pe cy a
A Y L I K
T İ Y A T R O
D E R G İ S İ
www.tiyatrodergisi.com.tr Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Ali Taygun, Mustafa Demirkanlı, Orhan Alkaya. Üstün Akmen Yazı İşleri Müdürü: Ebru Seyhan Çocuk Tiyatrosu Editörü: Duygu Atay Ankara Temsilcisi: Figen Adıgüzel Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü: Çiğdem Esmer Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (gDGa) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Teknik Müdür: Erkut Arıburnu askı: Mart Matbaası T i y a t r o Yapım Yayıncılık Tic. ve San. L t d . Şti.: M u r a d i y e Deresi Sok. No:47/6 Beşiktaş İ s t a n b u l Telefon: ( 0 2 1 2 ) 2 5 9 2 1 2 4 Fax: ( 0 2 1 2 ) 3 2 7 8 6 2 9 e - p o s t a : e d i t o r @ t i y a t r o d e r g i s i . c o m . t r Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 Abonelik İçin: Abonet Tel: (0212) 210 0 110 • Fax: (0212) 222 27 10 e-posta: abonet@abonet.net Abonet'den tek sayı için bile abone olabilirsiniz. Yurtdışı Abone: 100 EURO
cy a
Kapak Fotoğrafı: Selin Tuncer (Savaş ve Kadın - İ.B.B.Ş.T. Kapak Tasarımı: Genco Demirer (gDGa)
EDİTÖRDEN: / S. 3 HABERLER: S. 4
FOTOĞRAFLARIN DİLİ: İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri S. 8
BİR OYUN İKİ ELEŞTİRİ: Bugün, Yarın / Robert Schild / S. 10 -Teyzem ve Ben-/ Üstün Akmen / S. 14
TANITIM: Akbank Kültür Sanat Perdelerini Açıyor / S.
17
KIRK YILDA BİR: Eskişehir-Tiyatro-Siyaset / Mustafa Demirkanlı / S. 18
pe
Yayın Türü: Yerel Süreli
FOTOĞRAFLARIN DİLİ: Casablanca / Tiyatro Kedi S. 19 ELEŞTİRİ: "Savaş ve Kadın" / Beki Haleva / S. 22 TANITIM: ENKA'da Sanat Dolu Bir Kış / S. 25
ELEŞTİRİ: "Dosya" / Ragıp Ertuğrul / S. 26 TERS KÖŞE: "Kantocu" / Üstün Akmen / S. 28 TANITIM: "Nafile Dünya", "Haydi Karma Koş" / Nagihan Günpmar / S. 31 SÖYLEŞİ: Avrupa Tiyatroları ile İşbirliği / Ebru Seyhan / S. 32 İZLENİM: Bursa Çocuklar İçin Şenlendi / Nihal Kuyumcu / S. 34 İZLENİM: On Yılda On Festival Yarattık Her Ulustan / Duygu Atay / S. 36 TANITIM: Lefkoşa Belediye Tiyatrosu 25 Yaşında / S. 38 İNCELEME: Absürd Yazarlarda Kimlik - Aidiyet / Neslihan Yalman / S. 40 İNCELEME:
Kültür Merkezleri ve Yakup Çartık / S. 42
YENİ OYUNLAR: / S. 45 KÜLTÜR-SANAT AJANDASI: S. 49
Tiyatrolarımızın
Olmayan Sahne Altyapılarına Bakış
cy
pe a
> Editör > Mustafa Demirkanlı > mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr
Bu sezona tiyatrolar oldukça hızlı başladı, nerdeyse ödenekli kurumlarla birlikte, hatta bazıları öncesinde perdelerini açtılar. Uzun yıllardır hasret kaldığımız bu hareketlilik artarak devam edeceğe benzer.
*** Geçen pazartesi akşamı İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde sahiplerine verildi. Mütevazı ve bir o kadar da anlamlı tören herkesin beğenisini kazandı. Dile kolay 30 yıl, yılmadan ödüllerin aksamaksızın takipçisi olan Nadide Küntay'a ne kadar teşekkür etsek azdır. Ödül töreninin anlamlı bir yanı da Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'na iki ödülün gitmesi oldu. Ama gecede konuşan "Ocak" ve "Hadi Öldürsene Caniktom" oyunlarının yönetmeni ve Genel Sanat Yönetmeni Yıldırım F. Urağ'ın kurumla ilişkisinin kesildiğini duymak herkes için şok etkisi yarattı.
***
pe cy
a
Özel Tiyatrolara Devlet Desteği dağıtıldı, tartışmalar bugünlerde başlar. Ancak benim dikkatimi ilk elden şu çekti. Tiyatro Pera ve Tiyatro Oyunevi'ne bu yıl destek verilmemiş. Sanırım, Sayın Bakan'ın yeni bir duygusal kararı olsa gerek. Birinin Sanat Yönetmeni Nesrin Kazankaya, diğerinin Mahir Günşiray ya, Sayın Bakan kişiselleştirivermiş olsa gerek. Ancak, yanlış yapıyorsunuz Sayın Bakan, bu insanlar kurum dışıda ama yine tiyatro yapıyorlar, üstelik kurumlarında da işlerini yapıyorlar, yanılmıyorsam Nesrin Kazankaya Antalya Devlet Tiyatrosu'nda bir oyun yönetiyordu, bitti mi bilmiyorum, Mahir Günşiray da görevden kaçan bir sanatçı değil bildiğim kadarıyla. Örneklemek istemem ama dile getirdiğiniz sorun buralarda değil, siz çözümü yanlış yerde arıyorsunuz, ararken de -bunun böyle olmadığını bilsem bile-kamuoyunda oluşturduğunuz duygu "intikam" oluyor ki bu size hiç yakışmıyor. Bu insanlar yaptıkları tiyatro ile para filanda kazanmıyorlar üstelik, yeni arayışlar içinde, yeni, yepyeni üretimler sunuyorlar, meşakkatli, zor bir yoldan geçerek. Kırmayın bu insanları, sevmeseniz bile kırmayın. Yeteri kadar kırdınız.
Bursa Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Festivali sona erdi, ardından da ASSITEJ, Hasan Erkek'in istifasıyla sarsıldı. Hem Yönetim Kurulu'ndan hem de ASSITEJ'den istifa ettiğini tuhaf bir biçimde duyuran ve ardından suskunluğu seçen Hasan Erkek'in bir bildiği vardır diyor, kendisine ve ASSITEJ'e hayırlı olmasını diliyorum.
Bütün yanlışlıkların altında gurur yatar.." Ruskin
*** Üstün Akmen, yeni bir uygulama başlattı, bir önceki sayıda yayımlanmış eleştiri yazılarına diğer eleştirmenlerin de yeni bir yazıyla görüşlerini aktarmalarını sağlayacak "Ters Köşe"yi hayata geçirdi. Bu sayıda Beki Haleva'nın geçen sayıda yayımlanan "Kantocu" eleştirisine, kendi eleştirisi ile yanıt veriyor. Diğer eleştirmenlerimizden de bu uygulamaya katkı vermelerini bekliyoruz. *** Önümüzdeki ay yepyeni oyunlar, konular ve konuklarla birlikte olmak umuduyla. İyi seyirler .
> Haberler
Özel Tiyatrolara Ödenek Açıklandı Kültür ve Turizm Bakanlığı bu yıl özel tiyatrolara 1 milyon 222 bin YTL (1 trilyon 222 milyar TL) yardım verdi. 2004-2005 sezonunda 840 milyon YTL tiyatrolara destek veren bakanlık, bu yıl bu desteğini yaklaşık yüzde 50 artırdı. Devlet desteği için başvuruda bulunan bazı özel tiyatroların başvurulan ise "yönetmelik gereği sunmaları gereken bilgi, belge ve doküman yönünden eksikleri tespit edildiği" gerekçesiyle değerlendirmeye alınmadı. Özel tiyatrolara verilecek desteği görüşmek üzere 15 Eylül 2005 tarihinde toplanan değerlendirme kurulu, 2005-2006 tiyatro sezonundaki rakamları açıkladı. Kültür Bakanlığı, maddi destek için başvuran profesyonel 57 tiyatronun 38'ini destekleme kararı aldı. Bakanlık aynı toplantıda 11 çocuk, 20 amatör ve 12 geleneksel tiyatroya da para yardımında bulunacak. Değerlendirme kurulu geleneksel tiyatroya 63 bin YTL, amatör tiyatroya 95 bin YTL, çocuk tiyatrolarına da 210 bin YTL yardım yapma kararı aldı.
Tiyatro Mie 17.000 YTL Tiyatro Yeniden 17.000 YTL AMATÖR TİYATROLAR Alperen Sanat Evi 6.078 YTL Ankara Orta Oyuncuları Tiyatrosu 6.000 YTL Ankara Yeni Umut Sahnesi 7.091 YTL Bursa Sanat Tiyatrosu 6.078 YTL Dünya Eğitim Kültür ve Sanat Vakfı 4.052 YTL Erzurum Şehir Tiyatrosu 5.065 YTL Genç Oyuncular Sahnesi 3.039 YTL Gülüm Pekcan Dans Tiyatrosu 6.078 YTL Hakkari Umut Sanat Tiyatrosu 4.052 YTL İstanbul Dünya Sahnesi 3.039 YTL Lüleburgaz Genç Oyuncular Tiyatro Topluluğu 5.000 YTL Osmancık Belediyesi Şehir Tiyatrosu 4.052 YTL Özgür Tiyatro 3.039 YTL Sinop Tiyatro Derneği 3.039 YTL Şanlıurfa Kent Tiyatrosu 4.052 YTL Tiyatro Boyalı Kuş - Jale Karabekir 6.078 YTL Tiyatro Kübele 3.039 YTL Tiyatro Özgün Deneme 4.052 YTL Tiyatro Sürmeli (İl Kültür Müdürlüğü) 5.065 YTL Trabzon Sanat Tiyatrosu 7.091 YTL
pe
cy
a
ÖZEL TİYATROLAR Adana Gösteri Sanatları Merkezi 20.000 YTL Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu 65 000 YTL Ankara Ekin Tiyatrosu Yay. Tic. Ltd. Şti. 70.000 YTL Ankara Sanat Evi (ANSE) 20.000 YTL Ankara Sanat Tiyatrosu 60.000 YTL Arama Tiyatrosu 20.000 YTL Bizim Tiyatro 30.000 YTL Çisenti Sanat Reklamcılık Ltd, Şti. 10.000 YTL Çorum Bölge Tiyatrosu 10.000 YTL Değişim Atölyesi Oyuncuları 15,000 YTL Dostlar Filmcilik ve Tiyatro Ltd. Şti. 60.000 YTL Enis Fosforoğlu Tiyatrosu 55.000 YTL Eps Gösteri Sanatları Ltd. Şti. 15.000 YTL Ertan Prodüksiyon Tiyatro Eğitim Org 20.000 YTL Güzel Sanatlar Oyuncuları Tiyatro Topluluğu 10.000 YTL Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları Şti. 55.000 YTL Kartal Sanat İşliği Tiyatrosu 20.000 YTL Kartal Sanat Tiyatrosu 20.000 YTL Kenter Sin. ve Tiy. A.ş. 70.000 YTL Kocaeli Bölge Tiyatrosu 10.000 YTL Maya Sahnesi (Bilsak Tiyatro Atölyesi) 7.500 YTL Nokta Tiyatrosu - Abdullah Şahin 30.000 YTL Ortaoyuncular Sanat Gösterileri ve Yay. A.Ş. 60.000 YTL Oyun atölyesi 70.000 YTL Oyuncular Tiyatro Grubu 10.000 YTL Pan Tiyatro Sinemacdık ve Tur. Ltd. Şti 50.000 YTL Sadri Alışık Tiyatrosu 30.000 YTL Samsun Düşevi Oyuncuları 15.000 YTL Samsun Sanat Tiyatrosu 10,000 YTL Semaver Kumpanya 20.000 YTL Stüdyo Drama Prodüksiyon 10.000 YTL Tiyatro Ayna 35.000 YTL Tiyatro Fora 10.000 YTL Tiyatro İstanbul Sanat Yapım Uto. Şti. 50.000 YTL Tiyatro Kare 50,000 YTL Tiyatro Kedi / Bizim Stüdyo Ltd. Şti, 50.000 YTL Tiyatro Stüdyosu 20.000 YTL Tuncay Özinel Tiyatrosu 35.000 YTL PROFESYONEL ÇOCUK OYUNU TİYATROLARI Aks Sincap Çocuk Tiyatrosu 18.000 YTL Atölye Tempo Ltd. Şti. 20,000 YTL Çan Tiyatrosu 15.000 YTL Karınca Çocuk Tiyatrosu 20.000 YTL Manisa Efsem Tiyatrosu 13.000 YTL Masal Gerçek Tiyatrosu 17.000 YTL Nüans Sanatsal Üretim Merkezi 7.500 YTL Tiyatro Akkaş 17.000 YTL Tiyatro Alkış - Okay Şenol 17.000 YTL
AMATÖR ÇOCUK OYUNU TİYATROLARI Ankara Deneme Sahnesi 3.000 YTL Ankara Genç Oyuncular Tiyatrosu 2.500 YTL Ankara Komedi Tiyatrosu 2.500 YTL Bartın Sanat Tiyatrosu 2.250 YTL Başkent Sanat Sahnesi 2,500 YTL Eskişehir Arkadaş Çocuk Tiyatrosu 2,250 YTL Merhaba Sanat Tiyatrosu 2.000 YTL Panki Sahne Sanatları / Tiyatro Tiyatro Çocuk Tiyatrosu 2.000 YTL Sincan Bölge Tiyatrosu 1.500 YTL GELENEKSEL TİYATROLAR Ayhan Leylek 6.000 YTL Çocuk Eğlenceleri Ve Kukla Gösteri Merkezi 8.000 YTL Eşref Seyitoğlu 5.000 YTL Geleneksel Gösteri Sanatları Topluluğu 5.000 YTL Hadi Poyrazoğlu Tiyatrosu 10.000 YTL Kırmızı Kukla Tiyatrosu 4.000 YTL Kukla Çocuk Tiyatrosu 4.000 YTL Kukla Merkezi 4.000 YTL Mehmet Aziz Baycan 5.000 YTL Mustafa Partal 4.000 YTL Tevfik Dinç 4.000 YTL Yunus Emre Turanlı 4.000 YTL
> Haberler
Sanat Kurumu Tiyatro Ödülleri Ö. Atilla Sav, Prof. Dr. Ayşegül Yüksel, Gülşen Karakadıoğlu, Dr. Türel Ezici, Şenol Tiryaki, İlker Çetin ve M. Nurkut İlhan'dan oluşan Sanat Kurumu Tiyatro Ödülleri Seçici Kurulu, "Türk Kültür ve Sanatına özellikle de Türk Tiyatrosu'na katkıları nedeniyle" Sanat Kurumu Onur Ödülü'nün Turgut Özakman'a; "Devlet - Tiyatro ilişkisi" başlıklı yapıtı nedeniyle Sanat Kurumu Özel Ödülü'nün ise Doç. Dr. Tahsin Konur'a verilmesine karar verdi. Ödüller Kasım 2005'de düzenlenecek törenle sahiplerine verilecek.
a
Ödüller Şöyle: En İyi Yapım: Ankara Devlet Tiyatrosu / "Ramazanla Cülide" ve "Sığıntı" Övgüye Değer Yapım: Öteki Tiyatro / "Çıkışyokland" En İyi Çeviri: Başar Sabuncu "Köleler Adası" / Ankara Devlet Tiyatrosu En İyi Yönetmen: Hakan Boyav "Sersem Kocanın Kurnaz Karısı" / Van Devlet Tiyatrosu Övgüye Değer Yönetmen: Kemal Aydoğan "Othello" / Oyun Atölyesi En İyi Kadın Oyuncu: Tilbe Saran "Fernando Krapp Bana Mektup Yazmış" / Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu Övgüye Değer Kadın Oyuncu: E. Saliha Karahasan "Ramazanla Cülide" / Ankara Devlet Tiyatrosu En İyi Erkek Oyuncu: Mithat Erdemli "Atları Da Vururlar" / Ankara Devlet Tiyatrosu Övgüye Değer Erkek Oyuncu: Tolga Evren "Sersem Kocanın Kurnaz Karısı" / Van Devlet Tiyatrosu En İyi Sahne Tasarımı: Behlüldane Tor "Köleler Adası" / Ankara Devlet Tiyatrosu En İyi Giysi Tasarımı: Funda Karasaç "Sığıntı" / Ankara Devlet Tiyatrosu En İyi Işık Tasarımı: Seyhun Ayaş "Köleler Adası" / Ankara Devlet Tiyatrosu En İyi Müzik: A.N. Nihan Turnagöl "Schubert Ve Şevki Bey" / Ankara Devlet Tiyatrosu En İyi Dans Düzeni: Deniz Çığ "Ramazanla Cülide" Ankara Devlet Tiyatrosu
cy
Nobel Edebiyat Ödülü Harold Pinter'in
pe
2005 Nobel Edebiyat Ödülü'ne oyun yazarı, şair Harold Pinter layık görüldü. Printer'ın 1,28 milyon dolar değerinde para ödülünü içeren bu yılın Nobel'ine layık görüldüğünü açıklayan İsveç Akademi, Pinter için, "günlük keşmekeş içindeki uçurumları gözler önüne seren ve zulmün kapalı odalarını açılmaya zorlayan bir yazar" ifadesini kullandı. 75 yaşındaki İngiliz oyun yazarı Pinter, yazar Orhan Pamuk, Kanadalı yazar Margaret Atwood ve Suriyeli şair Adonis gibi adayların arasından sıyrılarak bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı. Pinter, Londra'daki evinin önünde yaptığı açıklamada, ödül aldığına çok şaşırdığını, ifade etti. Çok sayıda oyun ve şiir yazan 75 yaşındaki Pinter, Irak savaşına karşı muhalefetiyle de tanındı. Yazarın: The Room (1957); The Birthday Party (1957); The Dumb Waiter (1957); A Shght Ache (1958); The Hothouse (1958); The Caretaker (1959); Sketches: The Black And White; Trouble İn The Works (1959); Last To Go; Request Stop; Special Offer (1960); That's Your Trouble; That's Ali; Interview(1964); A Nıght Out (1959); Nıght School (1960); The Dwarfs (1960); The Collectıon (1961); The Lover (1962); Tea Party (1964); The Homecomıng (1964); The Basement (1966); Landscape (1967); Silence (1968); Sketch Night (1969); Old Times (1970); Monologue (1972); No Man's Land (1974); Betrayal (1978); Family Voıces (1980); And With Victoria Statıon And A Kınd Of Alaska Under The Title Other Places (1982); Sketch Precisely (1983); One For The Road (1984); Mountam Language (1988); The New World Order (1991); Party Time (1991); Moonhght (1993); Ashes To Ashes (1996); Celebratıon (1999); Sketch Press Conference (2002) isimli oyunlarının yanısıra çok sayıda senaryosu da bulunuyor.
DETİS'ten Dava Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği (DETİS), Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne vekaleten atanan Mine Acar'la ilgili işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması isteği ile Ankara 6. İdare Mahkemesi'nde dava açtı. Dernek, söz konusu atamanın Devlet Tiyatrosu'nun 5441 sayılı yasasının 4. maddesine aykırı olduğunu, Acar'ın bu maddede belirtilen niteliklerden hiç birini taşımadığını belirtti. Acar'ın aynı zamanda Danıştay 5. Dairesi'nin 2004/6541 esas, 2005/367 sayılı kararı ile, şu anda Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ile, hem davalı hem de davacı konumuna düştüğünü açıklayan dernek, yaptığı yazılı açıklamada, "Özlük haklarını savunmak için açtığı dava nedeni ile kurumla davalı, bu davanın sonucunu temyiz eden kurumun Genel Müdür Vekili olarak da kendisinden davacı konumundadır." dedi.
> Haberler
Mine Acar'ın Davasını Danıştay 5. Daire Bozdu Mine Acar'ın Ankara 10. İdare Mahkemesi'nde açmış olduğu davayı, temyiz etmiş olan Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün davası sonuçlandı. Danıştay 5. Dairesi 16 Eylül 2005 tarihinde vermiş olduğu kararda Ankara 10. İdare Mahkemesi'nin kararını esastan oybirliği, gerekçede kısmen oyçokluğu ile bozdu. Reji Asistanlığı kadrosuna geçmek için açılan dava Ankara 10. İdare Mankemesi'nde tekrar görüşülecek. Dava sonuçlanmadan önce Mine Acar'ın şehir dışında olması nedeniyle M. Tayfun Orhon başkanlığında 31.08.2005 tarihinde toplanan Sanat ve Yönetim Kurulu toplantısında alınan Danıştay 5. Dairedeki temyiz başvurusundan feragat etme kararını da reddetti. Danıştay 5. Dairesi'nin kararına göre: "Dava dosyası ile 1.9.2005 tarihli vekaleten görevlendirme olurunun incelenmesinden, Devlet Tiyatroları Genel Müdür Vekili İfakat Mine Acar 'ın Konya Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü 'nde sanatsal faaliyetlerde bulunacağından bahisle, bu göreve Genel Müdür Yardımcı vekili M. Tayfun Orhon'un 31.8.2005 ve 1.9.2005 tarihlerinde iki gün süreyle vekalet etmesinin 1.9.2005 tarihinde Bakan tarafından uygun görüldüğü; söz konusu vekaleten görevlendirme işleminde Bakan'ın onay tarihi, dolayısıyla işlem tarihi olarak 1.9.2005 tarihi yer aldığı gibi, onay aşamasından önceki Müsteşarın 'uygun görüşle arz' tarihinin de aynı olduğu ve işlemde başka bir tarih bulunmadığı görülmektedir." denilerek, geçmişe yönelik vekalet verilemiyeceğinden hareketle "feragat" dilekçesi reddedilmiştir. Mine Acar'ın Danıştay'daki davasının sonuçlanmasını bekleyen Bakanlığın, asaleten atanma karararnamesini Cumhurbaşkanlığı'na göndermesi beklenmektedir.
a
Yıldırım F. Urağ'ın Eskişehir Şehir Tiyatroları ile İlişkisi Kesildi, Genel Sanat Yönetmenliği'ne Şükrü Türen Atandı
cy
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları eski Genel Sanat Yönetmeni Yıldırım F. Urağ'ın sanatçı sözleşmesinin yenilenmediği ve kurumla ilişiğinin kesildiği öğrenildi. Urağ, kısa bir süre önce, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen'in kardeşi Yener Büyükerşen Tiyatro'nun Sanat Danışmanı olarak atanmasının ardından "sanatçılık görevi uhdesinde kalmak koşuluyla" Genel Sanat Yönetmenliği görevinden istifa etmişti. Urağ'ın istifa öncesi yönetmenliğini üstlendiği "Kuvayi Milliye" adlı oyunun yeni yönetmeni Engin Orbey olarak açıklandı ve kastta da değişiklikler yapıldı. Urağ, "Kuvayi Milliye" oyununun provalarına yaklaşık bir aydır devam ediyordu.
pe
Urağ'ın istifasının ardından Genel Sanat Yönetmen Vekilliği'ne kurum sanatçılarından Mete Ayhan atanmıştı. Urağ ile aynı dönemde istifa eden Gen. San. Yön. Yardımcısı Mert Kırlak'ın görevine Devrim Özer Akın, Sahne Direktörü Burcu Tutkun Oruç'un görevine Emir Murat İzci getirilmişti. Yıldırım F. Urağ, istifa nedenleri üzerinde herhangi bir açıklama yapmak istememiş, "gerekli olduğu için istifa ettiğini" belirtmişti. Daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu sanatçılarından Şükrü Türen Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği'ne atandı ve görevine başladı.
Samsun Sanat Tiyatrosu Turnede Samsun Sanat Tiyatrosu "Seferi Ramazan Bey'in Nafile Dünyası" isimli oyunu ile Kasım ayı boyunca turnede olacak. Oktay Arayıcı'nın yazdığı oyunu Hasan Şahintürk yönetmiş. Oyunun sahne tasarımı Hakan Dündar'a, giysi tasarımı Güler İnce'ye, müziği Yalçın Tura'ya ait. Oktay Arayıcı'nın seyirlik oyunu "Seferi Ramazan Bey'in Nafile Dünyası", başkomiser Ramazan'ın traji-komik öyküsü. Görev yerinin sürekli değişmesinden dolayı 'seferi' adıyla anılan Ramazan, 'doğruluk, ahlak' gibi ilkelerinden ödün vermediği için oradan oraya sürülür. Karkamış, Ramazan'ın sürgüne gönderildiği son yer olur. Ramazan, son görev yerinde kaçakçıları engellemeye çalıştığı sırada bıçaklanarak öldürülür. Oyunda; Kenan Güler, Yaşar Gündem, Cüneyt Gürbüz, Suhendan Gürbüz, Haydar Kavrap, Necla Karakurt ve Kadir Korkut rol alıyor. Oyunun turne programı şöyle: 11 Kasım - Tokat, 12 Kasım - Turhal, 13 Kasım - Niksar, 14 Kasım - Amasya, 15 Kasım - Şarkışla, 16 Kasım - Kayseri, 17 Kasım - Çorum, 18 Kasım - Hacıbektaş, 19 Kasım - Kırşehir, 20 Kasım - Kaman, 21 Kasım - Kırklareli. (İletişim: 0362 230 98 70)
p
c e
a y
pe cy
a
İsmet Küntay Ödülleri
2004-2005 dönemindeki oyunların değerlendirmelerini kapsayan İsmet Küntay Ödülleri, 24 Ekim 2005 akşamı, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde sahiplerine dağıtıldı. En İyi Oyun Ödülü: Semaver Kumpanya yapımı, Cuma Boynukara'nın Mem ile Zin adlı oyununa, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü: Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı Ocak oyunundaki rolüyle Özlem Akdoğan'a, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı Kiralık Konak oyunundaki rolüyle Toron Karacaoğlu'na, En İyi Yönetmen Ödülü: Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı Hadi Öldürsene Canikom ve Ocak oyunlarındaki yönetimiyle Yıldırım F. Urağ'a, En İyi Dekor Ödülü: Tiyatro Ayna yapımı Pir Sultan Abdal'daki dekor tasarımıyla Osman Şengezer'e, En İyi Kostüm Ödülü: Tiyatro Ayna yapımı, Pir Sultan Abdal'daki kostüm tasarımıyla Osman Şengezer'e, En İyi Müzik Ödülü: Ankara Sanat Tiyatrosu yapımı Benim Meskenim Dağlardır oyunundaki müziğiyle Cahit Berkay'a, En İyi Işık Ödülü: İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı Bedreddin oyunundaki ışık tasarımıyla Yakup Çartık'a, İsmet Küntay Özendirme Ödülü: "Eskişehir'de nitelikli yapımlara imza atan genç profesyonellerden kurulu bir ekip olan" Tiyatro Anadolu'ya, İsmet Küntay Onur Ödülü: "Tiyatronun hemen her alanında yaptığı çalışmalarla Türk tiyatrosuna olan katkılarından dolayı" Özdemir Nutku'ya verildi. Bu yıl otuzuncu kez verilen ödüllerin seçici kurulunu Üstün Akmen, Hayati Asılyazıcı, Doğan Koloğlu, Erbil Göktaş ve Nadide Küntay oluşturuyor. TEB'den Agop Ayvaz'a Onur Ödülü Gecede Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Onur Ödülü ise; "Elli yılı aşkın süre çıkardığı Kulis Dergisi ile tiyatro sanatının gelişmesine katkı sağlayan" Agop Ayvaz'a verildi.
Yılın En İyi Oyunu: Cuma Boynukara / Mem ile Zin
pe cy
Yılın Kadın Oyuncusu: Özlem Akdoğan
a
TEB Onur Ödülü: Agop Ayvaz
Yılın Yönetmeni: Yıldırım F. Urağ
Yılın Oyun Müziği: Cahit Berkay
Yılın Erkek Oyuncusu: Toron Karacaoğlu
Yılın Işık Tasarımı: Yakup Çartık
Yılın Sahne ve Kostüm Tasarımı: Osman Şengezer
İnsani İlişkilere ve Paylaşmaya Dair: "Bugün, Yarın"
cy
a
- Teyzem ve Ben -
> Üstün Akmen
pe
> ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr
Bu sezon, on beşinci yılını kutlayan Tiyatro Stüdyosu, 20052006 sezonuna ilkeleri doğrultusunda yepyeni bir oyunla girdi. İlkeleri doğrultusunda derken, Tiyatro Stüdyosu'nun niteliği gözetme ilkesinden, Türkiye sahnelerinde hiç oynanmamış yapıtları seçme ilkesinden, çağcıl tiyatronun seçkin, insana, yaşama ilişkin söyleyecek sözü ve özü olan oyunları izleyiciyle buluşturma ilkesinden söz ediyorum. İşte bu ilkelerden gıdım taviz vermeden, ülkemizde az tanınan Kanada tiyatrosundan bir örnekle, Morris Panych'ın Türkçe'ye Füsun Günersel tarafından "Bugün, Yarın (Teyzem ve Ben)" olarak kazandırılan "Auntie and Me"siyle sezona başladı.
Oyunun Konusu Kemp (Mehmet Ali Kaptanlar) bir bankada memurdur. Otuz yıldır görmediği teyzesinin (Serda Kondeler Aktuna) ölmek üzere olduğu haberini alır. Onun son anlarını paylaşmak üzere, teyzesinin yanına gelir. Kemp, yalnız, şefkat yoksunu, içine kapanık, ilk bakışta uyumsuz, saldırgan bir insandır. Manik-depresif bir baba ile ilgisiz bir anne elinde, eşcinsel eğilimlerle büyümüştür. Teyzesiyle konuşurken, yaşamını
pe cy a
"Nitelik" kavramının göreceliği karşısında, bu konudaki yorumlan oyunun izleyicilerine bırakmak isterim... "Yaşama ilişkin " iletiler konusunda ise, deneyimli Kanadalı yazar Morris Panych bize özellikle yalnızlık konusunda ince ince yönelmektedir. "Türkiye'de ilk gösterim" olgusuna gelince, Levendoğlu'nun bir söyleşide bu konuda verdiği karşı-örnek olan "Salıncakta İlci Kişi"ye -değişik bir açıdan- değinmek istiyorum. Türkiye'nin çeşitli ödenekli/özel tiyatrolarında bugüne dek sayısız kez sahnelenmiş olan bu oyun, kent insanının yalnızlığını irdelemekte. Ne var ki, bu konuyu aşk sarmalında işlerken, klişeleşmiş repliklerden ve çağdaş tiyatro tutkunlarının artık yadırgadıkları basmakalıplıklardan kurtulamıyor. İşte "Bugün, Yarın", konuya değişik yaklaşımıyla bunu başarmışa benzer...
Oyunculara gelince, "Dünyanın Başkenti"ndeki sorgulayıcı Bauer ve özellikle "Sonsuz Döngü"de eşcinsel matematik dehası Turing kompozisyonları ile sıra dışı kişiliklere yaşam vermiş Mehmet Ali Kaptanlar, burada daha da zoru başarıyor belki de! Nedeni ise, iki yönlüdür: İlki, Edinburgh'da ancak ülkece tanınmış bir stand-up sanatçısının üstünden gelebildiği bir role, bugüne dek deneyimi olmadığı bir türe soyunmuş olması; diğer ise, süresi iki saati geçen oyun boyunca sadece iki-üç cümle konuşan "teyze"nin yanında sürekli olarak monolog konuşması... Oyunu izlediğimiz akşam boyunca sadece dört dil sürçmesini not ettiğim Kaptanlar, gerek sahne devinimleri, gerekse mimikleriyle bu zor rolünde gene göz doldurmasını biliyor. Serda Kondeler Aktuna'ya gelince bir insan, hemen hemen hiç konuşmadan, salt bakışları, dudaklarını oynatması ve elleriyle nasıl da böylesine "konuşabiliyor"?! Bugüne dek izleyebildiğim en saygın mim ustalarından geri kalmayan bu deneyimli sanatçıya kocaman bir alkış! Tiyatro Stüdyosu, oyuncularının başarıları ile gıpta edebilecek, değişik yaklaşımıyla ise ilgi uyandıracak bu yapım ile yeni bir soluk getiriyor tiyatro dünyamıza.
a
Çocukluğundan bu yana kendisini görmemiş olan teyzesinden aldığı mektup üzerine Kemp, yakında öleceğini belirten bu tek akrabasının yanında kalmak için, çalıştığı bankadan izin alıp, elinde bavulu, kapıdan içeri girer... Ne var ki, bunca yıl geçtikten sonra, her ikisinin hiç bir ortak yanı kalmamıştır -dahası, yatağından çıkmayan yaşlı teyze, yeğeninin konuşmalarına hiç yanıt vermez! Kemp, eve yerleşirken bir yandan teyzeye bakar, beri yandan ise sabırsızlıkla ölümünü bekler. Oyunun ilk bölümü tabut için ölçü işlemleri, cenaze hazırlıkları ve vasiyet ile ilgili sorularla geçerken, "tabii" bir sonuç ortada görünmediğinde, yeğenin daha değişik tedbirlere yönelmesi gerekecektir! Bunlar, teyzeye kullanımını öğretmeye çalıştığı, kendi imalatı olan "intihar makinesi"dir önce - ardından ise, çeşitli cinayet denemeleri... Derken bahar, yaz, güz ve Noel olmuş, koca bir yıl geride bırakılmıştır ki, karşı pencereden Kemp'i sürekli olarak gözetleyen komşunun ölümü üzerine, yeğen/teyzenin günlük yaşamında ani bir değişiklik belirir...
gelince - Murat Kılıç'ın gerek günün değişik saatlerini, gerekse mevsimleri, ancak en başta odadaki duyguları resmettiği sıcak ışık darbeleri, birer ressam fırçasından çıkmış gibi geldi bana! Ne var ki, oyunun kendisi bana göre fazla uzun tutulmuş; Ahmet Levendoğlu yönetmen olarak yetkisini kullanıp, özellikle ilk başlarda kanımca gerektiğinden fazla yinelenen tabut - cenaze- yakılmak -organ bağışı gibi nüktelerin konu edildiği bazı sahneleri çıkarmalıydı...
pe cy
Kanada'nın popüler ve üretken yazarı Morris Panych'in 1990'da "Vigil" başlığı ile kaleme aldığı bu kara güldürü, daha sonra "Auntie and Me" adıyla Londra ve Edinburgh'da yeniden sahnelendi. Bu yeni başlığı yadırgadığımı belirtmem gerekir - ve bu nedenle, "Teyzem ve Ben"i ancak alt başlık olarak (İngiltere'de de olduğu gibi, gişe kaygısıyla mı?) kullanan Tiyatro Stüdyosu'nu kutlamak isterim. "Auntie and Me", daha çok bol koşturmacalı bir bulvar komedisini andırmıyor mu sizce? Oysa ki, izlediğimiz oyun Panych'in sık sık yöneldiği uyumsuz tiyatro türüne de göz kırpmıyor değil - bana birazcık son'un beklendiği Beckett'in "Endgame " oyununa göndermeler içerdiği gibi geldi - ve bu bağlamda, en anlaşılır biçimde "öngün" (=arife) olarak çevrilebilecek "Vigil" başlığı, çok daha anlamlı olsa gerek...
Öte yandan, "kafaları daha fazla karıştırmadan" (!), oyunun yalnızlık öğesine değinelim kısaca... Şurası kesindir ki, 1) çocukluğu kaçık annesi ve manik-depresif babası tarafınca harcanmış, ayrıca gerek iş, gerekse sosyal yaşamında hiç bir arkadaşı olmamış "yeğen" ile 2) özellikle oyunun sonlarına doğru kimliği beliren "teyze"nin yalnızlıkları, onları birbirlerine kenetlemektedir, tüm farklılıklarına karşın... Kemp, teyzesine daha oyunun başlarına doğru "sen benim sorunumsun!" derken, bu "sorun" olmadan artık yaşayamayacağının bilincinde mi acaba?
Ahmet Levendoğlu, sahnelerin arasına kısa karaltılar koymuş; bu yerindeki uygulama hem akıp giden zamanı (bahar, yaz... yılbaşı) simgeliyor, hem de oyuna sinematografik bir hava vererek, her bir sahnenin güldürü öğesine birer nokta koyarak, yeni satırbaşları yaratmış oluyor. Selim Atakan'ın (özgün olduğunu varsaydığım) müzikleri de gerek aynı işlevi görüyor, gerekse kulağa hoş da geliyor, açıkçası... Hakan Dündar'ın sahne tasarımı rahatsız etmiyor; özellikle oyunun sonundaki tüller ile ilgili buluşu çok yerinde ve başarılı. Işık tasarımına
pe cy a
İnsani İlişkilere ve Paylaşmaya Dair: "Bugün, Yarın"
cy
a
- Teyzem ve Ben -
> Üstün Akmen
pe
> ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr
Bu sezon, on beşinci yılını kutlayan Tiyatro Stüdyosu, 20052006 sezonuna ilkeleri doğrultusunda yepyeni bir oyunla girdi. İlkeleri doğrultusunda derken, Tiyatro Stüdyosu'nun niteliği gözetme ilkesinden, Türkiye sahnelerinde hiç oynanmamış yapıtları seçme ilkesinden, çağcıl tiyatronun seçkin, insana, yaşama ilişkin söyleyecek sözü ve özü olan oyunları izleyiciyle buluşturma ilkesinden söz ediyorum. İşte bu ilkelerden gıdım taviz vermeden, ülkemizde az tanınan Kanada tiyatrosundan bir örnekle, Morris Panych'ın Türkçe'ye Füsun Günersel tarafından "Bugün, Yarın (Teyzem ve Ben)" olarak kazandırılan "Auntie and Me"siyle sezona başladı.
Oyunun Konusu Kemp (Mehmet Ali Kaptanlar) bir bankada memurdur. Otuz yıldır görmediği teyzesinin (Serda Kondeler Aktuna) ölmek üzere olduğu haberini alır. Onun son anlarını paylaşmak üzere, teyzesinin yanına gelir. Kemp, yalnız, şefkat yoksunu, içine kapanık, ilk bakışta uyumsuz, saldırgan bir insandır. Manik-depresif bir baba ile ilgisiz bir anne elinde, eşcinsel eğilimlerle büyümüştür. Teyzesiyle konuşurken, yaşamını
a
cy
pe
sorgular. Artık, işine falan gitmez olur, aradan mevsimler geçer. Bu arada karşı evin penceresinde, yaşlı bir kadın sürekli Kemp'e bakmaktadır. Teyzesinin ölümünü bekleyen Kemp, bunu kolaylaştırmak için düzenek bile hazırlar. Polis gelir. Karşı evin penceresindeki kadın, uzun zaman önce ölmüştür, elinde Kemp'in fotoğrafı vardır. Kemp, istese de artık teyzesi bildiği o kadının evinden dışarıya çıkamayacaktır. Panych'in İçe Dönük Metni, Levendoğlu'nun Yorumu Panych, "Bugün, Yarın (Teyzem ve Ben)"de, günümüzde mumla aradığımız insani ilişkilere eleştirel bir bakış açısı getirirken, giderek unutulmaya yüz tutan paylaşma duygusunu da irdelemiş. Ölüm gibi soğuk bir konuyu komedileştirmeyi denemiş, sonuçta amacına ulaşmış, bir kara komedi elde etmiş. Oyunda gerçeklik ve düşü tam ölçüsünde tutmuş. Zaman ve yer, inandırıcılık sağlayacak kadar gerçek. Öte yandan olayın geçtiği dünya, Kemp'in saplantı alanlarının dışındaki her şeye sımsıkı kapalı. Bu, oyun yazarının gerçeklikten yoksun olmasından kaynaklanmıyor, tam tersine, dünyayı Kemp'in sınırlı görüş alanından görebileceğimiz kadar dar bir parçaya beceriyle sığdırıyor.
Selim Atakan'ın müziğinde yinelemeler dikkat çekmekte. Oysa, yinelenen ezgiler değişik tonlarda, majör ya da minör, farklı tempolarda çalınsa daha iyi olmaz mıydı? Selim Atakan elbette benden daha iyi bilir, ama majör tonda ve canlı bir tempoda çalındığında melodinin hareketli karakteri olacak; minör tonda ve ağır tempoda çalındığında hüzünlü lirik bir karakter elde edilecekti. Bu da yeknesaklığı saklamaz mıydı sizce? Oyuncuların Alkışlanan Performansı İlk perdenin sonuna kadar repliği olmayan ve yaşının iki katı büyük bir kadını canlandıran Serda Kondeler Aktuna, beden dilini kullanarak gerçekten iyi bir performans sergiliyor. Gövdesi ve ruhu arasında iç aksiyonu ve dışa dönük hareketleri arasında güzel bir uyum sağlamakta. Pek bilinen bir gerçektir ki, oyuncunun duygularını, iradesini, aklını, daha doğru deyimle tüm varlığını harekete geçirmek için derinlikli tutkuları olan coşkular gerekmekte. Bunlar, ancak daha derin içsel içerikleri olan yönelimler tarafından canlandınlabiliniyor. İçsel tekniğin gizi ve özü onların içinde gizli. Bu yüzden bir oyuncunun esas işi, duygularını her daim harekete geçiren ve bu sayede fiziksel çalışmasına yaşam veren yönelimler bulmak olmalı diyoruz. Mehmet Ali Kaptanlar'ın yaratıcı çalışması, bu oyunda da sadece dışsal fiziksel gerçekliğiyle değil, her şeyden öte, içsel güzelliğinin su yüzüne çıkışıyla da heyecanlandırıyor. Mehmet Ali Kaptanlar'ın oyunu, basit bir ilgi değil, tutkulu bir heyecan bütünü olarak ilgi çekiyor.
pe cy
a
Kimi bölümleri kanımca fazla uzun tutulmuş metni, Ahmet Levedoğlu sahneye taşımış. Levendoğlu, hiç kuşkum yok ki, sahne üzerindeki her ânın bir anlamı olduğunu bilen usta bir yönetmen. Buna karşın, teyzenin alelade paketleyip noel armağanı olarak yeğenine verdiği, içinde ne olduğunu bilmediğimiz "şey"in, nasıl olup da "para" olarak algılandığını, bu algılamanın da seyirci belleğinde akışı kaydırdığını görmemiş, doğrusu anla(ya)madım. Bir diğer anla(ya)madığım sahne de, teyzenin pardösüsünü, şapkasını giyip, eline portmonesini ve bir kağıt parçasını alıp, sokağa çıkmaya hazırlandığı sırada, Kemp'in odaya girmesi, teyzesinin elindeki kağıdı alıp okuduktan sonra yırtması ve bizim seyirci olarak kağıtta ne yazdığını bilemememiz. Kağıtta ne yazdığı önemli değilse, o tablonun ne gereği var? Bir de, öyle sanıyorum ki, budama işlemine hiç girişmemiş Levendoğlu. Girişmiş olsa oyun yirmi dakika kısalacak. Neden budamamış, elbette bilemem. Karışmak da hiç haddim değil. Ama, oyun bireylerini baştan aşağı gerçekçi kılan bir yönetim tarzını yeğleyen Ahmet Levendoğlu'nun, Kemp'in evden içeri nasıl girdiğine de bir açıklama getirmesi gerektiği kanısındayım. Hele ikinci kez eve gelişinde sekiz-on kez kapıya vurduktan sonra kendiliğinden odaya girmesi, çocukların ve polislerinse zili çalmaları...
pencereyi açıyor, yüzüne gün ışığı vururken, odanın içinde gece ışıklandırması sürüyor. Murat Işık, oyunun neredeyse tamamını, gecenin içinde geçirtiyor.
Sahne Düzeni, Işık ve Müzik Bunların dışında, Ahmet Levendoğlu, seyirciye düşünme nedeni vermeden, bütün olup bitenlerin zorunluymuşçasına görünmesini sağlayacak biçimde, hiçbir şeyi zorlamaksızın öyküyü ortaya getiriyor ve jesti, hareketi vurguyu birbirine karıştırmaksızın başarıyı yakalıyor. Temel öğe olan yalnızlığın, tek başmalığın altını sahneye koyarken pek güzel çiziyor. Yalnız bir varlık olan insanın paylaşmaya yönelirse yalnızlık kabuğunu kırabilecek bir noktaya gelebileceğini seyirciye sindire sindire anlatıyor. Zamanı yün kazak örgüsüyle vurgulaması da hayli ilginç bir buluş bence.
Hakan Dündar, sahne tasarımını yapar ve öğeleri seçerken, artistik sadeliği yeğlemiş. Kötü mü etmiş? Yooo! Sandık, saksı, yatak, sehpa, koltuk... Sade, yalın bir dekor. Ama o zaman Kemp'in, içinde: "... bunca eşya arasından..." sözcükleri geçen repliğini kaldırmak gerekmez mi? Sonra, pencerenin camlan neden koyu yeşile boyanmış? Zaman/lar içinde hiç mi gündüz olmadı? Murat Işık'ın ışık düzeni oyundaki duyguyu, düşünceyi, imajı, zaman mekân kavramlarını, atmosferi, derinliği seyirciye tam olarak ulaştırmaktan ne yazık ki uzak. Teyze
"Bugün, Yarın (Teyzem ve Ben)", sezonun ilgi çekecek oyunlarından. Mutlaka görülmeli.
pe cy a
Akbank Kültür Sanat Perdelerini Açıyor
Akbank Kültür Sanat Merkezi, üç tiyatrosu ile 2005-2006 sezonuna hazır. Akbank Sanat Prodüksiyon Tiyatrosu yeni oyunu "Ördek Muhabbetleri"ni; Yeni Kuşak Tiyatrosu, "Aşk Delisi"ni; Çocuk Tiyatrosu ise müzikli yeni oyunu "Masal Masal İçinde"yi sahneleyecek. Prodüksiyon Tiyatrosu Akbank Sanat Prodüksiyon Tiyatrosu, David Mamet'in "Ördek Muhabbetleri" isimli oyununu sahneye getiriyor bu sezon. Zeynep Avcı'nın dilimize kazandırdığı oyunu Işıl Kasapoğlu yönetiyor. Amerikalı ünlü oyun yazarı David Mamet'in tiyatro dünyasında sivrilmesinde ilk adım sayılan "Ördek Muhabbetleri" (Duck Variations) 1972 yılında yazıldı. Chicago doğumlu Mamet, bu oyunda bir parktaki kanepeye oturmuş sohbet eden iki adamın söyleşilerini ele almış. Orta yaşların üstündeki bu iki kişi, Emil ve George, ördeklerin alışkanlıklarından yola çıkarak geliştirdikleri sohbet ilerledikçe daldan dala atlarlar. Konu kendi yaşamlarına, başkalarının alışkanlıklarına, hayatın cilvelerine uzanırken parktaki yaban yaşamının insan yaşamıyla benzerlikleri yavaş yavaş belirginleşir. Sanki önemsiz konulardan söz edermiş gibi ilerleyen sohbet aslında yaşama dair önemli birçok konuyu ele alır. Sahne tasarımı Duygu Sağıroğlu'na, giysi tasarımı Canan Göknil'e, müziği Joel Simon'a, ışık tasannu Işıl Kasapoğlu'na ait oyunda Cüneyt Türel ve Köksal Engür oynuyor. Oyun, ilk kez 25 Kasım Cuma günü 20.00'da sahnelenecek. Oyunun bu ay içerisindeki ikinci gösterimi 26 Kasım Cumartesi 17.00 ve 20.00'da gerçekleştirilecek. Yeni Kuşak Tiyatro Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatrosu, geçtiğimiz yıl sahnelenen Sam Shepard'ın "Aşk Delisi" isimli oyununu bu yıl da sahneleyecek. Mehmet Ergen'in Türkçe'ye çevirip yönettiği oyunun, sahne ve giysi tasarımı Naz Erayda'ya, müzikleri Mor ve Ötesi'ne, ses tasarım Emre Ergen'e, ışık tasarımı Yakup Çartık'a ait. Oyunda; Serhat Tutumluer, Esra Bezen Bilgin, Cengiz Bozkurt ve Melih Düzenli rol alıyor. Oyun; 6 Kasım Pazar 15.30 ve 18.00'de, 13 Kasım Pazar 15.30 ve 18.00'de, 20 Kasım Pazar 15.30'da, 27 Kasım Pazar 15.30 ve 18.00'de sahneleniyor. Çocuk Tiyatrosu Akbank Sanat Çocuk Tiyatrosu, bu sezon yeni bir oyunla minik seyircilerini ağırlayacak. Işıl Kasapoğlu'nun yazıp yönettiği müzikli oyun "Masal Masal İçinde" 13 Kasım günü 11.00 'da sahnelenmeye başlıyor. Oyunun sahne ve giysi tasarımı Karina Cheres'a, müziği Joel Simon'a, ışık tasarımı Işıl Kasapoğlu'na ait. Oyunda Hayrettin Aslan, Özdemir Çiftçioğlu, Sibel Atlan, Suat Sungur, Asil Büyüközçelik oynuyor. "Masal Masal İçinde" bir masallar toplamı. Ders vermeyen, düş gücü gerektiren ve oyun sonrası da konuşulması gereken oyunda, bulut, rüzgar, güneş baş rolde. Oyun, küçükler için olduğu kadar büyük çocuklara da sesleniyor. Oyun; 13 Kasım Pazar, 20 Kasım Pazar ve 27 Kasım Pazar, saat 11.00'da izlenebilir. {Bilet fiyatları: Yeni Kuşak Tiyatro 510 YTL, Prodüksiyon Tiyatrosu 6-12 YTL, Çocuk Tiyatrosu 3-6 YTL. Akbank Kültür Sanat İletişim: 0212 252 35 00)
> KIRK YILDA BİR > Mustafa Demirkanlı > mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr
Eskişehir-Tiyatro-Siyaset Eskişehir'de tiyatro var: Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları. Ödenekli bir kurumdan çok "bir kumpanya". Yaş ortalaması otuz bile değil, yaptıkları, yarattıkları otuzu çoktan aştı. Bu sene beşinci yıllarını kutluyorlar. Başkan Yılmaz Büyükerşen yepyeni bir kent yaratmış Anadolu'nun ortasında. Eskişehir'deki tiyatro salonları İstanbulluları bile kıskandıracak boyutta. Altyapı mükemmel, oyuncuların tamamı aşkla bağlılar tiyatrolarına, Başkan Büyükerşen de gözü gibi bakıyor tiyatrosuna. Tüm bunar için üç yıl evvel "Tiyatro Ödülleri-2003"te "Teşekkür Plaketi"ni Yılmaz Büyükerşen'e takdim etmiştik, gururla. İki gün evvel de İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri'nden iki ödül gitti Eskişehir'e. En İyi Kadın Oyuncu: Özlem Akdoğan, En İyi Yönetmen: Yıldırım F. Urağ. Doğrusunu isterseniz Seçici Kurul'un birazcık kayırmış olabileceğini düşünüyordum açıkçası, yılların "Ocak"a kuş kondurmadılar ya diye geçirmiştim aklımdan. Geçen hafta izlediğimde nasıl da utandım. Gerçekten de kuş kondurmuşlar, ne güzel dökülüverdi gözlerimden gözyaşlarını. ***
a
Belki de tek nedeni "Ocak" değildi gözyaşlarımın! İçim acıya acıya gittim ve içim acıya acıya döndüm. Tatsız şeyler yaşanıyor Eskişehir'de. Yanlışlar çok fazla, duygularla hareket edilerek Eskişehir Tiyatrosu'nun sadece bugünü değil, yarını da karmaşıklığın içine atılıyor. Haber için gitmedim Eskişehir'e, duyduklarımı yerinde görmek, konuşmak, anlamak için gittim. Belki de bir dış göz olarak işe yararım diye gittim. Yaşananlarda karmaşık hiçbir şey yok. Kiminle konuşsam satır satır aynı şeyi anlattılar. O halde?
***
pe
cy
Başkan'ın kardeşini Fahri Sanat Danışmanı olarak atayıp, ardından da Repertuvar Kurul Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyesi yapması etik olarak yanlış olduğu gibi, yarın için çok ama çok kötü bir örnek teşkil edecek. Genel Sanat Yönetmeni Yıldırım F. Urağ'dan Başkan ve çalışanlar memnun değilmiş, olabilir, zaten Urağ Mart ayında istifasını sunmuş, ardından Sanat Danışmanı Yener Büyükerşen'e de üç kez istifa edebileceğini bildirmiş. Daha ne yapabilir ki? Ama nedenini kimse açıklayamadığı (Yener Büyükerşen de dahil) bir biçimde kurumdan ilişkisi kesilivermiş. İlişkinin kesiliş biçimine bu yazı kapsamında girmeyeceğim, bu yazı kapsamında olanı biteni de aktarmayacağım. Ama genç insanlara gerçekten yakışmayacak bir biçimde soruşturmalar açılması, sadece var olan ruhun kaybolmasına neden olur, bir daha da yakalanamaz.
Şunu anlamak, algılamak mümkün, Sayın Büyükerşen kendi yuvası gibi görüyor, çalışanları da kendi çocukları gibi, doğru, ama Başkan bugün var yarın yok. Bu yaşananlar yarına örnek teşkil edecek mahiyette ve yaratılanı bir anda yok edebilecek kadar önemli. İki gün boyunca herkese sakin olunması gerektiğini ifade etmeye çalıştım, kime ne kadar aktarabildim bilmiyorum. Ama görev, yeni Genel Sanat Yönetmeni Şükrü Türen'de. İ.B.B. Şehir Tiyatroları'ndaki Genel Sanat Yönetmenliği deneyimleri ve bunca yıllık oyunculuğunun, yaşanmışlığının kendine kattıklarıyla bu meseleyi en kısa sürede çözeceğine inanıyorum, inanmak zorundayım. Şükrü Türen de çözmek zorunda. O yapı bozulmamalı. Suçsuz ceza, o tiyatronun kapısının önünden bile geçmemeli, suç varsa mutlaka suça uygun ceza olmalı (son kertede), ama ilişki kültürü hemen terk edilmeli. Bu kadar mulayim ve de başarılı bir oyuncu grubu ile çalışmak kolay kolay kimseye nasip olmaz, bu kıymet gözden kaçırılmamalı, hovardaca harcanmamak. Yıllardır Şehir Tiyatrolan'nda, Devlet Tiyatroları'nda yaşananlar mutlaka ders olmalı, gözden kaçırılmamalı, gerekiyorsa tekrar tekrar bakılmalı, incelenmeli, sorulmalı ve mutlaka bilinmeli. *** Şuna eminim ki, işlerinin yoğunluğundan Tiyatro'ya tam olarak bakamayan Başkan, en kısa sürede Eskişehir'e yaraşır, Yılmaz Büyükerşen'e yaraşır çözümleri hemen hayata geçirir. Yine, trene biner, şen şakrar Eskişehir Tiyatrosu'nun ürettiklerini keyifle izleyeceğimizi bilmenin konforuyla yollara dökülürüz. Başkan, Tiyatronuz'un kazandığı İsmet Küntay Ödülleri için de şahsınızda tüm Eskeşiherlileri kutlarım©
Fotoğrafların
Dili
pe cy a
Casablanca
Tiyatro: Tiyatro Kedi Yöneten: Hakan Altıner Beste: Cenk Taşkan, Şarkı Sözleri: İpek Kadılar Altıner Giysi Tasarımı: Sadık Kızılağaç Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Müzik Direktörü: Önder Bali Koreografi: Kahraman Yasirov Oyuncular: Beste Tok, Cenk Tunalı, Onur Turan, Sitare Bilge, Barış Berker, Çağrı Şensoy, Abdül Süsler, Sertaç Ekici, Gülüm Morali.
Fotoğraflar: Erkan Cerit / İpek Kadılar Altıner
CASABLANCA PROVANOTLARI 10 Temmuz 2005 "Kamelyalı Kadın" ile "Salıncakta İki Kişi"nin turneleri bitti. Herkeste haklı bir rehavet ... İpek (Altıner), Cenk (Taşkan) ve Önder (Bali) ile yeni bir müzikal hayali kuruyoruz. "Kamelyalı Kadm"ın; 'hüzünlü' yapısıyla yakaladığı alkış moralinizi yükseltti, yeniliklere motive etti hepinizi... Ama şimdi farklı bir 'şey'ler yapmak lazım...
1 Ağustos 2005 Tiyatro Kedi'de sezon açılışı. Oyuncular, teknik ekip, yakın dostlar, turne sorumluları bir arada. Bronzlaşmış yüzlerde aynı merak 'Bu sezon ne yapıyoruz?'
pe cy
5 Ağustos 2005 İlk karar, "Üç Kuruşluk Opera"nın yeni ve dinamik bir yorumuydu. Ancak, telif haklan için Almanya'nın temposu, orkestra ile ilgili bitmek tükenmez talepleri, oyuncularda şimdiden beliren garip bir isteksizlik, çok sıcak bir ağustos sabahında; 'Daha sonra' kaygıyla rafa kaldırtıyor dosyayı.
a
25 Temmuz 2005 Tekrar tekrar toplantılar; bol çay, dolu küllükler, uçuşan tekstler... Atılgan (Gümüş) da katılıyor toplantılara. "Kamelyalı Kadın"ın gençleri Atılgan'ın 'Garsongs'u ile birleşince, çok genç / iyi şarkı söyleyen /iyi dans eden bir grup çıkıyor ortaya.
Aynı gün, öğleden sonra ise; İpek, Atılgan ve ben yeni rotayı belirtiyoruz, "Casablanca" ... İpek'le daha Akatlar'da, düşünü kurduğumuz, üzerinde 'nasıl olur' fırtınaları estirdiğimiz bir 'proje' bu. Şimdi ise, bu kadro ile tam zamanı, hemfikiriz... 9 Ağustos 2005 İpek, çılgınca bir süratle, orijinal oyunu ve senaryoyu çevirip, harmanlayıp, 'ilk tekst'i koyuyor önümüze. Derhal yoğun 'müzik tartışmaları' başlıyor.
12 Ağustos 2005 Herşey çok hızlanıyor birden, Önder Bali, Bodrum'da, haftada üç gün 'orada çalmak zorunda'... onsuz olmaz, ne yapılmalı? Dansları kime emanet edeceğiz? Rick'i Atılgan Gümüş oynayacak ama İlsa kim?
15 Ağustos 2005 Cenk ilk besteyi getirdi bile 'Açılış şarkısı 'İpek'in eline ulaştığı gecenin sabahında önümde sözler var, Yeni Dünya! 20 Ağustos 2005 Kadronun belkemiği oluştu artık. Atılgan yanında 'Kahraman Hoca' ile çıkageliyor. 65 yaşında, hocaların hocası bir koreograf, step yaparken ayaklarını göremiyoruz. Torunu yaşındaki kadro hem heyecanlanıyor hem de ürküyor
pe cy
a
29 Ağustos 2005 Okuma provaları bitmek üzere ama hâlâ 'İlsa' yok. Bu rol için hevesiyle bizi umutlandıran bir oyuncu rolü alır almaz, ahkam kesmeye başlıyor. Müzikalitesi konusunda endişelerimiz var. Karar bana kalıyor doğal olarak, el sıkışıp vedalaşıyoruz eski öğrencimle. 30 Ağustos 2005 Zafer Ergin'in doğum günü Bebek'de Boğaz'ın kucağında, rakı, balık, tiyatro keyfindeyiz. Dost masasının geç gelen konuğu 6-7 yıl öncesinin güçlü bir sesi, Sibel Bilgiç. Sohbet uzadıkca, onun içinde biriktirdiği 'müzikal hayali' ile bizim arayışımız çok kesişiyor. Ertesi gün tiyatroda bir 'audition' için sözleşiyoruz. 31 Ağustos 2005 Cenk Taşkan, Sibel'i dinleyip, piyanodan kalkarken referansını veriyor; bomba gibi şarkıcı! Eylül-Ekim Yol açıldı artık... Önder Bali beklenenden erken dönüyor Bodrum'dan. İpek'in şarkı sözleri, Cenk'in besteleri, Kahraman Hoca'nın dansları ve Atılgan'ın aktörlüğünün de ötesinde, herkesi, her anı, her olayı sahiplenmesi uçuruyor hepimizi... 'O şarkı harika, mutlaka koyalım', 'Perde finalini değiştiriyoruz', 'Barış'ın maketini gördünüz mü, harika', 'Yüksel, ışıklar için sabahlayacakmış yine', 'Mehmet Ulay' Almanya'dan Nazi üniforması getirtebiliyor' gibi binlerce fikir, öneri, heyecan, coşku. 24 Ekim 2005 Titreyen eller son ses temrinleri. Dışarıda müthiş bir seyirci kalabalığı, son öpücükler, son başarı dilekleri! Tam dokuzda açılıyor perde ve oyuncular tüm yürekleriyle söylüyorlar ilk şarkıyı..O CASABLANCA Hakan Altıner
CASABLANCA ,.
Haldun Dormen'den yeni bir müzikal
pe
cy a
Savaş ve Kadın
> Beki Haleva > bekihaleva@hotmail.com
istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları insanlık tarihi kadar eski, eski olmasına karşın tüm zamanlar için en güncel, insan denen varlığın asla vazgeçemediği, vazgeçememesine karşın en fazla çekinip korktuğu bir konuya, savaşa yer vermiş 2005-2006 oyun programında. Donanımsız ilkel topluluklardan, günümüzün ve hiç kuşkusuz yarının donanımlı "ilkel" toplumlarına gelene dek değişen pek bir şey yok, ne yazık ki! Yöntemleri, araçları değişse de, özünde savaş hep aynı savaş, kurbanlarıysa onun yaratıcıları insanlar, anlaşılması zor bir paradoks. Konu savaş olunca ve insanlığın bu illetten çektiklerini düşündükçe bildik şeyler de olsa savaşı bir iki cümleyle tanımlamadan söze başlamak zor. Matei Visniec'in yazdığı ve Zeynep Avcı'nın kusursuz bir çeviriyle dilimize kazandırdığı "Savaş ve Kadın" adından da anlaşılacağı gibi kadın bakış açısıyla ele alıyor erkeklerin yaratısı savaşı. Oyunun özgün adı "Du sexe de laf emme comme champ de bataille dans la guerre en Bosnie "nin, sözcüğü sözcüğüne çevirisi "Bosna savaşında muharebe alanı olarak kadın cinsel organı" bize içerikle ilgili daha fazla ipucu vermekte, ancak yeğlenen başlık bana göre iyi oturmuş, hem daha kapsayıcı, hem de kapalı ve şiirsel.
a
cy
pe
1977'den beri birçok oyuna imza atmış olan Matei Visniec ülkesinde yasaklanmış ve politik mülteci olarak Romanya'dan Fransa'ya sığınmış bir oyun yazan. Komünizm sonrasındaysa oyunları en çok oynanan yazarlardan biri olmuş Romanya'da, hatta adına festival bile düzenlenmiş. Şimdilerde Fransız vatandaşı olan ve genelde Fransızca yazan Visniec'in oyunları Fransa'da olduğu kadar uluslararası platformda da çok ilgi görmekte, kendisi aynı zamanda şair ve gazeteci. İlk olarak 2000 yılında oynanan bu oyunu yazar 1996'da kaleme almış, yani yıllar boyu etnik çarpışmalara sahne olan Yugoslavya'nın dağılma sürecinin hemen ardından. Yugoslavya coğrafyasında yaşananlar, farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda yaşananlardan hiç farklı olmadığına göre, neredeyse on yıllık bir gecikmeyle ülkemizde oynanması çok geç sayılmaz. Hatta çok kültürlü bir ülke olarak benzer tuzaklara her zaman düşme olasılığımız göz ardı edilmediğinde ve bir de oyun Irak Savaşı'na bir gönderme olarak düşünüldüğünde zamanlama açısından da iyi bir seçim bana göre.
Söze dayalı metinlerde en zor işlerden biri de oyuncuya düşer elbette. Özellikle böylesi yalın ve gerçekçi bir anlatıda gerçekliği yakalamak ve hiç uzaklaşmamak için oyuncunun rol yapmadan rol yapması gerekir. Her iki oyuncu bu zor uğraşın üstesinden büyük bir başarıyla gelmişler. Gerek Dorra rolünde Aslı İçözü, gerekse Kate rolünde Gülen Karaman, hiç aksamayan bir çizgide rol yapmadan bu trajediyi yaşıyorlar ve biz seyircilere yaşatıyorlar. Bu kusursuz oyunculuğa destek veren unsurlardan biri de yönetmenin metne eklemlediği Balkan erkeğinin ruhunu simgeleyen akordeon çalan figür. Hüseyin Tuncel'in Balkan şarkılarından derleyerek oluşturduğu başarılı müzik tasarımını Muzaffer Berişa canlı performansıyla sahneye taşıyor. Yönetmenin minimalist yaklaşımı sahne, giysi ve ışık tasarımında da kendini gösteriyor. Sahne ve giysi tasarımını yalın ancak çarpıcı bir boyutta gerçekleştiren Taciser Sevinç savaşın karşıtlıklarını, sargı bezlerini olduğu kadar kefen bezlerini de çağrıştıran geniş kumaş parçalarından oluşturduğu bir düzenekle yansıtmış sahneye. Murat İşçinin ışık tasarımı bu sahne tasarımını tamamlayan önemli bir unsur. Sevinç, giysi tasarımında da Dona'da bir Balkan kadınını, Kate'deyse Amerikalı bir bilim kadınını gerçekçi bir görüntüyle sahneye aktarıyor, özellikle de 2. perdede kullandığı kara giysi oyunun içeriğiyle bütünleşiyor.
pe
cy
a
Kadınların savaşlarda karşı karşıya kaldıkları şiddet üzerine kurgulanan oyun, savaş alanı olarak kadını, daha doğrusu erkek egemen bu dünyada, genelde kadını kendi tebaası gibi gören ve cinsel bir obje olarak değerlendiren erkek bakış açısıyla söylemek gerekirse, kadın bedenini merkeze alıyor. Erkek okuyucular alınmasın ama bu, ne yazık ki genelde erkek doğasında var olan bir şey bana göre. Yazar da zaten kendi de bir erkek olmasına karşın bu konuyu kapsamlı bir şekilde tartışıyor ve bu genetik arıza açmazıyla yüzleşiyor metninde. Metin, Balkan yöresine yerleştirdiği bu kadın ekseni etrafında, ABD'nin öteki ülkelerle olan çıkar ilişkilerini ve bunun bir uzantısı olarak emperyalist yaklaşımını sorguluyor. Oyun, yolları kesişen savaş mağduru iki kadının etrafında gelişiyor. Farklı coğrafyalara mensup iki kadın, dolayısıyla iki farklı dünya, ortak noktalarıysa savaş. Biri çok kültürlü bir ortamda birlikte yaşadığı, yıllarca komşu, kardeş bildiği insanların düşmana dönüşmesiyle şaşkın, hangi etnik gruba ait olduklarını bile bilmediği askerler tarafından tecavüze uğramış Bosnalı bir kadın. Karnında babası savaş olan bir bebek taşıyor. Öteki, toplu mezar açmaya gelmiş bir ekip içinde psikolojik yardım vermekle görevli Amerikalı bir psikolog. Ne var ki savaşlarda yaşananların tanığı olarak ağır bir psikolojik çöküntü içine giriyor ve geri planda bir yardım kuruluşunda çalışarak savaş yaralarını sarmaya çalışıyor. İkisi de Bosna'da yaşanan vahşetin kurbanları ve yaşam boyu silinmeyecek izler taşımaya mahkûmlar.
durumlarda kadın kimliğine ve bedenine yönelen şiddetle yüzleşmeye öncelik verdiğini vurgulayan Alkaya en ufak bir aşırılığı kabul etmeyen, ince ayar gerektiren bu zor oyunu büyük bir başarıyla kotarmış. Sözü öne çıkaran, minimalist yaklaşımıyla metne verdiği önemi sahneye taşıyarak, seyirciyi metne odaklıyor. Özellikle de iki kişilik ve söze dayanan oyunlarda seyircinin ilgisini tüm oyun boyunca aynı düzeyde tutmak hiç de kolay değildir. Prologda akordeon eşliğinde metne eklediği şarkıyla istediği atmosferi yakalayan yönetmen tüm oyun boyunca bu "lirik şiddet atmosferi"ni sürdürmeyi başarıyor. Sahne geçişlerinde uyguladığı, sanırım özellikle uzun tutulan karartmalarla giriş ve çıkışları, kendi deyişiyle "sahne başları ve sonlarındaki bütün o keskin çizgiler"i ortadan kaldırmayı amaçlamış.
Oyunun başında, yaşananlara bir vaka olarak yaklaşan, savaşı sorgulayan, savaşın oyuncuları olarak erkek cinsinin savaş yöntemlerini Freud'a dayanan bilimsel açıklamalarla çözümlemeye çalışan psikolog Kate (Gülen Karaman), oyun ilerledikçe geçmişini, ülkesini, günümüz Amerika'sını sorgulayan, kendi kendiyle bir hesaplaşmaya giren ve bu hesaplaşmanın ağırlığıyla da gitgide ezilen yaralı kadın Kate'e dönüşüyor. Dış dünyaya kendini kapamış, tek düşüncesi karnındaki savaş izini silmek olan Bosnalı Dorra'ysa (Aslı İçözü) oyunun başında sessiz bir acı abidesini çağrıştıran bir kadından, Kate'le sıcak bir ilişkiye, hatta birkaç kadeh içkiden sonra tüm halkları eleştiren Balkan erkeğini canlandıran bir oyuna bile girişen bir kadına dönüşüyor, gitgide çözülen bir yumak misali. En son noktada da her şeye rağmen, yaşamın yaşanmaya değer olduğunun mesajını vermeyi başarıyor. Oyunu yöneten Orhan Alkaya başarılı oyunlara imza atmış bir isim olmanın yanı sıra şair olarak da tanınıyor. Yalnızca savaşlarda, çatışmalarda değil, bütün zamanlarda ve
Sonuçta çok başarılı bir yapım çıkmış ortaya. İBŞT'yi son zamanlarda öne çıkan yapımlarından dolayı kutlamak gerek. Savaşsız bir dünya dileklerimle noktalamak istiyorum yazımı, her ne kadar gerçekleşemeyecek bir dilek olsa da!
pe cy
a
Enka'da Sanat Dolu Kış
Enka Kültür ve Sanat, kış programını açıkladı. 8 Kasım-27 Aralık 2005 tarihleri arasında Enka Oditoryum'da gerçekleştirilecek kış programı, tiyatro ve bale gösterimleri ile konserden oluşuyor. Saat 20.00'da başlayan etkinlikler için 19.00'da AKM'den servisler kaldırılıyor. Etkinlik bitiminde, Enka Kültür ve Sanat konuklarını yine AKM önüne bırakıyor. Etkinliklerin açılışı 8 Kasım 2005 Salı günü saat 20.00'da Timur Selçuk Konseri ile gerçekleşecek. Selçuk'un konseri "Babamın Şarkıları" ve "Benim Şarkılarım" isimli iki bölümden oluşuyor. 15 Kasım 2005 Salı günü saat 20.00'de Antalya Devlet Opera ve Balesi "Troy Game" ve "Entre Dos Aguas" adlı iki yeni yapıtla baleseverlerle buluşacak. "Troy Game" in müziği Bob Downes, koreografisi Roberth North imzasını taşıyor. Eseri sahneye koyan Julian Moss. Kostüm uygulamasını Sevtaç Demirer'in gerçekleştirdiği eserin repetitörü Sergei Teresenko ve Cenk Karayel. "Entre Dos Aguas"ın müziği Paco de Lucia, koreografisi Roberth North imzasını taşıyor. Eseri sahneye koyan Lale Balkan, koreografi Junko Hikasa ve Elif Poyrazoğlu'na ait. Dekor-kostüm Gürcan Kubilay, ışık Talip Şahin'e ait. Eserin repetitörleri Elif Poyrazoğlu ve Natalia Arabolidze. 22 Kasım 2005 Salı günü saat 20.00'de Burçin Büke Konseri izlenebilir. 29 Kasım 2005 Salı günü saat 20.00'de Tiyatro Stüdyosu "Bugün, Yarın (Teyzem ve Ben)" adlı yeni oyununu sahneleyecek. Oyunun yazarı Morris Panych , çeviri ise Füsun Günersel'e ait. Ahmet Levendoğlu'nun sahneye koyduğu oyunun sahne tasarımı Hakan Dündar'a, ışık tasarımı Murat Kılıç'a, müzikleri ise Selim Atakan'a ait. Oyunda Mehmet Ali Kaptanlar ve Serda Kondeler Aktuna başrolleri paylaşıyorlar. 6 Aralık 2005 Salı günü saat 20.00'de Tiyatro İstanbul "Tepetaklak" adlı yeni oyunlarıyla izleyiciyle buluşacak. Olivier Lejeune'un yazdığı oyunun Türkçesi Gencay Gürün'e ait. Gencay Gürün'ün sahneye koyduğu oyunun sahne tasarımı Nilgün Gürkan, ışık tasarımı Aytekin Saday imzasını taşıyor. Oyunda Metin Serezli, Nilgün Belgün, Volkan Severcan, Şebnem Özinal, Argun Kınal, Levent Ulukut ve Simge Selçuk rol alıyorlar. 13 Aralık 2005 Salı günü saat 20.00'de Akbank Sanat- Prodüksiyon Tiyatrosu "Ördek Muhabbetleri" adlı yeni oyunlarını sahneleyecek. David Mamet'ın yazdığı oyunun çevirisi Zeynep Avcı'ya ait. Işıl Kasapoğlu'nun sahneye koyduğu oyunun sahne tasarımı Duygu Sağıroğlu, giysi tasarımı Canan Göknil, müzikleri Joel Simon, ışık tasarımı ise Işıl Kasapoğlu imzasını taşıyor. Oyunda Cüneyt Türel ve Köksal Engür başrolleri paylaşıyor. 20 Aralık 2005 Salı günü saat 20.00'de genç topluluk Çıplak Ayaklar Kumpanyası "Kelimeler" adlı eserlerini sahneleyecek. 27 Aralık 2005 Salı günü saat 20.00'de Akbank Oda Orkestrası Konseri gerçekleşecek. Şef Cem Mansur yönetimindeki orkestranın konserinde solist Marian Gerass da (Pan Flüt) yer alacak. (Enka iletişim 0212 276 22 14)
Sistemin Çarkına Sıkışmış Bir
pe
cy
a
Dosya
> Ragıp Ertuğrul > ragipertugrul@tiyatrodergisi.com.tr
Hiç değişmeyecek... Asırlar geçecek, kurulup yayılacak, küçülüp yok olacak, güçlenecek semirecek, kimi zaman ezilip çürüyecek... Ama mekanizma hep işleyecek. Ne insan mekanizmasına benzer devlet mekanizması ne de robot. İnsan sadece küçük küçücük bir parçasıdır o dev mekanizmanın, tıpkı "Dosya" daki gibi. Tuncer Cücenoğlu'nun yazıp Erhan Yazıcıoğlu'nun rejisiyle sahnelenen "Dosya" İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın yeni sezon oyunlarından. Bir devlet kurumunda çalışan Tamer, bir gün eve elinde bir dosyayla gelir. Dosya, kurumda dönen dolaplarla ilgilidir. Tamer, karısı Nurgül ve kızları Yeşim'in küçük ama neşeli dünyalan bu dosya yüzünden nasıl bir hal alacaktır? Mütevazı yaşamları nasıl da fütursuzca sunulacaktır toplumun gözleri önüne? Akrabalık mı? Kardeşlik gelinin veya damadın gözüne batana kadar. Dostluk mu? Ucu dosta dokunana kadar. Bana dokunmayan yılanla da dost olurum. Eğer dokunuyorsa ve bir "ah" ediyorsa bana çaresizliğinden, kelebek olsa bile dost sayamam ben onu. Bir dosyadır alt tarafı bütün bunları sorgulatan oyun boyunca, ama dosyanın altında neler
yatmaktadır? 1999 yılında parmaklarımdan kağıda dökülen kelimeler nasıl da özetliyor aslında "Dosya"yı:
pe cy a
Dişlilerden biri zorluyor Yağsız mı kalmış yoksa... Çark dönmekte devam ediyor İnatla ve kaygısızca. Sen misin yağsız dişli Bu ne cüret, ne densizlik? Kalabilirken büsbüyük çarklar devredışı, Nedendir bilmez gibisin sanki. Uyacaksın ritme oysa, uyanacaksın geceye... Sabah kim sen kimsin? Sabah büyük çarklar içindir, Parlasınlar ışıldasınlar yeterince. Göze hoş gelsin de gönüle boş isterse. Sen misin yağsız dişli? Bir gevşeyen somuna bakar işin. Gevşeten kim ola, önemli değil artık. Ancak... Sen bize lazımsın. İçi dolu göbekli bir dişlisin. Yoktur sana benzeyen bir tane daha. Bil kadrini devam et dönmeye... döndermeye... Yağlanacaksın sen de zamanla Vıcık vıcık olana dek. Yağların damlayacak diğer dişlilere de Bulaşmamış bir kara kalmayana dek Sistemin çarkına... çarkına...
duruşları altına gizlemeyi başaran oyunculuklarıyla etkiliyor, aynı yoğun duyguları seyirciye rahatlıkla ulaştırmayı başarıyorlar. Mahperi Mertoğlu, yönetmenin bilinçli bir tercihiyle çizdiği karikatürize elti tiplemesiyle bir sübap noktası olmakla birlikte yoğun duygusal atmosferi negatif yönde etkiliyor. Yönetmen böylece biz izleyeni oyunun dışına iterek üçüncü göz olarak kalmamızı istiyor ve ailenin fertleriyle duygu bağı kurmamıza engel oluyor. Bu yaklaşım oyunun nasıl işlediğinin, çarkların ne zaman devreye girdiğinin farkında olmamızı sağlıyor. Çarkın bir parçası olan Tamer'in müdürü Hamdi rolünde Sezai Aydın'ın, çevremizde her an rastlayabileceğimiz o ikiyüzlülüğü, yalanı ve basiretsizliği vermeye sesi ve bakışları bile yetiyor.
Görevine bağlı, aydın aile babası Tamer rolünde Erhan Abir ile hem işine hem de ailesine yetişmeye çalışan, fedakar, cefakar anne ve eş Nurgül rolünde Tomris İncer, birbirine uyumlu, gösterişe kaçmayan ama ağır duyguları o mütevazi
Dekor tasarımında arka fonda yer alan düzenekler, telefon çaldığında dönmeye başlayan teyp bantlarını ve daha büyük resmi düşündüğümüzde dönen çarkları çağrıştırıyor. Ev dekorunun bir parçası olan sehpa ise işlevsellikten ve estetikten uzak bir görüntü oluşturuyor. Sehpa üzerinde yemek yeme sahnesi özellikle bir memur ailesini düşündüğümüzde eğreti kaçıyor. Kostüme gelecek olursak; Tomris İncer'in sahne değişimlerinde iş kıyafetinden ev kıyafetine geçişte sıkıntı yaşadığı gözden kaçmıyor. Oyunda yeralan her iki sekreter kızın da özentisiz kostümleri ilgiyi dağıtıyor. "Hem bu çarkın parçası olacaksın, hem de çarka karşı çıkacaksın." diyor amir memuruna. "Onur dediğin nedir ki? Paran varsa her zaman onurlusun" diyor arkadaş arkadaşa. Bütün bunlar dosyada yazılı. Size dosyanın kapağını açmak, manşetlerin(!) alt satır aralarını okumak kalıyor. Bir de arkanıza yaslanıp seyretmek tabii. Zaten hepimiz her yerde seyretmiyor muyuz benzer sahneleri demeyin. Ta ki seyirci kalmayıncaya dek! O
Bugüne Yol Açanlara Alçakgönüllü Saygı Duruşu:
pe
cy
a
Kantocu
> Üstün Akmen > ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr
Günümüzde "kanto" denilince akla, 19. yüzyılın ikinci yansında İstanbul tiyatrolarında ortaya çıkan, bir ya da birkaç şarkıcının söylediği eğlendirici şarkı gelmekte. Önceleri oyun başlamadan, kumpanyanın dansa ve müziğe yatkın kadın oyuncuları söylermiş kantoları. Sonra, dekor değiştirilirken izleyiciyi oyalamak için perde aralarına alınmış. Gel zaman git zaman derken, sahneye yalnızca "kanto" söylemek için çıkılır olmuş. Hatta, tuluat tiyatroları, oyunun uygun bir yerinde Peruz, Büyük Amelya, Virjin, Şamram, Avantiya, Küçük Eleni, Jerfin, Matilde gibi ünlü kantoculardan birini sahneye çıkarmak için birbirleriyle yarışır olmuşlar. HülyaAvşar'dan Aşkın Nur Yengi'ye, Oradan da Aybars'a 1954 yılında eğitimini tamamlayıp yurda dönüşü ile Muhsin Ertuğrul yönetimindeki Küçük Sahne'ye oyuncu olarak katılan, bir yıl sonra kendi tiyatrosunu kuran, bugüne kadar otuz ikisi müzikal tam yüz altmış bir oyunu sahneye taşıyan, yüz otuz oyunda da rol alan Türk Tiyatrosu'nun duayenlerinden Haldun Dormen'in, bundan yaklaşık beş yıl önce Hülya Avşar'ın başrolünde oynaması için bir oyun çalışması içinde olduğunu biliyordum. Bu oyunun adı "Kantocu"ydu, duymuştum. Adnan Ozyağcılar, Halit Ergenç gibi adlar da vardı kadroda. Oyunun yazımı tamamlandı,
ama nedendir bilinmez, olmadı, olamadı. Sonraları, aynı rolün Aşkın Nur Yengi'ye önerildiğini "istihbar" etmiştim. Yeterli sponsor desteği bulunamadığından, Aşkın Nur Yengi'li yapım da suya düştü. Ve nihayet, Haldun Dormen, yönetmenliğini yaptığı "Lüküs Hayat" müzikalinden sonra "Kantocu" adlı müzikalle, önce Maltepe Üniversitesi'nde, sonra Bursa turnesinde, yaz aylarında Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda ve şimdilerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sahnelerinde yıllar sonra izleyicisiyle buluştu. Oyunun Konusu Müzikalin birinci perdesi, 1923 yılında, saltanatın son günlerinde geçmekte. Verjin (Aslı Aybars), Bursa'da bir çadır tiyatrosunda büyük beğeni toplayan kantocudur. Günlerden bir gün, İstanbullu ünlü "komik-i şehir" Kenan Efendi'den (Mehmet Çerezcioğlu) öneri alır. İstanbul'a gitmekten korkmasına karşın, kabul eder öneriyi ve Direklerarası'nın renkli dünyasına dalar. Derken, kendini Ankaralı bir zahireci olarak tanıtan Cemil'le (Murat Coşkuner) tanışır. İki genç arasındaki ilişki, giderek alevlenmeye başlayacak, bir gece, sultanın askerleri Cemil'i ve yardımcısı Ekrem'i (Serdar Orçin) tutuklamak için tiyatroyu basacak, askerlerin elinden kıl payı kurtulan Cemil'in Mustafa Kemal'in adamı bir Kuvayi Milliyeci olduğu ortaya çıkacaktır. Verjin de, esasında Ermeni değil, Müslüman olduğunu ve sahneye çıkabilmek için bu sahte kimliğe büründüğünü itiraf eder. Bunu gizlice duyan ve tiyatroya katıldığı günden beri onu kıskanan Kenan Efendi'nin yıldızı ve sevgilisi Rula (Selma Kutluğ), hem Verjin hem Cemil hakkında karakola ihbarda bulunur.
Gelelim İşimizin Eleştirel Yanına Bir kere, "Kantocu" başlıklı oyunda neredeyse hiç kanto olmamasını yadırgadığımı söyleyerek işe başlamalıyım. "Kanto"ya eğlenceli bir gözle bakmayı yeğlemek, "Küçücüksün'le yetinmeyi, ünlü "kanto"lardan, hani ne bileyim "Yangın Var"ı, "Çoban Kantosu"nu, "Külhanbeyi Kantosu"nu sahneye taşımamayı gerektirmiyor ki! Öyle değil mi ama? "Kanto" bizim sanat tarihimizin renkli bir sayfası değil mi? Hem, dönem sanatının altın sayfası ve son derece ciddiye alınarak, bin bir meşakkatle, özveriyle yapılan bu sanatın, oyuncular tarafından karikatürize edilmesini neden engellemiyor? Sormadım, bilemiyorum.
pe cy
a
İkinci perde ise, Cumhuriyet'in ilânından birkaç ay sonrasına açılır. Verjin, yani esas adıyla Bihter, Müslüman olduğu ortaya çıkınca sahneden çekilmek zorunda kalmış, bir çete savaşında ölen Cemil'in yasını tutmaktadır. Bir gün, Kenan Efendi onu ziyarete gelir ve Mustafa Kemal'in Müslüman kadınlarının sahneye çıkmasına izin verdiğini söyleyip, yeni operetinde bir rol teklif eder. Cemil'in de bunun böyle olmasını istediğini düşünen Bihter, öneriyi kabul eder ve Direklerarası'nın renkli dünyasına yeniden katılır. Operetin açılış gecesinde Cemil çıkagelir. Bir yıl yaralanıp hastanede yattığını ve hafızasını kaybettiğini, kendine gelir gelmez de Bihter'e koştuğunu söyler. Müzikal, görkemli bir gösteri sahnesiyle sona erer.
Dormen, Ne Cinas Söylemiş, Ne Cinas Yutturmuş Haldun Dormen Usta, oyunu, seyircinin aynı zamanda 1923 yılındaki komik-i şehir Kenan Efendi'nin tiyatrosunun da seyircisiymiş gibi oyuna katılması şeklinde tasarlanmış ve bu haliyle, seyirciyi o dönemlere taşıyan oyunu, hikayesi eski olmasına karşın modern bir müzikal olarak sahneye koymuş. Bu arada, eski tiyatro anlayışına küçük eleştiriler de serpiştirmemiş değil hani! Eski melodramlara, ironi kokan yaklaşımını gene de fevkalade iyi dengelemiş. Soykırım yapıldığının iddia edildiği yıllarda, Ermeni sanatçıların İstanbul'da baş tacı edildiğini vurgulamak istemiş. "Kanto"yu yemden gündeme taşımayı amaçlamamış, "kanto"ya eğlenceli bir gözle bakmayı yeğlemiş. Geçmiş yıllan bugünlere yansıtıp, insanları o günlere götürmeyi denemiş. Eğlenceli bir gözle, o yılların tiyatrosuna "uzaktan bir bakış atfetmiş". "Cinas söylemekten", "cinas yutturmaktan" özellikle kaçınmış. Haldun Dormen'in oyun metnini, bugünün sanatçılarının yolunu açan insanlara bir anlamda saygı duruşu olarak yorumladığımı açık yüreklilikle söylemeliyim. Hemen oyun sonrası yazımı yazarken, tiyatroyu insanlara seyrettirmeyi amaçlamasını, daha doğrusu bu amacını sürdürmesini de asla, ama asla göz ardı etmiyorum. Ama bütün bunlar ve de kendisine yıllardan bu yana duyduğum engin sevgi, saygı eleştirme görevimi engellemiyor. Elbette doğal olarak...
Mizansen açısındansa, Aslı Aybars konuşurlarken, neden Murat Coşkuner'in ağzının taaa içine giriyor, anlayamadım. Rejinin çok çok önemli olduğunu, oyunun belkemiği olarak bellenmesi gerektiğini, sadece bir sahne trafiği unsuru olarak görülmemesi gerektiğini elbette çok iyi bilen Dormen,
yaratıcılığı bu kere neden önemsememiş, onu da anlayamadım. Bir oyuncu sağdan çıkış yaparken, diğer oyuncunun soldan elini kolunu sallayarak giriş yapmasını; güldürü öğesinin, fiziksel hareketlerden ve mizahtan çıkarılmasını, güldürünün kulak ve zihinden çok göze ve duyumlara seslenmesini ülkemizde ilk olarak, en başarılı biçimde, sahasında hâlâ tek kalmasını bilerek en üstün biçimde, en seviyeli ortamda onlarca kez sahnelemiş olan ustanın atlamasına anlam veremedim. Cemil ile Ekrem'in kadın giysileri içinde kaçış tablosunu neden işlememiş, bilemedim. Oyun içinde hem abartılı hem de başarısız lehçe yapan Rula'nın (Selma Kutluğ), şarkı söylerken lehçe yapmamasına nasıl izin verdiğini de kavrayamadım. Günseli'nin Müzikleri, Laytmotife Dönüşebilir Nitelikte Müzikleri besteleyen Serpil Günseli'nin, laytmotife dönüşebilen, müzikal bir motifle yayılan atmosfer yaratımı gerçekten iyi. Bu atmosferin kimi kez tam bir akustik dekora dönüştüğünü de söyleyebilirim. Müzik Direktörü Selim Atakan'ın, "kanto"nun olmazsa olmaz enstrümanları sayılan viyolonsel ve trompeti neden kullanmadığını, ne yalan söyleyeyim merak ettim. Hani bas gitar, gitar, flüt, klavye bana oyun içinde biraz ters geldi de... Dediğim gibi, sadece merak ettim. Merakım dışında, adına yakışır bir iş kotarmış Atakan. Hakan Elbir yönetimindeki orkestraya, parçaya hem de üç kez, daha oyuncu repliğini bitirmeden girmelerinin dışında lâf yok.
Emrah Özertem'e, sesin, uzmanlarca oyuncunun düşüncelerini seyirciye aktarabilmesi için önemli bir araç olarak tanımlandığı, ancak sözün hareketlerle anlatılan bir olayın doruk noktası olarak gösterildiğini, dolayısıyla, sözün hareketlerin sonunda yer alması gerektiğini anımsatmak istiyorum. Mehmet Çerezcioğlu'nun, ikinci perdede biraz abartılı, ama iyi bir oyun vermekte olduğunu söylerken, Selen Üçer'in iyi bir şarkı sesi olduğunun altını çiziyorum. "Detone" olmadan ve rahat söylüyor. Bu, sesinin titreşimlerini duyumsayabildiğinin açık kanıtı. Selma Kutluğ'a Stanislavski'nin unutulmaz yorumunu anımsatacağım. Ne demiş Stanislavski? "Sözcüklerin ruhuna inen iyi bir oyuncu, kendisiyle birlikte hem kendi ruhuna, hem de yapıtın gizli yerlerine götürür seyirciyi". Kutluğ'un Stanislavski'yi ciddiye almasını dilerken, Çağrı Hün için de, sahne üzerinde amaçsız hiçbir duruşa yer olmadığını bir an önce öğrenmeli diyeceğim. Murat Coşkuner ise, duygularını denetim altına almayı biliyor. Onun, sözcüklerin yaşam yüklü içeriğine, sesinin canlı melodisini de yakın gelecekte işleyebileceğine inanıyorum.
a
Barış Dinçel'in dekorunaysa "Yıldızların Altında"mn küçültülmüşü diyebilirim. Yanılıyor muyum? Bir de, Samatya'daki mütevazı evde, duvardaki vitrinin içinde sıra sıra kocaman ciltli kitapların ne işi vardı, çözemedim.
izliyorum. Haldun Hoca'ya bu genç yeteneği tanımamıza olanak sağladığı için hemen şuracıkta teşekkür borçluyum. Gene de, Mert Turak'a, temelde sesin doğru kullanılmasıyla ilgili olarak bazı ortak davranışları kapsayan, ancak amaç ve düzeylerine göre farklılık gösteren eğitimleri, ne olursa olsun edinmesini salık vereceğim. Ola ki, günün birinde yeniden bir müzikalde oynar. Aslı Aybars'ı 1999-2000 sezonunda Steve Martin'den bir yirminci yüzyıl parodisi olan "Şerefe 20. Yüzyıl" oyununda, bir de "Oscar" adlı yapıtta Tiyatrokare'de izlediğimi anımsıyorum. "Verjin rolünde de yeteneğini kanıtlıyor," demek kolay. Derim de... Ama Verjin'i keşke daha yaratıcı biçimde ele alsaymış. Örneğin keşke, düş tablosunu daha bir çalışıp, Bihter'in yaratıcı irade ve hayal gücüne giden yolu daha net gösterebilseymiş.
pe
cy
Kostümlerin Dekoltesi Eksik Okuduklarımdan, duyduklarımdan, izlediğim belgesel nitelikli yapımlardan, "kanto" sözlerinin ve kantocuların hareketlerinin belirli ölçüde erotizm içerdiğini biliyordum. O dönemde, göz alıcı ve dekolte giysilerle izleyici karşısına çıkarmış kantocular. Öyle bellemişim, yeniden araştırdım, bellediğim doğru çıktı. Nihal Kaplangı'nın kostümleri kimi bölümlerde iyi, kimi bölümlerdeyse "eh" kıvamındaydı. Final bölümünde kullandığı, dekorla da pek güzel "imtizaç" etmiş mor renkli kostümler göz kamaştırıcı nitelikteydi ve gerçekten bir zevk örneğiydi. Gene de, Verjin'in, Mari'nin (Selen Üçer), Rula'nın, Satenik'in (Çağrı Hün) kostümlerinin daha bir dekolte olmasını gerçeğe yaklaşım açısından gözüm istedi, arandı.
Borak'ın Koreografisi, Özdemir'in Işığı Selçuk Borak'ın koreografisi, ne yalan söyleyeyim pek klâsik geldi bana. Denilebilir ki, elindeki malzeme baletik bir teknikle yetişmemiş, başka ne yapabilirdi? Doğru. Dansta, vücutla teknik donanım bir armoni içinde olmalı. Oysa, bu donanım mevcut malzemede pek yok. Vücut ve teknik, dansçının kelime dağarcığı değil mi? Dansçı, armoni içinde sözcüklerinin sayısını artırırken, koreografi dansçıya ancak nasıl tümceler kurabileceği konusunda yol göstermez mi? Selçuk Borak: "İşte, sadece o zaman, tümceyi tek başına "dansçı" kurabilir," diyebilir, yanıt veremeyebilirim. Ya da bir başka yazımda, tümcesiz dansların dilinden söz ederim. Cengiz Özdemir'in ışık tasarımı sahne tonlamasını ve atmosferi sağlamış. Hidayet Öztürk'ün efekti ise ne yazık ki dikkatimden kaçmış. Bir iki alkış efekti kalmış kulağımda, hepsi bu. Zeynep Talu'nun şarkı sözlerine ne yazık ki değinemeyeceğim. Nedeni basit. Sözlerin büyük bölümünü anlayamadım. Anlamamam önemli değil de, müzikallerde gelenekselleşmiş ve bir anlamda koşul haline gelmiş şarkı sözlerinin seyirciye program kitapçığı içinde dağıtılması görevinin, tiyatro yönetimi tarafından savsaklanışna akıl erdiremedim. Burada Serpil Günseli'nin adını bir kez daha anmalıyım, şarkılarda hiç prosodi bozukluğu yakalamadım. ... Veee Oyuncular Oyunculardan Çığırtkan'ı oynayan Mert Turak'ı ilk kez
Minnoş'ta Müge Çiçek, Kızlarda Özgür Kaymak Tanık ve Pınar Aygün, Jön'de Ersin Umulu, Serdar Orçin Haldun Dormen ne söylenmişse yapmışlar. İyi de etmişler. Yılların oyuncusu Bilge Zobu'yu, Saltuk Kaplangı'yı, Uğur Kıvılcım'ı kısa rollerinde bir kez daha alkışlamak seyirciyi olamazcasına mutlu etmekte. Hasan, Rasih ve Kadın tiplemelerini Dormen iyi düşünmüş. Teyze'de Vildan Türkbaş neyse ne de, Subaylarda Zeki Yıldırım ve Sekvan Serinkaya olamazcasına kötü. Ama rahatsızlık verecek kadar kötü...
Bursa DT İki Yeni Oyunla Perdelerini Açtı
pe cy
a
Nafile Dünya, Haydi Karına Koş
> Nagihan Günpınar > nagihangnpnar@yahoo.com
Bursa Devlet Tiyatrosu 2005-2006 tiyatro sezonunu Oktay Arayıcı'nın yazıp Erdal Gülver'in yönettiği "Nafile Dünya" isimli oyunla açtı. Açık adıyla "Seferi Ramazan Bey'in Nafile Dünyası" isimli oyun, Oktay Arayıcı'nın tiyatroda ulusallaşma yolunda gelenekselle çağdaşı sentezleme çabalarından biri olarak tanımlanıyor. Bergson'un deyişiyle 'katılık' derecesinde kendi ilkelerine bağlı, değişimin farkında olmayan Başkomiser Ramazan'ın yeni değerlere karşı Donkişot'ça savaşımını ve bu savaşımın içinde yitip gitmesini anlatan ironik ve yergisel bir güldürü. Yeni ama yoz değerlerle, geçmişin değerleri arasında sıkışıp kalmış ve bu durumun farkına varamamış Ramazan'ın serüveni, halk tiyatrosu geleneğimizin deyiş özellikleriyle kaynaştırılarak sergilenir "Nafile Dünya"da. Arayıcı da oyununa bu yüzden 'seyirlik komedya' der." (*) Bora Özkula, Serdar Seçkin, Belgin Bilgin Gümüşkaya, Demet Oran, Celal Bıyıklı, Ceyhan Gölçek, Kazım Güçlü, Emrah Burak Gürbüz, Cenk Turan, Barış Özkan, Zafer Altun ve Elyasa Evkaya'nın rol aldığı oyunun sahne tasannu Ethem Özbora'ya; Giysi Tasarımı Malike Altan'a, ışığı Rahmi Özan'a, müziği Yalçın Tura'ya, koreografisi Meltem Yorulmaz'a ait. Oyunun Müzik Direktörlüğünü ise Göknur Kara yapıyor. Sezon sonuna kadar sahnelenecek olan "Nafile Dünya", yoğun bir turne programıyla da Anadolu'nun çeşitli kentlerinde perde diyecek. Ray Cooney'in yazdığı" Haydi Karına Koş ", Bursa Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenmeye başlanan diğer bir yeni oyun. Oyun, ilk kez 25 Ekim 2005 tarihinde Ahmet Vefik Paşa Sahnesi'nde izleyici ile buluştu. "Haydi Karına Koş", bir taksi şoförünün, şanssız bir kaza sonucu başına gelenleri ve kazanın sonucunda oyunun karakterleri arasındaki 'yalan' yumağının içinde yer alan ilişkileri anlatıyor. Yönetmen Ahmet Somers, oyunu Ray Cooney'in gizli matematiğini duyumsayarak yönettiğini söylüyor. Emir Çiçek, John Smith rolünde sakin görünerek, panik halini seyirciye aktarması ile başarılı bir oyunculuk örneği gösteriyor. Rüyam Dirin, Mary Smith karakterinde, Mary'nin anaç tarafını göstererek "sahiplenme" duygusunu yaşatıyor. Barbara Smith rolündeki Serap Ulusoy ise aşık olmanın pervasızlığını aktarıyor sahneden. Cooney'in oyununu Orhan Azizoğlu Türkçe'ye çevirmiş. Oyunun sahne tasarımı Ethem Özbora'ya, giysi tasarımı Özge Şenol'a, ışık tasarımı Rahmi Özan'a ait. Oyunda: Rüyam Dirin, Serap Ulusoy, Yasemin Bakış, Emir Çiçek, Levent Uzunbilek, Yener Sezgin, Z. Sinan Demir, Levent Aras, Okan Patırer, Hayati Özen rol alıyor. (*)- Doç. Dr. Nurhan TEKEREK
İstanbul Şehir Tiyatrosu Avrupa Yolunda
pe cy
a
Avrupa Tiyatrolarıyla İşbirliği
> Ebru Seyhan > ebruseyhan@tiyatrodergisi.com.tr
Geçtiğimiz Eylül ayında, İsveç'te İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Mazlum Kiper'in de katıldığı bir toplantı gerçekleştirildi. Kiper'in yanısıra Theater An Der Ruhr adına Roberto Ciulli, Londra Arcola Theatre adına Mehmet Ergen, Danimarka Betty Nansen Teatret adına Henrik Hartmann, Norveç Devlet Tiyatrosu adına Ellen Horn ve İsveç Devlet Tiyatrosu adına Birgitta Englin'nin katıldığı toplantıda, "tiyatronun toplumdaki değişim ve karşılıklı diyaloglar için toplantı yeri olması" gerektiği görüşü dile getirildi. Toplantıya katılan tiyatrolar, ortak işler yapmak üzere somut kararlar da aldılar. Ve toplantının sonuç bildirgesi, katılımcıların ortak imzasıyla bir manifestoya dönüştü. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Mazlum Kiper ile bu önemli toplantıyı konuştuk. İsveç'te gerçekleştirilen toplantının önemi neydi? Sanırım Haziran 2005'de de başka bir toplantı için İsveçte'ydiniz? Haziran 2005'de İsveç Devlet Tiyatrosu'nun davetlisi olarak İsveç'e gittik. Yoğun bir toplantı süreci yaşadık. Bu toplantının amacı, hem oradaki sistemi, nasıl çalıştıklarını görmekti hem
Türk tiyatrosu hakkında ne düşünüyorlar? Bizim hakkımızda çok şey biliyorlar tabii tiyatrocu oldukları için. Ortaoyununu, geleneksel tiyatroyu biliyorlar. Bizi iyi tanıyabilirlerse bunlardan esinlenerek başka şeyler yapabilirler ki bu çok önemli. Biz biraz kendi değerlerimize sırt çeviren bir toplumuz. Varolan şeyleri görmezden geliyoruz. Tamam onları olduğu gibi kullanalım demiyorum ama onları bir kenara atmadan, yeni birtakım şeyler ekleyerek yeni yerlere gidebiliriz. Sadece Batı'dan alarak değil, bize ait olanı da kullanarak. Şehir Tiyatroları'nın yeni sezona ilişkin basın toplantısında, tiyatronuzun uluslararası ilişkilerinden sözettikten sonra Şehir Tiyatroları'nı bir marka haline getirmek istediğinizi söylediniz. 'Marka'dan kastınız neydi? İstanbul Şehir Tiyatrosu'nu bir marka yapmak istiyorum dedim. Şehir Tiyatrosu Türkiye'de tabii ki bir marka ama yurtdışında gittiğiniz yerler var. Buralarda iyi tanıtılması anlatılması lazım. Marka derken bunu kastediyorum, bir malın en iyi şekilde pazarlanması anlamında bir marka. 92 yıldır bunu yapıyor Şehir Tiyatrosu. Türkiye'de bir pazarlamaya ihtiyacınız yok. Avrupa'ya turnelere gidiyoruz. Oradaki dört milyon insanımızın gurur kaynağı bu tiyatro. Türkiye'de üretilen markalan gördükleri zaman hissettikleri şeyi bu tiyatroyu gördüklerinde de hissedecekler. Bütün bunları yaparken, şunu düşünüyorum, benim varlığım, bugüne kadar yaptığım her şeyi bu tiyatroya borçluyum. Bu tiyatro olmasaydı ben de olmazdım. Ben önemsiyorum bu tiyatroyu. Burada bir gelenek var bir yenilikçilik akımı var, her şey var. Yeter ki biz buna sahip çıkalım neyi nasıl daha iyi yapabilirize karar verip ileriye doğru götürelim©
pe cy
Bu toplantıda; biz tiyatrocular ne yapabiliriz de tiyatro aracılığıyla insanlar arasındaki önyargıları ortadan kaldırabilir, hoşgörüyü daha geliştirebilirizi konuştuk. Avrupa'da dört milyon insanımız yaşıyor. Bu da tabii bir sorumluluk getiriyor o ülkedeki tiyatrolara. Sadece ülkenizdeki yerli halka yönelik tiyatro mu yapacaksınız yoksa orada çalışan, vergisini ödeyen, ama başka bir kültürden gelen, tiyatroyla ilgilenen, kendilerine ait tiyatroları olabilen insanlara yönelecek misiniz? Bu ülkelerin tiyatrolarıyla ortak projeler yapma kararı alındı. Yunanistan Devlet Tiyatrosu'nu ve balkanlardaki diğer tiyatroları da bu işe dahil etmek istiyoruz. Önümüzdeki şubat ayında töre cinayetleri ile ilgili bizim yazdırdığımız bir oyunu yine İsveç Devlet Tiyatrosu'nun da yardımıyla hazırlayacağız. Bu ilk adım. Bizden müzikaller isteniyor, gelecek ramazanda
sergilemek üzere ortaoyunu istiyorlar. Bir Avrupa turnesi şeklinde yapılacak. Haziran ayında İpek Festivali'ne katılacağız ve tüm masraflarımız tiyatro An Der Ruhr tarafından karşılanacak.
a
de iki ülke tiyatrosu arasında nasıl bir işbirliğine gidilebiliri öğrenmekti. Çok fazla ortak noktamız vardı. İsveç Devlet Tiyatrosu, devlet ödeneği ile çalışan bir tiyatro, fakat çok az bir teknik ve sanatçı kadrosuna sahipler, proje bazında dışarıdan rejisörlerle, teknik elemanlarla, sanatçılarla çalışabiliyorlar. Türkiye Avrupa Birliği'ne girme yolunda bir ülke. Sınır tanımayan tiyatro sanatı buna nasıl katkıda bulunabilir diye düşündük. Çok verimli bir toplantı oldu. İsveç Enstitüsü'nden geldiler. Enstitü, İsveç'in yurtdışındaki faaliyetlerini destekleyen bir kurum. Biliyorsunuz Enstitü ile birlikte bu yıl bir proje gerçekleştirdik. İsveçli sanatçılar buraya gelerek A. Strindberg'in "Baba" isimli oyununu sergiledi. Enstitü sanatçıların maaşlarını verdi. Biz sadece buradaki konaklama masraflarını karşıladık. Eylül ayında ise ben ve İsveç Devlet Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Birgitta Englin ile dedik ki; bu çalışmamıza daha farklı tiyatroları da katarsak geleceğin Avrupa Birliği Şehir Tiyatrolarını oluşturabiliriz. Bu anlamda Theater An Der Ruhr'dan Roberto Ciulli, Londra Arcola Theatre'dan Mehmet Ergen, Danimarka Betty Nansen Teatret'dan Henrik Hartmann, Norveç Devlet Tiyatrosu'ndan Ellen Horn ile bir araya geldik. Görüş birliğine vardığımız noktalarda bir manifesto oluşturduk.
Sınırsız Bir Tiyatro İçin Manifesto
Tiyatrolar olarak biz, tiyatronun toplumdaki değişim ve karşılıklı diyaloglar için toplantı yeri olması görüşünde birleşiyoruz. Tiyatro, her çağda ve her yerde seyircisi ile buluştuğunda tüm değer yargılarının kırıldığı bir arena olmuştur. Sahne sanatı ile bütün kapalı kapılar açılabilir, tarihin ve şimdiki çağın ön yargıları, bilgisizliği ve stereotipleri sorgulanabilir. Tiyatro salonları, günümüzün kültür etkileşimlerinin olduğu Avrupa'sında ve AB projesinin geleceğindeki yaşam karmaşasında, insanların yaşam koşullarını anlayışla karşılayabilmeleri için karşılıklı görüşmelerin yaratıldığı mükemmel bir yerdir. Değişik kültürler ve kültür, bilinen ve bilinmeyenler arasındaki sentezler vasıtasıyla gelişir. Anlaşmazlık ve dışlamalar yerine uzlaşma ve işbirliği ruhu ile ilişkiler yaratan bir şebeke ağı içinde çalışmak istiyoruz. Hem bu ağın oluşumunu sağlayan sahne sanatları kurumları arasında hem de her ülkedeki tiyatro ve seyircisi arasında kurulacak diyalog ve yapılacak toplantıların Avrupa tiyatrosunun kapsamı içinde bulunan ve bütün bir sahnesel ifadelerin çeşitliliğinin ve bütün bu zenginliğin doğduğu yerin Akdeniz ile Asya arasındaki bir sınır ülkesi olduğunu ortaya çıkaracağına inanıyoruz. Bu sınır ülkesinin bulunduğu yer bugünkü Türkiye'dir. Tüm Avrupa sakinlerine sınırsız bir tiyatro sunabilmek için tiyatrolarımız arasında böyle bir işbirliğinin temellerini atıyoruz. • Biz, herkesin hazır bulunduğu, katıldığı ve etkin olduğu bir gelecek için ortak sorumlulukların alındığını varsaydığımız bir toplum için çalışmak istiyoruz. • İnsanların düşünce ve davranışları ile bugünden kaçıp geleceğe gidebilmeleri için yeni vizyonlara, bakış açılarına, karmaşık özdeşleme sürecine ihtiyaçları vardır. Tiyatrolar olarak biz, böyle bir ortamı yaratacağımıza inanıyoruz. • Kendi ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını alan ve bunun sorumluluğunu taşıyan bireylerin bulunduğu, ekonomik sosyal ve ekolojik kalıcı bir gelişimi sağlayabilmek için gerekli olan empati ve anlayışı, kişisel ve ortak tarihimizi birbirimizle paylaşarak sağlayacağımıza inanıyoruz. • Biz, bizim analizimizi ve eylemimizi normların v kutuplaşmaların dışına taşıyan bir görüşmeyi başlatacağımıza inanıyoruz. Bizi sorumluluk almaktan alıkoyan ve engelleyen, öğüt veren dar görüşlü toplum politikasından uzaklaşıyoruz. Şu andaki sosyal ve mental düzeyin ortaya çıkardığı problemleri çözebilmek için yaratıcı gelişmeleri başlatacağımıza inanıyoruz. • Avrupa tiyatroları olarak biz, bugün anlattığımız tarih ile ileride bizi anlatacak olan tarihin sorumluluğunu şimdiden almak istiyoruz. Soyutlanmak ve dışarıda bırakmanın ihtiyacımız olan çözümü ve bilgiyi bize vereceğine inanmıyoruz. Bu nedenle de bizden sonra bilineni ve bilinmeyeni, genci ve yaşlısıyla ve tüm diğer dünya ülkeleriyle dünyanın bütün çocuklarına bir gelecek yaratmak için gerçekten çabalayan bir toplum ve insanlar hakkında bir tarih bırakmak istiyoruz. İstanbul Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Theater An Der Ruhr, Londra Arcola Theatre, Danimarka Betty Nansen Teatret, Norveç Devlet Tiyatrosu ve İsveç Devlet Tiyatrosu'nun imzaladığı manifesto.
10. Bursa Çocuk Ve Gençlik Tiyatroları Festivali'nin Ardından
pe cy a
Bursa Çocuklar İçin Şenlendi
> Nihal Kuyumcu
Dünyada ilk kez çocuklarına bayram armağan eden bir ülkenin insanı olmakla sık sık övünürüz. Oysa çocuklarla ilgili yapılanlara baktığımızda çok da iç açıcı bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Çok temel bir konu olan eğitim alanında büyük sorunlarımız var. Hâlâ kız çocuklarının okutulması için mücadele vermek gerekiyor. Hâlâ ülke genelinde eğitimde fırsat eşitliğinden söz edemiyoruz. Sokakta yaşayan çocuklar gibi her geçen gün büyüyen, ama görmezden gelinen bir grubun varlığı söz konusu. Çocuk sineması, çocuk tiyatrosu, çocuk edebiyatı gibi alanlarda büyük boşluklar var. Bu karamsar tabloyu ekonomik nedenlere bağlamak mümkün, ancak, çocuğa bakış biçimimizdeki yanlışlar da bu tablonun değişmesini geciktirmektedir. Örneğin bir atasözümüz "ağlamayan çocuğa meme yok" der. Beslenme gibi yaşamsal bir eylemi dahi yerine getirmek için bebeğin ağlaması gerektiğini anlatan bu atasözü aslında toplumumuzun çocuğa bakış biçimini de özetlemektedir. Öte yandan çok az da olsa bir şeylerin değişmesi için gayret edildiğini görmek, büyük özveriyle verilen bazı çabalara tanık olmak bu karamsar tablonun değişebileceği ümidini veriyor. Örneğin Bursa Kültür, Sanat ve Turizm Vakfı yaptığı
birçok sanatsal etkinliğin yanı sıra çocuklar için bir uluslararası çocuk tiyatrosu festivali düzenliyor. Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği (ASSİTEJ) Türkiye merkezinin işbirliği ile hazırlanan ve 1-7 ekim tarihleri arasında 10. su gerçekleşen festivale bu yıl 3'ü yerli olmak üzere toplam 12 tiyatro topluluğu ve çocuk tiyatrosunun çeşitli alanlarında çalışan çok sayıda yerli ve yabancı gözlemci katıldı. Bu festivalin en önemli özelliklerinden biri akşam toplantılarında gündüz oynanan oyunlar üzerine tartışma açılması ve oyunların değerlendirilmesi. Tiyatro sanatı seyirci, tiyatro topluluğu (yönetmeninden, ışıkçısı, oyuncusuna kadar tüm topluluğu içine alan) ve eleştirmenden oluşan üçlü bir sac ayağı üstüne durmaktadır. Bunlardan birinin olmaması yada zayıf olması tiyatro sanatının ayakta durmasını güçleştirir. Bu noktadan baktığımızda Bursa festivalinde düzenlenen eleştiri toplantılarının çocuk tiyatromuz açısından ne kadar önemli olduğu ve çocuk tiyatrosu yapan gruplar için ne büyük bir fırsat olduğu bir kez daha anlaşılacaktır.
Son yıllarda çocuk tiyatrosu alanında karşımıza çıkan beden dilinin öne çıktığı dans tiyatrosu oyunculuğu , Sirk Tiyatrosu oyunculuğu, daha zorlayıcı bir performans gerektiren oyunculuk tarzları hakkıyla yapıldığında çocukların olduğu kadar büyüklerin de ilgisini çekmekte. İsviçreli grubun sunduğu "Kelebek", Fransa'nın sunduğu "Kumaş" ilginç diyebileceğimiz örneklerdendi. Bursa Kültür Sanat ve Turizm vakfı oyuncularının sergilediği "Kardeşimin Rengi"köy seyirlik geleneğinden yola çıkarak farklı tekniklerin kullanıldığı, 50 dakikalık oyun boyunca oyuncuların bir an bile durmadığı ilginç bir sokak tiyatrosu örneği idi. Yaş grubu olarak 5 ile 99 arası olarak belirtilen oyunu gerçekten yoldan geçen herkes büyük bir keyifle izledi.
cy a
Ne var ki bu yıl yapılan değerlendirme toplantıları önceki yıllara göre son derece sönük, tartışmasız, heyecansız hatta çoğu kez sessiz geçti. Önceki yıllarda kılı kırk yaran, inceden inceye her sahnenin üzerinde duran katılımcılar bu yıl orada olmalarına karşın yoklardı. Bunun nedeni bezginlik, bir küskünlük ya da gelenleri küstürme korkusu olabilir mi? Zira önceki yıllarda yapılan toplantılardan sonra festival komitesi Türkiye'den davet edeceği grup bulmakta güçlük çektiğini dile getirmişti. Bunun nedenlerinden biri eleştiriyi dinleme, kabullenme biçimi bir diğeri ise eleştiri yapmayı bilmememizden kaynaklanıyordu.
olarak alınabilir. Balık olup yüzmek, kuş olup uçmak isteyen meraklı küçük kız gittiği her yolculukta yalnızlıktan sıkılan deniz büyücüsü, gök büyücüsü ile karşılaşmış ve onlar tarafından alıkonulmak istenmiş. Büyüyle ve gökyüzündeki kuşların yardımıyla evine geri dönen küçük kız, bir daha böyle bir yolculuğu göze alabilir mi? Öte yandan oyuncunun sesinin tınısı çocukları etkileyen, onların keyifle izlemesinde en önemli etkenlerden biriydi. Bir diğer grup Pembe Kurbağa Tiyatrosunun anlattığı, çocukların evine gidip masal dinlemek, sobanın başında kestane yemek isteyen kardan adamın başına gelenler "herkesin sınırları bellidir o sınırların dışına çıkarsan erirsin..." iletisini barındırıyordu. Belki de toplum olarak bazı şartlanmışlıklarımızın bir yansıması idi tüm bunlar. Oysa günümüz dünyası, sınırları kırmakta, merak etme, araştırma, farklı olma ve farklılık yaratmayı olumlamaktadır. Ülkeler bilim ve teknolojideki gelişmeleri meraklı insanlara borçlular. Danimarka'nın "Tolo Kendi Yolunda" adlı oyunu bir sandalye ve bir ayıcığının olduğu kendi güvenli dünyasından bir türlü dış dünyaya çıkamayan ama çıkmayı deneyen ama sonunda çıkmayı başaran Tolo'nun öyküsünü anlatıyordu. Almanya'nın sunduğu kukla oyunu ve gölge oyunu vb. farklı teknikleri bir arada kullanan Hollanda, çocuklar için ilginç bir gösteriler sundular Danimarka'dan gelen bir başka grubun sunduğu "İlyada " tekst ağırlıklıydı. Grup oyunculuklarıyla konuyu bilmemelerine karşın seyircilerin dikkatini toplamayı başardı.
pe
Öncelikle eleştiriyi sadece ortaya konan esere yönelik olarak ele almalı, dile getirilen aksaklıkları kişisel bir saldın olarak düşünmemek gerekir. Toplulukların bu konuda ciddi sıkıntıları olduğunu gördük. Yapılan eleştiriyi çoğu kez yönetmen, şahsına ya da çocuğuna yapılan bir saldırı olarak algılıyor "ben ne yaptıysam doğru ve güzel olduğu için yaptım dediklerinizin hiçbiri doğru değil" diyerek eleştirmen ile kendisi arasına aşılmaz duvarlar örüyordu. Konunun eleştirmen boyutuna baktığımızda ise tablo farklı değil, işi kişisel saldırı boyutlarına kadar götüren, gerekli gereksiz ayrıntıları "öküz altında buzağı arama " yaklaşımıyla ele alanlar yok değildi. Her iki tarafta da dile getirilen bu iki küçük nokta belki de bu toplantıları ne yazık ki bu noktaya getirdi.
Programda çok özel, çok etkileyici oyunların yanı sıra çok sıradan diyebileceğimiz yapımlar da vardı. Oyunları ele alınan konular, oyunculuk, kullanılan teknikler açısından değerlendirdiğimizde ilginç örneklerle karşılaştık. Bir çocuk oyunu ancak, hedef yaş grubundan itibaren tüm insanları içine alabiliyorsa iyi bir oyun olarak değerlendirilebilir. Örneğin oyun 6 yaş grubunu hedeflemişse bu oyunun 6 yaşından itibaren tüm insanlara söyleyecek sözü olmalı. Örneğin, Kıbrıs Rum Kesiminin sergilediği "Küçük Adamın En iyi Arkadaşı" böyle bir oyundu. Oyun arkadaş arayan ve bir köpekle dost olan yalnız bir adamın hikayesini anlatıyordu. Oyunu izlerken en az çocuklar kadar biz yetişkinler de büyük keyif aldık. Çocuklar adam ve köpek arasında geçen eğlenceli mücadeleyi izlerken biz yetişkinler, kalabalıklar içindeki yalnızlığımızı düşünerek bir kez daha kendimize bakma fırsatı bulduk. Bir başka önemli nokta oyunlarda çocuklara yönelik açık ya da gizli uyanların olması. Tiyatro Cancana'nın oyununda -her ne kadar masal olsa da- evden uzaklaşan küçük kızın başına gelenler seyirci küçükler için bir uyan -hatta bir tehdit-
Sonuç olarak bir festival daha geçti Bursa'dan. Çocuklarımız, tiyatro topluluklarımız, farklı coğrafyalardan gelen çocuk tiyatrosu ile ilgili herkes birlikte bir şeyleri yaşadı paylaştı, şimdilik bu kadarla yetinip eleştiri toplantıları ile ilgili umutlarımızı beklentilerimizi önümüzdeki yıllara saklayalım ne dersiniz?
10. Bursa Çocuk Ve Gençlik Tiyatroları Festivali'nin Ardından
pe
cy a
On Yılda On Festival Yarattık Her Ulustan
> Duygu Atay > duyguatay@tiyatrodergisi.com.tr
On Yılda On Festival Yarattık Her Ulustan 1996-2005. Bursa Uluslararası Gençlik ve Çocuk Tiyatroları Festivali on yaşında. Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı ile Asssitej işbirliği, Bursalılara ve biz gözlemcilere bunca yılda, akılda kalamayacak kadar çok sayıda oyun izlettirdi (6. yılda Assitej'in dışarıda kaldığını belirtmeliyim). İyisiyle kötüsüyle, çok geniş bir skalada dünya çocuk tiyatrosu örneklerini gördük. Bu festival, dünya festivallerinde hak ettiği yeri de çoktan aldı. Festivalin 7. yılında "7 değil 77 yıl daha" başlığıyla bir yazı yazmıştım. Bu yıl da bu söylemi yineliyorum: "10 değil, 100 yıl daha". Bu ülkede çocuk tiyatrosuyla ilgilenen herkesin, bu iki kuruma teşekkür borçlu olduğunu düşünüyorum. Bir festivalden beklenenlerin en başında gelmesi gereken kalıcı olma niteliği, Bursa için artık yerine oturmuştur. Öyle ya da böyle, festival her yıl sürecektir. İkinci beklenti de, nicelik ve nitelik açısındandır. Bu açının, nicelik ayağı da doldurulmuştur bence. Nitelik ayağı ise, büyük ölçüde, yurt dışından gelen topluluklar tarafından dolmuştur. Festivallerin
olmazsa olmazı izleyiciler de, vakıf tarafından büyük özverilerle oyunlara getirilmiş, tiyatroyla ilişki kurmaları sağlanmıştır. Bu konuda belki, oyunlara göre izleyici yaşının doğru saptanmaması gibi eleştiriler getirilebilirse de, örneğin bu yıl, bu aksaklığın da büyük ölçüde giderildiğini memnunlukla gözlemledim. Gelelim niteliğin büyük ölçüde yabancı topluluklar tarafından sağlanması olgusuna. Festivalin en büyük amacı olan, dünya tiyatrolarının Bursalı izleyicilere izlettirilmesinden umulan yarar, sağlanmıştır. Ama aynı zamanda, festivale katılan Türk çocuk tiyatrosu topluluklarının da, bu oyunları izleyerek eksiklerini görmeleri, dahası yaptıkları işi ciddiye alarak kendilerini aşmaları beklentisi, geçen on yılda yazık ki gerçekleşmemiştir. Yani kısaca hamam ve tas, aynen yerinde kalmıştır. Festivalin 10. yılına katılan dört çocuk tiyatrosu da, bekleneni değil vermenin, beklenene yaklaşmanın bile ötesinde kalmıştır. Niteliği bir kenara bırakalım, yabancılarla bizimkiler arasındaki konu seçimi bile ciddiyetsizliği ortaya koymaya yetiyor. Sayın meslektaşım Nihal Kuyumcu da bu sayıda, bu çarpıklığa değiniyor zaten.
Yukarıda verdiğim örneklerden, çocuk tiyatrosunda konunun önemi ortaya çıkıyor sanıyorum. Ne var ki, bu yıl da diğer yıllarda olduğu gibi festivale katılan Türk toplulukları, bu olguyu göz ardı etmiş göründüler. Zaten sadece dört Türk topluluğunun katılması da, nitelikli toplulukların azlığının belirtisi. Bursa Kültür-Sanat Vakfı BKSTV Tiyatrosu, "Kardeşimin Rengi" adlı sokak gösterisiyle festivale katılmıştı. Ana temanın "sevgi" olarak belirtilmesi çok global bir kavramı, tam da anlaşılamayan bir seyirlik oyun tarzında sundu. Tiyatro Pembe Kurbağa, "Kardan Adam ile Kar Tanesi" oyununda yine vasatın çok altındaydı. Alelacele hazırlanmış görünümü veren oyunda, kar taneleri vardı ama, kar tanesi yoktu. Dramatik açıdan da hiç sağlam olmayan oyun, oyunculuk bakımından da yabancıların yanında sözü bile edilemeyecek derecede kaldı. Tiyatro Tarla Faresi'nin Mutluluk Yolculuğu, sürekli şikayet ettiğimiz okullara giden korsan tiyatro gösterilerini anımsattı. Ciddiyetin her türlüsünden yoksun, ne anlattığı bile anlaşılamayan ve kullandığı tekniklerin tümünü çok zayıf kullana(maya)n oyuncular, Assitej Başkanı Wolfgang Schneider'e "Ömrümden 50 dakika boşu boşuna gitti" dedirtti. Aynı şeyi ben de Alman'ların oyunu için söyledim, çünkü oyunun konusu iyi olmakla birlikte yönetim ve oyun olabildiğince kötüydü. Yabancıların her yaptığı iyi olacak diye de bir kural yok elbette. Ayşe Lebriz'in Tiyatro Cancana olarak katıldığı "Masal Gülleri" de naif bir çalışma olarak gözüktü. "Hedefinin küçüklere tiyatroyu sevdirmek olduğunu" söyleyen sanatçı, konunun önemini savsaklamış. Yuva çocukları için yapılan böyle bir oyunda, konunun çok daha sade, hatta tek bir temada tutulması daha yerinde olurdu. Bir de sözcüklerin daha özenli seçilmesi gerekirdi. Yapılan tartışma seminerinde de bir ekip çalışması yapılması gerektiği, teknik ve pedagojik yardımla daha iyi sonuç alınacağı vurgulandı. Yine de "deniz dibi sahnesi" Alman'ların "deniz dibi"nden çok daha iyiydi. Dekora alkış.
a
Şimdi yazdıklarımızı somut olarak ortaya koyalım: Alman Theater Fusion'un oyununun konusu: Zenginlik peşinde koşarken yitirilen değerler ve sonunda, her şeyi yitirdikten sonra yeniden mutlu olabilmek. Danimarka Asterions Hus: Homeros'un Troya savaşını konu alan İlyada adlı yapıtından yola çıkılarak hazırlanmış, anlatı tarzında sunulan bir öykü. Yine Danimarka Corona La Balance Topluluğu'nun "Tolo Kendi Yolunda" oyunu, yeni bir şeyler yapmamız gerektiğinde aniden karşılaşacağımız olayların, engellerin nasıl üstesinden gelinebileceğini anlatan, tek kişilik müthiş bir performans.
Kıbrıs Rum Kesimi'nden Tiyatro Antidote, kimsesiz bir yaşlıyalnız adamın, bir köpekle kurduğu arkadaşlık çerçevesinde, son derece ritmik ve canlı bir anlatım diliyle, şu mekanize dünyada yalnızlığın paylaşılmasıyla hüznün nasıl dağılabileceğini, şiirsel bir dille sözsüz olarak aktarıyor.
pe cy
Fransız Carre Blanche Topluluğu, ipek böceğinden elde edilen ipek kumaşla insanların neler yapabileceğini, dokunma, okşama, hissetme duyularıyla kumaşla insan arasındaki iletişimi anlatırken, başkalarının gözünde görüntülerin nasıl değişebileceğini vurguluyor. İsrail'den katılan The Theatercenter for Young People Mediatheque, Muf ile Morris adlı oyunda, insanlar arasındaki ilişkiyi, bir köpeğin gözünden eleştirel bir bakışla irdeliyor. Bence festivalin en iyi oyunu olan bu oyundan, ülkemizde çocuk oyunu yazan ve hazırlayanlar olarak alacağımız çok dersler var. İsviçre Kunos Circus Theater, basit bir öyküyü akrobasi, müzik ve danslardan yararlanarak çocuklar kadar büyükler için de çekici bir hale getiriyor. Sirkteki gösterisi için hazırlanan bir palyaçoya musallat olan bir tırtıl, onun çalışmasını bozmak için elinden geleni yapar. Aralarındaki bu sürtüşme süreci, tırtılın kelebek haline dönüşmesiyle son bulur. Son derece şiirsel, sözsüz bu oyunda görselliğin atmosfer yaratmaktaki başarısını gördük.
Sonuçta, bir festival daha sonuçlandı, Bursa'nın Avrupa Festivalleri arasındaki yeri bir kez daha perçinlendi ve gelecek yıla ilişkin, özellikle Türk guruplar açısından umutlar yeşil tutulmaya çalışıldı. 50'ye yakın gözlemcinin bu festival sayesinde birbirini tanıması, buluşması, fikir alışverişinde bulunması da bence, festivalin en büyük artısı©
cy
a
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu 25 Yaşında
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu 25. yılını kutluyor. 3 Kasım 1980 tarihinde Belediye Başkanı Mustafa Akıncı'nın önerisi ile tiyatro sanatçıları Yaşar Ersoy, Osman Alkaş, Erol Refikoğlu ve Işın Cem tarafından kurulan tiyatro, 2005-2006 sezonunda Jean Giraudoux'nun yazdığı Osman Alkaş'ın yönettiği "Troya Savaşı Olmayacak" oyununu sahneleyecek.
pe
Tiyatronun 25. yılında tiyatro yetkilileri tarafından yapılan açıklamada; "Lefkoşa Belediye Tiyatrosu ilerici, toplumcu-gerçekçi sanat doğrultusunda benimsenen ilkelerle insana cesaret veren, inanç veren, güven aşılayan, yaşanan olayların bulanıklığı içinden doğru yolu gösteren, yaşam sevincini arttıran, sorgulayan ve sorgulattıran bir tiyatro anlayışıyla çalışmalarını sürdürmektedir. Bu düşünceler ışığında, evrensel kimliğin peşinde koşarken geleneksel Türk tiyatrosunun ögeleriyle Kıbrıs insanının yaşam biçimini, kültürünü ve karakterini birleştirerek oyunlar sahnelemektedir." denildi. Oyunlarının yanısıra yıl içerisinde, tiyatro buluşmaları, paneller ve konferanslar düzenleyen tiyatro, "Kuzey Kıbrıs'ta tiyatro kültürünü daha da yaygınlaştırmak, sevdirmek" amacıyla gençlere, çocuklara yönelik tiyatro kursları düzenliyor. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, Güney Kıbrıs'ta faliyet gösteren Satirigo Tiyatrosu'yla 1987 yılından bu yana "dostluk, eşitlik ve karşılıklı anlayış çerçevesinde iki toplumun birbirini daha iyi tanıyıp anlayabilmeleri, yakınlaşmaları ve barış içinde yaşayabilmeleri" amacıyla karşılıklı oyun değişimleri ve ortak projeler gerçekleştiriyor. 2005 sezonunda Haldun Tanerin "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" oyunu ile Aristophanes'in "Lysistrata" oyunu, iki tiyatronun ortak projeleri olarak sahneye kondu. "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" oyunu Yaşar Ersoy yönetiminde Satirigo Tiyatrosu sahnesinde Türk oyuncuların da katılımıyla Rumca sahnelenmiş, "Lysistrata" ise Christos Zanos yönetiminde Lefkoşa Belediye Tiyatrosu sahnesinde Rum oyuncuların da katılımıyla Türkçe sahnelenmişti. 2005 sezonunda Vasıf Öngören'in "Oyun Nasıl Oynanmalı?", Can Dündar'ın yazıp Aydın Üstüntaş'ın oyunlaştırdığı "Duvar" adlı çocuk oyunu ile seyircileriyle buluşan tiyatronun bu sezon yeni oyunu, Jean Giraudoux'nun yazdığı Osman Alkaş'ın yönettiği "Troya Savaşı Olmayacak". Dramaturji çalışmasını, Osman Aklaş ile Aliye Ummanel'in yaptığı oyunda; Hakan Elmasoğlu, Hatice Tezcan, Döndü Özata, Osman Ateş, Osman Alkaş, Kıymet Karabiber, Özgür Oktay, Melek Erdil, Barış Refikoğlu, Erol Refikoğlu, Asu Demircioğlu, Cem Aykut,Tarkan Ulusol, Evren Erkut, Ahmet Karabiber, Gül Akçal ve Nesrin Muhurcu oynuyor. Oyunun sahne tasarımı Fevzi Özersay'a, giysi tasarımı Keriman Sarıkaya'ya, ait. Oyunda kullanılan kuklaları Serhat Selışık, heykelleri Sevcan Çerkez tasarlamış ve uygulamış. Oyunun müzik yönetmenliği Deniz Çakır'a ait. Oyunun yönetmeni Osman Aklaş, "Troya Savaşı Olmayacak" ile ilgili şunları söylüyor: "Kıbrıs yıllardır günbatımıyla gündoğumu arasındaki o eşiğin alacalığına, karalığına, acısına, tadına varıp, güne bir türlü kavuşamayan bir ada. Bir savaşın hemen öncesiyle bir savaşın hemen sonrası arasında. İçinde boğulduğu şu zaman dilimi bir eşik değil midir aslında? Bir
yapımcılarından Hakan Çakmak yaptı. Kıbrıslı besteci Mete Hatay'ın "Versus Mundus" albümündeki müziklerin kullanıldığı belgeselin seslendirmesini Lefkoşa Belediye Tiyatrosu sanatçılarından Döndü Özata ve Hakan Elmasoğlu yaptı.
a
savaşın hemen öncesi, bir yıkımın hemen sonrası ya da. Bu düşünceyle çıktık 'Troya Savaşı Olmayacak' yoluna. Ama çizmek istediğimiz karamsar bir tablo değil. Doğru, büyük çabalar sonunda tam da kavuştuğumuzu sandığımız anlarda yitiriyoruz barışı. Ama yaşadık, öğrendik, biliyoruz artık; umudu hiç kaybetmemek gerek. Biz yıllardır bu adada, 'bir gün bile sürse barış, ona da razıyız' diyen Hektor gibi bıkmadan usanmadan barışı çağırıyoruz. Kaybolmayan bir inançla hem bu ada hem de tüm dünya için, 'barış içinde yaşama yolunu bulacaksa insanlar günün birinde, o gün bugündür işte!' diyoruz. 'Savaşın politikasını' çok iyi bilen diplomat Giraudoux'nun 'pathos'uyla, barışı çağıran sanatçı Giroudoux'nun umudunu birleştiren bu oyunla, yazarın çok uzun yıllar önce yaptığı gibi bizler de ironiye ve diyalektiğe sarılıyoruz: "Odysseus: Tüm evren biliyor ki savaşacağız. Hektor: Evren yanılabilir."
pe
cy
Belgeselde, Kıbrıs Türk Tiyatro Hareketi'nin başlangıcından bugüne geçirdiği aşamalar tarih sırasıyla ve belgeler ile sunuluyor. Belgeselde aynı zamanda bu tarihsel süreci etkileyen toplumsal ve siyasal olayların akışı yansıtılıyor. Belgesel, kasım ayında BRT ekranlarında gösterime girecek, ardından DVD'si satışa sunulacak
Festival 3 Yaşında Lefkoşa, Gazi Mağusa ve Girne Belediyelerinin işbirliği ile düzenlenen Uluslararası Kıbrıs Tiyatro Festivali üç yaşına ulaştı. 05-26 Eylül 2005 tarihleri arasında yapılan festival kapsamında, Kuzey Kıbrıs'ın Lefkoşa , Mağusa ve Girne kentlerinde altı farklı mekanda on bir farklı oyun yirmi yeni temsil yaptı. Festivale; Anakara DT "Ferhat İle Şirin", Tiyatro Pera "Dobrinja'da Düğün", Kenter Tiyatrosu "Nasrettin Hoca Bir Gün", AST "Memleketimden İnsan Manzaraları", İtalya Kukla Tiyatrosu "Cadı Rosega Ramarri", İstanbul DT "Kamyon", İstanbul Şehir Tiyatrosu "Kim Kimi Kimle", Güney Kıbrıs Satirigo Tiyatrosu "Laterna-Yoksulluk ve İçtenlik", Mehmet Ertuğ, Kuzey Kıbrıs "Karagöz'ün Akıl Satması", Lefkoşa Belediye Tiyatrosu "Oyun Nasıl Oynanmalı?", İstanbul Şehir Tiyatrosu "Danton'un Ölümü" isimli oyunlarla katıldı. Kıbrıs Türk Tiyatrosu Tarihi Belgesel Oldu Bayrak Radyo Televizyon Kurumu ve Lefkoşa Türk Belediyesi işbirliği ile "Toplumsal ve Siyasal Olaylarla İç İçe Kıbrıs Türk Tiyatro Hareketi" isimli bir belgesel hazırlandı. 242 dakikalık belgesel altı bölümden oluşuyor. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Yaşar Ersoy'un yazıp yönettiği belgeselin yapımcılığını, kurgusu ve görüntü yönetmenliğini Bayrak Radyo Televizyon Kurumu program
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu 4 Belediye Sokak Yenişehir, Lefkoşa Telefon: 0392 227 87 82 Faks: 0392 228 43 87 email: tiyatro@lefkosabelediyesi.org
Sürgün aidiyeti parçalar!
Absürd Yazarlarda Kimlik/Aidiyet
> Neslihan Yalman
Olduğumuz kadarıyla birer işaretiz biz Anlamdan yoksun Her acıya ölü ve neredeyse Dilimizi yitirmiş yabancı bir ülkede (Mnemosyne / Hölderlin) İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bireysel gölgenin yanı sıra, kolektif gölgeyi de tanımlayacak olan Jung'a göre, gölgeyi tanımak en özel dürtü ve tasarımlarla karşılaşmak, hesaplaşmak demektir. Gölge bireysel olduğu kadar, toplumsal hesaplaşmalara da neden olacaktır. Hesaplaşmak da ister istemez geçmişi sorgulamak demektir. Jung, gölgenin insana katlanılmaz olana katlanabilme gücü verdiğini, çünkü gölgenin bellek olduğunu söyler. Gölgeyi yapan zamandır. Gölgeyi zamanın simgeselliğine bağlayabiliriz. Ancak gölgeyi yapan yalnızca zaman mıdır, gölge mekanda oluşmaz mı? Cristopher Innes'in Avant-Garde Tiyatro yapıtında Jean Genet'den bahsedilirken, onun hakkında bir inceleme yapmış olan Sartre'a da göndermede bulunulur. "Eğer 'olmak'' (Sartre'in kullandığı anlamda) 'eylemek' ile tanımlanabilirse ve toplumsal düzeyde her eylem bir kendini kandırma ise, bu durumda sadece 'olmamak' durumu, 'ben 'in reddedilmesi, gerçek olabilir."
a
Nitekim Jung'un tespit ettiği bu gölge kavramı hesaplaşmayı getirirken, 'olmamak' durumunun da su yüzüne çıkmasını sağlar. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği ağır travmalar, karışıklıklar; biriktirdiği anlamsızlıklar, bahsi geçen gölgeyi daha da karartmış; yaşam fonksiyonlarıyla ruhsal varoluş arasında bir gerginlik yaratmıştır. Nitekim Genet, özel olarak savaşla bir bağlantısı olmasa da, yine de yaşadığı ben'lik krizi sonucu absürd yazarların dahil olduğu yabancı kategorisine girmiştir. Öyle ki, yaşamöyküsüne bakıldığı vakit Fransız sömürge birliklerine katıldığı görülebilir.
pe cy
Absürd yazarların geneline baktığımızda, doğum yerleri itibariyle başlayan bir süreçle beraber bir dışarıda kalmışlık, bir göçmenlik faktörü göze çarpar. Göçmen olmayanları dahi -Harold Pinter gibi- savaşın izlerini sırtlarında taşımış, kıyısından köşesinden de olsa bu yabancılık adlı gölgeyi hayatları boyunca ardın sıra sürüklemişlerdir. Julia Kristeva yabancıdan bahsederken, onu sürgün sınıfına sokar ve onda, bütün hedeflerin çoraklaştığınıı, başka bir yere doğru çılgınca atılma hissinin uyandığını belirtir. Böylelikle yabancı, her şeyin eriyip buharlaştığını bildiği halde, yine de olayın içinde olmayı tercih eder. Arada kalmıştır o. Bu arada kalmışlık da şiddeti getirir. Şiddet aidiyetsizlik, yurtsuzluk temelli bir düşünce, bir duygu yoğunluğu şeklinde ikame edilir gölgeyle. Nereye sürüklenirse, orada büyür. 'Hiçbir yere, hiçbir zamana, hiçbir sevgiye ait değil. Yitirilmiş bir köken, kök salmanın olanaksızlığı, geviş getiren bir hafıza, askıda bırakılmış şimdi... Yabancının mekanı, hareket halindeki bir tren, uçuşta bir uçak, durma imkanım yok eden bir geçiştir. Hiçbir yol işareti yoktur. Zamanı mı? Ölümü ve geçmişte olanları hatırlayan ama ötede olmanın ihtişamından yoksun bir diriliş zamanı: yalnızca bir tecil, şimdilik atlamış olmak duygusu.' Absürd oyun yazarları daima bahsi geçen köksüzlüğü yaşamışlardır. Bir yere ait olmama duygusu, oyunlarına da yansımış; tiyatral anlamda mekan hep bir boşluk, hep bir hiçlik yaratırcasına vurgulanmıştır. Yazarlar devinimlerindeki çalkantıları ve oradan oraya sürüklenişlerini tüm insanlığın ortak bir paydası olarak lanse ederek, kimliksizlik üzerine yoğunlaşmışlardır. Ama onları bu oyunları yazmaya sevkeden dinamiklerin başında, kendi kimliksizlikleri vardır. Kimliksizlik, ana unsur olarak daha çok Doğu Avrupa, yahut ikincil ırk şeklinde gerçek anlamda Avrupa merkezinden -içinde olanlar dahi- uzak bir yerde türemiştir. (Adamov Ermeni; Ionesco Rumen asıllıdır. Beckett, Dublin'de bir banliyöde doğmuştur. Pinter ise, bir işçi mahallesinde büyümüş, savaşın şiddetine maruz kalmıştır.) Bu ikincil durum, yazarların küçük yaştan beri yaşadıkları ötekiliği kamçılamış; onları hem coğrafi, hem de ekzistansiyal anlamda yabancı konumuna sokmuştur. Kristeva' nın da imlediği bastırmanın yıkılması, sınırları aşıp yabancı topraklarda soluk almaya sevkeder insanı. Bunu yaparken de başka bir dilde varolma meselesi çıkar ortaya. 'İkinci dili kullanarak, hayaletsi deposunu doldurur; ister öğrenilmiş ister irkiltici olsun bütün dilsel kurguları, tıpkı sanrılar gibi, merkezlerini hem gövdeden hem tutkulardan kopmuş bir boşlukta bulurlar; anadile rehin bırakılmış gibidirler. Bu anlamda, yabancı ne söylemekte olduğunu bilmiyordur. Bilinçdışı düşüncelerinde barınmaz. Bu yüzden öğrenilebilecek her şeyi son derece parlak bir şekilde yeniden üretmekle yetinir.' Jean Genet, bu yabancılığı zihinsel karmaşanın yarattığı ve içsel çatışmanın hakim olduğu bir alanda kendi dilini oluşturarak yapmıştır. Müstehcenliği, erotizmi ve argoyu kullanarak, sahip olduğu Fransız kimliğini yadsımış; o dilin sözcüklerini ters yüz ederek özgün bir dil meydana getirmiştir. Öksüz ve yetim cümleler gölgesidir Genet'nin. Karanlık köklere tutunur. Bireysel kavgasının ana daman çarpık insanlık ve toplumdur. Bu insanlığın içinde kendi de çarpıklaşan yazar, absürd yazma yetisini, yine o yabancı dürtüsünün itkisiyle pekiştirir. Aileden yoksunluk, ülkeye karşı olan yabancılaşma ve dili evirme biçimi, onu cinsel bir cinnetin ve şiddetin eşiğine getirir. Yasaklar kaybolur. Özne dilin yarığından taşan varoluşunu ve dış dünyaya ilişkin biriktirdiklerini belli bir söyleme döker. Toplumsal anlamda maruz kalınanlar ne denli çok çöküntü yaratırsa, yazar da dilde öylesi şizofrenik bir etkiyle boy gösterir. Yine Ionesco ve Beckett'te görülen cüretkar replikler, ağdalı yahut anlamsızlık düzlemindeki sözcükler, mantıkdışı kurulan bir mantık zemini, ikinci bir dile yaslanmanın hafifliğiyle daha da kolaylaşmıştır. Velhasıl Beckett'in ve Ionesco'nun yazdığı oyunlardaki ikincil
dil (Fransızca), ana dilden ayrılıp, kıvrakça kullanılır. Adamov da ailesiyle Rusya'dan ayrılıp, Almanya'ya ve en sonunda Paris'e geldiğinde, Fransızca'yı ilerletmiş ve bu dilde yapıtlar sunmuştur. Beckett'in doğum yeri Dublin'e baktığımız vakit, birçok yazarın oradan çıktığını ve bir arafta olma haleti ruhiyesi içinde kaldıklarını saptayabiliriz. OscarWilde'dan G. Bernard Shaw'a değin çeşitli yazarlar, yaşadıkları kentin de etkilerini üzerlerinde taşıyarak yapıtlarını vermişlerdir. James Joyce'un Ulysses'ini inceleyen Jung'un da belirttiği üzere, Dublin her yerdir ve hiçbir yerdir aynı zamanda. Odysseus'un 'Outis' ve 'Zeus', yani 'Kutsal Hiçkimse' anlamına geldiği gibi... Beckett de kendi yurdunun dilinden öte, ikinci bir dilin ekseninde başarıyla eserler verir. Fransızca ve İngilizce'yi ana diliyle ikame eder; fakat, biriktirdiği şiddeti ve yurtlanamamanın götürüsünü oyunlarına yansıtır. Yani kelimeler, başka bir ses ve söz diziminden gelse de; Kristeva'nın saptamasında da altını çizdiğimiz hayaletsi depo içgüdülerle, kolektif kimliğin deşilmesiyle saçılan karmaşayla, nevrotik kaçışlarla, pasifize edilmiş şiddetle doldurulur. Sürgünün her türlü aidiyet duygusunu allak bullak etmesi, oyunlarındaki temel problematiği de gündeme taşır. Genelde metruk, izbe, boş bir uzam kullanan yazar -Dublin'in her yerinin, belki de hiçbir yerinin izlerinin etkisiyle-, yaşamsal paradoksların dahilinde çeşitli atmosferler çizer. Sürgün, yaşadığı kozmopolit alandaki yalnızlığını kökeninden sızan damlarla harmanlar. Köken artık, bölünmüş değerler bütününden ibaret bir anılar bütünüdür. Oyunlarda, iletişimsizliğin ışığında doğan iletişim ve karakterlerin geçmişe özlemi, birbirlerine anlattıkları hikayeler ve anılar da, yazarın deposundan taşanlardan örülmüştür. Hiçbir yerdelik, her yerde olur! Her yerde olmaksa, hiçbir yerde !
'Ruhsalıktan dışarıya bilinçdışı vuruyorsa, bireyden de dışarıya gölgesi vurur. Gölge bilinçdışının imgesidir. Bilindışı gölge çevredeki bir kişiye yansıtılır. Ancak gölge her zaman olumsuz değildir. Gölgenin ikircikli bir niteliği vardır.' Bu noktada da Ionesco'nun oyunlarında dil üzerinden giderek yapılan vurgular vardır. Gölge, saydam referanslara sahip nesneler dünyasının üstüne kapanmakla biçimlenir. Kelimeler ve tanımlanan kavramlar, mantıklı, felsefi ve fonksiyonel olandan uzaklaşarak duyumlara yakınlaşır. Fakat duyum denilen unsur da, yazarın oyunlarında bir sanat yapıtının ötesinde ayrı bir anlamlandırma sistemi meydana getirir. Tıpkı Kristeva'nın açıkladığı ikinci dili özgürce kullanmak; yazarın bunu yapaylıkla kurgulamasına neden olur. Bu durum, kimi kez Pinter'ın oyunları için de geçerlidir. O ise, ironiyi ve tersinlemeyi, ana dili üzerinden yaparak, Ionescovari bir üslubun dışına taşar. Sebebiyse, Pinter'ın kendi topraklarında yurtlan(ama)masının yarattığı arada kalmışlığın, yine kendi kolektif birikimleriyle çevrelenmesidir. Aidiyetsizlik, onda bir sınıfa ait olamama -işçi bir ailenin çocuğuve savaşın yaralarını taşıma duygusuyla perçinlenerek, İngilizce'ye ve İngiliz kültürüne karşı aldığı tavırla boy gösterir. Ionesco'ysa Rumen olmanın etkisiyle, zaten dışarıdadır. Öğrendiği dilin tüm kıvraklığını kullanabilse de, manevraya kalkıştığı andan itibaren o bir göçmendir. Hafızanın, bedenin ve dürtülerin dille kurduğu ilişki, burada saçmalamaya, sayıklamaya doğru gider. Pinter'ın da ötesinde, bir dış gözdür bunu yapan.
pe cy a
İşte bu hiçbir yerdelik Beckett'in oyunlarına saçma olarak yansıyarak, -ki Artaud, Kafka, Camus v.s. misali absürd tiyatroya etki etmiş isimlerin de bir nevi arada sıkışmışlığını belirtip; gerek doğum yerleri, gerekse varoldukları yerler arasındaki tezatlığı yaşamak açısından uçlarda gezindiklerini söylersek... onun Joyce ve Proust'tan etkilenmesine yol açar. Kimbilir sürgün sürgünü çekmiştir belki de...
Ionesco, 'insanı yeniden mutlakla buluşturma zorunluluğuyla' oyunlar yaratır. Otobiyografisinde de belirttiği üzere, kendisini saf, tanımlanamaz varoluşun ortasında bulduğunu söyleyen yazar, asıl gerçeklikle yüzleşmesini dille oynamasına borçlu olduğu belirtir. Fransa'ya giden yazar düzeltmen olarak çalıştığı sırada, İngilizce öğrenir. İngilizce ders kitaplarındaki biçimsel alıştırma cümleleri, onu Kel Şarkıcı'yı yazmaya yönlendirmiştir bilindiği gibi.
Deleuze ve Guattari ikilisi, düşünmenin ne bir özne ne de bir nesne arasında gerili bir ip olduğuna dikkat çekerek; onun daha çok yurtlukla kurduğu ilişkinin etrafında yer aldığını söylerler. Semavi dikey, bir sarmal eğri halinde düşünce düzleminin yatayı üzerinde uzanır.
'Kendisi de kitleler halinde yurtluklarını terk edenlerin, suyun dibinde sıra halinde yürüyüşe geçen ıstakozların, semavi bir kaçış çizgisi boyunca at koşturan hacıların veya şövalyelerin devinimine karışır gider. Toprak başka öğeler arasından bir öge değildir, tüm öğeleri bir ve aynı kucaklayış içinde toplar, ama yurtluğu yurtsuzlaştırmak üzere kah birinden kah ötekinden yararlanır.
(...) Yalnız şu var ki, mutlak yurtsuzlaştırma, yalnız kozmik değil, ama coğrafyasal, tarihsel, ve psiko-sosyal, göreceli yurtsuzlaştırmalarla birlikte belirlenecek birtakım ilişkiler boyunca düşünülebilir. İçkinlik düzlemi üzerindeki mutlak yurtsuzlaştırma, verili bir alandaki bir göreceli yurtsuzlaştırmanın yerini belli bir tarzda alır.'
Bahsi geçen semavi, yurtsuzluğun verdiği savruklukla beraber, hem burada (now-here) hem de hiçbir yerde (no-where) yurtlanır. Şimdi'ye yapılan bu göndermeyle, absürd yazarların sahip olduğu misyon çift taraflı bir hal alır. Böylelikle yeryüzüne prangalanmış insanoğlunun serüveni, bu prangalara rağmen ağır aksak ilerlemek zorunda oluşuyla bağlantılandırılır. Göçmen yazarların yerli oluşla yabancı kalışı bir arada yaşamaları büyük bir gerilimi yaratır. İlkin, kendi ülkesinden sürülmüş, ayrılmış bir semavi vardır; ikinci olarak, bu semavi yerleştiği topraklarda gördüğü kültürel farklılıklarla bir şok etkisine tutulur. Aynı şokun cereyan ettiği dünya denen demir kürenin, savaşı/parçalanmışlığı soğurmasıysa bu gerilimi üç kat artırır. Kimin kime, kimin neye, kimin nereye yabancı kılındığı meçhuldur artık. Mutlak yurtsuzlaştırma yeniden yurtlanma olmadan olmazken, sanat da eksikliği hissedilen toprağın yurtlanmasında etkin bir kalkan konumuna girer.
Adamov'da ve Genet'de de -belki de Jarry'den bu yana sürdürülegelen- bir alıp verememe, bir tatminsizlik söz konusudur. Toprağına tutunamamanın sancıları, oyunlarda suni mekanların kurulmasıyla harmanlanır. Adamov'un Fransa'da Argeles toplama kampında geçirdiği günler; Genet'nin hapishane günleri ve Avrupa'nın çeşitli kentlerine kaçması, köklenememenin anlamsızlığının dışavurumuydu. Oradan oraya dolaşan birçok yazar gibi -ki absürdlerden saymasak da, onlarla kimi benzerlikleri olan Illision'un banliyölerindeki Sam Shepard'ı da ele alalımGenet ve Adamov, kültürel şoklara maruz kalarak kimlik bölünmesini somut anlamda yaşayacaklardı. 'Bastırılacak fikirler dürtülerden gelen enerji tarafından doldurulduğu için, bu fikirler ancak eşit derece sürekli bir güç karşıt yönde işlerse bilinçdışında tutulabilir. Bastırma iki karşılıklı -ilişkili ekonomik ilkeyi öngerektirir. İlki istenmeyen dürtüden psişik enerjinin uzaklaştırılması- yani 'kateksis'; ikincisi geri çekilmede serbest kalan enerjinin karşıt bir amacı oluşturmak için kullandığı 'anti-kateksis'. Dolayısıyla bazı düşünsel temsillerin bilinçte gözükmemelerini engelleyen şey, bu enerjidir.'
Enerjinin bu çift yönlü dolaşımı uyumsuzluk tiyatrosunun sirkülasyonun çekirdeğidir. Dürtülerin ve ilkelin egemenliği Jarry'den, Artaud'dan beri bu yazarları etki altına alırken; Kafka, Proust, Joyce, Camus ve Sartre'ın da gölgeleri kendi ayrıksı gölgeleri üzerine daima düşmüştür. Hayalet depo diyerek belirttiğimiz bu kapalı kutu, psişik enerjinin kolektif katmanlarla birleşerek anti-kateksisi saklandığı yerden çıkarırken; kateksisin gösteren (yazar) üzerindeki ağırlığı otokontrolün sağlanmasına da olanak verir. Neticede uyumsuzluk tiyatrosu dediğimiz alan, mantıki çerçevesini özerk şekilde kuran, insanla dalga geçerken aynı zamanda ona acıyan, sürekli yaşama kafa tutarken ölümden yana da tavır almayan ve bilincin sınırında bilinçsizce konuşlanan o tanımlanamaz ara-yüzeydedir. Bu alana mensup önemli isimler de bir kısırdöngünün içindedirler. Uçurumdan aşağı sarkan filizlenmiş bir dala tutunmanın güçlüğüne hem yenik düşerler; hem de onunla mücadele içine girerler. Tıpkı Petöfi'nin dediği gibi: "Zehri içen Sokrat ve zehri ona veren cellat... İkisi de 'aynı' yere gittiler.
Kültür Merkezleri ve Tiyatrolarımızın
Olmayan
> Yakup Çartık > İstanbul Devlet Tiyatrosu Başışık Uzmanı
pe
cy
a
Sahne Altyapılarına Bakış
Kültür ve sanat alanında atılması gereken adımlar, sadece AB ülkeleri arasına girebilmek için değil, standartlara uygun salon ve sahnelerde, kaliteli, seviyeli, sanatsal değeri yüksek oyunlarla, izleyiciye hakettiği kültür ve sanat hizmetini vermek için gereklidir. Ödenekli tiyatroların büyük bir kısmını ayrı tutarsak, özel tiyatroların, kongre ve kültür merkezlerinin, çok amaçlı salonların, üniversite, lise ve İlköğretim okullarının mevcut tiyatro sahnelerinin büyük bir bölümünün teknik alt yapılarının, standartlara uygun olmadığını hepimiz bilmekteyiz. Sahnelerimizin alt yapı standartlarının oluşturulmasında mutlaka doğru, modern teknolojiye uygun, kaliteli ses ve ışık sistemleriyle donatılması gerekmektedir. Yeni, modern ve kaliteli teknolojik sistemlerle donatılan sahnelerde oyunlarımızın sanatsal kalitesi de artacak ve en az yirmi yıl sorunsuz kullanılabileceklerdir. Tesis edilen modern teknolojiyi kullanabilecek yaratıcı ve teknik kadroya, bilgi, görgü, iç eğitim ve deneyim kazandırarak, kalite ve başarıdaki rollerini artırmak gerekmektedir. Standartlar uygulandığında salonu dolduran izleyicilerin, oyuncuların, teknik ve idari personelin bu mekanlara girdikleri andan, salonu terkedecekleri zamana kadar geçen sürede, sağlık ve can güvenlikleriyle ilgili tüm sorunlar da ortadan kalkacaktır. Tiyatro salon ve sahnelerimizin, yapısal özellikleri nedeniyle çoğunlukla ahşap, kumaş, boyalı fonlar, tüller, pleksiglaslar, plastik seyirci koltukları, yüksek güçlerde ve yüksek ısı üreten projektörler, reflektörler, dimmer ve direkt priz hatları için metrelerce yanabilir kablolar kullanılmaktadır. • • • •
Acaba hangi tiyatromuzda oyun sırasında, kuliste hatta portal içinde hazır bekleyen gerçek itfaiye görevlisi var? Hangi tiyatromuzun bir yangında devreye girecek yangın ikaz, alarm ve söndürme sistemleri var? Hangi tiyatromuzda her tür yangının cinsine göre, düzenli olarak bakımı yapılan uygun söndürme sistemleri mevcut ? Hangi salon ve sahnemizde yangını anında en yakın itfaiye birimine bildiren, direkt sinyal bağlantı sistemleri var?
tiyatro festivalleriyle, ülkemize gelen grupların oyunlarını hayranlıkla izliyoruz?
a
• Böyle bir direkt sinyal bağlantı sistemi için ne gibi yasal düzenlemeler gerekiyor? • Sahnesi veya yönetim binaları üst katlarda bulunan hangi tiyatromuzda yangın merdiveni var? • Hangi tiyatromuzda kullanılan büyük ölçekli fonlar, tüller, sema ve kulis perdeleri yanmaz özellikleri olan kumaştan yapılmaktadır? • Hangi kültür merkezlerimizin ve tiyatrolarımızın salon ve sahne ışık köprüleri sahneye doğru açılarda ışık vermeye uygun tesis edilmiştir? • Acaba hangi tiyatromuz, yangınlara sıklıkla sebep olan projektörlerin iç ve dış bakımlarını, prizlerin genişleyen yuvalarının tamirini veya değişikliğini düzenli olarak yapmaktadır? • Hangi tiyatromuzda kullanılan dimmer kabloları, kolon ve ara kabloları yanmaz özelliklere sahiptir? • Hangi tiyatromuz kullanılan bu kabloların kesitlerinin doğruluğunu ve yükteyken aşırı ısınıp ısınmadıklarını, kullanım süreleri dolduğunda değişikliğini kontrol etmektedir? • Hangi tiyatromuz elektrik panolarının bakımını ve sigortaların amperajının doğruluğunu düzenli olarak gözden geçirip bakım ve onarımını yaptırmaktadır? • Üst yapısı henüz oluşturulmamış kültür merkezlerimizin ve tiyatrolarımızın hangisinde, turne ses ışık sistemleri kullanan tiyatrolar için hazırlanmış yeterli kapasitede trifaze elektrik panoları mevcuttur? • Hangi tiyatro sahnelerimizin dekor yükleme ve boşaltmayı kolaylıkla yapabileceği yeterli büyüklükte sahne kapıları vardır? • Sadece kullandığımız elektronik sistemler için değil, sistemi kullanan teknisyenlerin de, ışık köprülerinde, merdiven üstlerinde çalışırken can güvenliği için, kaç tiyatromuzun sağlam ve doğru ohmajda topraklama hattı mevcuttur?
pe
cy
Neden Amerika'da, İngiltere'de, Fransa'da veya Almanya'da izlediğimiz büyük prodüksiyonların başarılarını överek anlatıyoruz? Çünkü ülkemizde bulunan kültür merkezlerimizin, tiyatro salon ve sahnelerimizin teknik alt ve üstyapıları yetersiz .
Standartlara uygun önlemleri alınmadığı takdirde, tiyatro salon ve sahnelerimizde, çok çabuk yangınların çıkabileceği ve geniş bir alana yayılarak, söndürülmesi mümkün olmayacak büyüklüğe ulaşabileceği yakın zamanda yaşadığımız örneklerden anlaşılmaktadır. Neden yıllardır sahnelerimizde turnelerle ya da uluslararası
Maalesef bazı tasarımcılarımız, uzmanlarımız ve teknisyenlerimiz gelişen teknoljiyi yakından takip etmiyor, edemiyor yada onlar takip etseler de, çalıştıkları firmalar ekonomik nedenlerle son teknolojileri sahnelerine tesis edemiyor. Yeni yapılacak bir tiyatro salonuna bütçe ayarlanırken, en az para sahne mekaniği ve sahne ışığına ayrılıyor. Bir prodüksiyona bütçe ayarlanırken yine en az para sahne tekniğine, ışığına ve tasarımına ayrılıyor. Halbuki Avrupa ülkelerinde ve Amerika'da prodüksiyon bütçesinin neredeyse % 60'ı sahne teknik ve ışığına ayrılıyor. Hemen her ilimizde çok amaçlı kültür merkezleri yapılmaktadır. Sadece salonu ve fuayesi harika görünen bazı kültür merkezlerinin, sahne altyapıları ve teknik donanımları maalesef eksik ya da çalışamaz durumdadır. Anadolu'ya turneleriniz nedeniyle gittiğinizde bir çok kültür merkezi sahnesinde, profesyonel tiyatro oyununuzu sahneleyecek, doğru çalışan bir sahne mekaniği, yeterli sayıda ve özelliklerde ses ve ışık sistemi bulabilmeniz mümkün değildir. Tesis edilmiş sistemler çalışır durumda olsalar da, bunları tüm özellikleriyle kullanabilen ve sizlere yardım edebilecek teknisyenler bulmanız çok zordur. Bir çok kültür merkezinde, salona turne direği dikerek ışık sistemi kurmak zorunda kalabilirsiniz. Tiyatrolara tesis edilmiş bir çok spotu, yedek ampulleri olmadığı için kullanamayabilirsiniz.
Kurulan ışık kumanda bilgisayarını kullanamayan teknisyenlere, sistem üzerinde etüd çalışması yaptıktan sonra, ışık bilgisayarının kullanımım öğretmek zorunda kalabilirsiniz. Sahne üzerinde bulunan sofit boşluğunda, karşı ağırlıklı dekor ve ışık boruları yerleştirilmesi gerekirken, sofitonun asma tavanla kapatıldığı bir sahneyle karşılaşabilirsiniz. Sofitosunun çok yüksek olması sebebiyle, kış aylarında ısı kaybına neden olduğu, salonu ısıtamadıkları ve bu nedenle sofitonun yansını kapatmayı düşündüğünü söyleyen bir kültür merkezi müdürüyle karşılaşabilirsiniz. Oysa bir çok tiyatromuzun en büyük sorunu, sahne sofit yüksekliğinin az olması değil midir? Salonda ışık köprüsü yerine, sekiz metre yüksekliğe ışık barı yapılmış, kalitesiz de olsa projektörleri tesis edilmiş ama, kısıtlı zamanda ışıklan ayarlayacak, sekiz metrelik merdiveni olmayan bir kültür merkezinde çalışmak zorunda kalabilirsiniz. Meslekte ışık ayarı için, itfaiyeden yardım istemek ve uzun bir yangın merdiveni temin ederek ışık ayarı yaptırmak da varmış, bir kültür merkezi sahnesinde! Projektörler sahne üzerinde öyle ulaşılmaz yerlere asılıp sabitlenmişler ki, yıllardır hiç ayar yapılamamış olduklarını görmeniz mümkündür.
İşverenler sahne ile ilgili tüm işlerin yapımını çoğunlukla ses ve ışık malzemesi satan firmalara yüklüyor. İşi alan her satıcı firma da, canı ne tür malzeme satmak istiyorsa, elinde, stoklarında hangi tipler varsa ve kaç tane satabiliyorsa onları satıyor. Bazen hiç gerektirmeyecek kadar çok çeşitte ve kullanılmayacak özelliklerde ekipman tesis ediliyor. Bazen de tesis edilen sistem bir sahneyi bile aydınlatamıyacak kadar kalitesiz ve az sayıda oluyor. İthalatçı ses ve ışık firmaları, sahne mekaniği, döner sahne, hareketli podyumlar, motorize sofit dekor ve ışık barları, motorize perdeler, salon, sahne, ışık köprüleri tasarımı ve montajı işlerini uzmanlık alanları olmadığı için bilinçsizce yapıyorlar. Firmaların yaptıkları yanlış uygulamalar denetimden geçmediği için, iş tesliminden sonra bürokrasiye takılıyor ve düzeltilemiyor.
a
Çünkü spotların her gösteriye göre, yeniden ayarlanması gerektiğini kimse söylememiş, yöneticiler düşünememiş, teknisyenler de bilmiyorlar.
Anlaşmasını yaptıkları ve büyük paralar ödedikleri ses ve ışık firmaları, kaçıncı kalite ses ve ışık sistemleri tesis ediyor? Projektör tipleri, açıları, sayıları, güçleri ve diğer özellikleri bir tiyatro oyunu için, yada bulunduğu sahne ölçüleri ve özellikleri için uygun mudur? Firma tarafından taahhüt edilen ses ve ışık sistemleriyle tiyatroya tesis edilen sistemler tüm özellikleriyle aynı mıdır? Işık ve ses sistemindeki bir arıza halinde, firma servis ve en az on yıl parça garantisi veriyor mu? Yoksa arıza halinde yedek parça bulunamadığından bu malzemeler devre dışı bırakılıp yenisi mi alınıyor?
Kültür merkezlerimizin, tiyatrolarımızın salon ve sahnelerinin proje aşamasından itibaren, tüm donanımlarıyla teslimi aşamasına kadar, mutlaka profesyonel danışmanlık alınmasının sağlanması, standartlara uygunluğunun kontrol edilmesi ve denetlenmesi gerekmektedir
pe cy
Sahne içine, projektör yerine simetrik reflektörlerin, hatta dış cephe aydınlatmasında kullanılan 250w'lık metal halide (arklı) reflektörlerin yerleştirildiğini ve çok ışık varmış gibi görünsün diye, 300 w'hk par 56'larla doldurulduğunu görebilirsiniz.
Böylece yapılan tüm yanlış uygulamalar bir sanat kurumunda, birer sanat abidesi olarak kalıyor!
Bir başka kültür merkezinde, ışık odasına gelen dimmer priz hatlarının, ışık masası ve dimmer sistemi konulmadığı için, 24 adet pako şaltere bağlanarak ışık kumanda paneli yaratıldığını görebilirsiniz.
Bir kültür merkezine turne yaptığınızda, sizden önce bir faaliyet yoksa, yaklaşık sekiz saatlik bir süre içinde, sahneye dekorunuzu kurup, ışık ve ses sisteminizi ayarlayıp, zaman kalırsa bir prova yaparak akşam oyununuzu oynatmak zorundasınız. Bilinçsizce donatılmış bu sistemlerinin çoğunluğu çalışmayan kültür merkezlerimizde, profesyonel bir tiyatro oyununun oynatılamıyacağım anlatacak kimse bulamayabilirsiniz.
Neden kültür merkezlerinin inşaatı yapılırken, devlet veya şehir tiyatrolarından sahne mekaniği, sahne ışığı, ses sistemi ve sahne ile ilgili diğer konularda uzmanlardan destek yada ücret karşılığında hizmet almıyorlar, projelendirme konusunda yardım istemiyorlar? Neden İl özel idareleri, belediyeler, vakıflar, okullar veya şahıslar yaptıracakları salonların projelerinin profesyonelce çizilip çizilmediğini, mimarisinin, alt yapısının ve donanımının profesyonel sahne özelliklerine uygunluğunu henüz proje aşamasındayken, konunun uzmanları tarafından denetlenmesini sağlamıyorlar? Neden sistem kapalı devre işliyor? Neden hâlâ devam eden yanlış uygulamalar tespit edilip düzelttirilmiyor? Neden kültür merkezleri denetlenmiyor yada denetlenemiyor?
Yakup Çartık, İstanbul Devlet Tiyatrosu, Başışık Uzmanı
Yeni Oyunlar < MASAL MASAL İÇİNDE
İKİ ODA BİR SİNAN
Tiyatro: Akbank Sanat Çocuk Tiyatrosu Yazan ve Yöneten: Işıl Kasapoğlu Sahne ve Giysi Tasarımı: Karina Cheres Müzik: Joel Simon Işık Tasarımı: Işıl Kasapoğlu Oyuncular: Hayrettin Aslan, Özdemir Çiftçioğlu, Sibel Atlan, Suat Sungur, Asil Büyüközçelik.
Tiyatro: Tiyatro Kare Yazan: Burak Akkul, Murat Dişli Uyarlayan: İlker Barış, Özer Çetinel Yöneten: Müjdat Gezen Sahne-Giysi Tasarımı: Duygu Kabaçam Işık Uygulaması: Emrah Sürücü Oyuncular: Kemal Kuruçay, Seden Kızıltunç, Dilşad Bozyiğit, Paşhan Yılmazel, Asuman Çakır.
"Masal Masal İçinde bir masallar toplamı, ders vermeyen, düş gücü gerektiren ve oyun sonrası da konuşulması gereken. Bulut'un, rüzgar'ın, güneş'in baş rolde oldukları bu masal dünyası küçükler için olduğu kadar büyük çocuklara da sesleniyor."
"İki Oda Bir Sinan, agorafobi yüzünden evden çıkamayan Sinan'ın, evi kendisiyle beraber kiraya veren eniştesinin ve hayatına girip çıkan kiracıların öyküsü. Bu kez gelen kiracılar, bir anne kızdır. Görünüşte savunmasız gibi görünüp, çetin ceviz çıkarlar."
KAÇ BABA KAÇ Tiyatro: Sadri Alışık Tiyatrosu Yazan: Ray Cooner Çeviren: Haldun Dormen Yöneten: Çetin Akcan Oyuncular: Hakan Yılmaz, Ali Sunal, Asuman Dabak, Demet Tuncer, Ferdi Akarnur, Ortans Kıvanç,Çetin Akcan, Tuna Arman, Erdem Baş, Veysel Diker, Murat Ergür, Aybüke Karakullukçu.
cy a
"Yıllardır beklediğiniz, üniversitede rektör olma şansı kapınızı çaldığı an, yıllar önce yaptığınız küçük bir kaçamak on sekiz yaşında bir oğlan çocuk olarak karşınıza çıkarsa, üstelik sarhoş ve ehliyetsiz araba kullandığı için tutuklandığınızdan polis nezaretinde sizi aramaya gelirse, bunu herkesten özellikle de karınızdan saklamaya çalışırsanız, doktorları, hemşireleri ve hastaları işin içine sokmadan idare edemeyip tam tersi onları da bu arapsaçına dönüşmüş durumun ortasına atarsanız, eski meslektaşınız ve arkadaşınızdan yardım isteyip onu da içinden çıkılmayacak durumlarla baş başa bırakırsanız başınıza neler gelebilir hiç düşündünüz mü?"
ÖRDEK MUHABBETLERİ
pe
Tiyatro: Akbank Sanat Prodüksiyon Tiyatrosu Yazan: David Mamet Çeviren: Zeynep Avcı Yönetmen: Işıl Kasapoğlu Sahne Tasarımı: Duygu Sağıroğlu Giysi Tasarımı: Canan Göknil Müzik: Joel Simon Işık Tasarımı: Işıl Kasapoğlu Oyuncular: Cüneyt Türel, Koksal Engür.
Mamet, oyunda bir parktaki kanepeye oturmuş sohbet eden iki adamın söyleşilerini ele almış. Orta yaşların üstündeki bu iki kişi, Emil ve George, ördeklerin alışkanlıklarından yola çıkarak geliştirdikleri sohbet ilerledikçe daldan dala atlarlar. Konu kendi yaşamlarına, başkalarının alışkanlıklarına, hayatın cilvelerine uzanırken parktaki yaban yaşamının insan yaşamıyla benzerlikleri yavaş yavaş belirginleşir. Sanki önemsiz konulardan söz edermiş gibi ilerleyen sohbet aslında yaşama dair önemli birçok konuyu ele alır.
TEPETAKLAK Tiyatro: Tiyatro İstanbul Yazan: Olivier Lejeune Çeviren ve Yöneten: Gencay Gürün Oyuncular: Metin Serezli, Nilgün Belgün, Volkan Severcan, Şebnem Özinal, Argun Kınal, Levent Ulukut, Simge Selçuk. "Jack, düğününde siyah giysili tanımadığı bir kişi ile karşılaşır. Bu kişi adının Jan olduğunu ve Jack'ın eski sevgilisinin küllerini, vasiyeti üzerine Jack'ın yatağının üzerine dökmeye geldiğini söyler. Öte yandan çok renkli kız kardeşi, seçim kampanyasını yürüttüğü cumhurbaşkanı adayı ve her şeyden haber çıkarmaya çalışan bir gazeteci de işin içine girince ardı arkası kesilmeyen komik olaylar başlar."
TANRIM Tiyatro: Sadri Alışık Tiyatrosu Yazan: Huri Aykut Yöneten: Dilek Öztekin Oyuncular: Dilek Öztekin, Haki Biçici, Aykut Köseler, Adalet Çimen, Çağla Ercan, Erkan Tura, Aybüke Karakullukçu, Dırgam Kazaz, Çağrı Çakar, Ufuk Büyükyurt, Sinem Çatalbaş, Uğur Şimşek, Eda Altın, Özgür Güçlü, Çiğdem Aygün, Gamze Güzel, Tarkan Çuhacı, Özge Soyal, Başak Koyuncuoğlu, Gaye Turgut. "İnsanoğlunun Tanrı sevgisini, sevginin evrenselliğini, inanç arayışını ve aslında tüm inançların özünün aynı olduğunu anlatan, danslı, avant-garde bir oyun.
> Yeni Oyunlar
MARY STUART Tiyatro: İ.B.B Şehir Tiyatroları Yazan: Dacia Maraini Çeviren: Neşe Kıldacı Yöneten: Özkan Schulze Sahne Tasarımı: Ayhan Doğan Giysi Tasarımı: Canan Göknil Işık Tasarımı: Murat Selçuk Oyuncular: Filiz Kutlar, Ayça Telırmak, Alev Oraloğlu, Selin İşcan, Meriç Benlioğlu. "İdam mahkumu: tskoçya Kraliçesi Mary Stuart Gerekçe: İngiltere Kraliçesi Elizabeth 'e suikast planlamak Erkek egemenliği sürerken iki yaman kadın karşı karşıya. Shakespeare döneminin ünlü kraliçesi Elizabeth bu cezayı onaylayacak mıdır? Canı tehlikede olan Mary boyun eğecek midir? Dünyaca ünlü İtalyan yazar Dacia Maraini evrensel boyutları olan trajik bir olayı zarif bir sarsıcılık ve kadın duyarlılığıyla işlemiş."
İHTİRAS
TRAMVAYI
ANTIGONE Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Sophokles Çeviren: Güngör Dilmen Yöneten: Ayşe Emel Mesci Sahne Tasarımı: Murat Gülmez Giysi Tasarımı: Hale Eren Işık Tasarımı: Zeynel Işık Müzik: Can Atilla Oyuncular: Zeynep Yasa Çimenser, Mustafa Şekercioğlu, Nihat Hakan Güney, Edip Tümerkan, Haluk Cömert, Teoman Gülen, Fatih Pestil, Erdinç Gülener, Tolga Çiftçi, Buğra Koçtepe, Hatice Altan Gençler, Eylül Aktürk, Mine Medya Haktanır, İclal Karaduman, M. Tuncay Aynur, K. Görkem Arslan, Kadir Özdal, Hande Keçeci, Murat Liman, Saliha Karahasan, A. Acan Aksoy, Çağman Pala Özdöver, Didem Hun, Serap Doğan, İ. Cemal Karadaş, Kadir Özdal, M. İnanç Koçak, Bora Godri, Feray Toksoy, Kıvanç Aycan, Nihal Erdoğan, Özgür Talu, Berna Üçel, Zerrin Çağlar, Murat Demirel. "Antigone 'de mahremiyet ve bir davaya bağlanmak, "ev alanı" ve kamusal alan arasındaki diyalektik ilişki tartışılır. Piyes, sosyo-politik değişimlerin, insanın sessiz içsel dünyasına dayattığı zorunlu şiddet çevresinde döner."
"Oyunun kahramanı Blanche DuBois güneyde oldukça itibarlı bir aileye mensup genç bir kadındı. Geçmişle bağlarını koparamayan bu yüzden de gerçekle düş dünyası arasında yaşayan Blanche New Orleans'ta yaşayan kız kardeşi Stella'nın yanına bir sığınak bulma umuduyla gider. Tek arzusu her şeyi geride bırakıp kendine yeni bir yaşam kurmaktır. Ancak kız kardeşinin ve kocası Stanley'in yaşam biçimlerini aşağılayan tavırları ilkel ve düşüncesiz bir adam olan Stanley'in tüm öfkesini üzerine çekmesine neden olur. Yaşam arzuları ve yaşam gerçeği birbirine karışan Blanche'in kişiliği dağılır ve karanlık bir sona doğru gider."
Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Ali Taygun Yöneten: Oğuz Tunç Oyuncu: Emre Alpago.
pe
cy a
Tiyatro: İ.B.B. Şehir Tiyatroları Yazan: Tennessee Williams Çeviren: Asude Zeybekoğlu Yöneten: Engin Uludağ Sahne ve Giysi Tasarımı: Nilgün Gürkan Işık Tasarımı: İlhan Ören Oyuncular: Can Başak, Hümay Güldağ, Ali Karagöz, Aziz Sarvan, Hülya Arslan, Müge Akyamaç, Ergün Işıldar, Cem Karakaya, Melike Altınbaran, Mehmet Atak.
BİR MAHALLE Kİ
Tiyatro: Sivas Devlet Tiyatrosu Yazan-Yöneten: Münir Canar Sahne Tasarımı: Güven Ökten Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay Işık Tasarımı: Zeynel Işık Dans Düzeni: Tufan Kaytmaz Müzik: Kemal Günüç Oyuncular: Mehmet Demiralp, İsmet Numanoğlu, Cevat Duman, Ulaş Ersoy, Kerem Yücel, Ümit Dikmen, Cebrail Esen, Arif Yavuz, H. Emre Başer, M. Orkun Gülşen Koro: Fulya Keleş, Gülin Ersoy, Fırat Topkorur, Gülçin Çakır, Barış Türk, Ulaş Bulut, Celal Konat, Özlem Numanoğlu, Orkestra: Ahmet Coşkun, Serdar Baltan, Yusuf Elbay, Mahmut Hasip Çermikli, Metin Baltan, Mustafa Aruk. "Günümüzde yaşanan sosyo-politik olayların 'Geleneksel Türk Tiyatrosu 'yla 'yoğurulması sonucu ortaya çıkan müzikli, danslı bir ortaoyunu."
MASAL BAHÇESİ (Ç.O.)
KILÇIK MAHALLESİ (Ç.O.) Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Nilbanu Engindeniz Yöneten: Evren Serter Sahne ve Giysi Tasarımı: Savaş Çevirel Işık Tasarımı: Adnan Ağcahan Müzik: Levent Güray Oyuncular: Aytaç Özgür, Duygu Karakılınç, Hakan Fidan, Eda Söz, Yonca Ginyol, Taylan Demir, Gabar Akay, Hüseyin Can, Handan Dağdeviren, Sıtkı Miman, Sinem Arslanoğlu. "Kılçık mahallesinde mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşayan kediler, cipsi, pisi, hapsi, horsi ve bayan missi Kediler Bayramı'nın 1000. yılı nedeniyle hazırlık yapmaktadırlar. Şenlik günü tüm kediler eğlenirken, bir grup kötü kalpli köpek, kedileri kılçık mahallesinden atıp buraya yerleşmeye karar verirler. Bir daha mahallelerinde yaşamayacaklarını anlayan kedicikler, dostları fareden yardım isterler. Fare ile birlikte çok zekice bir plan yaparlar ve mahallelerini kötü kalpli köpeklerden kurtarırlar."
Yeni Oyunlar < DERYA GÜLÜ Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Necati Cumalı Yöneten: Ekrem Kocaçal Işık Tasarımı: Hasan K. Yalman Oyuncular: Gülay Toprak, Zafer Önal, Serdar Kamalıoğlu. "Farklı yapılara sahip üç gencin, nasıl gerçekleşeceğini bilemediği düşler kuran bir genç kız özelinde yaşadıkları beklentiler..."
YOLCU Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Nâzım Hikmet Yöneten: Seval Erözmen Kip Sahne Tasarımı: Savaş Çevirel Giysi Tasarımı: Gülay Taş Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan Oyuncular: Murat Çobangil, Şenay Ünsal, Necmettin Amaç, Ozan Yıldırım.
Tiyatro: Erzurum Devlet Tiyatrosu Yazan: Aleksey Arbuzov Çeviren: Fatoş Sevengil Yöneten: Esen Özman Sahne ve Giysi Tasarımı: Ufuk Üsterman Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Oyuncular: Erkan Erdem, Zeynep Nutku, Uğur Kaya. "1942 yılında Leningrad kuşatması sırasında bos bir apartman dairesine sığınan on altı yaşındaki Lika ile uzun zaman sonra evini görmeye gelen Marat arasında sıcak duygular doğar. Soğuktan neredeyse donacak olan Leonidik de katılır bu ikiliye. Savaş yıllar içinde nasıl biçimlendirecektir bu üç dostun kişiliğini? "
NALINLAR Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Yazan: Necati Cumalı Yöneten: Ömer Naci Topçu Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Nalan Türkoğlu Işık Tasarımı: İzzettin Biçer Oyuncular: M. Lebip Gökhan, Hakan Şahin, Hatice Sezer, Demet Bölükbaşı, Pınar Gün, M. Şamil Kafkas.
cy a
"Oyun, 1921 yılında Anadolu 'nun ücra bir köşesinde bir tren istasyonunda geçmektedir. Kar ve buzla kaplı istasyonda çok seyrek olarak duran trenler, artık hiç durmadan yollarına devam etmektedir. İstasyon şefi, karısı ve makasçı, devrilen telgraf direğiyle birlikte tamamen dış dünya ile bağlantılarını kaybetmiş ve kendi yalnızlıkları içinde birbirleriyle iletişimlerini koparmışlardır. İstasyona gelen 'atlı' onlara hem dış dünyadan haber, hem de umut getirmiştir. Kurtuluş Savaşı sürmektedir. Gün birlik olma ve mücadele etme günüdür. Oyun bir yandan kahramanların iç dünyasını sergilerken, bir yandan da ülkenin içinde bulunduğu koşulları göz önüne sermektedir."
SÖZ VERİYORUM
SİHİRLİ KÖPEK (Ç.O.)
pe
Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Nil Ünlü Aycıl Yöneten: Sabiha Sonkan Sahne ve Giysi Tasarımı: Candan Günay Işık Tasarımı: Hasan K. Yalman Müzik: Ali Aycıl Oyuncular: Burak Aşkın Çimen, Evren Teoman, Fuat Şarbalkan, Çelen Kaytaş, Filiz Yağcı, Ediz Akşehir, Erdoğan Eğmen.
"Oyunun ana konusu olan arkadaşlık ve dostluk kavramları, çocuklarımızın toplumsal bir varlık olarak yaşamlarını sürdürebilmeleri için çok önemlidir. Bu nedenle, oyunda amaç; bu düşünceden yola çıkarak onları arkadaşlık ve dostluk duygusu içinde kaynaştırmak ve mutlu etmek olacaktır."
AYAK BACAK FABRİKASI Tiyatro: Trabzon Devlet Tiyatrosu Yazan: Sermet Çağan Yöneten: O. Coşkun Irmak Sahne Tasarımı: Tayfun Çebi Giysi Tasarımı: Funda Çebi Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz-Yücel Kalender Oyuncular: Uğur Keleş, Halil Ayan, Fatih Dokgöz, Birkan Görgün, E. Utku Ölmez, Şevki Çepa, Mesut Yüce, M. Ceyhun Gen, Meltem Gülenç, Z. Ekin Öner, Sinem Şahin, Aslı Artuk.
UYUYAN GÜZEL (Ç.O.)
Tiyatro: Adana Devlet Tiyatrosu Yazan: Grimm Kardeşler Uyarlayan: Armağan Sancar Ersin Yöneten: M. Volkan Benli Işık Tasarımı: H. İbrahim Karahan Dans Düzeni: Veronica Arman Oyuncular: Gökçen Gökçebağ, Devrim Evin, Çağrı Turan, Murat Aslan, Ezgi Coşar, Gözde Giray, Nermin Salman, Demet Boci, Hülya Yıldız, Dilek Doğan, Rale Erdoğan, Gülay Sözütek. "Prensesin doğum kutlamalarına çağrılmayan kötü peri Şera çok kızar ve yeni doğan prensese 16. doğum gününde 'ölüm' armağan eder. Kral kızını korumak için ülkedeki tüm iğneleri yok ettirir. Biri hariç..."
BİR ANARŞİSTİN KAZA SONUCU ÖLÜMÜ Tiyatro: Adana Devlet Tiyatrosu Yazan: Dario Fo Çeviren: Füsun Demirel Yöneten: Mustafa Kurt Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Funda Çebi Işık Tasarımı: Kazım Öztürk Oyuncular: Savaş Özdemir, Tevfik Tarhal, Gürkan Görbil, Gökhan Doğan, Müge Taşpınar, Gürsu Gür, Burçin Börü. "Bir bomba patlamış ve 16 kişi hayatını kaybetmişti. Polis anarşistleri suçlamış ve aralarından birini tutuklamıştı. Daha sonra ölüsü, gözaltında tutulduğu emniyet müdürlüğünün penceresinden atılmış olarak bulundu."
> Yeni Oyunlar
SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM
BİR YAZ DÖNÜMÜ GECESİ RÜYASI
Tiyatro: Sadri Alışık Tiyatrosu Yazan: Cengiz Aytmatov Uyarlayan: Hülya İniş Yöneten: Barış Erdenk Sahne Tasarımı: Barış Erdenk Giysi Tasarımı: Çolpan İlhan Oyuncular: Kerem Alışık, İpek Tuzcuoğlu, Menderes Samancılar, Zuhal Topal, Gülsen Tuncer, Metin Büktel, Muharrem Özcan, Duygu Yılancı, Taylan Ertuğrul, Senar Özakıncı, Serhat Yiğit, Yasemin Atasu, Büşra Pekin, Erkan Tura, Yücel Yüksel,Umut Oğuz. "Sevgi ve emek temaları üzerine kurulan Selvi Boylum Al Yazmalım baştan sona büyük bir duygu yoğunluğu içinde izlenecek bir aşk hikayesidir."
İÇERDEKİLER
Atina yakınlarındaki bir koruda yollarını şaşıran dört sevgili, Periler Kralı Oberon ile kavgacı hizmetkârı Puck'ın büyüsüne kapılırlar. Kentten bir grup işçi de, gözden uzak bir yerde oyunlarını prova etmek için koruya gelir. Onlar da perilere katılırlar ve ortaya bir sürü karışıklık ve komik durum çıkar.
a
Tiyatro: Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Melih Cevdet Anday Yöneten: Murat Karasu Sahne Tasarımı: Efter Tunç Giysi Tasarımı: Ebru Aklar Işık Tasarımı: Cafer Yiğiter Oyuncular: Betül Çobanoğlu, Şafak Karali, Emin Gürsoy.
Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: W. Shakespeare Çeviren: Nurettin Sevin Yöneten: Semih Sergen Sahne Tasarımı: Suar Şeylan Giysi Tasarımı: Berna Cömert Işık Tasarımı: Fahrettin Özen Müzik Düzeni: Kemal Günüç Dans Düzeni: Binnaz Dorkip, Aydan-Sevtap Subaşın Oyuncular: Sinan Pekinton, Meltem Keskin-Gül Gökçe, Hayrettin Engin, Kurtuluş Şakirağaoğlu, Neşe Baykent, Alper Tazebaş, Okan İrkören, Meral Taytuğlu, Savaş Tamer, Osman Nuri Ercan, Murat Çıdamlı, Gökhan Semerci, H. Yunus Çakıroğlu, Gülay Akman Şar, Berrin Demir Öney, Hakan Güneri, Emine Semra Gökalp, Özgül Sağdıç, Banu Gülsüm Güngör, Özlem Sayın, Sema Borhan, Aslı Nilsen, Gülben Oğuz, Seda Özgiş, Fatma Ezgi Çağlar, Deren Baybars, Irmak Erenoğlu, Atilla Kılıç, C. Murat Usanmaz, M. Fatih Demirel, Orhan Akbıyık, Gürkan Karaoğlu, K. Şerif Öztürk ve H. İbrahim Yaman.
pe cy
"Oyunda, tutuklama kararı olmadan 345 gün siyasi bölüm baş komiseri tarafından sorgulanan ve suçlanan bir öğretmenin mücadelesi anlatılıyor.
TEK KİŞİLİK DÜET Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Tom Kempinski Çeviren: Lale Eren Yöneten: Emin Olcay Sahne Tasarımı: Suar Seylan Giysi Tasarımı: Serpil Tezcan Işık Tasarımı: Ayhan Güldağları Oyuncular: Ayşen İnci, Erdoğan Ersever.
"Psikiyatrist Dr.Feldmann kariyerinin doruğunda MS hastalığına yakalanan keman virtüözü Stephanie 'yi onda oluşan ruhsal enkazı kaldırmak için beklemektedir. Peki Stephanie bu çöküntünün farkında mıdır?"
ANADOLAR
Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Muzaffer İzgü Uyarlayan: Ferdi Merter Yöneten: Ensar Kılıç Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Fatma Görgü Işık Tasarımı: Burhanettin Yazar Müzik: Can Atilla Danslar: Alper Kafa Oyuncular: Turgay Kılıç, Zafer Güllü, Gültekin Gülkan, Şemsettin Zırhlı, Leyla Aykan Gülener, Tolga Tuncer, Selma Bayraktargil Denizci, Koray Karaca, Kayhan Sarıgöllü, Fikriye Musluoğlu.
"Bir memurun gözüyle hayal ülkesindeki olaylar gülmece şeklinde anlatılıyor. Müzik, dans ve gülmeceyle ülkemizin hali pür meali..."
KENDİME KIYAMAM Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Curth Flatow Çeviren: Hale Kuntay Yöneten: Ali Hürol Sahne Tasarımı: Işın Mumcu Giysi Tasarımı: Gülümser Erigür Işık Tasarım: Ahmet Karademir Oyuncular: Murat Atak, Lale Başar, Hicran Yavuz, Zeynep Aytek Metin, Mehmet Ali Toklu, Pervin Balcı, Abdullah İndir, Ünal Yeter, Z. Gürdal Karaoğlu, Tamara Davletova. "Evlilik üzerine değişik düşünceler mizahi bir dille anlatılıyor...."
BEN NÂZIM HİKMET Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Nâzım Hikmet Ran Yöneten: Olcay Poyraz Işık Tasarımı: Hakan Özdemir Nâzım Hikmet'in sevgi, dostluk, kavga, aşk, hasret yüklü şiirlerinden oluşuyor.
a
pe cy
KültürSanat / Tanıtım
Tarihte Bir Gezinti:
cy
a
Yerebatan Sarnıcı
pe
Bizans İmparatoru İ. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılan bu büyük yeraltı sarnıcı, suyun içinden yükselen ve sayısız gibi görülen mermer sütunlara bakılarak halk arasında yerinde bir deyimle "Yerebatan Sarayı" olarak isimlendirilmiştir. 476 yılında çıkan bir yangında tamamen harap olduktan sonra İlius tarafından yeniden yaptırılan ve tekrar bir yangın felaketine uğrayan ve 532 yılında şehri kasıp kavuran Nika isyanında, Basilika'nın mermer heykeli harap oldu. Eski kaynaklar bu yeri yüzü sütunlu revaklarla çevrili üstü açık bir avlusu Ayasofya'ya dönük olarak belirtmiştir. İmparator Justinianus, yangına uğramış olan büyük Basilika'yı
yaklaşık 542 yılında, rivayetlere göre 7.000 köle ile inşa ettirmiştir. Ve sarnıç ismini yakınındaki İlius Basilika'dan almıştır. Basilika Sarnıcı'nın suyu imparator Valens tarafından 368 yılında yaptırılan 971 m. uzunluğundaki Valens (Bozdoğan) kemeri ile imparator Justinianus'un yaptırdığı 115.45 m. uzunluğundaki Maglova Kemeri yardımıyla şehre 19 km. Mesafede Belgrat ormanlarındaki Eğrikapı su taksim merkezinden gelmektedir. Yerebatan Sarnıcı kurulduğundan günümüze kadar çeşitli onarımlardan geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde iki
KültürSanat / Tanıtım mevsiminde deniz gibi dolan sarnıçta balıklar da bulunuyordu. Hatta buraya Alibeyköy deresinden yer altı kanallarıyla su geldiği sanılmaktadır." Burada P. İnciciyan Basilika Sarnıcı'nın Büyük Contantius tarafından (324-337) yapıldığını söylerken birçok eski araştırmacı ve tarihçi gibi yanılgıya düşmüştür
pe cy
a
Yerebatan Sarnıcı, geçirildiği onarımlardan sonra Cumhuriyet döneminde İstanbul Belediyesi tarafından müze haline getirilerek ziyarete açılmıştır. Sarnıç, 1985 yılında başlatılan, içerisinden 50.000 ton çamurun çıkartılması ve gezi platformunun yapılmasıyla birlikte 1987 yılında tamamlanmış ve tekrar ziyarete açılmıştır.Yerebatan Sarnıcı 1994 Mayıs'ında yeniden büyük bir temizlik ve bakımdan geçerek bundan sonraki serüvenine İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin şirketlerinden olan Kültür A.Ş ile devam etmeye başladı. Sarnıcı ziyarete gelenler, balıkların sütunlar arasında kıvrılarak süzüldüğünü seyrederken bir yandan da çalınan klasik müzik esliğinde kahvelerini yudumlayarak tarihin derinliklerine doğru esrarengiz bir yolculuğa çıkarlar...
defa restore edilen sarnıcın ilk onarımı 18. yy.'da III. Ahmet zamanında (M 1723) Mimar Kayserili Mehmet Ağa tarafından yaptırılmıştır. 19. yy.'da ikinci büyük onarım Sultan II. Abdülhamit (1876-1909) zamanına isabet eder. Sarnıcın ortasına doğru kuzeydoğu duvarı önünde yer alan 8 sütun, 1955-1960 yıllarında yapılan bir inşaat sırasında kırılma tehlikesine maruz kaldığından bunların her biri kalan bir beton tabaka içine alınarak dondurulmuş ve bu yüzden eski özelliğini kaybetmiştir.
Bizans Devri'nde civarda geniş bir sahayı kaplayan, imparotorların ikamet ettiği ve bölgedeki su ihtiyacını karşılayan Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un Osmanlılar tarafından 1453 yılında fethinden sonra, bir müddet daha kullanılmış, padişahların oturduğu Topkapı Sarayı'nın bahçesine de buradan su verilmiştir. Durgun su yerine çeşme suyunu, yani akan suyu tercih eden Osmanlılar'ın şehirde kendi su tesislerini kurduktan sonra kullanmadıkları anlaşılan Sarnıç, XVI. yüzyılın ortalarına gelinceye kadar batılıların meçhulü olarak kalmış nihayet 1544-1550 yıllarında Bizans kalıntılarını araştırmak üzere İstanbul'a gelen Hollandalı gezgin P. Gyllius tarafından yeniden keşfedilerek bati alemine tanıtılmıştır. P. Gyllius çok zor şartlarda sarnıcı sandalla dolaşarak ölçülerini alıp, sütunlarını tespit etti. Gördüklerini ve edindiği bilgileri seyahatnamede yayımlanan Gyllius, bir çok seyyahı etkilemiştir. Bunun üzerine yüzyıllar boyu İstanbul'a gelen bütün gezginler bu muhteşem eseri görmeden gitmek istemezler. Basilika Sarnıcını araştıran, başka bir araştırmacı olan tarihçi G. Inciciyan "İstanbul Tarihi" adli eserinde şehrin XVIII. yüzyılındaki durumunu anlatırken, Yerebatan Sarnıcı hakkında şunları yazmaktadır: 'Ayasofya'nın güneybatısında, yarim mil mesafede, evlerin arasında bulunan bu sarnıç büyük Constantius tarafından büyük sarayın altına yapılmış olup Basilika Kinotexna adini taşırdı. Özellikle kış
KültürSanat / Festival
Efes Pilsen Blues Festival
Al Green, O.V.Wright, Otis Clay ve Willie Mitchell gibi R&B müzik tarihinin köşe taşlarından biri haline geldi. Katherine Davis Katherine Davis, Louis Armstrong ve Count Basie ile çalışmalar yapan müzisyen büyükbabası Earl Campbell'ında dahil olduğu opera sanatçılarından oluşan bir ailenin içinde büyüdü. Müzikle iç içe büyüyen Davis, özellikle Ella Fitzgerald, Nancy Wilson, Dinah Washington, Mahalia Jackson, Etta James ve Aretha Franklin gibi kadın vokallerden etkilendi. Davis, Sherwood konservatuarında opera eğitimi aldıktan sonra, In The Heart Of The Blues adlı müzikalde Ma Rainey ve Bessie Smith'i canlandırarak adını duyurdu. Kendi plak şirketi Katy " D " Records'dan yayınlanan ilk solo albümü Dream Shoes ile müzikseverlerin beğenisini kazandı. Efes Pilsen Blues 16 - Trabzon/İl Kasım Cuma 19:30 Zorlu Grand Hotel Efes Pilsen Blues 16 - Konya/20 Kasım Pazar 19:30 Rixos Otel Efes Pilsen Blues 16 - İstanbul/25 Kasım Cuma 19.30 Lütfi Kırdar UKSS Efes Pilsen Blues 16 - İstanbul/26 Kasım Cumartesi 19.30 Lütfi Kırdar UKSS
cy a
Efes Pilsen Blues 16 - Ankara/2 Aralık Cuma 19.30 Ankara HiltonSa Efes Pilsen Blues 16 - Ankara/3 Aralık Cumartesi 19.30 Ankara HiltonSa
pe
Efes Pilsen Blues Festivali 9 Kasım 16 Aralık tarihleri arasında Türkiye'ye bir kez daha Blues rüzgarları estirecek. Festival'in bu yılki konuklan; blues, soul ve funk tekniği ile Luther "Guıtar Junıor" Johnson; R&B vokalist ve gitaristlerden Syl Johnson ve Amerikan Blues müziğinin güçlü vokallerinden Katherine Davis. Festivalin bu seneki sürpriz ismi ise Erkin Koray.
16.'sı düzenlenen Efes Pilsen Blues Festivali bu yıl, Türkiye genelinde 18 farklı şehirde 21 konser ile gerçekleşirken, festival programında bu kez Kıbns'ta 1 ve Rusya'da 6 şehirde 8 konser yer alıyor. Samsun'da başlayacak olan festival sırasıyla; Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Gaziantep, Kayseri, Konya, Mersin, Adana, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Ankara, Antalya, Denizli, İzmir, Kıbrıs, Tekirdağ ve Çanakkale'de blues rüzgarı estirecek. Festival'in Rusya programında ise Moskova, St Petersburg, Ekaterinburg, Ufa, Novosibirsk ve Rostov On Don şehirleri bulunuyor. Luther Johnson Amerika'nın önemli Blues müzisyenlerinden biri olarak kabul edilen Luther Johnson bu yıl Efes Pilsen Blues Festival'in konuğu. Mississippi doğumlu "Guitar Junior", kendi dönemindeki bir çok blues sanatçısı gibi Chicago'ya taşındı. Çıraklık sürecini Muddy Waters ve Magic Sam'in yanında tamamladı. Johnson tekniğini oluştururken Ray Charles, B.B. King, Sam Cooke ve Freddy King gibi müzisyenlerden ilham aldı. 70'lerin sonunda Fransız plak şirketi Black&Blue'dan peş peşe iki solo albüm yayınlayarak dikkatleri üzerine çekti. Syl Johnson R&B vokalist ve gitaristlerden biri olan Syl Johnson'ın başarı hikayesi 60Tarda başladı. Mississippi'de doğan blues gitaristi Johnson Chicago'ya taşınıp 1960 yılında ilk plak sözleşmesini yaptığında sadece 8 yaşındaydı. Syl Johnson, 1967 yılında Amerika listelerinde yükselişe geçen Come On Sock It To Me ve gerçek bir soul klasiği olarak kabul edilen Take Me To The River single'larıyla
Efes Pilsen Blues 16 - İzmir/9 Aralık Cuma 19.30 İzmir Hilton Efes Pilsen Blues 16 - İzmir/10 Aralık Cumartesi 19.30 İzmir Hilton
a
pe cy
KültürSanat Günlüğü KONSER
Picasso İstanbul'da Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi 24 Kasım 2005-26 Mart 2006 tarihleri arasında 20. yüzyılın en büyük ressamlarından Pablo Picasso 'nun eserlerine ev sahipliği yapacak. Sergide, ressamın tüm dönemlerini kapsayan 135 eser yer alacak. Paris ve Barcelona'daki Picasso müzelerinden,
Musee d'art moderne Lille Metropole'den,
FABA'dan (Fundaciön Almine Bernard
Ruiz - Picasso para el Arte) ve aile koleksiyonlarından Picasso 'nun torunu Bernard Ruiz-Picasso tarafından seçilen eserler, kronolojik olarak sergilenecek. Sergide, ayrıca sanatçının çalıştığı stüdyoların ve yakın çevresindeki kişilerin, ünlü fotoğrafçılar tarafından çekilen fotoğrafları da yer alacak.
(0212 277 22 00)
KONSER
Bülent Ortaçgil&Zuhal Olcay Bülent Ortaçgil ve Zuhal Olcay kasım ayında üç konserle bir araya geliyor. İki sanatçının ilk konseri 11 Kasım Cuma günü 20.30'da Anatolia Gösteri Merkezi'nde. İkinci ve üçüncü konser ise 26 Kasım Cumartesi 18.00'da ve 21.00'da Maltepe Yayla Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilecek. (0216 556 98 00)
pe cy
Omara Portuondo
a
KONSER
Garanti Caz Yeşili konserleri Buena Vista Social Club ekibinden Omara Portuondo konseri ile devam ediyor. Omara Portuondo 17 Kasım Perşembe 21.30 ve 18 Kasım Cuma 23.00'da Babylon'da hayranlarıyla buluşacak. 1959 yılında ilk solo albümü Magia Negra 'yı yayınlayan Omara, Küba geleneksel müziği ve Amerikan caz standartlarını albümlerinde buluşturuyor.
KONSER
KİTAP
Therion İsveçli
senfonik
Therion,
11
21.00'da
rock
Kasım Cuma günü
Yeni
Melek
Merkezi'nde. klasik
ve
grubu
Gösteri
Müziklerinde, senfonik
öğeleri
Rock
/ Metal müzik ile harmanlayarak kendilerine
has
'Senfonik
Metal'
tarzını
farklı
albümlerinden
hayranları
oluşturan
için
(0216 556 98 00)
Opera grup
şarkılarını
seslendirecek.
Phil Collins Phil Collins, 2004 yılından beri devam ettiği First Final Farewell Turnesi kapsamında 3 Kasım Perşembe 21.00'da Abdi İpekçi Spor Salonu'nda konser verecek. Sanatçı, konserinde hem son albümünden parçalara hem de hit olmuş parçalarına yer verecek. Collins, vokalist olmasının yanısıra iyi bir rock ve caz davulcusu. Against All Odds, Sussudio, Another Day in Paradise, In the Air Tonight ve Groovy Kind of Love gibi parçalara imza atan Collins, müzik kariyerinde birçok farklı müzik türü içinde yer almış bir isim. (0216 556 98 00)
pe cy
a
Manşetinde her gün kendinizi göreceğiniz bir gazete. Bu "gazete" yeni çıkmıyor. Uzun zamandan beri var. Alışageldiğiniz günlük gazeteler henüz mürekkebi bile kurumamış, daha dağıtıma bile verilmemişken; bu gazete dilerseniz, günün en erken saatinde önünüzde. Özelliği, bini aşkın süreli yayında; şahsınız, şirketiniz ya da takibini istediğiniz konular ne ise tümüyle ilgili gelişmeleri size bir arada sunuyor olması. Güne, manşe tinde her gün kendinizi göreceğiniz böyle bir gazeteden başlamayı istemez miydiniz? (itiraf edelim ki bir eksiği var. O da, "size özel" olması. Başarılarınızdan söz eden haberlerle doluyken, keşke basılıp binlerce dağıtılsa.) Online olarak yayınlanan bu gazete, Ajans Press'in Elektronik Basın Takibi adını verdiğimiz hizmeti. Abone olduğunuzda kullanıcı adınız ve şifrenizle www.ajanspress.com.tr adresine
giriyor, dünyanın ve Türkiye'nin neresinde olursanız olun, sizi öncelikle ilgilendiren geliş melerden zaman kaybetmeden haberdar oluyor sunuz. Takibini istediğiniz konulardaki tüm geliş meler, basındaki birebir ölçüleriyle internet orta mında karşınızda. Bu arada; Elektronik Basın Takibi hizmetimiz, bizi alışageldiğimiz klasik çalışma tarzımızdan alıkoymuyor. Televizyon, basın ve radyodan derlenen materyale zaten online olarak ulaş tığınızı düşünerek bununla yetinmiyor; kupür dosyalarınızı, televizyon ve radyo kayıtlarınızı özel kuryelerimizle, zaman kaybını en aza indir geyerek size yine ulaştırıyoruz. Titiz bir medya takibinin size neler kazandı racağını öğrenmek ve burada ayrıntılarına
Oya Sokak No: 3 Esentepe, 34394 istanbul T: 0212 272 04 04 (pbx) F: 0212 272 04 00 info@ajanspress.com.tr
giremediğimiz hizmetlerimizi tanımak için lütfen, abonemiz olduğunuzda sık sık kullanacağınız web sitemizi hemen şimdi ziyaret edin. Profesyonel medya takibi için bugün düğmeye basın.
KültürSanat Günlüğü SERGİ
Galeri Artist'te İki Sergi Galeri Artist,
Kasım ayında beş salonunda Şadan Bezeyiş' i konuk ederken,
da Anadolu
Üniversitesi
buluşturacak. yağlıboya
çalışmaları,
retrospektif özelliği ve
Yollar"
Güzel Sanatlar Fakültesi
Şadan Bezeyiş'in ayrı
taşıyor.
adını
taşıyor.
büyük boy
ayrı
dönemlerden
Anadolu Sergi;
resim
Üniversitesi
resim,
sanatçı
tuvalleri,
seramik,
GSF
-
eğitimcilerini
baskıları,
desenleri,
örneklerini
içermesi
eğitimcilerinin
özgün baskı
bir salonda sanatseverlerle çini
ve
açısından
sergisi
ise
bir "Yol
ve heykellerden oluşuyor.
KONSER
Jack De Johnette Quartet Caz
davulunun
önemli
isimlerinden
Jack
DeJohnette,
ve Danilo Perez'den kurulu Jack De Johnette günü 18.30'da İş Sanat Kültür Merkezi'nde. hale getirdiği
çıkaracak.
davul setiyle,
(Jerome Harris -
Jack DeJohnette - Davul)
Gitar,
Harris,
Quartet isimli grubuyla,
John
Patitucci
13 Kasım Pazar
Ünlü davulcu bu konserinde Latin müziğine
dinleyicileri caz ve Latin dünyasında
bir yolculuğa
Bas; John Patitucci - Bas; Danilo Perez - Piyano;
(0216 556 98 00)
a
uygun
Jerome
pe cy
KONSER
Steve Vai
Dünyanın en önemli gitar virtüözlerinden Steve Vai, beş yıl aradan sonra tekrar Türkiye'de. Türkiye'ye İstanbul ve Ankara'da konserler vermek üzere gelecek olan Steve Vai'nin kadrosunda Billy Sheehan ve Tony Macalpine de yer alıyor. Profesyonel müzik hayatına 1980 yılında Frank Zappa'nın gitaristi olarak başlayan Vai, Real Illusions Tour 2005 isimli turnesi kapsamında 18 Kasım Cuma 21.00'da Yeni Melek Gösteri Merkezi'nde; 19 Kasım Cumartesi 21.00'da ise Ankara Saklıkent'te sevenleriyle buluşacak. (0216 556 98 00)
DANS
Çocuk Hallerim Fototrek
Fotoğraf
Merkezi,
"Çocuk Hallerim " sergisine
18
evsahipliği sevinçli,
adlı fotoğraf
Kasım'a
yapıyor. hüzünlü,
hallerini
şaşkın
gösteren
yer aldığı sergi,
kadar Çocukların
İsviçre
doğuldu
1982 İzmir
çalışmalarından (Meşrutiyet
Moiz
1973
Meseri'nin
oluşuyor.
Caddesi
Atatürk Sergisi "Doğumundan
Ölümüne
Atatürk Sergisi" Girgin Piyano
Ravanda
Enson, ve
Remzi İren,
dışında
her
19.00'a
kadar
Sanat
Althan
Bülent Turan
Ertemiz'in sergi,
kadar
Sanat
gezilebilir.
Remzi
kapsayan
Kadar
17 Kasım'a ve
Galerisi'nde
fotoğrafların
doğumlu Doruk Hemen ve
KİTAP
çalışmalarını
Pazar
günleri
saat
10.00'dan
gün
gezilebilir.
Galerisi:
(Piyano
İş Merkezi No: 85 Kat: 1 - 0212
ve
Nüshetiye
251 90 14 - 245 78 57)
36 Beşiktaş / ( 0212 227 03 28)
cad.
pe cy a
KültürSanat / Kitap AMAT İhsan Oktay Anar Arzu Özköse arzu_ozkose@yahoo.com
İhsan Oktay Anar'ı Puslu Kıtalar Atlası ile tanıdık, akıcı ve esprili dili bizi hemen etkileyiverdi. Üslubunu, Efrasiyab'ın Hikayeleri, Kitab-ül Hiyel adlı yapıtlarında da her defasında biraz daha ustalaşarak sürdürdü. Bu kez elimizde bambaşka bir dünyanın diliyle, yazılmış yeni bir yapıtı var: İletişim yayınlarından bu ay çıkan Amat. Önceki yapıtlarından geri kalmayan akıcılıkta yazılmış son derece keyifli bir okuma sunuyor bu kez de Anar.
Kaptan Diyavol Paşa'nın sağ kolu ve yardımcısı Marangoz Nuh usta karakteri de tüm mitsel anlatılarda olduğu üzere bir tufanı yani bir başlangıç ve sonu, zamanın döngüselliğini simgeliyor. Yine Diyavol Paşa'nın Kaptan kamarasında bulunan ölümsüzlüğe dair kitaplar Adem'in cennetten kovulmasına neden olan yasak elmanın yerini almış burada. Zira geminin reisi ve ölümsüzlük peşinde koşan Süleyman Reis, kaptanın tüm uyarmalarına rağmen yasak olan kara kaplı kitaba bakmaktan kendisini alamaz ve Diyavol Paşa tarafından reislikten azledilerek geminin hangarına kapatılır. Diğer yandan Kaptanının gerçekten Şeytan olup olmadığı hususunda ikircikte kaldığımız bu kalyonun tüm mürettabatı daha önce büyük günahlar işlemiş, bir sürü insanın canını almış günahkar ordusu olarak karşımıza çıkıyor. Burada da semavi dinlerin hemen hepsinde işeleyen bir suç ve ceza mekanizmasının çarkları dönmeye başlıyor. Herbiri kendi içinde felsefi bir bağlamı olan tüm bu anlatı katmanlarının temelini tutan dizgeyi Diyavol Paşa'nın yakılmak üzere emir verdiği ve şeyhi İbni Parmen'in ölümsüzlük hakkındaki fikirlerini açıklayıp yorumlayan bir alimin risalesinde buluyoruz. Felsefe tarihini biraz bilen bir kişinin hemen anlayacağı üzere İbni Parmen'in "doğruyu yalnızca akıl verir" önermesiyle ünlü Elealı filozof Parmenides olduğu açıktır ve nitekim anlatıdan aldığım kısa metin bunu ortaya koyar niteliktedir: "İbni Parmen adındaki bu filozof Fisagorcular denilen cemiyeti terk etmiş, fakat onların ilginç bir fikrini reddetmemişti. Fisagorculara göre zamanın sonsuz olmasının yegane yolu onun döngüsel olmasıydı... İşte, zaman döngüsel olduğu için sadece geçmişi değil, geleceği hatırlamak da mümkündü. Kısacası hatırlama ile kehanet aynı şeydi...Müridin yazdıklarına bakılırsa, İbni Parmen de hafızanın (Aristoteles'in de dediği gibi), tıpkı göz ve kulak gibi bir duyu organı olduğunu söyler görünüyordu."
a
Evet, bambaşka bir dünyanın diliyle karşılaşıyoruz Amat'ta: Denizcilerin dünyası bu. Hani akademisyen bir felsefeci olduğunu bilmesek en az otuz yılını denizlerde ve gemilerde geçirdiğine hükmettirecek kadar bu dile hakim olduğunu görüyoruz yazarın. Gerçekten saygı duyulacak titizlikte bir çalışmanın ürünü bu eser. Ama ben belki de kafamda binbir başka gaile olduğundan mıdır bilmem bir solukta okuyamadım. Bunu daha çok romandaki denizcilik terimlerinin Anar'ın o esprili akıcılığını bir parça duraklatmasına bağlıyorum. Alesta vardiya, porsunlar, marineller, baş kasara, pasaparola, armadora, palamar yelkenler foravele gibi bir kaçını sayabileceğim terimler sözünü ettiğim. Okuyucuya tavsiyem daha ilk baştan bu terimleri iyice kafalarına yerleştirmeleri olacaktır, zira roman az önce de dediğim gibi yabancısı olduğumuz bir terminoloji üzerinde akıp gidecek. Kurgunun ve onu şekillendiren temel felsefenin kaçınılmaz bir ögesi olarak ve elbette ki bilerek böyle olmasını istediğini düşünüyorum Anar'ın. Bu da onun okuru daha baştan kaçırmak tehlikesi pahasına vazgeçemediği estetik ve felsefi bir unsur olduğunu gösteriyor.
kuramının en temel postülalarından biri ve sanırım en önemlisi. Kendisini tarihi bir anlatı içerisinde rüzgarın hızına kapılmış pupa yelken giderken bulan okur Diyavol Paşa karakterinin bazı varolma biçimleri ile sadece tarihsel değil aynı zamanda olağandışı bir hikaye ile karşı karşıya olduğunu anlayıveriyor. Anlatılanların hayal mi gerçek mi olduğu, anlatılanların kutsal metinlerde geçen anekdotlarla olan birebirliği bu durumu iyice içinden çıkılmaz hale sokuyor ki bu da günümüz insanının bilgi birikimsel donanımını yeniden sorgulaması gerekliliğine bir vurgu belki de.
cy
Ne var ki yazarın bu zahmetli ve bir o kadar da titiz çalışmasına şapka çıkartıp saygı göstermek ve bu dilin terimlerini zor da olsa en azından bu okuma süresince aklımızda tutmaktan başka çare kalmıyor ampirik okurlara. Tabii bu da yeterli değil. Anlatının:
Bu satırlarda anlatılan felsefi bağlam sadece bir düşünsel unsur olarak değil aynı zamanda biçimsel, yani sadece içeriksel değil aynı zamanda formal olarak da romanın tamamında belirmektedir; içiçe geçmiş öykülerin biçimsel oluşumu ve bu hikayelerde sürekli yinelenen simgesel içerikler bunun bir ifadesidir aynı zamanda.
Az önceki tırmak içinde verdiğimiz sözlerle başlayan roman anlatısı okuru bir anda yoğun bir şekilde Osmanlı toplum hayatının enstantaneleri içine sokuveriyor. Bunu yaparken de tarihi metinlerde sık karşılaştığımız bir rivayet türünden yola çıkıyor Anar ve okura bu rivayetleri eden kişilerin gerçekten varolup olmadıklarını sordurtacak kadar komik tarihi şahsiyet isimleri sayıp döküyor:
"İster alınyazısı densin ister matematik, kesinlik özgür bir insanı daima çıldırtırdı. Sadece ölüm yetmiyormuş gibi, faniler aleminde kesin olan artık iki şey vardı. Her nefsin ölümü tadacağı şu dünyada herkesin aslında ölümsüz olacağını göstermek, iç bulantısını ikiye katlıyordu...Diyavol Paşa Hazretlerinin dediği gibi gerçekten de yakılması gereken bir eserdi bu."
"Kurşunlu Mahzen Katibi Hamamcı Musa Efendi'nin görkemli eseri Tezakir'ül Mücrimin'de anlattığına göre o zamanlar Galata'da..." "Ruznamçe Kisedarı Ölügözlü Cuma Bey'in Kamüs'ül Desais başlıklı eserinde anlatılanlar doğruysa..." "Kuşçubaşı Halifesi Kuyruklu Rıza Çelebi Kitab'ül İber başlıklı eserinde bu satırların..."
Gerisini siz okurlara bırakıyorum ama kitabı bitirdiğimde gözümün önünde uçuşan şu aşağıdaki şekli acaba siz de görecek misiniz merak ediyorum...
pe
"Peygamber Efendimizin ve onun tebliğ ettiği kitaba aman edenlerin Mekkeli putperestlerden gördükleri eza ve cefa nedeniyle Medine'ye hicretlerinden 1080-1082 yıl, İsa Aleyhisselamdan ise 1670 yıl kadar sonra, Şevval ayının üçüncü gecesi, debdebesi ve cağcağasıyla yedi iklim dört bucağa nam salmış o Kostantiniye şehri, gökyüzündeki karanlık bulutların altında yorgun bir dev gibi uyumaktaydı." sözleriyle başlamasından da anlayacağınız üzere Osmanlı döneminde geçiyor olması okura ikinci bir ders yüklüyor. Neyse biz okurlar böyle dersleri severiz deyip geçelim.
Bu rivayet sahiplerini böylesi esprili bir dille anarak tarihsel gerçekliklerin bize hangi kaynaklardan geldiğini ve bunların ne kadar öznel olabildiğini dolayısıyla gevenilirliklerinin şüphe götürdüğünü hicvediyor sanıyorum Anar. Tabii romanı okuyacak olanlara saygı duyduğumdan bunların romanın en sonunda kimler olduklarını anlayıp gülmeden edemediğimi söylemekle yetinmek istiyorum. Herzamanki gibi yine birbiri içinden çıkan anlatılar şeklinde binbir gece masalları formatını andıran bir anlatı sunan Amat ne anlatıyor biraz bahsedeyim. Amat, kutsal kitapların hemen hepsinde aktarılan varoluş hikayelerinin imgeleri ile kurulmuş, zaman, ölüm, ölümsüzlük ve varlık sorunsalının incelendiği bir roman. Amat, kelime anlamı romanda mahfuz olan geminin adı. Amat'ın kaptanı Diyavol Paşa bu fantastik öykünün okuru ikircikte bırakan unsuru; öyle ki onun bazen Şeytan bazen de sadece kehanet gücüne sahip bir bilge kişi olduğuna hükmediyor okur. Bu ikircikli durum fantastik edebiyat
Yukarıdaki alıntıyı okuyan Süleyman Reis, yıkılmıştır. Zira buna göre ölümsüzlük de en az ölüm kadar kesindi! Dahası İbni Parmen bunu kanıtlamıştı risaleye bakılırsa.
a
pe cy
cy a
pe
pe cy a
a
cy
pe
a
cy
pe
pe cy a
pe cy a
pe cy a