pe cy a
A Y L I K
T İ Y A T R O
D E R G İ S İ
Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Üstün Akmen, Orhan Alkaya, Mustafa Demirkanlı, Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun. Yazı İşleri Müdürü: Pınar Erol Yayın Koordinatörü: Duygu Atay Ankara Temsilcisi: Figen Adıgüzel Kocaeli Temsilcisi: Erbil Göktaş Yazı Kurulu: Figen Adıgüzel, Nihat Alptekin, Erbil Göktaş. Görsel Yönetmen: Genco Demirer Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan Katkıda Bulunanlar: Hüseyin Sorgun, Ilgın Sönmez, Pınar Şenel. Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Teknik Müdür: Erkut Arıburnu Baskı: Mart Matbaası Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.: Muradiye Deresi Sok. No:47/6 Beşiktaş İstanbul Telefon: (0212) 259 21 24 Fax: (0212) 259 34 98 e-posta: editör@tiyatrodergisî.com.tr P. Çeki: Tiyatro Yapım 655 248 Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245
EDİTÖRDEN: /S. 5
a
HABERLER: /S. 6
TİYATRO ÖDÜLLERİ 2003: /S. 8
cy
ELEŞTİRİ: Ali Taygun'un Mezopotamyalı Saffet'i: " M a c b e t h " Üstün Akmen /S. 38
SÖYLEŞİ: Bursa'da Aynaya Baktık, Kendimizi Gördük! Pınar Erol /S. 42
pe
İZLENİM: Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Bursa'da Buluştu Figen Adıgüzel /S. 45
ELEŞTİRİ: "... Derin Suların Özeti" Pınar Şenel /S. 46
ELEŞTİRİ: Semaver Kumpanya'nın "Murtaza"sı Nihat Alptekin /S. 48
İZLENİM: B a t ı n ı n Doğu'daki Evi: Diyarbakır Ilgın Sönmez /S. 52
ELEŞTİRİ: Günümüze Büzüştürülmüş Shakespeare: "Hırçın Kız" Üstün Akmen /S. 56
ELEŞTİRİ: "İpin Ucu": Godot'yu Bilip Beklemeyi Sevenler İçin Hüseyin Sorgun /S. 58
ELEŞTİRİ: "Barış"ın Güvercinleri Uçuşuyor izmit'in Sahnesinde Erbil Göktaş /S. 60
ELEŞTİRİ: Tek, Ateş, Kışlalı, Tavityan Açısından Başarılı Bir Çalışma:
" M a d a m Butterfly" Üstün Akmen /S. 62
BU AY SAHNEYE ÇIKANLAR: /S. 65
Abone
pe
cy
a
Olmak
Çok Kolay...
> Editör > Mustafa Demirkanlı
mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr
Alanın ve Dergimiz'in adını taşıyan "Tiyatro Ödülleri", siz bu satırları okurken sahiplerini bulmuş olacak. Dergi'nin Seçici Kurul'un oluşumuna bile dahli olmadığı, sadece önceden belirtilmiş ölçütlerin geçerli olduğu, tüm değerlendirmelerin gerekçeli kararlar ile birlikte belirtilmesi ve tamamının yayımlanması, sanırım herkesi mutlu edecek bir gelişmenin başlangıcı olacaktır. Hem seçici hem seçilen taraftan üyeleri olmayan tek Seçici Kurul olmanın yanı sıra, asıl işlevi oyunları değerlendirmek olan eleştirmenlerden oluşması da ayrı bir zenginlik ve anlam katacaktır ödüllere. Bu ödülleri oluşturmamızdaki amaç, sıraladığımız gerekçelerle sınırlı değil. Bu ödülün ve yapının özendiriciliğini artırarak yeni eleştirmenlerin de yazın dünyasına katılmalarına vesile olmak, eleştirinin olduğu yerde de daha nitelikli ve özenli ürünlerin çıkmasına önayak olmak. Bu sayı biraz, birazın da ötesinde özel bir sayı oldu. Önümüzdeki yıllarda sezon
a
içine sarkmadan, eylül ayında ödülleri açıklamayı ve o sayının da bir önceki sezonun değerlendirmesini oluşturmasını amaçlıyoruz. Bu sayı biraz özel bir sayı
cy
oldu, ama bu sayı da dahil olmak üzere bundan böyle Dergi'nizde çok sayıda oyun eleştirisi, ayrıca kardeş sanat dalı olan opera ve balenin de eleştiri ve
değerlendirme yazılarını bulacaksınız. Bu yıl "Tiyatro Ödülleri", İsviçre Hastanesi'nin Sanat-Edebiyat Ödülleri ile birlikte
pe
dağıtılacak, kendi gecelerine bizi de konuk eden İsviçre Hastanesi'nin Baştabip'i Sayın Kazım Taş'a ve Halkla ilişkiler Müdürü, Oyun Yazarı Sayın Cuma Boynukara'ya
teşekkür ederiz.
> Haberler
ÖDÜLLERİ
HASTANESİ
2 0 0 3
İsviçre Hastanesi'nin Düzenlediği, "2003 Sanat-Edebiyat Ödülleri" Sahiplerini Buluyor. Tiyatro Ödülleri 2003'ün de sponsoru olan İsviçre Hastanesi'nin Sanat-Edebiyat Ödülleri 3 Kasım akşamı Atatürk Kültür Merkezi Konser Salonu'nda gerçekleştirilecek törenle sahiplerini bulacak. Üç ayrı dalda gerçekleştirilen Sanat-Edebiyat Ödülleri'nin Oyun Yazma Jürisi; Ahmet Levendoğlu, Hayati Asılyazıcı, Nesrin Kazankaya, Zuhal Ergen ve Melisa Gürpınar'dan oluşuyor. Aslı Öngören'in "Yel mi Değirmen mi" adlı oyunu birinciliğe değer bulunurken, Jüri Özel Ödülü ise İpek Seyalıoğlu'nun "Bakır Kalkan" ve İlker Köklük'ün "Mendil Alır mısınız?" adlı oyunları arasında paylaştırıldı. Ahmet Oktay, Enver Ercan, Turgay Kantürk, Baki Asiltürk ve Metin Cengiz'den oluşan jüri; Şiir Ödülü'nü Kadir Aydemir'in "Dikenler Sarayı" adlı dosyasına verirken. Jüri Özel Ödülü'nü ise Derya Çolpan'ın "Kırık Su Saati" adlı dosyasına verdi. Zeki Ökten, Rutkay Aziz, Vecdi Sayar, Macit Koper ve Raşit Çelikezer'den oluşan senaryo yarışmasının jürisi birincilik ödülünü üç senaryo arasında paylaştırdı: İrfan Saruhan'ın "Arabesk Dünya", Berna Şeker'in "Adada Yırtma Yapıştırma" ve Çağdaş Turan'ın "Havada Bulut Yok".
BBT'de Genç Sanatlar Atölyesi ve Çocuk Gençlik Kulübü Bakırköy Belediye Tiyatroları (BBT) Kartaltepe Kültür Merkezi'nde (Altan Erbulak Sahnesi) "Genç Sanatlar Atölyesi" başlığı altında bir çalışma başlatıyor. Proje, halen üniversitelerin sanat bölümlerinde okuyan genç sanatçı adaylarını bölgenin ve kentin genç izleyicisi ile buluşturmayı hedefliyor. Bir kültür evi anlayışı doğrultusunda hayata geçirilen Genç Sanatlar Atölyesi merkezinde, sanatın her dalından öğrenciler, sezon boyu eğitsel ve sanatsal çalışmalarıyla genç izleyicilerin karşısında olacak.
a
İSVİÇRE
27 Mart'ta BBT'de Büyük Şenlik: Sezon süresince sürdürülen bu çalışmalar yazın açık havada gerçekleştirilecek bir şenlik çerçevesinde bölge ve kent halkıyla buluşacak. Bu hedef doğrultusunda ilk olarak 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde tüm üniversite sanat birimlerinin katılımıyla ortak bir proje geliştirilecek. Bu proje, 27 Mart 2004'te Yunus Emre Kültür Merkezi'nin sergi, sinema ve tiyatro salonlarının ev sahipliği yapacağı bir şölen kapsamında izleyicilerin beğenisine sunulacak. Ayrıca üniversite sanat birimlerinin öğretim görevlileri, belli aralıklarla Genç Sanatlar Atölyesi'nde konferans, panel, seminerlerle genç sanatçı adaylarına birikimlerini aktaracaklar.
pe cy
ÖZEL
BBT Çocuk-Gençlik Kulübü: BBT, tiyatro sanatını geleceğe taşıyacak gençlere ve çocuklara yönelik hizmet verecek BBT Çocuk-Gençlik Kulübü'nü uzun bir aradan sonra yeniden hayata geçiriyor. Yarının tiyatrocu adaylarını olduğu kadar nitelikli seyirci adaylarını da yetiştirmeyi amaçlayan BBT Çocuk Gençlik Kulübü'nde; gençlere ve çocuklara yönelik tiyatro tarihi, tiyatro teorisi, oyunculuk pratiği, doğaçlama, diksiyon, dramaturgi, müzik, dans dersleri deneyimli sanatçılar tarafından verilecek.
Müjdat Gezen Yıllar Sonra, Seyircisiyle Sahnede Tekrar Buluştu
Yıllar sonra sahneye çıkan M ü j d a t Gezen, kendi adını verdiği tiyatrosu " M ü j d a t Gezen Tiyatrosu"nda tek kişilik gösterisi "İtiraf Ediyorum" ile seyircisiyle buluşuyor. M ü j d a t Gezen, kendi yazdığı, yönettiği oyunu ve tiyatro ile ilgili görüşlerini seyirciye yönelik yazdığı kısa m e k t u p t a anlatıyor: "Sevgili Seyircim... Sahneye ilk adımımı 1953 yılında attım. Anneme ilk kazandığım parayı 1960 yılında götürdüm... Sizlere özgün bir oyun hazırladım. Bugüne değin yapılanlara özenmeden, öykünmeden, özgün, içimden geldiği gibi bir "meddah" gösterisi olacak bu. Seveceğinizi umuyorum. 50 yılda başımdan geçenleri sizinle paylaşmak istedim. Sizlerle birlikte zaman zaman eski yıllara uzanıp, oradan bir sıçramayla günümüze geleceğiz. Tek kişilik gösterilere, kimi zaman "stand-up" diyorlar. Geleneksel Türk Tiyatrosu'nda tik kişinin yer aldığı gösterilere "meddah" denir. İsim biraz eski ve sıkıcı olduğundan, siz istediğinizi söyleyebilirsiniz. Sonuç aynı. Biri oynuyor, ötekiler bakıyor, o kadar. Tabii bakmadan bakmaya fark var ve siz bu farkı iyi bilirsiniz. Sevgi ve saygıyla... Müjdat Gezen
a
pe cy
> Ödül Yönetmeliği
Nasıl Bir Seçici Kurul? "Doğru oluşumun" tek anahtarı ise "icracılar havuzu"yla bağlantısız, yalnızca eleştirmenlerden oluşan bir Seçici Kurul'dur. Tiyatro eleştirmeni, tiyatro ürününü "değerlendirmeyi" uğraş edinmiş kişidir. Değerlendirmenin bir uzantısında (eleştiri yazmakta) nasıl o varsa, öteki uzantısında da (ödül seçimi yapmakta) yine onun var olması en doğal durumdur. Eleştirmen ayrıca, oyun eleştirisinde olduğu gibi, ödül seçiciliğinde de seçimini gerekçelendirmek durumundadır ve bu yanıyla da, ödüller açısından büyük önem taşıyan bir başka gerekliliği yerine getirir.
Ödül Modeli Bir sezonda en az 6 (altı) eleştiri yazısı yayımlamış olmak.
a
Ödüllerin Seçici Kurul'u, söz konusu tiyatro döneminde eleştirmenlik uğraşını çeşitli gazete ve dergilerde sürdürmüş kişilerden oluşur. Eleştirilerini aylık dergilerde yayımlayanlar yıl boyu kısıtlı sayıda katkıda bulunabildiklerinden, bir sezon boyunca 6 (altı) eleştiri yazısı yayımlamış olmak, katılım için yeterli sayılır...
pe cy
Bir sezonda sahnelenmiş oyunların en az yarısını izlemiş olduğunu deklare etmek. Katılacak eleştirmenlerden, sezon boyu sahnelenmiş tüm oyunların yarısından fazlasını izlemiş olduklarını "deklare
Seçici
etmeleri" beklenecektir...
Kurul üyelerinde sayı sınırlaması yoktur.
Dergi'nin, koşullara uygunluğuyla belirleyip, değerlendirmeye katılmaya çağıracağı eleştirmenlerin yanı sıra, ölçütlere uyan her eleştirmen, kendi başvurusuyla Seçici Kurul'a katılabilir... Değerlendirme.
Tiyatro dönemi bitiminde her bir Seçici Kurul üyesi, on kategorideki birer adayını belirleyip gerekçeli kararlarını içeren sezon değerlendirmesi niteliğindeki yazısını Dergi'ye iletecektir. Bu katkıyı yerine getiren eleştirmenlerin Seçici Kurul toplantısı yapmaları söz konusu olmayacak; Dergi, gelen değerlendirmeler üzerinden yapacağı puanlama ile her kategorinin birincisini belirleyecektir. (Eşitlik durumunda ödül paylaştırılmış kabul edilir. Eşitlik durumu için adayların en az iki oy almış olması gerekir.) Değerlendirmeye hangi oyunlar dahil edilebilir?
Değerlendirmeye girecek oyunların İstanbul'da sahnelenmiş olmaları esas alınır. İstanbul dışından turneye gelmiş oyunlar da değerlendirme kapsamındadır. Amatör tiyatroların ürünleri de değerlendirmeye alınabilir. V Değerlendirme hangi tarihleri kapsar? Değerlendirmeye girecek oyunlar, her tiyatro sezonunun 1 Ekim ile 15 Haziran tarihleri arasında (Sezonun son oyunlarını da değerlendirebilme amacıyla bu tarih belirlenmiştir) sahnelenen oyunlar olacaktır. Değerlendirmelerin hepsi yayımlanır mı? Tiyatro... Tiyatro... Dergisi, tüm Seçici Kurul üyelerinin değerlendirmelerini, ödüllerle birlikte Dergi'de yayımlayarak açıklar. Ödül töreni tarihi ayrıca duyurulur. Ödüllerin maddi karşılığı var mıdır? Ödüllerin parasal karşılığı yoktur. Ödül sahipleri heykelcik ya da plaket ile ödüllendirilir. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi değerlendirmeye katılır mı? Hayır. Sadece puanlama ve yayımlama sorumluluğunu üstlenir, ancak; Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Yayın Kurulu, Seçici Kurul'ca belirlenen ödüllerin dışında, tiyatroya verilmiş önemli emek ya da destekler için kişi ya da kuruluşları onurlandırmak isterse, bunu "ödül" adı altında değil, "teşekkür plaketi" adı altında gerçekleştirir. Bu ödül kategorilerinin tamamen dışındadır. Not: İtalik ve altı çizili bölümler sonradan ilave edilmiş olup, 2003-2004 sezonundan itibaren geçerlidir. ©
Tiyatro Ödülleri / 2003 <
YILIN YAPIMI "Ayaktakımı Arasında" İstanbul Devlet Tiyatrosu YILIN YÖNETMENİ Mustafa Avkıran "Ayaktakımı Arasında" - İstanbul Devlet Tiyatrosu YILIN ERKEK O Y U N C U S U M e h m e t Ali K a p t a n l a r "Sonsuz D ö n g ü " - Tiyatro Stüdyosu Sürmeli - İstanbul
"Ayaktakımı
Ali Arasında"
"Ayaktakımı
Payidar Tüfekçioğlu Arasında" - İstanbul Devlet Tiyatrosu
cy a
Devlet Tiyatrosu
YILIN KADIN OYUNCUSU Hikmet Körmükçü - İ s t a n b u l B. B. Şehir T i y a t r o l a r ı
"Merakî"
YERLİ O Y U N YAZARI Berkun Oya "Op'la Z o ' n u n D r a m ı " - Krek Tiyatro T o p l u l u ğ u
pe
YILIN
YILIN ÇEVİRMENİ Z e y n e p Avcı "Ermişler ya da G ü n a h k â r l a r " - Oyun A t ö l y e s i Ahmet Levendoğlu "Sonsuz D ö n g ü " - Tiyatro Stüdyosu YILIN "Ayaktakımı
SAHNE TASARIMCISI Afi Cem K ö r o ğ l u Arasında" - İstanbul Devlet Tiyatrosu
YILIN "Ayaktakımı
GİYSİ TASARIMCISI Ali Cem K ö r o ğ l u Arasında" - İ s t a n b u l Devlet
Tiyatrosu
YILIN "Ayaktakımı
IŞIK T A S A R I M C I S I Yüksel Aymaz Arasında" - istanbul Devlet Tiyatrosu YILIN
"Ayaktakımı
OYUN MÜZİĞİ Cenap Oğuz Arasında" - İstanbul Devlet Tiyatrosu
> YILIN YAPIMI
pe
cy
a
> Ayaktakımı Arasında / İstanbul Devlet Tiyatrosu
Ayaktakımı Arasında
Tiyatro: istanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Maksim Gorki Çeviren: Vâ-Nû Yöneten: Mustafa Avkıran Sahne-Giysi Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Müzik Tasarımı: Cenap Oğuz Koreografi: Övül Avkıran Oynayanlar: Macit Sonkan, Müge Arıcılar, Güneş Hayat, Özgür Erkekli, İsmail Hakkı Sunat, Murat Karasu, Gülen Çehreli, Merih Atalay, Ayşe Tunaboylu, Ergun Akvuran, Payidar TüfekçioğluAli Sürmeli, Alptekin Serdengeçti, Engin Cezzar, Kemal Topal, Saydam Yeniay, Ö. Hüsnü Tura Müzisyenler: Edward Aris, Umut Pelit, Kağan Yıldız , Oylum Karakaş, Beyza Yina. >10
"...İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun, bu kotarılması zor oyunu, özverili yapımcılığıyla repertuvarına alması öncelikle kutlanacak bir davranış biçimi." (Üstün Akmen) "...Maksim Gorki'nin oyununun insancıl ancak gerçekçi bildirisi, evrensellik boyutuna yükseltilerek, eksiksiz birtakım olma bilinciyle, belleklerde derin izler bırakacak biçimde verilmektedir." (Hasan Anamur) "...Tüm bu artılarla işe koyulan ekibin yorumu ise, öncelikle metnin çarpıcılığının öne çıkmasını sağlayan, kaliteli bir prodüksiyonun tüm gereksinimlerine özenilmiş, tiyatro izlemenin keyfine vardıran bir çalışma." (Nermin Sayın) "Oyun-seyirci buluşmasını sağlayan tüm ögeleriyle (yönetmen, oyuncu, sahne ve giysi tasarımı, ışık, müzik) kusursuz bir yorum ve prodüksiyon." (Seçkin Selvi) "Yabancı oyunlar Türkiye'de sahnelenirken, genelde kültürel şartlar unutulur. "Ayaktakımı Arasında", bu unutkanlığa düşmemiş, mevcut gerçekler göz önüne alınarak sahnelenmiştir." (Hüseyin Sorgun)
cy
pe a
> YILIN YÖNETMENİ
Mustafa Avkıran
pe
1979-1983 yılında M. S. Ü. Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nü bitirdi, 1986-90 yılları arasında aynı okulda yüksek lisansını tamamladı. istanbul, Van, Ankara, Antalya, Bursa ve Trabzon Devlet Tiyatroları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatrosu, 5. Sokak Tiyatrosu, Özel Tiyatro ve Akzent Theater'da çeşitli oyunlar yönetti. Yönettiği oyunlardan bazıları: "Ayaktakımı Arasında", "Bu Bir Rüyadır", "Seven Kalp Böyle Yanar", "Troilos ile Kressida," "Dumrul ile Azrail"...
cy a
> Mustafa Avkıran / "Ayaktakımı Arasında"
1983 yılından beri oyunculuk da yapan Avkıran, çeşitli film ve dizilerde de rol almıştır. "Sokaktaki Adam" (1985), "Cumhuriyet" (1998), "Kayıkçı" (1988) ve "Hayatın Tek Yolculuğu" (2000) rol aldığı sinema filmleridir. 1986 yılından beri on'u aşkın dizide de rol alan Avkıran, son olarak "Kınalı Kar"da oynamaktadır.
Övül Avkıran ve Naz Erayda ile birlikte 5. Sokak Tiyatrosu'nu kurmuş olan Avkıran'ın aldığı ödüller şöyledir: SİYAD En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu (1995 İstanbul), Altın Portakal En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (1995, Antalya), İsmet Küntay En iyi Yönetmen (1994, İstanbul), Sanat Kurumu Övgüye Değer Yönetmen (1993, Ankara), Afife Tiyatro Ödülleri En Başarılı Yönetmen (2003, İstanbul) >12
"Mustafa Avkıran, Ali Cem Köroğlu ( D e k o r - Kostüm), Yüksel Aymaz (Işık), Cenap Oğuz (Müzik) gibi yaratıcıların farklı bileşenlerini öyle güzel bir araya getirmiş ve de öylesine bir eşgüdüm sağlamış ki, şaşırtıcı bir reji çıkmış ortaya." (Üstün Akmen) "Mustafa Avkıran, son dönem denemelerinin yanı sıra, "Ayaktakımı Arasında"yı sahneye koyuşundaki üstün yaratıcı güçle ve sağladığı takım bütünlüğüyle "yılın yönetmeni" ödülünü, kanımca, hak etmiştir." (Hasan Anamur) "Avkıran rejilerinde hep hissedilen bütünlükçülüğü, en ince ayrıntıya kadar koruyan bir çalışma "Ayaktakımı Arasında". Hazırlanıştaki titizlik dikkat çekmeyecek gibi değil." (Nermin Sayın) "...Mustafa Avkıran, soyutla somutu kaynaştırarak "Ayaktakımı Arasında"nın dünyasını tüm gerçekleri ve sorunlarıyla güncellikle ve evrensellikle bütünleştiren bir yorum getirdi. Tiyatro alanında dünya klasiklerinden biri olan "Ayaktakımı Arasında", Avkıran'ın yorumuyla bize Gorki'nin ustalığını yansıtırken, çağdaş tiyatronun tüm çeşnilerini de tattırdı." (Seçkin Selvi)
YILIN KADIN OYUNCUSU <
pe
cy
a
Hikmet Körmükçü / "Meraki" <
"...Hikmet Körmükçü, fiziksel biçimlendirme sürecinin başlangıcında, yaratıcı duygularını a k t a r m a k için her şeyi ama her şeyi, sözcük kullanımını, jestlerini, hareketlerini, aksiyonunu, yüz ifadesini kullanmada bu oyunda da ölçüsüz, hatta savurgandı(l). Bu oyunda bir kez daha anladım ki. Hikmet K ö r m ü k ç ü ' n ü n içinde hissettiklerinin t ü m ü n ü şu ya da bu şekilde dışsallaştırabilme sevdasıyla yararlanmayacağı hiçbir araç y o k t u r . Her bir tekil anı fiziksel biçime sokmada gene insanı şaşırtacak kadar çok yol ve araç kullanıyordu, bir tekil anı fiziksel biçime sokmada gene insanı şaşırtacak kadar çok yol ve araç kullanıyordu." (Üstün Akmen) "... Yıllardır aynı tazelikte, aynı canlılıkta ve aynı heyecanda sahneye çıkma becerisi, ardıllarına büyük bir miras. M u z i p , d i n a m i k ve eğlenceli oyunculuğuyla Körmükçü'ye nice oyunlar d i l i y o r u m . "
(Hüseyin Sorgun)
Hikmet Körmükçü İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Koleji'ni bitirdikten sonra 1972 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'na yevmiyeli sanatçı olarak girdi. 1975'te kadroya alındı. 2003 yılına kadar çocuk oyunları dahil 80 oyunda görev alan sanatçının rol aldığı oyunlardan bazıları şöyle: "Yaprak Dökümü", "Bahar Noktası", "Yerma", "Godot Geldi", "Dallar Yeşil Olmalı", "İki Efendinin Uşağı", "Güz Bitiminde Moliere", "Tarturfe", "Münevverin Hasb-ı Hali" (Tek Kişilik oyun), "Aşk Hastası", "Woyzeck", "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım", "Kurbağa Prenses" (Ç.O), "Polyanna" (Ç.O), "Dilek Dağı". "Sanatçı Güneşin Oğlu" adlı çocuk oyununu da yönetti. Aldığı ödüllerden bazıları: 1988 Ulvi Uraz "Dallar Yeşil Olmalı" Yılın En İyi Kadın Oyuncusu 1988 Avni Dilligil "Binbir Gece Masalları" Jüri Özel Ödülü 1993 Avni Dilligil "Tartuffe" Yardımcı Kadın Oyuncu 2002 Afife Tiyatro Ödülleri "Sarıpınar 1914" Müzikal-Komedi En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu 2003 Afife Tiyatro Ödülleri "Merakî" En iyi Müzikal-Komedi Kadın Oyuncu
>13
> YILIN ERKEK OYUNCUSU
cy
a
> Mehmet Ali Kaptanlar / "Sonsuz Döngü"
pe
Mehmet Ali Kaptanlar
1983'te M. S. Ü. Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nü bitirdi. Aynı yıl İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda göreve başladı. 19931995 yılları arasında Antalya Devlet Tiyatrosu'nda geçici görevle yer aldı. İstanbul Devlet îiyatrosu'na döndü ve halen oradaki görevine devam etmektedir. Ayrıca 1999 yılından bu yana Tiyatro Stüdyosu'nda da görev almaktadır. Görev aldığı oyunlardan bazıları: "Kadı", "Hamlet" (Antalya Devlet Tiyatrosu), "İvan Ivanoviç Var mıydı Yok muydu?" (Bakırköy Belediye Tiyatrosu), "Getto" (Tiyatro Ti), "Limon", "Macbeth", "Budala", "Jan Dark", "Oresteia", "Julius Ceasar", "Sevgili Doktor", "Ah Şu Gençler", "Atçalı Kel Mehmet", "Fırtına", "Arturo Ui'nin Önlenebilir Tırmanışı", "Efrasiyab'ın Hikayeleri", "Kral Lear" (İstanbul Devlet Tiyatrosu) Ödülleri: "Sevgili Doktor", "Ah Şu Gençler" 1985 Avni Dilligil Jüri Özel Ödülü
> 14
Tiyatro Stüdyosu ile; "Bağla Şu işi" 1999 Avni Dilligil En Başarılı Erkek Oyuncu (Payidar Tüfekçioğlu ile birlikte.) "Dünyanın Başkenti- Speer" 2001 Sadri Alışık En İyi Erkek Oyuncu (Nihat İleri ile birlikte.) "Sonsuz Döngü" 2003 Afife Tiyatro Ödülleri En Başarılı Erkek Oyuncu
"Gözlerinin ve yüzünün incelikli ifade araçlarından olabildiğince yararlanarak, sesini, tınılarını, sözcüklerini, tonlamalarını, konuşmalarını kullanmayla işe koyulmuş. Sözcüklerin altında ve arasında yüz ifadesinin, gözlerinin ve damak sesleriyle başlayan sözcükleri doğrudan çıkarmayarak, heceleri yineleyerek hiç aşırıya kaçmayan psikolojik duraklamaların yardımıyla Turing karakterinde aktarabileceği yeni olgular bulmuş. Defalarca kutlanacak bir oyunculuk gösterisi." (Üstün Akmen) "Tiyatro sahnesinde, bir bilim adamını, bütün yönleriyle anlatan bir belgesel oyunda (özyaşam öyküsünü böyle tanımlıyorum) bu soy karakterlerin betimlenişinde, ruhbilimsel yönlerinin ortaya çıkarılmasıyla, "Alan Turing" yorumu bir oyunculuk olayıdır." (Hayati Asılyazıcı)
YILIN ERKEK OYUNCUSU <
pe cy
a
Ali Sürmeli / "Ayaktakımı Arasında" <
"'Ayaktakımı Arasında' gıpta edilesi b i r t a k ı m oyunculuğuyla sahneye taşınmış. Bütün karakterlerin ayrıntılı olarak işlendiği oyunda her oyuncu, bir yandan kendi rolünü incelikle işlerken ö t e yandan son derece uyum içinde bir t a k ı m çalışmasını gerçekleştirerek başarıya ulaşıyor. Her karakterin oyun içindeki yerini belirleyen ve k i m l i ğ i n i açıklayan b ö l ü m l e r d e , o karakteri canlandıran oyuncu bir baş rol oynasa da, "Ayaktakımı Arasında" gerçek bir t a k ı m o y u n u . " (Seçkin Selvi) "'Ayaktakımı Arasında'da, belki de bir aktör için oynaması en kolay ve aynı zamanda en zor rolü oynadı Sürmeli. Gözden düşmüş bir oyuncuyu, alkolik bir aktör eskisini. "Yılın Erkek Oyuncusu" Ali Sürmeli'nin y o r u m u n d a ağda y o k t u , abartı y o k t u , oyunculuk vardı... " (Nermin Sayın)
Ali Sürmeli 1959'da Karlıova'da doğdu. 1976'da Bursa AVP kursuna katıldı ve 1979 yılına kadar çeşitli oyunlarda görev aldı. 1980 yılında M.S.Ü. Devlet Konsenvatuvarı Tiyatro Bölümü'ne girdi. 1981 yıl nda elenip atıldı, 198182 döneminde tekrar okula döndü. Aynı yıl Dostlar Tiyatrosu'na katılan Sürmeli "Galilei Galileo" ve Asiye Nasıl Kurtulur" oyunlarında görev aldı. "Deli İbrahim", "Kurban", "Akvaryum" ve "Mustafa" (Ç.O.) Adana Devlet Tiyatrosu'nda sahneye çıktığı oyunlar. Daha sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda çalışmaya başlayan Sürmeli'nin İ.D.T.'de oynadığı oyunlarından bazıları: "Yedi Kocalı Hürmüz", "Ü<; Kuruşluk Opera", "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz", "Abdülcanbaz", "Patron", "Ayaktakımı Arasında". Sinema filmleri: "Mavi Sürgün", "Babam Askerde", "Karışık Pizza", "Düş, Gerçek Bir de Sinema", "Filler ve Çimen", "Kaçıklık Diploması", "Son", "Banka" ve "Geçiş". Çeşitli dizilerde de rol alan Ali Sürmeli'nin kazandığı ödüller: İsmail Dümbüllü, Ulvi Uraz, Antalya Altın Portakal, Ankara Uluslararası Film Yarışması, ÇASOD ve Film Eleştirmenleri ve Yazarları ödülleridir.
>15
> YILIN ERKEK OYUNCUSU
pe
cy a
> Payidar Tüfekçioğlu / "Ayaktakımı Arasında"
Payidar Tüfekçioğlu
1962 yılında İzmir'de doğdu. İlkokulu Manisa ve Salihli'de, ortaokul ve liseyi Alanya'da tamamladı. Tiyatroyla lisede Yaşar Kemal'in "Teneke" adlı oyununda Kaymakam rolüyle tanıştı. Edebiyat öğretmeninin desteği ile Antalya'da açılan Konservatuvar sınavına girip kazanarak tiyatro eğitimine başladı.1983-84 döneminde mezun olduktan sonra aynı yıl Bursa Devlet Tiyatrosu'nda stajyer sanatçı olarak görev aldı. Daha sonra sırasıyla istanbul ve 1993 yılında Antalya Devlet Tiyatrosu'nun kuruluş kadrolarında 8 yıl çeşitli oyunlarda oynadı. 2000 yılında İstanbul D.T. kadrosuna geçti ve halen bu tiyatroda oynamaktadır. Görev Aldığı Oyunlar: "Yaprak Dökümü", "İkizler", "Bedel", "Mavi Pullu Balık" (Bursa Devlet Tiyatrosu)
"Oyunlarla Yaşayanlar", "Macbeth", "Bebek Uykusu", "Afife Jale" (İstanbul Devlet Tiyatrosu) "Mahmut ile Yezida", "Taziye", "Barış", "Kadı", "Misafir", "Danton'un Ölümü" (Antalya Devlet Tiyatrosu) "Bağla Şu işi" (Tiyatro Stüdyosu) "Haydutlar", "Efrasiyabın Hikâyeleri" ve son oyunu "Ayaktakımı Arasında" (İstanbul Devlet Tiyatrosu) > 16
"'Ayaktakımı Arasında' adlı oyunda. Payidar Tüfekçioğlu m ü k e m m e l bir oyunculuk sergiledi. O kadar rolüyle yüzleşmişti ki, aynı sahneyi paylaşan arkadaşları ve salondaki bizler, onun anlattıklarına gülmekten kendimizi alamıyorduk. Aynı tempoda başladığı o y u n u , sonuna dek g ö t ü r e b i l d i . " (Hüseyin Sorgun) "'Ayaktakımı Arasında' gıpta edilesi b i r t a k ı m oyunculuğuyla sahneye taşınmış. Bütün karakterlerin ayrıntılı olarak işlendiği oyunda her oyuncu, bir yandan kendi rolünü incelikle işlerken ö t e yandan son derece uyum içinde bir t a k ı m çalışmasını gerçekleştirerek başarıya ulaşıyor. Her karakterin oyun içindeki yerini belirleyen ve kimliğini açıklayan b ö l ü m l e r d e , o karakteri canlandıran oyuncu bir baş rol oynasa da, "Ayaktakımı Arasında" gerçek b i r t a k ı m o y u n u . " (Seçkin Selvi)
YILIN YERLİ OYUN YAZARI <
pe
cy
a
Berkun Oya / "Op'la Zo'nun Dramı" <
"Genç yazar Berkun Oya, dilin sözcüklere dökemediğini anlatmış. Deneyimlerle elde edilecek kimi kusurları, eksikleri, eksiklikleri g ö r m e z d e n gelirsek başarmış da... Absürd t i y a t r o yapacağım diye, sözü t i y a t r o m e t n i n d e n çıkartmayı aklının ucundan bile geçirmemiş. Aksine, dilin sözcüklere dökemediğini anlatmayı yeğlemiş." (Üstün Akmen) "Oya'nın olayları sahneye taşıma biçimi ve t e m a t i k unsurları ustalıklı bir biçimde bir araya getirmesindeki ustalık hayranlık uyandırıcı. Türk Tiyatrosu'nun böylesi genç yeteneklerin t i y a t r o azmine çoook ihtiyacı var." (Hüseyin Sorgun)
Berkun Oya Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü mezunu olan Berkun Oya, 1999 yılında Krek Tiyatro Topluluğu'nu kurdu. Halen topluluğun Genel Direktörlüğü'nü sürdürmektedir. Krek Tiyatro Topluluğu adı altında bugüne kadar yazarlığını ve yönetmenliğini üstlendiği oyunlar: "Eller Yukarı Bu Bir Oyundur" (1999) "Pasta ve Telaş" (2000), "Anne Bitti" (2001) "Adam Yiyen Adamlar" (2001) "Op'la Zo'nun Dramı" (2002) "Adam Vuran Adamlar" (2003) 2002 yılında TRT'de yayınlanan "Şapkadan Babam Çıktı" adlı televizyon dizisinin senaryosunu yazmıştır. Ödülleri: 2002 Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri Umut Veren Tiyatro Topluluğu "Krek Tiyatro Topluluğu" 2003 İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri Özendirme Ödülü "Op'la Zo'nun Dramı" adlı oyunu ile Berkun Oya
>17
> YILIN ÇEVİRMENİ
> Zeynep Avcı / "Ermişler ya da Günahkârlar"
pe
cy
1947'de doğdu. Kadıköy Kız Koleji'nde, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde (idari Bilimler) ve İstanbul Üniversitesi'nde (Sosyoloji) okudu. 1966-1975 yılları arasında Cumhuriyet, Yeni İstanbul, Hürriyet, Kelebek, Milliyet gazetelerinde, Sipa Press (Paris) ajansında, muhabirlik, röportaj yazarlığı, dış haberler ve magazin servisi şefliği, yazı işleri müdürlüğü gibi görevlerde çalıştı. YAZKO yayınlarında, Yazko Edebiyat ve Yazko Somut Dergileri'nde görev aldı. İngilizce ve Fransızcadan çeviriler yaptı. Yayıncılık yaşamında son olarak Toplumsal Tarih Vakfı'nın üç aylık İstanbul Dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendi. 2000 yılından beri istanbul Bilgi Üniversitesi, iletişim Fakültesinde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Yayımlanmış Kitapları: "Kötü Bir Yaratık" (Öyküler), Yazko Yayınları, 1983; "Ahşap Köşkün Hanımefendisi" (Öyküler), Can Yayınları, 1986; "Bir Kadının Güncesinden Sayfalar", Afa Yayınları, 1989; "Gılgameş" (Oyun), MitosBoyut Yayınları, 1997; "Aşk Meleğinin İşleri" (Öyküler), iletişim Yayınları, 1998; "A'dan Z'ye Abidin Dino" (Biyografi), Yapı Kredi Yayınları, 2000. Sahnelenen Oyunları: "Gılgameş" (Ankara DT-1996, İstanbul Şehir Tiyatroları-2003), "Memo'nun Önlenemez Yükselişi" (Semaver Kumpanya-2003) Sahnelenen Tiyatro Çevirileri: "iki Efendinin Uşağı" (C. Goldoni-Yön: Işıl Kasapoğlu), "Onikinci Gece", "VenedikTaciri", "Kısasa Kısas" (W.Shakespeare-l. Kasapoğlu) "Abelard ve Heloise" (R.Duncan-l. Kasapoğlu), "Molly Sweeney" (Brian FrielI.Kasapoğlu), "Alacaklılar" (A.StrindbergI.Kasapoğlu), "Knepp" (J. GoldenbergI.Kasapoğlu), "Ayrılış" (T. KempinskiI.Kasapoğlu), "Çözüm" (D. Auburn-Yıldız Kenter), "Ermişler ya da Günahkârlar" (A.Horowitz-l.Kasapoğlu), "Kuşlar Meclisi/Simurg" (F. Attar/J.CCarriereI.Kasapoğlu), "Hırçın Kız" (W.Shakespeareİstanbul Şehir Tiyatroları), "Garbo" (T.Kempinski-l. Kasapoğlu) Uyarlama: "Efrasiyab'ın Hikâyeleri" (İhsan Oktay Anar'ın romanından, İstanbul DT) Filme Alınan Senaryoları: "Cahide" (Ziya Öztan), "Ponente Feneri" (Şahin Gök), "Sessiz Çığlık" (Şahin Gök), "İstanbul'da 24 Saat" (Adnan Azar), "Şahmaran" (Zülfü Livaneli), "Tavuk Göğsü Kazan Dibi" (Atıf Yılmaz), "Nihavent Mucize" (Atıf Yılmaz) Ödülleri: Avni Dilligil En İyi Çeviri Ödülü "Abelard ve Heloise", 1997 Ankara Sanat Kurumu Övgüye Değer Oyun Ödülü, "Gılgameş", 1998. >18
a
Zeynep Avcı
"... Zeynep Avcı, yukarıdaki çevirilerinde, farklı nitelikteki metinleri Türkçe olarak başarıyla yaratmış, bu metinleri oyunu sahneleyecek topluluğun anlayışına uygun düşecek, ancak özgün metine de aykırı düşmeyecek biçimde, sahne diline uygun olarak yeniden üretmiştir." (Hasan Anamur) "Aslında Zeynep Avcı çevirileri ve uyarlamalarıyla, "Yılların Çevirmeni" tanımını hak ediyor. "Ermişler ya da Günahkârlar" bu dönemin en yeni çevirisi olduğu için, değerlendirmede onu çıkış noktası olarak alıyorum." (Seçkin Selvi)
YILIN ÇEVİRMENİ <
pe
cy a
Ahmet Levendoğlu / "Sonsuz Döngü" <
"Oldukça zor m o n o l o g ve diyaloglarla iç içe olan m e t n i fevkalade akıcı bir Türkçe'yle aktarmış. Yazarın istediği iletiler seyirciye kusursuz ulaşıyor. Derin İngilizce bilgisi, bu çevirisinde de ince zekâ ve t i y a t r o bilgisiyle birleşmiş." (Üstün Akmen) ".. A h m e t Levendoğlu'nun Türkçe'ye çevirdiği "Sonsuz D ö n g ü " , bana göre çok başarılı bir çeviridir. Y ö n e t m e n , t i y a t r o eğitimcisi, gerçek bir t i y a t r o adamı olarak A h m e t Levendoğlu'nun bu soy çevirilerdeki işçiliği, dilbilgisinden ve t i t i z l i ğ i n d e n kaynaklanmaktadır."
(Hayati Asılyazıcı)
Ahmet Levendoğlu Tiyatro öğrenimi: Royal Academy of Dramatic Art, İngiltere (bitiriş 1969; üstün başarı diploması ile). Tiyatro öğretmenliği: 1971'den bu yana; önde gelen Devlet Konservatuvarları'ndan dördü başta olmak üzere on ayrı eğitim kurumunda (ilki Ankara Devlet Konservatuarı, sonuncusu Koç Üniversitesi). Oyunculuk: 1963'ten bu yana; ilki GenAr Tiyatrosu / "Cephede Piknik", sonuncusu Tiyatro Stüdyosu / "Balkon". Yönetmenlik: 1978'den bu yana; ilki Royal Academy of Dramatic Art / "Antigone" (J. Anouilh), sonuncusu Tiyatro Stüdyosu / "Yaşamın Üç Yüzü". Sanat yönetmenliği: Kuruluşundan bu yana Tiyatro Stüdyosu'nun sanat yönetmenliği. Oyun çevirmenliği: Yedisi sahnelerimizde oynanmış olan dokuz oyun; ilki (Hasan Levendoğlu ile) "Herkesin Sevgilisi - John Patrick (1965), sonuncusu "Sonsuz Döngü" - Hugh VVhitemore (2002). Dergi yazarlığı: (Başlıca) Yeni Gündem, Düşün, Tiyatro... Tiyatro... (1996'dan bu yana sürekli). Kitap editörlüğü: Başlatıp yönettiği Yaşayan Drama tiyatro dizisi. TV-sinema oyunculuğu: "Kırık Hayatlar '85", "Ateşten Günler", "Baharın Bittiği Yer", "Young Indiana Jones", "Yaz Yağmuru" vb. Ödüller: Yönetmen, oyuncu, sanat yönetmeni "uyarlayan" ve çevirmen kimlikleriyle kazandığı ödüllerle (ödül verilmeyen eğitim alanı dışında) tiyatroda uğraş verdiği tüm alanlarda ödül sahibi. >19
> YILIN SAHNE VE GİYSİ TASARIMCISI
cy a
> Ali Cem Köroğlu / "Ayaktakımı Arasında"
pe
"... Ali Cem Köroğlu, dekor yapmamış, sanki ayaktakımı için yepyeni bir dünya yaratmıştı. Sahneyi tümüyle su havuzuyla kaplamış. Ayaktakımı dipte yaşıyor. Yaşadıkları yer aslında belki de bir bataklık. Yılın fevkalade başarılı sahne tasarımlarından biri." (Üstün Akmen) "Ali Cem Köroğlu, "Ayaktakımı Arasında"nın giysi tasarımıyla da, kanımca, bu ödüle layıktır. Sahne tasarımıyla bir bütün oluşturan ve en ufak ayrıntılarına kadar düşünülmüş, yaratılmış ve uygulanmış giysi tasarımı da oyun kişilerinin tek tek toplumsal konumlarını, kişiliklerini, bunalımlarını doğal, ancak çarpıcı bir biçimde vermektedir." (Hasan Anamur) "'Ghetto'daki sahne tasarımıyla Ali Cem Köroğlu." (Hayati Asılyazıcı) "'Yılın Sahne Tasarımcı'sının bana göre kim olduğunu düşünürken, özellikle iki oyun arasında kaldım: "Ayaktakımı Arasında" ve "Bana Bir Şeyhler Oluyor". Neyse ki ikisinin de hazırlayıcısı aynı kişi: Ali Cem Köroğlu." (Nermin Sayın)
Ali Cem Köroğlu 1958 yılında Ankara'da doğdu. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları bölümünden 1985-86 öğrenim yılında mezun oldu. 1987 yılında girdiği Ankara Devlet Tiyatrosu'nda halen dekoratör ve kostüm kreatörü olarak görev yapmaktadır. Sanatçının hem dekor hem kostüm dallarında çeşitli ödülleri bulunmaktadır. >20
"Ali Cem Köroğlu'nun (dekoru diyemeyeceğim) yarattığı ayaktakımı dünyası, daha salona girdiğiniz anda sizi o atmosferin içine sokuyor ve oyun boyunca yönetmenin, oyuncuların ve pek tabii ki yazarın en büyük destekçisi oluyor." (Seçkin Selvi) "Ali Cem Köroğlu İstanbul Devlet Tiyatrosu'na ait Aziz Nesin Sahnesi'ne yerleştirdiği "Ayaktakımı Arasında" dekoru, yeraltı'nı, 'pis'liği, 'zavallı'lılığı, aşağıdakileryukardakiler'i adeta zamansız bir tabloya aktaran 'ıslak' dekoru ile yönetmenin ve metnin ruhunu kavrayan Köroğlu, kavradığını işine yansıtmayı başarabilmiş, hissini seyirciye geçiren mükemmel bir işe imza atmış." (Ilgın Sönmez)
YILIN IŞIK TASARIMCISI <
pe cy
a
Yüksel Aymaz / "Ayaktakımı Arasında" <
"Kusursuz bir tasarım. Yönetmenin yapmak istediği ile müthiş eşgüdüm içinde bir çalışma. Tek gölge yok. Tonlamalar çok iyi." (Üstün Akmen) "Kanımca, 'Ayaktakımı Arasında'nın boğucu ve durağan havasını yansıtan, geniş oyun alanında hemen her oyun köşesinin gerekli ışığı gölge yaratılmadan almasını sağlayan tasarımıyla bu ödülü hak etmiştir." (Hasan Anamur) "Dekorun perspektifini derinleştiren, genel ve lokal ışık geçişleriyle sahne geçişlerini destekleyen ışık tasarımı ve uygulaması çok başarılı." (Seçkin Selvi) " "Ayaktakımı Arasında" adlı oyunun atmosferini hazırlayan unsurlardan bir tanesi de ışık tasarımıydı. Başarıda önemli payından ötürü, Yüksel Aymaz, bu kategorideki adayım." (Hüseyin Sorgun) "... Işığın bu ülkede tiyatronun içinde önemli bir sanat, bütünün tamamlayıcı bir parçası olarak kabul görmesine katkısı büyük. Bir ödül de Dergi'den alsın. Aymaz'da böyle bir ödül de bulunsun! Metin okumadan, prova izlemeden ışık attıranlara bir mesaj olur." (Ilgın Sönmez)
Yüksel Aymaz 1981 yılında İstanbul Devlet Tiyatroları'nda göreve başladı. "Hayaletler Sonatı" (A. Strindberg 1982), "Köprüdeki Adam" (Guy Foissy 1988), "Canlı Yayın" (Guy Foissy 1988), "Savaş Yorgunu Kadınlar" (Nezihe Araz 1992), "Giydirici" (Ronald Harwood 1995), "Kısasa Kısas" (Shakespeare 1998), "Kırmızı Karaağaç" (Bilgesu Erenus 2000), "Çok Geç Olmadan" (Cuma Boynukara 2000), "Ihlamur Ağacı" (Vüsat O. Bener2001) ", "Kırmızı Yorgunları" (Özen Yula 2003), "Ayaktakımı Arasında" (Maksim Gorki 2003) ışık tasarımlarını yaptığı bazı oyunlar. Yüksel Aymaz ayrıca; Ankara Sanat Tiyatrosu, Dilek Türker&Tiyatro Ayna, Tiyatrokare, Tiyatro Fora, Tiyatro Stüdyosu, Enis Fosforoğlu Tiyatrosu, Tiyatro Ti, Düşün Sahnesi, Tiyatro Pera, Ekin Tiyatrosu, Mum Tiyatrosu, Bakırköy Belediye Tiyatrosu, Yeni Tiyatro, Tiyatro Oyunevi, Tiyatro İstanbul, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu ve Kent Oyuncuları'nda da çeşitli oyunlarında ışık tasarımı gerçekleştirdi. Aldığı ödüller: "Oresteia", Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri En İyi Işık, 1992; "Kuvayı Milliye Kadınları", Atatürkçü Düşünce Derneği Atatürk Ödülleri En İyi Işık, 1997; "Kobay", Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri En İyi Işık, 2000; "Kobay", Afife Jale Tiyatro Ödülleri En İyi Işık 2001, "Ayaktakımı Arasında" Afife Jale Tiyatro Ödülleri En iyi Işık 2003.
>21
> YILIN OYUN MÜZİĞİ
pe
cy
a
> Cenap Oğuz / "Ayaktakımı Arasında"
Cenap Oğuz 29.04.1965 yılında İstanbul' da doğdu. Müzik yaşantısı istanbul Belediye Konservatuvar'ı ilköğretim müzik bölümü ile başladı. Daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi Yaylı Sazlar Bölümü'ne devam ederken profesyonel müzik yaşantısına davul çalarak devam etti. Okulda tiyatro bölümü ile başlayan tiyatro ve tiyatroda müzik merakı İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunlarında perküsyon çalmak, oyun müziği beste çalışmaları yapmak, sözlerin müziğini duymak gibi bir akışa yönelttiğini belirten Cenap Oğuz oyun müziği ile Mustafa Avkıran'ın "Prometheus" oyununda buluştu. Son yaptığı sahne müziği çalışması "Ayaktakımı Arasında". >22
"Sahne arkasına yerleştirilmiş beş kişilik küçük orkestrayla verilen ve "Ayaktakımı Arasında"nın havasına katkıda bulunan, psikolojik gerilim anlarını abartısız vurgulayan özgün müziğiyle bu ödüle adayımdır." (Hasan Anamur) "İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda, Mustafa Avkıran'ın sahneye k o y d u ğ u Gorki'nin "Ayaktakımı Arasında" adlı oyundaki müziğiyle Cenap Oğuz." (Hayati Asılyazıcı) "...Mustafa Avkıran rejilerinde, bir oyuncu gibi çalışan müziğe rastlamaya alışığız. Cenap Oğuz'un "Ayaktakımı Arasında" için yarattığı ezgiler de, prodüksiyonun "kimsesizlik d u y g u " s u n u oynadı adeta..." (Nermin Sayın) "Canlı müzik yapılması, müzisyenlerin sahnede hem sürekli var olup, hem de dikkati d a ğ ı t m a d a n perdelenmesi, m ü z i ğ i n g r a f i ğ i ile, o y u n u n g r a f i ğ i n i n ustalıkla paralelleşmesi başarıyı sağlıyor." (Seçkin Selvi)
Tiyatro... Tiyatro... TEŞEKKÜR PLAKETİ <
cy
a
Yılmaz Büyükerşen < Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı
pe
Halkevleri gibi ülkenin kültürel ve sanatsal kurumlarının kapatıldığı bir dönemde, Eskişehir'de "Konser ve Tiyatro Derneği" kurarak, yaşadığı kentin sanat yaşamına ara vermemesini sağlaması; 1959 yılında başkanlığını yaptığı "Türk Devrim Ocakları" bünyesinde bir gençlik tiyatrosu kurarak tiyatro sanatına katkısı; "Gençlik Tiyatrosu" birimini sonradan "Oda Tiyatrosu"na dönüştürmesi; "Oda Tiyatrosu" bütçesini, kendi bulduğu yöntem ile Eskişehir'de yeni kurulan Kan Bankası'na tiyatrocuların ve tiyatro severlerin kanlarını satarak sağlaması; Muhsin Ertuğrul ve Haldun Taner'in desteğini alarak, Eskişehir Belediye Tiyatrosu'nun kurulma aşamasını başlatması; oyuncu adaylarını Devlet Tiyatroları'na ve İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'na eğitime göndermesi; Belediye Tiyatrosu'nun alt birimi olarak "Çocuk Tiyatrosu"nu kurması; 1965 yılında bütçesi 1 Türk Lirası gösterilerek kapatılmasına çalışılan kurulu tiyatroyu arkadaşlarıyla birlikte siyasi otoritenin tüm muhalefetine karşı ayakta tutmayı başarması; tiyatronun yanması ya da yakılması, daha sonra da salonun meclis salonuna dönüştürülmesi üzerine, 1968 yılında Akademi kampüsünde bir tiyatro salonu yaptırtması; 1976 yılında akademi başkanı olunca 1. Türk Tiyatrosu Kongresi'ni düzenlemesi; Anadolu Üniversitesi Kurucu Rektörü olarak, Eskişehir Şehir Tiyatrosu'nun kurulması çalışmalarını başlatması ve takipçisi olması; 2001 yılında Eskişehir Belediye Tiyatrosu'nun perdelerini açmasını sağlaması ve Çocuk Tiyatrosu'nu kurması; 2002 yılında Eskişehir Belediye Senfoni Orkestrası'nı kurması ve "Turgut Özakman Sahnesi"ni açması; Eskişehir Belediye Tiyatrosu'nu % 98'e varan seyirci yoğunluğuna kavuşturması ve kadroyu genişletme çabaları ve 3 yeni sahneyi içerecek Necati Bey Kültür Merkezi'nin tamamlanması için özverili çalışmaları nedeniyle 2003 yılı Tiyatro... Tiyatro... Teşekkür Plaketi Sayın Yılmaz Büyükerşen'e değer görülmüştür. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Yayın Kurulu
Yılmaz Büyükerşen 1936'da Eskişehir'de doğdu. 1962'de Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nden mezun oldu. Aynı yıl Akademi'nin Maliye Kürsüsü'ne asistan oldu. 1966'da doktor, 1968'de doçent oldu ve Akademi Başkan Yardımcılığı'na getirildi. 1973'te profesör oldu. 1976-1980 yılları arasında Akademi Bâşkanlığı'nı yürüttü. "Türkiye için Açıköğretim Modeli" projesi, YÖK Kanunu ve 41 sayılı kanun hükmünde kararname ile Agköğretim Fakültesi olarak uygulamaya kondu. 1982'de Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü'ne getirildi. 1987'de tekrar Rektörlüğe atandı. Yanı sıra "Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu" üyeliği ve kurulun iki dönem başkanlığını yaptı. Rektörlük görevi süresinde, Türkiye ve Televizyon Yüksek Kurulu Başkanlığı, Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı, Uluslararası Maliye Enstitüsü, Avrupa iletişim Enstitüsü üyeliklerinde bulundu. 1994'ten itibaren 3 yıl süreyle Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü yapan Büyükerşen 18 Nisan 1999 seçimlerinde DSP listesinden Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na seçildi. Aynı zamanda Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Türk Delegasyonu Başkanı olan Büyükerşen evli ve iki çocuk, bir torun sahibidir. >23
Üstün Akmen
YILIN YAPIMI: Ayaktakımı Arasında (İstanbul Devlet Tiyatrosu) Maksim Gorki'nin ilk oyunları arasında sayılan "Ayaktakımı Arasında", t i p i k ve klasik bir Gorki yapıtı. Maksim Gorki, bu kere de halkın arasından insanlar seçmiş. Amacı, elbette sistemi eleştirmek. Onları yaşadıkları bataklıkta sistemin birer günahı olarak çizmiş. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun, bu kotarılması zor o y u n u , özverili yapımcılığıyla repertuvarına alması öncelikle kutlanacak bir davranış biçimi. YILIN YÖNETMENİ: Mustafa Avkıran (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Mustafa Avkıran, Ali Cem Köroğlu (Dekor - Kostüm), Yüksel Aymaz (Işık), Cenap Oğuz (Müzik) gibi yaratıcıların farklı bileşenlerini öyle güzel bir araya getirmiş ve de öylesine bir eşgüdüm sağlamış ki, şaşırtıcı bir reji çıkmış ortaya. Eşgüdüm çalışmasını teatral ü r e t i m i n "klavyesi" olarak kullanmış, sahne olarak yeğlediği su havuzundaki bank, t a b u r e ve uzun masayı devreye sokarak, daha rahat kavranabilir kıldığı ö y k ü n ü n açıklama ve y o r u m u işine girişmiş. Rejiyi, eksiksiz, organik bir dizge olarak kurmuş. Her öğe, b ü t ü n içerisinde kaynaşıyor. Hiçbir şeyin rastlantıya bırakılmadığı rejide, b ü t ü n ü n kavranışı kapsamında işlevler üstlenilmiş ve bu üstlenişler yapıyı oluşturmuş. Rejideki başarısının yanına, t a k ı m o y u n c u l u ğ u n u "tesis" e t m e başarısını da eklemiş.
pe cy
1969 -1970 yıllarında Koç Grubu şirketlerinden Koçtaş Ticaret A.Ş.'de, 1971 yılında Ram Dış Ticaret A.Ş.'ne Mali işler Müdürü olarak atandı. 1984 yılında Tekten Dış Ticaret A.Ş.'ne Genel Müdür Yardımcısı olarak geçti. 1995 yılında Cumhuriyet Gazetesi bünyesinde kurulan Medya Tanıtım, Dağıtım, Geliştirme A.Ş.'nin paydaşı, Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü oldu. 1997'de Cumhuriyet Gazetesi Genel Müdürlüğü'nü üstlendi. 2001 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nden ayrıldı, bir süre İstanbul Şehir Tiyatrolarında Medya ve izleyici Koordinatörü, Genel Yayınlar Yönetmeni olarak çalışma yaşamını sürdürdü. Halen Uluslararası P.E.N Kulüpleri Federasyonu Türkiye Merkezi Genel Başkanı.
a
1943 yılında İstanbul'da doğdu. Şişli 19 Mayıs İlkokulu'nu, İtalyan Lisesi ve Ticaret Okulu'nu, İstanbul İktisat Fakültesi'ni bitirdi.
Üstün Akmen, 1963 yılından bu yana yazmakta. Önce "Evrim", "Dönem", "Yeni Ufuklar", "Yeni insan", "Yeni Dergi", "A" gibi dergilerde öykü, poeme-prose ve denemeleri yayımlandı. Sonra "Soyut"ta göründü. 1970'li ve 1980'li yıllarda, ekonomi dergilerinde, "Milliyet", "Güneş" gazetelerinde yayımlanan Türk ekonomisi, dış ticaret, vergicilik konularındaki inceleme yazılarına kendi deyimiyle "edebiyat bulaştırdı".
1988 yılının ilk yarısında "Cumhuriyet Gazetesi"nin "Pazar Yazıları" köşesinde gezi izlenimlerini yazdı. Bu köşedeki yazılarının toplanmasıyla ilk kitabı "Çarşafın Gizlediği Dişilik", Bir öykü kitabı olan ikinci kitabında "Suçsuz Laleler" ise, evrensellik yerine, genellikle parçalanmış bir toplumun tekil öznelerine yer veriyordu. Üçüncü kitabında "Bir Günlük Dost" sanatsal bir şölene dönüştürülen gezilerindeki izlenimleri çok akıcı bir biçimde okura aktaran Akmen, dördüncü kitabı olan "Kör Bakkalın Gözleri"ni ise 'Senfonik Öykü' olarak nitelemektedir.
izleyici koltuğuna konan sahne tozları"ndan 1960'lı yıllarda etkilenen ve o yıllarda "Otağ" ve "Yeni insan" adlı yazın dergilerinde, tiyatro değerlendirmelerine yer verilen Akmen'in, "Nokta" dergisindeki haftalık yorumlarının bir araya getirilmesiyle "... Veee Perdeee..." yayımlandı. Bu yapıtı, "Öyküsel Duygusallık" alt başlığıyla sunulan "Yarim Nereyi Mesken Tuttun" izledi. Bu kitabı, "Üçüncü Zil" başlığını taşıyan ve 2000-2001 sezonu sahne sanatlarıyla ilgili eleştiri ve değerlendirmeleri kapsayan kitabı izledi. 2001-2002 sezonu sahne sanatlarıyla ilgili yazılarını topladığı son kitabıysa Kasım 2002 sonunda yayımlandı ve "Maskenin Öteki Yüzü" adını taşıyor. >24
YILIN ERKEK OYUNCUSU: Mehmet Ali Kaptanlar (Sonsuz Döngü - Tiyatro Stüdyosu) Gözlerinin ve y ü z ü n ü n incelikli ifade araçlarından olabildiğince yararlanarak, sesini, tınılarını, sözcüklerini, tonlamalarını, konuşmalarını kullanmayla işe koyulmuş. Sözcüklerin altında ve arasında yüz ifadesinin, gözlerinin ve damak sesleriyle başlayan sözcükleri d o ğ r u d a n çıkarmayarak, heceleri yineleyerek hiç aşırıya kaçmayan psikolojik duraklamaların yardımıyla Turing karakterinde aktarabileceği yeni olgular bulmuş. Defalarca kutlanacak bir oyunculuk gösterisi. YILIN KADIN OYUNCUSU: Hikmek Körmükçü ( M e r a k î - istanbul B. B. Şehir Tiyatroları) Moliere'in 1673 yılında yazdığı, commedia dell'arte özellikli, müzik ve danslarla süslü bir "comedie-ballet" olan "Hastalık Hastası"nın, A h m e t Vefik Paşa'nın "Merakî" başlıklı uyarlamasından yola çıkarak Ali Taygun y ö n e t i m i n d e başarıyla sahnelenişinde Cariye r o l ü n d e Hikmet Körmükçü vardı. Hikmet Körmükçü, fiziksel biçimlendirme sürecinin başlangıcında, yaratıcı duygularını aktarmak için her şeyi ama her şeyi, sözcük kullanımını, jestlerini, hareketlerini, aksiyonunu, yüz ifadesini kullanmada bu oyunda da ölçüsüz, hatta savurgandı(i). Bu oyunda bir kez daha anladım ki. Hikmet K ö r m ü k ç ü ' n ü n içinde hissettiklerinin t ü m ü n ü şu ya da bu şekilde dışsallaştırabilme sevdasıyla yararlanmayacağı hiçbir araç yoktur. Her bir tekil anı fiziksel biçime sokmada gene insanı şaşırtacak kadar çok yol ve araç kullanıyordu. Suna Keskin (Hisse-i Şayia - Hadi Çaman, Yeditepe Oyuncuları) Suna Keskin, oyun boyunca sürüp giden arzu ateşini t i t i z l i k l e koruyor ve bu ateş karşılığında Faika Hanım'a denk düşen içselliği açığa çıkarıyor. Kişi, bir başka insanın duygularını, bedenini, ruhunu ödünç alabilir ve onları kendininmiş gibi kullanabilir mi? Kırk yıllık tiyatrocu Suna Keskin, Suna Keskin'i kuliste bırakıp, bir güzel Faika Hanım oluyor. YILIN YERLİ OYUN YAZARI: Yılmaz Erdoğan (Bana Bir Şeyhler Oluyor - BKM Oyuncuları) Türkçe'yi iyi kullanıyor, iyi kullanmak bir tarafa, sözcükler arası cambazlığı da başarıyor. Gözlemlerinde yavanlığa, eğretiliğe yeltenmemiş. Yakaladığı konuyu iyi irdeleyip, ince ince işlemiş. Olayları ciddiyetle algılatıyor, ciddi yönlere gülmeceli açıdan eğiliyor. Seyirciye ulaştırmaya çalıştığı ciddiyet, seyircinin aklında olayın k o m i k unsurlarıyla gelişiyor. Seyirci, olaylara gülerken d o ğ r u l u ğ u n u n ya da yanlışlığının bilincine varıyor, kendisine b i r t a k ı m sorular yöneltebiliyor.
Berkun Oya (Op'la Zo'nun Dramı - Krek Tiyatro Topluluğu) Genç yazar Berkun Oya, dilin sözcüklere dökemediğini anlatmış. Deneyimlerle elde edilecek kimi kusurları, eksikleri, eksiklikleri g ö r m e z d e n gelirsek başarmış da... Absürd t i y a t r o yapacağım diye, sözü t i y a t r o m e t n i n d e n çıkartmayı aklının ucundan bile geçinmemiş. Aksine, dilin sözcüklere d ö k e m e d i ğ i n i anlatmayı yeğlemiş. Tiyatronun alanını psikolojik değil, plastik ve fiziksel olarak saptamış. Hal böyle olunca, o y u n u n b i t i m i n d e içimizde uyuyan t ü m çatışmaları, t ü m güçleriyle yeniden geri getirmemizi ve bu güçlere simgesel adlar takmamızı sağlamış. YILIN ÇEVİRMENİ: Ahmet Levendoğlu (Sonsuz Döngü - Tiyatro Stüdyosu) Oldukça zor m o n o l o g ve diyaloglarla iç-içe olan metni fevkalade akıcı bir Türkçe'yle aktarmış. Yazarın istediği iletiler seyirciye kusursuz ulaşıyor. Derin İngilizce bilgisi, bu çevirisinde de ince zekâ ve t i y a t r o bilgisiyle birleşmiş. YILIN SAHNE TASARIMCISI: Ali Cem Köroğlu (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Ali Cem K ö r o ğ l u , dekor yapmamış, sanki ayaktakımı için yepyeni bir dünya yaratmıştı. Sahneyi t ü m ü y l e su havuzuyla kaplamış. Ayaktakımı dipte yaşıyor. Yaşadıkları yer aslında belki de bir bataklık. Yılın fevkalade başarılı sahne tasarımlarından biri. Osman Şengezer ( M u t l u Ol Nâzım - T i y a t r o Ayna) On yıl önce Süha Öztartar'ın bu oyun için yaptıklarını geçmişe gömmüş, bin t a n e yapıldığında ölen birinin dirileceğine ilişkin Hiroşimalı çocuk inancını bu oyundaki sahne tasarımında kullanmış. Sahneyi kaplayan irili ufaklı elli civarında kâğıttan t u r n a . Nâzım Baba'nın bir avuç kül olan ve göze g ö r ü n m e d e n kapıları çalarak imza toplayan o küçük kız için yazdığı şiiri ve Hiroşima'daki Barış Parkı'nda çocukların anısına dikilmiş anıta, gene çocuklar tarafından dünyaya ö z g ü r l ü k ve sonsuz barış taşıması amacıyla bırakılan binlerce kuşu simgelemesi açısından bir yaratıcılık ö r n e ğ i . YILIN GİYSİ TASARIMCISI: Ali Cem Köroğlu (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) K ö r o ğ l u ' n u n kostümleri de oyuna, konuya, d ö n e m i n e fevkalade uygun ve dekor ile uyum içinde. YILIN IŞIK TASARIMCISI: Yüksel Aymaz (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Kusursuz bir tasarım. Y ö n e t m e n i n yapmak istediği ile müthiş eşgüdüm içinde bir çalışma. Tek gölge yok. Tonlamalar çok iyi.
a
YILIN OYUN MÜZİĞİ: Adil Aslan (Kaygusuz Abdal - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Tasarım başarılı. Ozan Çağlayan ile Carlo Domeniconi'nin özgün müziklerine de diyecek yok. Ozan Çağlayan'ın (bağlama ve deyiş), İlker Uçarer (perküsyon) ve M e h m e t Polat'ın (ud) canlı müzikleri de pek güzel.
cy
2002-2003 tiyatro sezonunda elliye yakın oyun seyrettim ve gerek yazılı basında (çoğunluğu "Tiyatro... Tiyatro" dergisinde olmak üzere), gerekse internet (tamamı www.tiyatrom.com sitesinde) ortamında tümünü değerlendirdim, eleştirdim. Sezon oyunları arasında, haklarında çok olumlu notlar düşülen Hakan Altıner ile Şükrü Türen'in yanı sıra, Ayda Aksel ve Arşen Gürzap'ın rol aldıkları, Füsun Günersel'in çevirdiği, Hakan Altıner'in (Tiyatro Kedi'de) yönettiği, Richard Harris'in "Ölümüne Suçlu"sunu tüm çabalarıma karşın, izleyemediğimi açık yüreklilikle itiraf etmeliyim. "Kırmızı Yorgunlarının (Özen Yula) metnini bile okuyamadım. Suç benim, ama n'apayım oldu işte... Dolayısıyla, doğal olarak onları değerlendirmelerime dahil edemezdim, etmedim de! Bir de, 2003-2004 sezonu içinde değerlendirilmesi gerektiğine inandıklarım vardı: Beliz Güçbilmez'in yazdığı, Jülide Kural'in (Ateş Tiyatrosu için) yönetip oynadığı "Frida - Yaşasın Hayat" ve Jeff Baron'un yazıp, Nedim Saban'ın (Tiyatrokare'de) sahneye koyduğu, Erol Keskin ile Yıldıray Şahinler'in rol aldıkları (dekorunu da Duygu Sağıroğlu'nun yaptığı) "Salı Ziyaretleri".
pe
Bazı dallarda bir, bazılarında (Sahne Tasarımcısı, Kadın Oyuncu, Oyun Yazarı gibi) iki değerlendirmem olmasına gelinceee... Bu üç dalda değerlendirme yaparken, seçiciliğim ile duygusallığım, sanki birbirine sırnaştı ya da birbirlerine sarılacaklar gibime geldi, o yüzden. Diğer dallardaki değerlendirmelerimde, içimdeki terazinin bir kefesi kıl payı da olsa, hep öbüründen ağır bastı. Birinci bölüme girenler için, iki aday göstermek suretiyle duygusallığımı içimden kışkışladım, böylece benim dışımda bu seçime katılan eleştirmen-seçicileri sorumluluk paydaşım yaptım. Diğerlerini seçimim sırasında kıl payı mıl payı, hatam varsa, hatama ortak aramayacağıma huzurlarınızda şimdiden söz veriyorum.
>25
YILIN YÖNETMENİ: Mustafa Avkıran (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Mustafa Avkıran, son dönem denemelerinin yanı sıra, "Ayaktakımı Arasında"yı sahneye koyuşundaki üstün yaratıcı güçle ve sağladığı takım bütünlüğüyle "yılın yönetmeni" ödülünü, kanımca, hak etmiştir. Avkıran, son derece yoğun içerikli, çok kişili bir klasik metni, kolayca tragedyaya da, melodrama da, slogan tiyatrosuna da dönüştürülebilecek bir metni, tarihsellik sorununa karşın evrenselleştirerek güncelleştirmeyi başarmıştır.
pe
Prof. Dr. Hasan Anamur
cy
a
YILIN YAPIMI: Ayaktakımı Arasında (İstanbul Devlet Tiyatrosu) Bu yapımda, ilk kez 1902'de Moskova Sanat Tiyatro'sunda Stanislavski tarafından sahneye konan Maksim Gorki'nin oyununun insancıl ancak gerçekçi bildirisi, evrensellik boyutuna yükseltilerek, eksiksiz birtakım olma bilinciyle, belleklerde derin izler bırakacak biçimde verilmektedir. Bu yapım yalnız o dönem Rus toplumuna değil, günümüze de egemen olan kabagüç ile paranın iktidarına dayalı sömürü düzeninin boyutunu, bu dünyanın dibinde yaşamak zorunda kalan ezilmişlerin, "kader kurbanları"nın kişiliklerini, çaresizliklerini, bir doğup bir ölen umutlarını kolaycılığa, aşırılıklara ve abartılara kaçmadan en doğal biçimde vermektedir.
1940 Ankara doğumlu. Saint-Joseph Fransız Lisesi mezunu. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı mezunu. Aynı bölümde asistan, doktor ve doçent oldu. 1982-1991 yılları arasında Uludağ Üniversitesi'nde görev yaptı. Burada Prof. oldu. 1991 yılında Fransa-Tours Üniversitesi'nin Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde konuk Prof. olarak görev yaptı. 1992-2003 yılları arasında Yıldız Teknik Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü'nde kurucu, başkan ve öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1992 yılında Fransız Hükümeti'nin Palmes Academiques Nişanı'na layık görüldü. Uzmanlık alanları: Fransız edebiyatı, imagoloji (imgebilim), çeviribilim, tiyatro (Afife Ödülleri jüri üyesi), futbol. Bu alanlarda 100'ün üzerinde araştırma, kitap, makalesi bulunuyor.
Üye olduğu dernekler: Saint-Joseph Mezunlar Derneği, Çeviri Derneği, Uluslararası Jean Giraudoux Araştırmaları Derneği, P.E.IM. Derneği, Tiyatro Eleştirmenleri Derneği.
>26
YILIN ERKEK OYUNCUSU: Erol Keskin - Yıldıray Şahinler (Salı Ziyaretleri - Tiyatro Kare) Mevsim sonunun beklenmedik bir olayı olarak seyirci karşısına çıkan Jeff Baron'un bu etkileyici oyunu ancak kişisini derinliğine anlayabilen ve yaşayabilen, bu yaşantıyı en doğal biçimde dışa vurabilen oyuncuların harcı bir metne dayanıyor. Erol Keskin, bu oyunda, Nedim Saban'ın doğru yorumu ve Yıldıray Şahinler'in de neredeyse eşit katkısıyla, geleneklerine tutkuyla bağlı, huysuz bir yaşlı Yahudi'nin yaşama bezginlikten, umuda ve sevecenliğe basamak basamak gelişen duygularını ustaca ve doğallığıyla, heyecanlandıran bir biçimde veriyor. YILIN KADIN OYUNCUSU: Arşen Gürzap - Ayda Aksel (Ölümüne Suçlu - Tiyatro Kedi) Richard Harris'in iki kadının bir tür gizli saldırı - savunma savaşı niteliğindeki psikolojik gerilimi iyi ayarlanmış bu metni oyuncularını Ayda Aksel ile Arşen Gürzap'la bulmuş. Bu iki usta oyuncu, son derece doğal ve birbirlerini tamamlar biçimde, bilinçli ve yaratıcı bir oyunculuk sunuyorlar. YILIN YERLİ OYUN YAZARI: İstanbul tiyatrolarında bu yıl oynanan oyunlar arasında, ne yazık ki, bu alanda bir aday belirtemeyeceğim. YILIN ÇEVİRMENİ: Zeynep Avcı (Onikinci Gece, Shakespeare ile Kuşlar Meclisi, Attar - Semaver Kumpanya / Ermişler ya da Günahkârlar, Antony Horowitz - Oyun Atölyesi). Zeynep Avcı, yukarıdaki çevirilerinde, farklı nitelikteki metinleri Türkçe olarak başarıyla yaratmış, bu metinleri oyunu sahneleyecek topluluğun anlayışına uygun düşecek, ancak özgün metine de aykırı düşmeyecek biçimde, sahne diline uygun olarak yeniden üretmiştir. "Kuşlar Meclisi/Simurg"un metin uyarlamasında da emeği geçmiştir.
YILIN SAHNE TASARIMCISI: Ali Cem Köroğlu (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) "Ayaktakımı Arasında"nın sahne tasarımını, Stanislavski tasarımını çağrıştıran bir genel hava olsa da, en ince ayrıntısına kadar gerçekleştiren Ali Cem Köroğlu, kanımca, bu ödülü hak etmiştir. Gerek kullandığı malzemelerle, gerekse bu evreni saran ve yansıtan tek renkle, bu çalışmasında, hem dibe vurmuşluk, bataklığa gömülmüşlük durumunun altını kalın bir biçimde çizmiş, hem de yukarıya, yaşama doğru çıkan uzun merdivenlerle bir çıkış yolu umudu yaratmıştır. YILIN GİYSİ TASARIMCISI: Ali Cem Köroğlu (Ayaktakımı Arasında - istanbul Devlet Tiyatrosu) Ali Cem Köroğlu, "Ayaktakımı Arasında"nın giysi tasarımıyla da, kanımca, bu ödüle layıktır. Sahne tasarımıyla bir bütün oluşturan ve en ufak ayrıntılarına kadar düşünülmüş, yaratılmış ve uygulanmış giysi tasarımı da oyun kişilerinin tek tek toplumsal konumlarını, kişiliklerini, bunalımlarını doğal, ancak çarpıcı bir biçimde vermektedir. YILIN IŞIK TASARIMCISI: Yüksel Aymaz (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Kanımca, "Ayaktakımı Arasında"nın boğucu ve durağan havasını yansıtan, geniş oyun alanında hemen her oyun köşesinin gerekli ışığı gölge yaratılmadan almasını sağlayan tasarımıyla bu ödülü hak etmiştir. YILIN OYUN MÜZİĞİ: Cenap Oğuz (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Sahne arkasına yerleştirilmiş beş kişilik küçük orkestrayla verilen ve "Ayaktakımı Arasında"nın havasına katkıda bulunan, psikolojik gerilim anlarını abartısız vurgulayan özgün müziğiyle bu ödüle adayımdır.
pe
cy a
"Ölümüne Suçlu" /Tiyatro Kedi
>27
pe cy
Günümüz yazarlarından, doğumu Arhavi (Artvin). Kastamonu Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeokudu. 1954'den buyana sanat ve tiyatro yazı ve eleştirileriyle tanındı. Dergi ve gazetelerde yazı işleri müdürlüğü yaptı. Kim Dergisi, Hürvatan, Hareket (1961-1962), Dünya (1963), Akşam (1964-1970), Yön, Ortam, Yeni Ortam (1972-1975) gazetelerinde yazı işleri müdürlüğü yaptı, sanat sayfalarını yönetti. Sinan Yayınevi'ni kurdu, yönetti (1970-1974). Polonya, Sovyetler Birliği, Çekoslovakya, Bulgaristan, Doğu Almanya gibi Doğu Avrupa ülkelerinde tiyatro, bale, müzik dallarında araştırma ve incelemelerde bulundu. Bu dallarda çok sayıda yazı ve incelemeleri yayımlandı. Polonya tiyatrosu üstüne yazdığı yazılardan ötürü, Polonya Kültür Bakanlığı'nın "En İyi Yabancı Tiyatro Eleştirmeni Ödülü'nü aldı (1974).
a
Hayati Asılyazıcı
YILIN YAPIMI: Bahar Noktası (İzmit B. B. Şehir Tiyatrosu) İzmit Belediyesi'nin Şehir Tiyatrosu'nda Can Yücel'in Türkçe'ye değişik boyutla kazandırdığı "Bahar Noktası", bütünüyle en iyi biçimde yorumlanmıştı. Bir Egekomşuluk olgusu böylesine bir söylemle sahneye getirilmesi ayrıcalığını ortaya koyuyordu. Tarih insanların yaşamında "politik" kaygılarla yer almıştır. Ege denizi olayı, tarihin yazamadığını tiyatro diliyle gerçekleştirmişti. Yücel Erten'in yorumu,"Bahar Noktası"na özgü oyunculuğu da ortaya koymuştu. Genç kadronun bu oyunla tiyatroya bir renk, takım oyunculuğuyla yorum, komşu halklar arasındaki insan kavramını bundan daha iyi biçimde ortaya koyacak çözümü de getiriyordu. Oyun, izleyenleri derin saygı içinde bırakan, eğlendirici, eğlendirici olduğu denli düşündürücü yönleriyle de tam bir tiyatro olayıydı. Antik Yunan Tiyatrosu ile Rönesans'ın kurduğu "insancıl köprü"nün sanatla, özellikle tiyatroyla kurulabileceğini bir kez daha gördük. Bu olay, bugüne bir tarihsel yaklaşımdı. İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun bu oyunu, uluslararası bir şenlik oyunudur. "Bahar Noktası", bütün yönleriyle böyle bir değerlendirmeyi hak ediyor.
İstanbul Belediyesi'nde kültür ve sanat danışmanlığı. Şehir Tiyatrosu'nda genel sanat yönetmenliği yaptı (1977-12 Eylül 1980). 12 Eylül'de İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'nca 1402 sayılı yasa ile görevinden alındı. Türk Haberler Ajansı'nda sanat servisini yönetti. Yazko Somut dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı (1982). UNESCO'ya bağlı Uluslararası Eleştirmenler Birliği üyesidir. Arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Türkiye Tiyatro Eleştirmenleri Birliği'nin üç yıldır Yönetim Kurulu'nda görevlidir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Yazarlar Sendikası üyesidir. TYS'de genel sekreterlik ve yönetim kurulu üyeliğinde bulundu. "Glasnost Sonrasında Sovyetler'de Sanat" adlı kitabı yayımlandı (1990). Yazı ve eleştirilerini sürdürmektedir. Halen Akademi istanbul'da Tiyatro, Bale ve Dans Bölümü Başkanlığı yapmaktadır. Sanat yazılarını Cumhuriyet Gazetesi'nde sürdürmektedir. >28
YILIN YÖNETMENİ: Işıl Kasapoğlu (Semaver Kumpanya) Kocamustafapaşa'da bir tiyatro topluluğunu kuran, gençlerle deneyimlileri kaynaştıran, yeni bir tiyatro olarak dikkatleri çeken bu topluluğun yönetmenini, Işıl Kasapoğlu'yu seçiyorum.
YILIN ERKEK OYUNCUSU: Mehmet Ali Kaptanlar (Sonsuz Döngü - Tiyatro Stüdyosu) Tiyatro Stüdyosu'nda, Ahmet Levendoğlu'nun Türkçe'ye çevirdiği ve yönettiği, Hugh Whitemore'un yazdığı "Sonsuz Döngü" adlı oyunda olağanüstü bir başarıyla yorumladığı "AlanTuring" kompozisyonuyla Mehmet Ali Kaptanlar'ı öngördüm. Tiyatro sahnesinde, bir bilim adamını, bütün yönleriyle anlatan bir belgesel oyunda (özyaşam öyküsünü böyle tanımlıyorum) bu soy karakterlerin betimlenişinde, ruhbilimsel yönlerinin ortaya çıkarılmasıyla, "Alan Turing" yorumu bir oyunculuk olayıdır. YILIN KADIN OYUNCUSU: Funda Gönlüşen Gökgücü (Ghetto - Ankara Devlet Tiyatrosu) Ankara Devlet Tiyatrosu'nda geçtiğimiz dönem Joshua Sobol'un yazdığı, Ahmet Necdet'in Türkçe'ye çevirdiği, Erhan Gökgücü'nün sahneye koyduğu "Ghetto" adlı oyunundaki "Chaja" rolündeki oyunu ve yorumuyla Funda Gönlüşen Gökgücü. (Not: Ghetto'yu bu dönem İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda izledik.) YILIN YERLİ OYUN YAZARI: Burada belirtilen başlıkla, böyle bir oyun, 2002-2003 döneminde ramp ışıklarına gelmedi. Ancak, özendirmeye değer olanları da buraya almadım.
YILIN ÇEVİRMENİ: Ahmet Levendoğlu (Sonsuz Döngü - Tiyatro Stüdyosu) Tiyatro Stüdyosu'nun iş Sanat Sannesi'nde ramp ışıklarına getirdiği; Hugh Whitemore'un yazdığı, Ahmet Levendoğlu'nun Türkçe'ye çevirdiği "Sonsuz Döngü", bana göre çok başarılı bir çeviridir. Yönetmen, tiyatro eğitimcisi, gerçek bir tiyatro adamı olarak Ahmet Levendoğlu'nun bu soy çevirilerdeki işçiliği, dilbilgisinden ve titizliğinden kaynaklanmaktadır.
YILIN SAHNE TASARIMCISI: Ali Cem Köroğlu (Ghetto - Ankara Devlet Tiyatrosu) "Ghetto"daki sahne tasarımıyla Ali Cem Köroğlu. YILIN GİYSİ TASARIMCISI: Feyza Zeybek (Düğün ya da Davul - istanbul B. B. Şehir Tiyatrosu) Haşmet Zeybek'in yazdığı, Nurhan Karadağ'ın sahneye koyduğu "Düğün ya da Davul" oyunundaki giysi tasarımıyla Feyza Zeybek. Oyun Anadolu düğün geleneklerinden yararlanılarak "Seyirlik" oyun biçemiyle yazılmış, bu biçemi çok iyi bilen Karadağ tarafından yorumlanmış; ulusal oyun dağarımızın önemli bir oyunu. Oyunun ve geleneksel seyirlik oyun niteliğine uygun başarılı giysi tasarımı gerçekleştirmiş Feyza Zeybek. YILIN IŞIK TASARIMCISI: Özcan Çelik (Gelin ile Kaynana - İstanbul B. B. Şehir Tiyatrosu) Carlo Goldini'nin İstanbul Şehir Tiyatrolarında İtalyan yönetmen Angelo Savelli'nin sahneye koyduğu "Gelin ile Kaynana" oyunundaki ışık tasarımı ile Özcan Çelik.
pe
cy
a
YILIN OYUN MÜZİĞİ Cenap Oğuz (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda, Mustafa Avkıran'ın sahneye koyduğu Gorki'nin "Ayaktakımı Arasında" adlı oyundaki müziğiyle Cenap Oğuz.
"Bahar Noktası" / İzmit Şehir Tiyatrosu
>29
pe
cy
a
YILIN YAPIMI: Ayaktakımı Arasında (İstanbul Devlet Tiyatrosu) 2002-2003, hem nicelik hem de nitelik bakımından eksikli bir sezon olarak tiyatro tarihimizdeki yerini aldı. Ülke koşullarının ve savaş rüzgarlarının bu duruma etkisi tabii ki yadsınamaz; özenilmiş bir prodüksiyonu ortaya koymanın ekonomik zorluğunu ve heves kırıcı diğer birçok etkeni gözönünde bulundurmamak insafsızlık olur. Tüm bu koşulları önümüze koyarak bir değerlendirme yapmak durumunda olduğumuza göre... Son birkaç yıldır olduğu gibi -özel tiyatrolarımız adına iyimser bir değerlendirmeyle 'son birkaç yıldır' diyorum- bu sene de ödenekli tiyatroların hakimiyetindeydi tiyatromuz. Kuşkusuz, öncelikle oyun sayısı anlamında. Ve bence, 2002-2003 sezonunda "Yılın Yapımı" olarak nitelendirebileceğimiz prodüksiyon da, bir ödenekli tiyatrodan, İstanbul Devlet Tiyatrosu'ndan geldi: "Ayaktakımı Arasında". Nedenine gelince... Yıllardır sayısız seyirciyi, farklı farklı yorumlarla çarpan Gorki klasiğinin en büyük gücü tabii ki metni. İDT'nin kullandığı Vâ-Nû Türkçesi de bu gücün zımparalanmadığı bir çeviri. Tüm bu artılarla işe koyulan ekibin yorumu ise, öncelikle metnin çarpıcılığının öne çıkmasını sağlayan, kaliteli bir prodüksiyonun tüm gereksinimlerine özenilmiş, tiyatro izlemenin keyfine vardıran bir çalışma. Reji, elbette oyunculuk, ışık, dekor, müzik ve diğer tüm organlarıyla "Ayaktakımı Arasında", zamanın kıskacından sıyrılmış, çağdaş bir yorum. Ekip çalışmasının güzelliği, ayrıca ekibinin birbirini anlamada ve (oyundan ve birbirlerinden) anladıklarını seyirciye yansıtmadaki başarıları, "Yılın Yapımı "nı yarattı, diyebiliriz.
Nermin Sayın
Nürnberg'de 1978 yılında doğdu. İlk ve ortaöğrenimini İzmir'de tamamladı. 1995 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi iletişim Fakültesi'nden 1999 yılında mezun oldu. Basında çalışmaya, 1996 yılında, bir özel radyoda haber bülteni hazırlayarak başladı. 1997'de girdiği Dünya Gazetesi'nde, 1998-1999 tiyatro sezonundan itibaren oyun eleştirileri yayımladı. 2001'den beri Sarı Basın Kartı taşıyor ve halen Dünya Gazetesi Kültür Sanat Sayfası'nda editör yardımcısı, aylık Dünya Kitap Dergisi'nde ise koordinatör olarak görev yapıyor. Sezon boyunca eleştirilerini Dünya'da, kitap tanıtım yazılarını her ay Dünya Kitap'ta yayınlıyor. Ayrıca, 2002 yılından beri, aylık olarak yayınlanan Ebe Sobe çocuk dergisi için fantastik öykü dizisi "Masalistan"ı kaleme alıyor. Uzun vadede; tiyatromuz ile ilgili arşiv çalışmaları hazırlamayı,çocuk edebiyatıyla ilgilenmeyi sürdürmeyi ve yetişkinlere yönelik öykü çalışmalarını yayınlamayı planlıyor. >30
YILIN YÖNETMENİ: Mustafa Avkıran (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Bir prodüksiyonun iyi olmasının en büyük 'sebeb'i elbette yönetmen. Bu yüzden de, "Yılın Yapımı" olan "Ayaktakımı Arasında"nın mimarı Mustafa Avkıran'ı "Yılın Yönetmeni" olarak anmak istiyorum. Avkıran rejilerinde hep hissedilen bütünlükçülüğü, en ince ayrıntıya kadar koruyan bir çalışma "Ayaktakımı Arasında". Hazırlanıştaki titizlik dikkat çekmeyecek gibi değil. Kuşkusuz, birbirinden yetenekli oyuncularla çalışmak gibi bir şansı var Avkıran'ın. Üstelik oyuncular kadar, en uzunundan en kısasına, roller de çok çarpıcı. Ve tüm bu 'şahane roller'in katılımını, bir orkestra şefinin titizliğiyle dengeleyerek bütünün uyumunu koruyor yönetmen. Ayrıca, Avkıran imzalı oyunlarda mutlaka bir yerlerden çıkıp geliveren ritm duygusu ve koreografi, yine abartılmadan, ama farklılığı ortaya koyarcasına işlenmiş yapıtta. Tüm bunlara ek olarak "Ayaktakımı Arasında"; görkemine rağmen, 'sade' bir prodüksiyon. Ve oyunun da, yönetmenin de başarısı bu kelime de gizli. YILIN ERKEK OYUNCUSU: Ali Sürmeli (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Galiba, en 'zorlu' kategori bu... Aklıma birkaç çok başarılı yorum birbiri ardına geliyor. Tabii ki, yıllar sonra 'Hamlet' Engin Cezzar'ın ustalığını izlemek büyük bir keyif verdi seyirciye "Ayaktakımı Arasında "da. Can Gürzap da, "Bu Adreste Bulunamadı"daki performansı ile kişisel tarihinde anılacak oyunlardan birine imza attı. "Ayaktakımı Arasında"nın genç 'Hırsız Vasili'si ismail Hakkı Sunat; yeteneğini, belli ki rolüne inanarak ve çok çalışarak bilemişti, adını izleyicilerin tümüne öğretti... Hepsini izlemekten gerçekten zevk aldım ama, bence, bu "Yılın Erkek Oyuncusu", Ali Sürmeli. "Ayaktakımı Arasında"da, belki de bir aktör için oynaması en kolay
ve aynı zamanda en zor rolü oynadı Sürmeli. Gözden düşmüş bir oyuncuyu, alkolik bir aktör eskisini. "Yılın Erkek Oyuncusu" Ali Sürmeli'nin yorumunda ağda yoktu, abartı yoktu, oyunculuk vardı... YILIN KADIN OYUNCUSU: Bilge Şen (Bir Çöküşün Güldürüsü -Tiyatro Pera) Bilge Şen... Bence "Yılın Kadın Oyuncusu", Tiyatro Pera'nın sahnelediği Coline Serreau oyunu "Bir Çöküşün Güldürüsü (Tavşan Tavşan)"ndeki "Anne" performansı ile Bilge Şen. Oyun, ekonomik sıkıntıların birbiri ardına darbe indirdiği kalabalık bir ortadirek ailesinin ve onları ayakta tutmaya çalışan "Anne"nin öyküsü. Öncelikle belirtmeliyim ki. Bilge Şen'in yorumuyla bu bir türlü yorulmayan 'yorucu' anne rolü, seyirciyi hiç yormuyor. Travmatik rollerin izleyiciyi daha kolay etkisi altına aldığı ve oyuncuya kendini göstermek için daha fazla fırsat tanıdığı yaygın kanısı gözönünde bulundurulursa, 'sıradan' insanları sahneye taşımanın geri planda kaldığını söyleyebiliriz. Bilge Şen'in "Bir Çöküşün Güldürüsü"ndeki 'herhangi bir anne kadar sıradan' rolüne getirdiği yorum, bu yargıya rağmen etkileyiciliğiyle de önemli. Üstelik Bilge Şen yorumunda yalın ve sahici. Alabildiğine... YILIN YERLİ OYUN YAZARI: Tiyatromuzun aşamadığı en önemli sorunlardan biri, herkesin çok iyi bildiği gibi, yeni oyunların yazılmayışı. Neyse ki hâlâ oyun yazma çabası içinde olan birkaç isim var ama sayıları iki elin parmakları kadar ediyor mu? Bu sezon izleyiciyle buluşan yeni yerli oyunlarsa birkaç tane bile değil. Özetle, "Yılın Yerli Oyun Yazarı "nın değerlendirmeye alınacak yeteri kadar 'aday' olmayan bir kategori olduğunu düşünüyorum. Tüm tiyatroseverler gibi benim de beklentim, nitelikli yeni yerli oyunların sayısının artması.
pe cy a
YILIN ÇEVİRMENİ: Gencay Gürün (Bu Adreste Bulunamadı -Tiyatro İstanbul) Basın kökenli Kressman Taylor'ın 1938'de yazdığı, Nazi Almanyası'nda biri Musevi, diğeri Hristiyan iki arkadaşın etkileyici mektuplaşmasına dayalı "Adress Unkown", "Bu Adreste Bulunamadı" adıyla Tiyatro İstanbul tarafından sahnelendi bu sezon. Oyunun çevirmeni, rejiye de imza atan Gencay Gürün. Gürün, dili yetkin ve doğru kullananak; kuşkusuz oyunu Can Gürzap ve Cihan Ünal gibi iki Türkçe konuşma ustasının yorumlayacak olması geribilgisiyle özel bir itina göstererek, en önemlisi de etkileyiciliğini koruyarak çevirmiş "Bu Adreste Bulunamadı "yi. Mektuplardan, yani uzun tiratlardan kurulan "Bu Adreste Bulumadı"nın çevirisi, cümlenin sesine dikkat eden yapısıyla da öne çıktı, bu sezon yorumlanan yeni birkaç çeviri arasında. YILIN SAHNE TASARIMCISI: Ali Cem Köroğlu (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) "Yılın Sahne Tasarımcı"sının bana göre kim olduğunu düşünürken, özellikle iki oyun arasında kaldım: "Ayaktakımı Arasında" ve "Bana Bir Şeyhler Oluyor". Neyse ki ikisinin de hazırlayıcısı aynı kişi: Ali Cem Köroğlu. "Ayaktakımı Arasında"da, sefaletin dizboyu olduğu, yosunlu lağım borularının, ışıkla kirletilmiş suyun, kahverengi ve bozun ağırlıkta olduğu, oyunun vurgulamak istediği "altın altı yaşam"ı somutlayan, etkileyici birtasarımdı Köroğlu'nunki. "Bana Bir Şeyhler Oluyor"da ise; hikayenin gerektirdiği geridönüşleri, birbirinin içinden çıkan bir tasarımla somutluyordu sanatçı. Ayrıca, oyun metninin tasarımcıya verdiği tüm tüyoları dikkatle yakalayan, ayrıntıcı bir çalışmaydı. Tüm işlerinde ayrıntılara 'özenli'liği ile dikkat çeken Ali Cem Köroğlu, bence bu "Yılın Sahne Tasarımcısı". YILIN GİYSİ TASARIMCISI: Sadık Kızılağaç (Bana Bir Şeyhler Oluyor- BKM Oyuncuları) "Yılın Giysi Tasarımcısı" ise Sadık Kızılağaç... Hem üretkenliği, hem birden fazla oyun için kostüm hazırlamasına rağmen tekrara düşmeyişi ve özgünlüğünü hissettirebilmesi hem de "Bana Bir Şeyhler Oluyor"daki mizahi tasarımı nedeniyle. Yılmaz Erdoğan'ın onlarca küçük hikaye ile beslenen oyunu için, bu nüansları atlamayan ve herbirine tek tek özenen bir tasarımı vardı Kızılağaç'ın. Üstelik; baş karakter "Hilmi Duran"a giydirdiği ve adeta bir oyun kişisine dönüşen yeleği, arsız pazarlamacı Adnan'ın kravatlarında yakaladığı ambalaj kağıdı metaforu, oyuna katılan ekstra parodiler gibiydi. YILIN IŞIK TASARIMCISI: Önder Arık (Kaygusuz Abdal - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Önder Arık'ın İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı "Kaygusuz Abdal" için hazırladığı tasarımla "Yılın Işık Tasarımcısı" olduğunu düşünüyorum. Arık'ın tasarımı, öncelikle zamanlama ve renk kullanımında başarılıydı. Ayrıca, Ethem Özbora'nın "Kaygusuz Abdal" için hazırladığı yalın dekorların işlevselliğini de çok ciddi bir oranda artırdı ışıklar. Aynı beyaz platformu farklı tasarımlarla hem ateş hem de su olarak algılatabildi bu tasarım. Bu özelliğiyle de hem yönetmenin oyuna getirdiği açık uçlu yoruma, hem de oyunun görsel derinliğine katkısı yadsınamaz. YILIN OYUN MÜZİĞİ: Cenap Oğuz (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Bir kez daha "Ayaktakımı Arasında" ve bu kez Cenap Oğuz... Mustafa Avkıran rejilerinde, bir oyuncu gibi çalışan müziğe rastlamaya alışığız. Cenap Oğuz'un "Ayaktakımı Arasında" için yarattığı ezgiler de, prodüksiyonun "kimsesizlik duygu"sunu oynadı adeta. Çello ve akordeon gibi, oyun müziklerinde sıklıkla kullanılmayan enstrümanlar ile oyundan bağımsız da varolabilecek, ama asla 'rol çalmayan' kalitede bir iş yaratmış Oğuz. Yetkin müzisyenlerce canlı yorumlanıyor olmasının da etkileyiciliğini artırdığı muhakkak.
> 31
a
cy
YILIN YAPIMI: Ayaktakımı Arasında (İstanbul Devlet Tiyatrosu) Oyun-seyirci buluşmasını sağlayan tüm ögeleriyle (yönetmen, oyuncu, sahne ve giysi tasarımı, ışık, müzik) kusursuz bir yorum ve prodüksiyon.
pe
YILIN YÖNETMENİ: Mustafa Avkıran (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Mustafa Avkıran'ın bugüne kadar yaptığı çalışmaların büyük çoğunluğu, uçları zorlayan, ama iyi sonuç veren işlerdi. Yine de en başarılı yorumlarından olan, Murathan Mungan'ın "Geyikler Lanetler"i ve "Deli Dumrul"u, sahneye taşınması çok zor da olsa, yönetmeni özgür bırakacak biçimde yapıtlardı. Oysa "Ayaktakımı Arasında", oyun kalıpları içinde yazılmış, yönetmenin fazla "uçmasına" pek de yer bırakmayan bir oyundu. Ama Mustafa Avkıran, soyutla somutu kaynaştırarak "Ayaktakımı Arasında"nın dünyasını t ü m gerçekleri ve sorunlarıyla güncellikle ve evrensellikle bütünleştiren bir yorum getirdi. Tiyatro alanında dünya klasiklerinden biri olan "Ayaktakımı Arasında", Avkıran'ın yorumuyla bize Gorki'nin ustalığını yansıtırken, çağdaş tiyatronun tüm çeşnilerini de tattırdı.
Seçkin Selvi
>32
Seçkin Selvi 1939 yılında doğdu. Üsküdar Amerikan Kolejini bitirdi. Öğrenimini Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ingiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde sürdürdü. Meslek yaşamını çevirmenlik, gazetecilik ve tiyatro eleştirmenliği dallarındaki paralel çalışmalarıyla yürüttü. 1971-1980 yılları arasında "Tiyatro 70" dergisini, 1981-1982'de "Edebiyat 81" dergisini çıkardı ve genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Günaydın ve Sabah gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 1986 yılından bu yana Milliyet Sanat Dergisi'nde tiyatro eleştirileri yazıyor. Müjdat Gezen Sanat Merkezinde dört yıl tiyatro eleştirisi dersi verdi. Halen Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümünde eleştiri dersi veriyor. TMTF Üniversite Tiyatrosu, Tiyatro TÖS, Genar Tiyatrosu, Ayfer Feray Tiyatrosu'nun çeşitli çalışmalarında sahne ve kostüm tasarımcısı olarak görev yaptı. Tiyatro, felsefe ve edebiyat dallarında 126 kitap çevirdi. 15 yıldan bu yana Penajans D'Arcy'de çalışıyor ve kuruluşun Pen PR Genel Müdürü olarak görev yapıyor.
YILIN ERKEK OYUNCUSU: YILIN KADIN OYUNCUSU: "Ayaktakımı Arasında" yapımının tüm oyuncuları (Macit Sonkan/Müge Arıcılar/ Güneş Hayat/Özgür Erkekli/ismail Hakkı Sunat/Murat Karasu/Gülen Çehreli/ Merih Atalay/Ayşe Tunaboylu/Ergun Akvuran/Payidar Tüfekçioğlu/AÎi Sürmeli/ Alptekin Serdengeçti/Engin Cezzar/Ömer Turat/Kemal Topal/Saydam Yeniay/ Edward Aris) "Ayaktakımı Arasında" gıpta edilesi bir takım oyunculuğuyla sahneye taşınmış. Bütün karakterlerin ayrıntılı olarak işlendiği oyunda her oyuncu, bir yandan kendi rolünü incelikle işlerken öte yandan son derece uyum içinde bir takım çalışmasını gerçekleştirerek başarıya ulaşıyor. Her karakterin oyun içindeki yerini belirleyen ve kimliğini açıklayan bölümlerde, o karakteri canlandıran oyuncu bir başrol oynasa da, "Ayaktakımı Arasında" gerçek birtakım oyunu. Herkesin alkışlanası çabası ve katkısıyla tartışma götürmeyen başarıya ulaşılıyor.
YILIN YERLİ OYUN YAZARI: Ne yazık ki yok... 2002-2003 tiyatro döneminde ilk kez sahnelenen oyunlar oldu elbet. Ama bunların hiçbiri, yazarlarına aşama getiren ve tiyatroya nitel katkı sağlayan çalışmalar olamadı. YILIN ÇEVİRMENİ: Zeynep Avcı (Ermişler ya da Günahkârlar) Aslında Zeynep Avcı çevirileri ve uyarlamalarıyla, "Yılların Çevirmeni" tanımını hak ediyor. "Ermişler ya da Günahkârlar" bu dönemin en yeni çevirisi olduğu için, değerlendirmede onu çıkış noktası olarak alıyorum. Avcı'nın dile hakimiyeti, tiyatro tekniklerini iyi bilmesi, kitabî olmadan, ama gelgeç jargonlara da saplanmadan, akıcı bir sahne dili gerçekleştirmesini sağlıyor.
YILIN SAHNE TASARIMCISI: YILIN GİYSİ TASARIMCISI: Ali Cem Köroğlu (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Ali Cem Köroğlu'nun (dekoru diyemeyeceğim) yarattığı ayaktakımı dünyası, daha salona girdiğiniz anda sizi o atmosferin içine sokuyor ve oyun boyunca yönetmenin, oyuncuların ve pek tabii ki yazarın en büyük destekçisi oluyor. Avkıran-Köroğlu ikilisi, soyutlama ile gerçekçiliği en yalın, ama en çarpıcı biçimde buluşturmayı başarmışlar. Ayaktakımının yaşamındaki ve o yaşama neden olan düzendeki çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, duvarlar arasına hapsedilmemiş bir büyük boşluğa yerleştirilen soyut oyun alanında, en gerçekçi aksesuvar ve dekor parçalarıyla yansıtıyorlar. Aynı yaklaşım giysilerde de kendini gösteriyor. Bir aksesuvar, bir giysiye iliştirilmiş yama o kişinin kimliğine göndermeler yapıyor. Oyunun özüne ve göze uyumlu bir renk skalasında gerçekleştirilen giysiler arasında, Luka'nın beyazlara büründürülmesi, onun oyundaki farklı konumunu, iyimserlik ve umut aktaran tavrını belirginleştiriyor. YILIN IŞIK TASARIMCISI: Yüksel Aymaz (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Dekorun perspektifini derinleştiren, genel ve lokal ışık geçişleriyle sahne geçişlerini destekleyen ışık tasarımı ve uygulaması çok başarılı. YILIN OYUN MÜZİĞİ: Cenap Oğuz (Ayaktakımı Arasında) Canlı müzik yapılması, müzisyenlerin sahnede hem sürekli var olup, hem de dikkati dağıtmadan perdelenmesi, müziğin grafiği ile, oyunun grafiğinin ustalıkla paralelleşmesi başarıyı sağlıyor.©
pe
cy
a
"Ayaktakımı Arasında" / istanbul Devlet Tiyatrosu
>33
a
cy
YILIN YAPIMI: Ayaktakımı Arasında (İstanbul Devlet Tiyatrosu) Yabancı oyunlar Türkiye'de sahnelenirken, genelde kültürel şartlar unutulur. "Ayaktakımı Arasında", bu unutkanlığa düşmemiş, mevcut gerçekler göz önüne alınarak sahnelenmiştir. Oyun düzlemiyle yaşam düzlemi bir bütünlük taşımaktadır. Özellikle Aziz Nesin'in merdivenlerinden inip de ayaktakımı ile yüzleştikten sonra, dışarıda çöp toplayıcıların, tinercilerin, dilencilerin arasından geçmek, metafor yüklü bir atmosfer oluşturdu. Bu kanıyı, oyunun yönetmeni Avkıran'ın yerel unsurlara olan ilgisinin bilgisi de pekiştirince, "Ayaktakımı Arasında" öne çıkıyor.
pe
YILIN YÖNETMENİ: Işıl Kasapoğlu (Semaver Kumpanya) Işıl Kasapoğlu, tanıdığım günden beri beni yanıltmayan isimlerden bir tanesi. Her şeyden önce, bir yönetmen olarak, izlekleri var ve bunların peşinden gidiyor. Ama Işıl Kasapoğlu'nu Yılın Yönetmeni olarak gösterebilmem için bunların dışında artılar da sayabilirim. Bunlardan en önemlisi, Kasapoğlu'nun İzmit Şehir Tiyatrosu gibi imkânlı bir sanat kurumundan sonra, Kocamustafapaşa'da Semaver Kumpanya'nın tamamen gençlerden oluşan kadrosu ile sahneye koyduğu oyunlardır. Kendisini sadece aday göstermiyor, çabasından ötürü tebrik de ediyorum. YILIN ERKEK OYUNCUSU: Payidar Tüfekçioğlu (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) "Ayaktakımı Arasında" adlı oyunda. Payidar Tüfekçioğlu mükemmel bir oyunculuk sergiledi. O kadar rolüyle yüzleşmişti ki, aynı sahneyi paylaşan arkadaşları ve salondaki bizler, onun anlattıklarına gülmekten kendimizi alamıyorduk. Aynı tempoda başladığı oyunu, sonuna dek götürebildi.
Hüseyin Sorgun 1969 Kırıkkale doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ön Lisans ve Marmara Üniversitesi ileşitim Fakültesi Gazetecilik Lisans Eğitimi gördü. Zaman Gazetesi Kültür Sayfası başta olmak üzere çeşitli dergilerde tiyatro eleştirileri ve haberleri yazdı. Son olarak, Turkuaz isimli hafta sonu ekinin yayın editörlüğünü yaptı. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda iki yıl repertuvar kurulu üyeliği ve bir yıl danışmanlık yaptı. Halen aynı tiyatroda çalışıyor ve Zaman Gazetesi Kültür Sayfası'na haftada bir yazı yazıyor. >34
YILIN KADIN OYUNCUSU: Hikmet Körmükçü (Merakî- İstanbul B. B. Şehir Tiyatroları) İstanbul Şehir Tiyatrolarının sahnelediği Merakî'deki rolüyle Hikmet Körmükçü bu kategorinin adayı. Körmükçü'yü birçok oyunda seyretme şansına ve zevkine sahip oldum. Yıllardır aynı tazelikte, aynı canlılıkta ve aynı heyecanda sahneye çıkma becerisi, ardıllarına büyük bir miras. Muzip, dinamik ve eğlenceli oyunculuğuyla Körmükçü'ye nice oyunlar diliyorum. YILIN YERLİ OYUN YAZARI: Berkun Oya (Op'la Zo'nun Dramı - Krek Tiyatro Topluluğu) "Op ile Zo'nun Dramı" adlı oyun ile seyirciyi kıskıvrak yakalayan bir sahne ve yazı dilinin sahibi Berkun Oya, yazdığı, yönettiği ve oynadığı bu oyunla yılın yerli oyun yazarının adayı kanımca. Öya'nın olayları sahneye taşıma biçimi ve tematik unsurları ustalıklı bir biçimde bir araya getirmesindeki ustalık hayranlık uyandırıcı. Türk Tiyatrosu'nun böylesi genç yeteneklerin tiyatro azmine çoook ihtiyacı var. YILIN ÇEVİRMENİ: Sercan Gidişoğlu - Can Utku (Unutmak - Tiyatro Oyunevi) Açıkçası, birebir metin incelemesi yapma imkânım olmadı. Ancak, tematik olarak "Unutmak" adlı oyunun Türkçe'ye çevrilmesi ve sahneye taşınmasını, gündemimiz
açısından hayli olumlu buluyorum. Bu çabaya katkılarından ötürü de bu oyunun çevirmenlerinin katkısını önemsiyorum. YILIN SAHNE TASARIMCISI: Nurullah Tuncer (Bir Adam Yaratmak - İstanbul B. B. Şehir Tiyatroları) Bu kategoride, Mustafa Avkıran'ın dekorunu eleştirdiğim önceki iki rejisinin ardından "Ayaktakımı Arasında"da tutturduğu mayayı önemsediğimi söylemeden geçemeyeceğim. Bir de Mahir Günşiray'ın yönetmenliğinde, Tiyatro Oyunevi'nce sahnelenen "Unutmak", adlı oyunda Claude Leon'nun, ironik tasarımını unutmamak gerek. Ancak, rejiye katkısı bakımından, İstanbul Şehir Tiyatrolarının yapımı "Bir Adam Yaratmak"ta Nurullah Tuncer'in dekor tasarımını önemsiyorum. Gitgide daralan duvarlar, ayna kullanımı ve bir kurt gibi evin baş köşesinde kıvrılan incir ağacı. Tuncer, somut malzemelerden soyut bir dekor tasarımına imza atmış. YILIN GİYSİ TASARIMCISI: Feyza Zeybek (Düğün ya da Davul - İstanbul B. B. Şehir Tiyatroları) Haşmet Zeybek'in geleneksel oyun konseptinden hareketle sahneye taşıdığı "Düğün ya da Davul"un giysi tasarımını gerçekleştiren Feyza Zeybek, bu kategorideki adayım. Zeybek'in tasarımı, oyunun özüyle çelişmeden eşlik ediyordu. YILIN IŞIK TASARIMCISI: Yüksel Aymaz (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) "Ayaktakımı Arasında" adlı oyunun atmosferini hazırlayan unsurlardan bir tanesi de ışık tasarımıydı. Başarıda önemli payından ötürü, Yüksel Aymaz, bu kategorideki adayım. YILIN OYUN MÜZİĞİ: Adil Aslan (Kaygusuz Abdal - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Müzik konusundaki hafızasızlığıma bir şerh koyarak söylemek gerekirse, sezon oyunlarını düşündüğümde, Kaygusuz Abdal'ın müzikleri öne çıkıyor. Bu nedenle bu kategorideki adayım. Adil Aslan.
pe cy
a
"Meraki" / istanbul Şehir Tiyatrosu
a
pe cy
YILIN YAPIMI: Sezon boyunca izlediğim tüm projeleri şöyle bir gözden geçirince. Yılın Yapımı kategorisini de yılın en iyisi olarak düşünmek gerekince, buraya koyacak bir yapım bulamadığımın farkına vardım. Kimi işler kimi özellikleriyle diğerlerinin arasında sivriliyordu elbette, ancak bütün olarak önerilebilecek bir yapım olduğunu düşünmüyorum.
Ilgın Sönmez 1974 İstanbul doğumlu Ilgın Sönmez, üniversite eğitimini edebiyat ve tiyatro üzerine yaptı. 1995'ten bu yana çeşitli yayınlarda kültür sanat üzerine makaleler, röportajlar ve eleştiri yazılarıyla yer alıyor. Halen Yapı Kredi Kültür Sanat'ta editörlük yapan Sönmez, "freelance" olarak sürdürdüğü yazarlığın yanı sıra 80'li yıllardan bu yana tiyatroyla aktif olarak ilgileniyor. >36
YILIN YÖNETMENİ: Mustafa Avkıran (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Şahika Tekand (Oidipus Nerede - Stüdyo Oyuncuları) Bu kategoride iki olasılık sunuyorum. Her ikisi de son derece çağdaş bir tiyatro anlayışına sahip iki tiyatro 'adamı' arasında bir seçim yapmadım. Şahika Tekand ve Mustafa Avkıran. Tekand, hem oyunculuk hem sahne düzeni açısından kendi üslubunu geliştiren, kendi 'ensemble'ını kuran, sürdüren, bunun için yıllardır mücadele eden bir isim. Kutular, ışık oyunları, efor üzerinden geliştirilen epizodik bir dille kodladığı üslubu, uluslar arası (Yunanistan ve Japonya) etkinliklerde de ilgi çeken son yapımı "Oidipus Nerede" ile bugüne kadarki en olgun noktasına ulaştı. Stüdyo Oyuncuları'nın bu işi şansız bir yapım da aslına bakarsanız. Salon sorunları nedeniyle ülkemizde çok az sahnelenebildi. Antik Yunan tragedyasından kendi geliştirdiği metni, kendisinin de arasında bulunduğu oyuncu grubuyla yorumlayan, sanatı bir bütün olarak kavrayan anlayışıyla Tekand sadece bu yılın değil, son yılların en önemli Türkiyeli yönetmenlerinden biri. Diğer adayım "Ayaktakımı Arasında" ile Mustafa Avkıran. Klasik bir yapıtı mümkün olduğunca kılına dokunmadan zamansız ve aidiyetsiz bir yoruma taşıyan, sahnenin tüm unsurlarını kombine bir ahenk içinde birbirine bağlayan, birlikte çalıştığı sanatçılara - koreografından ışıkçısına, sahne tasarımcısından oyuncusuna kadar - yorum hakkı tanıyan, yine 'boş konuşmayan' bir projeye imza atan Avkıran, Türk tiyatrosu içinde bir 'marjinal'. Yönetmenliği ödüllendirilmen. Özellikle bir klasiği mahvetmek'e örnek olabilecek kadar hazin bir "Kral Lear" izlediğimiz bu sezonda... Böylesine başarıyla yorumlanmış "Ayaktakımı Arasında" ile. YILIN ERKEK OYUNCUSU: Yetkin Dikinciler (Kaygusuz Abdal - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Bazen yapımlar kötüdür. Hatta bir ara verseler de tüysek, dedirtecek kadar. Ama işte o yapımın bir parçası olan öyle bir oyuncu vardır ki, klasik anlamda 'ışıltı'sıyla seyirciye tüm bir projenin anlatamadığını anlatır. Devlet Tiyatrosu'nun "Kaygusuz Abdal"ı kayda değer olmayan, çok önemli bir kültür malzemesini, gerek metin gerekse rejiyle güdükleştiren bir yapımdı. Gerçi tabii ki gişe yaptı, tabii ki yazarı ödüller aldı. Peter Brook ve Boş Alan göndermeli olarak durumun ölümcül olduğunu belirtmek isterim. Devlet Tiyatrosu gişesi sanal seyircinin, gerçek olmayan bir seyircinin gişesine, faaliyet peşindeki seyircinin gişesine dönüştü. Yazara o ödülü veren seçici kuruldan birine sorun, neden, diye verecek bir cevap bulabileceğini sanmıyorum.
"Kaygusuz Abdal"ın tek bir şansı vardı: Yetkin Dikinciler. Bektaşi kültürünün kilit simgesini, metin ve rejiye rağmen yorumlamayı başarabilen, haşlanmış bir makarna tanesi kadar esnek ya da baston yutmuş bir kukla kadar tutuklaşabilen geniş yelpazesiyle, klasik anlamda olağanüstü bir performans sergileyen Yetkin Dikinciler, rolüne göre seçilmiş bir aktör değil, her rolün adamı. YILIN KADIN OYUNCUSU: Esra Bezen Bilgin (Psikoz 4.48 - İzmit B. B. Şehir Tiyatrosu) Esra Bezen Bilgin. İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncularının yaşamı tiyatro. Onlar, küçük yerde tiyatro yapmanın bedelli avantajını yakalamış vaziyetteler. Oluşturdukları tiyatro komününden, kariyeri boyunca önemli performanslara imza atacak isimler çıkacak. Esra Bezen Bilgin, şimdilik, belki de, aralarında en çok sivrileni. Bilgin, bu sezon tiyatro içi yapımlarda olduğu kadar, tiyatro dramaturg - yönetmenlerinden Emre Koyuncuoğlu'nun Sarah Kane projesi Psikoz 4.48'deki olağanüstü 'öz yıkım' performansıyla da konuşuldu. Gerek prova, gerekse seyirci karşısındaki sürecin, performansçı açısından son derece yıpratıcı geçtiği, 'biyografik' yanı ağır basan bu proje Esra Bezen Bilgin ile canlanıp, çığlık çığlığa ayağa kalktı. "Leenane'nin Güzellik Kraliçesi"ndeki Sumru Yavrucuk yorumundan sonra gördüğüm, son yılların en önemli performanslarından biri.
cy
a
YILIN YERLİ OYUN YAZARI: Özen Yula (Kırmızı Yorgunları) Tabii ki Özen Yula. Zaten alternatifi de yok. Kusura bakmayın ama ben bir önceki sezondan sarkan "Olağan Mucizeler" ve Kubilay Tunçer'i yeni sezona katmadım bile. Katmayınca da Berkun Oya dışında bir alternatifi kalmıyor Yula'nın. Oya'nın ise 'şimdilik' farklı bir 'yüreklendirme' ödülüyle değerlendirilmesi daha yerinde olur kanımca. Gerek İstanbul Devlet Tiyatrosu ve izmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu tarafından sahnelenen "Kırmızı Yorgunları", gerek Şehir Tiyatroları repertuvarına alınan "Gayrı Resmi Hürrem", gerekse dünya prömiyerini Japonya -Toga'da yapan, Yula'nın bizzat yönettiği "Yakındoğu'da Emanet" ile Bay Yula, edebiyat alanındaki başarısı da gözönüne alınacak olursa yılın yıldızıydı. Ama farklı bir yıldız o. Oyunlu, oyuncu, içinin sezilerini ve duyarlılıklarını, derinliğini ve teşhisini ancak yazdıklarında tam olarak ifade edebilen, bunun için yazmak durumunda olan biri. Durumunda olduğu için yazmak öylesine nadir bir durumdur ki, ödül bir hafifseme gibi kalır karşısında. Popüler kültürü kendi derin dünyasına tercüman eden, çizgi roman karakterlerinin isimleriyle hayata dair bir üst anlam yaratan Yula, önemli bir adam. YILIN ÇEVİRMENİ: Böyle bir adayım yok.
pe
YILIN SAHNE TASARIMCISI: Ali Cem Köroğlu (Ayaktakımı Arasında - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Ali Cem Köroğlu. İstanbul Devlet Tiyatrosu'na ait Aziz Nesin Sahnesi'ne yerleştirdiği "Ayaktakımı Arasında" dekoru, yeraltı'nı, 'pis'liği, 'zavallı'lılığı, aşağıdakiler-yukardakiler'i adeta zamansız bir tabloya aktaran 'ıslak' dekoru ile yönetmenin ve metnin ruhunu kavrayan Köroğlu, kavradığını işine yansıtmayı başarabilmiş, hissini seyirciye geçiren mükemmel bir işe imza atmış. İşte ödüllük performans. Muadili de şimdilik mevcut değil. YILIN GİYSİ TASARIMCISI: Böyle bir adayım yok.
YILIN IŞIK TASARIMCISI: Yüksel Aymaz (Ayaktakımı Arasında - istanbul Devlet Tiyatrosu) Seçtiğiniz tüm yazarların ortak bir tercih kullanma ihtimalinin en yüksek olduğu kategori herhalde Işık Tasarımı. Zira ben de birçokları gibi Yüksel Aymaz diyeceğim. Beraber çalışma fırsatı da bulduğum bu adam, kendi tabiriyle gölge tasarımı yapıyor. Belki sahne yorumları karanlığa çalıyor ama olsun, adam bakıyor ve bir sanatçı içgüdüsüyle hissediyor, bir anda uygulayıveriyor. Bu yıl pek çok oyun ışığında onun imzası vardı. Işık tasarımcısı kimliğine sahip çıkışı önemli... Işığın bu ülkede tiyatronun içinde önemli bir sanat, bütünün tamamlayıcı bir parçası olarak kabul görmesine katkısı büyük. Bir ödül de Dergi'den alsın. Aymaz'da böyle bir ödül de bulunsun! Metin okumadan, prova izlemeden ışık attıranlara bir mesaj olur.
YILIN OYUN MÜZİĞİ Böyle bir adayım yok. Ayrıca: Üç genç... Berkun Oya, "Adamlar" ve "Op'la Zo'nun Dramı"'ndaki yazar - yönetmen performansı Başak Meşe, Tiyatro Pera yapımı siyasi oyun "Bir Çöküşün Güldürüsü"ndeki oyunculuğu Başak Özdoğan, Tiyatro Kırmızı yapımı "Ev - Kakafonik Bir Oyun" için yaptığı dekor tasarımı ve uygulama ile ... ve yılların aktörü ÇETİN TEKİNDOR, yılın hayal kırıklığı "Kral Lear"daki müthiş Lear yorumuyla özel Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Ödülleri'nin sahibi olmalı bence.
>37
> Üstün AKMEN
a
> Eleştiri
pe cy
> uakmen@superonline.com
Yazan: William Shakespeare Çeviren-Yöneten; Ali Taygun Sahne Tasarımı: Tomris Kuzu Giysi Tasarımı: Nilgün Gürkan Müzik: Hüseyin Tuncel Koreografi: Mikael Vidhı Savaş Sahneleri: Teddy Wilson Işık Tasarımı: Murat İşçi Efekt Tasarımı: Taşkın Gökçen Oynayanlar: Salih Sarıkaya, Serkan Bacak, Selim Can Yalçın, Murat Garibağaoğlu, Murat Coşkuner, Levent Üzümcü, Ersin Sanver, Ergün Işıldar, Eraslan Sağlam, Mehmet Avdan, Kahraman Acehan, Eray Kahya, İbrahim Gündoğan, Öner Erkan, Tolga Yeter, Bora Akkaş, İbrahim Can, Oktay Sözbir, Ümit İmer, Nejmi Aykar , Volkan Ayhan, Volkan Kandemir , Murat Üzen, Kaan Yoldaş, Çağlar Yiğitoğulları, Aslı Öngeren, Hümay Güldağ, Mahperi Mertoğlu, Meriç Benlioğlu, Özge Borak ,Melike Altınbaran, Alev Oraloğlu, Deniz Dikmen, Özge Tarhan ,Funda Gürses , Demet Coşkun
Sözün özü: Her neyse! Shakespeare oyunlarının asırlardır yeniden
yazılmış, yeni anlamlarla bezenmiş ve araştırılmış olmalarına karşın, hâlâ dimdik ayakta durmakta olduğu kesin. Shakespeare dipsiz, tükenmez bir yazar. Ve sürekli keşfedilmeyi bekliyor. Ali Taygun da, fevkalade iyi niyetle tıpkı Ciulli-Üabson gibi, tıpkı onlarca benzeri gibi
keşfe çıkmış, ama yolu mu şaşırmış, yön mü tutturamamış ne! Doğrusu Macbeth, Saffet olmaktan zor kurtulmuş...
Ali Taygun'un
Mezopotamyaiı saffeti:
"MACBETH"
a
cy
Shakespeare, ülkesinde ulusal birliğin ve siyasal istikrarın savunucusu olarak biliniyor. Gerçekten de, İngiltere tarihindeki kanlı iktidar savaşlarını konu edindiği kadar, Macbeth gibi siyasal tragedyaları da hiç savsaklamamış.
pe
İktidar tutkusu Macbeth'in yüreğine düşmesiyle birlikte, iktidara giden yolun önünü açmak için kan dökülecek, bu belli. Oysa, Macbeth, dökülen kanın oluşturduğu kan gölünde boğulacak, tutkuları ve çıkarları uğruna kendini yok edecek. Kendini yok ederken, siyasal düzen ve uyumu da çiğneyecek. Dikkat edilirse, cadılarla örneklendirilen "baht" teması bağlamında, Shakespeare, Macbeth'de kişisel yazgının olduğu kadar, siyasal etik değerlerin tersine dönmesi temasını da işlemekte; karakter tragedyasını siyasaletik görüşle bütünlemekte. istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Macbeth'i dilimize çeviren ve sahneye koyan Ali Taygun, İngiltere, nasıl bir sosyo-kültürel altüst dönemi yaşamış ve Shakespeare, Macbeth'i o dönemde yazmışsa, bizim de aynı dönemi geçirmekte olduğumuzu düşünmüş, "ister adına 'ilkel feodal' diyelim, ister 'aşiret' düzeni zihniyeti, bu bakış açısı bizim için tarih sayfalarına gömülmemiş," diyor. Doğru söze ne denir? Gömemedik gitti! Ali Taygun, hiç kuşkum yok, Shakespeare'i çok iyi tanıyan bir tiyatro adamımız. Dolayısıyla, oyun ile ilgili program dergiciğinde Shakespeare'in tüm oyunlarının (kendisiyle ayrı dünyalarda olduğumuz için) bize yabancı geldiğini; meraklıları dışında kalan seyircinin yapılan göndermelerin çoğunu anlamadığını, neden söz edildiğini bilemediğini söylüyorsa, ona koşulsuz kuralsız inanırım. Ali Taygun, Macbeth'i işte bu yaklaşımla ele almış. Mekânı, "kodlarını" iyi bildiğini söylediği bir yere, Dicle ve Fırat ırmakları arasında kalan bölgeye taşımış. Günümüzde kullanılmayan düzeyde olan, gene de her ne kadar yalınlaştırılırsa yalınlaştırılsın, her ne kadar günümüze uyarlanırsa uyarlansın, Shakespeare dil özellikleri mutlaka, ama mutlaka duyumsanmalıdır diye yırtınılan Shakespeare dili ile bir güzel oynamış. "Sözcük karşılıklarından ibaret" dediği yaşamayan dilden de; "sadeleştirilmiş" ve dolayısıyla "imajlarını yitirmiş" olarak tanımladığı dilden de kurtulmayı amaçlamış. Sanırım Can Yücel'e gönderme yaparak dediğine göre, çevirinin Shakespeare yerine çevirenin şiirini yansıttığı "uyarlama" tarzından da bilerek isteyerek uzak kalmış. Sözcükleri bize uyarlamış. "Kral" dememiş, "Hükümdar" demiş, "büyü" dememiş, "afsun" demiş, "Tanrı" dememiş, "Rab" demiş. "Zahmetinize şükran", "gökyüzünde tasarruf var", "Allah sıhhat afiyet versin", "fevri tavır", "Allah rahmet eylesin", "Allah'ın inayeti" demiş... Nilgün Gürkan, oyunculara potur, poşu, takke, sarık, falan giydirmiş. Macbeth de, konuğuna Urfa usulü "mırra" ikram eyler olmuş. Ali Taygun: "Bir İskoç'un 'Ya Rabbim' demesi garipsenebilir; bir Mezopotamyalının 'Ya Rabbim'i garipsenmiyor," diyor, işin burasında, dil ile ilgili eleştiriyi, konunun uzmanlarına, dilbilimcilere bırakmak doğru olur diye düşünüyorum. Ama dayanamayıp bir noktanın altını çizmekte yarar görüyorum. Ali Taygun'un "denenmemiş bir yorum" dediği oyunda, Duncan'ın öldürüldüğü sahneden sonra gelen tablolardan birinde, poturlu, poşulu Malcolm'un Donalbain'e: "Ben İngiltere'ye gidiyorum, sen nereye," sorusuna Donalbain'in: "Iskoçya'ya," yanıtı komik düşmüyor mu? Genç tasarımcı Tomris Kuzu, sahnenin solundan sahnenin gerisine gökkuşağı gibi uzanan metal köprücüğü İngiltere-Mezopotamya ilişkisini simgelemek için mi kurdu, bilemiyorum, ama basit, gene de yönetmenin amacına pek uygun bir dekor tasarlamış. Kalabalık sahnelerin ustası Ali Taygun, kırk kişilik oyuncu kadrosunu dekorun orasından burasından şurasından sahneye getiriyor, çıkarıyor. Murat işçi'nin başarılı ışık düzeninde, ışıklar alınıp verilirken tablodan tabloya geçiliyor. Bu geçişlerin, özellikle ikinci perdenin
a
pe cy
sonuna doğru ardı arkası kesilmiyor. Ali Taygun, bu yöntemle iki buçuk saati aşan oyunda tempoyu tutturuyor. Şimdi, benden beklenmeyeni yapacağım. Bu kere, belki de ilk kez, gerekçe göstermeden oyuncuların bir kaçı dışında tümünün kötü olduğunu söyleyeceğim. Gerekçe göstermeme vallahi gerek yok. Çünkü, oyuncuya yazarın katkısının, genellikle filmlerde ya da televizyon dizilerinde yüzeysel kaldığı bilinen bir gerçek. Zira, bu dallarda çok az diyalog yazılır, karakterin tarifi hemen hemen hiç yapılmaz. Oyuncu, kendi yetenek ve hayal gücünü kullanarak oyuna ve rolüne kan pompalamak zorundadır. Yazılı metin, bu alanlarda boş bir eldiven gibi cansızdır. Oyuncu, bu eldiveni ancak tiyatro ortamında eline geçirerek ona can verebilir. Uzmanlar, Shakespeare söz konusu oldu mu, oyuncunun artık eldiven biçimine dönüştüğünü söylerler. "Eldiven olan oyuncuya güç veren, hayat kazandıran 'eldir' Shakespeare," derler. Ali Taygun'un "Macbeth"inin oyuncuları, sanki "Macbeth"i hiç okumamış, hatta duymamış gibiler. Hele Murat Garipağaoğlu'nun garipliği! Hallucination (sanrı) gördüğü sahnedeki acemiliği ne öyle! Ayağı güya sekiyor, sonra tazı gibi koşuyor. Ya kırk yıllık Salih Sarıkaya'ya ne demeli! O ne isteksizlik öyle, o ne boş vermek! Hele katiller (Mehmet Avdan, Tolga Yeter), hele hele Ümit İmer! Banquo'yu katlederlerken seyirciyi güldürmek zorundalar mı? Levent Üzümcü, Macduff için parlak fikirler oluşturmuş, uyguluyor da... Ergün Işıldar'da Rosse karakteri düşünce biçimiyle, duyguları ve davranışlarıyla yerleşmiş. Olayların gidişini ararken, bu düşünce ve duygularla kendini özdeşleştiriyor. Hümay Güldağ, hangi hareketlerle Lady Macduff'u en iyi canlandırabileceğini bulmuş. Yalnız, Rosse ile olan sahnenin başında konuşması oldukça hızlı. Başını da öte yana çevirdiğinden olsa gerek, söylediklerinin bir bölümü anlaşılmıyor. Mahperi Mertoğlu, Meriç Benlioğlu, Özge Borak üçlüsünde Mertoğlu biraz öne çıkmakta. Doğaçlama yaptıklarını hiç sanmıyorum, ama üçünün iyi rol ilişkileri var. Bu iyi rol ilişkisi, yeni davranış biçimleri yaratmalı diyorum. Akıllı, olaylara nesnellikle yaklaşabilen, gerçeği arayan ve yabancılaştırmayı bilen bir oyuncu olarak tanıdığım Aslı Öngören, bu oyunda da kendini aşmakta. Canlandırdığı Lady Macbeth rolünü anlamış, çevresiyle de ilişki kurmayı başarıyor. Macbeth'i en son, yakın geçmişte Theater An Der Ruhr'dan seyretmiştim. Shakespeare'i keşfe çıkan Roberto Ciulli-Hans Peter Clabsen ikilisinin rejisiyle. Fritz Schwediwy müthiş bir Macbeth çizmişti, Manfred Hilbig, Kral Duncan'ı mafya tiplemesiyle oynuyordu. Oyun, çok çeşitli oyun düzlemlerinin, oyunda yer alan çatışmaların çok sesli örgüsünün estetik araç ve metinlerle karşı karşıya getirilmesinden oluşmaktaydı. Kısaltılmış olan metne, İncil'den alıntılar, şiirsel, bilimsel deyişler ve kehanetlerle dolu bölümler eklenmişti. Aklımda kalmış: Banquo'nun öldürüldüğü yerde bir ölüm dansı vardı. Bu sahne, vals girişiyle başlıyor, müzik seyircileri de sarıp sarmaladığında, salon aydınlanıyor, böylece seyirci de Macbeth'in davetine ve ayrıca yaşadığı karabasanlara katılıyordu. Anımsıyorum: Banquo'nun iğrenç cesedi, katilini dansa davet ediyor, sahne Macbeth'in dünyanın kan ve savaşla ilerlemekte olduğuna dair verdiği söylevle bitiyordu.
>40
SÖZÜN ÖZÜ: Her neyse! Shakespeare oyunlarının asırlardır yeniden yazılmış, yeni anlamlarla bezenmiş ve araştırılmış olmalarına karşın, hâlâ dimdik ayakta durmakta olduğu kesin. Shakespeare dipsiz, tükenmez bir yazar. Ve sürekli keşfedilmeyi bekliyor. Ali Taygun da, fevkalade iyi niyetle tıpkı Ciulli-Clabson gibi, tıpkı onlarca benzeri gibi keşfe çıkmış, ama yolu mu şaşırmış, yön mü tutturamamış ne! Doğrusu Macbeth, Saffet olmaktan zor kurtulmuş...
> İZDÜŞÜM > Ahmet Levendoğlu
> alevendoglu@tiyatrodergisi.com.tr
Kaç Dizin Var!?
Üstteki tümceciği "sokaktaki adam" anatomik içerikte absürd bir soru olarak algılayabilir. Oyuncu taifesi için ise aynı tümce gündelik yaşantının en yaşamsal olgusunu, bir "olmak ya da olmamak" durumunu belirliyor. Öyle ki, bugün bu ülkenin öncelikle İstanbul, ikinci planda da Ankara kentlerinde yaşıyor olup oyunculukla uğraşan ya da kendini oyuncu sayan insanların su içinde onda dokuzu "dizi sektörü"nde çalışmakta. Tiyatro kökenli olsun sinema kökenli olsun, oyuncuların bu ezici çoğunluğu, asal ortamlarında arada bir görev gereği ya da adet yerini bulsun diye (haklarını yemeyelim; zaman zaman istek ve coşkuyla) çalışmakta ise de, dizi sektörüne "abone" durumdadır. Açıkçası "asal iş" kavramı yer değiştirmiş; tiyatro ve sinemadan diziye taşınmıştır. Geçenlerde bu işlerin içinde olan bir dostum "Şu anda" dedi, "çekim ve gösterim aşamalarında toptan altmış dört dizi var." Bir hafta kadar sonra bir başka genç arkadaş "Altmış dört değil, altmış dokuz." diyerek eksik bilgimi düzeltti. Kendi hesaplarına göre 2004 başlarında yetmiş beş - seksen sayısına ulaşması olasıymış. Ben de düşündüm ki bu hesapla 2005'te yüz sınırını aşması işten değil. Şenlikli bir durum vesselam.
cy a
Ne var ki, epey süredir eskilerdekinin tersine sürekli ekip barındırmayıp, her yeni oyun için yeni kadro oluşturma yolunu izleyen özel tiyatrolar açısından durumun şenlikli olduğu pek ileri sürülemez. Çünkü, düşünülen oyuncuların "durumlarını öğrenme" süreci oldukça sıkıntılı geçiyor. Neden derseniz, oyuncunun bir dizi ile yetinmesi de seyrek rastlanır bir durum olmuş. O nedenle, araştırma sürecine özgü terminolojide "Dizin var mı?" sorusu, yerini ister istemez "Kaç dizin var?"sorusuna bırakmış. Kimilerinin dediğine bakılırsa 4 - 5 dizisi olan oyuncular varmış. Giderek, bir oyuncu "Bu ara tek dizim var, onu da ikiye (haftada iki güne) sığdırabilirim." diyorsa, bu "kaçırılmaz uygunlukta bir durum" olarak düşünülmeliymiş.
pe
Bu konuları -yakınma yollu değil, sohbet yollu- açtığım sinema kökenli dizi oyuncusu bir ahpabım, bir noktada sözümü keserek "Sen bu sözünü ettiğin durumun kaç yüz kişiye ekmek kapısı açtığını görmezden mi geliyorsun?" biçiminde bir serzenişte bulundu. Ondan beri biraz çekiniyorum bu konuya girmeye, işe dudak bükmek, yüzlerce kişinin ekmek teknesine dil uzatmak değil niyetim. Gelin görün ki konu üzerine yapılan söyleşilerde kimi kez dizilerde oynayan biri(leri) dizi işini en çok yerden yere vuran olabiliyor. O durumda en sorulası soru olan "Öyleyse sen niye yapıyorsun?" sorusuna alacağınız yanıtın ise "Yapmayan var mı?" biçiminde temelsiz bir mazerete yaslanması olasıdır. Ben çok önceleri iki dizide oynamıştım ama uzun yıllardır onlara -halk arasında yaygın deyişle- "çıkmıyorum". Bu yıl içinde olabildiğince nazik biçimde geri çevirdiğim dört beş öneri almış olmamın "oyunculuk değerimin bilinmesi"nden çok "başka yüzlere gerek duyulmasına" dayandığını sanıyorum. Ben dizileri izlemiyorum da. Ama bunlar kişisel ölçütlere dayalı kişisel seçimlerdir. Dizilere "çıkanlara" da, onları izleyenlere de burun kıvırmak gibi bir hamlık içinde değilim. Amaaa (Evet bu işin bir "aması" var, n'apalım ki), bu ülkede hemen her işte olduğu gibi bu işte de iş çığrından çık(arıl)mıştır. Televizyon, ancak "dizi kanalı" diye tanımlanabilecek kanallarla dolmakta. Yakın geçmişte kendini "habere önem veren ciddi bir kanal" olarak tanıtmaya çalışan bir kanalın bugünlerdeki günlük program akışlarından bir örneğe göz atalım, gelin. (17 Ekim 2003, Cuma:) 9.30 Dizi: (...) 12.30 Dizi: (...) 14.45 Dizi: (...) 17.40 Dizi: (...) 19.50 Dizi: (...) 21.20 Dizi: (...) Bu bir çığrından çıkmışlık değil mi? Peki, dizi sayısının yüz'e doğru tırmanmakta olması?... Tabii hepsinden daha ürkütücü olarak; bağımsızlığını Bush oğlu Bush'a teslim eden, ekonomisini ülkenin taşını - toprağını - ormanını satmakla düzeltmeye girişen, hortumcuları - Susurluk'çuları kurtarıp onlarla gurur duyan, şiddetin günden güne tırmandığı "canım Türkiyem"de "yurdum insanının" tüm bunlara gözlerini kapatıp, kuşluk vaktinden gece vaktine "diziler dünyası"nda gezintilerle avunması? Son olarak, çuvaldızı bir kez daha kendimize çevirelim: Dizi çekmeyi asal işine dönüştüren oyuncu da çığrından çıkış sürecinde azımsanmayacak bir pay sahibi değil mi? Ama, bildiğiniz gibi, Türkiye "tuhaflıklar ve çelişkiler ülkesi" ya, eh, bu alanda da kendini o yüzüyle gösterecek elbet: Daha iki gün önce D.T.C.F. Tiyatro Bölümü'nü bitirmiş, şu anda çalışmayan ama asal işini yapmaya kararlı bir genci tanıdım. Erkan Bektaş "Dizilere teslim olmamak için sahip olduğum minibüsümü çalıştırıyor ya da kiralıyorum. Tiyatro yapacağım güne dek böyle geçineceğim." diyor. Buyurun bakalım! Beyoğlu'nun Maya Sahnesi'nde "tiyatro yapan" on'a yakın genç topluluğun bireylerinin de "dizilere teslim olma niyetinde olmadıklarını kestirebiliyorum... Aaa, o da ne! Bu satırlara dalmışız, günün ilk dizisi başlamış bile! Hadi, bi koşu, dizi başına...
> Pınar EROL > Söyleşi > pinarerol@tiyatrodergisi.com.tr
> Tülin Sağlam
Bursa-da Aynaya Baktık,
cy a
kendimizi Gördük!
pe
Bursa 8. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali 5-10 Ekim tarihleri arasında devam ederken Bursa'da yağmur yağdığını, güneş açtığını, sokaklar olduğunu, o sokaklarda insanların yaşadığını pek fark edemiyoruz. Sanki şehir tiyatro salonları, otel ve bizi bu iki mekâna bağlayan otobüslerden ibaretmiş gibi geliyor. Sabah çok erken başlayan program, gün boyu planlandığı biçimde akıp giderken yemekler neredeyse tek boş vaktimiz. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği ASSlTEJ'in Türkiye Merkezi Başkanı Tülin Sağlam ile söyleşebilmek için odasına sığındığımızda onu dışarıda devam eden festival programından alıkoyduğumu biliyorum. O sırada katılımcılar hangi atölye çalışmasına devam ediyor ya da hangi oyunu masaya yatırıp eleştiriyor bilmiyorum ama biz Tülin Sağlam ile ASSİTEJ, festival, çocuk tiyatrosu, çocuk tiyatrocuları gibi konuşarak tüketemeyeceğimiz konular hakkında hızlandırılmış ve sıkıştırılmış bir sohbete başlıyoruz. Türkiye'de çocuk ve gençlik tiyatroları festivali deyince aklımıza ilk, hatta tek gelen isim Bursa oluyor. Bu festival bu yıl 8. kez gerçekleşiyor. Nasıl gidiyor festival? Festival bence, ardında sekiz yıllık deneyim ve birikimin olduğunu hissettiriyor. Geçmişten ders almayı becerebildiğimizi, bu sayede de her yıl bir adım daha ileri gittiğimizi düşünüyorum. Elbette hâlâ bir dolu eksik ve yanlışımız var. Ancak önemli olan onları düzeltme istek ve çabası diye düşünüyorum, ki bunlar da bizde çokça var. Festivalin bir misyonu olduğuna inanıyor musunuz? Bu festivalin en önemli misyonu çocuğa ve gence yapılan tiyatronun bir sanatsal etkinlik (eğitsel değil) alanı olarak vurgulanması ve bu alanda çalışan, yaratan, emek harcayan tüm sanatçıların desteklenmesidir. Bu amaçla festivalimizde sadece yurt içi ve dışından seçtiğimiz gösterilerin sunulmasıyla yetinmeyip çeşitli seminer ve atölye çalışmalarıyla da programımızı zenginleştirmeye çalışıyoruz.
Bu Festival, yerli ve yabancı grupların karşılaştıkları ve birbirlerini izleme şansı buldukları bir ortam. Dünyadaki diğer festivallere katılmak için de bir fırsat olan bu buluşmada yerli oyunların seçiminde özel bir kriteriniz var mı? Gösteriler, yurtdışındaki festivaller ya da o oyunları seyredecek yabancı konuklar dikkate alınarak seçilmiyor. Seçimimizde bizim için en önemlisi o gösterileri Bursa'da izleyecek seyirciye (çocuk, genç, büyük) kaliteli, sanatsal yeterliği olan yapıtlar sunmak. Aslında bu kriterlere uygun eserlerin dilinin evrensel olduğu da hepimizin bildiği bir gerçek. Ancak, her zaman bu kriterlere uygun yeterli sayıda gösteri bulmakta zorlanıyoruz. Bildiğiniz gibi ülkemizde çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında sanatsal ürünler sunmak üzere yola çıkan fazlaca topluluk yok. Dolayısıyla seçimlerimizde zaman zaman çok zorlanıyoruz. Katılımcı grupları seçerken -elbette belli bir standardı olması dışında- ayrıca üzerinde durduğunuz farklı türler, üsluplar, deneysel gösteriler veya temalar gibi kriterleriniz var mı? Böyle bir lüksümüz şimdilik yok. Belki de yakın bir gelecekte yani daha çok paramız olup da davet ettiğimiz tüm topluluklara gösterileri için belirli bir ücret ödeyebildiğimiz, dolayısıyla da içinden seçme yapabileceğimiz kadar çok sayıda başvuru aldığımız zaman; ayrıca yurt içinden de, böyle bir seçmeye olanak verecek sayıda değişik türlerde çocuk ve gençlik tiyatrosu yapan bir çok topluluğumuz olunca olur. Ancak bazen denk düşüyor ve diyelim ki aynı yıl birden fazla dans tiyatrosu ya da sokak tiyatrosu yapan topluluk başvuruyor. O zaman aynı türdeki gösterileri davet ediyor ve seminerlerimizden ya da değerlendirme toplantılarımızdan
cy a
bazılarını o türler üzerine konuşmaya ayırabiliyoruz. Ama dediğim gibi bunlar şimdilik tesadüflere bağlı olarak gerçekleşiyor.
pe
Festivale yurtdışından katılan grupların seçimi nasıl yapıldı? Yurt içinden ya da dışından katılan toplulukların seçiminde asal olarak toplulukların gönderdikleri görsel malzeme (gösteri kaseti/cd gibi) üzerinden değerlendirme yapıyoruz. Yedi kişiden oluşan ASSİTEJ Türkiye Merkezi Yönetim Kurulu bunları izleyip seçimini yapıyor. Bir başka yol da özellikle yurt dışındaki festivallerde doğrudan izleme olanağı bulup beğendiğimiz gösterileri davet etmek. Ancak bunun gerçekleşmesi çok kolay değil, çünkü biz profesyonel festival organizatörleri gibi dünyadaki festivalleri gezecek ve gösterileri orada satın alacak bir bütçeye sahip değiliz. Festivallere gidebilmemiz kişisel bütçemize bağlı. Eğer bir festivale davet edilirsek ve eğer o sırada festivale katılma masraflarını karşılayabilecek paramız varsa gidebiliyoruz. Bu da tahmin edeceğiniz üzere pek sık gerçekleşemiyor. Buradaki karşılaşmalar sonucunda. Festivale katılan Türk topluluklar arasından yurt dışındaki festivallerden davet alanlar oldu mu hiç? Evet, şu ana kadar bir defa oldu. Bursa kültür Sanat ve Turizm Vakfı Tiyatro Topluluğu'nun 2000 yılında Ayşe Selen yönetmenliğinde sahnelediği "Midas'ın Kulakları" adlı gösteri St Petersburg'ta düzenlenen çocuk ve gençlik tiyatroları festivaline davet edildi. Ancak topluluk Rusya'ya gidecek yol parası bulamadığı için dünyanın sayılı festivalleri arasında yer alan son derece prestijli o festivale katılamadı. Bunun dışında tiyatrotem gösterisiyle değil ama bir oyuncusu ile -Şehsuvar Aktaş- Danimarka Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali'ne gözlemci olarak davet edildi. Ayrıca Bursa'da yaptığımız bu festivalin organizatörlerinden olan Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Genel Sekreter yardımcısı Kenan Çelik de aynı festivale gözlemci olarak davet edildi. Bu davetlerin en önemli nedeni bir sanatçı ve bir organizasyonu desteklemekti kuşkusuz. Ancak bir başka nedeni aha vardı; Türkiye-Danimarka ASSİTEJ merkezleri arasında kurulan işbirliğini sürdürme isteği.
Bu işbirliğinden söz edebilir misiniz biraz? Biz bu festivali yapmaya karar verdiğimiz ilk yıl, doğal olarak, özellikle yurt dışından davet edecek topluluk bulmakta zorlandık. Bu aşamada bize ilk desteği Danimarka'dan bir topluluk -Batida- verdi. O destek 1996 yılından bu yana devam ediyor. Batida bu festivale üç kere katıldı, onun yanı sıra Danimarka'dan başka topluluklar da festivalimize katıldılar ve hemen her yıl Danimarka'dan bir ya da iki topluluk ağırlamaya başladık. Bu bizim için çok önemliydi çünkü Danimarka bu alanda dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında. Danimarka'nın nüfusu beş milyon; sadece çocuk ve gençlik tiyatrosu yapan topluluk sayısı yaklaşık 100. Dolayısıyla sanatsal olarak oldukça önemli bir noktada çocuk ve gençlik tiyatroları. Her yıl iki ulusal çocuk ve gençlik tiyatroları festivali yapılıyor Danimarka'da; biri küçük (yaklaşık 120 gösteri sahneleniyor) diğeri büyük (yaklaşık 500 gösteri sahneleniyor). Bu festivallere yerel yönetimler ve devlet ciddi bir destek veriyor.1970'lerde saptanan bir politika ile her çocuğun tiyatro sanatı ile karşılaşmaya hakkı olduğu, bunu sağlamanın da devletin görevleri arasında olduğu belirlenmiş. Bunun sonucunda bu alanda etkinlik gösteren sanatçı, topluluk, organizasyon sayısında ve niteliğinde önemli bir gelişme kaydedilmiş. Devlet, bu alandaki tiyatro etkinliklerini desteklemenin (bu destek çok etkili çünkü öğrencileri için bir gösteri alan okullara, topluluğa ödedikleri paranın hemen yarısını devlet veriyor) yanı sıra ASSİTEJ gibi uluslararası kurumlara da, özellikle maddi anlamda çok önemli bir destek veriyor. Dolayısıyla Assitej Danimarka >43
Merkezi, festival aracılığıyla kurduğumuz ilişkinin bir proje ile devam etmesi yolundaki isteğe manevi ve maddi anlamda destek vermekte hiç tereddüt etmedi ve iki merkez ortaklaşa bir çocuk oyunu projesi için işbirliği yaptık. Ortaya çıkan gösteri her iki ülkede de defalarca sahnelendi. İki ülke sanatçıları Türkiye ve Danimarka'da birçok kez bir araya geldi ve bu buluşmalar halen devam ediyor. Danimarka'nın bir kültürlenme politikası izlediğini söyleyebiliriz o zaman. Oysa Türkiye'de tiyatronun ne olduğunu bilmeyen, tiyatroyu tanımayan çocuklar var. Ne yazık ki öyle. Daha da kötüsü, tanıyanların çoğu da yanlış tanıyor. Belki de, bizim koşullarımızda, tanımamak kirlenmemek demek. Festivaliniz hep Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa Kültür, Sanat ve Turizm Vakfı ile birlikte anılıyor. Işbirliğiniz devam edecek mi? Öncelikle şunu belirtmekte yarar var; bizim ASSİTEJ Türkiye Merkezi olarak bu türlü festivaller düzenlemek için işbirliği yapmaya gereksinimimiz var. Merkez olarak tek başına böyle bir festival yapabilecek maddi gücümüz yok. Biz, ne devletten ne de özel kuruluşlardan, hiçbir yerden maddi destek alamıyoruz. Dolayısıyla Bursa ile yaptığımız işbirliği çok önemli. Bu işbirliğinin kesilmesinin bir nedeni yeni yerel yönetimlerin bu festivali devam ettirmek istememesi olabilir. Bir başka neden de sanatsal olarak bizim seçimlerimize müdahale etme isteği olur. Bu arada şunu da belirtmekte yarar görüyorum; bizim başka yerel yönetimlerle de işbirliği yapmak, özellikle de bu alanda etkinliklerin hemen hiç olmadığı bölgelere bu tür bir festivali taşımak gibi önemli bir hedefimiz var. Bu anlamda bazı ön görüşmeler yapmaktayız.
a
Bu festivalin en güzel tarafı o gün oynanan oyunların akşam hep birlikte mercek altına alınması. Sizce bu oturumlar bir ayna görevi görüyor mu? Katılımcı gruplar dürüst, gerçek ve hayata geçebilen bir alışverişi gerçekleştirebiliyorlar mı? Bu değerlendirme toplantılarının en önemli amacı birbirimize düşündüklerimizi açıkça, dürüstçe söylemek ve geri bildirimlerle gösteri sahibi topluluklara destek vermek. Ancak bu geri bildirimlerde zaman zaman, özellikle de ilk yıllarda üslup konusunda hatalarımız oldu. Çok sert ve sekter tavırlar bazı arkadaşlarımızı kırdı, küstürdü ve değerlendirme toplantıları amacına ulaşamadı. Ancak yıllar içinde biz de hatalarımızı anladık artık, sizin de şahit olduğunuz gibi, daha olumlu ve doğru yaklaşımlar söz konusu. Ancak dürüstlükten taviz vermedik. Hâlâ herkes düşüncesini açıkça söylüyor. Bunu sağlamış olmak bizim için bir gurur kaynağı çünkü Türkiye'de özellikle de tiyatro alanında bu kadar açık ve dürüst görüş paylaşımına pek sık rastlayamıyoruz. Umarım katılımcılar da benim gibi düşünüyordur ve değerlendirme toplantıları amacına ulaşıyordun Bu toplantılar sonucunda dediğim gibi küsüp giden de oldu, teşekkür eden de. Yıllar geçtikçe toplantıların yararından söz edenlerin çoğalması, sözünü ettiğiniz alışverişin gerçekleştiğini gösteriyor sanırım. Ancak bu tür değerlendirme ya da eleştiriye hiç açık olmayan ya da katıldıkları festivallerde kendileriyle iyi örnekler arasındaki uçurumun farkına varıp korkanlar, bu arayı kapatmanın imkânsız olduğunu sananlar ya da böylesi bir çabaya gerek görmeyenler için ne bu değerlendirme toplantıları ne de başka çabalar yarar sağlayacaktır. Bu konuda üzüldüğüm tek şey, o kötü gösterilere maruz kalan çocukların durumu. Hiç kimse bu kadar kötüyü hak etmiyor diye düşünüyorum.
pe
cy
Festivale katılan hiç kimse tembellik yapamıyor. Gün boyu oyunlar oynanıyor, izleniyor; aynı akşam o oyunlar hakkında konuşuluyor, değerlendirmeler yapılıyor. Ancak bu konuşmalar burada kalırsa sanki festival işlevini yerine getiremeyecek. Umarım burada sarf edilen sözler ete kemiğe bürünüp yol alıyordur tiyatro adına. Bana öyle geliyor ki biz bu yolculuğa, yeni de olsa, başladık. Suya attığımız taşın halkaları büyüyerek yayılıyor. Çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında küçük de olsa kıpırtıların başlaması, festivale duyulan ilginin artması, festivale her yıl daha bilinçli, bu işi ciddiye alan, samimi, istekli ve/veya eğitimli insanların ilgi göstermesi ve benzeri gelişmeler, çabaların boşuna olmadığının göstergesi. Ancak her zaman daha iyisini yapmak üzere yola çıkmaz, başarımızın gölgesine sığınıp olduğumuz yerde sayarsak hiçbir çaba bizi kurtaramaz. Benim bu festivale ilişkin en büyük hayalim, tıpkı Danimarka'daki festival gibi, dünyanın dört bir yanından insanların, davet edilmeden, kendi imkânları ile gelmek isteyecekleri bir etkinlik olması. Neden çocuk ve gençlik tiyatrosu ile ilgilenen insanlar, tıpkı Danimarka'ya gider gibi Türkiye'deki bir festivale gelmesinler? Neden Türkiye Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali için önemli bir merkez olmasın? Hayal ederseniz ulaşırsınız; umarım bu hayale ulaştıktan sonra ölürüm.
>44
> Figen ADIGÜZEL > İzlenim > fadiguzel@tiyatrodergisi.com.tr
Çocuk ve Gençlik Tiyatroları
Bursa'da Buluştu Bu yıl Bursa 8. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali 5-10 Ekim 2003 tarihleri arasında düzenlendi. Festivale altısı yerli ve beşi yabancı olmak üzere on bir topluluk katıldı. Festivali başta Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği ASSİTEJ'in Türkiye Merkezi olmak üzere. Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı ve Bursa Büyükşehir Belediyesi ortaklaşa düzenlediler. Etkinliğe Rusya'dan Devlet Çocuk Tiyatrosu, Danimarka'dan Teatret ve Dansk Rakkerpark, Fransa'dan Theatre de Paradis, Macaristan'dan Bartok Kamaraszinhaz ve Türkiye'den Tiyatro Tempo (Ankara), tiyatrotem (istanbul), İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Sivas Devlet Tiyatrosu, Tiyatro Tiyatrosu (istanbul) ve amatör bir topluluk olan Üsküdar Ahmet Keleşoğlu Anadolu Lisesi katıldı. Festival sadece oyunlarla da sınırlı kalmadı, aynı zamanda yerli ve yabancı akademisyenlerin katıldığı çocuk ve gençlik tiyatrolarında yazarlık, yönetmenlik, makyaj teknikleri seminerleri ve atölye çalışmalarıyla da oldukça renkli geçti.
pe cy
a
Bütün bir yıl iple çekilen festivalde maalesef yerli topluluklar oldukça zayıf kaldı. Bunu ülkemizde çocuk tiyatrosunun gereksiz ve önemsiz olarak nitelendirilmesine bağlıyorum. Bu yıl da yine yerli topluluklar içinde festivalin yüz akı Ankara'dan katılan Tiyatro Tempo oldu. Tiyatro Tempo festivale "Mutlu Kelebek" isimli kukla oyunuyla katıldı. Tiyatro Tempo'nun kurucusu hatta oyununun yönetmeni ve oyuncusu olan kukla ustası Haluk Yüce " M u t l u Kelebek" oyununda sahneyi Emine Kaygun'la paylaşıyor. Yazar, oyuncu ve kuklacı olan Emine Kaygun, Tiyatro Tempo'nun kuruluşundan beri Haluk Yüce ile birlikte çalışıyor. Haluk Yüce "Mutlu Kelebek" oyunu hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade ediyor; "Oyun çocukların sürekli yeni şeyler talep ederek mutsuz olmalarını, öykünün temel ekseni yapıyor. Ve mutluluk kavramı üzerine çocukların zihninde soru işareti açarken bir ressamın resmi oluşturma sürecindeki zorlanmasına şahit olarak, kendilerinin hayat karşısındaki zorlanmalarımla empati kurmalarını sağlıyor". Festivale İstanbul'dan katılan tiyatrotem, Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş ve Bilge Gültürk'ten oluşuyor, tiyatrotem oyuncuları "Böyle Devam Edemeyiz" isimli gölge-kukla oyununda, iki kukla oynatıcısının serüvenini anlatıyorlar. Oyunlarını her yaş için gölge-kukla oyunu olarak tanımlıyorlar. Kuklaların alışık olmadığımız bir şekilde neden perdenin arkasından sahneye taşındığını sorduğumda, kukla tiyatrosunda kukla ile birlikte kukla oynatıcısının sahnede olmasının illüzyonu kurmak ve kırmakta önemli bir nokta olduğu yanıtını aldım. Sivas Devlet Tiyatrosu "Sırca Köşk" isimli oyunla aramızdaydı. Festivalde hayal kırıklığı yaratan Sivas Devlet Tiyatrosu, söyleyecek hiçbir sözü olmayan bir oyunla bizi başbaşa bıraktı. İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları "Sevdalı Bulut" isimli gölge oyunuyla geldi. Festival bu yıl ilk defa amatör bir topluluğa; Üsküdar Ahmet Keleşoğlu Anadolu Lisesi'ne evsahipliği yaptı. Eftal Gülbudak'ın sahneye koyduğu "Lysistrata" da festivaldeki yerini aldı. Yine istanbul'dan Tiyatro Tiyatrosu "Fulya N'oluyoo Sana" isimli oyunu sahneledi. Festivale katılan yabancı topluluklardan Fransa'yı temsil eden Theatre de Paradis "Ütü Masalı" isimli oyunuyla dikkat çekti. Oyun hayal kurmayı çok seven küçük farenin ev işlerini yapmayı unutunca başına gelenleri anlatıyor. "Ütü Masalı"nı sahneye koyan ve oynayan Cristine Barbot oyunu dizlerinin üstünde oynadı. Neden bu şekilde oynadığını sorduğumda çocuklarla aynı seviyede olmanın çocuk tiyatrosunda çok önemli olduğuna inandığını söyledi. Danimarka'yı festivalde iki ayrı topluluk temsil etti. İlki geçtiğimiz yıllarda da katılan Dansk Rakkerpak'tı ve bu kez oyun "Rickshaw"du. Hindistan'da taksi olarak kullanılan araçlara "rikşa" adı veriliyor. "Günlerden bir gün zalim bir beyaz adam bir rikşa kiralar. Şoföre son derece kötü davranan bu adam aynı zamanda ırkçı bir insandır"; bu ifade festival broşüründe oyunun konusunu anlatmak için kullanılan ifade, ancak oyunun yönetmenine amacınız ırkçılığı mı anlatmak diye sorduğumda, kesinlikle öyle bir derdi olmadığını, Hindistan'da buna benzer bir olay yaşadığını ve bunu bir sokak gösterisi haline dönüştürmek istediğini söyledi. Danimarka'dan izlediğimiz ikinci oyun ise Teatret topluluğunun sahnelediği "Ditto" isimli oyundu. Uzun süre zihinlerde yerini koruyacak olan oyun, karanlık bir odada iki kişinin bakma ve görme ilişkilerini anlatıyor. Oyunu sahneye koyan ve yazan Jacques Matthiessen "Yabancıları evinde hoş karşılamayanların evine melek girmez" sözünden yola çıkarak bu öyküyü yazmış ve sahnelemiş, daha sonra sözsüz hale getirmesinin ilginç olacağını düşünmüş. Buna neden olarak, görsel anlatımın sözel anlatıma göre daha büyük bir önem taşıdığına inandığını ifade etti. Neden çocuk tiyatrosu yaptığını sorduğumda ise gayet "dürüst" olarak "çocuklar çok dürüst" dedi... Rusya Devlet Çocuk Tiyatrosu "Her Şey Yolunda" isimli oyunla festivale katıldı. Oyun karıncayı bile incitmekten çekinen vahşi bir kurdun hikayesini anlatmakta. Müzikal bir oyunla sahneye çıkan Rusya Devlet Çocuk Tiyatrosu izleyecileri oldukça etkiledi. Ve son olarak Macaristan temsilcisi Bartok Kamaraszinhaz'dan bahsetmek istiyorum. Macaristan festivale "Valiant Brave" isimli oyunla katıldı. Oyunda izleyiciler Macaristan'ın geleneksel halk oyunlarından örnekler izleme fırsatı buldu. Festivalde, amaçları Çocuk Tiyatrosu'nda yeni anlatım olanakları yaratmak ve ele aldıkları konuları farklı biçimlerde ifade etmek olan yönetmenlerden özellikle yabancı olanların çalışmaları gıptayla izlendi. Benim asıl merak ettiğim, çocuk tiyatrosuna gönül verdik diyenlerin acaba daha ne kadar izleyici koltuklarında oturup bu soruyu tekrar edecekleri...
>45
"Ditto" / Teatret-Danimarka
pe cy
> Eleştiri
a
> Pınar ŞENEL
"
...derin suların özeti" Evinde yalnız yaşayıp giden bir adamın, bir gün, bir konuğu olur dışardan. Değil onu içeri almak; kapısını-penceresini bile aralamak istemez. Fakat misafir, eninde sonunda gelecek, içeri girecektir. Mekânını onunla paylaşmaya razı olan adam, bu kez, katı sınırlar koyacaktır yabancıya, bir misafir olduğunu anımsatarak. Belli çizgilerin ötesini yasaklayacaktır. Fakat günler böyle devam edemeyecek; bu iki farklı insan, paylaşma arzusuna yenik düşecek, birbirlerine yaklaşacak ve git gide dost olacaklardır. Ev sahibi yeni gelene her şeyini verecek, misafir, mekânı, en az diğeri kadar sahiplenecek, yeni bir düzen kurulacaktır. Fakat sonunda paylaştıkları küçük oda artık ne birinin ne de ötekinindir. Mülkiyet kavramı dönüşmüş, hiç kimsenin yeri olmuştur orası. Devam etmek için bu yeni gerçeği kabullenmek gerekecektir. Aksi halde, orası hiç kimsesizleşecektir. Danimarkalı topluluk "Teatrefin Ditto adlı bu oyununu Bursa 8. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali'nde izledik. Bir seloteyp bant, siyah fon perdeleri, kara tahta ve tebeşir, birkaç kübik dekor parçası ve iki oyuncu ile yaratılan; mütevazı anlatımına dünyayı sığdıran bir oyundu. Yaratıcılarının çıkış noktası göçmen sorunuydu ama pek çok başka ikili ilişki biçimine paradigmatik göndermeleri vardı. Her türlü yaş, cinsiyet, statü, ilişki biçimi farklarını kapsayacak şekilde, bizi iki insanın karşılaşmasından doğacak her türlü seçeneğe, dolayısıyla öznel deneyimlerimize de ulaştıran oyun, yüzleşme ve arınma da sağlıyordu. Seyirciyi bu denli etkileyen, "içeriğin biçimi"nin başlı başına bir fenomen olmasıydı. Mekânı, olayları ve simgeleri belirlemekte kullanılan seloteypli yaratıcılık, herkeste hayranlık uyandırdı. Hatta bu keşfin ne zaman yapıldığı, provalarda mı çıktığı, önceden mi tasarlandığı, samimiyetle merak edilen bir soru oldu. Amaca bu denli hizmet eden bir araç, rastlantısal bulunmuş olabilir miydi? Sürprizsiz bir yanıt geldi: "Seloteyp ucuzdu. Ama prova öncesi tasarılarda, buna benzer bir ifade biçiminin seçileceği de belliydi". Burada "fenomen" tanımlamasını şunun için kullandım: Bir kez daha aynı şey oldu: Çok basit görünen, derinden etkiledi. Basit olanın güzelliğini hor görmemek gerek. İçtenlik ve alçakgönüllülük ile biçimlendirilmiş "iddia" gibisi yok çünkü. Teatret grubundaki sanatçılar akıllı ve duyarlı olduklarını, karmaşıklığı ve zorluğuyla hayranlık uyandıran hünerlerle değil; duru sözün bilgeliğiyle gösterdiler. Tiyatro bunu yapabildiği müddetçe kendi gibi yaşayacaktır. Varlığını sürdürmesi için gitgide daha görkemli ve şaşırtıcı olması gerekmez mutlaka. İnsan olmaya değgin bir soru, bilinçli yaratıcılık ve benzersiz olma arzusuyla gölgelenmemiş bir bağlam, yeter. Dahiyane olan da bunlar zaten: Samimiyet, diğergâmlık, tevazu ve cesaret. Basit ama gerçek. Derin gerçek.
a
Göçmen sorunu ile ilgilenenler için iki not:
cy
Oyunun yönetmeni Jacques Matthiessen'e "Ditto"nun Danimarka'da ne tür tepkiler aldığını sordum. Özellikle göçmen seyircilerin tepkisini ve elbette Türklerinkini. Avrupa'da ikinci ve üçüncü kuşak göçmen gruplarının ülkeyi tamamen benimsediklerini söyleyen yönetmen, "şimdiye dek pek az temsil yapabildik ama ilk on beş gösteriyi izleyen seyirciler içindeki göçmen kişilerin, oyunu, "misafir gelen" oyun kişisi açısından değil de, "ev sahibi"ni temsil eden oyun kişisi açısından, milliyetçi izlediklerini söyleyebilirim." dedi.
pe
Çalışma Bakanlığı Yurt Dışı işçi Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün 31.12.2002 itibariyle verdiği bilgiye göre, Danimarka'nın genel nüfusu, 5.383.507. Türkler dahil yabancıların ve göçmenlerin sayısı 265.424. Türkler ise 31.978 kişi civarında. Bu rakamlara göre, genel nüfus içinde yabancıların oranı yüzde 5.0
PROTOKOL
KAĞIT KIRTASİYE ve BİLGİSAYAR SARF MALZEMELERİ SİZ PROTOKOL'DEKİ
YERİNİZİ NE
ZAMAN ALACAKSINIZ
?
SADECE MALZEME SATMAK DEĞİL, SİZLERİ BİLGİLENDİRMEK DE BİZİM İÇİN ÖNEMLİDİR. KAĞIT ÜRÜNLERİ, SARF ÜRÜNLERİ, KIRTASİYE ÜRÜNLERİ... WEB SAYFAMIZDA BİR GEZİNTİYE NE DERSİNİZ... www.protokol.org PROTOKOL KAĞIT KIRTASİYE VE BİLGİSAYAR SARF MALZEMELERİ Eski Gümrük Sokak Çeçeyan Han No:19/3 Karaköy -İstanbul Tel: 0 212 293 06 81- 293 06 82 Faks: 0212 244 19 07 Mail: info@protokol.org sadialkis@protokol.org KREDİ KARTINIZI
KULLANABİLİRSİNİZ...
>47
a
> Nihat ALPTEKİN > Eleştiri
cy
> nihatalptekin@tiyatrodergisi.com.tr
pe
SEMAVER Kumpanya'nın
"Murtaza"sı Geçtiğimiz tiyatro sezonunun adından en çok söz edilen tiyatro topluluklarından "Semaver Kumpanya" yeni sezonu Orhan Kemal'in "Bekçi Murtaza" romanından sahneye uyarlanan "Murtaza" adlı eseri ile açtı. Geçen sezon oynadıkları "Onikinci Gece" adlı oyunla sahnelerimizde uzun zamandır esmeyen dinamizm ve bütünlük kavramlarını en üst düzeyde gösteren Semaver Kumpanya "Murtaza" oyunundaki dinamizm, bütünlük ve samimiyetle geçen sezon gösterdikleri başarının tesadüfi olmadığını kanıtlıyor. Genel Sanat Yönetmeni Işıl Kasapoğlu oyunu Bülent Emin Yarar ile birlikte yönetmiş. (Bakalım bu sezon Işıl Kasapoğlu'nun kaç oyununu daha izleyeceğiz). Romandan sahneye epizodlardan ve önoyundan oluşan kurgu ile uyarlayan aynı zamanda grubun dramaturgu Günay Ertekin. Orhan Kemal (1914-1970) Cumhuriyet dönemi, toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla toplum içindeki insanın yerini irdeleyen yazarlarımızdan. Ezen-ezilen ilişkisi temelinde onun kişileri yoksullar, işçiler, köyden kente göç eden Anadolu insanı. Bir dönem, okuyucusunu yürekten etkilemiş ve her zaman etkileyecek Bekçi Murtaza romanı, hareketli kurgusu, zengin ilişkiler ağı ve gerçek karakterleriyle sahne diline yakın bir yapıya sahiptir. Bu yapı içinde öykünün kahramanı Bekçi Murtaza yaşadığı toplum bireylerinden farklı olarak gösterdiği muhalif ya da boyun eğen tavrı ile sistem içinde alternatifi dile getirir bir anlamda. Murtaza insan olarak herkesten bir şey taşır; öfkeli, muhafazakar, küfürbaz, mütevazı, eh, biraz da alaycıdır. Nefes nefese olduğu insanlara kendi anlayışını kimi zaman zorla kabul ettirmeye çalışır. Onu var eden iki şey vardır; görevi
a
cy
pe
ve bir kahraman olduğunu iddia ettiği dayısı Kol Ağası Hasan. Bu iki şey olmadığında Murtaza var olmayacaktır. Kendisini ve sınıfını ezen kurallara bu kadar bağlılığı onu bir zaafın "göstergesi" kılar. Murtaza sistem içinde bir sınırı belirler. Murtaza gibi olmak, Murtaza gibi olmamak. Murtaza gibi olursan, yalnız kalırsın, en doğal duygularını ve eylemlerini yaşayamazsın; arkadaşlık, aile... Murtaza gibi olmazsan, sistemin belirlediği kadar ezilirsin. Az ya da çok, sonuçta ezilirsin. Murtaza ve diğerleri birbirlerinden farklı görünseler de sistemin çarkları arasında ezilenlerdir. Yalnızca tarzları ile acılarını azaltmaya çalışırlar. Her iki tarafta da aşırılık vardır. Kurallar önünde burnu yere değecek kadar eğilen Murtaza ve kurallara uyuyormuş görünen diğerleri. Orhan Kemal Bekçi Murtaza adlı esrinde bir sistemi her ucundan ele alarak gözler önüne seriyor.
a
Romanda geniş perspektif ile ele alınan toplum, sahneye aktarıldığında elbette anlık fotoğraflarla anlatılacaktır. Romanı sahneye uyarlayan Günay Ertekin, romanın sahne diline yakınlığını değerlendirmiş. Birbirini besleyen durumlardan oluşan bir dizge yaratmış. Özellikle önoyunda Murtaza ve Murtaza gibilerin durumuna bugünün insanının gözünden bakmaya çalışmış.
pe
cy
Murtaza'nın hikayesi daha önce iki kez sinemaya uyarlanmış. Müşfik Kenter ve Müjdat Gezen oynamış. 1969 yılında da sahnede Ulvi Uraz'ın Murtaza'sı "görmüş kurs, almış çok sıkı terbiye ve disiplin". Semaver Kumpanya'nın Genel Sanat Yönetmeni Işıl Kasapoğlu, yerli yazarlarımızı seyirciye sunmak için bu oyunu seçtiklerini belirtiyor. Oyunun yönetmenleri göstermeci biçimde müzikli-danslı bir sahnelemeyi tercih etmişler. Hüzünlendiren, güldüren bir oyun, ağıt yakan, göbek attıran bir müzik. Çünkü Orhan Kemal, insanın yüreğini acıtan gerçekleri yine insanca bir eylem olan komik öğelerle besler. Acı, sevinç, mutluluk iç içedir. Bir gazete ofisinde başlayan oyunda sürekli koşuşturan insanlar görüyoruz, tıpkı Semaver Kumpanya'nın oyuncuları gibi... Ve Murtaza'nın hikayesi başlıyor. Mekânlar hızla değişiyor, oyuncular hemen başka bir role bürünüyor. Özellikle, fabrika sahnesindeki işçilerin makina başında çalıştıklarını gösteren devinim ve vurmalı enstrümanlarla verilen efekt insanın içini ürpertiyor. Dört duvar arasında sıkışıp karın tokluğuna çalışan insanların yalnızlığını ve sanayi devrimi denen şeyin ne menem bir devrim olduğunu gözümüze sokarak anlatıyor. Sahneyi ve salonu geniş bir oyun alanı olarak değerlendirmiş yönetmenler. Dönem atmosferinin yakalanmasında (1940'lar), ilişkilerin belirlenmesinde Orhan Kemal'in insanlarının canlanmasında yönetmenler kadar dramaturg Yavuz Pekman ve Günay Ertekin'in de payları ayrıntılarda kendini gösteriyor. Dramatik anlarda bir cenaze evi gibi görünen sahne, hareketli anlarda düğün evine dönüyor. Semaver Kumpanya, bütünlük duygusunu sahnede bütün oyuncular ile veriyor. Onları dikkate değer kılan da bu. Işıl Kasapoğlu'nun önderliğinde sıfırdan başlayıp bir " kumpanya" ruhu yaratıp bu duruma gelmeleri alkışlanası. Murtaza oyunundaki performansları da soyundukları işe ve birbirlerine ne kadar inandıklarının, güvendiklerinin göstergesi. Sahnedeki 19 kişi ve sahne arkasmdakilerin her biri üzerine düşeni yapıyor. Ama özellikle Murtaza rolünde Tansu Biçer genç oyuncu olarak üstlendiği rolün altında ezilmiyor. Murtaza'nın katılığı ve final sahnesindeki pişmanlığı, yalnızlığı Tansu Biçer'in kararlı oyunculuğunda yüreklerimize işliyor. Ve diğerleri, özellikle kahve ve fabrika sahnelerindeki grup oyunculuklarıyla göz dolduruyorlar. Yılların usta sahne tasarımcısı Metin Deniz, iki basamaklı, tahta zeminli ve sokak lambaları ile bezenmiş sahne tasarımında minimalist bir uzam yaratmış. Tıpkı hikayesi anlatılan insanların dünyaları gibi. Kostüm tasarımında Mualla Erkut, hayat tecrübesi olan kostümler kullanmış. Yırtık, kirli ve yaşamış. Işık, oyunun oyuncularından biri gibi sahnede yerini almış. Her sahnede açı ve renkleriyle söyleyeceği bir şey var. Fabrika sahnelerindeki loşluk ve Murtaza'nın yalnız kaldığı sahnelerindeki sokak lambası havası ışığın işlevselliğinin göstergelerinden. Oyunun müziklerini besteleyen Nejat Yavaşoğulları'nın üretken ve duyarlı yanı oyunun müziklerinde de kendini gösteriyor; İki enstrümanla (flüt, klarnet) tıpkı sahneleme gibi yalın ama içinde onlarca hikaye barındırıyor. Semaver Kumpanya'nın "Murtaza" oyunu, yeni sezonun ilk oyunlarından. Sıcaklığı ve hikayesi ile bu sezon iyi oyunlar seyredeceğimize dair işaretler veriyor. Umarım, Kültür Bakanlığı çocuğa verilen bayram harçlığı gibi kerhen verdiği ödenekten biraz da Semaver Kumpanya'ya verir de kumpanyadaki bu kadar genci popüler kültür çarkları içinde kaybetmeyiz. Oyundaki karakterlerin seyirciye dönüp söyledikleri gibi bitireyim bari -Vatandaş! Emeğin kıymetini bil, sanat tutkunu gençlere sahip çık.- İyi seyirler!
cy a
pe
a
Fotoğraflar: Evrim Altuğ
> Ilgın Sönmez
pe
cy
> İzlenim
BATI'nın DOĞU'daki EVİ:
DİYARBAKIR
a
cy
İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu dramaturgu Emre Koyuncuoğlu'nun bir yılı aşkın bir süredir üzerinde çalıştığı "Home Sweet Home", Diyarbakır'daki 500 yıllık Surp Sarkis Ermeni Kilisesi'nde prömiyer yaptı. Anadolu Kültür, Diyarbakır Sanat Merkezi ve Belçika "Kunsten Des Arts", disiplinler arası projenin destekçileri.
pe
Diyarbakır'dan İstanbul'a "dönmek" için acele eden bir grup olarak havaalanında, uçuşun yedekleri olarak gergin gergin bekleşiyorduk. Bize eşlik eden siyahlar içindeki genç Diyarbakırlı, bir gece önceki Civan Haco konserinin ne kadar kalabalık olduğunu anlatırken şöyle bir cümle kurdu: "Buralarda her gün bir etkinlik var. Sürekli bir şeyler getiriyorlar. Halk da gidiyor. Neye, neden gittiğini hiç bilmeden, gitmek için. Kalan zamandaysa hep aynı Diyarbakır hayatını yaşıyor tüm bu insanlar. İstanbul'dakiler ne yapmaya çalışıyor? Doğrusu hiç anlamıyorum." Doğru. Diyarbakırlı şaşkın. Diyarbakır'a düzenli bir şekilde "kültür" şırınga ediliyor. Hiç öyle birtakım çevrelerin gözüne girmek için boyalı laflar edemem. Bu "şırınga"nın bünyeye zerk ettiği "şeyin" tutacağı yok. işlevsel olması, bir işe yaraması da olasılıklar dahilinde değil sanki. Diyarbakır'da 'tümevarım'cı bir felsefe güdülmesi, oranın kalkınması için örgütlü bir siyasetin birçok farklı iyileştirmeyi aynı anda kapsaması gerekiyor sanki. Oysa karşımızdaki "tümdengelimci" bir hareket gibi. Şimdi başlayalım, arkası nasıl olsa gelir, kalanı da bir ara hallederiz artık gibi bir alt sesi var olanın bitenin. Kadınlar gidiyor Diyarbakır'a kadın bilinci için, edebiyat gidiyor oralıların tanımadığı hayatın akisleri okunsun diye, tiyatro gidiyor hayatın manası için, sinema gidiyor, müzik gidiyor. Bunun Diyarbakır'a ve temsil ettiği "öteki" Türkiye'ye yeni bir çehre kazandırması hedefleniyor. Oysa güneydoğu öfkeli. Hatta beklenmedik ölçüde. Diyarbakır'a hoşgeldiniz değil de yüzlerdeki, "Neden geldiniz, ne istemiştiniz, göreceğiniz var!" Diyarbakırlı "uyanmak" durumunda kalmış. Öyle çok surette "Ne yapmaya çalıştığınızı anlamıyor muyuz sanıyorsunuz, bunun bir işe yaramayacağını, en azından sizin ölçülerinizle, biz biliyoruz, siz bilmiyorsunuz, o halde size ne diye yardımcı olalım." ifadesi var ki şaşırırsınız. Kimse kızmasın, alınmasın, bu cümleleri abartmasın. Diyarbakır sokakları bir "jungle", "beyaz"ların yerliler koruyuculuğunda dolanabileceği, insanda gotik hisler uyandıran bir realite. Öyle yapıyorlar. Koruyorlar "beyaz" ziyaretçilerini. Ki herhangi bir ziyaretçinin varoluşundaki o beyazlık en katlanılmaz olanı. Bunu da belirteyim. Diyor ki Diyarbakırlı arkadaş "Tek başına gezme. Issız yerlere girme. Çantana telefonuna dikkat et." Biliyor musunuz... Diyarbakırlıların çöpler içinde yaşadığını biliyor musunuz? Günlerce haftalarca alınmayan çöp torbaları, yapışkan sıvıların ince şeritler ya da yer yer oluk oluk akıştığı caddelere yayılmış vaziyette. Ayrım yok. Tüm Diyarbakır böyle. Sokaklara kireç dökülüyor. Hastalık olmasın diye. Kediler ve köpekler şişmanlar, iyi yiyorlar yani bu çöplerden. Fakat birçoğunun kuyruğunun olmadığını biliyor musunuz? Diyarbakır'ın öfkesinin bir yüzü daha! Sokakta yaşayan yüzlerce çocuk ve adam var. Çocuk işçi sayısı hakkında fikriniz var mı? Ya çocukların mecburi eğitime bile "iştirak" edemediğini, bunun yerine haftada yedi sekiz milyona çıraklık, yirmi -yirmi beş milyona fabrika işçiliği yaptığını. Kaç kardeşsiniz sorusunun cevabı hâlâ "Beş. Hah! İki de kız var!" arka sokaklarda. Bu benim çizdiğim eksik manzara. Ama uzatmaya niyetim yok. Emre'yi anlamak ve anlatabilmek için yazmak lazımdı. Eylül ayı içinde uzun bir telefon konuşmamız olmuştu kendisiyle. Emre Koyuncuoğlu, uzun bir süredir projelerinde "ev" meselesini kurcalıyor. Derdi bu. Dans, tiyatro, müzik, video ve edebiyatı kendisine has bir estetikle birleştiren, eski grubu Yeşil Üzümler'den
>53
a
pe
cy
bu yana fazla göz önüne geçmeden çağdaş Türk tiyatrosu içinde kendine kalıcı ve manalı bir yer edinen Koyuncuoğlu, o uzun konuşmada, Diyarbakır'a ilk gidişinde kendisine burada bir iş yapması önerildiğinde uzun bir süre boyunca napacağını kestiremediğini söylüyordu. Sesinin en gerçek, en panik hallerinden biriyle. Hatta içtenliğimden vazgeçmeden "naapabilirim" düşüncesinin yarattığı depresyonu yaşadığını anlattı. İstanbulluydu, Batı eğitimi almıştı, kişisel duyarlılıkları üzerine kuruyordu işlerini ve Diyarbakır kendi meselesinin içinde nasıl bir yere sahip olabilirdi? Çünkü o da benle benzer kaygılar taşıyordu. Belli izlenimleri vardı. Kendini eğleyen burjuvaların arasına katılmak istemiyordu. Faaliyet olsun diye faaliyete airişecek hali yoktu. Yineçıkışı"ev"de buldu. Defalarca gitti geldi Diyarbakır'a. Oralılarla röportajlar yaptı. "Ev hikayeleri" dinledi. O sırada bir ekip oluşturdu. Önce kafasında, sonra fiilen. Başka kayıtlar da yapıldı. Oranın sesi, oranın müziği de girdi kayda. Videolar hazırlandı. Hazırlıklar bir buçuk yıl sürdü. Diyor ki Emre Koyuncuoğlu "Hayalim yeni bir tiyatro önerisi oluşturmaktı. Evet, bu kadar iddialı ve net. Bugüne dair, bize dair bir şey söyleyen ve herkesi kucaklama özelliği taşıyan, kendi mekânını, kendi tasarımını, kendi sahne anlayışını, kendi seyircisini yaratan ve gerçekleşen ana mekâna, yöreye ve aynı zamanda o işi yapan sanatçılara ait olan..." Ve şu oldu. Ya da olanlar içinde en berrağı şu. Bir zamanlar içinde yaşanan, kullanılan ama artık yaşanmayan ve kullanılmayan bir mekâna, Surp Sarkis Ermeni Kilisesi'ne insanlar geldi.
Bu kilise Ali Paşa Mahallesi'nde. Burada "kırıklar" yaşıyor. Onlar ilk sahipleri değil. Bir vakitler Ermeniler yaşarmış. Şimdiyse "kırıklar" dediğim gibi. Kimler bunlar, diye soruyorum kilisenin bahçesindeki evde yaşayan çocuğa... Kabadayılar, diyor. Hiç tekin değildir diyor. Değil de zaten. Yürüyerek gelmeme izin vermiyorlar. Bir araba alıyor beni otelden. Kiliseye geldiğimizde kapının önünde ciddi bir kalabalık görüyoruz. Ama en çok da çevik kuvvet. Projeciler güvenlik istemiş. Güneydoğu'da güvenlik jandarma ya da elli altmış çevik polis anlamına geliyor tabii. Bizim araba bahçe kapısından girerken mahalle çocukları üzerimize saldırıyor. Deliyürek ve Ayşegül diye bağırıp duruyorlar, neden bilmem. Ama insem sanki arabadan orada, parçalayacaklar beni. Yaptırmamanın bir yolunu illa ki bulurum da onlarda var böyle bir eğilim. Kırıklar işte. Nefis bir mahalle burası. İnsanlığın var gücüyle mahvettiği Diyarbakır mimarisi, bu mahallede ilk haliyle, korunmuş olarak çıkıyor karşımıza. Sokaklar daracık, labirent gibi. İki katlı taş evler olağanüstü. Emre, müthiş bir yer bulmuş. Canlı bir risk'in ortasına atmış projesini...
>54
N e s i l d e n Ev H i k a y e l e r i . . . Koyuncuoğlu'nun "Home Sweet Home"unda cumhuriyetin kuruluşundan itibaren üç nesil kendi hikayesini anlatıyor. Anlatıyor derken. Bu dil, yapılan röportajlardan bir sound text aracılığıyla kurulmuş. Koyuncuoğlu'nun kendi anneannesi, annesi ve kendi sesini temsilen performansçısı Esra Bezen Bilgin de bu anlatıcılar arasında. Bildiğimiz, sezdiğimiz, anladığımız ev/yurt hikayelerinden kesitler aktarılıyor. Beden dili de, söz dili de son derece kişisel hikayeler anlatıyor, ancak mesele öylesine anonim ki, Koyuncuoğlu'nun güçlü bir çıkış noktası yakaladığı ve bu mesele üzerinde daha uzun süre kafa yoracağı görünüyor. Kadın merkezinde zoraki
evlilikler, cinsel taciz, aşk, tutku, kültürel karmasa, türban, ahlâk derken içimizin tüm sivri köşelerine değme iddiasında bîr yapım "Home Sweet Home". Emre'nin geçen sezon "Psikoz 4.48"de de birlikte çalıştığı Esra Bezen Bilgin, bu proje için bir araya geldiği partneri Şafak Uysal'la özellikle kontak dans sahnelerinde nefis bir uyum sağlamış. Videolarda ve sahnede gelinlikli ve ilkokul önlüklü haliyle görünen Su GüneşMıhladız, "Home Sweet Home"unyüzü adeta. Yaşsız, gotik bir görselliği var. Ve videoya yansıyan kan içindeki bilekleri. Sülüklerin emdiği. Koyuncuoğlu, sülük imgesini işinin finaline de yerleştiriyor. Bir cam kavanoz içinde. Bir güneydoğu geleneği sülük. Belli hastalıkların .tedavisinde kullanılıyor. Bir metafor olaraksa malumunuz üzere kan emmeyi ifade ediyor. Öldürmeyi, tüketmeyi, sömürmeyi. Projede Diyarbakırlı sanatçılar ve halk gönüllüleri de yer alıyor. Sürece katıltmlarındaki iki taraflı samimiyetten hiç kuşku yok, fakat sahnede eklektik durmama hali sınırlarında dolaştıkları da ifade edilmeli. Diyarbakır Sanat Merkezi'nin kurulma amacının 'biz' ve 'onlar' ayrımını ortadan kaldırmak, köprü oluşturmak olduğu yazıyor oyun broşürünün bir yerinde. Ama işte dönemlik projelerin handikapını, yukarıda dar kapsamlı çizdiğim kompozisyon çerçevesinde düşünmek lazım. Koyuncuoğlu'nun tüm atölye çalışmalarına, prova kamplarına rağmen 'şehirli'ler ve 'yerlilerin sahne üzerindeki kaynaşması Dile gerçekleşmemiş. 'Biz' ve 'onlar' en çıplak haliyle örünüyordu Diyarbakır'daki ""Home Sweet Home"da. Üstelik herkes aynı renktı. Tüm yüzler irbirine benziyordu. Buna rağmen.
G
Biz mekâna girmek istemedik, diyor Emre Koyuncuoğlu, kilisenin içindeki engebeleri, havadaki kum, toz ve toprak karışımını açıklarken. Klasik bir anlayışımız olsaydı, mekânı düzenlerdik fakat bunu istemedik. Gerçekten de "Home Sweet Home"un üç gecelik Diyarbakır seyircisi performansın ve kilisenin içinde kendine bir yer edinmekle yükümlüydü. Çünkü sadece belli noktalardan sahne olarak düzenlenmiş bölüm ve perde görülebiliyordu. Ben kendi payıma bu mücadelede bir zafer kazandığımı iddia edemeyeceğim. Diyarbakırlı seyircinin arasına karışmaya çalışsam da, gösteriyi atlamadan izlemeye vakıf olamadım. Öbeğin içine girsem de önümdeki etten duvarları aşamadım. Terk edilmiş Surp Sarkis Ermeni Kilisesi üç gece için eviydi seyircinin, içindeki saklı ev. Tüm tarihiyle birlikte. Fakat şöyle bir ayrıntı var. Koyuncuoğlu, mekâna girmediklerinden" bahsediyordu ya, bu "girmeme", kilisenin konvensiyon tarafından ele geçirilmeme hali bence tüm projeyi kapsamalı, sanatçılar için de özel düzenlemeler yapılmamalıydı. Yani o zaman kilise hiç ellenmemeliydi. Nedense Koyuncuoğlu bu noktada biraz ikircikli davranmayı tercih etmiş. Belli kavramsal noktalarda ınteraktıf bir yapı sergileyen "Home Sweet Home"da seyirci ve yaratılan sanatsal düzlem arasında bir ayrım seçilmiş. izledikten sonra kafaya takılan en temel soru su. Bu gösteri kimin için? Neden ilk durak Diyarbakır? Diyarbakırlıca söylenen bir şeye rastladık mı? Üç beş Kürtçe cümle, dengbej kayıtları, halk dansları ekibi, Erbane vurmalı çalgılar topluluğu vesaire Dıyarbalcır diliyle bir şey anlatmak için mi kullanılıyor, yoksa kasıt bu olmasa da "bir nevi orientalist bir dilin parçalarına mı dönüşüyor? Fakat ben bu sorulara cevap vermemeyi tercih ettim. Zamana yayılacak, zamanla gelişecek önemli bir yapım olarak gördüğüm "Home Sweet Home", gittiği farklı kentlerde yakaladığı farklı hikayelerle bu sorunun cevabını zaman içinde kendisi zaten verecek.
pe cy
a
Ama şu da var... Üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim bir genç kız gösteri bittikten sonra bir kenarda bekleyen Koyuncuoğlu'na yaklaşıp, yüzündeki çaresizliği "kendi şaşkınlığı ve karmaşasına benzetmiş olacak, siz bir şey anladınız mı, ben anlamadım ki, diyerek uzaklaştı mesela. Emre'yi de kendi durumuna özdeş bir seyirci olarak algılamıştı. Ve anlamamış, çözememiş olmaktan dolayı kendini sanırım dışlanmış, itilmiş hissediyor, halini paylaşmak istiyordu Emre'yle. "Home Sweet Home", sinematografik anlatımıyla bir yönetmen projesi. Koyuncuoğlu'nun kariyerinde ciddi bir "kreşendo". Buradan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı da ortada. Yeni bir dönem başlıyor Emre için. Bu kadın "çarpışmalarla" bir tiyatro dili kuruyor. Sahne üstünde gördüğünüz "çarpışmalar" değil sadece kastım. Oyuncular, çağdaş dansçılar, müzisyenler, bunların otantik versiyonları, görüntü yönetmenleri, besteciler, tasarımcılar, farklı tiyatrolardan gelen teknisyenler, her projede farklı destekçiler, onun projelerinde bir araya geliyor. Bunun ne kadar önemli ve ayrıksı bir hâl olduğunu, ne kadar ciddi bir tevazu içinde, naiflik yitmeden geliştiğini ifade etmek mümkün değil."Emre Koyuncuoğlu, ciddi kariyerini sessiz sürdürüyor. Karpuz gibi. Yeşil bir şey sanıyorsun, çak bir yumruk, aaaa, içi kıpkırmızı.i?
Diyarbakır, "work in progress" türü bîr iş olan "Home Sweet Home"un ilk durağıydı. Bundan sonra Belçika ve İstanbul da performanslar gerçekleştirilecek. Gösteri anı belki bir şeydir ancak en önemlisi gösteriye kadar gelişen süreç. Orada yaşananlar. Ben, şöyle bitirmek yanlışıyım. Diyarbakır'a önce eğitim ve iş olanağı gitsin. Örgütlü biçimde gitsin. Sonra sanatçılarımız da giderler. Böylesi daha adil gibi geliyor. Çok yönlü bir adalet bu. Şiirsel.
> Üstün Akmen > Eleştiri
cy
GÜNÜMÜZE BÜZÜŞTÜRÜLMÜŞ
SHAKESPEARE:
pe
Yazan: William Shakespeare Çeviren: Zeynep Avcı Yöneten: Kemal Kocatürk Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Giysi Tasarımı: Zuhal Soy Işık Tasarımı. Mehmet Toptan Oynayanlar: Ali Berge, Emin And, Ersin Umulu, M. Ali Alabora, Yavuz Şeker, Erkan Sever, Şevket Avşar, Uğur Arda Aydın, Cengiz Tangör, Serhat Onbul, Turgut Arseven, Meltem Cumbul, Şenay Kösem, Filiz Kutlar, Selçuk Yüksel, Nagehan Erbaşı, Bergen Coşkun, Cemal Ahhan Şener, Özgür Burak Önal.
a
> uakmen@superonline.com
"HIRÇIN KIZ" "... Biz bugünle bir paralellik kurduğumuz sürece Shakespeare 'kasvetli adam' imajından kurtulmuş olacak." Bu sözleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında perde açan "Hırçın Kız" oyununun yönetmeni Kemal Kocatürk söylüyor (Cumhuriyet-14 Ekim 2003). Böyle söylediği için de, seyrettiğim "Hırçın Kız"ın iplikleri çabuk sökülüyor. "Hırçın Kız"ın konusu, Elisabeth çağında Padova'da geçmekte. Zengin bir beyefendi olan Baptista'nın iki kızı vardır. Büyük kız Katharina akıllı, açık sözlü ve huysuz bir kızdır. Kasaba halkının ve özellikle erkeklerin çok beğendiği Bianca ise, aşırı kibirlidir. Katharina babasının da zorlamasıyla Petruchio ile evlenir. Genç adam, sahte bir kabalıkla hırçın kız Katharina'yı yola getirmeyi başaracaktır. Evet konu özetle bu. Daha önce onlarca kez tiyatro sahnelerine, baleye, operaya uyarlanan bu konuyu, Kemal Kocatürk de "günümüze özgü" yorumlamak istemiş. Kendisi öyle diyor. Pekiii... Şimdi soralım: "Günümüze özgü yorumlamak", Biondello karakterini eşcinsel çizmek midir?" Gezgin'i, hem de son derece kötü biçimde Yahudi şivesiyle konuşturtmak mıdır? Shakespeare'i güncelleştirmek, Katharina'ya: "İşte kapı işte sapı", Tranio'ya: "Datlı yiyelim, datlı konuşalım", Gremio'ya "Bianca Hanım" dedirten; "Anasını satiiim", "Şerefsizim" gibi günümüz televizyon dizilerinde suyu çıkartılmış ve çıkartılmakta olan sözcükler kullanılan; Elizabeth çağına pek yakışmış(l) "sarımsaklı paça", "işkembe çorbası" gibi tanımlara yer veren; Shakespeare dramalarında sözcüklerin birer içeriği olduğunu
atlayan, sözcüklerin kendi aralarında "Shakespeare uyağı" olarak anılan biçimde uyak yaratmasını engelleyen bir çeviriye; başarılı bir çevirmen olarak tanıdığımız ve sevdiğimiz Zeynep Avcı'nın bu abuk çevirisine sahip çıkmak mıdır? Shakespeare oyunlarının kendine özgü ses tonunu yadsımak mıdır, Shakespeare'i güncelleştirmek? Kullanılan, söylenen her sözcüğün bir anlamı olduğunu ve olayı göz ardı etmeden (özellikle bilinerek) Shakespeare özelliklerine sadık kalınarak verilmesini savsaklamak mıdır? Katharina'yı Cathrine ya da Kate yapmak mıdır? 1851'de, yazılmış Verdi'nin Rigoletto operasının üçüncü perdesinde Mantova Dükü'nün söylediği, kadının rüzgârdaki bir tüy kadar oynak olduğunu, ona hiç güvenilmemesi gerektiğini anlatan, tüm zamanların en kıvrak, en akılda kalıcı aryası "La donna e mobile"yi 1592'nin "Hırçın Kız"ına fon yapmak mıdır? Kemal Kocatürk'ün "Hırçın Kız"ı güncelleştirme aşamasında, 2000 yılında 12. Uluslararası istanbul Tiyatro Festivali kapsamında seyrettiğimiz, uzun yıllar Royal Shakespeare Company'de çalışan Lindsay Posner'ın "internet" çağıyla örtüşen, bir anlamda da Royal Shakespeare Company'nin tarih içindeki gelişiminin bir yansıması olan, iki perde üç saatlik, "kasvetsiz" güncel yorumunu keşke Dikmen Gürün'den edinebileceği video kaydından izleseydi! İzlememiş. Elbette onun sorunu.
pe cy
a
Kocatürk'ün, bir Shakespeare sahnelemesinde en önemli unsurlardan birinin bakış açısı olduğunu es geçmesi hayli üzücü. Sahnelenen oyunda bu bakış açısının eksikliği doğal olarak sorun yaratıyor. Metinden ne anladığı, neyi vurgulamak istediği belli değil. "Shakespeare oyunculuğu" kavramına karşı çıkışı, Shakespeare'i banalleştirerek güncel kılabilmeyi savunması ilginç. Gene de, anahtar deliği esprisini iyi düşünmüş olduğunu söylemeliyim. Orkestra çukurunu, giriş çıkışlar için kullanması da sahneyi kullanma, hatta tablo değiştirmek amaçlı olarak yararlı. Dolgu olarak kullandığı kafa sallamalarsa iyi, ama uzadığında ve sık tekrarlandığında sahneyi eblehler doldurmuş izlenimini yaratıyor. Oyunun güzel, ölçülü bir dili yok, dolayısıyla oyuncu, şiirsel Shakespeare dilini seyirciye aktaramıyor, ama Kocatürk yüksek tempoyu yakalayarak seyircinin sıkılmasını bir anlamda önlemekte. Oyunculardan Şevket Avşar ve Emin And, Pisa kentini "pizza" olarak telaffuz etmekten; Erkan Sever, Trio'ya "tiriyo" demekten; gene Şevket Avşar, "Mi perdonate"yi "mi pardonate" olarak kullanmaktan hemen vazgeçmeli. Şevket Avşar, dramatik öğelerini ön plana çıkartarak Tranio'yu yer yer abartılı, hatta fazla abartılı da olsa iyi yorumlarken, ona biçim ve komik unsurlar katmayı da biliyor. Yavuz Şeker de öyle... İkisinin arasında detay farkı yok, renk farkı var. Şeker, Gremio'nun tüm özelliklerini iyi kavramış. Kemal Kocatürk, istediği commedia dell'arte motiflerini Avşar ve Şeker'e iyice anlatmış olsa, onlar da Tranio'yu ve Gremio'yu Orta Çağ soytarılarının uzantısı olarak çizmeyeceklerdi, eminim.
Şenay Kösem, Bianca'yı fiziksel yapıya dayalı, ağırlığı vücut hareketleri ve estetiğe yaslatılmış bir oyun vermekte. Ruh olmayınca rol olur mu? Olmamış. Hortensiyo'da Erkan Sever, Lucentio'da Ersin Umulu, Baptista'da Ali Berge, Grumio'da Cengiz Tangör kötü değiller, ama rol yapıyorlar. Biondello'da Arda Aydın iyi. Serhat Onbul, kötü Yahudi taklidi dışında Turgut Arseven, Selçuk Yüksel, Emin And, Nagehan Erbaşı, Bergen Coşkun, Cemal Ahhan Şener, Özgür Burak Önal yönetmen ne istemişse, ne bir eksik, ne de bir fazla onu veriyor. İyi mi kötü mü kendileri karar vermeli. Filiz Kutlar dul kadına hiç mi hiç ısınamamış. Mehmet Ali Alabora, ikinci perdedeki "Neşelensene Kate" yinelemelerinde sesine pekâlâ ayrı renkler katabilir. Onun dışında diksiyonuyla, sesini kullanmasıyla iyi. Öteki karakterlere karşı gösterdiği tepkiyle, komik durumlara değer katmayı da becermiş. Meltem Cumbul, Katharina rolüne karakterin sınırladığı tuhaflıklardan hareket ederek yaklaşmış, bence iyi de etmiş. Ama öyle hırçın falan değil, fevkalade uysal bir kızcağız olmuş çıkmış. Oyunun belirleyici sahneleri daha işin başında kırpıldığından olsa gerek, konuya yabancı seyirci, Katharina tipini çözmekte zorlanıyor, hatta çözemiyor. Gerek Alabora'nın, gerekse Cumbul'un, benim bilebildiğim (profesyonel anlamda) ilk sahne deneyimleri olduğu düşünülürse, ikisini de kutlamalıyım eliyorum. Ve de, tiyatroyu bırakmamalarını diliyorum. Barış Dinçel'in dekoru gene işlevsel, içeri ve dışarı açılan yaylı kapılar, kimi oyunculara hoşluk yaratmak olanağı da veriyor. Bir de, Petruchio'nun evini hiç değilse ışık huzmesiyle ayırabilseydi! Mehmet Topatan'ın ışık tasarımı kötü değil, ama makyajcının renklerini tutmuyor. Ya da tam tersi. Renkler düşük değerde hesaplanarak makyaj yapılmış gibi. Başarılı kostüm tasarımcısı Zuhal Soy, dönemin özelliklerini taşıyan giysiler tasarlamış. Giysiler abartılı değil. Kadınlarda korse kullanmamış. Kim bilir! Belki de dit: ve ince bir görüntü sağlamak istememiş. Giysiler ağır olmadığı için, oyuncular rahat hareket edebiliyorlar. Erkeklere de, kalçaya kadar vücuda yapışık gelen, kalçadan dize kadar büzgülü pantolonlar giydirmemiş. Ama Katharina'nın ikinci perdede üstü başı kir pas içinde, lime lime olması gerekmez miydi? Haaa!.. Sözün özü: Shakespeare, Shakespeare'dir. Tamam da, bu kere değil... >57
> Hüseyin SORGUN
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Vüs'at O. Bener
Yöneten:
"İPİN UCU":
pe
Müşfik Kenrter-Zekai Müftüoğlu Sahne-Giysi Tasarımı: Medine Yavuz Işık Tasarımı: Ayhan Güldağları Oynayanlar: Zekai Müftüoğlu, Burak Karaman, Ali Rıza
cy a
> Eleştiri
GODOT'YU
BİLİP
BEKLEMEYİ SEVENLER İÇİN
Başta söyleyeceğimi peşinen, hikayesini de anlatmak koşuluyla söylemeyi yeğliyorum Oyunu birlikte seyrettiğimiz birçok arkadaşım, sonrasında benim düşüncelerimi merak etmişler. Bir kısmı kendi düşüncelerine tasdik bekler kıvamda soruyordu; bir kısmı da beni tanıdığından emin olduğunu hissettirir bir tonda onay bekliyordu. Ama sorunun cümlesini kuran kelimeler asla değişmedi: "Oyun nasıldı?" Yanılttığım arkadaşlarımdan özür diliyor; beni tanıyanlara da selam gönderiyorum. Efendim, oyun güzeldi. Hangi oyun mu? "İpin Ucu"ndan bahsediyorum, istanbul Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği Vüs'at O. Bener'in yazdığı oyundan!.. Perde açıldı ve sahnede iki adam belirdi. Birinin sırtına saplanmış bir bıçak; diğeri kaygılı bir bekleyişin içerisinde... Aslında ikisi de aynı adam... Biri diğerinin oldurulmuş halı. Ve katili de kendisi. Durum bir cinayet olduğu kadar intihar vakası gibi de duruyor... Ve ardından söz giriyor devreye. Henüz cinayet ya da intihar her neyse söz konusu olayın netliği belirmeden ve ölünün üzerindeki buğu çözülmeden. Söz ile açıyoruz sahnedeki sırrı. Aslında oyunun gizemi de daha çok sözde... Bener kılı kırk yararcasına titiz örgülemiş oyununu. Daha ilk perdede kahkaha patlaması başlıyor Oyunun karakterlerinden AA (Oyunda iki karakter var. Biri A diğeri AA. Ve, A, AA'nın kendini bölme yöntemiyle yarattığı kişi aslında.) seyirciye yöneliyor ve zorlu bir
yolculuğun tali yollarına sapacak seyirciye ilk işaret fişeğini fırlatıyor: "Gördün mü cancağızım, seyirci Godot'yu biliyor, beklemeyi sevmiyor." Daha ilk perdede aldığım bu ikazın da etkisiyle, oyunu sonuna kadar bekleyenlerdendim. Ve söyleyebilirim ki, bir cinayet ya da intihar ve kişilik bölünmesi ile başlayan ve aslında trajik öğelerin gölgesinde kalması olası oyun, ancak bu kadar incelikli bir dil ve sözle "matrak" bir hale gelebilir. Öncelikle Bener'in ustalığını kutluyorum. Bir kişinin ölümüyle başlayan ve süreci tersine çevirip, akışı geriye doğru başlatan "İpin Ucu", salt bir kişilik parçalanmasının peşi sıra sürdürmüyor kurguyu. Oyunda söz konusu iki karakter, toplumsal anlamda farklı katman türbülanslarına girip çıkıyor. Ne mi bu türbülanslar? Öncelikle "birey"in kendisi, kendi içinde bir türbülans oluşturuyor. Yani ters akım. A ile AA'nın parçalanmışlığı, bugünün göstergesi aslında. A'nın sorgulayıcı yer yer isyankâr ve alaycı cümlelerine karşın; AA'nın statükonun, üst yapının ve yaygın kanının temsilcisi olarak sahnede varolduğunu düşünüyorum. Bugünün insanı için, bu iki uzantının birlikte bünyede bulunması zorunlu gibi görünüyor. Ne için zorunlu? Tutunmak gibi bir kaygısı olanların yaşam anahtarı burada çünkü. Buradan baktığımızda, insan tekinin içsel dinamikler ve toplumsal üstyapılar arasındaki uyumsuzluğu, içeride yani bedeninde ve ruhunda derin patlamalar, ciddi yarıklar ve parçalanma ve kopma isteği uyandırıyor. Olaya bakış yönünüz, ilk sahnedeki olayın, cinayet mi intihar mı olduğunu da aydınlatıyor aslında!.. İnsanın mutluluğu için düzenlenen ve insanın varlığıyla anlam kazanan üstyapılar da, zamanla insanı kendi varlığının bir uzantısı saymaya başlamış olmanın ölgünlüğünü yaşadığı için, sisteme dahil olan insan için kaybolmanın, ruhsuzlaşmanın ve otomatikleşmenin bir adresine dönüşüyor. Yaşamaya yazgılı insan için bu uyuşmazlık, kaygılı yaşamlara ve yaşamdan kopuşa doğru bir vakum oluşturuyor. Bu vakumun dışında bir hayat var mı? "İpin Ucu", sosyal dokunun içine sızarken, dışarıda kal(ama)manın anlamsızlığını sorgulayan ve bu sorgulamayı trajikomik bir tonda vurgulayan bir oyun.
a
Oyun demişken, gelelim oyuna... Bu ana kadar yazdıklarım oyunda yoktu aslında. A ve AA karakterlerinin varlığı dışında. Bunları ben uydurdum. Elbette oyunu seyrettikten sonra. Siz de kendi düşüncelerinizi uydurabilirsiniz. Buna engel yok. En azından yok olduğunu ve yok olması gerektiğini varsayıyorum. Her ne kadar, oyundaki A karakteri, boynuna yağlı ilmek dolandığında "suçu düşünmek" diye yaftalansa da. Bunların ancak oyunda olabileceği yalanıyla avunmak ve hemen yanı başımızda çağıldayan, gürüldeyen bir hayatın dehlizlerinde sorgulayarak ilerlemek de mümkün olmalı, değil mi? Bir deneme de biz yapmalıyız belki de!.. Birçok keresinde yanılmaya yazgılı olsak da...
cy
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun bu sezon seyirciyle buluşturduğu "İpin Ucu"nu Müşfik Kenter ve Zekai Müftüoğlu birlikte yönetiyor. Oyunda Zekai Müftüoğlu (AA) ve Burak Karaman (A) rol alıyorlar. "İpin Ucu"nun iyi bir metin okumasıyla, sade ve yalın bir sahneleme becerisiyle seyirciyle buluştuğunu söyleyebilirim. Bu kadar yoğun göndermeleri olan bir tekst de ancak bu kadar yalın sahnelenmeyi hak ediyor. Bütün bunlara rağmen, seyrederken ipin ucunun kaçtığı, repliklerin anlamsızlaştığı, eylemlerin kösnülleştiği anlar olabilir. Bu durumlarda ipin ucunu birleştirmeye çalışmayın lütfen. Yakaladığınız bir yerden yeniden devam edin oyuna.
pe
Tıpkı, yaşarken yaptığınız gibi!.. Yaptığımız gibi!...
> Erbil GÖKTAŞ > Eleştiri
cy
" B A R I Ş " IN GÜVERCİNLERİ
UÇUŞUYOR
pe
Tiyatro: İzmit Şehir Tiyatrosu Yazan: Aristofanes Uyarlayan - Yöneten: Yücel Erten Sahne - Giysi Tasarımı: Efter Tunç Işık Tasarımı: Erol Dinçdemir Müzik: Cem İdiz Müzik Direktörü: Çiğdem Erken Dans Düzeni: Salima Sökmen Oynayanlar: Tardu Flordun, Tarık Keskiner, Beyazıt Gülercan, Esra Bezen Bilgin, Meltem Özsavaş, Eylem Tanrıver Sökmener, Aysel Yılmaz, Serhat Tutumluer, Engin Benli, Şafak Karali, Betül Çobanoğlu, Funda İlhan, Yaşar Özveri, Mehmet Çevik, Melih Düzenli, Ufuk Aşar, Veysel Sami Berikan, Barış Falay, Erdem Irmak, Mehmet Serimer, Aydın Sigalı
a
> erbilgoktas@tiyatrodergisi.com.tr
İZMİT'İN
SAHNESİNDE
Aristofanes'in İ.Ö. 421 yılının mart ayında Büyük Dionysia bayramında, Atina ile Sparta arasında on bir yıldır savaşın sonlarına doğru oynanan ve birincilik kazanan "Barış" adlı oyunu, 2424 yıl sonra yine savaş rüzgarlarının estiği bir dönemde izmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nda Yücel Erten tarafından sahnelendi. "Müzikal" olarak hazırlanan oyunun müziklerini Cem İdiz, koreografisini Salima Sökmen yaptı. Erten'in günümüze uyarladığı "Barış", savaşlardan dini, imanı gevremiş olan Türk köylüsü Türtük'ün gökler katına çıkıp Barış Tanrıçası'nı yeryüzüne indirmesini konu alıyor. Bu da kolay olmuyor tabii, ilkönce haberci Tanrı Hermes'in ikna edilmesi, ondan sonra dünyanın tüm insanlarının hemfikir olması ve en önemlisi birlikte hareket etmeyi becerebilmeleri gerekiyor. Barış'la birlikte Emek ve Şenlik de kuyudan çıkarıldıktan sonra hepsi Türtük'le yeryüzüne inerler. Şenlik'i kendisine ayıran Türtük, Emek'i isteyen çeşitli insanların emek harcamaları gerektiğini ileri sürer. Bu arada kızlarının da talipleri çıkmıştır; silah tüccarı işsiz, rahip işlevsiz kalmıştır; yeryüzüne "barış" gelmiştir. Ancak savaş türküleri ezberletilmiş çocukların zihninden bu yapay kahramanlıkları silebilmek için "Düğün Ola" şarkısını öğretmeye başlarken ve şarkı hep birlikte söylenirken oyun sona erer. Erten oyunu anlaşılır olarak sahneye koymuş. Bunu yaparken tiyatronun tüm olanaklarını da çok iyi kullanmasını biliyor. Yalınlık ve çarpıcılık onun izlediğim rejilerinin ortak özelliğiydi. Ele aldığı oyun ne kadar karmaşık, metaforik ve imgesel olursa olsun, bunlar anlamı engellemekten çok, anlamın hizmetine koşulan özellikler oluyor. Bu açıdan bakıldığında onun sahnelemelerinde tema, önerme, ileti mutlaka vardır. Ancak bu kör gözüm parmağına biçiminde değildir; tiyatronun tüm etmenlerinin uyumlu bir bireşime götürülmesidir. İlk girişte ışıklar alınıp müzik girdiğinde seyirci kendi dünyasından ve
pe cy
a
yanındakiyle ilişkilerinden, konuşmalarından alınıp oyunun dünyasına götürülüyor ve oyunun sonuna kadar sahneye odaklanmasının başlatıcısı oluyor. Erten'in bu rejisinde de müziğin canlı kullanımı etkiyi yeterince sağlıyor, ancak, müziğin kısa kesilip oyuna geçilmesi -en azından başlangıçta- sanki bir doymamışlık duygusu bırakıyor. Müzik direktörü Çiğdem Erken sahnenin aşağı sağındaki piyanoda kendisini pek duyumsatmadan -broşürde Cemal Demir de belirtilmişmüziği canlı olarak gerçekleştiriyor. (Yine Erten, İdiz ve Sökmen üçlüsünün yer aldığı "Bir Şehnaz Oyun"da salonun ışıklarının yavaş yavaş müzikle birlikte alınması ve müziğin böylece doyurucu uzunlukta tutulması, müziğin tiyatroda kullanımı konusundaki iyi örneklerdendir.) Çünkü Cem İdiz'in oyun için hazırladığı müzikler olsun, besteler olsun çok iyi. Salima Sökmen'in koreografisi de Erten'in bakış açısıyla çok iyi örtüşüyor; yalın, coşkulu ve göstergesel. Oyuncu/Dansçıların büyük, yorucu, akrobatik hareketlerde bulunmadan kullanılmasını sağlıyor. Öteki türlüsü oyunculukların sarkmasına neden olabilir çünkü. Özellikle "Barış"ı "kuyudan çekip çıkarma" sahnesi etkileyici, düşündürücü ve güldürücü... Tüm oyuncuların seyircilerin arasına kadar diagonel (çaprazlama) olarak dizilmeleri görsel açıdan zenginliği getirdiği gibi, oyunun anlamını da çok iyi vurguluyor. Birinde tüm oyuncuların farklı biçim ve yönlerde ipe asılmaları kimi zaman gülüncü de getiriyor ancak bu acı da veriyor, çünkü aynı amaca yönelmiş insanların bölünüp birbirlerinin tersine ip çekmeleri çok geniş çağrışımları da beraberinde getiriyor. Birinci ve ikinci bölümün ana sahnelerinde farklı insan tiplerinin sözel ve davranışsal düzeyde de "bir kör dövüşünün" içinde olmaları Türkiye'nin son otuz yılının da bir görünümü. Erten, bu gerçekliğe Aristofanes'ten yola çıkarak "ironik" yaklaşmış, eleştiri oklarıyla hedefi tam yerinden vurmuş. Köylülerden sanatçılara, politikacılardan lümpen proleterlere, tüccarlardan hırsızlara, hortumculardan silah tüccarlarına ve bürokratlara kadar toplumun hemen tüm kesimlerine eleştiri oklarını yöneltmiş. O kadar ki, Ankara Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'yle Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü de Erten'in "ironi"sine malzeme olmuş. Eleştirmenlere de "özümlenmişi özümleyenler" diye takılmalara da yanıt olarak ben kendi adıma "özümlenmişi çözümlemeyi" tercih ediyorum. Aristofanes'in fantazyasını günümüze uyarlarken ortaya çıkan dramaturgi sorunlarını, oyundaki kimi boşlukları da -örneğin koronun Tanrılar katına nasıl geldiği"kendisiyle ya da oyunla dalga geçerek" çözümlemiş. Efter Tunç'un oyun için yaptığı dekor tasarımı yalın, işlevsel ve çarpıcı. Özellikle Türtük'ün evinin yarısına kadar girmiş tankın oyunun sonunda sahnenin ortasına gelmesi "alternatif final" oluşturması açısından düşündürücü. "Düğün Ola"yı alkışladıktan sonra "savaş tehlikesinin" tekrar ortaya çıkması sürekli uyanık olunması gerekliliğini vurguluyor. Tunç'un kostüm tasarımı işlevsel ve yoruma uygun olmasının ötesinde çok fazla simgesel değil. Simgesellikten kastım yaratıcılık. Yoksa Kargaşa'nın siyah kostümü, Savaş'ın Duçe, Führer, Don Franco gibi diktatörleri çağrıştıran kostümü elbette simgesel. Hermes'in Gestapo'yu andıran kostümü de konsepte uygun. Devrimcinin parkası, Türtük'ün kasketi, ayrıca önce kuşak olarak kullandığı, sonra boynuna astığı tartımağı da öyle... Ancak Hermes'in, Emek ve Şenlik Tanrıçalarının yeryüzüne indikten sonraki kostümleri sanki Hawaii adalarındaki turistleri andırıyor; özellikle Hermes'in gömleği. Elbette hemen hemen bütün Şehir Tiyatrosu kadrosunun yer aldığı bu tür kalabalık yapımlarda hem dekoru, hem de kostümleri tasarlamak kolay iş değil ancak bu son dediklerim beni rahatsız etti. Yoksa Tunç'un daha geniş olanaklarla ve daha uzun süre düşündüğünde bütün ayrıntıları değerlendireceğine inanıyorum. Erol Dinçdemir'in ışık tasarımını da işlevsel ve amaca uygun bulduğumu da belirtmeliyim. Ancak sadece Dinçdemir için değil bütün ışık tasarımcılarının "ışığı bir oyuncu gibi" yaratıcı bir biçimde tasarlamaları gerektiğini de belirtmek istiyorum. Diyesim şu ki; bütün ışık tasarımcılarının sahnelerin anlamlarına göre yönetmenlere değişik ışık tasarımları önerip oyunun çarpıcılığını desteklemeleri gerekiyor. Yoksa ışığın görevi sadece sahneyi uygun bir biçimde aydınlatmak değildir. Bir örnek verecek olursak; Türtük'ün eviyle. Tanrılar katının ışıklamasının farklı olması gerektiğini söyleyebilirim. Aynı biçimde ışığın, sabahı, akşamı ya da geceyi duyumsatması gerekir diye düşünüyorum. Oyunculuk açısından bakıldığında izmir Devlet Tiyatrosu'ndan "konuk oyuncu" olarak gelen ve Türtük'ü oynayan Beyazıt Gülercan'ın İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun oyuncularının olduğu kadar, seyirciler için de bir şans olduğunu düşünüyorum. Çünkü 35 yıldır tiyatronun içinde olan ve gençliğini yitirmediğini gördüğüm Gülercan'ın genç oyuncularla uyumu çok iyiydi. Yeri gelmişken şunu söylemeliyim: Oyunculuk heyecanını, coşkusunu yitirmemiş olgun ya da halk deyimiyle "kurt oyuncuları" sahnede izlemek ayrı bir keyif. Gülercan yılların deneyimiyle Türk köylüsü Türtük'ü yalın ve çarpıcı olarak canlandırabilmiş. Doğal saçı sakalıyla olsun, sesini ve bedenini kullanımıyla olsun, doğallığıyla olsun "ustalar sınıfından" olduğunu kanıtlıyordu. Yıllar önce izmir'de aynı rolde izlediğim Gülercan'ın İzmit'teki performansını çok daha iyi buldum. Kargaşa ve Dilsiz'de Şafak Karaali'yi çok iyi buldum. Özellikle Dilsiz'deki oyununa bayıldım ve çok güldüm. Bunda rolün olanaklarının yanı sıra, Karaali'nin ses tonu, beden kujlanımı ve kendine özgü tipolojisinin de payı var elbette. Özellikle Rahip'te ve Koro'da A. Yaşar Özveri, Savaş'ta ve Koro'da Engin Benli, Hermes'te Serhat Tutumluer, Türtük'ün Kızı ve Çocuk'ta Eylem Tanrıver Sökmener, Şenlik'te Funda ilhan iyi oyun çıkardılar. Floresan taklidinde Mehmet Serimer'e de çok güldüm. Serimer komedyaya çok yatkın bir oyuncu. Tardu Flordun'u 1. Köle'de iki yıl aradan sonra sahnede izlemek hoştu. Mehmet Çevik Devrimci de iyiydi de. Silah Tüccarı'nda biraz fazla oynadı gibime geldi. Tarık Keskiner de ilk sahnenin ve ilk oyunun açmazından olmalı, 2. Köle'de biraz abarttı ama sonraki sahnelerde toparladı. Sazı da iyi çaldı doğrusu. Esra Bezen Bilgin ve Meltem Özsavaş da rollerinin hakkını verdiler. Betül Çobanoğlu sanki biraz donuk gibiydi; gerçi izleyici İlhan'la birlikte Yunanca diksiyonunu çok başarılı buldu ama bana rolünü biraz "taş bebek" olarak yorumlamış gibi geldi. Melih Düzenli de Koro Başı'nda iyiydi. Aysel Yılmaz, Ufuk Aşar, Veysel Sami Berikan, Barış Falay, Aydın Sigalı, Erdem Irmak da iyi oynayıp oyuna katkıda bulunanlar arasındaydı. Irmak ayrıca buzuki çalarak da, "Türk-Yunan" ortak mirasına "Anadolu'dan bakan" "Barış"a katkıda bulundu. İzleyici de tüm bunların karşılığını ayakta alkışlayarak verdi. Yalnız burada yapılan bir hata -yoksa acemilik mi demeliyim- protokol dahil bütün seyirciler ayakta alkışlayıp tempo tutarlarken oyuncuların ne yapacaklarını bilememeleri oldu. Hiçbir şey yapamıyorsanız tekrar tekrar gelip selam verirsiniz. Doğrusu oyunun son şarkısını -ki "Düğün Ola" uygundu- seyirciyle birlikte tekrar tekrar söylemenizdi. Bu sizinle birlikte Kocaeli'nin belki de Türkiye'nin rekoru olabilirdi. Özellikle böyle bir oyunda böyle bir rekor çok anlamlı olurdu. Çünkü görsel ve yazılı medyadan pek çok temsilcinin de olduğu galada, bu durum yankı da bulabilirdi. Çağıracağınız diğer kişileri de ya alkış bittikten sonra ya da alkış sürerken çağırır, sunumu da uygun bir anda yapabilirdiniz. Oyunların galasından sonra İzmit'in İstanbul'a göre bir farklılığını daha gördüm ki, o da galadan sonra yapılan ikramlardı, isteyenin alkollü, isteyenin alkolsüz içki içebildiği bu oyun sonrasında amaç bir arada olup sohbet edebilmekti. Bunu da sağlayanlara teşekkür ediyor, darısı bütün tiyatrolarımızın başına diyorum. Bir de Güvercinler... Onlar da çok iyi oynadılar ve "Barış"a ve "Özgürlüğe" olan özlemimizi dillendirdiler izmit'in sahnesinden... >61
pe cy a > Üstün AKMEN > Eleştiri
> uakmen@superonline.com
TEK, ATEŞ, KIŞLALI, TAVİTYAN A Ç I S I N D A N BAŞARILI BİR Ç A L I Ş M A :
"MADAM
BUTTERFLY"
İstanbul Devlet Opera ve Balesi, dünyanın önemli opera merkezleri gibi, dünya opera literatürünün önde gelen yapıtlarından biri olan Giacomo Puccini'nin "Madam Butterfly"ını repertuvarına alarak, "Butterfly Yılı" kutlamalarına katılmış oluyor. Oyunu, daha nice yılları olsun, kurumda 50. hizmet yılını dolduran Altan Günbay sahneye koymuş. "Ak Emeklilik" şirketi, oyunun sponsorluğunu üstlenmiş. Onların da kârı bol olsun. "Madam Butterfly", La Scala'da ilk oynandığında ikinci perdenin büyük bölümü yuhalanmış, ıslıklanmış. Puccini, bu olay üzerine yapıtı bu kere Toscanini'nin önerileri doğrultusunda yenilemiş, operayı üç perdeye çıkarmış, son perdeye bir de tenor aryası eklemiş. Yeni biçimiyle Brescia Operası'nda yinelenen gösteri başarı kazanmış ve bugüne değin ulaşmış. İstanbul'daki yapımda, izmir'den gelen Soprano Ayşe Tek "Cio Cio San (Madam Butterfly)", Mezzosoprano Aylin Ateş "Suzuki", Efe Kışlalı (özellikle Konsolos'a değişik dünyaya, garip adetlere, baş döndüren manzaraya hayran olduğunu anlattığı sahnedeki "Amore o grillo" aryası) "Teğmen Pinkerton", Kevork Tavityan "Konsolos Sharpless" olarak tam anlamıyla başarıya ulaşmaktalar. Goro'da Faruk Göker, Bonzo Amca'da Toygarhan Atuner, Saltanat Komiseri'nde Cemil Özfırat, Nikâh Memuru'nda Cemal Atasoy görevlerini yapmışlar. Prens Yamadori'de Levent Bakırcı'ya, gerek fiziği, gerekse sesiyle dikkat edilmeli, gözden ırak tutulmamalı derim. Kate'de Elif Özel, oyunculuğuyla geride kalırken, Antonio Pirolli yönetimindeki orkestra, yaylıların forte çalmaları nedeniyle zaman zaman solistlerin aryalarını perdeliyor. Söylemeden duramayacağım, bir de, Pirolli'nin yorumu özellikle ikinci perdenin kimi bölümlerinde yapıtı hayli hantallaştırmış.
pe
cy a
Erkut Uzelli'nin dekoruna gelinceee... Kötü. "Neden kötü," diye soracaksanız, kötü işte. Uzelli, kör kör parmağım gözüne, zevksiz yapay çiçekleri seyircinin gözüne gözüne sokuyor.. Camekânlar içine alınan ağaçlar ne öyle! Hele şırıl şırıl akıp, Puccini'nin güzelim müziğini bozan ve de özellikle seslere son derece kötü eşlik eden suya ne demeli? Yıldız Künutku'nun kalabalık korosu başarılı. Ahmet Defne'nin ışık tasarımı duyguyu, düşünceyi, imajı, zaman ve mekân kavramını verebiliyor, ama perspektif açıdan aynı biçimde değerlendirme yapmamı engelliyor. Cio Cio San ile Pinkerton'un ilk perdenin son sahnesindeki düetini lirik karakterli aşk şarkısı "Viene la Sera"vı ise. nedendir bilmem
ışığıyla hiç mi hiç desteklememiş. Şanda Zıpçı'nın kostümleri fevkalade başarılı, ama Konsolos Sharpless, üç yıl sonra da aynı takım elbise, aynı ayakkabı ile olur mu yahu! Haaa... Bir de Pinkerton'un, gelini elbisesini değiştirmek için içeri gönderdiği sahneyi anımsadım. Cio Cio San, Pinkerton'un yanına neden aynı giysiyle dönüyor? Altan Günbay'ın sahneye koyusu ise eksikli... Altan Günbay, ellerinde açılmış şemsiyeleri, yelpazeleri, türlü renkli giysileriyle Butterfly'ın yukarıdan eve doğru ilerleyen arkadaşlarının, düğün davetlilerinin sahneye girişini, gerçekten iyi yönetmiş. Ayşe Tek'i makyajla daha da gençleştirebilir miydi, bilemiyorum. Uzmanlar bu rolün çok genç yaşlarda oynanmasının olanaksızlığını vurgular, bilirim. Bu rolü oynamak öyle kolay bir iş değil, deneyim işidir, doğru. Ama bu yazıyı bilgisayara almadan önce, evimde seyrettiğim kayıtta, Raina Kabaivanska'nın makyajı dikkatimi çekti. Makyaj uzmanı değilim, gene de gençliğin fiziksel bağlantılarının düzgün deriyle, yüz rengiyle verilebileceğini sanıyorum. Diğer bir deyişle, karakter makyajı olarak tanımlanan makyaj biçimiyle sopranoyu on beş yaşına doğru kaydırma işlemi olabilir gibime geliyor. Neyse! Aynı sözleri tersinden Bonzo Amca tiplemesi için söylemeliyim. Toygarhan Atuner, Bonzo Amca için çok genç görünümlü. Günbay'a eleştirilerim doğal olarak birinci perdeden başlayacak. Konsolos ve Evlenme Kılavuzu Goro'nun tanıklığında, Cio Cio San ile Teğmen Pinkerton'un nikâhları kıyılmıştir. Gelinin sevinci sonsuzdur, Amerikalı eşini bir yana çekerek bazı eşyalarını beraberinde getirdiğini söyler. Bohçayı açar, bunları teker teker gösterir: Mendiller, bir pipo, kemer, bir küçük süs iğnesi, ayna, yelpaze, boya kabı ve bir hançer. Goro, hançerin Mikado tarafından kızın babasına gönderildiğini açıklar, hançerin gerekirse kullanılacağını belirterek harakiri işareti yapar. Cio Cio San, o sırada kısa bir arya ile (leri son salita) bir gün önce Misyona gittiğini ve artık onun (yani Amerikalıların) Tanrısı'na inandığını söylemektedir. Yani kız, bu evliliği dinini değiştirecek kadar ciddiye almıştır. Günbay, bu son derece önemli, oyun ile ilgili ciddi iletiler taşıyan sahneyi pek üstünkörü geçmiş, Cio Cio San'ın hançeri gösterişi, Pinkerton'un merakı iyi vurgulanmamış..
pe cy
a
Altan Günbay, ikinci perdede film kullanmış. İyi de etmiş. Ama bence yanlışı var. Şimdi: Cio Cio San, Pinkerton'u beklemeye kararlıdır. "Chi vide mai a bimbo"yu okumuştur (Ayşe Tek aryasını okurken, Aylin Ateş arkasından geçiyor. Ne biçim aksiyon bu!), liman tarafından bir top sesi duyulur. Liman tarafı, Erkut Uzelli'nin şakır şukur suları akıttığı taraftır. Top sesi soldan gelir. Cio Cio San, suların zırıl zırıl aktığı tarafa koşmaya başlar, o sırada sahne gerisi duvarında film başlamıştır. Bir gemi gelmekte, bayrağını dalgalandırmakta, manevra yapmaktadır. Film düşüncesi iyi bir düşüncedir, tamam. Günbay, Pinkerton'un gemisinin geldiğini görsel malzemeyle anlatmaktadır, hiç sözüm yok. Ama seyirci bu filmi izlerken, Suzuki evden dürbünü kaptığı gibi Cio Cio San'ın yanına varır. Cio Cio San dürbünü gözüne dayar, geminin adının "Abraham Lincoln" olduğunu, yani kocasının gemisinin geldiğini görür. Filmin tam burada başlaması gerektiğini atlamıştır Günbay. Öyle ya, liman filmin oynadığı sahne gerisinde değildir ki! Film, Cio Cio San'ın gördüklerinin yansıması değil midir? Sonrasında kıvançlı bir koşuşma başlar. Suzuki ve Cio Cio San, evin her tarafını çiçeklerle süsleyeceklerdir. Cio Cio San, Suzuki'ye: "Kiraz, menekşe, yasemin bahçede ne varsa topla," der. ikili, bahçe gibi olan yerdeki yapay krizantemleri yerlerinden çıkarıp çıkarıp önlerine atmaya başlarlar. Oysa süslenecek olan yer, evin içidir. Bu arada. Tek ile Ateş'in "Scuoti quella fronda di ciliegio"su da, orkestranın partisyonlarda bütün nota ve bölümleri aniden son derece güçlü icra etmeye başlamaları nedeniyle kaynar. Bir şeyler daha söylemem gerekirse, Altan Günbay, ikinci ve üçüncü perdeyi birleştirmemekle, bana sorarsanız, bir konsantrasyon sorunu yaratmış. Gelecek faciayı haber veren o acılı "lnterlude"ü neden iki perde arasına almamış da, üçüncü perde başına çekmiş, anlayamadım. Üçüncü perde açıldığında Cio Cio San'ı, ikinci perdenin bittiği yerde, limanı gözlerken buluyoruz. Ve Ayşe Tek, perde açılımında başlayan "ara müziği" süresince, tam yedi buçuk dakika "tıp" oynar gibi duracaktır.
"Madam Butterfly"ın finali ise, bana sorarsanız yeteri kadar çarpıcı geliştirilmemiş. Hani, Cio Cio San, hançeri alıp, paravanın arkasına geçer ve orkestra ağır ritimle devam ederken birden susar ya! işte o sırada, hançerin yere düşme sesi duyulur. Bu sestir insanın tüyünü tüsünü diken diken eden. Bu nedenledir çok rejisörün bu sahneyi paravanın önüne alış nedeni. Bölüm ne yazık ki ucuz kotarılmış. Cio Cio San'ın paravanın arkasında ne yaptığı "müphem." Butterfly sürünerek değil, yürüyerek gelip odanın ortasında düşüyor da, harakiri yaptığını anlıyoruz. Oyuncuların büyük çoğunluğunun tiyatro açısından (Elif Özel örneği) uygun karakter davranışlarını bulamayacakları, somut duruma uygun olarak kendi metinlerini yaratamayacakları bir yönetim benimsemiş Altan Günbay. Kendine göre iyi etmiş, bana göre ııh! SÖZÜN ÖZÜ: Zevkli kostümler, başarılı soprano, mezzosoprano, tenor ve bariton... Siz bana bakmayın, ben böyleyim. "Madam Butterfly"ı seyredin, beğeneceksiniz.
BU AY SAHNEYE ÇIKANLAR <
"İnsanlık tarihinin bilinen en eski destanı olan 'Gılgameş Destanı'ndan Zeynep Avcı'nın yazdığı oyunda, yarı tanrı Uruk Kralı Gılgameş'in 'yaban insanı' Enkidu' ile dostluğu, mitolojik güçlere karşı mücadelesi ve ölümsüzlük peşindeki olağanüstü macerası anlatılırken, dostluğunaşkan, yenginin-yenilginin, yabanılın-uygarın, ölümün-ölümsüzlüğün insanla buluşan yanı sorgulanıyor."
"Antik Frigya'nın efsanevi kralı Midas'ın dünyasına Güngör Dilmen'den fantastik bir bakış. Tanrılar arasında yarışmada taraf olarak Pan'ın flütünü Apollon'un lirine tercih eden Kral Midas'ın Apollon tarafından kulakları eşek kulağına dönüştürülür." Tiyatro: istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Luigi Pirandello Çeviren: Egemen Berköz Yöneten: Melahat Abbasova Sahne Tasarımı: Timur Erenerol Giysi Tasarımı: Onur Uğurlu Işık Tasarımı: Mustafa Türkoğlu Dramaturg: Arzu Isıtman Efekt Tasarımı: Levent Akman Müzik Danışmanı: Selim Atakan Oynayanlar: Mehmet Gürhan, Candan Sabuncu, Aslı Yılmaz, UmutTemizaş, Nergis Çorakçı, Erhan Yazıcıoğlu, Eftal Gülbudak.
pe cy
Tiyatro: Açık Tiyatro Yazan: Kubilay Tunçer Yöneten: Şakir Gürzumar Sahne Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Işık Tasarımı: Yakup Çartık Müzik: Nurkan Renda Oynayanlar: Yeşim Büber, Lale Mansur.
Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Güngör Dilmen Yöneten: Kemal Kocatürk Sahne Tasarımı: Nurullah Tuncer Giysi Tasarımı: Zuhal Soy Müzik: Okay Temiz Oynayanlar: Atacan Arseven, Alper Kul,Berrin Akdeniz, Can Başak, Can Ertuğrul, Işıl Zeynep Karaalp, Kubilay Pembeklioğlu, Murat Bavli, Oğuzboy Vedat Şahin, Ragıp Yavuz, Selçuk Soğukçay, Tuğrul Arsever, Yalçın Avşar, Yıldıray Şahinler, Ziya Kürküt, Yonca İnal.
a
Tiyatro: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Zeynep Avcı Yöneten: Ragıp Yavuz Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Giysi Tasarımı: Duygu Türkekul Işık Tasarımı: Cengiz Özdemir Müzik: Uskan Çelebi Dans Düzeni: Yasemin Gezgin Oynayanlar: Yıldıray Şahinler, Can Başak, Erol Keskin, Selçuk Soğukçay, Ali Karagöz, Kubilay Pembeklioğlu, Savaş Barutçu, Oğuzboy Vedat Şahin, Tuğrul Arsever, Can Ertuğrul, Uskan Çelebi, Yalçın Avşar, Kosta Kortidis, Bensu Orhunöz, Ezgim Kılınç, Sevil Akı, Semah Tuğsel, Dery Kurtuluş, Berrin Akdeniz, Serap Oral, Yasemin Gezgin, Sibel Topaloğlu, Zümrüt Erkin, Radife Baltaoğlu, Güneş Han, Ayça Telırmak.
"İyinin ve kötünün sınırları hakkında psikolojik bir gerilim."
"Luigi Pirandello'nun 'Ağzı Çiçekli Adam', 'Sicilya Turunçları' ve 'Aptal' adlı üç kısa oyunu bir arada yorumlanarak 'Ağzı Çiçekli Adam' adı ile sahneleniyor."
Tiyatro: Açık Tiyatro Yazan: Kubilay Tunçer Yöneten: Mehmet Ergen Sahne Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Işık Tasarımı: Yakup Çartık Müzik: Nurkan Renda Oynayan: Kubilay Tunçer. "Söylediği yalanları gerçek sanma hastalığına tutulmuş olan Muhittin'in traji-komik hikayesini anlatıyor."
> BU AY SAHNEYE ÇIKANLAR Tiyatro: Tiyatro istanbul Yazan: Michael Pertwee Çeviren: Gencay Gürün Yöneten: Gencay Gürün Oynayanlar: Metin Serezli, Argun Kınal, Şebnem Özinal, Şencan Güleryüz, Ceren Erginsoy. Pembe Pırlantalar, konusu çapkınlık ve aldatma üzerine kurulmuş bir aile komedisi. Çapkınlık konusunda oldukça acemi olan Fogg ortağı Reaper'in güzel karısı Dianayla ilişki içindedir. Çapkınlık konusunda oldukça deneyimli biri olan Reaper da karısının, ortağı Fogg ile kendisini aldattığından şüphelenmektedir. Nitekim Fogg ile Diana başbaşa bir gece geçirmek üzereyken eve ortağı Reaper gelir. Çapkınlık yapmak için Fogg'un arabasını ödünç alan Reaper içinde aşığı olan kadının bulunduğu arabanın çalındığını söyler. Yan odada ortağının karısı saklı olan Fogg kadını kocasına göstermemek için akla hayale gelmez atraksiyonlar yaparak aşığını değişik yerlere saklar. Bütün bu olanların üzerine bir de çalınan arabayla ilgili soruşturma yapmak için komiser gelince, işler iyice arap saçına döner.
pe
cy a
Tiyatro: Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Fikret Terzi Yöneten: Diğdem Germen Aydın Sahne Tasarımı: Ali Yenel Giysi Tasarımı: Gönül Sipahioğlu Işık Tasarımı: Murat İpek Müzik: Tolga Çebi Şarkı Sözleri: Orhan Kemal Aydın Dans Düzeni: Z. Işıl Karaalp Oynayanlar: Gökhan Seyhan, Sibel Seyhan, Elif Ürse, Özge Özdeş, Atilla Eroğlu, Nazlı Altıntaş, Yelda Baskın, Lale Etili, Alican Yücesoy, Önder Bulut, Erdoğan Karlı, Muhsir Kurtaran, Tuğba Yarbay, Ömer Efe Akyalçın Barış Ormanı'nın kralı Arslan kendisinden sonra ormanı yönetecek kişiyi belirlemek için bir yürüme yarışması düzenler. Yürüme yarışı bütün orman sakinlerinin katılımına açıktır. Yarışta sportmence davranmak, kurallara harfiyen uymak esastır. Ancak yarışmayı ve kurallarını beğenmeyen, tüm masallardan oyunbazlığı yüzünden kovulan kurnaz Tilki bu yarışa alınmaz. Katılmadığı yarışmada kimsenin birinci gelmesini istemeyen Tilki, türlü tuzaklar ve hilelerle yarışmacıları yarışmadan tek tek koparmak için işe koyulur. Ancak kötü planlarına bir türlü dahil edemediği bir orman sakini vardır. İyi ve çalışkan Kaplumbağa, kurallar çerçevesinde centilmenliği elden bırakmadan bu yarışmayı tamamlamaya niyetlidir.
Tiyatro: Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Haluk Işık Yöneten: Defne Şener Gürsoy Sahne-Giysi Tasarımı: Gülce Uğurlu Işık Tasarımı: Murat İpek Müzik: Tolga Çebi Şarkı Sözleri: Orhan Kemal Aydın Dans Düzeni: Z. Işıl Karaalp Oynayanlar: Emrah Eren, Faruk Üstün, Gülin Vaz, Gökhan Bozkurt, Güneş Kozal. Haluk Işık'ın yazıp Defne Şener Günay'ın yönettiği "Harikalar Mutfağı", adlı çocuk oyununda biri yetenekli, diğeri beceriksiz iki aşçının başına gelenler ve aşçıların mutfaklarında yaşayan kedi ile farenin didişmeleri eğlenceli bir dille anlatılıyor.
Tiyatro: Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Dario Fo Çeviren: Füsun Demirel Yöneten: Turgay Kantürk Sahne Tasarımı: Ayçın Tar Giysi Tasarımı: Gönül Sipahioğlu Işık Tasarımı: Murat İpek Müzik: Tolga Çebi Oynayanlar: Munis Düşenkalkar, LevetTülek, Yonca Cevher, Çetin Etili, Mert Asutay, Durul Bazan, Emrah Eren, Gökhan Bozkurt, Gökhan Seyhan, Faruk Üstün, Elif Özge Özder, Gülin Vaz, Alican Yücesoy, Ömer Efe Akyalçın. "Dario Fo'nun yazdığı Turgay Kantürk'ün sahneye koyduğu "Klakson, Borazanlar ve Bırtlar" bir sanayicinin kaçırılmasıyla gelişen olayları ele alan politik bir komedi. Oyun sermaye hükümet ve halk sarmalındakî ilişkilerin tartışmaya açıldığı grotesk bir fars."
Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: David Wood Çeviren: Deniz Erbaş Yöneten: Adnan Erbaş Sahne Tasarımı: Funda Karasaç Giysi Tasarımı: Funda Çebi Işık Tasarımı: Rahmi Özan Müzik: Kemal Günüç Oynayanlar: Jale Çiçek, Murat Yatman, Süheyla Elbaş, Sinan Taşkan, Betül Gökçer, Erem Nalcı, Meltem Evcioğlu, Belgin Bilgin Gümüşkaya, Cihan Büyükışık, Mehmet Gökçer, Celal Bıyıklı, Erkan Gökpınar, Filiz Mete Soyluoğlu.
pe cy a
TRENDEKİ D E R V İ Ş Bir kadın, bir adam, bir müfettiş ve bir derviş. Başka bir deyişle geçmiş, gelecek, bugün ve zamansızlık aynı sahnede. A d a m , kadını öldürmüş ya da öldürecektir. Müfettiş, şahit olarak Derviş'i sorguya çeker. Sorgulama derinleştikçe ilginçleşir. Varlık alemindeki çeşitlilik, farklı zaman ve uzam aralıklarında " b i r l i k " halinde dile gelir. Her biri gerçeğin bir parçasıdır. Ama hakikat nedir? Dört mevsim farklı meyve veren ağaç ve kertenkele ya da nam-ı diğer Yeşil Hanım hakikatin neresinde durmaktadır? Trendeki Derviş, Mısır'ın dünyaca ünlü yazarı Tevfik El-Hekim'in, bir cinai d u r u m u n peşi sıra, gizlerle d o l u zaman aralıklarını dolaştıran, gözdeki perdeyi aralayan ve sırrı hissettiren bir o y u n u .
pe cy a
Yazan: Tevfik El - Hekim Çeviren: Nabi Avcı Yöneten: S. Bora Seçkin Sahne Tasarımı: Taciser Sevinç Giysi Tasarımı: Gamze Kuş Işık Tasarımı: Mahmut Özdemir Efekt Tasarımı: Umut Yüzbaşıoğlu Oynayanlar: Bahtiyar Engin, Aslı İçözü, Hikmet Körmükçü, Erhan Abir, Burteçin Zoga, Arif Akkaya, Erhan Özçelik.
HAKİMİYET-İMİLLİYE
AŞEVİ
Cumhuriyetimiz'in kuruluşunun 80. y ı l d ö n ü m ü . Bu büyük şölene istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları da coşkuyla katılıyor. Güngör Dilmen'in "Hakimiyet-i Milliye Aşevi", Cumhuriyetimiz'e armağan bir oyun. Kurtuluş Savaşı Ankara'sında bir aşevinde başlayan diyaloglar, Meclis'in oluşmasından, Cumhuriyet'in kuruluşuna, oradan da Lozan'a uzanan bir dizi tarihsel olayı, d ö n e m i n canlı karakterlerine söz hakkı tanıyarak seyirciye ulaştırıyor. Kimler yok ki bu aşevinin müdavimleri arasında: İsmet İnönü, Çerkez Ethem, A d n a n Adıvar, Halide Edip Adıvar, Rauf Bey, Hakkı Behiç Bey, Yunus Nadi, Rasih Hoca, Reşit Bey, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu... Hakimiyet-i Milliye Aşevi, Güngör Dilmen'in usta kaleminden, bir dönem tarihine aşevi sıcaklığında bakıyor. Bütün çelişkileri, samimiyeti, karamsarlığı ve u m u d u ıskalamadan... Yazan: Güngör Dilmen Yöneten: Taner Barlas Sahne Tasarımı: Atıl Yalkut Giysi Tasarımı: Aysen Doğan-Sabahat Çolakoğlu Müzik: Selim Atakan Işık Tasarımı: Özcan Çelik Efekt Tasarımı: Feridun Ergün Oynayanlar: Süleyman Balçın, İskender Bağcılar, Rıza Kocaoğlu, Aziz Sarvan, İlhan Kilimci, Onur Özcan, Münir Kutluğ, Caner Bilginer, Hüsnü Demiralay, Rıdvan Çelebi, Hakan Güner, Ayşen Çetiner, Kerem Yılmazer, Şükrü Türen, Yiğit Sertdemir, Doğan Bavli, Uğurtan Atakan, Ahmet Uz.
GlLGAMEŞ İnsanlık t a r i h i n i n bilinen en eski destanı Gılgameş... Aşkın, iktidarın, ölümsüzlük arayışının, savaşın ve ö l ü m ü n kol gezdiği bir öykü. Tarihi 5500 yıl önceye gitse de, insana dair bir destan. Oyunda, Uruk Kralı Gılgameş'in gücünü kötüye kullanması üzerine, kendisini frenlemesi için karşısına çıkarılan Enkidu ile olan dostluğu ve mistik güçlere karşı mücadelesi anlatılıyor. Çok sevdiği dostu Enkidu'nun ölmesi, Gılgameş'i ölümsüzlük o t u n u aramaya iter. Bu arayışı sırasında, Nuh Tufanı'nı dinler ve gerçek ölümsüzlüğe ancak içindeki sevgiyi bularak ulaşabileceğini anlar. Sonrasında, bulmuştur ölümsüzlük o t u n u ancak, bir yılana kaptırarak her ö l ü m l ü için kesinlik taşıyan yazgısıyla baş başa kalır. Gılgameş, Zeynep Avcı'nın kalemi ve Ragıp Yavuz'un yorumuyla, çok tanrılı döneme ait bir destandan, bir insan öyküsü çıkarıyor. Yazan: Zeynep Avcı Yöneten: Ragıp Yavuz Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Giysi Tasarımı: Duygu Türkekul Işık Tasarımı: Cengiz Özdemir Müzik: Uskan Çelebi Oynayanlar: Yıldıray Şahinler, Can Başak, Erol Keskin, Selçuk Soğukçay, Ali Karagöz, Kubilay Pembeklioğlu, Savaş Barutçu, Oğuzboy Vedat Şahin, Tuğrul Arsever, Can Ertuğrul, Uskan Çelebi, Yalçın Avşar, Kosta Kortidis, Bensu Orhunöz, Ezgim Kılınç, Sevil Akı, Semah Tuğsel, Dery Kurtuluş, Berrin Akdeniz, Serap Oral, Yasemin Gezgin, Sibel Topaloğlu, Zümrüt Erkin, Radife Baltaoğlu, Güneş Han, Ayça Telırmak.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
cy a
Yirminci yüzyıl tiyatrosunda ufuk açmış Luigi Pirendello'nun üç kısa oyunu bir arada seyirciyle buluşuyor: Ağzı Çiçekli A d a m ; A p t a l ve Sicilya Turunçları. Pirendello, ö l ü m ü n gerçekliğinde sahte yaşamları, iki yüzlü tavırları ve köksüz düşünceleri sorguluyor. Yaşama düş kurarak bağlanan "Ağzı Çiçekli A d a m " ve istasyonda karşılaştığı "Sessiz Müşteri" arasındaki diyalog, sıradan kelimelerden, ö l ü m ü n karasularına yakın gezinen bir adamın hayata bakışına d o ğ r u uzanıyor. A p t a l , ö l ü m ü n e az bir zaman kalmış birinin bir d i k t a t ö r ü ö l d ü r d ü k t e n sonra kendini öldürmesinde yarar uman gazete patronunun, başkasına biçtiği "kahramanlık" ve "aptallık" formlarıyla yüzleşmesini irdeliyor. "Sicilya Turunçları", sesini keşfettiği ve yardım ettiği bir şarkıcının ünlenmesini t a k i p eden günlerde ölümcül bir hastalığa yakalanan aile dostu bir t r o m p e t ç i n i n , sevgisinin ve aşkının peşinde otuz altı saatlik bir yolun ardından yüzleştiği yabancı yaşamlarda, sahte dünyaları sorguluyor. Pirandello'nun dünyasına girmek için iyi bir fırsat...
pe
Yazan: Luigi Pirandello Çeviren: Egemen Berköz Yöneten: Melahat Abbasova Sahne Tasarımı: Timur Erenerol Giysi Tasarımı: Onur Uğurlu Işık Tasarımı: Mustafa Türkoğlu Dramaturg: Arzu Isıtman Efekt Tasarımı: Levent Akman Müzik Danışmanı: Selim Atakan Oynayanlar: Mehmet Gürhan, Candan Sabuncu, Aslı Yılmaz, Umut Temizaş, Nergis Çorakçı, Erhan Yazıcıoğlu, Eftal Gülbudak.
GAYRİ RESMİ HÜRREM Özen Yula, Osmanlı'nın otoritesinin d o r u k t a o l d u ğ u bir d ö n e m i , bir kadının, Hurrem Sultan'ın gözüyle yeniden kurguluyor. Hep erkeklerin dilinden dinlediğimiz tarihe, bir kadının gözüyle bakmayı deniyor. Gayrı Resmi Hurrem, "Gök kubbedeki yıldızlar içinde bir noktasın bu dünyada. Ama o nokta, bir yıldıza dönüşmek isterse, her şeyi göze almalıdır." diyen bir kadının, iktidar, güç, kan, savaş ve aşk arasında kalmışlığını sahneye taşıyor. Hayal perdesi aralanıyor ve d ö n e m i n b ü t ü n kahramanları Hurrem'in huzurunda, kendi hikayelerini bir kez de o n u n dilinden, o n u n gözüyle ve sözüyle dinliyor. İktidarının dünya ölçeğinde tanındığı. Kanuni isminin "Muhteşem Süleyman"a dönüştüğü bir dönemde, muhteşem bir kadının ruh dehlizlerinde yol almak isteyenler için Gayrı Resmi Hurrem, iyi bir rehber. Yazan: Özen Yula Yöneten: Ayşenil Şamlıoğlu Sahne-Giysi Tasarımı: Feyza Zeybek Müzik: Can Atilla Çizdüşüm: Feyza Zeybek Işık Tasarımı: Sabahattin Gündoğdu Oynayanlar: Rozet Hubeş, Şebnem Köstem.
a
pe cy
cy a
pe
a
cy
pe
a
pe cy
a
pe cy
pe cy a
pe a
cy