2005_154_7310

Page 1


a

cy

pe


A Y L I K

T İ Y A T R O

D E R G İ S İ

www.tiyatrodergisi.com.tr Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yazı işleri Müdürü: Pınar Erol Yayın Sekreteri: Ebru Seyhan Çocuk Tiyatrosu Editörü: Duygu Atay Ankara Temsilcisi: Figen Adıgüzel Katkıda Bulunanlar: Adalet Ağaoğlu, Sadık Aslankara, Kemal Başar, Suat Başkır, Deniz Bozer, Gülay Çıtak, Hasan Erkek, Yusuf Eradam, Ragıp Ertuğrul, Erbil Göktaş, Beki Haleva, Hülya Karakaş, Emrah Keskin, Nihal Kuyumcu, Sevda Şener. Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü: Çiğdem Esmer Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (gDGa) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. L e v e n t A r a l Teknik M ü d ü r : Erkut A r ı b u r n u Baskı: M a r t Matbaası Tiyatro

Telefon:

Yapım

Yayıncılık Tic.

(0212) 259 21

ve

San.

Ltd.

Şti.:

Muradiye

Deresi

Sok.

No:47/6

Beşiktaş

İstanbul

24 Fax: (0212) 327 86 29 e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr

Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 Abonelik İçin: Abonet Tel: (0212) 210 0 110 • Fax: (0212) 222 27 10 e-posta: abonet@abonet.net Abonet'den tek sayı için bile abone olabilirsiniz. Yurtdışı Abone: 100 EURO Kapak Tasarımı: Genco Demirer (gDGa)

pe cy a

Yayın Türü: Yerel Süreli

ANISINA: Neş'e Erçetin Atakan / S. 4 EDİTÖRDEN: / S. 5 HABERLER: / S. 6

TANITIM: 5. Rumeli Hisarı Tiyatro Buluşması / S. 8 KONUK: Tiyatroya Bir Kurt Düşmüş Adı Kadın / Hülya Karakaş / S. 11 ELEŞTİRİ: "Süleyman ve Öbürsüler" / Beki Haleva / S. 12

TANITIM: Devlet Tiyatroları'nda Yaz Sezonu / S. 16 KONUK YAZAR: Sorunlarımız / Sevda Şener / S. 19 İZLENİM: Çocuklar İçin Tiyatro Festivali / Hasan Erkek / S. 20

İZLENİM: .. Sizin İçindi / Nihal Kuyumcu / S. 24 İZLENİM: Küçükler İçin Bir Büyük Festivali / Emrah Keskin / S. 26 İNCELEME: Tiyatro Tempo / Hasan Erkek / S. 28 ELEŞTİRİ: "Yangın Duası" / Ragıp Ertuğrul / S. 34 ELEŞTİRİ: "Sergei Obraztsov Kukla Tiyatrosu" / Deniz Bozer / S. 36 ÖZDEMİR ABİ'YE MEKTUPLAR: "Binbir Gece" / Üstün Akmen / S. 38 İZLENİM: 5. İstanbul Dans Festivali / Ragıp Ertuğrul / S. 40

ELEŞTİRİ: Hacivat-Karagöz Haliç'teydi / Yusuf Eradam / S. 43 ELEŞTİRİ: "Ayyar Hamza" ve "Deli Dumrul" / Üstün Akmen / S. 46 İZLENİM: Tiyatro ve Festival Üzerine / Ebru Seyhan / S. 49 İZLENİM: Uluslararası Tiyatro Okulu / Ebru Seyhan / S. 52 AMATÖR TİYATROLAR: Üçüncü Zil / Gülay Çıtak-Suat Başkır / S. 56 ELEŞTİRİ: Şaşaalı Müzikaller / Erbil Göktaş / S. 58 KENTLER VE TİYATROLARI: Bademler'in 70 Yıllık Tiyatrosu / Sadık Aslankara / S. 61 OYUN METNİ: "Tiyatro Nedir Aslında" / James Saunders / Çev. Yusuf Eradam/ S. 64 KÜLTÜR-SANAT AJANDASI: S. / 67


pe cy

Neş'e Erçetin Atakan

a

> Anısına

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sanatçısı Neş'e Erçetin Atakan'ı 3 Mayıs 2005 günü yitirdik. Uzun süredir lenf kanseri tedavisi gören Atakan, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde düzenlenen törenin ardından Adapazarı'nda toprağa verildi.

Sakarya'da 1954 yılında doğan Neş'e Erçetin Atakan, 1978'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni, 1980'de İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nü bitirdi. Hukuk eğitimi sırasında tiyatro alanında birçok çalışmaya katılan ve "Amatör Oyuncular" topluluğunu kuran Atakan, Konservatuvar eğitimi sırasında da Yıldız Kenter'in sahneye koyduğu bazı oyunlarda rol aldı. Şehir Tiyatroları'nda 1985-1986 sezonunda göreve başlayan Atakan, çok sayıda oyunda oyuncu ve yönetmen olarak görev yaptı.

Çocuklara tiyatro sevgisini aşılamak ve geleceğin tiyatrocularını yetiştirmek amacıyla başarılı çalışmalarda bulunan Neş'e Erçetin Atakan, son olarak "Sabaha Az Kala" adlı müzikli gençlik oyununu yazıp yönetmişti©


> Editör > Mustafa Demirkanlı > mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr

Afife Tiyaro Ödülleri ile ilgili eleştiri ve tartışmaları Birgün Gazetesi'ndeki köşemde ilettim okurlara, Tiyatro... Tiyatro...'ya taşımak istemedik. Bunun gerekçesini aktarmak istiyorum, çünkü birçok okur, bu tartışmayı neden dergiye taşımadığımızı sordu. İki nedeni vardı: Birincisi, eğer dergiye taşırsak, çok daha geniş bir dosya hazırlamamız gerekirdi, -dosya tabii ki hazırlanabilirdiama bu geniş yelpaze içinde "özel duyguların" da araya sıkışması olasıydı, bu durum ise şu aşamada Afife Tiyatro Ödülleri'ne katkı sağlamanın yerine zarar verebilirdi, bunu hiç ama hiç istemiyorduk. Afife Tiyatro Ödülleri bu ülke tiyatrosuna yakışan, önemli bir ödüldür. Her ödülün macerasında olduğu gibi bu ödülde de kimi aksamalar olmuştur, olacaktır da, ama önemli olan Yapı Kredi Sigorta'nın tüm bunların farkında olması. Farkında olduktan sonra da düzeltmek hiç de zor değil, onlar da bunu yapacaklardır. İkinci neden ise, biraz duygusal. Bizim de bir Tiyatro Ödülü' müz olduğu için -her ne kadar birbirinden tamamen ayrı yapıda olsalar da- yanlış anlaşılmalara neden olma olasılığı vardı, bu ise samimiyetle yönelttiğimiz eleştirilere gölge düşürebilirdi. Oysa, Afife Tiyatro Ödülleri kendi başına bir yıldız olarak parlıyor ve ışıltısı daha da artarak

a

devam edecek, bizler sadece minik katkılar yapabiliriz.

cy

***

İstanbul sıcaklara yavaş yavaş adım atarken, Rumeli Hisan'nın büyülü atmosferinde "5. Rumeli Hisarı Tiyatro Buluşması"nda tiyatroseverler kaçırdıkları veya bir kez de o atmosferde izlemek isteyecekleri oyunlarla 1-18 Haziran tarihlerinde birlikte olacaklar. 2 Haziran'da İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı

pe

"Ful Yaprakları"nı izleyenler Tiyatro... Tiyatro...'ya da katkıda bulunmuş

olcaklar.

Fil Yapım o tarihi bizim için ayırdı, dergiye destek gecesi olsun diye, teşekkür ederiz, İstanbul Devlet Tiyatrosu da bizim için sahneliyor "Ful Yaprakları"nı, dergiye destek olsun diye, teşekkür ederiz. Derginiz artık uluslararası festivallerden de davetler almaya başladı, Ebru Seyhan Haziran başında Bulgaristan'da olacak, tiyatro festivalini sizler için izleyip, kaleme alacak. Ah İKSV, ah... Ne kadar aradık sizi mayıs ayında bilemezsiniz, Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali olmadan geçen bir mayıs ayı hüznümüzü unutturamadı bu yıl da... Hadi, her yıla dönün artık, çok özledik .


> Haberler

Küba'da Bir Türk Oyunu Aslı Öngören ve Mehmet Esatoğlu'nun "Ara'nın Anadolu Destanı" gösterisi Küba'da sahnelenecek. Öngören ve Esatoğlu, Yaşar Kemal'in, fotoğrafçı Ara Güler'in "Yüzlerinde Yeryüzü" albümü için yazdığı önsözü ve Güler'in fotoğraflarını müzik, beden dili, ışık tasarımı ve dansın katılımıyla bir gösteriye dönüştürdüler. Ara Güler'in fotoğrafları ve Yaşar Kemal'in anlattıklarıyla Anadolu'ya yolculuğa çıkan bir genç kızın önsözde anlatılan ve fotoğraflarda görüntülenen insanlarla yaşadığı serüvenleri konu alan oyunun metin düzenlemesini Aslı Öngören yaptı. Çevre düzenini Yunus Saltuk'un, müziklerini ise Erhan Şakar'ın hazırladığı oyunda Aslı Öngören ve Mehmet Esatoğlu rol alıyor. Oyuncu ve koreograf Murat Ersan'ın hareket ve dans, Yeşim Ceren Bozoğlu ve Süreyya Güzel'in oyunculuk koçluğunu üstlendikleri gösteriyi Mehmet Esatoğlu yönetiyor. Oyunun afiş tasarımı ve görsel düzenini Gülay Ayyıldız Yiğitcan, ışık tasarımını ise Kemal Yiğitcan yapıyor. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nin yapımını gerçekleştirdiği ve Cihan Terlan, Onur Toparlak, Göksun Doğan ve Alper Kargın'ın sahne üstü müzik ve efekt yaratımlarını yaptığı oyunun ilk gösterimi Küba'nın Havana kentinde yapılacak. Havana'da düzenlenecek Türkiye haftası kapsamında sergilenecek oyun önümüzdeki dönem ülkemizde de sahne alacak.

GSM 3. Tiyatro Buluşması'nı Gerçekleştirdi

pe cy

a

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş Gösteri Sanatları Merkezi, Tiyatro Buluşması'nın üçüncüsünü gerçekleştirdi. 1529 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilen etkinlik kapsamında çok sayıda oyun, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde ücretsiz olarak sahnelendi. 1994 yılından bu yana tiyatro oyunculuğu, yazarlık ve yönetmenlik alanında öğrenci yetiştiren Gösteri Sanatları Merkezi'nin etkinliğine, Aksu Kukla Tiyatrosu, Sarıyer Belediye Tiyatrosu, Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Kulübü, İ.B.B. Kültür A.Ş. Gösteri Sanatları Merkezi Öğrencileri, Kartal Belediye Tiyatrosu, Afiş Oyuncuları, Ortakçılar Lisesi katıldı.

Çocuk Oyunu Yazma Yarışması

Adana Tiyatro Derneği ve JCI "Su Kaynakları ve Doğru Kullanımı" konusunda çocuk oyunu yazma yarışması düzenleniyor. 6-12 yaş çocukların hedef kitle olarak düşünüldüğü oyunların, daha önce sahnelenmemiş, yayınlanmamış ve herhangi bir ödül almamış olması gerekiyor. Yarışmaya başvuran oyunlar, Adana Tiyatro Derneği ve JCI' ın ortak belirlediği bir ön jüriden geçecek ve ön jüri yarışmaya katılabilecek olgunluktaki eseri asıl jüriye gönderecek. Her yarışmacı en fazla iki eser ile yarışmaya katılabiliyor. Oyunlardan 1. incilik Ödülü alan eser, Adana Tiyatro Derneğinin görevlendireceği bir yönetmenin Dernek üyesi oyunculardan oluşturacağı kadro tarafından 2005 - 2006 tiyatro sezonunda sahnelenecek. Yarışmaya son başvuru tarihi 15 Temmuz 2005. Ön Jüri, Mahmut Hazım Kısakürek, Veysel Sadak, Ela Burcu Yücel, Tahir Timur Göktuğ'dan; Jüri ise: Salih Kalyon, Altan Gördüm, Nihal Kuyumcu, Gülayşe Erkoç, Şirin Gönen, Metin Bahçivan ve Serap Zengin'den oluşuyor. Birincilik Ödülü 3000 YTL, İkincilik Ödülü 2000 YTL, Üçüncülük Ödülü 1000 YTL. Adres: Çocuk Oyunu Yazma Yarışması JCI Adana, Fuzuli cad. Galeria iş merkezi No:80 01120 Seyhan/ADANA Tel: 0322 457 70 42, E-mail: atider@tiyatrom.com

Tunca'ya St. Petersburg'dan En İyi Yönetmen Ödülü Devlet Tiyatroları'nın, "Androkles ile Aslan" adlı çocuk oyunuyla katıldığı St. Petersburg Rainbow Tiyatro Festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü, Bursa Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Özer Tunca kazandı. Aurand Harris'in yazdığı oyunu, Leyla Tepedelen Türkçe'ye çevirmiş. Oyunda; Müge Açıkdüşünenler, Bülent Uçar, E.Ertan Akman, Alperen Kırhan, Serdar Yeğin, Levent Yılmaz'ın rol alıyor. Tunca, geçtiğimiz aylarda "Otobüs Durağında Üç Bencil" isimli oyunuyla katıldığı Tunus Ben Auros Uluslararası Mediterranne Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali'nden, büyük ödül olan Altın Ağaç ile dönmüştü.


pe

cy a

V. Rumeli Hisarı Tiyatro Buluşması

5. Rumeli Hisarı Tiyatro Buluşması 01-18 Haziran 2005 tarihleri arasında yapılıyor. Aysa ve Fil Yapım'ın gerçekleştirdiği etkinliğe; 1.B.B.Ş.T "IV. Murat", İstanbul Devlet Tiyatrosu "Ful Yaprakları", Tiyatro Kedi "Kamelyalı Kadın" ve "Salıncakta iki Kişi", Dostlar Tiyatrosu "Buluşma" ve "İnsanlarım", E.S.E.K. "27 Numara", Eskişehir Şehir Tiyatrosu "Gözü Kara Alaturka", Tiyatro İstanbul "İkinin Biri", Kent Oyuncuları "Hep Aşk Vardı", Sadri Alışık Tiyatrosu "Şaşkın Aşıklar", Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu "Sağlık Olsun", Sunay Akın ve Zuhal Olcay katılıyor. Etkinlikler saat 21.15' de başlayacak. İstanbul Devlet Tiyatrosu, "Ful Yapraklan" isimli oyunu dergimiz Tiyatro... Tiyatro...'ya destek amacıyla oynuyor. Etkinliğin Programı Şöyle: IV. Murat (İ.B.B.Ş.T.) 11 Haziran Çarşamba Tiyatroseverlerin yoğun ilgisiyle karşılaşan oyun, Osmanlı'nın çalkantılı bir döneminde tahta geçen IV Murat'ın iktidarın puslu ikliminde yol alışını sahneye taşıyor. Yazan: Turan Oflazoğlu Yöneten: Engin Uludağ Oyuncular: Hüseyin Köroğlu, Aliye Uzunatağan, Salih Sarıkaya, Mehmet Avdan.


27 Numara (E.S.E.K.) 19 Haziran Perşembe Güldürürken düşündüren, düşündürürken kaşındıran ve bu üç eylemi aynı anda yapabilecek izleyicileri görmek isteyen bir oyun. Oyun, cennetle cehennemin arasındaki hesaplaşma mekânında sıkışıp kalan 5 zavallının komik hikayesini konu alıyor. Yazan - Yöneten: Uğur Uludağ Oyuncular: Murat Akkoyunlu, Hakan Bilgin, Celal Belgil, Doğa Rutkay, Ebru Ayyıldız, Uğur Uludağ

pe

cy

a

Ful Yaprakları (İstanbul D.T. ) 12 Haziran Perşembe İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun teknolojinin son olanaklarından faydalanarak sahneye taşıdığı oyun, Dergimiz, Tiyatro... Tiyatro... 'ya destek amacıyla sahneleniyor. Sahnenin değişik noktalarına yerleştirilen beş ayrı kamera, oyun boyunca oyuncuların yüzlerini, hislerini ve düşlerini sahnede bulunan üç projeksiyon perdesine yansıtıyor. Bir kadın; kendisiyle başka hayatlar arasında kurabildiği tek köprü evdeki bilgisayarı. Ve sıkışıp kaldığı yaşamına, soluklanmak için internet aracılığıyla pencere açan, oyunun sonuna kadar gerçek hikâyesini öğrenemediğimiz bir adam. Birbirine yabancı ama yakın bu iki insanla, yolu aynı anda kesişen başka ikinci bir kadın.. .İnternetten de canlı olarak yayınlanan iki perdelik oyun boyunca, yalanlarla başlayıp itiraflarla sona eren interaktif birlikteliklere tanık olacak ve "orda kimse yok mu?" çığlığını hissedeceksiniz. Yazan: Civan Canova Yöneten: Turgay Kantürk Işık Tasarımı: Enver Başar Oyuncular: Özlem Güveli, Özden Çiftçi, Musa Uzunlar Kamelyah Kadın (Tiyatro Kedi) 13 Haziran Cuma 19. yüzyılın ikinci yarısında Paris'te geçen oyun, 156 yıldır ölümsüzlüğü yakalamış olan Kamelyalı Kadın ile gizem dolu Marguerite Gaultier'in ve onun kısacık yaşamındaki tek aşkı Armand Duval'ın öyküsünü anlatırken, döneminin ahlak değerlerini çatının çok ilerisinde bir perspektifte tartışıyor. Yazan: Alexandre Dumas Fils Yöneten: Hakan Altıner Oyuncular: Deniz Türkali, Kartal Kaan, Önder Balı, Selen Öztürk, Beste Tok. Buluşma (Dostlar Tiyatrosu) 15 Haziran Pazar 1953 yılında bir gece yarısı, New York'ta bir otel odasında ünlü bilimadamı Albert Einstein'la Marilyn Monroe'nun buluşmasını ve bu sürede geçen birbirinden ilginç diyaloglarını içeren oyun, çapkın erkeklere göndermeler de taşıyor. Yazan: Terry Johnson Türkçesi: Filiz Ofluoğlu Yöneten: Genco Erkal Oyuncular: Genco Erkal, Ali Uyandıran, Dolunay Soysert, Erdem Akakçe

Gözü Kara Alaturka (Eskişehir B. B. Ş. T.) / 10 Haz, Cuma Tiyatronun yeni oyunu, İstanbul'da yaşayan, hayata tutunmaya çalışan beş insanın hikâyesini komedi diliyle anlatıyor. Yazan - Yöneten: Özen Yula Oyuncular: Burcu Tutkun Oruç, Özlem Boyacı Onan, Devrim Ö. Akın, S.Berkay Akın, Mete Ayhan, Ecen Can, Zafer Ergül İkinin Biri (Tiyatro İstanbul) /11 Haziran Cumartesi Oyun, bir bakan yardımcısının karısıyla birlikte kaldığı otelde aynı odada bir sekreterle aşk kaçamağı yaparken, karısının da yakın bir dostuyla ilişkiye girmesini konu alıyor. Yanlış anlamaların bolca yer aldığı, kapıların bolca çarpılıp açıldığı oyun. Sahneye Koyan: Haldun Dormen Oyuncular: Ali Sunal, Volkan Severcan, Argun Kınal Hep Aşk Vardı (Kent Oyuncuları) / 12 Haziran Pazar Zaman yoktu. Ölenlerin hiçbiri ölmemişti ve doğacak herkes doğmuştu. Zamanın "parçalanmaz akışı"nda, çok kalabalık ve yapayalnız, hep beraber yaşanıyordu. Sahnede tek kişilik bir oyun oynanıyordu ve hiçbir sahneye sığmayacak sayıda oyuncu rol alıyordu bu oyunda... Yazan: Yıldız Kenter Yöneten: Yıldız Kenter, Mehmet Birkiye Oynayan: Yıldız Kenter Salıncakta İki Kişi (Tiyatro Kedi) / 13 Haziran P.tesi New York... Büyük umutların, dayanılmaz hayalkırıklarının kenti... Cennetle cehennemin içiçe yaşadığı böylesi bir metropolde, yaşamlarını sıfırlamak ve belki de birlikte, yeniden kurmak isteyen iki kişi... Hayatın o güne kadar onlara giydirdiği elbiseleri çıkarmak, soluk almak ve yıllar


sonra ilk kez kendi istediklerini, kendi kararlarını, kendi seçtiklerini yapmak isteyen iki kişi... Kurallarla, koşullarla örülü duvarları, duyguların salıncağıyla havalanarak aşmak isteyen iki kişi... Yazan: William Gibson Yöneten: Hakan Altıner Çeviren: Sevgi Sanlı Oyuncular: Can Gürzap, Nurseli İdiz İnsanlarım (Dostlar Tiyatrosu) / 14 Haziran Salı Onlar ki toprakta karınca / suda balık / havada kuş kadar / çokturlar Korkak / cesur / cahil / hakim ve çocukturlar Ve kahreden / yaratan ki onlardır / destanımızda yalnız onların maceraları vardır Yazan: Nazım Hikmet / Yöneten: Genco Erkal Oyuncular: Genco Erkal Sunay Akın / 15 Haziran Çarşamba Kız Kulesi'ni "Şiir Cumhuriyeti" ilan edecek kadar tutkundur İstanbul'a. Kız Kulesi'nin insanla buluşmasının sanat etkinlikleri çerçevesinde olmasını isteyen ve bunun için kulenin şövalyeliğini üstlenen Sunay Akın, vapurlara da şair adlarının verilmesini istemektedir. O, İstanbul' da yaşayan "devrik bir cumhurbaşkanı"dır!...

Şaşkın Aşıklar (Sadri Alışık Tiy.) / 16 Haziran Perşembe Elektronik alanında başarılı bir yönetici olan Bernard, antika eşya ticareti yapan eşi Jacqueline ve ikisinin sevgilileriyle yaşamak istedikleri kaçamak nedeniyle yaşadıkları macerayı konu alan bir oyun. Yazan: Marc Comeletti Çeviren: Can Kapyalı Yöneten: Çetin Akçan Oyuncular: Sibel Turnagöl, Devrim Saltoğlu, Asuman Dabak, Şahnaz Çakıralp, Ali Başar Sağlık Olsun / Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu / 17 Haziran Cuma Bir edebiyat öğretmeni, bir bilgisayarcı, bir hastalık hastası, bir doktor, bir hemşire, bir hasta bakıcı... Aynı kadına aşık iki erkek... Dışarıdan hiçbir farkı olmayan bir hastane odasında, yaşamlarının en eğlenceli ve en duygulu günlerini yaşıyorlar. Dostluk, arkadaşlık ve sevgi üzerine muhteşem bir güldürü... Yazan: Eric Chappell Uygulayan ve Yöneten: Ali Poyrazoğlu Oyuncular: Ali Poyrazoğlu, Bülent Kayabaş, Ozdemir Çiftçioğlu, Eser Ali, Berrak Kuş Zuhal Olcay / 18 Haziran Cumartesi "Tiyatronun divası"ndan unutulmaz bir Hisar gecesi©

pe

cy a

Biletler için: www.ticketturk.com / Telefon: 0212 478 0 600


a

cy

pe


> KONUK > Hülya Karakaş

Tiyatroya Bir Kurt Düşmüş Adı Kadın! Mark Twain'in şu veciz sözüyle başlamak istiyorum yazıma: "Bu hayatta cehalet ve özgüvene sahipseniz yeter; başarı kesindir." Nedendir bilinmez! Zengini yoksulu, okumuşu cahili, kadını erkeği; özgüven söz konusu olunca buz keseriz. Özgüven problemli bir millet olduğumuzu söylersem başım ağrımaz değil mi? Sivrilmek, ortaya çıkmak, görünmek için çaba harcamak, farklı olmak, bu coğrafyada dayanılması zor bir durumdur. Bu durumun altında ezilen çoğunluk; sivrilmek için mücadele etmeyi, farklılığı uğruna savaşmayı, kendi olabilmek için ayak diremeyi yakışıksız bulup önce aşağılar sonra da oturup bir güzel seyreder. Toplumsal bir röntgencilik paranoyası yaşamamız boşuna mıdır sizce? Biz özgüveni olan insanlardan hiç hoşlanmayız, onların başardıklarına da içten içe gıpta ederiz, "Bizim neyimiz eksik? " sayıklamalarını bize benzeyenlerle konuşup dururuz. Hep konuşuruz asıl sorunumuz da budur.

a

Bir düşünün, karşınızda bir aptal oturuyor ve maalesef de çok konuşuyor. Her şeyi öğrenmiş, keşfetmiş, kemâle ermiş! Kendini müthiş sevimli, olmuş ve zeki buluyor. Zeki olmadığını fark etmişsinizdir, ortalamanın bile altında değil, ama ne gam, olmuş işte! Bu kadar önemsenen ama sahibine hiç faydası olmayan zekadan başka bir şey var mıdır? Hani zeki olduğu için fazladan sevilen, fazladan para kazanan birini tanıyor musunuz? Tercih edilen bir vasıf mıdır zeka bu toplumda, yok öyle bir şey.

cy

Vasatların şansı her konuda daha yüksek. Onları her yere çekebilirsin, uzatabilirsin. Ama zekiyi itemezsin, kakamazsın, laf edemezsin... Bir baş belasıdır! İş beğenmez, eş beğenmez, gönül indirmez, yer yurt beğenmez... Katlanır sadece. Zekaya takıldım nerelere geldim. Tamamen bir öfkenin sonucudur bu savrukluk. Bağlayacağım, dert buyurmayın.

pe

"İki sesimiz olmalı. Biri aşka açılmalı biri dövüşe" demiş Ahmet Altan. Ben izninizle dövüşe hazırlanıyorum. Sizi de dövüşe çağırıyorum. Dövüşün, hesaplaşın, dökün eteğinizdeki taşları, bir daha bulaşmayın ey kadınlar diğer hemcinslerinize. Tiyatro sanatının uzun ve sonsuz bir refleks olduğunu unutmadan başlarsak eğer işe; kadın ve erkeğin bu refleksten ayrı ayrı etkilendiğini varsayabilir miyiz? Hayır. Beğenilme arzusu, dikkat çekmek arzusu, oynama arzusu, teşhir etme arzusu, saklanma arzusu ve asla sönmeyecek gizli ve aleni arzuları erkek de, kadın da boyutları farklı bile olsa birlikte yaşıyorlar sahne üstünde. Hatta erkekler bu arzulardan daha fazla faydalanıyorlar, çünkü onlar daha kalabalıklar orada. Bütün güzel roller onlar için yazılmış.

Kadınlar birey olarak kabul görmek için sürekli kendini ifade etme ve dile getirme çabası içindeler, dolayısıyla bir özgüven sorunu yaşıyorlar. Erkekler de yaşıyor kuşkusuz ama onlar için dil, onay görmenin ya da kendini ifade etmenin doğal bir arenası olmamış sanki. Arenaya kadınlar çıkmış ve sürekli didişiyorlar. Arenanın tiyatro sahnesi olduğunu varsayarsak eğer; kostümünü giyip oraya çıkmayı başarmış bir kadının karşısına, kılıcını kuşanmış bir başka kadın çıkıyor hemen. Gelişigüzel sallıyor elindeki kılıcı. Dokunur mu, canını acıtır mı, yaralar mı diye düşünmeden. Neden mi? Çünkü diğer kadını arenada "başarılı" bulmuyor da ondan. Kendini atıyor ortaya, o başaracak, o yetenekli! Diğer özgüven sorunlularla da hemen buluşuveriyor. Oysa ki arenadaki başka bir kadın kazara arkasını dönse kılıcını ona da dokunduracak. En iyi, en hak eden kendisi, diğerlerinin hiç önemi yok. Biri diğerini yiyor, o da bir diğerini. Sürgit devam ediyor. Yaşın, sosyal konumun, fiziki durumun, halintavrın hiç bir önemi yok sanki. Tiyatro sanatını seçmiş kadınlar bir kurt gibi birbirlerini kemiriyor. Oysaki yüzlerce kostüm dikili bekler bedenleri ele geçirmek için. Şişmanına zayıfına, kısasına uzununa, sarışınına esmerine uygun, renk renk, çeşit çeşit kostüm bulunur. Kapışmak için ortada komik durumlara düşmek niye? Size uygun olmayan kostüm zaten üzerinizde durmaz, sakil kaçar. Muhteşem siluetinizi bozma çabası niye? Giyinin parıltılı özgüven kostümlerinizi, çıkın ortaya, salının. Cehaletin kara gömleği kimseye yakışmıyor inanın. Bellek zaten uysal, bazen depresif bir ruh haliyle zor dönemlerin anılarını toplayıp saklayıveriyor sizden. Ama siz hatırlamışsınızdır bir kez, onlarla hesaplaşmak istersiniz, özellikle de tatil sabahları. Dışarıda parlayan bir güneş var. Aslında kıştan henüz çıkmışsınızdır. Ama güneş hep parlasın istiyorsunuz .


pe cy

a

Süleyman ve Öbürsüler

> Beki Haleva

Semaver Kumpanya'nın oyunlarını izlediğimde hep aynı şeyleri hisseder oldum. Pozitif enerji dalgaları yayılıyor her seferinde sahneden ve usul usul tüm salonu kaplıyor. Yoksa bir fırtına mı demeliyim? Bilemiyorum. Tarifi zor bir duygu. Bir coşku fırtınası demek belki de daha doğru olacak, gencecik oyunculardan fışkıran ve izleyicileri sarmalayıp içine alan. Genelde Çevre Tiyatrosu'nda, kendi mekânlarında, daha doğrusu evlerinde izledim hep onları. Bu kez başka bir sahnedeydiler ama coşkuları hep aynıydı hiç yabancılık çekmiyorlardı Enka Oditoryumun daha farklı sahnesinde. Yeni oyunlarıyla karşımızdaydılar: Süleyman ve Öbürsüler. Yavuz Pekman'ın yazdığı bu oyun, Max Frich'in Bay Biedermann ve Kundakçılar başlıklı oyunundan uyarlanan bir üstmetin. Oyunun yazan Max Frich Almanca yazan İsviçreli bir yazar. Özellikle savaş sonrası İsviçreli yazarların önderi konumunda, oyunları kadar romanlarıyla da tanınmış. Biçimsel açıdan Brecht'in mesellerini anımsatan oyunlarında simgesel bir anlatım yoluyla nazizm, nükleer tehlike gibi siyasal konulara ve bunların yanı sıra burjuva yaşantısı, insan ilişkileri gibi toplumsal ve bireysel konulara da eleştirel bir bakış açısıyla yanaşmış. Bir radyo oyunu olarak yazılan, 1958'de de sahnelenmek üzere tekrar kaleme alınan bu oyun da bir siyasal eleştiri niteliğinde. II. Dünya savaşı öncesinde nazizmin sinsi yükselişini, "bana


a

cy

pe


dokunmayan yılan bin yaşasın" deyip kendilerini olan bitenlerden soyutlayanları, kendilerine bir şey olmayacağını düşünmek gibi safdillik örneği gösteren ve burunlarının dibine kadar gelen tehlikeyi göremeyecek kadar körleşen insanları, dolaylı bir şekilde anlatan bir tür kara komedya. Yavuz Pekman metni günümüz Türkiye'sine başarıyla taşıyor, Biedermann yerini Süleyman'a bırakmış. Kötülüğün kol gezdiği çağımız dünyasında elbette bizim ülkemiz de nasibini almış! Pekman kendini yazmak zorunda hissettiğini söylüyor «zaman kötünün de kötüsü var zamanı», onun deyişiyle "Çünkü artık Biedermann'ın da Biedermann'ı var, ismi Milenyum Süleyman'ı. Gösterinin niteliğiyle ilgili ipuçları oyunun başlığında ve yaratılan "öbürsü" sözcüğünde barınıyor. Güncel birçok gönderme de içererek tamamen bugünün Türkiye'sine uyarlanmış olmasına karşın metin, orijinalin özünden hiç uzaklaşmamış. Bunu da 60'lı yıllarda Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sahnelenmiş özgün metni izleyen ve ister istemez kulak misafiri olduğum bir tiyatro severden duydum.

Can Atilla'nın özgün müziğinin, oyunculara rahat bir hareket alanı sağlayan Hakan Dündar'ın dekor tasarımının da payı büyük, oyunun başarısında. Ancak özellikle vurgulamak istediğim, oyunun ilk sahnesinden itibaren ön plana çıkan ve izleyiciyi renkli bir cümbüş ortamına götüren, son derece etkileyici, her tipe ve abartılı anlatıma uygun olarak tasarlanmış makyaj ve Funda Çebi'nin kostüm tasarımı. Bu arada bu yılki Afife ödülleri içinde en çok, Çebi'nin 2005 Afife "Giysi tasarımı" ödülü almasına sevindiğimi söylemeden edemeyeceğim. Her biri bana göre bir tablo görünümünde olan Mem ile Zin için tasarladığı (hem de çok ucuza mal ederek) giysilerdeki yaratıcılığını bu oyunda da kullanarak, yönetmenin anlatımıyla bütünleşen yine çok başarılı bir tasarım gerçekleştirilmiş. Sonuçta bu tür oyunları sevenler için dört dörtlük bir yapıt çıkmış ortaya. Neredeyse her sahnesi alkışlanan bir oyun çok alışılmış bir durum değildir. Bir tiyatro sever olarak bu oyunu herkese hararetle öneririm. Yeri gelmişken, Semaver Kumpanya'yi kuran, böylesine yetenekli, tiyatro aşkıyla dolu, pırıl pırıl gençleri Kocamustafapaşa'da bir çatı altında toplayan ve bu sayede bu semte de yeni bir soluk getiren Işıl Kasapoğlu'na ne kadar teşekkür edilse az olduğunu, eklemek istiyorum©

a

Neredeyse yarım asır önce başka bir ülkeye yönelik yazılmış bu oyunun, bugünün Türkiye'siyle bu denli örtüşmesi doğrusu insanın içini pek de ferahlatmıyor, özellikle de son zamanlarda gözlenen gelişmeler düşünüldüğünde. Oyunun konusuna kısaca değinecek olursam Süleyman "işini bilen" bir işadamı olarak rahat bir yaşam sürmektedir. Sık sık kundakçıların birçok yeri ateşe verdiklerini duysa da o kendini emniyette hissetmektedir. Evinde her şey yolundadır, tüm işleri hizmetçi Mürvet yapmakta, karısı da gönlünce gezip tozmaktadır. Sorun yok gibidir, bu yüzden olsa beklenmedik zoraki misafirler, önce Şirzat ve sonra onu kullanan Aydemir, gelip eve yerleştiklerinde dahi Süleyman onların kundakçı olabileceklerini aklından bile geçirmemektedir....

bu anlatıma. Bir yandan anlatıcı Ayraç Hanım (Emel Çölgeçen) baştan sona kadar hiç sekmeyen ve temposunu hiç azaltmayan kukla hareketleriyle oyunun akışını en ufak ayrıntısına kadar (sahne açıklamaları dâhil) izleyiciye iletiyor. Öbür yandan gitarıyla (Fatih Akdoğdu), teriyle (Banu Çiçek), ziliyle (Ali Savaşçı), kanunuyla (Sibel Altan), darbukasıyla (Ümit Ferit), trompetiyle (Melis Şeşen) tulumbacıların oluşturduğu sazlı sözlü çalgıcı grubu, oyunu bir cümbüşe dönüştürüyor. Bu arada her bir enstrümanı hakkıyla çaldıklarını, profesyonelleri aratmadıkları yetmezmiş gibi korist olarak da, (özellikle de korobaşı/ Fatih Akdoğdu), çok başarılı olduklarını vurgulamak gerek. Tıpkı bol devinimli Cihan Yöntem'in oluşturduğu başarılı hareket düzeninde oldukları gibi. Tiplemelere gelince her biri, ses, mimik ve beden dilini doğru ve yerinde kullanarak rollerinin gereğini en ufak ayrıntısına kadar, denilebilirse "abartısız bir abartıyla" yerine getiriyor. Hizmetçi Mürvet rolünde Akasya Asiltürkmen en doğal haliyle kullandığı köylü ağzıyla, günümüz burjuva kadının bunalımlı ruh halini eksiksiz yansıtan mimikleriyle Mervanım rolünde Özlem Durmaz, oyun boyunca sahnenin bir ucundan bir ucuna adeta uçarcasına bir tempoyla, tabii bu arada da mimiklerini hiç aksatmayan Süleyman rolünde Sarp Aydınoğlu övgüye değer bir oyun çıkarıyorlar. Kundakçıların oyunları da son derece başarılı. Şirzat'ı oynayan Serkan Keskin'in iri cüsseli, hareket zorluğu yaratan giysisi içinde bunca devinimin üstesinden gelmesi, Aydemir'i oynayan Bülent Çukurcuma'nın yarattığı tiplemeyle bütünleşen oyunu kusursuz.

Benim bu düz anlatımım oyunun görsel boyutunu size taşıyamayacağına göre, en iyisi bu işi izleyecek olanlara bırakmak.

pe cy

Oyunu yöneten Ayşenil Şamlıoğlu. Yönetmenin o olduğunu duyunca ne yalan söyleyeyim oyunu beğenmeye hazır gitmiştim. Öyle ya her seferinde beni hayran bırakan bu oyuncu grubu, Şamlıoğlu gibi bol ödüllü, en az oyuncular kadar coşku dolu ve hep güzel şeyler çıkarmış bir yönetmenin elinde kim bilir ne harikalar yaratacaktı. Gerçekten de yanılmamışım. Yönetmen grotesk tiyatroyu çağrıştıran ilginç bir anlatım seçmiş, müziğiyle, şarkılarıyla, hareket düzeniyle, makyajıyla. Hatta bu anlatım öylesine avucunun içine alıyor ki izleyiciyi, oyunun bildirisi sanki biraz geride kalıyor. Konunun ana malzemesi tiplemelerin yanı sıra iki farklı öğenin katkısı çok


a

cy

pe


pe

cy

a

Devlet Tiyatrolarında Yaz Sezonu

Devlet Tiyatroları, yaz boyunca Türkiye'nin değişik yerlerine turneler düzenliyor. Tiyatronun geçtiğimiz sezon başlattığı Yaz Sezonu uygulaması bu yıl da devam ediyor. 16 Mayıs30 Ağustos tarihleri arasını kapsayan uygulama kapsamında Türkiye'nin en ücra köşelerine bile tiyatro götürmek amaçlanıyor. 2004-2005 Yaz Sezonu etkinlikleri çerçevesinde 12 bölgedeki yerleşik tiyatrolardan seçilen 29 değişik oyun; 81 il, 215 ilçe, 55 köy'de temsil edilecek. Etkinliklerde 850 sanatçı, teknik eleman ve memur görev alacak. Değişik türde eserlerin yer alacağı Yaz Sezonu etkinliklerinde: Haldun Taner'den Turgut Özakman'a; Ali Bey'den Cahit Atay'a; Ayla Çınaroğlu'ndan Üstün Dökmen'e; Dario Fo'dan Ephraim Kishon'a; Gyula Urban'dan Anton Çehov'a birçok yazarın eseri sanatseverlerle buluşacak.

Turneler: Ankara Devlet Tiyatrosu: "Miğfer" (Çocuk Oyunu), "Karımla Evleniyorum", "Ölümden Kaçış Yok", "Sığıntı", "Mavi Köpek" (Çocuk Oyunu), "Komşu Köyün Delisi", "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım"


Trabzon Devlet Tiyatrosu: "Ayyar Hamza" Bursa Devlet Tiyatrosu: "Töre" Adana Devlet Tiyatrosu: "Uçan Şemsiye" (Çocuk Oyunu) ile katılacak.

a

İstanbul Devlet Tiyatrosu: "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü", "Çok Yaşa Komedi", "Kamyon" İzmir Devlet Tiyatrosu: "Ayrılık", "Boyacı", "Deli Dumrul". "Hadi Öldürsene Canikom" Antalya Devlet Tiyatrosu: "Androcles ile Aslan" (Çocuk Oyunu), "Paşaların Paşası" Diyarbakır Devlet Tiyatrosu: "Benim Güzel Papuçlarım" (Çocuk Oyunu), "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz", "Çıkmaz Sokak Çocukları" Erzurum Devlet Tiyatrosu: "Pırtlatan Bal" (Çocuk Oyunu) "Memurin Faslı"; Sivas Devlet Tiyatrosu: "Zengin Mutfağı", "Tarla Kuşuydı Juliette" Konya Devlet Tiyatrosu: "Kuyudaki Aslan" (Çocuk Oyunu) "Ana Hanım Kız Hanım" Van Devlet Tiyatrosu: "Sersem Kocanın Kurnaz Karısı"

pe

cy

Yaz Sezonu çerçevesinde yurtdışı etkinliklere de katılacak olan Devlet Tiyatrolar,: Antalya Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği "Androcles ile Aslan" adlı, oyun ile 18-22 Mayıs tarihleri arasında Rusya'nın St. Petersburg kentinde düzenlenen «6. Uluslararası Rainbow Festivaline katılırkenbu yıl Tunus ta düzenlenen "Ben Arous Uluslararası Akdeniz Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivalinde En iyi Oyun Altın Ağaç" ödülünü alan Bursa Devlet Tiyatrosu "Otobüste Uç Bencil adlı çocuk oyunu ile İsrail'e gidecek ve 29 Mayıs -5 Haziran tarihleri arasında "Tel-Aviv Uluslararası Holon Çocuk Tıyatroları Festivali"ne katılacak©


a

pe cy


> KONUK YAZAR > Sevda Şener

Sorunlarımız Tiyatromuzun zor bir dönemeçte durduğu görülüyor: Ne yapmalı? Değer yargılarının değişim geçirdiği günümüzde, bütün sanatlar gibi tiyatro da toplum yaşamındaki işlevini sorgulamak zorunda kalmıştır. En kalın çizgili belirlemeyle, tiyatro sanatının vazgeçilmez görevlerinden biri, temel insani değerleri yaşatmaktır diye özetleyebilir miyiz? Bu değerlerin neler olduğunu hepimiz biliyoruz. Asıl sorun, tiyatronun bu görevi, sanatın gereğine ters düşmeden, günümüz gerçeklerine sırt çevirmeden, koşulları görmezden gelmeden nasıl yerine getireceğidir.

a

Başlangıçtan beri tiyatronun hem bu sanata özgü zevki verebilmesi hem de yararlı olması konusunda düşünce üretilmiş, tiyatronun, hem en geniş anlamıyla eğlendirici olması hem de toplumu eğitmesi amaçlanmıştır. Klasik anlayışta buna "zevk ve yarar" ilkesi denir. Klasik dönemin en katı anlayışına göre, tiyatro bu görevi oyundaki kötü kişileri cezalandırarak, iyileri ödüllendirerek yerine getirecektir. Daha sonra bu kural yumuşatılmış, kötü olanın kötü olduğunun belirtilmesi, iyinin merhametimize layık olması yeterli görülmüştür. Romantiklerin de gerçekçi yazarların da kendilerini bu türlü kurallarla koşullamadıklarını, fakat eserlerinde topluma doğru mesaj verme konusunda titiz davrandıkları görülür. Bu asal tavır, on dokuzuncu yüzyıl sonunda sanata eğitim görevi yükleyen anlayışa karşı çıkan, sanatın yalnız kendine karşı sorumlu olduğunu ileri süren öncü sanatçılar için de geçerlidir. Modern anlayış, daha iyi bir dünya yaratma idealini benimsemiştir. Ta ki, modern sonrası dediğimiz, bütün değer yargılarının uygulamada görece olduğu, birbiriyle çelişen pek çok doğrunun birarada yaşadığı görüşünün geçerlik kazandığı, iyi-kötü, doğru-yanlış karşıtlığının kesinliğini yitirdiği, her seçeneğe imkan tanındığı günümüz kültürüne gelinceye kadar. Bu anlayışın, bir yandan farklı olana, dışlanmış olana yer açarak hayata bakış açımızı genişletirken, bir yandan da değer yargılarında karmaşaya yol açtığı bir gerçektir.

pe

cy

Dünya tiyatro pratiğine baktığımızda, aynı ikilemin yaşanmakta olduğunu görüyoruz. Bir yanda, sanata tanınmış sınırsız özgürlüğün yaratıcı sanatçıya sağladığı, teknolojideki gelişimin de katkısıyla ulaşılmış ifade çeşitliliği ve zenginliği, öte yanda, bu özgürlüğün temel estetik ve etik normları gözden düşürmesinin sonucunda ortaya çıkan derinliksiz gösteriler. Bir yanda, farklı kültürler arasında etkileşim sağlayarak, kalıplaşmış tür ayrımını kırıp ara türler yaratarak, tiyatro dışı metinler arasında dolaşarak özel tatlar üretebilen sanatçıların tiyatroya belli bir kültür ve sanat birikimine sahip olanlar için bir üst düzey incelik kazandırması, öte yanda, göz boyayıcı uygulamaların yerleşik sağlam yapılı, içeriği dolgun oyunların yerini almaya başlamasının tiyatroyu geleneksel orta halli seyircisinden uzaklaştırma tehlikesi. Ülkemize gelince, oyun yazarlarımızın, yönetmenlerimizin, sahne sanatçılarımızın bir bölümü dünya tiyatrosundaki olumlu ve olumsuz gelişmelere tümüyle duyarsız durumdalar. Vaktiyle yakaladıkları bir kaç pırıltıyı da yitirdiklerinin farkında olmalılar ki, çareyi denenmiş kalıplara, eskitilmiş duyarlıklara, ezberlenmiş düşüncelere dört elle sarılmakta buluyor ve bu tavırlarıyla yeni kuşakların ilgi alanının dışına düşüyorlar. Yeni gelişmeleri izlemeyi başaranlarsa biçimsel denemelerin altını besleyecek genel kültür birikiminden ve ince beğeniden yoksunlukları oranında, ilk bakışta gözalıcı görünen, fakat sığlıktan kurtulamayan gösteriler üretiyorlar. Oyun yazan, yönetmen, oyuncu, sahne tasarımcısı, besteci olarak kültürel ve sanatsal birikimlerine, yeni bilgilerin ışığında tazelik kazandıran, hem yeni, hem anlamlı, hem derin, hem anlaşılır olmayı başaran sanatçılarımızı bu genellemenin dışında tutuyorum. Onların ürünlerine baktığımda, gevşek oyun yapısı gibi, esnek kurgulama gibi, oyun içinde oyun düzenlemesi gibi, açık uçlu anlatım gibi, metinler arası dolaşım gibi yeni biçimleme tekniklerim başarı ile kullandıklarını, aynı zamanda tiyatro sanatının ana malzemesi olan insan gerçeğine uzak düşmediklerini, etik duyarlık sahibi olduklarını, toplumsal sorumluluklarından ödün vermediklerini görüyorum. Bugün tiyatromuz bu bir avuç sanatçının varlığıyla ayakta durmaya çalışıyor. Baştaki düşüncemi yineliyorum: Bir değer karmaşası içinde bulunduğumuz şu dönemde sanata düşen görev, asal insani değerlerin ve bu değerlere karşı duyarlığın yitirilmesini önlemek olmalı. Yaratıcı sanatçı, didaktik dediğimiz kuru eğiticiliğin tuzağına düşmeden, modası geçmiş, özünü yitirmiş kalıplara sığınmadan da bunu başarabilir. Yeter ki sanatlar içinde en çok tiyatro sanatının yalnızca insan gerçeğinden beslendiğini, sanatçının bu gerçeği anlama, aydınlatma, hatta daha uygar bir insanlık anlayışına doğru geliştirme sorumluluğu taşıdığını hep aklında tutsun; özgün anlatım yöntemlerini bu uğurda seferber etsin, klasik olandan da, modern olandan da, folklorik, ulusal, geleneksel olandan da, sırf ulusal, geleneksel, klasik, modern, hatta moda olduğu için değil, gerçeği ve doğruyu dile ve görüntüye getirmede ona yeni ifade olanakları sağladığı için yararlanmış olsun .


Küçük Hanımlar Küçük Beyler

pe

cy

a

Çocuklar İçin Tiyatro Festivali

> Hasan Erkek

Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, 25-30 Nisan 2005 tarihlerinde, adını Atatürk'ün sözlerinden alan "Küçük Hanımlar, Küçük Beyler" adlı Uluslararası bir Çocuk Tiyatroları Festivali düzenledi. TOBAV ve ASSITEJ'in Alaçatı'da gerçekleştirdikleri, ardından ASITTEJ, Bursa Belediyesi, Bursa Kültür, Sanat ve Turizm Vakfı'nın Bursa'da on yıldır düzenledikleri Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali'nden sonra Ankara'da böyle bir festivalin düzenlenmesi bizi çocuk ve gençlik tiyatromuzun geleceği açısından umutlandırıyor. TOBAV'ın, bu kez Ordu'da, Ordu Belediyesi ile birlikte, benzer bir festival yaratma çabası içinde olması da bu umudu pekiştiriyor. Festival, Singapur'dan katılan "The Finger Players"in Seymenler Parkı'nda sundukları "Canlı Kuklalar" adlı gösterisiyle başladı. Tan Beng Tian'ın sanat yönetmenliğini yaptığı, çeşitli epizotlardan oluşan bu gösteri, oyuncuların tamamladıkları ve can verdikleri insan bedeni büyüklüğündeki kuklaların kullanımına dayanıyordu. Her epizotta ayrı bir figür ve temanın kullanıldığı sunum tiyatro oyunundan çok bir gösteri niteliğindeydi. Sanırım çocukların en çok zevk aldıkları bölüm sonuna doğru onların da katıldığı, oyuncuların yardımıyla kukla oynatıcılığını öğrendikleri bölümdü. Bu


sevimli ve etkili kuklalar, kuşkusuz, sağlam ve etkili bir öykü ve olaylar örgüsüyle daha büyük ve etkili bir oyun haline gelebilecekti. Umarım bir dahaki sefere aynı tekniği kullandıkları böyle bir projeyle gelirler. Festival açılışı, bu açılış gösterisinin ardından, Akün Sahnesi'nde yapılan açılış töreniyle sürdü. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Doç.Lemi Bilgin'in konuşmasıyla başlayan tören, Uluslararası Dünya Assitej'i Wolfgang Shchnider'e plaket verilmesi, Tiyatro Tempo'nun Palyaçolar Orkestrası'nın çocuk oyunu şarkılarından oluşan konseri ve Durul Gence Trampet Orkestrası'nın verdiği minik konserle sona erdi.

Bulgaristan'dan festivale katılan "Konstantin Velichkov Dram ve Kukla Tiyatrosu", "Yaradılış Öyküsü" adlı oyunu sundular. Gölge oyunu için hazırlanmış büyük ekran-perdeler üzerine düşürülen figür ve insan gölgeleriyle oluşturulan oyunda, Adem ile Havva'dan başlayarak insanlığın varolma öyküsü ve yokolma tehlikesi katolik bir bakış açısıyla dile getiriliyordu. Zaten oyunun orijinal adı da "The Holy Book"tu (Kutsal Kitap). Oyunun, içerik olarak bugünün çocukları için çağdaş bir içerik taşımadığı bir yana, çocuk oyunu olup olmadığı da tartışmalıydı. Ama gelin görün ki program dergisinde yaş grubu için 6 yaş ve üstü yazıyordu. Yakın zamana kadar sosyalist bir sistemle yönetilen bir ülkeden böyle bir oyunun gelmiş olması da ironik bir durum oluşturuyordu. Sanırım, festival kurulu oyunu teknik anlatımdaki ustalığından dolayı seçmişti. Gerçekten anlatımda ustalıklıydı oyun. Yalın ama etkili anlatım başka bir içerikle, daha çağdaş öykülerle kullanıldığında ortaya başarılı yapımların çıkacağı açıktır. "Zorlu Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu"nun "Müziğin Kalbi" adlı oyunu oyuncuların yanı sıra ağırlıklı olarak blacklight altında çeşiti nesne ve enstrümanların kullanımıyla oluşturulmuştu. Yard.Doç.Dr.Nedim Yıldız'ın özgün müziklerinin yer aldığı bu düşsel oyun iki enstrümanın davul ve viyolonselin arkadaşlığını ve sevginin yardımıyla onarılan özgüven konusunu ele alıyordu. Emine Kaygun'un yazdığı, Haluk Yüce'nin yönettiği, ustalıkla kotarılmış bu naif oyun

pe cy

a

Belgrad'da keşfedip, önce Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivaline çağırdığımız, sonra bu festivale önerdiğim dans tiyatrosu "Smafu" topluluğunun "Birileri ve Ötekiler" oyunu festivalin en önemli oyunuydu bence. Birçok katılımcı da bu konuda hemfikir oldu. Oyun Elisabeth Orlowsky tarafından yazılıp yönetilmişti. Profesyonel dansçıların, böylesine yalın, derin ve çarpıcı bir dramatik dansı çocukların soluğunu kesecek biçimde oynamaları birçok açıdan alınacak örneklerle doluydu. Özellikle, bizde, hazırladıkları kötü yapımlardan dolayı, sık sık çocuklara "uyumadan önce dişlerinizi fırçalıyorsunuz değil miiii?" "yemek yemeden önce ellerinizi yıkıyorsunuz değil miiii?" türünden tiyatroyla ilgisi olmayan soruları sormak zorunda kalan tiyatrocularımız için. Hazırladıkları ustalıklı yapımla çocuk seyircilere ne kadar saygı duydukları belliydi. İyi bir yapım gördükleri zaman çocukların da oyunu ciddiyetle seyrettikleri, sahneye laf atmadıkları, kaliteli olanı anlamasalar bile hissettikleri görüldü. Oyun, sadece, başarılı dansçıları, çarpıcı koreografisiyle değil, aynı zamanda çağdaş içeriğiyle de önemli bir oyundu. Hem arketipik hem çağdaş bir sorun olan "öteki" kavramı çocukların da bağ kurabileceği, anlayabilecekleri ve etkilenebilecekleri bir düzeyde işlenmişti. "Kırmızılar" ve "Yeşiller"de simgelenen ve somutlanan "Birileri ve Ötekiler'de "farklılık", "iletişimsizlik" ve "önyargılar" üzerinde duruluyordu, "steriotip", "çatışma", "tanıma" ve "uzlaşma" kavramları dans yoluyla, eğlenceli bir oyunculukla dile getiriliyordu.

"Semaver Kumpanya"mn oyunu Nasreddin Hoca, Işıl Kasapoğlu tarafından yazılıp yönetilmişti. Oyuncu (Meddah), Kukla, Gölge oyununun birlikte kullanıldığı bu oyun, Nasreddin Hoca fıkralarının kurgulanması ve bir çizgi içinde kaynaştırılmasıyla oluşturulmuştu. Bize ait bu öğelerin bir arada kullanılması fikri parlak olmanın yanı sıra anlatımda etkiliydi de. Özellikle meddah ve kuklalar, hem oynamaoynatma açılarından hem de eşgüdüm açısından başarılıydı. Ancak bu öğeler içinde gölge oyunu öğeleri öteki öğeler kadar etkili kullanılamıyordu. Yine de, yabancı gözlemcilere, (fıkraları bilmedikleri için herşeyi anlamasalar da) utanmadan gösterebileceğimiz ender oyunlardan biriydi.


eksik kalıyordu. Anlatım ancak sözel dille birlikte kullanıldığında, sözü pekiştiren bir anlatım olabiliyordu. Sözleri anlamayan yabancı gözlemciler için görsel öğeler arasında çok boşluk kalıyordu. Anadolu kokan bu masal için kullanılan müzik de kendi başına güzel ve etkili olmakla birlikte, bu doğu masalı için batılı kalıyor, oyunun öteki öğeleriyle bir uyum oluşturamıyordu. Bunun yerine Anadolu müziği formlarıyla bu oyun için özel olarak bestelenecek bir müziğin tercih edilmesi kuşkusuz daha uygun olacaktı. Yine de, titizliğiyle ortalamanın üstüne çıkan bir yapımdı.

a

da, yabancılara karşı çocuk tiyatromuzu temsil edecek önemli bir yapımdı. Ancak ne yazık ki programdaki çakışma ve gösterimin tek seans olması nedeniyle hemen hemen hiçbir yabancı gözlemci oyunu göremedi.

pe cy

Belçika'dan katılan "Kopergetery" adlı topluluk "Düşler Odası" adlı oyunu oynadı. Maurice Sendakin yazdığı, Eva Bal'ın yönettiği oyun bir çocuğun düşü üzerine kurulmuştu. Oyuncularla birlikte kuklanın da kullanıldığı, ışıklamanın yoğun bir biçimde yer aldığı oyun soyut bir dekor içinde oluşturulmuştu. Müzik ritminde devinen oyuncular, koral biçimde şarkılar söylüyor, dansediyor, vida biçimindeki soyut ağaçlara tırmanıyorlardı. Farklı formlardaki çeşitli müziklerin, etkili efektlerin çok yönlü olarak kullanıldığı oyuna parlak renkler hakimdi. Dekordan giysiye, efektlerden yeniden düzenlenmiş müziklere kadar özenli bir çalışma olduğu, çocuk tiyatrosunu çok ciddiye aldıkları kullanılan her öğeden belliydi.

İtalya'dan katılan, Teatro di Piazza o D'occasione adım taşıyan topluluk "Oyun Halısı" adında, büyük ölçüde teknik ustalığa dayalı bir oyun sundular. Francesco Gandi ve Davide Venturini tarafından yazılıp yönetilen ve oyundan çok bir gösteri olan bu sunum, bilgisayar tekniğiyle sahnenin ekranlaştırılması ve seyircinin olup bitenleri yukarıdan seyretmesi üzerine kuruluydu. Oyun Japon Bahçesiyle birlikte beş ayrı bahçeninin öyküsüne dayanıyor idiyse de öykü çok baskın değildi, dahası dramatizasyon kısmı yok denecek kadar azdı. Bir dansçının kılavuzluğunda, ekran-sahnede geçen görüntülerle bahçeler keşfediliyordu ve ekran-sahne başroldeydi. Oyunun bitiminde, oyuncuların kılavuzluğunda çocuk seyirciler de ekran-sahneye davet ediliyor, onların da bu teknikle tanışmaları, sergilenen estetikle bağ kurmaları sağlanıyordu. Çocukların sanat eğitiminde çok işlevli olabilecek, seyirci çocuklar kadar yetişkin tiyatrocuların da gözlerini kamaştıran bu teknik, iyi kurgulanmış güçlü bir öyküsü olan bir oyunla birleştirildiğinde ortaya çocuk tiyatrosunun şaheserlerinden birinin çıkabileceği anlaşılıyordu.

"İzmit Şehir Tiyatrosu" Nâzım Hikmet'in "Sevdalı Bulut'unu oynadı. Kukla, dekor ve ışık tasarımı Jean-Pierre Cornouaille tarafından yapılan ve yönetilen oyun gölge tekniğine dayanıyordu. Bugüne kadar birçok ülkede birçok farklı biçimleme ile sahneye taşınan Nazım Hikmet'in bu şiirsel masalı bu kez gölge ve ışıklarla can buluyordu. Oyuncuların başarıyla oynattıkları birbirinden ilginç kukla-tasvirlerle yaratılan anlatım kendi başına görsel bir dil oluşturmakta 22

"Erzurum Devlet Tiyatrosu", festivale, usta yazar Aziz Nesin'in çok sahnelenmekle birlikte, çocuk tiyatrosu açısından düşündürücü olan "Pırtlatan Bal" adlı oyunuyla katıldı. Serhat Mustafa Kılıç'ın yönettiği oyun, Uşak Şakşak'ın. patronu Paracı'nın karısına bal getirirken karşılaştığı Nine'nin hasta torununa bal vermemesi, Nine'nin beddua etmesi, bunun sonucunda o baldan yiyen herkesin pırtlaması, sonunda Nine'nin bulunması ve bedduasını geri almasıyla herkesin kurtulması genel öyküsüne dayanıyordu. Özellikle Nine'nin beddua etmesi ve bedduasının tutması öğesinin önemli bir omurunu oluşturduğu oyun, hem beddua mistik bir öğe olduğu hem de paracılarla mücadele etmek yerine onları Allah'a havele ettiği için, daha başından bir zaaf taşıyordu. Öte yandan, paracılar ve şefler bedduadan etkileniyor, "yetimin hakkı"nı yedikleri için bol bol pırtlıyor, sonunda pişman oluyor, Nine de bedduasını geri alıyor ama bu dönüşüm bir işe yaramıyordu çünkü çocuk artık ölmüş oluyordu. Bu dönüşüm daha etik bir nedene dayanmadığı gibi (sadece pullamaktan sıkıldıkları için) çocuğun ölümünün önüne geçmekte de işlevsiz kalıyordu. Büyük oranda hasta çocuğun varlığına dayanan oyunda hasta çocuk sonunda feda ediliyordu. Bu iletinin çocuğa yeterince ulaşması ne kadar mümkündü? Pedagojik ve çocuk gelişimi açısından, çocuğun ölümünün çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri neler olabilirdi?.. Ayrıca çokca deyimin kullanıldığı, kişileştirmede ve olaylarda soyutlamanın yer aldığı oyun, (çocukların 11 yaşına kadar soyutlama yapmakta güçlük çektikleri göz önüne alınacak olursa) 7 yaş ve üzeri çocuklar için ne kadar uygundu? Metindeki bu düşündürücü noktalara rağmen oyuncular rollerini başarıyla oynuyorlardı. Yönetmenin tercih ettiği kabaremsi dil, Kemal Günüç'ün etkili müzikleri ve hızlandırılmış aksiyon ritm de oyunun seyredilmesine yardımcı oluyordu. Ama bütün bunlar oyunun çocuklar için önemli bir sanat yapıtı haline gelmesine yetmiyordu. Yabancı gözlemciler tarafından "eski moda" olarak nitelendirilen bu çeşit çocuk tiyatrosundan hızla kurtulmamız, dünyada çocuk


tiyatrosu alanındaki gelişmeleri izlememiz ve kendi özgün çocuk tiyatromuzu yaratmamız artık bir zorunluluk gibi görünmektedir. Almanya'dan katılan "Spielwerk Theater" "Haylaz Oğlanlar, Yaramaz Kızlar" adlı yalın ama etkili bir oyun oynadılar. Stephen Eckl'in yazıp yönettiği oyun, kız ve erkek çocukların, toplum tarafından kendilerine biçilmiş rolleri tanımaları, onlarla hesaplaşmaları ve o rolleri aşarak daha eşitlikçi bir temelde, yeni roller edinmeleri üzerine kuruluydu. Sahnenin her iki yanında, düzenlenmiş olan iki ayrı nitelikteki valizin temel dekor ve aksesuar olarak kullanıldığı oyunda oyuncular çocuk ve genç tiplemelerini başarıyla oynuyorlardı. Erkek çocuk ve kız çocuk arasındaki kavga sahnesinin kilitlendiği bir noktada, seyirci çocuklardan çözüm bulmaları isteniyordu. İki seyirci çocuk sahneye çağrılıyor, onlardan oyuna kalınan yerden devam etmeleri isteniyordu. Oyuna barışçı bir çözüm arayan çocuklar bu arayışı oyunla dile getirmeye çalışıyor, ardından oyun oyuncuların oynadığı uzlaşma finaliyle sona eriyordu. Çocuklara sorulan ve çocukların oynadığı bölüm çok işlevsel olmasa da, oyuna bir renk katıyordu. Çok az malzeme ve oyuncuyla da kalitenin önde tutulabileceği bu yalın oyun da bu yönüyle düşündürücüydü.

Ne yazık ki, programdaki çakışmalardan dolayı Antalya Devlet Tiyatrosu'nun "Androcles ile Aslan" ve Ankara Devlet Tiyatrosu'nun "Karagöz Yazıcılık Öğreniyor" adlı oyunlarım izleyemedim. Aynı program çakışması nedeniyle, "Tiyatroda mask yapımı", "Forum Tiyatro", "Gölge Tiyatrosu Teknikleri", "Kendi Öykünü Yarat", "Dünyanın Renkleri" başlıklı atelye çalışmalarına ve "Flaman Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Semineri"ne de katılamadım. Bu etkinliklere katılanlarsa bazı oyunları seyretmeyi gözden çıkarmak zorunda kaldılar. Devlet Tiyatrosu sanatçısı Mustafa Mutlu'nun sunduğu "Karagöz Yapımı ve Oynatımı" semineri özelikle yabancı gözlemcilerin çok ilgisini çekti. Keşke bu ilgi Karagöz yapımı ve oynatımının canlı örnekleriyle karşılanabilseydi. Bunun yerine ağırlıklı olarak, adeta bir ironi oluşturacak biçimde, Karagöz yapımı ve oynatımı videodan gösterildi. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Doç. Lemi Bilgin'in ve Genel Müdür Yardımcısı Tamer Levent'in öncülüğünde, Devlet Tiyatroları dramaturgları, sanatçıları ve halkla ilişkiler birimi çalışanlarından oluşan genç bir ekibin gerçekleştirdiği festival, ilk olmanın getirdiği bu tür aksaklıklara ve oyun seçiminde düşülmüş bazı hatalara rağmen, organizasyon açısından başarılı bir festival oldu. Bu nedenle, festival kurulunda yer alan Servet Aybar, Özer Tunca, Devrim Yakut, Yaprak Atik, Sevgi Tanrı verdi, Canan Kırımsoy, Zeynep Aytek Metin, Meltem Keskin, Şirin Ergüven, Yasemin Karataş, Eray Eserol, Füsun Ataman, Eren Aysan, Ayşegül Çelik ve Özlem Türe'yi kutlamak gerekir.

pe cy

a

Macaristan'dan festivale katılan, "Budapeşte Kukla Tiyatrosu" Mozart'ın Sihirli Flüt'ünden Andras Forgach tarafından uyarlanan ve Janos Meczner tarafından yönetilen oyun bütünüyle kuklalarla sergileniyordu. Sahneye kurulan kukla dekorunun içinde yeni bir sahne yaratılmıştı. Herşey çeşitli tekniklerle bu minik sahne içinde olup bitiyordu. Bu incelikli ve iki saati bulan uzun çalışma, salonun büyük olması nedeniyle çocukların küçük figürleri yeterince iyi görmelerini ve ondan tat almalarını engelledi. Bu tat alamama durumunda çocuklarımızın klasik müziğe olan uzaklığı da etkili olmuş olabilir. Yine de bu oyun, özellikle çocuk tiyatrosuyla uğraşanlar için, çocuk tiyatrosu konusunda kolaya kaçılmaması ve bu işin aslında ne kadar ustalıkla yapılabileceği konusunda önemli örneklerden biri oldu.

oyunculuğu gibi tekniklerden yararlanılan bu gösteride, ışık, işitsel ve görsel efektler de önemli rol oynuyordu. Rishat Valitov ve Tatiana Zbyshevskaia tarafından yazılan, Tatiana Zbyshevskaia tarafından yönetilen, çocuklar kadar, hatta onlardan daha çok büyüklere yönelik olan bu hüzünlü "hikaye" açılış ya da kapanış gösterisi olarak daha çok işlevli olabilecekti. Görev alan oyuncuların özellikle de çocuk ve ergenlik çağındaki oyuncuların performansı hayranlık yaratacak nitelikteydi.

Rusya'dan gelen "Shkidy Tiyatrosu", bütünlüklü bir oyun yerine, "Yıldızlı Hikaye" adında, eski gösteri dünyası "star"larının hayatlarına dayanan, çeşitli parçalaradan oluşan bir gösteri sundular. Palyaçoluk, mim, commedia dell'arte

Umarım, festival önümüzdeki yıl gelişerek, yetkinleşerek yoluna devam eder ve çocuk tiyatromuza önemli katkılarda bulunur.

23


Küçük hanımlar, küçük beyler bu festival

cy

a

Sizin İçindi

> Nihal Kuyumcu

Sevgili Neş'e Erçetin'in beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrılışı karşısındaki

pe

duygularım kelimelerle ifade edilemez. Şaşkınlık, üzüntü, inanmama, kabul edememe, isyan ya da başka birşey... İnsan olarak, dost olarak, sanatçı olarak, yönetmen olarak çocuk tiyatromuzun kaybı çok büyük. Hepimizin başı sağolsun. Küçük hanımlar, Küçük Beyler, 25-30 Nisan tarihleri arasında Devlet Tiyatroları, Ankara'da sizler için bir Uluslararası Festival düzenledi. " K ü ç ü k H a n ı m l a r , K ü ç ü k Beyler Uluslararası Ç o c u k Tiyatroları Festivali". A d ı m Atatürk'ün çocuklara hitaben yaptığı bir söylevden alan festival programında, birçok yerli ve yabancı grupların gösterilerinin yanısıra çeşitli atölye çalışmalarına da yer verildi. Festivalin bir başka özelliği de kukla, gölge o y u n u ve diğer türleri de içinde barındıran çeşitliliğe sahip bir p r o g r a m o l m a s ı . Avusturya, Singapur, Bulgaristan, Belçika, Almanya ve M a c a r i s t a n ' d a n gelen gruplar ve Türkiye'den Semaver K u m p a n y a , Zorlu Ç o c u k v e G e n ç l i k Tiyatrosu, İ z m i t Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu, E r z u r u m Devlet Tiyatrosu, Antalya Devlet Tiyatrosu, Ankara Devlet T i y a t r o s u gibi gruplar üç farklı sahnede oyunlarını sergilediler. Diğer y a n d a n , yetişkinler için d ü z e n l e n e n atölye çalışmaları katılımcılara yeni ufuklar açacak özelliğe sahipti. Kanada'dan L u c i a n o I o g n a ' n ı n "forum t i y a t r o " , Yunanistandan Nickolas K a m t s i s ve M i k a P a n a g o u ' n u n "Tiyatroda M a s k " , B u l g a r i s t a n " K o n s t a n t i n Velichkov" D r a m a ve Kukla Tiyatrosu'nun sergiledikleri oyunların gölge ve oyunculuk teknikleri üzerine


da şaşırttılar, kahkahalara boğdular. Özellikle Lemi Bilgin elinde uçan balonlar, başında renkli şapka ile ancak bu kadar sevimli olabilirdi ve çocuklarla ilgili bir festivale ancak bu kadar yakışabil irdi. Komite başkanları, Servet Aydar ve Özer Tunca' nın yine palyaçoların uzun çabalan sonucu mikrofonun karşısına zorla getirilmesi, heyecanlı konuşmaları açılış töreninin bir başka eğlenceli bölümü idi. Devlet Tiyatroları'nın bir uluslararası festival düzenlemesi, çocuklarımızı ve bu alanda çalışanları yeni gruplarla, yeni fikirler, yeni tarzlarla buluşturması herkes için çok güzel bir fırsat. Dileriz ki gelecek festivaller Devlet Tiyatroları'nın tüm bölgelerine gidebilecek bir organizasyonla daha çok çocuğa -ve yetişkine- ulaşma şansı tanır. Bu hiç de kolay bir şey değil. Ama, festival komitesi üyelerinin özverili çalışması, candan koşuşturmaları, amatör bir ruhla profesyonelliği birleştirmeleri sayesinde gelecek festivallerin yurt düzeyinde yaygınlaştırılması ve daha çok çocukla buluşmaları çok da uzak değil gibi gözüküyor.

pe cy

a

yaptıkları atölye, Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan Mustafa Mutlu'nun Karagöz yapımı ve oynatımı ile ilgili sunumu, London Workshop Company'nin "Kendi Öykünü Yarat" isimli çalışması, İtalya'dan katılan Teatro All'improvviso'nun "Dünyanın Renkleri"ni anlatan çalışması gibi atölyeler katılımcıları farklı alanlara götüren ilginç çalışmalardı. Tüm atölyelerin aynı saatlerde olması, katılımcılarının ancak birini takip edebileceği şekilde programlanması, her birine katılmak isteyenleri biraz hayal kırıklığına uğrattı. Dileriz bir dahaki festivalde, oteldeki konuklar için, akşam programlarıyla herkesin bu güzel etkinliklerden yararlanmaları, bu güzel fırsatı değerlendirmeleri sağlanabilir.

Böylesi festivallerin, özellikle çocuklar için, en sıkıcı yanı genellikle açılış törenleridir. Çocuklar festivalin gerçek sahipleri olarak büyük bir heyecan ve merakla salonda yerlerini alırlar ve bir an önce gösterilerin başlamasını beklerler. Bu merak ve heyecan bir süre sonra yerini sıkıntıya bırakır, çünkü; onları çok da ilgilendirmeyen resmi açıklamalar, teşekkürler ve uzayıp giden konuşmalar yapılır. Devlet Tiyatroları ilk kez tanık olduğum bir sunum ile bu açılış törenim son derece zevkli, ilgi çekici bir gösteri haline getirmişti. Bir grup palyaço her an bir yerden çıkarak muzurluklar yapıp, seyircileri olduğu kadar konuşmacıları

Sayın Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları'nda bir "Çocuk Biriminin" açılmasına öncülük ederek bu gruptan yararlanması, inanıyorum ki, çocuk tiyatromuzu çok daha iyi bir yerlere taşıyacaktır.

25


Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali

pe cy

a

Küçükler İçin Bir Büyük Festival

> Emrah Keskin

Ankara, 25-30 Nisan Tarihleri arasında sessiz sedasız bir çocuk tiyatroları festivaline sahne oldu. "Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali" Devlet Tiyatroları'nın organizasyonuyla gerçekleşti. Festival için üç yüz civan oyun defalarca kasetlerden izlenerek, kapalı oylama sistemiyle 8'i yurtdışından 6'sı Türkiye'den 14 oyun seçildi. 6'sı yurtdışından 7 atölye çalışması ve seminer düzenlendi. 300'e yakın yabancı kuklacı, oyuncu ve gözlemciyi ağırladı bu sene Çocuk Tiyatroları Festivali ve Türkiye'nin özellikle kukla sanatını uluslararası platforma çıkaran bir organizasyon oldu. Dünyanın her yerinden tiyatro insanları Türkiye'de kuklanın Karagöz'den ibaret olmadığını, ipli kukla, el kuklası kullanan tiyatrolar olduğunu öğrenme fırsatı buldu. Türkiye'de çocuk ve kukla tiyatrosu yapanlar çocuk ve kukla oyunlarının dışarıdaki iyi örneklerini gördü. Ortak projeler tasarlanmaya, Avrupa'da düzenlenen festivallere katılma planları yapılmaya başlandı. Tüm uluslararası festivallerde amaçlanan köprüler bu festivalin samimiyeti ve kusursuzluğuyla en yükseklere kuruldu. Festival, bütün iyi organizasyonların sırrı olan profesyonellik ve samimiyeti bir potada eritmeyi daha ilk yılında başardı.


kalıyor. Çok güvendiğim Festival Komitesi'nin, seçici tavrıyla ülkemiz çocuk tiyatrosunun çıtasını yükselteceğine inanıyorum.

cy a

Takip edememiş olanlar için Türkiye'den bu organizasyona oyunlarıyla katılan altı kurumun; Semaver Kumpanya, Zorlu Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu, İzmit B. B. Şehir Tiyatrosu, Erzurum Devlet Tiyatrosu, Antalya Devlet Tiyatrosu ve Ankara Devlet Tiyatrosu olduğunu da belirteyim. Çünkü bu altı tiyatronun oyunları bir çok oyunun arasından en yüksek oyu alarak seçildiler. Ülkemizde bu konuda başka bir değerlendirme kurulu olmadığına göre bu sezonun en iyi çocuk oyunlarını bu kurumlar yapmış sayabiliriz.

pe

Çok insan beklemediği kadar iyi bir organizasyonla karşılaştı, yeniden tanımladı Devlet Tiyatroları'nı, umutlandı. Uzun zamandan beri ilk kez Ankara geniş imkânlarını tam anlamıyla kullanabiliyor ve anlamlı bir işe imza atıyordu. "İyi" seyircili, bol sahneli, çok oyunlu Ankara Devlet Tiyatrosu, kabuğunun dışına taşıyordu. Tekrarlanması halinde daha çok küçük hanımı, küçük beyi haberdar etmek kalıyor geriye. Ankara'da bulunan herkesin Çocuk Bayramı'nın bir parçası olan Festivali'ne sahip çıkması

En büyük alkış, Devlet Tiyatroları'nın hantal kadrolarına, bırakın organizasyonun ucundan tutmayı, kendi kurumlarının bir festival düzenlediğinden haberi yokmuş gibi davranan meslektaşlarına rağmen, dünya çapında bir organizasyon gerçekleştiren Festival Komitesi'ne. Mesleklerinin gereğini yaptığı için, en çok da çoğu anne olduğu için dört ayını sabahlı akşamlı festivale veren, çocuğuna daha az zaman ayırıp tüm çocukları tiyatroyla buluşturmak isteyen titiz ve özverili güzel insanlara. Bize bu festivalin devamını istemekten başka bir söz kalmıyor. Çocuk Bayramı olan bir memleketin çocuklar için uluslararası bir tiyatro festivali olması Ankara'ya çok yakıştı. Organizasyonun mükemmelliği saygın bir kurum olarak Devlet Tiyatroları'na, özenle seçilmiş oyunları çocuklarımıza ve samimiyeti Tiyatro Sanatı'na..


pe cy

a

Model bir çocuk ve gençlik tiyatrosu

> Hasan Erkek

Haluk Yüce'nin sanat yönetmenliğinde 1984 tarihinde İstanbul'da kurulan Tiyatro Tempo, çalışmalarını Ankara'nın yanı sura yurt çapında sürdürmektedir. Tiyatro Tempo'nun en önemli özelliği, üyelerinin eğitimli ve alanda uzmanlaşmış olmalarıdır. Tiyatro Tempo'nun, çekirdek kadrosu Haluk Yüce ve Emine Kaygun'dan oluşmaktadır. Emine Kaygun, bir süre oyunculuk yaptıktan sonra, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Dramatik Yazarlık Bölümü'nü bitirmiş, çeşitli projelerde yer alarak yazarlık alanındaki deneyimini geliştirmiştir. Kaygun, Tiyatro Tempo'ya girdikten sonra, yazarlığın yanı sura, oyunculuk, tasarım, realizasyon, karagöz oynatıcılığı gibi alanlarda yeni deneyimler edinmiş ve ustalaşmıştır. Haluk Yüce de, çeşidi tiyatrolarda oyunculuk yaptıktan sonra, ABD'de, kukla üzerine eğitim görmüş, Conecticet College, Eugen O'Neil Theater Centre-Institute of Professional Puppetrey Art programında MFA dereci almıştır. Bu yönüyle modern kukla yapımı birikimine ve kukla kullanma ustalığına da sahiptir.


Haluk Yüce, bunların yanı sıra "hayali" Unvanını da almış olan usta bir karagöz oynatıcısıdır. Karagöz sanatçısı olarak adı 'Hayali Yüce Ali'' olan Haluk Yüce, ünlü karagöz ustası Hayali Küçük Ali'nin torunu Hayali Torun Çelebi'nin öğrencisidir. Çekirdek kadronun yanı sıra, oyunlara ve dönemlere bağlı olarak başka sanatçılar da. Tiyatro Tempo'ya önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Bu sanatçıların başında, çok ödüllü, öykü, roman ve oyun yazarı Ahmet Önel'le, doktorasını Çocuk Tiyatrosu Müziği konusunda yapmış olan yine çok ödüllü, başarılı müzisyen ve besteci Yrd. Doç. Dr. Nedim Yıldız gelmektedir.

Tiyatro Tempo'nun Tiyatrosunun Temel Özellikleri: Türkiye'nin, en iyi çocuk ve gençlik tiyatrosu yaratıcılarından ve yorumcularından biri olan ve bazı eleştirmenlere göre "en iyisi" olarak nitelendirilen Tiyatro Tempo'nun çocuk ve gençlik tiyatrosu alanındaki ayırıcı özellikleri ve bu alandaki en önemli başarıları şu başlıklar altında toplanabilir.

Çocukların Etkin ve Kaliteli Katılımının Sağlanması: Tiyatro Tempoda bugüne kadar, hazırlanıp çocuk seyircilerle paylaşılmış olan otuzbeş dolayında oyun, iyi kurulmuş, hedef kitlesi belli, konusu ve önermesi iyi tasarlanmış oyunlardır. Ancak bununla birlikte, oyunlar, çocuk ve genç seyircilerin, doğrudan ya da hayal güçleriyle katılabilmeleri için önceden tasarlanmış olanaklar barındırır. Oyunlarının göstermeci niteliği ve barındırdığı bu boşluklar, çocukların hayal güçlerini harekete geçirir. Oyunlar, çocuklarla birlikte, adım adım sahnede yaratılır. Böylece çocuklar sahnede yaratılan "tiyatro buluşması"nın etkin taraflarından biri olmanın, eşit katılımın ve onaylanmış olmanın hazini yaşarlar. Yaratıcılıkta Ustalık ve Çeşitlilik: Tiyatro Tempo'nun oyuncuları ve yaratıcıları, yaratıcı birer sanatçı olmanın yanı sıra usta birer realizatördürler. Oyunlarında yer verilen kuklalar kadar dekor, kostüm, mask ve aksesuarların da tamamına yakınını birlikte tasarlar ve realize ederler. Çocukların yaratıcılıkları için esin kaynağı da olabilecek hemen her türlü malzemeyi alıp tiyatral bir malzeme haline getirmekte olağanüstü bir bilgi birikimine ve yeteneğe sahiptirler.

a

Geleneksel Olanla Modern Olanın Olağanüstü Sentezi ve Koordinasyonu: Tiyatro Tempo, Türkiye'de ve Ortadoğu'da yaygın bir anlatı sanatı olan ve kahvelerde, hanlarda yetişkinlere yönelik olarak sunulan Meddahlığı çocuk tiyatrosuna uyarlamıştır. Meddah, elindeki sopası, mendili ve altındaki sandalyesiyle, bazı bölümleri dramatize ederek anlatı sanatını icra eder. Kullandığı bu çok az sayıdaki malzemeyle güçlü öykülerini anlatır ve büyük dünyalar kurar. Tiyatro Tempo da, az malzemeyle kurar oyunlarını, çocuklar ve gençler için büyük dünyalar kurar sahnede. Ayrıca, oyunlarında, anlatısal olanla dramatik olan'ı ustaca harmanlamış, özgün bir sentez yaratmıştır.

bölümcüklerde tıpkı bir şaman gibi hazırlar ve onları çabucak gönüllü bir bağlılık içine sokar. Çocuk seyircilerle kurmuş olduğu bu dolaysız iletişim, her türlü yapaylıktan uzak, sahici ve inandırıcı bir iletişimdir. Bu kısımlarda, oyun yeri ve seyir yeri arasındaki engelleri kaldırmasıyla ve oyuncuların kendilerini fiziksel olarak çocuk seyircilerle aynı düzeyde konumlandırıp göz temasım sürekli kılmasıyla, çocuk ve genç seyircilerle güçlü bir iletişim kurulur. Tepeden bakmayan, yalın, demokratik ve eşitlikçi bir söylem oluşturmasıyla da kurduğu bu iletişim pekiştirilir.

Oyuncular, esnek oyunculuklarıyla rolden role kolaylıkla girebilmekte, her oyunda yeni ve çeşitli tipleri, ustalıkla yaratabilmektedirler. Hemen her oyununda müzik, pandomim ve öteki gösteri sanatları önemli yer tutmaktadır. Tiyatro Tempo'nun oyuncuları enstrüman çalabilmekte, jonglörlük, illüzyonistlik gibi gösteri sanatlarını etkili bir biçimde icra edebilmektedirler. Müzik, pandomim ve öteki gösteri sanatları, oyunlarında, konunun, öykünün doğal bir gereği olarak ve organik bir biçimde yer almaktadır.

pe cy

Tiyatro Tempo, geçmişte, yetişkinlere yönelik olan Karagöz gösterilerinin biçimini koruyarak ama içeriğini değiştirerek çocuklar için uyarlamıştır. Türkiye'de, Yunanistan'da ve Ortadoğu'da yaygın olan bu özgün gölge oyununun çocuklara yönelik olarak ama usta bir biçimde uyarlanması bir yaratıcılık ve ustalık kanıtıdır. Emine Kaygun ve Haluk Yüce, tıpkı Kavuklu ve Pişekar, Karagöz ve Hacivat, Usta ve Yardak gibi önemli bir ikili oluşturmakta, çağdaş çocuk tiyatrosuna bu geleneksel konvansiyonları ustalıklı ve etkili bir biçimde taşıyarak modern bir sentez oluşturmaktadırlar.

Tiyatro Tempo oyuncuları geleneksel anlatı ve gösteri sanatlarıyla modern anlatı ve gösteri sanatlarını, ayrı ayrı olduğu gibi birlikte ve bir uyum içinde de kullanabilmektedir. Geleneksel sanatlarla modem sanatları böylesine ustaca, birlikte, amaca ve hedef kitlesine uygun bir biçimde kullanması, hepsinden özgün bir sentez yaratması Tiyatro Tempo'nun çocuk ve gençlik tiyatrosu alanındaki önemli bir başarısıdır.

Çocuklarla Kurduğu Samimi İletişim: Tiyatro Tempo'nun en önemli özelliklerinden biri, onun seyirci çocuklarla kurduğu samimi iletişimdir. Tiyatro Tempo'nun hemen hemen her oyununda, asal oyun kadar, her oyun için hazırlanmış olan özgün ve farklı prologlara, giriş bölümlerine de yer verilir. Bu önoyunlar, girişler de en az asal oyun kadar önemlidir. Tiyatro Tempo oyuncuları çocuk seyircileri, asal oyunla, çıkaracağı yolculuklara, götüreceği dünyalara, bu

Çalışmalarında Çağdaş Değerleri Öne Çıkarması: Tiyatro Tempo'nun çalışmalarında biçim kadar içerik de önem taşımaktadır. Dinsel bir hukukla yönetilen Osmanlı İmpartorluğu üzerine kurulan ve ondan radikal bir biçimde ayrılan modern Türkiye Cumhuriyeti, akıl, bilim, demokrasi, hukuk, eşitlik, özgürlük gibi çağdaş kavramları ve değerleri benimsemiş ve yeni toplumu bu değerler üzerine oturtmak için büyük projeler üretmiştir. Bununla birlikte, bugünün Türkiye toplumunda çağdaş değerlerle çağın gerisinde kalmış eğilimler arasındaki mücadele sürmektedir. Bunun farkında olan ve çağdaş değerlerden yana tavır alan Tiyatro Tempo, oyunlarını hem bugünün seyirci çocuklarını hem de geleceğin yetişkinlerini göz önünde tutarak hazırlamaktadır. Çocuk seyirciler, tiyatronun büyüsüyle birlikte bilimin ve aklın çekiciliğini bulurlar Tiyatro Tempo'nun oyunlarında. Dostluk, barış, paylaşma, yardımlaşma, özgürlük, umut, güven, mutluluk, emek, yaşam sevinci Tiyatro Tempo oyunlarının başlıca konularındandır.

29


Geçmişle Gel(mey)ecek arasında

pe

cy

a

Yangın Duası

> Ragıp Ertuğrul ragipertugrul@tiyatrodergisi.com.tr

İstanbul Devlet Tiyatrosu, bu sezon da Oda Tiyatrosu 'nda küçük kadrolu ve küçük bütçeli prodüksiyonları seyirciyle buluşturdu. Bu buluşmaların ayrı bir heyecanı oluyor nedense. Öncelikle, daha başta koskoca binanın gösterişsiz yan kapısından giriyoruz. Birkaç sevimsiz basamaktan sonra ulaştığımız sade bir fuaye ve yine gösterişe kapılamayacak derece mütevazi bir salon ve sahne. Yasak bir sevgiliyle buluşur gibiyiz... Sonu olmayan bir aşk bizimkisi. Sürmeyeceğine inandığımız için başladık belki de. Küçük umutlar, beklentisizlikler ve büyüsüne kapılmayı hayal etmediğimiz bir ilişki yaşayacağımızdan emin olarak oturuyoruz koltuğumuza. İşte yanıldığımızı haykıran bir yapım "Yangın Duası". Hem de ne haykırma... Üç karakter... birbirinden nefret eden, birbirini seven, birbirine sarılmak zorunda olan, birbirinden uzaklaşmak isteyen üç karakter. Birbirlerine olduğu kadar iç dünyalarında da bu kadar tutarsızlıklar yaşayanlar kimler mi? Hiç merak etmeyin, birazdan tanışacaksınız. Mişkadora (yoksa Mischka Dora mı?), Zajo ve Bin adlı karakterler yaşamla ölüm arasına sıkışıp kalmışlardır. Ölmemek veya başka bir deyişle ölememek sorunuyla karşı karşıyadırlar. Hiçliğe doğru bir


kayboluş söz konusudur; yaşadıklarını veya duygularını unutmadan bir kayboluş. Pusulasız açık denizde fırtınaya yakalanmak gibi ya da çoğu kez tepede güneş, dingin okyanus sularında sürüklenip durmak. Artık onlar için zaman anlamını, mekan önemini yitirmiştir. Beklemek, terk etmek, umut etmek, tükenmek gibi eylemler ölümün yasak ülke olduğu bu dünyada bizler için ifade ettikleri anlamlardan soyutlanmıştır. Peki kim bunun farkındadır? Mişkadora mı, Zajo mu yoksa Bin mi? Biz farkında mıyız? " Gelecek kabul etmedi bizi, biz de geçmişimizde yaşıyoruz asiller gibi." diyor Zajo. Geçmişin yükünü beyinlerinde, yorgunluğunu yüreklerinde taşımaktalar, ancak asla özlem, hasret, heyecan ve değişim yaşayamamaktalar.

Bu zor ruh hallerini yansıtabilmek için, içinde gizem, felsefe ve anlamsızlığın anlamını barındıran diyaloglardan yola çıkılıyor. İşte bu diyaloglar üç oyuncunun üstün performansıyla değer buluyor. Ülkü Duru, Ahmet Uğurlu ve Ali Atay karakterleri tüm içerikleri, yalınlıkları, yükleri ile canlandırıyor. Sıkıntının ve buhranın doğal sonucu olarak karşımıza gelen durağanlığı, mimiklerindeki değişimlerle, diyalogların monotonluğunu ise esprili tonlamalarıyla kırıyorlar. "Yorgunum, dinlensem şaşırmam" gibi bir cümleyi hem anlaşılır kılmak, hem de seyirciden reaksiyon almak zor bir iş. Ki bu tarz monolog ve diyalog cümlelerinden oluşan bir oyun için oyuncuların yoğun bir çalışma dönemi geçirmesi, birbirleri ile uyumlu çalışması ve yönetmenle el ele göz göze olmaları gerekiyor. Bu gereklilikler eksiksiz gerçekleşmiş.... Yangın Duası'nı övgüye değer kılan özelliklerden biri de kuşkusuz oyunun bir karakteri gibi canlı olan ve efektle senkronize edilmiş şekliyle atmosferi yoğun olarak hissetmemizi sağlayan ışık tasannu. Bu prodüksiyonda ışık bir karakter olarak kalmıyor üstelik, oyuncularla başrolü de paylaşıyor. Önümüzdeki sezon da seyirciler bu duaya ortak olacaklardır .

pe cy

a

Yazar-yönetmen Berkun Oya ki belki tasarlayan demek daha yakışandır bu prodüksiyona özel olarak, bu boşlukta yaşamak duygusunu, tüm soyutlanmışlığı gerek kurgu gerekse diyaloglarla başarılı olarak aktarıyor. Ölmeyi başaramayan, çaresiz ama yine de birşeylere tutunmaya çalışan bu insanların farklı ve bozuk psikolojisini seyirciyi bunaltmadan, tekrara düşmeden ve bahtsızlık üzerine kurulu içli monologlar, vicdan hesaplaşmaları ve benzeri klişelere saplanmadan duyumsatıyor. Fırtına öncesi sessizlik gibi bir dinginlik hakim kimi zaman sahnede. Kabullenmenin dinginliği... Mişka, Zajo ve Bin'in kimi zaman bir yöne sabitlenerek ve yan yana sıralanarak oturmaları, bu kabullenişi yansıtmaları, hiçbir şeye müdahale edememenin verdiği boynu büküklük ve beraberinde getirdiği serinkanlılık bize bir ritüeli çağrıştırıyor; dua etmek... Ne için, nerede ve ne şekilde olursa olsun teslimiyeti simgeleyen dua, bu oyunda "yangın duası" olarak adlandırılıyor.

Bin'in "Anlar kadar masum, anlar kadar günahkarım ben" demesi boş değil. Bütün insanlara bir gönderme yapıyor aslında. Masumiyet ve günahkarlık arasında sürekli gidip geliyoruz. Ya da kime göre iyi veya kötüyüz? Bu iyilik ve kötülük derecelendirmesinde yaptıklarımızın sonuçlarını görme şansını veya şanssızlığını elde etmek midir acaba belirleyici olan?


8. Uluslararası Ülker Kukla Festivali'nde

pe

cy a

Sergei Obraztsov Kukla Tiyatrosu

> Deniz Bozer denizbozer@tiyatrodergisi.com.tr

11-18 Mayıs 2005 tarihleri arasında İstanbul'da Ülker'in sponsorluğunda gerçekleşen kukla festivali kapsamında ülkemize gelen pek çok yabancı topluluk arasında sadece festivalin açılış gösterisini yapan ünlü Rus topluluğu Sergei Obraztsov Akademik Kukla Tiyatrosu 16 Mayıs Pazartesi günü Ankara'da da bir gösteri sundu.. Rus kukla geleneğinin önde gelen sanatçısı Sergei Obraztsov'un (1901-1992) adını taşıyan tiyatro ve topluluk 1931'de Moskova'da kurulmuş. Çalışmalarını, bilgisini, deneyimlerini "Mesleğim" adlı kitabında aktaran Obraztsov, tiyatronun ilk Sanat Yönetmeni; aynı zamanda oyunların sahne tasarımlarım da yapmış ve ölümüne dek çalışmalarını bu tiyatroda sürdürmüş. Birkaç binadan oluşan bu kukla tiyatrosu dünyanın en büyük kukla sanatı gösteri merkezleri arasında anılıyor. 200 kişilik küçük ve 500 kişilik büyük salonlarında üç-dört gösteri sergileyerek günde 1500 ila 2000 seyirciye ulaşabildiklerini öğrendiğimizde onlar adına sevinirken kendi tiyatromuzun geçenlerde karşı karşıya kaldığı üzücü durum bir kez daha aklımıza geliyor ve içimiz sızlıyor; izleyicisinin ilgisizliği sonucu boş kalan salonda yılların tiyatro ustasını ağlatan ülkemiz için ne inanılmaz sayılar! Laf arasında, Ankara'da tiyatro salonlarının özellikle üniversite


öğrencileri ve orta yaşlı hanımlarla her daim dolu olduğuna tanık olan bir izleyici olarak o talihsiz olayın İstanbul'un bir ayıbı olduğunu da düşünmeden edemiyorum. Obraztsov kukla tiyatrosu aynı zamanda önemli bir okul. Burada 300 kadar kukla sanatçısı yetişmiş. Bunların bir kısmı halen dünyanın çeşitli kentlerinde çalışmaktalar. Bu okulda, sanat eğitimi veren enstitülerin gösteri sanatları alanında 5 yıl eğitim görmüş genç sanatçılar 4-6 ay süreyle okulun kıdemli 10 kadar sanatçı hocasından kuklacılığın inceliklerini öğrenmekteler. Her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden birkaç yabancı öğrenci ve genç kukla sanatçısı da okula kabul edilmekte. Burada kukla sanatının icrası için verilen eğitimin üstünlüğü ve ciddiyetinden dolayı tiyatronun adının yanına "akademik" sıfatı eklenerek yapılan eğitimöğretimin ve araştırmaların bilimsel niteliğinin de altı çizilmiş.

Genelde ülkelerinde yaptıkları 2 saatlik gösterilerde 100 kadar kukla ve zengin dekor kullanmalarına karşın, turne şartlarında gerçekleşen ülkemizdeki oyunları daha sadeydi. Piyano çalan, arya söyleyen kuklaların yanı sıra, Meksika, Arjantin, İspanyol, Romen, Japon dans ve müzikleriyle izleyiciye eğlenceli bir dünya turu yaptıran kuklalar vardı. Bu arada bizim göbek dansı da unutulmamıştı. Kuklaların hareketlerindeki incelik ve uyum ise bu renkli gösterinin ardındaki teknik uzmanlığı gözler önüne sermekteydi. Hele sopranonun aryasına başlamadan derin nefes aldığında göğsünün inip kalkması ve dansözün kalçalarını kıvırması ve göbeğini titretmesi görülmeye değerdi. Oyun boyunca izleyicilerin pek çoğu merak etmiştir: Perdenin arkasında acaba kimler var? Kaç kişiler? Kuklaları nasıl oynatıyorlar? Topluluk sanatçıları gösterinin sonunda bizlere hoş bir sürpriz yaparak arkasında kuklaları oynattıkları perdenin önüne çıktılar ve gösteri süresince izlemiş olduğumuz bazı sahneleri bu kez gözümüzün önünde tekrarladılar. Böylelikle, 3 kadın ve 4 erkekten oluşan ekibi görmekle kalmadık, onların kuklalara can vermek için birlikte nasıl uyum içinde hareket ettiklerine şahit olduk; az önce izlediğimiz kuklaların tangosunu gerçekleştirebilmek için 7 kuklacının kendi "danslarını" görmek çok ilginçti.

a

Sergei Obraztsov Devlet Akademik Kukla Tiyatrosu'nda gösteriler ve eğitimin yanı sıra kukla ve kuklacılık ile ilgili bilimsel konferanslar, sergiler, uluslararası festivaller düzenlenmekte. Ayrıca, tiyatro bünyesinde içinde 3.500 kadar kukla ve kukla sanatı ile ilgili belge ve yayınlar barındıran bir de müze bulunmakta. Rusların kukla sanatının devamı, gelişmesi ve bu sanatın gelecek nesillere aktarımı konusunda gösterdikleri duyarlılığa ve bilinçli çabaya hayran olmamak mümkün değil. Diğer yandan da ulusal gölge kuklası tiyatromuz Karagöz'ün ciddi bir devlet desteğinden mahrum, sadece bu sanata gönül vermiş birkaç kukla sevdalısının bireysel çabalarıyla nasıl da hala ayakta kaldığına şaşmak lazım. Geleneksel sanatlarımızın pek çoğu karşısında gösterdiğimiz vurdumduymazlıkta ısrar edecek olursak gölge kuklası tiyatromuzun geleceğinden endişeye düşmeden edemiyoruz.

yorumlayarak uyarlamış. En bilinen oyunları arasında "Alaaddin'in Sihirli Lambası" ve "Don Juan" sayılabilir. Kaliforniya'dan Güney Kore'ye kadar 50 kadar ülkeye yaptıkları turnelerde ise "The Best of Obraztsov" adıyla, kuklalarla öykü anlatmak yerine, daha çok şarkı ve müzik ağırlıklı gösteriler sunuyorlar. Zaten Obraztsov da ününü konser veren el kuklalarına borçlu. Önemli bir özellikleri de gösterilerini gidilen ülkenin kendi dilinde sahneye koymaları. Kuklaları konuşturan sanatçının güzel, renkli ve güncel Türkçesi bu işi ne kadar ciddiye aldıklarını ve buraya gelmeden ne denli araştırma ve uygulama yaptıklarının açık ve başarılı bir göstergesiydi.

pe

cy

Ülkemizi ziyaret eden bu kukla tiyatrosunun elemenları arasında Obraztsov'un torunu Katia hanım da bulunuyor. Kendisinden ve topluluğun yöneticisinden öğrendiğimize göre kuklalar ve oyun dekorları tiyatro binası içindeki işliklerde yapılıyor. Kuklalar kauçuk ve köpük gibi göreceli olarak daha hafif maddelerden yapılmalarına rağmen, içlerindeki demir düzenek yüzünden oldukça ağırlar. Küçüklü büyüklü kuklaların, birkaç ufak el kuklası hariç, tümü çubuklarla hareket ettiriliyor. 1.5-2 kilo kadar gelen büyükçe kuklaları 2-3, hatta hareketin karmaşıklığına göre bazen 4 kişi hareket ettiriyor. Kuklalar temelde Uzakdoğu, özellikle Java adası çubuklu kukla geleneği çerçevesinde yapılmış; ancak Obraztsov'un geliştirdiği özel mekanik düzenek onları teknik tasarımları itibariyle salt bu tiyatroya özgü kılıyor. Repertuvarında 61 oyun olan topluluk Romeo ve Jülyet, Faust gibi tiyatro oyunlarını da kukla tiyatrosu için

Çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de hitap eden ve Devlet Resim Heykel Müzesi'nde gerçekleşen bu keyifli gösteri, yeri ve tarihi basın yoluyla sadece bir gün öncesinden duyurulduğu için, ne yazık ki arzu edilen sayıda izleyiciyle buluşamadı. Oysa Ankaralılar başkentte yaşamalarına rağmen İstanbul'a kıyasla çok daha az sayıda uluslararası sanatsal etkinliği izleme fırsatı bulabilmektedirler. Bu nedenle alanında çok önemli bir yere sahip böylesi bir grubu Ankara'ya getirmeyi düşünebilenlerin gösteri duyurusunu da zamanında yapmaları beklenirdi. Yine de gösteriyi izleyebilen şanslı seyircilerden biri olarak festivali düzenleyenlere teşekkür ediyorum ve başarılı çalışmalarının devamını diliyorum©


Burgaz Opera ve Filarmoni Derneği Bale Topluluğu tarafından sunulan ve başkoreograf Hikmet Mehmedov tarafından hazırlanan " Paris'te Bir Gece " Mahler ve Rahmaninof müziklerine ait koreografiler dışında sıradan bir revü gösterisiydi. Program tanıtım broşüründe gösterinin en güzel modern bale örnekleri arasında yeraldığı söylense de, sevgi ve sanat ekseninde yaratıcılık, sanatçının iç dünyası, masumiyeti ve bunun doğurduğu yalnızlığı, Leonardo da Vinci'nin "Kusursuz insan"ı tasvir eden çizgilerini çağrıştırarak, gerçekle gerçeği temsil eden sanat arasındaki uyum ve uyumsuzluğu konu edinen gösteri, klasik bale ile koreografi arasında bir yenilik sergilemekten ziyade keskin çizgilerle ayrılan bir kolaj sunuyor. Sanatçının eseriyle gerçek yaşam arasındaki bağın anlatımı kuvvetli, ancak bu sanat kalabalıkla Moulin Rouge'da buluşunca sanatçının yarattığı hassas duvarlar yıkılıp yerini renkli, gösterişli bir dünya alıyor. Sanatçının, sanatına hayran kalan insanlar arasındaki yalnızlığı ise gösterinin sonunda kötü olmayan bir lezzet bırakıyor.

Kuruluşu 1966 yılına dayanan St.Petersburg Devlet Akademik Bale Tiyatrosu, şimdiye kadar yirminin üzerinde Rus ve yabancı koreografla yönetilmesiyle kazandığı deneyimi, St. Petersburg ve uluslararası bale festivallerinde gerçekleştirdiği performanslarla sürdürüyor. Halen ünlü Saint Petersburg dansçısı ve koreografı Yuri Petukov'un liderliğinde giden topluluğun repertuvarı, kurucusu Leonard Yakobson'un eserlerinin yanısıra, Kuğu Gölü, Fındıkkıran, Romeo ve Juliet, Don Jose gibi klasiklerden oluşuyor. Festivalde Chopiniana, Spartaküs (baleden sahneler) ve İtalyan Kapriçyosu ile seyircilerle buluşan topluluk, çoğu genç ancak yaşlarından beklenenden üstün yeteneğe sahip dansçılarıyla festival kapanışında belleklerde güzel izler bıraktı.

cy

a

The Stars of Dance Chicago, Latin caz ve step'in olağanüstü buluşmasını sağlayan bir performansla İstanbullu sanatseverlerin karşısına çıktı. John Schmitz'in kurucusu olduğu Dance Chicago, gelenekselden deneysele, bale, modern, caz, folk, tap ve hip-hop gibi, Chicago'da en kapsamlı dans türlerine yer vermektedir. 11 dansçıdan oluşan grup, müzik ve danslar arasındaki olağanüstü çeşitliliği sergileyen bir gösteri sundu. Ancak bu olağanüstülüğün yanında memnuniyetsizlik yaratan durumlar da vardı. İkinci bölümde ışık ve müziğin senkronizasyonunda oluşan hataların dansın büyüsünü bozan bir olumsuzluk yaratması bir yana, gösterinin bir bölümünde, pehlivan güreşlerini, oryantal dansı, bir hatun kişi için yapılan kavgayı temsil eden arabesk motiflerin yeraldığı koreografi, zorlama ve sadece Türklere bir jest yapma niyetiyle yola çıkılmış olduğunu hissettirdi.

De Bana, festival broşüründe "Nefes almayan sanat ölüdür. Hayatın döngüsü gibi nefes almakla başlanır, ilk ağlamadan sonra büyük yolculuk başlar..." diyor. Sessizliği bedenlerine aşkla işleyen dansçıları izlerken şiirsel anlatımın derinliklerinde gezintiye başlıyorsunuz. İç sıkıntısı, bunalım ve hezeyanlar, kıstırılmışlık duygusunu veriyor. Gösterilerin genelinde fonda duyulan su sesi hayatın bir başlangıcı, bir parçası olarak önemli bir fonksiyon yükleniyor. De Bana'nın koreografisinin temelinde, dansçının Avrupa ve Afrika kanından dolayı egzotik kültürlerin ezgileri eşliğinde ritm duygusu, şiirsel yaklaşımlar ve insan yaşamının büyüsü yatıyor. Özellikle Shekepeare'in Othello'sundan esinlenerek yaratılan " Tuhmi, Değiştirilmez Hareket", tragedyanın tüm ruhunu, karşılıklılık ve öteki olmak ekseninde, aşkı, ihtirası, kıskançlığı ve acıyı baleden hareketle modern dans yoluyla aktarıyor.

pe

İsmini, Farsça'da " nefes almak " anlamına gelen " Nafas " kelimesinden alan Nafas Dance Company, festivale üç gösteriyle katıldı. Grubun yönetmeni ve koreografı Patrick

Festivalin ardından dansın büyüsünün etkisinin bir yıl gibi uzun bir süre sürmesini beklemek sanırım gerçek dışı olur. Ancak yıl içinde benzer fırsatları yakalamamız mümkün olabiliyor. Tiyatro ve balenin yanında modern dans gruplarının da artık şehrin çeşitli mekanlarında çalıştığını ve farklı, yenilikçi performanslar sergilediklerini biliyoruz. Tabii bilmek yetmiyor... İzlemek, o enerjiyi almak ve ruhumuzun süzgecinden geçirerek hazzı yaşamak bizim elimizde.


"Perde kurdur/Işık yaktır/Aydın olsun perdemiz".

pe cy

a

Hacivat-Karagöz Haliç'teydi

> Yusuf Eradam

Haliç kıyılarındaki Kadir Has Üniversitesi'nin Cibali Kampüsü'nde 14-19 Mayıs tarihleri arasında üniversitenin Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü "Sınırsız Tiyatro" (Theater Without Borders) başlığı altında bir konferans düzenledi. Bu konferansa ABD'den, İngiltere'den, İrlanda'dan, İtalya'dan, Almanya'dan, Hindistan ve Türkiye'den birçok seçkin konuk katıldı. "Yabancı" katılımcılar şunlardı: Jane Tylus, Patricia Parker, P.A. Skantze, David Schalkwyk, Ian F. Moulton, Bianca Finzi-Contini Calabresi, Maria G. Stampino, Melinda Gough, Eric Nickolson, Shormishtha Panja, Richard Andrews, Christian Billing, Stuart Sillars, Michael Armstrong, Jacques Lezra, Clare McManus, Melissa Walter, Susanne Wofford, Robert Henke, Pamela Ailen. Tiyatroya meraklı herkese açık bu konferans farklı yapısı ile de dikkat çekti. İlk gün katılımcı akademisyen ve sanatçılar ilgi alanları ve projeleri hakkında birbirlerini bilgilendirdiler ve bu oturumu konferansın düzenleyicilerinden Robert Henke'nin "Commedia dell'arte'de Sınırı Geçmek" adlı konuşması izledi. Washington Üniversitesi doçenti Henke bu konuşmasında akademisyen yanıyla göz doldururken, ikinci gün akşamı, birazdan ayrıntılı anlatacağım, Karagöz-Hacivat gösterisinden önceki oturumdaki sahne gösterisiyle de katılan herkesi oyuncu olarak da büyüledi. 16 Mayıs Pazartesi günü "Bir Yaz Gecesi Rüyası ve İtalyan Pastorali", "Isabella, Türkler ve Asya'nın Güzellikleri",


"Imperia ya da Modern Tiyatro'nun Başlangıcında Küresel Fahişe", "Shakespeare'deki Kültürel Coğrafyalar", Modern Sahnenin Başlangıcında Çevrilen Türkler," başlıklı konuşmalar ilgi topladı. İkinci günkü konuşmalar içinde ise Hindistan'dan Shormishta Panja'nın "Shakespeare ve Hint Tiyatrosu" başlıklı konuşmasında Shakespeare oyunlarının Hindistan yerel kültürleri ile kaynaşarak sahnelendiğinde nasıl bir değişim ve dönüşüm geçirdiğine dikkat çekildi ve Hindistan'ı sömürgeleştiren Shakespeare İngilteresi'nin kültürel yayılmacılığının sahne diline yansıyan incelikleri sergilendi. Konuşmalar kadar gruplar halinde yapılan workshop'ların da yer aldığı ikinci ve üçüncü günlerde "tiyatroda ulusların kaynaşması, göç, diaspora, seyahat, sahnede kadın bedenleri, oyuncu kadınlar, çevrim, kültürler arası çevrim, dönüşüm, kültürel ve tiyatral uygunlaştırma, piyeslerin yayınlanması, epik, novella ve romansların tiyatro sanatına etkileri, anlatı uzamının coğrafyalarının çevrimi, yoksulluk, pastoral ve sınıf benzeri konular tartışıldı.

Konferansta dinlediğim bir konuşmada da sanatın her alanını ilgilendiren bir özdeyiş de beynime kazındı: Yeni bir şey, bu izlediğim yepyeni bir şey diye heyecanlandığımız zaman-ki bu şey sadece tiyatro olmayabilir, öykü, şiir, resim vb. sanatın her alanını ilgilendirebilir- yeni sandığımızın yeni olmayabileceği, hatta, geçmişte çoktan yapılmış, hatta günü ve modası geçmiş bir uygulama olabileceği varsayımı. Bu varsayım, bana kalırsa, dönüşümün her türlüsünü olanaklı kıldığı gibi, olumlanası da kılıyor. Yani, bir yer ve zamandaki herhangi bir sanatsal uygulama oradaki alıcı için yeni, hatta çığır açıcı, devrim yapacak nitelikte diye algılandığı anda, başka zaman ve yerde çoktan yapılmış olduğu o eski uygulamadaki kültürler ya da uluslar arası dönüşüm önem kazanıyor. Yeni olan, Shakespeare'in Türkiye'deki ya da Hindistan'daki uygulaması ya da uyarlaması. Ayrıntı ve ayırtılarda yatıyor dönüşüm ve değişim ve de çevrim. Sanatsal ürünlerin evrenselliği ve ölümsüzlüğü de bu dönüşümlerde yatıyor. Konferanstan aklımda kalan fikirler şunlar: Ulusal kimlikler için alternatif simgeler belirir, bu ulusal kimlikler uluslararası, geçişken uluslu kimliklere çevrilebilir. Bu konuda da birçok alan etkin olabildiği gibi tiyatro da üstüne düşeni yapar. Yani Shakespeare Hindistan kültürlerine uyarlanarak sahneye taşınırken, Hindistan sahnesinden izleyiciye de İngiliz kültürüne dair bir şeyler geçer. Bu geçişkenlik kültürler arası hep olur ve kolonileştiren ile kolonileşen arasında iletişimi sağladığı gibi nasıl kolonileştiğini anlamadan asimilasyon sözcük dağarcığını ana dili gibi benimseyip kültürel etkinliklerde boy gösterir yeni oluşum. Buna ben yaratık da diyebilirim ama Hamlet kılığında gezen bir Bengali, ya da Türk bence Sting'in yıllar önce yeri göğü inleten şarkısı "Ben bir yabancıyım, yasal bir yabancıyım, ben New York'taki bir İngilizim" şarkısı söylüyor gibidir ve küreselleşme ile yabancılaşma kolonileştirmenin birbiriyle seviştiğini vurgular. Ama küreselleşme artık içinde yitip gittiğimiz bir "Vana,"

pe cy a

Modern tiyatronun ilk dönemleri uluslararası bir fenomen olarak kabul ediliyor, çünkü sürekli olarak kültürler arası etkileşime açık olmuş. Konferansın katılımcıları bir bildiri ya da manifesto niteliği taşıyan metinlerinde kültürler arası etkileşimin yayıncılık, el yazmaları, sözel ya da görsel yayın araçlarıyla değişim ve dönüşüme uğradığının altını çizerek entelektüel ve ulusal nedenlerle alanda kaynaşmanın sağlıklı sağlanamadığı, uluslararası ve disiplinler arası işbirliğinin sağlanamayışı yüzünden modern tiyatronun ilk dönemlerinin çarpıtılmış bir anlayışla en radikal ve beklenmedik sonuçlarının altının çizilemediği ve bu yüzden de tiyatronun evcilleştirildiğinin altı çiziliyor. Farklı ve çeşitli edebi, ulusal ve gösteri sanatlarının farklı alanlarından olmakla birlikte, burada bu farkların ayırtılarını incelemek üzere bir aradayız, deniyor. İstanbul'da toplanışımızın sebebi, tartışmayı, işbirliğini, dayanışmayı ve üyelerimizin farklı konularda ve meselelerde, özellikle de metinsel ve generik çevrimler ve dönüşümler konularında birbiriyle işbirliği içinde çalışmayı sürdürebilmesi amacını gütmektir; örneğin oyuncuların bedensel hareketleri ve sınırlar ötesi oyunculuk gelenekleri,

kadın oyuncunun yükselişi, Avrupa dışından oyuncuların katılımı, oyunlardaki olay dizisi ve dinlerin Avrupa tiyatrosuna etkisi, tiyatroyu ilgilendiren alanlarda uluslararası pazarlar, ve eski ve yeni dünya bağlamları içinde uluslararası hareketlenmeler, temel konularımızı oluşturmaktadır deniyor.


bir Hint tropikal ormanı haline getirildiyse, tiyatro da statükoyu korumak adına dönüşecektir. Hintli oyuncu, yazın ortasında tepesine inen yağmurlar yüzünden Shakespeare'in "Bir Yaz Gecesi Rüyası"na (yaz ortası ne demektir ki?) anlam veremeden uyarlayacaktır oyunu, yöresinin iklimine göre, ama Shakespeare'in iletisi bu uyarlamada bile geçecektir izleyene. Bir belleğin başka bir bellekten ödünç alınması, dünyaya küresel bellek saplantılı baktığım bu günlerde altını çizmek istediğim konuların başını çekiyor. Hindu dilindeki bir Danji (terzi) hepimize bir örnek bellek entarisi dikmeye hazırlanıyor. Tiyatro da dahil bütün sanatlar da kardeşlik, barış ve tüm sınırların kalkması adına da (ki bunlar benim de huşu içinde izini sürdürdüğüm ideallerdir), küresel kimliğimizin Anglo-Sakson Hıristiyan olacağı endişesini de taşımıyor değilim. Bu yüzden işte, Salman Rushdie İngilizce yazar ve kendi kültürünü İngilizce anlayanlara aşina kılarken, emperyal dil İngilizce ile gelen bütün Anglo-Sakson Hıristiyan ve ya da dolaylı olarak Batı kültürünü Doğu'ya, Orta Doğu'ya taşır. Kaygılar (anksiyete) ortaklıkları doğuruyor, ortaklıklar da kaygıları. Kaygılı bedenler dolaşıyor hayat sahnesinde.

Bu konuşma ve gösteri ardından da değerli usta Orhan Kurt, eşi Hayret Hanım ve gözbağcı bir öğrencisi ile birlikte (ki yabancı konuklar Orhan Usta'nın bir öğrencisi olup olmadığı ile ciddi ciddi ilgilendiler) sahne aldılar. Düve (bir yaşını yeni geçmiş dişi sığır) derisinden yapılma insan suretleri perde arkasından ikonografik geleneğimizin önemli bir parçası ve her çocuğun belleğinin, hatta okul öncesi vatandaşlık bilincinin oluşmasında hiç de altı çizilmemiş bir rolü olduğuna inandığım Hacivat-Karagöz gösterisi başladı. Her zaman olduğu gibi Hacivat'ın eğlence gereksinimi ile "Yar bana bir eğlence medet" diyerek Karagöz'ün penceresi altında avaz avaz seslenişi, onu aşağı indirmeye çalışması, bu ikna sürecinde Karagöz'ün direnişi, ikna olunca da Hacivat'ın çenesinin düşüklüğü yüzünden dayak yiyişi, Hacivat'ın seni özledim be Karagöz'üm deyişinin ardından kafiyelerle gelen başka bir tokat. Uyumsuz gibi görünen bir çift ve uyaklı bir diyalog. Kadir Has üniversitesi izleyenlerine hitap ve sağlanan empati sayesinde toplanan alkış, bu yolla da Hacivat-Karagöz gösterisinin gerçekliği, gölgelerin aslında gerçek olduğu fikri de geçiyor izleyene çünkü inanmazlık sürecini ertelemeyi hemen bırakıyoruz, Usta yer ve zamanı belirleyiverince. Paramızdan altı sıfırın atılmasıyla paranın değerine bir şeyler katıldı mı, hayır para gene aynı para sözleri de incelikli bir eleştiri örneği olarak yetişkin izleyenlere sunuldu. Usta, söyleşide daha sonra da iletti, izleyenine göre o anda doğaçlarmış repliklerini. Çelebi tiplemesine anlatılan yalan (Çelebi'nin babasının Karagöz'e borçlu olduğu hikayesi) paradokslar üzerine kurulu zeki bir laf ebeliğidir ki Karagöz'ün okumuş Çelebi'den daha akıllı olduğunu gösterir.

pe cy

a

Ansızın başka kaygılı bir usta beden: Orhan Kurt. Yaşayan en büyük Hacivat-Karagöz ustalarından. Kaygılı çünkü sanatı hakkında birçok mit ve yanlış bilgiye çok hassas. Karagöz üzerine Amerikalılar mı bize ders verecekti kaygısından tutun da "köylü kadın" tiplemesinin Amerikalı konuşmacının yararlandığı kitapta "sevici kadın" diye yanlış aktarıldığını anlatmak üzere "It's wrong" diye ayağa fırlayıp konuşmacıya bu yanlışı düzelttiren bir cengaver. Eşi Hayret Hanım onun en sadık izleyicisiymiş, gösterimi izleyecek kimse bulamazsam eşime sunuyorum maharetimi, diyor. Aşk, emek ve emek verdiğini sadakatle sevmek denklemini kurmuş ve bunda da başarılı olmuşlar Kurt çifti. İmrendim bu dingin ve bilge ustanın görsel ve sözel şöleninin geri planındaki tarihe, hayata ve Türkiye'nin birlik ve beraberliğine gösterdiği hassasiyete. Orhan Kurt, mozaik taşlarının her birinin tek tek ve ayrı ayrı seçildiğini, taşın ayrılıp düşebileceği endişesi ile birlikte bu terimi çok kültürlü beraberlik için sakıncalı buluyor olmalı ki "Türkiye bir mozaik değildir" deyiverdi çünkü gölgeleri oynatan usta Atatürk'ün "imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir ulusuz" deyişini anımsatıyor ve toplumsal yapımızı tanımlamada mozaik mecazını zayıf buluyor. "Selanik, diyor Orhan Usta, sonsuza kadar Yunanlıların'dır ve öyle de kalmalıdır, çünkü bize Mustafa Kemal'i verdiler."

Brown'ın konuşması içinde Robert Henke değişik commedia dell'arte tiplemeleri ile kendi çapında bir "stand-up show" sundu. Değişik maskeler kullanarak ve ses tonunu ve şivesini değiştirerek büründüğü kimlikler sırasıyla bir profesör, Shylock'un meslektaşı olduğunu söyleyen Pantalone, fallik bir burun takarak ve Almanca şivesiyle Othello Swatzennegro adında bir Kapitan ve son olarak da Harlequino'nun kardeşiydi ve Henke bu tiplemeleriyle herkesi büyüledi.

Pamela Alan Brown'm konuşmasında altını çizdiği gibi Karagöz-Hacivat ve gölge oyunlarının geçmişi Güney Doğu Asya ülkelerine, oradan Hindistan ve Mısır'a, oradan da Osmanlı'ya gelmiş. Harvey Keitel'li Yeni Zelanda filmi Piyano'da da gölge oyununu anımsar filmi görenler ve kadına kalkan baltayı sahici zannedip sahnedeki bu gölge oyununa müdahale eden, katil gölgeyi öldürmeye kalkan yerli izleyicinin de yansıma ya da yanılsamaya müdahale etme olanağının bulunması ile hayatımızın her anına hükmeden ve müdahale eden post-kolonyal (kolonileşme bitti mi de post önekini koyuyoruz acaba?)güçlerin gizli reklamlardan rap rap yürüyen istilacı ve uygarlığın beşiğine uygarlık götürdüğüne inanan ve de üstelik çiçeklerle karşılanmayı bekleyen gaflet ve dalalet içindeki Amerikan askerlerinin gölgelerini dünya sahnesinde istedikleri gibi oynatmaları paradoksu da beynin görünmeyen kentlerimizi ele geçirme korkularını yaratıyor ki buradan da Amerika'nın Türkiye'yi de istila edebileceği korkusu da hayallerimizi süsleyip korku üretim merkezinden köşe dönen mihrakların servetine servet katıyor. Amerika'nın bu iştahının hedefi olmayız biz demek de bir gaflet ve dalalet örneğidir, ama Türkiye'de yükselen Amerika karşıtı hareketlenmeye de bu yolla dur denebileceğini sanmak da öyle. Karagöz'ün Hacivat'ın gözünü korkutup aşağı indiğinde de tokatı bilgiç Hacivat'a aşk etmesi onların kardeşliğine halel getirmiyor. Oyunun sonunda özür, hem bu patırtıya, hem de izleyenleri gücendirmiş olma olasılığına karşı dileniyor. Ama ne Pamela A. Brown, ne de diğer konuşmacılar, ne de ustamız Orhan Kurt, bu geleneğe emeği geçenlere vefasızlık etmediklerini Siyavuşgil'den Metin And hocamıza kadar birçok ismin alana katkılarına ve araştırmalarının değerine dikkat çekerek gösteriyorlar.

Folklor ekipleri Orhan Usta'nın günümüz popüler şarkılarıyla dans ediyorlar. Örneğin, Karadeniz ekibi "Oy Nurcanım, Nurcanım" ile, Kafkas ekibi galiba Ayna grubunun "Gurbette yorgun düştüm be ceylan..." şarkısı eşliğinde oynattı. Her grubu ayrı ayrı alkışladık. Sanki bir "gazinodaydık" eski deyişle ve böylelikle de Hacivat'ın eğlence isteyişine yanıt gelmiş oluyordu. Hocası Ragıp Tuğtekin'i de rahmetle anan Orhan Kurt Usta'ya gösterisi sonrasında sorulan sorulardan biri şöyleydi: Eleştiri nereye kadar, dozunu nasıl ayarlıyorsunuz? O da bilge bir gösteri sanatçısının rahatlığıyla şöyle yanıtladı: "Eleştiri, elinde kalem tutmuş bir şeyler yazan birinin eline öyle zarifçe ve usulca vurmaktır ki yazdığı bozulmaz." Bu incelikli eleştiriyi, söz kuyumculuğunu biliyor belli ki çünkü içtenliği ve zarafetiyle herkese güzel bir örnek oldu, Amerikalıların deyişiyle "Orhan Bay". Katılımcıların tamamı çok memnun ayrıldılar Türkiye'den, bazıları ile özel sohbetlerden biliyorum ki Amerikalı olanları bile benim şu dileğime katılıyordu: "Amerika'nın postkolanyal kolonyalizm" hevesine dilerim perde kurulur, ışık yakılır, aydın olur emperyalizme gerilen perde. Kaygılı bedenler dolaşıyor hayat sahnesinde demiş miydim? Demişim. Biri de benim, anlaşıldı. Ama Karagöz ne derdi? Yıktılar perdeyi, eylediler viran! Hangi Usta'ya şikayet edeyim. Nereye bakayım da yüreğim yukarı dursun. Sapla samanın birbirine karıştığı küresel emperyal emeller yüzünden absürdleşen bu labirentimize Karagözce yanıt vererek bitireyim bu yazımı: "Bıy bıy bıy bıy..."


Trabzon'daki tiyatro buluşması izlenimleri

pe cy

a

"Ayyar Hamza" ve Deli Dumrul"

> Üstün Akmen ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

Devlet Tiyatroları adına, Trabzon Devlet Tiyatrosu Müdürü Murat Gökçer'in davetlisi olarak, geçen ay başında "6. Uluslararası Karadeniz'e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Buluşması "na katıldım. Giderek algıladım ki, bu sadece bir buluşma değil, kültürleri kaynaştırma şenliğiydi. Seyirciler, kendi ülkelerinin dışındaki herhangi bir ülkenin, tiyatro geleneğinin ürünü bir oyunun, iyi ya da kötü nasıl yorumlanabileceğine tanık oluyor ve topluluklar bu "buluşma" sayesinde dünya tiyatro repertuvarına kendi dillerini, kendi biçemlerini, kendi sanatçıları aracılığıyla armağan ediyorlardı. Son derece keyifli bir heyecandı Trabzon'da on gün boyunca yaşanan. Trabzon, "Deli Dumrul" ile Sahnede Kişisel nedenlerle, Trabzon'da on gün kalamadım. Festivalde de ancak iki oyun izleyebildim. Trabzon Devlet Tiyatrosu ve Azerbeycan Bakü Belediye Devlet Tiyatrosu yapımlarıydı izleyebildiklerim. Diğerlerini, ama özellikle de ErmenistanG. Sundukyan Ulusal Akademik Tiyatrosu'nun "Psikoz 4.48"ini ve Rusya-Devlet Akademik Dram Tiyatrosu'nun ''Müfettiş''ini izleyemediğime günlerce hayıflandım durdum. Bir de Tuncer Cücenoğlu'nun "Matruşka"sını oynayan G.A


Petculescu Tiyatrosu'nu... Ne yapabilirdim ki! Çaresizdim. Trabzon Devlet Tiyatrosu 2005-2006 sezonu için hazırladığı, bir Ali Bey (program dergisinde her nedense "Ali Bey" olarak geçiyor) uyarlaması olan "Ayyar Hamza"yı sahneledi. Oyun malûm... Moliere komedisi. Ustanın: "Komedyanın görevi insanın kusurlarını göstermektir" düşüncesinin son derece tipik bir örneği. Bu düşüncenin, başta Tartuffe, Cimri, Hastalık Hastası, Don Juan, Amphitryon olmak üzere, Moliere'in bilinen tüm eserlerinde belirgin olarak öne çıktığını oyuna gitmeden önce elbette biliyordum. Töre ve karakter komedyaları dünyanın her ülkesinde oynanmış olan Moliere'in, 1671 yılında "Scapen'in Dolapları" adı altında yazdığı bu komedya, Osmanlıca'ya Ahmed Vefik Paşa tarafından "Dekbazlık", Âli Bey tarafından ise 1871'de "Ayyar Hamza" başlığı altında çevrilip uyarlanmıştı. Onu da biliyordum. Yaşı Küçük İhtiyarların Öyküsü Tamam, Âli Bey tarafından uyarlanmıştı uyarlanmasına da, tiyatroya giderken konusu bakımından bu fevkalade bildik, hatta kullanıla kullanıla cılkı çıkarılmış öyküye bir kez daha nasıl dayanacağımın hesaplarını yapıyordum. Sevdikleriyle evlenmek isteyen delikanlılar, bu duruma engel olmak isteyen katı kalpli ve acımasız babalar... "Zengin oğlan, yoksul ama namuslu genç kız" mırmırlaması. Bir görüşte âşık olmalar, ama baba oluru alınamadığından inim inim inleyen; utangaç, terbiyeli, iyi huylu, "inek" mertebesinde saf, asla deli kan taşımayan, en büyük korkuları evde kalmak ve en sonuncu amaçları evlilik olan yaşı küçük ihtiyarlar...

Münir Canar'ın Sade Yorumu Oyunu sahneye koyan Münir Canar, sahneleme çalışmalarında son derece sade öğeler kullanmıştı. Komedi için gerekli olan anlaşılabilirlik, güncellik ve taşlamayı da savsaklamamıştı. Yalnız: "Tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur" olarak bilinen atasözünü Yaver'e söyletirken neden: "Araba kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur" biçiminde "tahrif etmişti, anlayamadım. Bir de, içine 200 altın ile 500 altın konulan keselerin boylarının farklı olması gerekmez mi diye, doğrusu merak ettim. Oyuncular Münir Canar, "Ayyar Hamza "yı sahnelerken oyunun yükünü doğal olarak Ayyar Hamza'nın sırtına yüklemiş. Genç ve yetenekli oyuncu Fatih Dokgöz de, hayranlık uyandıran performansıyla bu görevi, Trabzon ölçütlerine göre fazlasıyla yerine getirmiş. Dokgöz, çözümlemenin sadece zihinsel bir süreç olmadığının ayırtında. Başka başka unsurları, en başta da doğasını, tüm olarak içine alıyor ve niteliklerini işin içine katıyor. Gerçek coşkusal deneyimiyle, Hamza'nın gizli duygularının derinine iniyor ve belli ki orada Hamza'nın ruhunda saklı, görülmeyen, işitilemeyen ya da bilinç yoluyla bizim ulaşamadıklarımızı tanıyor, duyumsuyor, aktarıyor. Suat Karausta, dışsal fiziksel aksiyonlarını içsel özleriyle mükemmel buluşturmuş. Yaver'i ruhsal yaşamıyla doldurmak için, hiç kuşkum yok ki elverişli malzemeye sahip bir oyuncu Karausta. Ziver'de M. Ceyhun Gen, rolünün fiziksel ve ruhsal olan iki doğasını birbiriyle karıştırmasındaki başarısıyla dikkat çekerken, Halil Ayan ve Cemalettin Çekmece'nin Muhterem ve Zuhuri Efendi'lerin üstlenecekleri fiziksel aksiyonların listesini pek güzel çıkardıkları anlaşılıyor. Rojda Demirer ile Meltem Gülenç'e, kendilerini Ziyba Hanım ve Eda Hanım karakterlerine yaklaşırlarken üçüncü bir kişiye yaklaşıyorlarmış gibi duyumsamamalarını önereceğim. Üçüncü kişiyi aradan kaldırmalarını, karaktere somut bir biçimde yaklaşmalarını dileyeceğim. Kadri Özcan ile Birkan Görgün, Nimet ve Sena Bey karakterlerini, bilinçdışının sınırlarındaki içsel yaratıcı durumlarıyla iç içe geçirmişler,

pe

cy

a

Salonu Sarmalayan Heyecan Oyun başlayıp, dakikalar ilerlediğinde silkelendim. Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun kadrosu bu 19. yüzyıl Türkçe vodviline müthiş bir heyecanla sarılmıştı. Heyecanları giderek tüm salona yayıldı, seyirciyi sarıp sarmaladı. Koltuğuma bir güzel yayıldım. Muhterem Efendi (Halil Ayan), Zuhuri Efendi (Cemalettin Çekmece) ile birlikte ticari bir iş için Mısır'a giderken, oğullarını uşaklarının gözetimine bıraktı. Sena Bey'in (Birkan Görgün) sorumluluğunu Hamza (Fatih Dokgöz), Nimet Bey'inkini (Kadri Özcan) Yaver (Suat Karausta) üstlendi. İki ihtiyar, gezi sırasında oğullarını diğer karılarından olan kızlarıyla evlendirmeye karar verdiler.

Oysa, gençlerden Sena, yoksul bir kızla (Rojda Demirer) evlenmeyi yeğlemiş, Nimet Bey de esir bir kıza (Meltem Gülenç) vurulmuştu. Sonuçta herkes birbiriyle evlendirildi, hepsi birbirine hısım oldu, mutlu sona ulaşıldı.


pek de iyi etmişler. Halime'de Ceren Demirel, kendisine ne verilmişse uygulamış. Trabzonlular Tiyatroya da Yürümeli Güven Öktem'in sahne tasarımına gelinceee... Saz heyetini sola gömeceğine, sahne arkasına alsaydı, önüne de bir tül perde gerseydi, musiki icrası başladığında Zeynel Işık da tepeden saz heyetinin üstüne mat bir ışık çaksaydı daha iyi olmaz mıydı diye düşündürttü beni. Neyse! Sevgi Türkay'ın kostümleri hiç de fena değil. Zeynel Işık'ın ışık düzeni iyi üstü. Cem İdiz'in müziklerine de sözüm yok. Tamara Zyrabilshvili'nin dans düzenini ise beğenmek zorunda değilim. Ama Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun tüm çalışanlarını, eleştirmen gaddarlığını (!) bir kenara bırakıp yürekten kutlamalı, kucaklamalıyım. Onca yöresel dert varken, ayak topu federasyonunu ve Fenerbahçe maçının hakemini protesto için yirmi bin kişi olarak meydan dolduran Trabzonluları, önümüzdeki sezon Trabzon Devlet Tiyatrosu önünde bilet kuyruğunda görebilmeyi ne çok isterdim, bir bilebilseniz!..

Baku Belediye Tiyatrosu, "Deli Dumrul"u Getirmişti

Ölüm Anksiyetesi ve Komformizm Amaliya Panakhova pek "itibar" etmemişti, ama bir de, Dumrul'un dünyeviliği aşma konusunda eksiği vardı. Oysa, ölüm anksiyetesi ile varoluş sorusuna yönelen insanın, dünyeviliğin "uymacılıktan" sıyrılan iki olası köktenci deneyimini bir arada görmeden, yani her birinden kuşkulanmadan oyunu derinleştiremezdi ki Panakhova! Çünkü, bu iki olası deneyimin birlikte görülmesi, insana en temel gerçeğini (yani vicdanını) anımsatacaktı. İnsan (varoluş ile ilişkisi nedeniyle) gerçeklerden yoksundu, ama doğruyu da seçmek zorundaydı. Ademoğlu, kendindeki bu trajik paradoksu görmeden, daha doğrusu bu trajik durumu yaşamadan gündelikliğini-dünyevîliğini aşamazdı. Aşması olanaksızdı. Hazreti Ali ve Sartr'dan Örnektir Oyunu izlerken, aklıma Hazreti Ali ile ilgili bir öykü geldi. Belki bilirsiniz, Hazreti Ali cihattadır, Tanrı için savaşmaktadır da, düşmanının kılıcını düşürür. Tam boynunu vuracaktır, düşman Ali'nin yüzüne tükürür. Ali kılıcını indirir, düşmanını omzundan tutup atar önünden, öldürmez. Görenler sorarlar "Ya Ali, neden öldürmedin?" Ali yanıtlar: "Yüzüme tükürmekle bende öfke uyandırdı. Artık onu Allah için mi, yoksa nefsime hakim olamayıp mı öldürdüm bilemezdim." Jean Paul Sartre'ın "Kirli Eller" adlı oyununda işlenen benzer temayı da anımsarsınız mutlaka. Oyunun kahramanı genç bir entelektüel komünisttir. Yaşamın trajikleşen yönlerine ilgi duyan genç, parti tarafından tehlikeli görülen gene komünist bir lideri öldürmekle görevlendirilmiştir. Ülkü ile cinayet arasındaki trajik gerilimi taşımaya çalışan genç komünist, tam bir karara varamamasına rağmen lideri öldürmeye gider. Ancak oyunda olaylar öyle gelişir ki, genç silahını lidere yönelttiğinde, sevgilisinin onun kollarında olduğunu görür. Öfke ve şaşkınlık içindeki birkaç saniyede tetiği çekip lideri öldürür. Geriye kendi vicdanı ile hesaplaşmasını gerektiren, yanıtını asla bilemeyeceği bir soru kalır: Onu ideal için mi öldürmüştür, yoksa nefsine yenik düştüğü için mi?

a

Azerbeycan-Bakü Belediye Devlet Tiyatrosu ise, "6. Uluslararası Karadeniz'e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Buluşması "na Amaliya Panakhova yönetiminde koşulsuz ve çıkarsız sevginin insanın önündeki her türlü engeli yok edeceğini savunan "Deli Dumrul" ile katılmıştı. Bilmeyen yoktur, ama oyunda ayrıca ölüm, doğum gibi bir takım doğal olayların önüne insanın geçemeyeceği de anlatılır. Dumrul, zorba bir babayiğittir (!). Kurumuş bir çay üzerine köprü kurmuş, insanları köprüden geçmeye zorlayıp haraç almaktadır.

yiğidin ölümüne isyan etti, Azrail'e meydan okudu, buna kızan Tanrı da Azrail'i onun üzerine saldı. Zaten, serüven de böyle başladı.

pe

cy

Mitlerin Yorumu Rüya Gibi mi Yapılır? Oldum olası mitlerin yorumunda tıpkı rüya yorumunda olduğu gibi ayrıntıların önemine inandığımdan olsa gerek, oyun başlamadan önce her bir öğe bütünle bağlantısı açısından ele alınmalı düşüncesindeydim. Ancak mitlerin yorumunda, rüya yorumundan farklı olarak öznenin kendi çağrışımları kullanılmalı diye de düşündüm. Gerçi Freud, yıllar önce, yorumda öznenin kendi çağrışımlarının temel alınması gerektiğini öğretmişti bana, ama yıllar içinde mit çözümlemelerinde her daim metodolojik sorunla karşılaştığımı anımsadım. Bence, mitlerdeki metaforlarla gündelik yaşamda kullanılan metaforları benzeştirmeye çalışmak, serbest çağrışımın yerini alabilecek en tutarlı yol olmalıydı. Bakü Belediye Devlet Tiyatrosu'nun yorumunu bu açıdan da merak ediyordum. Aynı Suda iki Kez Yıkanmak Şöyle düşündüm: İslamiyet öncesi Türkler'in inanışında Şaman öğretileri hakimdi ve de öğretilerin neredeyse tümü İslam inancı içinde küfür sayılmaktaydı. Dede Korkut öyküsünün içindeki Tanrı ve Azrail tanımlamaları tamamen Şamanist tanımlamalardı. Dumrul'un en büyük suçu Tann'yı tanımaması ve onun karşısında kendi insan gücünü abartarak onunla boy ölçüşme isteği değil miydi? Öyleydi elbette. Gel gelelim, bu onun bir anlamda benlik savaşıydı da.

Heraklit "aynı suda iki kez yıkanamazsın" demiş ya, bana göre zamanın geri dönüşsüzlüğünü vurgulamak istemiş. Hani, yeri geldiğinde: "Su gibi akıp giden zaman"dan söz ederiz, işte öyle bir şey! Sanki suyun akmasıyla zaman arasında bir ilişki var. Kurumuş çay ise zamanın, sürenin bittiğini, bir zamanlar akıp gidenin, yani canlı olanın artık mevcut olmadığını, öldüğünü simgeledi bana. Dumrul, kurumuş çaya köprü kurup insanları üzerinden geçmeye zorlarken, ölümü yadsıdı, kabul etmedi, ölüme isyan etti. "Deli Dumrul", ölüm anksiyetesi, ölümle mücadele öyküsüydü esasında. Nitekim, Dumrul daha oyunun başında, komşu köylerden birinde ölen

Konservatif Konserve Üretimi Derken, dini-ülkücü düşünceyle materyalist düşüncenin benzer bir temayı işlediğini görmekte olduğumuz kanısına vardım. Dikkat edilirse dini-ülkücü düşünce trajik olanın, vicdani hesaplaşmanın, çetrefilleşen iç yaşantıların kapısına kadar gelip, orada bir ülküsel kahraman yaratıyor. Hiç de trajikleşmeyen bir kahraman bu... Oysa materyalist düşünce, insanı aynı kapıdan sokuyor; vicdani derinleşme içindeki insanın durumunu sorgulamaya itiyor. Tanışmaktan mutlu olduğum Azerbeycan Kültür Senatörü, Devlet Sanatçısı, Yönetmen Amaliya Panakhova, kimin yaptığını bilemediğim en kötüye örnek sahne tasannu; Irada Huseynova'nın "eh" düzeyinin altındaki kostümleri; Yusıf Mamadov'un derinlik, atmosfer yaratımı, üç boyutluluk ve benzeri olmazsa olmaz kavramlar düşünülmediği için "ışıklandırmama" olarak adlandıracağım tasarımıyla "Deli Dumrul'u sahneye taşımış. Ama sadece taşımış, hepsi bu. Zaten, benim de kimilerine geveleme gibi gelecek lâf uzatmalarımın nedeni de bu. Oyunun sadece sahneye taşınmış olması. Amalia Panakhova, "Konserve " tiyatro anlayışının tükendiğini, konservatifliğin artık hiç değilse tiyatroda geçerliliğini yitirdiğini bilememiş ya da bilmezlikten gelmiş. Bana sorarsanız, bilememek de, bilmezlikten gelmek de aynı kaba soğan doğramak anlamına gelmekte. Gerisi "lafü güzaf efendim.


Trabzon Devlet Tiyatrosu Oyuncularıyla

pe

cy a

Tiyatro ve Festival Üzerine

> Ebru Seyhan ebruseyhan@tiyatrodergisi.com.tr

Karadeniz 'deki tek Devlet Tiyatrosu 'nun olduğu yer Trabzon. 1987 yılında açılmış. Yirmi dokuzu kadrolu, ikisi sözleşmeli, dördü geçici görevle gelen 35 oyuncusu var. Karadeniz'e Kıyısı Bulunan Ülkeler Tiyatro Festivali'nde tanıştım onlarla. Festivalin ilk günü sahneledikleri "Ayyar Hamza" isimli oyunu izledim. Tüm salon ayakta alkışladı oyunculuklarını. Sonraki günlerde sohbet edebilme olanağı buldum. Trabzon 'da neler yaptıklarını, nasıl çalıştıklarını ve festival hakkındaki düşüncelerini paylaştılar benimle. Mehmet Ali Toklu, Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunu, 1997 yılından bu yana Trabzon'da çalışıyor. Suat Karausta, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunu. 1999'dan bu yana Trabzon'da. Meltem Gülenç, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı mezunu. 2003'den bu yana Trabzon'da. Fatih Dokgöz'ün Trabzon'da geçici görevde, ilk yılı. Daha önce Erzurum D.T. 'de çalışmış. Festivalin konuklarını ağırlayan Zorlu Otel'in lobisinde bir akşamüzeri, onlarla konuştuklarımızı kaydettim. Çok şey söylediler, Türk tiyatrosu, bölge tiyatroları ve festival hakkında. Ancak bu kadarına yerimiz yetti.


Trabzon'da neler yapıyorsunuz? Buradan, büyük şehirlerdeki tiyatrolar ve tiyatrocular nasıl görünüyor? Meltem: Sadece oyuncular değil, yönetmenler de tercih ediyor büyük şehirleri. İyi bir yönetmen buraya gelip oyun koysa ne olacak. Ama İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de koysa prim yapacak. Dolayısıyla burayı tercih etmiyor. Oyuncuların büyük şehirlerdeki bağlantıları oluyor, dizilerde oynuyorlar. Burada yönetmen yok. Repertuvarı istediğin kadar iyi yap, iyi bir oyun seç iyi yönetmen olmadıktan sonra oyun vasat çıkacak. Açıkçası ben D.T.'ye girmek istemiyordum. Ankara Sanat'ta oyuncuydum. Sonra sözleşmeli olarak Ankara D.T.'de çalışmaya başladım. Sınava girdim, şimdi buradayım. Ama iyi oldu. D.T.'ye dışarıdan bakmakla içeriden bakmak arasında çok fark varmış. Özel tiyatrolardayken, D.T.'ye ayrılan ödeneklerle bu oyunlar mı çıkıyor diye düşünüyorduk. Girince asıl sorunun nereden kaynaklandığın gördük. Aslında İstanbul'a da baktığınızda bazı ortak sorunlar görüyorsunuz. Sanatsal açıdan Türkiye'nin tamamında problem var. M. Ali: Burada çok iyi oyunlar da oldu. İstanbul'da tiyatro ödülleri veriliyor. Oradaki oyunları da görüyoruz, bazı oyunların, oyuncuların nasıl ödül aldığını düşünüyoruz. Biz, ödül alan bazı oyunlardan daha nitelikli işler yapıyoruz burada. Eğer bu eleştirmenler Anadolu geneline yayılıp tüm oyunları izlerlerse ve ödüllere böyle karar verilirse, jürilerin inandırıcılığı da artar. Bu tiyatroyu kamçılayan bir şeydir.

M. Ali: Nerede, kime, ne için tiyatro yaptığımızın bilincinde olmalıyız. Halkla barışık olmalıyız. Bölgede insanlara her bir adım fazla atmak zorundayız. O zaman seyirciye daha yakın olmuş oluyorsunuz. Seyirci faktörü çok önemli. İnsanlar sürekli oyunlarımızı izlemeye gelip bize fikrini söylemediği zaman biz de nereye gittiğimizi göremeyebiliriz. Trabzon göç veren bir şehir. Eğitimli insanlar burada kalmıyor. Bu durumda sürekli seyirci yetiştirmek zorundasın. Yetiştirmezsen ne kadar iyi oynarsan oyna dibe vurursun. Okullara, gençlik tiyatrosuna, çocuk tiyatrosuna çok önem vermek zorundayız. Üniversite ile iyi geçinmek zorundayız. Oradaki yönetimin tiyatroya, sanata bakışı da çok önemli. Festival'den Trabzonluların pek haberi yok gibi!! Meltem: Maalesef. Seyirci bilmediği dildeki bir oyunu izlemek için çaba sarf etmek istemiyor. M. Ali: Festivalin ilk yapıldığı tarihte ben festival komitesindeydim. O zamanlar ödenek, kurumlardan il özel idaresinden geliyordu. Bütün kurumlar ve şehir de festivali sahiplenmişti. Şimdiki gibi Kültür Bakanlığı'ndan gelmiyordu. Festival başladığında meydandan başlayıp tiyatroya kadar süren kortej yürüyüşü yapılıyordu. Halka broşür dağıtılıyordu. Sivil toplum örgütleri harekete geçiriliyordu. Tiyatroda, Festival komitesi başkanı gruplarla birlikte konuşmalar yapıyordu. Oyunların ardından tartışma ortamları yaratılıp insanlar oyunlar hakkında fikirlerini söyleyebiliyordu. Ulusal ve yerel medyadan insanlar da bizimle işbirliği halindeydi. Şimdi biz bir çocuk doğurduk ama onu sağlıklı büyütemedik. Seçilen oyunlar daha çok bedensel dile dayalı oyunlardı. Gürcistan'ın Parmak Tiyatrosu, Bulgaristan'ın Gölge Tiyatrosu gibi. İnsanlar şimdi festivale geliyor, dilini anlamadığı için ikinci perdede çıkıp gidiyor. Çeviri probleminin çözülmesi lazım daha çok insanın gelmesi için. Her festival eksikliklerle dolu olabilir. Önemli olan o eksiklikleri tespit edip gidermeye çalışmak. Kolay değil, o kadar insanı taşımak, ağırlamak. Geçtiğimiz yıllarda festival bazı tatsızlıklarla da gündeme geldi. Medya nedense iyi yönlerini görmeyip bunları aktarınca olumsuz bir hava da çıktı ortaya.

a

Meltem: Bölgede küçük bir yere tıkılıp kalıyorsunuz. En büyük dezavantajımız bu.

Neden böyle olmuş? Meltem: İdari durumlara bakılıyor ya da oyuncular oynamak istemiyor raporlar alıyor. Her yerde gördüğünüz durumlar burada da var.

pe

cy

Trabzon'da bir gününüz nasıl geçiyor? M. Ali: Ben Trabzon Devlet Tiyatrosu'na ilk geldiğim yıllar programım daha yoğundu. Akşam oyunu için saat 19.00'da tiyatroda olmak zorundaydım, 20.00'da oyun, 23.00'da bitiyor. Yemek yiyip eve geliyorum. Saat 24.00. Sonraki gün 9.00'da kalkıp yeni oyunun provası için tiyatroya gidiyorum. Zaman zaman en az üç oyunda oynamak zorundasın. 20-30 oyuncu görünür ama pratikte baktığınızda 10-15 kişi oyunlarda oynuyordur. Sonradan bir-iki oyunda oynamaya başlayınca şehirde olan diğer faaliyetleri de takip etme imkânım oldu. İstanbul'a, Ankara'ya giderek oradaki oyunları izleme, oradaki insanlarla tanışma fırsatım doğdu. Ama bölgeye yeni gelen arkadaşlarımın böyle bir imkânı yok. İki-üç yıl şehre çakılı kalıyor. Bu yoğunluk da onları yoruyor. Kadronun çok verimli ve tutarlı kullanılması gerekiyor. Zaten dar bir kadro var. İnsanları sosyal hayattan koparırsan problem başlar.

Meltem: Bazı oyuncular çok çalışıyor. Çok çalıştığı zaman gerileyebiliyor. Eğer işi hakkıyla yapmak isteyen bir oyuncuysan beş oyunda birden iyi performans sergilemen mümkün değil. Ben iki yıldır buradayım sekizinci oyunum. Daha uzun süre burada görünen bazı arkadaşların benim kadar oyunu olmamış. Fatih Dokgöz, Mehmet Ali Toklu, Suat Karausta, Meltem Gülenç.

Meltem: Festival ekibi yeniden festivale sarılıyor. Bu da durumun daha iyiye gideceğini gösteriyor zaten. Halkla ilişkiniz nasıl? M. Ali: Burada çok iyi şeyler yaptığımızı düşünüyorum. Ama yaptıklarımın karşılığını seyirciden alamıyorum. Okullara gidip oyunlar koyuyorsun, her türlü sıkıntısını paylaşıyorsun ama geri dönüş olmuyor. Bu anlamda insanlara kırgınım.


Meltem: Kurtlar Vadisi oynarken sokakta tek bir insan göremiyorsunuz. Gerçi bu Türkiye'nin her yerinde böyle. Diziler insanları evlerine bağladı. Tiyatroya gelmek istemiyorlar.

Fatih: Biz festival açılışı yaparken Kültür Bakanımız Erzurum'da kütüphane açılışındaydı.

cy a

Fatih: Ben dünyanın en büyük festivallerine de katıldım. Almanya, Güney Kore, Fransa, İran'a gittim. Problem bizim festivalimizin problemi değil aslında tiyatronun sorunu. Zaten halk tiyatroya gelmiyor ki festivale neden gelsin? Benim gördüğüm, Trabzon'da çok iyi bir tiyatro izleyicisi yok. Bunun nedenlerini soruşturmak lazım. Kurtlar Vadisi bir neden, ekonomik durum bir neden. İnsanların kendine göre haklı nedenleri var

M. Ali: Tiyatronun altyapı sorunlarını da gidermemiz gerekiyor tabii. Bu da politikacılarla, kültür bakanlığınca yapılacak işler. Bir tane politikacı, milletvekili gördünüz mü festivalde? Yok. AKP'den altı tane milletvekili var Trabzon'un ama burada bir tanesi bile yok. Bakan yok, ama bir danışmanı bile yok burada. Şimdi hiçbiri siyasi, bakanlıktan hiç kimse burada yok, ben buradaki sorunları Meltem'le mi konuşacağım? Hepsine davetiye gönderilmiş ama gelmediler.

M. Ali: Altı yıl önce festival üç sahnede oluyordu; üniversitenin oditoryumunda, belediyenin sahnesinde ve DT sahnesinde. Bu solonlar dolup taşıyordu. Bu durumdan, kendi oyunlarımızı bile 15 kişiye oynayan ve festivalde tek salonu dolduramayan bir hale geldik. Bunun sebeplerinin gerçek anlamda araştırılması lazım.

pe

Fatih: Festival ciddi anlamda zor bir iş. Bir oyunu seyirciyle buluşturmak zor bir süreç ve siz bunun festivalini yapıyorsunuz. Katılacak oyunların festivale uygun seçilmesi gerekiyor. Oyunların gidip sahnelendikleri ülkelerde izlenmesi ve ondan sonra davet edilmeleri daha doğru olur. İyi oyun gören seyirci seneye bir izleyici daha getirir. Bu bir süreçtir.

Biraz kırgın ama inançlı ve iyimsersiniz! Fatih: Türk tiyatrosu son dönemlerde çöküşe girdi. Ama bir damar var ve bu damara yaklaştık gibi geliyor bana. Tiyatroda bir patlama olacak. Çok hızlı tüketen bir ülkeyiz ama tiyatro bu kadar hızlı tüketilemez. Bunu fark ettiklerinde tiyatroya yatırım yapacaklar. Her şey yaşanabilir; ödenekli kurumları yok edebilirler ama bir dönemeçteyiz ve iyi şeyler olacağına inanıyorum ben. Tüm Türkiye'de tiyatro yapan dört bin kişiyiz. Bunların toparlanması lazım.

M. Ali: Festivalin sponsorlarının artması lazım. Bilgi alışverişi sağlayacak toplantıların yapılması gerekiyor. Aksi halde turne programı gibi devam eder. Şimdi festivalin Avrupa'ya kaydırılması da düşünülüyor. Biz de eksizliklerimizi giderip ileri gidersek çok daha iyi olacak diye düşünüyorum.

Meltem: Her yıl büyük şehirlerdeki hocalarımızı davet ediyoruz Ama genellikle gelmiyorlar. Herkesin programı var katılamıyor. Suat: Bir ülkenin edebiyatı neyse tiyatrosu da odur. Sanat insanların temel hakkı ama lüks. Ben tiyatroyu severek, isteyerek okudum ama lüks olduğunu düşünüyorum. Basın da İstanbul'a endeksli. Türkiye'nin en önemli festivallerinden birisi bu ama İstanbul'da yapılmıyor ki Trabzon'da yapılıyor. Gelip de görmüyorlar. Fatih: Şu anda burada Üstün Akmen'i, Sevgi Sanlı'yı, Hayati Asılyazıcı'yı görüyoruz. Onlara oynamak bambaşka bir duygu.

Fatih: Sanatçılar egosu olan insanlardır. Benim devam etmemdeki en büyük etken egom. Oyun oynayıp alkışlanmak. Özünde bu. Yerini daha sonra başka şeyler almaya başladı. Bu bir savaş ve biz bu savaşın askerleriyiz. Amaçlarım var. Gitmek istediğim bir yer var. Bu yüzden devam ediyorum. M. Ali: Ülkenin sorunlarının azalması, çözülmeye başlaması tiyatronun da iyiye gitmesini sağlayacaktır. Suat: Antik Yunan'dan bu yana kadar tiyatronun amacı hiç değişmemiştir. İnsanı eğlendirir, bilgilendirir. Benim umutları, kurulu bir düzenin karşısında tiyatronun işleviyle ilgili. Bunu sert değil, tiyatro diliyle yapabileceğimizi düşünüyorum. Bu yüzyıl kötülüğün yüceltildiği, erdemin ve iyiliğin neredeyse yok edildiği bir yüzyıl oldu. Oysa tiyatro geçmiş yüzyıllarda kötülüğü yok edip, erdemi ve iyiliği yüceltirdi. Tiyatro yine aynı şeyi yapabilir. Bu yüzden görevimi yaptığımı düşünüyorum. Meltem: Bu mesleği yapan insan her gün kendini yenilemek zorunda. Her gün başka bir gözle bakmak zorunda. Ben bildiğim zaman bilgimi paylaşmak isterim benim için tiyatro bu yüzden var .


Dokuz ülkenin tiyatrosu Trabzon'a konuk oldu

pe cy a

Uluslararası Tiyatro Okulu

> Ebru Seyhan ebraseyhan@tiyatrodergisi.com.tr

6. Karadeniz'e Kıyısı Bulunan Ülkeler Tiyatro Festivali, 212 Mayıs tarihleri arasında Trabzon'da yapıldı. Festivale bu yıl; Trabzon Devlet Tiyatrosu, Bakü Belediye Devlet Tiyatrosu, Beyaz Rusya Ulusal Akademik Yakup Kolas Tiyatrosu, Bulgaristan 'Sava Ognyanov' Drama Tiyatrosu, Ermenistan G. Sundukyan Ulusal Akademik Tiyatrosu, Rusya Voronezh Akademik Drama Tiyatrosu, Romanya 'G.A Petculescu' Tiyatrosu, Sırbistan Balkanların Yeni Dalgası Tiyatrosu, Gürcistan Free Troupe Özgürlük Tiyatrosu ve Moldavya ' Luceaferul' Cumhuriyet Tiyatrosu katıldı. Festivalin ilk günü, kentteki Atatürk anıtına çelenk konuldu ve konuklara Devlet Tiyatrosu Haluk Ongan Sahnesi önünde yöresel yemekler ikram edildi. Trabzonlulara pilav dağıtılarak festival duyurusu yapıldı. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen ve Karadeniz kıyısındaki tek devlet tiyatrosu olan Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun yoğun çalışmaları ile ortaya çıkan festivalin önemi çok büyüktü. Trabzon'da aym otelde konaklayan ülkeler, oyunların ardından bir araya gelip sohbet


edebilme olanağı buldular. Birbirlerine deneyimlerini, kendi ülkelerindeki tiyatro çalışmalarını aktardılar. Her akşam Trabzon Devlet Tiyatrosu sahnesinde oynanan farklı ülkelerin oyunlarını izlediler. Festivalin ilk günü, 6 Mayıs akşamı Trabzon Devlet Tiyatrosu, Moliere'in "Scapin'in Dolapları" isimli oyunundan adapte edilen "Ayyar Hamza"yı sahneledi. Oyun, geleneksel Türk tiyatrosuna ait motiflerle hazırlanmış. Trabzon D.T. Müdürü Murat Gökçer, konuk ülkelere Türk tiyatrosunun güzelliklerini göstermek için bu oyunu seçtiklerini belirtiyor. Trabzon D.T. ekibi, aynı zamanda festivalin mimarı. Üç yıldır tiyatronun yönetiminde bulunan Gökçer, her festival bitiminde bir sonraki yılın festivali için çalışmaya başladıklarını anlatıyor. Önce, festivale katılması planlanan gruplardan sahnelemek istedikleri oyunlarla ilgili görüntü ve yazılı dokümanlar isteniyor. Seçilen oyunlar. Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü'ne gösteriliyor ve hangi grupların davet edileceğine karar veriliyor. Ardından gruplara festival davetiyeleri gönderiliyor. Oyunların çevirisi yapılamadığı için katılımcılardan daha çok görsel ve performansa dayalı oyunlar seçmeleri isteniyor.

Azerbaycan Festivalin ikinci günü, Bakü Belediye Devlet Tiyatrosu "Deli Dumrul" isimli oyunu sahneledi. Topluluk festivale ilk kez katıldı. 1992 yılında kurulan tiyatro, daha önce Erzurum, Erzincan, Kars ve İstanbul'da da oyunlar sahnelemiş. Azerbaycan'daki yazarların oyunlarının yanı sıra dünya tiyatrosunun önemli örneklerine repertuvarında yer veriyor. Tiyatronun kurucularından, oyuncu-yönetmen ve milletvekili Amaliya Panakhova, Azerbaycan'da bugün elli civarında tiyatro olduğunu, Bakü Belediye Devlet Tiyatrosu'nun bu tiyatrolar arasında önemli bir yere sahip olduğunu anlatıyor. Yönetmen, tüm tiyatroların ve sanatçıların devletten destek aldığını, daha kısa bir geçmişe sahip özel tiyatroların da devlet tarafından kısmen desteklendiğini belirtiyor. Tiyatronun 135 kişilik kadrosunun ellisi oyuncu. Festivale, 35 kişilik bir grupla katıldılar.

a

Gökçer, festivali tüm Trabzon'a yaymaya ekonomik güçlerinin yetmediğine değiniyor. "Şu anda bile festival için çok büyük harcamalar yapılıyor. Daha da geliştirmek için ekonomik gücün artması gerekiyor. Sanayi ve Ticaret Odası Başkanımız geçen yıl. 'Bu festival artık sizi aştı' dedi. Ben de onlara bir proje verdim, festivali tüm şehre yaymak için. Bu yıl destek olmayı istediklerini söyleyenler çoğaldı. Bunlar, festivalin daha iyiye gideceğini gösteriyor. Bir salonumuz, dokuz ülkeden konuğumuz var. Kendi dillerinde oyunlar oynuyorlar ama çeviri problemini çözemiyoruz. Tabii bu da festivalin ekonomik boyutuyla ilgili bir problem. Zor ama önümüzdeki yıllarda mutlaka çözülecek. Organizasyon olarak bir sıkıntımız yok. Her türlü eleştiriye açığız, bizi eleştirenleri daha çok seviyoruz. Kentte başka salonlar da var. Belediyenin iki salonu, üniversitenin bir salonu var. Bunları da kullanmak istiyoruz. Maddi problemleri çözmemiz gerekiyor öncelikle" diye konuşuyor. Gökçer'in, festivale Avrupa ülkelerini de katmak gibi bir planı var. Böylece festivali daha da büyütmeyi amaçlıyor.

Konuk Ülkeler Festivale bu yıl 9 ülkeden konuk tiyatro toplulukları katıldı. Konuşma fırsatı bulduğumuz tiyatrocular, festivalin, "kendi ülkelerinin tiyatrolarım tanıtmak, başka ülkelerin tiyatrolarım tanımak ve izledikleri oyunlardan-oyunculuklardan pay çıkarmak" açısından çok önemli bir buluşma olduğu kanısında. Tüm ülkelerdeki tiyatrolar devlete ya da belediyelere bağlı. Özel tiyatroları neredeyse yok. Sovyet Rusya'nın dağılmasından sonra büyük bir arayış içerisine girdikleri gözlense de tiyatral altyapıları oldukça sağlam. Ülkelerinin yaşadığı benzer tarihsel süreçler nedeniyle, tiyatroları arasında da benzerlikler görülebileceğini belirtiyorlar.

pe cy

Beyaz Rusya Beyaz Rusya'dan katılan grup, Ulusal Akademik Yakup Kolas Tiyatrosu idi. Topluluk, "Ekatarina Ivanovna" isimli oyunuyla büyük alkış topladı. Tiyatronun başoyuncularından Svetlana Okruzhnaya. festivali bir yarış olarak gördüklerini, bu yüzden zor bir oyunla katıldıklarını anlatıyor. Oyunu izleyenlerin, sahnede kullanılan dili bilmese bile oyuncuların, mimiklerinden, ifadelerinden ve yeteneklerinden konuyu anlayabileceklerini düşünüyor. Ülkede her şehirde devlete ait tiyatrolar olduğunu, özel tiyatroların ayakta kalmakta zorlandıkları için çok az olduklarını söylüyor. Başkentin ikinci büyük topluluğu olan Yakup Kolas Tiyatrosu, her yıl çok sayıda festivale davet ediliyor. 58 oyuncusu var. Festivale katılan topluluklar arasından ekonomik durumu belki de en iyi olan topluluk. Bazı festivallere katılmak için ödenek bulamamaları dışında ekonomik problem yaşamadıklarını söylüyor Okruzhnaya. Modern ve teknolojik ekipmanlara sahip olduklarını, döner sahne kullandıklarını ve zengin bir repertuvara sahip olduklarını vurguluyor.

"Biz DT'nin 12 bölgesinden biriyiz. Yani bir babamız var ve 12 tane çocuğu var." diyen Gökçer, Trabzon'da yıllar önce var olan opera binasını, sokak tiyatrolarını ve tiyatro salonlarını hatırlatarak, şehrin doğunun kültür başkenti olmaya aday olduğunu vurguluyor. Gökçer, festivalin Türkiye'nin tanıtılmasına ve Trabzon turizmine de büyük katkıları olduğunun altını çiziyor.

Amaliya Panakhova / Azerbaycan Svetlana Okruzhnaya/Beyaz Rusya

Murat Gökçer

53


Okruzhnaya'ya göre festival, "yeni oyunculukları keşfetmek" anlamına geliyor. Sanatçı, sahnedeyken Türkiyeli izleyicilerden iyi enerji aldığını anlatıyor. Diğer ülkelerin oyuncularını tanıma fırsatı bulduğu için çok mutlu. Ünlü ve güçlü kişilikleri oynamayı sevdiğini söylüyor.

Ermenistan Festival'de Ermenistan'ı, kendi deyimleriyle "Ermenistan tiyatrolarının annesi", G. Sundukyan Ulusal Akademik Tiyatro temsil etti. 83 yaşındaki tiyatro, ülkenin ilk tiyatrosu. 1000 kişilik büyük bir ekibe sahip. Üçüncü kez katıldıkları festivalde, bu yıl Sarah Kane'in "Psikoz 4.48" isimli oyununu sahnelediler. Tiyatronun müdürü Suren Shahverdyan, festivalin; kendilerini gösterme ve meslektaşlarının yaptıklarını görme açısından çok önemli olduğunu söylüyor. Sohbetimizhoyunca, Trabzon'u ve özellikle de Murat Gökçer'i ne kadar çok sevdiklerini anlatarak ekliyor; "Bu sevgimiz, festivale iyi hazırlanmamızı sağlıyor." Shahverdyan, çok sayıda ülke tiyatrosunu bir araya getiren festivaller olmadığı taktirde tiyatronun öleceğini belirtiyor. Türkiye'ye her gelişlerinde çok kaliteli oyunlar seyretmişler. Trabzon Devlet Tiyatrosu'ndaki oyuncuların ve yönetmenlerin tiyatroya çok önem verdiğini görmüşler.

pe cy

a

Bulgaristan Ventsislav Petkov, Bulgaristan "Sava Ognyanov" Drama Tiyatrosu'nun Müdürü ve 25 yıllık oyuncusu. Festivalin dördüncü akşamı Haluk Ongan Sahnesi'nin konuk ülkesiydi Bulgaristan. Petkov, Sofya Tiyatro Akademisi mezunu. Oyunculuk eğitimi almasına rağmen yönetmenlik de yapmış. Topluluklarının Bulgaristan'daki en köklü ve en eski tiyatrolardan birisi olduğunu anlatıyor; "Rusçuk şehrinde yaklaşık 130 yıldır tiyatro yapılıyor. İlk Belediye tiyatrosu 1907 yılında kurulmuş. Şu anki tiyatronun bulunduğu merkez 1902 yılında kurulmuş ve merkezin ilginç bir ismi var, "gelir getiren merkez" olarak adlandırılıyor. 1. kattaki ofisler 2. kattaki tiyatroları ayakta tutuyordu. 20 yıllık tadilatın ardından şu anki tiyatro tekrar oraya geri dönüyor. Fakat daha modem ve kullanışlı bir sahne yapılıyor. Rusçuk Tiyatrosu'nda uzun zaman Bulgaristan'ın önde gelen oyuncuları ve yönetmenleri yer almış, şimdiki tiyatronun ismi olan Sava Ognyanov, oyunculardan biri. Ona saygı olarak 1930'lu yıllarda Rusçuk tiyatrosunda oynamış." Tiyatronun oyuncu kadrosu 25 kişi. Repertuvarlarını geniş tutmak isteseler de son zamanlarda klasiklere önem verdiklerini belirtiyor. "Tiyatronun varolması için bir taraftan sanatçılar, diğer taraftan izleyicilerin olması gerekiyor.", diyor Petkov. Bu yüzden repertuvarı oluştururken ilk önce 'ne tür bir seyirci, ne tür bir oyuna gelir'i düşündüklerini; ancak doğru repertuvarın, tiyatroyu seyirciye en doğru şekilde ulaştırabileceğini söylüyor. "Bizim tiyatromuz bir laboratuar gibidir, ilginç, provokatif dramaturgiler deneyerek özel seyircilere de ulaşmayı amaçlıyoruz. Geçen yıl Shakespeare oynamıştık, ondan iki yıl önce Ionesco'nun bir oyununu sergilemiştik, iki yazar arasında 400 yıllık bir fark var. Bu da gösteriyor ki, tiyatroyu daha ilerilere götürebilmek için farklı türler arasından en iyileri seçmemiz gerekiyaf."

heyecanlandırıyor. Daha önce, İstanbul ve Ankara'daki tiyatrolarla da ilişkileri olmuş. Bu yüzden Türk tiyatrosunu tanıma fırsatı da bulmuşlar.

1990 yıllarındaki siyasi değişimden ardından Bulgaristan tiyatrosunda çok büyük bir değişim başladığının altını çizen Petkov, reform adıyla yapılan bazı değişimlerin tiyatroya doğru bir yön vermediğini anlatıyor. Ancak devletin her şeye rağmen tiyatrodan elini çekmemesini olumlu karşılıyorlar. Çünkü ülkedeki tiyatrolar, henüz kendi kendini ayakta tutabilecek kadar güçlü değiller. Ülkede yaklaşık 30 tane devlet tiyatrosu bulunuyor. Özel tiyatrolar da bazı projeleri için devletten destek alabiliyor. Bulgar "Sava Ognyanov" Drama Tiyatrosu geçen yıl "Tarlakuşuydu Juliette" ile katılmıştı festivale. Bu yıl Gogol'ün "Evlenme"si ile geldiler. Diğer ülkelerden meslektaşlarının oyunlarını izleyip yeni şeyler öğrenmeleri onları 54

Ülkelerinde yaklaşık 40 tiyatro olduğunu anlatan Shahverdyan, bunların 6-7 tanesinin devletten, diğerlerinin belediyelerden destek aldığım; özel tiyatroların ise proje bazında kendi devletlerinden ya da başka devletlerden destek alabildiğini aktarıyor. Ülkedeki tüm tiyatro binalarının da devlete ait olduğunu hatırlatıyor. Shahverdyan, ülkesinin tiyatrosu hakkında da bilgilendiriyor bizi. Yönetmenler sahnelemek istedikleri oyunlar ile tiyatrolara başvuruyor. Oyunun repertuvara alınıp alınmayacağına; tiyatro müdürü, başoyuncular ve ülkedeki tüm tiyatroların yöneticilerinin oluşturduğu tiyatro birliğinden katılımcıların bulunduğu bir kurul karar veriyor. Tiyatronun sorunlarının tartışılıp çözüm getirildiği yer de yine bu tiyatro kurulu. Shahverdyan ve ekibi Türkiye'de olmaktan çok mutlu. İki ülkenin hükümetleri arasındaki problemlerin çözülmesinde tiyatronun aracı olabileceğini kaydediyor: "Devletlerarasında çözülemeyen problemler olabilir. Ama biz sanatçılar, başka yolları, yöntemleri deneyerek sorunların halledilmesine yardımcı olmaya çalışıyoruz. Biz de isterdik ki Türk tiyatrosu bize gelsin. Komşu tiyatrocular olarak iyi ilişkiler içerisinde olmamız gerekir. Buradan ülkemize döndüğümüzde medyayla konuşuyoruz, festivali anlatıyoruz. Burada bizi güler yüzle karşılıyorlar, organizasyon çok güzel. Bunları dönünce anlatacağız. Bu sene olmazsa gelecek senelere biz de Trabzonlu tiyatrocuları davet edeceğiz. Oyunumuzda birkaç kez tekrarlanan bir cümle var: 'Bu dünya benim yaşamak istediğim dünya değil'. Bu, dünyadaki şiddete, savaşlara razı olmayan bir cümle. Savaş insanları yalnızlığa ve sevgisizliğe itiyor. İnsanlar birbirlerine yardım ellerini uzatsınlar. Dünyada yaşanan bu sevgisizliği artık tabiat kaldıramayacak. Akıllanmazsak bir gün kara kar yağacak ve bu dünyanın sonu olacak."


Moldavya 1960 yılında kurulan Moldavya "Luceafarul" Cumhuriyet Tiyatrosu festivalin diğer bir konuğuydu. Tiyatro, Moskova'ya gidip tiyatro eğitimi alan öğrencilerin kendi ülkelerine döndüklerinde uzun zaman çalıştıkları yer olmuş yıllarca. Kurulduğu dönemde, S.S.C.B. içerisinde en modern tiyatro olarak tanınıyormuş ancak bir süre sonra yönetmenleri yaşlanıp ayrılınca aktörler oyunları yönetmeye başlamış ve tiyatro niteliğini yavaş yavaş kaybetmiş. Tiyatronun şimdiki müdürü Boris Focsa. Oyunculuk ve yönetmenlik eğitimi almış. Bir dönem Kültür Bakanlığı'nda çalışmış. Beş yıl önce "Luceafarul" Cumhuriyet Tiyatrosu'na geldiğinde, kadronun emekliye ayrılacak yaşa gelmiş olduğunu anlatıyor. Focsa, ilk olarak genç bir kadro toplamış. Okullarından yeni mezun olan oyunculara tiyatronun kapılarını açmış ve yeni bir repertuvar oluşturmuş.

Cücenoğlu'nun oyununu Bükreş'teki Nottara Tiyatrosu'nun başdramaturgu Marinella Tepuş önermiş. "Türkiye'deki festivale bir Türk yazarın oyunuyla katılmak sizi endişelendirmedi mi?" sorumuza, "Kesinlikle. Yönetmenin yorumu, yazarın yazdığından farklı değil ki!" yanıtını veriyor. Ülkesinde ilk kez bir Türk yazarın oyununu izleyen Romen eleştirmenlerin, metinle ve oyunla ilgili çok güzel şeyler söylediklerini belirtiyor. Petre, Teatrul G.A. Petculescu'nun repertuvarını oluştururken, hedef kitlesinin kimlerden oluştuğunun, niyetinin ve oyunu neden seçtiklerinin önemli olduğunu söylüyor. "Halkın beğenisi, isteği elbette çok değerli, ama oyuncularımın nitelikleri, yaşlan, daha önce oynadıkları rollerin ağırlıkları, başarıları gibi etkenlerin de ağır bastığı oluyor. Seçtiğim oyundan tiyatromun azami fayda sağlamasını arzu ediyorum elbette."

a

Oyuncuları için sadece bir yönetmen olmadığına, aynı zamanda öğretmen olduğuna dikkat çekiyor. Tiyatronun 26 oyuncusu var. Focsa, eskiden kendi tiyatrosunda yaşanan karmaşanın ve değer yitiminin şu anda Moldavya'daki diğer tiyatrolarda yaşandığını söylüyor. Oyuncuların ve yönetmenlerin çok sık değiştiğini anlatıyor. "Şu anda ülkede orta yaşlı oyuncu neredeyse yok. Hepsi çok yaşlı. Çünkü bir dönem oyuncu yetişmemiş hiç. Maddi sıkıntılar nedeniyle tiyatroya ilgi gösterilmemiş. Bizim kadromuz genç, yeni oyuncular yetiştirmek istiyoruz. Temiz bir sayfa açmak zorundayız. Kendi izleyicimizi de kendimiz yetiştiriyoruz, çocuk tiyatromuz var." Ülkede belediye ya da devlete ait 10 tiyatro bulunuyor. Tiyatroların, maddi giderlerinin yüzde ellisini devlet karşılıyor.

Romanya Romanya devlet tiyatrolarından Teatrul G.A. Petculescu, festivale Tuncer Cücenoğlu' nun yazdığı, Mihai Lungeanu' nun yönettiği "Matruşka" isimli oyunla katıldı. 1949 yılında kurulan tiyatronun Genel Sanat Yönetmeni Malina Petre, Türk tiyatrosunu yakından tanıyor. Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncularından Kemal Başar'ın yönettiği "Göz Ardındaki Çocuk"u sahnelediklerini de hatırlatıyor. "Ortada henüz tam olarak işbirliğine gidememiş iki komşu ülke tiyatrosu var. Bence ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Profesyonel olanaklar elverdikçe, ben kendi adıma her türlü işbirliğine açığım." diye konuşuyor.

Malina Petre/Romanya

pe

Boris Focsa / Moldavya

Grup, geçtiğimiz Nisan ayında "Matruşka" ve "Göz Ardındaki Çocuk" isimli oyunları Ordu'da sahnelemişti.

cy

Her ülkenin tiyatrosundan mutlaka öğrenebilecekleri bir şeyler olduğunu söyleyen yönetmen, festivale katılmaktan ve "arkadaşım" dediği Trabzon D.T. oyuncularıyla buluşmaktan çok memnun.

55


Tiyatro Atölyesi'nden Amatör Topluluğa:

pe cy

a

Üçüncü Zil

Amatör tiyatrolar, her alanda yaşanan yozlaşmanın kültürel alana şiddetle yansıdığı günümüzde tiyatrodaki kirlenmenin önündeki en önemli savunma kalelerinden biri. Bizler bu sayıdan itibaren her ay, çeşitli toplulukların geçmişte yaptıktan işleri ve gelecekteki hedeflerini irdelemenin başka bir topluluğa ilham vereceği inancıyla ülkenin çeşitli yörelerinde yer alan bu kültür kalelerinden birinin sesine kulak vermeye niyetliyiz. Çünkü yaşanan sorunlar ortak, biz çözümün de ortaklaşmaktan geçtiğine inanıyoruz. Bu amaçla önce güneyden Antalya'dan gelen sese, Üçüncü Zil Tiyatro Topluluğu'na kulak verdik ve sayfamıza konuk ettik. İşte söyleşimiz: Tiyatro Atölyesi Eğitim Sahnesi 'nden Üçüncü Zil Tiyatro Topluluğu'na evrilişinizden bahsedebilir misiniz? Tiyatro Atölyesi, her yıl yaklaşık 350 kişiye ücretsiz tiyatro eğitimi veren sahne deneyimi kazandıran bir kurumdu. H e r yıl verdiği eğitimin yanısıra en az bir tane de oyun sahneye koyuyordu. Zamanla atölye içinde sahne eğitimi için ayrı bir proje sınıfı oluşturuldu. Bu proje sınıflarından biri de topluluğumuzun temellerini atmış oldu. Amacımız hiçbir zaman sadece oyun sahnelemek olmadı. Oyun bizim bir ürünümüzdü ama aslolan aldığımız tiyatro eğitimi ve disiplini sonucunda oluşturduğumuz ekibimizin bakış açısının varlığı ve sürekliliğiydi...

Ne gibi zorluklarla karşılaştınız ve eminim halen daha karşılaşıyorusnuz. Özellikle amatör tiyatrolar için malzeme, dekor, kostüm, prova alam, eğitim çalışmaları, oyuncu bulma ve yetiştirme sıkıntıları çok yıpratıcı oluyor. Tabii ki birçok zorlukla karşılaştık ve karşılaşabiliyoruz. Bunların en başında maddi zorluklar geliyor. Antalya'da en büyük sorun çalışma salonu ve oyunları sahnelemek için salon sıkıntısı. Önceleri Belediye'ye ait Tiyatro Atölyesi'nin çalışma salonunu kullanabiliyorduk. Ancak 2005 yılında bu engellendi. Oyun sahneleme aşamasında Akdeniz Üniversitesi Sahnesi ve Yenimahalle Semtevi Sahnesinde bir süre prova yapma imkânı bulduk. Kostümlerimizi de başlangıçta kendimiz diktik, aksesuarları tam bir atölye çalışması içinde h e p birlikte yaptık.

56

> Gülay Çıtak - Suat Başkır > amatorsahne@yahoo.com

Daha sonraları sponsor bularak sorunlarımızı çözmeye başladık. Oyuncu konusunda ise pek sıkıntımız olmadı. Ekibimiz de yeterli sayıda Tiyatro Atölyesi'nde eğitim almış oyuncu vardı. Kendinizi 'bağımsız bir amatör tiyatro topluluğu' olarak tanımlıyorsunuz. Niçin amatör tiyatro yapmayı tercih ettiniz? Amatörlük ne ifade ediyor sizin için? Amatörlük bizim için sadece bir hobi değil. Ya da işin kötü yapılması disiplinsizlik de değil. Amatörlük tiyatronun bütün gerekliliklerini yerine getirerek, işlerimizin dışında kalan zamanın çoğunda çok çalışarak, profesyonel bir disiplin ve anlayışla, hiçbir maddi karşılık gözetmeden tiyatro yapmaktır. Amatör tiyatronun gişe, para kaygısı ve üzerinde bağlı olduğu başka bir kurum olmadığı için, oyun seçimlerinde ve sahneleme biçimlerinde yeni denemelere her zaman açıktır. Muhalif tavrını daha özgürce ortaya koyabilir. Amatör tiyatronun profesyonel tiyatroyla ilişkisi konusunda ne düşünüyorsunuz? Antalya Devlet Tiyatroları'yla ilişkiniz var m ı ? Profesyonel tiyatro imkânlar ve oyuncu tekniği açısından daha ileridedir elbette. Ancak bu imkânların ve oyunculukların ne kadar istekle, yeni denemelerle ve heyecanla yoğurulduğu tartışma konusu. Devlet Tiyatroları ile ilişkimize gelince, çok kapalı bir kurum Devlet Tiyatroları. Yardım almak neredeyse imkânsız. Kostüm veya sahne desteği alabilmek için Genel Müdürlük'e dilekçe ile başvurmak gerekiyor ve tiyatronuza yardım etmeyi gerekli görürlerse birçok prosedürü atlattıktan sonra ancak destek alınabiliyor. Antalya'da sizin dışınızdaki amatör tiyatro topluluklarıyla bağlantıya geçtiniz m i ? Bizim dışımızda Kepez Belediyesi bünyesinde ve Halk Eğitim Merkezi'nde amatör tiyatro yapılıyor. Bu topluluklarla da zaman problemimiz yüzünden ilişki içinde olamadık. Kentinizin kültür-sanat dinamikleri arasında nasıl bir yer kapladığınızı düşünüyorsunuz?


Aslında yeterince sahne ve salon olsa Antalya'da hiç de azımsanamayacak kadar kültürel etkinlik olacaktır. Ancak hiçbir belediye bu sorunu gidermeye yanaşmıyor. Antalya'da halkın tiyatroya ilgisi yüksek. Bizler elimizden geldiği kadarıyla Antalya'nın kültür sanat yaşamına katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Kimsenin gitmediği Antalya'nın uzak semtlerine, hiç oyun oynanmamış bölgelerine gidiyor ve oyunlarımızı ücretsiz olarak sahneliyoruz. ATÜK'e (Amatör Tiyatrolar Üretim Kooperatifi) neden üye olma ihtiyacı hissettiniz? ATÜK, amatör tiyatroların bir ülkede tiyatronun, sanatın kültürün gelişiminin vazgeçilmez kaynakları olduğunu ve örgütlü toplumun, yarının dünyasını kurmadaki önemini vurgulamak amacıyla yola çıkmış ve amatör tiyatroların ulusal düzeyde örgütlü bir yapıya kavuşturulması için çalışmaktadır. Biz de örgütlü bir toplumdan yana olduğumuz için ATÜK'e üye olduk. Tiyatro Atölyesi'nde ders vermiş olan eğitmenlerinizden ve topluluğunuzu var eden kurucularınızdan destek alıyor musunuz? Bir amatör tiyatronun gelişmesi için, bilgimizi ve tecrübemizi arttırmak istediğimizde profesyonel desteğe her zaman ihtiyaç duyuyoruz. Eğitmenlerimizle ilişkimiz hiç kopmadan sürdü. Yaptığımız işi daha iyi yapabilmek ve yeterliliğimizi arttırmak için gerekli bu.

Demet ALTUN Üçüncü Zil Tiyatro Topluluğu Yönetim Kurulu Üyesi Oyuncu, ışıkçı, teknik... Antalya şiddetli yağmura esir, okullar kapalı ve şehrin bizim prova alacağımız kısmı da dahil olmak üzere yansında elektrikler kesik. Yola çıkmalıyım çalışan tek tük dolmuşla şehrin diğer ucuna gitmeliyim, mesafe fazla ve "neyse dolmuş var" tesellisi işe yaramıyor. Çünkü yürüme mesafesinde üstünüzdeki yağmurluk ve mont sırılsıklam oluyor. İçimden Ümit'e yalvarıyorum "hadi provayı iptal et" diye ama sesimi duymuyor iptal mesajı bir türlü gelmiyor. Ne olurdu sıcak evimde olsam... Saat 19.45. Tam kadro sırılsıklam kütüphanedeyiz. Elektrik kesintisi nedeniyle ısıtıcılar çalışmıyor. Yine de çalışmak zorundayız, hemen konsantre olmalıyız. Zamanla yarış başlıyor. Dekorlar hazırlanıyor kumaşları Ayzen'in eşi Güven'den buluyoruz. Müdürlüğünü yaptığı tekstil firması kumaş sponsorluğunu üstlendi. Diğer malzemeler için paramız yok. Aramızda toplamalıyız. Güç bela örtüler, tüller almıyor ve terziye dikiş parası veriliyor. Vermek, diktirmek ve almak zorundayız. Son üç gün. Belediye ışık kumanda yapacak kimseyi görevlendirmeyeceğini söyledi. Eyvah! Kumandadan anlayan kimse yok. Yönetmen yardımcısı olarak ve oyunda, yönetmen haricinde, oynamayan tek kişi olarak bu iş bana düşüyor. Ama nasıl yapılır? Muhammet hocanım desteği sayesinde 2 gün içinde ışık kumandayı öğreniyorum. Öğreniyorum kelimesi biraz iddialı oldu. Öğrenmeye çalışıyorum. Ertesi gün Belediye Kültür Salonu'nda ilk oyun oynanacak, son provalar ve Belediye'den sahneyi ancak 24.00'da alabildik. 3 gündür sabah beşlere kadar prova alıp 2 saat sonra da iş başı yaptığımız için hepimiz ölesiye yorgunuz ama acayip bir heyecan var, insanı uyutmuyor. Bir haberle yıkılıyoruz. Belediye daha önce onay verdiği Antalya Büyükşehir Tiyatro Atölyesi Eğitim Sahnesi 3. Zil Tiyatro Topluluğu isminde değişiklik istiyor. Afişleri ve davetiyeleri bu şekilde kullandırmayacağım söylüyor. O zamanın Kültür Daire Başkam Müfit Kayacan'a gidiyoruz. Ne olursa olsun ismimizi korumaya zorunluyuz. Uzun süren bu gün oyunumuz var nasıl olur konuşmaları sonunda işe yarıyor. Akşama oyunumuz var.

pe cy

a

20 kişilik bir kadroya sahipsiniz ve üstelik topluluğun çoğu çalışıyor. Ekibin bir araya gelebilmesinden tutun da, uyumlu bir şekilde koordinasyonun sağlanmasına ve sürekliliğine kadar pek çok sorun vardır göğüslediğiniz... Evet Çok doğru bir tespit yapmışsınız. Ekibi bir araya getirmek ve uzun süren prova sürecinde bir arada tutabilmek oldukça güç oluyor. Herkesin önceliği, hayatım kazandığı iş olduğu için prova saatlerimizi iş çıkış saatlerine göre ve herkesin durumunu gözeterek ayarlıyoruz. Bazen prova yapamadığımız da oluyor.

TİYATROYU SEVMEK

Seyirci profilinizin daha çok sendikalar, STK'lar ve derneklerden oluştuğunu görüyoruz. Peki, Antalya'daki halka nasıl ulaşıyorsunuz? Antalya'da yerleşik oynayabileceğiniz, kendinize ait bir mekân yaratma hedefiniz var mı? Salon bulmak oldukça güç, bizim de kendi başımıza bütün organizasyonun altından kalkabilmemiz mümkün değil. O nedenle biz Sivil Toplum Kuruluşları'nın işbirliği ile seyirci organizasyonu yapmaktayız. Böylece sosyal hayata bir katkımız da oluyor. Kendimize ait bir mekân yaratma hayalimiz hep var. Ancak bunu gerçekleştirmek Türkiye gibi bir ülkede çok zor. Yakın zamanda bu hayalimizin gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Turneye de çıkıyorsunuz bildiğimiz kadarıyla. Önünüzde hangi turneler var? Turneye gideceğimiz yerler genellikle ekip arkadaşlarımızın ilişkileri doğrultusunda belirleniyor. Önümüzdeki günler için ise Ağlasun, Marmaris ve Anamur ilçeleri ile görüşmelerimiz devam ediyor. Diğer şehirlerden de turne tekliflerine açığız

İşte bütün bu stresin ve yorgunluğun tek ilacı başarılı olduğumuzu gösteren eleştiriler ve alkış. Özellikle amatör bir topluluksanız bu alkışın değerini çok iyi bilirsiniz. Bu aslında sürekli kafanızda dolaşıp duran, "evimde sıcacık otururdum ne işim var benim burada" sözlerine ve zorunlu olmadan zorunlu olduğunuz şeyleri yapmanın verdiği sıkıntıya nihayet verdiğiniz "iyi ki vazgeçmemişim" cevabım da içerir. Muhammet Uzuner hocamın bizlere söylediği çok güzel bir söz vardır, "En zor iş gönüllü olmaktır" der hocam ve ne kadar doğru söyler. Bu sıkıntılar ve daha burada anlatılamayan niceleri... Ve bizi izleyen ve iyi oyunlar seyretmeye hakkı olan Antalya seyircisine karşı duyduğumuz gönül borcunu ödeyebilmenin hazzı... Ve size bunca acı çektireni sevmek, ölesiye sevmek ve ayrılamamak. Şimdi bana amatörlük ne diye sorsalar "eve gidip baklamı yememek" derim. Zoru, mücadeleyi ve TİYATROYU sevmek derim 57


pe

cy

a

Şaşaalı Müzikaller

> Erbil Göktaş erbilgoktas@tiyatrodergisi.com.tr

Bu sezon sahnelerimizde birdenbire müzikallerin çoğalmasıyla birlikte, izleyicinin salonları doldurmasına sevinerek tanık olduk. Aziz Nesin'in "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz" Ali Düşenkalkar'ın sahne uygulamasıyla ve Oktay Arayıcı'nın "Rumuz Goncagül'ü, Nurhan Karadağ'ın rejisiyle Kocaeli'de Şehir Tiyatroları'nda sahnelendi. Tiyatro Oyuncular'da Selma Köksal'ın uyarlayıp yönettiği "Binbir Gece", Ali Taygun'un Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda yönettiği Brecht'ten "Sezuan'ın İyi İnsanı"; Zeliha Berksoy'un Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda yine Brecht'ten yönettiği "Üç Kuruşluk Opera" İstanbul'da göze çarpan yapımlardı. Ankara Devlet Tiyatrosu da sezon sonuna doğru Erhan Gökgücü'nün "Ramazan İle Cülide"si ile bu kervana katıldı. Ancak İstanbul'da iki yapım vardı ki, üzerinde çokça konuşulması gerekiyor. Konuşulması gerekiyor; çünkü bunlar bir tiyatroya bağlı olmadan, prodüksiyon usulü, tanınmış oyuncularla ve şarkıcılarla kotarılmış yapımlardı. Bunlar, Most Prodüksiyon'un Akatlar'daki Mustafa Kemal Gösteri Merkezi'nde, Kurtcebe Turgul'un yazıp Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği "Mucizeler Komedisi"yle, Fil Yapım'ın Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda sahnelenen Gani Müjde'nin yazıp Mehmet Ergen'in yönettiği "Yıldızların Altında" adlı gösterilerdi.


Benim üzerinde durmak istediğim, özellikle "iddialı" yönetmenlerle kotarılmış ve "prodüksiyon usulü" hazırlanmış olan müzikaller. Çünkü, büyük salonlarda yer bulmakta bile zorlanılan bu yapımlar, seyirciyi akın akın çekerken, bana göre kaçırılmış büyük bir fırsatın da göstergesi oldu. Biliyorum ki, bu müzikaller devam ederken, yenileri bir taraftan hazırlanmaya başlamıştır bile. Kaçırılmış olan fırsatın, hiç olmazsa "gelecek yapımlar" için kullanılmasını önermek istiyorum. Peki, kaçan fırsat ne?

Üzerinde çokça yazılıp konuşulduğu için, ben sözü müzikallerin "çıkış noktası"na getirmek, yani "metinleri" üzerinde tartışmayı sürdürmek istiyorum. Yoksa, bu kadrolarla, birkaç elemanın ve bileşenin daha iyi çalıştırılması dışında söyleyeceğim pek bir şey yok!.. Onlar da söylendi zaten... Anlayacağınız sözüm, Kurtcebe Turgul'a, Tuna Kiremitçi'ye ve Gani Müjde'ye... "Mucizeler Komedisi"yle başlayalım: Medya patronu Sefa, öteki taraftan gelen melekler sayesinde "doğru yolu" (!) bulur ve bütün servetinden vazgeçer. Bu olası mı tanrı aşkına!.. Var mı böyle "çocuksu" bir tanrı tasarımı?... Sefa doğru yolu bulacaksa, elindeki gücü ulusunun çıkarları ve halkının aydınlanması için kullanması gerekmez miydi?.. Dışa bağımlı, "komprador" olmak yerine, kişilikli, "ulusal" bir burjuva olamaz mıydı? Finali sakız gibi uzattıkça uzatmak yerine, Turgul, böyle bir finalle hiç olmazsa durumu kurtarıp benim de gönlümü kazanamaz mıydı? Ya Kiremitçi, Sefa'nın bu dönüşümlerini vurgulayan şarkı sözleri yazamaz mıydı?..

pe cy

a

"Mucizeler Komedisi"yle "Yıldızların Altında" plastik anlatıma ağırlık veren yorumlarıyla, şarkı ve dansların belli oranlardaki etkileyiciliğiyle ve eli yüzü düzgün sahnelenişleriyle seyirciye "tiyatronun gücü"nü bir kez daha gösteren yapımlardı. Bu güçle "devrim" yapılıp, "vatan kurtarılmasa" da, seyirci önemli hesaplaşmalara sokulabilir, kafasında karmakarışık bulunan pek çok şey bilinç düzeyine çıkarılabilirdi; bir "ışık çakması" gerçekleştirilebilirdi, diye düşünüyorum. Dahası, "medya"yı konu alan "Mucizeler Komedisi"ndeki medya patronlarının ve "Türk Sineması"m konu alan "Yıldızların Altmda"ki yönetmen ve yapımcıların kendilerini "bir aynada" görmeleri sağlanabilirdi. Bu anlamda Shakespeare 400 yıl önceden, o ünlü tiradında olduğu gibi sadece oyunculara değil, oyun yazarlarına ve yönetmenlere de yol göstermeyi sürdürüyor. Ne diyordu o tiratta: "Doğduğu gün de bugün de tiyatronun asıl amacı nedir? Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup olmadığını ortaya koymak..." Sözüm özellikle müzikal söz ve şarkı yazarlarıyla, tiyatroya yeni bulaşmış olanlara... Shakespeare'in bu tiradını binlerce kez okumadan, ezberin ötesinde içselleştirip rüyalarında bile görmeden, gündüz düşlerinde sayıklamadan tiyatroda kimseye geçit yoktur. Müzikal de, şarkı da yazabilirsiniz, "milletvekili hatta reisi cumhur bile olabilirsiniz", ancak "sanatçı" olabilir misiniz, orası hep tartışılır işte!.. Çünkü "sanatçı, alnında ışığı ilk hissedendir"; bu "ışığı" hissetmeden seyircinin kafasında "ışık çaktırmak" da mümkün olmamaktadır. Zaten yıllardır bu yapılamadığı içindir ki, seyirci sayısında da tutarlı bir düzeye ulaşılamamaktadır.

Seksenli yıllan anımsayalım: Yine müzikalin "moda" olduğu ve Zeynep Oral'ın deyimiyle çoğu "yaşamdan kopuk müzikallerin" bolca sahnelendiği yıllardı. Bu yıllarda seyirci sayısında görülen göreceli artış, daha çok müzikallerin benimsediği bu "yaşamdan kopuk" tavır dolayısıyla yirmi yıl bile sürmedi. Gelinen noktayı hepimiz biliyoruz; özellikle özel tiyatroların kapanmasına ve tiyatrocuları "ağlatmaya" kadar varan bir süreçle karşı karşıyayız. O yüzden, "niteliği" de yükseltegelmemiz gerekiyor. Bu bağlamda oyun yazarlığına ve dramaturgiye gereken önemi vermeliyiz. Oyun yazarlarını prova süreçlerine katmanın yollarını arayıp bulmanın önemi gün gibi ortadadır. Bu olamıyorsa oyunun eksiği gediği dramaturgların çalışmalarıyla kapatılmalıdır. Oyun yazarıyla yönetmen arasında "köprü" görevini üstlenmesi gereken dramaturga "hamak" muamelesi yapılmaması gerekiyor. Tabii, uygulamanın içinde olan dramaturgun da, sahneyi tanımasının ötesinde, oyunun hatalarını ya da yönetmenin yorumu doğrultusundaki eksiklerini onarırken, gerektiğinde "sahne" yazabilecek kadar elinin "kalem" tutması gerekiyor.


göz ardı edecek olursak, çok da iyi olmuş. Müzikal deyince bunu anlıyorum ben. Öncelikle özel, özgün müzikli bir sahne dili! "Yıldızların Altında''dan bende kalan ise her fırsatta popüler bir şarkı patlatan Candan Erçetin! Ne yazık ki hiç özel değil! Tabii, bu arada Ragıp Savaş'ın gerek şarkılardaki performansının, gerek oyunculuğunun hakkını yememek gerekiyor. Koreografi ve kostüm tasarımı konusunda ise "Yıldızların Altında" diğer yapıma göre daha iyiydi. "Mucizeler Komedisi"nde göksel varlıkların kostümlerine gösterilen özen, tüm rol kişilerine gösterilmemiş nedense.

a

Bu arkadaşa yıllar önce "en iyi şair" ödülü verilmemiş miydi?.. Aynı yerden yıllar önce bir ödül de almış biri olarak, kendimden de mi kuşkulanmalıyım?.. "Best-seller" olmak insanı bu kadar mı değiştiriyor?.. Ya Gani Müjde'ye ve "Yıldızların Altında"ya ne demeli?.. Mutlu mu?.. "Hayat Bilgisi"nin bile altında bir tekstle, "Arabesk" filminin suyunun suyu olmamış mı bu müzikal?.. Binlerce kez yapıldığı gibi, popüler Türk Sineması trükleri ve konseptiyle alay etmenin anlamı nedir? Nasıl bir anlam üretiyor bu tavır?.. Ya Ecevit ve Demirel esprileri?.. Müjde hala 70'li 80'li ya da 90'lı yıllarda mı yaşıyor?.. Öyleyse niye 70'lerdeki gibi davranmıyor?.. O arka plan sadece havalı bir geçmişten mi ibaret?.. Bu konuda yine Shakespeare'e sığınıp arkadaşları fazla hırpalamayalım, çünkü onların sorunlarının daha çok dramatik yazım tekniklerini içselleştirememekten kaynaklandığına inanmak istiyorum; yani tema, mesaj, önerme, olay dizisi ve kişileştirme kavramlarındaki eksikliğine bağlamak istiyorum. Evet, ne diyordu usta, 400 yıl önce yazdığı "Hamlet" oyununun 3. perde, 2. sahnesinde: "... Gerçeği büyütmek ya da küçültmekle bilgisizleri güldürebilirsiniz, ama bu bilenleri üzer; oysa bir tek bilgili dost, bilgisiz bütün bir kalabalıktan daha önemli olmalı sizin için ..."

pe cy

Ortada toplumsal ya da düşünsel derinlik açısından fazla bir şey olmayınca (hani özenle bundan kaçınılmış diyesim geliyor) insan ister istemez prodüksiyonda görsel ve işitsel zenginlik arıyor. Bu alandaki zaaflar oyunun kendisi kadar önemli hale geliyor.

Yine de "Mucizeler Komedisi'nin Şener Şen'i tiyatroya çekmesi ve Özlem Tekin'i tiyatroya kazandırmasının yanında seyircinin ayağını tiyatroya alıştırması açısından da önemli işlevleri oldu. Bütün derdimiz bu işlevlerin geçici olmaması. Ayrıca Tekin'e, tiyatroya devam edecekse, oyunculuk üzerinde okumasını, düşünmesini ve çalışmasını salık vereceğim. "Yıldızların Altında" da, Candan Erçetin ve Beyaz için de aynı şeyleri söyleyeceğim. Çünkü oyunculukta ses ve tip insanı ancak bir yere kadar götürüyor. Asıl derinlik sanatın diğer alanlarında da olduğu gibi sürekli çalışarak elde ediliyor.

Plastik yorum açısından bakıldığında "Mucizeler Komedisi''nin pahalı, görkemli, görkemli olduğu kadar hareketli ve işlevsel sahne tasarımını beğendiğimi belirtmek isterim. Işık da bu sahne tasarımına önemli bir katkı sağlıyordu. Hareket, dolayısıyla oyun sahnenin her tarafına yayılmıştı; abartısız her tarafına! Bu anlamda bana göre "Yıldızların Altında" sahne tasarımı açısından belli bir atalet barındırıyor. Sahne doldurulmuş doldurulmasına ama tasarıma gerçek bir işlev yüklenmemiş. Baştan sona kadar hareketsiz, dev bir sahne maketinin sağı, solu, kimi zaman da kendisi oyun alanı olarak kullanıldı. Geçişler de, sadece ışık aracılığıyla gerçekleştirildi. Film bobininin ışıkla döndürülmesi gibi buluşların çoğaltılması da iyi olacakmış ama bu yeğlenmemiş. Bir başka konu ise müzik. "Mucizeler Komedisi" için özgün müzik yapılmış, şarkı sözleri yazılmış. Konunun hafifliğini

Ankara'da izlediğim, Erhan Gökgücü'nün yazıp yönettiği "Ramazan İle Cülide", adından da anlaşılacağı gibi, bir "Romeo ve Juliet", bir "Batı Yakasının Hikayesi" uyarlaması... Ancak Gökgücü, 1980'li yıllardaki kaçak sigara ve içki satışlarını yapan karşıt iki mahalle arasındaki çatışmalar biçiminde işlemiş konuyu. Gökgücü, bu kişilerin devleti ele geçirme süreçlerini vurguluyor. Oyuna en önemli eleştirim, yukarda da değindiğim gibi işlevsel sahne tasarımı; başka bir deyişle çok geniş sahnelerin her yerinin aynı işlevsellikte kullanılamaması. Burada da Ankara'daki Akün Sahnesi'nde sağdan ve soldan inen merdivenler bir-iki kez sadece iniş ve çıkış için kullanıldılar. Rejisörlerimiz, böylesine yerleri daha çok, hatta mekân olarak bile kullanabilirlerdi. Zaten bu yüzden Tamer Levent, gerek anlatırken, gerekse şarkılarını söylerken, bütün sahneyi turlamasıyla dikkat çekiyordu. Belli ki, sahneyi doldurma sorunsalı onun da kafasını meşgul etmişti. Levent bence oyunculuğuyla da iyi bir sürpriz olmuş. Bu müzikalin de, İstanbul'a gelip yukarıdaki salonlardan birinde gösterilmesi yerinde olacaktır. Daha nice "görkemli müzikallere " demek istiyorum; başlıktaki "şaşaa"nın da belli bir kuşkuyu barındırdığını ve kaygılarımı bu kadar sözden sonra anlatabildiğimi sanıyorum. Tiyatromuzda başlayan bu "//. Müzikaller Çağı "nın (1960'ları ayrı bir bağlamda değerlendirmek gerekir, diye düşünüyorum; bana göre bu anlamdaki I. Müzikaller Çağı, 1980'lerde yaşanmıştır.) seyirciyi tiyatroya kalıcı olarak döndürmesini, yeniden salonları dolduran seyircinin de müzikallerimizden ve diğer tiyatro yapımlarımızdan kalite ve derinlik talep etmesini dileyelim©


Bademler'in

pe

cy

a

70 Yıllık Tiyatrosu

> M. Sadık Aslankara

İzmir'in Çeşme garajından ne zaman bindim otobüse, ne zaman kendimi Bademler'in alanında buldum, bir an karışıyor görüntüler birbirine... Ama köyün alanına bakan kahvelerden birinde, rastlantıyla tanıştığımız Mehmet Ali Uran'la (d. 1921) konuşuyoruz... Görüntü, belleğime silinmezcesine yerleşmiş. Bademler Köyü'nün canlı tiyatro tarihi o. Gerçekten de yaşamı, tiyatronun Bademler'deki gelişimini tam anlamıyla ortaya koyabiliyor; o anlatıyor, ben hızlı hızlı not alıyorum. Teyp yok. Arada çaylarımızı yudumluyoruz, ya da Uran'la birlikte gülüyoruz anlattıklarına. Onun gevrek kahkahaları yayılırken çevreye yazmayı sürdürüyorum... 1933'te, Cumhuriyet'in onuncu yılında, Bademler'de tiyatronun başlangıcını yapan bir öğretmen subay var: Mustafa Anarat. Bir gün küçük Mehmet Ali'yi çağırıyor, "Sana bir rol versem oynar mısın?" diye soruyor, "Sen başarırsın sanıyorum," diye ekliyor. Uran, oyunun adını anımsayamıyor şunca yıl sonra, belki "Çıngıllı Mehmet", belki "Yarım Osman" diye düşünüyor, ama ilk rolünü unutması olanaksız. Oyunda Musa'yı canlandırıyor.


İlk oyun, Bademler Köyü alanında, çeşme başında sergileniyor 1933'te. Bu ilk temsilde henüz kadın yok, kadın rollerini de erkekler oynuyor. Kadınların sahnede yer alabilmeleri için 1952-53'leri, yani yaklaşık yirmi yıl geçmesini beklemek gerekiyor. 1933'te, bunu izleyen yıllarda oyunlar hep "meydan temsilleri" olarak sunuluyor. Mustafa Anarat'ın başlattığı tiyatro tutuyor Bademler'de; tüm köylü büyük tat alarak izliyor temsilleri. Sonradan köyün öteki gençleriyle çocuklar da katılıyor tiyatro çalışmalarına. Kendi kuşaktaşlarından önce, anımsadığı bir Yaşlı Dayı var; sözü sohbeti yerinde, aynı zamanda komik de biri bu. Ama meddah ya da seyirlik oyun anımsamıyor küçük Mehmet Ali, köyünde. 1941-45 askerlik yılları Uran'ın, tam beş yıl, İkinci Dünya Savaşı kâbusunun tüm toplumun üzerine çöktüğü dönem. 1946'da askerlikten dönen öteki arkadaşlarıyla bir araya geliyorlar. Hepsi de yoksul insanlar, tütün işçiliği yapıp yılda bir kez paralanıyorlar, o gün zenginler. Ama tiyatronun tadı belleklerinden silinmiş değil! Hüseyin Or adlı arkadaşı, günün birinde "Yahu, bir temsil versek köylüye," diyor, Mehmet Ali, "Nerede oynayacağız?" diye soruyor, "Tütün deposunda oynarız," diyor Hüseyin Or. Çünkü o sıra muhtar, gençlerin tiyatro çalışması için okulu vermeye yanaşmıyor. On yıllar sonra, bir burkulmayla anımsıyor bunu Uran, "Cahillik işte, bizi geri çevirdi!"

Çabalar meyvesini vermekte gecikmiyor, çünkü dernek kasasında toplanan paralar tiyatro yapısı için temel oluşturuyor böylece. Buna DYO'nun da ciddi katkısı oluyor, sonunda tiyatro tamamlanıyor. 1963 olmalı... Ama 1933'ten 63'e bu otuz yıl içinde onlarca oyun sahneleniyor, oyunlarda rol almayan neredeyse tek Bademlili bile kalmıyor. Okumuşu, okumamışı, yaşlısı, genci hem seyircisi oluyor tiyatronun hem de oyuncusu... Bademler'in ünlü adı, Bademler Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi'nin 1962'deki kurucusu, 1974-75'te Gümrük ve Tekel Bakanlığı yapan Mahmut Türkmenoğlu da Bademler Tiyatrosunun oyuncularından. Tıpkı Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen'in 1960'larda Eskişehir Oda Tiyatrosunun oyuncularından biri oluşu gibi... Bademler'in adı 1963'te "Susuz Yaz"ın Metin Erksan tarafından filme alınışıyla çok daha geniş bir alana yayılıyor. Mehmet Ali Uran da rol alıyor filmde, eşeğiyle birlikte. O eşeğiyle filmde oynarken eşi, kızları sırtında tütün taşıyor. Başka başka filmlerde de rol alıyor zaman içinde. Her çalışmasından bir şeyler öğreniyor, Bademler Tiyatrosu'nun tarihi içinde bütün oyunlarda rola ala ala sanatın ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor.

pe cy a

Bademler'in gençleri öylesine azimli, disiplinli ki, sonraki yıllarda okulları da tiyatro çalışmalarında kullanabiliyorlar. Ama bağımsız bir tiyatro salonuna kavuşsalar iyi olmaz mı? Bu yönde de adım atmakta gecikmiyorlar... Bir dernekleri var, elde ettikleri geliri derneğin kasasında toplamaya başlıyorlar...

parayı derneğe bırakıyorlar. Bu arada Kenterler, Dormenler, Saim Alpago, Altan Erbulaklar... Çok, pek çok tiyatrocu... Yıldız Hanım, Şükran Bey, ad olarak biliyor zaten Mehmet Ali Uran'ı; hatta "Bizim köyümüz," diyorlar Bademler için. İzmir oyunları için her gelişlerinde kente, Bademler'e de uğruyorlar. Ayfer Feray da var, Erol Günaydınla birlikte "Çeyrekçi"yi oynuyorlar. Altan Erbulaklar da "Ayı Masalı'nı. Bu oyunlar için köyün alanlarını, boş arsalarını kullanıyor topluluklar. Bu temsillerden elde edilen gelir de ekleniyor derneğin kasasına...

Örneğin müze müdürü Musa Baran'ın yönlendirmesinde 1950'lerde Efes Antik Tiyatrosunda "Yüz Akı"m, "Paydos"u oynuyorlar. Derken çevre ilçelerde, köylerde temsiller veriyorlar. Bu gösterimlerin karşılığında az da olsa bir para alınıyor, ama onlar kendilerine bir kuruş bile ayırmadan tüm

Bugün, geçmişe bakarak tiyatroya çok şey borçlu olduğunu düşünüyor Uran. Bir kez ufkunu açıyor sahne onun. Kuşkusuz Cumhuriyet'in kazancı bu. "Tiyatro bir mektebi edeptir," diye öğreniyor zaten o. On dokuz yıl boyunca yürüttüğü kooperatif başkanlığını da, tiyatronun kendisine kazandırdığı bir yetenek olarak görüyor.


Sonra birden toparlanıyor, "Kızlarım dönmüştür eve," diyor gevrek gülüşüyle, göz kırpıp ekliyor; "İnekler yani..." Vedalaşıyoruz... Mehmet Ali Uran'la yaptığım bu görüşmeyi 9 Ağustos 1999'da gerçekleştirmiştim... Bu, onu ilk ve son görüşümmüş. 2003'te yitirdiğimizi öğreniyorum Bademler Köyü Kültür ve Sanat Demeği Başkanı Seyfettin Şen'den. Bakıyorum köyün alanına, gün inmeye koyulmuş artık. Alanda bir hareketlenme... Gençler, delikanlılar, kızlar belli ki işlerinden dönmüşler, anakentlerin bulvarlarında gezinircesine özgür, gönüllerinin çektiğince giyinmişler kızlı oğlanlı dolaşıyorlar... Diyecekler çıkabilir; Bademler bir Alevi köyü, böyle gelişmişlik sergilemesi doğal... Hayır, derim onlara, çalıştığım iki belgesel nedeniyle Türkiye'nin farklı yörelerine dağılmış bir düzine Alevi köyü tanıdım ben. Hiçbiri bunların, Bademler'deki çağdaşlık düzeyine ulaşabilmiş değildi... Bademler'deki uygarlık düzeyini ben, yetmiş yıldır tiyatro yapılıyor oluşuna bağlıyorum... Nitekim Bademler Tiyatrosu'yla ilgili olarak üniversitelerin ilgili bölümlerinde yapılan tezler, basın yayın organlarında yer alan yazılar, izlenceler bu tiyatro hareketinin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaya yetiyor yanılmıyorsam...

Mehmet Ali Uran'ın da adından sevgiyle söz ettiği Hüseyin Or (d. 1920) portresinde Çetin, iki tiyatrocunun daha adını anıyor: Remzi Ataç, Mehmet Tutar. Bunların arasında Mehmet Ali Uran'ın da anılmasını isterdi gönül elbette. Ama Çetin'in yazısından şu tümceyi buraya aktarmakta yarar görüyorum: "Tiyatro araştırmacılarının köy tiyatrosu konusunda yararlanabilecekleri en canlı kaynak Hüseyin Or'dur." Ne dersiniz, acaba gerçekten yararlanabildi mi araştırmacılar Or'dan? Çünkü Çetin'in bu dile getirişinin ardından bir on yıl bile geçmeden yitiriliyor Hüseyin Or. O akşam Bademler Köy Tiyatrosunda Cevat Fehmi Başkut'un Buzlar Çözülmeden'ini izleyecektim, Şen'in çağrılısı olarak. Bademler'in tiyatro salonunda, iğne düşmez kalabalıkta izledim oyunu. Tiyatro sanatının neleri başarabileceğine şu ahir ömrümde bir kez daha tanık oldum böylece. Ne güzel, ne heyecanlı bir sunumdu o... Seyrani Yıldız'ın yönettiği oyunda Fırat Or, Murtaza Oran, Mehmet Sever, Seyfi Or, Ali Özkan, Meryem Tutal, Çiçek Şenol, Al Barca, Süleyman Bilgiç, Ali Öz, Abbas Oran, Bora Şentürk, Halil Karateke, Güler Şen, Barış Soner, Remzi Yaradan, Safi Ertaş, Yaşar Yavuz çın çın çınlattılar köy tiyatrosunun salonunu... Bir alkış, bir alkış... Or soyadından çıkarmışsınızdır ya, aile üç kuşaktır sahnede sizin anlayacağınız...

a

Bu yayınlardan biri de Meltem dergisinin 1969 Ocak sayısında yer alıyor... Oğuz Tümbaş'ın yayın yönetmenliğini yaptığı dergide Sabahattin Çetin'in "Bademler Köy Tiyatrosu" başlıklı yazısıyla "Tiyatro Çilekeşleri: Hüseyin Or" başlıklı portresi, bu anlamda hem çok önemli bir belge niteliği taşıyor hem de değerli bir araştırma doğrusu...

aşkın kitap var. / Fihristi inceledim. Sudan kitaplar yok." "Hüseyin Or'a... 'Köy odalarında köylüler için bir öğretmenin düzenleyeceği okuma tiyatroları'ndan söz ettim. 'Bizim köy için gereği yok' dedi. 'Çünkü köyde 112 tane pilli radyo var. İzmir Radyosunun uyguladığı her radyofonik oyunu, Arkası Yarın programını sürekli olarak izlerler.' Sonra 'Hem bizim köyde iki de sinema var' deyince suspus oldum."

Sabahattin Çetin'in 1968 saptamalarını içeren yazısından şu alıntıyı aktarayım:

Oyun sonrasında Seyfettin Şen'in de katılımıyla asmalı kahvede oturduk. Kaymakam'ı oynayan Mehmet Sever'i (d. 1958) de yakından tanımış oldum böylece. Buzlar Çözülmeden'de rolü yok ama Mehmet'in yeğeni Recep Sever de oyuncu. Mehmet Sever öğretmen. Aktardığına göre Bademler'deki yerleşik yaşam, iki yüzyıllık bir tarihe sahip. Rumlarla koyun koyuna yaşadıkları, mübadele sonrasında tek başlarına kaldıkları biliniyor Bademler halkının.

cy

"Bademler Köyü'nün bir özelliği de köydeki okuma yazma oranının yüzde doksan üç oluşu. Köy kitaplığında iki bini

pe

Seyrani Yıldız'ı etkileyen ise, köylülerin sabahtan akşama dek kolla çalıştıkları halde gece yarılarına dek prova yapacak gücü kendilerinde bulabilmesi... Dedim ya, ben onları beş yıl önce izlemiştim... Sonrasında İzmir'den, hemen her tiyatro yapılan yere yetişmeye çabalayan Haluk Işık'ın katkıları dikkati çekiyor. Işık, bir yandan gençleri çalıştırıyor, öte yandan Faruk Erem-M. Ahmet Yuvanç'ın Bir Ceza Avukatının Anılan ile kendi oyunu Kül Rengi Sabahlar'ı sahneliyor. Bu yıl sergiledikleri oyun ise Emmanuel Robles'in Özgürlüğün Bedeli (Çeviren: Kaya Öztaş). Bademler Tiyatrosu'nun hiç mi hiç kesintiye uğramadığı düşünülmemeli; örneğin 1980'lerde Türkiye'nin tüm toplumsal yaşamını karartan 12 Eylül, Bademler'deki tiyatronun da 1986'ya dek tozlanmasına neden oluyor. Ama yine de tam yetmiş iki yıldır ayakta Bademler Tiyatrosu. Öneriyorum: 2008'de tiyatronun 75. yılı tüm Türk tiyatrosunca kutlanmalı bana göre! Gelinen aşama, hiçbir zaman unutulmamalı çünkü!

Ben 2008'de, iki elim kanda da olsa Bademler "Kent" Tiyatrosunun 75. yılında hazır bulunacağım! Ayakta alkışlamak için tiyatromuzun bu öncülerini!© ALTYAZI: Yaz geldi, ben de "Kentler ve Tiyatroları" dizisine, hoşgörünüzle yeni mevsime dek ara veriyorum.


TİYATRO NEDİR ASLINDA James Saunders Türkçesi: Yusuf Eradam

Oyuncu sayısı istenildiği kadar olabilir. Oyunda dokuz "oyuncu" ve dokuz "seyirci" düşünülmüştür. "Oyuncular" rakamlarla, "seyirciler" harflerle gösterilmiştir. Oyun bir sınıfta oynanmak üzere yazılmıştır (istenildiğinde gerçek bir sahnede de oynanabilir). Oyunun sonunda öğretmen rolünü oynayan öğretmenin tüm çelişkileri zekice çözümlemesi düşünülebilir. Sonra bir tartışma ya da bir ayaklanma çıkabilir. Zil çalar, ya da polis çağrılır. J. Yaaa! A. Gereken de bu işte! ARA 9. Biliyor musun, değiliz aslında. 1. Ne değiliz? 10. Oyuncu. Oyuncu değiliz. 2. Onlar değil. 9. Biz değiliz. 3. Bunu daha önce açıkladık. Bizler oyuncularız çünkü burası bir sahne çünkü seyirciler var çünkü biz sahnedeyiz çünkü oyuncularız çünkü seyirci var çünkü... 9. Hayır. 4. Hayır demenin bir yararı yok. Herkes hayır diyebilir. 9. Oyun kişileri.(3) 4. Ne? 9. Bir oyuncu sahnede satırlar okur. Bir oyun kişisini canlandırır. 5. Bir oyun kişisini canlandırır mı dedin? 9. O oyun kişisi olur. 6. Canlandırır dedin. Kim canlandırır oyun kişisini? 9. Oyuncu. 7. İyi ama? 9. İyi ama ne? 7. İyi ama, eğer ben bir oyun kişisini candıran bir oyuncuysam bir oyun kişisi değilim de bir oyuncuyum ve bir oyun kişisini canlandırıyorum. 9. Hayır. 8. Hayır demenin bir yaran yok. 9. Hayır, sen bir oyuncu tarafından canlandırılan bir oyun kişisisin. 1. Ne ayrımı var? 9. Ayrımı şu: Sen bir oyun kişisisin. Bir oyuncu değilsin artık. 2. Peki öyleyse, her ikisiyim. 9. Her ikisi birden olamazsın. Ya birisin, ya da diğeri. 3. Peki öyleyse. Ben de bir oyun kişisiymişim gibi davranırım. Gibi olurum yani. Yalancıktan. Gerçekte bir oyuncuyum ama bir oyun kişisiy-mişim gibi davranırım. 4. Tamam, şimdi oldu. 9. Kim o -miş gibi davranan? 3. Ne? 9. -Miş gibi davranan da kim? 3. Ben! 9. O da kim? 3. Ben, ben! Buradaki, ben. 9. Şu oyun kişisi ha? 3. Hayır, ben! 9. Fakat sen replikleri konuşuyorsun. O kitaptan satırlar okuyorsun. 4. Ne olmuş öyleyse? 9. Öyleyse, senin sözlerin değil onlar. Başka birinin. Bir başkası yazmış onları. Başkasının sözleri onlar. Oyun kişisinin replikleri. Ben oyun kişisinin ben'idir. Ben oyun kişisidir. 3. Fakat ben aslında...! Demek istiyorum ki ben...?

pe cy

a

1. Ben bir oyuncuyum. 2. Ben de. 3. Ben de. 4. Ben de. (2) 5. Bir dakika önce değildim. 6. Birisiydim yalnızca. 7. Şimdi bir oyuncuyum. Çünkü sahnedeyim ve replikler okuyorum. 8. Replikler okuduğum için burası bir sahne. Ve ben sahnenin üstündeyim. 9. Bir dakika önce sahne değildi. 1. Daha önce sınıfın bir parçasıydı. 2. Artık değil. Değil şimdi. 3. Sahneye bakın. 4. Büyü bu. 5. Ona hiçbir şey yapmadık. Fakat bir sahneye dönüşüverdi. 6. Çünkü biz üstündeyiz. Ve biz oyuncularız! 7. Çünkü biz bir sahnedeyiz. 8. Replikler okuyoruz. 9. Çünkü oyuncularız. 1. Çünkü bir sahnedeyiz. 2. Çünkü oyuncuyuz biz. 3. Hep bir oyuncu olmak isterdim. ARA

4. Bu onları seyirci yapar. A. Onlar biziz. B. Ben. C. Ben. D. Bende. E. Ben de. 5. İki dakika önce değildiler. 6. Şimdi öyleler. 7. Çünkü orada oturup bizi izliyorlar. 8. Oyuncularız. 9. Sahnede. 1. Seyircilere. 2. Bir dakika. Oyuncularız çünkü seyirciler orada oturup bizi sahnede replikler okurken izliyorlar. 3. Burası bir sahne çünkü biz seyircilere replikleri buradan okuyoruz. 4. Onlar seyirci çünkü biz sahneden replikleri onlara okuyoruz. 5. Bu da böylece açığa kavuştu. 6. Bu cebirden daha iyi. 7. Ne olduğumuzu bilmek iyi bir şey. ARA 8. Bu da bizi çok önemli kılıyor. Eğer biz oyuncular olmasaydık, ne bu sahne ne de seyirciler olurdu. F. Fakat eğer sahneler olmasaydı, oyuncuların üzerine çıkacağı bir yer olmazdı. G. Ve eğer biz seyirciler olmasaydık, oyuncuların hiçbir önemi kalmazdı. Sahne olsa da, olmasa da. H. Hepimiz son derece önemliyiz!


9. Kim? 3. Var olmadığımı mı söylemeye çalışıyorsun? 9. Kim? 3. Ben. Oyuncu. 9. Hangi oyuncu? Kitaptaki şu oyun kişisi olmadığını söyleyen oyuncu mu? 3. Bıktım artık. Seyirci olacağım. 5. Bu cebirden de beter. 4. Her grupta bir bozguncu daima bulunur.

a

ARA 1. Ben bir oyuncuyum. 9. Oyun kişisi. 1. Ben bir oyun kişisiyim. 2. Ben de. 3. Ben de. 4. Ben de. 5. Beş dakika önce değildim. 6. Yalnızca bir oyuncuydum. 7. Bir oyun kişisiyim şimdi. Çünkü sahnedeyim ve kendi repliklerimi okuyorum. 8. Başkasınınkileri değil. Kendiminkileri. İşte bunun için üzerinde olduğum bu yer bir sahne şimdi. 9. Beş ve azıcık dakika önce değildi. 1. Sınıfın azıcığıydı eskiden. 2. Hala öyle. l.Ne? 2. Hala öyle. 3. Bir sahne artık. 2. Sınıfın bir parçası. 3. Sahne. 2. Sınıfın bir parçası. 4. Bak, bunu daha önce de yaptık. Bir sahne burası çünkü ben bir oyuncuyum... 9. Oyun kişisisin. 4. Ben bir oyun kişisiyim. Kendi repliklerimi seyircilere okuyorum. Bu nedenle burası da bir sahne. Tanım gereği. 2. Hayır. 5. Hayır diyemezsin. 2. Diyebilirim. Seyircilere replikleri sahneden bir oyuncu okur. Sen bir oyuncu değil, bir oyun kişisisin. Oyun kişileri replikleri birbirlerine söylerler. Ya da ara sıra "solilog" denen şeyi yaparlar. Kendi kendilerine konuşurlar. "Olmak ya da olmamak" da olduğu gibi. Fakat bu sözlerini sahnede değil, söyledikleri anda oyunda nerede olmaları gerekiyorsa orada söylerler, ister belalı bir fundalık, ister kanlı bir savaş meydanı, isterse gerçekten Danimarka sarayı olsun. 6. Kim o çok bilmiş? 7. Bir başka bozguncu. 8. Peki öyleyse, oyun kişileri nerede olmak durumundalar? 2. Bir sınıfta. Bunda değil elbette, oyundaki sınıfta. 6. Geri dön cebir, her şeyi bağışladık!

1. Neden olamıyorsunuz? 4. Buyurun, bir bozguncu daha. 1. Neden olamıyorsunuz? 5. Dinle geri zekalı. Oyuncular gerçektir, tamam mı? Oyun kişileriyse değildir, tamam mı? Ve sen aynı anda hem gerçek hem de gerçek dışı olamazsın, anladın mı? 1. Nedenmiş? 6. Sepetleyin şunu! Dışarı atın onu hemen! 7. Çıkıntı! 8. Bozguncu! 3. Mistik! 4. Bugün gençlerin adını kötüye çıkaran da senin gibiler zaten. 1. İki değişik yol var. Biriyle gerçek olabilirsiniz, diğeriyle gerçek dışı. Kim demiş olamazsınız diye? Gerçeğe iki değişik yoldan varabilirsiniz. İmgelemin gerçek olmadığını ne biliyorsunuz? Düş görürken uyanık olduğumuz zamankinden daha gerçek olmadığımız ne belli? Yatakta düş görüyorsanız hangisi daha gerçektir, yatakta oluşunuz mu, yoksa düşünüz mü? Ve kişilerin seyirciyle konuşamayacağını da nereden biliyorsunuz? Ve nereden... 5. Defedin şu devrimciyi! A. Bu ana kadar olanlar hakkında ne düşünüyorsun? B. Saçma. 5. Kim dedi onu? 6. Biraz düzene girelim beyler. 7. Evet, bir yapımız, düzenimiz olsun. On dakikalık sessizlik. 9. Dokuz. 8. Sekiz. 7. Buna sessizlik denmez.

cy

7. Tamam. Şimdi. 1. Ben bir oyun kişisiyim. 2. Ben de öyle. 3. Ben de öyle. 4. Ben de. 5. Ben de. 6. Birileriydik daha önce. 7. Burası da bir sınıftı. 8. Sonra oyuncu olmaya karar verdik. Büyük bir karar verdik. 9. Böylece burası sahne, onlar da seyirci oldu. Sonra da... C. Hayır, seyirci olmaya biz kendimiz karar verdik. 5. Onu da kim söyledi? C. Ben. Büyük kararın verilmesinde bizim de payımız var. 3. Seyirciler konuşmasın. D. Neden? 4. Çünkü seyirciler konuşmazlar. 1. Kim demiş onu? 5. Sen bu işe karışma. Oyuncu olmaya biz karar verdik. Görevli olan biziz. Biz ne dersek o olur. Sizler bir şeye karar vermediniz, bunun için de seyircisiniz. E. Hayır. 5. Hayır demenin bir yararı yok. E Ben bir şeye karar verdim. Oyuncu olmamaya karar verdim ben. 5. Karardan sayılmaz o. 1. Kim demiş onu? G Ben seyirci olmaya karar verdim. H. Ben hiç karar vermemeye karar verdim. J. Ben karar veremedim. A. Ben seyirci olmamaya karar vermemeye karar verdim. B. Ben ne olduğuma aldırmıyorum bile. 6. Seyirciler konuşmasın! C. Seyirci değiliz biz. Sözler söylüyoruz, öyleyse oyuncularız. D. Oyun kişileriyiz. E. Bir sahnede. 7. Bunu yapamazsınız. E. Yapıyoruz işte. Böylece seyirci siz oldunuz.

pe

ARA 1. Ben bir kişiyim. 2. Ben de. 3. Ben de. 4. Ben de. 5. Sahnede. 2. Sınıfta. 6. Sınıfta ama bu sınıfta değil. 7. Kendi repliklerimi diğer oyun kişilerine okuyorum. 8. Ya da kendi kendime. 9. Seyirci... 1. Neden her ikisi birden olamıyorsunuz? 9. Ne? 1. Neden her ikisi birden olamıyorsunuz? Oyuncu ve oyun kişisi. Aynı anda. İkisi birden. 3. Kim aldı bunu içeri?

ARA


7. Seyirci sizsiniz. E. Hayır, sizsiniz seyirci. Biz oyuncuyuz. 2. Oyun kişisi. E. Oyun kişileriyiz. 7. Hayır, seyircisiniz siz. Bu yaptığınızı Milli Eğitim Bakanlığı'na yazacağım. Düzeni baltalıyorsunuz. 3. Yeniden oyuncu olabilirim pekala. Sanırım, en azından ne olduğumu bilirim. 1. Neden hem oyuncu hem de seyirci olmasınlar? Hem oyun kişisi hem... 5. Bakın, bir daha uyarmam sizi. 6. Bu bir kargaşaya yol açabilir. 7. Beş dakika sessizlik! ARA

HEPSİ: HOCAM! (1) James Saunders, "What Theatre Really Is," Play Ten. ed. Robin Rook (London:Edward Arnold, 1977), ss.3-12. Bu çeviri ilk kez Yazko Çeviri'de yayımlandı. (Sayı 3, Kasım-Aralık 1981. ss. 110117) (2) Saunders bazı sözcüklerin altlarını vurgu için çizmiş. Buna çeviride de sadık kaldım, ancak altı çizilecek sözcük ya da hece Türkçe çevirisinde ara sıra farklı olabildi. (ç.n) (3) Karakterler (Characters) (ç.n)

pe

cy

a

7. Tamam. 1. Bir zamanlar birileriydik. 2. Bir sınıftaydık. 3. O zaman iyiydi, ne olduğumuzu biliyorduk hiç değilse. 4. Sonra oyuncu olmaya karar vermek zorunda kaldık. G. Biz de seyirci olmaya karar verdik. F. Ya da oyuncu olmamaya. H. Sonra işi yazgımıza bıraktık ve karar vermemeye karar verdik, ya da karar vermeye karar vermedik. 5. Böylece sınıf bir sahneye dönüştü. 6. Fakat sözler konuşarak oyuncu olur olmaz oyuncu olmayı bıraktık, oyun kişilerine dönüşüverdik. 2. Yani aslında oyuncu hiç olmadık. Olduksa da yalnızca zamanın son derece küçük bir parçası boyunca. Sanki biri olarak düz çizgim bir teğette oyuncu olarak çemberime dokunup beni bir anda bir oyun kişisi yaptı. 6. Boklu bilgiç. 7. Ya da bütün bu süre boyunca hem oyuncu hem de oyun kişileriydik.

8. Hem de birileriydik. J. Bu sırada, başa dönecek olursak, seyirciler konuşmaya başladılar ve hemen oyuncu oluverdiler. 2. Ya da oyun kişisi. 1. Ya da her ikisi. 9. Bu da bizi seyirci yaptı. 3. Sonuç olarak hepimiz birileriyiz ve seyircileriz ve oyuncularız ve oyun kişileriyiz. 4. Bu sırada sınıf oyuncular için bir sahneye dönüştü, sonra da oyun kişileri için yeniden sınıf oldu, yine de aynı şey değildi... A. Ve seyirciler için izleme yeri oldu. 5. Seyirci dediği aynı zamanda biziz. B. Böylece sınıf şimdi bir sahne, bir izleme yeri ve de iki sınıf olmuş oldu. 6. Biri bir dolap çeviriyor galiba. 3. Bu oyunu sevmedim. Eve gitmek istiyorum. 2. Galiba bu bir anlambilim sorunu. Acaba bir kendinde şey'in nesnel gerçekliğini, algılamanın öznel süreciyle karıştırıyor olmayalım! Bütün sorun burada. Wittgenstein der ki... 6. Boklu bilgiç! 5. Bunu söylemekten nefret ediyorum, ama kafaları günü geçmiş kavramlar, gerici düşüncelerle dolu olsa da, galiba eski kuşağın öğüt ve deneyimine gereksinmemiz var. Hocam! 7. Yardım edin lütfen.


pe cy a


KültürSanat / Röportaj Burhan Öçal: Dünyadaki Bütün Enstrümanları Çalarım

cy

a

Sultan Polat

pe

"Burhan Öçal" deyince, başka söze gerek yok. Tüm dünya tanıyor. Sahneye çıkmadığı yer kalmamış gibi. 25 yıldan sonra Türkiye'ye dönüp çalışmalarını burada sürdürmeye başlamış. Şimdilerde "perküsyon ustası", "ritmlerin prensi" gibi sıfatlarla tanımlamaya çalışılıyor. Ama o bunların hiçbirine gerek duymuyor. Kendinden emin, alçakgönüllü ve neredeyse hiperaktif. Dinlerken hızına yetişmek ne mümkün. Sanatçının, Haziran'da albümü çıkacak projesi "Yeni Rüya"nın ilk konseri 7 Haziran Salı günü 21.00'da Harbiye Açıkhava Sahnesi'nde.

Her hayat bir yol hikayesidir. Sizinki nerede başladı? Babam Mehmet Öçal sinemacıydı. Ben sinemada yetiştim. Babam sinema işletmeye 1930'larda başlamış. Her sokakta bir sinema olduğu dönem... Evimizde gramofon, piyano var. Taşradaydık ve caz dinliyorduk. Kırklareli'nin köklü aileleri bir araya gelip müzik dinlerdi. Evlerden tango ve ut sesleri yükselirdi. Şimdi cıstak cıstak sesleri yükseliyor. Babam, 14. doğum günümde bana davul aldı. Amerika'dan gelmiş bir davuldu. İlk grubumu 14 yaşında kurdum. Adımız "Batı Rüzgarları"ydı. İlk çaldığımda 50 lira kazanmıştım. Büyük paraydı. Gece yatakta o parayı seyrederdim. Üzerindeki eli tüfekli asker resmini hiç unutmam, o parayı hiç harcamadım. Babanızın son parasıyla aldığı davul, size ilk paranızı kazandırdı. Neden davul? Babam da davul çalardı. Amatörce caz yapardı. O nedenle

davul. Benim hem anne hem baba tarafım müzikle ilgiliydi. Benden çok daha yetenekli akrabalarım var. Onlar müziği profesyonel olarak seçmediler. Konservatuar okuyan da var. En az çalan üç beş enstrüman çalar. İstanbul Devlet Konservatuarını yarım bırakmışsınız. Neden? Üç ayda sıkıldım. Orada öğretilenleri ben çoktan geride bırakmıştım çünkü. Konservatuvarda verilen eğitimi fazla konservatif buluyorum. Sultan Üçüncü Selim'e hem devlet adamı olarak hayranım hem de hemen bütün eserlerini ezbere bilirim. Bana birgün biri "Üçüncü Selim'i duyabilmek için senelerce müzik icra etmiş olmak lazım" dedi. Hey dedim içimden senin dört senede meşk ettiğini ben iki haftada ettim. Bugüne dek çalmadığım devlet adamı kalmadı. Kimsenin kulisine gitmeyen Ahmet Ertegün, bir gece New York'ta gelip beni kuliste ziyaret etti. Beni oraya kimin götürdüğünü sordu. ICM dedim. ICM'deki ilk Türk sanatçı sizmişsiniz. Ve hâlâ tekim. Bugünden bakınca, yurtdışında başlayıp Türkiye'ye açılmışsınız gibi görünüyor. Aslında ülkemde başladım müziğe ve dışarıda sürdürdüm. Ama hâlâ dışarıda, burada olduğundan daha çok tanınıyorum. Askerden hemen sonra gittim ve 25 yıl yurtdışında çaldım. Türkiye'de de tanınacak mısınız? Çok geniş kitleler olacağını sanmıyorum. Minör bir tabaka.


KültürSanat / Röportaj (Bu arada yemek geliyor. Tuzu tepsinin dışına çıkarıyor ve hiç kullanmadığını söylüyor. "Ben hiç değişmedim" diyor bulgur pilavını göstererek. Sevdiğim herşey hâlâ aynı) Ama siz de çok tanınmaya çalışmıyorsunuz! Türkiye olsa da olur olmasa da diye düşünmüyorum tabii ki. Ne yapayım? Konser için batı standartlarında teknik donanım yok. Televiyon programlarına sık çağrılıyorum ama orada da fazla konuşmayı sevmiyorum. "Occident Express" sizi nerelere götürdü? Her yerde çaldım. Kırklareli'den çıkarken iki hayalim vardı. Biri New York'ta caz yapmak, diğeri Hollywood'da film yıldızı olmaktı. Muzaffer Tema babamın arkadaşıydı. Amerika'ya gidince onu bulmamı söylemişti babam. Albümlerinizin isimleri de hayli ilginç. "Kapalıçarşı", "Oryantal Sır", "Kırklareli İl Sınırı" diye gidiyor. Var bunlar.

Sözle müzik yapmak kolaydır. Enstrümanla anlatmak ise farklıdır. Ruhunuzu yansıtmanız gerekiyor. Bir ressamın fırçalarından çıkan resimler gibi. Notalarla tasvir etmek gerekiyor. Müzik bir yanda, yakın dövüş bir yanda. Nasıl oluyor? Estetik olan her şeyi yaparım. Kung Fu yapmak için zekâ gerekiyor. Vahşi ve kaba, vulgar bir yönü yok. Albüm isimlerinize bakınca tasavvufa yakınlık da olduğunu düşünüyorum. Aşkın Şarabı, Gel Gör Beni Aşk Neyledi gibi eser isimleriniz de var. Bu konular benim için mahremdir. Öyle de kalmalı.

pe cy

a

Herkes için var, ama sizden başka gören, kullanan yok bu isimleri, siz alıp başka yerlere taşıyorsunuz. Örneğin, Derviş Mustafa kim? Bir hikâye kahramanı. Derviş Mustafa yağmurlu bir gecede yolda kalır. Bir ev görür orman kenarında, Allah'a sığınır ve evin kapısını çalar. Ev sahibine durumunu anlatır.

"Yemesem de olur, bana sığınacak küçük bir yer" der. Ev sahipleri birşeyler ikram ederler, sohbet falan. Sonra der ki ev sahibi, şurada küçük bir odamız var, orda bebeğimiz uyur şurada da ardiye var. Kokabilir. Nasıl isterseniz. Aman der derviş, bebek uyanır muyanır, ben rahatsız etmeyeyim, küçük odada uyuyayım. Sabah kalkar, çeşmede başını eğmiş yüzünü yıkıyor. Abdest alacak. Suya güzel bir yüz yansır. Allahım ne güzel bir kız bu böyle. Bu gecenin ödülü olarak bu mu verildi bana! "Yüce Allahım" der başını kaldırır ki, muhteşem bir genç kız. Merhaba der. Sen kimsin diye de sorar. Ben ev sahibinin kızıyım der genç kız. İsmini sorar ki derviş, Bebek der kız. Sen bebeksen benim de olsa olsa eşşek olur der Derviş Mustafa.


KültürSanat / Röportaj Anlatmayacaksınız yani. Pazara çıkarmam. Bence gerçek bir derviş yerinde kalır ve onu öyle yaşar. Kalkıp da şurada, göz önünde yoga yapılarsa olmaz. Taş yerinde ağırdır. Naçizane inceledim biraz diyelim yalnızca. Feyz alırım, ama bunlardan söz etmem.

Ben de yazmam. Kısmen yazabilirsin. Ama bazı şeyler mahremdir, kutsaldır, öyle de korunmalıdır. Öteki türlüsü, samimiyetsiz olmaya başlar. Çok sayıda enstrüman çalıyorsunuz. Darbuka, davul, bağlama tamam, diğerleri? Dünyada ne enstrüman varsa, hepsini çalarım. Nefeslileri de çalarım. Piyano? Çalarım. İlk eşim piyanist ve sopranoydu. Ondan piyano dersleri almıştım. Bach çalabilirim sizlere. Askerde nota da öğrendim. Bir konserde en fazla kaç enstrüman çaldınız? Yurtdışında çok sayıda enstrüman çalarım. Ama burada yapamıyorum. Neden? Alternatif sanat, ekstrementel sanat olmuyor ki! Kim dinler ki?

Dünyanın pek çok yerinde sahneye çıktınız! Avrupa'nın her yerinde, Amerika'da, İsrail'de, hem Yahudi hem Arap kesiminde, Mısır'da, Kolombiya'da, Pek çok macera yaşadık. Kahire Operası'nın açılışında çalmıştık. Biraz Arapça da bilirim. Osmanlıca çok şarkı bilirim. Dinleyicinin tepkisi ülkeden ülkeye değişiyor mu? Siz de dinleyiciyi seyrediyorsunuz çalarken. Ne tepkiyle dinlediğini izliyorsunuz çünkü! "Benim verdiğim müzikten ne alıyor" diye düşünür gibisiniz. Doğru. "Hazır mısınız" diyorum içimden. Enerjiyi hissediyorum dinleyiciden gelen. Eh, pop müzik yapmıyorum ki. En çok hangi konserinizi, hangi izleyiciyi sevdiniz? Montreal Caz Festivali'ndeki konseri sevdim. Pink Floyd'a, Michael Jackson'a sound yapan kişiyle çalıştım. Ellerim terlemişti heyecandan. Dua ederek çıktım sahneye. Zaten hiçbir zaman duasız çıkmam. Ellerime sinema mikrofonu, kamera yerleştirmişlerdi. Dev ekranlara yansıtılmıştı parmak hareketlerim. Müthişti. Hiçbir zaman unutamayacağım.

pe cy a

Konserleriniz dolup taştığına göre, demek ki dinleniyorsunuz! Ama hep başkalarıyla birlikte çaldım.

Çingene misiniz? Değilim. Amerika'da bana Kolombian, Meksikan tipi diyorlar. İsviçre ve Türkiye'den kırmızı pasaportum var. Meksikalı sanıyorlar. Avrupa'da yine kırmızı pasaportla geziyorum, isim Türk, İspanyol sanıyorlar. Yunanlı diyenler var. Burda Roman sanılıyorum. Ama Türküm. Biraz da Araplık var kanımda. Bütün Balkan Romanları beni baba bilir. Sen Roman olmasan da bizim için Roman'sın çünkü muhteşem çalıyorsun diyorlar.

Bence tek başınıza da doldurursunuz siz salonları. Dinledim sizi, ordan biliyorum. Benim tek başına yapacağım konserin altyapısına sahip salon Türkiye'de maalesef yok. Size mesela ışık oyunlarıyla şov yapamam burada. Los Angelas'da sahne birkaç işlevle birden kullanılabiliyor. Bir bölümü rock, bir bölümü opera, bir bölümü tiyatro olarak kullanılıyor. Bir basıp döndürülerek şovun başka bölümüne geçiliyor. Orada davul şov da yaparsınız, gölgelerle de şov yaparsınız. Aynı anda iki darbukayı çalarak şov yaparım. Çeşitli rüzgârların havadaki akımını yaparım. Biz bunları hiç göremeyecek miyiz? Bana sponsor olacak bir holding patronu varsa, yapayım. Bir şirket para kazanabilir, bütün göstergelere göre başarılı olabilir. Ama kültüre ve sanata yatırım yapmıyorsa, lokal kalır. Ufku dar olduğu sürece böyle olacak.

Müzik klibi yapacak mısınız? Biz klipleri severiz. Ben kliplik müzik yapmıyorum ki! Nereye gidersek gidelim, yüreğimizde götürdüğümüz bir mekanımız vardır. Sizinki neresi? Kırklareli'de İstasyon Caddesi. En güzel günlerim orada geçti. Çocuğumu bir köyde, tozlu yollarda okula götürmek isterim mesela. Servislerle falan okula giden bir çocuk olmasın. Ben kolejlerde mi okudum! İsviçre vatandaşıyım. İsviçre'de bile okutmam. Hangi yabancı dilleri biliyorsunuz? Almanca, İngilizce, Fransızca, biraz da İtalyanca biliyorum. Çalmadığınız yer kaldı mı? Var tabii. Kayseri!


a

pe cy


KültürSanat / Müzik

33. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali

Bu yıl festival, arya ve lied sevenler için de bir ayrıcalık yapıyor. Kraliçe Elisabeth Yarışması'nda dereceye giren sanatçıları "Ödüllü Sesler" adlı konser dizisinde, başlangıcından bu yana Siemens Opera Yarışması'nda ödül alan sanatçıları ise "Dorukta Bir Gece" adlı konserle yeniden sahneye davet ediyor. 33. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali'nin açılışı Aya İrini Müzesi'nde 6 Haziran Pazartesi günü Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın konseriyle gerçekleşecek. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali'nin "Yaşam Boyu Başarı Ödülü" bu yıl "dünya opera sahnelerine kazandırdığı sayısız opera ile çağdaşı sanatçılardan çok farklı bir yol izleyerek ülkemizi uluslararası platformda 50 yıla yakın zamandır temsil eden, ve opera dünyasına hizmetlerini La Scala'nın akademisinde genç sanatçılar yetiştirerek sürdüren" Leyla Gencer'e verilecek.

(Festival biletleri için: 0216 556 98 00)

pe cy a

İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın düzenlediği 33. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali, 6 Haziran-2 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. 5 orkestra, 5 oda orkestrası konseri, 9 oda müziği dinletisi, 8 resital, 2 geleneksel müzik konseri ve 2 dans gösterisiyle müzikseverleri İstanbul'un tarihi mekânlarında ağırlayacak festivale 700'ün üzerinde yerli ve yabancı sanatçı katılıyor.

İzleyicilerini kentin beş değişik köşesindeki mekânlarda ağırlayacak olan 33.Uluslararası İstanbul Müzik Festivali'ne bu yıl Aya İrini Müzesi, Darphane-i Âmire Binaları, Bulgar Kilisesi, Atatürk Kültür Merkezi, Yıldız Sarayı Tiyatrosu, Ses Tiyatrosu ve Boğaziçi Üniversitesi, Albert Long Salonu ev sahipliği yapacak.

Şan sanatçısı Anne Sofie von Otter, orkestra şefi Valery Gergiev, ney ustası Kudsi Ergüner, çağdaş dansın önemli isimlerinden Carolyn Carlson, kemancı Joshua Bell, Monte Carlo Balesi 33. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali'nin konukları arasında.


cy a

pe


KültürSanat Günlüğü KONSER

Jorge Cardoso Aksanat'ta Arjantinli Kültür

gitarist Jorge

Amerika ve

Cardoso

Sanat Merkezi 'nde müziği

İspanyol

müzikolog

üzerine

dersler

Barok müziği

ve

16

yaptı.

triolar,

quartetler

Perşembe

Teknik,

sanatçı,

üzerine yaptığı

Amerikalı ve

çıkıyor.

veren

doktor olan Jorge

şefliğini

Haziran

sahneye

aranjmanlarla

Cardosa,

orkestraları

saat

başkanı

olan

350'den fazla

Akbank

ve

Güney

müziği,

dikkat çekiyor.

Madrid Gitar Oda

için

20.00'da

bestecilik

Güney Amerika folk

Gitaristler Birliği'nin

gitar

günü

yorumlama,

Rönesans

Solist,

besteci,

Orkestrası'nı

kurdu

ve

Cardoso'nun

solo

gitar,

(0216

556

eseri

bulunuyor.

98 00)

KONSER

"Günümüz Sanatçıları" Aksanat'ta ve

İstanbul

Heykel Müzeleri Derneği'nin Sergisi"

Haziran

ayında

gerçekleştiriliyor. Bu yıl Emre Baykal, seçici

kurul,

serginin

Sanatçıları kararına Deniz

küratörlüğünü

Sergisi'nde göre

24.

Guliyeva,

195

(RHMD)

Akbank de

üstleniyor.

iş jürinin Caner

Girgin,

değer

bulundu.

(0212

252

35

Van de bir

sergi

sunuldu.

Sergisi'nde Mehmet Ali

Özdemir,

Günümüz Sanatçıları

Merkezi'nin

Yarışmalı

değerlendirmesine

Günümüz Sanatçıları

Volkan Aslan

sponsorluğunda Ven'den oluşan olan

Seçici

Uysal,

Günümüz

kurulun

Uluç Ali

ve Serkan

Kılıç,

Demir'e ait

00)

cy

KONSER

"24.

Sanat

Marcus Graf ve Suzanne

Özlem

işler sergilenmeye

düzenlediği

Kültür

a

Resim

Nazan Öncel Açıkhava'da Öncel,

buluşuyor. en

6

Haziran

Sanatçı,

sevilen

şarkılarından

(0216 556 98 00)

KONSER

Pazartesi

oluşturduğu

rockistanbul Rocklstanbul Haziran

2005,

arasında

Solar

Beachte

yapılıyor.

gün

sürecek

müzik festivalinde;

ve

Harbiye

Fotoğraf

repertuarıyla

Açıkhava'da

Çektirelim'

den

sevenlerine

dinleyicileriyle

ve dünden bugüne

seslenecek.

KONSER

Efes Pilsen One Love Festival

19-22

tarihleri

Garbage,

21.00'da

son albümü 'Yan Yana

pe

Nazan

Kraftwerk,

Dört

Megadeth

Black Label Society gibi

9-11

Haziran

tarihlerinde

Parkorman'da

yapılıyor.

Festivalin

günü

birinci Perşembe

günü

18.30'da

kapılar

açılıyor.

toplarının

20.30-21.45

Lemon

yanı sıra Mor ve Ötesi,

Kurban,

22.30-00.30

The

Gürol Ağırbaş,

ve

Brothers

dünya

Çilekeş ve

müziğinin

gibi

ağır Dorian

yerli

profesyonel

amatör gruplar da

sahne

Biletler:

2.Gün günü

sahne 11

ise;

www.ticketturk.com,

23.00

lan

0212 478 0 600,

Süper

www.rockistanbul.com

izlenebilecek.

Jelly; Chemical

alacak.

Haziran

Cumartesi

18.45-19.45

20.15-21.15

alacak.

9

Haziran

Manga, Brown;

Furry

Replikas; 21.45-

23.30-01.00

Animals (0216 556 98 00)


a

pe cy


a

cy

pe


KültürSanat Günlüğü KONSER

BKM'den İzmir Açıkhava'da Konser Beşiktaş

Kültür

Açıkhava

Merkezi,

İzmir

Tiyatrosu'nda

Fuarı

çerçevesinde

gerçekleştirilecek

bir

konserin

dizi

düzenliyor. İzmir

konser

programı

şöyle:

Sezen Aksu / 2-3 Haziran 21:00 Kenan Doğulu / 5 Haziran Pazar 21:00 Nazan

Öncel / 10 Haziran

Kardeş

Türküler / 11

Ferhat Göçer & Sertab

Cuma 21:00

Haziran

Cumartesi 21:00

Ömer Faruk Tekbilek / 12 Haziran Pazar 21:00

Erener / 16 Haziran

Perşembe

21:00

(0216 556 98 00)

KİTAP

Cihangir Vampiri Yazan: Yusuf Er adam Aykırı Yayınları / Roman Öykü "Parkinsonlu gene mı

dilenciyi gene görüyorum.

bir markör ve gene kaybetti,

yoksa...

dolanıyorum

numara yapıyor

arkasına.

siliyorum.

Dişlerimi

Adamın

kanı

Başka

bir köşe

titreye yazmaya tabii...

bulmuş.

çalışıyor.

insan

Daha

neye

Elinde

inanacağını

geçiriveriyorum

Parkinsonlu

boyun fıtığımın

yanından

boş bir

önce yazdığı

şaşırıyor...Usulca

boynuna.

sırtımdan

kağıt, kağıdı

Sahtekar

aşağı

şey.

akıyor."

a

Ağzımı

titreye

cy

KONSER

Sebastian Bach Tekrar Geliyor

pe

Skid Row grubunun unutulmaz vokalisti Sebastian Bach, Beyoğlu Yeni Melek Gösteri Merkezi'nde konser vermek üzere ikinci kez Türkiye'ye geliyor. Sebastian Bach'in yeni grubuyla birlikte "18&Life", "Youth Gone Wild", "I Remember You", "in A Darkened Room" gibi birçok Skid Row klasiğini seslendireceği konser, 9 Haziran Perşembe 20.00'da. (0216 556 98 00)

KONSER

Aykut Dursen Kontrabas Dursen günü

sanatçısı

Aykut

24 24 Haziran saat

Kültür

20.00'da

Sanat

Akbank bir

konser verecek. Altı yıldır Paris Francois

Rabbath

Enstitüsü'nde sürdüren

çalışmalarını

sunuyor.

kukla

tiyatrosu

Aslan

yapıyor.

Sanatçı

İz_düşüm_ler"

Max Bruch

ve

Misek, Kodaly,

Chet Baker'dan

sunacak.

(0216 556 98 00)

dönem Ünsal

salonlarında buluşmaya

Ergun

çalışmalarıyla,

Emel

sergileriyle

Emel

ressam

ressam

Zoltan

çalışmalarını

Ressam

Erkmenol, son

Adolf

dört

sanatseverlere

şiir,

Piazzolla,

Haziran-13 arasında

sanatçının

İstanbullu

film

programında,

örnekler

ayrı

11

tarihleri

tiyatro,

pandomim,

Astor

Temmuz

Dursen,

müzikleri, müzikleri

Haziran Sergileri Galeri Artist

Cuma

Merkezi'nde

SERGİ

Geriş ise

bu

Yücel Genç

"Sentez",

"Düş_ler isimli

ay

Galeri Artist

sanatseverlerle hazırlanıyor.

(0212 227 68 52)


KültürSanat / Kitap UNUTMA BAHÇESİ Arzu Özköse arzu_ozkose@yahoo.com "Unutamayacağınız bir şey görüp unutmak isterseniz bir hikaye başlıyor." (Romandan) "Benim bütün kitaplarım otobiyografik. Yaşadığım, içinden geçtiğim, bırakıldığım, adımladığım bir hayatı yazabiliyorum sadece. Başka hayatların içine bakarak değil" diyen Latife Tekin, Unutma Bahçesi adlı romanının, yaşadığı Gümüşlük Akademisi'yle olan bağlantısını açıkça dile getiriyor: "Unutma Bahçesi, çok dingin sukuneti olan bir metin. Bu bence kitabın iyi özelliklerinden biri ve benim Gümüşlük'te yaşamamdan kaynaklanıyor."* Unutmak ya da unutulmak ya da ölmek; işte sorun. Unutmak; yeni bir başlangıca demir alan gemi... Unutulmaksa ölmek. Son kitabı Unutma Bahçesi'nde varoluşun fiziksel ve ruhsal hallerinden unutmak, unutulmak gibi soruların felsefi yanıtlarının arandığı düşünsel bir yolculuğa çağırıyor okuru Latife Tekin. Romanın anlatıcı kişisi Tebessüm'ün gözünden izlediğimiz öykü düş ile gerçeğin sürekli yer değiştirdiği simgesel, kimi zaman gerçeküstü öğeler taşıyan, okurun dikkatini talep eden bir kurguya sahip. yeni bir hikayenin, yeniden yapılanmanın yegâne koşuludur diyor Tekin. Anlatının simgeselliğine dair en temel motif karakterlerin isimleri olsa gerek: Olgun, Ferah, Tebessüm, Şeref ve tabii kurgunun belkemiği dahası ütopya- antiütopya ikileminin ete kemiğe bürünmüş hali olarak tezahür eden Cömert... Adapazarı depreminde yıkılan binanın altından karısıyla sağ kurtulabilmiştir ancak o, enkaz altında kalan av fotoğraflarmın bulunduğu albümü kurtaramamaktan hayıflanan iflah olmaz derecede ava düşkün biridir; Unutma Bahçesi'nde bahçıvan olarak işe alınmıştır. Tebessüm'ün zihninden izlediğimiz olaylar, onun gelmesiyle başlar. Cömert'e göre herkes için yaşamın temel amacı, vurmayı düşledikleri bir domuzun varlığıdır.

cy

a

Bir Unutma Enstitüsü kurmaktır Şerefin hayali; bir yok-ülke (ütopya)... Herşeyi, geri dönüşsüz bir biçimde unutacaktır buraya gelenler. Şerefin bu amaçla satınaldığı araziyi çocukluk arkadaşı ve çok başarılı bir mimar olan Sadık kendine özgü bir stili olan yapılarla inşa eder. Şeref'in düşünceleri ve ütopyası doğrultusunda yapar bunu. Bir de internet sitesi kurarlar. Unutma Enstitüsünün tanıtıldığı, okur mektuplarının yayınlandığı ve tabi Şeref'in felsefi metinlerinin bulunduğu www.unutmabahcesi.org .... (Internet'te bu site gerçekten var mı diye zahmet etmeyin ben denedim yok.) Belki de ütopyanın bir metaforu olan bu site gerçekle düş arasında sıkışmış okuru, metni gerçeğe çekme, hayali realize etme çabası içine sokmaya yöneltiyor. Ütopya'nın parçası olmak isteyenlerin başvuruları bu sitede değerlendirilir. Başvurusu onaylananlar Ege sahilindeki bu mekana davet edilir.

pe

Hayalindeki Ada ütopyasını Unutma Bahçesi ile gerçekleştirmek isteyen, sert karakterli "unutamayacağı bir şey yaşamaktan korkan", aslında kendi düşsel adasında dilediğinde insanlarla ilişki kurarak ve unutarak yaşayan Şeref'te tipik bir küçük burjuva aydınını görürüz. Toplumu tamamen reddederek buna alternatif üretmeye koyulan, zaman zaman kendiyle çelişse bile eleştiriye katlanamayan, kendi içine kapalı, başkalarının fikirleriyle ilgilenmeyen biridir. Bitkiler üzerine derin araştırmalar yapar ve bahçenin bitki düzenine önem gösterir. Her bitki kendi özelliğine göre belirli yerlere dikilmiştir bu bahçede. Başvurusu onaylanıp buraya yeni gelenlere yok-ülkeyi tanıtma işini üstlenmiş olan Tebessüm'e şöyle der Şeref:

"Toplumu reddedenlerle, toplumun reddettiklerini ayırt edebilmelisin hiç değilse. Bu çok derin bir farklılık, kolayca da görülebilecek bir şey ama reddedilenler kendilerini toplumu reddettiklerine inandırıp bizi de buna inandırmaya çalışırlar..." Romanın anlatıcısı ve Şeref'in yardımcısı olan Tebessüm, yeni gelenlere bahçenin manifestosunu şöyle anlatır:

"Sahibi tarafından yasal düzenlemeler yapılarak başka insanların kullanımına açılmış bir toprak parçası burası. Bizler toplumsal oyunu tümüyle reddetmiş insanlarız. Burada yaşama istekliliği gösterenlerin, kimliklerinden sıyrılması gerekiyor. Sözünü oluşturup söyleme imkanı bulamamış, kendi eserini yaratıp ortaya çıkaramamış, böyle şeylerin düşünü bile kuramamış dilsiz, yenilmiş insanlar da, toplum içinde kendilerine bir yer edinme çabasına son vermeleri koşuluyla burada varolabilirler". Unutma Bahçesi'ne gelenler yaptıkları iş ne ise bırakmış olmak koşuluyla gelirler buraya; hepsi de birşeyleri unutarak yeni bir başlangıç için bir araya gelmişlerdir. Kimisi unutmanın kaçınılmaz sonuçlarına katlanamayıp geri dönecek, kimisi göze alabilecektir unutmayı ve unutulmayı. Bedeli vardır bunun elbette... Gelenler arkalarında unutacakları dağ gibi sorunlar bırakmışlardır: Tüketilmiş ilişkiler, kopan evlilikler, aldatılan eşler, başarısızlıklar, yenilgiler, çocukluk arkadaşlarıyla olan hesaplaşmalar...Unutmak

Bölüm başlarında karşımıza çıkan italik metinlerin anlatının temel felsefi sorunlarının bir açımlaması olduğu düşünülebilir. Geçmiş, gelecek ve şimdinin, gerçeğin ve düşün bellek için ne anlama geldiğini araştırıyor Tekin bu italik metinlerde: "Ne yaparsak yapalım şimdiki zamanı aşamıyoruz. Ötesi düş öyleyse... Düşüncelerimiz de düş, unutuyoruz bunu..." Anlatının temel karakterlerinden olan Giray, Olgun ve Ferah hakkında çok az bilgi veriliyor; bunlar ana fikre hizmet eden simgesel karakterler gibiler. Kuyu fotoğrafları çeken Giray... "Fotoğraflarına baksanız hiçbirinde kuyuların derinliği falan görünmüyor..." Nefesli sazlara meraklı, sürekli kamış toplayan Olgun. Ünlü bir yazar olan Ferah... Bunların dışında ise çeşitli sorunları geride bırakmak isteyerek buraya gelen kişilerin hayat hikâyelerini izliyoruz; hepsi de ana fikre hizmet edebildikleri ölçüde katılıyor anlatıya. Şeref'in sözlerine çok önem veren Tebessüm, bir gün onun eleştirilerine kırılıp bu işi ünlü bir yazar olan Ferah'a bırakır. Kitabın bölüm başlarındaki italik yazılar Ferah'a mı Tebessüm'e mi ait hatta Tebessüm Ferah'ın kibirden tamamen arınmış hali mi bunu okura bırakmış sanırım Tekin. Şeref'in Cömert'in tüfeğinden çıkan kurşunla kanlar içinde yere yığıldığı anın Tebessüm'üm belleğinde donduğu ve tüm anlatının da bu anda aklından geçenler olup olmadığı da düşle gerçeklik arasında kalan okurun çözmesi gereken bir sorun. Haddini bilen bir tanıtım yazısı olması hasebiyle romanda karşımıza çıkan metaforik motifleri çözümleme keyfini de ampirik okur(**)lara bırakmakta fayda var; avcı ya da avlanan olmak; unutan ya da unutulan olmak; düş ya da gerçek olmak. Klasik olsa da hadi yine ustaya bi selam yollayalım bahane bulmuşken: Olmak ya da olmamak!...İşte insanlığın temel çelişkisi; bu kez "unutma" kılığında yine karşımızda bu romanda. Sevgiyle kalınız. *Radikal Kitap eki Sayı 185, Oylum Yılmaz'ın röportajından. ** Umberto Eco


pe cy a


KültürSanat / Sinema

Cennetin Kralları Karşı Karşıya Hüseyin Sorgun Amerika'nın keşfi sırasında, yerli halkın öldürülmesiyle ilgili okuduğum en çarpıcı yorum, Hıristiyanlığın dolayısıyla Tanrı'nın bir coğrafyaya aidiyeti ile ilgili kurulan bağın sonucu, bu sınır aşırı yerde artık ne Hıristiyanlık hükümlerinin ne de Tanrı'nın varlığının geçerli olmadığı gibi bir kanının rol oynuyor olmasıydı. Gladyatör'ün yönetmeni Ridley Scott'un destansı anlatımıyla hayat bulan Cennetin Krallığı, bir asır önce Kutsal Topraklarda (Kudüs) yaşanan ve Hristiyanları düzenledikleri Haçlı Seferleri sayesinde Müslümanlar ile karşı karşıya getiren bir savaşın iç yüzünü beyaz perdeye yansıtıyor. Scott, muhteşem bir görsellik ve destansı bir anlatımla düş gücünü birleştirerek sinema izleyicisine keyifli bir seyirlik sunuyor.

Ölümüne bir savaşın sloganı: "Dinsizlere Ölüm" Haçlı Ordusu yeniden toparlanırken, münadiler "İnançsızları öldürmek günah değildir; size cennetin kapılarını açar" diyerek orduya asker toplar. Özellikle Guy De Lusighan'ın iktidar hırsı ile ateşlenen savaşın alevleri surları aşar, kentin içine kadar dalar. Katliamın peşi sıra Kudüs'ü alan Haçlı Ordusu'nun, şimdi katlettikleri tarafından kuşatma altına alınması, benzer bir davranışla karşı karşıya kalınacağı hissini kuvvetlendirir. Lusighan'ın Selahaddin Eyyübi'nin üzerine gitmesi ve çölde ordusuyla birlikte ağır bir mağlubiyete uğraması üzerine, Balian Kudüs'ün savunmasını Selahaddin Eyyubi'ye karşı üstlenir. Ve ihanet beklerken merhamet, katliam beklerken bağışlama, inat beklerken anlayış ve şeytan beklerken insan bulur. Mısır Meliki Selahaddin Eyyubi ile şövalye Balian D'lbelin'i buluşturan da bu ortak çizgidir.

a

Kudüs üç dinin de kutsal kabul ettiği bir mekan... Kudüs'te üç dinin mensupları ve bu dinlere ait kutsal mekanlar var. Cennetin Krallığı, Haçlı Seferleri'ni tarihsel bir fon olarak kullanırken, iki kralın hikayesini kesiştiriyor: Mısır'da Memluk Hükümdarı Selahaddin Eyyübi (Hasan Mesud) ve İbelin lordu Godfrey'in (Liam Neeson) nalbant oğlu Balian D'Ibelin (Orlando Bloom). 2. Haçlı Seferi ile 3.'sü arasında kurulan geçici bir barış döneminde 1180-86 yılları arasındaki dönemde geçen film, Kudüs'de barışın ihlal edilmesi üzerine Selahaddin Eyyübi'nin 200 bin kişilik ordusuyla kenti ele geçirişini ve Balian'ın kentteki direnişini beyaz perdeye taşıyor.

Savaş ortasında aşk: Balian ve Sybilla Şövalye olmasının ardından, Kudüs'e doğru yola çıkan Balian'ın gemisi fırtınaya yakalanır. Zorlu bir yolculuğun ardından ulaştığı Kudüs'de kendisini hemen tanırlar. Bu tanışıklığı bekleyen bir kişi daha vardır: Kralın kız kardeşi ve Guy De Lusighan'ın (Marton Csokas) karısı Sybilla (Eva Green). Anne zoruyla yaptığı bir evliliğin gönülsüz birlikteliğini yaşayan Sybilla, Balian'a aşıktır: "Doğu'da iki insan arasında sadece ışık vardır" der. Doğruluktan ayrılmayan ve "vicdanın krallığı"nı savunan Balian ile onun karşısında savaşı, kanı ve servet adına kutsalların kullanılmasını temsil eden Lusighan arasındaki çatışmada, Sybilla da önemli bir denge olacaktır. Balian, ruhunu teslim edip bir kral olarak kraliçe ile yatağa girmektense, ruhunun özgür kalmasını yeğler. Taa ki, taç ve taht ortadan kalkana dek!..

pe

cy

Haçlı ordusunun üç dinin kutsal saydığı Kudüs'ü kanlı savaşlar ve katliamların ardından almasının üzerinden 76 yıl geçmiştir. Kudüs, o civardaki bir Hıristiyan devletinin baş şehridir. Ve kentte Müslümanlarla devamlı savaşmak isteyenler olduğu gibi, ümitlerini savaşın ateşinde canlandırmak isteyenler de vardır. 1174 yılında dizanteriden ölen Frank Kralı Amaury'nin 13 yaşında tahta geçen oğlu IV. Bauduin'in hükümranlığında bu sulh bozulmamış, dostane ilişkiler kurulmuştur. Ancak, Bauduin'in kız kardeşi ile evli olan Guy De Lusighan ve onun yakınında yer alan Prens Arnat iki dinin mensupları arasında çıkacak savaştan umutlanmaktadır. 2. Haçlı Seferleri sonrası, gayri meşru oğlunu aramak için Fransa'ya dönen Godfrey, iki çocuğunun ölümü üzerine intihar eden karısını gömmekte olan oğlu Balian'ı yanına alıp, Kudüs'e doğru huzur bulmak için yola koyulur. Yolda çıkan bir çatışmada ölümcül bir yara alan Godfrey, ölüm döşeğindeyken oğlu Balian'ı şövalye ilan eder: Balian, "Düşmanlarına karşı korkmadan karşı duracak, ölümüne neden olsa da doğruyu söyleyecek, güçsüz olanı koruyacak, yanlış yapmayacak"tır. Şövalye yemini eden Balian, Kudüs'te doğru şövalyelerin işinin zor olduğunu kısa zamanda öğrenecektir.

Ridley Scott, kamerasını tarihin sokaklarında gezdirirken dengeli adımlar atıyor. Muhteşem bir dönem atmosferinde, görkemli bir film inşa ediyor. Unutulmaz savaş sahneleri ve karakter betimlemeleri ile övgüyü hak ediyor. Cennetin Krallığı, Haçlı Seferleri izdüşümünde tarihsel bir yolculuğun peşi sıra dünden bugüne bir zum yaparak, savaşa karşı barışın yapı taşlarını örüyor.

Vizyondan... Boş Ev Yönetmen: Kim Ki-Duk Oyuncular: Hee Jae, Lee Seung-yeon, Jin Mo-ju Genç ve gizemli bir adam hayatını tatildeki insanların boş evlerine girerek geçirmektedir. Başkasına ait evlere, yaşamlara girip çıkan bu tuhaf yabancı, tanımadığı insanların yataklarında yatıp, onların dolaplarından karnını doyurur, bunun karşılığında evlerindeki bozuk aletleri tamir eder, çamaşırlarını yıkar. İçine girdiği evleri sahipleri dönmeden terkeden gizemli genç günün birinde girdiği evin boş olmadığını farkeder.


cy

pe a


a

pe cy


cy a

pe


pe a

cy


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.