2005_149_7173

Page 1


cy a

pe


A Y L I K

T İ Y A T R O

D E R G İ S İ

Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Üstün Akmen, Orhan Alkaya, Mustafa Demirkanlı, Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun. Yazı İşleri Müdürü: Pınar Erol Yayın Sekreteri: Ebru İlgaz Çocuk Tiyatrosu Editörü: Duygu Atay Ankara Temsilcisi: Figen Adıgüzel Kocaeli Temsilcisi: Erbil Göktaş Katkıda Bulunanlar: Nihat Alptekin, Sadık Aslankara, Zeynep Bayraktutan, Metin Coşkun, Yusuf Eradam, Ragıp Ertuğrul, Beki Haleva, Robert Schild. Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü: Çiğdem Esmer Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (gDGa) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Teknik Müdür: Erkut Arıburnu Baskı: Mart Matbaası Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.: Muradiye Deresi Sok. No:47/6 Beşiktaş istanbul Telefon: (0212) 259 21 24 Fax: (0212) 327 86 29 e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 Abonelik İçin: Abonet Tel: (0212) 210 0 1 1 0 * Fax: (0212) 222 27 10 e-posta: abonet@abonet.net Abonet'den tek sayı için bile abone olabilirsiniz. Yurtdışı Abone: 100 EURO Kapak Fotoğrafı: Banu Kaplancalı (Mucizeler Komedisi) Yayın Türü: Yerel Süreli

Kapak Tasarımı: Genco Demirer (gDGa)

cy a

ANISINA/Eren Uluergüven: I S. 4 EDİTÖRDEN: I S. 5

ANISINA/Nuri Candaş : I S. 6 HABERLER: I S. 7

BİR OYUN İKİ ELEŞTİRİ: "Mucizeler Komedisi" Ragıp Ertuğrul I S. 10 "Vasatlık Bağlarında Dolanıyorum" Yusuf Eradam I S. 14

ELEŞTİRİ: "Ağır Roman" Üstün Akmen I S. 17

pe

SÖYLEŞİ: Dilek Türker: Sahnede Kırk Yıl Üstün Akmen/ S. 20 İZDÜŞÜM: "Buruk Bir Yıl Sonu Yazısı" Ahmet Levendoğlu I S. 23

FOTOĞRAFLARIN DİLİ: "Romeo ile Juliet" Sivas Devlet Tiyatrosu I S. 24 HABERYORUM: Benim Derneğim, Senin Derneğini Döver Mustafa Demirkanlı IS. 28 KONUK YAZAR: "Genç Tiyatrocuya Öğütler" Metin Coşkun I S. 35 ELEŞTİRİ: "Aşk Delisi" Robert Schild I S. 36 ELEŞTİRİ: "Hadi Öldürsene Canikom" Erbil Göktaş I S. 38 SÖYLEŞİ: Özgü Namal: "Hep Tiyatro Yapacağım, Çünkü Tiyatroda Temizleniyorum" Nihat Alptekin I S. 41 ELEŞTİRİ: "Aksak İstanbul Hikayeleri" Beki Haleva I S. 48 REJİ MASASI SAKİNLERİ: "Sistem, Yok Olur mu, Olur" Genco Demirer I S. 50 ELEŞTİRİ: "Pırtlatan Bal" Zeynep Bayraktutan I S. 54 İZLENİM: Kütahya'nın Ateşte Açan Tiyatrosu Sadık Aslankara I S. 57 ÇOCUK TİYATROSU: Çocuk Tiyatrosunda On İki Yıl Duygu Atay I S. 60

ÖKÜZ ALTINDA BUZAĞI: Huzursuz Seyirci I S. 63 BU AY SAHNEYE ÇIKANLAR: S. / 64 KÜLTÜR-SANAT AJANDASI: S. / 67 ANLATI: Şükran Kurdakul İçin Gülsüm Cengiz I S. 75 TANITIM: 4 Nolu Antrepo Artık Bir Müze: İstanbul Modern Genco Demirer I S. 76 3<


> Anısına

> Eren Uluergüven

pe cy

a

Eren'e... Öğrencim, aynı sahneyi paylaştığım meslektaşım, asistanım; kültür birikimine, kitap bilgisine, tiyatro sevgisine hayran olduğum genç arkadaşım, seni yitirmekle yaşam sevincimi, direncimi de yitirdim. Bu genç yaşta tiyatro ahlakınla, yaşamdaki dürüst ve sağlam duruşunla herkese, hepimize, senden yaşı çok büyük profesyonellere öyle çok şey öğrettin ki, öğretebilirdin ki... Artık tek hedefim senin adını yaşatmak; Tiyatro Pera'da, adını verdiğimiz "Eren Uluergüven" sahnesinde senin beğeneceğin işler yapmak, 21 yıla sığdırdığın onurlu yaşamını unutturmamak. Seni çok sevdim Eren. Nesrin Kazankaya

Çok hazin bir sona tanık oldum... Keşke...keşke... keşke sadece onun azmine, çalışkanlığına, bilgi birikimine ve yaşam sevinciyle dolu, derinlikli gülümsemesine tanık olmakla kalabilseydim. Hayat devam edecek, oyunlar oynanacak!.. Ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Biz bir oyuncu arkadaşımızı yitirdik, acımız çok büyük. Ama 'evlat acısının yanında bir hiç! Önce bir anne" olarak, sonra bir "meslektaş" olarak... Ayşe Lebriz Gencecik bir insan neden ölür? Belki de defalarca kendimize sorduğumuz bu soruyu, Eren bize çok derinden, bir kez daha sordurdu... Ben kimim? Neden yaşıyorum? Çok kızgınım, çok öfkeliyim ama... hesap soracak kimse yok... Öfkemi çıkaracağım hiçbir şey yok. Bu yüzden acım daha da büyüyor. Hayatımızdan duyarlı, kocaman yürekli, büyük beyinli sanatçı bir adam geçti. Bir tiyatro adamı geçti... İşte o hayatımız, artık eskisi gibi olmayacak. Daha acı, daha kasvetli, ama daha değerli olacak... Çünkü Eren bizim dirim bayrağımız olacak. Eren seni çok seviyorum, çok özlüyorum. Unutulmayacaksın. Münibe Millet


> Editör > Mustafa Demirkanlı

> mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr

Yeni yıla girerken yine tartışmalar, suçlamalar ile karşı karşıya Türk Tiyatrosu. Her yıl olduğu gibi Özel Tiyatrolara Devlet Desteği açıklandı ve ardından fırtınalar kopmaya başladı. Biz de bu yıl artık tiyatroyu genel koruma altından çıkartıp, herkese yönelik eleştirilerimizi aktarmaya çalıştık. Bu konunun dağıtımın ardından rafa kaldırılmamasını, tüm camianın konuyu tartışmaya açmasını ve çözümler üretmesini bekliyoruz. Önümüzdeki günlerde Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun da görüşlerini alarak minik bir "Kurultay" düzenlenmesini, bakanlık yetkililerinin de bu "Kurultay"a katılmalarının sağlanmasını talep edeceğiz. Herkes eteğindeki taşları orada dökmeli ve model önerilerini de aktarmalı veya susmalı. Yılda bir kez haykırarak, bu sorunun çözülmediği artık gün gibi aşikar. ***

pe cy a

Son anda gelen bir haber İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda suların durulacağına işaret gibi... Dergi baskıya girerken henüz tebliğ edilmemiş olmasına rağmen Nurullah Tuncer'in görevden alındığı, yerine Mazlum Kiper'in atandığı haberi bize ulaştı. Kiper'in kırgınlıkları bir an önce gidererek, İ.B.B.Ş.T.'yi eski

saygınlığına kavuşturmasını dilemekten başka birşey söylememiz mümkün değil, buna çok büyük gereksinme var.

***

"Mucizeler Komedisi" ile açılan Mustafa Kemal Merkezi

salonu yine hayal kırıklığı yarattı. Sıfırdan inşa edilen, mimarinin her türlü olanağına açık bir alanda böylesi

eksiklikler ve yanlışlarla karşılaşınca insanın hevesi kırılıyor, canı sıkılıyor. Bin kişilik salona gelen seyirciler bir tek yürüyen merdivenden içeri girerken yaşadığı sıkıntıyı, çıkarken beş misli yaşamak zorunda kalıyor. Salonda ön blokun her iki yanındaki koltuklarda oturmak

zorunda kalan seyircilerin sahneyi görmesi mümkün değil. Hepsi bir kenara da olabildiğine yükseğe uzanan sofitaya rağmen, portal yüksekliğinin yaklaşık beş metrede kesilmesi ne demek oluyor? Bunu anlamak pek mümkün olmadığı gibi, projede Metin Deniz'in katkısının olduğunu duymak daha da şaşırtıcı geliyor insana. Artık, şu salonları, hiç değilse sıfırdan yaparken bütün bunlara dikkat edilse ne olur? Aslında iyi olur, ama olmuyor. 2005'de tiyatro dolu günler dileğiyle hepinizin yeni yılını kutlarım©


> Anısına

> Nuri Candaş

Nuri Candaş; Yetmişaltı Yaşında Genç Bir Dev Adam

a

Türk Opera sanatı yetmişaltı yaşında genç bir dev adamı yitirdi. Yaşamı boyunca tiyatrodan operaya birbirinden zor ve farklı rollerde yüzlerce kez sahneye çıkan Nuri Candaş, yaşama arzuladığı gibi, tutkunu olduğu sahnede veda etti.

pe

cy

1928'de İstanbul'da doğan Nuri Candaş, henüz on iki yaşındayken başladığı keman dersleri ile sanat yaşamına adım attı. İstanbul Belediye Konservatuarı sınavlarını kazanarak Prof.Muhittin Sadak'ın korosuna katıldı. 1943'de dönemin değerli şan hocası De Marchi'den ders almaya başladı. Ertesi yıl Bakırköy Halkevi Tiyatro Bölümü'ne girerek çeşitli piyes, müzikal ve operetlerde rol aldı ve kendi bestesi olan iki müzikali sahneye koydu. Halkevi tarafından açılan ses yarışmasında birinci seçilerek Cemal Reşit Rey'in "Fatih" adlı senfonik-koral eserini, bestecinin yönettiği orkestra eşliğinde seslendirdi. 1951 yılında Ankara Devlet Operası'nın sınavını kazanarak bu kuruma katıldı. Apollo Granforte, Elvira Hidalgo, Prof.Ruprecht Ruth, U.Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Muhsin Ertuğrul ve daha pek çok değerli hocayla çalıştı. 1956'da Roma Operası'nda düzenlenen yarışmada seslendirdiği Rigoletto partisi ile üçüncülük ödülü kazandı. Maestro Cavaniglia ve Maestro Desantis ile opera repertuarı ve napoliten tekniği çalıştı. 1974 yılında Rimini'de katıldığı yarışmada seslendirdiği "Granada" adlı parça ile birinci seçildi. 1970-1992 yılları arasında İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nde sahnelenen birçok eserde solist sanatçı olarak rol aldı. Emekli olduktan sonra Özel Beylerbeyi Müzik Okulu'nda sahne ve şan tekniği dersleri vermeye devam etti.

Müziğe, tiyatroya yeteneği olan gençler ile sanata düşkün yetişkinleri bulup yetiştirmek ve sanat camiasına kazandırmak amacıyla 1997 yılında çalışmalara başladı. Bu çalışmalar sonucunda 2000 yılında Candaş Müzikal Grubu'nu kurdu. Nuri Candaş, eğitimci kimliğinin yanısıra sahneye koyduğu "The Fantasticks", "Sevil Berberi" ve "Mutlu Prens" adlı eserlerle rejisör olarak sanata katkısını sürdürdü. Bir eseri dramaturjisi, oyunculuğu, dekoru, kostümü, mizansenleri, müzikal yapısı gibi her yönden ele alan yönetmenlik tarzı, bütüne olan hakimiyeti, buna karşın yeni fikirlere açıklığı, grubunun sevgi, güven ve uyum içinde sanat yapmasına yaradı. Candaş Müzikal Grubu bünyesinde iki yıl çalışma şansına erdiğim Nuri Hoca, renkli kişiliği, sevecen bakışları, içten kahkahalarıyla çevresindekilere her zaman mutluluk dağıttı. Gıpta edilecek enerjisi, disiplini, mütevazı bilgeliğiyle çevresindeki genç yaşlı herkese örnek oldu. 22 Aralık günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda rol aldığı "Deli Dolu Opereti" nin bitiminde sahnede, seyircileri selamlamasının ardından aramızdan ayrıldı. Ancak operanın duvarlarında, konser salonlarında sesi daima yankılanacak, yeşerttiği sanat sevgisi büyüyerek yeni nesilleri kucaklayacak. Ragıp Ertuğrul


Sahnede Talihsiz Kaza Tiyatro Pera oyuncusu, 21 yaşındaki Eren Uluergüven, sahnede geçirdiği kaza sonucu hayatını kaybetti. Tiyatro Pera'da "Dobrinja'nın Düğünü" isimli oyunun 30 Kasım'daki provası sırasında kafasına dekor düşen Uluergüven, hemen Alman Hastanesi'ne kaldırıldı. Ağır komadan çıkamayan tiyatrocunun iki gün sonra beyin ölümü gerçekleşti. Olay, Uluergüven'in, Pera Tiyatro Okulu'ndan arkadaşlarını ve tüm tiyatro camiasını yasa boğdu. Ailesi, oğullarının tüm organlarını bağışladı. Pera Güzel Sanatlar Okulu'nun Tiyatro Bölümü 4'üncü sınıf öğrencisi Uluergüven'in cenazesi, 11 Aralık Cumartesi günü İstanbul Devlet Tiyatrosu Taksim Sahnesi'nde yapılan törenin ardından çok sayıda sanatçının da katıldığı törenle Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi. Talihsiz kazanın ardından Tiyatro Pera Sahnesi'nin ismi, "Eren Uluergüven Sahnesi" olarak değiştirildi. Bundan böyle bu sahnede oynanacak tüm oyunların Uluergüven'in anısına ithaf edileceğini dile getiren Pera çalışanları, www.tiyatropera.com web sitesinde arkadaşları için bir de anı defteri açtı.

İ.B.B.Ş.T'de Bir Dönem Sona Erdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Nurullah Tuncer görevden alındı. Güvenilir kaynaklardan aldığımız habere göre 24 Aralık 2004 tarihinde görevine son verilen Nurullah Tuncer'in yerine İ.B.B.Ş.T. yönetmeni Mazlum Kiper getirildi. Tuncer'in göreve geldiği günden beri İ.B.B.Ş.T.'nin sanatsal etkinliklerinden çok, iç çekişmeleriyle gündem işgal etmesi tüm tiyatro kamuoyunda üzüntü yaratıyordu. Yeni dönemde bu tartışmaların bitip, İ.B.B.Ş.T.'nin tekrar eski sanatsal içerikli tartışmalarla gündeme gelmesi bekleniyor.

pe cy a

Kartal Sanat Tiyatrosu Salonu Yıkılıyor

Kartal Sanat Tiyatrosu'nun kullandığı salon, depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle yıkılıyor. 2000 yılından bu yana salonu kullanan tiyatro, kendilerine yer gösterilmeden salonun yıkılmak istenmesine tepkili. 20 Aralık Pazartesi günü tiyatro önünde konuyla ilgili bir basın açıklaması yapan Kartal Sanat Tiyatrosu çalışanlarına çok sayıda tiyatrocu da destek verdi. Eczacıbaşı İlköğretim Okulu'na ait binanın 1000 metrekarelik giriş katını, masraflı bir tadilatın ardından dört yıl önce kullanmaya başladıklarını belirten tiyatronun Genel Sanat Yönetmeni Nihat Nadi Ülger, "Bir buçuk aydır doğalgazımız, on beş gündür suyumuz ve elektriğimiz kesik. Oyun sahneleyemiyoruz. Sadece eğitim çalışmalarımız devam ediyor. Üst katlarda bir süredir yıkım yapılıyor zaten. Bir oldu bittiye gelmemesi için tüm tiyatro çalışanlarıyla burada nöbet tutuyoruz." diye konuştu. Binayı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Eczacıbaşı'ndan kiraladıklarını, Aralık 2004'ün sonuna kadar da kiralarını ödediklerini belirten Ülger, kendilerine yer gösterilmeden binayı boşaltmamakta kararlı olduklarını ifade etti. Bölge Milletvekili Berhan Şimşek ve Kartal Kaymakamı Dursun Ali Şahin'in de katıldığı basın açıklaması. Kaymakam Şahin'in, tiyatronun eşyalarının bir depoya taşınması ve en kısa zamanda uygun bir salon bulunması için araştırma yapılması sözü vermesinin ardından sona erdi. İstanbul Valiliği, Bayındırlık İl Müdürlüğü ve İstanbul Teknik Üniversitesi'nin hazırladığı raporlara göre 5.5 şiddetindeki bir depreme dayanıksız olduğu belirtilen okul binasının yıkım kararı Eylül 2004 tarihinde Kartal Kaymakamlığı'na iletildi. Kaymakamlık yetkilileri, ilçede aynı durumda bulunan 4 okula kararı tebliğ ettiğini açıkladı. Kartal Sanat Tiyatrosu'nun kapatılması taraftarı olmadıklarını belirten yetkililer, Belediye ile konuşup tiyatro için uygun bir yer bulmaya çalışacaklarını aktardı. Kaymakam Ali Dursun Şahin, binanın bulunduğu arsanın, yıkımın ardından yeşil alan olarak kullanılacağını söyledi.

TRT'den Radyo Oyunu Yarışması Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, "radyo oyun yazarlığını teşvik etmek, radyo oyun repertuvarına yeni, özgün ve nitelikli eserler kazandırmak; bu eserleri radyo oyunları yoluyla Türk halkının kültür yaşamına yansıtmak" amacıyla "Radyo Tiyatrosu", "Arkası Yarın" ve "Çocuk Bahçesi" dallarında Radyo Oyunu Yarışması düzenliyor. Yarışmaya katılmak isteyenlerin oyunlarını "daktilo ile, iki aralıklı, temiz ve rahat okunabilir şekilde" yazıp, 6 nüsha halinde 5 Ocak 2005 Çarşamba günü saat 17.00'a kadar TRT Ankara Radyosu Müdürlüğü Atatürk Bulvarı No:39, 06100 Sıhhiye/Ankara adresine iadeli taahhütlü posta ile göndermeleri veya elden makbuz karşılığı teslim etmeleri gerekiyor. Yarışma ile ilgili ayrıntılı bilgi, www.trt.net.tr adresinden temin edilebilecek.


> Haberler İzmit Büyükşehir Belediye Başkanı'ndan Davalar İzmit Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, 12 Temmuz tarihli Nokta Dergisi'nde yayınlanan "İzmit Tiyatrosu Karanlığa Gömülürken" başlıklı yazısında 'suç unsuru' olduğu gerekçesiyle Üstün Akmen'e ve Birgün Gazetesi'ndeki köşe yazıları nedeni ile Yayın Yönetmenimiz Mustafa Demirkanlı'ya 10'ar milyarlık tazminat davaları açtı. Karaosmanoğlu 10 milyar manevi tazminatların yayın tarihinden itibaren en yüksek banka faiziyle birlikte kendisine ödenmesini ve gideri Üstün Akmen ve Mustafa Demirkanlı'dan alınmak kaydıyla mahkeme kararının ya da hüküm özetinin Türkiye çapında yayın yapan tirajı yüksek üç gazeteden birinde en az iki kez yayınlanmasına karar verilmesini istedi.

Ragıp Savaş, Bu Ne? "Ragıp Bey, sizin bu anlattıklarınız da az tuhaf şeyler değil hani. Belediye ile tiyatro arasındaki ilişkiye dönerek şunu sormak istiyorum. Siz, Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nda iken yıllar önce yönetmeliğin sizlerden habersiz olarak değiştirilmesine tavır alıp, dava açmadınız mı? Hayır, ben dava açmadım.

cy a

Siz, Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nda bulunduğunuz süre içinde hiç dava açmadınız mı? Hayır, açmadım." (Tiyatro... Tiyatro... Dergisi, Kasım 2004, Sayı 147, S. 24)

Tiyatro... Tiyatro... İzmit'i Günışığına Çıkarttı

pe

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun Bale Salonu'nun mescide dönüştürülmesi haberimiz geniş yankı uyandırdı. Aralık sayısı baskıdayken ortaya çıkarttığımız bu haberi, gecikmemesi için Birgün Gazetesi'ne ve tiyatrom.com'a taşıdık. Diğer günlük basının da sayfalarına taşıdığı haberin fotoğraflarını belge olarak gelecek kuşaklara aktarmak için Tiyatro... Tiyatro...'da da yayımlıyoruz. Yetkililer durumu önce inkar ettiler, sonra geçici olduğunu iddia ettiler. Durum aşağıdaki fotoğraflardaki gibiydi.

Aydın Şehir Tiyatrosu'nun Oyununa Yasak Aydın Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun "Bir Ceza Avukatının Anıları" adlı oyununun lise ve dengi okullarda oynanması Aydın Valiliği tarafından yasaklandı. Aydın Vali Yardımcısı Ömer Eru imzasıyla ABŞT'ye gönderilen yazıda, oyunun "milli bilinci uyanık tutucu, fertleri milli ülküler-ahlaki değerler etrafında toplayıcı ve birleştirici olmadığı, iyimser bir hayal gücü bulunmadığı, eserin sahneye uygun görülmediği, uygun kelimelerin bulunmadığı, açık saçık sahnelerin bulunduğu, gelenek ve göreneklerimize, toplum düzenine uygun olmadığı, çocukların ve gençlerin normal gelişmesine zararlı olduğu, siyasi-ideolojik ve bölücü telkinlerin bulunduğu" iddiasına yer verilerek, oyunun lise ve dengi okullarda oynanmasının uygun olmadığı belirtiliyor.


> Haberler "Yangın Duası" Mahkemeye Taşındı İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda oynanan "Yangın Duası" isimli oyunun ışık tasarımı ile ilgili tartışmalar mahkemeye taşındı. 14. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde sahnelenmesinin ardından sezon başında Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenmeye başlanan oyunun kadrosunda kendisine yer verilmediğini belirten ışıkçı Erçin Ural, oyunun ışık tasarımını başından beri Berkun Oya ile beraber yaptıklarını ancak tasarımın tamamen Berkun Oya'ya aitmiş gibi gösterilerek kadrodan çıkarılmasını hoş karşılamadığını belirterek Devlet Tiyatrosu'na dava açtı.

a

Söz konusu tartışmalar ismet Küntay Tiyatro Ödülleri'nin verildiği akşam suyüzüne çıktı. Gecenin sunuculuğunu yapan Üstün Akmen, Yılın Işık Tasarımcısı Ödülü için Erçin Ural ismini açıkladı. Kısa bir duraksamanın ardından tasarımın Berkun Oya'ya ait olduğu düzeltmesi yapıldı ve ödülü Berkun Oya'nın asistanı Can Uslu aldı.

pe

cy

İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Osman Wöber, oyunu Devlet Tiyatrosu'na almak için Berkun Oya ile temasa geçtiklerinde KrekTiyatro'nun provalara başladığını, oyunu olduğu gibi Devlet Tiyatrosu'na aldıklarında ise Genel Müdürlük'ün kadrolu bir ışıkçı çalıştırılmasını istemesi üzerine Erçin Ural'la sözleşme yapamadıklarını anlattı. "Zaten Erçin Ural ışık tasarımını yapmamış. Berkun Oya, Erçin'i kendince onore etmek için adını afişe yazmış. Konu Ankara'ya bildirildiğinde bizdeki ışık tasarımcıları varken Erçin'i kullanmak yanlış olur yanıtı verildi. Sözleşme yapılması reddedildi." diye konuşan Wöber, şu anda Erçin Ural'la kurumsal bir temaslarının olmadığını, oyunun ışık yönetimini Berkun Oya'nın ücretsiz olarak üstlendiğini ve yürüttüğünü söyledi. Erçin Ural ise oyunun ışık tasarımında büyük payı olduğunu, kendisiyle sözleşme yapılarak adının oyun afişine konulduğunu, festivalin ardından oyun Devlet Tiyatrosu çatısı altına geçince kendisine yer verilmeyerek emeğinin yok sayıldığını aktardı. Ural, şöyle konuştu: "Oyunun İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın düzenlediği Tiyatro Festivali'nde oynanmasına karar verildi. Bu arada Berkun Oya Devlet Tiyatroları ile yaptığı görüşmeler sonucunda, oyunu Devlet Tiyatroları'na vermeye karar verdi. Tam bu noktada, Devlet Tiyatroları, bünyesinde yeteri kadar ışık tasarımcısı olduğu gerekçesiyle benim kadroya sadece figüran olarak katılabileceğim kararını aldı. Bunu kabul etmemem üzerine, yapılan uzun görüşmeler sonucunda Devlet Tiyatroları benimle bir sözleşme imzaladı ve oyunun ışık tasarımı görevini benim üstlendiğimi de kabul etti. Bu gelişmeler sonucunda oyunun ışık tasarımını yaptım ve uyguladım, ayrıca planları ve dokümanları Devlet Tiyatrosu Işık Şefliği'ne teslim ettim. Tiyatro Festivali gösterimleri süresince ışık kumandasını da gerçekleştirdim. Tiyatro Krek'te oyun yapıldığı sırada ışık direktörü bendim. Berkun Oya'nın istediği her şeyi yaptım. 'Şuraya kırmızı ışık şöyle bir yerden düşmeli'yi içerir bu. Benden ne istediğini söyledi. Kreasyon süreci içinde ilk done elimdeydi. Yeri geldi bir anda bir yerde olması gereken renge ben karar verdim. Bazen beraber seçtik. Sonuçta ışığa ilişkin yapılan her şeyin başında ben vardım." Ural, Devlet Tiyatrosu'na dava açtı. Şahide Gerek Yok Tasarım Berkun'un Üslubu" Oyunun yazarı Berkun Oya, olay yargıya intikal ettiğinden herhangi bir açıklama yapmasının doğru olmadığını söyledi. Oyunun müziklerini yapan Tan Tuncay, ışık tasarımının tamamen Berkun Oya'ya ait olduğunu söylüyor. Erçin Ural'ın sadece uygulayıcı olduğuna dikkat çeken Tunçağ, "Bunun için birtakım şahitler ve deliller aramaya gerek yok. Berkun Oya'nın şu ana kadar yaptığı işlere bakıp tarzından bu sonucu çıkartabiliriz. Bu ışık Berkun'un üslubudur. Ayrıca bu oyunun yazılım aşamasında bulunduğum için biliyorum ki Berkun, oyunlarının tüm tasarımını yazarken yapıyor." dedi.


> Ragıp Ertuğrul

cy a

> ragipertugrul@tiyatrodergisi.com.tr

pe

Yanarmışız Bir Hasretle...

Önce billboardlarda gördüğümüz, gazete sayfalarında büyük ilanlarla yerini bulan, şimdilerdeyse hemen her gazetenin kültür sayfalarında, köşe yazılarında okuduğumuz "Mucizeler Komedisi", gerçekten müzikal bir mucize midir? İlk gösterimler, galalar, starlar, milyon dolara ulaşan maliyetler, Türkiye'de şimdiye dek uygulanan en gelişmiş sahne teknolojileri... "Mucizeler Komedisi" yarı fantastik bir öykü üstüne kurgulanmış. Melekler, dünyadaki kötülüklerin önüne geçmek, insanları doğru yola getirmek için çalışmaktadır. Sırada, Türkiye'de elindeki gücü kullanarak insanları karalayan, çalışanlarına insafsızca hükmeden, bencil ve doyumsuz medya patronu Sefa Yurdakul (Şener Şen) vardır. Bu iş için deneyimli melek (Pamela Srjence) ve acemi melek (Mirkelam) seçilir ve dünyaya gönderilir. Meleklerin


dünyaya inişiyle kendimizi medya dünyasının içinde, türlü düzen, kirlilik ve kötülüğün ortasında buluruz. Oyun boyunca bu çerçevede çaycı Sütiye'nin (Özlem Tekin /Meltem Cumbul) tüm yeteneksizliğine rağmen şöhret basamaklarını tırmanmasını ve aynı hızla inişini, her gün yüz yüze kaldığımız yalan haberlerin, senaryoların arka planlarını, ihtiras ve kıskançlığın kıskacına giren insanların şuursuz davranışlarını, hem haberlerde hem de yaşamlarda sansasyon yaratma süreçlerini, kişilerin ve kanalların reyting kavgalarını izliyoruz. Oyunun ilk sahnesinde kurulan melekler meclisindeki meleklerin görünümleri ve ses tonları melek ruhunu yansıtmaktan uzak. Melekler katındaki tedirginlik veren atmosfer ve aralarındaki keskin hiyerarşik ilişki sevgi, barış ve iyilik dağıtma mesajını iletmeyi başaramıyor. Eskiden şöhret basamaklarını tırmanmak belli bir çalışmanın, gayretin eseri olarak sunulurdu. Ancak şan, şöhret günümüzde torpile, ensesi kalın dostlara veya "Mucizeler Komedisi"nde olduğu gibi meleklere kalmış durumda. Oyunun başında şeytanın insanları şan ve şöhretle kandırdığı, yani bunların bir nevi şeytani araçlar olduğu öne sürülüyor. Ancak Mirkelam'ın temsil ettiği melek Sütiye'ye şöhret kapısını aralamakla bir şekilde şeytana hizmet etmiş oluyor ki bu da metnin felsefesinde tutarsızlık yaratıyor. Sık sık karşımıza çıkan ve artık alışkın olduğumuz mucize yükselişler ve parlamalar, bir balona benzer. Yükselirken insanı büyüler ve çocuk büyük demeden herkesi etkisi altına alır. Gökyüzünde bir nokta gibi kalana dek hayranlığımız devam eder. Ama çoğu balon bu basınca dayanamaz ve patlayıverir, bütün cazibesi söner gider. Şöhret insani tutkularımızdan sadece birisi; ya her türlü iktidar, para, mülk tutkuları? Bu müzikali izlerken beynimizin bir yerlerinde yüzler, sesler hareketleniveriyor. Sütiye'nin hallerine attığımız kahkahaların bir kısmı da aslında kendi saflığımıza, vurdumduymazlığımıza, uyanıklığımıza. Müzikaller dünyada bestecileriyle afişe edilir. Ama Türkiye'de sanat muhabiriyle, köşe yazarıyla bu kültürden o kadar uzağız ki müzikali bestecisiyle değil yapılmasıyla, medyatik oyuncularıyla ilan ediyoruz. Müzikal bir bütündür ve sahnedeki herkes şarkı söyler, herkes dans eder, herkes oynar. Bunu sağlayamazsanız kadro yedek oyuncularla dolar. Sahne üzerine kaç kişiyi çıkarırsanız çıkarın mizansen içinde kaybolurlar. "Mucizeler Komedisi"nin de otuz altı oyunculuk kadrosu toplu sahnelerde yeterince güçlü bir etki yaratmıyor.

cy a

Şarkılar ise kulağa bile tam erişemeden havada asılı kalıp, ufak bir rüzgarla uçup gidiyor. Tamer Çıray'ın müzikleri bu anlamda bizi sarıp sarmalamıyor kanısındayım. Oyunun yazarıyla şarkı sözü yazarının farklı olması da şarkıların metnin içinden doğal bir süreçte çıkmamış olduğunun bir göstergesi. "Biraz ondan biraz bundan... İdare etsem olmaz mı?" ve "Şarkı söylemek bir mucizedir... İste mucizeler yaratırım..." şarkıları müzikalite olarak keyif veren besteler, ancak akılda kalıcı olamıyorlar. Bu besteleri Mirkelam'ın seslendirmesidir belki de en çok keyif veren. Koreograf Beyhan Murphy'i modern dans tiyatrosu çalışmalarından oldukça iyi tanımama ve başarılı bulmama rağmen, bu müzikale damga vuracak özel bir koreografiye rastlamadım. Dansçıların müzikalin bir bölümünde, oryantal ezgiler taşıyan müzik eşliğinde tango figürleriyle dansetmeleri izleyici üzerinde sıradan bir çalışma etkisi yaratıyor. Uzun bir süredir sanatseverlerin sahne sanatlarıyla olduğu kadar klasik salon danslarını da içeren gösteri sanatlarıyla da yakından ilgilenmeleri, yurtdışından gelen grupların özel gösterilerine rağbet etmeleri işaret ediyor ki koreograflar yeni projelerde tekrarlardan ve basit çözümlerden kendilerini alıkoymak zorundadır.

pe

Şener Şen'i sahneye ara verdiği bunca yıldan sonra dramatik bir karakterde izlemek isterdim. Bir müzikalde dramatik bir karakter olmayacağını tabii ki belirtmeden geçemeyeceğim. Şen, performansa dayalı dar bütçeli bir prodüksiyonda da hayranlarını ve gerçek tiyatro izleyicisini etki altında bırakır. Oysa medya patronu Sefa Yurdakul, Şen'in üzerine yapışmış olan doğu şiveli, ağa veya patron ne derseniz deyin güçlü adam modelini tekrarlayan bir roldü. Ancak bir müzikal oyuncusu olmamasına rağmen Şen'in "Mucizeler Komedisi"ne mucizevi bir dinamizm


cy a

kattığı ortada. Özlem Tekin'in bu müzikalde sanatseverler için gerçek bir sürpriz olduğunu düşünüyorum. Müziğiyle etkilediği kitleden daha fazlasını sahnede gösterdiği performansıyla hayran bırakacaktır. Umarım ki Tekin'in sahnedeki içtenliği, sıcaklığı, rol arkadaşlarıyla iletişimi sadece Sütiye'ye özgü kalmaz, farklı müzikallerde farklı rollerde izleriz. Güven Kıraç, temposuyla ve rolün gerektirdiği akıcılıkta performansıyla müzikalin önemli rollerinden birinde göz dolduruyor. Şevket Çoruh tam bir şeytan (!). Kıvraklığı ve zekasını yansıtan ani dönüşümler, kimi zaman feminen, kimi zaman maskülen mimik ve hareketlerle zenginleştirdiği rolünde son derece başarılı.

pe

Tahta bacaklı, komutan(!) melekler, poşu takan melek, üstü yelek-kravat, altı saten şalvarlı dansçılar... Günümüz Türkiye'sinde 1950'lerin Amerikan tarzını çağrıştıran papyonlu magazin müdürü, kalın çerçeveli gözlüklü sekreteri, medya patronunun siyah takımlar içinde Okan Bayülgen kılıklı sağ kolu... Bunların arasından sıyrılıp aklımızda kalan şeytanın kırmızı orijinal kostümü idi. Melekler, klasik beyaz bol kumaşlardan kurtarılarak yani aklımıza yer etmiş çizginin dışına çıkılarak farklı bir görsellik kazandırılabilirdi. Sahnede insanların uçurulması altı çizildiği gibi "Mucizeler Komedisi"'ne özgü bir ilk değil. Geçen sezonda Ertuğrul Ateş'in genel yönetmenliğinde sahnelenen "Hürrem Sultan"da da benzer teknikle bir melek uçurulmuştu. Bu meleğin havada süzülürken aynı zamanda estetik bir devinim sergilemesi izleyenleri büyülemiş ve büyük alkış kopmuştu. Oysa Mucizeler Komedisi'nde tıpkı kundak bebelerinin belinden kavranıp taşındığı gibi havada gezdirilip duran bedenler görüyorsunuz. Marifet olan uçurulan kafa sayısı değil, elde edilen yanılsamadır. Oyuncuların gökyüzünden inişte paraşütlerinden kurtulur gibi bellerinden asıldıkları kancaları açmaları gözden kaçmıyor. Dekorların uzaktan kumandayla otomatik olarak değiştirildiğine dair söylenenler sahnede gördüklerimizle örtüşmüyor. Siyah giyimli teknik elemanların dekorların arkasından itip çekmeleri insan gücüne hala ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor. "Mucizeler Komedisi" ile birlikte İstanbul'un yeni bir kültür merkezine kavuştuğunun müjdesi de geldi ve her şeyden önce mekanın duyulması bu sayede oldu. Mustafa Kemal Merkezi sanatseverlere bir yeni yıl armağanı sayılabilir. Kolay ulaşılabilirliği, geniş fuayesi, rahat ve şık oturma düzeni ve tabii ki en önemlisi geniş prodüksiyonlara olanak verecek olan sahnesiyle uluslararası projelere de ev sahipliği yapabilecek kapasitede bir kültür merkezi. Müzikalin yapımcılarını Türk müzikalleri dünyasına bir tuğla değil bir inci tanesi daha koydukları için kutlarım. Bu müzikali bazı eksiklerine ve aksaklıklarına rağmen bütün sanatseverlerin görmesi gerektiğini düşünüyorum. Yönetmeni Işıl Kasapoğlu'nun bir röportajda belirttiği gibi "müzikalin hep gelişmesi, bir şeyler eklenip bir şeyler çıkarılması, daha dinamik ve daha şiirsel olması, ileri bir adım atarak gitmesi" sözü eyleme geçtiğinde belki de sadece bir defa seyirle kalmayıp yeni sezonda müzikaldeki yenilikleri merak edip, şiirselliğin artan hazzını yaşamak için tekrar M.K.M.'nin koltuklarına gömülüp mucizelerin oluşuna tanık olacağız.


cy a

pe


pe

cy a

> Yusuf Eradam

Vasat bağırır. Vasatlık bağlarında dolananların kokuları kendilerine gelmez, engelli olur çıkarlar bu yüzden, insanın, vasatlıklar ülkesinde başarılı kabul edilmesi üzerine oturup düşünmesi gerekir. Bugünlerde, elimi sallasam Işıl Kasapoğlu'na çarpıyor İstanbul sahnelerinde. Kendisi marka olmuş bir isimse, az ve öz yaratıp, önemli ve bir çığır açacak deneyler yapıp yadsınmayı, zamanında kıymetinin bilinmemesini göze alması gerekir. Küp dipsizdir, dolmak bilmez çünkü. Tony Kushner'in Angels in America müzikalinin kötü bir benzeri Mucizeler Komedisi. Ama kim nereden bilecek, kaç kişi görmüştür ki bu müzikali? Arnold Wesker, bana bir kitabını imzalarken, "Ödevini yapan bir öğrenci her zaman bulunur," diye yazmıştı. New York'a birkaç yıl arayla iki gidişimde yüz doların üzerinde masraf edip iki bölümünü de izlediğim bu müzikali de vasat bulmuştum ve göz boyama şamatasından sıkılmıştım. Gel gör ki geçenlerde televizyonlarda boy gösteren bu yapıt 11 dalda Emmy almış.


Ödüller de kaliteyi belirlemiyor, buna inanan bilir. O halde nedir bir yapıtı vasat olmaktan kurtaran? Kuşkusuz bir milyon dolar harcanmış olması değil. Göstermenin sorumluluğunu bilmek. Bu isimde bir kitap var. Vasat, ilk bakışta karmaşık görünür, "Vay be!" dedirtebilirler görmemişe. Nitekim Mucizeler Müzikali'nde arkamda oturanlar her şeyi beğendiklerini abartılı tepkileriyle belirtirlerken, önümde oturan Uzanlar'ın eski gelini ve şürekası onlar için bir saat boyunca tutulan yerlere oturduktan sonra da keyifle eğlendiler. Bu gönderme de oyunu "çekici" mi kılıyor. Şeytanla iştigal eden Sefa Bey, niye iyi oluverdi o zaman? Mesele, kimsenin keyfinin kahyalığını yapmamayı duruş edinmeyi göze alabilmekte... Onca teknolojik, elektronik gabildiguk'un ardından karnım tokken simit yemiş gibi oldum. Simit bitti, ellerim boş kaldı. Aklımda ne bir replik, ne bir şarkı dizesi, ne de bir dans inceliği. Ama melek soyu ile şeytan soyunun çatışmasını gösteren o meydan muharebesi sahnesini unutmak ne mümkün? Klişe ve kiç doruklarında dolaştı bu iyikötü dalaşının dansı. "Zengin okulunda müsameredeyim de, bulmuşlar, oralarına buralarına sürmüşler falan oldum yani." Vasat olmayan yapıt, güncel bir olay ya da kişiden yola çıksa bile bir evrensel doğruyu hedefler, insan doğasına ilişkin temel bir fikrin, sorunsalın, çıkmazın izini sürer. Dostum Nihat İleri'nin dediği gibi "Humor yok, humor!" Göz boyayıp insanları yanlış kullanılan ışık ve bol efekt oyunlarıyla oyalamak yerine izleyicinin beyninde temel gerçeklerle ilgili TV'nin Semra hanımlı şarlatanlıklarından arta kalan hücrelerini çalıştırmak üzere çomak sokmaktır ki izleyicinin de hayatta duruşuna, tavrına bir zemin oluşturmak alttan alta hedeflenmiş olsun. Bunu da mürebbiye tarzıyla ders havasında vermek yanlışına düşmeden yapmak gerekiyor tabii. Zor olan da bu. Pirandello'nun, Brecht'in, lonesco'nun büyük yazarlar olmalarının altında yatan bu kararlılıktır. Ahlâki bir eleştiri yapılıyorsa (ki Sefa Yurdakul bir medya patronudur ve sömürü düzenini simgelemektedir falan) da izleyici rahatsız edilmelidir. Bu anlamda da Şener Şen yanlış seçimdir çünkü yüzünde sevimli bir tilki var. Bu yüz, konuşma ve beden ritmi, onun mutlak kötüyü oynamasına el vermiyor. Sefa, tilkileşince de ondan nefret edemiyor insan. Vasat olmamak için riskleri göze almak ve tutarsızlık tuzağına dikkat etmek gerekir. Tutarsızlık vasat yapıtlarda neredeyse kuraldır. Meleklerden bazılarının kanatları yokken, şeytanın boynuzlarının ikide bir çıkması gibi. Şeytanın ta kendisi bu işte, diye kör gözüme gözüme...

cy

a

Velhasıl, karakterler iyi çizilmemişti. Shakespeare'in bilge soytarılarından çok uzak, medya maymunu bir kişiyi canlandıran Güven Kıraç izleyici ile söyleşi yaparken izleyicinin kendi yüzünü sahnedeki TV ekranlarında görmesi müzikalin belki de tek dikkat çekici buluşuydu, çünkü bu izleyici kendisini gerçekten TV'ye çıkmış sanıp heyecanlanarak ölmeden görünür olduğuna inanarak sevdiklerine doğru boyutlar ve medya ötesi bir selam yolladı. Bu aldatmaca bana dokundu. Burada işte, Foucault, Baudrillard ve Chomsky ile hasret giderdim.

pe

Mekan kullanımı da ayrı bir mesele tabii ki. Mustafa Kemal Gösteri Merkezi'nin sahnesi bol gelmişti oyunculara. Özellikle koreografisindeki üstünkörülük, marka sözlerindeki sıradanlık ve gerek konusu, gerekse yönetimi ile bir vasat başyapıt olarak tarihe geçecek bu müzikalde üç beş kişiye daha iş verememiş mi Oğuz? Millet ünlüleri izlemeye geliyor diyerek arsızlığı mesken mi edindik yoksa? Arsızlık, genel geçer ölçütleri hatta iktidarı ele geçirdiğini bilen vasatın meziyetlerindendir. Birinci perde biterken, salona dalan yüzü maskeli gerillalar izleyiciyi dışarı kovunca, yarıda çıkmak istediğim halde, damarıma basıldı diye oturup müzikali sonuna kadar izledim. Ama sakız gibi uzatılmış oyun bitince çıkayım dedim. Lakin, maskesiz bir görevli beni bırakmadı ki gideyim. Meğer, müzikale katkıda bulunanlara teşekkür faslı da Şener Şen'e verilmiş. Kapıya dikilmiş duran zebani ile bakıştık uzun uzun. Ben galip geldim. Açtı kapıyı, marka isimlere teşekkür faslını kaçırdım. Radikal gibi gazeteler Mucizeler Müzikali'ni göklere çıkarıyorlar. Bundan böyle bu sözcüğün anlamını da sorgulamalıyım. İnsan sevdiğini vasat olduğu zaman da göklere çıkarıyorsa, burada gizli bir intikam kokusu alırım ben. Derdim de; bağcıyı dövmek değil, kaliteli üzüm yemek. Haset, diyesiniz geliyorsa, bu da olanaksız.


Haset, vasat olanın dehaya bir saygı gösterisidir de derler. Haset etmeden dehaya yaklaşmak için de ödül beklemeden bedeli göze almak ve korkmadan bildiğini okumak gerektir çünkü vasat önünde sonunda sıradan ile sevişir. Doktora tez konum ingiliz oyun yazarı David Mercer'ın bir karakterinin ağzından yazarın şu özdeyişini dilime pelesenk etmişimdir: "Savunabileceğimi sandığım işleri yapmaktansa, yaptığım işleri savunmayı öğrendim." Tiyatro Dergisi'nin Aralık 2004 sayısında sayın Üstün Akmen ve Ragıp Ertuğrul'un yaptığı söyleşide, Hakan Altıner de bundan yakınıyor: "Böyle korka korka işler yapıyoruz, inşallah yok olmayız." Hakan Bey belli ki halim selim değil de aklı selim, ama inşallahla maşallahla olmuyor. Vasat, kendisine imza atanlar hakkında izleyende bir önyargı da oluşturuyor. Hep böyle vasat işler yapar bunlar, deyip bir sonraki işlerini görmek zahmetine katlanmayışımız bundandır. Şimdi seçkin oyuncu kadrosuna karşın Cimri'ye de gitmesem yeridir. Hayalgücü insanın ölüme karşı onurunu, vasat bir yaratık olmadığını kanıtlayabilmesinin en savunulası yoludur. Müsrifçe harcanması, sahibini ünlü kılabilir, ama önemli kılmaz. Yaptığı işlere de olup olacağı bu mu der çıkarız salondan. Popüler kültür der, hoş görürüz ya da. Böyle hoş görülmeyi kim hak eder? İskender filmindeki çenesi düşük bir Anthony Hopkins'in yaptığı gibi müzikalin finalinin de gelmek bilmeyişi baygınlık geçirtti hepimize. Şeytanın Avukatı'nın finaline benzer bir son varken Sefa'nın iyileşmeyeceğini ima eden, sıradan söz ve gösteri zirve düşüşleri ile sürdü durdu müzikal. Oysa söz gizler, biliriz. Oysa, az aslında çoktur, bunu da biliriz. Sonra ansızın Omara Portuondo'nun sesi ile insanın neler yapabileceğine, azmine inancımı tazeledim de vasat bağlarında dolanıyorken Gesi bağlarından gelme lezzetli bir üzüm hevengi bulmuş gibi huşu içinde dinledim Kübalı 85 yaşındaki bu büyük sesi. Artritli bedenden çıkan ses ve yaşamışlık, görmüş geçirmişlik, yüreğime işledi usul usul. Ayakta alkışladık aşkın bu güzel çiçeğini ve ekibini.imrendik onlara. Vasata bulaşmamış bir geçmişin dimdik duruşuydu Omara'nınki. Vasat olmayan bir yapıt yalınlık ve sahicilikle sevişir çünkü ve galasında korku tünelinin yanmasına gerek kalmadan bir büyüyü üzerinde hep taşır. İkonlaşması ve yıllar sonra beş trilyona satılması da bu yüzdendir.

pe cy a

Vasat olan, mazeret, bahane bulur ya da uydurur, tesellisi de vasat oluşundadır. Vasata teslim olmak ise budalalığa dönüşümdür. Chomsky okuyanlar iyi bilir. Bilen de, nakkaş hüneri ister. Mediokrite diyarında ne yazık ki, bu hüneri beklemek, müsrif bir beklenti olmuş. Meğer İstanbul'u vasatlık mesken tutmuş.


> Üstün Akmen

a

> ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

pe

cy

Sadri Alışık Tiyatrosu'nda Çok Zor Bir Roman:

Sevgili Özdemir Abi,

"Ağır Roman"ı bilirsin, Türk yazınında gerçekten farklı bir yeri olan, özgün, hatta türünün tek örneği de denebilecek, kentin bilinen bölgelerinin değil, Anadolu'dan göç etmişlerin, Ermenilerin, Rumların, Çingenelerin yaşadığı Dolapdere'de başlayıp biten bir İstanbul romanıdır. 1990 yılının Nisan ayında yayımlandığında ortalığın karıştığını dün gibi anımsıyorum. Yapıtı okurken karşıma/karşımıza öncelikle bir dil sorunu çıkmıştı. Hatta, kitabın adından başlıyordu bu sorun. "Ağır Roman" zorlu, okunması güç bir roman anlamında değil, çingene havasının ağır bastığı müzik türü olarak kullanılıyordu kapakta. Baştan sona argo sözcüklerle yazılmış bir kitaptı ve bu tür kitabı anlamak biraz çaba istiyordu. Çaba gösterenler, romanı sevdi. Metin Kaçan bu ilk kitabında, Anadolu'dan göç eden bir ailenin öyküsünü anlatıyordu. Arka planda kabadayılar, eşcinseller, travestiler, hayat kadınları gibi birçok kişilik, bizzat kendilerinin koyduğu yasalarla yaşamlarını sürdürmekteydi. "West Side Story" Unutulur mu Hiç? "Ağır Roman"ı okurken ister istemez, yayınlandığında bazı eleştirmenlerce çağdaş Romeo-Juliet öyküsü olarak değerlendirilen Arthur Laurents'in "West Side Story"sini anmıştım. Manhattan'daki beyaz gençlerle Porto Rikolu göçmen gençlerden oluşan çeteler arasındaki kavgayı ve bu iki karşıt çete üyelerinden Tony ile Maria arasındaki ırk tanımayan aşkı anlatan ünlü roman, sanırım benim kuşağımdan herkesin belleğindedir. Yapıtı Can Yücel'in nefis çevirisiyle okumuştuk ve iki farklı etnik kökenden gencin bu sarsıcı aşk öyküsüne takılmamızın yanı sıra, Tony ile Maria arasındaki aşka karşı çıkan yoz Amerikan kültürüne kendimizce başkaldırmıştık. 17 <


1960'ların ilk yarısında izlediğimiz Jerome Robbins - Robert Wise'ın yönetiminde, Natalie Wood ve Richard Beymer'li filmi, o filmin Bernstein tarafından yapılan, özellikle de hâlâ dillerdeki o ünlü uvertürünü ve diğer müziklerini, hangi insafsız beyin unutabilir ki! Roman, Film, Dans Tiyatrosu, Şimdi de Tiyatro Oyunu Bu arada, mutlaka anımsayacaksın, "Ağır Roman"ın filmi de yapıldı. Filmi, Mustafa Altıoklar 1997'de çekti, Okan Bayülgen, Müjde Ar, Mustafa Uğurlu, Savaş Dinçel, Burak Sergen, Sevda Ferdağ, Serra Yılmaz ve daha nice oyuncunun rol aldığı filmde, yanılmıyorsam Uğurlu ile Ferdağ 1998 yılında yapılan 35. Antalya Film Şenliği'nde yardımcı oyuncu ödülleri ile değerlendirildiler, ama bana sorarsan Özdemir Abi, film pek bir şeye benzememişti. Benzememişti, çünkü kafamda hep "West Side Story" gibi sıcak, tempolu bir "Ağır Roman tasarlıyordum da ondan belki... "Ağır Roman"ı istanbul Devlet Opera ve Balesi de 2002'de dans tiyatrosu biçeminde, müziğini Fahir Atakoğlu'nun, librettosunu Aysun Aslan'ın yazdığı biçimde yorumladı. Oldukça başarı bir çalışmaydı. Uzun süre sahnelendi. Hatta bu sezon açılışında da birkaç kez oynandı. Gala Gecesi Ayıp Ettim Bu sezon başında Küçük Sahne Sadri Alışık Tiyatrosu'nun aynı işe soyunmakta olduğunu duymuştum. Davetliydim, kalktım galasına gittim. Keyifsiz bir günümdü, biraz da rahatsızdın gala kalabalığı, sigara dumanı, oldukça forte icra edilen müzik derken, kendimi oyunun yarısında dışarı attım. Biliyorum, kızacaksın Özdemir Abi, bu davranış biçimini bana yakıştırmayacaksın, ama bunu yaşamımda galiba ilk kez yapıyordum, doğrusu utandım. Günlerce içim içimi yedi, nitekim haftasına kalmadı, oyunu en başından yeniden seyrettim. Gala gecesi, birinci bölümde Tina rolünde Özlem Savaş'ı izlemiştim, ikinci gidişimde Şehnaz Çakıralp'i sahnede görünce şaşırdım. Meğer gala gecesi "iş kazası" sonucu ayağı kırılmış Özlem Savaş'ın, yerine alelacele Çakıralp yetiştirilmiş. Özlem Savaş'ı "Müdüriyef'de ziyaret edip, "geçmiş olsun" dedim.

cy

a

Erdenk Nasıl Sahnelemiş "Ağır Roman"ı Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümü'nde görevli öğretim üyesi Barış Erdenk sahneye taşımış; kültür metropolünün tam ortasında, ama çok uzağında yaşanan farklı bir atmosferin insanlarını, bir semtte yaşanan büyük dramları, büyük tutkuları ve büyük acıları romandan yola çıkarak anlatmaya çalışmış. Gıli Gıli Salih v kendisi gibi sistemle uyum sağlayamayan ailesi etrafında dönmekte olan olay örgüsünü kıs tablolarla, sanki sinema filmindeki sekanslara (biraz da fazla) bölerek işlemiş. Romanda ayyaş olan Berber Ali'yi "namus düşkünü" olarak tanımlamış, Ali'nin kendi koyduğu kurallarla ailesini yaşatmaya çalışırken, her birinin ayrı tutkular beslemesine ve kaderlerini bu yönde geliştirmelerine engel olamamasını, ancak yaşanan tüm huzursuzluklara ve öykünün tüm trajik yanlarına rağmen, yaşadıkları yerin ortak özelliği olarak ne pahasına olursa olsun doyasıya eğlenmeyi ön plana çıkardıklarını esas almış. Romana sadık kalmış, ama sanırım yazarının da izniyle fazla bağlanmamış. Kafasındaki oluşuma hangi karakterler uygunsa on seçmiş, gerisini silmiş atmış ya da geride bırakmış.

pe

Hal böyle olunca, olaylara Gıli Gıli Salih ve ailesinin yaşadıkları açıdan bakmak zorunluluğun doğurmuş. Doğurmuş da, beni, ne yalan söyleyeyim, hiç mi hiç rahatsız etmedi. Bir de, olabildiğince inandırıcı son, doğrusu özel alkışı hak etti.


pe cy

a

Bir Oyun, Nasıl Kısa Tutulabilir Kolera Mahallesi'nin berberi (Cezmi Baskın), karısı İmine (Gülsen Tuncer), oğulları Salih (Kerem Alışık) ve Reco (Emre Törün)... Sert mizaçlı, her fırsatta ailesini hırpalayan, Eleni (Hülya İniş) ile de kırıştıran, alkole düşkün bir baba... Kocasının yüreğine saldığı korku ile kafasını kapıdan dahi uzatamayan İmine... Barış Erdenk, bu karakterleri bilerek isteyerek öne çıkarırken, tüm karakterleri de birer birer incelemiş; Reis (Hüseyin Elmalıpınar), Arap Sado (Nihat Nikerel), Puma Zehra (Meral Oğuz) Gaftici Fethi (Devrim Saltoğlu), Reco (Emre Törün) Tilki Orhan (Ruhi Sarı) gibi karakterleri harekete çevirmiş. Ammmaaa... Kusura bakma Özdemir Abi, eleştirmeden duramayacağım. Oyunu fazla uzun tutmuş. Tina'yı da (Şehnaz Çakıralp) pek işlememiş. Haaa, bir de, madem ki elinde darbuka, klarnet, tombalacı, ayakkabı boyacısı var, "black out'lar ne demeye onlarla geçilmez? Bilinmez. Oyuncuların Başarısı Zerrin Akdenizli, Özkan Nohut, Meltem Akşiray, Ebru Turgut, Şebnem Batıbay beşlisinin uyarlaması iyi. Dekor da Barış Erdenk'in ve hiç de kötü değil. Seyirciye Kasımpaşa'nın Kolera Sokağı'nı, Küçük Sahne'nin podyumla büyütülmüş sahnesinde, neredeyse birebir veriyor. Çolpan ilhan'ın kostüm tasarımları. Çolpan ilhan markasını taşıdığını belli eder nitelikte, Çolpan İlhanca... Harun Özden'in ışığında kimi kusurlar saptamak olası. (Özdemir Abi, merak etme, elbette huzmelere giremeyen oyuncunun kusurunu Harun Özden'e yükleyecek değilim.)

Oyuncuların tümü, neredeyse kusursuz diyebileceğim ölçüde yeteneklerini sergilemekte. Eda Altın da, Duygu Yılancı da, Sarp Apak da, Ayfer Sarıkaya da, Nurhan Törün de, Onur Pelister de, Senar Özakıncı da, Cem Aksakal da, Yaşar Döven de, Coşkun Lekesizgöz de kendilerinden istenileni çok iyi anlamışlar ve veriyorlar. Hepsinde kıvılcım var. Aralarında Reis'in yardımcısında Taylan Ertuğrul, Pezo'da Serhat Yiğit dikkat çekmekte. Şehnaz Çakıralp, kısa sürede hazırlanmasına karşın iyi. Rum şivesi biraz aksıyor, ama olacak o kadar. Nihat Nikerel ve Hüseyin Elmalıpınar rollerine fizik olarak da uymuş, rolleriyle uyum da sağlamışlar. Devrim Saltoğlu, beklemediğim kadar başarılı. Hülya İniş, bir oyuncu olarak oyun içinde bazen hareketsizlik lüksünü bile iyi yaşıyor. Ruhi Sarı, hiç kuşkum yok ki, içsel etkileri olan bir oyuncu. Yaratı anlarında bu gücü pek güzel kullanıyor. Cezmi Baskın, rahat, doğal bir biçimde yaratıcılığının bütün yollarını ve yöntemlerini kullanırken. Gülsen Tuncer, rolü boyunca süre giden bir sanatsal arzu ateşini koruyor. Bu ateş karşılığındadır ki, kendisine denk düşen içsel özlemleri açığa çıkarıyor. İçsel özlemler, daha sonra kendilerine denk düşen içsel oynama kışkırtıcılarını doğuruyor ve nihayetinde iç aksiyona yapılan tüm bu çağrılar, son hallerini bu kışkırtıcılara denk düşen dışsal, fiziksel aksiyonlarda buluyor.

İyi Oyuncu Olmak Özdemir Abi, Gülsen Tuncer için söylediklerimi virgülüne dahi dokunmadan bir diğer usta oyuncu için, Meral Oğuz için yinelemek isterim. Ne tuhaf, cilalanmamış teknik, iyi oyuncunun yanına bile yaklaşamıyor; onlara sadece sanatsal doğaları ulaşabiliyor. Kerem Alışık'a gelince: Gözlemliyorum, bu genç, yıl be yıl gözle görünür oranda aşama kaydetmekte. Gıli Gıli Salih'in altında ezilmemesi de, bu yargımın bir kanıtı. "Eee, eğer bu yargın doğruysa, sözünü ettiğin başarıda senin de payın olduğunu kimse inkâr edemez. Az mı eleştirdin bu çocuğu be kerata," deme sakın. Elbette benden iyi biliyorsun ki, başarıda esas pay çalışmanın... Çalışanın... Eleştiriye inananın... Sevgiyle kal Özdemir Abi..

19 <


> Üstün Akmen > ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

pe cy a

> Dilek Türker

Sah ne de

4 0 Yıl

Önümüzdeki yıl hem senin kırkıncı sanat yılın hem de Tiyatro Ayna'nın 15. yılı. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak öncelikle kutlamak isterim. 40 yıllık bir tiyatro mazisi... Gerçekten dile kolay. Bir bölümü de yurtdışında geçen bu kırk yıllık serüveni ben neredeyse en ince detayına kadar biliyorum da, okurlarımız için özetleyebilir misin acaba? 1965 yılında Muhsin Ertuğrul'un bana, "Tiyatroya başlayabilirsin, tiyatro sanatçısı olabilirsin" demesiyle başladı bu macera. Ben alaylı bir tiyatrocuyum. Ama 18 yaşında Muhsin Ertuğrul'la tanışmış bir tiyatrocu. Ve onun verdiği kararla, bu işe hayatımı vereceğimi biliyordum. Evliyim, bir yaşında çocuğum var, gidip kapısını çaldım, "Ben doğduğumdan beri tiyatrocu olmak istiyorum." dedim. O da bana 6 ay süre verdi. Gençliğin pırıltısı ve cesaretiyle çalışmaya başladım. Muhsin Bey beni o kadar iyi eğitti ki, yerden yere vurdu. Madem ki böyle bir işe karar verdin, senin sosyal konumun, ekonomik durumun hiç önemli değil, bu işin çilesini çekeceksin dedi. Çok şey öğrendim. 23 yaşında Shakespeare'de başrol oynadım. Yurtdışına gidiş neydi? Güngör Dilmen'den Haldun Taner'e kadar yazarlar farklı olduğumu söylüyorlardı. Hepsini sevgiyle anıyorum. Haldun Taner, 1977'de Brecht'in "Şvayk"ını oynarken bir eleştiri yazdı. O zaman eleştiri yazanlar sanatçılara şefkat gösterir, onları bağırlarına basarlardı. Yalnızca yazmakla kalmaz yol da gösterirlerdi. Haldun Bey benimle ilgilenme lütfu gösterdi. Dedi ki: "Dilek, sen artık yurtdışına git. Senin öylesine güçlü ve yaratıcı yapın, öylesine inanılmaz öğrenme yeteneğin var ki, artık burada kendini tekrarlarsın. Bu dalaşmaları dedikoduları bırak ve git. Orada çok güzel insanlarla tanışacaksın. Burada yıpranma." Ve gittim. Orada yaptığımız işler çok beğenildi. O tarihte oralarda Türk tiyatrosu diye bir şey yok çünkü. Görünce şaşırdılar.


Demin, Haldun Hoca'dan söz ederken yakın geçmişteki eleştirmenlerin sanatçılara şefkat gösterdiğini söyledin. Doğrusu burada kendime doğru bir taş atılıyor hissine kapıldım. Ne demek bu? Şimdiki eleştirmenler bu kadar mı haşin? Türkiye'de eleştiri kurumu yok, ama olması gerekir. Sanatı hançerleyen bu sistemin, dünyadaki globalleşmeyle koşut sanata karşı çekilen bu silahını, Türkiye'de olmadığı için, olmayan eleştiri kurumu bir çeşit yandaşlık yapıyor. Varolmak için çaba gösteren bir avuç Don Kişot diyebileceğimiz bu kişileri adeta yok etmek üzere, sisteme yandaşlık yapmakta. Batıda bu işi yapanlar akademisyenlerdir, yansızdır, gerçekten ciddi olarak kendini bu savaşa adamıştır. Halbuki, Türkiye'de eleştiri kurumu diye birileri -özür dilerim, evet lafımın ucu sana da dokunuyor-toplanıyorlar, karar veriyorlar. Bir kıyım bu, yerden yere vurma... Bir dakika, batıdaki eleştirmen, haber muhabiri gibi bir gün sonraya eleştirisini yetiştiriyor, gazetesinde yayımlıyor. Eleştirmenin yazdığı yazı oyunun kaderiyle, yani gişeyle oynuyor. Eleştirmen oyunu acımasızca yerden yere vurmuşsa seyirci o oyunu seyretmekten imtina ediyor, doğru değil mi? Evet... Ama eleştiri sadece övmek değil ki! Eleştirinin amacı tartışmaya açmak olmalı. Ama bunu hoyrat, aşağılayıcı değil, sevgi dolu ve yumuşatıcı bir tavırla yapmalı. Neyse! Bu konu belki de ayrıca tartışılmalı. Tiyatro Ayna'ya, on beş yıllık geçmişine ve genel yayın yönetmeni olarak Dilek Türker'e dönelim. Ben, sanatsal kaygıları tabii ki koruyarak, ama işlevsel kaygıları her zaman daha ağır basan kimliğimle işler yaptım. Hâlâ da bunu yapıyorum. Ve bu kişiliğimle Anadolu'yu gezdim, söyleşiler yaptım. Aziz Nesin'den başlayarak bir yazar yelpazesine 15 yıldır oyun yazdırıyorum. Bir tek örneğim yok. Farklı dünya görüşleri olduğu algılanan insanların ortak kaygıları olduğunu keşfettim. Geniş halk kitlelerinin sanat ile olan ilişkisine, siyasi erkin sanata olan bakış açısına yıllardır karşı çıkıyorum. Bu uğurda uğraş veriyorum. Örneğin, bir "Pir Sultan Abdal" yapmanın çok yüreklice bir iş olduğuna inanıyorum. "Pir Sultan Abdal"ı sahneleyerek amacıma hizmet ettiğime inanıyorum.

pe

cy a

"Pir Sultan Abdal" hazır bir oyun muydu, yoksa yazma kararı mı alındı? Hazır bir oyun değildi. Mahmut Gökgöz üzerinde çok uğraşmış. O olmasaydı bu işi yapabilir miydim bilemiyorum. Beraber karar verdik. Metin üstünde çok konuştuk. Pir Sultan Abdal, kendi özgün kültürümüzdü ritüelleriyle, koreografisiyle, müziğiyle... Ben kendi toprağımı geç tanıdım. Onları ne zaman ki öğrenmeye, anlatmaya başladım, o zaman saygıyla şapka çıkardım. Avrupa'da sizin Brecht'i alıp oynamanız para etmiyor. Ancak, sizin ona katkınız, kendi özgün kültürünüzle mümkün oluyor. Pir Sultan'da oturduk, konuştuk bunları yapabileceğimiz bir metindi. Bugünün Türkiye'sinde yolsuzluk, lüks ve köşe dönme merakı gibi bir batağa koşutluk kurabilen bir metindi. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Metin Yazarlığı ve Oyunculuk Bölümü'nde ders olarak okutuluyordu bu metin. Okutulurken de, aslında tarihi oyun yazılırsa böyle yazılmalı diye okutuluyordu. Onlarla da oturduk konuştuk. Yani, oyunu kotarırken bizim danıştığımız bilim adamı dostlarımız vardı. Birlikte karar verdik. Genç bir ekiple, aşk ve sevgi dolu bir ekiple bu işi başardık. Kırkıncı yılımda hâlâ hoyratlıklara, kabalıklara, yıpranmışlıklara o sanatçı coşkusunu yakalayarak karşı koyabiliyorum. Çünkü, gücümü gençlerden alıyorum.


Yani bu enerji gençlerle birlikte olmaktan kaynaklanıyor, öyle mi? Velhasıl, kırkıncı yılımda ben kendimle barışığım. Yaptığım işlerden hiç gocunmamışım. Yaptıklarının arkasında sonuna kadar durabilen, son derece özgür, sevgili ve umutlu hissediyorum kendimi. Umudumu içtenliğimden ve üretim gücümden alıyorum. Ve çok barışçı olduğumdan... Kendi elimizle üzerimize giydirdiğimiz kavramlarımızda, kendimize yüklediğimiz görevlerimizde gerçekten samimi olmamız gerektiğine inanıyorum. Kırkıncı yılında böyle bir kadın olduğuma inanıyorum. Şimdi, "Zaman Adında Bir Kadın" isimli oyun geliyor. Bende oraya gelmek istiyordum, ama önce Tiyatro Ayna'nın geride kalan on beş yılına baktığında "aman keşke bunu oynamasaydım" dediğin bir oyun oldu mu diye sormak istiyorum. Hayır! Olmadı. Peki biraz da gelecek yeni oyundan bahsedelim. Tek kişilik bir oyun olacak. Yine oyunculuk yapmaya çalışacağım. Melisa Gürpınar ile yapılmış bir oyun. Melisa benim için çok özel bir yazar. Sanatsal üretim içerisinde ondan çok şey öğrendim. Oyundaki kadın herkesin deli dediği bir kadın. Ama hep doğru şeyler söylüyor. Eğer dikkatli dinlersek hem bir yakın tarihi, üst kültürün nasıl bir değişim geçirdiğini göreceğiz hem de bu arada kadın denilen varlığın hep bütün baskıların altında varlığını inanılmaz bir biçimde ortaya koyduğuna tanık olacağız.. Dilerim başarılı bir oyun izleriz. Yeni bir başarını daha alkışlarız. On beş yıldır hep ayakta alkışlanıyorum ben. Bu bir sevgidir. Neden? Demek ki birleştirmeyi, insanlarla empati kurmayı biliyorum. Öyle değil mi ama?

pe

cy a

Elbette. Biz de, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak daha nice başarılı yıllar diliyoruz. Bu arada, bize bu bilgileri senden edinme olanağını verdiğin için teşekkür ediyoruz. Esasen ben teşekkür etmeliyim. Ben bu dergiyi çok önemsiyorum. Çünkü bütün bu söylediğim gerçekler içerisinde, yani tiyatro sanatının yok edilmek üzere planların yapıldığı global dünya içerisinde, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi de bir savaşçı. Onun için çok derin saygı duyguları besliyor, nice yayın yaşamı diliyorum Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne


> İZDÜŞÜM > Ahmet Levendoğlu > alevendoglu@tiyatrodergisi.com.tr

Buruk Bir Yıl Sonu Yazısı Yıl sonu yazısı hiç yazmamıştım, sanırım. Böylesi bir yazıyı 2004 yılının sonunda yazmaya kalkmam ise kötü haber ulağı olmayı baştan sineye çekmek demek oluyor. "Sen de başka şey yazsaydın." diye düşünecekler olacaksa da ben tasarladığımı yapmalıyım. Çünkü bir şeyi dile getirmek gerekir diye düşünür ama öyle yapmayıp içinizde tutar, bastırırsanız bu, ruhsal sağlığa hiç de iyi gelmiyor, bildiğiniz gibi. Öyleyse, işte size -benim gözümde- tiyatromuzun bu yılının bozuk sicilinin bir dökümü: - Aralık sonuna doğru ilerlediğimiz şu günlere dek (İstanbul'da) perde açan genel oyun sayısının da, yeni oyun sayısının da, topluluk sayısının da son birkaç yıla oranla en düşük düzeyde olduğunu kestiriyorum. (Bu elbet istatistiğe dayalı bir veri değil.) - Geçen yıllardakinden daha çok oyun izleme şansı buldum bu yıl. Sahnelenen oyunların niteliği üzerine -o alandaki üretimin içinden biri olduğumdan- yazmamak ilkem geçerli. Ama oyun dağarları (repertuvarları) düzeyi üzerine söz etmekten geri durmam için bir neden yok. Bu konuda -olanaklarıyla da, sorumluluklarıyla da- ön planda ele alınmaları gereken iki büyük ödenekli tiyatromuzun (D.T. ile İ.B.B.Ş.T.) oyun dağarlarının da, bir toplu değerlendirme yapılabilirse, geçen yıllarda tutturulan düzeylerin altında kalacakları kanısındayım. Bu kanıyı paylaşan epey izleyici, eleştirmen ve oyuncuya rastladığımı da eklemeliyim.

a

-Tiyatrodan "dizilere" kayan, transfer olan (ya da "göçen") oyuncular olgusunun tiyatroyu ne ölçüde "vurduğu" sorusu tüm tiyatro yöneticilerine sorulmalı. Yanıtlarda "Bir dokun, bin ah işit." deyiminin az kaldığı görülecektir. Onun için , "Beyazcam'a Taşanlar" sayfalarımızda yine birileri kalkıp timsah gözyaşları dökmesin ya da konunun özünü saptırarak "Bu alan kaç oyuncuya ekmek kapısı açıyor, biliyor musunuz?" benzeri sözler etmesin. Durumun tiyatro açısından zararı tüm çıplaklığıyla ortada. Ayrıca ben "Oyuncular hiç dizi yapmasın." demiyorum ki! Ben, tiyatrodan "diziye" yönelen "toplu göç" durumunun, zaten dört yanı sorunlarla kuşatılmış olan tiyatronun belini büktüğü gerçeğine parmak basıyorum.

cy

- Bu yılın başlarında, Şubat sayımızda "devlet desteği" üzerine yazdığım uzun yazıyı şöyle bitirmişim: "Bu konuda bugüne dek epey (belki gereğinden fazla) söyledim, yazdım. Bu kez sanırım söylenecek her şey söylenmiştir. O nedenle de bu sondur, bir daha da yazmayacağım." Bu sözümden çıkmayacağım. Çıksaydım, bu zaten gereksiz olurdu, çünkü destek konusunda bugün nerelere gelinmiş olduğunu dergimizin sayfalarında yeterince göreceksiniz.

pe

- Tiyatro-sponsor ilişkilerinin önünü açacağı umulan (belirtmeliyim ki ben pek bir şey ummamıştım) yasanın "Kültür Yatırımları ve Girişimlerini Teşvik Kanunu" adı altında Temmuz ayında Meclis'in onayından çıkmış olmasına karşın, herhangi bir şeyin önü açılmamıştır. Çünkü -edinilen bilgiye göre- yasanın onayı tek başına pek bir önem taşımamakta; onun uygulamaya nasıl konulacağını belirleyen yönetmeliğin hazırlanıp yürürlüğe konması gerekmektedir. Evet, tahmin ettiğiniz gibi, öyle bir yönetmelikten de şu ana dek kimsenin bir bilgisi yoktur. Sonuç olarak bu doğrultuda bir "iyileşme" olmadığı gibi, tiyatroya destek veren çok az sayıda kuruluşun, başta da Efes Pilsen'in, desteklerini azaltmalarıyla durum daha umutsuzlaşmıştır. Adı geçen kuruluş, yazık ki, ilanlarındaki kulağı okşayan "Efes Pilsen'in kültür ve sanata katkıları artarak sürecek" sözünün arkasında durmamaktadır. - Liste epey çoğaltılabilir ama bu kadarı bile tiyatromuzun en azından bu yılının iyiye gitmemişliğinin dökümü olmaya yeterlidir sanırım... diyerek yazının sonunu getirmeye girişecekken Çığır Sahne'nin bir basın açıklamasıyla perdesini (toptan) kapattığı haberi geldi. Bu tiyatronun oyun dağarı anlayışı üzerine epey görüş göze çarptı, kulağa çalındı. Ben topluluğun hiçbir oyununu izleyemedim. Ama söz konusu anlayış ne olursa olsun, bu noktada önemli olan, bu ülkede bir tiyatronun kapanmış olmasıdır. Üstelik bu topluluğun, tanınmış bir başka tiyatronun perdesini kapatarak boş bırakıp gittiği bir salonu yeniden yaşama geçirdiği, ayrıca üretiminin sayısal ölçütlere göre olağan dışı bir verimlilik ortaya koyduğu bilinmekte. Şimdi, bu durumun sorumluları; özellikle "özel tiyatroları temsilen" Değerlendirme Kurulu'nda bulunan üyeden en üst yetkili Bakan'a dek sorumlular, bir tiyatronun kendi tutumları nedeniyle kapanmış olmasından üzüntü duyacaklar mıdır acaba? "(Her şeye karşın) Türkiye'de iyi şeyler de oluyor." türü söylemleri -söylemin özünü sağlıksız bulduğumdan- benimsemiyorum. Yine de, dilerseniz bir "iyi şey"le kapatalım, değinilmeyi fazlasıyla hak eden ve son günlerin haberi olan: Yılmaz Büyükerşen'in bu ülkenin sanat politikası alanında gerçekleştirdiği şaşılası başarılar zincirinin son halkası olan Eskişehir Operası açılmış bulunuyor. Çok kısa bir zaman diliminde üç tiyatro, bir de opera salonu... Kıvanç ve övünç duyulacak ender bir "şey"! Şimdi iş, bu salonların varlığının hakkını verecek düzeyde bir "yerel üretim'in başarılması. Yolun açık olsun Eskişehir..©

>23


o

t

o

ğ

r

a

f

l

a

r

ı

n

D

i

l

ROMEO

İLE JULIET

W . S h a k e s p e a r e

pe cy a

F

Tiyatro: Sivas Devlet Tiyatrosu Çeviren: Turan Oflazoğlu Yöneten: Cemil Özbayer Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay Işık Tasarımı: Seyhun Ayaş Müzik Düzenleme: Kadir Karkın Hareket Düzeni: Deniz Gebeshuber Oynayanlar: Emre Başer, Gülin Akdevelioğlu Ersoy, A. Tolga Çiftçi, Ulaş Ersoy, Volkan Benli, Taner Turan, E. Erdinç Doğan, Akın Erozan, K. Caner Gezener, N. Fırat Demirağ, Özkan Gezgin, Cevat Duman, İsmet Numanoğlu, Arif Yavuz, Cebrail Esen, Kerem Yücel, Serdar Seçkin, Menekşe Bendeş, Banu Manioğlu, Demet Bölükbaşı, Ö. Devrim Akaya, Bülent Çiftçi, Aylin Gürsoy, Hülya Dizmen Yücel, H. Selma Bayraktargil, Serap Kunak, Pınar Gök, Şura Canbay, Burcu Fartelli, Barış Türk, Celal Konat, Turgay Dursun, Mustafa Yurdakul, Ümit Güven, Özlem Tortop Akkaya, Osman Hançer, Özgür Dikbaş, Türker Erol.

i


pe

cy

a

29.08.2004 Ve işte uzun yıllardır beklenen an geldi; Sivas Devlet Tiyatrosu, açılışından beri ilk kez bir Shakespeare ile tanışacak. Saat 14:00 itibariyle Sivas D.T. 2 eksikle emir ve görüşlerinize hazırdır Komutanım! Her anı askeri bir disiplinle geçecek olan seksen günlük bir prova süreci bizi bekle­ mekte. Bu ilk toplantıda amaç rejisör Cemil Özbayer ve oyuncuların birbirini tanımasıydı. Kimsin, nesin, ne işler yaptın, hangi oyunlarda oynadın vs. gibi soruların ışığında sanıyorum amaca ulaşıldı. 30. 08. 2004 Prova saat 14:00'da Cemil Bey'in oyun hakkındaki görüşleri, yapmak istedikleri, ulaşmak istediği hedef ve bunun yolunu ve tarzını anlattığı konuşmayla başladı. Cemil Özbayer: "...Yaptığımız işin eksikleri olabilir, ama yanlışları olamaz. Bu kabul edilemez kardeşim! Ne yaparsak yapalım doğrusunu bulup yapacağız. Unutmayın akademik bir çalışmanın içindeyiz. Alnımızın akıyla çıkmak zorundayız..." Cemil Özbayer "...Mesela mezarlık sahnesinde, Romeo mezarın ağır, mermer kapağını kaldırdığında, o karanlık içinden on sekiz tane yarasa uçsa gelse... Sonra o mermeri yere bıraktığında yılların tozu pof diye kalksa..." Cemil Abi'nin şakayla karışık bizimle paylaştığı bu "reji atraksi­ yonları" sonucunda on sekiz tane yarasayı nereden buluruz, nerede yatırırız, harcırah verebilir miyiz, yahu bu yarasa dediğin "etli ekmek" yer mi acaba gibi serbest çağrışım sorularla provayı bitirdik. 02. 09. 2004 Henüz kast resmi olarak onaylanma­ masına rağmen prova saat 10:00'da başladı. Tekst okundu ve aynı zamanda text üzerinde budama çalışmaları yapıldı. Saat 12:15 itibariyle onaylanmış kast'ın faxı elimize geçti. Bu işten kaçış olmadığı resmi olarak anlaşıldıktan sonra provaya aynı içerikle devam edildi. 05. 09. 2004 Genelde herkesin yabancı olduğu, zaman zaman zorluklar yaşandığı tonlama çalışmaları yapıldı. Shakespeare'nin dehası, çeviriyle az da olsa zedelenen mükemmel şiiri ve bu şiirin altında ezilmeyecek enerjide ve güçte tonlamalar... Çok çalışmamız gerek çoookkk! Ne yazık ki Cemil Abi de aynı şeyi düşünüyor: "Daha demin yaptık burayı kardeşim; ama hemen unutuyorsunuz!.." 09. 09. 2004 Provayı dinlemek ve oyunda kullanılacak müzikler konusunda istişarelerde bulunmak üzere C.Ü. G.S.F. Dekanı Kadir Karkın Bey provaya katıldı. 10. 09. 2004 Saat 14:00'a kadar okuma provası yapıldı. Sonra büyük bir heyecanla gelen dekor ve kostüm kreatörümüz Savaş Camgöz yine aynı heyecanla aklındakileri Cemil Bey'e ve biz asistanlarına anlattı ve yine aynı heyecanla sahnenin bütün ölçülerini yeniden aldı. Hepimiz için gayet heyecanlı bir gündü. Fakat birkaç gün sonra bütün bu heyecanın Savaş Bey'in yoğun programı nedeniyle boşa olduğu anlaşıldı. Dekorumuzu Sertel Çetiner'in, kostümlerimizi ise Sevgi Türkay'ın yapmasına karşılıklı anlaşmalarla karar verildi.


11.09.2004 Bebiş geliyor: Suflözümüz Sevinç ARAL doğumuna iki ay kalması nedeniyle görevini Hayrettin Kara'ya devretti. Bu sırada tonlamalarla boğuşulan okuma provaları devam ediyor. 21.09.2004 Çalışmalarımıza yeni bir boyut katıldı. Bu günden itibaren eskrim hocası Zeki Bey'in denetiminde düello sahnelerinde görevli olanlar günde üç saat eskrim çalışmaya başladı. "Ahhh abi her yerim tutulmuş." "Yok yok acilen kilo vermem gerekiyor." "Abi batinando da mı zıplıyorduk balestro da mı?" "Yahu on iki senedir elime kılıç almamışım, nasıl hatırlayacağım bütün bunları." "...kılıcın ucu rakipte ve duruşun yanlış ve gözler ve..." "Oğlum ben Sait Hoca'dan öğrendim bunları be." ...Hepimize kolay gelsin.

30. 09. 2004 Sabah 10:00-12:00 arası eskrim çalışması yapıldı. Yemek arasından sonra ikinci perde okunmaya başladı. Saat 16:00 itibariyle tüm dünyada ününü kanıtlamış olan Juliet'in meşhuur "Elveda" tiradı üzerinde detaylı çalışılma yapıldı. Bir kez daha anlaşıldı ki işimiz gerçekten zor, sorumluluğumuz ağır; kolay gelsin Gülin, hepimize kolay gelsin.

pe

01. 10.2004 Bu akşam Sivas D.T., Ibsen'in yazdığı, Ankara D.T. sanatçısı olan Nurşim Demir'in sahneye koyduğu "Bir Halk Düşmanı" adlı oyunla perdelerini açıyor. Bu sebeple adı geçen oyunda görevli olan arkadaşlara izin verildi. Oyun bir kez baştan sona okunup provaya son verildi.

cy a

26. 09. 2004 Eskrim hocası Zeki Tümlü rejisörümüz Cemil Bey'le yaptığı konuşma sonrasında Sivas'tan ayrılmaya karar verdi. Okuma provalarının son haftasına girildi.

03. 10. 2004 Bir aylık hasret bugün sona eriyor. Nihayet sahneye iniyoruz (okuma odamız üst katta olduğu için), herkesin merakla beklediği sahnne provaları başlıyor. Sahnede ilk günümüz olması nedeniyle ve daha da önemlisi sahne üstündeki Cemil Abi'yle yeni tanışanlar olması nedeniyle herkeste bir heyecan bir tedirginlik. Gerçekten zorlu geçen bu ilk günde birinci perde birinci sahne genel hatlarıyla halledilmiş oldu. Saat 14:00'de müzisyenlerin gelmesiyle prova kesildi ve hazırlamış oldukları parçaların kayıtları yapıldı.

08. 10. 2004 Birinci perde şölen sahnesine kadar çalışıldı. Saat 17:00 sularında koreografımız Deniz Gebeshuber Sivas'a geldi. 10. 10. 2004 Sahneye çizilen marke dekor üzerinde şölen sahnesi (dans sahnesi) çalışılmaya başladı. Dokuz tam gün süren dans çalışmaları sırasında başka hiç bir sahneye bakılmadı.


21. 10.2004 Bugün ağırlıklı olarak yine ününü tüm dünyaya kanıtlamış olan "Balkon Sahnesi" çalışıldı. Cemil Abi'nin yapmış olduğu ışıklar oyunculara, atmosferin tamamlanması anlamında yardımcı oldu. 27. 10.2004 Bugün dekorumuz geldi. Ali Göktaş ve Cemil Özbayer denetiminde geç saatlere kadar çalışılıp dekor kuruldu. Her zaman yapılan tadilat çalışmaları yapıldı ve sahne ertesi gün yapılacak olan provaya hazır hale getirildi. Dekorun rengini beğenmeyen ve yeniden boyamak isteyen Cemil Abi güçlükle ikna edildi. Her zamanki gibi zor bir geceydi. 07. 11.2004 Işık tasarımcımız Seyhun Ayaş provalara katıldı. Kendisine bir akış provası izlettik. Gerekli notlarını aldı, Cemil Abi'yle uzun uzun konuşarak aynı paydada buluşmaya çalıştılar. Teknik çalışma yapmaları için sahneyi ışıkçılarımıza teslim ettik.

pe

cy a

08. 11.2004 Nihayet kostümlerimiz ve tasarımcımız Sevgi Türkay da Sivas'a ulaştı. Sevgi hocanın özenle hazırladığı kostümler prömiyere yaklaştığımız şu günlerde heyecanımızı biraz daha arttırdı. Sevgi Hocam bir ödül de bizim gönülle­ rimizden kazandınız, ellerinize, emeğinize sağlık. 14. 11.2004 Birinci genel prova. Zorlu geçen iki buçuk ayın ardından ilk kez kesilmeden, oyun gibi oynadığımız bir prova yapabildik. Bazı eksiklere rağmen yine de iyi bir provaydı. 15. 11.2004 Biri 14:00'de diğeri 19:30'da olmak üzere iki genel prova yapıldı. İkinci genel prova sonrasında yapılan sohbette ekibin artık çok yorulduğu, yarın yapılacak olan iki genel provadan birinin iptal edilmesi gerektiği konuşuldu. Cemil Abi ekibe güvendiğini, isteyince en iyisinin yapılabileceğine inandığını söyledi ve yarın gündüz yapılacak olan genel provayı iptal ettiğini söyledi. 17. 11.2004 Son genel prova. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, hatta biz kuyruğu biraz da geçtik. Cemil Abi not tutturmadan, oyun izler gibi izledi provayı. Provaya dair söyleyecek bir şeyi olmadığını söyledi, karşılıklı teşekkürler edildi ve herkes uyumak üzere evlerine gitti. Tabii uyu uyuyabilirsen... 18. 11.2004 Prömiyer. Her şey hazır. Salon dolu. Genel Müdürümüz, Sanat Teknik Müdürümüz ve şehrin tüm protokolü hazır. Heyecandan kalbimiz durmak üzere... Shekespeare de bizi görecek mi acaba? İsmet Numanoğlu Reji Asistanı


> KONUK YAZAR > Metin Coşkun

Genç Tiyatrocuya Öğütler Sevgili meslektaşım, eğitimini tamamladın geldin, aramıza hoş geldin. 'Aramıza', yani 'güneşli bataklığa'. Biliyorsun, bataklıkta nilüferler de yaşar, timsah ve sülükler de. Başarılı olmak zorundasın... Okulda öğrendiklerin cepte, öğrenmen gereken çok şey var; mesleğine ve yaşamına dair. Başarılı olmak zorundasın... Yaşama karşı duruşundan ödün vermeden ama. Oyunculuk onurunu hiçbir bedelle değiş-tokuş etme. (O sana ömür boyu lazım çünkü.) Unutma; başarı Kaf Dağı'nın ardında değil, sana her an göz kırpabilir, hazırlıklı ol. Başarılı olmak zorundasın... ("Eee, anladık yaa" deme, bunu kafana kazı.) Tiyatro, sinema, seslendirme bizim iş alanlarımızdır. Sıralamanı yaparken, (ikinciyi bilmem ama) tiyatro birinci sırada olmalıdır. Bunun seni 'ayrıcalıklı' yaptığını zaman içinde göreceksin. Başarınla asla 'kurumlanma' ama Muhsin Ertuğrul'un dediğini de unutma; "Fazla tevazu göstermeyin, inanırlar." Size okulda öğretilmeyen "Geleneksel Tiyatro"yu öğren, oyunculuk kişiliğini oluşturmanda önünü açacaktır. Kameranın önünde 500 kişilik salonda oynar gibi oynama, 500 kişilik salonda bile elini kolunu sallayarak oynama. Oyunculuğun, 'bir duyguyu aktarmak' olduğunu, 'ne kadar az şey yaparak duyguyu aktarabilirsen o kadar iyi' olduğunu unutma. Başarılı olmak zorundasın. Hemen istediğin gibi bir iş bulamadıysan, mutsuzluğa kapılma. Sen oyuncusun, garsonluk yap, tezgahtarlık yap, pamuk şeker sat ama kariyerini satma. Büyük oyna ama büyük oynamak için gerekli olan birikimini sürekli artır. Donanımını artır; "24 saat kitap., kitap., kitap..." Birkaç arkadaş bir araya gelir biraz da para bulursanız, kendi tiyatronuzu yapıp halka gidin. (Yalnızca İstanbul halkını kastetmediğimi anlamışsındır.) Halk, kendisi için yapılan şeyleri bağrına basar. Basmazsa, hayal kırıklığına uğrama, neyin eksik olduğunu düşün ve yeniden dene. Halkı sev ve iyi tanı, unutma, 'o' sensin. "Paragraflar da uzamaya başladı." deme, yazıyı sonuna kadar oku.

cy a

'Empati'yi içine sindirmelisin, özellikle kendi meslektaşlarına karşı. Bir oyunun, nasıl bir emekle üretildiğini ve ne umutlar yaşattığını aklından çıkarma, hoşgörülü ol. İçinde bulunduğumuz siyasi yapının, kültür ve sanata olan ilgisizliğini, hattâ saygısızlığını dile getir ve bu yapının değişmesi için çaba gösterenlerle dayanışma içinde ol. Genç dostum buraya kadarını zaten biliyorsun ya da sezgilerinle kısa sürede yakalarsın. Bu noktada, kendi çabanla bulmanın uzun sürebileceği bir konuda, seni uyarmak ve ipuçları vermek istiyorum. Yazının başında, bataklıktaki yaşamdan söz etmiştim. İşte bu yaşamın 'asalaklar' faslından bir 'tür'e ilişkin (bilebildiğim kadarıyla) ipuçları vereceğim sana. Sen bunları zenginleştir ve bu 'tür'ü tanı.. "Tanı da büyü..."

pe

Bunlar: Ezelden beridir tiyatrocu gibidirler, sanırsın ki, eski zamanlarda yüzlerce oyunda, 'ucundan tutmuşlardır'. Oysa bil ki, ortak noktalarından biri; çok az şey üretmiş olmaktır. (Belki de hiç) Bunlar; Yücel Erten'in "Arturo Ui"sine 'rezalet', Genco'nun "Can"ına 'mirasyedi'. Yılmaz Onay'ın "Küçük Adam"ına, 'amatör', Ali Poyrazoğlu'nun "Orkestra"sına 'olmamış', Rutkay Aziz'in "Akrep"ine, 'iyi ama... ama, vçjçdrüt', Şakir Gürzumar'ın "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim"ine 'işporta işi', Mahmut Gökgöz'ün "Pir Sultan Abdal'ına, 'müsamere', derler. (Bunlar aklıma geliverenler.) Bir şeye daha dikkatini çekmek isterim, (fark etmişsindir) bunlar 'söyleyecek bir şeyi' olan oyunlar. Bunlar; Gerek okulda gerek mesleğinde, 'hoca' olarak çıkabilirler karşına. Ama onlar, seni eğitmek, motive etmek yerine, 'kendilerinin ne kadar çok, sizin ne kadar az bildiğinizi' kanıtlamaya çalışırlar. İlk profesyonel oyununu oynayan öğrencilerini yüreklendireceklerine, yüreklerindeki gürültüyü bir 'Vandal' gibi paramparça ederler. (Coşkun Büktel kulakların çınlasın.) Eleştiri müessesesi, tiyatro ile tiyatrosever arasında köprü oluşturmak misyonu üstlenmesi bir yana, set çekiverir bunların elinde. Kimsenin anlayamayacağı, (anlaşılmaması asıl amaç zaten) birtakım ansiklopedik bilgileri sıralayarak, kendileri için 'vay be, bu amca da amma çok şey biliyormuş' diye düşünülmesini beklerler. Bir şeyler bilirler de gerçekten. Ama onların elinde bilgi, üretime değil, yıkıma hizmet eder. Öyle ki; kendileri hiç oyun yazmadıkları halde, yazılmış ve oynanmakta olan bir oyunu yeniden yazmaya cüret edecek kadar bipervadırlar. "Ama sen de, hem bize hoşgörü tavsiye ediyorsun, hem de yaptığına bak" deme bana. Bu zaten hoşgörülü biçimi!.. Sevgili Genç Tiyatrocu, gerek ödenekli, gerek özel tiyatroların sırtına yapışan, okullarda ve yazılı basında yuvalanan 'bunlar'dan kurtulmak için el ele ver meslektaşlarınla. "Gözlerinden.. Gözlerinden öperim.. Bir umudum sende.. Anlıyor musun?.."


> Mustafa Demirkanlı

pe

cy

a

> mdemirkanlı@tiyatrodergisi.com.tr

Özel Tiyatrolara Devlet Desteği, artık gerçekten tiyatroya zarar verir duruma geldi. Kurulun oluşumundan, kurula katılanların ilişkilerinden, kulislerden, karşılıklı suçlamalardan, tiyatronun dışındaki insanların tiyatro adına, tiyatroyu yok etme çabaları, Türk tiyatrosunu artık dibe vurma noktasına getirdi. Özel tiyatroların şu anda iki derneği var; biri başkanlığını Ali Poyrazoğlu'nun yaptığı TİYAP (Tiyatro Yapımcıları Derneği), diğeri ise başkanlığını Hadi Çaman'ın yürüttüğü ÖTD (Özel Tiyatro Yapımcıları Derneği). Geçen yıl kurula Hadi Çaman katılmış, tüm eleştiriler de bu derneğe ve Hadi Çaman'a yöneltilmişti, bu yıl ise Ali Poyrazoğlu katıldı, başta Hadi Çaman olmak üzere hemen herkes eleştiri oklarını Ali Poyrazoğlu'na yöneltti, bir sonraki yıl bir başka dernek kurulup o derneğin başkanı katılabilir ve bu kez de eleştiriler bu kişi ve derneğe yöneltilecektir. Ancak görüştüğümüz birçok özel tiyatro sahibi her iki derneğin kuruluşundan bile haberdar değil. Bu yıl bir trilyon olarak belirlenen destek miktarı şöyle dağıtıldı: Profesyonel Oyunlar: 842.043.125.000 TL, Profesyonel Çocuk oyunları: 61.500.000.000 TL, Geleneksel Oyunlar: 21.000.000.000 TL., Amatör Oyunlar: 50.000.000.000 TL ve Amatör Çocuk Oyunları: 10.000.000.000 TL olarak belirlendi. Ve hemen ardından beklenen tartışmalar, karşılıklı suçlamalar geldi. Geçen yıl Ferdi Merter ve kızı Almula Merter tarafından kurulan "Çığır

29 <


Sahne"ye destekten pay verilmeyince, bir basın toplantısı ile şu iddiada bulundular: "TİYAP (Tiyatro Yapımcıları Derneği) Başkanı Ali Poyrazoğlu, geçen yıl 'Oscar' adlı oyun için 40 milyar destek almasına rağmen, oyunu sahnelemediğinden, aldığı desteği iade etmesi gerekir." Ali Poyrazoğlu ise bu konuda, görüş bildirmeyeceğini, muhatabın Bakanlık olduğunu belirtti. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne yazılı olarak sorduğumuz soruya, dergi baskıya girene kadar herhangi bir yanıt vermedi. Ancak Ali Poyrazoğlu, Hürriyet Gazetesi'nin Kelebek ekinde bu iddialara; "Evet, 'Oscar' adlı oyunun hakları bana aitti. Parasının ödeyerek satın almıştım. Ayrıntısına girmek istemediğim nedenlerle oyunu sahnelemekten vazgeçtim... Bakanlığa dilekçe ile başvurdum ve o projeden vazgeçtiğimi bildirdim. 'Havada Bulut' adlı oyunu sahneleyeceğimi ve proje bildirimimi gönderdim. Kabul edildi." açıklamasını yaptı. Destek alamadığı için tepkilerini dile getiren Almula Merter'e, eleştirildiği bir konu olan istanbul Devlet Tiyatroları'nda görevli olduğu halde son beş yılda sadece bir reji asistanlığının dışında hiçbir görev almamasının nedenini sorduğumuzda; "Ben görev almıyor değilim, bana görev verilmiyor, çeşitli defalarda şifahi olarak görev istememe rağmen, bana ısrarla hiçbir görev vermediler, görev yapmamış olmamın sorumluğu bende değil, bana görev vermeyenlerdedir." açıklamasını yaptı.

Açık Mektup

pe

cy

a

Sayın Ali Poyrazoğlu, Hürriyet-Kelebek'te "seviyelerine inmeyeceğim" diyor bizler için. Gerek seyircimiz ve gerekse iki tarafı da tanıyanlar "Sanatçı Etiğinin" hangi çizgilerinde hangimizin olduğunu değerlendirirler. Biz kişilerin "kişiliklerinin" tartışmasına girmedik savlarımızda -ki girsek çok "şeyler" çıkabilir ağzımızdan hem de belgelerimizle- biz uygulanan bir sistemin getirdiği yanlışlıkları vurgulamaya çalışıyoruz. Ne gariptir ki -elimizdeki listeye göre- geçen yıl destek alan 29 tiyatro 4 yeni tiyatro katılımı ile bu yıl da destek almışlar. Bu arada "Tiyatro Gelenbe"ye yapılan yardım, Tevfik ağabeyimizin vefatı ile verilmemiş. Destek "kişi"ye mi, "Tiyatro"ya mı? Bunu dahi savunamıyorsanız o kurulda temsilci olarak işiniz ne? 200'ün üzerinde başvuru ve aynı 29 tiyatroya destek ve ne gariptir ki "TİYAP" karşıtı derneğin yapımcılarının ödentisi inmiş. TİYAP derneği üyelerininki artmış. (TİYAP Başkanı Ali Poyrazoğlu). "Oscar" oyunu üzerinde daha fazla konuşmayın, sonra ayıp olur. Hele "Oscar" yerine oynadığınız "Havada Bulut Yok" oyunu için hiç konuşmayın. Ufak bir soru: Şu anda Devlet Tiyatrosu'nda oynanan "Hırsız Var" oyununu çevirmeninden maddi anlaşmazlık nedeni ile alamadığınız ve de oyunu adapte ederek oynadığınız, hatta reklamlarda "yazar" adı yazmadığınız doğru mu? İkinci soru, "Oğlum Çiçek Açtı" oyununa destek aldınız birinci yıl. İkinci yıl aldığınız desteği (şerh düşülmesine rağmen) yine, çok tutan, aynı oyuna kullandınız. İade gene yok. Doğru mu? Evet sayın Poyrazoğlu, sizin tanımlamanızla, "İnsanların bu kadar kolay kandırılabilmesi" bizi de çok üzüyor. Son yıllarda "oyunculuğunuzla " aldığınız destekleri ayakta alkışladığımızı biliyorsunuz. Ama yıllar önce hangi destek grupları ile kitaplarla, oyunlarla, medya ile kimlere sataşarak basamaklarda yer edindiğinizi de biz biliyoruz. Özel hayatınız bizi ilgilendirmez ama "Özel Tiyatronuzu" kurarkenki "ana sermayenizin" birikim yolları hâlâ hafızalarda. Siz 37 yıldır bu meslektesiniz ama biz 5 kuşaktır bu camianın içindeyiz. Herkesin her şeyini çok iyi biliriz. Onun içindir ki birçok kişinin eli ayağı karıştı, saçmalamaya başladı. Haklısınız, sömürdüğü emekler karşılığı kasasını trilyonlarla dolduranların bir anda panikleyerek "bu hale düşmeleri insanı üzüyor". Mesleğinizdeki başarılarınıza saygılarımızla. Ferdi Merter - Almula Merter

Suçlamalar, karşılıklı açıklamalar sürüp gidecek, gidecek fakat gemi batarken kendini kurtarmak isteyen veya su seviyesinin kendi katlarına çıkmadığı için umursamayanlar da o geminin içinden çıkamayacak gibi görünüyor. Özel Tiyatrolara Devlet Desteği yönetmeliğine bakarsak, desteğin "proje"ye verildiğini görüyoruz, ancak yıllardır uygulanan dağıtım kriterlerinin "proje" yerine, tiyatroları kategorize ettiğini görmek ve söylemek yanlış olmaz. A kategorisindeki tiyatrolar diye adlandıracağımız tiyatrolar: Kenterler, Dostlar, Ankara Sanat Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Ortaoyuncular hemen hemen her yıl projeleri ne olursa olsun en yüksek dilimden pay almakta ve hemen hemen her yıl hiçbir tepki vermemektedirler. Esas sorumluluğun bu grupta olduğunu düşünmekteyim. B Kategorisi diye adlandıracağımız tiyatrolar ise: Ankara Ekin Tiyatrosu, Bizim Tiyatro, Enis Fosforoğlu Tiyatrosu, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu, Tevfik Gelenbe Tiyatrosu, Hadi Çaman Tiyatrosu, Nokta Tiyatrosu (Abdullah Şahin), Oyun Atölyesi, Tiyatro Kedi, Tiyatrokare, Tiyatro Ayna, Tiyatro İstanbul, Tiyatro Sütüdyosu, Tuncay Özinel Tiyatrosu ve C grubunu oluşturan diğer tiyatrolar. Ancak, desteğin dağıtıldığı yıllara bakarsak B Grubundan A Grubuna geçişlerin o yıl kurula kimin katıldığına bağlı olarak değiştiğini görürüz. Örneğin geçen yıl kurula katılan


Hadi Çaman'ın A Grubu'ndan destek alırken bu yıl tekrar B Grubuna indiğini. Hadi Çaman'a yakın veya ÖTD'de olan tiyatroların da projelerine bakılmaksızın destek miktarlarının bu yıl düştüğünü, Ali Poyrazoğlu'nun başkanlığındaki dernekte olan tiyatroların ise bu yıl birden bire yükseldiğini görürüz. Bu yılın destek listesine bakarsanız, "Hadi Poyrazoğlu Tiyatrosu"na rastlarsınız, bu isim gerçek mi, yoksa biri kendini güvene almak için böyle bir yola mı başvurmuş, pek bilemedim. Oysa yönetmeliğin ilgili maddesine bakarsak: Madde 10: Özel Tiyatrolara yapılacak desteklerde aşağıdaki hususlar dikkate alınır: a) Her oyunun bir prodüksiyon niteliğinde projelendirilmiş olması, b) Tiyatro sanatını bir yerden alıp başka yere götürecek çağdaş, evrensel boyutlara ulaştıracak yeni eğilimleri özendirecek, klasikleri değerlendirecek, Türk ve dünya kültürüne katkıda bulunacak yapımlar gerçekleştirmek, c) Türk oyun yazarına ait eserlere öncelik vermek ve bir yıl içinde en az bir yerli oyun oynamak, d) Geçmiş yıllarda eser sahiplerinin telif hakları ve sanatçılar ile diğer çalışanların özlük ve mali haklarıyla ilgili yükümlülüklerini yerine getirmiş olmak, e) Yurtiçi turneler düzenleyerek tiyatroyu yurda yaymak, f) Yeni oyunlar yazdırarak tiyatro edebiyatımızın zenginleşmesine hizmet etmek, bir yıl içinde mümkün olduğu kadar fazla oyun oynamak, g) Sanat seviyesi yüksek oyunlar oynamak; oyunlarını sanat seviyesi yüksek ve tiyatro sanatına uygun şeklinde oynamak, h) İstikrarlı ve sürekli bir tiyatro geleneği yaşatmak, ı) Mümkün olan çok nisbette perde açmış olmak, j) Türk tiyatrosunun gelişmesi açısından, tiyatro binası ve benzeri yatırımlar ile eğitim, yayın vb. alanlarda etkinlik göstermek, k) Yardım almışsa aldığı yardımları yerinde ve projeye uygun olarak kullanmış olmak.

pe cy

a

Konuyu Biraz açalım İki örnekle konuyu biraz daha açmak istiyorum. Birinci örnekte; Abdullah Şahin, Tuncay Özinel gibi İstanbul'da perde açmayan, Anadolu turneleri ile "yüksek sanat" gerçekleştirdiklerini ileri süren bu iki tiyatronun etkinliklerini izlersek, desteğin nerelere ve nasıl gittiğini çok daha iyi görürüz. Bu soruların yanıtlarını aramak ve öncelikle kendilerinden bilgi almak amacıyla bu her iki tiyatro adamını, Hadi Çaman'ı ve Almula Merter'i "Yuvarlak Masa" toplantısı için dergiye davet ettik. Gün, saat belirledik fakat toplantının başlamasına yarım saat kala art arda hastalık haberleri gelmeye başladı. Önce Tuncay Özinel, ardından Hadi Çaman hastalıklarını ilettiler, geçmiş olsun dileklerimizi iletip, Abdullah Şahin'in hastalık haberini beklemeye başladık fakat telefonunun şarjı bitmiş olsa gerek bir türlü ulaşamadık, sonraki günlerde de telefonu açılmıyordu, belki de bir yerlerde unutmuş, yanıt veremiyordur. Almula Merter geldi. Bu tiyatroları (Abdullah Şahin, Tuncay Özinel) ele almamızın nedeni; nerelerde, nasıl tiyatro yaptıklarının kimse tarafından bilinmiyor olmasının yanısıra yaptıklarını iddia ettikleri turnelerinde yaşananların gerçekten izlenmesi gerektiği boyutlarda olduğunu düşünüyoruz. Bu yıl, örnek olarak ele aldığımız bu iki tiyatroyu mercek altına alıp inceleyeceğiz.

İkinci örnekte ise yönetmeliğin tüm maddelerini yerine getiren, "Tiyatro sanatını bir yerden alıp başka yere götürecek çağdaş, evrensel boyutlara ulaştıracak yeni eğilimleri özendirecek, klasikleri değerlendirecek, Türk ve dünya kültürüne katkıda bulunacak yapımlar gerçekleştirmek," diye tanımlanan kritere uyduğunu düşündüğümüz tiyatrolardan ikisinin, Tiyatro Oyunevi'nin Sanat Yönetmeni Mahir Günşiray ve Semaver Kumpanya'nın Sanat Yönetmeni Işıl Kasapoğlu ile görüştük. Mahir Günşiray'ın, ilk tepkileri şöyleydi: "Biz ilk olarak 1997'de 'Antigone' ile ödeneğe başvurmuştuk. O yıl bize ödenek çıkmadı. Sonra öğrendik ki toplantıya katılan Ali Poyrazoğlu, benim Devlet Tiyatrosu'ndan maaş aldığımı bu durumda ödenek verilmemesi gerektiğini söylemiş. Ardından ben müsteşar yardımcısına bir yazı yazdım, tiyatronun sahibinin ben olmadığımı, o sırada zaten Devlet Tiyatroları'ndan istifa ettiğimi belirttim. O dönemde 900 milyon vererek konuyu kapattılar. İki yıl önce 'Evlenme' oyunu için başvurduk. Benzer bir tartışma nedeniyle alamadık. Bugüne kadar bu haksızlıklara karşı çıktık. Böyle bir komisyonun oluşmasındaki sakatlıkları aktardım. Ama şahıslar üzerinde durmadım. Ancak bu kez şahıslar üzerinde durmalıyım çünkü bu üçüncü kez oluyor. Yine Ali Poyrazoğlu sahnede, anlaşılıyor ki yine benzer bir tartışma var. Bir komisyon üyesi diyor ki, 'Bir gece önceden alınan kararları duydum. Ben de, kararları aldıysanız imzalayayım, toplanmayalım.' dedim. Aynı zamanda diyor ki; 'Devlet Tiyatroları kurumunda olan sanatçıların, dışarıda iş yapmaları konusunda komisyonda birtakım şeyler konuşuldu. Bir puanlama sistemi vardı. Herkes puan verdi.' Ben Tiyatro Oyunevi'ni 1996'dan beri Devlet Tiyatrosu'ndan izin alarak, oradaki görevimi aksatmadan sürdürüyorum." Yakından baktığımızda, Tiyatro Oyunevi'nin özel tiyatroların pek cesaret edemeyeceği, gişe gelirinin tiyatroyu yaşatmasının pek mümkün olmadığı oyunları sahnelediğini görüyoruz. (Hizmetçiler, Gavara, Döne Döne, Hikaye-i Don Kişot, Antigone, Ceza 31 <


Kolonisi'nde, Evlenme...) Destek kurulunun oluşumuna ve desteğin dağıtımına yönelik neler düşündüğünü sorduğumuzda da Günşiray'dan şu yanıtı alıyorum. "Belki de ödeneklerle ilgili tartışma, huzursuzluk ve bu kavga bir tek Türkiye'de vardır. Çünkü bir tek Türkiye'de böyle çarpık bir işleyiş olabilir. Hiçbir zaman böyle bir komisyonun üyeleri tiyatro sahipleri, tiyatroların içerisinden olan insanlar olamaz. Bağımsız olması gerekir. Bu kişiler bu işten maaş alırlar ve 12 ay boyunca tiyatroların neler yaptıklarını izlerler. O insanlarla konuşurlar, projelerin ne olduğu konusunda detaylı bilgi alırlar. Avrupa'da hiçbir fonda ticari tiyatrolar, ödenek alamazlar. Kültürel faaliyetler içerisinde olması gerekir ödenek alabilmesi için. Yani eğlence tiyatro/arıyla ticari tiyatroları ayırmak gerekir. Eğlenceyi küçümsemiyorum ama zaten o gişe yapacaktır." Tiyatro Oyunevi gibi Sanat Yönetmenliği'ni Işıl Kasapoğlu'nun yaptığı Semaver Kumpanya'da kurulduğu günden bu yana dikkat çekici oyunlarla seyirci karşısına çıktığı gibi, İstanbul'un tiyatro merkezlerine göre uzak sayılabilecek bir semtinde Kocamustafapaşa'da açtıkları salonlarında yepyeni izleyici oluşturma çabalarını görmemek mümkün değil. Semaver Kumpanya'da bugüne kadar neler yaptıklarını sorduğumuzda Işıl Kasapoğlu bu sorumuza şu yanıtı verdi: "Ülkemiz Tiyatrosu'nun son yıllardaki gelişimi övünç verici. Tiyatro ödeneklerinin verilmesinde söz sahibi olan tüm komisyon üyelerine Semaver Kumpanya içten teşekkür ediyor. Aşağıda dökümünü sunduğumuz faaliyetler karşılığı 11 milyar ödenek öngörülen tiyatromuz ülkemizdeki birçok tiyatroya oranla en az ödenek alanlar grubunda.

a

Ne mutlu bize, ne mutlu Türk Tiyatrosu'na. Demek ki Türk Tiyatrosu'nda birçok grup Semaver Kumpanya'dan Daha çok oyun oynamış, Yeni salonlar açmış, İşletmiş, Daha çok oyun üretmiş, Daha çok turne yapmış ve Daha çok seyirci karşısına çıkarak Daha çok oyuncu çalıştırmış!!! Ne mutlu onlara.... Ne mutlu Türkiye'ye, Türk Tiyatrosu'na....

pe cy

Semaver Kumpanya 2001 yılında atıl durumdaki Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu'nu on yıllığına kiralayarak restore etti. 2002-2003 sezonunda yaptığı yedi oyundan; Onikinci Gece'yi 19'u turnede olmak üzere 99 defa sahneleyerek 18.119, Kuşlar Meclisi'ni 2'si turnede 45 defa sahneleyerek 5.013, Memo'nun Önlenemez Yükselişi'ni 6'sı turnede 21 defa sahneleyerek 2.019, Nasreddin Hoca'yı 16'sı turnede 44 defa sahneleyerek 4.048, Pırtlatan Bal'ı 14 defa sahneleyerek 1.475, Deniz Kızı'nı 4 defa sahneleyerek 317 ve Dido ve Eneas operasını 6 defa sahneleyerek 933 seyirciyle buluştu. Toplamda 43'ü turne 234 defa perde açarak oyun başı ortalama 136 seyirci ile 31.924 kişiye ulaştı. 2003-2004 sezonunda 3'ü yeni oynadığı 8 oyundan; Murtaza'yı 14'ü turnede olmak üzere 81 defa sahneleyerek 13.308, Onikinci Gece'yi 13'ü turnede olmak üzere 46 defa sahneleyerek 8.687, Memo'nun Önlenemez Yükselişi'ni 6'sı turnede 18 defa sahneleyerek 1.728, Nasreddin Hoca'yı 6'sı turnede 13 defa sahneleyerek 1.443, Pırtlatan Bal'ı 4'ü turnede 13 defa sahneleyerek 1.221, Evvel Zaman Içinde'yi 2'si turnede 6 defa sahneleyerek 789, Dido ve Eneas operasını 1 defa sahneleyerek 321, Mem ile Zin'i 2'si turnede 4 defa sahneleyerek 1.350 seyirciyle buluştu. Toplamda 42'si turnede 182 oyunu 158 kişi oyun başı ortalamayla 28.847 kişiye ulaştırdı. 75 kişiye tiyatro yapma imkanı sağladı. New York'a, Roma'ya, Strasbourg'a, Sofya'ya turneler yaptı, Ödüller aldı.

Ödenekli tiyatrolara eşitlemeye çalıştığı bilet fiyatları ve repertuvarı ile kamu tiyatrosu yapmayı amaçladı." Devlet Desteği dağıtım listelerine baktığımızda iki grupta ikişer örnekle ele aldığımız Tiyatro Oyunevi: 5.578.125.000 TL / Semaver Kumpanya: 11.156.250.000 TL Tuncay Özinel Tiyatrosu: 33.4683.750.000 TL. / Abdullah Şahin Tiyatrosu 16.734.375.000 TL (Geçen yıl 34 milyar olduğunu, bu yıl kurula Hadi Çaman'ın katılmadığını ve T. Özinel'in Poyrazoğlu'nun, A. Şahin'in ise H. Çaman'ın derneğinde olduğunu hatırlayalım.) tiyatroların destek miktarlarına göz atarsak: Yönetmelik maddelerini hatırlayarak, yukarıdaki tabloya bakarsak yönetmeliğin uygulandığını söylemek olanaklı mı acaba? Tiyatro Oyunevi; Kazablanka, Amsterdam, Berlin gibi yurt dışı turneler gerçekleştirirken, Semaver Kumpanya; New York'a, Roma'ya, Strasbourg'a, Sofya'ya turneler yapıp, ödüller almış. Her iki topluluk da Türk tiyatrosunu yurt dışında temsil etmiş. Abdullah Şahin ve


Tuncay Özinel'in tiyatrolarının ise bugüne kadar dekor-giysi ve ışık tasarımcısıyla çalıştıklarına ilişkin bir bilgiye ulaşamadık. Her iki tiyatronun da yurt içi turnelerini ticari turne organizatörleri aracılığıyla gerçekleştirdiklerini, gişe açmadıklarını biliyoruz. Mahir Günşiray Oyunevi'nde yapmak istediklerini ve yaptıklarını şöyle özetliyor: "İnsanlara yeni tiyatrolar yaratmak için oluşturulan yapıların daha fazla desteklenmesi gerekir. Bunlar sanatsal faaliyetlerdir ve yurtdışına gittikleri zaman Türkiye'yi temsil ederler. Buradaki ticari tiyatrolardan bir tanesinin yurtdışında Türkiye'yi temsil etmek gibi bir işi söz konusu olabilir mi? Mantık yanlış. Tiyatro Oyunevi 1996'dan beri hiçbir özel tiyatronun yapmadığı şeyi yaptı. Tiyatrolar günceli takip eden işler yaparken, Oyunevi ancak ödenekli tiyatroların cesaret edebileceği klasiklerin yeniden yorumlanması, çağdaş metinlerin ortaya çıkartılması, roman-öykü uyarlamaları gibi çok farklı bir şey yaptı. Bu özel olarak desteklenmesi gereken bir şey. Farklı bir tiyatro ortaya çıkarabilmek için biz 12 ay çalışıyoruz." "Canımı" Tanrı, "Tiyatromu" Yardım Kurulu Aldı! Otuz beş yıldır Bir tek gün ara vermeden perdesini açan "Tevfik Gelenbe Tiyatrosu" bu yıl da yeni projesiyle Kültür Bakanlığı'na başvurdu. Bir şirket olan ve eşimin de ortağı olan tiyatromuza benim ölümüm nedeniyle olsa gerek, tek kuruş destek verilmedi. Durumu kamuoyuna ve öldürülen sanat dünyamıza acıyla sunuyorum. Ama "Gelenbe" Tiyatrosu yaşayacaktır. Bu böyle biline! Merhum Tevfik Gelenbe

a

Tevfik Gelenbe Tiyatrosu'nun bu yıl destek alamaması ise bambaşka bir soru işareti olarak ortada duruyor. Tevfik Gelenbe ve eşi Sevim Gelenbe'nin ortak olduğu ve bir limited şirket olarak faaliyetini sürdürdüğü tiyatroya bu yıl Tevfik Gelenbe'nin vefatı nedeniyle destek verilmedi, oysa sundukları proje üzerine Sevim Gelenbe çalışmalarına başlamış ve devam etmekteydi. Verilen projenin gerçekleştirilmediği durumlarda ne yapılacağı yönetmelikte belli iken, tiyatronun vazgeçtiğine ilişkin herhangi bir başvurusu olmamasına rağmen, haber verilmeden listeden silinmesi ve kurulda özel tiyatroları temsilen bulunan Ali Poyrazoğlu'nun ses çıkartmamış olması ise ayrı bir tepkiye neden oldu. Umarım bu konuda bakanlık bir açıklama yapar.

pe cy

Konuyu genişletmek, örnekleri çoğaltmak tabii ki mümkün, ancak buradan şu soruyu sormak istiyorum: Yıldız Kenter, Genco Erkal, Rutkay Aziz, Işıl Kasapoğlu, Haluk Bilginer, Ahmet Levendoğlu, Mahir Günşiray gibi Türk tiyatrosunun köşe taşlarını oluşturan tiyatro insanları ne zaman bir araya gelip, ortak projelerinizi geliştirecek, her geçen gün biraz daha açmaza giden Türk tiyatrosuna sahip çıkacaksınız? Ne zaman Ali Poyrazoğlu-Hadi Çaman gruplarının çekişmelerine, her geçen gün düşen seviyeye dur diyecek, Abdullah Şahin-Tuncay Özinel gibi tiyatronun çok uzağındaki insanların tiyatroya gerçekten zarar verdiğini görüp tavır alacaksınız. Kavgadan kaçmak, seviyesi düşen tartışmaların dışında olmak adına sahibi olduğunuz Türk tiyatrosunun kan kaybetmesine daha ne kadar seyirci kalacaksınız. Bu sorumluluk sizlerin, devredemezsiniz

2004-2005 sanat sezonunun T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın özel tiyatrolara maddi desteği açıklandı. Yine birçok bilinmeyen, karanlıkta kalan ve kafaları karıştıran konularda konuşulmaya başlandı. Bizans oyunları bu yıl da vizyonda. Kurulun toplanması ve hangi statüye göre tiyatrolara yardım verildiği ve alamayanların neden alamadığı sorusu yine gölgede... Kuruldaki sayın karar mercii; iki kelam yeterdi tartışmalara son vermek adına. Alamayanlar neden alamadı? Bu sezon kurulda bildiğim isimler; Ali Poyrazoğlu, Dinçer Sümer, Refik Erduran ve dört bürokrat... Çıkan kararda Samsun Sanat Tiyatrosu'na maddi destek yok. Kurulun ortak kararı desteklenmeye uygun görülmedi. Gayet doğal, olabilir. Her tiyatroya destek vermek zorunda değil bakanlığımız. Peki ama neden? Tiyatromun yaşaması adına soruyorum. Neden? Siz ilgili merciler lütfen Anadolu'nun dört bir yanına, herhangi bir ilçeye üç beş yere bir telefon açın ve neler yaptığımızı bir soruverin. Zahmet olmazsa... Her sene aynı Bizans oyunu... Yeter artık, hiç hoş olmayan pis kokular geliyor buram buram. Biz Samsun Sanat Tiyatrosu olarak beş yıldır adam gibi ayaktayız. Tüm Anadolu'da senede 90-100 turne yapıyoruz. Kendi imkanlarımızla ve seyircinin desteği ile Avrupa'ya turne yapan belki de ilk Anadolu tiyatrosuyuz. Sahneye taşıdığımız oyun bir çok sezon devam etmekte. En son Metin Balay'ın uyarladığı "Yobaz" adlı oyunumuz geçen sezon maddi desteğe uygun görüldü. Bu sezon Tuncer Cücenoğlu'nun "Matruşka" isimli oyunu, Savaş Aykılıç'ın "Aşk Grevi" adlı oyunu, Refik Erduran'ın "Ödül" adlı oyununu hazırlıyoruz. Perdemizi açık tutmak için adam gibi çabalıyoruz. Anadolu sadeliğinde... Ayak oyunlarına gereksinim duymadan... Siyasilere yalakalık yapmadan... Sorumuz çok basit, neden? T.C. Anayasa'da yeni çıkan kanuna göre, bir vatandaş olarak bilgi edinme hakkımı istiyorum... Neden? Yaşar Gündem I Samsun Sanat Tiyatrosu Sanat Yönetmeni


ÖZEL TİYATROLARA DEVLET DESTEĞİ

PROFESYONEL TİYATROLAR

TOPLAM

2004 8.330.000.000 44.625.000.000 44.625.000.000 44.625.000.000 17.850.000.000 29.750.000.000 5.578.125.000 44.625.000.000 22.312.500.000 16.734.375.000 35.700.000.000 27.890.625.000 11.156.250.000 11.156.250.000 11.156.250.000 44.625.000.000 22.312.500.000 16.734.375.000 44.625.000.000 44.625.000.000 11.156.250.000 16.734.375.000 11.900.000.000 11.156.250.000 16.660.000.000 33.468.750.000 11.900.000.000

a

Projenin Adı Hastane mi Kestane mi Sağlık Olsun Oyunun Sonu Benim Meskenim Dağlardır "Perikles" Kafa Kağıdı Evde Şamata Var Bir Garip Buluşma Dilsiz Kadınla Evlenin Güldürüsü Bu İşte Bir Sakatlık Var Kiralık Daire Bu Oyunun Adı yok Seviyorum İşte - Başkan Hodökör Bankamatik "Hayatımız Köşebaşı" Nasrettin Hoca Hüznün Dalgın Kuşları Kayıp Aranıyor (Babanı Gördün mü) Kiralık Oyun Othello Binbir Gece Ağır Roman "Kamyon" "Süleykan ve Öbürsüler" "Yunus Emre Sevelim Sevilelim" Pil Sultan Abdal Dostlarla Akşam Yemeği Tol İkinin Biri Evde Hapis Kamelyalı Kadın "Dobrinja'da Düğün" Bugün Yarın Yaşamın Sesi

5.578.125.00C 35.000.000.000 33.468.750.000 39.046.875.000 11.156.250.000 22.312.500.000 33.468.750.000

cy

pe

Proje Sahibi Kuruluş 1 Adana Gös. Sanatları Merk. 2 Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu 3 Ankara Ekin Tiyatrosu 4 Ankara Sanat Tiyatrosu 5 BilsakTiy. At.& Maya Sah. 6 Bizim Tiyatro 7 Çorum Bölge Tiyatrosu 8 Dostlar Tiyatrosu 9 Enis Fosforoğlu Tiyatrosu 10 EPS Gösteri Sanatları 11 G.Ülkü-G.Özcan Tiyatrosu 12 H. Çaman Yeditepe Oy. 13 Hamle Tiyatrosu 14 Kartal Sanat işliği Tiyatrosu 15 Kartal Sanat Tiyatrosu 16 Kenterler 17 Kocaeli Bölge Tiyatrosu 18 Nokta Tiyatrosu-A. Şahin 19 Ortaoyuncular 20 Oyun Atölyesi 21 Oyuncular Tiyatro Grubu 22 Sadri Alışık Tiyatrosu 23 Samsun Düşevi Oyuncuları: 24 Semaver Kumpanya: 25 Stüdyo Drama 26 Tiyatro Ayna 27 Tiyatro Fora 28 Tiyatro Oyunevi 29 Tiyatro İstanbul 30 Tiyatrokare 31 Tiyatro Kedi (Bizim Stüdyo) 32 Tiyatro Pera: 33 Tiyatro Stüdyosu 34 Tuncay Özinel Tiyatrosu Açık Tiyatro Ankara Çağdaş Sahne Tevfik Gelenbe Tiyatrosu Nejat Uygur Tiyatrosu Samsun Sanat Tiyatrosu

842.043.125.00

2003 25.000.000.000 40.000.000.000 20.000.000.000 40.000.000.000 19.000.000.000 19.000.000.000 40.000.000.000 33.000.000.000 19.000.000.000 40.000.000.000 40.000.000.000 19.000.000.000 19.000.000.000 40.000.000.000 20.000.000.000 34.000.000.000 40.000.000.000 30.000.000.000 18.000.000.000 20.000.000.000

18.000.000.000 12.000.000.000 15.000.000.000 23.000.000.000 19.000.000.000 25.000.000.000 23.000.000.000 23.000.000.000 28.000.000.000 16.000.000.000 31.000.000.000 25.000.000.000 11.000.000.000 824.000.000.000

GELENEKSEL OYUNLAR

1 2 3 4 5 6 7 8 9

Proje Sahibi Kuruluş

Projenin Adı

2004

Ahşap Çerçeve Kukla Atölyesi Ankara Sanatevi Eşref Seyitoğlu Geleneksel Gösteri San. Top. Hadi Poyrazoğlu Tiyatrosu Mehmet Aziz Baycan Mustafa Partal Tevfik Dinç Tiyatro İzmit Açıkgöz Kukla Tiyatrosu Atölye Tiyatrosu Hayali Ahmet Aksoy Kaptan Amca Kukla Çoc. Tiy. Metin Ateş

Tragedyalar Sahne-i Tebessüm Karagöz'ün Seyir Defteri Karagöz & Hacivat Cadılar İbiş Alfabe Öğreniyor Karagöz'ün Öğretmenliği Hafiye Karagöz Karagöz Hacivat (Uzaylı) Korsan CD'ci Karagöz

2.000.000.000 2.000.000.000 3.000.000.000 2.000.000.000 3.000.000.000 2.000.000.000 3.000.000.000 2.000.000.000 2.000.000.000

TOPLAM

>34

2003

2.000.000.000 2.000.000.000 1.500.000.000 2.000.000.000 2.000.000.000 1.800.000.000 2.000.000.000 2.000.000.000

21.000.000.000

15.300.000.000


PROFESYONEL ÇOCUK OYUNLARI

1 2 3 4 5 6 7 8 9

Proje Sahibi Kuruluş

Oyun Adı

2004

Ankara Çağ. San. Merkezi Ankara Çağ. Sanat Tiyatrosu Çan Tiyatrosu Karınca Çocuk Tiyatrosu Masal Gerçek Tiyatrosu Nüans Tiyatrosu Sarıyer Sanat Tiyatrosu Tiyatro Akkaş Van Bölge Tiyatrosu Akdeniz Sıla Tiyatrosu AKS Gösteri (Sincap Ç.T.) Ankara Masal Tiyatrosu Ankara Sanatevi Başkent Sanat Sahnesi Çağdaş Oluşum Oyuncuları Mavi Küre Çocuk Tiyatrosu Merhaba Sanat Topluluğu Can Şenliği Oyuncuları Tiyatro Alkış Tiyatro Tempo

Çiflikteki Hırsız Hadi Usta Islık Çal Afacanlar Sanal Dünyada Robinson ve Cuma Robinson Cruose Özgür Kaplumbağa Prensin Hazinesi Büyülü Şehir Pinokyo

3.500.000.000 3.500.000.000 10.000.000.000 10.000.000.000 10.000.000.000 3.500.000.000 7.500.000.000 3.500.000.000 10.000.000.000

61.500.000.000

TOPLAM

2003

13.000.000.000 14.000.000.000 23.000.000.000 10.000.000.000 9.000.000.000 9.000.000.000 3.750.000.000 9.000.000.000 3.750.000.000 3.750.000.000 3.750.000.000 3.000.000.000 3.750.000.000 3.750.000.000 3.750.000.000 15.000.000.000 10.000.000.000 141.250.000.000

AMATÖR TİYATROLAR 2004

2003

Alperen Sanat Evi Altı Nokta Körler Derneği Bahar Özel Eğitim Reh. M. Bulancak Sanat Tiyatrosu Erzurum Şehir Tiy. Giresun An. Eng. Lard. Der. Haşim Kayabaş Tiyatrosu Özel Eğitim Tiy. (Özür. T.) Tiyatro Kordelya Trabzon Sanat Tiyatrosu Umut Sanat Tiyatrosu Anadolu Sanat Tiy. Ankara Deneme Sahnesi Ankara Genç Oyuncular Tiy. Ankara Ortaoyuncular Tiy. Büyük Doğu Tiy. Genç Oyuncular Sahnesi Gösteri Sahnesi Gülüm Pekcan Dans Tiy. Nöbetçi Sahne Sanatları Oluşum Tiyatrosu Özgür Tiyatro Tiyatro Caniko Tiyatro Kübele Tiyatro Özgün Deneme Umudum Tiyatro

Son Köylü Deli Kültürüm Dilencinin Kehaneti Ceberrut Kaynana Satılık Şapka Lütfen Çeker misiniz Mavi Bir Sakal Kuşlar Sirki Puntilla Ağa ve Uşağı M Berivan

4.000.000.000 4.000.000.000 4.000.000.000 6.000.000.000 6.000.000.000 4.000.000.000 4.000.000.000 4.000.000.000 4.000.000.000 6.000.000.000 4.000.000.000

1.500.000.000

cy a

Oyun Adı

pe

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11

Proje Sahibi Kuruluş

TOPLAM

50.000.000.000

AMATÖR ÇOCUK OYUNLARI Proje Sahibi Kuruluş 1 Bartın Sanat Tiyatrosu 2 Eskişehir ark. Çoc. Tiy. 3 Şanlıurfa Kent Tiyatrosu 4 Yol Tiyatrosu-S. Kayabaşı TOPLAM

Oyun Adı Yarını Akıl Yapar Dünyayı Güldüren Adam Uçan Şemsiye Meddah Amca

2004 2.500.000.000 2.500.000.000 2.500.000.000 2.500.000.000 10.000.000.000

5.000.000.000 5:000.000.000

5.000.000.000 1.500.000.000 5.000.000.000 1.500.000.000 5.000.000.000 1.500.000.000 1.500.000.000 1.500.000.000 5.000.000.000 1.250.000.000 5.000.000.000 5.000.000.000 5.000.000.000 5.000.000.000 5.000.000.000 5.000.000.000 70.250.000.000


> Robert Schild

cy a

> robertschild@tiyatrodergisi.com.tr

pe

Sam Shepard'ın hakkını vermeyen bir

Sahne dünyamızın artık temel direklerinden biri durumuna gelmiş Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu'na bir kardeş doğdu: Gene Akbank Kültür Sanat Merkezi'nde gösterilerine başlamış olan "Yeni Kuşak Tiyatro". Başta İngiltere olmak üzere yıllardır yurt dışında başarılı çalışmalarda bulunan, Londra Arcola Theatre'nin kurucusu ve halen KenterTiyatrosu'nda "Inishmore'lu Yüzbaşı" ile "İki Hayat Sonra" oyunlarını yöneten Mehmet Ergen'in üstlendiği bu girişim, daha çok genç izleyicileri hedeflemekte - ve gerçekten de, oyunu izlediğimiz gün, salondaki yaş ortalaması yirmi beş dolaylarındaydı... Oluşturulan kadronun amaçları "...dünya tiyatrosunun en çarpıcı, en yeni ve en cesaretli metinlerini..." sunmaktaysa da, seçtikleri ilk yapıt, "en yeni"ler arasında değil. Ne var ki, "Yeni Kuşak Tiyatro" bize Sam Shepard'ın belki de en tanınmış oyunu olan, 1983'e dayanan "Aşk De//si" nin ülkemizdeki ilkgösterimini sağlamakla, gene de önemli bir yenilik sunuyor hiç kuşkusuz.

Shepard ile ilk kez 1987'de İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahnelenmiş "Vahşi Batı" oyunu ile karşılaştım - ABD ilkgösteriminden sadece altı yıl sonra, Tunç Yalman'ın yönetiminde, Erol Keskin ve Cüneyt Türel'in o olağanüstü yorumuyla! Belki anımsayanlar vardır - bu oyundaki iki kardeşin, Austin ve Lee'nin arasındaki derin sorunlar, karşılıklı bir rekabet içinde bir türlü iletişim kuramadıkları annelerinin o geçimsiz özyapısından kaynaklanıyordu... "Aşk Delisi" nde oluşan gerilimin kaynağı ise babadır, bu kez; iki eşinden iki çocuğu olan ve eşleri arasında sürekli olarak gidip gelen, yaşamını neredeyse ikiye bölmüş olan tutarsız, aile bağlarını hiçe saymış, zamanının "maço" bir erkeği...


Eddie ve May, lise yıllarından başlamak üzere birliktedirler. Ne var ki May, Eddie'nin serseriliklerinden, kendisine sık sık sırt çevirmesinden ve ancak işine geldiği zaman tekrar geri dönmesinden bıkmıştır artık. Onu terketmiş ve uzaklarda, ABD'nin batısında bulunan bir çölün ortasındaki küçük bir motelde iş bulmuştur - dahası, yeni bir erkek arkadaşı da... Ancak Eddy, buna katlanmayacaktır. Aynen ataları olan "cowboy"ların, kementleriyle atlarına binip kaçan sığırlarının peşine gittikleri gibi, o da arabasıyla binlerce kilometre katederek May'i bulur. Amacı, her ne bahasına olursa olsun, onu kasabasına geri götürmektir. Tartışırlar, boğuşurlar - bu arada, May'in yeni sevgilisi Martin çıkagelir, Eddie'nin ise peşine takılmış zengin "Kontes" Mercedes arabasıyla dışarıda belirir, sahnenin bir yanında sessizce oturan yaşlı adam konuya girer - ve sonunda Eddie çekip gider! Tek perdelik oyunun geliştiği mekân, May'in kaldığı köhne motel odasıdır. Solda bir yatak, arkasında banyoya açılan kapı, onun yanında ise, dışarıdaki reklam ışıkları ve gelip-geçen arabaların farlarının göründüğü bir pencere. Sağda bir masa ve iki-üç iskemle. O kadar; deneyimli tiyatrocu Naz Erayda'yı, üstlendiği sahne tasarımında hiç zorlamadan - ve giysi tasarımında da olduğu gibi, bu çalışmalarına özel bir övgü gerektirmeden... Ne var ki, bu küçük oda, içinde devinen kişiler tarafınca büyütülüyor, ayrıca iki bölüme de ayrılıyor adeta! Sadece birkaç metre genişlikteki bir mekânda bulunan iki kişinin, düşünce ve tutumları açısından apayrı dünyalarda olabilmeleri bir yana, bu gördüğümüz küçük motel odasının bir yanı May'e, diğeri ise Eddie'ye aittir, sanki... Solda May'in uzanıp örtüsünü çekebileceği yatak veya sığınabileceği banyonun kapısı var; kaçıp gitmek için elbiselerini tıkabileceği çantası duruyor. Sağda ise, Eddie'yi dış dünyaya bağlayan odanın ana kapısı. Bu kapı ile yatağın arasında gelipgiderken, kementini salladığı bölüm. Beraberinde getirdiği Tequila'sını içtiği masa ve iskemle. May'i sinemaya götürmek için gelmiş ve kendisine hedef seçtiği Martin'in durduğu köşe. Oyunun başkişileri Eddie ve May'dir, kuşkusuz - ne var ki, rolünün daha küçük olmasına karşın, bence en yetkin sahne performansı, Martin'in saflığını başarılı biçimde sergileyen Cengiz Bozkurt'a ait. May, Shepard'ın yarattığı belki de en güçlü ve olduğunca özerk kadın özyapısıdır - bu rol Esra Bezen Bilgin tarafınca kusursuz, ancak bence biraz "mekanik" biçimde çizilmekle, inandırıcılığından ödün veriyor... Eddie rolünü üstlenmiş Serhat Tutumluer için de aynı eleştiriyi getirmem gerekiyor - umarım, birkaç hafta içinde her iki genç oyuncu rollerine yeterince alışmış olup, daha doğal biçimde hareket ederler.

cy

a

"Aşk Delisi", iki bireyin sorunlu ilişkisinin ardındaki etkenleri sorgularken, kanlı-canlı bu gençleri, gerçeküstü bir boyuttan çıkagelen yaşlı adam ile karşı karşıya getiriyor. Özgün metinde oyunun başından beri kenardaki sallanan koltukta oturan ihtiyarı Mehmet Ergen nedense masa başına oturtup eline bir plastik bardak (?) vermiş... Bu yaşlı adam, acaba gene yazarın özyaşamından bazı izler mi taşıyor? Shepard'ın oyunlarını bilen, içki sorunlarıyla boğuşmuş gerçek babasına gerek "Aç Sınıfın Laneti"nde, gerekse Pulitzer ödüllü "Buried Child" oyununda rastlıyor, nedense. "Aşk Delisi"nde ise gene babadadır, oyunun anahtarı...

pe

Sam Shepard, ABD'nin "en Amerikanvari" tiyatro yazarı olarak biliniyor. Oyunlarının çoğu, ABD'nin "western" dünyasının izlerini, köy-kasaba atmosferini taşır. Mehmet Ergen, bu yörelerin kendine has havasını oyuna pek aksettirmemiş - belki de, gerek görmemiş... Sonuç: Benim aklımda kalanlar, gerçeklere pek uzak kalan bir konu, Cengiz Bozkurt'un alçak gönüllü, ama düzeyli oyunu ve Yakup Çartık'ın, özellikle motel odasının dışını ustalıklı biçimde simgeleyen başarılı ışık çalışması.


> Erbil Göktaş

cy

a

> erbilgoktas@tiyatrodergisi.com.tr

pe

Eskişehir'de Yılmaz Büyükerşen Mucizesi ve Şehir Tiyatroları'nda

Eskişehir çok şanslı bir kent... Çünkü Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen gibi vizyon sahibi bir yöneticiye sahip. Anadolu Üniversitesi'ndeki Rektörlüğünde, Üniversiteyi olağanüstü bir biçimde geliştirmişti. Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü, O rektör olduğu için kuruldu. Tiyatro Bölümü'nün son derece gelişmiş stüdyoları, sınıflarıyla birlikte 200 kişilik kendilerine ait tiyatro salonu onun zamanında yapıldı. Yine kampüsteki 600 kişilik son derece modern inşa edilmiş tiyatro salonuyla birlikte, küçüklü büyüklü bir sürü salon ve sahnenin kurulması, onun aynı zamanda sanat ve tiyatro tutkunu olmasından çok, sanatın ve tiyatronun işlevini bilen bir yönetici olmasından kaynaklanmıştır. Bugün onun şu sözlerini edebilecek kaçtane belediye başkanı çıkar: "...bir şehir, tiyatrosu olmadan, senfoni orkestrası olmadan büyüyebilir ama gelişemez. Bunun nedeni tiyatronun kendi yapısı içinde barındırdığı potansiyel güçtür...Bakın Türkiye'ye. Ne kadar çok büyük şehir var değil mi? Peki gerçekten kaç tanesi büyük şehir?" ("Hadi Öldürsene Canikom" Oyun Broşürü,s.3)

İki dönemdir de belediye başkanlığını sürdüren Büyükerşen, "Eskişehir Mucizesi" denilen bir başarıya imza atmıştır. Bu başarıların bizimle doğrudan ilgili olanı 20002001 döneminde, yani göreve gelişinin hemen ardından kurulan "Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları". Farklı tiyatro okullarını bitirmiş gençlerden kurulu bu tiyatro, ağırlığı Türk Tiyatrosu'ndan olmak üzere yaklaşık 20 oyunla 162 binin üzerinde izleyici sayısına ulaşmış. Sahne sayısı bakımından da önemli bir gelişim göstermiş. 202 kişilik Tepebaşı Sahnesi'yle, 178 kişilik Turgut Özakman Sahnesi'nin yanı sıra bu yıl hizmete giren Kültür ve Sanat Sarayı'nın tiyatro salonu 570 kişilik. Yine aynı yapı içerisinde yer alan döner sahneli ve orkestra çukuru da olan Senfoni Orkestrası'na tahsis edilen geniş salonunda her ay turneye gelen bir opera da


ağırlanıyor. Hem Tiyatro...Tiyatro... Dergisi hem İsmet Küntay Ödülleri Seçici Kurulları Büyükerşen'e tiyatroya yaptığı katkılardan dolayı teşekkürlerini verdikleri birer ödülle iletmişlerdi. Ayrıca Büyükerşen'in daha pek çok konuda ödül aldığını da görüyoruz. Ne diyelim, darısı diğer belediye başkanlarının başına!.. Şimdi sıra Şehir Tiyatroları'nın alacağı ödüllere geldi... Görünen o ki, onlar bunu da başaracaklar!..

pe

cy a

Hadi Öldürsene Canikom Hayati Asılyazıcı'yla izlediğimiz Aziz Nesin'in "Hadi Öldürsene Canikom" adlı oyunu, Nesin'in çalgılı-şarkılı oyunlarından daha fazla güldüğümüz bir oyun olarak karşımıza çıkmıştı. Şehir Tiyatroları'nın Genel Sanat Yönetmeni Yıldırım Fikret Urağ'ın dekor ve kostümleriyle birlikte yönetmenliğini de yaptığı oyun her şeyiyle mükemmelliğe ulaşmıştı. Bunun ana nedeni, gerçekçiliğin tüm boyutlarıyla vurgulanmasıydı. Yani gerçeküstü öğeler kullanılsa da oyunun tüm yapaylıklardan arındırılarak "sahici" bir tabana oturtulmasıydı. Bu tavır oyunu ortaya çıkaran bütün etmenlerde açıkça görülüyordu. Dekor-kostüm kullanımından ışığa, kişiliklerin yorumlanmasından işlevsel değişikliklere kadar her şey oyunun bu ana yönelişini destekliyordu. Yönetmen yardımcılığını Özlem Akdoğan'ın, ışık tasarımını ibrahim Karahan'ın yaptığı oyunda, Tayfun Eraslan ve Cüneyt Mete sesleriyle yer almışlardı. Siyen'i Burcu Tutkun, Diha'yı Özlem Boyacı, Havagazı Memuru'nu Emre Basalak oynuyordu. Basalak aynı zamanda yönetmen yardımcısıydı ve oyundan sonraki konuşmamızda Urağ'ın kendilerini Eric Morris yöntemiyle ("Rol Yapmayın Lütfen") çalıştırdığını söyledi. Gerçekten her üç oyuncu da rol kesmeden, kişilikleri en ince ayrıntısına kadar çalıştıklarını gösteren bir oyunculuk sergilediler. Çünkü oyunda yapaymış gibi gözüken bir durum söz konusu; o da bir canavarın kendilerine tecavüz etmelerini bekleyen iki kadın, zaman zaman atışıp zaman zaman da dertleşiyorlar. işte bu yüzden kadınları bu isteğe yönelten ana nedenin altının çizilmesi önem kazanıyor. Oyun iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, birbirlerine komşu olan Siyen'le Diha'nın, şehirde kadınlara tecavüz ettikten sonra onları öldüren bir hava gazı memurunun yolunun kendilerine de düşmesini beklemekle, beklerken de ölen kocalarıyla ilişki(sizlik)lerinin yarattığı yalnızlık ve bastırılmış cinsel isteklerinin çeşitli biçimlerde açığa çıkmasıyla gelişen durumları görüyoruz. Siyen'in yirmi üç yıl önce ölen kocası bir generaldir. Yirmi yedi yıl evli kalmışlardır. Diha'nın yirmi yedi yıl önce ölen kocası bir katiptir ve üç ay evli kalabilmişlerdir. İki kadın kocalarının anılarına çok bağlıdırlar. İkisinin de yaşamlarına kocaları öldükten sonra erkek girmemiştir. Yalnızlıktan bunalan ve o zamana kadar cinsel isteklerini içlerine atmış kadınlar, bir gün radyoda bir sapığın havagazı memuru kılığında yalnız yaşayan kadınların evlerine girerek onlara tecavüz ettikten sonra öldürdüğü haberini işitirler. Bu haber onları heyecanlandırır. Sapığın kendilerini de ziyaret edebileceğini düşünürler. Kimin evine gelirse gelsin, birbirlerine haber vermek için anlaşırlar. Diha'nın yemek pişirmek üzere gittiği sırada Havagazı Memuru gelir. Ancak bu radyo haberlerinde ve gazetelerde tanımlanan cani değil, yaşlı, sarsak, kendi


halinde bir memurdur. Siyen, onu aranan sapık sanarak heyecanlanır ve kıskançlıktan Diha'ya haber vermez. Memura aşırı özen gösteren Siyen, ona General'in elbiselerini ve çizmelerini verir. Dilha gelince, onu saklamak için uğraşır ancak beceremez. Birlikte içki içerler. Önce ne olduğunu anlamayan Havagazı Memuru, durumu anladığında kaçmaya çalışır ancak içkiden ve kadınların gösterdiği ilgiden dolayı kaçmayı başaramaz. Memur'dan tecavüz için hiçbir hareket gelmeyince, kadınlar onu kışkırtmak için gıdıklamaya başlarlar. Yaşlı, hastalıklı ve içkiyi fazla kaçırmış Havagazı Memuru, dayanamayarak ölür. Urağ ve ekibi ilk perdedeki bekleyişin altını tüm ayrıntılarıyla çok iyi çizmişler. Zaten Nesin de, oyuna "iki yalnız insanın acı güldürüsü" olarak bakılmasının "çok soyut bir yargı" olacağını belirtmiştir. "Nerde, ne zaman, hangi koşulda?" iki yalnız insan sorularına yanıt verilmesi ve bu kadınların toplum içindeki konumlarını belirlemek gerekmektedir. Nesin, bu iki kadının, sınıflı bir toplumda, küçük burjuvanın bürokrat kesiminden iki emekli dulu olduğunu, sahneye koyuşta bunu özellikle belirtmek gerektiğini söylemiştir. ("Üçüncü Kez Canikom", Devlet Tiyatrosu Dergisi, Sayı: 69, Ekim-Kasım-Aralık 1978, s.59)

cy a

"Hadi Öldürsene Canikom", yalnızlık sorunsalını, kapalı bir toplumda bastırılmış cinsel eğilimlerle birlikte ele alan eğlenceli ama aynı zamanda düşündürücü ve buruk bir oyundur. Oyun Siyen'in bir sürü eşyayla doldurulmuş, adım atacak yeri olmayan salonunda geçer. Urağ'ın başarısındaki birinci neden bu... O sıkış tepişliğin, o adım atacak yer olmayan eşyaların, mobilyaların içinde yaşanan boşluk duygusu... Tüm bu doluluk kadınların içindeki boşluğu, yalnızlığı doldurmaya yetmemektedir. İkincisi dekorda varolan radyonun da, neredeyse bir oyuncu olarak oyuna katılması... Radyo haberleri ve duyurularının yanı sıra "Türk Sanat Müziği'nden Seçmeleri" de oyundaki durum ve ilişkileri kimi zaman desteklemesi, kimi zaman tersinlemeyle vurgulaması hem işlevsel, hem de güldürü öğesinin daha bir artmasını sağlamış, tabii kimi yerlerde burukluğu da getirerek... Siyen'in general kocasının üniformasıyla, çizmeleri de çok iyi ve işlevsel kullanılmış. General öldükten sonra Siyen'in 27 yıl üniformanın bakımını yapıp sürekli çizmeleri parlatması, her evlilik yıl dönümlerinde bir mankene asar gibi baş köşeye koyması, komşusu ve yazgıdaşı Diha'yı kıskandırması. Havagazı Memuru geldikten sonra onu saklamak için mankenimsiliği kullanması çok iyi değerlendirilmiş. Özellikle Diha, gidip baktığı zaman Memur'un kafasını ceketin içine çekmiş olmasından dolayı onu fark edememesi çok hoş... Siyen'in makyaj düşkünlüğüyle birlikte, ayağının aksaması, Diha'nın gündelik giysileri, yapay kocaman göbeği ve kalın çerçeveli kocaman gözlüğü de yaşlandırma açısından iyi oturmuştu. Birinci perdeyle ikinci perdenin bağlanması da pek çok yönetmen kullansa da, burada çok iyi duruyordu. Siyen birinci perdenin sonunda kapıyı açmaya giderken ışıklar kararıyordu. ikinci perdenin açıldıktan sonra yine aynı sahnenin tekrarlanmasıyla başlayıp devam ediyordu.

pe

Yönetmenin oyundaki üçüncü kozu ise, oyuncularını tüm bu akıl almazmış gibi gelişen durumların içerisinde neredeyse karakter boyutunda işlemesi... Söylenen tüm sözlerin ve olaylardaki gelişimlerin nedenleri gerek tonlamalarda gerek mimiklerde en ince ayrıntısına kadar veriliyordu. Özellikle Havagazı Memuru'nun sakallı, titrek bir ihtiyar olarak verilmesi, konuşmasındaki hafif Erzurumlu'yu çağrıştıran şivesi, delik çorabı, pantolonunun altındaki pijaması çok güzel kullanılan ve izleyicileri kahkahalara boğan ayrıntılardı. Her üç oyuncu da kişilikleri psikolojik boyutları içinde "sahici" olarak var etmişlerdi. Bu da yapaymış gibi gözüken çeşitli durumların gerçek olabilirliğinin kabulünü ve gerçekçilik duygusunun sağlanmasını getiriyordu. Bu kadınlar yaşama bir kıyısından tutunmak için o kadar tuhaf şeyler yaparlar ki, denge tutturulamadığı zaman inandırıcılık, tutarlılık gibi ilkeler zedelenebilir. Çünkü en başta yalnızlıktan ve bastırılmış cinsel isteklerinin zorlamasından, içinde bulundukları boşluktan bir tecavüzcü yoluyla kurtulmak istemeleri gerçeküstü, hatta saçma bir durumdur. Bir de Siyen'in evlilik yıl dönümlerini, kocasının ölümünden sonra kutlamaya başlaması, onun giysileriyle kurduğu fetişizme varan ilişkisi, duvarda asılı kendisinin olmayan güzel kadın fotoğrafı, makyaja olan aşırı düşkünlüğü, Diha'nın dünyanın en güzel kadını gibi kendisine gönderildiğini söylediği düzmece, kendisinin yazdığı aşk mektupları görünüşte saçma, ancak içinde bulundukları toplumda yaşadıkları bir gerçekliktir. Bu da Nesin'in belirttiği gibi, burjuva yaşam biçiminin kadını soktuğu cenderenin; Havagazı Memuru'nun da karısından memnun olmadığını göz önüne alırsak kadın-erkek bireylerin traji-komik yaşamlarının bu toplum yapısındaki değiştirilmesi zorunlu olan durumlarıdır. Her ne kadar Havagazı Memuru, kadınlar kadar yalnız olmasa da (çünkü bu toplum erkeklere iki hatta çok yüzlü yapısı içerisinde belli oranlarda özgürlük tanımaktadır) bir takım yoksunluklardan ve sevmediği bir eşle birlikte olmaktan dolayı kişiliği törpülenmiş, zaafları oluşmuştur. O da kadınlar gibi bir kurbandır. Biraz nezaketin, biraz içkiyle gelen rahatlamanın ve -bu toplumda büyük bir çoğunluk erkeğin yapamayacağı gibi- kadınlardan gördüğü, karşı koymayı beceremediği ilginin kurbanı olmuştur. Nesin'e göre bu insanlar burjuva toplum düzeninin, onun dayattığı yaşam biçiminin ve çok yüzlü ahlak anlayışının kurbanıdırlar. Zaten finalde de, kadınlar bu toplum düzeninin sözde onaylamadığı "poligamik" bir ilişkiye yeltenmiyorlar mı? Toplum gerçek siyasetçisinin yerine bu düzenden geçinen poli­ tikacılarını temsilcisi diye seçmiyor mu? Aziz Nesin bu çelişkileri buruk bir gülmeceyle ve hepimizin yüzlerine ayna tutarak yansıttığı için büyük zaten... Ama hiç kimsenin o aynalara bakacak yüzü yok, belki de var ama çok... Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni ve oyunu yöneten Yıldırım Fikret Urağ'ı, ekibini, bu tiyatroyu var edenleri kutluyorum. İzlenmesi için öneride bulunmak da isterim ancak Eskişehir izleyicisini zaten yaratmış. Oyun zaten kapalı gişe oynuyor, şimdiye kadar 55 gösterimde 12 binden fazla seyirci izlemiş... Ne diyeyim, İstanbul'a da bekleriz..©


Beyazcam'a Taşanlar...

> Özgü Namal

> Nihat Alptekin

cy

a

> nalptekin@tiyatrodergisi.com.tr

pe

H e p Tiyatro Yapacağım,

Çünkü

Tiyatroda

Temizleniyorum

Tiyatro dergisi okur musunuz? Evet. Ama eskiden daha çok okurdum, özellikle öğrenciyken. Merakla her sayısını beklerdim, eleştirileri, yazıları okurdum. Ama artık pek okuyamıyorum. Çünkü çok yoğunum, ama hep destekliyorum, siz de bizim gibi zor bir şeyi yapmaya çalışıyorsunuz. Bütün bu yoğunluk arasında tiyatrodan da kopmamaya çalışıyorum. Geçen sezon İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda Sayın Can Gürzap'ın teklifi ile "Taraf Tutmak" oyununda rol aldım, yakında da yeni bir projede yer alacağım. Siz İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda okudunuz. Genç kuşak oyunculardansınız, öğrenci iken de televizyonda oynuyor muydunuz? Evet ve bu bizim tercihimizdi, hocalarımız bu popüleriteye çok karşıydı. Ama karşı çıkamayacaklarını anlayınca biz devam ettik, tabii devamsızlığımız işleniyordu. Bunu yaptık, çünkü para kazanmamız gerekiyordu. Para ihtiyacımı da tezgahtarlık yaparak karşılamak istemiyordum. Çünkü ben oyunculuk yapmak istiyorum ya tiyatroda ya da televizyonda. Ama televizyon daha çok kazandırdığı için televizyondayım... Ama şimdilik. 4 yıl tiyatro Fora'da tiyatro yapmaya çalıştım, çok güzel oyunlar oynadık... Baktık ki geçinemiyoruz, televizyonda bir şeyler yapmaya başladık. Maalesef yurtdışında tiyatrodan 41 <


para kazanılıyor ama bizde bugün için böyle bir şey zor görünüyor, hele İstanbul'da imkansız. İstanbul'da okulda okurken ayran, simitten bıkmıştık. Zor günlerimiz oldu. Hayatımı devam ettirmek istiyorum o kadar. Para kazanıp yaşam standardınızı yükseltmek için mi televizyondayım diyorsunuz yani? Tabii ki daha fazla sinemaya gidebiliyorum, bilgisayarım, fotoğraf makinem var, gözlem alanım artıyor. Para ne işe yarar? Paranın satın alabileceği en iyi şey nedir sizce? Bence, paranın satın alabileceği en iyi şey zamandır. Niye bu kadar zamana ihtiyacınız var? Çünkü zaman geçiyor her an ölebilirim ve bir şeyler yapmalıyım. Çok fazla oyunculuk yapmak, çok fazla karakter oynamak istiyorum. Hayatıma çok fazla ve anlamlı şeyler sığdırmak istiyorum. Ben idealist olayım Anadolu'nun bir köşesinde sömürüleyim; hayır bunları istemiyorum. Ödenekli tiyatroları bu yüzden mi tercih etmiyorsunuz? Evet bu sisteme karşıyım ama bu ben televizyonda oynayayım para kazanayım demek değil. Tam tersine elimden geldiğince özel tiyatrolarda olmayı tercih ederim. Çünkü orada kendimi daha iyi ifade edebileceğim, daha özgür olabileceğim bir ortam var. Ve tiyatroda özgürlüğü seviyorum. Tartışmayı, araştırmayı seviyorum. "Taraf Tutmak" oyununda oynarken ödenekli tiyatronun işleyişi hakkında bir fikir edinebildiniz mi? Valla ben para almadan çalıştım. Çok fazla prosedür gerekiyordu. Para kazanmak için değil, tiyatro yapmak için gittim ama diğer taraftan televizyonda paramı kazanıyordum. Orada çok az genç oyuncu olduğunu, zamanları geldiği halde bir çok oyuncunun hâlâ hiçbir şey yapmadan orada durup para aldığını gördüm. Gençlere fırsat verilmediğini, yol açılmadığını gördüm. Genç oyuncuların Türkiye'nin dört bir yanına zor koşullarda tiyatro yapmak için serpildiğini gördüm.

a

Böyle olması gerekmiyor mu, orada da tiyatro yapılmasın mı ? Yalnızca gençlerle mi? Bu sıkıntıyı gençler mi çekecek? Bu tıpkı politikamıza benziyor. Politikadaki aynı karmaşıklık, aynı prosedür devam ediyor. Politika ve sanat yan yana olmaz. Bu laiklik gibi bir şey; nasıl din ve devlet işlerini birbirinden ayırmamız gerekiyor, sanat ve devleti de birbirinden ayırmalıyız. YÖK yasaları ile sanat eğitimi olmayacağı gibi bu da olmaz.

pe

cy

Peki devletin sanat ve sanat kurumları ile nasıl bir ilişkisi olmalı? Ödenekler artırılmalı, emeklilik yaşı daha aşağı indirilmeli. Genç oyunculara yer açılmalı, repertuvar ve çalışma koşulları daha entelektüel bir boyuta ulaşmalı. Niye tiyatro seyircisi gittikçe azalıyor? Çünkü, sürekli kalitesiz oyunlar, kalitesiz oyuncular, sıkıldığımız daraldığımız oyunlar, nefret ettiğimiz oyunlar oynanıyor. Kelimeleri tane tane söyleyerek adeta satış yaparak bir oyunculuk anlayışı ile oynayan oyuncularla bu iş olmaz. Ben bu sistemi, kendimde maddi manevi gücü bulduğumda değiştireceğim, çünkü bütün gençler böyle düşünüyor. Ben şu anda televizyon dizilerinde oynuyorum diye birileri beni eleştiriyor


cy a

pe


ama bunu niçin yaptığımı kimse bilmiyor, ayrıca bilmek zorunda da değiller, zamanı gelince bunu görecekler zaten. Yani yaşadığınız bu popüler karmaşa tiyatro için! Tabii ki geldiğim yeri unutmadım.14 yaşımda anneannemin bahçesinde başladım tiyatro yapmaya. Halk Eğitim geçmişim var. Evet, hayat beni şimdilik başka bir noktada tutuyor ama bu da bitecek, tiyatro yapacağım, çünkü tiyatro temizlendiğim yer. Ben uzun yıllar fotomodellik yaptım, çok para kazanıyordum ama ben oyunculuğu seçtim, hem bu işin eğitimini de yaptım. Şimdi hangisi daha kolay? Peki televizyonda bu idealleri ne kadar koruyabilirsiniz? Korumaya çalışıyorum. Korudum, koruyacağım. Ayrıca bu bireyle alakalı bir şey, kendini koruyanlar var, koruyamayanlar var. Koruyamayanlar yok olup gidiyor. Ben gidip işimi yapıyorum. İdeallerimi gerçekleştirene kadar bunu yapacağım ve konuşmayacağım, zamanı gelince konuşacağım, zaten şimdi her anlamda biriktiriyorum. Peki bütün bunları yaptıktan sonra sizi ciddiye alacaklar mı? Tabii ki, çünkü orası başka, burası başka. Kişinin ne kadar tiyatro yapmak istemesiyle ilgili. Yalnızca televizyon oyunculuğu yapıyor, tiyatro yapmıyor diye kimseyi suçlayamayız, bu onun tercihidir. Uzaktan nasıl görünüyor bilmiyorum ama çok zor bir hayatımız var. Aslında tiyatro yapmak istiyoruz, ama yapamıyoruz ve tiyatro yapabileceğimiz günleri özlemle bekliyoruz. Popülerliğimizi tiyatroya döndürmeye çalışıyoruz.

cy

a

Bir Hollywood filminde oynayan kadın oyuncularımızdan biri olacaksınız. Bir şans mı bu? Hayır. Çabanın karşılığı; ben de deneme çekimine gittim ve beni seçtiler. Tabii ki bu önemli bir sorumluluk. Bu alanda yeni başladık. Türk oyunculardan bahsedecekler. Bunu basite almayalım. Yeteneklerimizi dünyaya gösterebileceğimiz fırsatlardan biri. Sinemada, müzikte, sporda gösterdiğimiz uluslararası başarıyı oyunculukta da yakalayalım. Bizim kuşak bunu yakalayabilir. Biz bilgisayar çocuklarıyız, biz Özal dönemi markaların çocuklarıyız; bu bir anlamda eksik büyümemize neden oldu. Kayıp bir kuşağız, yani öte yandan dünyanın bilincinde, yenilikçi bir kuşağız, dünya değişiyor, küçülüyor bu anlamda biz daha çok zorluklara sahibiz, bir önceki kuşak daha rahatmış. Şimdi üniversite sınavları daha zor, ödenekli tiyatrolara girmek daha zor, kafamız daha karışık. Bizi eleştirenler bunların farkında mı acaba? Genç nüfus daha çok, müthiş bir rekabet var. Ben bunlara rağmen çalışıyorum ve biz daha çok fedakarlık yapıyoruz bence. Evet ben magazin programlarına çıkıyorum ama tiyatro seyircimi oluşturuyorum, bir gün onları tiyatroya çağıracağım. Televizyonda oyunculuk yaparken bir yabancılaşma hissediyor musunuz? Hayır. Sonuçta ikisi de oyunculuk değil mi? Çalışma koşulları farklı yalnızca. Televizyonda daha küçük oynarsın, ayrıca set ortamı olduğu için konsantrasyon süresi farklıdır. Yararlandığımız teknikler aynı. Ama er meydanı tiyatro sahnesidir.

pe

Oyun izliyor musunuz? Evet, ama özel tiyatroları tercih ediyorum, birkaç tane var ama hepsi de çok güzel seçkin işler yapıyorlar. Ödenekli tiyatrolar ucuz olduğundan daha çok seyirci topluyorlar tabii ki. Ama değişim lazım, kadroları yenilemek lazım. Birkaç özel tiyatroda çalışmak istedim


ama üç beş kişi ile yapıyorlar, bana yer yok şimdilik. Nedim Saban ile konuştuk "iki Oda Bir Sinan" adlı komedi oyunu sahneleyeceğini söyledi, teşekkür ederim dedim ama "Söz Veriyorum" oyunundan bahsedince heyecanlandım, umarım önümüzdeki yıl oynayacağız. Sizin tasarladığınız tiyatrodan para kazanılabilir mi? Kazanılabilir de, kazanılamayabilir de. Bir para kazanma kaygısı olmadan yapmaya çalışacağım, kazandığım parayı oraya yatırıp tiyatronun kendisini ayakta tutmasını sağlamalıyım. En azından gençlere yer vermeliyim. Çünkü ben uzun süre kapı kapı dolaştım. Ama bütün bunları yaparken amatör ruhumuzu kaybetmemeliyiz. Bakın Semaver Kumpanya bir grup gencin samimi çabası ile bu hale geldi. Bu mesleğin içine yaşam kaygısı, faturalar girmemeli. Devlet yalnızca ödenekli tiyatrodakilere değil bu mesleğe gönül verenlere de sosyal haklar vermeli.

pe cy

a

Bu genç yaşta bu kadar yoğun çalışmayı ve başarıyı neye bağlıyorsunuz? Ben çalışkan, inançlı ve düş kuran biriyim. Ayrıca sabırlıyımdır, çabuk pes etmem. Mesela MSM'de okurken bizi okuldan attılar, bir çok arkadaşım tiyatrodan vazgeçti. Ben vazgeçmedim çünkü güdülerimi durduramadım. Ben kendimi bildim bileli oyunculuk yapmak istiyorum. Evet bazı işleri istemeyerek yapıyorum. Dizi "fast food", senin emeğin önemli değil, çünkü kumandanın düğmesine bağlı her şey. Önemli olan samimi olması. Peki bu kadar kişinin takip ettiği televizyonda oynarken bir sorumluluk hissediyor musunuz? Bence sorumluluk öncelikle yapımcıya aittir, tabii ben de önüme sunulan her şeyde oynamam ya da yapmam. Bana yüksek ücretlerle sabah programı yapmamı, hava durumu sunmam konusunda teklifler geldi ama kabul etmedim, daha çok kazanacağım diye


a

inanamadığım, herkesin yapabileceği şeyleri kabul etmem. Ayrıca televizyon oyunculuğu o kadar ciddiye alınacak bir şey değil, mankenler de şarkıcılar da oynuyor, ama oyuncular oynadığında o ciddiye alınmayacak şeyin istenildiğinde nasıl ciddi bir şey olduğu ortaya çıkıyor. Benden fazla para alması falan önemli değil, benim itibarım önemli.

pe cy

Ama bu mankenler sizin sınıf arkadaşlarınızın ya da eğitim almış diğerlerinin yerini kapıyorlar. Hayır, buna katılmıyorum, bunun için mücadele etmek gerekiyor. Ben mücadele ettim; kimse okuldan çıktığım gün gel oyna demedi. Güzel olduğum için mi? Asla. Çalıştığım, araştırdığım, insan ilişkilerim iyi olduğu için böyle oldu, kesinlikle şansla ilgisi yok. Hayat sürekli tercihler sunar. Önemli olan neyi tercih ettiğin. Ben hiçbir zaman sınırı aşmadım, sabahlara kadar içip gezmedim, uykuma dikkat ettim, fazla sigara içmedim. Kimse bana güzel olduğum için bu noktaya geldiğimi söyleyemez, parçalarım, ki geldiğim nokta daha yolun başı, daha çok şey yapacağım. Şu anda oynadığım dizinin bu kadar popüler olması ya da benim bu dizi sayesinde daha çok tanınmam bir şans değil; bir çalışmanın sonucu, ayrıca istemedikleri gibi oynadığımda hemen gönderirler, bir kalem ucundayım yani, ama gitmedim çünkü sabahlara kadar çalışıyoruz. Bütün bu popülerliğin getirdiği imajdan nasıl kurtulacaksınız? insanlar çabuk unutur. Depremi ve daha bir çok olayı ne çabuk unuttuk. Çünkü bu ülkede önemli olan gündemdir ve ne yazık ki bizim gündemimiz her gün değişiyor. Maalesef balık hafızalıyız. Ayrıca magazin programlarında olmak benim tercihim değil, onlar beni takip ediyorlar ve çekiyorlar ve onlarla aramı iyi tutmalıyım. Kendi istediğim işi seçecek duruma gelene kadar oyunu kuralına göre oynamalıyım. Günün birinde ben seçeceğim bu da sosyal ve ekonomik özgürlüğümü kazandığımda olacak. Kendi kuşağınızla neleri paylaşmak istersiniz? Öncelikle eğitimden yanayım, oyunculuğun bir meslek olduğunu anlamalıyız. Temel eğitim gerekli ya da yeteneği disipline etmek. Fiziksel özellikler bazen şans yaratabilir ki bu da geçicidir. Ben televizyon piyasasındaki tecrübelerimi yanlışları doğruları içimden geçenleri kendi kuşağımla ya da beni merak edenlerle paylaşmak için bir internet sitesi açmaya karar verdim. Bu sitede gündemle ilgili düşüncelerimi yazacağım, maalesef televizyondaki sözde oyunculuk yarışmalarında ıkınma taklidi yaparak oyunculuk yaptığını sananları gördüm. Oyunculuğu böyle gören bir toplumda herkesin izlediği televizyonda iyi oyuncuların farkına kim varabilir? Hayır herkes böyle görmüyor bazıları böyle görüyor. Ya da kolay olduğu için böyle görmek istiyor. Televizyon dizileri arttıkça artık yapımcılar da eğitimli oyuncuların farkına vardı, onlar sayesinde dizilerde seyirciler oyuncularla tanıştı ve aradaki farkı gördü. Yıllardır tiyatro yapan oyuncular diziler sayesinde sokaktaki insanla tanıştı, ki bu da oyuncuları memnun ediyor. Bu kadar eleştiriye rağmen hayallerinize ulaşmanızı diliyorum .


pe a

cy


pe

cy

a

> Beki Haleva

Kış etkinlikleri programında ağırlıklı olarak tiyatroya yer veren Enka Kültür ve Sanat, yabancı yazarların yanı sıra Türk oyun yazarlarının yapıtlarına da yer vererek dengeli bir paylaşım yapmış tiyatro seçkisinde. Böylece Kasım ayından sonra Aralık ayı içinde de yine ilginç bir tiyatro yazarı ve topluluğuyla tanışma fırsatı bulduk. Yeşim Özsoy Gülan'ın yazdığı ve sahneye koyduğu, Aksak İstanbul Hikâyeleri başlıklı oyunu, Ve Diğer Şeyler Topluluğu, ilk olarak geçtiğimiz yıl, genç toplulukları da seyirciyle buluşturan, 14. Uluslarası İstanbul Tiyatro Festivali'nde sergileme fırsatını bulmuş. Sanat yönetmenliğini Genco Gülan'ın üstlendiği topluluk, bu yıl sezonu Enka'da bu oyunla açmış oldu. Ödenekli tiyatroların, ellerindeki olanaklara karşın ortaya koydukları niteliksiz oyunları izledikçe, tiyatro aşkıyla bir araya gelen, farklı disiplinlerden amatör kişilerin oluşturduğu böylesi toplulukların varlığı ve ortaya koydukları nitelikli ürünler tiyatro sevenlerin yüreğine su serpiyor kuşkusuz. Geçtiğimiz yıl içinde, Beyoğlu'nda tiyatro sahnesine dönüştürdükleri bir apartman katında, yine Yeşim Özsoy Gülan'ın yazıp yönettiği Ev-Kakafonik Bir Oyun'la dikkatleri çeken topluluk, bu oyunla Wiesbaden Bieanali'ne katılmış ve Berlin Hebbel Tiyatrosu'na davet edilmiş.

Aksak İstanbul Hikâyeleri, adının da açıkça belirttiği gibi düzen ile düzensizliğin, düş ile gerçekliğin ve benzeri birçok tezat yaratan durumun oluşturduğu aksaklıkları, aksasa da iyi kötü yürüyen uyumsuzlukların uyumunu anlatıyor. İlginç bir metin oluşturmuş yazar. Başta şaşırtan, yavaş yavaş seyirciyi kavrayan, giderek düşündüren, yer yer güldüren, yer yer hüzünlendiren bir metin, tıpkı İstanbul gibi. Türk musikisinde kullanılan usullerden biri de Farsça'da topal güvercin anlamına gelen lenk fahtedir. Zamanları eşit olmadığından aksak olarak adlandırılan ritm sisteminde yer alır.


Yazar metinini oluştururken işte bu aksak ritmi kendine örnek almış ve bu ritmi ses, metin ve oyunculuk düzeylerinde uygulama yoluna gitmiş. On iki ayrı karakterin monologlarından oluşan tek perdelik bu kısa oyun, başta birbirinden kopuk gibi görünen, metin ilerledikçe bağıntıları belirginleşen, her bir parçanın yavaş yavaş yerini bulduğu bir yap-bozu anımsatıyor. İstanbul sokaklarında rastlayabileceğimiz toplumun hemen hemen her katmanından bir örneği buluyorsunuz karşınızda. Oyun, on iki farklı karakter aracılığıyla, taksi şoföründen, günümüzde beyaz yakalı tabir edilen koyu renk kostümlü bankacılara, tüm olumsuzluklara karşın öğretime gönül vermiş öğretmenlere, kurtuluşu yurt dışında bulacaklarını sanan umutsuz gençlere ya da burada kalıp aşklarıyla avunanlara, cennete gitme umuduyla kocalarının zulmünü sineye çeken dini bütün kadınlara, kendilerine dayatılan evliliklere razı olan genç kızlara ya da tam tersi dayatmalara bol küfürle ve aşırı davranışlarla tepki veren varoş kızlarına dek uzanan geniş bir yelpaze sunuyor İstanbul'un bu aksak öyküleri ve her şeye rağmen bitmeyen bir devinimle sürekliliğini koruyor. Güzellikler ile çirkinliklerin iç içe olduğu, her köşesinde bir sürprizle karşılaşma olasılığının hiç de az olmadığı, insana düşler kurduran dokusuyla çelişen gerçeklik duygusunu yaşatan İstanbul şehrini düşündüğünüzde bize sunulan öykülerin koşutluğu daha da belirginleşiyor. Birbirinin içine geçmiş öyküler, birbirine karışan ya da birbirini tamamlayan monologlarla ortaya çıkan sağlam bir örgüye dayanan bir metin kotarmış Yeşim Özsoy Gülan.

pe

cy

a

Salona girer girmez seyirci karşısında, dikdörtgen prizma şeklinde sütunları andıran yükseltiler üstünde ayakta taşlaşmış gibi duran, gerek giysileri, gerek donmuş hareketleriyle kimlikleri hakkında ilk ipuçlarını veren oyuncuların görüntüsünü buluyor. Oyunun başlamasıyla canlanan bu görüntüye, "absürd" tiyatroyu çağrıştıran, başta bir anlam veremediğiniz, belli bir sıra gözetmeksizin, kimi kez bir oyuncudan ötekine geçen, kimi kez koro şeklinde söylenen, uzun/kısa parçalanmış bir dizi monologlar eşlik ediyor. Her bir oyuncu farklı söz ve hareket ritmi içinde, ancak oyun ilerledikçe önceleri birbirleriyle ilişkilendirmediğiniz monologların bir aksın çevresinde geliştiklerini anlamaya başlıyorsunuz. Bu aksa Öğretmen Hanım'ı (Nükhet Akkaya) yerleştirdiğinizde, öğrencisi Cihat (Yaman Ceri) ve sevgilisi Alev'e (Alev Canbarcı), kocası geçkin müfettişe (Barış Tecimen), oğlu Demir'e (Mark Levitas), kızı Yağmur (Özlem Saraç) ve sevgilisi Deniz'e (Abdül Süsler) ulaşıyor, Cihat'ı taşıyan taksinin şoförüyle de (Batur Belirdi) kırsal kesimden gelip İstanbul'a yerleşmiş, her gün karşılaştığımız insanlardan olabilecek hemşehrileri Sakin Bey (Somer Karvan) ve karısı Kerime Hanım (Burcu Esenler) ile evli kızları Atalet Hanım (Kıvanç Ergun) ve asi kızları Özge'yle (Sanem Öge, kendisi aynı zamanda dramatürjiyi de üstlenmiş) tanışıyorsunuz. Her bir oyuncu, sanırım bir metrekareyi bile bulmayan bir alanda üstelik düşme tehlikesi hiç de az olmayan yüksekçe bir alanda, bol devinim gerektiren oyunlarını bir akrobat rahatlığıyla gerçekleştiriyor, icabında yere atlıyor, zıplıyor, bir yükseltiden ötekine geçiyor ya da Demir'in yaptığı gibi bu kez zemin üstünde çeşitli düşüş pozisyonları sergiliyor. Tüm bu hareketler, monologlarda olduğu gibi hep farklı bir ritm çerçevesi içinde yaşanıyor, ses ve ritm yönetmeni Turgay Başar'ın denetiminde. Kanımca hiç gereği yokken (belki de uyumsuzluk yakalama kaygısıyla) araya sıkıştırılmış, oyuncuların göbek atarak, hep birlikte söyledikleri kısa bir İstanbul türküsü dışında söz, ses ve hareket aksaklığını ve/veya birlikteliğini bozacak hiçbir öğe yoktu. Her karakterin kişiliği, Başak Özdoğan Pirim'in başarılı kostüm tasarımı ve Ahmet Yıldırımlar'ın makyaj çalışmalarıyla desteklenmiş. Sahne tasarımının da mimarı olan Pirim oyunun yenilikçi yapısıyla çelişmeyen, yalın ancak dikkat çekici bir yaklaşım yeğlemiş. Işık tasarımını gerçekleştiren Ulaş Yatkın ve Işık teknisyeni Cihat Yiğit'in aksamayan katkılarını da unutmamak gerekir. Belli bir düzen içinde yerleştirilmemiş, her bir karakterin yaşam alanlarını da belirleyen yükseltiler İstanbul'un çarpık yapılaşmasına bir gönderme niteliğinde. Ancak ön sırada oturduğumdan olacak, sahnenin arka kısmında yer alan sütunlar tam olarak görülemediğinden kimi oyuncuların yalnızca sesiyle yetinmek zorunda kaldım. Belki bundan sonraki gösterilerde farklı bir düzenleme yapılabilir. Aksak yapısına karşın, topluluğun her bir elemanının yadsınamaz katkısıyla, bir sinerji örneği olarak seyirciyle buluşan, geleneksel drama kalıpları dışına çıkarak yenilikçi tiyatro anlayışını metin, oyuncu, tasarım ve ritm dörtgenine aksamadan taşıyan Aksak İstanbul Hikâyeleri'ni tüm tiyatro sevenlere öneririm. Topluluk bu ilginç oyunu ocak ve şubat aylarında Akatlar Kültür Merkezi'nde yineleyecek.


> Genco Demirer > gencodemirer@tiyatrodergisi.com.tr

Reji Masası Sakinleri...

a

> Yeşim Özsoy Gülan

cy

Sistem

pe

Yok

Bu ay çok değişik bir topluluğun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu Yeşim Özsoy Gülan ile kendi atölyesinde konuştuk diğer şeyleri.

... ve neler? Ve diğer şeyler. Ülkemizde insanlar tiyatro kurarken ya "drama" ya "tiyatro" ya da "sahne" gibi kelimeler kullanıyorlar. Aynı şeyi tekrar etmek istemedim. Benim ilk yazdığım performansın adını koymak istedim aslında. Onun adı "Kırmızı Elma ve Diğer Şeyler"di. Sonraları çok uzun geldi bu ad ve "Ve Diğer Şeyler Topluluğu" adı daha çok içimize sindi. Diğeri fazla uzun ve farklıydı. ...evet fazla farklı! Bu isimden memnunum, hem farklı hem de alternatif anlayışımızı simgeliyor bence. Aslında zor bir isim. İnsanlardan gelen ilk tepki "efendim!", "pardon?" falan oluyor. Ya da kurumlara başvurduğunuz zaman fazla anlaşılmıyor gibi. Yine de böyle farklı isim koymayı tercih eden tiyatrolar yok değil artık. Alternatif anlayışınıza ve anlatımlarınıza tepkiler nasıl? Genelde seyircinin algısı böyle bir denemeye alışık değil ve değişik olanı ittirme eğiliminde... Tabii ki ittirir, dünyanın başka hangi toprağında "yeni icat çıkarma başımıza" diye dayak yer ki çocuklar? ... evet kimi zaman değişiklik olsun diye yapmışlar diyebiliyor insanlar. Bir yandan da klasik tiyatrodan bıkmış ve seyretmeye küsmüş bir insan seli de var. işte önemli olan bu insanları yeniden deneysel olanla tiyatroya yönlendirmek.


Deneysel, alternatif... Alternatif kelimesini laf olsun diye kullanmıyorum. Sadece benim düşünme şeklim böyle Yani klasik bir oyun görüp beğenmeyip "dur ben bundan farklı birşey yapayım" diye yol: çıkmadım hiç bir zaman. Benim yaşam şeklim, algılama şeklim, metin yazma şeklim böyle ve benden başka bir şey çıkmıyor, çıkmadığı için de böyle işler sergiliyoruz. İnsanlar alternatif diyor ama aslına bakarsan bana hiç değişik ya da alternatif gelmiyor. Hatta bazen gidişat gereği klasikleşmiş şeyleri kullanıyorum gibi geliyor. Aslında kullandığım hikayeler temelde çok basit. Mesela "Ev-Kakofonik bir Oyun"da bir evi paylaşamayan dört karakter var. Bu kadar. Ama yapıda farklılıklar var, metinin bir araya gelişi, işlenişi farklılaştırıyor işi yavaş yavaş. Dramaturgumuz Sanem Öge'nin görüşü, sanat yönetmenimi Genco Gülan'ın bakışı, tasarımcımız Başak Özdoğan'ın yaratıcılığı, müzik direktörümüzün çalışmalarının hepsi üst üste binip farklı bir sonuçta düğümleniyor ve insanların farklı dediği ama bize göre zaten düşündüğümüz ve tutarlı olan düşünülmüş bir anlatım ortay, çıkıyor. Oyuncularla olan ilişki ise apayrı bir konu. Onlarla birlikte yaşadığımız uyum ve dostluk ortamı tüm bu katmanları daha da zenginleştiriyor. .. ya da daha da DEĞİŞTİRİYOR.. Evet. Ve sonuç bu izlediklerinizi oluşturuyor. Ekibimizin ruhu ve sinerjisi kuvvetli olmak zorunda, insanlar arasındaki bağların sadece profesyonel boyutta olması benim için yeteri değil. Beraber çalışabilmek için sevgi ve iletişim bağlarının varlığı şart. Tabii ki her zaman için bir tatminsizlik söz konusu. Bu da yeni arayışlara yönlendiriyor şüphesiz. Zaten bu uyum, sevgi ve arayış olmasa istanbul'un bu vahşiliğinde, dinamikliğinde bir topluluğu yaşatamazsınız. Çünkü sonuçta sokaktasınız ve herşey pamuk ipliğine bağlı. Paranız olsa bile bu böyle. Yani düşünsenize kurumsal tiyatrolardaki şikayetler genelde az sahne almak ya da çok sahne almakla ilgilidir. Bana bunlar absürd geliyor çünkü zamanında oyunumuzu oynayacak uygunlukta bir sahne bile bulamadığımız oluyor. Şehir ve Devle Tiyatrolarında bir yönetmenin çok büyük lüksleri var bence. Dekor diyorsunuz dekor geliyor, kostüm diyorsunuz kostüm geliyor.

cy a

Peki sizin dekor ve kostümünüz imkanların darlığından mı bu görsellikte yoksa zaten gelişen görsellik mi bu? Bunların hepsi iç içe olan konular. Organik bir bağ söz konusu. Biz sokaktayız, bunun gerektirdiği bir gerillalık da var. Mesela apartmanda tiyatro yapmak da böyle bir gereksinimden ortaya çıktı. Bir çok sahne belirli insanlar tarafından adeta kapatılmış ve araya girmek gibi bir şansınız yok. Ya da çok pahalı ücretler söz konusu. Yani apartmandı tiyatro yapma tercihimiz hem şartların getirdiği bir saldırganlıktan kaynaklanıyor hem de sanatsal bir tercihten. Tüm bunların hepsi iç içe geçmiş durumda. Konu hem bir apartman dairesinde bile teatral olabilmek ve yenilik arayışı ama aynı zamanda da var olan köşe kapmaca sahne alternatiflerine karşı bir başkaldırıdır. Ama mesela "Aksak İstanbul Hikayeleri" daha sahneye yönelik bir şey. Arena sahne için (İstanbul Tiyatro Festivali için) yaratılmış bir proje idi. İlk defa Aziz Nesin Sahnesi'nde sahnelendi, sonra ENKA'da oynadık ve 2005 sezonunda Akatlar Kültür Merkezi'nde oynayacağız. Bu oyundaki mekan, oyun ve seyirci ilişkisi de çok önemli ama daha farklı bir anlayışta. Mesela bir arena sahne değil de bir italyan sahnede oynanması zor gibi geliyor.

pe

Şimdi sen hem yazıp hem yönetiyorsun. Yani istediğin gibi kes, biç, ekle. Çok sürpriz bir sonuç çıkıyor mu, ilk beyaz kağıttan sahneye olan yolculukta? Bak şiir gibi konuştum. Kesinlikle sürekli bir sürpriz durumu var. İlk yazdığım metni çırıl çıplak görüyorum. Sanırın biraz da bu yüzden kitap haline getirme konusunda çekincelerim var. Yazdığım şeyler herhangi bir oyun yazarının oyun demeyeceği şeyler gibi geliyor ama bilemem tabii. Çünkü metin ilk başta bana göre sadece bir taslak. Bizim sürecimiz biraz farklı. Bu çıplak


cy a pe

metni ben topluluğa getiriyorum, tekrar tekrar okunuyor, tekrar yazılıyor, insanların oyunculuğu ve getirdiği yorumlara göre tekrar değerlendiriyorum. Bu süreç benim için çok önemli. Sonuçta taslak olan metin çalışılmaya başladığı andan itibaren yavaş yavaş artık sabitleşmeye başlıyor. Belki büyümüyor ama zenginleşiyor, değişiyor. Bizim oyunlarımız başkaları için "ucu açık oyunlar" yani...

Ooo "ucu açık" lafı da bu aralar pek moda, niyeyse... ... evet, mesela sahne direktifleri çok yok. Çünkü ben böyle şeyleri koymayı istemiyorum, başladığım noktadan çok farklı bir yerde bitirmeyi seviyorum. İşte bizim kimyamızda oyun böyle şekilleniyor, ve daha önce de söylediğim gibi tasarımcımız, dramaturgumuz, sanat yönetmenimiz işi çok çok farklı anlatımlara sevk edebiliyor. "Aksak İstanbul Hikayeleri"ndeki kaideler ve yaşayan heykeller fikri tasarımcımızın ve sanat yönetmenimizin ürünüdür. Yani ilk metinde oyun kaideler üzerinde şu tarzda oynanır diye bir direktif yok. Sonuçta önemli olan kavramlar ve yapıdır. Kavramsal ve yapısal bir yol izlediğinizde sonuçta vardığınız nokta aslında matematiği oldukça oturmuş "tik tak" yapıda bir oyundur. Anlatım tekniğine gelince özetle şöyle diyebilirim: parçalanmış bir anlatım, üst üste binen metinler, görselliği ve kavramsal yapısı kuvvetli oyunlar sahnelemeyi hedefleyen bir grubuz. Bu anlatımın seyircileri kim? Bunu bilemiyorum ama sanırım hayatı bir şekilde sorgulayan, düzenle derdi olan, klasik anlatımdan sıkılmış kişilerdir diye tahmin ediyorum. Peki ya sistem yok olur, alternatif anlatım zapt ederse sahneleri? Etsin, ne güzel. Güzel tabii. Olur mu olur. Çok teşekkür ederim.


pe cy a


cy a

> Zeynep Bayraktutan

Masal ile Gerçeğin Buluştuğu Oyun

pe

Pırtlatan B a l Masal mı, gerçek mi? Son zamanlarda çocuk tiyatrosunda sıkça tartışılan bu ikilem, çocuk oyunlarını eleştirirken göz ardı edemeyeceğimiz bir unsur. Geçmişte yazılan çoğu çocuk oyunlarının didaktik bir yapı içerdiği, bu yüzden çocuğu geri zekalı konumuna soktuğu ve fantezi öğelerin de haddinden fazla abartıldığı bir gerçektir. Bulutların, güneşlerin konuştuğu, elmaların, armutların savaştığı hep aynı tarz oyunlar günümüzde geçerliliğini kaybetmiştir.

Almanya'da Grips Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu'nun gerçekçi bakış açısıyla ele aldığı oyunlarda çocuğun sahnede kendini gördüğü, kendi aile yaşantısının yansıtıldığı, gerçek yaşamından kesitlerin verildiğini görüyoruz. Bu yaklaşımın ülkemizde söz konusu olması belki büyük bir değişim olarak algılansa da çocuk tiyatrosu üzerine yazılmış birkaç makale ve kuramsal kitapta ortaya çıkan genel yargı, artık çocukların kör göze parmak yöntemini yutmadığı, değişen dünyanın gelişen teknolojisi ile birlikte çocukların da ilgi ve meraklarının farklı bir yöne kaydığıdır. Bununla beraber çocukların tiyatrodan beklentilerinin de değiştiğini kabul etmemiz gerekiyor. Çocuk oyunu sahnesinin çocuklara uygun (sahneyi rahatlıkla görebilmeleri gibi) dizaynını öngören, oyuna göre gelen çocuk yaşını belirleyen, mutlaka bir pedagog eşliğinde hazırlanan oyunları savunan düşünce şu anda bize çok uzak gibi görünüyor. Buna rağmen çocukluğumuzun vazgeçilmez masallarını da tamamen gözardı etmeden, gerçeği masalla süslemenin daha doğru olacağı kanısındayım. Biz büyükler bu tartışmaları sürdürürken aslında çocukların ne istediğini kestirmek


zor. Tiyatroda çocuk temalarını belirlerken çocukların ilgisini çeken bilim kurgu sinema yapıtlarını veya dizilerdeki dijital dünyayı baz almak pek doğru olmaz. Çocukların tiyatroya bakış açılarının bulundukları coğrafyaya ve aile kültürlerine göre değiştiğini de söyleyebiliriz. Doğu'da yılda bir kez ya da hayatında bir kez tiyatro izleyen bir çocuğun hayal dünyasının daha kirlenmemiş olduğunu ve fantezi dünyasında hâlâ masalların olduğunu unutmamalıyız. Kısacası Çocuk Tiyatrosu o kadar hassas ele alınması gereken bir konudur ki, eleştirisi yapılacak oyuna geçmeden önce oyunun oynandığı şehirden tutun da, çocuğun yaşadığı çevreye kadar her şeyi çok iyi analiz etmek gerekir. Erzurum Devlet Tiyatrosu'nda Aziz Nesin'in "Pırtlatan Bal" adlı oyunu 24 Kasım'da sahnelenmeye başladı. Devlet Tiyatrosu oyuncularından Serhat Kılıç'ın yönettiği oyun danslı, şarkılı, müzikli. Aziz Nesin hayal ve düşün ışığında gerçekleri çocuklara sunarken böylelikle her çocuğun kendi payına düşeni mutlaka alacağını düşünerek, yardımlaşmayı, kalp kırmanın kötülüğünü, paraya düşkünlüğün insanı cimrileştirdiğini, balın faydaları gibi bir çok anlam katmanına oyunda yer vermiş. Oyunun konusu: Paracı adında köylü ve işçilere faizle para veren bir adam, karısının bal istemesi üzerine uşakları Şak Şak'ı bal kapanına gönderir. Şak Şak bal kapanından patronun isteği üzerine bin bir hile ile para vermeden, üstelik kendi karnını da doyurarak bir kavanoz bal alır. Eve dönüşte karşısına yaşlı ve fakir bir kadın çıkar. Kadın torununun ölmek üzere olduğunu, doktorun iyileşmesi için mutlaka bal yemesini söylediğini ve balı kendisine vermesini dile getirir. Şak Şak, cimri patronundan korktuğu için balı vermez, üstelik kadınla dalga geçer. Kadın da bunun üzerine "Her kim bu baldan yerse, pırt pırt pırtlasın" diye beddua eder. Böylelikle balın tadına bakan herkes pırtlamaya başlar. Bu sorunu çözmek için de önce muhtara, belediye doktoruna, belediye başkanına ve en sonunda valiye giderler. Merak edip baldan tadan herkes pırtlamaya başlar. Yaşlı kadını getirterek bunu nasıl yaptığını öğrenmek isterler. O da bedduasını geri almak için Paracı'dan isteklerde bulunur. Kimsesiz çocuklara yardım edilmesi karşısında bedduasını geri alacağını söyleyen kadının isteğini Paracı, çaresiz kabul etmek zorunda kalır. Böylelikle herkes pırtlamaktan kurtulur.

pe cy a

Yönetmen, oyunu yaklaşık on beş dakika kısaltarak çocukların sıkılmadan oyunu izlemeleri için doğru ve etkili bir saptamada bulunmuş. Daha çok dansa ve müziğe ağırlık verilerek çocukların dikkatinin dağılmamasına önem verilmiş. Anlatıcı arı rolündeki Zeynep Nutku da sevimliliğiyle çocuk izleyicilerin hayranlığını topluyor.

Oyuna eklenen para, arı ve pırt üzerine bilgilerle, daha çok balın faydalarına dikkat çekiliyor ve pırt yapmanın da doğal ama toplum içinde ayıp bir şey olduğu vurgulanıyor. Faiz, tefeci, zabıta gibi birtakım kavramların öğretilmesinin ise çocuklar üzerinde eğitici bir etkisi olmadığını oyunda gözledik. Genelde kostüm ve dansların etkisinde kalan çocuklar Şak Şak'ın (A. Burak Bacınoğlu) durum komiklerini, kılıktan kılığa girerek balcıları kandırdığı bölümü daha dikkatle izlediler. Ama Şak Şak'ın balcıları kandırmak için zabıta kılığına girip "Bütün balcılar zabıtadan korkar" repliği, kapanda satılan balın neden korkulacak bir şey olduğu sorusunu getiriyor ister istemez akla. Sanırım balcıların açık bal satmasının yanlış olduğu verilmek istenmişti ama ne yazık ki anlatılmak istenen seyirciye geçmedi. Çünkü Şak Şak'ın büyük bir iştahla fıçılardaki balı bitirmesi açıkta satılan balın kötü olmadığını gösteriyor. Oyunda muhtar, belediye başkanı, vali gibi statülerin çocuklar tarafından daha iyi anlaşılması için şef, büyük şef, en büyük şef gibi isimler konulmuş. Ayrıca mevki farklarını göstermek için, şapkaların ve oyuncak ayıların simgesel anlatımı hem çocuğun kendi dünyasından bir çağrışım yapmasına hem de birtakım siyasi kavramları daha iyi anlamasına yardımcı oluyor. Oyunun sonunda yaşlı kadının (Nalan Uzun) torunu ölüyor. Çocukların dünyasından uzak olan ölüm gerçeğini eğlenceli bir oyun içinde anlatabilmek zor gibi görünse de, artık çocuklar her


gün televizyonda gördükleri ölüm olaylarına yabancı değiller. Bu sahnede çocuklar, büyük izleyiciler gibi hüzünlenip kendilerini tekrar eğlenmeye bıraktılar.

cy

a

Faizle köylülere para veren Paracı günümüz toplumundaki her şeyi para ile satın alabilen kapitalist zihniyetin bir göstergesidir. Yönetmen çocukların bu imgeyi en sade biçimde algılayabilmesi için Paracı ve karısının çeşitli oyunlarla insanları nasıl dolandırdıklarını başarılı bir biçimde veriyor. Paracı (Emre Erçil), oyun boyunca çocukların tepkisini alarak başarılı performansıyla izleyenleri etkiledi.

pe

Aziz Nesin'in hemen hemen bütün oyunlarında geleneksel tavrını ortaya çıkaran çağrışımlı kurgusal isimler bu oyunda da var. Paracı, Şak Şak gibi isimler dışında Köylü Mehmet (Fatih Topçuoğlu) ve İşçi Bekir (Sezai Yılmaz) gibi isimler bu oyunun Türk oyunu olduğunu çağrıştıran tek unsurdu diyebiliriz. Oyunun genel havası ve özellikle müziği yabancı bir oyunmuş hissi uyandırıyorsa da Goran Bregovic'in giriş müziğinin ardından, Kemal Günüç'ün müzikleri, danslara uyumuyla ortaya başarılı bir çalışma çıkarmış. Kostümlerle çocukların ilgisini çekmek, yönetmenin doğru bir saptaması. Özellikle elinde elma sahneye ilk geldiğinde Paracı'nın Karısı'nı (Özlem Erel) çocuklar masal kahramanlarından cadıya benzettiler. İşçi ve köylünün şapkalarının dışında tüm kostümler masallardan fırlamış gibiydi. Çocukların hayranlıkla seyrettiği bu kostümler Özge Şenol'a ait. Oyunun dekoru da yine Özge Şenol'un çalışması. Oyun için Paracı'nın para havuzu dışında dekor ve aksesuvarın oyuna hizmeti pek yoktu diyebiliriz. Örneğin Paracı'nın paralarını sayması için getirdiği abaküsün görsellik dışında hiçbir işlevi olmadı. Ortadaki havuz ve üzerindeki arı heykelinin ise oyunu özetleyen bir simge olduğu düşüncesindeyim. Danslar şarkı sözü ile müzik arasında çok iyi bir uyum sağlamış. D.E. Güzel Sanatlar Oyunculuk Dans Öğretmeni Sibel Sönmez'in çok kısa sürede hazırladığı akılda kalır ve çocukların da rahatlıkla eşlik edebileceği koreografisi oyunun en eğlenceli kısımlarını oluşturuyordu. Erzurumlu tiyatroseverlerin gözdelerinden, genç ve başarılı Serhat Kılıç, sahnedeki bitmez tükenmez enerjisini bu ilk yönetmenlik denemesinde de gösteriyor. Erzurum'daki çocuk seyircinin dört yaşından başlayarak on iki, on üç yaşlarına kadar oyuna gidebildiğini var sayarak ortak bir ileti amaçlayan yönetmen, dört yaşındakini durum komikleriyle, danslarla ve şarkılarla eğlendirirken, on üç yaşındakilere de ölüm, alay etmenin çirkinliği, balın faydaları, pırt yapmanın sağlıklı ama toplum içinde ayıp birşey olduğu gibi konuları düşünmelerine yardımcı oldu. Erzurum'da yılda bir kez çocuk oyunu ile çocukların tiyatroya gidebileceği tek yer ne yazık ki Devlet Tiyatrosu. Ya okulların ya da bilinçli anne babanın sayesinde tiyatro ile tanışan yeni nesile verilen hizmetin çok kutsal bir görev olduğunu hatırlatıyor, çocuk oyunlarında çocuğun yaşadığı çevrenin ve hatta iklim şartlarının iyi değerlendirilmesi gerektiğini tekrarlamak istiyorum. "Pırtlatan Bal" adlı bu oyunun, masalla gerçeği bir arada vermeyi hedefleyen bir reji anlayışı ile Erzurumlu çocuk izleyicinin beğenisine ulaştığı kanısındayım. Oyunda emeği geçen herkese ellerine yüreklerine sağlık diyor ve çocuk oyunudur deyip geçmeyen başta Erzurum Devlet Tiyatrosu Müdürü Abdullah İndir'i, Yönetmen Serhat Kılıç'ı ve tüm oyuncuları kutluyorum©


kentler tiyatroları ve

> Kütahya Belediye Tiyatrosu

> Sadık Aslankara > sadikaslankara@tiyatrodergisi.com.tr

a

Kütahya'nın

pe cy

A t e ş t e

A ç a n

Tiyatrosu Hayat, suyla başlar... Dünyanın her yerinde bunu görebilirsiniz... Her ülkesinde, her köşesinde... Bu yüzden su, sanatçıdır. Büyüler insanı...

Ama Anadolu'da, bir başka gösterir kendini o. Gerçekten de su nerede başlar nerede kesilir, toprak nerede serilir altınıza, orman ve yeşil doku nerede çıkar karşınıza, şaşar kalırsınız... Sular, topraklar, endemik türleriyle ormanlar bir atlıkarıncada gibi döner durur çevrenizde... Birinin bittiği yerde, bir başkası başlar, sonra öteki uzatır başını... Bu, suyun dansıdır... İşte su, en görkemli, en büyülü dansını Anadolu'da yapar. Kütahya ise Anadolu'nun boy aynası gibidir. Çünkü Anadolu'ya özgü güzelliklerin tümünü Kütahya'da görebilirsiniz. Bu yanıyla Kütahya, bir uygarlık teknesi gibi uzanmıştır Anadolu'nun bağrına, suyla, toprakla, ormanla yoğrulmuş olarak. Sular, Kütahya'daki çiniciliği de yoğurmuştur damla damla. Böylece su, Kütahya toprağıyla karılmış, çarklarda dönüp tabak, vazo olmuş; Kütahyalı genç kızların hünerli ellerinde renge dönüşmüş; bu renkleri sırlandırmış, birbirinden güzel çiniler yaratmıştır. Kütahyalı ona, "Ateşte açan çiçek," demiş... Evet, suyun, toprağın, ormanın ateşte açan çiçeği gerçekten de çini... Ben bunları, böylece düşünür, ateşte açan çiçekler olarak az sonra sahnede izleyeceğimi umduğum genç kızlarla delikanlıları düşünüp Kütahya Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun açılış törenindeki konuşmaları dinlerken, durmadan notlar alıyorum karanlıkta...

57-


Ne var ki Kütahya'daki süreğen tiyatro hareketinin tarihi çok yeni aslında... Kütahya il yıllıklarında ya da Kütahya monografilerinde buna değgin satırların hep geçiştirildiği görülüyor. Yani yapılagelen tiyatro çalışmalarına "yokmuş gibi" davranılmış sizin anlayacağız... Çünkü suyun, toprağın, ormanın bulunduğu her coğrafya bir insan atlasıdır, insanın dantel gibi burgaçlanıp birbirine ilmeklendiği her ortamda, insanoğlu bir yolunu bulup tiyatro yapmaya da soyunmuştur... Kent, Germiyan Sokak gibi bir incelik yansıtacak, şimdilerde çürümeye terk edilmiş kilise bir zamanlar etkinlik yansıtmış olacak, Macar ulusal kahramanı Jajos Kossuth, bu topraklarda çoksesliliğin bir kanıtı olarak konukseverlikle kuşatılacak ama Kütahya'da tiyatronun kırıntısına rastlanmayacak... Olacak iş mi bu? Nitekim Kütahya'nın yetiştirdiği ünlü ressam Ahmet Yakuboğlu'nun, günümüzde köylü ressam olarak ünlenmiş Hüseyin Yüce'nin gençlik yıllarında halkevindeki çalışmalardan da etkiler aldığı biliniyor. Bütün bu verilere baktığımızda Kütahya'nın geçmişte de tiyatro sanatıyla içlidışlı olduğu kestirilebilir kolayca. Zaten Halkevleri döneminde komşu illerden Eskişehir'de, Bursa'da, Afyon'da gerçekleştirilen yoğun tiyatro çalışmalarının Kütahya'da bir esinti yaratmamış olması olanaksız. İleride bu doğrultuda yeni bilgilere, verilere ulaştığımda bunu da ekleyeceğim elbette bu çalışmaya... Bu nedenle şimdilik, son on beş, yirmi yıllık tarihine bakacağız Kütahya'daki tiyatronun... Artık us dağarınıza not edebilirsiniz... Kütahya'nın da yerleşik bir sahnesi var... 10 Aralık 2004 Cuma günü bir törenle perdelerini açtı Kütahya Belediyesi Şehir Tiyatrosu... Ne ki bu, öteki İstanbul'da, İzmit'te, Bakırköy'de gördüğümüz türden resmi ödenekli bir tiyatro değil, bir "kent tiyatrosu" örneği yalnızca...

a

Vali Osman Aydın'ın, Kütahya Milletvekili Alaeddin Güven'in, Belediye Başkanı Mustafa İça'nın, Genel Sanat Yönetmeni Ali Yücel Ekşi'nin birer konuşmayla katıldığı açılış törenindeyiz... Töreni Zafer Oruç sunuyor. Oruç'un Kütahya'daki önemine aşağıda değineceğim... Tüm Kütahya orada neredeyse, herkesin gözlerinde bir pırıltı, bir tiyatroya kavuşmuşlar, kolay mı... Her konuşmacının sesi titriyor...

pe cy

Ötelerden bu işin mimarı Belediye Başkanı Mustafa İça'ya doğru uçuyorum adeta. İncelikli eşi öğretmen Zafer İça'yla birlikte çocuklar gibi heyecanlı ikisi de... Kutluyorum, "Kütahyalılar bu hizmetinizi kesinlikle unutmayacaktır," diyorum, "İstanbul'un Cemil Topuzlu paşası gibi adınız kentin belleğine yazıldı artık," diye ekliyorum. Her ikisinin de gözleri dolu dolu, "Biz ne yaptık ki," diyor Başkan İça, "asıl emek çocukların..." Sonra salona geçiyoruz. Kütahya Belediyesi Kültür Sarayı Tiyatro Salonu, artık Şehir Tiyatrosunun Salonu olarak anılacak bundan böyle kısaca... Dört yüz kişilik bir salon bu. 10x10.40 m. ölçülerinde bir sahne. Belediye, bunun için önemli bir onarım, yenileme yapmış, altmış milyar harcamış bu yeni haline kavuşması için... Salon dolu. Huşu içinde törene katılan birer seyirciyiz artık... Az sonra tiyatronun genç oyuncularından birinin sesi geliyor mikrofondan: "Oyunumuz başlamak üzeredir." Belediye Basın Yayın Müdürü Sadık Ölçen, elindeki komut gerecini Mustafa İça'ya uzatıyor, Başkan İça düğmeye dokunuyor, perde ağır ağır açılıyor...

Evet, Kütahya Belediyesi ilk kez perdelerini açıyor... Turgut Özakman'ın yazıp Ali Yücel Ekşi'nin yönettiği Fehim Paşa Konağı ile... Ertesi gün bir çocuk oyunuyla, bu kez de çocuk seyircilere perde açacak topluluk... Sergileyecekleri, Ayhan Soyfidan'ın yönetmenliğinde benim Hıragür'le Kemgöz adlı oyunum.


cy a

İşte teker teker sahneye çıkıp seyircisiyle buluşuyor ateş çiçeği genç oyuncuları Kütahya'nın. Bir onur, bir gurur hepsinde, onlar bu kent tiyatrosunun ilk oyuncuları... Kimler mi onlar: Osman Yiğit, Özkan Maho, Fatih Öztürk, Çiğdem Güler, Aysun Türker, Zeliha Şahin, Ahmet Ertem, Muharrem Uğurlu, Arif Vural, Olgun Yılmaz, Nuray Marul, Dilek Avcıer, Rıdvan Karakaş, Can Ozan Coşkun, Ayhan Soyfidan, Ömür Oğlakkaya, Pınar Güzelgün, Duygu Furtun, Zerrin Caner, Asiye Ulutaş, Gamze Apaydın. Sahne tasarımını Yeliz Şahan'ın yaptığı oyunların teknik ekibinde H.Serkan Aydın ile Hande Şahin görev yapıyor. Oyunun müziklerini ise dört genç düzenlemiş: Murat Meriç, Ali Rıza Abi, Nuray Marul, Emrah Çiçek. Hırgürle Kemgöz'ün özgün müziği de bu dört gencin imzasını taşıyor. Topluluğun Sanat Danışmanı Zafer Oruç'tan yukarıda söz ettim. Oruç, Kütahya'da yerleşik tiyatronun on beş, yirmi yıldır savaşımını veren bir ad olarak öne çıkıyor... Benim onu tanımamsa, yaklaşık çeyrek yüzyılı buluyor. DE-Tİ'nin (Denizli Tiyatrosu) ilk oyuncuları arasında yer almış, o yıllarda dört beş oyunda sahneye çıkmıştı Zafer...

pe

Belli ki bu aşkı Kütahya'ya taşımış o... Sonraki yıllar içinde de Kütahya'daki tiyatro etkinlikleriyle ilgili bilgi akışını sürdürdü bana Zafer Oruç. Nitekim ilk yerleşik tiyatro bağlamında 1988'de İI Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Yıldız'ın katkılarıyla oluşturulan Kültür Müdürlüğü Çocuk Tiyatrosu da yine onun imzasını taşıyor. İki yıl üst üste Hırgür'le Kemgöz'ü oynuyor topluluk. Üçüncü yıl Zafer Karayel'in yönetiminde bir yetişkin oyunuyla perde açan topluluk, oyunu sahneliyor ama, ne yazık ki varlığını sürdüremiyor. Kütahya, ilk yerleşik tiyatro çalışmasındaki üç yıllık bu deneyimin ardından derin bir suskunluğa gömülüyor... ikinci kımıldanışta da Zafer'in rolü var; 1992'de, bu kez de Halk Eğitim Merkezi'nde çocuklardan kurulu bir çocuk tiyatrosunu hayata geçirmeye çabalıyor ya, bu da uzun ömürlü olamıyor... Sonra yine uzun bir sessizlik...

Ama yılmıyor Zafer Oruç... Bu üçüncü denemede de o var yine... Kütahya Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun mimarları arasında onun adı önemli bir ağırlığa sahip. Evet, şimdi orda, toprakta can suyu bekleyen bir fidan var... Kütahya'da perde açmış olan Şehir Tiyatrosu, hepimizin avuçlarında yeşerecek... Hepimiz sorumluyuz bu kent tiyatrosundan... Yalnız Kütahyalılar değil, tüm Türkiyeliler sorumlu ondan. Aslına bakacak olursak, her birey her tiyatrodan sorumlu, ama kentlere serpilmiş kent tiyatrolarından özellikle sorumlu. Bu nedenle hepimizden ilgi bekliyor topluluk. Bundan böyle Kütahya Belediyesi Şehir Tiyatrosunun haftada iki kez perde açacağını; cuma akşamları 20.00'de yetişkin oyunu, cumartesi 10.00'larda da çocuk oyunu sahneleyeceklerini anımsatayım şuracıkta... Kütahya, uygarlık teknesine bu yıl yerleşik bir tiyatronun bereketini de ekledi, iyi de oldu... Şimdi sular, topraklar, ormanlarla birlikte cümbür cemaat sahnede açan bu ateş çiçeklerini izleyeceğiz Kütahya'da... Toprağına, suyuna, ormanına, sahnene bereket Kütahya!©


> Duygu Atay > duyguatay@tiyatrodergisi.com.tr

Salim Dörtcan

Tiyatrosunda

cy a

Çocuk

Ülkemizde çocuk Tiyatrosu hâlâ kendi başına bir alan olarak değil, yetişkin tiyatrosunun atlama tahtası olarak görülüyor. Çocuk tiyatrosunun başlı başına bir tiyatro olduğu, birkaç uzmanın dışında kimsenin umurunda değil. Ödenekli tiyatrolarda da konunun uzmanları olmadığından, 'yapmak zorunda oldukları için' yasak savma adına bir şeyler çıkarıyorlar ortaya. Bunun dışında bir de yıllardır Çocuk Tiyatrosu yapan, yapmaya uğraşanlar var. Bunların yaptıkları iş, her ne kadar tartışılsa da, varlıklarını göz ardı edemeyiz. Diğer yandan, bu olayın teorik olarak uzmanı olmakla, oyunları sahneye taşımak başka başka olgular. Tıpkı eleştirmen ve edebiyat bilimcilerinin roman yazmaya soyunamamaları gibi. Bu bağlamda, bu yazı dizisiyle "Çocuk Tiyatrosu Yapımcılarını" -zaten kaç taneler- burada ağırlayıp, sorunları tartışmak istiyorum. Belki, uzmanlarla pratisyenler arasında bir bağ kurmaya yardımcı olur. İlk olarak Tiyatro Mie'nin kurucusu ve yönetmeni Salim Dörtcan'la kendi tiyatrosu ve genelde çocuk tiyatrosunun sorunları üstüne söyleştik.

pe

İ

nadına Çocuk Tiyatrosu...

Salim Dörtcan, bu yıl şimdiye kadar yaptıklarınızdan farklı olarak daha büyük bir prodüksiyona imza attığınızı görüyoruz, bunun nedenini anlatır mısınız? Tiyatro, özellikle çocuk tiyatrosu kan kaybediyor. Bunun bence en belirgin nedeni 2002 yılı ekonomik krizinin hâlâ etkisini göstermesi. Seyirci büyük ölçüde tiyatrodan koptu. Onları tekrar salonlara çekebilmek için büyük projeler yapmak gerekir diye düşünüyorum. İnsanlar, ekonomik krizde bilindiği gibi ilk önce kültürden ellerini çekiyorlar. Bu kriz iki yıl gibi bir süreyi kapsarsa tiyatroya gitme alışkanlıklarını da yitiriyorlar. Bunun için sen de diyorsunuz ki, belki daha görkemli projelerle onları tekrar tiyatroya ısındırabiliriz. Çünkü seyirci tiyatroya geldiği zaman çocuğuna bir atmosfer yaşatmak istiyor. Çocuğunu tiyatroya getirmesinin temel nedenlerinden biri de sanatı onun eğitiminin bir parçası olarak görmesi. Kültürle iç içe yaşayan bir vatandaş olarak yetişmesini istiyor. Kendisi yapmasa bile çocuklarına bu olguyu yaşatmak istiyor. Bunun için düzgün prodüksiyonları, büyük prodüksiyonları çocuklarına göstermek istiyor. Ama ekonomik krizin etkisiyle bu tür prodüksiyonları yapacak insanlarda güç kalmadı. Bu durumda devletin şu anda çocuk tiyatrosu yapan insanlara madalya vermesi gerekir diye düşünüyorum. Çocuk tiyatrosu yapanlar icabında ceplerinden para vererek bu işi sürdürmekte direniyorlar.


Şimdi şu büyük prodüksiyon sözünü biraz açalım. Büyük prodüksiyon olunca mutlaka iyi bir şey olacak diye bir kural yok ama daha fazla emek, para harcanmış olacak, daha büyük bir kadro gerekecek. Böyle olunca anne babaların daha çok ilgi göstereceğini mi bekliyorsunuz? Tabii ki büyük prodüksiyon olması kaliteyle eşdeğer bir olgu değil. Tiyatroda kalite farklı bir olgu, büyük prodüksiyon farklı bir olgu. Benim büyük prodüksiyon olarak bahsettiğim olay teatral değerleri taşıması açısından. Yoksa büyük paralar harca, dekoru böyle yap, kostümü şöyle yap... ama eğer doğru teatral anlamda reji yapılmamışsa, diğer teatral değerler göz ardı ediliyorsa tabii ki hiçbir anlamı yok. Ben teatral değerlerin çok fazla olduğu bir büyük prodüksiyondan bahsetmiştim. Tabii çok para harcanmış bir oyunla küçük bütçeli bir oyun arasında çok büyük fark var. Kadro kurmakta da zorlanılır sanıyorum. Elbette bu sorun Türkiye'de yapılan çocuk tiyatrosunun sorunu. Bir kere yetişmiş kadro yok, oyuncu bulamıyoruz. Örneğin tiyatroya heves ederek üç-dört yıllık tiyatro okullarını bitirmiş öğrencileri mezun olduktan sonra alıyorsunuz ama çocuk tiyatrosuyla ilgili hiçbir ders görmemiş, belki çocuk oyunu bile izlememiş bir kişi geliyor karşına. Çocuk tiyatrosu yetişkin tiyatrosunu aşan bir olgu. Şu anlamda ki; önce tiyatronun bütün değerlerini bileceksin, artı çocuk tiyatrosunu bileceksin. Yani çocuğu tanıyacaksın, çocuk psikolojisini bileceksin. Bu durum tiyatronun içinde spesifik bir durum. Gelen oyuncu okulu bitirmiş ama çocuk tiyatrosu tecrübesi yok, zaten genel tiyatro tecrübesi de yok. Tecrübeli olanlar da çocuk tiyatrosunu hafife alıyorlar, gelip oynamıyorlar. Zaten bir sürü dizileri, dublajları var. O zaman ne oluyor? Biz de acemilerle çalışmak zorunda kalıyoruz ve onlarla profesyonel, dört dörtlük bir iş çıkarmaya çalışıyoruz. Biz de her işi bırakıp oyuncuyu yetiştirmeye uğraşıyoruz. Bırakıyoruz oyunu, reji yapmayı, tiyatronun temel tekniklerini, okulda öğrenmesi gerekenleri öğretmeye uğraşıyoruz.

cy a

Peki bir kadroyu yetiştirdiniz diyelim, gelecek oyunda bunları kullanma durumu olmuyor mu? Yani her oyun için başka kadro mu oluşturuyorsunuz? Maalesef. Diziler, dublaj ve bu pop kültürü bizim elimizdeki yetişmiş oyuncuları alıp götürüyor. İki dizide oynadıktan sonra hepsi star olduğunu zannediyor. Sokaklar başrol oyuncularıyla, starlarla dolu gibi oluyor. Tabi bu durumdan sonra tekrar bize gelip, bizim öğretimimizden geçmek onlara zor geliyor. Tüketim kültürü bizim yetiştirdiğimiz kadroları da alıp götürüyor. Her sene sıfırdan başlamak zorundayız. Şunu merak ediyorum, bunca yıldır tiyatro yapıyorsun, bu kadar kişiyle çalıştın, bunların içinden hiç değilse bir tanesi "ben sadece çocuk tiyatrosu yapmak istiyorum" demedi mi? Ben böyle bir şeye rastlamadım. "Bu çocuk tiyatrosu ne kadar güzel bir şey, ben sadece bunu yapmak istiyorum, beni yetiştir" diyen birine hiç rastlamadım. Öyle bir şey olsa ben elimden gelen her şeyi yaparım, ona el veririm, ilerisi için de yetiştiririm. Ama bizi ilişkilerin atlama tahtası olarak görüyorlar ya da o sene boşta kalmıştır, iyi bir tiyatroysa parasını zamanında ödüyorsa onunla nafakayı çıkarırım mantığıyla geliyor. Durum böyle olunca bizim genel olarak seyirciye sunmamız gereken sanatsal dört dörtlük oyunun bir ayağı bizi zorlamaya başlıyor. Bu durum sistemin bize getirdiği bir yük.

pe

Diyelim ki bir olanağın olsa, yedi sekiz kişilik bir kadro kursan sırf çocuk tiyatrosu yapmak için, bunlar başka bir yere gitmeseler. Yani her türlü maddi güvencesi olan bir çekirdek kadro kursan. Süper bir durum olur. Aslında bunun da çaresi var. Ben on dört yıldır tiyatro yapıyorum, Kültür Bakanlığı çocuk tiyatrolarına yardım yapıyor, bu yardımı hiç bir niteliği olmayan


asalak çocuk tiyatrolarına da yapıyor, bu büyük bir tehlike. Bize deseler ki, bunu düzeltmenin yöntemi nedir, oyuncuları sigorta kapsamına alsalar da onlar altı ay yerine tam yıl maaşlarını alsalar o zaman onlar da bizimle çalışmak zorunda kalırlar. Sanat ve kültürü desteklerken onu yaşatacak altyapıyı kurması gerekir. Devlet kendi oyuncularına maaşlarını öderken, özelleri de düşünmeli. Sonuçta onlar da bu devletin oyuncuları. O zaman onlar da kendilerini güvende hissedecekler. Biz bu ülkede, sadece İstanbul'da değil her şehirde çocuk tiyatrosu nasıl yapılır, seyirci nasıl çekilir, biliyoruz. Problemleri, seyirci psikolojini biliyoruz. Eğer bu tiyatro geliştirilecekse, önce altyapının kurulması gerekir. Aksi takdirde devletin yaptığı gibi ver parayı, abuk sabuk oyunlar oynansın, sen onları kontrol bile etme, sadece kayıtlara geçsin. Sonuçta devlet bu şekilde tiyatroyu desteklemiyor ki, sadece bir kaç gurubu desteklemiş oluyor. Ayrıca, biz zaten toplu parayı cebimize koysun istemiyoruz ki. Dekorun bedelini, salon kirasını, fatura karşılığı ödesin yeter. Özeller kadar ödenekli tiyatrolar da devletten şikayetçi. Onlar da ödenek azlığından şikayetçiler. Şimdi bu konuyu bırakalım. Sen yıllardır salon salon dolaşıyorsunuz. Yerleşik olarak hep aynı yerde oynamak ister miydiniz? Tabii ki. Bu benim hayalim zaten. Çünkü ben kalıcı salon bulamadığım için, dilenci vapuru gibi her ay başka salona uğruyorum. Tam bir salona yerleşiyoruz, seyirci oyunu tanıyor, hareket başlıyor, bir ay bitiyor. Haydiii topluyoruz pilimizi pırtımızı, başka salona taşınıyoruz. Başka bir dert de hazırladığımız oyunun salon biçimlerine uymaması. O zaman oyun formunu da değiştirmek zorunda kalıyoruz. Değişiklik olunca oyunun duygusal yapısı, atmosferi de değişiyor. Bu durumu çözmek zaten iki hafta alıyor. Bu salonlardan herhangi birini bütün bir sezon için kiralama olanağı yok mu? Olmuyor, çünkü o zaman diğer tiyatrolar boşta kalıyorlar. Zaten fazla tiyatro da kalmadı, bakarsanız en fazla dört tane tiyatro kaldı. Koskoca İstanbul'da ancak dört beş tiyatro kaldık. Bir de Anadolu'yu düşünün, oralarda hiç yok. Çocuk tiyatrosu bitmiş durumda. Bu yüzden kimse birbirinin hakkını yememek için birer ay oynuyor. Bu durum artık kendiliğinden oturan bir sistem oldu.

cy a

Seyirci bilinçli olarak oyun seçiyor mu, yoksa oturduğu yerin civarında ne varsa ona mı götürüyor çocuğunu? Bunu ben de yıllardır düşünüyorum. Galiba şöyle bir durum var: Seyirci adını daha önceden duyduğu tiyatronun oyunlarını tercih ediyor. Bir de o oyunu daha önce izleyenlerin referanslarına güveniyor. Bu yıl bizim en büyük avantajımız, izleyicinin oyundan sonra birbirine tavsiyesi oldu. Ama öncelikle diğer bütün tiyatrolar gibi seyirciyi haberdar etmek gerek. Bunun da tek yolu var: Gazete reklamları. Bu da çok pahalı ama vazgeçilmez tek tanıtım aracımız.

pe

İşin biraz da maddi yönüne gelirsek... Bu iş galiba köşeyi döndürmüyor ama öldürmüyor da. Süründürüyor. Hiç hesaplanmadık olaylar insanı yıkabiliyor. Örneğin geçen yıl ki bomba olayı, tam anlamıyla bizim işimize de bomba koydu. İnsanlar değil çocuğunu tiyatroya götürmek, evlerinden çıkmaya korkar oldular. Bu durumun etkileri yeni yeni düzeliyor. Ama ben içimdeki umudu hep yeşil tutmak istiyorum, Türkiye'de güzel şeyler olacak. Eğer bu ülkede çocuk tiyatrosu adına iyi şeyler olacaksa bizim on yıllık birikimimizin üstüne tuğlalar döşenerek olacak. Bazen vazgeçecek gibi oluyorum ama öyle güzel şeyler de oluyor ki bırakamıyorum. Örneğin Amerika'dan bir e-posta geliyor, burada oldukları zaman gördükleri oyunumu unutmamışlar, onu tebrik ediyorlar. Çocuklara oyunda yaşadıkları heyecanı unutturmamak için oyunun şarkılarının CD'sini veriyoruz. Çocukların gördükleri, duydukları tiyatro heyecanını hep içinde yaşatmalarını istiyoruz. Kırılma noktalarımda bana güç veren bu. Eskiden nitelik aranırdı çocuk tiyatrosu yapanlardan, artık nicelik de aranmaya başlanacak neredeyse. O kadar azaldılar ki... Çocuk tiyatrolarını ikiye ayırmak durumundayız. Birincisi gişe açan bizim gibi oyunlarını seyircilerin beğenisine sunan, kendini bu şekilde sınayan. Diğerleri de bence tehlikeli olanlar. Neredeyse zorla okullara gidip, üç kişi bir araya getirerek bir tiyatro kurup, vergi dairesinden karnesini alarak, Milli Eğitim'den de onayını alıp -lafta denetimden geçipmüdürlerle anlaşarak, böyle gayri meşru bir biçimi meşrulaştırıp para kazanan tiyatro çöplükleri. Çünkü yaptıkları işin temeli okullara verdikleri rüşvete dayanıyor. Bu durumda yaptığın iş ne kadar kötü olursa olsun kabul görüyor. Ben bu olgunun kenarına bile yaklaşmamak için hiçbir okula gitmiyorum, yuvalara toplu satış bile yapmıyorum. Yani sen diyorsun ki, er meydanı, tiyatro böyle yapılır. Evet öyle diyorum, benim gibi diğer arkadaşlarım da bu yolu seçiyorlar. Okullarda mutlak suretle sıkı bir denetim yapılmalı. Çünkü orada tiyatrodan anlayan kimse yok. Sistemde bozukluk var, Milli Eğitim Bakanlığı okullara verilmeyen ödeneklerden dolayı bu yola başvuruyor. Böyle bir denetim mekanizmasının Milli Eğitim'de kurulabilmesi için gerekli olan çocuk tiyatrosu uzmanlarından oluşan bir kurula seni çağırsalar ücretsiz olarak çalışır mısın? Seve seve, icabında günde beş on tane CD izleyip, bütün birikimimi sunmaya hazırım. Biz bu problemleri yaşayan, bilen insanlar olduğumuz için çözümünü de üretebiliriz. Türkiye'de bir çocuk tiyatrosu kavramı oluşturulduysa bunun içinde benim de payım var.


> ÖKÜZ ALTINDA BUZAĞI > Huzursuz Seyirci > huzursuz@tiyatrodergisi.com.tr

Düz Mantık Bile Yeterli Bazen... 26 Kasım D.T.'nin "Otopark Cinayetleri" oyununun galasından önce İsmet Küntay Ödülleri dağıtıldı. Oyunun 20.00'de başlayacağı göz önüne alınarak, tören(!)19.45' de başladı. Ödül Komitesi sözcüsü Üstün Akmen, yerlerine oturmaya çalışan -şimdiye kadar yapılan ödül törenlerinin aksine- izleyicilerin şaşkın bakışları arasında, ödül alanları açıklamaya uğraştı. Neden yanında durduğu anlaşılmayan Hayati Asılyazıcı ise, her okunan isme kafa sallıyordu. Derken, ödüllerin ortada olmadığı anlaşıldı. Sonra bir yerlerden koli içinde Erbil Göktaş tarafından sahneye getirildi ve yere bırakıldı, bir masa bile çok görüldü İsmet Küntay ödül heykelciklerine. Ödül alanlardan da zaten yarısı salonda yoktu. Onun yerine bu, bunun yerine o aldılar ödülleri. İsmet Küntay adına ben utandım ve kıpkırmızı olduğumu hissettim, sanki ben bu törende görevliymişim gibi. İsmet Küntay adına ödül vermek 'zorundaysanız' verin, ama tören yapmadan. Yapacaksanız da TÖREN yapın, oyun öncesine sıkıştırmadan.

cy

a

"Otopark Cinayetler"ine gelince, önce 20.10'da başlama nedenini anlayamadım. Oysa Üstün Akmen, elindeki kağıdı okumayı tam zamanında bitirmiş ve oyunun tam saatinde başlayabileceğini söylemişti. Oyunun geçtiği yer belli değil. Yazar-yönetmen özellikle bunun üstünde duruyor. Ne var ki baş kişi, Avrupa ve Amerika'ya gidip, oralarda okuduğunu filan anlatıyor. O zaman belli bir sınır çizilmiyor mu? Olay Afrika ya da Avustralya'da mı geçiyor yoksa? Böylesi, "ülkesi belli olmayan" oyunlar için yer belirten bu sözcüklere dikkat etmek gerek. "Medea"da öyleydi ya, oyunun bir yerinde Murat Daltaban "Yunanistan" sözü ediyordu. Muhafızlara da çok takıldım oyunda. Tepede durup aşağısını, patronlarını kollayacaklar güya da, silahlar patlıyor, adamlar ölüyor, patron 'değişip' başka patron oluyor, bunların kılı kıpırdamıyor. Ne 'security'miş ama... Bunları kim aldıysa işe... Hele o oyunun geçtiği ülke neresiyse maşallah 12 ay yaz orada. Yukarıda yazdığım gibi sıcak ülke belli. Damda yaşıyor adam, açık havada. Bilgisayar, çalışma masası filan, hep açıkta. "Yıldızların altında..." çalışıyor adam, ne güzel. Gerçeküstü oyun olur, olur da, onun da kendi içinde bir "saçmanın mantığı" olur.

pe

Çığır Sahne,"Kuğular Yalan Söylemez" adlı oyunda beni fena halde huzursuz eden pek çok detay var. Dekor tasarımıyla bağdaşmayan kitaplık ve telefon masası, her köşede karşınıza çıkan ucuz mobilya mağazalarından alınmış. Homoseksüel komşuyu oynayan arkadaşın "ters açılı denklem" repliğini ise matematik hocaları bile çözemez. Telefondan her nedense karşı ses olarak telesekreterin sesi duyuluyor ama, normal konuşma sesi gelmiyor. Pencere camından yansıyan spot ışığı izleyicinin gözünü alıyor. Polis baba, tetikçiler gibi tabancasını arka cebinde taşıyor. Hele buzdolabının içi gözükmesin diye, kapısının sahne içine doğru açılması başlı başına bir alem. Bu tür kapılar solaklar için yapılır. Oysa kahramanımızın solaklığı hiç vurgulanmıyor, ayrıca da değil. AIDS bulgusunun on yılı aşkın hiçbir belirti göstermeden taşınmış olması garipliğinin yanı sıra, test sonucunun 'bir arkadaşı' aracılığıyla laboratuvardan alınması iyice komedi. Pazardan elma alır gibi gidip raporu alıyor adam. Baba da babaymış hani...Oğlu "Baba, ben AIDS oldum" deyince, babanın yanıtı "İyi bok yedin" oluyor. Şimdi ben ne diyeyim bu söze? Çok büyük paralar harcanan ve görkemli bir müzikal olarak, ünlü oyuncularla kotarılan "Mucizeler Komedisi", uzunluğu dışında beni huzursuz etmedi. Benim izlediğim akşam Özlem Tekin oynuyordu, Meltem Cumbul'un yerine. Çok başarılı bir yeni yetenek. Ne var ki, finalde giysi değiştirirken sahnede, çıplak kollarında birden bu role hiç uymayan dövmeler görünce irkildim. Oyuncu, kendine özgü bir işareti taşıyorsa ve bu işaret (takı, sakal-bıyık, bilezik,kolye,dövme gibi) oynadığı role ters düşüyorsa, dikkat etmek zorunda. Elbette bu rol için dövme silinmez de, belki bu uyarımız diğer oyuncular için dikkate alınır.

Tiyatro İstanbul, "Aşkın Yaşı Yok" adlı bir Fransız bulvar komedisini, müsamere konumunda sahneliyor. Ara dahil iki saat kırk beş dakika -45 dakikası rahatça atılır- seyirciyi koltuğunda sıkıntıdan bayıltacak kadar yavan yönetimde, teknik aksaklıklar da aynı oranda. Hiçbir zaman görünmeyen ancak adıyla çağrılarak kapıyı açması istenen bir hayalet hizmetçi, zaman geçişleri belli edilmediğinden kapıdan çıkanın hemen dönmesiyle seyircinin kafasında oluşan sorular, sadece giysi değiştirmek için kararan sahne, normal mağazalardan alınmış giysilerle kotarılan kostümler, günümüze taşındığı anlaşılan oyunda -Demet Tuncer'in giydiği koyu mavi bluz son moda- para birimi olarak Euro'dan bahsedildiğine göre -bu para da nedense butafor- neden bu zengin ailenin cep telefonlarına sahip olmadığı -ihanet teması var çünkü oyunda, kontrol mekanizmasını kolaylaştırma yönünden önemlidir bu teknolojisoru işareti yaratıyor. Hiç değişmeden kullanılan ful ışık da gözlerimi acıttı zaten..© f


BU AY SAHNEYE ÇIKANLAR Tiyatro: Tiyatrokare Yazan: Devran Volkan Alkan, Fatih Gülnar Yöneten: Fatih Gülnar Oynayanlar: Furkan Kızılay, Devran Volkan Alkan, Güneş Emir, Mine Çoban

Tiyatro: Tiyatro Odası Yazan: Ira Lewis Türkçeleştiren ve Yöneten: Can Doğan Dekor-Kostüm Tasarımı: Cengiz Cengizev Oynayanlar: Can Başak, Aziz Sarvan.

Annesi ve babası İtalya'da iş seyahatinde bulunduğu için, ablasının kontrolü altında evde tek başına kalan Furkan, sıkıntıdan ne yapacağını şaşırıp, çeşitli playback showlar yapar. Yine bir gün ablası alışverişteyken, kız arkadaşı Mine'yi arayıp, kendisinin dışarıya çıkmasının yasak olduğunu, eğer arkadaşı gelirse, evde vakit geçirebileceklerini söyler.

Uzun bir aradan sonra yine ülkemizde hemen hemen hiç tanınmayan ve şimdiye dek hiç bir oyunu oynanmamış olan Amerikalı Yazar Ira Lewis "Çin Kahvesi" adlı oyunuyla Tiyatro Odası'nda. New York'da yaşayan Harry ve Jake'in hikayesi. Her ikisinin de gerçekleşemeyen hayalleri var. İsteklerini sürekli ertelemek onları öfkelendiriyor.

Tiyatro: Tiyatrokare Yazan: Elanie May Çeviren: Zeycan Monteleone Yöneten: Nedim Saban Sahne Tasarımı: Gamze Şatana Müzik: Kemal Günüç Oynayanlar: Ayşe Tolga, Fatih Gülnar, Galip Erdal Nazlı Tosunoğlu, Rıza Karaağaçlı, Yeşim Kızılçeç

pe

cy

a

Kariyerlerine yeni bir yön vermek isteyen birkaç seks yıldızının gözüyle yaşam analizi yapan "Yetişkinlere Özel", oyunda yer alan karakterlerle birlikte seyirciyi de William Butler Yeats ile Gustave Flaubert'ten başlayıp Brendan Behan ve Yunan mitolojisine kadar uzanan bir yolculuğa çıkarıyor.

Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Aziz Nesin Yöneten: Filiz Övün Dekor Tasarımı: Suar Seylan Giysi Tasarımı: Yıldız İpeklioğlu Işık Tasarımı: Kemal Gürgün Oynayanlar: Semlin Barutçuoğlu, Meltem Ertürk, Necmettin Amaç. Kurmaca yaşamlarında, yalnızlıklarını paylaşmaya çalışan iki kadın, "kadın kasabı" diye duyurulan havagazı memurunu beklerler. Kapı çalınır ve...

Tiyatro: Tiyatro Fora Yazan: Donald Margulies Çeviren: Muammer Öztat Yöneten: Tufan Karabulut Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Dekor-Kostüm Tasarımı: Eda Söylerkaya Müzik: Burcu Selçuk Oynayanlar: Arda Kavaklıoğlu, Burcu Başaran, Tufan Karabulut, Sena Taşkapılıoğlu. "İki çift... dört arkadaş... bir boşanma! Tom ve Gabe kolejden beri en iyi arkadaşlardı. Karen ve Beth ise birbirlerini işte tanıdılar. On iki yıldır mutlu bir dörtlüydüler. Bir akşam yemeğinde, Tom ve Beth'in evliliklerinin sona erdiği haberi ortaya çıkıncaya kadar, onların tüm beklentisi birlikte 'yaşlanmak ve şişmanlamaktı'"


Tiyatro: Atölye Yazan: Kerem Rızvanoğlu, Mehmet Bozkırlıoğlu Yönetmen: Kerem Rızvanoğlu, Özgürol Öztürk Sahne Tasarımı: Berrak Yüce, Sema Öz Giysi Tasarımı: Ekip çalışması Müzik: Canay Cengen, Arzu Öztürk Oynayanlar: Can Kılcıoğlu, Kerem Rızvanoğlu, Ece Baykal, Melih Gündüz, Sema Öz Yalçıntaş, Murat Ay, Reşit Berker Enhoş, Mehmet Ali Altunbaş, Mehmet Bozkırlıoğlu, Şahika Günten Güney, Berrak Yüce, Filiz Çetin, Berrin Yüce, Berk Ataman, Özgürol Öztürk, Kerem Rızvanoğlu Mahallenin yıkılan tiyatro salonunu kurtarmak için kolları sıvayan mahallelinin tiyatro kurma çabası, yerini birbirinin arasından sıyrılıp şöhrete ve zenginliğe ulaşma mücadelesine bırakır.

Tiyatro: Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan yazan: G. Feydan Uyarlayan: Gazanfer Özcan Yöneten: Engin Gürmen Sahne Tasarımı: Nilgün Gürkan Giysi Tasarımı: Gönül Ülkü Işık-Efekt Tasarımı: Melis Enlem Oynayanlar: Gönül Ülkü, Gazanfer Özcan, Nedim Doğan, Leyla Ü. Ermaya, Mustafa Ersin Özben, Bahar Karadeniz, Oktay Tosun, Ebru Tekgündüz, Yelda Serbes Yeter, Sinan Yıldırım, Merve Yıldırım Halim Duman'ın eskiden modaevi olan bir dairesi vardır. Bu daireyi çapkınlığı ile ünlü Doktor Yaman'a kiralamak ister ama başka kiracı adayları da vardır. Bir gün herkes tesadüfen burada karşılaşır ve ortalık karışır... Tiyatro: Oda Tiyatrosu Yazan-Yöneten: Kaan Erkam Ses-lşık Tasarımı: Ziya Gündoğdu Oynayanlar: Kaan Erkam, Sevim Gümülü, Burcu Purtul, Mustafa Kömür, Seher Terzi, Simla Müftüoğlu, Sabiha Topallar, Muazzez Özer, Ertuğrul Tetik, Nil Saatçi, Yıldız Kılınç, Ceyda Bayar, Şafak Tok, Gülcan Kızılırmak, Tuğba Susuzoğlu, Yağmur Deniz Erkam.

pe

cy

a

"Bağdat Hatun, devlete isyan eden kardeşinin affı için Hakan'a gider. Hakan, Bağdat Hatun'a aşık olur ve evlenmek ister. Bağdat Hatun evlidir ama İlhanlı yasaları Hakan'a çocuğu olmamak kaydıyla istediği kadınla evlenme hakkı tanımaktadır."

Tiyatro: İ.B.B. Şehir Tiyatroları Yazan: Richard Dresser Çeviren: Nihal Geyran Koldaş Yöneten:Ergün Işıldar Sahne-Giysi Tasarımı: Sabahat Çolakoğlu Işık Tasarımı: Özcan Çelik Müzik: Mertol Salt Oynayanlar: Can Başak, Yıldıray Şahinler, Erhan Abir. "Nerede olduğu, ne ürettiği belirsiz bir işletmede iki memur ve bir amir arasında oynanan trajikomik bir iktidar oyunu. Kendine, başkalarına, topluma güvensizliğin insanı ittiği saçma durumlar."


BU AY SAHNEYE ÇIKANLAR Tiyatro: Beşiktaş Kültür Merkezi Yazan-Yöneten. Yılmaz Erdoğan Sahne Tasarımı: Tolga Çevik, Yaşar Kartoğlu Giysi Tasarımı: Canan Göknil Işık Tasarımı: İlhan Demir Oynayanlar: Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ.

cy a

"Kadın ve erkek arasındaki ilişkiler arasında bir de aşk varsa farklı bir boyuta taşınıyor. Diyaloglar kimi zaman komik kimi zamansa haybeden oluyor. Beşiktaş Kültür Merkezi'nin yeni oyunu Haybeden Gerçeküstü Aşk, 21. Yüzyıl'ın ilişki kavramını sahneye taşıyor."

pe

Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Müsahipzade Celal Yöneten: Türker Tekin Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Yıldız İpeklioğlu Işık Tasarımı: H. Kamuran Yalman Müzik: Cem İdiz Oynayanlar: Ahmet Dizdaroğlu, Evren Serter, Sevda Özgömeç, Ümit Bakış, Ertan Dinçer, Çetin Köroğlu, Füsun Masri, Aylin Kumbaracıoğlu, Nalan Örgüt, Recep Ayyıldız, Mediha Köroğlu. Oyun, ermiş olduğuna inanılan sıradan bir insanın, çöküş dönemi Osmanlı imparatorluğu'nda yaşadıklarını bir aşk öyküsü ekseninde anlatıyor.

Tiyatro: Bilsak Tiyatro Atölyesi/Maya Sahnesi Yazan: Tony Kushner Çeviren-Uyarlayan-Oynayan: Nihal Geyran Koldaş Evcimen / Kabil güçlü siyasi görüşleri ve yoğun şiirsel dili ile tanınan genç yazarın önemli bir oyunu. 11 Eylül'den önce yazdığı oyunda, Afganlı bir kadın karakter, "Siz Amerikalılar, Taliban'ı o kadar çok seviyorsunuz ki, merak etmeyin. Gelecekler. New York'a da gelecekler yakında" diyordu. Bu oyun en çok bu repliği ile ün kazandı Amerika'da.

Tiyatro: Ayla Algan ve Ekibi Yöneten: Ayla Algan Ressam: Zehra Algan Oyuncular-Dansçılar: Cüneyt Karadurak, Ömer Uysal, Senem Oluz, Sevi Algan, Talin Büyükkürkçiyan, Tayanç Ayaydın. Ekip, "Ne Zamandan Beri Buradasınız!" oyunun yaratım sürecinde lonesco'nun "sandalyeler" metninden imge, karakter ve tipleri, onların arasındaki ilişkisizliği doğaçlayarak yaratıcı bir seyir ortamı yaratıyor ve interaktif iletişimle oyunu seyrettiriyor. Oyun sonrası nasıl bir çalışma süreci ve yöntemle yaratıldığını göstermek amacıyla seyircilere "boşsandalyeler"e koydukları kimlikler sorulacak.

Tiyatro: Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu Yazan: George Büchner Yöneten: Gökhan Bulut Sahne Tasarımı: Tuna Öztunca Giysi Tasarımı: Nilay Çıtak Işık Tasarımı: Gökhan Bulut Oynayanlar: Azer Erdem, Nilay Çıtak, Sedar Metin, Yasemin Kılıçtaş, Serhat Kurtay, Ülker Sözen, Nihal Doğruöz, Ufuk Günay, Ayhan Yeşiltaş, Mustafa Kemal Bayrak. "Bu ülke soğana benziyor. Kabuktan başka bir şey kalmamış. Ya da iç içe geçirilmiş kutular da diyebiliriz. Büyük kutuların içinde küçük kutular saklı ama küçük kutuların içi bomboş. Bu yük de ölümüme mi götürecek beni?! Gelin prens sizinle biraz felsefecilik oynayalım." Tiyatro: Tiyatro İstanbul Yazan: Pierette Bruno Türkçeleştiren: Gencay Gürün Yöneten: Nedret Güvenç Oynayanlar: Demet Tuncer, İsmet Üstekin, Deniz Özmen, Aybüke Karakullukçu, Erkan Pekbay. Tiyatronun yeni oyunu, "evlilik kurumunu irdeleyen, özellikle evlendikten bir süre sonra kendisini ev işlerine vererek cazibesini yitirmiş kadınlarla, ikinci baharını yaşamaya özenen erkeklere gönderme yapan bir aile güldürüsü"


cy a

pe


SERGİ Ayşegül Kora'nın Beyaz Kadınları Ekvator Sanat Galerisi

Ayşegül Kora'nın dördüncü kişisel sergisi 3 Ocak 2005 tarihine kadar açık kalacak. Son döneminde kırmızı, gri, beyaz ve ekru renklere ağırlık veren sanatçı, bu sergisinde kadın figürleri ile çiçek motifleri aracılığıyla doğayı ve insanı sorgulayıp, yorumluyor. Ayşegül Kora'nın kadınları beyaz ve ekru. Beyaz; O'na göre "saflık, temizlik, yeniden başlama, nezaket, yumuşaklık, alçak gönüllülük ve asaletin rengi" Sergi, Nişantaşı Ekvator Sanat Galerisi'nde. (0212 225 23 18)

4-5 Ocak Salı, Çarş. Saat 20:00

5 Ocak Çarşamba Saat 21:30

Carmen Lundy/Vokal Robert Glasper/Piyano

Ezginin Günlüğü

KONSER Babylon

Beyoğlu Caz G ü n l e r i Akbank Kültür Sanat Merkezi

6 Ocak Perşembe Saat 20:00

KIRAÇ

KONSER Yeni Melek Gösteri Merkezi

cy

Beyoğlu Caz Günleri Akbank Kültür Sanat Merkezi

a

Rob Van Bavel

6 Ocak Perşembe Saat 21:00

6 Ocak Perşembe Saat 21:30

KİTAP

pe

ÜÇ KADIN

KONSER Babylon

8 Ocak Cumartesi Saat 22:00

LADYTRON

KONSER Ankara Saklıkent

Avrupa Tarihinde Kadınlar/ Gisela Bock / İnceleme / Literatür Yayınları "Avrupa Tarihinde Kadınlar", bir yandan Avrupalı kadınların Ortaçağ'dan günümüze karşılaştıkları toplumsal, kültürel, yasal ve politik koşullan irdelerken, diğer yandan kadınların fikirlerini ve ideallerini, cinsiyetler arası ilişkileri kavrayışlarını ve medeni, politik ve sosyal haklar için verdikleri mücadeleleri anlatıyor.


a

pe cy


12 Ocak Çarşamba Saat 21:00

12 ocak çarşamba Saat 20:00

FOUR ROSES

MECAZİ

BEYOĞLU CAZ GÜNLERİ Akbank Kültür Sanat Merkezi

KONSER Yeni Melek Gösteri Merkezi

12 Ocak Çarşamba Saat 21:00

12 Ocak Çarşamba Saat 21:30

KONSER Bostancı Gösteri Merkezi

KONSER

MFÖ GECE YOLCULARI

BULUTSUZLUK ÖZLEMİ

Bobylon

13 Ocak Perşembe Saat 20:00

13 Ocak Perşembe Saat 20:00

BRILL BROTHERS

PURPLE IN BLUE/ÖNDER FOCAN TOP.

BEYOĞLU CAZ GÜNLERİ Akbank Kültür Sanat Merkezi

KONSER İş Sanat Kültür Merkezi

KargaART'ta İlginç Bir Dialog!

pe cy

a

Genç denizci Bülent Bakan, Bedri Baykam'ın "Kemik" isimli romanını okuduktan sonra, sanatçıya 130 sayfalık şiirler, resimler, grafitiler ve desenlerden oluşan dev bir mektup yollar. Bakan'ın bu gönderisinden çok etkilenen Baykam, genç sanatçı adayı ile tanışır ve bu işin sergilenmesi bir projeyi hayata geçirirler. KargART'da 16 Ocak - 06 Şubat tarihleri arasında bu ürünlerle birlikte Bedri Baykam'ın Bakan'a esin kaynağı oluşturan bazı işleri de sergileniyor. Sergi Pazartesi günleri dışında her gün 12:30-20:00 arası görülebilir. (0216 330 31 51)

MODERN DANS GÖSTERİSİ 13 Ocak Perşembe Saat 20:00

DOĞAL

13 Ocak Perş. Saat 21:30

AYNUR DOĞAN KONSER Babylon

Dilek Dervişoğlu KargaART

14 Ocak Cuma Saat 21:00

WISHBONE ASH/KESMEŞEKER

14 Ocak Cuma Saat 23:00

MOĞOLLAR

KONSER Yeni Melek Gösteri Merkezi

KONSER Babylon

15 0cak C.tesi Saat 21:00

18 Ocak Salı Saat 21:30

KONSER Ankara Saklıkent

KONSER Babylon

WISHBONE ASH

E. VURAL/Ö.FOCAN

Gülüşün Gelincik Tarlası/ Melihe Akay / Öykü / Epsilon Yayınları "Uzun kış gecelerinin getirdiği yalnızlığı, yalnızlığın içinde yalpalaya yalpalaya öğrenmiştik yatılı okulda; içimizde büyüyüp duran korkunun öteki adının 'boşluk' olduğunu bilmeden hem de... Hafta sonlarını, bayram tatillerini, dönem tatillerini iple çeker, tatil hayaliyle uyurduk... Yaşam ne denli büyütmüş olsa da, içimizdeki çocuk hâlâ aynı yerde saklı duruyordu."


cy

pe a


SERGİ ESRA SAKİR SERGİSİ Galeri Dürer Esra Şakir'in Resim Sergisi 14 Ocak'a kadar Galeri Dürer'de açık kalacak. Ressam resimlerini şu cümlelerle tarif ediyor: "Hani insan o ilk çocukluk yıllarında, salıncağa bindiğinde ayaklarıyla gökyüzüne dokunur, doludizgin koştuğunda ayağının altındaki toprağın da kendisiyle birlikte sarsıldığını sanır ve de güldüğü zaman dünyayı aydınlattığını; işte bu son dönem işleri o coşkuların hatırına oldu. Herkes gibi vardır bir özgeçmişim, buna dair en doğrusunu resimler söyler." Kullandığı tekniği, resmin vermek istediği duygunun belirlediği ressam 2002 yılında iki kişisel sergi daha açmıştı. (0212 249 20 09)

19 Ocak Çarşamba Saat 21:30

20 Ocak Perşembe Saat 21:30

KONSER Babylon

KONSER Babylon

DÜNDEN BUGÜNE POP

REBEL MOVES

22 Ocak C.tesi Saat 20:00

22 Ocak C.tesi Saat 23:00

YENİ MELEK GENÇLİK KONSERİ

CEZA

KİTAP

cy

24 Ocak P.tesi Saat 19:30

a

Nev/Kargo/Aslı Yeni Melek Gösteri Merkezi

KONSER Babylon

BALE OYUNLARI/K. Kepkep

S A Y D A M GÖSTERİSİ İFSAK

pe

26 Ocak Çarş. Saat 20:00

TIM RICHARDS TRIO

BEYOĞLU CAZ GÜNLERİ Âkbank Kültür Sanat Merkezi

27 Ocak Perş. Saat 16:00

TIM RICHARDS TRIO

BEYOĞLU CAZ GÜNLERİ Akbank Kültür Sanat Merkezi

Doktor Çehov'dan Öyküler / Anton Çehov Türkçesi: Mehmet Özgül / Öykü / Can Yayınları Dünya edebiyatına, öykü sanatını temelinden değiştiren yüzlerce öykü; tiyatro sanatına Martı, Vanya Dayı, Üç Kızkardeş ve Vişne Bahçesi gibi başyapıtlar armağan eden Çehov, aynı zamanda iyi bir hekimdi. Hekimliğinden de gelen gözlem gücüyle tıp, hastalar, hastalıklar, hastaneler, hekimler üstüne öyküler de kaleme almıştı. Yayınevi, "Doktor Çehov'dan Öyküler"de, onun bu tür öykülerini ilk kez bir araya getiriyor.

27 Ocak Perşembe Saat 19:30

SOKAKTAKİ ŞEHİR/Sema Köseoğlu

S A Y D A M GÖSTERİSİ İFSAK


Suya yansıyan uygarlık...

pe cy

a

Yüzyılların izini taşıyan saklı güzellik.


Dave Valentin Konseri Portoriko asıllı Amerikalı Dave Valentin cazın en usta ve en "zevkli" sanatçılarından bir olarak tanımlanıyor. Afrika vurmalılarıyla 16 yıl yaşadığı ilişkinin ardından aşık olduğu bir kız uğruna üflemelilere merak saran Valentin, dünyanın en ünlü caz flütçülerinden biri Hubert Laws'un öğrencisi olmuş. Dave Grusin ve Larry Rosen tarafından keşfedilen Valentin'in 18 albümü bulunuyor. Sanatçı 28 Ocak Cuma ve 29 Ocak Cumartesi 23:00'da Babylon'un konuğu olacak.

29 Ocak C.tesi Saat 20:00

DOWN TO EARTH/Aşkın Arsunan

KONSER İş Sanat Kültür Merkezi

DANS ATÖLYESİ

30 Ocak Pazar Saat 13:30

Pınar Güremek

Akbank Kültür Sanat Merkezi 31 Ocak P.tesi Saat 20:00

31 Ocak P.tesi Saat 19:30

AŞKI ANLATIYOR ŞEHRAZAT

MEHMET ULUÇAY

KONSER İş Sanat Kültür Merkezi

a

KISA F İ L M GÖSTERİSİ İFSAK

pe cy

SEMİNER OSMANLI VE RÖNESANS AVRUPASI'NDA YAŞAM VE SANAT Simya Galeri

"Osmanlı ve Rönesans Avrupa'sında Yaşam ve Sanat" adlı seminerler, ay boyunca her pazartesi günü 14.00-16.00 saatleri arasında Ortaköy Simya Galeri'de. Dr Simge Pınarbaşı'nın yöneteceği seminerler Avrupa'da sanata bakış, yaşam ve sanatçıların durumu, Fetih sonrası Osmanlı Tarihi, Minyatür ve Resimlerde yansıyan tarih ve yaşantı konularını işliyor. (0212 259 77 40)


ŞÜKRAN KURDAKUL İÇİN... Sesini son kez telefonda duydum; yazın Ayvalık'taki yazlığına gittiğini söylediklerinde çok sevinmiştim. "Gidebildiğine göre, demek ki iyi." diye düşünmüştüm. Bunu söylemiştim kendisine. "Eh. Pek iyi değilim ama, yeğenlerim g ö t ü r d ü . " demişti. Yaşam hep bir umuttur, tükenmeyen. Hastalığını biliyordum bilmesine de, onun aramızdan ayrılıp gitmesine gönlüm bir türlü razı olmuyordu. Daha temmuz ayında Vedat Günyol'u yitirmiştik. İkisinin de ülkemizin toplumsal ve kültürel yaşamında çok önemli yerleri var. Böyle aydınlar çok kolay yetişmiyor ülkemizde. Şükran Kurdakul için, söylenecek çok şey var; ancak çok zor, acısı bu kadar tazeyken. Yine de genç kuşakların onu tanıması için anlatmam gerektiğini biliyorum. Şükran Kurdakul'u birkaç yönüyle değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. İnsan, şair-yazar, yayıncı, aydın ve politikacı. Gerçekte, bütün bunlar birbirinden ayrılan şeyler değil. O bütün bunları kimliğinde birleştirmişti. Önce şiire sevdalandı Şükran Kurdakul. Yaşama sevincini ve duygularını dile getirdiği ilk şiirlerini Tomurcuk ve Zevklerin ve Hülyaların Şiirleri başlıklı kitaplarda topladı. Sonra; kendisini daha güzel bir dünya kurma mücadelesine adadı. Çok küçük yaşta, özgürlük, barış ve sosyalizm ideallerine bağlanmıştı. Bunun için henüz lisedeyken tutuklanıp hapsedildi. Aldığı cezalar nedeniyle öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Sonra sürüp g i t t i bu kovuşturmalar, tutuklanıp hapsedilmeler.

2000 yılının ilk aylarında karlı bir akşamüstünü anımsıyorum. Şükran Kurdakul, Cengiz Bektaş ve ben, TYS'nin AKM'de düzenlediği bir etkinlikten çıkmış Taksim'de yürüyorduk. Cumhuriyet Kitap Klübü'nde bir etkinlik vardı. İstiklal Caddesi'nin girişinde onlardan ayrılmak istediğimde sormuştu: "Nereye gidiyorsun?" Emeğin Partisi'nin Ankara'daki GYK toplantısına gideceğimi söyleyince, gülümseyerek "Yaşını ver, ben gideyim" demişti. İçim ışıl ışıl umutla dolmuştu. Onu, partinin Mart 2000'deki Ankara'daki büyük kongresine çağırmıştım. "Söz vermiyorum." dedi ama, delikanlı yüreği dayanamadı. O kongreye, hiçbir ayrıcalık istemeden, kendi başına çıkıp gelmiş; salonu dolduran binlerce emekçiye umut verip umut almıştı. Şükran Kurdakul'un mücadeleci kimliği, hiçbir zaman onun edebiyatçı kimliğini gölgelememiştir. Çalışma yürüttüğü bütün alanlarda, biri öbürünün önüne geçmeden, çalışmalarını programlayarak, sentezleyerek başarılı olmuştur. 11 şiir kitabı, 4 öykü kitabı vermiştir edebiyatımıza. Öykü ve şiir seçmeleri de yayınlanmıştır. Edebiyat alanındaki çalışmaları şiir ve öyküyle sınırlı değildi; edebiyat tarihçisiydi aynı zamanda. Çağdaş Türk Edebiyatı, Namık Kemal, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü adlı çalışmaları, ülkemiz yazın yaşamına ışık tutan başvuru yapıtlarıdır. Bunun dışında, şiir derlemelerinin, incelemearaştırmalarının, edebiyat yazılarının yer aldığı kitaplar vardır. Şükran Kurdakul, Zindandaki Şair adlı tek kişilik bir oyun da yazmıştır. Gazete ve dergilerde edebiyattan politikaya çok yönlü yazılar yazmıştır.

cy a

Bu ülkenin bir aydını olarak, ülkemizin Amerikan emperyalizmine teslim edilmesine öfke duyuyor, isyan ediyordu. O bu ülkenin bir aydını ve Kurtuluş savası komutanlarından Binbaşı Mehmet Salih Bey'in oğluydu. Kimlerin kanıyla özgürlük ve bağımsızlığın elde edildiğini biliyordu. O öfke ve isyanla yazdığı "Milli Kurtuluş Şarkısı" adlı şiiri nedeniyle T.C.K.'nın ünlü 142. maddesinden yargılandı. Sonra gizli örgüt üyeliği savıyla tutuklanıp hapsedildi. Çünkü o aynı duygu ve öfkeyle yazdığı "İzmir'in İçinde Amerikan Neferi" adlı şiirinin son bölümünde haykırıyordu bütün yüreğiyle:

GÜLSÜM CENGİZ

pe

"lzmir"in içinde Amerikan neferi Anaa kordonda geziyor, bayrak yırtıyor. Anaa, yargılanmıyor adam öldürdüğü halde. Bre dostlar elimiz böğrümüzde kalıyor Nerde redd-i ilhak, Hasan Tahsin nerede? İzmir'in içinde Amerikan neferi Yiğit olan evinde duramaz gayri?"

Ülkesine, halkına, çağına sorumluluk duyan bir aydın olarak, yaşamı boyunca insan hakları, düşünce özgürlüğü ve emeğin özgürleşmesi için mücadele e t t i . Mücadelesini çok yönlü sürdürdü, şair-yazar, aydın, politikacı olarak. Bir yandan şiirlerini yazdı, bir yandan edebiyat o r t a mında e t k i n olabilmek için dergi çıkardı. Yeryüzü ve Beraber dergilerinin çevresinde birçok genç ozanı topladı. Ki onların arasından, bugün ülkemizin yüz akı ozanlar yetişmiştir. Kitapçı dükkanı olarak kurduğu Ataç Kitabevi'ni yayınevine dönüştürüp kitaplar yayınladı. Eylem ve Ataç dergilerini çıkardı. Bütün bu süreçte şiirlerini, öykülerini yazmayı sürdürdü. Yazdığı şiirlerde hep aynı ateş, öfke ve isyan duygusunu dile getirdiği için Giderayak ve Halk orduları adlı kitapları nedeniyle kovuşturuldu, yargılanıp ceza aldı. 1960 sonrası, mücadelesini etkin olarak, 1960'lı yılların Türkiyesi'nde bir seçenek olan Türkiye İşçi Partisi'nde sürdürdü. Balıkesir il başkanlığı yaptı. En az 100 köyü dolaşarak onlara aydınlanma, emek, barış ve özgürlük düşünceleri taşıdı. Hastalığı onu yatağa düşürünceye dek de toplumsal yaşamı ileriye doğru dönüştürmek için mücadeleden vazgeçmedi. Dirençli, kararlı tutumuyla hepimize örnek o l d u , umut verdi.

Şükran Kurdakul'u anlatırken, onun yazar örgütçüsü kimliğinden söz etmemek olmaz. 1974'te kurulan Türkiye Yazarlar Sendikası'nın kurucuları arasında yer almış; ikinci başkanlığını yapmış, yatağa düşünceye değin de kongrelerine ve bütün çalışmalarına etkin olarak katılmış bir aydındı. 1990'lı yılların başında, Uluslararası PEN'in Türkiye'deki çalışmalarına etkin olarak katılmış Türkiye PEN'in başkanlığını yürütmüştü. Yazarların aydın kimlikleri nedeniyle toplumsal olaylara duyarsız kalmamasına, örgütlülüğün zorunluluğuna inanırdı. Bizden önceki kuşaktan yazarların anlatım ve söylemlerinden, kendilerini ö r g ü t l e r e kazandıran kişi o y d u . Benim P E N üyeliğim de, onun başkanlığı döneminde ve onun çağrısıyla gerçekleşmişti. Şükran Kurdakul; edebiyata, kültüre olduğu kadar insan haklarına, bağımsızlığa, özgürlük ve emeğe de saygılı ve t u t k u n bir insandı. Bu alanlardaki mücadelesini yalnızca şiirle sınırlamadı. Bazen 12 Eylül karanlığına karşı demokrasi isteğiyle aydın yazarları ve sanatçıları örgütleyip yürüyüşler düzenledi; bazen TYS'nin başını çektiği, bazen Evrensel Kültür Merkezi'nin çağrısıyla düzenlenen kültür emperyalizmine, savaşlara karşı, sanatın özgürleşmesi, demokratik Türkiye için, ana dilde eğitim hakkı vb. kampanyalarda hep ilk sırada yer aldı. Emperyalist güçlerin, topraklarımızı dilediğince kullanmalarına olduğu kadar, kültürel alanın yozlaşmasına ve dil kirlenmesine de öfkeliydi. Yabancılaşmaya, dil kirlenmesine karşı, kültür sanat alanımızın özgür ve özerk olması için bir girişim başlattı. Ulusal Sanat Konseyi'nin başkanlığını y ü r ü t t ü . Sonra bu çalışmalar Özerk Sanat Konseyi'nin çalışmalarıyla birleştirildi. Şimdi, onun bu mücadelesi, benim de yürütme kurulunda olduğum Özerk Sanat Konseyi'nde sürüyor. Şükran Kurdakul'u 77 yaşında yitirdik. Onurlu, güzel, anlamlı bir yaşam sürdü o. Bu yaşamın armağanları; şiir, öykü kitapları, edebiyat inceleme-araştırma-derleme kitapları, oyun kitabı, aydın kimliğiyle yürüttüğü kararlı mücadele geleneğidir. Kitapları aracılığıyla bizlere sunduğu zengin edebiyat birikimidir. Bu armağanlar için binlerce şükran sana, sevgili Şükran Kurdakul.


> 4 Nolu Antrepo Artık Bir Müze

pe

cy a

yazı ve fotoğraflar: Genco Demirer

Ülkemizin kanayan bir yarasına bir pamuk gibi geldi İstanbul Modern, 4 nolu antrepo'da açılan müze Türkiye Modern Sanatının seçkin örneklerini sunmayı planlıyor. "İstanbul Modern ile, ülkemiz yıllardır özlemi çekilen uluslararası alanda bir müzeye kavuşurken, istanbul yeni bir simge kazanıyor, ulusa! kültür yaşamında bir dönüm noktası oluşuyor. İstanbul Modern, ülkemizin modern ve çağdaş sanat alanındaki birikimini ortaya koymayı, korumayı ve değerlendirmeyi amaçlıyor. Sanat gündemini belirleyen, eğiten, sevdiren, dinamik ve çok sesli ortamıyla toplumun geniş bir kesimine ulaşmayı hedefliyor." "Artık 21. yüzyılda müzeler, hem sanatla, sanatçıyla buluşma hem de tartışma ve iletişim platformu oldu. Günümüzde çok amaçlı kültür merkezine dönüşen müzeler, insanların zamanlarını değerlendirdiği, vazgeçilmez mekânlardan biri. Toplumdaki değişime ve taleplere karşılık veremeyen merkezlerin gelecekte sürekliliği sağlamalarının mümkün olmadığını düşünüyoruz. Bu yüzden iletişime son derece önem veriyor ve mevcut izleyici kitlesiyle yetinmeyip sanatla yeni izleyiciyi buluşturmak ve müze gezme alışkanlığı yaratmak için

potansiyel izleyiciler üzerine araştırmalar yapmayı amaçlıyoruz. İstanbul Modern, koleksiyon sergileri, süreli sergiler, eğitim programlan, fotoğraf sergileri, film gösterimleri, paneller, söyleşiler, çeşitli sanatları içeren etkinlikler. Modern Sanat Kütüphanesi'nin yanı sıra ileri teknoloji ve kablosuz ağ donanımlı yeni medya alanı, müze mağazası ve dinlenme olanaklarıyla ulaşımı kolay, kitlesel izleyiciyi çekecek, çok yönlü, değişken ve aktif bir 'yaşayan müze' olacak" diyor. Oya Eczacıbaşı. İstanbul Modern'de tam olarak Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Koleksiyonu'ndan 1000, Türkiye İş Bankası Koleksiyonu'ndan 2500 ve Resim Heykel Müzesi'nden 20 seçkin eser izlenebiliyor. Ayrıca süreli sergi galerisi, fotoğraf galerisi, heykel bahçesi, yeni medya alanı, eğitim salonu, kütüphane, sinema salonu, cafe ve müze mağazaları yer alıyor. Bugünlerde "Gözlem, Yorum, Çeşitlilik" isimli tematik sergi izletiliyor. Küratörlüğünü Haşim Nur Gürel, Alî Akay ve Levent Çalıkoğlu'nun yaptığı sergiyle, 1900-2000 arası Türk resim sanatının temel eğilimlerinden seçkiler "genç kuşağın belleklerini" bekliyor. Ayrıca Ocak- Mart 2005 tarihleri arasında, Türk sanatının efsanevi isimlerinden


Fikret Muallâ'nın 101. doğumgünü nedeniyle düzenlenecek sergide, Fikret Muallâ'nın özgün çalışmalarının yanı sıra, lirizm ve içtenlik dolu renkli dünyası da gözler önüne serilecek. Tabii kî, bu iş'te TEMEL çok önemli. Müze bunun için de çok yararlı bir çözüm gerçekleştirmiş. Sanatı herbirimizle candan buluşturmak için akademisyenler ve eğitimciler tarafından düzenlecek seminerler, uzmanlarla birlikte rehberlik turları ve ilkokul (en temel) öğrencilerini hedefleyen "Bir Sanatçıyı Tanımak", "Sanat Yapıtlarını Anlamak ve Yorumlamak" başlıklı atölye çalışmaları Zehra Erkün yönetiminde düzenliyor. Müze yönetimi ilk yıllarında, 20 bin ilkokul öğrencisine eğitim vermeyi planlıyor. Bugünün mekanı bugünün sanatı Yeni Medya mekanında, video alanında farklı ve yeni eğilimleri izletiyor. Dijital teknoloji ile şekillenen işler disiplinler arası BARIŞ oluşturabiliyor. Aralık 2004- Mart 2005 tarihleri arasında Haluk Akakçe, Şener Özmen & Erkan Özgen ve Nasan Tur'un çalışmalarına yer veriliyor.

cy a

"Enis Batur'un yönetimindeki kütüphanenin, orta vâde hedeflerinden biri de, özellikle Modern Türk Sanatı bağlamında, hem klasik ortamda, hem de sanal ortamda hizmet verecek "Sanatçı Dosyaları" yaratmak. Osman Hamdi Bey'den başlayarak, bir klasörde, sanatçıyla ilgili görsel-işitsel ve yazılı malzemenin toplanacağı bu kaynakların, İstanbul Modern Yayınları için birer çıkış noktasına dönüşmesi amaçlanıyor. Kütüphane'nin, İstanbul Modern'in Arşiv bölümüyle eşgüdümlü biçimde. Modern Sanat'a ilişkin her türlü belgeyi toplamak, tasniflemek ve sınırlı hizmete açmak bir başka önemli hedefi olacak."

pe

"Bu kentte yöneticilik yapmış biri olarak İstanbul Modern'in açılışından gurur duyuyorum. Sanat ve siyaset arasındaki kopukluktan siyasetin zararlı çıktığını düşünüyorum. Siyaset kurumunun bir ferdi, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Başbakanı olarak şunu belirtmeliyim ki, siyaseti belirleyen değerler arasında kültür-sanat yeterince yer almıyor. Bu özeleştiriyi yapmak zorundayız. Bunun gibi yeni müzeler yapılacaktır. Her bakımdan yeni adımlar attığımız şu

dönemde, siyasetin sanata borcunu ödemesi gerek . Sözleri ile Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından açıldı. İngiltere Başbakanı Tony Blair, Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in kutlama mesajlarının da okundu. Rosa Martinez müzenin baş küratörü. Hatırlarsınız kendisi 97 İstanbul Bienali'nin de küratörüydü. Ayrıca sanat danışma kurulunda bu müze kadar cesur isimler dikkat çekiyor; Rahmi Aksungur, Enis Batur, Hüsamettin Koçan, Bülent Erkmen, Zeynep İnankur, Ayla Ödekan, Sami Rıfat ve Kaya Özsezgin. Müze biraz soluklanmak isteyenler için, muhteşem boğaz manzarasıyla, İstanbul Modern Cafe'de hoş bir mola imkanı sunuyor. İstanbul Modern, pazartesi günleri dışında her gün 10:00-18:00 arası açık olacak. Perşembe günleri ise ziyaret saati 20:00'ye dek sürecek.


cy a

pe


a

cy

pe


a

pe cy


pe cy a


cy

pe a


a

pe cy


a

cy

pe


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.