu. Pascaud'nun betimlemesiyle"bu şaşkın, kibirli ve gülünç adamlar ve kadınlar" kendilerini kimi zaman
Gündüz Vassaf'ın, Osman Serhat'ın, kimi zaman da Goethe'nin sözleriyle anlatıyorlardı sanki."
"Günün ihtiyaçları insanı o kadar mı boğuyor ki, o her türlü güzel beklentiyi kendinden uzak tutmak zorunda kalıyor."* İzleyen günlerde aklımız, bu, "koşut alıntılar yakalama oyununa" sık sık takılmaya başladı. Örnekse, oyun kişilerimizden Hubert'in "Dünyanın bir parçası
cy
başedemiyordu; yaşamın
a
insanoğlu, kendi doğasıyla
cy
pe a
ELEŞTİRİ—
İyi Yorum, İyi Oyunculuk ve Kolektivizm:
2. CADDENİN MAHKÜMU Akmen
Neil Simon, ticari tiyatronun en başarılı yazarlarından biri. Orta sınıf Amerikan yaşamına ilişkin komedyalarıyla ünlen miş. Müzikli farslar, revüler, yarı ciddi, hafif komedyalar kale me almış. Bakırköy Belediye Tiyatroları işte bu yazarın, met ropol yaşamından ve işsizlikten bunaldığı halde, büyük kent te yaşamaktan bir türlü vazgeçemeyen, ama evlerinde gide rek birer mahkûm haline gelen insanların öyküsünü anlattığı "2. Cadde'nin Mahkûmu"başlıklı oyununu oynuyor. Neil Simon'un dili mizah yüklü. Oyunu dilimize kimin çevirdiğini öğrenemediğimden dilin kullanışına değinemeyeceğim. Notları ma: "Biraz daha kıvrak dil kullanılabilirdi" diye yazmışım. Kent yaşamını, yaşayanların bunalmışlığına değgin komediyi Emre Kınay yönetmiş.
pe
cy
a
Üstün
2. Caddenin Mahkûmu Tiyatro: Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Neil Slmon Çeviren: Cemil Büyükutku Yöneten: Emre Kınay Sahne Tasarımı: Ali Yenel Giysi Tasarımı: Ayçin Tar Işık Tasarımı: Murat İpek Oyuncular: Emre Kınay, Fidan Tek, Ayşe Demirel, Nurhayat Atasoy, llter Genay, Sait Genay.
Genç evliler Mel ile Edna, kent yaşamından bunaldıkları hal de çeşitli nedenlerle kentten koparmamaktadırlar. Kariyer, para kazanma, daha rahat bir yaşam, konfor bu kopamamanın nedenlerini oluşturur. Oyunun yazıldığı dönemdeki top lumsal baskılar iki gencin daha bir boğazlanmasına neden ol maktadır. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, Neil Simon'un galiba 1960'lı yıllarda yazdığı oyunun, günümüz Türkiye'sini çağrıştırması açısından güncellik kazandığına garip bir biçim de tanık oluyoruz. Çevre kirliliği, cam açtırmayan trafik uğul tusu, bireylerdeki işsiz kalma korkusu, gürültücü komşular, uluyan havlayan köpekler, vurdumduymaz doktorlar, yaşamı kolaylaştırmak için üretilmiş geliştirilmiş teknolojinin kimi za man yaşamı inadına zora sürüşü, iletişimsizlik... Sahnede izle diklerimiz sanki yaşadıklarımızdan birer kesit. Her kim olursa olsun, işsiz kalıp sabahtan akşama televizyon kanalları ara sında geçiş yapsa, kesin olarak sosyal paranoyaya sürüklene bilir. "İşsiz kalmamın altında kesinlikle bir komplo var" diye düşünmeye başlayabilir ve de sapıtabilir. Emre Kınay, bu ol guyu iyi yakalamış. Neil Simon'un gözlemlerini, saptamaları nı birebir sahneye aktarmış. Seyirciyi yer yer kahkaha attıra rak, kimi zaman tebessüm ettirerek genelde toplumsal eleşti riye dahil etmiş, böylece çekici bir de yorum getirmiş. Mel ve Edna karakterlerini dramatik kalıplarla süsleyerek biçim lendirmiş. Komedinin korkuları, üzüntüleri, hayal kırıklıklarını
cy a
pe
bile renkli bir dünyada inceleyebilirle olanaklarını sonuna ka dar ve de ustaca kullanmış. Seyirciye boş vakit geçirtmeyi de ğil, gerçeklerin aktarımındaki farklılığın insanlar arasında pay laşımını yeğlemiş. Mel'in küçük hesaplar peşinde koşan üç ablasını bilerek isteyerek abartılı çizmiş. Giysi tasarımı da bu abartıya katılmış. Ağabey Harry içinse, yepyeni bir sahne ya ratmış. Çek verme-alma sahnesini melodrama çevirmiş. Emre Kınay, yanılmıyorsam, burada Sait Genay'ın oyunculuk gücü nü ortaya çıkartmayı hedeflemiş. Olabilir. Bunda da başarıya ulaşmış, keşke ikili sahneyi uzun tutmasaymış... Bir de "Sü veyş Kanalı" esprisini iki kez yineletmese, çarşıdan dönüşte Edna'ya biraz makyaj yaptırtsa, balkondan balkona olan gün düz sahnesinde arkaya biraz sarı/beyaz verdirtse, ikinci per deyi biraz daha kısa tutsa diyeceğim ya... Neyse! Bunlar "ka dı kızı" meselesi.
Efekti kim yaptı bilmiyorum, ama gerek efektler, gerekse ku manda fevkalade başarılı. Ali Yenel'in dekoru da işlevini yeri ne getiriyor. Ayçın Tar'ın giysileri yoruma sonuna kadar yar dımcı olmuş. Murat Ipek'in ışık tasarımı da iyi. İyi de, ben ol sam ikinci perdenin başını baştan gözden geçirirdim. Gölge ler tasarımdan mı, ışık kumandadan mı kaynaklanıyor, anla yamadım. Dev ekranda haberleri sunan Itri Koşar, komşu kadın ile ko casında Didem German Aydın ve Sinan Koşar, üç kız kardeş te Nurhayat Atasoy, İlter Genay, Ayşe Demirel görevlerini "la yıkıyla" yerine getiriyor. Sait Genay, Harry'de komedideki en önemli noktalardan birini harfiyen yerine getirmiş. Sözcükle rin konuya olan bağlantılarını kaçırmamayı hedeflemiş. Emre Kınay için 2 0 0 0 / 2 0 0 1 sezonunda s e y r e t t i ğ i m " M a r y
Mary"den sonra söylediklerimin ("Üçüncü Zil" - Broy Yayıne vi / Kasım 2001 - Sayfa 116) huzurlarınızda neredeyse tü münü geri alacağım. Mimiklerinin zayıf kaldığını söylemişim, hiç de öyle değil. Sesini kullanmada usta olmadığını yazmı şım, sesini pekâlâ güzel kullanıyor. Yanıtlarda atikliğini eleştir mişim, yanılmışım. Sözcük kullanımındaki başarısı, komedi karakterini yaratmasını sağlayacakken bu konuya hiç önem vermediğinden dem vurmuşum iyi halt etmişim. Emre Kınay, bir yıl içinde ya değişmiş gelişmiş ya da ben Kınay'ı iyi değer lendirememişim, iki olasılık da var, ama açık yüreklilikle söyle meliyim ki, Kınay planlayıp programlayıp, tasarımın bütün ti pik çizgilerini kendi yüzüne ve gövdesine aktarmayı başarı yor. Şimdi de gelelim Edna rolünde izlediğim Fidan Tek'e. Fi dan Tek, "Ivan Ivanoviç Var Mıydı Yok Muydu"da gözümden kaçmış. Duyguları, iradeyi, aklı ve bir oyuncunun tüm varlığı nı harekete geçirmek için derinlikli tutkuları olan coşkuların tümü Fidan Tek'de var. Coşkularını daha derin içsel içerikleri olan yönelimler tarafından da canlandırabiliyor. Duygularını sürekli canlı tutuyor, bu sayede fiziksel gücüne güç katmayı başarıyor. Kısacası, düşmeyen temposu, yerli yerine oturmuş yorumu, mizanseni ve iyi oynanışıyla "2. Caddenin Mahkûmu", görül meye değer ince bir Neil Simon komedisi. Sizin hangi sokak ta, hangi caddede oturduğunuzu doğal olarak bilemem, ama siz de oturduğunuz sokağın ya da caddenin mahkûmu değil misiniz? Ne yani, yazıyı bitirirken hatırınız kırılmasın diye: "Ben, Saray Arkası Sokağı mahkûmu değilim" dememi mi bekliyorsunuz? Olmaz öyle şey... Söyleyemem...
SÖYLEŞİ
Van Devlet Tiyatrosu'nda Bir Klasik
KEŞANLI ALİ DESTANI Demirkanlı
Olanaklar olsa da oyunları yerinde izleyebilsek ama bu pek mümkün olmuyor, bu nedenle Bölgeler de, bizim tarafımızdan ihmal edimiş oluyor. Bunu biraz azaltabilmek için internet üzerinden söyleşilerle bu eksikliği gidermek istiyoruz. Faik Ertener'le de oyunu izlemeden söyleşmek durumunda kaldık
pe
cy
a
Mustafa
Keşanlı Ali Destanı Tiyatro: Van Devlet Tiyatrosu Yazan: Haldun Taner Yöneten: Faik Ertener Sahne Tasarımı: Osman Şengezer Giysi Tasarımı: Funda Çebii Işık Tasarımı: İlhan Orhon Müzik: Yalçın Tura Dans Düzeni: Neslihan Öztürk Oyuncular: Orkun Yılmaz, Bahar Işık, A. Neşe Arat Zindan, Tolga Evren, Sitare Tuna, Bülent Düzgünoğlu, Tamer Yılmaz, Musa Zindan, Kamil Korunan, Mustafa Çolak, Çağatay Özçelik, Mustafa Şen, Nedim Salman, Sedat Mayadağ, Eda Yılmaz, Aylin Önal, Canan Erener, Süleyman Atanısev, Buse Orhan, Kader İlhan, Cem arabacıoğlu, Harde Gürler.
Faik Ertener, iki yıldır Van'ın yolunu tutmuş durumda, bu sadece Ertener'in Vanlı olmasından mı kaynaklanıyor? Yoksa başka bir nedeni var mı? Geçen yıl için evet. Doğduğum yerleri gidip görme isteği vardı içimde, iyi bir fırsat diye düşündüm. Benim seçtiğim bir oyunla çalıştık. Bu yıl durum biraz farklıydı. Bölgeler tartışılırken, kendi başına kalmış genç oyuncula rın sorunlarından bahsederiz, senin iki yıldır Van'a gidi yor olman onlara önemli katkılar sağlıyordur, bu kez Os man Şengezer gibi bir ustayı da Van'a taşımışsın, hiç de ğilse bir iki deneyimli oyuncuyu da Van'a götürme ola nağın olmadı mı? Denedin, beceremedin mi? Aslında çok haklısın. Bölgelerdeki oyuncular kendileri pişirip kendileri yiyorlar. Usta çırak ilişkisini asla bilmiyorlar. Bütün kıs tasları ve kerterizleri kendileri. Tabi bu da onların gelişmesinde büyük engel teşkil ediyor. Ben bu yıl kendilerine verilen öne min altını çizmek amacıyla, bir duayeni, yani Osman Şengezer'i Van'a taşıdım. Gönül isterdi ki dediğin gibi sahneyi payla şacakları ve deneyimlerinden yararlanacakları usta oyuncular da bölgelerde görev yapsın. Örneğin Rüştü Asyalı turneye gel di Van'a. Büyük hayranlıkla izlediler. Ama sahneyi ve prova dönemini paylaşmak bambaşka. Peki sadece rejisörler mi gidiyor bölgelere. Usta oyuncu lar gitmiyor mu? Oyuncuların gidişi daha zor. Bir sezon geçirmeleri gerek. Kad rolu rejisör olarak Van'a giden sanıyorum ki ben ilkim. İstanbul'u yaşayan, İstanbul'da Sanat Yönetmenliği de yapmış biri olarak bölgelerin sorunlarının -oyuncu, yö-
a
cy
pe
a Faik Ertener
1952 yılında Van da d o ğ d u . 1976'da Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünü bitirdi. Darmstadt'ta 2 yıl sahne eğitimi aldı. 1980 yılından bu yana İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda görev yapmaktadır. Yurtiçinde ve yurtdışında 20'yi aşkın oyun yönetti. Berlin, Münih festivallerinde büyük ödül, Sibirya'da yönettiği oyunla da Rusya'da en iyi yapım ödülünü aldı. Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri Seçici Kurul üyesi olan Ertener, halen istanbul Devlet Tiyatrosu'nda yönetmen olarak görev yapmaktadır. (Oyun broşüründen)
pe cy
netmen olarak- çözümüne ilişkin önerilerin var mı? Elbette bu konuda ciddi önerilerim ve çalışmalarım var. Ama bu konu yönetimin işi..
Neden Keşanlı Ali Destanı? Bilmiyorum. Dedim ya benim projem değil. Aslına bakarsanız Van için çok zor bir oyun, olanaklar açısından. Ama ben bu fır satı Van adına değerlendirmek istedim, işin ucundan tutmadı ğımızı görsünler istedim. Bu güne kadar Van'daki en büyük prodüksiyonu gerçekleştirdik. Oyunu izleme olanağım olmadığı için soruyorum, her hangi bir değişiklik yaptın mı? Neler? CD'sini yollarım. Aslında tanıtım yazısında belirtmiştim. Ama cım klasikleşmiş bir oyunu olduğu gibi sahnelemekti. Öyle ya Van'da her yıl Keşanlı sahnelenemiyor. Orkestra çukuru, smo kinli müzisyenler, para birimini bile değiştirmedim. Herşeyi, herşeyi eskisi gibi (olacaktı kii..) aklıma takılan tek şey vardı onu değiştirdim. Belkide ilk kez Zilha ve Neware rolünü iki ayrı oyuncu oynadı.. Van kadrosuyla bu oyunu kotarmak zor olmadı mı? Nele rin eksikliğini hissettin? Her kadroyla zor bir oyun. Ama Van'ın zorlukları farklı. Oyun cular aynı yaşta ve deneyimleri kısıtlı. Konsantrasyonu sağla mak zor oldu biraz. Canlı orkestrada büyük problem yaşandı. 5 kişilik bir orkestra ile çaldık ve hiç üflemeli saz bulamadık. Oyun, pomiyer yaptı. İzleyiciden aldığın ilk tepkiler neler? Geniş kadrolu bu oyunla turne düşünülüyor mu? Seyirci olağanüstü ilgi gösterdi. 3 haftalık biletler bitmiş durumda. Üstelik salonda küçük değil, 550 kişilik. Turneye gelince: Bizim isteğimizle olacak bir şey değil. Ama bölgelerin kabuğundan çıkmaları için turne şart. Yaptıklarının izlenmesi, varlıklarını duyurmak açısından çok önemli. Keşanlı Ali geniş kadrolu bir oyun turnesi zor olabilir.
TANITIM
21 Ocak Salı Akşamı, Babylon'da Tek Gösteri
KIVRANIŞ II. PSİKOZ 4.48
cy a
13. Uluslarası İstanbul Tiyatro Festivali'nde prömiyeri yapılan, Sarah Kane'in oyunlarından oluşan Emre Koyuncuoğlu'nun yönettiği "Kıvranış" adlı projenin 2. bölümü "Psikoz 4.48" 21 Ocak Salı 21:00'de Babylon'da izleyiciyle buluşa cak... "Kıvranış"; Sarah Kane'nin "Tut ku" (Crave ) ve "Psikoz 4.48" (Psychosis 4.48") metinlerini kapsayan bir tiyatro projesi. Emre Koyuncuoğlu'nun yönetti ği Esra Bezen Bilgin'in oynadığı "Psikoz 4.48" in özgün müziğini Çiğdem Boru cu, görüntü tasarımını Orhan Cem Çe tin, ışık tasarımını Hollandalı sanatçı Erik Begemann ve mekân/kostüm tasarımını Efter Tunç üstlendi.
pe
"Uçlar Tiyatrosu" ("Theater of Extremes") olarak tanımlanan Kane'nin oyun ları, son yıllarda dünyada çığ gibi büyü yen "Yeni Metinler" ("New Writings") akımının ilk örnekleri arasında yer al makta. Yazarlık kariyerinin daha ilk yılla rında tüm dünya sahnelerinde oynanan metinler yazan 1971 doğumlu Sarah Ka-
ne, sıradışı ancak bir o kadar da günü müz gençliğinin sesi olmuş bir kadın ya zar. İntiharından önce yazdığı ölümün den sonra 1999'da Londra'da dünya prömiyerini yapan Sarah Kane'in son oyunu "Psikoz 4.48"de, insan bilincinin kendini bir diğerine aktarabilmek için aradığı empatinin haykırışıyla karşı karşıyasınız: "...Her zaman benim bir parça ma sahip olacaksın. Çünkü hayatımı el lerinle tuttun... " Sarah Kane Psikoz 4.48 Bir tür iç döküş sayılabilecek oyun için "oyun" olup olmadığı üzerine tartışma lar halen yapılmakta. Ancak şu dakika larda bile dünyanın birçok sahnesi "Psi koz 4.48" ile açılmakta. Theaterheute'nin Ekim 2002 sayısında " Tozun İçindeki Katalizörler: 13. Uluslara rası İstanbul Tiyatro Festivali" başlıklı ya zıda Renate Klett, Koyuncuoğlu'nun yö nettiği "Kıvranış"ın ikinci bölümü olan "Psikoz 4.48"den şöyle söz ediyor: "Söylevin Doruklarında: Emre Koyuncuoğlu, Sarah Kane'i Sahneliyor".
"Psikoz" ise genç bir kadının (Esra Be zen Bilgin) hastayı ve doktoru aynı anda düşlediği etkili ve keskin bir monolog. Böylece hastalık protokolü iyice rahatsız edici ve etkileyici bir hale geliyor. Savaşandan daha güçlü olan bir nesne, bir kuvvet, bir dünyaya karşı umarsız bir savaş. Burada da oldukça çağdaş, "batılı" fakat kopya edilmek yerine dönüştürülmüş bir bakış açısı hakim. Bu oyun, ola ki Almanya'da çalışsaydı tiyat rolar tarafından kapışılacak olan son derece yetenekli yönetmenin üçüncü oyunu."Theaterheute 10-02 S. 24-25
ELEŞTİRİ
Yumak Olmuş Topluluğun Görülesi Oyunu:
ON İKİNCİ GECE
Akmen
Dikkat buyurunuz efendim, iki binlerin üçüncü yılında İstan bul'un Kocamustafapaşa semtinde yumak olmuş bir topluluk tiyatro yapıyor. Sözcüklerimi titizlikle seçerek "yumak olmuş" diyorum, çünkü amacını "özgürlüğün yaratılması, sanatın üretilmesi" olarak tanımlayan "Semaver Kumpanya"da, ta mamı konservatuar ya da çeşitli üniversitelerin tiyatro bölüm lerinden yetişmiş oyuncu, perdeci, büfe görevlisi, kitap standı satıcısı, aşçı, bulaşıkçı, temizlikçi gerçekten yumak olmuş, oluşturmuş. Aldıkları para yol paralarını karşılamıyor, umurla rında değil. Herkes herkesin işini yapıyor, özveriyle çalışılıyor, amaca inançla, özveriyle koşuluyor. Sahne arkasındaki pırıl pı rıl mutfakta yemeklerini kendileri pişiriyor, gene sahne arka sındaki odada provalarını yapıyorlar. Fuayede bir kütüphane. Girişte kukla yapım atölyesi ve terzihane. Bir de resim sergisi, insanın içine güneş doğuyor, insanı heyecanlandırıyorlar.
pe
cy a
Üstün
On İkinci Gece Tiyatro: Kumpanya Semaver Yazan: W. Shapespeare Çeviren: Zeynep Avcı Yöneten: Işıl Kasapoğlu Sahne Tasarımı: Hakan Dündar Işık Tasarımı: Işıl Kasapoğlu Sahne Teknikleri: Gürhan Elmalıoğlu Müzik: Joel Simon Dans Düzeni: Leman Yılmaz Dramaturji: Yavuz Pekman Şan: Şebnem Ünal Oyuncular: Akasya Asiltürkmen, Nurgül Uluç, Sarp Aydınoğlu, Tansu Biçer, Asil Büyüközçelik, Emel Çölgeçen, Burcu Demirtepe, Fatih Dönmez, Ümit ilban, Evren Kardeş, Serkan Keskin, Rojin Ülker, Sibel Altan, Bülent Çolak, Özlem Durmaz, Emel Elevli, Ali Savaşçı.
Işıl Kasapoğlu "nam" tiyatro tutkunu kotarmış bu işi. Yetmiş iki civarında genci etrafında toplayarak bir sanat odağı oluş turmuş. Ve de işe Shakespeare ile başlamayı yeğlemiş, ro mantik komedi "On ikinci Gece"yi seçmiş. Bilirsiniz elbette, ama ben gene de "On ikinci Gece"nin ana kaynağının, Barnube Riche'ni "Parewell to Militarie Profesion (1581, Askerlik Mesleğine Elveda)" adlı kitabındaki "Apolonius ile Silla" öykü sü olduğunu anımsatayım. Oyunun kraliçe Elisabeth'in Bracciano Dükü'nü sarayda ağırladığı on ikinci gecede (6 Haziran 1601) oynandığını söyleyerek işe başlayayım. "On ikinci Gece"nin konusu kısaca şöyle: Viola (Emel Çölge çen), bir gemi kazası sonunda ikiz erkek kardeşi Sebastian'dan (Ümit İlhan) ayrı düşerek, lllyria kıyılarına çıkar. Cesario adıyla, erkek uşak giysileri içinde Dük Orsino'nun (Sarp Aydınoğlu) yanına girerek yakınlığını kazanır. Orsino, Kontes Olivia'yı (Akasya Asiltürkmen) onulmaz bir aşkla sevmekte, ancak Olivia Orsino'nun aşkını geri çevirmektedir. Orsino, ça re olur umuduyla Cesario'ytı (Viola) aşk elçisi olarak Olivia'nın yanına gönderir; "Cesario" ise, Orsino'yu sevdiği için bu göre vi büyük bir yürek acısıyla yerine getirir; ancak, bu kez, Oli-
cy a
pe
cy a
pe
via'nın sevgisini kazanır. Bu arada, Viola'nın ikiz erkek kardeşi Sebastian çıkagelir ve "Cesario"nun tersine, Olivia'nın aşkını geri çevirmez, Olivia'yla onun yerine evlenir. Ancak, Sebastian'ın varlığıyla, kişilerin birbirleriyle karışmasıyla, olaylar da kördüğüm olunca, iki kardeş kimliklerini açıklamak durumun da kalır. Yanlış anlamaların, anlaşmaların ve gerçek sevgilile rin ortaya çıkması sonucunda, Dük Viola'yla, Olivia da Sebastian'la birer çift oluştururlar. Oyunun yan eylemi olarak ise, olaylar, yeğeni Olivia'dan para sızdırmak için, içki arkadaşı, budala bir genç olan Sir Andrew Aguecheek (Fatih Dönmez) ile Olivia'nın arasını yapmak için kendisini körükleyen, işe yara maz bir yiyip içici olan Sir Toby Belch (Tansu Biçer) yanı sıra, Olivia'nın özel eğitmeni, burnu havalarda, Püriten tavırlı Malvolio (Asil Büyüközçelik) ile kendisine iyi bir oyun oynamak için eline Olivia'dan düzmece bir aşk mektubu vererek, herke sin önünde gülünç düşmesini sağlayan soytarı Feste (Evren Kardeş) çevresinde döner. Oyunu Zeynep Avcı dilimize uyarlamış. Dil oyunlarıyla Shakesperare'i olabildiğince "bize" yaklaştırmış. Tutuk olmayan dil, güncel esprilerle de zenginleştirilmiş. Hakan Dündar'ın sahne düzeni de Işıl Kasapoğlu'nun göstermeci oyunculuk biçimini kullandığı ve fars temposunda işlediği rejisine uygun düşmüş. Leman Yılmaz'ın dans düzeni de iyi. Joel Simon'un müziği kutlanılacak nitelikte. Işıl Kasapoğlu, Shakespeare'in en büyük başarısının anlattığını yumuşak, ince, duyguları keskin, nükteli bir dille anlatmasında, çift anlamlılık ve hızlı geçişleri ustalıkla diyalogların içine yerleştirmesinde ve zengin imgelerle süsle mesinde, seyirciyi de her gelişmeye ortak etmesinde olduğu nu pekâlâ bilerek işe koyulmuş. Commedia dell'Arte'yi orta
oyunu ile hamur etmiş. "Makber" söyleyen anlatıcı ekleyerek oyunu bir güzel alaturkalaştırmış. Sirk ya da revülerde, akro bat, boğa güreşçisi ya da mim sanatçılarının çalışmalarında görülen biçimiyle soyut göze yönelik görüntüleri, müzikle ha reketli dinamik bir havaya büründürmüş. Soytarılık, maskara lık ve çılgın sahnelerle seyirciyi kavramış. Sözel saçmalıklarla yapıyı darmadağın etmiş bir karnaval havası yakalamış. Görü nüşte doğallıktan uzaklaştığı izlenimi verse de, şaşırtıcı bir gerçeklik ve inandırıcılığı bütün oyuna hakim kılmış, iki buçuk saat biraz uzun gibi görünse de seyircinin sıkılmadığı zengin liklerle dopdolu bir mizansen kurmuş. Sibel Altan, Emel Elevli, Ali Savaşçı'dan oluşan müzik grubun dan Sibel Altan bence oyuna yeterince dahil olamıyor. Rojin Ülker (Anlatıcı), Sarp Aydınoğlu, Ümit ilhan, Serkan Keskin (Fabian), Tansu Biçer, Fatih Dönmez, Asil Büyüközçelik, Evren Kardeş, Akasya Asiltürkmen, Burcu Demirtepe (Mari) ve Emel Çölgeçen'i daha iyi olmak, daha iyiyi bulmak, daha da iyi ver mek için kıyasıya rekabet içinde görmek seyirciyi mutlu kılıyor. "On İkinci Gece"yi mutlaka izleyin diyorum. Kılık değiştiren in sanlar, karıştırılan ikizler, onun buna şunun ona âşık olmasıy la karmaşaya dönüşen ilişkiler sizleri keyifli bir zaman tünelin den geçirecek, inanın bana. Dört yüz yıl önce yazılmış metin den günümüz aşk kavramına, kimliklere, kişiliklere, çıkar ilişki lerine Işıl Kasapoğlu'nun yaptığı göndermelere bizzat tanık olun. Biletler tam yedi, indirimli dört milyon altı yüz bin lira. izleyin bu oyunu. Günümüzde kaybedecek başka bir şeyiniz kalmadı artık, bari tiyatro yüreğinizi kazansın.
ELEŞTİRL
Karanlıkta Bir Işık: Tiyatro Tempo'dan Gerçekçi Bir çocuk oyunu
NİLÜFERİN BEBEĞİ
Unlu İngiliz oyun yazarı Davıd Wood çocuk tiyatrosu ace mi, tuhaf, sığ, sabit fikirli ve başarısız kişilerin yuvalandığı bir alan olagelmiştir" derken sanki sadece kendi ülkesindeki ço cuk tiyatrosunun geçmişini değil, Türkiye'deki çocuk tiyatro sunun durumunu da tarif ediyor. Bu bağlamda Türkiye'de çocuk tiyatrosu—çok az sayıdaki başarılı çocuk tiyatrosu gruplarına rağmen- hâlâ karanlık yıllarını yaşıyor. Bu sonsuz gibi görünen karanlığın içinde, başkentten bir tiyatro, Haluk Yüce'nin kurduğu Tiyatro Tempo bir yandan küçücük fakat çok kuvvetli bir ışıkla seyircisini ve tiyatroya gönül verenleri aydınlatmaya devam ederken bir yandan da bu karanlığın içinde bizlere Türkiye'de çocuk tiyatrosu nedir, ne değildir ve ne olabilirin en güzel örneklerini sergileyerek umudumuzu yitirmememiz gerektiğini hatırlatıyor. Bursa'da gerçekleşen 7. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Festivaline "Cadılar" (Karagöz gösterisi) adlı gölge oyunu ve Hint Fakiri adlı kukla gösterisiyle katılan ve oyununu jonglörlük gösterisiyle zen ginleştiren Haluk Yüce için Duygu Atay, "7 Değil, 77 Yıl Da ha..." adlı yazısında "Bence Haluk ülkemizde bu işi [çocuk ti yatrosu] en iyi yapanlardan biri değil, en iyisi"dir diyor (Tiyato... Tiyatro..., Kasım 2002).
pe cy
a
Ebru Gökdağ
Nilüfer'in Bebeği Tiyatro: Tiyatro Tempo Yazan: Emine Kaygım Yöneten: Haluk Yüce Koreografı: Ayşegül Sökmen Yıkılmaz IşıkTasarımı: Murat İpek Oyuncular: Emine Kaygun, Haluk Yüce
Bursa'daki Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Festivali'nde izleme olanağı bulduğum Tiyatro Tempo'nun bir başka gösterisini izleme şansım 16 Ekim 2002 tarihinde Ankara Üniversitesi Kültür ve Sanat Evinde (ANKÜSEV), Tiyatro Tempo'nun yeni yapımı Emine Kaygun'un yazdığı "Nilüfer'in Bebeği" adlı oyun sırasında gerçekleşti. ANKÜSEV'in kapısında sıcak bir gülümsemeyle karşılandıktan sonra sayın Ahmet Önel'in güçlü kalemiyle hazırlanmış "İlk Güne Tanık Olmak" adlı, oyunun içeriğinden söz eden bir yazıyla daha fuayedeyken yüzümüze bir tebessüm geliyor. Ahmet Önel "Az sonra gü zel bir olaya tanıklık edeceksiniz. Küçük Deniz'i hep birlikte anaokuluna uğurlayaCAGIZ" (vurgu bana ait) diyor ve bu ya zısıyla tüm seyircileri daha fuayedeyken oyunun içine katıyor. Sayın Önel'in satırlarındaki gibi oyunun başından sonuna ka dar, salonu dolduran tüm seyirciler, hem çocuklar hem de ebeveynler, hep birlikte Deniz'in anaokuluna uğurlanmasının
a
görmediğimiz Deniz ile yuvaya giden "iyi" bir çocuk örneği değil, sadece ilk kez yuvaya gitmeye hazırlanan bir çocuğun kaygılarını ve duygularını izliyoruz. İşte bu yüzden de çocuk seyirciler kendilerini ne işlenen konuya ne de sahnede göste rilen dünyaya yabancı hissettiler. Deniz'in yuvaya gitmekten korktuğunu öğrenen seyirci-çocuklar böylece kendilerini kor kak olarak değerlendirmek yerine, korkunun normal olduğu nu algılayacaktır. En sevdiği oyuncağını, bebeğini, yuvaya gö türüp götürmeme çelişkisi gibi somut kaygıların çocuk dünya sından süzülen bir gözle anlatıldığı oyun aynı zamanda seyirci-çocukların bu tür kaygılardan suçluluk veya utanç duymala rını engellemiş oluyor. "Nilüfer'in Bebeği" bu ritüelistik süre ci (anaokuluna gitme) somut gerçeklerle çocuğun bakışından ve ebeveynlerin hayatından en güzel ve eğlendirici örneklerle sergiliyor. Basit ve somut problemler -o sabah erken kalkabil mek veya kahvaltıyı 'ekmeği yakmadan' hazırlayabilmek- ço cuklardan istenen yardımlarla veya çocukların uyarılarıyla çö zümleniyor. Sahnede olanlara katkılarından dolayı, oyun ço cuk seyirciler için çok daha çekici ve eğlendirici hale geliyor. Gerçek öğelerin kullanıldığı ve sadece bir evin mutfağını gös teren dekor oldukça canlı, Yüce'nin çaldığı akordiyonla ve seyircinin de katılımıyla, oyunun müziği de dekoru gibi oyu nun hem görselliğini hem de bütünlüğünü destekliyor, pekiş tiriyor. Oyunculuk açısından Haluk Yüce'nin renkli kişiliği, espiri anlayışı ve en önemlisi altını çizdiği profesyonelliğiyle iyi bir oyunculuk sergilerken, Emine Kaygun heyecanlı, bir anne yerine, sanki 15-16 yaşında olmaya çalışan bir anneyi, yetişki ni canlandırıyor. Fakat bu durum genel anlamıyla oyunun ba şarısını bozmuyor.
pe
cy
heyecanını paylaştık. Oyunun yazarı Emine Kaygun'un çok bi linçli bir şekilde hem çocuk pedagojisiyle ilgilenen uzman bir kişiye danışarak hem de çocukların fikirlerini alarak hazırladığı metinin iyi bir araştırma ve yoğun çalışmalar sonucu ortaya çıktığı sahnede kendisini en açık şekliyle gösteriyor. Her ço cuğun er veya geç mutlaka yaşayacağı Ahmet Önel'in deyi miyle "evin dışındaki hayata ilk adım"çocukların bakış açısıyla, çocuğun yaşadığı bu çelişkiyi çok çekici ve basit bir öykü hali ne getirip, çocuğun bu zor durumu anlamasını, ileriki hayatın da gerçekleştireceği başlangıçlardan belkide en önemlisini oluşturan anaokuluna ilk adımını yeni bir gözle kavramasını sağlıyor. Emine Kaygun'un en büyük başarısı ise çocuklar İÇİN değil, çocuklarla İLGİLİ bir oyun metni hazırlamış olmasıdır. Bu oyunda çocukların anaokuluna gidecekleri ilk güne, o en önemli başlangıca bakış açıları, kaygıları, korkuları, düşüncele ri ve beklentileri çocuk gözüyle değerlendirilip, onların gözüy le anlatılmış. Tüm bunlar oyundaki iki güçlü karakterin (oyun da sadece iki karakter var) Anne (Emine Kaygun) ve Baba (Haluk Yüce), Deniz'in hayatındaki bu "ilk"in aslında ebeveyn lerin hayatlarındaki en önemli ilklerinden olduğunu evlerinde yaşadıkları ve tüm seyircilerin empati kurabildikleri, heyecan, mutluluk, sabırsızlık, şaşkınlık içinde, sanki kendileri ilk kez anaokuluna başlıyacakmış gibi yaşadıkları, önemsedikleri hat ta bir ritüele dönüştürdükleri, bundan dolayı evdeki davranış ların çoğunun sakarlığa dönüştüğü durumdan çıkan komiklik lerle anlatıyorlar. Tüm bunları ders veya öğüt verme şeklinde değil, bir çocuğun neler yaşayabileceğini, geçirebileceğini gösteren basit bir öykü içinde ele alarak gerçekleştiriyorlar. Oyunun baş kahramanı olan fakat oyun boyunca sahnede
Oyun sonrasında, çocuk ve yetişkin seyircilerden oyun hakkın daki görüşlerini paylaşmalarını isteyen Emine Kaygun ve Ha-
luk Yüce'nin, daha neler yapabiliriz, kendimizi nasıl geliştirebi liriz, sorularına çok içten ve samimi cevaplar veren seyirciler hem memnuniyetlerinden hem de bu yaş grubuyla ilgili yazıl mış kaynaklardan haberdar ettiler oyuncuları ve diğer izleyici leri. Daha sonra Haluk Yüce, oyunda görmediğimiz ancak oyunun en önemli karakteri olan ve oyunu izlemeye gelen gerçek Deniz'i bize tanıttı. Daha az önce anaokuluna başla ma kaygı ve duygularına ve bu durumun çevresinde yarattığı heyecana tanık olduğumuz Deniz'i görmek, oyun süresince yüzümüzden gülümsemenin eksik olamadığı akşama bam başka bir keyif kattı. Oyun sonrası verilen kokteylde seyirci ler, oyunun başarısı ve anaokulu çağındaki çocukların kaygıla rını içeren sohbetlerine devam ettiler. Bazılarına göre oyunun başarısı bir öğüt veya mesaj verme çabası yerine, anaokuluna giden bir çocuğun kaygılarını olduğu gibi içeren hayattan bir kesite tanıklık etmemizi sağladığındandı. Bazılarına göre oyu nun hedef kitlesinin iyi belirlenmesi ve bu hedef kitlesinin özelliklerine uygun bir oyun hazırlanmasındaydı.
Yararlanılan Kaynaklar: Griffiths, Trevor R. and Carole Woddis. The Back Stage Theatre Guide. New York: Watson-Guptill publications, 1991. Barba, Eugenio. "The Essence of Theatre." The Drama Review 46.3 (Fail 2002): 12-30. Atay, Duygu. " 7. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Fetivali: 7 Değil 77 Yıl Daha... ." Tiyatro... Tiyatro... Sayı: 124 (Kasım 2002): 42-45.
pe cy
a
Yukarda belirtilen tüm görüşler elbette "Nilüfer'in Bebeği" adlı oyunu başarıya ulaştıran etkenlerdendir. Fakat beni en çok ilgilendiren konu sadece "Nilüfer'in Bebeği" adlı oyunun başarısı değil, Tiyatro Tempo'nun kurulduğu 1985 yılından beri gösterdiği başarıdır, inancım, Tiyatro Tempo'nun başarı sının kaynağı incelenir ve bundan bazı sonuçlar çıkarılırsa, özelde çocuk tiyatrosunun içinde bulunduğu karanlığı daha da koyulaştıranlar ve zaman zaman bu karanlığı kırıp ona ışık verenler, genelde de tiyatro sanatıyla ilgilenen her birey bu başarının özünden yararlanacaktır, işte bu başarının arkasın
daki etkeni tek bir kaynakta bulacağımı düşünüp, belki de ek sik olan sorumun cevabını yanlış yerlerde ararken, sayın Haluk Yüce ve Tiyatro Tempo'nun sırrını Eugenio Barba'nın bir makelesinde bulduğumu sanıyorum. İşte Haluk Yüce gibi tiyatroya ışık verenlerin sırrını Eugenio Barba "The Essence of T h e a t r e " adlı makalesinde şöyle dile g e t i r i y o r : "Verebileceğinizin en mükemmelini vermelisiniz size olağanüstü bir hediyeyle gelen seyircilere; size hayatlarının iki veya üç saatini sunan, tarafsız ve dürüstlükle kendilerini ellerimize bırakan seyircilere. Onların bu cömertliğini mükemmelikle ve aynı zamanda duyularını, şüphelerini, açık yürek liliklerini ve gaddarlıklarını sınama ve çalıştırma göreviyle yükümlüyüz..." (TDR, Fail 2002). Haluk Yüce'nin, dolayısıyla Tiyatro Tempo'nun başarısı seyircilerinin kendisine verdiği bu "olağanüstü" hediyenin; çok kısa olan insan ömründen iki saat gibi çok uzun bir sürenin, değerini bilip bu hediyenin kar şılığını en mükemmel şekilde ödeme bilincinin getirdiği sorumluluk ve disiplinle tiyatro yapmasından kaynaklanıyor. Bu bilincin tiyatro yapan herkesde oluşması dileğiyle...
ELEŞTİRİ
Yerli ve Güçlü Bjr Oyun:
İÇERDEKİLER Emre
Adana Devlet Tiyatrosu, yerli ve güçlü bir oyun sunuyor: "İçerdekiler". Melih Cevdet Anday'ın yazdığı, Mustafa Kurt'un yönettiği oyun, izleyici ile birlikte insanı ve yaşamı sorgulaya rak ilerliyor. Getirilen eleştiriler beyinlerin kıvrımlarından geçe rek ince bir gülmece ile tepki alıyor.
pe cy a
Mustafa
1965 yılında yazılan oyun, güncelliğinden ve gücünden bir şey yitirmemiş. Klasik Türk oyunları arasında sayılsa yeridir. Oyun hem yerli, güçlü hem de çağdaş ve evrensel nitelikler taşıyor. Yapısı, dili, bildirisi ile izleyicilerden de çaba istiyor. "İçerdekiler" öyle her babayiğidin üstesinden gelebileceği bir oyun değil, ama Devlet Tiyatroları'nın uç beylerinden Adana Devlet Tiyatrosu başarı ile taşıyor. Türk dili ve yazınının 'çetin ceviz'i Melih Cevdet Anday'ı 'iyi okuyan' Adana Devlet Tiyat rosu Yönetmeni Mustafa Kurt, çözümlemesini şöyle özetliyor: "Daha önce Melih Cevdet Anday'ın Mikado'nun Çöpleri oyu nunu sahnelemiş, oyuncularla birlikte bundan büyük mutluluk la ayrılmıştık. Seyircimiz oyuna büyük ilgi göstermişti. Şimdi de "İçerdekiler" oyunu ile baş başayız. Daha ilk günden oyunda görevli arkadaşlarımızla metnin sağlamlığı, kurgusu, çatışması ve dili konusunda hemfikir olduk. Böylesine mükemmel, çağ daş, çarpıcı, evrensel bir eseri çarpıtmadan kendi zenginliği içinde abartmadan seyircimizle buluşturmak istedim."
İçerdekiler Tiyatro: Adana Devlet Tiyatrosu Yazan: Melih Cevdet Anday Yöneten: Mustafa Kurt Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Malike Başkan Işık Tasarımı: Özer Kuşkaya Oyuncular: Tevfik Tartal, Cüneyt Mete, Demet lyigün.
Yönetmen bu anlayışla iyi bir kadro oluşturmuş. Rol alan oyuncular oyunu iyi kavramış, kişilikleri iyi çözümlemiş. Bu ni telik kendini hemen belli ediyor. İzleyicilerin oyuna gösterdiği ilgi içten ve somut. Öyle bir izlenim ediniyoruz ki oyuncular ile izleyiciler bir çizgide ilerliyor. Çizgi, bilincin altı ve üstü, sağı ve solu, önü ve ardı... Oyuncular yaşamı sorgular yargılarken izle yenler de adım adım onları izleyerek kendilerini gözden, beyin den geçiriyorlar. Ne denli içerdeyiz, kimin için içerdeyiz, ger çekten içerde miyiz? Birbirini izleyen bir yığın soru ve sorun. Oyun özünde baskıyı yargılar. Çünkü, "baskının olduğu yerde hangi bir ülkesinde geçer demekle bu gerçeği vurgulamış olur. "Içerdekiler"de tutuklu bir öğretmenin direnişi işlenir. Siyasi büronun başkomiseri bir bildiri nedeni ile yasal olmayan bir bi-
a
pe cy
belli olan oyunlarına kendi duyarlılıklarını da katarak tempoyu ve ritmi düşürmüyorlar. Polisi oynayan Tevfik Tarhal genç ve deneyimli bir oyuncu olarak göz alıyor. Rolünü bütün ayrıntıları ile oynuyor ve soluklu bir oyunculuk örneği veriyor. Bunu ya parken ne şeşiniyor ne de gevşiyor. Bütün gücünü ve duyarlılı ğını değerlendirmesi izleyicilerde saygı uyandırıyor. Tutuklu ro lünde izlediğimiz Cüneyt Mete, oyun boyunca geçirdiği değişi mi yalın ve gösterişsiz bir biçimde aktarıyor. Susuşları ve çıkışla rı ile bir denge yakalıyor. Sesini ve bedenini iyi kullanarak bü tün özellikleri veriyor. Kız rolünü oynayan Demet lyigün, içli ve içten oyunculuğu ile yüreklere işleyen bir genç kız çiziyor, ince yapısı, içli sesi insancıl duyarlılıkları yalın ve etkin bir oyunculuk la sunuyor. Oyuncuların birbiri ile etkileşimi, söylenenler kadar söylenmeyenler için de geçerli. Oyunda aydınlıkla karanlık, doğrulukla yanlışlık, haykırışla suskunluk... işlevsel bir süreci iz liyor. Özellikle duvarda dolunay gibi duran saat oyunla birlikte tıkır tıkır işlerken ilginç bir imgelem vermektedir.
pe cy
a
çimde tutukluyu sorgulamaktadır. Başkomiserin üstünde yukarıdakilerin baskısı vardır. Sonuç almak için çeşitli yollara başvu rur, ancak başarılı olamaz. Tutuklu öğretmen mantık ve sağdu yu ile direnmektedir. Bu arada sorgunun yer değiştirdiğini se zinleriz. Başkomiserin bir çıkış yolu kalmıştır: Tutukluyu büro sunda eşi ile buluşturmak ister. Haber verilir, kadın beklenir, ama gelen baldızdır.
Oyunda konudan çok düşünce, daha doğrusu konuyu oluştu ran düşünce ağırlık kazanmaktadır. Yazarın çizdiği kişilikler bu çağdan, bu toplumdan çıkarak evrensel bir çizgiye ulaşır. Kişi ler ve onları belirgin kılan görüşler hem yerlidir, hem de evren sel. Çağın içindeki çağdışılık ortaya çıkar. Yazarın dediği gibi insanlığın ortak değeri düşünceler olaylara yön vermektedir. İzlediğimiz oyunda amaç ve araçların yerli yerine oturduğunu anlıyoruz. Anlıyoruz ki tiyatro çağdaşlığın güçlü sözcüsüdür. Sahnede ışıktan müziğe, dekordan kostüme uyumlu bir çalış ma örneği var. Üç genç oyuncu, ayrıntılı ve soluklu oyunları ile izleyicilere çağdaş tiyatroyu ve onu yaşatan düşünceyi sunu yor. Oyuncular, ince eleyip sık dokuyarak polis, öğretmen ve kız rollerini başka seçenek düşündürmeden başarı ile veriyor. Üç oyuncu da içten, soluklu ve işlerine saygılı. Bu da inandırıcı olmalarını sağlıyor. Yönetmen, iyi bir rol dağılımı yapmış. Kişi likleri sahneye yayarak, toplayarak yalın bir devinim düzeni ge tirmiş. Ayrıntılar değerlendirilmiş; eleştiri ile gülmece bu değer lendirmeden büyük payını almış. "içerdekiler"de Sertel Çetiner'in yalın ve işlek dekoru, Maliye Başkan'ın kostümü ile uyumlu. Işık düzeni oyuna bir kişilik gibi katılıyor. Özer Kuşkaya'nın ışıkları yeni bir boyut getiriyor. Tek nik çalışmalar birbirini bütünlüyor. Üstelik engingönüllü bir bi çimde. Her şey oyunun özünü öne çıkarıyor. Bu anlayış ve yak laşım dizisi üzerine yazarın sorgulayıcı tavrı kurulmuş oluyor. Sözel ve düşünsel yanı ağır basan oyunu ayrıntıların çekiciliği, güzelliği ile aksatmadan oynayan ve büyük çaba gösteren oyuncuları da kutlamak gerekir. Ne rollerini abartıyorlar, ne de rollerinin altında kalıyorlar. Emek ve bilinçle değerlendirildiği
"Içerdekiler'i izleyip dışarıya çıktığımız zaman usumuz içeride kalıyor. Kafamızda oluşan bin bir düşünce yaşama daha farklı bakmamızı sağlıyor. "Keşke" diyoruz ister istemez, "Oyunu oynaanırken aramızdan ayrılan Melih Cevdet Anday da bu oyunu izleseydi, oyunlarının oynanış ve sahneleniş farklarını söyleyebilseydi ne güzel olurdu. Oyunu daha iyi daha geniş kavramış olurduk." Anday 1915 ile 2002 yılları arasında yaşarken nice ölümsüz yapıt üretti, insanlığa armağan etti. Düşünür kimliği ile hangi alana, hangi dala el atsa güdü yapıtlar ortaya koyu yordu: Şiirden denemeye, romandan tiyatroya... O bir yeni çağ düşünürüydü. Bu yapıtı da yalnızca bize değil, bütün dünyaya bir katkı oldu. Ne mutlu bize; onu anladık, güçlü oyunu Içerde kiler'i düşünce zenginliği ile oynadık, izledik, tiyatro yolu ile ya şam dağarcığımıza nice düş, düşünce, im, imgelem kattık. "içerdekiler" gibi güç bir oyunu başarı ile sahneleyerek yönet menlikte büyük aşama gösteren Mustafa Kurt'u bize bu düşünsel katkıyı ve tiyatro tadını sağladığı için kutlarız.
GÖRÜŞ-
Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumucu'ya Açık Mektup
KENDİM İÇİN BİR ŞEY İSTİYORSAM NAMERD(DEGİL)İM! Duygu Atay Sayın Bakan, sizden kendim için bir şey istiyo
a
rum ve namerd olduğumu da hiç sanmıyo rum. Konu: İlköğretim Okulları. Bildiğinizi san dığım gibi, söz konusu okullar, bir öğretim yılı içinde okullarına çeşitli tiyatro gurupları getirir ler. Bir ya da bir kaç oyun izler öğrenciler. Bu okullarda oyun oynayabilmek için tiyatro gu rupları oyun metinlerini, Milli Eğitim Müdür lüklerinde, ilgili birime incelenmek üzere ver mek zorundadır. Onay alındıktan sonra, önce den anlaştıkları okullara gidip, oyunlarını oy nayabilirler. İşin buraya kadar olan kısmı, nor mal. Bam teli de zaten bundan sonrası.
pe
cy
Milli Eğitim Müdürlüklerine onay almak için yapılan bütün başvurular -nedense- onay al maktadır. Eğer bütün tiyatro gurupları, bütün oyun metinleri onay alacaksa, bu incelemeye ne gerek vardır? Sadece İstanbul'da bir ay içinde onay alan oyun sayısı 150'nin üstünde. Onay almadan oynayan korsan tiyatroları hiç saymıyorum. Bu onay alan metinlerin, hangi yaş gurubu çocukları için uygun olduğu, asla belirtilmez. İçinde çocukları ömürboyu mutsuz edebilecek konular, cümleler olabileceği gibi, oyun metninin nasıl sahneleceği, estetik, sa natsal ve pedagojik boyutlarının olup olmadığı hiç akla gelmez. Oyun metinlerini inceleyen kurul, kimlerden oluşmaktadır? Her guruba, her metne, daha oyunu görmeden "uygun dur" vermek zorunda mıdırlar? Geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklar, hangi kültürel tüketimden geçecektir? Dergimizin de bir tiyatro gurubu var. Biz de çocuk tiyatrosu yapıyoruz. Ön çalışması, dramaturjisi, pedagojik çalışmasıyla, araştırma, prova dönemiyle 1,5-2 yıl arasında bir oyun çı kartabilirken, oyunumuza izin başvurusunda bulunup , 'uygundur'u alırken, bizimle birlikte 150 oyun metninin daha aynı onayı aldığında mutsuz oluyoruz. 12 yıldır yayımlanmakta olan dergimiz, çocuk tiyatrosuna ne kadar önem verdiğini, bu ülkede ilk kez Çocuk Tiyatrosu Kurultayı'nı 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla düzenleyerek göstermiştir. Hal
böyleyken, Saksağan Kabare Tiyatrosu, Ortadirek Tiyatrosu, Lila Ajans Casting, Mavi Uçurtma Çocuk Tiyatrosu gibi hiç duymadığımıztopluluklar, sezonda 5 (yazıyla beş) oyun(!) çıkaran gurupların, estetiğe, kaliteye, sanatsal kaygıya, pedagojiye, bu süreye baka rak, önem vermedikleri, veremeyecekleri orta dadır.
Bu durumda çocuk tiyatrosu yapmaya uğra şan bir kaç gurup, haksız rekabetle karşı karşı ya kalıyorlar, mağdur oluyorlar. Bu kurulların aslında metin aşamasında kontrol yerine, oyunlar oluştuktan sonra video ya da CD'leri izleyerek ve sanatsal kıstas uygulayarak, baş vuran HER GURUBA 'uygundur' vermemesi, sadece yukarıda saydığım niteliklere uygun gurupların okullarda oynayabilmesi gerekmek tedir. Bu konuya eğilmenizi ve pedagog, oyun yazarı, tiyatroculardan oluşan bir kurulun yu karıda saydığım kriterleri gözönüne alarak, oyun hazırlandıktan sonra izleyerek 'uygun dur' kararı vermesi, sizden kendim için isteğimdir. Bu durumda haksız rekabet ortadan kalkacak sadece 'İYİ' olanlar çocuk izleyiciye ulaşacaktır. Bir başka nokta da, mutlaka bildiğiniz gibi, okul müdürlüklerinin temsil sonrası toplanan paranın %25'ini Milli Eğitim Müdürlüklerine teslim etmesi gereğidir. Çoğunlukla bu da uy gulanmamakta, bazan hasılatın yarısı dahi okul müdürlüklerince istenmekte ve bu para il gili yere yatırılmamaktadır. Çocuk tiyatroları kanayan bir yaradır Sayın Ba kan. Bu bakanlıkta çözmek zorunda olduğu nuz sorunların çokluğunu, personel yetersizli ğini biliyorum. Me var ki yukarıda saydıklarım, yarınımızın güvencesi çocuklarımızın kültür tü ketimi ile ilgilidir ve yaşamsal önemdedir. Yukarıda sıraladığım sorunların çözümü, zor değildir. Eski dönemlerde yapıldığı gibi, ciddi ve tarafsız bir kurul, oyunlara NOT verecektir sadece. Uzun süredir İYİ çocuk tiyatrosu yap mak için uğraşan biri olarak bunu istemek hakkımdır sanıyorum.
SÖYLEŞİ
Bozkurt Kuruç İle
"GERÇEK ÇEŞİTLEMELERİ" ÜZERİNE Atilla Gürçay 24 Aralık Salı günü Yeni Sahne'deki prö miyeri ile seyirci karşısına çıkan "Gerçek Çeşitlemeleri"nin rejisörü Bozkurt Kuruç ile oyunun üzerine söyleştik.
pe
cy a
Sayın Kuruç; oyundan genel hatlarıy la bahseder misiniz? Tabii, ama oyunun tamamını anlatırsak espirisi biter. Çünkü oyun süprizlerle do lu. Süprizler üzerine kurulmuş. Oyun Fransız asıllı yazar Eric Emmanuel Schmitt'in. Yazım alanında çok geniş çe şitlemeleri var. Oyunu daha önce "Helen Helen" adıyla Kenter Tiyatrosu'nda oy namış. Devlet Tiyatroları'nda ilk kez ve orijinal adıma en yakın adla oynuyor. Oyun, gerçek ile insanın düşünceleri ara sındaki uçurumu, aşkın kişiden kişiye na sıl yorumlandığını anlatan ilginç bir eser. Gerçek nedir? Bireyler arasındaki ilişkiler de X'in gözlemlediği ile Y'nin gözlemle diği gerçek farklı. Her bireyin hayatı algılamasındaki gerçek, göreceli değerler ta şıyor. Bu düşünceyi aşk zemini üzerine oturttuğumuzda iş daha da çetrefilleşiyor.
Gerçek Çeşitlemeleri Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Eric Emmanuel Çeviren: Serap Babür Yöneten: Bozkurt Kuruç Sahne Tasarımı: Güven Öktem Giysi Tasarımı: Fatma Görgü Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan Oyuncular: Alpay Izbırak, Okan Şenozan
Gerçekte kimi severiz? Karşımızdakini mi? Kendimizi mi? Oyun bu zemin üze rinde haretekleniyor. Oyunda iki karekter var. Ekonomik özgürlüğünü kazan mış Nobel Ödüllü bir yazar ile röportaj yapmaya gelen mahalli gazetede görevli bir gazeteci. Olay bu ikili arasında geçi yor. Yazar Abel Znorko (Alpay izbırak) aşkı şehvetle özleştirirken, gazeteci Erik Larsen (Okan Şenozan) sevgi, şevkat, fe dakarlık, sahiplenme ve gerçeği görerek yaşamak olarak kabul ediyor. Bu değerler, iki farklı karakterin boks ringindeki savaşına benziyor. Çok acımasız bir mücadele. Yönettiğiniz Şaylok oyunu ile Sanat
Kurumu'nun 2000-2001 "En İyi Reji Ödülü"nü alırken; Şaylok rolüyle Al pay İzbırak "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü aldı. Buradan hareketle ödüller konusundaki görüşleriniz ne dir? Söyleyeyim! Sanatta değerlendirme gö recelidir. Yani her bir jüri kendi ortak be ğenisine göre kişiyi, yapıtı ya da kurumu değerlendirir. Farklı jürilerde bu değerler farklılaşır. Bizim şunu kabul etmemiz ge rekiyor. Ödül veren resmi, yarı resmi ku ruluşlar var. Seçici kurullarında kendi de ğer ölçülerine göre takdir hakları var, bunu hem sanatçılar, hem kamuoyu ka bul ediyor. Ankara'da bir Sanat Kurumu var. Bu kurum yıllardır tiyatro ve diğer güzel sanatlarla ilgili sanatçıyı teşvik amaçlı ödüller veriyor. Bu çok güzel bir şey. Sanatçının en büyük ödülü alkışlar dan sonra. Kuruluşlarca teşvik edilmesi onur verici.
Devlet de bir zamanlar, Türkiye'yi yurti çinde ve dışında uzun yıllar başarıyla temsil etmiş sanatçıları, Devlet Sanatçısı unvanıyla ödüllendiriyordu. Sonra deje nere edildi. Bence amacına ulaşan bir ödüllendirmeydi. Çünkü Devlet Sanatçılı ğı fikri Senfoni Orkestralarında, Opera'da Bale'de, Tiyatro'da ve devletin des teklediği kurumlarda hizmet etmiş sanat insanlarına temeli 657'ye bağlı bir onur landırma sıfatıydı. Ödüllendirme katagorileri belirlenmediği için süreç içinde de jenere oldu ve bitti. Peki sanatçının emeklisi olur mu? Hayır sanatçının emeklisi olmaz. Bu ke sin. Biz nerden emekli oluruz. Bir resmi kurumdan. SSK'ya bağlı olsaydık oradan emekli olacaktık. Buradaki emeklilik, devletin geçkin yaşında sanatçıya sahip çıkmasının sembolik bir yapısıdır. Devlet
pe
Sanat eğitimi almadıkları hal de sanatçılarla dizilerde ya da filmlerde rol alan insanları bir sanatçı gözüyle nasıl değer lendiriyorsunuz? Önce sanatçılık sıfatını konuşa lım. Son zamanlarda Türkiye'de öylesine yaygınlaştı ki vesikasız, belgesiz, diplomasız önüne ge len ben sanatçıyım diye dolaşı yor. Olmaz öyle şey. Bu ülkede berber dükkanını açarken bile belli kurallara tabiisin. Bir belge sunmak zorundasın. İş yapabilir belgesi almak için ya kursa, ya okula gidiyorsun ya da sınava gi riyorsun. Sanatçılık sıfatı dejene re olmuştur. Bizim kuşağımızdakiler yani sanatçı arkadaşlar; ben tiyatrocuyum, ben müzisyenim diyor. Bahsettiğimiz diğer piyasa ya da hak vermiyor değilim, oyunda olduğu gibi et de satıla bilir, sebze de. Farklı bir piyasa. Dolayısıyla sıfatların belirlenmesi, sınırların konulması ve belgelen mesi gerekir.
cy
Ama 657'den, emekli olan sa natçımızın bugün aldığı ma aşın azalması, sanatçımızı ekonomik anlamda zorlamı yor mu? Bir de "ben tiyatro sahnesinde varım dizilerde, sinemada oynamam" düşün cesinde olmaları ekonomik olarak zorlanmalarını getirmi yor mu? Sanatçı performans değeri de vam ettiği sürece sanatçı; etme diği sürede emekli. 3 ya da 5 emekli maaşını alıyor. Perfor mans değeri sanatçıysa sanatını yaparken yine aynı parayı alıyor. Aldığı parayla emekli maaşının toplamı, alınan maaşın üstüne çıkıyor.
a
Tiyatroları'nın Opera'nın, Senfo ni Orkestralarının ve Kültür Ba kanlığına bağlı diğer kurumların 657'le bağlantısı sadece emekli likle ilgilidir. Devlet Tiyatrola rı'nın Opera'nın tüzel kişiliği var dır. Buradan da ben memurum zihniyeti ortaya çıktı. Hayır kimse memur değil.
Teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim.
ELEŞTİRİ
Siyasal Fanatizmin Çatlattığı Dostluk:
BU ADRESTE BULUNAMADI
Tiyatro İstanbul, Gencay Gürün'ün yönetiminde biri Yahudi olan iki Alman'ın, parçalanamaz gibi görünen, hem de ticari başarıyla desteklenen dostluklarının hazin öyküsünü işliyor. Martin Schulse ile Max Eisenstein, Amerika'da ortak galeri aç mış, zengin ve görgüsüz Amerikalılara tablo "kakalamaktadır lar". Max, bir mektubunda şöyle der: "İşler iyi gidiyor. Mrs. Levine küçük Picassso tablosunu istediğimiz fiyata aldı. Ama asıl başarım Mrs. Fleshman'ı o çirkin Meryem Ana'yı almaya ikna etmek olacak. Epey yumuşadı. Kimse ona koleksiyonundaki herhangi bir tablonun kötü olduğunu söylemeye gerek duy muyor. Çünkü hepsi kötü." Alman Almanya'ya döner ve ken dini siyasal girdaba kaptırır. Amerika'da kalan Yahudi ortak ise, işleri sürdürmektedir. Yani işler tıkırındadır. Oysa, her mek tupta iki dostun arasındaki duvar biraz daha çatlar. Siyasal fa natizm, Martin Schulse'yi gün be gün daha bir sarıp sarmalar. Nazizmin o pek bilinen baskısı, zulüm giderek mektuplara si ner, hazin son için ağlar örülür.
pe cy
a
Üstün Akmen
Amerikalı gazeteci-yazar Kressman Taylor'un birkaç gerçek mektuba dayanarak kaleme aldığı ve gerçek yaşamdan yansıt tığı kesit, 1938 yılında yazılıp yayımlanmış. Bu tarih, anımsanabileceği gibi Nazi ideolojisinin yükselişte olduğu, fakat II. Dün ya Savaşı'nın henüz başlamamış olduğu bir dönem, işin ilginci, kitabın yeni baskılarının Doğu ve Batı Almanya'nın birleştiği ve Neo Nazizmin doğup yükseldiği 1990'lı yıllarda yapılması. Ye ni baskılar öylesine tutmuş ki, satış rekorları kırmış. "Inconnu a Cette Adresse" başlığıyla Fransa'da yayımlanan çevirisi, Eylül 2000 itibariyle en çok satanlar listesinin 10. sırasından aşağı inmemiş. İngiltere'de, geçtiğimiz sezon da Paris'te sahnelen miş.
Bu Adreste Bulunamadı Tiyatro: Tiyatro İstanbul Yazan: Kressmann Taylor Çeviren: Gencay Gürün Yöneten: Gencay Gürün Sahne Tasarımı: Ersin Satgan Giysi Tasarımı: Gencay Gürün Oyuncular: Can Gürzap-Cihan Ünal
Oyunu kimi eleştirmen ablalarım, ağabeylerim, kardeşlerim, bacılarım güncel bulmamış. Canlarım benim! Köhnemiş konu olarak değerlendirmişler. Aşk olsun onlara. Ne de çabuk unut tular? Askeri darbelerden sonra, korkularından yere yüzüko yun yatan yüzü koyun gibi anlamsız az mı Cizvit vardı eşini dostunu satan? Siyasal dalgalanma günlerinde az mı dost var dı arkadaşını gammazlayan? Az mı satılmış vardı, siyasal erkin önünde kemik yalayan? Yani ben oyunu Türkiye'de geçiyormuşçasına izledim. Sevdim.
a pe cy
"Bu Adreste Bulunamadı"yı Gencay Gürün Türkçeleştirmiş. Yö neten de kendisi. Gencay Gürün zamanında sahne tozu yut muş, gönlü tiyatroyu tutmuş bir kişilik. Bir röportajında Tiyatro İstanbul'un Genel Sanat Yönetmeni olarak: "Yılda üç ayrı pro düksiyon yapıyoruz, pahalı salonlarda starlarla oynuyoruz" di yerek masraflı bir grup olduklarını söylüyor, ilgisizliğin devam etmesi halinde kısa süre sonra İstanbul'da tiyatro kalmayacağı nı anlatıyordu. "Popçulara gösterilen ilginin onda biri bize gös terilse sorunlar çözülecek. Tiyatrosuz bir ülke, herkese sorun yaratır" derken, kurtuluş reçetesine de "eğitim, medya desteği, devlet yardımı ve sponsor desteği" ilaçlarını yazıyordu... Ben, Gencay Gürün'ün yakınmalarına yerden göğe hak verdiğim den, kimi "gişe endişesiz" oyunlarını eleştirsem bile, bugüne değin yaptıklarını saygıyla izledim. Ama "Bu Adreste Buluna madı" gerçekten farklı.
Öncelikle çevirinin yalın ve tiyatro diline uygun olduğunu söyle yeceğim. Sonra işin reji kısmına geçeceğim. Geçerken, Gü rün'ün oyunu iyi okuduğunu ve bu iyi okumadan dolayıdır ki, oyunu metinden sahneye taşırken göstergesel hünerini göster diğini, dramatik kurguyu iyi yakaladığını söyleyeceğim. Sahne olaylarının bir bütün olarak, ancak devam ettikleri sürece var oldukları elbette pek bilinen bir olgu. Gencay Gürün'ün bu ol gudan yararlanışının, yola çıkışının da başarılı olduğunu ekleye ceğim. Sevgili Şehnaz Pak (Milliyet Kültür & Sanat 28.11.2002) kardeşimin görüşüne hiç mi hiç katılmayıp, esa sında sağlam bir şekilde kavranması hali "müşkül", hafif kay pak, biraz da güvensiz bir yapıya sahip, durağan metni oyun cuların bedenlerine, seslerine, ruh durumlarına, ışık ve ses planlarına, sahnedeki eşyaların kullanışına kodlamasının yerli
yerinde olduğunu anlatacağım. Seyircinin, oyuncuların enerjile rini okumalarının rahatlıkla sağlandığını belirteceğim. Perde açıldığında, keşke Martin Schulse de sahnede olsaydı diyece ğim ya, neyse... Ersin Satgan'ın zarif dekoru ve gencecik Burcu Aydınalp'in ışık tasarımlarıyla güçlenen oyunda Max Eisenstein'i Cihan Ünal, Martin Schulse'yi Can Gürzap oynuyor. "Bu iki ad bir araya ge lirse neler olur neler" diyeceksiniz. Oluyor da... Her ikisi de, ge rek Max Eisenstein'ın, gerekse Martin Schulse'nin fiziksel ya şamlarını, o karakterlerin ruhsal yaşamlarının başladığı en deri ne ulaşana dek derinleştirmiş. Her ikisi de yeteneklerinin ana yönelimlerini aramakta pek mahirdirler, bilirsiniz. Max Eisenste in'ın ve Martin Schulse'un duygularına doğrudan, hiçbir hazır lık ya da destek olmadan ulaşmaya çalışırlarsa, özdeşleşecekleri karakterlerin dokusunun nahif maddesini kavramalarının ya da o dokuyu çabuk yakalamalarının zorluğunun bilincinde. O halde, rollerinin fiziksel yaşamlarına ilişkin maddi, fiziksel, so mut bir çizginin sağlam desteğini aldıklarına göre, artık boşluk ta salınmayacaklar, sallanmayacaklar, iyice belirginleştirdikleri patika boyunca ilerleyecekler. Öyle de yapıyorlar. Temellendirdikleri aksiyonlar, rollerini kurmalarına yardımcı oluyor. Pekiii, rollerinin fiziksel varlığında içtenlikle yaşarlarken, duygulan ha reketsiz mi kalıyor? Ne diyorsunuz siz! Öyle şey olur mu hiç? Sürecin içini daha da derinleştiriyorlar. Öyle ki, ruhlarında olup biteni anında izleyebiliyorsunuz. "Bu Adreste Bulunamadı" sezonun iyileri arasında öne çıkan lardan. İzlemenizi, bir oyunculuk gösterisine de tanık olabil meniz açısından önermiyor, ısrar ediyor, baskı yapıyorum.
SÖYLEŞİ/TANITIM_
Anadolu Yakası Yeni Bir Salona Kavuşuyor
a
SANAT İŞLİĞİ TİYATROSU ANADOLU YAKASINA YERLEŞTİ
Arıburnu Tiyatroya saldırıların arttı, ekonomik krizin vurduğu, savaş çığlıklarının atıldığı bir ortamda yeni bir salonu Türk Tiyat rosuna kazandıran Kartal Sanat işliği Sanat Yönetmeni Çe tin Etili ile yeni salon ve projeleri üzerine söyleştik.
pe
cy
Erkut
Sevgili Çetin, İstanbul'un Anadolu Yakası'nda yıllardır yerleşik bir tiyatro olmanın mücadelesini veriyorsun, bu uğraşını destekliyorum ama bu ekonomik kriz or tamında ve de savaş kapımızdayken yeni bir salonu Türk Tiyatrosu'na kazandırma cesaretini nereden bul dun? Bu yıl Sanat işliği Tiyatrosu'nun 20. yılı ve benim 18 yılım bu tiyatroda geçti. Yerden 15 metre yukarıda, bir merdive nin en üst basamağındaydım, nihayet son spotu taktım ve aşağıya baktım. Sahne üstünde işlik çalışanları bir oyunun ilk okuma provasını yapıyordu. Onların gelecekleri için şim di bir salon vardı ve tiyatronun en güzel replikleri yüzlerini aydınlatıyordu, merdivenin üstünden onları keyifle seyret tim. Mutlulukları dünyanın en güzel alkışıydı. Sonra, kendi me "Herhalde tiyatroda varacağın en üst nokta bu merdi venin tepesi." dedim.
Ekonomik kriz, savaşın ayak sesleri, sosyal çöküntü, sanata ve sanatçıya duyarsızlık, sanatçının sanatçıya karşı duyarsız lığı, vurdumduymazlığı... ama yaşamda iyi şeyler de vardı, olmalıydı. Biz iyi birşeyler yaptığımızı düşündük. İşlik olarak bütün fedakarlıkları son limitimize kadar kullandık. Başarır sak, uzun ömürlü olabilirsek Türk Tiyatrosu'na bir tiyatro salonu kazandırabiliriz. Dayanacak gücümüz kalmaz, koşul larımız zorlanırsa; seyircimiz, sanat dostları bizi yalnız bıra kırsa -kısa da olsa- yaşadığımız mutluluk bize kalır. Türk ti yatrosu kazanacağı bir tiyatro salonunu kaybeder. Bunu yaşamak için cesarete ihtiyacımız yoktu. Bu yaşamda
güzel şeyler de olabileceğine inan mak istedik sadece
pe cy
Siz de salon kiralarının yüksekli ğinden şikayet ederdiniz, uy gun, karşılanabilir bir kira mı dü şünüyorsunuz? Belirlediğiniz bir rakam var mı? Özel tiyatroların sıkıntısını işlik ola rak çok yaşadık, yaşamaktayız. Yüksek salon kiraları yüzünden bazı risklere giremediğimiz de oldu. Gerçi, şu anki salonumuz da kira karşılığı edinildi, bizim de ödediği miz bir kira bedeli var. ama biz bu nu diğer tiyatrolara çok ticari his settirmeyeceğiz. Zarar eden bir ti yatrodan talep edilen kiraya karşılık bir diretmemiz olmayacak.
a
Bu salonu sadece Kartal Sanat İşliği olarak siz mi kullanacaksı nız, yoksa diğer tiyatroların kul lanımına da açık olacak mı? Elbette yalnız biz kullanmayacağız. Diğer tiyatrolara ve sanat etkinlikle rine açık tutacağız. Ocak ayından itibaren aylık programımız çıkıyor. Konuk tiyatrolara ve diğer sanat aktivitelerine de aylık programda yer vereceğiz, tanıtımını yapacağız.
Salonun eksikleri var mı? Ulaşım olanakları neler? Salonun bizden önce iyi kullanıldığı nı söyleyemeyiz, içine epey masraf yaptık, ama yine de epey eksikleri miz var. Özellikle teknik anlamda ve prova ettiğimiz oyunlar konu sunda -dekor-kostüm-reklam- ciddi birtakım sıkıntılarımız var. Sponsor bulma konusunda da çok yetenekli olduğumuz söylenemez. Ancak, ba sın yoluyla ilgili ve duyarlı yerlere sı kıntılarımızı dile getirmek durumun dayız.
Ulaşımımız çok kolay, merkezde sa yılırız. Göztepe-Kuyubaşında Mar mara Üniversitesi'nin hemen arka sında. Aracı olmayanlar için anayol dan 200 metre mesafede. Son de rece geniş, 24 saat güvenliği olan büyük bir otoparkımız var. Salonla ilgili geleceğe dönük projelerin neler? Öncelikle Ocak ayından itibaren ay lık çıkardığımız programı sürekli ha le getirerek, seyircimizi etkinliklerle ilgili bilgilendirmek. Bu aynı zaman da geniş bir repertuvar çalışmamızı
gerektirecek bu da sürekli üretim motivas yonumuzu sağlayacak. Yarının seyircisini, daha seçici, daha çok soru soran, irdele yen ve yaşamsal tavrını daha net ortaya koyan bir seyirci olarak düşünerek, çıtamı zı yüksek tutmaya çalışacağız.
tişkinler için 15 Ocak'ta Turgut özak-
Hangi oyunlarla başlıyorsunuz? Şu anda, Haluk Işık'ın "Bir arkadaş aranı yor", benim yazdığım "Barış, Çiçek ve Bi zim Ağaç" adlı çocuk oyunlarını oynuyo ruz. Çarşamba ve cuma günleri yalnız yu valara çocuk oyunu seansları koyduk. Ye
yoruz.
man'ın "Töre" adlı oyunuyla başlıyoruz. Şubat'ta bir müzikli oyunumuz olacak. Ca hit Atay'ın "Tüccar Kentin Melekleri", ayrı ca bu sezona yetiştirebilirsek Maksim Gorki'nin "Ekmek İşçilerini" sahnelemek isti Çetin, zor bir işe soyundunuz, ama bu nun a l t ı n d a n kalkacağınızı biliyor, yolunuz açık olsun diyorum. Teşekkür ederim, umarım başarırız.
ELEŞTİRİ
Bakırköy Belediye Tiyatroları'ndan Bir Çocuk Oyunu
ÇAKMAKTAŞI
Kuyumcu
Özellikle ülkemizde Çocuk tiyatrosu dendiğinde nedense sah nede oradan oraya zıplayan tavşanların olduğu, örnek insanla rın sergilendiği, "dişlerini fırçala, "yemekten önce ellerini yıka" ya da "çevreyi koru " gibi çocuklara da bıkkınlık veren bir iki öğüdün yer aldığı, parmağın sallandığı ve daima iyilerin kazan dığı oyunlar akla gelir. Herşey kör gözüm parmağına misali doğrudan anlatılır çocuklar anlamaz kaygısıyla. Oysa yurt dı şında çokça örneğini izlediğimiz çocuğun bizzat yaşadığı so runların sergilendiği oyunların yanısıra, iletişimsizliği, yalnızlığı çağımız insanının sorunlarını irdeleyen konuların yer aldığı ço cuk oyunları en az çocuklar kadar yetişkinlerin de ilgisini çek mekte. Grips oyunlarında karşılaştığımız kendi başlarına bir şeyler yapabilen, ayakları üzerinde durmayı başaran çocuklar, nedense bizim oyunlarımızda pek yer almaz.
pe
cy
a
Nihal
Çakmaktaşı Tiyatro; Bakırköy Belediye Tiyatroları Yazan: Suzan Albek Yöneten: Mert Asutay Sahne Tasarımı: Ayçın Tar Giysi Tasarımı: Gönül Sipahioğlu Müzik: Tolga Cebi Koreografı: Ayşegül Sökmen Yıkılmaz IşıkTasarımı: Murat İpek Oyuncular: Pelin Gürel/Ecem Özcan/Gizem Konmaz. Anıl Şafak Kaçar/İbrahim Irklı Ahmet Kurt, Begüm Karakaş, Yiğit Tunay, Saima Sekban/Gizem Özcan, Gökay Güler/Doğancan Gürler Erdoğan Sıcak, Sait Genay, Mevlüt atış, Mert Asutay.
Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nun çocuklar için sergilediği "Çak maktaşı" adlı oyunu yukarda dile getirdiğimiz sorunlar açısın dan ele aldığımızda olumlu bir örnek olarak değerlendirebili riz.
Suzan Albek'in yazdığı, Mert Asutay'ın yönettiği oyunda iki kardeş Ali ile Ayşe çıkan fırtına ve seller sonucu yollarını kay bederler kendilerini bir ormanda bulurlar. Oradan kurtulmaya çalışırken çoban Hasan'a rastlarlar, ayı, su samuru, kunduz ve yaban çocuk Uvi-Uvi ile dost olurlar. Yollarını ararken karşılaş tıkları Nuh Dede, Avcı ve keşif uçağı ekibinden yardım isterler. Ama hiç kimse yardım etmez/edemez. Kendileri bir çıkış yolu arayarak dereyi ve bataklığı geçmeyi denerler, başaramazlar. Sonunda ormanda kendilerine kulübeler yapar, toprağı ekip biçerler, kısacası yeni bir dünya kurarak orada yaşamayı öğre nirler. Her zaman "kurtar bizi baba" feryatları içinde sorunlarını çö zecek bir kahraman arama alışkanlığına sahip bir ülkenin in sanları belki böylesi oyunlarla zaman içinde bu kötü huylarını terk edecekler, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenecekler dir. Çocukların birilerinden bir şeyler beklemek yerine kendile rinin de gayret ederek zorlukları aşabileceklerini görmesi, oyun yazarının bunu öğüt vermeden, parmak sallamadan do ğal akış içinde gerçekleştirmesini oyunun olumlu yanı olarak değerlendirebiliriz. Yardım bekleyen, arayan çocuklar kendi çabalarıyla yaşamanın yollarını bulmuşlar, içinde bulundukları zor durumdan kurtulmuşlardır.
a
pe cy
Ancak oyunun bütününe yayılmış olan herşeyi mantıklı bir ye re oturtma çabası oyunun masalsı bütünlüğünü bozmakta. Ör neğin oyunda yer alan tiplerden Uvi-Uvi, deve üstünde gider ken deveden düşerek ormanda kaybolan, hayvanlarla büyü müş o nedenle konuşamayan bir "yabani çocuk". Oyun içinde çocukların, kunduz, su samuru ve ayı arasındaki iletişiminde köprü vazifesi görmekte. Elbette masallarda, olağan dışı kişiler ve olaylar vardır. Ama burada Uvi-Uvi'ye ormanda bulunuşu ve yabani tavırlarıyla ilgili bazı mantıklı (!) açıklamalarla gerçeklik kazandırılmak istenmiş. Bu da masalsı bütünlüğü bozmuş. Ör neğin çocuklar doğrudan hayvanlarla iletişim kurabilirlerdi. Kır mızı şapkalı kızın kurtla konuşması kimseyi şaşırtmaz çünkü kendi içindeki masal gerçekliğini korumaktadır. Bir başka tip ise Nuh Dede. Nuh Dede ile Nuh Peygamber arasında bir para lellik kurulmuş. Oyunda çocuklar ona kendilerini gemisine al ması için yalvarıyorlar ama Nuh Dede söylenenlerden bir şey anlamıyor, çünkü o değil. Sonunda onun, Uvi-Uvi'nin yıllar ön ce kaybettiği dedesi olduğunu anlıyoruz. Dede ile torun birbiri ne kavuşuyorlar. Burada önemli bir başka nokta Nuh Tufanının gerçek bir olay gibi anlatılması. Gerçekliği her zaman tartışıla bilir olan bu efsanenin çocuklara gerçekmiş gibi verilmesi ne kadar doğrudur.
Oyuna adını veren "Çakmaştaşı" ormanda üşüyen çocuklara eski insanların ateşi nasıl bulduklarını anlatan küçük bir bölüm de yer alıyor. Çocuklar için çok ilginç olabilecek olan bu bö lüm biraz daha ayrıntılı verilebilirdi. Kostüm ve dekor yalın bir şekilde oluşturulmuş, müzikler ise oyunu tamamlar nitelikte. Oyuncular çocuk ve yetişkinlerden oluşuyordu. Çocuk tiyatrosu da olsa, hernekadar kastlı oynansa da bu kadar küçük çocuk oyuncuların bir profesyonel oyun da yer alarak her hafta muntazam bir programla çocukların karşısına çıkması oyuncuların psikolojik durumları açısından in celenmesi gereken ayrı bir konu. Tabi çocuk oyuncuların (özel
likle TV dizilerinde) bu kadar revaçta olduğu günümüzde bu kaygı çok yersiz bulunabilir. Ama yaygın olan herşeyin doğru olduğunu da kimse iddia edemez. Seyirciler arasında 3-4 yaşlarından 12-13 yaşlarına kadar çocuk lar vardı. Üstelik oyun 3 perde idi. (evet evet yanlış anlamadı nız 3 perde) Kısa kısa da olsa üç perde bir çocuk oyunu için çok fazla. Sahnedeki değişimler, yapılan evler seyircinin karşı sında da bir oyun mantığı içinde verilebilirdi. Gerek afişlerde gerekse broşürlerde hedef yaş grubu ile ilgili bir bilgi, ne yazık ki tüm çocuk oyunlarında olduğu gibi, yer almıyor. Özellikle ti cari kaygıları ikinci planda kalan ödenekli tiyatroların bu çok önemli, olmazsa olmaz kuralını yerine getirip bir hedef alt kitle belirlemesi, oyunlarını ona göre oluşturması ve bunu afişlerde duyurması daha doğru bir çocuk tiyatrosu ve çocuk tiyatrosu seyircisi için gerekli. Eğer böyle olmazsa aynı salonda bu kadar geniş bir yelpazede yer alan çocuk gruplarından birine mutlaka haksızlık yapılacaktır. Hiçbirimiz onlara haksızlık yapmak iste meyiz değil mi?
TANITIM
.
Sahne Tasarımcılarımızın Haberi Var mı?
a
DÜNYA SAHNE TASARIMCILARI PQ 2003'E DOĞRU YOLA ÇIKTI
Prag Tiyatro Enstitüsü tarafından 1967 yılından beri organize edi len Prag Quadrennial'i "Sahne Tasarımı ve Tiyatro Mimarlığı" uluslararası sergisi kendi türünde bu boyuttaki tek etkinlik. Otuz beş yıldır her dört yılda bir düzenli olarak Prag'ın tarihi Endüstri Sarayı'nda düzenlenen bu sergi son keresinde dünyanın beş kıta sından gelen yaklaşık elli ülkeyi konuk etti ve açık olduğu iki haf talık süre boyunca her gün ortalama 1500-2000 sanatçı, tasarım cı ve sanatsever tarafından ziyaret edildi. UNESCO'nun sürekli desteğine sahip olan PQ, dokuz sergilik geçmişi boyunca tiyatro tasarımındaki yeni eğilimlerin sergilendiği en önemli platform ol du ve David Borovsky, Achim Freyer, Salvador Dali gibi sahne için tasarım yapan pek çok ünlü sanatçının işlerine ev sahipliği yaptı. Geleneksel olarak Ulusal Bölüm, Okullar Bölümü ve Tiyatro Mi marlığı Bölümlerinden oluşan PQ'nun Ulusal Sergi ve Tiyatro Mi marlığı bölümleri yarışmalı olarak düzenleniyor. Ulusal sergiye ka tılım ülke bazında yapılıyor ve her ülke kendi pavyonu ile yarışı yor. Büyük ödül olan Altın Triga her dört yılda bir en iyi ülke pav yonuna veriliyor. Ayrıca Sahne Tasarımı, Kostüm ve Tiyatro Mi marlığı dallarında kişilere verilen birincilik, ikincilik ve üçüncülük ödüllerinin yanı sıra UNESCO da genç sanatçılara özel bir teşvik ödülü veriyor. Şimdiye kadar yapılan 9 serginin büyük ödülleri ise sırası ile şu ülkelere gitmiş: 1967-Fransa; 1971-Doğu Almanya; 1975-Sovyetler Birliği; 1979-lngiltere; 1983-Federal Almanya; 1987-ABD; 1991- İngiltere; 1995- Brezilya; 1999-Çek Cumhuriye ti. Prag Quadrennial'i zengin sergi içeriğinin yanı sıra ev sahipliği ettiği workshop, konferans, gösteri vb. gibi yan etkinliklerle de dünyanın her köşesinden gelen tiyatro insanlarının ve öğrencileri nin buluşması ve dünya tiyatrosundaki gelişmeleri gözlemleyip karşılaştırması için eşi bulunmaz bir ortam oluşturuyor
pe cy
Evcimen Perçin
2003 yılı Haziran ayında yapılacak olan 10. PQ gene dünyanın beş kıtasından tiyatro insanını, tasarımcıyı, sanatçıyı ve tiyatro ve sanat dostunu bir araya getirecek. Bu yıl ilk kez başvuran ülkeler
cy a
pe
arasında Türkiye de var. Aslında Türkiye adına bu çok geç kal mış bir girişim. Arjantin'den Avustralya'ya, Mısır'dan Güney Afrika'ya kadar dünyanın her köşesinden birçok ülkenin 35 yıl dır temsil edildiği böyle önemli bir etkinlikte uygarlıkların kesiş me noktasında yer alan ve tarihi bir halk tiyatrosu geleneğine ve yaklaşık 200 yıllık bir modern tiyatroya sahip Türkiye gibi bir ülkenin var olmaması, kültür ve özelde tiyatro dünyamız adına pek övünülecek bir şey olmamalı. Avrupa Birliğine girmeye ça lıştığımız ve Türkiye'nin dünya gündeminin üst sıralarına çıktığı bu günlerde toplumun pek çok kesimi ülkemizi tanıtmak için yoğun bir çaba içine girmişken, bu platformda da ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek hem bu alandaki profesyonellerin hem de katkısı olabilecek herkesin görevi olmalıdır. Görmemiz gere kir ki, eğer bir ülkenin tiyatrosu o ülkenin kültür yaşamının ay nası ise, sahne estetiği de o ülkenin tiyatrosunun aynasıdır. PQ geleneksel olarak her açılışı için bir slogan seçiyor. PQ 2003'ün sloganını 'Dünyadaki Labirent ve Tiyatrodaki Cennet.' diye çevirebiliriz. ( The Labyrinth of the World and Paradise of the Theatre) Bu başlık altında 21 .y.y.'ın bu ilk büyük etkinliği yaratıcılığa adanmış bir şenlik olacak. PQ'nun geleneksel bö lümlerindeki temalar ise şöyle:
Ulusal Sergi PQ'nun bu en dikkati çeken bölümü bütün ülkelerin kendi ser gileri ile katıldıkları ve her yıl bir ülkenin Altın Triga'yı kazandığı yarışmalı bölüm. Bu yıl bu bölümün alt başlığı 'Sahne Tasarımı ve Ulusal Kimlik' olarak belirlenmiş ve bu yıl şu sorulara yanıt aranacak: 'Sahne tasarımı ulusal mıdır yoksa uluslar üstü mü? Tasarımcı kendi ülkesinin kültürel geleneklerinden nasıl etkile nir? Tasarımcı başka kültürlerin etkilerini ne ölçüde özümser? Bu ana fikre uygun olarak bu yıl Ulusal Sergi'nin yerleştirme düzeni ülkelerin coğrafi konumlarına göre yapılıyor ve katılım cılardan da kendilerine ayrılan alanların etrafını kapatmayan,
mümkün olduğunca açık bir sergi tasarımı isteniyor. Bunda amaç izleyicinin sergi alanı boyunca dünya tiyatrosunun bir pa noramasını görmesi ve dünyanın beş kıtasından gelen sahne estetiğinin özgünlük ve farklılıklarını algılaması. Bu yıl sahne kostümleri de yeni bir konsept içinde sergilene cek. Dünyanın dört köşesinden gelen sahne kostümleri 'Dra matik karakterler geçidi' adı altında Endüstri sarayının sol ka nadındaki ulusal sergiler salonunu boydan boya geçen, krono lojik sıraya göre dizilmiş bir resmi geçit şeklinde yer alacaklar ve insanlık tarihinin bir kesitine ışık tutacaklar
Tiyatro Mimarlığı Bu bölümde son 5 yıl içinde yapılmış olan tiyatro binası projele ri yarışıyor. Bu projeler inşa edilmiş yapılar olduğu gibi uygu lanmamış projeler de olabiliyor. Her sergide nispeten az sayıda eserin katıldığı bu bölüm aslında -bence- PQ'nun en ilginç bölü mü. Özellikle klasik sahne düzeni dışında alternatif sahne-seyirci ilişkisi kuran mimari çözümler ve son yıllarda sayıları giderek artan restorasyon projelen ve farklı amaçlar için yapılmış tarihi binalara tiyatro işlevi kazandıran özgün projeler bizim gibi tari hi bol ama tiyatrosu -ve bu işe ayırdığı kaynak- kıt olan ülkeler için (hem mimarlar hem tiyatro patronajı yapabilecek kişi ya da kurumlar için) eşi kolay bulunmaz örnekler oluşturacak nitelik te. Bu PQ'da özellikle üstünde durulacak konu başlıkları ise şöyle: Tiyatro ve Kent, Tiyatro Binası ve Tiyatro Uzamı, Tarih ve Tiyatro Mimarlığı, Müzik ve Akustik, Tiyatro Teknolojisi ve Ha reket...
Okullar Bölümü Sahne tasarımı eğitimine verilen destek ve önem, başlangıcın dan itibaren PQ'nun misyonu içinde yer alıyor. Her sergide tari hi Endüstri Sarayı'nın sağ kanadı bütünüyle okullara ayrılıyor ve bütün dünyadan sahne tasarımı eğitimi veren akademi ve
a
ve performans projesi ve insanın beş duyusu temelinde şekille necek: Görme, işitme, dokunma, koklama ve tatma...
Endüstri Sarayı'nın yüksek orta holünde özel olarak tasarlan mış PQ'nun Kalbi mekânında her gün yüzlerce izleyici bir kule ler ve katmanlar labirentinde dolaşacaklar ve değişik disiplinler den sanatçıların ortaklaşa yarattığı beş duyumuza adanmış beş değişik ortamda keşfe çıkacaklar. Bu ortamlardan her biri izle yiciye farklı bir duygusal deneyim yaşatmayı amaçlayan birçok farklı aktivite sunacak: Etkileşimli (ineraktif) enstalasyon ve performanslar, workshop ve toplu beden çalışmaları, beş duyu üstüne bilimsel konferanslar ve tartışmalar ve her türlü algının dışlandığı dinlenme ve yenilenme anları...
pe cy
yüksek okuldan gelen yüzlerce öğrenci burada hazırlamış ol dukları projelerle hem kendilerini ve ülkelerini tanıtıyorlar hem de birbirlerini tanımak, tartışmak ve yeni şeyler öğrenmek için fırsat buluyorlar. OISTAT bu yıl düzenlenecek PQ'da öğrenciler için 'Sahne Tasarımı Yaz Festivali' adı altında özel bir etkinlik düzenliyor. OlSTAT'ın eğitim komisyonu tarafından düzenle nen bu etkinlik öğrenciler için tasarlanmış bir dizi konferans, seminer, ses ve ışık gösterilerinden oluşuyor. Bu etkinliklere dünyanın her köşesinden önde gelen tiyatro yönetmenleri ve tasarımcılar konuşmacı olarak davetli. Gene bu festival kapsa mında iki de özel sergi düzenlenmiş; 'Ulus-aşırı kreasyonlar' ve 'Günümüz için Kral Lear' sergileri. Bütün bu etkinliklerde göze tilen birincil amaç her ulustan öğrencinin ilerde mesleki ilişkiler kurmasını sağlayacak köprülerin atılması. 'PQ'nun Kalbi 'Beden duygularımızın bir sahnesidir. -A Damassio
10. yaşında PQ, geleneksel bölümlerinin yanısıra 'PQ'nun KAL Bİ' adı altında yeni bir proje başlatıyor. Bu proje, sahne tasarı mını tiyatronun değişik uzmanlıklarından geniş bir yelpazeyi içeren yeni bir konsept içinde sunan disiplinler arası etkinlikler den oluşuyor. Yarışma dışı olan bu bölümde dünyanın 14 ülke sinden (Japonya, Çek Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Yeni Ze landa, İngiltere, Kanada, Hollanda, Güney Afrika, Samoa, Al manya, A.B.D., Polonya, Bosna) çağrılı profesyonel sanatçıların çalışmalarını sunacağı sergi ve performans etkinlikleri yer ala cak. Bu sanatçılar arasında aktörler, bale ve mim sanatçıları, mimarlar, sahne tasarımcıları, koreograflar, yönetmenler, mü zisyenler ve inerdisipliner alanlarda çalışan sanatçılar var. PQ nun Kalbi sanatçıların buluşup deneyimlerini paylaşacakları ve izleyicilerle birlikte gerçekleştirecekleri bir etkinlik ve amacı in san duyu ve algılamasının yeni bir yaklaşımla araştırılacağı bir ortam oluşturmak. 'PQ'nun Kalbi' alışılmış fuar formatının ta mamen dışında canlı, interaktif ve çok disiplinli bir enstalasyon
Kalp projesinin ereği, dünyanın her köşesinden sanatçı, tasa rımcı ve izleyiciyi bir araya getirecek bir açık alan yaratarak ev rendeki çeşitlilik, farklılık ve zenginliği yüceltmek; beş duyumuz aracılığı ile yeni ve eğlenceli yöntemler kullanarak yeni iletişim yollan olup olmadığını araştırmak ve şu sorulara yanıt aramak: 'Duyularımıza hala ihtiyacımız var mı?' 'Yaşamlarımızı sürdürme tarzımız duyularımızı sınırlıyor mu? 'Duyularımız yaşadığımız kültüre göre farklılaşıyor mu?' 'Hala kendimizi duyularımızın çağrısına cevap vermeye bıraka cak cesarete sahip miyiz?'
Özetle önümüzdeki yaz başında Prag'ta sanatın gücüne ve bü yüsüne insanla birlikte bir kez daha tanık olunacak: ve PQ 2003 yalnız tasarımcılar ve tiyatro dünyasının profesyonelleri için de ğil, sanatla ilgilenen ve insanın dünyadaki var oluş macerası üs tüne kafa yoran herkes için bir çekim odağı olacak. Evcimen Perçin - Tasarımcı - M i m a r Sinan Üniv. Öğr. Görevlisi OISTAT üyesi OISTAT: Internatioal Organization of Scenographes, Theatre Architects and Technicians (Uluslararası Sahne Tasarımcıları, Teknisyenleri ve Tiyatro Mimarları Organizas yonu)
ÖKÜZ ALTINDA BUZAĞI
"Bir Tatlı Huzur Almaya" Gidiyorum "Kalamış'tan".
Seyirci
İBŞT'de Carlo Goldoni'nin "Gelin ile Kaynana" adlı oyunu oynanıyor. Oyunu bilmiyordum. Gerçek "Commedia dell'Arte olduğunu düşünerek oyunu izledim. Ama tipik "Commedia dell'Arte" tadını bulamadım. Oyunda iki Zanni var, Brighella ve Arlecchino. Bir de gemi dekoru. Oyun burada geçiyor. Rıhtım, deniz, halat, yelken filan. Ama dekor gemi de, gemi değil. Yani psikolojik göndermeyle insan yaşamındaki dal galanmalar, tartışmalar, kısaca ruhsal durumlara dekor oluşturuyor. Normal olarak bu tür oyunlarda se yircinin gülmekten çatlaması gerekirken, ikinci perdenin sonunda -bu arada oyun üç perde- salonu terk edenler az değil. Çeviri bozuk. Örneğin 'kaz' yerine 'tavuk gibi yolunmak' deniyor. Esas Pantalone'nin ka rakteri Anselmo'ya ikame edilmiş sanki. Pantalone de maskesiz. Anselmo antika meraklısı. Antika adına çer çöp ne bulursa satın alıyor da, eline geçen eski bir kitabı incelerken "Ne kadar güzel, tıpkı yeni basıl mış gibi" demesi cahilliğini mi vurguluyor, yoksa aptallığını mı, anlaşılmıyor. Para birimleri de çok karışık. Zeccino, scudo, duka altını gibi. Diğerine göre değeri belli olmadığından çok sık kullanılan bu birimlerin satın alma değeri de belirsiz. Dolayısıyla çok bir meblağı mı, azı mı ifade ediyor anlaşılması güç. Bunlara bir de drahoma eklenince seyirci onu da para birimi sanıp iyice kafası karışıyor. Yönetmenin özgeçmişi yaptığı işi iyi bildiği sonucunu çıkarsa da ya tam oturmamış yapmak istediği ya da bizim seyirciye çok uzak bir tiyatro biçimi olduğundan soğuk ve donuk kalıyor sahneleme. Keşke birebir sahnelenseydi de, iz leyiciler anlamadıkları bir tiyatro türünü bile büyük keyifle izleselerdi. Yanlış anlaşılmasın, huzursuzluğum bu tür tiyatroya olan hayranlığımdan ve onun tam bir örneğini -beklediğim gibi- görememiş olmamdan. Haa, unutmadan oyundaki Cavallero tipi, arada bir şövalye oluyor. Buna da bir karar verilse. Pantalonunun paçaları da fazla bol, çorabının üstüne sarkıyor. Çorabı tam sıkıştırsa diyorum, gözü rahatsız ediyor da.
pe cy a
Huzursuz
Sevgili okurlar, bu size seslendiğim son yazı olacak. Çok fazla huzursuzluk yapıp, çok sayıdaki fincancı ka tırını ürküttüğümden, kendimi kovmaya karar verdim. Genel Yayın Müdürü amirim de, 'sen bilirsin' anla mında boynunu bükünce -belki de devam et dedi- doğru kararı verdiğimi anladım. Ne yazsam, birilerine batıyor. Yahu her şey mi iyi bu camiada? Hiç mi kimse huzursuz olmaz benden başka? Yani herşey yo lunda, her şey iyiye gidiyor, öyle mi? "Gelene ağam, gidene paşam" demek zihniyeti getirmedi mi bizi bu günlere? Hayır, öyle değilmiş. Limona limon, salatalığa hıyar demeyeceksin. Limonu tatlı mandalina, hıya rı da söğüş göreceksin demek. İyi ya işte, gidiyorum ben de. Yerime başka bir arkadaş bakacak. O huzur ludur. Olumlu olumsuz, her olayı beğenir, inanılmaz optimisttir. Onunla yeni ufuklar açılır önünüzde. Kandırabilirsem eğer, yeni sayıda buluşursunuz yazılarıyla.
İstanbul DT, Kral Lear sahneliyor AKM'de. Geçen sayımızda eleştirisini yaptı Ilgın Sönmez, bu bakımdan detaya girmeyeceğim. Söylenmesi gerekenleri söyledi bir güzel. Oyunun yönetmeninin Amerikalı olması ve Sam Shepperd'in kızkardeşi olmasının, bir Shakespeare sahnelemesi için nasıl bir referans olduğunu ben pek anlayamadım. Anladığım, DT çevrelerinde Amerikalılar'ın Shakespeare'i ne de olsa Türk'lerden daha iyi bilir anlayışının olduğu. Anglo-Sakson ya, huyundan-suyundan bulaşmıştır diye düşünüldü herhal de. Yani illaki Kral Lear'mi sahnelecekti de başka yönetmen istemediği için mi bu bayan görevlendirildi? Başka yönetmen bu oyunu istemediyse, başka Shakespeare oyunu olamaz mıydı? Işıl Kasapoğlu, Başar Sabuncu'dan çok başarılı örnekler gördükten sonra bu oyun, suyunun suyu durumunda. Durup dururken neden Kral Lear? Çok mu aktüel acaba? Bire bir yapılmayan Shakespeare'ler, günümüze tamamen uyar lanmazsa, havada kalıyor. Bu oyunun konusu zaten özetlenmeye kalkılırsa, 'besle kargayı oysun gözünü' özdeyişiyle çok rahat karşılanabilir. Onu oyun yapan, içeriğindeki Shakespeare tınılarıdır. İçini boşaltırsa nız, yukarıdaki özdeyiş kalır geriye. Modernleştirmeye gelince, Digitürk'deki film kanallarının birinde "Mc Leod ve Kızları" adlı bir dizi var. Bir zahmet oturup onu izleseler, 21. yy. da Kral Lear'in bu toplum için dahi ne kadar geçerli olduğunu anlarlardı. Ülkemizde de Shakespeare uzmanları hem de adını sayamayacağım kadar çok var, Anglo-sakson olmak yetmiyor bir Kral Lear kotarmaya. Haa, bir de Tiyatro Yazarları Derneği'miz "Nâzım Hikmet Bugün Yaşasaydı!" adlı bir etkinlik gerçekleştirdi. Yazar, kullandığı dili doğru kullanan, doğru kullanılmasını sağlayan en önemli kimliktir. Nâzım Hikmet gibi dünya çapında bir şairimiz için, adında "yazar" olan bir dernek etkinlik düzenliyorsa çok daha dikkatli olmalı. Konuşmacıların kullandığı masanın önündeki bez pankartta "Nâzım", "Nazım" olmuş, "Şiir" de "Sür". Bu ne sihir, bu ne nazım? Yazdık yazdık hep yanlış anlaşıldık. Şu biline ki aziz okurlarım, bu köşe hiç bir zaman kişisel çıkarlar için kullanılmadı. Huzursuz Seyirci, bence yanlış noktaların, küçük detayların düzeltilmesi, daha iyi bir tiyatro, daha dikkat, daha özen için uyarı görevini yapmaya çalıştı. Maksat bağcı dövmek değil, Dionnysos şarabını hep birlikte içmekti. Yanlış anlamalar, kırılmalar, ithamlar oldu. Sağlık olsun. Ben artık Kalamış'a, tatlı bir huzura gidiyorum. Bundan sonra huzursuzluk yok, huzur var artık. İyi huzurlar sizlere...
KİTAP TANITIM.
YEPYENİ TİYATRO KİTAPLARI
a
Bu ay da yeni çıkan tiyatro kitaplarını tanıtmayı elimize ulaşan beş kitapla sürdürüyoruz. Kitapların biri Papirüs Yayınları'ndan, biri Kültür Bakanlığı Sanat-Tiyatro dizisinden, üçü de kendi yayı nı.
pe cy
Arkadaşımız Dr. Nihal Kuyumcu uzun yıllardır başarıyla yürüttü ğü 'Çocuklarla Tiyatro' çalışma örneklerini "Haydi Çocuklar Sah neye" adıyla ve Luciano logna adlı arkadaşı ile birlikte kitaplaştırmış. Kitabın arka kapağındaki bilgilerden logna'nın çok uzun bir süredir Kanada'da Forum Tiyatro konusunda çalışmalar yaptığını öğreniyoruz. Bu alanda çalışacaklara son derece yararlı bir derle me.
Kültür Bakanlığı basımı kitap, 132 sayfa. Celal Uçar'ın 'Sunuş' yazısından sonra beş ana bölümde Forum Tiyatro inceleniyor. Alt bölümlerde de, bu tiyatronun çocuklarla çalışılan örnekler, çalışılan ortamlardaki denemeler, karşılaşılan güçlükler, bir oyun metni var. Resim konulmamasını bir eksiklik olarak gördüm Çocuklarla Tiyatro Nihal Kuyumcu ama, belki yazarın tercihi ya da basım maliyetinden kaynaklarız T. İş Bankası Yayınları, yor olabilir diye de düşünüyorum. Kitabın sonuna bir de doyuru 104 sayfa cu kaynakça eklenmiş. Dr. Nihal Kuyumcu'nun sözünü edeceğimiz diğer kitabı Papirüs Yayınları Eğitim Dizisi'nden. "Çocuklarla Tiyatro - Eğitimde Tiyatro" başlığını taşıyor. 104 sayfalık kitap, dört ana bölüm, bir sunuş ve bir önsöz'den oluşuyor. En başta da yazarın biyografisi yer alıyor. Sunuş'ta yazar hem kitabı, hem de kitaba adını veren projeyi tanıtıyor. Önsöz'de ise Zehra İpşiroğlu projenin çıkış ve gelişim evrelerini anlatıyor. Ana bölümler, "Eğitimde Tiyatro", "Forum Tiyatro", "Çocuklarla Oyun Sahneleme" ve "Eğitimde Tiyatro'da Uygulama Önerileri" başlıkların taşıyor. Sonuç yazısın dan bu kitabın alanında ilk çalışma olduğunu öğreniyoruz. Bu bağlamda, bu konuda çalışma yapacak olanlara yol gösterici,olması açısından da bir boşluğu dolduracağını söylemek yanlış ol maz sanırım.
Devlet Tiyatrosu yönetmenlerinden Ferdi Merter, Efes Pilsen Hayde Çocuklar Sahneye sponsorluğunda oyunlarını kitaplaştırmış. Üç kitap birden elimiz-, Nihal Kültür Bakanlığı Yayıncılık, de. Kapaklarında herhangi bir yayınevi adı bulunmamasından, 132 sayfa yazarın kendisinin bastırdığı sonucuna varmak olası ama ilk say 56
fanın içinde Damlacık Tiyatro Dizisi 11-12-13-14 yazısını görüyo ruz. Buradan acaba bu bir yayınevi mi sorusu akla geliyor. 2. ve 3. kitapların sırtında numara var ama ilk kitapta yok. İlk kitap ol duğunu 2. ve 3. ncüyü gördükten sonra anlıyoruz. İlk kitabın ba şında Mine Acar'ın yazarın oyun yazarlığını tanıtıcı uzunca bir ya zısı var. Yazarın özgeçmişi bölümünde, doğumundan başlayarak yaşam ve sanat serüveni mizahi bir dille anlatılmış. Daha sonra da oyunları geliyor: "Kuğular Şarkı Söylemez", "Bana Yarını Sor", "Böylesi Bir Aşk", "Küçük Bir Öykü". Tamamı 196 sayfa. Efes Pilsen'in sponsorluğunda basılan 2. kitap 252 sayfa. İçinde beş oyun, yine Mine Acar'ın yazısı, yazarın özgeçmişi ve bir ser zeniş var. Yine 2. sayfadan bu kez de bu kitabın Damlacık Tiyatro Dizisi'nin 15-19. sayıları olduğunu öğreniyoruz. Serzeniş'de ise Ferdi Merter, çok sayıda tiyatro kitabı basan bir yayınevine gönderme yaparak, neden bu oyunları yayımlamak için sponsor aradığını kamuoyuna açıklamakta. "Tetikçi", "Seviyorlardı Yaşa bil"- "İstanbulname", "Bir Kadın Bir Erkek Vardı", "Silahlar ve Çi çekler". 3. Kitap Damlacık Tiyatro Dizisi 20. Bu kitapta iki oyun var. Biri Hasan Sabbah üstüne olan "Dava". Bilindiği gibi bu oyun iki sezon önce DT'de oynanmış ve büyük tartışmalar yarat mıştı. Diğer oyun ise "Serpintiler" adını taşıyor. Kitap 102 sayfa. Bu kitaplarla ülkemizin oyun dağarcığı 11 oyun daha kazanmış oluyor.
* KUĞULAR ŞARKI SÖYLEMEZ •• BANA YARINI SOR *•• BÖYLESİ BİR AŞK .... KÜÇÜK BİR ÖYKÜ (GAZOZ AĞACI)
Ferdi Merter
pe cy
a
Tavanarası Yayıncılık'dan Dilek Hanım'a Yanıt Geçen sayımızda Kitap tanıtımları bölümünde, Tavanarası Yayıncılık'ın "Yoksul Tiyatroya Doğru" adlı kitabını tanıtmaya çalışmış tım. Söz konusu yayınevinin yayın yönetmeni Dilek Baflak Carelius inanılmaz bir alınganlıkla, beni neredeyse yayın düşmanı say mış. Oysa, bu sayfayı okuyanlar bilirler, yayımlanan her tiyatro kitabı beni mutluluktan havalara uçurur. Yazının başlığı da bu yüzden "Gökten Elmalar Düşüyor"du. Dilek Hanım bunu gözardı etmiş, diğer tanıtımları belki de okumamış. "Dizinin ilk kitabı ola rak Jerzy Grotovvski'nin tiyatrosunu Eugenio Barba'nın hazırladı ğı ve adını "Yoksul Tiyatroya Doğru" koyduğu yapıtı Hatice Yetişkin'in çevirisiyle sunuyorlar", cümlemde, tek anlaşılır ifadenin çevirmenin adı olduğunu söylüyor yayın yönetmeni. Peki. KatakJerzy Grotovvski. İçsayfa:Hazırlayan: Eugenio Barba. Çevir eni de doğruysa benim ifadem neden anlaşılmaz oluyor? Belki de benim Türkçem bozuk. Kitapta 97 adet "görsel malzeme" yarmış, ben 96 yazmışım. Özür dilerim. Yalnız, "Görsel malzeme"nin içine hem çizim, hem fotoğraf girer. Ben özellikle" Fo toğraf" dedim ve onlar da, ne yapalım ki o kadar. Diğerlerinin "çizim" olarak görsel malzeme olduğunu bilememişim. Bu yüz den de orijinalindeki "Çizim"leri yayımlamayarak bir cüret gös terildiği varsayımını çıkarmış Dilek Hanım. Yapmayın lütfen, bu tür düşünceler James Bond filmlerindeki komplo teorilerine gi rer. Ülkemizde tiyatro kitabı yayımlamak gerçekten cürettir. Bu na kalkıştıkları için onları kutladım ve hatta pes etmemelerini di ledim. Böyle bir yola baş koyan insanları nasıl olup da hırpala mak istediğimi düşünebilirsiniz? Ayrıca, iki cümlelik bir paragraf la nasıl olup da alaycı bir üslubum olduğunu sezdiniz, hayreti Nedir,yıkıcı değil yazdığım, bir iş yapılıyorsa, bunca zahmete değsin diye, daha iyiye, daha doğruya gidilsin diye. Lütfen alın ganlık yapmayın Dilek Hanım. Zaten eleştirinin her türlüsünün öcü gibi görüldüğü ülkemizde, insanlarımızın inanılmaz taham mülsüzlüğünde, neredeyse hiç bir şey yazamayacak duruma gel dik. Buluttan nem kapmayın. Yayınlarınızın devamını diliyorum. Umarım anlaştık, barıştık. Karşıklı hoşgörüyü benimseyelim.
Ferdi Merter
* DAVA ve
'* SERPİNTİLER
Ferdi Merter
TETİKÇİ SEVİYORLARDI YAŞAMI
İSTANBULNAME BİR KADıN BIR ERKEK VARDı SİLAHLAR VE ÇİÇEKLER
pe cy a
a
cy
pe
TANITIM
Can Yücel'in D o y u m s u z Şiirleri Sahneye Taşındı
MÜDDETNAME
70'li yıllarda Adana Hapishanesi'nde yazmış olduğu şiirlerini, 1974'de "Bir Si yasinin Şiirleri" adında bir kitapta topla mış Can Yücel.
sahne üstünde sekiz oyuncuyla oynanı yor. Şiirlerden olaylar yaratılmaya çalışılı yor. Dekor, ışık, müzik gibi teknik öğe lerle beslenen, epizodik anlatımla bir bi-
pe cy
a
Burhan Akçin
"
İşte oyunumuzun konusu bu; Hapisha ne.
Müddetname Tiyatro: Kocaeli Bölge Tiyatrosu Yazan: Can Yücel Oyunlaştıran-Yöneten: Burhan Akçin Sahne Tasarımı: Erhan Demiray Müzik: Özge Atalay Oyuncular: Hüseyin Taş, Bekir Annıak, Alaaddin Saka, Aslı Yosun, Akçan Odabaş, Onur inal Polat, Kahraman Çelik, Yıldız Demircioğlu. 60
Soğuk, sevimsiz, itici, olan bu mekâna, düşünen, sevgi dolu, aydın, politize tu tuklular yakışmıyor. Çatışmanın adını bu şekilde koyduk konsept olarak. Oyunu muzun adını yine şairin şiirinden ve şiirle rin konseptinden çekerek aldık; MUD DETNAME. "Müddetname" iki perdelik bir oyun,
çimler uzlaşması oyunumuz. Olaylar zin ciri kopuk kopuk, ancak hapishanedeki siyasi tutukluların yaşamı Can Yücel'in bilgece ironileriyle hiç kopmadan devam ediyor. Şiirin tadını bozmadan, oy namadan şiiri üzerine, hapishaneye yakışmayan insanları gösteriyoruz size, Can Yücel'in suçlu (!) insanlarını... * Burhan Akçin (Kocaeli Bölge Tiyatrosu Sanat Yönetmeni)
TANITIM
GÜNLÜK MÜSTEHCEN SIRLAR Tufan Karabulut
"Günlük Müstehcen Sırlar" (La Secreta Obscenidad De Cada Dia), Şili Santi ago'da geçen zekice kurgulanmış, poli tik öğeler içeren bir komedidir.
pe
cy
a
Kızlar okulunun yanındaki parkta karşıla şan teşhirci giysileri içindeki iki adam, birbirleriyle egoları ve felsefi teorileri
teorilerinden yararlanarak, uzun bir söz düellosuna soktuğu bu iki adam aracılı ğıyla (Pinochet rejimi altındaki Şili toplu mundan hareketle) baskıcı rejimler altın daki toplumlarda, nevrozları, özgür top lum kurumlarını, çalışan haklarını, anne leri, babaları, psikoanalizleri vodvilyen bir atmosfer içinde değerlendirir.
Günlük Müstehcen Sırlar Tiyatro: Tiyatro Fora Yazan: Marco Antonio De La Parra Çeviren: Deniz Yüce Yöneten: Tufan Karabulut Sahne-Giysi Tasarımı: Sena Balyemez Müzik: Burcu Selçuk Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz
Oyuncular: Tufan Karabulut, Arda Kavaklıoğlu.
hakkında söz düellosuna girişirler. Arala rındaki diyalog ilerledikçe bu iki adamın Sigmund Freud ve Kari Marx olduğunu ya da o iddiada olduklarını anlarız. Bu iki adamın oyun içersindeki düşüncelerinin değişimi, itirafları, suçlamaları, inançları bizi gittikçe artan komik durumlarla ve beklenmedik, etkili bir sonla karşı karşıya bırakır.
1987 yılında Şili'de "Gazete Yazarları Derneği", "en iyi oyun ödülü"nü alan ve ilk profesyonel gösterisi "The Cleveland Play House"da 1988 yılında gerçekleşen, Latin Amerikan Tiyatrosu'nun son yıllar daki en etkileyici ve en uzun süreli oy nanan oyunlarından biri olan "Günlük Müstehcen Sırlar", Türkiye'de ilk defa Tiyatro Fora tarafından sahneleniyor.
De La Parra, "Günlük Müstehcen Sır larda Freud ve Marx'ın cinsel ve sosyal
*Tufan Karabulut, Tiyatro Fora Sanat Yönetmeni. 61
BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR Tiyatro: Tiyatro Stüdyosu Yazan: Yasmina Reza Türkçesi: Çetin ipekkaya Yöneten: Ahmet Levendoğlu Sahne-Giysi Tasarımı: Hakan Dündar Işık Tasarımı: F. Kemal Yiğitcan Oynayanlar: Yasemin Alkaya, Mutlu Güney, Mehlika Balkan, Ömer Çolakoğlu. "Yaşamın Üç Yüzü", 2000 yılında ingiltere'de Krallık Ulusal Tiyatrosu'nda sahnelenişinin hemen ardından Viyana, Paris ve Atina'da eşzamanlı olarak perde açtı; 2003 yılı içinde Türkiye'nin yanı sıra dünyanın başka ülkelerinde de izleyici ile buluşması planlanıyor. Reza'nın bu son komedisi, bir akşam yemeği davetine, konukların, bir gece önce gelmesiyle gelişen olaylarda "küçük şeyler" yüzünden yaşanan kimi beklenmedik değişimler ve ev sahipleri ile konukların içine düştüğü şaşırtıcı durumlar üzerine kurulu. "Yaşamın Üç Yüzü", evrenin tüm gizlerine neredeyse ulaşmış insanoğlunun kendi doğası ile ne denli başedebildiği sorusunu sahneye taşıyor.
Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Aziz Nesin Yöneten: Yaşar Ürük Sahne Tasarımı: Savaş Çevirel Giysi Tasarımı: Yıldız ipeklioğlu Işık Tasarımı: Kemal Gürgün Oyuncular: Doğan Yağcı, Nalan Sünger, Erdener Başar, Recai Topaç, Aktan Günalp, Çetin Köroğlu. Olay, 50'lili yılların sonlarında geçer. Yaşamda rastlanabilecek, en sakin, en mütevazı insan olan, emekli memur Nuri Bey'in bir rastlantı sonucu, azılı bir eşkıyaya benzetilmesiyle başlayan olaylar dizisinde; usta yazar, toplum ve medyanın en olmayacak kişiyi bile canavarlaştırdığını mizahi diliyle anlatıyor.
Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Umur Bugay Yöneten: Abdullah Ceren Işık Tasarımı: Zeki Kayar Müzik: Selmi Andak Dans Düzeni: Meltem Özdemir Oynayanlar: Yasemen Büyükağaoğlu, Evren Serter
pe
cy
a
Kadın ve erkeğin, varoluşundan bu yana süregelen beraberlik sürecindeki sevgiler, nefretler, kavgalar, ayrılmalar, birliktelikler, beklentiler... bu ikilinin yaşamındaki renkleri oluşturuyor.
Tiyatro: Van Devlet Tiyatrosu Yazan: Skarmeta Yöneten: Coşkun Irmak Sahne Tasarımı: Murat Gülmez Giysi Tasarımı: Medine Yavuz Işık Tasarımı: Fahrettin Özen Oynayanlar: Hüseyin Baylan, Ahmet Uğur Çavuşoğlu, Özlem Başkaya, Keiko Belir Yarar, Ceyhun gen. Oyun, ünlü şair ve politikacı Pablo Neruda'nın yaşamından bir kesit ve şiirin nasıl hayatın içinden çıktığını ve nasıl yine hayata dönüp, onu yoğurduğunu, değiştirdiğini anlatmakta. Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Turgay Yıldız Yöneten: Eray Eserol Sahne-Giysi Tasarımı: Güzin Y. Evliyaoğlu Işık Tasarımı: Şükrü Kırımoğlu Müzik: Ali Aykaç Dans Düzeni: Nurdan Menemencioğlu Oyuncular: Elvan Eker, Mehmet Akay, Yaprak Onat Atik, Yasemin Karataş.
Aynı gün iki farklı ülkede biri kız, biri oğlan dünyaya gelir, ikisi için de iyi dileklerde bulunması için periler çağırılır, ama çağırılmayan cadı iki çocuğa farklı büyüler yapar.
BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR İzmir'de 1968-69 sezonunda çalışmalarına başlayan Hamle Tiyatrosu, 1993-94 yılından bu yana Gazi İlköğ retim okulu Tiyatro Salonu'nda oyunlarını sergiliyor. Ay rıca, D.E.Ü. Sabancı Kültür Merkezi'nde ve E.Ü. atatürk Kültür Merkezi'nde de oyunlarını sergilemekte. Bu yıl perdelerini ikisi çocuk oyunu olmak üzere 4 oyunla açan Hamle Tiyatrosu'nun oyunları:
işlenmektedir. "Magazin ve Bir Yaz"da kişilerin trajik durumları komedi üslubu ile sergilenmektedir.
Tiyatro:Hamle Tiyatrosu Yazan-Yöneten: Ali Haydar Erçıs Sahne Tasarımı: A. Mutlu Erçıs Giysi Tasarımı: İpek Erçıs Işık Tasarımı: Mustafa Bakır Oyuncular: Ali Haydar Erçıs, Lâle Basara, Mustafa Bakır, Şule Baykara, MEhmet Şahin, Sacit aksoy, Gamze Yemeş, Murat Seçilmiş, Nurdan Bayrak, Ali Özgönül, Orhan Ikikarakayalı.
"Birşarkınız olmalı. Herkesin bir şarkısı vardır. İnadına, gürül gürül, özgürce söylenecek bir şarkı. O şarkı başladığında; bir silah, attığı mer milerden... bir kötü söz, çıktığı bir insafsızlık, ya rattığı kupkuru çöllerden... ıssız bir dünya, yaşa madığı ve yaşatamadığı güzelliklerden utanma lı. Şarkıcılar, şarkıları sevmeyenler kadar inatçı ve güçlü olmalı. Şarkımızı söylemeliyiz. Söylemezsek, yaşamın hep eksik kalacağını unutmadan; söylemezsek, bu eksikliğin renklerden-seslerden-düşlerden korkanla rın işine geleceğini bilerek söylemeliyiz.
pe
cy
a
"Uygun Görürseniz"de insanların birbirle rine çıkar beklemeden yardımcı olmaları, birbirlerini seven insanların daha saygılı davranmaları, karı koca yaşantısında da bunun unutul maması gerektiği vurgulanmaktadır. Her kurumda oldu ğu gibi, evlilikte de gereksiz kuruntu ve kuşkuların, o yuvayı tehlikeye sürükleyeceği simgelenmekte; herhan gi bir şeyi veya olayı iyice araştırıp incelemeden kesin yargıya varılmaması anlatılmaktadır. İnsanların ne türlü olursa olsun genelde bir arayış içinde bulundukları, an cak bu arayışların insanları mutluluğa götürecek biçim de olması gerektiği bildirilmekte, bu arayış ve anlayış içersindeki insanların nasıl acı çektikleri tuhaflıklarla ko medi üslubu ile verilmektedir.
Tiyatro:Hamle Tiyatrosu Yazan: Haluk Işık Yöneten: Ali Haydar Erçıs
Tiyatro:Hamle Tiyatrosu Yazan-Yöneten: Ali Haydar Erçıs Sahne Tasarımı: A. Mutlu Erçıs Giysi Tasarımı: İpek Erçıs Işık Tasarımı: Mustafa Bakır Oyuncular: Ali Haydar Erçıs, Lâle Basara, Mustafa Bakır, Şule Baykara, Mehmet Şahin, Sacit Aksoy, Murat Seçilmiş, Nurdan Bayrak. "Magazin ve Bir Yaz" bir magazin muhabirinin yaşamından bir kesit, bir rüya! Oyunda magazin muhabirinin çevresindekilerle olan ilişkileri dile getirilirken kuşkuları ve sorunları da
Tiyatro:Adana Devlet Tiyatrosu Yazan: Fikret Terzi Yöneten: Tolga Tekin
Oyunun konusu, savaş, bencillik, sömürü tü ründen kavramların hiç tanınmadığı ve yaşan madığı, her şeyin çocuk güzelliğiyle sürdüğü Mutluluk Gezegeni'ni, Dünya'dan gelen Yalan-Dolan-Çıkar adlı ve kimlikli üç düzenbazın Dünya'ya benzetme (!) çabalarına Akıllı Soytarı'yla arkadaşları oyuncu ve seyirci çocukla rın izin vermeyişi üzerine kurulu. Oyun, savaş, barış gibi çocuk oyunlarında sıkça rastlanan temleri; düşsel bir ülkenin yönetiminde de mokrasi kavramını ele alması ve konunun se yirci çocuklarla birlikte işlenmesi açısından farklı bir anlayışla ele alıyor. Oyunda, bugüne dek pek çok çocuk oyununda olduğu gibi salt çocukları eğlendirmek ve bir seyirlik oyun etkisi bırak mak yerine böyle oyunların birikimiyle çocukta dünyayı iyiden ve güzelden yana değiştirme istenci uyandırmak ve çocuğu oyunun bir parçası kılmak amaçlanıyor.
BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLARTiyatro: Sivas Devlet Tiyatrosu Yazan: Cahit Atay Yöneten: Kemal Başar Sahne-Giysi Tasarımı: Berna Yavuz Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan Oynayanlar: Taner Turan, E. Tolga Çiftçi, Demet Bölükbaşı, Ulviye Bursa, Fuat Çiğiltepe, Ö. Devrim Akkaya.
Tiyatro: İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Yazan: Michael Frayn Yöneten: Mehmet Ergen Sahne-Giysi Tasarımı: Efter Tunç Işık Tasarımı: Yaşar Demirkıran Oynayanlar: Aydın Sigalı, Eylem Tanrıver Sökmener, Serhat Tutumluer, Funda İlhan, Arzu Bigat Baril, Şafak Karali, Melih Düzenli, Tarık Keskiner, Müjde Hayat.
Cahit Atay'ın unutulmaz eserinde, Karalar Köyü'nde yaşayan üç ayrı Memet'in hikayesi anlatılmaktadır.
Oyunun Oyunu aslında bir oyun değil iki oyun dur: Aynı zamanda hem eğlenceli hem gele neksel cinsellik üzerine kurulmuş bir fars (Çırılçıplak-Nothing On ) hem de bu oyun içindeki oyunun son provasında ve turnesi sırasında gelişen bir sahne arkası farsıdır. Çırılçıplak oyu nunda sahneden çıkan oyuncular, kendilerini
Tiyatro: Antalya Devlet Tiyatrosu Yazan: Eugene lonescu Yöneten: Y. Emre Bozdoğan Sahne-Giysi Tasarımı: Hakan Dündar Işık Tasarımı: Namık Gürsoy Oynayanlar: Reha Özcan, Aylin Uzunlar
önüne seriyor.
cy a
Etrafında olup bitenlere karşı duyarsız ve birbirleriyle iletişimsiz insanları komik bir dille eleştiriyorken, toplumları da trajik bir durumla gözler
kuliste yaşanan bir başka farsın içinde bulurlar. Bu iki farsın birleşimi Oyunun Oyunu'nu tiyatro tarihinin en da hiyane oyunlarından biri haline getirmiştir.
pe
Tiyatro: Van Devlet Tiyatrosu Yazan: Rada Moskowa Çeviren: Tuğrul Çetiner Yöneten: Çetin Akçan Sahne -Giysi Tasarımı: Funda Karasaç Işık Tasarımı: ilhan Orhan Müzik: Kemal Günüç Oynayanlar: Eda Yılmaz, Canan Erener, Mustafa Çolak, Ezgi Yıldız, Bülent Düzgünoğlu, Mustafa Şen. Göz alabildiğine uçsuz bucaksız bozkırların, ovaların ortasında bir grup atın içinde dünyaya gelen 'Minik Tay'ın başına gelenlerin anlatıldığı bir çocuk oyunu.
Tiyatro: Van Devlet Tiyatrosu Yazan: Haldun Taner Yöneten: Faik Ertener Sahne Tasarımı: Osman Şengezer Giysi Tasarımı: Funda Çebii Işık Tasarımı: ilhan Orhon Müzik: Yalçın Tura Dans Düzeni: Neslihan Öztürk istanbul'un gecekondu mahallesinde geçen hüzünlü bir aşk hikayesinin yanısıra köy ve şehir yaşamı arasına sıkışmış insanların yaşa ma uyum mücadelesini anlatıyor. Zamanın epik unsurları ile yazılan oyun günümüz ko şullarında klasik müzikal niteliğini koruyarak yeni bir yo rumla sergileniyor.
Tiyatro: Semaver Kumpanya Yazan: Feridüddin-i Attar Oyunlaştıran: J. C. Carriere, Zeynep Avcı Uyarlayan: Yavuz Pekman Yöneten: Işıl Kasapoğlu, Karina Cheres Mask, Kukla ve Sahne Tasarımı: Karina Cheres Dramaturji: Günay Ertekin Işık: Sema Öztaş Oynayanlar: Nilüfer Alptekin, Deniz Altaş, Münüre Apaydın, Aylin Çalap, Özlem Çınar, Bülent Çolak, Özlem Durmaz, Güliz Gençoğlu, Özden Özkök, Ahmet Kaynak, Serap Matyaş, Ece Okay, Özgür Efe Özyeşilpınar, Yavuz Pekmaan, Mine Tugay, Buket Yanmaz.
Fransız yazar Jean Claaude Carriere'nin, yalnızca İslam aleminde değil tüm dünyada, çok fazla ilgi görmüş, pek çok farklı dile çevrilmiş ve sayısız sanat ürününe ilham vermiş olan bu eserden esinlenerek yazdığı bir oyunun, Zeynep Avcı tarafından gerçekleştirilmiş bir uyarlaması olan "Simurg: Kuşlar Meclisi", Karina Cheres'in tasarlayıp realize ettiği kukla ve masklarla zenginleşerek, izleyicisine renkli, masalsı ve yaratıcı bir dünya sunuyor.
_BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Yazan: Luigi Lunari Çeviren: Hande Aygen Yöneten: Ergün Işıldar Sahne-GiysiTasarımı: Zuhal Soy Işık Tasarımı: Vahit Gegik Efekt Tasarımı: Ersin Aşar Dramaturg: Arzu Isıtman Oynayanlar: Yavuz Şeker, İlhan Kilimci, iskender Bağcılar, Süeda Çil, Uskan Çelebi.
Tiyatro: Kartal Sanat İşliği Yazan: Turgut Özakman Yöneten: Cenan Çamyurdu Sahne Tasarımı: Halil Ergin Müzik: Anonim Oyuncular: Berna Bozkurt, Cenan Çamyurdu, Nalan Çelikel, Sibel Seyhan, Özlem Eryoldaş, Emre Saka- Halil Ergin, Lale Etili, Güneş Koza, Derya Aslan, irem Tok, Çağlar Tüfekçi.
a
Bazen doğruyu ararız; bazen yanlışı... Ama ne aradığımızın doğru olduğunu biliriz ne de yanlış... Aramakla yazgılı olmanın sonucudur belki de, kendimizi kıyısında bulduğumuz dünyada geçirdiğimiz epilepsi nöbetleri... Hepimizin elinde bir adres vardır fakat, aldığımız tarifler çoğu zaman yanlıştır... Ya da hatalı. Luigi Lunari'nin yazdığı "Tahteravallide Üç Kişi"nin oyun kahramanlarını, inişli çıkışlı bir yaşamın ortasında buluruz. Sahnedeki üç adamın hikâyesi, dünyada nefes alan her insanın öyküsüdür de... Fantastik bir düşten sızanlar, gerçeğin ta kendisidir. Bir oyundur yaşananlar. Her oyun kişisi neden sonra farkına varsa da, ancak kendi girdikleri kapıdaan çıkabildiklerini, mevsimin kişilerin girdikleri kapının yönüne göre değiştiğini ve buzdolabında kim ne istiyorsa onu bulabildiğini görürüz...
temizlemeye, ister ruhlarınızdan... İsterseniz buyurun gelin, "İsli-Sisli-Pis-Puslu"yaa, birlikte düşünelim yapacaklarımızı... Bir oyunun yordamıyla...
cy
Başlangıçta her biri, diğerinin yanlış adrese geldiğini düşünür. Tıpkı yaşam gibi... Ve yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide geçen diyaloglar, endişe ve sorgulamayı beraberinde getirir... Tahteravalli'de Üç Kişi, trajedinin altının mizahla çizildiği bir oyun... Hayata bir kez de bu pencereden bakmaya ne dersiniz?
pe
Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Yazan: Volker Ludwig, Reiner Lücker Çeviren ve Uyarlayan: Yücel Erten Yöneten: Naşit Özcan Dekor Tasarım: Ayhan Doğan Kostüm Tasarımı: Serhat Çolakoğlu Müzik: Mertol Salt Işık Tasarımı: Özcan Çelik Koreografi: Çiğdem Gürel Oynayanlar: Funda Köseoğlu, Emrah Özertem, Betül Kızılok, Tarık Şerbetçioğlu, Serdar Orçin, Gökhan Eğilmezbaş, Murat Taşkent, Elçin Altındağ, Ali Görkem Altuğ.
Hayatı dayanılmaz bulanlar; hayatı dayanılmaz kılanlardır daha çok... Her gün etrafımızda gerçekleşen onlarca aksaklığı görür de sadece söylenmekten çare bekleriz. "Isli-Sisli-Pis-Puslu", küresel bir sorun haline gelen "Çevre Kirliliği"ne, çocuksu bir pencereden bakıyor. Geleceğimizin güvencesi çocukların, ileride edilgen ve kayıtsız bireyler olmaması için bir acil çıkış kapısı sunuyor... Hava kirliliğinin yarattığı koşullardan etkilenen bir mahalledeki çocukların, yeni taşınan bir yazarın öncülüğünde kurdukları ekiple, mahalleliyi çevre kirliliğine karşı bilinçlendirme çabası anlatılıyor oyunda. Herkesin yaşamı güzelleştirmek için yapacağı bir şey vardır mutlaka... ister kapınızın önünden başlayın
Töre'yi Yönetmen Cenan Çamyurdu şöyle anlatıyor: "Dünya kurulalı beri süre gelen, devinen, geleneksel olmak adına kanla sürdürülen bir ritüel sanki TÖRE! İlkel insanla beraber başlamış, şekil değiştirmiş, ama hep kendini gizli gizli var etmiş. Yürümüş gitmiş kuşaktan kuşağa. Amaç hep aynı, sonuç aynı, karşı çıkış aynı, ama hep var. TÖRE herkesin dramı, genç kızın, genç oğlanın, ananın, halanın, yeğenin, delikanlının, gelinlerin, güveylerin... Hatta PROMETEUS gibi ışığı çalmaya çalışan nenenin. Her evin kendi töresince yaşadığı, yoksulun bile evini kale bilip saray sanması, sevginin insanı sebil etmesi, ölümü sevmemesi en büyük direnişi Töreye. Ölümlü olduğunu bile bile hayata direnişinin mistik karmaşalığı içinde, kininin balla börekle, susamlı çörekle bezemesiyse en büyük çelişkisi. Hep çekiştik, çeliştik ve varoluşumuza anlam ararken bitirdik kendimizi. Miras diye bıraktığımız kin dost olup yola koyuldu sevgi ile. Savaşı ve barışı getirmesi bundandı belki de. Bizler en doğalı, bize en yakını, bizim olanı seçtik bu oyunda. El ele vurmak güzel olsa gerek dedik. Sırta sırt dayanmak güzel olsa gerek dedik. Aynı şeyi, bizden öncekiler gibi denedik "Töreye karşı çıkmayı." Bizden sonra da devam edecek töre. Kafeste bir kuş varsa hiç değilse şakısın dedik. Sevgi çığlığını bastırmaya kimsenin gücü yetmez dedik. Değerliyken değersizlik duygusu ile büyüyemeyeceğini bildiğimiz için bir tuğla da biz koyalım istedik insanın içsel tepkisine. Belki bu da bir töre... Kim bilir?
GÖRÜŞ
BİRİNCİ DOGMA'YA TEPKİ
Ediz Baysal "Siyasal erk karşısında elpençe divan dur mak zorunda kalan padişahlar; padişahları parmaklarının ucunda oynatan bakanlar."
Yücel Erten'in betimlediği Devlet Tiyatrola rı genel müdürleri, Osmanlı Imparatorluğu'nun gerileme ve çökme dönemlerinde ki padişahları andırıyor. Siyasal erk ve onun temsilcisi bakanlar da, padişahlara istediklerini yaptıran, padişahları etkileri al tına alan batıdaki baskıcı ve dayatmacı güçlü devletler sanki. II müdürlüklerinden bazıları, yabancı dev letlerle işbirliği içinde padişahı tahtından indirmeye çalışan uç beyleri gibi.
pe cy
a
Devlet Tiyatroları'nın hükümdarı artık eski si kadar yetkinlik gösteremiyor. Ne sözü dinleniyor, ne sözü geçiyor. Siyasal erkin kendisine tanıdığı ayrıcalığı yozlaştırmış. Artık eski saygınlığı kalmamış. Kuruluş ve yükseliş günlerinin heyecanını yitirmiş.
Türkiye Cumhuriyeti başkentinde Devlet Tiyatroları Genel Müdürü ile Kültür Bakanı birbirlerine yabancılaşmışlar. Yabancılaş ma bütün kurumu sarmış, en uzak illere dek uzanmış. Yabancılaşma Devlet Tiyatroları'nın kaçınıl maz bir yazgısıydı. Devletin yönetim biçimi demokratik ilke ve kurallara dayanırken, ti yatrosunun padişahlıkla yönetilmesinin uyumsuzluk doğurmadan sürmesi bekle nemezdi.
Siz bu hanedanı çökertmeden, yıkmadan Devlet Tiyatroları'nı merkeziyetçi olmayan bir yapıya kavuşturmaya kalkışırsanız, evet padişahlığı ortadan kaldırabilirsiniz, fakat cumhuriyeti kuramazsınız. Devlet Tiyatro ları'nı daha da geriye götürerek, ancak de rebeylik düzenini getirebilirsiniz. Her biri kendini doğuştan genel müdür sa nan oyuncuların ekmeğine yağ sürersiniz. Veliahtlardan yalnız bir tanesi padişah ola cağından, onların gizli emellerini doyura bilmek için padişahların sayısını çoğaltmak çok zekice bir buluş! Süreli de olsa, padi şah yetkileriyle donatılmış, kendi başına buyruk, dokunulmaz, korunaklı özgür prenslikler, derebeylikler oluşturma çaresi; kıskançlıkları, Bizans entrikalarını, sinsice kurulan tuzakları, saray darbelerini ve amaca ulaşmak için siyasal erke yanaşma, yaranma çabalarını azaltmak bakımından güzel bir öneri doğrusu. Saltanatı paylaşır ve"tiyatroyu oyuncular yönetir" dogmasından hiç şaşma. Ama bu dogma ile oyuncular yalnızca ken dilerini kandırır, çünkü bu bir yalan dolan dır, bir safsatadır.
Peki, padişahlığın temel ve belirleyici özel liği merkeziyetçi oluşu mudur? Yoksa bu sadece bir sonuç mudur? Bugün krallıkla yönetilen İngiltere'de merkeziyetçiliğin hü küm sürdüğü söylenebilir mi?
Yöneticiliği seçen oyuncu, oyuncu olmak tan çıkar, politikacı olur; sanatçı olamaz, sanatçı kalamaz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde bir ku rumun padişahlıkla yönetilmesi hiçbir za man savunulamaz. Hele bu kurum uğraş alanı sanatsa, asla.
Haklısınız herkes kendi işini yapsın.
Devlet Tiyatroları padişahlıktan nasıl kurta rılır, nasıl arındırılır? Padişahlık; bir sülâle, bir soy, bir hanedan yönetimidir. Atatürk, Cumhuriyeti Osmanlı Hanedanı'nı silip süpürerek kurmuştur. 66
Devlet Tiyatroları'nı da bir hanedan yönet mektedir. Bu geniş anlamıyla sanatçı, spe sifik olarak bir oyuncu hanedanıdır. Biraz daha irdelersek, Ankara Devlet Konserva tuarından yetişenlerin hanedanıdır.
Bu toplumun daha çok oyuncuya gerek sinimi var.
Oyuncunun da işyeri sahnedir, büro değil. Atatürk bürokratları, politikacıları değil, gerçekten sanatçı olanları yüceltmek is temiştir. Doğru değil mi bu. Sayın Yücel Erten? Devlet Tiyatrola'rında Cumhuriyeti hedef lerken lütfen biraz samimi olalım.
a
cy
pe
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
ŞEHİR T İ Y A T R O L A R I
DERGİSİ
Sonbahar 2002
ISBN: 1303-2747
cy
Sayı: 449
a
Türk Tiyatrosu
pe
istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın süreli yayını Türk Tiyatrosu Dergisi'nin 449. sayısı (Sonbahar 2002), birbirinden ilginç yazı, söyleşi ve dosyalardan oluşuyor. Türkiye'de tiyatroya hem akademik hem de seyirlik bir pencereden bakmayı amaçlayan derginin bu sayısında, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın sezon içerisinde sahnelediği oyunlarla ilgili oylumlu yazılar; tiyatromuzun duayenlerinden Necdet Mahfi Ayral'ın hayatının anlatıldığı "Ustalar Geçidi"; bu sezon seyirci ile buluşan Eugene lonesco'nun yazdığı Engin Alkan'ın sahnelediği "Kral Ölü(şü)ypr" adlı oyunla uzun bir aradan sonra tekrar tiyatroya dönen Hümeyra ile uzun soluklu bir söyleşi; tiyatrodan haberler; Aydın Boysan'la Direklerarası; Nâzım Hikmet Ran dosyası; üniversitelerde tiyatro üzerine bir soruşturma ve dünden bugüne fotoğraflarla ve hakkında çıkan yazılarla "Bir Adam Yaratmak" gibi dosyaları okumak mümkün... Türk Tiyatrosu, tiyatrodaki rehberiniz olacak!..
ÇOCUK - TİYATRO
a
İSLİ - SİSLİ - PİS - PUSLU
pe cy
Yazan: Volker Ludwig, Reiner Lücker Çeviren ve Uyarlayan: Yücel Erten Yöneten: Naşit Özcan Dekor Tasarım: Ayhan Doğan Kostüm Tasarımı: Serhat Çolakoğlu Müzik: Mertol Şalt Işık Tasarımı: Özcan Çelik Koreografi: Çiğdem Gürel Oynayanlar: Funda Köseoğlu, Emrah Özertem, Betül Kızılok, Tarık Şerbetçioğlu, Serdar Orçin, Gökhan Eğilmezbaş, Murat Taşkent, Elçin Altındağ, Ali Görkem Altuğ.
Hayatı dayanılmaz bulanlar; hayatı dayanılmaz kılanlardır daha çok... Her gün etrafımızda gerçekleşen onlarca aksaklığı görür de sadece söylenmekten çare bekleriz. "İsli-SisliPis-Puslu", küresel bir sorun haline gelen "Çevre Kirliliği'ne, çocuksu bir pencereden bakıyor. Geleceğimizin güvencesi çocukların, ileride edilgen ve kayıtsız bireyler olmaması için bir acil çıkış kapısı sunuyor... Hava kirliliğinin yarattığı koşullardan etkilenen bir mahalledeki çocukların, yeni taşınan bir yazarın öncülüğünde kurdukları ekiple, mahalleliyi çevre kirliliğine karşı bilinçlendirme çabası anlatılıyor oyunda. Herkesin yaşamı güzelleştirmek için yapacağı bir şey vardır mutlaka... İster kapınızın önünden başlayın temizlemeye, ister ruhlarınızdan... İsterseniz buyurun gelin, "İsli-Sisli-Pis-Puslu"ya, birlikte düşünelim yapacaklarımızı... Bir oyunun yordamıyla...
İKTİDAR • ÖLÜM - TİYATRO
a
TAHTEREVALLİDE ÜÇ KİŞİ
pe cy
Yazan: Luigi Lunari Çeviren: Hande Aygen Yöneten: Ergün Işıldar Dekor Kostüm Tasarımı: Zuhal Soy Işık Tasarımı: Vahit Gegik Efekt Tasarımı: Ersin Aşar Dramaturg: Arzu Isıtman Oynayanlar: Yavuz Şeker, İlhan Kilimci, İskender Bağcılar, Süeda Çil, Uskan Çelebi.
Bazen doğruyu ararız; bazen yalnışı... Ama ne aradığımızın doğru olduğunu biliriz ne de yanlış... Aramakla yazgılı olmanın sonucudur belki de, kendimizi kıyısında bulduğumuz dünyada geçirdiğimiz epilepsi nöbetleri..., Hepimizin elinde bir adres vardır fakat, aldığımız tarifler çoğu zaman yanlıştır... ya da hatalı. Luigi Lunari'nin yazdığı "Tahteravallide Üç Kişi"nin oyun kahramanlarını, inişli çıkışlı bir yaşamın ortasında buluruz. Sahnedeki üç adamın hikâyesi, dünyada nefes alan her insanın öyküsüdür de... Fantastik bir düşten sızanlar, gerçeğin ta kendisidir. Bir oyundur yaşananlar. Her oyun kişisi neden sonra farkına varsa da, ancak kendi girdikleri kapıdan çıkabildiklerini, mevsimin kişilerin girdikleri kapının yönüne göre değiştiğini ve buzdolabında kim ne istiyorsa onu bulabildiğini görürüz... Başlangıçta her biri, diğerinin yanlış adrese geldiğini düşünür. Tıpkı yaşam gibi... Ve yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide geçen diyaloglar, endişe ve sorgulamayı beraberinde getirir... "Tahteravalli'de Üç Kişi", trajedinin altının mizahla çizildiği bir oyun... Hayata bir kez de bu pencereden bakmaya ne dersiniz?
a
cy
pe
pe cy a
cy
pe a
a
cy
pe
a
pe cy
a
pe cy