2003_128_8822

Page 1


pe cy a


Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri

Katkıda Bulunanlar:

Müdürü: Mustafa Demirkanlı

Nihat Alptekin, Filiz Elmas,

Film Çıkış: Çağdaş Grafik Baskı: Mart Matbaası Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. Yayın Kurulu: Mehmet Ergen, Gülayşe Erkoç, ve San. Ltd. Şti.: Ihlamur Deresi Üstün Akmen, Orhan Alkaya, Erbil Göktaş, Doğan Korkmaz, Sok. No:35/5 Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu, Ersan Uysal, Beşiktaş - İstanbul Telefon: (0212) 259 21 24 Ahmet Levendoğlu, Lokman Zor. Fax:(0212)327 86 29 Ali Taygun. Kapak Tasarımı: Genco Demirer e-posta: tiyatroyap@e-kolay.net Ankara Temsilcisi: Yalçın Hukuk Danışmanı: P. Çeki: Tiyatro Yapım 655 248 Günaydın Av. Levent Aral Banka Hesap No: T. İş Bankası, Yayın Koordinatörü: Duygu Atay Teknik Müdür: Erkut Arıburnu Cihangir Şb. 197 245

EDİTÖRDEN /S 5 HABERLER: /S. 6 TANITIM: Özen Yula-Gayri Resmi Hurrem Filiz Elmas/S. 11 KUTLAMA: Dünya Tiyatro Günü Bildirisi /S. 12

pe cy a

SÖYLEŞİ: Engin Cezzar: Oyuncu Yetişiyor Ama Seyirci Yetişmiyor Nihat Alptekin/S. 14 ELEŞTİRİ: Ayaktakımı Arasında Olma(ma)k Nihat Alptekin /S. 18 FOTOĞRAFLARIN DİLİ: Lysistrata/S. 20

İZDÜŞÜM: Söz Shakespeare'den Açılınca Ahmet Levendoğlu /S. 24 ELEŞTİRİ: "Olağan Mucizeler"

"Ver Elini Yeni Dünya" "Kral Ölü(şü)yor)

"Kahramanlar Hep Erkek", Üstün Akmen /S. 26 MEKTUP: Ersen Barkın 61 Yaşında Ersan Uysal/S. 33 ELEŞTİRİ: "Dallar Yeşil Olmalı" Erbil Göktaş/S. 34 ELEŞTİRİ: "Siyah Çorplılar" Doğan Korkmaz/S. 36

SÖYLEŞİ: Ahmet Mümtaz Taylan ile Scapin'in Dolapları Üzerine Mustafa Demirkanlı /S. 38 ELEŞTİRİ: "Scapin'in Dolapları" Lokman Zor /S. 42 LONDRA MEKTUBU: Brecht Ölmez-mi? Mehmet Ergen/S. 44 ELEŞTİRİ: "Öyle Devam Edemeyiz" Nihal Kuyumcu/S. 46 ELEŞTİRİ: "Komik Tavşan Hopi" Nihal Kuyumcu /S. 48 İNCELEME: Sarmal Bir Akıntının İvmesinde Türk Tiyatrosu Gülayşe Erkoç/S. 49 GÖRÜŞ: Rutkay Aziz'e Yanıt /S. 54 BU AY PERDE DİYEN OYUNLAR:/S. 56 KİTAP TANITIMI: Tiyatro Kitapları Duygu Atay S. 58

Abonelik İçin: Abonet Tel: (0212) 210 O 110 Fax:(0212)222 27 10 e-posta: abonet@abonet.net Abonet'den tek sayı için bile abone olabilirsiniz. Yurtdışı Abone: 100 EURO


MİTOS-BOYUT

Tiyatro Yayınları

Yeni K i t a p l a r / Y e n i K i t a p l a r / Y e n i K i t a p l a r / Y e n i K i t a p l a r

William S H A K E S P E A R E I Kral John Türkçesi: Ali Neyzi Büyük ustanın Türkçeye hiç çevrilmemiş bir oyunu... Yazarın ilk dönem oyunlarından olan bu eserde, 1199-1216 yılları arasında krallık yapan John'un, Papalığa ve Fransa'ya karşı ingiltere'nin birliğini savunması anlatılır.

Sinan BAYRAKTAR / Definename Sinan Bayraktar yeni bir oyun yazarı; Definename onun yayınlanan ilk oyunu. Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatrosu Edebi Kurullarından geçmiş olan bu komedide, Trakya'da bir kasabada define arayışı, açık biçimde ve eğlenceli, şarkılı, sıcak insani ilişkiler içinde anlatılıyor.

Güngör D İ L M E N / Toplu Oyunları 6

pe cy a

Devlet ve İnsan /ittihat ve Terakki / Hakimiyet-i Milliye Aşevi Yakın tarihimizden kronolojik üç oyun birarada. Devlet ve Insan'da Abdülhamit'le Mithat Paşa'nın mücadelesi; İttihat ve Terakki'de II. Meşrutiyet'in arkasından i. Dünya Savaşı yenilgisi; Hakimiyet-i Milliye Aşevi'nde, bu yıl 80. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin kuruluşundan önceki en kaygılı günlerden Lozan Barışı'na uzanan günler anlatılıyor.

Maksim GORKİ / Toplu Oyunları i

Küçük Burjuvalar / Tegor Bulıçov ve Diğerleri (Türkçesi: Koray Karasulu) Gorki'nin oyunlarının kendi dilinden ve yeniden çeviri dizisinin ilk kitabı. Küçük Burjuvalar, küçük burjuva insanının kararsız, ürkek, çıkarcı tavrının karşısındaki devrimci anlayışın insancıl yönünü sergiliyor. Tegor Bulıçov ve Diğerleri, Rus Devriminden sonra 1931'de yazılmış, devrim öncesinin toplumsal bulanımlarının bir burjuva ailesi boyutunda anlatıldığı bir oyun.

Gorki, 1901'de Moskova Sanat Tiyatrosun'nda sahnelenmiş olan Küçük Burjuvalar oyuncularıyla birlikte.

Mitos-Boyut Tiyatro Yayınları/ TEM Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. Ağa Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu-İST. Tel. 212. 249 87 37-8; Faks. 212. 249 02 18


EDİTÖRDEN

Demirkanlı Üçüncü binyılın, üçüncü yılının, üçüncü ayının üçünde saat üçte dünya tiyatroları ile birlikte sahnelerdeydi Lysistrata. Tezkere ise ikinci kez Meclis'e sunulma aşamasında. Bu sayının "Fotoğrafların Dili" sayfalarını Lysistrata'ya ayırmaya karar vermiştik, görsel olarak da gerçekleştirilecek etkinlikleri kullanmayı planlamıştık, ama son anda sayfalarda göreceğiniz fotoğraflara ulaştık. Körfez Savaşı, herhalde daha iyi anlatılamazdı. Savaşa karşı çıkmanın daha iyi bir gerekçesi olamayacağı gibi. Ama, öyle gözüküyor ki bu savaşın dışında olmanın da olanağı yok, yani savaş yine önümüzde duruyor. * ** Eleştirmen sıkıntısı yaşandığı bir gerçek, hal bu olunca, sahnelenen oyunları mercek altına almak pek olanaklı değil. Üstün Akmen'in 4-5 oyun eleştirisinin aynı sayıda yayımlanması bazı eleştirilere neden oldu. Sevgili Akmen'in oyun eleştiri yazılarının sayısını azaltmamız olanaklı değil. Bundan böyle o ayın eleştiri yazılarını tek imza altında toplamaktan başka

a

birşey yapmamızın da pek de mümkün olmadığını söylemeliyim. Ama, genç eleştirmen arkadaşlarımız aramıza katıldıkça, doğal olarak Akmen'in eleştiri yazılarının sayısı da

cy

zaman içinde azalacak, keşke 6-7 yeni imzaya kavuşabilsek de üstün Bey'i de bu kadar

yormasak. İki sayıdır İzmit'ten yeni bir isim katıldı aramıza; Erbil Göktaş. Erbil, izmit'ten eleştiri yazılarını sürdürürken zaman zaman istanbul oyunlarına da uzanacak. Bu sayıda aramıza katılan bir diğer isim Nihat Alptekin, Dergi'ye daha çok söyleşilerle katkı yaparken zaman zaman eleştiri yazılarını da sizlere aktaracağız. İzmir'den Doğan Korkmaz,

pe

Mustafa

Erzurum'dan Lokman Zor o bölgelerin tiyatrosunun nabzını tutacaklar. Mehmet Ergenin Londra Mektubu da devam edecek. ***

27 Mart Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi'ni yayımlayamıyoruz, çünkü dergi baskıya girerken, ancak kimin yazacağı belli olmuştu: Zülfü Livaneli. Bu yılın bildirisini Livaneli yazacak, herhalde bir kaç gün sonra metin ortaya çıkar ama biz size ancak bir sonraki sayıda aktarabileceğiz. Uluslararası Bildiri ve Amatör Tiyatrolar Bildirisi sayfalardaki yerini aldı. Keşke daha önce davranılıp belirlense de Ulusal Bildiri de Mart ayında yayımlanabiliyor olsa idi. *** 1998 yılında başlattığımız Uluslararası Çocuk Tiyatrosu Festivali, bildiğiniz nedenlerle devam edememişti, ama bu yıl başlayarak çok daha güçlü ve kapsamlı olarak devam edecek. Bu konudaki gelişmeleri bir sonraki sayımızda sizlere aktaracağız. Nisan sayısında umarız savaşsız bir dünyada oluruz, çok zor görünse de... 5


Haberler.. Şehir Tiyatrosu Yöneticileri, İŞTİSAN'dan İstifa Etti

DERNEĞİ GENEL KURULU BİLDİRİSİ

İŞTİSAN Derneğinin "Demokratik, Özgür ve Bağımsız Bir Şehir Tiyatrosu için" başlıklı bildi­ risinden sonra I.B.Ş.T. yönetim kurulunda bu­ lunan M.Nurullah Tuncer, Kemal Kocatürk, Mustafa Arslan ve Sahne Direktörü Nilgün Kasapbaşoğlu İŞTİSAN'dan istifa etmişler, İŞ­ TİSAN yönetim kurulu da istifa nedenini sor­ muş, bunun üzerine istifa edenler de gerek­ çelerini açıklamışlardır, istifa mektubu, İŞTİSAN'ın açıklama isteyen yazısı ve istifa ne­ denlerinin açıklandığı mektubu aynen yayımlı­ yoruz.

1. "Ülkemizin en köklü sanat kurumu İstan­ bul Şehir Tiyatrosu, 89'uncu yaşında, ağır si­ yası baskılarla boyunduruk altına alınmak is­ teniyor. "

Kuruluş ilke ve amaçlarının dışına çıkılarak, sanatın siyasallaşmasına katkıda bulunma ça­ bası güden meslek örgütümüzün kuruluş ilke ve amaçlarından sapma gösterdiğini üzüle­ rek izlemekteyim. Sanatın ilkelerine sahip çı­ kabilmek için siyasallaşmış olan derneğimiz­ den istifa etmeği bir sanatçı olarak görev bil­ mekteyim. İstifamın ve başarı dileklerimin ka­ bulünü bilgilerinize sunarım. 04.02.2003

Yönetim Kurulunda bulunan atanmış ve se­ çilmiş üyelerin hangilerinin siyasi parti ya da teşkilat ilişkisi bulunduğunun ispatına, 2. "...Yönetsel gelenekleri ile yönetime katıl­ ma hakları hiçe sayılarak iş başına getirilen", Şehir Tiyatrolarının yönetsel geleneği Şehir Tiyatroları yönetmeliğidir. Şehir Tiyatroları Yönetmeğinin 7.maddesinde Genel Sanat Yönetmeninin nitelikleri ve ne şekilde atana­ cağı tariflenmiş ve Yönetim Kurulunun nasıl oluşturulacağı da aynı yönetmeliğin 10.mad­ desinde belirlenmiştir. Şehir Tiyatroları geleneği içinde Genel Sanat Yönetmeni ve Yönetim Kurulunun 5 üyesi sanatçıların seçimi ile belirlenmemiş, Belediye Başkanı tarafından atanmış ve diğer 2 üye ise Şehir Tiyatroları Sanatçıları arasından yine sanatçılar tarafından seçilmiştir.

a

"İŞTİSAN YÖNETİM KURULUNA

DEMOKRATİK, ÖZGÜR VE BAĞIMSIZ BİR İS­ TANBUL ŞEHİR TİYATROSU İÇİN" başlıklı bil­ dirinizi esas alarak derneğinizi aşağıdaki ko­ nularda ispata davet ediyorum:

Bu gerçek karşısında "Yönetsel gelenekleri ile yönetime katılma hakları hiçe sayılarak iş başına getirilen yönetim" ibaresinin haklılığı­ nın ispatına,

"Sn M. NURULLAH TUNCER, KEMAL KOCA­ TÜRK, MUSTAFA ARSLAN, NİLGÜN KASAP­ BAŞOĞLU

3. "...İlk andan açığa vurdukları "ümmi" ti­ yatro özlemlerine"

cy

M. NURULLAH TUNCER, KEMAL KOCATÜRK MUSTAFA ARSLAN, NİLGÜN KASAPBAŞOĞ­ LU"

"Ümmi Tiyatro" isimli bir tiyatro anlayışının ve biçeminin hangi tiyatro literatürüne daya­ nılarak kullanıldığının ve varlığının ispatına,

pe

Derneğimize yazdığınız mektupta, üyelikten istifa nedeninizi, özetle "Derneğin siyasallaş­ ması" olarak belirtmişsiniz.

Eleştirilerinizin dayanaksız bir istifa nedeni ol­ madığını, suçlamalarınızın boyutlarını düşün­ düğünüzü ve bunları sözlerinizin sorumlusu olarak savunabileceğinizi umarak; istifanızı kabul etmeden önce sizi, kararlaştıracağımız yakın bir tarihte, tiyatrodaki dernek odasında görüşmeye davet ediyoruz. İŞTİSAN YÖNETİM KURULU"

*** "İŞTİSAN YÖNETİM KURULU'NA İstifama neden teşkil eden İŞTİSAN Derneği­ nin siyasallaşması bağlamındaki eleştirimin dayanaklarını içerir mektubumdur. Göndermiş olduğunuz yazılı davetinize uya­ bilmek için yaptığım araştırma sonucunda, İŞTİSAN derneğine ait bir odanın tiyatromuz içinde bulunmadığını öğrendiğimden, sizlere istifa mektubumdaki sözlerimin sorumlusu ve sahibi olarak eleştirimin dayanaklarını yine bir yazıyla bildirmeyi daha uygun buldum. "İSTANBUL ŞEHİR TİYATROSU SANATÇILARI 6

4. "...Çalışanlar üzerinde terör estirerek, kök­ süz iktidarlarını pekiştirmeye" Yönetim kurulu'nun yetkileri Şehir Tiyatroları Yönetmeliğinde tariflenmiştir. Yönetim kuru­ lu, yönetmeliği uygulamakla yükümlüdür. "Çalışanlar üzerinde terör estirerek" cümlesi ile öne sürülen, Yönetim Kurulunun çalışan­ lara terör yaptığının ispatına ve yine aynı yö­ netmelik uyarınca atanmış olan Yönetim Ku­ rulunun "köksüzlüğünün ispatına,

5. "...Göreve getirildiklerinin hemen ertesin­ de verilmiş bir sözü - ya da emri - yerine ge­ tirmek istercesine, ""bir sözü - ya da emri yerine getirmek istercesine" ifadesi ile kime ya da kimlere hangi sözün verildiğini ve yine kimden ya da kimlerden hangi emrin alındı­ ğının ispatına, 6. ".. .yazar kimliği ile değil" Bu cümle içinde yer alan "yazar kimliği ile de­ ğil" bölümü ile savlanan Necip Fazıl Kısakürek'in yazar olmadığının ispatına ve seçilmiş olan oyunun Cumhuriyetimizin hangi temel ilkesine karşıt olduğunun ispatına,

7. "...Necip Fazıl Kısakürek'i simgeleştirme hedefi "Türk-lslam sentezi" ne göz kırpan "Türki"oyunlarla desteklenmiş..." "Necip Fazıl Kısakürek" bir yazar olup ve o yazarın bir oyununu oynuyor olmak onu sim­ geleştirme hedefi midir? Bu taktirde, reper­ tuarımızda bulunan bir çok yazarın oyununu oynuyor olmak, diğerlerinin de simgeleştirilmesi anlamına gelir. Öyle ise bunun ne gibi bir sakıncası olduğunun ve böyle bir simgeleştirmenin -varsa eğer- Cumhuriyetimizin hangi temel ilkesine karşı gelmek olduğunun ispatına, Kaldı ki T.C sınırları içinde bulunan Şehir Ti­ yatroları yönetmeliğinin 2. Maddesinden ha­ reketle "Türk tiyatrosunun geleceğe yönelik yaratıcı atılımlara önderlik etmek için kurul­ muştur" maddesinden aldığı güçle, Fransız ti­ yatrosunu ya da başka ülke tiyatrosunu geliş­ tirmek üzre değil, elbette öncelikle kendi öz tiyatrosunu geliştirmeye çalışarak evrensele ulaşmaya yönelik işler yapmak durumunda­ dır. "Türk-islam sentezine göz kırpan Türki oyun­ larla desteklenmiş" repertuar" cümlesinde re­ pertuarımızın "Türk-islam sentezi'ne göz kırptığının ispatına ve "Türki" oyunlarla des­ teklendiğinin ispatına, Bir oyun yazarı olan Necip Fazıl Kısakürek'in tiyatromuz repertuarında bulunan oyunu, hiçbir Cumhuriyet ilkesine karşı olmadığı gi­ bi, 1937 yılında Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konulup ve yine Muhsin Ertuğrul'un başrolünü oynadığını unutmamak gerekir ki; bu durumda Muhsin Ertuğrul'un da "Türk-ls­ lam sentezi" içinde yer aldığını söylemek ikti­ za eder. Kaldı ki; "Türk-lslam sentezi"nin de ne olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu olacağı gi­ bi, "Türk-lslam sentezi" eksenli oyunların var­ lığından söz edilebilir mi? Ediliyorsa da bu­ nun bir sanatsal değerinin olup olamayacağı da başka bir tartışma konusu olabilir. Tam da bu noktadan hareketle bu durumun ken­ disinin sanatsal bir tartışmaya dönüşebileceği varsayımının yok edilerek, siyasal noktalarını tartışmaya çekmek biz sanatçıların ödevi ol­ masa gerek. Görüleceği üzere sözü edilen si­ yaset yapma durumunun tiyatro yönetimi ta­ rafından değil, İŞTİSAN yönetimi tarafından siyasi polemikler oluşturularak yapılmış oldu­ ğu beyanlarıyla aşikardır. Bu durumda, İŞTİSAN'ı, dernekler yasasına bağlı bir dernek olarak, işlevini sürdürme girişimini hatırlatır, yasalara uymaya ve sanatın kendisini tartış­ maya davet ederim. 8. "...repertuarda yer alan oyunların çoğu kurum dışından yönetmenlere emanet edil­ miş..." Oyunların çoğunun kurum dışından yönet­ menlere emanet edildiğinin ispatına, 9. " ...sanatçıların oylarıyla seçilmiş yönetim


Haberler...

Üç yönetmenin ve yönetim kurulu üyesinin disiplin kuruluna göreve atananlar tarafın­ dan verildiğinin ispatına, 10. "Çoğunluğu Üniversitelerin tiyatro bö­ lümlerinden diplomalı 10'u aşkın yardımcı Oyuncunun görevlerine son verilmesi" Bu cümlede yer alan iddiaların ispatına, 11. "...öte yandan, mesleki ilkelerine aykırı bir oyunda görev alma konusunda çekince haklarını kullanan, yaşamlarını Şehir Tiyatro­ suna adamış sanatçılar, önce, kazanılmış hakları olan teşvik ikramiyeleri ödenmeyerek, maddi kayba uğratılmış, ardından da mesleki konumlarına uygun düşmeyen görevlere sü­ rülmüşlerdir..." Cümlesindeki "mesleki ilkeler"e aykırı bir oyunda görev alma konusunda çekince koy­ mak" ne demek?

Unutulmamalıdır ki, Yönetim Kurulunda gö­ rev alan yöneticiler de bu kurumun sanatçıla­ rıdır. Sanatçılık haklarından doğan sanat yapma haklarını kullanmaları da doğaldır. Personel alımı, (Oyuncu, yardımcı oyuncu, teknik eleman v.b.) Şehir Tiyatroları Yönet­ meliğinde belirlenmiştir. Yönetmelik dışına çıkılarak, oyuncu, yardımcı oyuncu ve "ko­ nuk" sanatçı çalıştırıldığının ve yönetmelikte ki hangi tanıma uyulmadığının ispatına, 14. "...Al Baraka - Türk"ün eski yönetim ku­ rulu üyesi"nin en üst düzeyden konuk sanat­ çı olarak görevlendirilmesinin ispatına, 15. "...repertuar Kurulunun sansür kurulu iş­ levini, Tiyatro Yönetiminin desteği ile daha da ağırlaştırarak sürdürmekte..." cümlesinin de ispatına, 16. Ayrıca "Tiyatro Müdürünün "harekatın" siyasi eşgüdümünü yürütüyor" ibaresindeki "harekatın" ne olduğunun açıklanmasına ve siyasi eşgüdümü yürüttüğünün ispatına, 17. "...Kurum içindeki yönetsel "terör"ün dışa yansıması ise, Şehir Tiyatrosu'na yakış­ mayan düzeysiz oyunlar; kapağında cami fotoğrafları ya da takkeli - çember sakallı birilerinin yer aldığı tanıtım broşürleri ve "var­ lığının sahibi sen misin?" benzeri, Necip Fazıl'dan yapılmış alıntılarla siyasal İslamcı çevrelere gizli iletiler ulaştıran yoğun bir propaganda kampanyası..."

cy

Mesleki ilkeler; bir sanatçı için iki noktada bi­ çimlenmesi kaçınılmazdır. Bunlardan birincisi tiyatro sanatının özü itibarıyla etik ve estetik bağlamda olmalıdır. İkincisi ise, maddi bağ­ lamda olması gerekir. Bu da, oyuncu perso­ nelin sözleşmelerinde belirtilmiştir. Bundan ötesi, mesleki ilke kısmında yer almaz. Ya keyfiyettir ya da o oyuncunun siyasi düşünce sistemine uyup uymaması durumudur. O hal­ de mesleki ilkeler gereği, sanatçı sanatını icra etmekle yükümlüdür. Çünkü bunun için ken­ disine bir ücret ödenmektedir. Ve bu yüküm­ lülük de karşılıklı sözleşmelerle belirlenmiştir. Bu durumu reddedenlere ise, teşvik ikramiye­ si verilmemiştir. Ayrıca teşvik ikramiyeleri ka­ zanılmış hak değil, kazanılması iktiza eden haklardandır.

lar..."

a

kurulu üyesi ile atamalara ve uygulamalara karşı Anayasal düşünce açıklama haklarını kullanan üç yönetmen disiplin kuruluna sevk edilmişlerdir..."

pe

"Terör" sözcüğünün bildiğimiz anlamda şid­ det içermesi bağlamından bakıldığında, ne anlama geldiğinin açıklanması ve bu tür yayınların terör içerdiğinin ispatına,

"Mesleki konumlarına uygun düşmeyen gö­ revlere sürülmüşlerdir" denilmektedir. Bu du­ rumda, hangi sanatçının "meslek" tanımı içinde konumuna uygun düşmeyen görevle­ re sürüldüğünün de tümüyle ispatı gerek­ mektedir.

12. "...özetle çağdaş, laik, demokrat görüşlü tiyatrocuları yıldırarak kurumdan uzaklaştır­ maya yönelik bir kıyım politikası fütursuzca uygulamaya konulmuştur." Hangi tiyatrocuların yıpratılarak uzaklaştırıldı­ ğının ve söylendiği gibi kıyım yapıldığının da ispatına, 13. "...baskıların yanı sıra, tiyatroyu "tiyatro­ culara rağmen" yönetmeyi özleyenler; yakın­ larını kurumda göreve başlatmakta sakınca görmezken, oyunlardaki kilit görevleri ya doğrudan üstlenmekte, ya da tiyatro alanın­ da yetkinliği kanıtlanmamış "konuklar" ile hiçbir tiyatro eğitimi görmemiş eski Yeşilçam oyuncuları arasında rol paylaştırarak kendile­ rine bağımlı bir kadro oluşturma çabasında-

"Varlığının sahibi sen misin?" Cümlesinin Necip Fazıl Kısakürek'e ait olduğunun da is­ patına, Broşürlerle siyasal İslamcı iletiler ulaştırıldığının ediyorum.

çevrelere gizli ispatınadavet

Gösterilmek istendiği gibi yönetimin tüm bu cürümleri işlemiş olduğunun kanıt­ lanamaması halinde müfteri durumuna düşeceğinizi üzülerek bildiririm. Ayrıca, yukarıda irdelediğim bu bildirinin, tüm bu kanıtlar ışığında siyasal bir söylemin karşılığı olmadığını kim iddia edebilir? Benim için yeterince "siyasal" olduğundan dolayıdır ki; bir yönetici olarak IŞTİSAN'ı Türk adaleti önünde tüm bunları ispata davet edebilirdim ama tiyatromuzun tek derneğini böyle müşkil bir durumda bırakmamak adına kişisel tercihlerim yönünde kanaate varıp is­ tifa etmeyi uygun buldum. Şimdi bunca sözden sonra IŞTİSAN'ı kendi sözlerinin sorumlusu olarak tarihe havale ediyor ve "varlığının sahibi" olmaya davet ediyorum.

Kuruluş ilke ve amaçlarının dışına çıkılarak,derneğin siyasallaşmasına katkıda bulunma çabası güden meslek örgütümüzün kuruluş ilke ve amaçlarından sapma göster­ diğini üzülerek izlemekteyim. Sanatın il­ kelerine sahip çıkabilmek için siyasallaşmış olan derneğimizden istifa etmeyi bir sanatçı olarak görev bilmekteyim. İstifamın ve başarı dileklerimin kabulünü bilgilerinize bir kez daha sunarım. 20.02.2003 M.NURULLAH TUNCER, KEMAL KOCATÜRK, MUSTAFA ARSLAN, NİLGÜN KASAPBAŞOĞLU

Tiyatro Kümülüs, İzmit Şehir Tiyatrosu'na Misafir Oluyor Fransa Kültür Bakanlığı tarafından des­ teklenen ve ilginç projelerle dünyayı dola­ şan Tiyatro Kümülüs, Balkan ülkeleri ile gerçekleştireceği" Ayakkabı Kutusu" adlı projenin başlangıç noktası olarak Türki­ ye'den İzmit Şehir Tiyatrosu'nu seçti. " A y a k k a b ı K u t u s u " 4 M a r t saat 20.00'de İzmit Şehir Tiyatrosu'nda tek bir gösteri ile seyirci karşısına çıkıyor. Tiyatro Kümülüs tiyatronun dekorunu so­ kağın k a l b i n e k u r m a y ı h e d e f l e m i ş bir grup. izmit'te yapılacak olan projede se­ yirci fuayesi ilk kez oyun mekânı olarak kullanılıyor. Oyuncu ve seyircinin böyle bir mekânda karşılaşması ilginç etkileşim­ leri de beraberinde getiriyor. "Ayakkabı Kutusu"nda 15 Fransız ve 15


Haberler... Türk sanatçı karşılaşacak. Oyuncuları ha­ rekete geçirecek olan sihirli soru şu: "Eğer aniden yola çıkmak zorunda kaba­ nız ki bu bir yolculuk bir kaçış, bir sürgün olsa elinizdeki ayakkabı kutusuna ne ko­ yardınız?" Oyuncular daha önceden ha­ zırladıkları sınırlı sayıdaki objeleri ayakka­ bı kutularından çıkarıp, bu objelerin ken­ dileri için ne ifade ettiğini sözcüklere yas­ lanmadan anlatacaklar. Bu kaçınılmaz olarak beden dili, müzik ve dansı gösteri­ nin vazgeçilmezi yapacak. Gösteri mekâ­ nında bulunanlar gündelik olanın dışında bir iletişim kurarak bireysel olanı aktarır­ ken iki farklı kültüre buluşma mekânı hazırlayacaklar. Tiyatro Kümülüs "Ayak­ kabı Kutusu" ile tüm ülkeleri gezdikten sonra daha büyük bir buluşmayı Fran­ sa'da gerçekleştirmeyi hedefliyor. 2004 yılında yapılması tasarlanan bu buluş­ maya Türkiye'den izmit Şehir Tiyatrosu katılacak.

Sanatçılar Meclisi'nden Savaşa Karşı Birlik Çağrısı Sanatçı ve aydınlar Kenter Tiyatrosu'nda savaşa karşı biraraya geldi. "Sanatçı Mec­ lisinin spontan gelişen etkinliğini Vecdi Sayar'la birlikte sunuculuk görevini üstle­ nen Orhan Alkaya "Biz toplumun vicdanı­ yız. İlk defa sanatçılar bir konuda bu ka­ dar ciddi tepki gösterdi ve yoğun katılım sağladı" dedi. Yıllardır bir türlü bir araya gelememekten, ülke gündeminde etkili olamamak­ tan ve kendi alanlarına dair haklarını bile koruyamamaktan şikâyet eden aydınlar o gece sadece savaşa karşı bir toplantı de­ ğil bir topyekun örgütlenmenin gereğini de daha fazla hissetti ve hissettirdi.

pe cy a

5. Sokak Tiyatrosu Rotterdam'daydı

"Dumrul ile Azrail" ve "Seven Kalp Böyle Yanar" isimli oyunları yeni turnelere hazırlanırken, "Göç" üzerine kurulu ulus­ lararası yeni projesi ise seyirci karşısına çıkmak için provalara devam ediyor.

5. Sokak Tiyatrosu "Ay Tedirginliği" adlı oyunuyla Rotterdam'daydı. Prömiyerini Nisan 2000'de Kumpanya Sahnesi'nde yapan "Ay Tedirginliği", Bonn Bienali ve Kontex: Europa 2001 Festivali'nden son­ ra 18 - 19 Şubat 2003 tarihlerinde Köp­ rü - Turkije Festival kapsamında sergile­ di.

Konsepti Mustafa Avkıran ve Naz Erayda'ya ait. Özen Yula'nin yazdığı, Mustafa Avkıran'ın yönettiği oyunda Murat Kara­ su ve Derya Alabora rol alıyor. Oyunun koregrafisi Övül Avkıran'a, müzikleri ise Hakan Baycılı ve Armağan Kulualp'e ait.

Yönetmen Mustafa Avkıran, metinden al­ dığı esinle oyunu 1950'lerde çevrilen bir film zeminine oturtarak sinema ile tiyat­ royu buluşturuyor. Seyircinin üç ayrı per­ deden izlediği siyah - beyaz sessiz film, sahne üzerinde oyuncular tarafından ses­ lendiriliyor. Ekrandaki film farklı bir za­ man dilimini yansıtırken, sahnede kendi görüntülerine ses veren oyuncular seyirci­ yi "şimdi", "şu an" kavramıyla karşılaştırı­ yor. Sinema, tiyatro ve dublaj tekniğinin aynı düzlemde ilerlediği oyunda Avkı­ ran'ın kurduğu izleyen - izlenen / oyun oyuncu ilişkisi, izleyicinin oyuncuyu, oyun­ cunun da kendi oyununu izlediği bir bü­ tün oluşturuyor. 5. Sokak Tiyatrosu'nun halen sahnelenen 8

M. Ali Alabora, 1 Mart Cumartesi günü Ankara'da yapılacak olan eyleme dikkat çekerek Ankara'yı barış şölenine çevire­ ceklerini ve herkesin birbirini arayarak bu mitinge katılma çağrısı yapması gerektiği­ ni ifade etti. Aydın Engin toplantının 'barışseverlerin birbirini ağırladığı' bir etkinliğin ötesine geçebilmesi için salonda bulunan herke­ sin aydın sorumluluğu ile ödevlerini iyi an­ lamış ve salondaki tutumlarını hayatın her alanında yaymaya karar vermiş olma­ ları gerektiğini söyledi. Her yaştan, her kuşaktan aydın ve sanat­ çının tek bir amaç için bir araya geldiği toplantının sonucunda "Sanatçılar Mec­ lisimde tek tek yapılan konuşmalardan tezkereyi oylayacak meclise bir çağrı iletil­ di: Savaşa evet derseniz, iki elimiz yakanızda olur.

Çocuklar Barış İçinde Yaşasın Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği (ASSITEJ) yayımladığı bir bildiri ile savaşa karşı tepkisini dile getirdi. Savaş, yalnız bugünü değil yarını da ka­ rartır. Savaş yalnız askerleri, yetişkinleri değil, çocukları da yaralar, öldürür. Yal­

nız bugünün çocuklarına değil, ailelerini, ülkelerini tahrip ettiği için, yarının çocuk­ larına da felaket getirir. UNICEF, 19901ı yıllarda, 2 milyon çocu­ ğun silahlı çatışmada öldüğünü 6 milyon çocuğun sakat kaldığını tahmin etmekte­ dir. Aynı dönemde 12 milyon çocuğun evsiz kaldığı, 1 milyon çocuğun ailesin­ den ayrı düştüğü ya da yetim kaldığı, 10 milyon çocuğunsa psikolojik sarsıntıya uğramış olduğu belirtilmektedir. Halen otuz ülkede 18 yaşın altında 300 bin ço­ cuğun silahlı çatışmalarda çarpışmakta olduğu vurgulanmaktadır. 1991 Körfez Savaşında, gerek savaş sü­ resince gerekse savaş sonrası ambargolu dönemde, binlerce çocuk, çocuk mama­ sı, süt gibi temel ihtiyaç maddeleri bula­ madığı, tıbbi yardım ve bakımdan yok­ sun kaldıkları için dünyanın göz önünde ölmüştür. Bütün bunların yanında, 1990'lardaki ça­ tışmaların, uluslararası topluma 240 mil­ yar dolara malolduğu, savaştaki ülkelerin ödediği bedelinse daha ağır olduğu belir­ tilmektedir. Öte yandan Çocuk Hakları Sözleşmesinin 6.maddesi, çocukların yaşamını koruma­ nın herkesin ilk görevi olduğunu, 38.maddesi, çocukları savaştan koruma­ yı, 26. maddesi, bütün çocukların sağlıkla­ rını, eğitim haklarını, beslenme ve bakım­ larını güvence altına almayı, 3.maddesi ise büyüklerin çocuklarla ilgili bütün ya­ salarda, bütün girişimlerde önce çocukla­ rın yararlarını düşünmesini buyurmakta­ dır. Savaş planlarının yapıldığı, savaş yönün­ de kararların alındığı bugünlerde, kendi­ ni çocuk ve gençlik tiyatrolarını geliştir­ meye ve yaygınlaştırmaya adayan ASSI­ TEJ (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyat­ roları Birliği) Türkiye Merkezi, yaratacağı öteki yıkımların yanında çocuklara vere­ ceği akılalmaz ve yürekalmaz zararları da göz önüne alarak, savaşa karşı olduğunu kamoyu ile paylaşma ihtiyacını duymuş­ tur. Bireyler, devletler ve uluslararası ku­ ruluşlar, Çocuk Hakları Sözleşmesinde belirtilen görevlerini yerine getirmeli, sa­ vaşların çıkmasına engel olmalı, sürmek­ te olan savaşların da bir an önce sona er­ mesi için çaba harcamaladırlar. Savaşa harcanan paralar, çocukların sağlıklı ol­ maları, eğitilmeleri ve yüksek düzeyli sa­ natla buluşturulmaları, geliştirilmeleri için harcanmalıdır.


Haberler... 9 Aralık 1994 tarihinde TBMM, 27 Ocak 1995 tarihinde de Bakanlar Kurulu tara­ fından kabul edilen Çocuk Hakları Sözleş­ mesi yalnızca kağıt üstünde kalmamalı­ dır. Savaştan ya da barıştan yana karar almak üzere olan Bakanlar Kurulu ve TBMM'nin çelişkiye düşmemelerini, okul­ larımızda çocuklarımıza öğretilen Ata­ türk'ün "yurtta barış, dünyada barış" ilke­ si doğrultusunda karar almalarını bekliyo­ ruz. Çocuklar için de yaşasın barış!..

ro istanbul, 18 Mart 2003 Salı 20.00'de "Bu Adreste Bulunamadı" adlı oyunu sah­ neleyecek. 1 Nisan 2003 Salı 20.00'de Sadri Alışık Tiyatrosu'nu sahnelediği "Bo­ eing Boeing" adlı komediyi izleyebilirsiniz. Tiyatro Stüdyosu'nun yeni oyunu, Yasmina Reza'nın "Yaşamın Üç Yüzü" 8 Nisan 2003 Salı günü 20.00'de izlenebilir, son olarak 22 Nisan 2003 Salı 20.00'de Se­ maver Kumpanya "Kuşlar Meclisi"ni sah­ neleyecek.

"Çocuklar öldürülmesin Şeker de yiyebilsinler"

Tiyatro dışındaki etkinlikler ise: 2 Mart 2003 SALI 20.00'de Oz Productions işbir­ liği ile "incesaz ve Melihat Gülses Konse­ ri" gerçekleştirilecek. 15 Nisan 2003 Salı 20.00'de ise Kerem Görsev Trio Caz Kon­ seri izlenebilir.

Enka Kültür ve Sanat 15. Yılını Kutluyor

Sanatçılar 61 Yaş Emekliliğine Tepki Verdi 15 sanat örgütü Meclis'e sunulmaya hazırlanan 61 yaşını dolduran devlet memurlarının emekliye sevk edilmesini sağlayacak yasa teklifine karşı bir bildiri yayımlayarak, milletvekillerinin dikkatini çekti. Sanatta yaşlanmanın olumsuz değil olumlu olduğunu belirten ve sorunları aktaran bildiri şöyle: "Sayın Milletvekili! 'Tiyatronun ilk otuz yılı zordur.' derdi hep hasretle andığımız büyük sanatçı Al­ fan Erbulak.

pe cy

a

Öyleyse bugün ne yapılmak isteniyor? Altmışlı yaşlarına gelmiş ya da otuz yılını dolduran bir sanatçıyı zorunlu emekli kapsamına sokmanın olası sonuçları dü­ şünüldü mü?

Enka Vakfı kuruluşunun 20. yılında çağ­ daş toplum bilinciyle, kültür ve sanat, spor ve eğitim alanlarında hizmetlerini sürdürmektedir. Enka Vakfı bünyesinde çalışmalarını sürdüren Enka Kültür Sanat 15. yılına girdi. 15 yıldan bu yana kültür ve sanata sahip çıkan bilinçli izleyici kitle­ sinin ilgisiyle yoğunlaşan, nitelikli ve seç­ kin sanat etkinliklerine imza atan Enka Kültür ve Sanat, Istinye'deki Enka Vakfı Sadi Gülçelik Spor Sitesi içinde Enka Açıkhava Tiyatrosu ve Enka Oditoryum'da yıl boyunca sanatseverlerle buluşmaya de­ vam ediyor. Enka Kültür Sanat'ın 2003 yılındaki ilk et­ kinlikleri 4 Mart-22 Nisan 2003 tarihleri arasında Enka Oditoryum salonunda ger­ çekleşecek. 4 Mart 2003 Salı günü saat 20.00'de iz­ mit B.B.Şehir Tiyatrosu, "Bahar Nokta­ sını sahneleyecek. 11 Mart 2003 Salı 20.00'de Studio Oyuncuları "Oidipus Ne­ rede?" ile seyirci karşısına çıkacak. Tiyat-

İzmit, Tiyatrosunu Ödüllendirdi

Sezon açılışında 5. yılını kutlayan izmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu yılın en iyi sanatçısı seçildi! 24 Şubat Pazartesi günü saat 18.00'de Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde ya­ pılan törende ödül sahipleri ödüllerini al­ dı.

Kocaeli Gazetesi'nin izmit genelinde dü­ zenlediği "Doruktakiler" ödüllerini belirle­ yen jüri yılın en iyi sanatçısı ödülünü çı­ kardığı prodüksiyonlar, ekip ruhu ve sa­ nat politikasından dolayı tüm tiyatroya verdi. Bu ödül, "Sanayi Kentinden Kültür- Sanat Başkentine" sloganıyla bir çok ilke imza atan izmit Şehir Tiyatrosu daha önce "Gökkuşağı Projesi" ile Avni Dilligil Jüri Özel Ödülü almıştı.

Cumhuriyet idealinin 'hayat damarı' say­ dığı tiyatroya, operaya, baleye, senfonik müziğe ne yapılmak isteniyor? Bazı meslekler vardır ki, yaşlanmak bir dezavantaj değil, tersine deneyim zen­ ginliği bakımından çok önemlidir ve de­ neyim sahiplerinin kaybedilmesi düşünü­ lemez. Ustalara ihtiyaç duymayan bir dü­ zenlemenin meşruiyetinden nasıl söz edi­ lebilir? Tiyatronun beşiği İngiltere'de Kra­ liçe belli bir olgunluğa erişmiş aktörlere asalet unvanı verirken, biz oyuncularımızı en değerli çağında kapının önüne mi koymaya hazırlanıyoruz? Eyvah! Üstelik mesleklerimiz her ne kadar bir okul eğitimini gerektiriyor ise de asıl ge­ lişme sahnede gençlerle deneyimli mes­ lektaşlarının usta ile çırak ilişkisi içinde çalışmaları ile mümkündür. Hele bu kad­ roların içinden rejisör yetiştirilmesi, daha da uzun süreye ihtiyaç duyar. Seksen yaşında sahnelerde yıldızlaşan Laurance Olivier'i bilip tanımayanların, altın çağlarında emekli edilen 'diva'ları unutul­ maya terk etmesi olağan gözükebilir. Biz aşağıda imzası olanlar,olağanlaştırılmaya çalışılan bu durumu olağan saymadığımı­ zı bildiriyor, 61 yaşında deneyim ve biriki­ min doruğundaki sanatçıları zorla emekli etme girişimini hiç çekinmeden 'cinayet' sınıfına dahil ediyoruz. Acı çekiyor ve soruyoruz: En zor, en ağır ve en masraflı eğitim sü­ reçlerinden geçen bir sanatçı nasıl olurda 9


Haberler.. sözün böylesi acımasızlaştığı bir örneğe dönüştürülür. Deneyimli bir orkestra şefi­ nin repertuvarında kaç eser vardır. Ve bir ses pedagogu kaç yılda yetişir? Kral Lear'ı hiç mi göremeyeceğiz sahne­ lerimizde? Bu yasa taslağı Türk tiyatrosunun yüzde doksanını, operanın, balenin, senfonik müziğin neredeyse tamamını atıl kılmak amacıyla mı tasarlandı? Siyasi erki kamu alanında mutlaklaştırma girişimi yalnızca 'despotluk' kavramıyla açıklanabilir. Öyleyse mesleki ilkelerin ve koşulların gözetilmesini zorunlu kılan bu tür yasal düzenlemelerin öncesinde sa­ natçı örgütlerini, akil sanatçıların ve sa­ nat kurumlarında çalışanların görüşlerine baş vurmamayı nasıl açıklayabiliriz? Evet; Ülkemizde tiyatronun, operanın, balenin, senfonik müziğin özel yasaya ihtiyacı var.

Bütün Dünya Tiyatroları Üçüncü Binyılın Üçüncü Yılında Üçüncü Ayın Üçünde Saat Üçte: Lysistrata Ayak sesleri kulaklarımızda çınlayan sava­ şı önleyebilmek için tiyatro sanatçıları bü­ tün dünyada tavır koymak amacıyla aynı gün Aristofanes'in ünlü barış oyunu "LYSISTRATA"yı seslendiriyor.

pe cy a

Ama bu yasa mesleki formasyonu dışla­ yan, meslek ilkelerini yok sayan, sanat üretimini imkansızlaştıran bir budama ya­ sası olmamalıdır.

ği), TOBAV (Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı), TODER (Tiyatro Oyuncuları Derneği), TOMEB ( Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği), TYD ( Tiyatro Oyun Yazarları Derneği), KÜLTÜR SANAT-SEN (Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası), P.E.N. (Uluslar arası P.E.N. Türkiye Merkezi)"

Bizim, sanatsal özerkliğimizi güvence altı­ na alacak ,mesleğimizin temel ilkelerini hoyrat tartışmalardan koruyacak, yaratıcı sanat üretimini destekleyecek bir 'meslek yasası'na ihtiyacımız var. Kültür-Sanat kurumlarının çalışanları, di­ ğer kamu kurumları çalışanlarıyla aynı ya­ sa hükümlerine tabi tutulamaz. Bu farkı görmeyen bir hükümet ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmek istemiyoruz.

Biz aşağıda imzası olan Sivil Toplum Ku­ ruluşları;

Siyasal erkin her el değiştirme anında, mesleki alanlarımızı yeni sarsıntılar ve ke­ sintilerden koruyacak bir meslek yasası­ nın oluşturulması yönünde atılacak her olumlu adımı destekleyeceğimizi duyuru­ yor, Türkiye'mizin hayat damarlarından birini kesmeye yönelik bu yasa taslağına olumlu oy vermemenizi tarih önünde ta­ lep ediyoruz. BASAD (Bakırköylü Sanatçılar Derneği), ÇASOD (Çağdaş Sinema Oyuncuları Der­ neği), DETİS (Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği), DTCF (Tiyatro Mezunları Der­ neği), İŞTİSAN (İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği), Konservatuar Me­ zunları Derneği, OBV ( Opera Bale Vak­ fı), OYUNCU-BİR (Oyuncular Meslek Birli­ ği), ÖTD (Özel Tiyatro İşverenleri Derne­ 10

Eylemin Türkiye ayağında, İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği IŞTİSAN'ın Hadi Çaman Tiyatrosu'nda, Tiyatro Pera kendi salonunda geniş bir katılımla Lysistrata'yı seslendirdiler. Ayrıca, Tiyatro Kır­ mızı, Üsküdar anadolu Lisesi de kendi salonlarında aynı metni seslendirdiler.

"Sihirli Salı" Maya Sahnesi'nde

"Sihirli Salı" her Salı Maya Sahnesi'nde gösterilerine başladı. Mimar, yönetici, doktor, kuaför gibi farklı mesleklere sa­

hip illüzyonistlerin biraraya gelerek kur­ muş oldukları istanbul Magic Studio'nun illüzyonistleri her Salı değişen yeni göste­ rilerini sergiliyorlar. Yönetmenliğini tiyat­ ro oyuncusu Altuğ Yücel'in yaptığı göste­ ride ödüllü illüzyonistlerde var, genç yete­ nekler de. iskambil kağıtlarıyla yaptığı gösterilerle izleyicileri hayrete düşüren Balkan şampiyonu ilkay Tercan, güvercin ve alevlerle gösteri yapan ilkay Özdemir, Yugoslavya'da yapılan yarışmada "komedi magic" dalında birinci olan Cengiz Özyurt, havada uçan bastonuyla dans eden Adnan Tezel yaptıkları gösterilerle sahne­ yi doldururken, acemi sihirbazı oynayan genç yetenek Doruk Ülgen büyük sempa­ ti topluyor, iki perde arasında illüzyonist­ ler Fuaye Kafe'de izleyiciyle birebir yaptık­ ları close-up gösterilerini sürdürüyorlar. "Sihirli Salı" gösterilerini izlemek isteyenle­ rin önceden rezervasyon yaptırması gere­ kiyor. Maya (0212) 252 74 52 istiklal cad. Halep pasajı (Beyoğlu sinemasının olduğu pasaj) 2. kat


TANITIM

Gayri Resmi Tarihe Göre Hürrem Sultan'dan Adap Erkân Dersleri

VEYA GAYRİ RESMİ HÜRREM

Filiz Elmas

Bu yıl Cevdet Kudret ödülünü Özen Yula "Toplu Oyunlar 3" kitabında yer alan Gayri Resmi Tarihe Göre Hurrem Sultan'dan Adap Erkân Dersleri veya Gayri Resmi Hurrem isimli oyunu ile kazandı. Kitap­ ta Gayri Resmi Hürrem dışında Sahibinden Kiralık ve Yakındoğu'da İhanet oyunları da yer alıyor.

cy a

Özen Yula 1965 yılında Eskişehir'de doğdu. Hacet­ tepe Üniversitesi İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümünü bitirdi. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümünde, yüksek lisansını tamamladı. Hi­ kâye ve romanları: Öbür Dünya Bilgisi, Kayıpkent Üçlemesi, Buğuevi, Hayat Bir Kere, Jartiyer, Kırbaç ve Baby-Doll'ün Ötesindekiler, Arızalı Kalpler (2002 Haldun Taner Öykü Ödülü). Oyunları: Ay Te­ dirginliği (2001 Afife Jale Tiyatro Ödülleri - Cevat Fehmi Başkut Yılın En Başarılı Oyun Yazarı Ödülü), Dünyanın Ortasında Bir Yer, İstanbul Beyaz Rakı Rengârenk, Kırmızı Yorgunları, Gözü Kara Alatur­ ka, Gayri Resmi Hürrem, Sahibinden Kiralık, Yakın­ doğu'da Emanet, Yakındoğu'da İhanet.

pe

Özen Yula, Gayri Resmi Hürrem ile, Osmanlı tari­ hinden insanlık tarihine bakıyor ve "anlatılana ken­ di yaşamışlıklarından (da) bir şeyler ekliyor". Okur, Yula'nın dünyasından aktarılan ve bir varoluş sava­ şı içinde tanımlanan sevda, dostluk, özlem, ihanet, ölüm, yalan kavramlarını tartışıyor. 1998-2001 döneminin emeğini yansıtan oyun, bir "...varla yok, uykuyla uyanıklık arası geçiş anında" ve örümcek ağlarının ardından seyirciye açılan bir odada geçiyor. Dışardan içeri görülmeyen fakat, içerden dışarıya pencereleri olan saraydaki bu oda, aynı zamanda Hürrem'in kendini tutsak ettiği iç dünyasını da simgeliyor. Çini ocak, sedef kakmalı sehpa, mangal, varaklı fincan, bakır kahve cezvesi ile kurulan me­ kana şarkılar ve Haliç gezintisi de eklenince Osmanlı yaşamına hü­ zünlü bir bakış sahne­ ye geliyor. Seyirciye Yula'nın dönem üzeri­ ne yaptığı titiz çalışma yansıyor. Gölge oyunu ve orta oyunu teknikleri, hem tarihsel olayların aktarı­ mında hem de zaman geçişlerinde kolaylık sağlıyor. Oyunun finali, kullanılan tekniklere okuru şaşırtan bir sürp­ rizin de eklenmesiyle bitiyor. Final hem ya-

zım tekniğinde aynı malzemenin nasıl farklı biçim­ lerde kullanılacağını gösteriyor, hem de oyunun te­ masını bir kez daha yineliyor. Bu bölümün oyun açısından önemli bir işlevi de, yazarın toplumsal bakışını bir kez daha vurgulaması. Böylece okur bi­ ten zamandan, başlayan zamana karşı eleştirel bir bakışa sahip oluyor. Oyun iki perde, yedi sahneden oluşuyor. Bahar mevsiminde başlayan oyun iki gün içinde geçiyor. Tarihsel geçişler bazen iki farklı oyun kişisinin anım­ sama ve yaşamalarıyla, bazen de gölge oyununda­ ki yansımalarla sağlanıyor. Sahne geçişleri tıpkı Hürrem gibi anıların acısını simgeleyen bir nar bülbülüyle yapılıyor. "Dünyayı bilmez bir kızdan dünyaya hazır bir kadın yaratan...." toplumda, "kocaman bir ülkeyle, bin­ lerce can alan savaşlarla, uzun yorucu seferlerle, anlaşmalarla, yoksullukla, zenginlikle yatağa gi­ ren... bir tarihi kurmaya çalışırken koca bir tarihle sevişen..." Hürrem ile tarihe bakan okur, şiir dün­ yasının imgeleriyle örülmüş bir metnin tadını alıyor. Özen Yula tarihe günümüzden bakıyor, bu neden­ le hırslarla, korkularla yaşanan çağ aşkları, tıpkı Hurrem'in aşklarına benziyor: "Varolmak için var etmek yetmiyor. Gerektiğinde yok etmesini de bil­ meli insan. Yok olmamak için yok etmeli. Mesela, bir aşk... Şayet bir aşk seni yok edecekse, sen gön­ lünü yok etmelisin..." Bu nedenle toplumsal hatalar benzerlik taşıyor ve adap ve erkan dersleri (!) almaya devam ediyoruz : "... Halk kendine yabancı geleni sevmez. O kişi en başarılı, en zeki, en güçlü adam olsa da sevmez. Ama kendilerine sıcak gelen onları mahvedecek dahi olsa, tutup baş tacı yaparlar... cesur olanları susturmalısın. Aksi takdirde, cesur adam günü ge­ lir, bütün tarihi değiştirebilir. Çıkan sesler mümkün olduğu kadar birbirine benzemeli...." Büyüyoruz: "Küçükken büyümek zordur bilirsin, ilk büyüme insanı yaralar ve çektiği acılar büyütür in­ sanı..." Büyüyoruz, yaşıyoruz yani yaşam ve ölüm, yani: "...ikilikler üzerine yerleştirilmiş bir dünya. Doğu ile batı, kuzey ile güney, kadın ile erkek, nefret ile sev­ gi " Sonra: ".... sonra bizi dünyanın içinde bir yerlere serpiştirmişler. Rasgele. Ömür bu ikilikleri öğren­ mekle geçiyor. Hayat diyorsun, ölüm diyorlar. Yaz diyorsun, kış diyorlar " Özen Yula Hürrem ile "Başkaları için yaşamayı becerememiş ...., kudret uğruna ömrünü vermiş tüm insanlara/insanlığa" sesleniyor. 11


D Ü N Y A TİYATRO G Ü N Ü ULUSLARARASI BİLDİRİSİ/Tankred Dorst

cy a

Hep aynı soruyu soruyoruz: Tiyatro hâlâ zamana uygunluk gösteriyor mu? İki bin yıl süresince tiyatro dünyaya ayna tutup bizlerin bu dünyadaki yerimizi açıkladı. Trajedi yaşamı kader'e bağımlı olarak tanımladı- komedi de epey sıklıkla benzerini yaptı. Biz insanlar, rüzgârlarda savruluruz, yaşamsal yanlışlar yaparız, koşullarımıza karşı çıkarız, güce sarılırız ve zayıfız. Hileciyiz, safız, bilgisizliğimiz içinde mutluyuz, Tanrı'dan bıkmışız. Günümüzde yaşamın, tiyatronun geleneksel etkisinin ötesine geçtiğinin, öyküler anlatmanın artık olanaksız olduğunun konuşulduğunu duyuyorum. Tiyatronun yerini değişik türde yazılar ve dialogsuz önermeler aldı. Drama yok. Ufkumuzda yeni bir insan tipi görülmeye başlıyor: klonlanabilen, planlara ve saçma isteklere göre gen yapısı değiştirilebilen canlılar. Bu yeni , kusursuz canlıların, anladığımıza göre tiyatroya gereksinimi yok. Onların, tiyatroyu yaratan ve onu sürükleyen çatışmaları anlamaları olanaksız. Fakat biz geleceği bilmiyoruz. Güzel ve kusursuz olmayan bu günümüzü, akılcı olmayan düşlerimizi ve sonuçsuz kalan çabalarımızı o belirsiz gelecekten korumak için, kimin verdiğini bilmediğimiz enerjimizi ve yeteneklerimizi kullanmak bizim elimizdedir. Bunu yapmanın birçok yolu vardır. Tiyatro saf olmayan bir sanattır ve onun yaşamsal gücü bunda yatar. Yoluna çıkan her şeyi, töreleri umursamadan kullanır. Kendi ilkelerine ihanetlerinin sonu gelmez. Doğal olarak, zamanın modalarına karşı bağışıklığı yoktur, kendisi dışındaki iletişim alanlarındaki imgelerden , kimileyin yavaş yavaş, kimileyin de hızlı olarak yararlanır. Kekeler ve sonra sessiz kalır. Savurgandır, bayağıdır, baştan savar, yeni öyküler yaratırken ne olursa olsun, eskileri yıkar. Ben, ne olduğumuzu, ne olmadığımızı ve ne olmamız gerektiğini birbirimize göstermek gereksinimi duyduğumuz sürece, tiyatronun, kendi kendini yaşamla dolduracağından eminim. Çok yaşa tiyatro! Tiyatro, insanlığın, tekerleğin icadı ve ateşin evcilleştirilmesi kadar önemli bir buluşudur. Tankred Dorst'un Yaşam Öyküsü Oyun yazarı, öykücü, film yapımcısı, radyo oyunları yazarı, çevirmen

pe

Tankred Dorst, 12 Aralık, 1925 te Oberlind'in Turingen kasabasında doğdu. Fabrikatör ve mühendis olan babası, kendisi altı yaşındayken öldü. Daha on yedi yaşında ve öğrenciyken Alman ordusuna alındı, esir düştü ve 1947 yılına kadar İngilizlerin ve Amerikalıların elinde esir olarak kaldı. Okulunu 1950 de bitirdikten sonra Bamberg ve Münih'te Alman edebiyatı, sanat tarihi ve tiyatro okumaya başladı. 1953 yılında, besteci Wİlhelm Killmayer ile birlikte, bir öğrenci kukla tiyatrosu olan Das kleine Spiel'i kurdu, oyunlarını da kendisi yazdı. Eğitimini yarıda bıraktıktan sonra film­ lerde, radyo ve yayınevlerinde değişik işler yaptı. Aralarında "Die Kurve" (Lübeck), "Gesellschaft im Herbst"(Mannheim Ulusal Tiyatrosu) ve "La Buffonata" (Heidelberg) olan ilk oyunları 1960 yılında sahnelendi. 1970'lerin ilk yıllarından başlayarak yazılarını Ursula Ehler'le birlikte yazmıştır. Almanya'nın ve Avrupa'nın her yerinde sahnelenen bir çok oyunu arasında, "Toller"(1968) , "Eiszeit"( 1973), "Die Villa" (1976), " Merlin öder Das wüste Land" (1981), "Parzival" (1987),"Korbes" (1988), "Karlos"(1990) "Herr Paul" (1994), ve "Die Leğende vom armen Heinrich" (1997) sayılabilir. " Die Kurve" ( 1960, Peter Zadek'le birlikte yazılmış) , ve "Rotmord" ( 1969, Peter Zadek tarafından yönetilmiş, "Toller"den uyarlama) televizyon için çekilmiştir. Televizyon filmi " Sand" ( yönetmen peter Palitzch) 1971 de yayınlanmıştır. Dorst, "Klaras Mutter"(1978), "Mosch"(1980) ve "Eisenhans" (1982) oyunlarından uyarlanmış filmleri kendisi yö­ netmiştir. Tankred Dorst, Diderot, Moliere ve O'Casey'nin bir çok yapıtını çevirmiş veya sahne için uyarlamıştır. Tankred Drost 1962 de Roma'da bulunan Villa Massimo'da araştırma ve gelişim bursu almış, 1973 yılında Avustralya ve Yeni Zelanda'daki üni­ versitelerde konuk profesör olarak bulunmuştur. Dorst'un çalışmaları şu ödüllere layık görülmüştür: Gerhart Hauptmann Ödülü (1964), Floransa Kenti Ödülü (1970), Bayerisch Akademie der Künste Edebiyat Ödülü ( 1983), Mülheim Oyun yazarlığı Ödülü ( 1989), Georg Büchner Ödülü ( 1990), ETA Hoffmann Ödülü ( 1996) ve Zürih Kenti Max Frisch Ödülü (1998). Tankred Dorst Münih'te yaşamakta ve orada çalışmaktadır. Farslarında, alegorik öykülerinde, bir-perde oyunlarında ve 1960'lardaki uyarlamala­ rında, absürd tiyatronun ve lonesco, Giraudoux ve Beckett'in etkileri görülür. 1981 yılında, Düsseldorf'ta Schauspielhaus'ta ilk kez sahnelenen antısal yapıtı "Merlin öder das wüste Land", savaştan sonra doğanların dünya görüşüyle ilgilidir ve Dorst'a göre, "zamanımızın öyküsüdür: Utopiaların çöküşü" Bu oyun , bazı eleştirmenlerce 1980'lerin en büyük tiyatro oyunu olarak görülmüş ve Goethe'nin Faust'u ile karşılaştırılmıştır. 1990 yılında Georg Büchner Ödülünü aldığı sırada, George Hansel, Dorst için söylediği övgü dolu sözler arasında " Dorst'un oyunları her zaman, şimdi ile ilişkilidir - Toller'den Hamsum'a, "Lehrstück"ten mitolojiye ve postmodern patlamaya. 30 yıl süresince, Dorst'un oyunları büyük değişimlere yanıt vermiştir. O, hep, zamana eşlik etmiştir." Türkçesi: Sevim Gündüz 12


DÜNYA TİYATRO GÜNÜ A M A T Ö R TİYATROLAR BİLDİRİSİ / Bilgesu Erenus

Korkmuyoruz, Korkma! Amatör Tiyatrolar Çevresi on bir yıldır, Dünya Tiyatrolar Günü'nde, bildiri yayınlamayı sürdürüyor. 1992 yılın­ dan günümüze bu bildirilerde, yıl sırasıyla Yavuzer Çetinkaya, Can Yücel, Sunay Akın, Sennur Sezer, Kemal Özer, Cengiz Gündoğdu, Yılmaz Onay, Sarper Özsan, Metin Balay, Veysel Atayman ve Orhan iyilerin imzası var. Bildiri sahipleri haklı olarak şöyle yakınıyorlar: "Bugün, dünyada olsun ülkemizde olsun yaşam da, sanat da saldırılarla yüz yüze. Öyle boyutlara ulaştı ki ülke­ mizde bu saldırılar, yaşamın köreltilmek istendiği, sanatın dilsizleştiği bir dönem yaşanıyor nicedir. Her şeyin metalaştırıldığı bir dönemdeyiz. Aşklarımız, dostluklarımız, düşmanlıklarımız bile alınır satılır oldu. Sistem, kişi­ leri para kazanma makinesi durumuna getirdi. İnsanı insan yapan, dünyayı yaşanır kılan birtakım değerleri kö­ reltti. Dostluk, güven, arkadaşlık, özveri, amatörlük gibi kavramlardan giderek uzaklaşmak zorunda kalıyoruz. 'Sanatçı, topluma karşı hiçbir sorumluluk taşımaz, hele toplumu sorumluluğa çekmek hiç de sanatın işlevi ola­ maz, çünkü sanat ve sanatçı "özgürdür" ', deniyor neredeyse. Bilinmeyeni göstermek, gizemi açıklamak yeri­ ne, bilineni çarpıtmak, açık olana gizem kazandırmak yolunu seçtiler artık, birlikte dünyayı değiştirmek için yo­ la çıktıklarımız bile... İletişim ortamlarının giderek sanallaştığı, doğrudan iletişimin prim yapmadığı bir dünyada en gerçek, en somut ve doğrudan iletişim ortamı olarak tiyatro, kim bilir belki de gereksizdir!" Her birinden birer cümle alarak oluşturduğum bu ortak yakınış, bildiri sahiplerinin tiyatro sanatına olan güven­ lerinden dolayı hiç değilse amatör tiyatrolar çevresi adına bir karamsarlığa dönüşmüyor. Her birinden birer cümle alarak yeniden vurguluyorum:

pe cy

a

"Tarihte, düşün ve sanat insanına verilen ilk cezalandırmanın bir tiyatrocuya verilmesinin yeniden kavramamız gereken derin anlamı ne? Tiyatro politik bir başkaldırıdır da ondan. Hepimizin belleğindedir, Türkiye'de bunun böyle algılandığı, bunun böyle uygulandığı dönemler yaşandı. Sahnenin sınırlarını sokaklara, işyerlerine, grev çadırlarının önüne dek genişletti amatör tiyatro. Değerler dizgesinin altüst olduğu, duyguların ve emeğin yittiği günümüzde amatörlük; zor olduğu kadar onurlu bir anlam taşıyor. Bugün, geçmişin bu mirasına eklenecek yeni görevler söz konusu. Her şey yeniden gözden geçirilmeli bu kavşakta. Tiyatro (iktidar + medya) dilini red­ detmeli, gerçekliğin dilini öğretmelidir." On bir yıllık bu bildirilerde amatör tiyatrolar çevresine yönelik, kimi öneriler ve gönüllendirmeler de var. "Amatör tiyatroya evet ama, kör tiyatroya hayır! Dünya halklarının kardeşliği, Barış, Özgürlük, insan Hakları nerede? Nerede?.. Teorik tartışmalarıyla, etkinlikleriyle, kurslarıyla, metin yazma denemeleriyle, dil arayışlarıy­ la, medyatik kültür ve iktidar ilişkileri eleştirileriyle, uluslararası buluşmalarıyla, sahnesiyle, imkansızlığıyla, gönüllülüğüyle, heyecanıyla, iktidardan kopartılmış, medyaya yasak koymuş, popüler/ kitlesel kültüre dur demiş bir coğrafya olacaktır amatör tiyatroların alanı. Köreltileni yeniden canlandıracak, sanatı yeniden yaşamın içine sokacak yeni bir dil bulunmalı, yeni bir yaşama biçimi gündeme gelmeli. Eski halkevlerimizi, hâlâ diri okul tiyat­ rolarımızı, eski sokak tiyatrolarımızı hatırlarsak bu kaynağın değerini abartmadığım anlaşılacaktır. Ne mutlu, ülkemizin koşullara boyun eğmeyen amatörlerine!.. Aşağılanan insanın yeraltı sularına benzeyen gürüldemesiyle öfkesi ve nefreti çığ gibi büyüyor. Amatör tiyatrolar Prometheus'un ateşini yeniden insanlığın buyruğuna teslim edeceklerdir. İstiyoruz ki, ülkemiz amatör tiyatro denizi olsun. Güzel bir dünya için, sömürüsüz bir dün­ ya için, barışçıl bir dünya için, bütün tiyatro emekçileri hep birlikte Heya mola!..." Onbir yıllık bildiri sahipleri, hepsi de doğru, hepsi de güzel söylemiş. Benim söyleyeceğim ise önce bir soru, bu onbir yıllık süre içersinde amatör tiyatro çevresi içimizi titreten "evet işte bu!" dedirten hangi tiyatro etkinliğini gerçekleştirdi? Toplumla nabız nabıza yaşandığında ülkemiz, konudan yana, hiçbir ülkeye nasip olmayacak şe­ kilde öylesine zengin kil... Amatör Tiyatrolar Çevresi bu onbir yılda denenmişi denenmekten vazgeçebildi mi? iğneyi başkasına çuvaldızı kendimize batırmalıyız, evet! Belki de bütün ihtiyacımız biraz daha, biraz daha cesaret... Ortak sevdamız Tiyatro Sanatı bunu hak ediyor. Son günlerde ona yönelik kimi saldırılar var. Kendi kötülük tohumlarını bu topraklarda kalıcı kılmak isteyenler yapıyor bunu. Amatör Tiyatro Çevreleri dünya ve toplumdan sorumlu olduklarını haykırabildikleri zaman, med­ yanın dev aynasında kendini seyretmeye alışmış bu cüceler saklanmak için bir çalı dibi arayacaklardır. Şu anda bizim yüzümüzden meydanı boş buldular. O halde bu on ikinci yılda hep birlikte sözümüz söz diyelim; insanı insana, insanla anlatan sanat, Tiyatro; her şeye karşın seni sonsuza dek yaşatacağız, korkmuyoruz, korkma! BİLGESU ERENUS: Oyun yazarı; 1943 de Bilecik'te doğdu. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'nü bitirdi. 1965-73 Metin Yazarı Prodük­ tör olarak İstanbul Radyosu'nda çalıştı. Serbest oyun yazarlığı yapıyor. Oyunlarından bazıları: Evli Evine Köylü Köyüne, El Kapısı,Ortak, Nereye Payidar?, İkili Oyun, Kaside, Güneyli Bayan, Misafir, Aklımda, Arka Bah­ çe, Acılar Şenliği, Halide, İnsan Aklını Koruma Enstitüsü, Kırmızı Karaağaç, Dokumacılar, Sevilmek Düzyazılarından bazıları: Entellektüel Şiddet, Kazı, Aydınlık Zindan, Göz, Gece, Böyle Bir Dünya- Gülçin Çaylıgil Davası 13


SÖYLEŞİ

Engin Cezzar On Yedi Yıl Sonra Sahnede

OYUNCU YETİŞİYOR AMA SEYİRCİ YETİŞMİYOR"

pe

cy

a

Nihat Alptekin

14

Keşanlı Ali Destanı'nın ve bir çok oyu­ nun unutulmaz oyuncusu Engin Cezzar İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sahnele­ nen Mustafa Avkıran'ın yönettiği Mak­ sim Gorki'nin "Ayak Takımı Arasında" oyunu ile uzun yıllar sonra sahneye oyuncu olarak döndü.. Engin Cezzar ile kırk yedinci sanat yılın­ da savaş çığlıklarının atıldığı, popüler kültürün yükselişe geçtiği, sanata evet dediğimiz bu günlerde tiyatroya dair herşeyden ve elbette barıştan konuştuk. Öncelikle uzun yıllar sonra sahneye oyuncu olarak dönüşünüzü ve kırk yedinci sanat yılınızı kutluyorum. Oyuncu, yönetmen, eğitmen, çevir­ men yönlerinizden daha çok oyuncu­ luğunuzu konuşacağız. En son ne za­ man oyuncu olarak sahnedeydiniz ve neden bu kadar uzun ara verdi­ niz? En son on yedi yıl önce Rutkay Aziz' in yönettiği Bilgesu Erenus'un ""Halide"" oyununda sahnedeydim. Kendi salonu­ muzun olmayışından, tiyatroya olan ilgi­ nin azalmasından ve toplumsal değişik­ liklerden dolayı tiyatromuzu kapattık. Bi­ razda daha fazla yönetmenlik yapma ar­ zumdan dolayı oyunculuğa ara verdim. Bu arada "Keşanlı Ali Destanı"™ ve "Kal­ dırım Serçesi"ni televizyon için filme çek­ tim. Doksanların başından sonuna kadar Devlet Tiyatrolarında yönetmen olarak görev aldım; Budala, Yedi Kadın, Bir Şehnaz Oyun, Kadı (Antalya ve İstanbul D.T.), Bir Akdeniz Müzikali'ni yönettim. Anadolu Üniversitesi, Müjdat Gezen Sa­ nat Merkezi ve halen göreve devam etti­ ğim Yedi Tepe Üniversitesi Tiyatro bölü­ münde oyunculuk ve sahne dersleri ver-


pe cy a


mekteyim. Bu süre içinde oyuncu olarak bir çok teklif aldım ama iyi bir proje bek­ ledim, sonunda o beklediğim projenin "Ayak Takımı Arasında" olduğuna karar verdim ve şimdi anlıyorum ki beklediği­ me değdi.

Oyundaki rol arkadaşlarınız sizden çok genç; onlarla teknik anlamda bir uyum sorunu yaşadınız mı? Oyuncu­ luk yöntemi adına paylaşımlarınız nelerdi? Elbette hiçbir sorun yaşamadım. Hepi­ miz aynı heyecanı paylaştık. Yalnızca de­ neyim farkı vardı. Mustafa Avkıran, Stanislavski yöntemi ile çalışacağımızı söyle­ di; bende zaten Yale ve Actors Studio'da bu yöntem üzerine eğitim almış­ tım. Kısacası tam bir takım çalışması ile birbirimizden faydalandık...

cy a

"Ayak Takımı Arasında" tiyatro me­ tinleri içinde seçkin bir metin. Oyun­ da canlandırdığınız Luka rolü de oyunun anahtar karakteri, yönet­ men Mustafa Avkıran'dan Luka rolü için teklif aldığınızda neler hissetti­ niz? Uzun zamandır oynamak için kıvranıyor­ dum. Mustafa'dan haber gelince olduk­ ça heyecanlandım ve sevindim. Oyunu tekrar okudum. Oyunun kadrosunu öğ­ renince daha da çok sevindim. Çok nite­ likli bir kadroydu. Yorucu bir prova dö­ neminden sonra oyun seyirci ile buluştu. Şimdi içim rahat, yıllar sonra "Ayak Takı­ mı Arasında" gibi bir oyun ile sahneye dönmek benim için bir şans diye düşü­ nüyorum...

Mustafa Avkıran gibi güvendiğim bir yö­ netmenin oyununda oyuncu olarak gö­ rev almak benim için bir rahatlıktı. Yıllar­ ca yönetmenlik yaptığım için Mustafa Avkıran ile bazı paylaşımlarımız oldu ta­ bii ki. Ama ben daha çok oyuncu olarak bu çalışmanın içindeydim. Sonunda iste­ diğim gibi oldu. Çok zorlu bir çalışmay­ dı, Mustafa çok terledi, bu çalışmamızın karşılığını da her gece dolu salona oyna­ yarak alıyoruz..

Kırk yedinci sanat yılınızda, sizin oyunculuğa başladığınız yıllardan bu güne oyunculuk yöntemleri ve sah­ neleme teknikleri adına ne farklılık­ lar gözlemlediniz. Size göre bu deği­ şimler bir gelişme midir? Toplumsal değişimler, düşünsel değişim­ ler tiyatro tekniğinde de değişimleri do­

pe

"Ayak Takımı Arasında" oyunu Mak­ sim Gorki'nin Mustafa Avkıran ve Engin Cezzar gibi kendi alanında önemli işlere imza atmış isimlerin buluştuğu bir oyun, siz içinde bulun­ duğunuz bu sahnelemeyi bir yönet­ men ve oyuncu olarak nasıl yorumlu­ yorsunuz?

ğal olarak getirdi. Bu değişimleri sanatın işlevine yönelik kullanırsan değişim geliş­ me olur. Teknoloji gelişti ama tiyatro sanatçılarındaki heyecan ve mücadele de­ ğişmedi. Genç arkadaşlarım benim bu gün de hâlâ taşıdığım heyecanı taşıyor­ lar ki; bu değişmez heyecan bittiğinde teknolojinin bir anlamı kalmaz. Ben oyuncu olarak geride kalan kırk yedi yıla rağmen hâlâ araştırmalarıma devam edi­ yorum. Sahnenin üzerinde durduğum sürecede gelişimim devam edecek. Çün­ kü hayat devingen ve sanatta hayata paralel gidiyor... Doksanların başından bu güne on yıllık süre içinde eğitim verdiğiniz ti­ yatro okullarında toplumun içinde bulunduğu popüler kültürü de gözönüne alarak t i y a t r o eğitimi alan gençleri nasıl gözlemlediniz? On iki Eylül'den sonra oluşan toplumsal yapı sanata bakış açısını da değiştirdi.. Benim eğitmenlik yapmış olduğum okul­ lardaki oyuncu adayları benim kırk sene önceki heyecanımı taşıyorlar ama bu he­ yecanları sahnede değil başka yerlerde kullanmaya çalışıyorlar. İkinci yıldan son­ ra hemen bir şey yapalım diyorlar, oysa bir oyuncu yirmi yılda yetişiyor. En önemli özellikleri sabırsızlıkları, bu da onları çevreleyen popüler kültürle ilgili, televizyonda yaptıkları işlerde de hayal


kırıklığına uğruyorlar. Çünkü artık kimse kaliteden söz etmiyor. Onların kamera karşısında, kendiliğinden doğan televiz­ yon kültürü içinde bir malzeme olmama­ ları konusunda uyarılarımı yapıyorum. Genç oyuncu adayları eğitimini gördük­ leri oyunculuğu yapacakları tiyatro sah­ nesi olmadığı için televizyona geçmek zorunda kalıyorlar ve bu da çoğunun so­ nu oluyor. Bu gerçekleri göz önünde bu­ lundurarak biz Yeditepe Üniversitesi Ti­ yatro Bölümü'nde entelektüel birikime sahip oyuncular yetiştirmeye çalışıyoruz. On iki Eylül'den sonra bilinçli olarak ti­ yatrocuların yaşam kaynağı olan sahne­ ler kapatıldı. Bu dar alanda gençler ka­ pana kıstırılmış şekilde duruyorlar ve her şeye saldırıyorlar. Yine de oyuncu aday­ larının yüreklerinin sesini dinleyeceklerini ve tiyatroya ihanet etmeyeceklerini ümit ediyorum.

a

de doğal olarak yalnızca karınlarını do­ yurmaya çalışıyorlar. Tabii ki televizyo­ nun ve sinemanın da etkisi bu olayda yadsınamaz, içeriği sık sık tartışılan öde­ nekli tiyatrolar düşük bilet fiyatları ile böyle bir ekonomik düzende tiyatroyu özleyen küçük bir topluluk için bir hedi­ yedir. En azından bir şeyler yapılıyor ve tiyatro o kurumlar sayesinde ayakta du­ ruyor...

cy

Ülkemizde oyuncu yetiştiren okulları genel anlamda nasıl değerlendiriyor­ sunuz, YÖK'ün bu okullara nasıl bir etkisi olmaktadır? Benim eğitmenlik yaptığım okullarda kendi çalışma programlarımızda YÖK'ten mümkün olduğu kadar etkilenmemeye çalışıyoruz. YÖK, özgür eğiti­ me bir engeldir. Şimdiye kadar bir etkisi­ ni görmedim ama bir müdahale olursa sonuna kadar mücadelemi veririm.

Yönetmen kimliğinize ilişkin bir soru sormak istiyorum. Siz yıllar önce on beş yerli oyun yazarının oyunlarının dünya prömiyerini yaptınız. Bu gün oyun yazarlığının durumu ve oyun yazarları hakkındaki tespitleriniz ne­ lerdir? Çok önemli bir noktaya parmak bastın; ulusal tiyatroyu yaratmanın temel taşla­ rından biri oyun yazarlarının yetişmesi ve desteklenmesidir. Son yıllarda otuz yıl öncesine göre az sayıda yazar yetişiyor, çoğu yazarın oyunu da ödenekli tiyatro­ nun raflarında tozlanıyor. Ben şimdiden sonra bana tokat atacak, beni şaşırtacak bir yazar bekliyorum "Al, Engin Cezzar ben oynanabilecek bir oyun yazdım, sen de oyna ve yönet.", ama çıkmıyor. Memet Baydur tam da bu nitelikte bir yazardı. Ama ömrü yetmedi, geride ka­ lan yirmi oyununun yeni yazarlara örnek olacağını düşünüyorum. Özellikle öde­ nekli tiyatroları, yerli yazarları destekle­ meye davet ediyorum; tiyatromuz ve ge­ leceğimiz için....

pe

Özel tiyatroların kapanması ile Türki­ ye'de tiyatro bitti sözleri yükseliyor. Tiyatro bitti mi, bitmedi ise tiyatroyu ne bitirir? Elbette bitmedi... Engin Cezzar- Gülriz Sururi Tiyatrosu olarak bir çok özel tiyat­ ro ile birlikte tiyatronun en parlak oldu­ ğu altmışlı-yetmişli yıllarda oyunlarımızı sergiledik. Bir çok oyunun dünya prömi­ yerini yaptık. Altmış bir anayasasının ge­ tirdiği demokratik ortam ve halk evlerin­ den, köy enstitülerinden yetişen seyirci potansiyeli ile istediğimiz sonuçlara ulaş­ tık. 1964 yılında iki milyonluk istan­ bul'da "Keşanli Ali Destanı" oyunu ile bir yıl içinde iki yüz temsil yaptık. Çünkü seyirci yetişiyordu. Daha sonraki yıllarda çeşitli nedenlerle bir çok tiyatro kapandı. Şimdi cesur ve dayanıklı arkadaşlarımız özverilerle bütün kültürel ve ekonomik dayatmalara karşı ayakta durmaya çalışı­ yorlar. Tiyatromuzun en büyük sorunla­ rından biri seyirci eğitimidir. Oyuncu ye­ tişiyor ama seyirci yetişmiyor, insanlar başka şeylerle meşgul ediliyor. Çünkü eğitim sisteminde sanatın önemi vurgu­ lanmıyor, insanlar bu ekonomik düzen­

Unutamadığınız roller, oynamak is­ tediğiniz roller ve projeleriniz neler­ dir? En zor soru bu herhalde neyse ben yine­ de bir kaçını söyleyeyim. "Keşanlı Ali Destanı", "Hamlet", "Düşenin Dostu", "Morfin"... Hemen hemen bütün hayellerimi gerçekleştirdim. Şimdi tecrübeleri­ mi oyuncu adayları ile paylaşıyorum.. Be­ ni yakından tanımak isteyen oyuncu adayları için bir site açtım (www.engincezzar.com) bana sormak istediği bir şeyleri olan genç oyuncu adayları ve ti­ yatro tutkunları mail ile bu isteklerini gerçekleştirebilirler (engincezzar@engincezzar.com). Elbette bir Shakespeare oyunu oynamak istiyorum. Fırtına da, Prospero, Titus Andronücus, Atinalı Timon oynamak istediğim roller. Müsahipzade'nin oyunlarından müzikal yapıp sahnelemek istiyorum ama altmış bir ya­ şında emekli ediyorlar. Ben resmen emekliyim ama ruhen ve bedenen hâlâ sahnedeyim.. Ve sağlığım el verdiğince yönetecek ve oynayacağım. Genç oyun­ cu adaylarını yetiştireceğim.. Bütün yorgunluğunuza rağmen tec­ rübelerinizi ve hayallerinizi paylaştı­ ğınız için teşekkür ediyorum bir Sha­ kespeare oyununda sizi alkışlamak dileği ile... Ben teşekkür ederim, keşke bütün yor­ gunluklar sahneye çıkmanın yorgunluğu gibi olsa... Savaş çığlıklarının yükseldiği bu günlerde herkesi her yoldan barışı getirmeye davet ediyorum. 17


ELEŞTİRİ

AYAKTAKIMI ARASINDA OLMA(MA)K

pe

cy

a

Nihat Alptekin Rus halkı Çarlık düzeninden yeni bir dü­ nihatalptekin@yahoo.com zene geçerken insan olmanın bedelini her geçiş döneminde olduğu gibi ağır ödedi. Toplumların kırılma noktalarında ağır bedeller ödenirken yaşananları in­ sanlığın fayda hanelerine yazanlar da var. Elbette sanatçılar... Sanatçılar toplu­ mun birer bireyleri olarak acı çekerken yaşamı algılama duyarlılıkları ile acıları, umutları belgelediler. Bu belgeler ro­ man, öykü, oyun, bir sonat, bir resim olarak insanlığın karşısına çıktı. Rus hal­ kının "insan müsveddeleri" bu belgeler­ de hikayelerini anlatır ve bugünkü kırıl­ ma noktalarının hikayelerini anlatacak­ lar. Maksim Gorki (1868-1936), toplum­ sal gerçekçi üslupla yazdığı Ayaktakımı Arasında'da o geçiş döneminin acılarını belgeleyen bir sanatçı. Gorki'nin bir bod­ rum katına, mağaraya yerleştirdiği insan­ lar İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda Musta­ fa Avkıran'ın rejisi ile sahnede hayat bu­ luyor ve bize bizim hikayemizi anlatı­ yor...

Ayaktakımı Arasında

Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Maksim Gorki Çeviren: Vâ-Nû Yöneten: Mustafa Avkıran Sahne-Giysi Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Müzik Tasarımı: Cenap Oğuz Koreografı: Övül Avkıran Oyuncular: Macit Sonkan, Müge Arıcılar, Güneş Hayat, Özgür Erkekli, İsmail Hakkı Sunat, Murat Karasu, Gülen Çehreli, Merih Atalay, Ayşe Tunaboylu, Ergun Akvuran, Payidar Tüfekçioğlu Ali Sürmeli, Alptekin Serdengeçti, Engin Cezzar, Kemal Topal, Saydam Yeniay, Ö. Hüsnü Turat. Müzisyenler: Edward Aris , Umut Pelit, Kağan Yıldız , Oylum Karakaş, Beyza Yinal.

1902-1903 yılları arasında Rusya'da kıtlık yaşanıyor. Toplumsal düzenin değiştiği, aristokrasinin burjuvaziye dönüştüğü, iş­ çi sınıfının oluştuğu bu dönem­ de,1902'de, Maksim Gorki en katı ger­ çekçi gözlemleri ile Ayaktakımı Arasında oyununu yazmış.. Bu dönem elbette Rus toplumunda yazarın takma adı olan Gor­ ki (Aleksey Maksimoviç Peşkoş), yani acı­ nın yaşandığı dönem. Herkesin acı içinde düzeni sorguladığı ama ekonomik olarak zayıf oldukları için bir şey yapılmayan bir dönem. Maksim Gorki durum ile birlikte insanların psikolojilerini anlatıyor. Ayaktakımı'ndaki karakterler sürekli içiyor, konuşuyor. Geleceğe dair bir iddiaları yok. Gorki'nin bodrum katına indirdiği insanlar çeşitli sınıflardan gelen ama şim­ di yalnızca ayaktakımı sınıfından olanlar,

ayyaşlar, hırsızlar, hastalar, aristokratlar, orospular, tam da düzenin kendisi gibi hep yaralı, hep acılı, hep yoksul, kokuş­ muş. Onlar çirkin, kokuyor, küfrediyor... Ayaktakımı Arasında yazıldığı 1902 yılın­ dan beri dünya sahnelerinde kerelerce oynanmış. (Ülkemizde ilk kez 1935 yılın­ da Muhsin Ertuğrul tarafından Dar'ül Bedai'de sahnelenmiş.) Bugün tam da bi­ zim insanlarımız aynı şeyleri yaşarken sahnelenmesi acı bir tesadüf. Son yıllar­ da yaptığı çalışmalarla adından sıkça söz ettiren yönetmen Mustafa Avkıran Vâla Nureddin'in çevirisini biraz da günümüz diline uyarlayarak metni düz okuma ile sahneye taşımış. Sahne öğelerini işlevsel kullanarak sözün çokça olduğu oyunu öncelikle izlenir sonra dinlenir kılmış.. Mustafa Avkıran sahnelemelerinde gör­ sellikle birlikte oyuncunun devinimine de önem veren, bu konuda denemeler ya­ pan bir yönetmenimiz. Ayaktakımı Ara­ sında oyununu sahneye taşırken de gör­ selliği ve elindeki oyuncu kadrosunu iş­ levsel bir şekilde kullanarak ödenekli ti­ yatronun imkanlarını tiyatro adına artıya dönüştürmüş. Sahne tasarımında Gor­ ki'nin karakterlerini yakalamadaki ger­ çekçiliği yakalamış. Lağım sularıyla dolu sahne, insanların kalaslar üzerinde yürü­ düğü sadece vücutlarının sığabildiği tabutvari bir tahta parçası üzerinde yatağı endiptekilerin mekanı olmuş. Sahne ta­ sarımı o kadar gerçekçi etki yaratıyor ki 3 saat süren ve sürekli konuşulan oyun­ dan seyircinin kopma anları yok denecek kadar az. Yönetmen Mustafa Avkıran her yönetti­ ği oyunda isabetli rol dağıtımıyla dikkat çeker. Ayaktakımı arasına bir bilge gibi giren onlara umut aşılayan ve sonra bir­ den yok olan Luka rolünde Engin Cezar


a pe cy uzun bir aradan sonra döndüğü sahne­ de tam da kendisine yakışır ustaca bir oyun çıkartıyor. Aktör de Ali Sürmeli tu­ tarlı ve içsel oyunuyla yuvasına anlamlı bir dönüş yapıyor. Payider Tüfekçioğlu Ayaş Satin rolünde kuşkusuz oyunun en yetkin oyunculuğunu sergiliyor. Vasili de I. Hakkı Sunat abartılı oynasa da kendini oyuncu olarak sahnede var ediyor. Ba­ ron da Alptekin Serdengeçti. Tatar da Saydan Yeniay tempolu içsel oyunculuklarıyla göz dolduruyorlar. Oyuncuların devinimlerinin işlevsel olmasında kore­ ograf Övül Avkıran'ın büyük payı var. Ali Cem Köroğlu sahne tasarımında so­ yutlama yapmadan Ayaktakımı mekanı­ nı bütün gerçekliği ile sahnede var edi­

yor. Her şey gerçek, her şey metinde ol­ duğu gibi çirkin, kokuşmuş. Yüksel Ay­ maz son yılların en işlevsel ışık tasarımla­ rından biri ile oyunun atmosferini yarat­ mada büyük bir rol oynuyor. Özellikle kahverengi tonlar mekandaki yoksullu­ ğu ve acıyı belirginleştiriyor. Kostüm tasarımı da Ali Cem Köroğlu'nun ellerinde hayat bulmuş. Döneme uygun ve sahne tasarımına paralel te­ mayı belgeleyen kostümler. Elbette bir benzetmeci oyunda müzik dramatik etki yaratmak açısından önem­ li bir öge. Oyunun müziklerini bestele­ yen Cenap Oğuz notaları ile oyuncuların sözlerine anlam katıyor. Yönetmen Mus­

tafa Avkıran orkestrayı mekanın içinde en dibe yerleştirerek oyuna katmış ve müziği acı çeken karakterlerin çığlıkları olarak kullanmış. Ayaktakımı Arasında metin yanı ile her zaman insana dair söyleyecekleri olan metin. Mustafa Avkıran sözün önde ol­ duğu, söze ihtiyacımız olduğu günlerde sözü susturmadan, artistlik yapmadan insanı anlatıyor. Ve Ayaktakımındakiler bize ne kadar da benziyor. Kendi top­ lumsal çöküşümüzü, kargaşamızı, sınıf bunalımımızı görmek için Ayaktakımı ile tanışmak gerekiyor. Gorki, Mustafa Av­ kıran,, Engin Cezzar ve bu oyuna emek veren herkes sizi bekliyor, acılarına ortak etmek için... 19


D İ L İ

pe

cy a

F O T O Ğ R A F L A R I N

Fotoğraflar: Peter Turnley/Corbis

LYSISTRATA


LYSİSTRATA Çocuklarınızın babalarını aradığınız yok mu? Askere gidip kalmış kocalarınızı özlemiyor musunuz? Hepinizin erkeği uzakta biliyorum. LAMPİTO Ben barış olacağını bilsem, Taygetos dağının tepesine bile çıkardım.

LYSİSTRATA Yine de kendi isteğimle teslim olmayacağım. LYSİSTRATA Zor kullanacak olursa. LYSİSTRATA Bacaklarımı kaldırmayacağım... LYSİSTRATA Mart kedisine dönmeyeceğim. LYSİSTRATA Yeminimi tutmazsam bu şaraptan içmek nasip olmasın...

pe cy

KADIN KORO BAŞI Haydi, vursana, geldim işte! Yumruğu yerim, ama ısıracağım yerden de hayır mı kalır görürsün. ERKEK KORO BAŞI Seni döve döve gebertemez miyim? Ne yapabilirsin bana? KADIN KORO BAŞI Dişlerimle ciğerlerini, barsaklarını sökerim senin.

a

LAMPİTO Gemiler bu limanda, paralar da bu tapınakta kaldıkça, Atine rahat durmaz.

KADIN KORO BAŞI Ya ateş ne oluyor, söylesene mezar taşı? Kendi kendini yakmak için mi? ERKEK KORO BAŞI Benim ateşim senin gibileri yakmak için. KADIN KORO BAŞI Benim suyum da senin ateşini söndürmek için. ERKEK KORO BAŞI Ateşimi söndüreceksin ha? KADIN KORO BAŞI Yak da görürsün! ERKEK KORO BAŞI Seni hemen kızartsam diyorum şuracıkta. KADIN KORO BAŞI Çamaşırlarını kirlettiysen, Gel bir hamam yakayım sana! ERKEK KORO BAŞI Bana mı hamam, leş karı?

21


LYSİSTRATA Ey barış uğruna savaşan kadınlar! Koşun dışarı! Buğday muğday, soğan sarımsak, lahana kabak satanlar, han hamam tutanlar, ekmek çörek yapanlar, ileri! Sövün sayın, çekin koparın, bakmayın göz yaşlarına! LYSİSTRATA Evet, para için, para için bunca gürültü patırtı. Peisandros'un ve daha başka devlet adamlarının kavga çıkarmaları hep para çalmak fırsatını bulmak için değil mi? Amma şimdi yapsınlar bakalım ne yapabilirlerse. (Kaleyi göstererek) Para nah işte şurada, gelsin alsınlar bakalım şimdi.

pe cy

LYSİSTRATA Evet, biz koruyacağız sizi, hem de size rağmen. PROBULOS Gel de çileden çıkma. LYSİSTRATA İstediğin kadar çileden çık, biz bunu yapmak zorundayız. PROBULOS Hakkınız yok böyle işlere kalkmaya. LYSİSTRATA Seni kurtarmak ödev bize, dostum. PROBULOS Ya ben istemezsem? LYSİSTRATA O zaman daha büyük ödev. PROBULOS Peki, ama savaş barış işlerine karışmak sizin nereden aklınıza geldi? LYSİSTRATA Anlatırız.

a

PROBULOS Bu para savaş için lazım. LYSİSTRATA Evet ama savaşa lüzum yok.

LYSİSTRATA Şöyle: Önce ham yün ne yapılır, bir güzel yıkanır, sonra yatağın üstüne serilir, tokmaklarla dövülüp kabası ayıklanır. Atina'nın da tıpkı onun gibi kirini pasını, kötüsünü kabasını defetmeli, mevki sahibi olacağız diye birbirine girip, kör düğüm olanları tarakla ayırmalı, birer birer kafalarını koparmalı, geriye kalan iyileri toptan bir sepete doldurmalı, azınlık çoğunluk, yerli yabancı demeden, hepsini bir araya koymalı. Bu memleketten


göçmüş, başka şehirlere yerleşmiş insanları da öteye beriye saçılmış yün parçaları gibi toplamalı, onların ipliğini de bizimkilere katıp kocaman bir yumak hazırlamalı, sonra da bu yumakla halkın hırkasını örmeli. LYSİSTRATA Ama tavuklar arasına ikilik girmeye, Hiçbir tavuk tapınaktan tüymeye, Yoksa her şey bozula, Tavuklar çil yavrusundan beter ola! BİRLEŞMİŞ İKİ KORO İnsanlar, insanlar, kötü söz beklemeyin gayrı bizden İyi şeyler söyleyeceğiz, iyi şeyler, yalnız iyi şeyler! Yetti gayri gördüğümüz kötülükler Haydi, kadın erkek herkes dilesin ne dilerse Altın mı istiyorsunuz? İşte surda

pe cy

a

altın, Kucak kucak altın alabildiğiniz kadar Barış içinde yaşadıkça, bu altınlar hep sizin Kimse sizden geri alamaz, barış oldukça Haydi alalım misafirlerimizi, gidelim evimize Güzel yemeklerimiz var, kurbanlar de kestik Erken gelin, hamamdan çıkar çıkmaz hepiniz Çoluk çocuk, sorgusuz sualsiz, kendi evinize girer çıkar gibi.. Hayır çıkmayın, çünkü... kapı kapalı! ATİNALILAR KOROSU Gelsin koro, Üç Güzelleri, Artemis'i çağıralım. İkiz kardeşi Apollon'u koroların başı, Dertlere deva tanrıyı çağıralım! Mainad'lar arasında Gözleri parıl parıl yanan Bakkhos'u çağıralım! Zeus'u çağıralım, ateşi gökleri saran Zeus'u. Heybetli karısı Hera ile birlikte. Ardından bütün tanrılar gelsin, Görsünler bizi bu güzel barış gününde Alalai, alala, io, io, paian... Sıçrayın havalara hora tepin Bir zafer şenliği yapar gibi Ihai, evhoi, evhoi, evhai, evhaü. 23


İZDÜŞÜM. Ahmet Levendoğlu

Söz Shakespeare'den Açılınca "Esintiler" adlı köşesinde, Zeynep Oral'ın Shakespeare'den Günümüze başlıklı yazısını okuyorum (Cumhuriyet, 28 Şu­ bat 2003). Yazı, sevinilesi bir olguyu dile getiriyor. Konunun özünü aktarabilmek için, önce Oral'ın yazısından gerekli bölümleri alıntılamalıyım: "Talat Halman'la konuşurken 'Müjde! Tamamlandı!' diye başlayan bir heyecan fırtınası yaşadım (...) Tamamlanan, tüm Shakespeare oyunlarının Türkçeye çevrilmesiydi. Bu işin öyküsünü yazar, çevirmen Ali Neyzi'den öğrendim (...) 'Shakespeare Oyunculuğu' (iş Bankası Kültür Yayınları) kitabı üzerine çalışırken ustanın 35 oyunundan hangileri Türkçeye çevrildi diye bir araştırmaya girmiş (...) Uzatmayayım, çevrilmemiş olanları çevirmeye karar veriyor (...) 'Aşkın Çabası Boşuna' (...) Titus Andrenicus' 0) ...'Beşinci Henry' ve sonuncusu 'Kral John' ... (Bu dördü de Mitos-Boyut Yayınları'ndan çıktı.) Böylece artık Türkiye'de, Shakespeare'in 35 oyununun tümüne Türkçe ulaşabilirsiniz." Bunları duymak iyi, ama yazıda "(...) ustanın 35 oyunundan hangileri Türkçeye çevrildi (...)" noktasına geldiğimde, duraksadım: "Shakespeare oyunları çevirilerinin tamamlanmış olduğuna ilişkin, adları anılan kişi ve kurumlar arasında zin­ cirleme uzanan bir yanılgı olmasın, sakın?" kuşkusuna düştüm. Çünkü "ustanın" kaleminden çıkma oyunların sayısı 35 değil; bir değerlendirme ölçütüne göre 37, bir başkasına göre 38, kimi kaynakların bakışı açısındansa, bundan fazladır.

cy a

Shakespeare'in tüm yapıtlarını (ya da tüm oyunlarını) bir araya getiren -sanırım artık üç rakamla belirtilebilen çokluktakitapta, bu bağlamda çok sayıda farklı düzenlemeye rastlanır. Bunların önemli bir bölümünde -örneğin Stratford Sha­ kespeare "edition"ında (edition: baskı, düzenlenmiş basım) -oyunların sayısı 37 olarak belirlenir. Ancak burada belirt­ mek gerekir ki özenli, güvenilir "edition'ların önemli bölümünde VI. Henry I. Bölüm, Atinalı Timon, Perides, VIII. Henry oyunlarının başka bir yazarla ya da yazarlarla birlikte yazılmış olma olasılıkları, çeşitli verilerle desteklenerek ortaya ko­ nulur. Öyle ki, önde gelen Shakespeare uzmanlarından Stanley Wells, editörlüğünü yaptığı The Oxford Shakespeare "edition"ında bu olasılıkları somut savlara dönüştürür: VI. Henry I. Bölüm'ün "Wİlliam Shakespeare ve başkaları", Ati­ nalı Timon'un "Wİlliam Shakespeare ve Thomas Middleton", Perides'm "Wİlliam Shakespeare ve George Wİlkins" (ye­ niden düzenlenmiş bir metin biçiminde), VIII. Henry'rim "Wİlliam Shakespeare ve John Fletcher" tarafından yazılmış ol­ duklarını açıkça belirtir.P) Yine de bu durum, "tüm yapıtları" (ya da tüm oyunları) "edition'larının sanırım tümünde, söz konusu dört oyunun da yer almasını -böylelikle en az 37 oyunluk bir bütüne varılmasını- engellememiştir. Kimi "edition"lar ise oyunlar toplamına The Two Noble Kinsmen (Soylu ve Hısım İki Adam) trajikomedisini de katarlar; bu durumda toplam 38 oyun olur. 1634'te basıldığında, oyunun yazar adı "John Fletcher ile Wİlliam Shakespeare" ola­ rak geçer. Bu oyunda Shakespeare'in katkısının kestirimlere göre "yaklaşık üçte bir" olması nedeniyle -yukarıda adı ge­ çen dört oyunun tersine- Soylu ve Hısım İki Adam'm ancak kimi "edition"larda yer aldığı söylenebilir.

pe

Kimi "tüm yapıtları"nda oyunlar toplamını 38'in de üstüne çıkaran düzenlemeler vardır. Örneğin, yine The Oxford Sha­ kespeare Edition'da görüldüğü gibi Kral Lear, biri yazar yaşarken, biri ölümünden sonra basılmış birbirinden epey fark­ lı iki ayrı metin olarak sunulur. Ayrıca, yazarın Cardenio, ve Love's Labour's Won "Aşkın Çabası Kazandı" adlı oyunları­ na da kronolojik dökümlerde yer verilir, ancak -metinleri yitmiş olduğundan- onların yerine oyunlara ilişkin bilgiler sunu­ lur. Şimdi döneyim, yukarıda sözünü ettiğim "bir yanılgı olması kuşkusuna düşme" durumuna. O noktada ilk iş olarak, hem iki kitap eksiğimi gidermek, hem de yayınevinin de"tamamlanma" savına katıldığından emin olmak için, Ali H. Neyzi çevirileri V. Henry ile Kral John'u MitosBoyut'tan aldırdım. Beklendiği gibi, Kral John''un arka kapağında şu satır­ lar yer alıyordu: Bu oyun ve son yayınladığımız iki oyunundan sonra (Aşkın Çabası Boşuna/V. Henry) Shakespeare'in Türkiye'de yayınlanmamış oyunu kalmamış olmaktadır." ardından, Ali H. Neyzi'nin çevirdiği Shakespeare Oyunculuğu'nu kitaplığımın raflarından indirdim. Sayın Neyzi araştırmaya dayanan olumlu bir iş de yaparak kitabın sonuna "Türkçe'de Shakespeare Bibliyografyası" çalışmasını eklemiş. Bu bibliyografyayı inceleyerek çevirilerin tamamlanmış olduğunun sağlamasını yapmaya giriştim. (Bibliyografya hazır­ landığında çevirileri henüz yapılmamış olan ve bu nedenle o dökümde "Çevirisi bulunamadı." açıklamasıyla kayda geçi­ rilmiş olan Love's Labour's Lost ile King John oyunlarının sonradan basıldıklarını Zeynep Oral'ın yazısından biliyorum; hesabımı ona göre yapıyorum.) "37 oyun" sayısını temel alarak elimdeki ingilizce "tüm yapıtları" kitaplarıyla bibliyog­ rafyayı karşılaştırmalı olarak tarıyorum. (Bu 37 oyunun dökümünü burada verebilecek yerim yok; kimi Türkçe kaynak­ larda, örneğin Aziz Çalışlar'ın Tiyatro Ansiklopedisi'nde bulunur.) Derken, VI. Henry'rim 1., 2. ve 3. bölümleri olmak üzere 3 oyunun bibliyografyada yer almadığını görünce "işte, kaygım gerçeğe dönüştü." diye hayıflandım. Ama sonra, kronolojik sıralamayı gözeterek bir kez daha baktım döküme ve gördüm ki 1590-1592 dönemi kapsamında yer alan oyunlar arasında "IV Henry: Bölümler 1-2-3"var. Oysa IV. Henry'ler 3 değil, 2 bölümdür ve 1598-1600 arasında ya­ yımlanmıştır. Böylelikle anlaşıldı ki burada bir yanlışlık var; Altıncı Henry oyunları dökümde Dördüncü Henry'ler olarak geçmiş olmalı. Yine de bunu çevirmeninden doğrulatmak gereğini duyduğumdan Mustafa Demirkanlı'yı arıyorum; ga­ zeteci deneyimiyle o devreye giriyor, Neyzi'yi Antalya'dan bularak konuyu soruyor, o da yanlışlığı doğrulayarak "Dizgi­ de/baskıda bir karışıklık olmuş." yolunda bir açıklama yapıyor. Evet, sonunda, genellikle temel sayı olarak kabul edilen 37 oyunluk Shakespeare oyunları "külliyatının Türkçe'ye ka­ zandırılmış olduğu -kendi gözümde de- somutlanmış oluyor. Bu kuşkusuz kıvanç verici ve kutlanası bir olgu. Bu nokta­ ya varılmasında eskilerden bugüne emeği geçen herkesi ve özellikle son dönemdeki yoğun çabaları için Ali Neyzi ile MitosBoyut'u kutlamak gerekir. Yapı Kredi Yayınları'ndan Yaşayan Drama Tiyatro Yapıtları Dizisi'rit yönetirken, o tarihte çevirisi yapılmamış, basılma24


mış oyunlardan Perides"i Hamdi Koç'a çevirterek yayımlattığımda (1992), arka kapağının bir paragrafında şöyle demişim: "Shakespeare'in oyunlarından kiminin dilimize 4-5 ayrı çevirisi yapıldı. Son bir kaç yıl içinde çevirilenler ile de, yazarın dilimize kazandırılmamış oyunlarının sayısı epey azaldı. Bugüne dek o "azlar" arasında kalan PERICLES şimdi Türk okuruna sunuluyor." O tarihte -11 yıl önce ya­ yımlanmamış 11 oyun kalmışmış. Son 11 yılda 11 oyun eksiğinin giderilmiş olması az şey değildir. Yaşayan Drama Dizisi'nde editörlük (ve redaktörlük) yaparken, kusursuzluğu sağlayabilme tutkusuyla, dizgi düzeltmenliğini bile gönüllü olarak üstlenmiştim. Serde böyle bir geçmiş olduğundan, eksik ve düzelti isteyen metinlerle/dökümlerle karşılaştığımda onlara el atma­ dan duramıyorum. Bunun için "çevirilerin tamamlanması" sürecini incelerken üzerinde ayrıntılı durmak zorunda kaldığım Ali Neyzi'nin "Türkçe'de Shakespeare Bibliyografyasının, gördüğüm eksik ve yanlışlarını bu yazı kapsamına almak istiyorum:

pe

cy a

- HENRY THE IVth (3 Bölüm) değil, HENRY THE Vlth (3 Bölüm). - RICHARD III: (dökümde eksik çeviri:) Richard III Faciası. Seniha Sami. istanbul, Ahmet Halit Kitabevi, 1946. - LOVE'S LABOUR LOST değil, LOVE'S LABOUR'Ş LOST. - A MID SUMMER NIGHT'S DREAM: (dökümde eksik çeviri:) Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası, Nureddin Sevin. Ankara, Maarif Matbaası. -THE MERCHANT OF VENICE. Venedik Taciri, Nurettin Sevin, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1938 (1958-1988) değil, - Venedik Taciri, Nureddin Sevin. Ankara, Yeni Cezaevi Matbaası, 1938. -Venedik Taciri, Nureddin Sevin. Ankara, Maarif Matbaası, 1943 (1958-1988). - II. Richard, M. Hamit Çalışkan, Yapı Kredi Yayınları, (eksik:) 1992. - On İkinci Gece, Mehmet Şükrü Elden (...) değil, On ikinci Gece, Mehmet Şükrü Erden (...) - TROILOS AND CRESSIDA değil, TROILUS AND CRESSIDA. - Troilos ve Kresida (...) Mina Urgan değil, Troilos Ne Kreşşida (...) Mina Irgat. - Hamlet, H. E. Adıvar - Vahit Turhan, İstanbul Üniversitesi Yayınları değil, - Hamlet, Danimarka Prensi, Halide Edib (Adıvar) - Vahit Turhan. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Neşriyatından, 1941. - Hamlet, Danimarka Prensi, Halide Edib Adıvar - Vahit Turhan. İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, 1943. - Hamlet, Peyami Sefa (eksik: basımına ilişkin herhangi bir bilgi). - MAKBETH değil MAÇBETH. - Makbeth, Mehmet Şükrü Erden (...) değil, Makbet, Mehmet Şükrü Erden (...). - Makbeth, Orhan Burian (...) 1945. değil, Macbeth, Orhan Burian (...) 1946. - Makbeth Uyarlaması, Ümit Kıvanç, İstanbul, 1991. (eksik: yayınevi bilgisi). - Othello, Orhan Burian, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1940. değil, - Othello. Venedikli Bir Mağribinin Faciası. Prof. Orhan Burian. İstanbul, Yücel Yayınevi, 1940. - Othello. Venedikli Bir Mağrıplının Faciası. Prof. Orhan Burian. Ankara, Maarif Matbaası, 1943. - Othello, Peyami Sefa (eksik: basımına ilişkin herhangi bir bilgi). - Koryalanus Faciası. Semiha SAMİ (...) değil, Coriolanus Faciası. Semiha Sami (...) - Koryalanus Faciası, Timaş Yayınları, 1992 (eksik: çevirmen adı). - Perikles - Sur Prensi, Hamdi Koç, Yaprak, 1992. değil, Periçles, Sur Prensi, Hamdi Koç, Yapı Kredi Yayınları, 1992. - Fırtına, Mustafa Işıksal, Gazi Terbiye (eksik: tarih). - THE FAMOUS HISTORY OF THE LIFE OF HENRY VIII değil, HENRY VIII (Öteki oyunların tümünde uzun değil kısa adları kullanıldığından, bu örnekte de aynı kullanım olmalı.) - Çeşitli oyunların künyesinde yer alan İstanbul Belediye Tiyatrosu yerine 1934'e dek "Yayımlayan: Darülbedayi", sonrasında "Yayımlayan: istanbul Şehir Tiyatrosu" kullanımı görülür. Not: Düzeltilerin çoğunluğunun kaynağı: Tiyatro Bibliyografyası (1928-1959), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyat­ ro Enstitüsü Yayınları, 1961. Bu yazı bütününde aktarmaya çalıştığım bilgilerle öngördüğüm düzeltiler "Shakespeare çevirilerinin tamamlanması" süreci kapsamın­ da yapılan herhangi bir işe kusur bulmak amacı değil, bu sevindirici sürece kıyısından köşesinden katkıda bulunabilmek amacını taşı­ yor. Örneğin, ola ki (ve umarım ki) Shakespeare Oyunculuğu kitabının ikinci baskısı yapılır ve burada dökümlediğim düzeltilerden ya­ rarlanılır. Ne de olsa konumuz yalnız "usta" değil, gelmiş geçmiş "en büyük usta" olan Shakespeare. Biliyorsunuz ingiliz halkı onu "tüm zaman­ ların en büyük Ingilizi" seçti. Günümüzde adı ön plana çıkan bir başka ingilizi, "Bush'un köpeği" yakıştırması yapılan Başbakan Tony Blair'i aynı ulusun insanları bundan 10 ya da 50 yıl sonra nasıl değerlendirecek, nerelere koyacak dersiniz? Şu son tümceyi yazarken (1 Mart Cumartesi, 18:15) "tezkere"nin TBMM'de oylanmasının her an sonuçlanması bekleniyor. Yüzüne bakmak istemediğim ama sesini duyduğum TV'den nerdeyse her dakika aynı zavallı tümceyi duymaktayım. "Tabii aslında hiç kimse is­ temiyor, ama ..." Yazı yukarıdaki gibi bitmişti ama bir "son dakika" da ben buraya eklemeliyim. 19:10. Sonuç "ret", insanlık, ulusal onur ve barış istenci kazandı... Bugün iyi bir gün. (1) Doğrusu Androntcus. (2) Stanley WelIs'in Prof. Dr. Cevza Sevgen tarafından Shakespeare: Yazar ve Eserleri Türkçe adıyla çevirilen ve Yaşayan Drama dizisinden yayımlanan kitapta bu konular ayrıntılı işlenmiştir.


ELEŞTİRİ

Tiyatro ile İlgisi Olmayan İllüzyon Gösterisi Akmen

Kubilay QB Tunçer şair, oyun yazarı, il­ lüzyonist. Her ne hikmetse, adı ile soya­ dının arasına "QB" harflerini yerleştiri­ yor. Üç oyun yazmış, aralarından "Ola­ ğan Mucizeler" başlıklı olanı, yanılmıyor­ sam nisan ayından beri oynanmakta. Edinburgh Festivaline de katılmış. The Independent: "'Olağan Mucizeler' bu yılki festivalin piyangosu" diye yazmış. The List: "Çağdaş bir peri masalı" olarak yo­ rumlamış. Yani rivayet falan değil, oyun ciddi ilgi görmüş. Oh ne âlâ... İstan­ bul'da da kapalı gişe oynanıyor. Son yıl­ larda kapalı gişe oynanan oyuna pek rastlamadığımdan olsa gerek, doğrusu göğsüm kabardı, keyiflendim. "Olağan Mucizeler"de, Lale Mansur ve Kubilay QB Tunçer rol almakta. Kendilerinden pek eminler, ama onlar da sanırım kapa­ lı gişe olayına pek alışamadıklarından, örneğin salonun kapıları oyunun başla­ ma saatinden on beş dakika önce açılı­ yor, onca seyirciyi yerine yerleştirmek uzun zaman aldığından, oyun da saatin­ den on beş dakika geç başlıyor. Küçük bir laubalilik örneği... Eleştirilmeye falan da, ya gereksinimleri yok ya da taham­ mülleri. Eleştirmen oyunu görse n'olur, görmese kime ne! Çağırmıyorlar... ille de izlemek isterseniz... Neyse!

pe

cy a

Üstün

'OLAĞAN MUCİZELER"

Olağan Mucizeler Tiyatro: Açık Tiyatro Yazan: Kubilay Tunçer Yöneten: Ahmet Mümtaz Taylan Dekor Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Işık Tasarımı: Ersen Tunççekiç, Yakup Çartık Kostüm Tasarımı: Bahar Korçan Müzik: Mercan Dede Dramaturgi: Aylin Alıveren Oyuncular: Lale Mansur, Kubilay QB Tunçer ?6

QB, oyunun dördüncü sahnesinde, için­ de bir avuç dolusu dikiş iğnesini, ardın­ dan da bir metreye yakın ipliği yarım bardak suyla mideye indiriyor. Sonrasın­ da parmaklarını dudaklarına götürüp, başlıyor ipliği çekmeye... Aaa... Bir de bakıyoruz ve de görüyoruz ki, yutulan iğneler ipliğe dizilmiş olarak dışarı çık­ makta. Seyircinin zihni bir anda hareket­ siz hale geliyor. Gözbağcı QB, bu olağa­ nüstü işlemle buyruklarını seyircinin bilin­ çaltına yöneltiyor ve istediği tepkiyi elde ediyor. Seyirciyi yaptıkları üstüne düşün­

dürmüyor. Kutlamak gerek, bu konuda amacına pek güzel ulaşıyor. Seyirciye düşünme olanağı vermeden, bütün olup bitenin zorunlu imiş gibi gö­ rünmesini sağlayacak biçimde kurgula­ nan iki perdelik oyunu sahneye koyan yönetmen Ahmet Mümtaz Taylan, hiçbir şeyi zorlamaksızın ortaya getirmek ve jesti, hareketi, vurguyu birbirine karıştır­ mamak suretiyle sonuca ulaşmayı hedef­ liyor. Menzil uzak, erişemiyor. Her şey birbirine karışıveriyor. Gene de, karşı ko­ nulmaktan ya da bilinçli olarak sorulara hedef olmaktan kurtulacağını sanıyor. Yanılıyor. Hedefe varmanın metin ile başladığını, dekor tasarımı ile sürdüğü­ nü, sonra da oyuncunun hareketleri ve konuşmasıyla ivme kazandığını bilmez­ den geliyor. Oysa biliyor. Baştan sona akıcılık sağlandığı ahvalde seyircinin bü­ tünüyle etki altına alınmış olacağı gerçe­ ğini bilerek isteyerek savsaklıyor. Hata ediyor. Dolayısıyla, "Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'ndaki "Misa­ fir" adlı oyun ile "İsmet Küntay - En İyi Yönetmen Ödülü"ne değer görülürken, seçici kurul üyesi olarak parmak kaldıran bendenizi üzüyor. "Oyun, dünyanın herhangi bir yerinde, büyük bir şehirde geçiyor." Başından so­ nuna altı aylık bir dönemi kapsamakta. Kişilerden birinin adı Saturno, diğerinin adı ise Joy. Yazarın adı QB, oyun kahra­ manlarının adları da Saturno ile Joy olunca; oyun içinde Melissa, Zombi, Bu­ merang, Airuko (kitapta Deniz) gibi ad­ lar geçince; içtikleri şarabın markası "Beaujolais" olunca oyun evrenselleşiyor(mu). Yazar öyle sanıyor. Bence mah­ zuru yok, sansın... Gel gelelim, erkekle kadının birbirlerini bulmasının bir tansık olduğunun zırt pırt vurgulanmasından


a

pe cy


nüyorum. QB, ikide bir gerçek büyünün hayat, tangonun ise iki kişilik bir tutku dansı olduğunu vurguluyor. Birinci per­ de iyi çalışılmış bir tango gösterisi ile bi­ tiyor. Fuayede tango dansının "ne gere­ ği vardı"lığını düşünürken, kimi eleştir­ men ablalarımın, ağabeylerimin, bacıları­ mın, kardeşlerimin duvara asılmış "methiye"lerini okuyorum. Veee... riyakârlı­ ğın, yalakalaşmanın bu denlisine gülüp geçemiyorum, sinirleniyorum. Televizyon dizilerinde, sinema filmlerin­ de göz bebeklerimden biri olan Lale Mansur, beşinci bölümde "çünkü" söz­ cüğünü, "çünki" olarak kullanıyor. Diksi­ yonu yetersiz, ses tonunu, nefesini kont­ rol edemiyor. Gene de yorumu kötü de­ ğil, bedenini de iyi kullanıyor. Kubilay QB Tuncer'in oyunculuğunu doğal, ama gerektiğinden fazla donuk buluyorum. Ali Cem Köroğlu'nun post modern de­ kor tasarımına ses çıkarmıyorum, ama "o tül perde yok mu o tül perde" diye

cy a

oyunu izlerken içim dışıma çıkıyor. Ah­ met Mümtaz Taylan, bilinçli sindirimi en­ gelleyecek yöntemi konu içinde sınırlan­ dırmaya çalışıyor. Saturno yattığı yerde havalanıyor, ince taraflarından birbirleri­ ne lehimlenmiş iki büyük huninin için­ den geçiyor. Tam yanılsama, yani illüz­ yon doğrudan bilinçaltı zihnimize yöneli­ yor. "Su testi"ni ağzımız açık izliyoruz. Hatta seyircilerden biri de sahneye geli­ yor. QB'nin izleyicinin psikolojisini denet­ leme yeteneği ayan beyan ortaya çıkı­ yor. Ama tiyatro da giderek çığırından çıkmakta. "Tiyatromsu" denilen türden olan oyun sürerken, "tiyatromsu"luktan tiksindiğim için tedirginliğim artıyor. Oyun ucuz ve bayağı değil, ama göz­ bağcılığı bir türlü tiyatroya yakıştıramıyo­ rum. Metin dili kötü. "Ben sihirbazlar­ dan hoşlanmam değil, özel olarak hoş­ lanmam", gibi tümceler yer alıyor. "Er­ dal Öz ya da ilknur Özdemir, oyunu Can Yayınlarımdan kitap haline getirirken dosyayı hiç okumamış mı ne" diye düşü-

içimden geçiriyorum... Oyunun büyük bir bölümünü ardından izlediğimiz o tül perdenin açılıp kapanmasında, Ahmet Mümtaz Taylan işin şeyini çıkarıyor gibi­ me geliyor. Bir de, birinci perdenin do­ kuzuncu bölümünü onuncu bölüme bağlarken Saturno ve Joy'u neden yarı yoldan döndürüp yeniden sahneye alı­ yor da, hiç değilse dikey perdelerin arka­ sından geçirmiyor, bu konuda bana bir şey sormayın, bilemiyorum. Bu arada, Ersen Tunççekiç'in, alkışlanası ışık tasarı­ mı yaptığını, zaman ve mekan kavramı­ nı, atmosferi, derinliği, perspektifi iyi çiz­ diğini gözlemliyorum. Oyundan çıkıp, eve giderken Mercan Dede'nin müziğindeki mikslerin kulağımı, Bahar Korçan'ın giysilerinin de gözümü okşadığını dü­ şünmeden duramıyorum. Kısacası, düzen anlayışından, plandan yoksun bir oyun olan "Olağanüstü Muci­ zeleri, ne yazık ki okurlarıma öneremiyorum. Üzülüyorum...

Makyajın Oyunculuğu Ele Verdiği Bir Oyun:

VER ELİNİ YENİ DÜNYA"

pe

Şu tiyatro tutkusu, bağımlılığı vallahi de billahi de başka hiçbir şeye benzemiyor. Hani diğer bağımlılıklarda tedavi yöntem­ leri geliştirilmiş, ama bunda o da yok. Ba­ ğımlı oldun mu bitti(l). Eğitimlerini İstan­ bul Teknik Üniversitesi'nde tamamlamış mimar ve mühendislerin oluşturduğu "Altıdan Sonra Tiyatro" grubu, "alışıla­ gelmişin dışında bir tiyatro dili" sloganıy­ la "Ver Elini Yeni Dünya" başlıklı oyunu bu sezon "reprise" olarak sunmakta.

Ver Elini Yeni Dünya Tiyatro: Altıdan Sonra Tiyatro Yazan: Michael Frayn Çeviren: Asude Zeybekoğlu Yöneten: S. Bora Seçkin Sahne-Giysi Tasarımı: Grup çalışması Işık Tasarımı: Seyfi Erol Oyuncular: Onur Tuna, Yiğit Sertdemir, Seda Özen Yürük, Selin Girit Karadağ, Mustafa Kolukırık, Gülhan Kadim, Onur Kahraman, Erkan Kortan. 28

"Ver Elini, Yeni Dünya", İrlandalı yazar Brian Friel'ın, 1964 yılında kaleme aldığı ilk oyunu... irlanda'nın Ballybeg adlı kü­ çük bir kasabasında yaşayan tüccar bir babanın oğlu Garreth'in (Onur Tuna) Amerika'ya gitmeye karar verince geçmi­ şini ve bugününü iç sesiyle (Yiğit Sertde­ mir) tartışmaya başlamasını konu alıyor. Annesini doğumundan üç gün sonra yiti­ ren 24 yaşındaki Garreth; onun yerine koyduğu, evin hizmetçisi Madge (Seda Özen Yürük) ve anne rolünü üstlenmedi­ ği için geçmişte kalan eski sevgilisi Kate Doogan (Selin Girit Karadağ) arasına sıkı­ şıp kalmışken, yaratılmasından ötürü duyduğu suçluluk, güvensizlik ve başarı­ sızlık dolu yaşamının idaresini içsesine.

diğer bir deyişle, "öteki erkeğe" bırakıyor ve hem etrafını çevreleyen "kadın" fikriy­ le, hem de bu fikirden ötürü yaklaşama­ dığı babasıyla boğuşuyor. Görüldüğü gibi oyunun yalın ve günümü­ ze kadar sıklıkla işlenmiş, pek de değişik olmayan, alışılagelmiş bir konusu var. S. Bora Seçkin, çarpıcı ve özgün bir dil yara­ tarak, topluluğun kuruluşundaki "bilimin gösterdiği çözümleme yönetimini, sana­ tın tuttuğu ışıkla birleştirme" ereğine var­ mayı hedeflemiş. Hedeflemiş de, nasıl kotarmış? Şimdiii... Durum kritik. Değer­ lendireceğimiz oyun, ne de olsa yeni ku­ rulmuş sayılan bir topluluğun çalışması. Belli ki, hepsinin hevesi yüreklerinde, de­ ğer mi eleştiri uğruna onların heveslerini kursaklarında bırakmaya? Elbette değ­ mez. Onların gözlerinden ateş fışkırıyor. Bu evrede eleştiri de pek hoşlarına git­ mez, bilirim. Ama S. Bora Seçkin'in hem oyunculuk, hem yönetici olarak hepsin­ den çok fazla deneyimi var. S. Bora Seç­ kin bizi idare eder, arkamızda durur. O halde fazla kırmadan görevimizi yapma­ ya çalışalım. Önce şunu söylemeliyim ki, Seçkin, met-


a

Makyajı abartılı kullanmış, ama oyuncu­ ya makyajının yüzüne yapıştırılmış bir süzgeç, ince bir deri, bir ince çeper oldu­ ğunu iyi belletmiş. Oyuncunun makyajı­ nın arkasına saklanmasını değil, makya­ jın oyuncuyu ele vermesini istemiş ve sağlamış. Hareket ile metni ya da hare­ ket ve sesi birbirinden ayırmak yerine, iç­ lerinde daha sonra başka birimlerle bir­ leşmesi olası, tutarlı ve uygun bir bütün oluşturarak bir araya gelen, birbirlerini destekleyen ya da uzaklaşan çeşitli öğe­ lerin bulunduğu tablolar elde etmiş.

cy

nin dramaturjik çözümlemesini bence es geçmiş ya da yeterince yapmamış. O za­ man gösterim çözümlemesi bence ref­ leks kazanamamış oluyor. Tek tek algıla­ rın birçoğu aydınlanmıyor, dizgeleşmiyor ve hem sahnenin hem de metnin sürekli olarak birbirlerini etkileyiş biçimi aksıyor. Tempo da, sanıyorum salt bu nedenle, hele ikinci perdede iyiden iyiye düşüyor, iç ses ile dış sesin hesaplaşmaları ikilem yaratmamalı mı? Bence yaratmalı. Hat­ ta, ön plana çatışma çıkmalı. Tutarlık ve bütünsellik korunurken, birimler ve par­ çalama yöntemleri çatışma ortamına katkı sağlamalı. S. Bora Seçkin, yoru­ munda nedendir anlamadım, çatışmayı geriye çekiyor. Elbette bir bildiği vardır, anlamayan benim. Bunun dışında oyun­ culara uygulattığı makyajı maskın, giysi­ nin ya da her hangi bir aksesuvarın ola­ bildiği gibi bedenin bir yayılımı olarak kullandırmamasını kutlamak isterim. Makyajla, taşıyanın ruhunu giydirmiş.

pe

Oyunda ekip çalışması sonucu ortaya çı­ kan yalın, ama işlevsel dekor ve kostü­ mün dışında, Seyfi Erol'un anahtar ko­ numa sahip, görsel öğeleri birbirine bağ­ layan ışığı da iyi. Bir de ikinci perdede arka planı sürekli karanlıkta bırakmasaymış... Asude Zeybekoğlu'nun çevirisi ba­ şarılı. Mustafa Kolukırık, Ned için her şeyden önce tip olarak yanlış seçim. Gal-

lagher'de Gülhan Kadim, O'DonnelI'de Onur Kahraman görevlerini yapıyorlar. Öğretmen Boyle'da Erkan Kortan önem­ li bir iş başarıyor, "mış" gibi yapmayı ve duygulanımlarını soğukkanlılıkla üretme­ yi beceriyor. Madge'de Seda Özen Yü­ rük, biraz Tilbe Saran etkisinde gibi gel­ di bana. Bunu eleştirmek için söylemiyo­ rum. Ben olsam daha da fazla Tilbe Sa­ ran seyreder, duygulanımların iç hakimi­ yetinden çok, yorumlanan duygulanım­ ların izleyici tarafından rahat okunmasını Tilbe Saran'ı aşacak oranda sağlamaya çabalardım. Onur Tuna, Garreth'ı hâlâ fiziksel şekillendirme çabasında. Sözcük­ lerini, sesini, jestlerini, hareketlerini, aksi­ yonunu, yüz ifadelerini kullanmada ölçü­ süz olsa ya da en azından biraz müsrif davransa, başarı hiç de uzağında değil. Yiğit Sertdemir ise, içsel yaşamının itici güçlerini; iradesini, aklını ve duygularını aynı anda harekete geçirerek, imgelemi­ ni sürekli canlı tutuyor. Kusur sayılmaz, ama olsun. Sertdemir'e, "pardösü" söz­ cüğünü "pardesü" olarak söylememesini ben mi anımsatayım, yoksa S. Bora Seç­ kin mi düzelttirmeli, henüz karar vermiş değilim. "Ver Elini Yeni Dünya", tiyatro tutkunla­ rının görmeleri gereken bir çalışma. Oyunu görün, sonrasında yukarıdaki de­ ğerlendirmelerime ister katılmış olun, is­ terseniz olmayın, oyun sonrası kendinize fuayede bir kahve söyleyip, oyuncuların makyajlarını silmelerini, giyinmelerini bekleyin. Sonra tartışın onlarla. Onlar­ dan öğreneceğiniz çok şey olacak, ina­ nın bana.

Uyumsuz Tiyatronun Uyumlu Hale Getirilmiş Oyunu:

"KRAL ÖLÜ(ŞÜ)YOR"

Kral Ölü(şü)yor Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Eugene lonesco Çeviren: Lale Arslan Yöneten: Engin Alkan Sahne Tasarımı: Nurullah Tuncer Giysi Tasarımı: Duygu Türkekul Işık Tasarımı: Mustafa Türkoğlu Efekt Tasarımı: Levent Akman Oyuncular: Engin Alkan, Hümeyra, Aslı Yılmaz, Aşkın Şenol, Nergis Çorakçı, Mevlüt Demiryay.

Eugene lonesco'nun "Le Roi se Meurt Kral Ölüyor"u "Kral Ölü(şü)yor başlığıyla istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Ti­ yatroları'rıda oynanıyor. Önce oyunun adının "tahrif" edilmesini anlayamadığı­ mı söyleyerek söze başlamalıyım. Sonra­ sında, kendisinden başka herkesin ölü­ münü doğal karşılayan, ölmemek için di­ renen, iktidar koltuğuna sımsıkı yapışan Kral Berenger'in karamsar öyküsünün sahnelenişine geçeceğiz. Bu oyunun, absürd tiyatronun önde ge­ len yazarlarından olan lonesco'nun nere­

deyse klasik biçimci denetimin yeni bir düzeyine ulaşma başarısını belirtmesi açı­ sından ayrı bir önemi olduğu biliniyor. Oyunun diğer önemli yanıysa "Rhinoceros-Gergedan", "Le Pieton de l'Air-Hava Yayası'ndan sonra üçüncü kez Berenger ile tanışmamız. Konformizme ve duyar­ sızlığa bir başkaldırış olarak niteleyebile­ ceğim, duyarlı ve sanatsal bir varlık ola­ rak üstünlüğünde direnerek zorunlu du­ rumu bir erdem haline getiren bireyle de alay eden "Gergedan"dan sonra, Berenger'i "Hava Yayası"nda, yanında karısı ve 29


a pe cy kızıyla, Douanier Rousseau, Chagall ve Utrillo'nun algıladığı biçimdeki ingilte­ re'de izleriz. "Kral Ölüyor"da ise, gücü­ nü yitirmekte, krallığı küçülmekte olan bir kraldır. Kendisine bir buçuk saate ka­ dar öleceği bildirilmiştir. Oyun böylece Kral Berenger'in önceden belirlenmiş amansız bir düşüş ve ölüm törenine dö­ nüşür. Kalan son asker olan muhafızı, hizmetçisi ve iki karısı üzerinde gücünü yitirdikçe dünyası parçalanır, eşyalar bile yok olur. Sonunda, tahtında otururken, boşlukta yapayalnız kalır. Derken o da havada yok olur. 30

Hiç kuşkusuz, lonesco'nun bu oyununda da, kendiliğinden oluşan bir imgelemin çalışması, bir bilişsel süreç, bir araştırma vardır. Çünkü lonesco için "düşlem orta­ ya çıkarıcıdır; o bir bilgi yöntemidir; düş­ lenen her şey doğrudur; düşlenmemişse hiçbir şey doğru değildir", imgelemden çıkan her şey psikolojik bir gerçeklik an­ latır. Oyunun ince mantıklı yapısının kar­ şısına yoğunluk isteğini, psikolojik geri­ limlerin aşamalı artışını koyar, lones­ co'nun tiyatrosu şiirsel bir tiyatrodur, ile­ tişimi en zor olan ruh durumlarının, de­ neyimlerinin iletisiyle ilgilenen bir tiyatro­

dur; çünkü büyük ölçüde uydurulmuş, katılaşmış simgelerden oluşan dili, kişisel deneyimi ortaya çıkarmaktansa anlaşıl­ maz kılma eğilimindedir. Oyunu Engin Alkan sahneye koymuş. Koyarken lonesco'nun traji-komik buluş zenginliğini kullanmış, ama iletmeye ça­ lıştığı temel durumları ve deneyimleri ku­ lak arkası etmiş, lonesco'nun taşlaşmış dille şiddetli alayın arkasına sakladığı şiir­ sel yaşam kavramını bulup çıkarama­ mış. Doğaüstü boyutunu yitiren Beren­ ger'in bir gizem duygusu, kendi varolu­ şuyla yüzleşmesindeki saygılı şaşkınlığın


altını çizmemiş. Umarsızlık durumunun tam anlatımının izleyiciye kazandıracağı "yüzleşme" becerisinin bir katharsis, bir kurtuluş oluşturmasını istememiş. Ne gerek varsa Commedia dell'Arte kullan­ mak istemiş, hiç gerek yokken postmodern bir dünya yansıtmış, ilk perde ney­ se ne de, ikinci perdeyi pek ağırlaştırmış. Oyuncuların "dım tızlı" müzik eşliğinde manken edasıyla sahneye gelmeleri ve oyunun sonunda aynı biçimde çekilme­ leri absürd tiyatronun ruhuna aykırı kal­ mış. Lale Aslan'ın çevirisi fena değil. Nurullah Tuncer'in dekoru zamanı ve mekânı ol­ mayan atmosferi iyi yansıtıyor, ama ba­ na sorarsanız lonesco'nun düşündüğüyle ilgisi yok. Duygu Türkekul'un kostüm-

leri de fena değil. Mustafa Türkoğlu Muhafızın ışığını bir daha gözden geçir­ meli diyeceğim. Levent Akman'ın efekti yardımcı öğe olarak kalıyor. Esasında, genel olarak baktığımızda dekor da, kostüm de, müzik de, dans da efekt de, ışık da yardımcı öğe olarak kalıyor, yö­ netmenin istediği gibi "kitsch" olamıyor. Oyunda Berenger'i Engin Alkan oyna­ makta. Alkan, gövdesini tamamen duy­ gularının hizmetinde tutma yeteneği olan bir oyuncu. Her hareketi ve sözü imgeleminin ürünü. Sevimli mi sevimli bir Berenger çiziyor. Hümeyra Kraliçe Marguerite'de kimi tablolarda heyecan­ sız ve bir o kadar mekanik. Aslı Yılmaz (Kraliçe Marie) hedef olduğu her uyarıcı­ ya rahat, zorakilikten uzak biçimde tepki

gösteriyor. Aşkın Şenol (Doktor) kendisi­ ne ne sunulmuşsa aldığını kanıtlarken, Mevlüt Demiryay'ın (Muhafız) diksiyonu eleştiri istiyor. Nergis Çorakçı, tepeden tırnağa bütün vücut yapısını canlandırdı­ ğı Juliette karakterine uydurmayı başara­ rak, kutlanacak bir oyun veriyor. "Kral Ölü(şü)yor" kolaylaştırılmış zor bir oyun. Absürd tiyatrodan hiçbir iz taşımı­ yor. Çelişki çelişmezliğe, çelişmezlikler çelişkiye, trajik komiğe, komik dramati­ ğe dönüşmüyor. Oyun bittiğinde, bir de bakıyorsunuz ki, anlamadığınız yan kal­ mamış. Gene de, ince eleyip sık dokumayanlardansanız, "Kral Ölü(şü)yor" oyuncuların keyifli yorumları için izlen­ meye değer.

Gerçek Kahramanlar Kim ve Nerede?

cy a

KAHRAMANLAR HEP ERKEK"

pe

Duygu Asena, hiç kuşkusuz hem çalış­ kan, hem de üretken bir yazar. 20 yıldır çıkardığı dergilerle, yazdığı yazılarla, romanlarıyla, öyküleriyle sürekli gündemde kalmasını bilen bir gazeteci-yazarımız. Oluşan Duygu Asena hayran ve okurları­ nın sayısı ise, ne yalan söyleyeyim biz dostları açısından hem övünülecek, hem de kıskanılacak düzeyde. 12 Ocak 1988 yılından bu yana Yeni Tiyatro adlı kurulu­ şun çatısı altında tiyatro için savaş veren bir diğer tiyatro tutkunu olan Metin Coş­ kun, Asena'nın benim bildiğim yirminin üstünde baskı yapan öykü kitabı "Kahra­ manlar Hep Erkek"inin içinden, altısı ger­ çek hayattan alınma yedi öyküsünü oyunlaştırmış. Bu, daha önce "Kadının Adı Yok" kitabı filme çekilen Asena'nın tiyatroya uyarlanan ilk eseri.

Kahramanlar Hep Erkek Tiyatro: Yeni Tiyatro Yazan: Duygu Asena Yöneten: Metin Coşkun Sahne-Giysi Tasarımı: Ayşe Uysal-Duygu Aytekin Işık Tasarımı: Yakup Çartık Müzik Tasarımı: Vedat Sakman Oyuncular: Metin Coşkun, Ufuk Karakoç, Deniz Arcak, Gonca Konuklar, Özlem Saraç, Zeyno Üstünışık.

Oyunu, tiyatroya 1970'te başlayıp Çağ­ daş Sahne, Ankara Sanat Tiyatrosu ve Yeni Tiyatro'da yazar, rejisör ve oyuncu olarak görev yapan Metin Coşkun yönet­ miş. Müzikli oyun formatında sahnele­ nen oyunda, bağımsızlığından ödün ver­ meden hayatla başa çıkmaya çalışan yal­ nız kadın, bütün eğitim ve becerisini bir kenara itip kendini tamamıyla çocukları­ na ve kocasına adamış kadın, küçücük yaşta evlenip kocasının kurduğu dünya­ dan başka bir dünya tanımayan köle ka­ dın, eşitlik üzerine kurulu mutlu bir bera­ berlik yaşadığını sanırken aldatılan kadın,

dışarıda kadın haklan savunucusu, evde eşine şiddet uygulayan adamı tanımakta zorlanan kadın portreleri çiziliyor. Hepsi birbirinden farklı dünyalarda yaşayan, ama benzer sorunlarla boğuşan insanlar anlatılmak isteniyor. İzleyicileri zaman zaman hüzünlendiren, zaman zaman kahkahalara boğan oyu­ nun müziklerini Vedat Sakman yapmış. Vedat Sakman'ın müzikleri, kadının ya­ şamda hak ettiği konumu alması gerekti­ ğini savunan oyuna fevkalade uygun düşmüş. Müzik kıvılcım gibi parlıyor. Yer yer ironik bir tavır alırken, yeri geldiğinde scherzo benzeri hem tutumlu, hem de yoğun tavrıyla patlama gücünü daha etkinleştiriyor. Müzik, ilk perdenin son öy­ küsünde ise, hemen hemen bir oyuncu gibi. Bazen erkeklerin, bazen de yaşamın acımasız koşullarının karşısında ezilen ka­ dının özgürleşmesi gerektiği fikrine odak­ lanan oyunda Vedat Sakman'ın heyecan­ lı, suçlayıcı, agitatif nitelikteki parçaları gerçekten dikkat çekici ve oyuna büyük katkı sağlıyor. Yakup Çartık'ın ışık tasarımı öykülerin ruh hallerini vermekten çok uzak. Ayşe Uysal-Duygu Aytekin ikilisinin dekoru pek sıradan ve işlevsiz. Aynı ikilinin kostümle­ ri fena değil, ama ilk öyküde Nil, nasıl oluyor da gelinliğinin altına siyah ayakka­ bı, içine siyah sutyen giyiyor, anlamadım. Metin Coşkun yedi öyküyü, öykülerin ba31


a cy pe

zı etkilerini sürekli yenilemesi ve güçlen­ dirmesi gereken bir "felaket filmi"ne bi­ raz benzer biçimde, canlı kalma arayışı, birbirini izleyen tehlikeler şemasına uy­ gun olarak kurmuş. Gel gelelim, drama­ tik döngünün, bunalım ile umudu, alçal­ ma ile iyileşmeyi birbiri ardına sıralaması gerekirken yaya kalmış. Duygu Asena'nın insanlarının birbirleriyle ilişkilerin­ deki şiddete karşın, kahramanları arasın­ da hep bir alışveriş olduğu gerçeğini pek umursamamış ya da yumuşatılmış biçi­ minde söylemek gerekirse Nil ile kayınbi­ raderi örneğinde olduğu gibi, bu gerçe­ ğe biraz yüzeysel bakmayı yeğlemiş. Ka­ rakterleri bilerek isteyerek melodramın büyük basmakalıp kişilerine benzetmiş. Belki de, bu savını kanıtlamak için olsa gerek Serpil ile Candan'ı tek tip giydir­ miş. Almanyalı Gelin'in öyküsünde oldu­ ğunca, entrikanın bütününü yöneten ve hem Aristotelesçi odaklanma, hem de 32

hareketsizlik izlenimi yaratan, sıkıştırıl­ mış ve donuk bir edimsel model oluştur­ muş. Oysa bu hareketsizlik, isteğin yitiril­ mesine ve edimsel dünyanın donmuşluğunun sergilenmesine neden olmuş, görmemiş. Bunlar, Metin Coşkun'un yo­ ğurt yiyişi, karışılmaz karışmam karışa­ mam, ama ikinci öyküde Ufuk Karakoç'un "serhoş" demesini engellemesi gerektiğini, bir de "Akrep" öyküsündeki abartıyı ve "Almanyalı Gelin" öyküsün­ deki hastane tablosundaki tempo düşü­ şünü bir kez daha gözden geçirmesini pekâlâ söyleyebilirim.

Metin Coşkun da "moda"ya uyarak, an­ latıcı rolü için şarkıcı Deniz Arcak'ı seç­ miş. "Neden Deniz Arcak" demek hak­ kım olmadığını bildiğim için, sormayaca­ ğım. Sormayacağım ve Deniz Arcak'ın verilen görevi amatör ölçüler içinde olsa dahi, yerine getirmek için yoğun çaba harcadığını söyleyeceğim. Oyunculardan

kim hangi rolü üstlenmiş belirtilmediğin­ den Gonca Konuklar, Özlem Saraç, Zeyno Üstünışık'tan hangisinin birinci ve be­ şinci öyküde terziyi oynadığını bilemeye­ ceğim. Almanyalı Gelin'i, Telefon öykü­ sündeki kızı kim oynadı, öğrenemediğimden övemeyeceğim. Ufuk Karakoç'u türkülerimizi değişik yorumlayan bir opera sanatçısı (bariton) olarak tanıyo­ rum. Şarkılarda, özellikle ikinci perdenin ilk şarkısında başarılı. Canlandırdığı ka­ rakterlere de yatkın. Metin Coşkun ise, hiç kuşkusuz iyi bir oyuncu. Dolayısıyla, kendini baskıdan kurtarıp, yaratıcı çalış­ masını önleyen engelleri aşmasını da iyi biliyor. Kahramanlar hep erkek mi oluyor ya da erkekler hep kahraman olmayı mı isti­ yor? Yoksa, gerçek kahramanlar kadınlar mı? Görün oyunu, varın siz karar verin.


MEKTUP

ERSEN BARKIN 61 YAŞINDA

Bizden kopuşunu, telefonla bildirdiler.. "Na­ sıl olur? O benden daha gençti!" demişim, mırıldanırcasına. Sanki ölüm sırayla olurmuş gibi!?

mülüs oyununda Sayın İbrahim Delideniz'le olan sohbetlerimizin tadı hâlâ damağımda. Türkçeyi bir dil bilgini kadar iyi bilen bir ak­ tördü. Bir gün konu nereden açıldıysa: "Ben ümmi bir insan olarak dinimizin..." derken sözümü kesmişti. "Aman oğlum estağfirullah siz okumuş yazmış bir gençsiniz. Ümmilik de nerden çıktı?" 'Ümmi, mümin yani müslüman demek değil mi?" "Hayır çocuğum.." dedi gülerek İbrahim Bey, " Ü m m i , anasın­ dan doğduğu gibi kalmış. Okuyup yazmamış kimse demektir. Öyle müslümanlıkla filân il­ gisi yoktur. Bir daha sakın o anlamda kullan­ mayın yoksa sizi de ümmi sanırlar." diye soh­ beti sona erdirmişti.

Bir tarihte de -merak bu ya- Max Meinecke'yi sordum.. "Bırakınız Ersan beyciğim şu Avus­ turya köylüsünü. Nesini anlatayım!?" "Nasıl bir sanat yönetmeniydi?" "Başlatmayın onun sanat yönetmenliğinden. Muhsin Bey gidin­ ce, aldılar getirdiler allahın köylüsünü başımı­ za!" Yatıştırmaya çalışarak sürdürdüm, "Say­ gısızlık etmek istemem ama dekoratörlüğün yanında tiyatroyu bilen, üniversite bitirmiş bir sanatçı değil miydi? Sonra da Belediye konservatuarında öğretim üyeliği yapmış!" "Bakınız Ersan Bey!" dedi, sakin olmaya çalışarak, "Bir tiyatroyu yönetmek; dekor yapmaya benzemez. Dekoratörün işi: Reji­ sörün istekleri doğrultusunda, kendi yorumlarını katarak bazı mater­ yallere şekil vermektir. Oyuncu ahşap ya da metal parçası, fırçadaki boya bulaşığı değildir ki! Gülün dikenine yüreğini batırıp şakıyan bül­ büle benzer oyuncu... Sahne üzerinde yaratırken, her oyunda bir baş­ ka ölür! Tiyatro gibi çok yönlü bir sanat kurumunu yönetmek, her babayiğitin harcı değildir."

cy

Bu gibi durumlarda hep Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun fuayesinde sergilenen hayır Vasfi Rıza sergisi değil- aziz büyükleri­ mizin sıra sıra fotoğrafları gelir gözümün önüne. "Emeklilik de neymiş? Hangi biri emeklilik yaşını gördü ki? Mesleğin meşak­ katli koşullarına direnemeyip, erkenden çe­ kip gidiyoruz!" sözleri dökülür ağzımdan. Gerçekten

a

Bir kez daha merhaba adaşım! Bir yıl ne ça­ buk geçti değil mi? Görsen ilk tepkini yazı­ nın başlığına verirdin: "Ne alâkası var? Yaşamıyan insan yeni bir yaşa daha nasıl gi­ rer?" derdin. Ama inan! Emeklilik yaşının 61'e indirildiğini duysan, sen de bizim gibi "Bir yaşına daha.." girerdin. Çünkü sen de sanatçının emekliliğine karşı çıkan, gücün yettikçe çalışmayı ön plânda tutan, çalışkan bir sanatçıydın.

pe

de, bilimsel verilere göre; maden işçiliğinden sonra en zor ikinci mesle­ ğin tiyatroculuk olduğu herkes tarafından bilinir. Ben tanrının sevgili kulu olmalıyım ki, geçen yıl emekli olabildim. Kendi tiyatromla organik bağımın kopmadığına inandığım için tam bir sezon, başka tiyatrolardan gelen teklifleri geri çevirdim. Onlardan çıt çıkmadı ama olsun; orası kimsenin babasının malı değil. Yine de benim tiyat­ rom, hepimizin tiyatrosu. Neyse şimdi başka şeyler peşindeyim: Profesyonel sürücü belgem ol­ duğu için ambulans şoförlüğü, kalemim güçlü (!) olduğu için bir gaze­ tede köşe yazarlığı filân arıyorum... Oluraa.. bir televizyon dizisinde rol ya da bir yarışma programında takdimcilik bulurum?! Şaka bir yana kırk yıl boyunca öyle hergün görüşmediğimiz halde, şöy­ le bir düşünüyorum da; ne çok ortak anılarımız varmış? 1965 yılında yedi kişi kadroya geçtik: Kadriye Tuna, Fadıl Garan, Oya Aydonat, Ersan Barkın, Argun Kınal, Mazlum Kiper, Ersan Uysal.. Üçünüz çekip gittiniz. Kalan dördümüzden üçümüz emekli olduk. Bir tek -Tanrı 61 yaşını- daha ilerisini de göstersin- Mazlum Kiper kaldı! Haaa Argun Kınal hem bizde hem de Gencay Hanım'ın tiyatrosunda mesleğini sürdürüyor! Heyet muayenemiz bugün gibi gözümün önünde: Benim idrarımda kum çıktığı için önce tedavi etmeye kalktı doktor. Rapor almak işi uza­ yacağı için kadrolu maaşım tehlikeye girdi."Aman Mazlum şu şişeye benim için işe!" dedim de durumu kurtardık. Anılar kolay bitmiyor. Başta Muhsin Ertuğrul olmak üzere, her biri bi­ rer konservatuar olan büyüklerimizi unutmak ne mümkün? Büyük Ro-

Ogün, seni son kez sahneye çıkardıklarında, İbrahim Bey'e hak ver­ dim: Başucunda üzüntülerini belirttiklerini sandıkları konuşmalar yaparken gözyaşı döken sanat yöneticilerine baktım da, yakınlarıma şu vasiyeti ettim: "Sakın benim tabutumun başında gelmiş, geçmiş hiçbir yönetici durmasın; onların timsah gözyaşlarına ihtiyacım yok!" O gözü yaşlı yöneticilerin umursamazlıkları yüzünden ne bir gazetede adın, ne bir televizyonda görüntün çıktı. Ama bu yıl başka. Sen asıl bu yıl ölecektin: Hem emeklilik hakkını kazanırdın hem de basında adın çıkardı. Çünki bu yıl tanıtım için hiçbir masraftan kaçınmıyoruz: Bir oyunumuzun SON HAFTA ilânı birkaç gazetede birden hergün yayınlanıyor! Evet Ersancığım bu yıl BİR ADAM YARATMAK! sahneleniyor. Sevgilerimi kabul et lütfen! Adaşın Ersan UYSAL Emekli Memur Sanatçı 33


ELEŞTİRİ.

Dallar Yeşil Olmalı da.

DALLAR YEŞİL KALABİLİR MI? İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatro­ su 2002-2003 döneminin üçüncü oyunu olan Vedat Türkali'nin yazıp Veysel Sami Berikan'ın yönettiği "Dallar Yeşil Olmalı"yı gösterime çıkardı. "Dallar Yeşil Ol­ malı", eski heyecanlarını yitirmiş bir çift olan Rıdvan ve Nevin'le, daha herşeyin başında olan Erkut ve Selda arasındaki karşıtlık ve çelişkilerle başlayan bir gece­ nin sonunda aynılaşmalarının işlendiği, burjuvazinin ya da burjuva olamamanın iç çelişkilerinin tartışıldığı bir oyundur. Konusunu 1960'ların ilk yarısında gaze­ telerde çıkan bir haberden alarak ve oyunu oradan esinlenerek 1968'de ya­ zan Türkali, TRT'nin 1970'de düzenledi­ ği Oyun Yazma Yarışması'nda "Başarı Ödülü"nü kazanmıştır. Senaryo ve romanlarıyla pek çok ödül alan ve senaryo­ ları filme de çekilen Türkali'nin bu oyunu 1994-95 döneminde Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda Zekai Müftüoğlu tarafından sahnelenmişti.

pe cy

a

Erbil Göktaş

Dallar Yeşil Olmalı Tiyatro: izmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Vedat Türkali Yöneten: Veysel Sami Berikan Sahne-Giysi Tasarımı: Efter Tunç Işık Tasarımı: Yaşar Demirkıran Oyuncular: Ufuk Aşar, Engin Benli, Betül Çobanoğlu, Meltem Özsavaş, ibrahim H. Şendoğan. 34

18 yaşına girmesine birkaç hafta kalan Selda'yla 19 yaşındaki Erkut, ailelerinden kaçmışlar, şiddetli yağmurdan iliklerine kadar ıslanarak bir motelin kullanılma­ yan barakalarından birine sığınmışlardır. Her ikisi de burjuva ailelerden gelen gençler, gençliklerinin etkisiyle ve ro­ mantik bir biçimde "devrimi çok sevmiş­ ler", içinde bulundukları düzeni değiştir­ mek istemekle birlikte önlerindeki en acil sorun olan Selda'nın 18 yaşına girip ev­ lenebilecek yasallığı elde etmesinde takı­ lıp kalmışlardır. Bu "takılma" onların -belki de başkalarının- geleceğine malolacaktır. Birbirlerini her zaman sevecekle­ rine ve hiç aldatmayacaklarına yemin eden bu gençler, eğer bu durum gerçek­ leşirse boyunlarında taşıdıkları bıçağı al­ datanın yüreğine saplamaya da and iç­ mişlerdir. Bu sırada karşıda bulunan lüks

otele evlilikleri tavsamış, heyecanını yitir­ miş, yirmi yıl önce aynı odada birbirleri­ ne verdikleri "sadakat" sözlerini tutma­ mış (ya da tutamamış) burjuva yaşantısı içinde gerçekten burjuva da olamamış Rıdvan ve Nevin gelirler. Eskimiş yürek­ lerini yenilemek, birbirlerini anlayabil­ mek, bir anlamda da evliliklerini kurtara­ bilmek için bu otel odasına gelen Rıdvan ve Nevin, Erkut ve Selda'nın geleceğidir­ ler. Polise yakalanmamak için onların odasına sığınan gençlerin, aynı trajik du­ ruma düşmek için yirmi yıl beklemeleri gerekmeyecek, karşı çıktıkları "pis burju­ vaların" oyunlarına kanarak bir gecede ilişkilerini tükettikleri gibi, gençlik düşleri­ ni de yitireceklerdir, içmesini bilmedikleri içkinin ve önlerine sunulan olanakların parlaklığıyla esriyen gençler, masumiyet­ lerini ve saflıklarını yitirerek bozuk düze­ nin bir parçası olacaklardır. Önce Rıd­ van'ın çok yüksek bir aylıkla işe aldığı Er­ kut, çalışanlara karşı onun kuklası ola­ cak, sonra Nevin'in ayartmasına karşı koyamayarak onunla yatacaktır. Barakada onları birlikte gören Selda ise Erkut'u öl­ dürecek cesareti gösteremeyecektir. Za­ ten tam bu anda, otelin uşağı polisin on­ ları götürmek üzere geldiğini ve dışarıda beklediğini haber verir. Rıdvan metresiyle telefonda konuşup geri dönme hazır­ lıkları yaptığı sırada Nevin, Erkut'un oda­ da unuttuğu bıçağını onun yüreğine saplar. Oyunun anlamı ve gelişimi açısından si­ mültane (eşzamanlı) sahne düzeni kulla­ nılmış. Sahnenin sağ yanında sığınak olarak kullanılan baraka, sol yanında lüks otel odası, geride ise barakanın açıl­ dığı cadde, otel odasının ise giriş kapısıyla, koridoru mekan olarak kullanılmış. Ef­ ter Tunç gerek bu oyundaki dekor ve kostümleriyle olsun, gerek kuruluşundan


pe cy a

bu yana yirmiden fazla oyuna yaptığı dekor kostümleriyle olsun, genç kuşak sahne tasarımcıları arasında üretkenliği­ nin yanı sıra işlevsel bakış açısıyla da öne çıkan özellikler gösteriyor. Dekorda dört ayrı mekanı gösterebilmek için kapı ve pencereleri camsız kullanmış. Yine kapı ve pencerelerde egemen olan siyah ren­ gin üstüne aldatıcılığı simgeleyen yaldızlı çizgiler kullanması, oyunun anlamıyla da çok iyi örtüşüyor. Burjuvanın aldatıcı çe­ kiciliğinin yaldız kullanımıyla yansılandığı oyunda, çoğunlukla ölgün ışıklar kullanıl­ mış. Atmosferde de aynı boğucu karan­ lığı görüyoruz. Fonda yağmurun sürekli yağması da bu boğucu atmosferi des­ tekliyor. Bu anlamda Berikan'ın burjuva­ nın çözülmüşlüğünü, ahlaksal ikiyüzlülü­ ğünü yansıtmada başarılı olduğunu söy­ leyebiliriz. Ancak topluma ve insana bir tartışma alanı açan böylesi oyunlarda bazı noktalara da dikkat etmek gereki­ yor. Selda dışındaki kişiliklerin psikolojik boyutunun eksik olması nedeniyle za­ man zaman inandırıcılığı zorlayan sahne­ ler de yaşanıyor. Özellikle Meltem Özsavaş'ın oynadığı Nevin kişiliğinde, burju­ vanın yapaylığını verebilmek adına deklamasyonlu (abartılı) oyunculuk bir aç­ maz oluşturuyor. Özellikle histeriye ka­ pıldığı zamanlarda ve Rıdvan'ı kıskandır­ mak adına sahne önündeki minderlere pervasızca uzanmasında bunu görüyo­ ruz. Bunda yazarın kişilerin psikolojik bo­ yutunu tam anlamıyla işlememesi ve yö­

netmen Berikan'ın "güncelleştirme" yap­ madan, "nostaljik" sahnelemesinin de payı var. Çünkü böylesi bir metnin bazı yerlerde inandırıcılığı zorlayarak mizan­ sen kokması da kaçınılmaz oluyor. Bun­ ların dışında Özsavaş'ın rolünün üstesin­ den geldiğini görüyoruz. Selda'da Betül Çobanoğlu, o saflığı ve sıcaklığı inandırı­ cı bir biçimde oynuyor. Erkut'da Engin Benli de inandırıcılığı zedelemeden bir oyun çıkarıyor. Rıdvan'da Ufuk Aşar öl­ çülü, dengeli ve denetimli bir oyunculuk sergiliyor. O kadar ki, heyecanlarını yitir­ miş bir insanı verirken sanki oyunculuk heyecanını da yüreğine hapsetmiş gibi; büyük oranda aklıyla oynuyor gibi... ib­ rahim Şendoğan ise, klasik bir uşak tip­ lemesi çiziyor.

Türkali'nin 35 yıl öncesinin terim ve kav­ ramlarıyla ortaya koyduğu yapıt, bazı açılardan yadırgatıcı olsa da bugün için de çok önemli şeyler söyleyen bir yoğun­ luktadır. Yönetmen Berikan, bir drama­ turgla çalışsa ve oyundaki zaman zaman yadırgamaya neden olan noktaları "oyun sanat bilimi" demek olan "dramaturgi"nin ilkeleri ışığında ele alsa çok da­ ha etkileyici olabilirdi. Çünkü çağdaş dramaturgide dramaturgun en önemli işlevi yazarla yönetmen arasında köprü olabilmesidir. Bir oyun elbette "güncel­ leştirme" yapılmadan, yazıldığı dönem­ deki terim ve kavramlarla da sahnelene­ bilir, bu yönetmenin tercihidir ancak

Türk Tiyatrosu'nda çokça yapıldığı gibi, dramaturg, yönetmenler tarafından dışlanmamalıdır. Deneyimli yönetmenler, belki dramaturgun işini de kendileri ya­ pabilmektedirler ancak Türk Tiyatro­ su'nda dramaturgdan yararlanma gele­ neğini oluşturmak için onların da bu işte öncü rol oynamaları gerekmektedir. Bu aynı zamanda yönetmenin deneyimlerini dramaturga aktarması demektir. Şimdi­ ye dek çok iyi yönetmenlerle çalışan ve onlardan çok şey öğrenerek belli bir ol­ gunluğa ulaşmış görünen Şehir Tiyatrosu'nun genç oyuncuları, iyi dramaturgla­ rın da katkılarından yararlanmalıdırlar. "Dallar Yeşil Olmalı" gerek ele aldığı ko­ nu ve tartışmaların pek önemsenmediği günümüz ortamında sahnelenmesiyle, gerek umut ışıklarını emen karamsarlığı­ nın her açıdan çeşitli zorluklar getirme­ siyle, (en azından) bu koşullarda "dallar yeşil kalabilir mi?" sorusunu gündeme getiren bir yapım olarak görünüyor. İki­ yüzlü bir ahlak anlayışı ve bir türlü oluş­ turmadığı demokrasisiyle çözülme süre­ cine giren, en son seçimlerle de sandığa gömülen Türkiye burjuvazisine, burjuva demokratlara ve demokrat geçinenlere de yaman bir eleştiriyi içinde barındırı­ yor. Heyecanlarını yitirenlere, ütopyasız kalanlara özellikle de tiyatroyu "arkaik" bulup ondan "nefret" edenlere iyi gelebilir. 35


ELEŞTİRİ

" Korkmaz

SİYAH ÇORAPLILAR "

Devlet Tiyatrosu'nda yeni oyunlar gör­ meye uzun zamandır hasret kalmıştık. İzmir Devlet Tiyatrosu da bunu fark et­ miş olacak ki, bu sezon, daha önce oy­ nanmamış oyunlarla seyirci karşısına çık­ maya gayret ediyor. "Siyah Çoraplılar" bu oyunlardan yalnızca biri. Oyunun ya­ zarı Coşkun Irmak bu oyunuyla çok önemli bir ürününü ortaya koyuyor. Ege Aydan'ın yönettiği oyun, bir tarihin resmi belgesi niteliğinden hiç de uzak değil.

cy a

Doğan

Futbolumuzun Kısa Tarihi

pe

Coşkun Irmak kitabın önsözünde, kendi­ ni bu oyuna yazmaya iten hikâyeyi anlat­ tıktan sonra bu süreci bir kaç cümleyle özetlemiş: "...Siyah Çoraplıları yazarken, kitaplar okudum, araştırmalar yaptım, sosyolojik ve tarihsel çözümlemelere kal­ kıştım. Ama yüreğimde gizli olan güç, Şahin Spor'du. Siyah Çoraplılar, Türkler'in kurduğu ilk futbol takımı, tarihler böyle yazıyor. Okuyup araştırdıkça içim­ de küllenmiş olan ateş canlandı. Siyah Çoraplılar'ın, Osmanlı Imparatorluğu'nun çözülen ve dağılan yapısı içinde yaşayan Türkler için bir özgürlük, varlık ve kimlik arama çabası olduğuna inan­ dım. Bu arayışın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki harç olduğunu gördüm. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığına, O'nu var edenlere yapıan saldırılar, ade­ ta tarihin tekerrürden ibaret olduğu iddi­ asının kanıtı gibi ..."

Siyah Çoraplılar Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Coşkun Irmak Yöneten: Ege Aydan Dekor Tasarımı: Suar Seylan Kostüm Tasarımı: Gülay Korkut Işık Tasarımı: Fahrettin Özen Müzik: Cem idiz Dans Düzeni: Meltem Özdemir Oyuncular: Serdar Kamalıoğlu, Necmettin Amaç, Recep Ayyıldız, Birsel Aygün, Ertan Dinçer, Aykut Ünal, Sevda Özgömeç, Murat Çobangil, Yusuf Koksal, Ali Ulvi Hünkâr, HaleTüblek. 36

Oyunun konusuna gelince; Osmanlı Impatorluğu'nun son yıllarında, Impatorluğun bütün sınırları birer cepheye dönüş­ müş, her yanı savaş sarmıştır. Padişah 2. Abdülhamit (Necmettin Amaç) yönetimi, katı ve baskıcı bir tutum sergilemektedir. Bu yıllarda İngiliz gençleri "futbol" dedik­ leri bir oyun oynarlar. Futbol oyunu o za­

manlar yabancıların ve azınlıkların teke­ lindeydi, Türk gençlerine yasaktı. 2. Abdülhamit'tin koyduğu bu yasağı, zama­ nın uyanık Türk gençleri ingilizce, Rum­ ca takma adlarla oynayarak delmeye ça­ lışırlar. Bahriye Nezareti Zabiti Amiral Hüsnü Pa­ şa (Ertan Dinçer), oğlu Fuat Hüsnü'nün de (Aykut Ünal) takma isimle futbol oy­ nadığını öğrenir. Ayrıca mahalledeki Hü­ seyin (Yusuf Köksal) ve Hasan da (Ali Ul­ vi Hünkâr) takma adlarla Kadıköy Futbol Kulübü'nde top koşturuyorlardı. Bir maç sonrasında Fuat Hüsnü'yle tartışmaya gi­ ren Hasan ve Hüseyin -namı diğer "Dalaksız Hüseyin"- takma isimlerle futbol oynamaktan rahatsızlık duyduklarını söy­ lerler. Bir tercih yapacaklardır; ya futbol, ya kişilik... Tercihlerini yaparlar ve kendi kimlikleriyle oynayabilecekleri, tarihimi­ zin ilk Türk futbol takımı olan "Siyah Ço­ raplılar Futbol Kulübü"nü kurarlar. Fuat Hüsnü her şeyi kılıfına uydurur. Küçük bir hile yaparak kulübün resmi kurulu­ şunda "Black Stockings Football Club" adı kullanılır, ama karşılaşmalarda "Siyah Çoraplılar" adını kullanacaklardır. Kadıköylü Rumlar'ın kurduğu "Elpis" takımıy­ la bir maç ayarlanır. Tüm bu olup biten­ leri Abdülhamit'in gözde hafiyesi Komi­ ser Celal (Recep Ayyıldız) yakından izle­ mektedir. Maçtan sonra Abdülhamit'in hafiyeleri baskın verip futbolcuları yaka­ larlar. Fuat Hüsnü babası sayesinde kur­ tulmayı başarır, ama diğer oyuncular sürgüne gönderilir. ikinci Perde; 1.Dünya Savaşı'nın son yılla­ rıdır. Fuat Hüsnü ve sürgünden sağ kur­ tulan diğer futbolcular bu sefer başka bir şey için el ele verirler. İstanbul'dan


pe cy a

bulup topladıkları silah ve cephaneyi Anadolu'ya göndereceklerdir. Bu arada bir çok yeni futbol kulübü kurulmuştur. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş... Bu maçların sonuçları, istanbul halkına ve cephede savaşan Türk askerine büyük moral olmaktadır. Cepheye taşınan si­ lahların gönderilmesi Fenerbahçe Kulübü'nden yapılmaktadır. Çok geçmeden işgal kuvvetleri bunu öğrenir ve kulübün faaliyetlerine son verir. Anadolu'daki sa­ vaşı Türkler kazanır. General Harrington Türkler'e ve Fenerbahçe'ye son bir tokat atma niyetindedir fakat işler onun dü­ şündüğü gibi gitmeyecektir... Oyunun yönetmeni Ege Aydan titiz çalış­ masıyla dikkat çekiyor. Metindeki kimi bölümleri çıkarmasına rağmen ayrıntılar üzerinde durmaktan kaçınmamış; bütün oyuncularla tek tek ilgilenmiş. Perde ni­ yetine kullanılan fileyle ve zeminin yeşil rengiyle seyirciye futbol sahasındaymış duygusu uyandırılmaya çalışılırken, tüm sahneyi kaplayan basamaklarla sahne geçişleri düzenli bir şekilde yapılıyor. Fa­ kat bu dekor, oyunun geneline bakıldı­ ğında biraz cansız kalıyor. Oyuncular ufak tefek dekor parçalarını taşıyarak geçişleri hızlandırıyor. Işık dengeli bir şekilde kullanılırken, özel­ likle Anlatıcı'nın maç anlatırken, arka ta­ raftan verilen güçlü spotlarla sanki bir stadyumdaymış izlenimi sağlanıyor.Yö­ netmen, İkinci Perde'deki maç anlatımı­

nı mavi ışıkla göstermeyi tercih ederek renkliliği artırmış. Kostümler bir yanıyla dönemin özelliklerini taşırken, diğer ya­ nıyla da Anlatıcı ve figüranların kullandı­ ğı ve günümüz özelliklerini taşıyan giysi tasarımıyla iç içe geçerek bir bütünlük oluşturulmuş. Cem idiz'in müzikleri, özellikle kendisinin Galatasaraylı olması­ na rağmen bestelediği Fenerbahçe Marşı'nın coşkulu bir şekilde söylenmesi se­ yircileri harekete geçiriyor. Dans düzeni, müzikle birlikte oyunun bütünlüğüne hizmet ediyor.

Oyunculuğa gelince; oyunun en renkli kişisi olarak Anlatıcı (Serdar Kamalıoğlu) ön plana çıkıyor. Seyirciyle bir bütünlük içerisinde sergilediği oyunculuğunu güç­ lü sesiyle tamamlıyor. Kimi vakit oyun­ dan çıkıyormuş izlenimi verse de bunu dozunda tutuyor. Özellikle maç anlatımı sırasındaki coşkusu görülmeye değer ni­ telikte. Abdülhamit'i canlandıran (Nec­ mettin Amaç) iyi oyunculuğuna rağmen, rolüne uygun olmayan bir ses tonuyla arka plana düşüyor. Celal (Recep Ayyıldız) hafiye rolünde, kendini zaman za­ man aşırı karikatürleştiriyor. Bu da oyun­ culuğunu yavanlaştırmış. Nurcihan (Sev­ da Özgömeç) ve Gülnihal (Birsel Aygün) enerjilerini daha iyi kullanıp sahnedeki tempoya ayak uyduramıyorlar. Hüsnü Paşa (Ertan Dinçer) kendisine verilen gö­ revi başarıyla yerine getiriyor. Zefire Bacı (Hale Tüblek) Arap Bacı'da oyunun en

renkli kişilerinden biri olmasına rağmen pek başarılı bir oyunculuk ser­ gileyemiyor. Genç yaşının etkisinden kurtulup rolün gerektirdiği yaş düzeyine çıkamıyor. Diyalektiğe biraz daha özen göstermesi ve aceleci tavırlardan kurtul­ ması gerekiyor. Fuat Hüsnü (Aykut Ünal), Hurşit Ağa (Murat Çobangil), Hüseyin (Yusuf Köksal) ve Hasan (Ali Ul­ vi Hünkâr) oyunun keyfini çıkaran oyun­ cular. Biraraya geldikleri sahnelerde, adeta birbirleriyle oyunculuk yarışı ediyorlar. Bunun oyuna olumlu bir şekil­ de yansıması ise az rastlanır bir olay. Fuat Hüsnü'nün İkinci Perde'deki değişikliği çok şaşırtıcı, ikinci Perde'de bambaşka bir Fuat Hüsnü'yle kar­ şılaşıyoruz. Figüranlar, seyirciyi rahatsız edecek derecede oyun dışı tavır ve hareketleriyle oyunun dengesini bozuyorlar. Oyun, genel çizgisiyle başarılı sayılabilecek bir sahne gösterisi. Ege Aydan'ın kollektif çalışması oyunun sonuna kadar ilgiyle izleniyor. Oyunu seyretmek için futbolu sevmek gerekmiyor. Seyirci, bir ülkenin tarihine keyifli bir yolculuk yaparak buruk bir gülümsemeyle oyun­ dan ayrılıyor. Ülkemizde iyi oyun yazarı ve iyi yönetmen yok diyenlere, onların bu düşüncelerini değiştirecek bir oyun sunduğu için İzmir Devlet Tiyatrosu'na teşekkür etmemiz gerekiyor. 37


SÖYLEŞİ

Mustafa

Demirkanlı

Ahmet Mümtaz Tayları ile Erzurum-lstanbul Hattı..

pe cy

a

"SCAPIN'İN DOLAPLARI" ÜZERİNE

Ahmet Mümtaz Taylan, Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçısı, ama son yıllarda An­ kara dışında görüyoruz çoğunlukla. Son olarak Erzurum Devlet Tiyatrosu'nda "Moliere'nin "Scapin'in Dolapları'nı sah­ neledikten sonra İstanbul'da çalışmaları­ nın arasında sahnelediği son oyun ve erzurum Devlet Tiyatrosu üzerine konuş­ tuk. Bölge Tiyatrolarında reji yapmanın ekstra bir zorluğu var mı? Bölge tiyatrolarında oyun sahnelemek çoğu zaman daha keyifli. Genç oyuncu­ lar ensemble niteliği gerektiren işlere da­ ha yatkın oluyorlar. Geçtiğimiz sezon Es­ kişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyat­ rosu'nda, bu sezon da Erzurum Devlet Tiyatrosu'nda benzer motivasyon ve do­ nanımlara sahip genç oyuncularla çalış­ maktan çok mutlu oldum. Geçtiğimiz sezon İstanbul'da da bir oyun sahneledin. "Olağan Mucizeler". Açık Tiyatro'nun ilk prodüksiyonu. İstanbul'da "Olağan Muci­ zeler", Eskişehir'de "Misafir" devam edi­ yor. Şimdi Erzurum'da "Scapin'in Dolap­ ları" seyircisiyle buluştu. Şu aralar her üç oyun üç ayrı şehirde, aynı günlerde per­ de açıyor olacak. Erzurum Devlet Tiyatrosu ve "Sca­ pin'in Dolapları" senin seçimin mi, görevlendirme mi? Hem benim seçimim hem görevlendir­ me. Sahneleyeceğim oyunların kendi se­ çimim olmasına özen gösteriyorum. Her zaman mümkün olamıyor tabii. Kimi za­ man da öneriliyor. Ama benimsemiyor­ san kabul etmeyebilirsin. Bu sezon bir kaç Bölge Tiyatrosu'nun sahnelemeyi is-

38


pe cy a


Biraz "Scapin'in Dolapları"ndan sözeder misin? Tabii. Moliere, karakterlerinden birine, Dorante'ye şunları söyletir; "Şu kuralları­ nıza bayılıyorum; bunlarla cahillerin elini kolunu bağlıyorsunuz, kural diye bizi serseme çevirdiniz, insan sizi dinledi mi bu sanat kuralları içinden çıkılmaz birer sır haline geliyor. (...) Bana kalırsa kural­ ların kuralı sadece hoşa gitmektir. Bu amaca ulaşan bir tiyatro eseri doğru yo­ lu bulmuş demektir. Nasıl olur da, bü­ tün seyirciler bir eser karşısında aldanır? İnsan neden zevk alıp, neden almayaca­ ğını başkasından mı soracak?" Yine Dorante'den anımsatayım; "...insan sırfsağduyu ile, seçkin insanlar arasında düşe kalka bir görgü sahibi olur; bu görgüde hiç şüphesiz ulema efendilerin kof bilgilerinden daha isabetlidir"

İlk okumadaki bu ürkütücülüğü bir yana bırakacak olursak, gerek sahnelemek gerek oynamak için bir çok açıdan heye­ can verici bir oyun. Ben de nazlanma­ dan hakkını vermeye çalıştım. Bu çabaya Erzurum Devlet Tiyatrosu'nun yetenekli oyuncu kadrosunun nitelikli katkısı ekle­ nince ortaya seyircinin de coşkuyla sa­ hiplendiği bir performans çıktı. Metinden kaynaklanan sorunları aş­ mak üzere bir dramaturgi çalışması yapıldı herhalde. Elbette! Metni çağdaş dramaturginin eleğinden geçirmek gerekti. Moliere'e sadakati elden bırakmadan, aynı zaman­ da günümüz tiyatro sanatının gerekleri­ ni de gözönünde bulundurarak metni tazeledik diyelim. Konvansiyonel dramaturgi ve sahnele­

pe cy

Dorante'ye söylettikleri tesadüf değil. Moliere komedilerini genel geçer kural­ lara bağlı kalmaksızın yazmıştır. Aristo­ teles sonrası tiyatro yazınının 'amentüsü' olarak niteleyebileceğimiz "üç birlik kuralı"na bile çok zaman aldırış etmediği bili­ niyor.

biri olan "Scapin'in Dolaplarına 40 sayfa serim/düğüm ve anlatıya dayalı iki say­ falık bir çözüm olarak yansımış. Sahnele­ mek üzere metni eline alan bir yönetme­ nin havale geçirmesi işten değil. Ancak Moliere tüm kural tanımazlığına karşın, yazar, yönetmen üstelik bir oyuncu ola­ rak oyunlarını üç ayrı süzgeçten geçire­ rek seyirciye ulaştırdı. Tam da bu neden­ le yarattığı karakterler salt kendi çağının değil, tüm zamanların karakterleri olma­ yı başarabildiler, evrenselleştiler. Bu ger­ çek "Scapin'in Dolapları" için de geçerli.

a

tediği oyunlardan birini sahneye koy­ mam önerildi. Ben Erzurum Devlet Tiyat­ rosu ve Moliere'i tercih ettim.

Bu pervasızlığı son dönem oyunlarından

40

me anlayışlarına yakınlık duymuyorum. Ancak tiyatro izlemenin henüz alışkanlık düzeyine ulaşmadığı kentlerde, özellikle klasik oyunların, olabildiğince anlaşılır bir biçimde sahnelenmesi gerektiğine inanıyorum. Erzurum izleyicisine özel bir 'Scapin' yorumuyla karşı karşıyayız... Estetik ve kategorik tercihlerde düşük seviyeli olana gönül indirmeyi kastetmi­ yorum. Ancak Ankara, istanbul gibi kentlerde tiyatroyu içselleştirmiş ya da alternatif biçimler arayan bir seyirci top­ luluğuyla buluşamayabileceğimiz ihtima­ lini de hesaba katarak sahneledim oyu­ nu. Bütünüyle benim ve oyuncuların akıl ve duygu süzgecinden geçmiş, bize ait, ama aynı zamanda geniş seyirci kitlesine ulaşmak amacıyla oluşturulmuş bir tasa­ rım için emek verdik. Geleneksel tiyatro­ muza göndermelerde bulunurken de bu mesnetten yola çıktım. Geleneksel Tiyatro bağlantısını biraz açar mısın? Moliere kişilerin zayıf kusurlu yanlarını gülünçlük penceresinden bakarak sergi­ ler. Acıya güldürerek karşı çıkmanın bu günün bakışıyla bile neredeyse aykırı bir tutum olduğunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Pervasızca gülebil-


mek acıya, hatta yerine ve zamanına gö­ re egemene karşı bir tür başkaldırıdır. Gülmenin, her şeye rağmen gülebilme­ nin coğrafyası yoktur. Moliere bu konu­ da tartışılmaz düzeyde keskin bir zekaya ve doğa vergisi bir pervasızlığa sahip.

cy

Oyunu sahnelerken birbirinden farklı gö­ rünen bu iki tiyatro anlayışının; biçim, tutum, eda açısından birbiriyle yanak ya­ nağa geldiği anlara, durumlara, benzeşlikleredikkat çekmeye çalıştım. Dolantı estetiği, ortaoyunu teknikleri, açık biçi­ min kullanımı, gölge oyunları, bitmez tü­ kenmez yanlış anlamalar, atışmalar, kavuklu-pişekar, Hacivat-Karagözvari atış­ malar vs. Bütün bu ilişkilendirme çabası sahneleyişe ve oyunculuğa şüphesiz se­ yirlik anlamda bir lezzet kazandırıyor. Ancak benim amacım Moliere'in metni üstünden iki coğrafyanın, iki farklı biriki­ min buluşup buluşamayacağını sınamak­ tı. Elbette Moliere'in metninin omurgası­ nı zedelemeden.

a

Burdan bakmaya başladığınız andan iti­ baren, özel bir çabaya gerek kalmaksı­ zın benzer bir tutum ve edaya sahip Ge­ leneksel Tiyatromuz düşüyor insanın ak­ lına. Üstelik Klasik Batı Komedyasıda, bi­ zim Geleneksel Türk Tiyatrosu, seyirlik oyunlarımızda seyirciyi güldürmek için hareket, durum, söz ve karakter komi­ ğinden yararlanır.

pe

Dekor, kostüm, ışık ve müzik? Dekor tasarımı Sertel Çetiner'in. Ka­ pı/pencere rejisinden uzak, ışığa ve oyuncuya geniş alan sağlayan boş bir sahnede, kendi etrafında 360 derece dönebilen bir yelkenden ibaret. Giysi ta­ sarımı, alanında marka olan Sevgi Türkay'a ait. Tüm karakterler temel olarak siyah birer kostümle birlikte, oynadıkları karakteri kuşatan ve sınıfsal konumlarını belirleyen birer ikişer parçalık dönem kostümleri taşıyorlar. Çıplak bir sahnede seyirciden gizlisi saklısı olmayan, aynı oranda eziyetli bir sahne çözümlemesini son derece şık bir katkıyla ayağı yere basar hale dönüştüren ışık tasarımı ise tabii ki Ersen Tunççekiç ustaya ait. Oyun müzikleri Sevgili Cem Mansur'un önerisi doğrultusunda Jean-Baptiste Lully ve yine Rene Clemencic'in Lully uyar­ lamalarından seçerek kullanıldım. Umarım İstanbul'da izleme fırsatımız olur. Teşekkürler Ahmet M ü m t a z Tayları. Umarım. Ben teşekkür ederim.


ELEŞTİRİ-

Erzurum Devlet Tiyatrosu'nda Moliere

"SCAPİN'İN DOLAPLARI" Zor

Şimdiye kadar tanınmış birçok oyun ya­ zarın klasikleşmiş oyunlarını sahneleyen Erzurum Devlet Tiyatrosu, bu eserlere bir yenisini daha ekledi: Onlarca eseri di­ limize çevrilmiş ve yerli yazarlar tarafın­ dan uyarlanmış olan ünlü Fransız oyun yazarı Moliere'in "Scapin'in Dolapları" ad­ lı oyunu.

pe cy

a

Lokman

Moliere'in, Antik Yunan şairi Terentius'un "Phormio" (Formio) adlı oyunun­ dan etkilenerek yazdığı "Scapin'in Dolap­ ları", bizde de Ali Bey tarafından "Ayyar Hamza" ve Ahmet Vefik Paşa tarafından "Dekbazlık" adıyla iki defa uyarlanarak Türk adetlerine ve toplumsal yaşamına uydurulmuş.

Scapin'in Dolapları Tiyatro: Erzurum Devlet Tiyatrosu Yazan: Molere Çeviren: Orhan Veli Kanık Yöneten: Ahmet Mümtaz Taylan Sahne Tasarımı: Sertel Çetinel Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay Işık Tasarımı: Ersen Tunççekiç Oyuncular: Mehmet Fatih Dokgöz, Kuvvet Yurdakul, Serhat Mustafa Kılıç, Meral Taytuğlu, Metin Sadık Yağcı, Emre Erçil, Uğur Kaya, Ahmet Burak Bacınoğlu, Serkan Kunter, H. Fulya Koçak, Dilek Çetiner. 42

İtalyan Halk Tiyatrosu "Commedia dell'arte" ile Fransız güldürüsünün karışı­ mı niteliğindeki oyun, babalarından ha­ bersiz sevdikleri kızlarla evlenen iki genç aşığın içerisine düştüğü komik durumlar üzerine kurulu. Kuşak çatışması, paraya dayalı zorla evlendirilme ve cimriliğe yö­ nelik toplumsal taşlama içeren bu "Dolantı Komedyası" nın konusu şöyle: Argante ve Geronte, birlikte uzun süreli bir iş seyahatine çıkmışlar, bu seyahatte Argante'nin oğlu Octave ile Geronte'un ikinci karısından olma kızını nikahlamayı kararlaştırmışlardır. Bu sırada, Octave ta­ nımadığı bir kıza aşık olmuş ve onunla evlenmiştir. Aynı şey Geronte'un oğlu Leandre'ın da başına gelmiş o da bir çin­ gene kızına aşık olmuştur. Babaların vakitsiz gelişi her şeyi altüst et­ miş, çocuklar ne yapacaklarını şaşırmış­ lardır. Geronte'un uşağı Scapin her şeyi çözeceğini söyleyerek duruma el atmış, uydurduğu yalanlarla ve çevirdiği dolap­

larla hem paragöz babalardan para ko­ parmış hem de onları duruma razı etmiş­ tir. Scapin'in yaptığı numaralar ortaya çıkmak üzereyken Octave'ın evlendiği kı­ zın Geront'un kızı Hyacinte, Leandre'ın aşık olduğu çingene kızının da Argante'in yıllar önce kaybolan kızı Zerbinette olduğu anlaşılır. Gençlerin ısrarıyla Sca­ pin affedilir, mutlu sona ulaşılır. Farsa uygun bir yapıya sahip "Scapin'in Dolaplarını Ahmet Mümtaz Taylan yö­ netmiş. Oyun, Taylan'ın yönettiği yedinci oyun. Görünürde durağan olan durumlar, ol­ dukça yüksek bir tempoda ele alınmış. Yönetmenin, oyuna yönelik yorumunu halk tiyatrosu üzerine oturtması ve bu doğrultuda Commedia dell'arte ile Gele­ neksel Türk Tiyatrosu öğelerine sıkça yer vermesi oyunu eğlenceli bir yapıya sok­ muş. Ahmet Mümtaz Taylan, farsa uy­ gun bu hareketli yapıyı oyunun tamamı­ na öylesine ustaca yaymış ki, seyirci tüm oyun boyunca zinde kalabiliyor. Komik durumlar içerisine yerleştirilen hareket komikleri ile oyun daha canlı ve hareketli kılınmış. Ancak, oyunu başarılı bir seviye­ ye taşıyan bu tempo, sahne geçişleriyle gereksiz bir şekilde durağanlaştırılıyor. Sahnedeki oyuncuların donup kalması ile verilen sahne geçişleri, oyunun hızını kesip tempoyu düşüren olumsuz etken­ lerin başında geliyor. Oyunun güzel yapısını bozan ve oyun içerisinde iğreti duran en önemli unsur, oyunun müzikleri. Özellikle birinci perde­ de ve hemen oyunun başında kulağa hiç hoş gelmeyen, gerek ses gerekse melodi açısından son derece rahatsız edici bir


a cy pe hava yaratan oyun müziği, döneme de oyunun yapısına da uygun düşmemiş. Müziğin tamamen metalik sesler üzeri­ ne kurulmuş olması rahatsızlık verdiği gi­ bi dönem ve çevreye de aykırılık taşı­ makta. Böylesine mükemmel bir şekilde yaratılan atmosferi ve oyun yapısını bo­ zabilecek kadar olumsuzluk içeren mü­ zik, Taylan'ın usta yorumuna ve emeği­ ne gölge düşürebilecek boyutta. Bu doğrultudaki bir diğer etken de benzetmeci yapının yer yer kırıldığı, yabancı­ laştırma niteliğindeki kısa konuşmalar. Seyircinin dikkatinin dağılıp ilgisinin azal­

masına sebep olan bu uygulamalara rağmen oluşturulan yapının bozulma­ dan devam etmesi ise yönetmenin usta­ lığını ifade eder nitelikte.

sel dekoru, Sevgi Türkay'ın göz kamaştı­ ran kostüm tasarımı ve Ersen Tunççekiç'in ışık tasarımıyla desteklenmiş olma­ sı da oyuna başka bir güzellik katıyor.

Oyundaki bu yüksek tempo içerisinde, özellikle Serhat Mustafa Kılıç (Scapin), Fatih Dokgöz (Sylvestre), Sadık Yağcı (Argante) ve Emre Erçil (Geronte)'in or­ taya koydukları performans övgüye de­ ğer türden.

"Scapin'in Dolapları", beğeniyle izlenebi­ lecek, ustaca yorumlanıp ele alınmış gü­ zel bir oyun. Başarılı bir yönetmen çalış­ ması ve güzel bir oyun seyretmenin tadı­ nı doya doya yaşatan "Scapin'in Dolapla­ rı", uzun süre belleklerde kalacak tür­ den.

Taylan'ın ustaca yorumu yanı sıra, özel­ likle ismini belirttiğim oyuncuların per­ formansı, Sertel Çetiner'in sade ve işlev­

* Lokman Zor, Atatürk Ün. Güzel Sanatlar Fak.i, Sahne Sanatları Böl. Öğretim Üyesi. 43


LONDRA MEKTUBU Mehmet

Ergen

ergenmehmet@hotmail.com

Brecht Ölmez - mi? Brecht'in "7 Ölümcül Günah" adlı, tiyatro repertuvarlarında çok görülmeyen, daha çok CD'lerde (Ute Lemper, Teresa Stratas, Lotte Lenya, Mariane Faithfull) ya da konser salonlarında duyulan oyununu sahneye koyma aşamalarındayım. Birkaç yıl önce Kral Lear'da Fransa Kralı'nı oynuyordum. Bir gün kuliste Lear'ı oynayan yılların de­ neyimli oyuncusu Oliver Cotton'a İngiltere'de neden Brecht'in çok sık oynanmadığını sordum. Ben daha Brecht derken, esnemeye başlayan oyuncu: "Adını duymak bile uykumu getirdi." dedi. Güldük geçtik. Birkaç yıl önce basılan "99 Oyun" diye bir kitap var. Yazarı, hem oyun yazarı olan hem de yıllarca ingiliz Devlet Tiyatrosu'nun (National Theatre) dramaturgu olmuş olan Nicholas Wright. Kitapta kendince "en iyi" şeklinde belirlemediği ancak dünya tiyatro tarihinde en "anahtar" konumda olan ve sonradan gelen yazarları etkileyen oyun ve yazarları seçmiş. Seçtiği oyunların yüzde sek­ seni, onun büyük etkisiyle sahnelendi. Son yazdığı oyun (Vincent in Brixton) Londra'da yılın en iyi oyunu seçildi. Ressam Van Gogh'un Londra'da geçirdiği bir dönemi getiriyor sahneye. Aeschylus'un Orestia'sından Beckett'in Godot'u Beklerken'ine, John Osborne'un dilimize "Öfke" olarak çevrilen Look Back'in "Anger"ından, Shakespeare'in "Hamlet'ine Chekov'un "Vişne Bahçesi"nden Wesker'in "Kökler"ine dek 99 oyunu birbirine bağlayarak anlatıyor. ilk sayfalarda alt alta yazılmış yazar ve oyunlar arasında Brecht'i bulmak güç.

pe cy a

Sonra onun da bir oyununun bu 99 oyuna alındığını fark ediyorsunuz. Bu, ne "Galileo" ne "Kaf­ kas Tebeşir Dairesi" ne de "Sezuan'ın İyi İnsanı" gibi ülkemizde bir dönem - ve hatta hâlâ - po­ püler olmuş oyunlardan biri. Brecht'in ilk oyunlarından olan "Kentin Vahşi Çalılıklarında".

Nicholas Wright'ın Brecht hakkında düşündükleri birçok Avrupa ülkesinde Brecht'in 21. yüzyılda nasıl algılandığına bir işaret. Bizim tiyatromuzda ise, halen ilk öğretilen yazarlardan biri konumun­ da. Birçok tiyatrocu için Brecht'in yeri Strindberg ve Ibsen'den bile önce gelir. Brecht'in oyun ya­ zarlığını etkileyen yazarlardan Wedekind'ı, Schnitzler'i, Bruckner'i, Flessier'i sahnelerimizde bul­ mak imkansız gibidir. Modern tiyatronun kurucusu olarak kabul edilen Ibsen'in 40'a yakın oyu­ nundan hemen hemen hiçbirini kitapçılarda bulamazken, ülkemizde bir Brecht külliyatı basılmıştır. Hem de son derece itinalı ve ciltli bir baskıyla. Yanlış anlaşılmasın, çok da iyi olmuştur. Darısı Ib­ sen'in, Shaw'ın, O'Neill'in başına... Bunun doğal olarak Türkiye'nin sosyo-politik yapısıyla çok yakın bir ilişkisi var. Nitekim ödenekli ti­ yatrolarımızın Brecht'in oyunlarını sahnelemeye gösterdikleri ürkeklik 1980 sonrasına dek sürdü. Brecht okumak ve sahnelemek yalnızca yazarın eserlerine duyulan yakınlıktan değil, aynı zaman­ da bir başkaldırıda bulunmak ve yazarın kendini koyduğu politik konumdan da ileri geliyor. Şöyle yazıyor Nicholas Wright "99 Oyun"da: Bu kitabı yazmaya başlamadan önce, kafamda son derece abes bir fikir gelişti, o da, kitapta Brecht'in hiç bir yapıtına yer vermemekti. Şimdi kitap bit­ ti ve bu fikir bana hiç de fena gelmiyor. Sanki kitapta adının geçmesini istediğim tüm yazar ve oyunlara yer vermişim de, son dakika bir de Brecht eklemişim gibi bir durum oluştu. Sanki dünya­ nın tüm tiyatro kentlerinden sessiz ve derinden gelen hırıltılı bir isyan "seyrederken kıç ağırtan bu yazardan artık kurtulmanın zamanı gelmiştir" der gibi bir koro oluşturmuşlar ve "Cesaret Ana"nın dingilli arabasının sahnelerde bir tur daha atmasını ya da toprak paylaşımına dair neşeli Kafkas alegorileri içeren hikayeleri, hatta ve hatta o korkunç müzikleri bir daha dinlemek istemeyip, önü­ müzdeki 20 yıl için bütün Brecht külliyatının üzerine bir battaniye örtmek ister gibiler... Ne zamandır Avrupa tiyatrosundaki statüsü azalmaya başladı, ben ve bir çok diğer tiyarocu da derin bir nefes almaya başladık. Peki hiç mi işe yarar bir tarafı yoktu bu adamın diye sormak bile saçma. Çok büyük bir yönetmendi. İlk şiirleri inanılmazdı. 1920'lerde yazdığı günlükleri bir yete­ nek abidesi. Türkiye'de ülkemizin repertuvar anlayışını "geliştirmeye" çalışan hiçbir dramaturg ve yönetmen, Wright'ın görüşüne katılmaz gibi geliyor. Belki de yanılıyorum. Belki de zaman bizde de çabuk ilerledi Brecht için.... Bir başka rehber kitapta (20th Century Drama) Stephen Unwin şöyle diyor: Brecht'in kendisinin sahneye koyduğu "Cesaret Ana", daha sonraki hiç bir prodüksiyonda aynı başarıyı sağlayamadı... Bu da Wright'ın Brecht'in yönetmenliği ile ilgili yorumuna destek oluyor. Unwin kendi seçtiği 1000 en önemli oyun listesinde Brecht'in 10 oyununa yer veriyor.

44


Brecht benim her zaman saygı duyduğum ve 20. Yüzyıl tiyatrosunun vazgeçilmez simalarından bi­ ri olmuştur. Ancak, onu ve oyunlarını gelecek nesillere nasıl taşıyacağımızı zaman gösterecek gibi geliyor. Benim Londra'da yaşadığım son 15 yıl içerisinde yaklaşık 3000 yeni prodüksiyon yapılmış­ sa -ki eminim bu sayı diğer kentlerden gelen turnelerle üç dört katına çıkar -bunladan yalnızca ve yalnızca 10-15 tanesi Brecht'in bir oyunudur. Buna opera salonlarının sahneledikleri "3 Kuruş­ luk Opera", "Mahagony" ve "Mutlu Son"da dahildir. Şu anda sahneye koyduğum "7 Ölümcül Günah" 20. Yüzyıl'da Londra'da yalnızca bir kez sahne­ ye konmuş. O da bir tiyatroda değil, konser salonunda. Yani yalnız "şarkıları" söylenmiş.

pe cy

a

Brecht'in tiyatro kuram/lan daha nesillerce kafamızı kurcalayacak, genç tiyatrocularımız "yabancı­ laştırma efekti" adı altında salona girerken seyircinin üstünü arayarak ya da oyun sırasında birden ışıkları kapatıp kuliste birtakım gürültüler yaparak, hatta Ferhan Abim gibi oyuna geç geldim nu­ marası yapıp seyirciden sigarasını yakmak için çakmak isteyerek Epik Tiyatro anlayışımızı yönlen­ dirmeye ya da saptırmaya devam edecekler.

Yönetmen ve kuramcı olarak Türk tiyatrosunu ve yazarını -Vasıf Öngören, Turgut Özakman, Bilgesu Erenus, Sermet Çağan, Haldun Taner; saymakla bitmez- derinden etkileyen Brecht, Avru­ pa'da oyunlarının fazla oynanmayışı ile rağbetten düşer gibi. Ancak bizim tiyatromuza bıraktığı mirasın kalıcı yönlerine bakmakta yarar var. Bizim yazarlarımız Brecht'i bir başkaldırı yazarı olarak bu denli benimsemeseydi ve anlatıcılı, yabancılaştırıcılı oyunlar yazmak yerine Ibsen, Shaw, Chekov dönemini Arthur Miller, Tennessee Williams, Trevor Grifiths, David Hare çizgisinde, daha sosyal gerçekçi ve daha doğalcı bir anlatım tar­ zıyla takip etselerdi Türk tiyatrosu bambaşka bir yerde olurdu. Bu yeri nitelik ya da nicelik olarak irdelememiz artık herhalde imkansız. Ancak bundan sonrasında Brecht'in yazarlığını dünya tiyatrosu çerçevesinde doğru bir yere koya­ rak irdelemek için hiç de geç değil. "7 Ölümcül Günah" Mayıs 2003 boyunca Londra'da Arcola Theatre'da Mehmet Ergen'in rejisiyle gösterimde olacak


ELEŞTİRİ

"

TEM Yapım'dan Çocuklar İçin Keyifli Bir Oyun:

BÖYLE DEVAM EDEMEYİZ" Kuyumcu

Hafta sonları çocuk tiyatrosu seyircisini gözlemlediğimizde çoğunluğunun okul öncesi çağı ya da en çok 7-8 yaşlarındaki çocuklardan oluştuğunu görüyoruz. Ya­ ni, bağımsız kendi başlarına gidemeye­ cek, yanlarında bir yetişkinin bulunması­ nı gerektirecek kadar küçükler. Bu du­ rumda oyunların amaçlanan hedef grup­ tan itibaren tüm insanlara söyleyecek bir sözünün olması çok önemli. Çocuğu çok ciddiye almayan, öğreticilik adına bir iki öğüt, komiklik adına bir iki düşme çarp­ ma ile kotarılan oyunlar aslında yetişkin­ ler için olduğu kadar çocuklar için de iş­ kenceye dönüşüyor. Çocuk bir süre son­ ra sahneyi bırakıyor yanındakilerle, çev­ resi ile, tavan ışıklarıyla ilgilenmeye başlı­ yor. Oysa çok basit bir konu ve anlatım­ la, temiz bir oyunculukla basit ama doğ­ ru bir iki dekor ve kostümle çok güzel bir şekilde çocuklara ulaşılabilir ve yetiş­ kinler de çocuklar kadar mutlu ayrılabilir­ ler salondan.

pe

cy a

Nihal

Böyle Devam Edemeyiz Tiyatro: TEM Yapım Tekerleme Kukla Tasvir Tasarım: Şehsuvar Aktaş Tekerleyenler: Şehsuvar Aktaş, Bilge Gültürk, Ayşe Selen. 46

Geçtiğimiz günlerde izleme olanağı bul­ duğumuz Tem Yapım'ın sunduğu gölge kukla oyunu "Böyle Devam Edemeyiz" böylesi bir oyun. Grup, çocuklara bir şey­ ler öğretme kaygısı duymadan belli bir estetik içinde basit bir konu, güzel bir anlatımla çocuklara güzel bir 45 dakika geçirtiyor. Seyirci yaş grubunun üç yaşın­ dan itibaren çocuklardan -hatta çoğunlu­ ğunun okul öncesi çağı çocuklarındanoluştuğunu ve çocuklarla ilgili gözlemle­ rimizin değerlendirmemizde temel hare­ ket noktamızı oluşturduğunu özellikle belirtmemiz gerekiyor. Çocuklar oyuna geliyor, ilgiyle izliyor ve keyifle çıkıp gidi­ yorlar, tabii anne babalar da. Açıkça söylemek gerekirse orta büyük­

lükte bir salonun sahnesine yerleştirilmiş iki hayal perdesi ile ortalıkta koşturan çoğunluğu 3-4 yaşlarında olan minik se­ yircileri gördüğümde önce biraz ümitsiz­ liğe kapıldım. Bulunulan mekân, sahne ile seyirciler arasındaki uzaklık ve Gölge oyunu tekniği, dikkat süreleri çok kısa ve kolayca dağılmaya uygun olan bu minik seyircileri ne kadar bağlayacaktı? Acaba bu ortama ne kadar dayanabilecek, su­ nulanların ne kadarını ilgi ile izleyecekler­ di? Günümüzde her alanda olduğu gibi gös­ teri sanatlarında da birçok disiplinler ve teknikler bir arada kullanılıyor, her biri arasında bir ilişki, bir iç içe geçmişlik gö­ rüyoruz. Oyunun kahramanları aynı oyun içinde kukla, tasvir ve oyuncunun suretinde karşımıza çıkabiliyor veya kuk­ la oynatıcısı ya da hayali aynı zamanda oyunun bir başka kahramanı olarak oyun içindeki yerini alıyor. Ayrıca bir çok teknik bir arada kullanılabiliyor. Bu du­ rum bir yandan çocuğa ulaşma olanakla­ rını arttırırken diğer yandan oyundaki monotonluğu da kırarak ilgiyi uzun süre toplamayı sağlıyor. Geleneksel gösteri sanatlarımızdan biri olan "Gölge oyunu" eskiden kahvehanelerin bir köşesinde ya­ ni seyirci ile aynı mekanda, aynı düzlem­ de içice, yanyana sergilenir izlenirdi, do­ layısıyla seyirci perdenin hemen önünde, neredeyse elini uzatsa tutabileceği bir uzaklıkta yer alırdı. Günümüzde ise İtal­ yan sahnenin ortasına yerleştirilmiş bir gölge oyunu perdesi sahnenin ortasına yerleştirilmiş televizyonu hatırlatıyor. Eğer hayali de seyirci ile doğrudan ileti­ şim kurmaz, varlığını bir şekilde onlara hissettirmez ise görüntü olarak arada te­ levizyondan çok fark kalmıyor. Bu ne-


a

yaz birer ip kuklasına dönüşmüşlerdir ar­ tık. Uzun uzun etrafı incelerler. Dikkatle çocuklara bakarlar (o anda aynı dikkatle salondaki tüm çocuklar da nefeslerini tutmuş onlara bakıyorlardı) Her yeri, her şeyi incelerler, dikkatlice seyircilere ba­ karlarıma bir şey anlamazlar, inerler çı­ karlar, tırmanırlar, birbirlerini kaybeder­ ler, birbirlerini bulurlar, ışığı görürler, içi­ ne girmeye çalışırlar, küçük küçük mace­ ralar yaşarlar. Zaman zaman oynatıcılar da oyun içinde yer alırlar. Yapmaları ge­ rekenler hakkında anlaşmazlığa düşer­ ler, oyun böyle sürer gider. Sonunda Tevtati ile Dümteka birbirlerine kavuşur­ lar. Birbirlerine olanları anlatmak için tar­ tışırken nasıl olursa birbirlerine üflemeye başlarlar, O sırada hafiften bir fırtına başlar. Fırtına giderek artar. Tavtati.yle Dümteka oradan oraya savrulurlar. O ana dek görülmüş olan herşey savrula­ rak geçer gider. Ve her şey gelişi güzel perdelere konar! Sonunda Tavtati,yle Dümteka da masaya gelirler, ama oyu­ na devam edemeyecek durumda olun­ duğunu görürler! her yer darmadağınık olmuştur. Oyun tekerlemelerle sona erer.

pe cy

denle belki sınırları zorlamak, birbirine geçişler yaparak çocuklara farklı bir şey­ ler göstermek gerekiyor. Kaldı ki çocuk­ larımız günümüzün hızı, teknoloji ola­ nakları ve tüketim ekonomisinin çılgınlı­ ğı içinde her an değişen ses, renk, hare­ ket dünyası içinde yetişiyorlar. Onlara ulaşmak için bir çok yolu bir arada kul­ lanmak zorunlu bir durum galiba. Nite­ kim Ayşe Selen ile Şehsuvar Aktaşjn sundukları oyunda bunu çok iyi yakala­ mışlar. Her yaş için hazırlayıp sundukları gölge-kukla oyununda bazen hayal per­ desinin arkasında tasvir, bazen önünde kukla, bazen de kendileri olarak karşımı­ za çıkıyorlar.

Oyun, A. Selen ile Ş. Aktaş çocuklar he­ nüz tam yerlerini almadan bir koşuştur­ ma bir telaş ile sahneye girip çıkmaları, bir şeyler aranıp, ortalığı düzeltmeye ça­ lışmalarıyla başlıyor. Çünkü sahne dar­ madağınık. Hatta, küçük bir çanta salon­ da sıraların yanında yere düşmüş, çocuk­ ların birinden yerdeki çantayı istiyorlar. Sonunda bir yandan toparlanırken diğer yandan ufak açıklamalarla, tekerlemeler­ le yerlerini alıp hayal perdesini aydınlatı­ yorlar. Gölge oyunu kahramanlarımız Dümteka ile Tevtati hizmet ettikleri kişi­ lerden kurtulmanın verdiği mutlulukla öylesine eğlenir, öylesine dağıtırlar ki ha­ yal perdesinden çıkar ışıklarını kaybeder­ ler. Şimdi değişik bir yerlerde, sahnenin önündedirler. Şaşkın şaşkın etrafa bakınıp nerede olduklarını anlamaya çalışır­ lar. Hayal perdesindeki renkli görünüm­ leri gitmiş, daha büyük boyda siyah be­

Çocuk oyunlarında sıkça karşılaştığımız didaktizm tuzağına düşmeden, uzun uzadıya anlatma, güldürme ve eğlendir­ meye çalışma gibi kaygılar taşımadan, özellikle italyan sahneye yerleştirilmiş bir gölge oyunu düzeneğinde çocukların il­ gisini uzun süre çekmek gerçekten kolay değil. Bu başarının altında yatan temel neden tüm kahramanlarımızın doğru­

dan çocuklarla iletişim kurmaya çalışma­ maları; sadece onların varlığından ha­ berdar olduklarını bir şekilde hareketle­ riyle göstermeleri. Örneğin kuklalar se­ yircilerin burunları dibine girerek onları incelerken ve salonu sahneyi incelerken arada sözcüklere dökülmeyen bir bağ bir ilişki oluşuyor. O anda seyirciler de bulundukları mekana ve kendilerine yabancılaşıyorlar ki hiç kıpırdamadan, hiç­ bir tepki vermeden, soluklarını tutarak olanları izliyor, olacakları bekliyorlar. Sanki çocuklar da "neredeyiz? biz ne­ yiz?" gibi sorularla onlara bakıyorlar, in­ celiyorlar. Aksi takdirde uzanıp kuklalara dokunurlar ya da cevap verirlerdi... İki kafadarın bu küçük macerasının se­ yircilerle birlikte yaşanan bir sürece dö­ nüşmesi çok güzel. Ancak küçük bir so­ ru sormadan edemeyeceğiz; Herşeyiyer hanım ile Boliştah hanımın çok çok ye­ mek yiyip patlaması dışında onlardan kurtulmanın daha insancıl bir yolu bulu­ nabilir mi? Her ne kadar masal mantığı ve tekerlemelerin içeriği olayın vehametini tolere ediyor ise de bir çocuk oyu­ nunda böylesine bir geri dönüşsüz yok oluş insanı biraz düşündürüyor. Oyunun bitiminde isteyen çocukların kendiliklerinden sahneye gelerek kullanı­ lan malzemeleri incelemeleri, yakından görmeleri bence oyunu güzel bir şekilde tamamlayan son nokta idi. Emeği geçen herkesin eline sağlık... 47


ELEŞTİRİ.

Tiyatro Mie ile Lafonten Ormanı'nda Küçük Bir Gezinti: Nihal

"KOMİK TAVŞAN HOPİ"

Kuyumcu

4 yaşlarından itibaren herkesi içine alan "Komik Tavşan Hopi" adlı oyunu Salim Dörtcan yazmış ve sahneye koymuş. Oyun bir ormanda bir grup sevimli hay­ van arasında geçiyor. Eh, tavşan, karın­ ca, ağustos böceği, karga, tilki, leylek bir araya gelir de Lafonten akla gelmez mi? Nitekim, oyun Lafonten hikayelerinden bir kolaj yapılarak oluşturulmuş..

pe cy a

Çocuklar çoğu kez bildikleri bir masalı tekrar tekrar dinlemekten büyük zevk alırlar. Hatta, masalı anlatırken kullandı­ ğınız ifadeleri değiştirseniz hemen sizi uyarırlar. Bildikleri bir masalın güvenli yollarında ilerlemek, tanıdık tipler, tanı­ dık gelişmeler onları mutlu eder, hele bunlar bir de kanlı canlı oyuncuların kim­ liğinde sahnede yer alıyorlarsa bundan daha da büyük zevk duyarlar. Öte yan­ dan bilinen masalların farklı yorumları çocukların bazı kalıpları kırmasına, yara­ tıcılıklarını kullanıp, farklı bakış açıları, farklı yorumlar geliştirmelerine yardım eder.

Komik Tavşan Hopi Tiyatro: Tiyatro Mie Yazan-Yöneten: Salim Dörtcan 48

Oyunumuzda aptal karganın peyniri kaptırması, tilki ile leyleğin birbirlerine uygun olmayan kaplarda yiyecek sunma­ sı, ağustos böceği ile karıncanın bildik hi­ kayeleri kullanılmış. Ancak araya yerleşti­ rilen farklı yaklaşımlar oyunu benzerle­ rinden ayırmış. Örneğin tavşan ile leyle­ ğin karganın ağzındaki peyniri almak için tasolarını ortaya koymaları ya da onun üzerine daha sonra tilki ile pazarlık yapmaları çocuklara ait, onların dünya­ sından bir şey, günümüzde bir çok ço­ cuk "taso" biriktiriyor. Bir leylek ya da bir tavşanın da kendilerine benzer bir şeyler yapmaları, bir anlamda kendilerini sahnede görmelerine neden oluyor. Bu çok hoş bir şey. Hatta yanımdaki çocuk­ lar "acaba neleri var, benimkilerle deği­ şirler mi?" diye aralarında konuşuyorlar­ dı. Bir başka örnek ise karınca ile ağus­ tos böceğinin bilinen öyküsünün aksine karıncanın ağustos böceğine yiyecek ver­ mesi... Oyunumuzda bir de avcı var, sıradışı bir avcı. . Dış görünümüne çan­

tasına ve silahına rağmen av için değil, sadece ormanda bir gece geçirerek cesaretini göstermek için gelen bir avcı. Tüm hayvanlar birlik olarak onu orman­ dan atmaya niyetleniyorlar ama sonun­ da gerçeği öğreniyorlar. Oyunun bir yerinde avcının çantasını ele geçiren hayvanlar içinden çıkanları tanıyamaz, ne olduklarını seyircilere sorarlar. Çantadan çıkanlar çalar saat, diş fırçası, dürbün ve kirli bir çorap. Salim Dörtcan çocukların dikkatlerini bu parçalara çekerek işlevlerini bir kez daha hatırlatmak istemiş. Tabi bu arada diş fırçalamanın gerekliliğini de araya sıkış­ tırmış. İllaki çocuklarımıza oyunlarda bunu anlatacağız yoksa sevgili çocuk oyunu yazarlarımız oyun eksik kalır gibi bir duyguya kapılıyorlar. Oysa dürbün doğru bir seçimdi. Örneğin çantadan av­ cılıkta kullanılan başka aletler çıkabilirdi. Çocuklar hep birlikte düşünerek ne ol­ duklarını bulmaya çalışabilirlerdi ve el­ bette bir diş fırçasından, bir çalar saat­ ten daha ilginç olurdu onlar için. Bir de çantadan çıkan kirli bir çorap vardı. Bu çorap bir şakada kullanılmak üzere orada yer alıyordu ve bu çok kötü bir şaka idi... Umarım çocuklar kardeşlerine ya da arkadaşlarına benzer bir şakayı as­ la denemezler... Oyuncular çocuklara ulaşıyor, onların il­ giyle takip edebilecekleri tarzda bir oyunculuk sergiliyorlardı. Çocukların var­ lıklarının farkında oldukları ve yaptıkları işten zevk aldıkları her hallerinden belli oluyordu. Çocuk tiyatrosunda oyuncu f a k t ö r ü n ü n çok önemli olduğu son sözün oyuncuda bittiği, özellikle ül­ kemizde çocuk tiyatrosunun bir atlama tahtası olarak kullanıldığı düşünülürse bu ayrıntının önemi daha iyi anlaşılacak­ tır. Dekor basit ama görsel yanı olan parçalardan oluşturulmuş, kostümler ise özenle seçilmişti. Sonuç olarak seyirci-çocuklar özellikle okul öncesi çağı çocukları Tiyatro Mie ile zevkli eğlenceli bir bir saat geçiriyorlar.


İNCELEME

SARMAL BİR AKINTININ İVMESİNDE TÜRK TİYATROSU Gülayşe Erkoç

"batıdakinin aynısını gerçekleştirme" endişesine dönüşür. As­ lında, batı tiyatrosunun öğeleri Tanzimat dönemiyle birlikte ya­ şantımızın içine girmiştir ama batı tarzı tiyatro henüz ancak bir kaç büyük kentin ve azınlığın tiyatrosudur.. Halkevleri'nin ve Halkodaları'wn açılması dönemin önemli bir durağını oluşturur. Bu kurumlar tiyatro yaşantımızı doğrudan ve dolaylı olarak etkilemiştir. 1932'de açılan Halkevleri 1951 yı­ lında kapatılır. Söz konusu kurumlar ulusal kültürü yaratma ve yayma çabalarının Anadolu'ya açılan kapıları olarak, yaygın eğitim ölçeğinde çalışmışlardır. Anadolu kültürü, halk türküleri, masallar ve halk dansları üzerine araştırmalar başlatılmıştır. Toplumun kendini, kendi zenginliklerini keşfetmesi, batı değer­ leriyle tanışması, batı değerlerini kendi yaşantısına geçirebilme­ si amaçlanmıştır.

a

Cumhuriyet dönemi Türk tiyatrosunun yolculuğu birbirine pa­ ralel iki ayrı akıntının ivmesiyle seyretmiştir. Bunlardan birini Türkiye'nin ekonomik, siyasal ve toplumsal alanındaki gelişme­ ler, ikincisini ise dünya coğrafyasındaki dönüşümlerin Türki­ ye'ye getirileri oluşturur. İlk yıllardan günümüze tiyatro yaşan­ tımız bu iki güçlü ard alanın etkisiyle hareketlenir.

pe cy

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Türkiye her alanda önemli atılım­ lar yaşar. Özellikle kültür alanındaki gelişimler, tiyatronun yol­ culuğunu etkiler. Cumhuriyetin ilk on yılı geçmişin tasfiyesi ile geleceğin inşa edilmesi süreçlerini başlatan bir hareketlilik içe­ rir. Ulusal bilinci ve aidiyet duygusunu gerçekleştirme yönünde kültürün önemi keşfedilmiştir. Hem halkın beklentilerini tatmin edecek aynı zamanda da batı dünyasının ölçütlerine erişebile­ cek "özgün" bir kültürün oluşturulması görevini de yine devlet üstlenir. Görevin gerçekleştirilme doğrusu, geçmişte Tanzimat döneminde, gelecekte ise cumhuriyet Türkiye'sinde sıkça görü­ leceği gibi yukarıdan aşağıya uzanan bir hareketlenme göste­ rir. Kültürel yapılanmayı yönlendiren kurumların varlığı önemli­ dir. Atatürkçü düşüncenin ürünleri olan değerlerin benimsetilmesini, yaygınlaştırılmasını sağlayacak çeşitli kurumlar açılır. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu bunlar içinde en önde gelenleridir.

Tiyatro alanında da "halka yararlı", "halk için", "halkın kültür seviyesini yükseltecek" bir tiyatro anlayışı örgütlenmeye çalışı­ lır. Diğer bir anlatımla, Cumhuriyet dönemi, kendi seyircisini yetiştirme kaygısı gütmüş ve bu sorumluluğu benimsemiştir. Ti­ yatronun bir kamu hizmeti olarak algılanması düşüncesi, Ata­ türk'ün ve cumhuriyetin ilk kuşak aydınlarının çabalarıyla yaşa­ ma geçirilmiştir. "Tiyatro bir kamu hizmetiyse, kamu eliyle des­ teklenmelidir" düşüncesiyle, Türk Tiyatrosunu Himayet Cemi­ yeti ve Sanayi-i Nefise Birliği kurulur. Devlet bu kurumlar aracı­ lığı ile belirlediği topluluklara ve cumhuriyet ilkelerini taşıyan çalışmalara destek verir. Atatürk, cumhuriyetin ilk yıllarındaki atılımlar için gereksinilen itici gücü oluşturmuştur. Tiyatro oyunlarına gelmiş, izlemiş, oyunlardan sonra sanatçılarla soh­ bet etmiş, müslüman kadın oyuncuların da sahneye çıkmasını teşvik etmiş, yazarları desteklemiş, oyunlar ısmarlamış, provala­ rı izlemiş, düzeltmeler önermiştir. Türk Operası'nın kuruluşuna da önderlik etmiştir. Ancak, sanatın algılanışı zaman zaman

Halkevlerinde tiyatro oyunlarının yazılması, sahnelenmesi teş­ vik ediliyordu. Ulusal tezler üzerine kurgulanan oyunlar, yeni değerlerin yüceltildiği, ulusal duyguların ve sorunların işlendiği, yeni Türk toplumunun çağdaş bir yaşam kurabilmesi için öneri­ lerin yer aldığı, Atatürk devrimlerinin dünya görüşünün yansı­ tıldığı, her kesime yönelen ve eğitici işlevi ön planda olan ko­ nular üzerinde odaklanılıyor, sanattan toplumu eğitmesi bekle­ niyordu. İşte bu nedenlerle Halkevleri'nde oyun yazımı çalışma­ ları, yarışmaları, cumhuriyet ideallerini kökleştirmek için bir yol olarak algılanır. Kurtuluş Savaşında halkın mücadelesi, yurt sevgisi, kadının özverisi, Anadolu insanının fedakarlığı, yeni cumhuriyetin değerleri, ulus olmanın önemi, dayanışmanın ve çalışmanın kutsallığı, geleceğe güven, Türk kadınının toplum­ sal hayattaki vazgeçilmez yeri gibi konular işlenir. Halkevle­ ri'nde geleneksel tiyatro kaynaklarımız ile batı tiyatrosunun sentezini arayan çalışmalar da yapılmıştır. Halkevleri çalışmaları iktidara aday olan siyasi oluşumun engellemeleriyle karşılaşır ve 1951'de Halkevleri kapatılır. O güne kadar kentlerde 478 Halkevi, kırda ise 4322 Halkodası örgütlenmiştir. Halkevlerinin kısa yaşamında 111 oyun basılmış, 386 ayrı oyun sergilenmiş­ tir. Cumhuriyetin 10. Yılı Halkevleri'nde büyük bir coşku içinde bir tiyatro bayramı olarak kutlanmıştır. 1940'lı yıllara kadar cumhuriyet ülküsünü savunan oyunlar dı­ şında yazarlar iki ayrı konu başlığı üzerinde daha yoğunlaşırlar. 49


Bu yönelimlerden biri Osmanlı dönemini eleştiren oyunlardır. Diğeri ise Osmanlı tarzı yaşam geleneğinden cumhuriyet tarzı yaşam geleneğine geçmeye çalışan toplumun farklı görünüm­ leridir. Oyun yazarlarımız bir sonraki 10 yılda ise yeni düzene geçiş sancıları yaşayan, II. Dünya Savaşı'nın yarattığı ekono­ mik, ahlaki çöküşten payını alan aile ve toplum bireylerinin zor durumlarını konu edinirler. 1950'den 1960'a kadar yazılan eserlerde ise güncel sorunların daha nesnel bir bakış açısıyla ele alındığı görülür. Bir başka atılım yayın konusundadır. Halkevleri için yazılmış oyunlar bastırılır. Ayrıca, yobazlığa, din sömürücülüğüne karşı yazılmış oyunlar içişleri Bakanlığı Basın Genel Direktörlüğü ta­ rafından yayımlanır. Arkasından dünya edebiyatının seçkin eserleri çevrilir ve basılır, ilerleyen yıllarda Konservatuvar ve Devlet Tiyatrosu yayınları bunları izler.

Devlet Tiyatroları'nın kuruluş yasasında amacı Türk müziğinin ve tiyatro sanatının gelişmesini ve yayılmasını sağlamak; çalış­ malarında halkın genel eğitimini, yurt ve güzellik sevgisini, dil ve kültürünü yükseltmek ve bu maksatla müzikli, müziksiz her çeşit sahne ve temsil faaliyetleri, konserler düzenlemek olarak belirtilir. Ancak anılan amaç maddesi, Devlet Tiyatrosu'nun her şeyden önce zevke ve düşünceye hitap ettiği, doğrudan değil, Darülbedayi'de 1930-31 sezonundan başlayarak tiyatroya gelen seyirci sayısını çoğaltmak için operetler sahnelenmeye başlar. Çünkü tiyatroya çekmek istedikleri seyirci, batı tiyatrosu kültürüne yabancıdır; kapalı bir salona girip, karanlıkta koltukta oturup oyun bitene kadar kalkmadan, ses çıkarmadan oyun izleme alışkanlığı edinmemiştir. Çünkü geleneksel tiyatro türlerinin önemli bir bölümü açık alanlarda oynanagelmiştir.

dolaylı olarak seviyeyi yükseltmeye yaradığı öne sürülerek ka­ nundan çıkartılır. 1949 tarihli kanun günümüze kadar gelen süre içerisinde bazı değişiklikler görmesine karşın, amaç mad­ desi yine eksik kalmıştır. Söz konusu belirsizlik Türkiye'nin yük­ sek bütçeli ve en yaygın tiyatro örgütlenmesinin temel politika­ sının belirsizliği anlamını taşımaktadır. Yönelim konusundaki insiyatif ise, zaten merkeziyetçi bir idari yapılanması olan kuru­ mun Genel Müdürlük Makamı'na bırakılmış görülmektedir.

cy

a

Anadolu'nun kültürel kalkınması konusundaki en çarpıcı atılım­ lardan biri de Köy Enstitüleri'nin açılmasıdır. Bu kurumlar Tür­ kiye'ye, Anadolu gerçeğine, kır insanına özgü, özgün bir eği­ tim modeli oluşturmuştur. Bu okullardan köy öğretmenleri ve meslek erbabı insanlar yetişmiştir. Amaç Türk köylüsünü batı uygarlığının olanaklarına kavuşturmak, eğitimi demokratikleş­ tirmek, geri kalmış üretim yaşamını kökten değiştirmek, kırda yaşayan insanları kendi güçlerinin farkına varacakları bir bilinç düzeyine taşımak; kır insanını, yaşama geleneğini bizzat kendi elleriyle uygarlaştıracak, değiştirip dönüştürecek bir aşamaya getirmektir. Burada alışılagelmiş derslerin yanısıra bol bol dü­ şünmeye, tartışmaya, deneye, uygulamaya, araştırmaya, eğ­ lenceler düzenlemeye, Türk ve dünya edebiyatı hakkında çalış­ maya, bireysel ve toplu olarak oyun yazmaya, yönetmeye, oy­ namaya yönelirler. 1940 yılında eğitime başlayan Köy Enstitü­ leri 1954'te kapatılarak tarihe gömülür.

konusuna önayak olacaktır. Bu kurumları Bale'nin kuruluşu iz­ leyecektir. Daha kanun çıkmadan -1947 yılında- Devlet Tiyatro­ ları Küçük Tiyatro'da perdesini açmıştır bile.

pe

Gelişmelere tiyatro özelinde baktığımızda cumhuriyetin ilk yıl­ larındaki en büyük atılımın tiyatro eğitimi alanında olduğunu görürüz. Konservatuvar kültürlü, disiplinli ve batı tiyatrosunun normlarını tanımış bir oyuncu yetiştirmeyi hedefleyerek kuru­ lur. Kadın oyuncunun sahneye çıkışı teşvik edilir. Konservatuvarın hemen arkasından Tatbikat Sahnesi açılır. Burası Konser­ vatuvar öğrencilerinin ilk uygulama alanıdır. Geleceğin sanatçı­ ları profesyonel sahneyi, seyirciyle buluşmayı burada öğrenirAnadolu'nun kültürel kalkınması konusundaki en çarpıcı atılımlardan biri de Köy Enstitüleri'nin açılmasıdır. Bu kurumlar Türkiye'ye, Anadolu gerçeğine, kır insanına özgü, özgün bir eğitim modeli oluşturmuştur. Bu okullardan köy öğretmenleri ve meslek erbabı insanlar yetişmiştir. Amaç Türk köylüsünü batı uygarlığının olanaklarına kavuşturmak, eğitimi demokratikleştirmek, geri kalmış üretim yaşamını kökten değiştirmek, kırda yaşayan insanları kendi güçlerinin farkına varacakları bir bilinç düzeyine taşımaktır.

ler. Tatbikat Sahnesi hem oyuncunun yetişmesi hem de Cum­ huriyet dönemi seyircisinin yetişmesi için önemli bir mekan olur. 1949 yılında Devlet Tiyatroları ve Operası Kanunu çıkacak, böylece devlet, tiyatro ve opera sanatlarının yapılandırılması 50

Cumhuriyetin ilk yıllarında faaliyet gösteren bir başka kurum da daha sonra Şehir Tiyatroları adını alacak olan Darülbedayi'dir. Şehir Tiyatroları'nda disiplinli oyunculuk anlayışı, araların­ da Nâzım Hikmet'in de yeraldığı yerli yazarların desteklenmesi, oyunculuk eğitiminin başlatılması, disipline yönelik iç tüzüğün oluşturulması, repertuvara nitelikli oyunların alınması, seyirci sayısının artışı için çözümler getirilmesi, batılı anlamda tiyatro izleme kültürü yaratılması gibi konular üzerinde düşünceler ve uygulamalar geliştirilir. Uzun bir geçmişi ve geleneği olan tiyat­ ro kaynaklarımız böyle bir yapılanmaya gidilirken hesaba katıl­ mamıştır. Darülbedayi'de 1930-31 sezonundan başlayarak tiyatroya ge­ len seyirci sayısını çoğaltmak için operetler sahnelenmeye baş­ lar. Çünkü tiyatroya çekmek istedikleri seyirci, batı tiyatrosu kültürüne yabancıdır; kapalı bir salona girip, karanlıkta koltuk­ ta oturup oyun bitene kadar kalkmadan, ses çıkarmadan oyun izleme alışkanlığı edinmemiştir. Çünkü geleneksel tiyatro türle­ rinin önemli bir bölümü açık alanlarda oynanagelmiştir. Seyirci istediği zaman yiyeceği ile içeceği ile izleyebilmiştir oyunları. Batılı bir tiyatro kültürü yerleştirilmeye çalışılırken bu farklılıkları giderecek önlemler alınır.

Türk tiyatrosunun 60'lara kadar olan gelişiminde bir isimden daha söz edilmelidir: Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu. Baltacıoğlu ulu­ sal Türk tiyatrosunu yaratmak için özkaynaklarımıza yönelme­ miz gerektiğini ileri sürer. Batı taklitçiliği yerine kendi kaynakla­ rımıza , kuklaya, karagöze, ortaoyununa, köy seyirlik oyunları-


na, meddaha, tiyatronun doğaçlama özelliğine, hatta çocuk oyunlarına, namaz ayinine, mevlevi ayinine bakılması gerektiği­ ni vurgular. Yazdığı oyunları Anadolu'nun değişik bölgelerinde profesyonel olmayan oyuncularla çalışarak yukarıda değinilen yönelimler çerçevesinde sahne uygulamaları yapar. Tiyatromu­ zun felsefesinin, dinamiğinin, özünün, hayat görüşünün yaşa­ dığımız topraklara ait olması gerektiğini,teknik, disiplin ve araçlar konusunda ise batı tiyatrosuna başvurabileceğimizi öne sürer. Baltacıoğlu, döneminde az kişi tarafından desteklenmiş ve çabasında yalnız bırakılmıştır. 19601ı yıllara kadar tiyatro alanındaki bir başka önemli atılım 60'lı yılların ikinci yarısında tiyatrolarda sendikal hareketler görülür. Tiyatro sendikaları kurulur. Sendikalar, ödenekli ve özel bazı topluluklarla ilk kez anlaşma masasına oturur. Kimi zaman bu oturumlar tiyatro grevleriyle ya da grev girişimleriyle sonuçlanır. Bu tür misyonlar karşısında siyasi otorite baskısını artırır. Kurumlar da bu baskıdan nasibini alacak, işçi sendikaları, öğrenci dernekleri, meslek odaları kapatılacak, kovuşturmalar ve yargılamalar yoğunlaşacaktır.

Yazarlar kabare gibi, müzikaller gibi yeni türlere de yönelirler. Ulusal Türk tiyatrosunun oluşturulması için geleneksel tiyatro­ muzun kaynak ve özellikleri değerlendirilir. Açık biçim ve göstermeci teknik ile epik tiyatronun yapısal benzerlikleri üzerinde durulur. Bu yolda eserler üretilir. Batı tiyatrosundaki öncü akımları izleyen tiyatro yapıtları yazılmaya başlar. Toplumsal sorunlar sahneye getirilmekle yetinilmez, sorunları yaratan ne­ denler irdelenir, eleştirilir. Oyun yazarlığında politik ve toplum­ sal eleştiriye yer veren eserlerin sayısı artar. Bertolt Brecht'in eserleri de sahnelenir. Köy, gecekondu, göç, kültür ve kimlik sorunları, yabancılaşma yazarların yöneldiği başlıca konulardır.

cy

a

da üniversitede görülür. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne bağlı olarak 1958'de kurulan tiyatro Enstitü­ sü 1964 yılında lisans düzeyinde eğitim veren Tiyatro Kürsüsü'ne dönüşür. Kürsü, ülkemizde akademik anlamda tiyatro eğitimi veren akademik çalışmalar gerçekleştiren ve bilim ve sanat insanları yetiştiren ilk kurum olarak varlığını günümüze kadar sürdürür.

ğında nitelik ve nicelik açısından önemli bir gelişim görülür. Ni­ celik açısından görülen gelişmelerden en çarpıcı olanı özel ti­ yatro topluluklarının çoğalmasıdır. 1960 öncesi topluluklar, geçmiş dönemin tiyatro anlayışının izlerini taşırken 601ı yılların toplulukları çoğunlukla batı tiyatrosunu model alırlar. Özel ti­ yatro topluluklarının bir bölümü yeni türlere yönelir. Kabare toplulukları, ilerici toplumcu tiyatro toplulukları, politik tiyatro toplulukları, işçi tiyatrosu, sendika tiyatrosu hareketleri, oyun seçiminde hem öncü akımların ürünlerine hem klasikleşmiş ya­ pıtlara hem de yeni yerli eserlere öncelik tanıyan yenilikçi sanat tiyatroları, bulvar komedisi türüne yönelen topluluklar, popüler halk tiyatrosuna yönelen topluluklar, vodvil toplulukları, ope­ retlere uyarlama komedilere, revülere yönelen 1960 öncesi topluluklar dönemin hareketliliğini oluşturur. İBŞT "altın çağ'lnı yaşar. Devlet Tiyatroları genç yazarlar kuşağını destek­ ler. Ödenekli ve özel tiyatro topluluklarının sahne sayıları artar, yerli yazarların oyunları sergilenir, Anadolu turneleri sıklaşır, Türk tiyatrosu yurt dışında temsil edilir. Amatör tiyatro hare­ ketlenmesi dönemin bir başka gelişimidir.

pe

19601ı yıllar cumhuriyet dönemi tiyatro yaşantısının en canlı ve en dinamik sürecine tanık olur. Ancak 19601ı yılları iki evre halinde ele almak gerekir. 19601ı yılların ilk dönemecinde 1961 Anayasası'nın sunduğu göreli özgürlük ortamı karşıt gö­ rüş ve eğilimlere yaşama ve yayılma hakkı tanır. Sol söylem si­ yasi platformda ses bulur, sanat ve kültürün dinamosu olur. Söz konusu değişimler tiyatroya doğrudan yansır; hatta tiyatro gündemi belirler. 1965 yılındaki seçimlerden sonra ve 1968 öğrenci hareketleriyle birlikte toplum üzerinde siyasi otoritenin baskısı hissedilir. Tiyatro hareketliliğini yitirmez, politik tiyatro topluluklarının çoğu sloganist tiyatroya yönelir. Anılan toplu­ luklar için tiyatro hayata doğrudan müdahale etme görevini üstlenmelidir. Kimi zaman tiyatro yaşamın sınırını aşar, kimi za­ man yaşam tiyatroya müdahale eder. 601ı yılların ikinci yarısın­ da tiyatrolarda sendikal hareketler görülür. Tiyatro sendikaları kurulur. Sendikalar, ödenekli ve özel bazı topluluklarla ilk kez anlaşma masasına oturur. Kimi zaman bu oturumlar tiyatro grevleriyle ya da grev girişimleriyle sonuçlanır. Bu tür misyon­ lar karşısında siyasi otorite baskısını artırır. Kurumlar da bu baskıdan nasibini alacak, işçi sendikaları, öğrenci dernekleri, meslek odaları kapatılacak, kovuşturmalar ve yargılamalar yo­ ğunlaşacaktır. Ekonomik sorunlar bir taraftan toplumsal hayatı bir bunalımın eşiğine getirirken öte yandan da öteyandan direnemeyen toplulukların kapanmasına neden olacaktır. Perdele­ rini kapatmayan toplulukların çoğu varolma mücadelesini gişe kaygısına yönelik oyunlar sergileyerek sürdürecektir. 601ı yıllarda gerek tiyatro topluluklarında gerekse oyun yazarlı­

601ı yılların sonlarındaki bunalım 12 Mart 1971 askeri darbe­ siyle sonuçlanır. Yaşamın tüm alanlarında yasaklamaların yo­ ğun olarak hissedildiği darbe sonrası Türkiye'sinde tiyatro ala­ nında bir anlamda paradoksal olarak bir enflasyon söz konusu­ dur. Gişe topluluklarının sayısında bir patlama yaşanır. Nitelikli tiyatro topluluklarının sayısı giderek azalır. Genel anlamda ba­ kıldığında seyirci bir önceki dönemin seyircisi değildir. Gişe en­ dişesi olmayan, ödenekli tiyatrolar tiyatro tarihçilerince daha sonraki yıllarda tiyatro-severleri doyurmayan oyunlar sahneleYazarlar kabare gibi, müzikaller gibi yeni türlere de yönelirler. Ulusal Türk tiyatrosunun oluşturulması için geleneksel tiyatromuzun kaynak ve özellikleri değerlendirilir. Açık biçim ve göstermeci teknik ile epik tiyatronun yapısal benzerlikleri üzerinde durulur. Bu yolda eserler üretilir. Batı tiyatrosundaki öncü akımları izleyen tiyatro yapıtları yazılmaya başlar. Toplumsal sorunlar sahneye getirilmekle yetinilmez, sorunları yaratan nedenler irdelenir, eleştirilir. mekle eleştirilecektir. Tiyatro yaşantısı neredeyse eğlence ya­ şantısına dönüşür. Eğlencenin ticari olarak getirişinin tadına va­ rılacak, tiyatro salonlarına ihtiyaç duyulmayacak, tiyatro salon­ larının çoğu başka amaçlarla kullanılacak, örneğin seks filmleri gösteren sinema salonlarına ya da depolara dönüşecektir. Ay­ rıca televizyonun da kolay ve rahat bir eğlence aracı olması ti­ yatrolara olan talebin azalmasına yol açar. 19501i yıllarda be51


lirginleşen köyden kente göç hareketi giderek yükselmiş ve 70'li yıllarda şehir yaşamına eklemlenen varoş kültürü kendi müziğini yaratmıştır. "Arabesk" adı verilen bu yönelim sinema ve tiyatronun asıl kitlesi olan kent kültürünü de etkiler. Özellik­ le Türk sineması üretim anlamında doğrudan etkilenecek; çok sayıda arabesk film piyasaya sürülecektir. Söz konusu olumsuz gelişim dönemin seyircisinin beğeni düzeyini düşürecektir. 70'li yıllarda tiyatro yaşantısında bir atılımdan söz etmek güçtür. 2 Eylül 1980 darbesi toplumsal hayatta yoğun bir depolitizasyona neden olmuştur. Enflasyon artmış, halkın alım gücü düşmüştür. Bir yandan rant ekonomisi, diğer yandan umut pazarlamacılığı ağırlık kazanır. Toplumsal değerler erozyona uğrar. Sansür ağırlaşır, otosansür başat bir tavır halini alır. Günümüzde hâlâ üzerinde tartışılan 1981 Anayasasının etkileri yaşamın tüm alanlarında ağırlıkla hissedilir.

Özel tiyatro topluluklarının özellikle 2000'li yıllara doğru gişe endişesine karşı iyi bir sınav vermesi, oyun seçiminde titiz dav­ ranmaları, deneysel oyunlar sergilemeleri, geleneksel tiyatro­ muzun izlerini çağdaş yönelimlerle sentezlemeye çalışmaları geleceğin Türkiye tiyatrosu için umut vericidir. Belli seçimleri olan toplulukların ortaya çıkmasının yanısıra popüler tiyatro toplulukları da çoğalmaktadır. Ödenekli tiyatrolarda ses geti­ ren projeler az sayıdadır. Repertuar büyük oranla tekrarlar içer­ mektedir. Özellikle Devlet Tiyatrosu yapımlarında özgün yorum sıkıntısı çekilmektedir. Sözkonusu yönelim cumhuriyetin en köklü tiyatrosunun bir kısır döngü içerisine girdiğini gösterir.Bu tıkanıklığın aşılması Devlet Tiyatrosu'nun yasasında ve yapılanmasındaki sorunların çözümüne bağlıdır.

pe

cy

a

70'li yıllarda parlamentonun feshi politizasyonu engellememiş­ tir, ancak 12 Eylül 1980 darbesi toplumsal hayatta yoğun bir depolitizasyona neden olmuştur. Enflasyon artmış, halkın alım gücü düşmüştür. Bir yandan rant ekonomisi, diğer yandan umut pazarlamacılığı ağırlık kazanır. Toplumsal değerler eroz­ yona uğrar. Sansür ağırlaşır, otosansür başat bir tavır halini alır. Günümüzde hâlâ üzerinde tartışılan 1981 Anayasasının etkileri yaşamın tüm alanlarında ağırlıkla hissedilir. Piyasanın tuzağına karşı koymayı seçen oyun yazarları kendilerini özgür­ ce ifade etmenin yeni arayışları içindedirler. 1960'lı yıllardan başlayarak gelişen bu arayışta efsanelerin, tarihin, masalın, mi­ tolojinin kaynak olarak, soyutlamanın bir yöntem olarak keşfe­ dildiği gözlemlenir. Kimi aydınlar ve sanatçılar devlet kurumla­ rındaki görevlerinden uzaklaştırılır, kalanların ise üretim alanla­ rı kısıtlanır. Ülke insanının hak ve özgürlüklerini savunmak amaçlı sivil toplum örgütleri kurulur. Diğer bir deyişle, Cumhu­ riyetin kuruluş yıllarında sanatın eğitici işlevi ön plandaydı ve dönemin aydınları, sanatçıları toplum karşısında kendilerini so­ rumlu hissetmekteydi. 90'lı yıllara yaklaşırken benzer sorumlu­ luk düşüncesinin bu kez toplumun sivil kanadında da harekete geçtiği görülür. Sivil örgütler sanatın hayatiyet alanını genişle­ tecek önlemler almak üzere kurulur. Gerek sanat ve kültür ala­ nında gerek sosyo-ekonomik platformdaki tıkanıklığa çözüm arayışları çok sayıda seminer, sempozyum ve panelin düzen­ lenmesine neden olur.

ne teslim bir tablo çizer. Ancak, sanat insanları kitleleri bir ara­ ya getirmek, sanat ve kültür hayatını canlandırmak üzere festi­ valler, şenlikler, buluşmalar düzenlemek için çırpının Söz konu­ su yıllarda özellikle niteliksizliğe direnen genç oyun yazarlarının kendilerine özgü üslupları ile dikkati çeken ve dönemi sorgula­ yan oyunları umut yaratır. Yaşadığımız son on yılda hız kaza­ nacak olan sponsorluk uygulamaları başlar. Yükselen trend görselliği görkemli yapımlar yönündedir. Yüksek bütçeli yapım­ lar ancak sponsorlarla karşılanır. Sözde sanata destek vermek moda olmuştur. Televizyonda çok kanal döneminin başlaması, özel televizyon ve radyo kanallarının açılması ile toplumun eğ­ lence kültüründe yeni ancak olumsuz bir süreç başlar. Kötü bir batı taklitçiliği peşinde, ucuz/düşük beğeniye teslim, değer yargılarından mahrum, toplum sorunlarına kayıtsız bir gençlik yetişir. Söz konusu olumsuzluklar tiyatro seyircisini doğrudan etkiler. Ödeneksiz tiyatrolar kimi zaman ucuz beğeniye hizmet eder. Hatta 90'lı yıllarda televizyonda en çok izlenen program­ ların reklamlar, sahnelerde en çok izlenen gösteri türünün de stand-up türü gösteriler olduğu yönünde bir saptama yapmak yanlış olmayacaktır. Bunlardan ilki iştah kamçılayıp insanları, "bir süpermarket gezme" çılgınlığına iterken diğeri yaşamla olan mücadelesinde baskılanan yığınları bir kahkaha tünelin­ den geçirerek vahşi yaşamın kucağına fırlatır.

80'li yıllarda başlayan Güneydoğu Anadolu'daki silahlı çatışma­ lar ve daha sonra Körfez Savaşı insani boyutta, toplumsal, si­ yasal ve ekonomik alanda büyük yaralar açar. Yine söz konusu dönemde Sovyetler Birliği başta olmak üzere Doğu Bloku ülke­ lerinin ekonomisinin vahşi kapitalist ekonomi karşısındaki çözü­ lüşü dünya haritası üzerinde değişiklikler yaratır. Küreselleşme kültürü iletişimi arttırıp mesafeleri daraltırken bir yandan da kültürler arası farklılıkları, kültürlere özgü nitelikleri tehdit eder. Türkiye'de aydınların, sanatçıların bir bölümü bu sıkıntıyı üretimleriyle ifade ederler. Yine 80'li yıllardan başlayarak Ame­ rikan türü tüketime yönelik yaşam daha da özendirilecektir. Amerikan sineması giderek artan bir yoğunlukta şehirlerdeki eğlence kültürüne egemen olacaktır. 80'li yılların tiyatrosu bir kaç nitelikli topluluğun canhıraş çabasının dışında kitle kültürü­ 52

Özel tiyatro topluluklarının özellikle 2000'li yıllara doğru gişe endişesine karşı iyi bir sınav vermesi, oyun seçiminde titiz davranmaları, deneysel oyunlar sergilemeleri, geleneksel tiyatromuzun izlerini çağdaş yönelimlerle sentezlemeye çalışmaları geleceğin Türkiye tiyatrosu için umut vericidir. Belli seçimleri olan toplulukların ortaya çıkmasının yanısıra popüler tiyatro toplulukları da çoğalmaktadır.

80'li yıllardan başlayarak Devlet Kültür Bakanlığı aracılığı ile özel tiyatro topluluklarına yardım dağıtmaya başlar, ancak da­ ğıtımdaki ölçütler tartışma yaratır. Özellikle çocuk tiyatrosu topluluklarının daha az destek görmesi düşündürücüdür. Oy­ sa, özellikle son on yılda çocuk tiyatrosu alanında bir uyanışın yaşanması için ciddi bir sivil toplum hareketlenmesi vardır. Bu­ nun yanısıra Ankara'da ilköğretim ve liselerde okul tiyatrosu buluşmaları düzenlenir. 90'lı yıllarda tiyatro eğitimi alanındaki bir başka atılım da üni­ versite düzeyindedir. Ancak sanat eğitimi pahalıdır. Akademik


anlamda yetişmiş bir kadroya, tesis, donanım ve ödeneğe ge­ reksinim vardır. Bu özelliklerin eksikliğinin ya eğitimin kalitesini etkilediği ya da yeni projelerin üretilmesini olumsuz yönde en­ gellediği görünen bir gerçektir. Sonuç olarak Türkiye'deki tiyatro yaşantısının bugüne uzanan yolculuğuna bakıldığında kendisini sarmalayan hem iç hem de dış koşullardan etkilendiği görülür. Batılılaşma ve çağdaş uy­ garlık düzeyine erişme hamleleriyle başlayan ve yukarıdan aşa­ ğıya doğru hareketlendirilen atılımlar cumhuriyetin ilk yıllarının aydın ve bürokrat kuşağı tarafından kökleştirilmeye ve yaygın­ laştırılmaya çalışılmıştır. Atılımlar devlet tarafından desteklenir. Ancak 1950'den başlayarak 1961'e kadar olan gelişimde siyasi ve ekonomik alana hakim olan anlayış cumhuriyetin ilk atılım­ larını durdurur. 1961 Anayasası'nın yarattığı ortam içerisinde Türk tiyatrosu nitelikli ve coşkulu bir seyir izler. Nesnel ve eleş­ tirel tutumun hakim olduğu, gerçeklerin irdelendiği, kimlik ara­ yışı süreçlerinin başladığı ve çok sesli bir ortamın kurulduğu gözlemlenir. Ancak üretkenliği ateşleyen ortam siyasal alana getirilen iki darbe ile suskunlasın Dünya üzerinde gözlenen kü­ reselleşme hareketinin etkileri tiyatro yaşantımızda kendini gösterir.

B-MAKALELER Boyacıoğlu, Levent. " Tek Parti Döneminde İnkılap Temsilleri I " Tarih ve Top­ lum , sayı: 102 Haziran 1992, İletişim Yay. Konur, Tahsin. "Cumhuriyet Döneminde Devlet-Tiyatro ilişkisi". Cumhuriyetin 60. Yıldönümü Armağanı. Ankara: A.Ü. D.T.C.F. Yay., 1987, s. 307-359. "Köy Enstitüleri'nde Tiyatro Eğitimi ", Kuruluşunun 50.Yılında Köy Enstitüleri . Eğit-Der. Yay. 2, I. Baskı, Nisan 1990 Nutku, Özdemir. " İstanbul Şehir Tiyatrolarının 80 Yıllık Serüveni ", Tiyatro, Ti­ yatro Dergisi . sayı: 41 Ağustos-Eylül 1994, s. 5-11 Şener, Sevda. "Cumhuriyet Dönemi Tiyatro Yazarlığı", Cumhuriyetin 50. Yıl­ dönümü Anma Kitabı. Ankara: A.Ü D.T.C.F. Yay., 1974, s. 147-170. C-TEZ Erkoç, Gülayşe. "Türk Tiyatrosunda 1960-1970 Dönemi (Tiyatro Toplulukları Ve Etkinlikleri.) Yayınlanmamış Doktora Tezi Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tiyatro Anabilim Dalı, 1993.

cy

a

Görüldüğü gibi siyasi ve ekonomik alana egemen olan güçler, sanatsal alanın varlık koşulları üzerinde de karar sahibidirler. Ancak son yıllarda gözlenen sivil toplum hareketlenmesi ile ni­ telikli eserler veren sanatçılar, aydınlar.akademik eğitim süreci­ ne girip geleceğin tiyatrosu için alternatifler yaratabilecek olan tiyatro insanları ve okul öncesi eğitimden başlayarak drama ve tiyatro dersi alıp değerlerine kayıtsız kalmayacak olan genç ku­ şaklar sözkonusu durgunluğun aşılabilmesi için gerekli iradeyi oluşturabileceklerdir.

And, Metin. Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu (1923-1983). Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 1983. Türk Tiyatro Tarihi. İstanbul: İletişim Yay., 1992. 50 Yılın Türk Tiyatrosu. İstanbul: İş Bankası Kültür Yay., 1973. Baltacıoğlu, Ismayıl Hakkı. Tiyatro. İstanbul: Sebat Basımevi, 1941. Karadağ, Nurhan. Halkevleri Tiyatro Çalışmaları (1932-1951). Ankara: T.C. Kül­ tür Bakanlığı., 1988 Kongar, Emre. Kültür Üzerine. İstanbul: Çağdaş Yay., 1982. Konur, Tahsin. Devlet-Tiyatro İlişkisinde Belli Başlı Sistemler. Cilt I. Devlet Tiyatroları İç Eğitim Dizisi No: A-9. Ankara: 1984. Devlet-Tiyatro ilşkisinde Belli Başlı Sistemler. Cilt II. Devlet Tiyatroları İç Eğitim Dizisi No. A-10. Ankara: 1984. Devlet Tiyatro İlişkisinde Belli Başlı Sistemler. Cilt III. Devlet Tiyatroları İç Eğitim Dizisi No. A-11. Ankara: 1984. Devlet-Tiyatro İlişkisi, Ankara: 2001. Dost Nutku, Özdemir. Darülbedayi'nin Elli Yılı. Ankara: A.Ü D.T.C.F. Yay., 1969. Dünya Tiyatrosu Tarihi 2. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1985. Sokullu, Sevinç. Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi. Ankara: Kültür Bakanlı­ ğı Yay., 1979. Şener, Sevda. Cumhuriyetin 75.Yılında Türk Tiyatrosu, İstanbul: Türkiye İş Ban­ kası Kültür Yay., 1999 Oyundan Düşünceye..Ankara: Gündoğan Yay., Kasım 1993 Tanju, İsmail. 27 Mayıs 1960-12 Mart 1971 Ekonomi-Politiğe Bağlı Teatral Düşün Hareketleri. İstanbul: Gökçem Tiyatro-Sinema Yay., 1991. Tiyatro 1963 Tiyatro Yıllığı: 1. İstanbul: Kent Yay: 7.

pe

FAYDALANILANKAYNAKLAR A- KİTAPLAR Akı, Niyazi. Çağdaş Türk Tiyatrosuna Toplu Bakış (1923-1967). Ankara: Anka­ ra Üniversitesi Yay., 1968.

Yrd. Doç. Dr. Gülayşe Erkoçt, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül­ tesi Tiyatro Bölümü Öğretim Üyesi.

Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne Abone Olmak Artık Çok Kolay 0 2 1 2 . 2 1 0 0 110 nolu t e l e f o n u arayın veya abonet@abonet.net adresine yazın A b o n e t sizi arayacak ve h e m e n abone yapacak. Yıllık abone ücreti ödemeyeceksiniz, Tiyatro... Tiyatro... adresinize imzalı olarak teslim edilecek, teslimden sonra ister nakit, isterseniz kredi kartı ile ö d e m e yapacaksınız. aboneliğiniz isterseniz 1 aylık, isterseniz ö m ü r boyu devam edecek.

Abonelik Artık Çok Kolay. 53


GÖRÜŞ

RUTKAY AZİZ'E YANIT Rutkay Aziz'in Ocak sayımızdaki söyleşide aktardıklarına aşağıda imzaları bulunan eski AST çalışanlarından yanıt geldi. Yanıtı aynen yayımliyoruz.

cy a

Tiyatro Dergisi'nin 125. Aralık 2002 tarihli sayı­ sında yayımlanan Rutkay Aziz ile yapılan söyle­ şi bir çöküşün nerelere kadar vardığının ibret verici bir belgesi olarak tarihe geçti dersek abartmış olmayız. Bilindiği gibi 4 Ekim 2002 ta­ rihinde aynı söyleşinin altında yayımlanan basın açıklaması ile aktif oyuncu kadrosunun tamamı ve bir kısım başka arkadaş AST'tan ayrılmıştık. Aslında bunu daha çok çekilme diye adlandır­ mış ve kamuoyunu oynanan çirkin bir oyuna karşı uyarmıştık. Söyleşiye kadar sessiz kalan Rutkay Aziz, tıpkı atadığı genel müdürünün Ev­ rensel Gazetesi'ne yaptığı açıklamada olduğu gibi bizi doğrulamakla kalmayıp aşmıştır; zira açıklayacağımız gibi baştan aşağı yalanla dolu bu ifadeler bize gerçekleri açıklamak için önemli bir fırsat daha vermiştir.

pe

Doğrusu bu tarz bir yazıya derli toplu yanıt ver­ mek oldukça zor. Bu nedenle söyleşideki sıraya kısmen uyarak bir yanıt vereceğiz. Ama kesin olan şu ki bu kadar yalana yanıt vermek bile, açıklamada belirttiğimiz gibi geçmiş emekleri­ ne saygı duyduğumuz kişiler açısından bizi üz­ mektedir. Dışarıda Kar Yağarken İçeride Bahar Olmuyor! Kerim Korcan'ın bu güzel ifadesini anımsatan Bay Aziz, ülkemizin birtakım sıkıntılardan ge­ çerken payına düşeni aldığını söylüyor. Doğru­ dur, AST 12 Eylül'den bu yana birtakım sıkıntı­ larla yaşamını sürdürmektedir. 10 yıl öncesine kadar bu sıkıntılardan kurtulma sürecinde Bay Aziz'in katkıları inkar edilecek gibi değildir. Ama kendisi uzun zamandır bir başka yaşamı ve bir başka kenti seçmiş ve buna uygun çalış­ malara yoğunlaşmıştır. Bu arada kar yağmaya devam etmekteyken AST'ın içinde gerçekten bir türlü bahar olmamıştır. Dışarıdaki soğuk AST'ın içindekileri yüreklerinden üşütmüştür. Ama Bay Aziz'in bu zamanlarda içerisi AST de­ ğildir. Bay Aziz o sıralarda yaşamını daha çok Çiçek Bar'da geçirirken bugün tek işleri olan AST'ı bırakarak çekilenlerin tiyatrolarında oldu­ ğunu unutuyor. Gruplaşmalar Üzerine Bay Aziz'in dediği gibi son üç yılda gruplaşma­ lar olmamıştır. Atadığı Metin Balay'ın, 2 arka­ daşı kendi nedenleriyle tasfiye etmesi ve bunu daha sonra devam ettirme eğilimine girmesi üzerine tüm oyuncu kadrosunun tepkisi olmuş­ tur. Rutkay Aziz'in de sonradan katıldığı büyük

54

bir toplantıyla durum tartışılmış, kaldığı baskı sonucu tasfiyeye karşı tavır almış ve M.Balay bunun üzerine toplantıyı ve tiyatroyu terket­ miştir. O gün tiyatroyu bir de grup terketmiştir; Metin Balay'ın okulundan getirdiği arkadaşlar. Yani kimin grup olduğunun belgelendiği bir toplantı olmuştur. Oynanmakta olan 3 oyunu bırakarak gidenlere karşın gerçekten AST'a gö­ nül vererek kalanlar çok kısa bir sürede üretimi yeniden başlatmışlardır. Kendi atadığı Metin Balay'ın grubuyla birlikte, oyununu da çekerek gidişini dile getirmeyen ve onu hâlâ "bir değer" olarak niteleyen Bay Aziz, onun üzerindeki emanet hisselerin İstanbul masala­ rında satışa çıkarıldığı zamanları ve geriye nasıl ve ne zaman alındığını unutmuş görünüyor. O toplantıya dair Bay Aziz tek bir doğru söylüyor, "Sadece M.Balay'ı değil beni de kaybettiniz" de­ diği doğrudur. Ama devamında yalan söylüyor, bunu söyleyip salondan çıkmadı! Üstelik bir ar­ kadaşımızın, "böyle söylemeniz bize haksızlık­ tır.Bizim tavrımız AST'a zarar veren bir tutuma yöneliktir. Ama böyle düşünüyorsanız siz kalın biz gidelim" dediğinde yanıtı "kimsenin gitmesi­ ne gerek yok" olmuştur. Üstelik toplantı devam etmiş ve önerilenler temelinde tartışmalar ya­ pılmıştır. İlginç olan, o tarihte Metin Balay'a ta­ vır alanlar içinde şimdi Aziz'in başyardımcısı Altan Gördüm'de yer almıştır. Yani "soylu olma­ yan" grubun baş oyuncularından biri şimdiki te­ mel yardımcısıdır! Bay Aziz'in bir yalanı da o ta­ rihten sonraki 2 yıl tiyatroya gelmediğidir. Da­ ha önceki dönemde de M. Balay'ın yazıp yö­ nettiği ( bir dönem sadece Balay yazdı ve yö­ netti!) oyunları da izlemek için bile tiyatroda görevinin başında olmamıştır. "İnadına lnsan"ı ilstanbul Enka Vakfı'nda izledi, "YOBAZ"ı galada bir konuk gibi izledi ve "DENİZ DİYE BİR DELİKANLI" yi hiç bir yerde izlemedi. O zaman kime küskündü! AST'a Ankara'ya gel­ diğinde bile ayak basmayan Bay Aziz, oteller­ deki faaliyetlerini zaten itiraf etmektedir. Bu bir anlamda tiyatrosunun işgal altında olduğunu düşündüğünü söylemektir. Bunları duymak biz­ leri gerçekten dehşete düşürüyor. Kötü huyları­ nın sorumlusu da olsa olsa kendi olur! Sorumluluk! Bizlere yönelik "en küçük maddi manevi sorum­ luluk almadan" biçiminde ifadeler kullanan Sa­ yın Aziz, Asaf Bey ve Güner Bey derken biraz daha dikkatli olmalıdır. Onların mirasçılarının


sanırsınız Bay Aziz babasından miras kalan özel şirketini açıyor,kapıyor. AST misyonunu bilenler bu açıklamaların nasıl bir ibret belge­ si olduğunu anlayacaklardır. Suç ortaklığını reddedenler ayrıldılar, devam edenler bunun üzerine bir kez daha düşünmelidirler!

A. Oğultekin'i atadığınızdan bir gün önce bi­ le ne yaptığını bilmiyorsunuz. Oysa 10 yıl gün be gün geriye giderek ne yaptıkları bel­ geli bu kadar arkadaşımız dururken, bu tavrı nasıl açıklayabilirsiniz? Grup tiyatrosu olma­ ya sığınmayın;

cy

Sayın Aziz'e Mektup ve Basın Açıklaması Hangi yalana cevap verelim? Yayınladığımız basın açıklamasını kendisine de verdiğimizi söylüyor. Az sonra anlatacağımız öykünün bir aşamasında istanbul'da çekim yaptığı se­ te elden götürülerek verilen mektup, onu ti­ yatroya ve görüşmeye çağıran mektuptur; atamaya karşı çıkan, tavrı olan ve ona süre veren bir çağrıyı içeriyordu. Bay Aziz, gelme­ di! Nezaketen yanıt bile vermedi ve galiba çoğu zaman yaptığı gibi belki de okumadı! Süre doldu ve basına açıklama yaparak çekil­ dik. Oysa Bay Aziz "basına verdikleri mektu­ bu bana da ilettiler okudum, onların da duy­ gularını saygıyla karşılıyorum" diyor. Aradaki farkı bilmeyen Bay Aziz, işsizler ordusu ede­ biyatı yapmayı biliyor. Siz mi "kusura bakma­ yın" deyip insanları tiyatrodan uzaklaşırdı­ nız? Bunu söylemeye utanmıyor musunuz? Size gönderdiğimiz mektupta, eğer gelmezseniz, tiyatrodan çekilip, AST'ın gerçek sahibi demokratik kamuoyuna, AST seyircilerine açıklamak zorunda kalacağız" diyenler kim? Doğru, uzaklaştırdıklarınız da oldu, ama o açıklamaya imza atmayıp, ayrılanları meşru yönetim saydığını söyleyen bir teknisyeni iş­ ten attınız! Aynı tavrı alan 2 teknisyeni teh­ ditle susturdunuz!

(Bu bile ayrılanların grupçuluk yapmadığının belgesidir. Grup, kendinden olmayanı neden önersin ki? ) Oysa siz onu Genel Müdür yap­ tınız! %23 hisse vermeye kalktığınızda tavrı­ mızla karşılaştınız. Çünkü hâlâ ticaretle uğ­ raştığını bize açıkça söyleyen, şu anda AST'tan sandalye satış işlerini yürütmeye de­ vam eden bu şahıs, herkesin içinde ve gizlemeksizin bazıları beş milyar gibi rakamlarla ifade edilen ve karşılıksız çıkan çek görüşme­ leri yapmaya başlayınca, AST'ın hisselerinin bu durumdaki birine devrine karşı çıkan da bizlerdik. Evet, bir iyi niyet yanlış bir öneri yapmaya yol açmıştır, ama yanlışını farkedenler hemen bundan vaz geçmişlerdir. Ama siz Bay Aziz, siz bizim önerdiğimiz ge­ nel müdürü kabul etmiştiniz! A. Gördüm'ün hisselerinin tamamını devretmesi talimatını vermiştiniz! Ama sonra, hiçbir gerekçe gös­ termeden %46 hissenin yine A. Gördüm'de kalmasını ve A. Oğultekin'in yetkili genel mü­ dür olması kararını ilettiniz. Yüzümüze söyle­ me cesareti bulamadığınız bu tavrınız üzeri­ ne daha önceki önerilerimizi sizinle görüşen Sanat Yönetmeni yardımcısı arkadaşımız da "çekilme" kararı aldı. Aksini söyleyebilir misi­ niz?

a

kurucusu oldukları tiyatronun hisselerinde pay sahibi olmadıklarını unutuyor! Unuttuğu birçok şey var; babasının şirketini paylaştır­ mış gibi konuşurken AŞ'nin %25 hissesinin kendinde %25'inin abisinin oğlunda - ki yıllar­ dır tiyatro ile uzaktan yakından ilgisi yokturbulunduğunu, %46'sının en büyük yardımcısı - ama ne hikmetse D.T. sanatçısı- Altan Gördüm'de olduğunu da söylemiyor.Bay Aziz, "ben AST bitmesin istedim" buyurmuş! Öy­ leyse "Sovyetler Birliği bile yıkıldı - eski komü­ nist ya!- gerekirse 6 Aralıkta 40. yılını kutlar 7 Aralıkta AST'ı kapatırız" ifadesi kime ait? Ayrıca bu söylem bile birçok şeyin anlaşılma­ sını sağlamıyor mu? Anımsatalım; Bay Aziz'in Tiyatro... Tiyatro... Dergsi'ndeki ifadeleri ay­ nen şöyle: "... özel tiyatroların sahne üstü ve arkası kişiye bağlıdır, işverendir bir biçimde ama zaman gelir o özel tiyatro sahibi, şu ve­ ya bu biçimde artık yeter der veya yaşamın kendisi der, işte o zaman o özel tiyatro biter. Ben AST bitmesin istedim." Lütfün bu kadarı da fazla,

pe

Tiyatro Grubu Ayrıldı, Şirket Size Kaldı! Sayabilir misiniz, hiçbirini izlemediğiniz -yö­ nettiğiniz de dahil- geçen dönem oyunların­ dan kadroda kalan oyuncuları? Biz sayalım, yalnızca A. Gördüm -DT sanatçısı- ve birkaç kursiyer... "Ödenmeyecek ödemiyoruz!"dan tek bir oyuncu kalmadı!, "Tango"dan tek bir oyuncu kalmadı!, "Yolcu"dan yalnızca A. Gördüm! Ama bugünlerde oynanmaya baş­ layan "Godot'yu Beklerken"i genç kadro çalı­ şıyormuş! Bakın sanat yönetmenine, nasıl da duruma hakim! Tek bir isim saysın genç kad­ rodan tüm söylediklerimizi yakalım. Ekin Ti­ yatrosundan izin alınarak oynayan 2 oyuncu ve AST'ta ilk kez sahneye çıkan 2 oyuncu da­ ha! Bir tek ayrımla eski AST'lı olarak Erol Demiröz'ü sayabiliriz, Ekin Tiyatrosu'ndan izinli olduğunu unutarak, ama söyler misiniz, sev­ gili Erol Abi'miz kusura bakmasın, neresi genç?

Atilla Oğultekin Diye Biri! Atama yoluyla görev verdiğiniz Oğultekin'i savunuyorsunuz. Denize düşen yılana sarılırmış. Sizin gibi birinin, 25 yıl önce size ve AST'a küfür ederek ayrılan birine sarılması ancak böyle açıklanabilir! Ayrılanlardan biri­ nin onu size önerdiğini söylüyorsunuz, doğ­ rudur; ama yalnızca Tiyatro Müdürü olarak.

Huzurlu Ortam Bay Aziz, "arkadaşlar huzur içinde çalışıyor­ lar" diyor. Ama açıklamıyor, sıkıntıların bir nedeni üretememek ise diğer nedeni de üre­ tilenlerin sunulamamasıydı. AST'ın gerçek gücüne dayanmayan misafir kadrolarla yapı­ lan oyunlar yeterince sahnelenememiş ve he­ men hiç turne yapamamıştır. Bağlantıları ya­ pıldığı halde "Ayrılık" ve "Yolcu" oyunlarının Avrupa turneleri DT'li oyunculara izin alına­ madığı için gerçekleşememiş, her iki turneye de "Yeni Tiyatro" gitmiştir. Yurtiçinde Hacı­

bektaş ve Aliağa Şenlikleri'ne, programlara basıldığı halde aynı nedenlerle gidilmemiş, AST'ın tarihinde ilk kez meydana gelen bu durumlarda, rezalet yine tarafımızdan engel­ lenmiş ve yerlerine başka tiyatroların gitmesi sağlanmıştır. Bütün bir yaz dönemi boyunca -Nisan ve Ekim arası- tiyatroya hiçbir yönetici uğramamışken, birçok önemli sorun ayrılan­ lar tarafından halledilmiştir. Derginizin çok iyi bildiği gibi şu anda zar-zor çıkarılan "Go­ dot'yu Beklerken" projesi bile ayrılan arkadaşların ilişkileriyle ge­ lişmiştir. Uzatmayalım, sorun çok açık; sayın Aziz artık AST'ın sanat yönetmeni değildir. Yönetimsizlik ve yönelimsizlik dediğimiz budur! Tavrımızın etkisiyle bugünlerde AST'a gelmeye başladığını duyduğumuz Sayın Aziz'in yeniden tiyatro ile ilgilenmesine sadece seviniriz ama AST'ı DT'nin çöplüğü ol­ maktan da bir kurtarsaü (Şu günlerde AST'ın ikinci büyük projesi Dinçer Sümer'in DT'de eskiyen "Maviydi Bisikletim"i. Yazan, yöneten ve oynayan: Dinçer Sümer!) Güven Vermemişiz Tavrımız Bay Aziz'e içerik ve biçim olarak güven vermemiş! Ayrılma tavrı değindiğimiz karar değiştirmesi üzerine alınmıştır. Sayın Aziz, önce sunduğumuz isimlerin yetkilen­ dirmesine karşı çıkmıyor, güven duyuyor, Altan Gördüm'ün görevini yapamadığını söy­ leyerek kaçmaya çalışmasına önce kızıp, his­ selerinin tamamını tiyatroya iade mesajı gön­ derirken güven duyuyor da şimdi neden böy­ le konuşuyor? Bir gece ansınız ne oldu da güven duygusunu yitirdi? Açıklamamızda yazıldığı gibi darbeci tavrına karşı ayrılma gündeme gelmiştir. Bay Aziz buna yanıt ver­ miyor. Derginiz de bu soruyu açıkça sor­ muyor. Bir sanat yönetmeninin tanımını çok iyi bilenler gerekli soruları soramıyor veya utangaçça soruyorlar. Vefa duygusu başka gerçek başkadır... AST-SA! Ayrılmayı d u y u r d u ğ u m u z gün Evrensel Gazetesi AST'a durumu soruyor. İsteyenler 6 Ekim tarihli Evrensel'deki ibret belgesine bakabilirler. Atilla Oğultekin yanıt veriyor, "ayrılanlar üretenlerin yönetimde olmasını is­ teyenlerdir. Sabancı'nın işçileri yönetim kurulundamı ki onlar da bunu talep ediyor­ lar. Burası bir şirkettir!" İşte Bay Aziz'in yanıtlaması gereken önemli açıklama budur. Ama aylardır buna yanıt vermiyor. Sonunda yanıt derginizdeki söyleşide gizli olarak or­ taya çıkıyor: " Özel tiyatrolar kişiye bağlıdır, işverendir bir biçimde..." İşveren Rutkay Aziz'e son kez soruyoruz, şirketinizin adını ne zaman AST-SA yapacaksınız? Murat Demirbaş, Hakan Güven, Ferhat Büküş, Hasan Tanay, Engin Alpateş, Bora Balcı, Harun Güzeloğlu, Nevzat Süs, Yeliz Alkan, Emre Şen, Ceyda Gezer, Onur Bakır, Ulaş Gün, Ozan Cihan, Mine Güneş, Koray Tarhan, Ceren Kasım, T. Tuba Birincioğlu. 55


BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR. Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Neil Simon Çeviren: Murat Somay Yöneten: Serhat Nalbantoğlu Sahne Tasarımı: Işın Mumcu Giysi Tasarımı: Nursun Ünlü Işık Tasarımı: Zeynel Işık Oynayanlar: Serap Sağlar, Gülseren Gürtunca, Gülizar Irmak, Servet Pandur, Berrin Öney, Emine Semra Gökalp, Levent Ülgen, Şahap Sayılgan.

Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Robert Thomas Yöneten: Nedret Denizhan Sahne Tasarımı: Atıl Yalkut Giysi Tasarımı: Canan Göknil Işık Tasarımı: Vahit Geyik Efekt: Ersin Aşar Oynayanlar: Perihan Savaş, Esin Umulu K., Tanju Tuncel, Şebnem Köstem, Rozet Hubeş, Demet Bozkaya, Ayşegül Işsever, Selim işcan.

Oyun: "Kocasından ayrılan Florance'la tek başına yaşayan Olive aynı evi paylaşırlarsa ne olur? Zıt karakterler birarada yaşayabilir mi? Her biri başka alem olan kız arkadaşları ve yakışıklı İspanyol komşuları ile olan ilişkilerini." anlatıyor.

Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: John Whiting Çeviren: Cevat Çapan Yöneten: Mehmet Ulusoy Sahne Tasarımı: Nurullah Tuncer Giysi Tasarımı: Nalan Türkoğlu Işık Tasarımı: Ersen Tunççekiç Müzik Danışmanı: Kutsi Ergüner Danslar: İhsan Bengier Masklar: Saim Bugay Oyuncular: Arzu Balcı, Elvin Beşikçioğlu, Güray Kip, İlham Yazar, Mithat Erdemli, Murat Atak, Nihat İleri, Oktay Dal, Pelin Dikmenoğlu, Revep Sarı, Serpil Gül, Sükun Isıtan Günal, Volkan Özgömeç, İzzet Çivril, Mesut Turan, Harun Özer, Hakan Erünsal, İhsan Bengier, Hülya Yıldız, Ferhat Büküş.

cy a

Sıradan fakat varlıklı bir taşra evinde, üst katta ölüme uyumuş bir adam ve etrafında suçluluk

psikolojisiyle ön yargıları bilinen karısı , kız kardeşi, kızları, kayınvalidesi, baldızı ve hizmetçilerinden oluşan bir kadınlar topluluğu. "Sekiz Kadın" herkesin içinde varolabilecek "gizli katil"i sorgularken; gülümsetmeyi de ihmal etmiyor.

pe

Oyun: "İnsanın kendini aşması-teması ekseninde dinsel bağnazlığa politik bir karşı çıkışı ortaya koyuyor.

Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Robert Harling Çeviren: Sinan Gürtunca Yöneten: Nurşen Girginkoç Sahne Tasarımı: Sertel Çetinel Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay Işık Tasarımı: Ersen Tunççekiç Oyuncular: Nurcan Sürer, Serpil Çağıran, Zeynep Eronat, Gülçin Boyav, Ümit Sergen, Iclal Özergün.

Oyun; "Louisiana'da Neworleans yakınlarında Chinkapen adında bir kasabada bir kuaför salonunda geçiyor. Değişik alt yapılardan gelen. Değişik alt yapılardan gelen, değişik sorunlar yaşayan altı, çelik gibi kadını" anlatıyor

Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Yazan: Hüseyin Rahmi Gürpınar Uyarlayan: Lale Oraloğlu Yöneten: Tayfun Eraslan Sahne Tasarımı: Behlüldane Tor Giysi Tasarımı: Fatma Görgü Işık Tasarımı: İzzettin Biçer Oynayanlar: Selda Özler, Gözen Müftüoğlu, Selim Bayraktar, Mine Medya Haktanır, Pınar Gün, M. Lebip Gökhan, Sertel uğur, N. Hakan Dönmez, Birtan Görgün.

"Batıl inançların, hurafelerin, özellikle cahil insanların üzerindeki etkileri komik ve abartılı bir dille anlatılıyor.


_BU AY PERDE DİYEN YENİ OYUNLAR Tiyatro: Antalya Devlet Tiyatrosu Yazan: Bertolt Brecht Çeviren: Yılmaz Onay Yöneten: istender Altın Sahne Tasarımı: Sertel Çetinel Giysi Tasarımı: Funda Cebi Işık Tasarımı: Selahattin Yazar Müzik: Paul Desseau Oynayanlar: Sedat Savtak, Tuna Orhan, Hilmi Mutaf, Selim Gürata, Ahmet Açıkgöz, Berrin Akhasanoğlu, Berna Bozdoğan, Fadik Sevin Atasoy, Özgür Dereli, Aylin Aslan, Özlem Şendinç, Esra Harmanlı, Şenol Kaderoğlu, Salih Deveci.

pe cy

a

Puntila Ağa'nın inanılmaz hastalığı, "ayılınca" düpedüz bir patron oluvermesinin ve sarhoşluğu ile de insan oluşunun hikayesi bize, ikiyüzlülüğün, gerçeğin, aşkın, yalanın tartışmasını getiriyor.

Tiyatro: Sivas Devlet Tiyatrosu Yazan: Emmanuel Robles Çeviren: Mina Urgan Yöneten: Mehmet Ege Sahne Tasarımı: Sertel Çetinel Giysi Tasarımı: Nursun Ünlü Işık Tasarımı: Seyhun Ayaş Oynayanlar: E. Erdinç Doğan, Bülent Çiftçi, Ozan Uçar, M. Orkun Gülşen, Ulaş Ersoy, Cebrail Esen, Demet Bölükbaşı, A. Tolga Çiftçi, Ö. Devrim Akkaya, Arif Yavuz, Emre Başer, Gülin Akdevelioğlu, İsmet Numanoğlu, N. Mert Egemen, Menekşe Bendeş.

Oyun: "19 yüzyılın başında Venezüella'da İspanyol işgalcilere karşı -kurtarıcı- Simon Bolivar'ın önderliğinde verilen bağımsızlık savaşını" anlatıyor.

Tiyatro: Van Devlet Tiyatrosu Yazan: T. Wİlliams Çeviren: Can Yücel Yöneten: T. Tolga Evren Oynayanlar: Kadir ilhan, Canan Erener, Musa Zindan, Mustafa Şen. Amerika'da Kuzey-Güney Savaşı bitmiş, St. Lovis kenti güneyden büyük bir göç almıştır. Bu göçü belirleyen getto gibi sıkışık bir mahallede yaşayan, Wİngfield ailesinin yakyaşık 7-8 aylık süreci geriye dönüşlerle anlatıyor. Tiyatro: Kartal Sanat işliği Yazan: Cahit Atay Yöneten: Emrah Eren Sahne Tasarımı: Halil Ergin Dans Düzeni: Ayşegül Yıkılmaz Müzik: Emrah Eren Müzik Düzenleme: Mustafa Tınç Şarkı Sözleri: Güneş Kozal Işık Tasarımı: Murat ipek Oynayanlar: Cenan Çamyurdu, Sibel Seyhan, Çağlar Tüfekçi, Güneş Kozal, emre Saka, Çetin Etili, Emrah Eren, Selahattin Onan, Derya Aslan, Anıl Armutçu. Oyunun adından da anlaşılacağı üzere; herkesin tüccar olduğu bir kente; bu kenti paranın acımasız düzeninden arındırmakla görevlendirelen iki melek gönderilir. Fakat, barkodlarla örülmüş bu sistem karşısında melekler bile çaresiz kalırlar. Tiyatro: Seyyar Sahne Yazan: Kerem Eksen Yöneten: Celal Mordeniz Müzik Danışmanı: Serhan Erkol Üflemeli Çalgılar: Turgay Özdemir Kostüm Tasarımı: Burçe Bekrek Işık Tasarımı: Lütfü Kaynar Oynayanlar: Ahu Sıla Bayer, Kerem Eksen, Özlem Ersoy, Celal Mordeniz, Turgay Özdemir, Selma Songür, Nesrin Uçarlar, Rezzan ilke Yiğit. Geçen sezon İTÜ Mezunlar Tiyatrosu'yla birlikte hazırladığı Moliere'in Gülünç Kibarlar oyunuyla sahne hayatına başlayan Seyyar Sahne, bu sezon, Sırat Öyküleri adlı tek perdelik gösteriyle seyirci karşısına çıkıyor. Sırat Öyküleri, Seyyar Sahne'nin ilk özgün kurgu denemesi... Altı aylık bir süre zarfında sahne çalışmalarıyla paralel olarak şekillenen oyun metni, kanlı bir savaştan sağ kalan, ancak tanrıların müdahalesi sonucu birbirlerine düşman olduklarını unutan iki kadını ve karşılaştıkları iki tuhaf gezgini anlatıyor.


KİTAP TANITIM

YENİ OYUN KİTAPLARI Duygu Atay

Hep Aşk Vardı Yıldız Kenter T. İş Bankası Yayınları 119 sayfa

pe

cy

a

iş Bankası Kültür Yayınları Tiyatro kitapları yayınlamayı sürdürüyor. Edebiyat Dizisi'nin 268. kitabı olarak Yıldız Kenter'in "Hep Aşk Vardı" adlı oyununu yayınladılar. Geçen se­ zonlarda Kenterler Tiyatrosu'nda sahnele­ nen oyunun metni. 119 sayfalık kitabın ba­ şında Yıldız Kenter'in "Sunuş Yerine" adıyla yazdığı bir tanıtım var. Sonunda da oyundan dört adet fotoğraf, Muhsin Ertuğrul'un Yıl­ dız Hanım'a 1959 yılında yazdığı bir mektup ve sanatçının aile albümünden resimler bulu­ nuyor. Muhsin Hoca'nın kısa mektubunun içinde tarihe kayıt düşen şu cümle var: " Yıldız'cığım,... Ben bu sene Şehir Tiyatrosu'nu Hamlet'le başlatmak istiyorum; acaba sen (Misafir Sanatkar) olarak bir ay için İs­ tanbul'da Hamlet oynamak ister misin?".

Belçika Oyunları-1 Eric De Volder-Paul Pourveur M i tos Boy ut Yayınevi 127 Sayfa

Kitabın arka kapağında Yıldız Kenter imzalı, şu satırları okuyoruz: "Yaşam, ölüm arasın­ daki bir çizgide, 1920'de annemin türkiye'ye gelmesinden, 2000'e kadar, Türkiye panaroması önünde üç kadın... Tek gövde­ de üç kuşak... Olga Cynthia, Ayşe Yıldız, Fatma Leyla... Üç yaşam, üç kavga, üç aşk... İyi ki hep aşk vardı..." Oyun, sahnede de izlediğimiz gibi, Yıldız Kenter'in annesi, kendisi ve kızı arasında iç içe geçen üç kişiliğin anakronik öykülerinin anlatımından oluşuyor. Sahnede iki buçuk saati aşkın sürede izlediğimiz oyunu Yıldız Kenter tek başına yorumluyordu. 80 yıllık bir periyotta, bu üç kişiliğin ardında ülkemizin siyasal panaromasını da izliyoruz. Oyun ki­ taplığımızın içinde bir de Yıldız Kenter'in oyunu oldu artık. 58

Mitos-Boyut yayınları Tiyatro/Oyun dizisinin 151.sini Belçika Oyunlarına ayırmış. Kitabın kapağında - 1 - yazdığına göre bu oyunlar sü­ recek demek. Şaban Ol'un çevirisiyle Eric de Volder'in "Oda ve Adam", Paul Pourveur'ün "Kuzey Işığı" adlı oyunlarını okuyoruz. 121 sayfalık kitabın sonuna yayınevinin dipnotları adıyla, oyunlarda geçen özgün sözcüklerin açıklamaları eklenmiş. Ayrıca Paul Perveur'ün biyografisi, onun oyunlarını pek çok kez yöneten Lucas Van der Vorst'un yazar hakkındaki görüşleri, iki oyun hakkındaki ba­ sın eleştirileri ve çevirmenin biyografisi kitap­ ta yer alıyor. "Oda ve Adam", bir kadınla bir erkeğin çekingen, ürkek ve birebir örtüşen duy­ gularıyla yaşadıkları masum bir aşk serüvenini şiirsel bir anlatımla sergiliyor. "Kuzey Işığı", 1927'de dünyanın ünlü fizik bilginlerinin gerçekleştirmiş oldukları bilimsel bir toplantının arka planında bilimsel gerçek­ liğin aranma öyküsünü anlatırken, savaşa karşı bir tavrın gerekliliğini de ortaya koyuyor. Bu bilgiler, kitabın arka kapağın­ dan.


pe cy a

8 Mart Dünya Kadınlar Günü!.. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda, kadın oyunları... Sekiz Kadın; Hürrem Sultan ve Gelin İle Kaynana

EKİZ KADIN

Sekiz Kadın, kadın olgusuna farklı bir açıdan bakmaya davet ediyor. Oyun, kadınlar üzerine ve oyuncuların tamamını kadınlardan oluşuyor. Şimdiye kadar, erkekler çok şeyler söyledi, kadınlar hakkında... Kadın, her yaşta ayrı bir yüzle, ayrı gözler tarafından anlatıldı. Fakat bu oyunda, bir kadınlar galerisiyle yüzleşiyoruz. Anne, baldız, hizmetçi, çocuk, abla, anneanne, görümce... Gerek sınıfsal adlandırmaların gerekse akrabalık durumlarının etkisiyle farklı adlandırmalar olsa da, özünde anlatılan kadın... Her zaman kadın... Bir erkeğin ölüsünün gölgesinde kalmış yaşamlar, cinai bir romandan çıkmışçasına gerginleşirken; içinde çocuksuluğu barındıran naif ve yer yer gülünce yakın tepkileriyle, her yaşta kendi doğallığını yaşayan kadın var sahnede...


a cy

ürrem Sultan

pe

Osmanlı saltanatının doruğunda olduğu, Kanuni döneminde, Topkapı Sarayı'na yaygın geleneğin aksine [nikahla gelen bir kadın: Hürrem Sultan. Dünyayı titreten pir hükümdarın, aşkıyla uğrunda titrediği bir genç kadın İHürrem'den; iktidara nasip bütün yetkilerle donanmış Sultan Hürrem'e uzanan bir yolculuk anlatılıyor sahnede. Batılıların Muhteşem Süleyman dediği Kanunnanesinde bir Mecnun; aşkı karşısında bir deli. Cephede her türlü stratejiyi geliştiren kumandan; aşk karşısında kalbi kırık, ihanete uğramış, yalnız... Orhan Asena'nın tarihi gerçeklikten hareketle oyunlaştırdığı Hürrem Sultan, kadın ve iktidar olgusunu işleyen yetkin bir örnek


pe cy a

Gelin İle Kaynana, evlilik, iktidar ve kadınlar arası entrikaları sahneye taşıyan bir oyun. Bildik bir gelin(lik)kaynana(lık) durumuna, İtalya Tiyatrosu'ndan bir örnek. 1700'lü yıllar İtalya'sının sosyal hareketliliğine dönük ipuçları da veren oyun, oldukça yüklü bir drahoma (başlık parası) ile gelin geldiği evi iflasın eşiğinden kurtaran gelin (Doralice) ile sosyal statüsü ile parasal fakirliği arasında sıkışmış kalmış kaynana (İsabella) arasındaki çatışmayı, komedinin (Commedia Dell'Arte'nin) imkanlarını da kullanarak sahneye taşıyor. İtalyan gerçekçi komedisinin kurucusu sayılan Carlo Goldoni'nin bütün oyun geleneğini yansıdan Gelin İle Kaynana, kadınların gölgesindeki erkeğin gülünçlük tahtına kurulduğu bir oyun.


pe cy a


pe cy a


pe cy a


pe cy a


cy

pe a


pe cy a


pe a

cy


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.