2006_164_9342

Page 1


a

pe cy


A Y L I K

T İ Y A T R O

D E R G İ S İ

w w w . tiyatrodergisi.com.tr Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu, Orhan Alkaya, Üstün A k m e n Yazı İşleri Müdürü: Ebru Seyhan Koordinatör: Duygu Atay Çocuk Tiyatrosu Editörü: Nihal Kuyumcu Gençlik Tiyatrosu Editörü: A. Ertuğrul Timur Ankara Temsilcisi: Figen Adıgüzel Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (gDGa) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Düzelti: Ayşe Nalân Özübek Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Teknik Müdür: Erkut Arıburnu Baskı: M a r t Matbaası T i y a t r o Yapım Yayıncılık Tic. ve San. L t d . Şti.: M u r a d i y e Deresi Sok. No:47/6 Beşiktaş İ s t a n b u l Telefon: ( 0 2 1 2 ) 2 5 9 2 1 2 4 Fax: ( 0 2 1 2 ) 3 2 7 8 6 2 9 e-posta: e d i t o r @ t i y a t r o d e r g i s i . c o m . t r Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 Abonelik İçin: (0212) 259 21 24 - 259 34 98 • e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 60 YTL / Yurtdışı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. iş Bankası-Cihangir Şb. Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd. Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245 Kapak fotoğrafı: Gülay Ayyıldız Yiğitcan

Kapak Tasarımı: Genco Demirer (gDGa)

BİLDİRİ: 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi I Talât Halman / S. 2

cy a

EDİTÖRDEN: / S. 3

HABERLER: S. 4

OKUR TEMSİLCİSİ: / Duygu Atay / S. 8

İNCELEME: Dormen Tiyatrosu /Ali Altuğ / S. 9 İZLENİM: Saygı Gecesi I Üstün Akmen / S. 13 SADIK SEYİRCİ: Yaşam - Ölüm I M. Sadık Aslankara / S. 16

FOTOĞRAFLARIN DİLİ: Bahar Aykaç, Tiyatro Kulisleri Fotoğraf Sergisi I S. 20 ELEŞTİRİ: "Mikadonunu Çöpleri" I Ragıp Ertuğrul / S. 24

pe

Yayın Türü: Yerel Süreli

ELEŞTİRİ: "Karnar Kimin" I Üstün Akmen / S. 26 ELEŞTİRİ: "Selvi Boylum Al Yazmalım" I Üstün Akmen / S. 29 İZDÜŞÜM: Bir İyi, Bir Kötüyü "Götürmez" I Ahmet Levendoğlu / S. 32

ELEŞTİRİ: "Araba Kullanmayı Nasıl Öğrendim" I Ece Başokur / S. 34 ELEŞTİRİ: "Uyarca" I Beki Haleva / S. 36 THESPİS'İN DELİLERİ: İktidar, Atık ve Sahne I Yusuf Eradam / S. 38 ELEŞTİRİ: "Trainspotting" I Nihat Alptekin / S. 42 BİLDİRİ: Uluslararası Dünya Kukla Günü Bildirisi I S. 45 GENÇLİK TİYATROSU: Editör: A. Ertuğrul Timur Okul Topluluklarında Oyun Seçimi I A. Ertuğrul Timur / S. 46 Üsküdar Anadolu Lisesi I Ceren Aşkın / S. 47 "Hair"Müzikali" / S. 48 Dünyada Gençlik Tiyatroları I Eda Atalay /49 ÇOCUK TİYATROSU: Editör: Nihal Kuyumcu Çocuklar İçin I Nihal Kuyumcu / S. 50 Her Çocuğun Bir Meleği Vardır I Handan Aydın / 51 Benim Tatlı Meleğim I Üstün Akmen / 52 Neden "Ormanda Şenlik Var" I Yasemin Doluel / 53 Yeni Çocuk Oyunları I 54 YENİ OYUNLAR: / S. 55 KÜLTÜR-SANAT AJANDASI: S. 57


Ulusal Bildiri Tiyatro, insan varlığının tümünü yansıtan, yaratan, yaşatan sanattır. Edebiyatta metin ağır basar; resimde fotoğrafta, filmde insanın benzerleri. Müzikte ve operada hoş ezgiler, heykelde soyut ya da reel hacimler, balede uyumlu hareket egemendir. Tiyatro ise insanın ta kendisi bedeniyle ve ruhuyla, maddi, manevi her yönüyle, aklı ve aşkıyla, dili ve duygularıyla, yüzüyle yaşantılarıyla... Beşerin hiçbir olgusu ve olayı, dramatik estetiğin dışında kalmaz. Sahne, gerçek varlığımızın bütüncül ve büyülü sanatı... "En sahih ayna"dır o: İnsana ilişkin hiçbir şeye "yabancı" ve "yalancı" değildir. Hem de, bize sıkışıp kalmaz, ötelerimize uzanır. Çünkü düşlerimizin ve düşüncelerimizin de gücüdür, kendi kültürümüzün ve başka kültürlerin özü. "Yerel" ile "evrensel", belki hiçbir sanat türünde böylesine sarmaş dolaş değildir. Tiyatro, yaşamın canlı öyküsüdür de, yalın bir öykünmesi olmakla yetinmez. Gerçekliği aktarıp yaşatırken, varlığımızı hayallere ve ütopyaya yöneltir.

> Talât Halman

yıl tiyatro için ne yaptınız, bundan sonra neler yapacaksınız?" Ve kendilerine de sormalılar: "Biz kendimiz dün ve bugün ne yaptık tiyatro için? Yarın ne yapacağız?" Başka sanatlar gibi, tiyatro da bir barış havarisi, bir toplum ve eğitim hizmetkârıdır. Ulusal uyum uğruna, dünya barışı için, her yerde tiyatroyu güçlendirmek, hepimizin görevi. Bu uğurda birleşmek, dargınsak barışmak, elbirliğiyle, gönül birliğiyle büyük uğraşılara yönelmek. Tiyatroyu geliştirmek, hiç de zor ve masraflı değildir. Verimli, zevkli, yüceltici bir çabadır. Elimizde kaynaklar ve mekânlar var, kadrolar ve yetenekler var. Bunları seferber edebiliriz etkin ve yetkin çalışmalarla. Konferanslar, sempozyumlar, mesajlar, bildirgeler çok hoş elbette. Ama, bizleri bekleyen asıl görev, bir "tiyatro devrimi yaratmak"tır. 1962'den beri her yıl, "Dünya Tiyatro Günü" için bir uluslararası şahsiyet, bir bildiri yazıyor. 1978'de Türkiye'nin önerisi kabul edilerek, her ülkede bir kişinin o ülkenin tiyatrosuna ilişkin bir "ulusal bildiri" yazması geleneği başlatıldı. Gönül ister ki, bugün, Türkiyemiz "Dünya Tiyatro Günü'nde and içerek bir "tiyatro devrimi" planı ve stratejisi hazırlamaya koyulsun... ve bu, tasanda, sonra da uygulamada öyle başarı kazansın ki başka ülkelerce örnek alınsın. Türkiye Cumhuriyeti, böyle bir öncülüğe yeteneklidir, model olmaya lâyıktır. Dünya Tiyatro Günü'nde Türk tiyatrosuna alkışlar... Şimdi, "Yeni Türk Tiyatrosu"nun yaratılması için candan dilekler.

cy

a

Türkiye ve dünya, uzak düşmemeli sahnenin büyüsünden. Ne yazık ki tiyatro, hemen her yerde cılızlaşıyor, gözden ırak kalmaya yüz tutuyor şimdilerde. Sinemanın trükleri yaya bırakıyor onu. TV'deki pembe diziler, sahnenin üstüne kara perdeler indirdi. Bilgisayar bağımlıları, evdeki ekranlarının başından kalkıp tiyatro koltuklarına oturmaya üşeniyor. Trafik, izleyicileri ürküten bir canavar.

Dünya Tiyatro Günü Bildirisi

Seyirci azaldıkça oyun yazarları daha az üretken oluyor. Oysa onlar da - yönetmen ve oyuncu kadar - dramın ve güldürünün yaratıcısıdır. Belki dünya tiyatrosunun yeni güçlü bir hamle yapmasında yazarlar başı çekecek.

pe

Tiyatro, sahne ve salonlarıyla, metin ve mekanlarıyla, sanatçıları ve teknik elemanlarıyla, izlek ve izleyicileriyle, örgütlenme gerektiren bir kolektif tür. Şiir, beste, resim kadar "yalnız bir yaratı" değil.

Ülkemizde ve başka yerlerde, tiyatronun şimdiki bunalımdan kurtulması, dinamik, azimli, enerjik düzenlemelerle gerçekleşebilir. Dünya çapında bir "sahne seferberliği", yaşamsal bir zorunluluktur artık. Örneğin, en yaygın tiyatro kültürüne sahip olan Birleşik Amerika'da işsiz ve rolsüz oyuncuların sayısı, alarm verici. Yeryüzünde dramatik diriliş için tiyatro erlerini harekete geçirmeliyiz. Dünya Tiyatro Günü, hem ulusal silkinişlerin hem de verimli bir uluslararası işbirliğinin perdesini açabilir. Ülke-içi turlarla, okullarda amatör ve profesyonel prodüksiyonlarla, emeklilere, yoksullara, kırsal nüfuslara hizmetler götürülerek, uluslararası turnelerle, klasiklerin canlandırılmasıyla, oyun yazarlığı için teşvikler konularak, değerli piyeslerin TV'ye taşınmasıyla bir "rönesans" başlatılabilir. Sanat duyarlığına sahip olanlar, önderlerine sormalı: "Bu

Talât Halman Talât Halman, kendi tanımıyla, "aktörlükte solda sıfır ama, candan bir izleyici." Yetmiş yıl önce Naşid'e güldüğünden beri tiyatro tutkunu. Düzinelerle ülkede yüzlerce oyun izledi. Shakespeare çevirmeni. "Kahramanlar ve Soytarılar" başlığıyla yayımlanan tek kişilik oyununu, yirmi yıl önce, Müşfik Kenter sunmuştu. Halman, son yıllarda, "Türk Shakespeare"i Yıldız Kenter'le, ara sıra kızı Defne Halman'la, bazen de kendi başına sunuyor. ABD'de, otuz yıl önce, dört Türk piyesinden oluşan bir İngilizce antoloji yayımladı; gelecek yıl 14 piyeslik, iki ciltlik bir antoloji çıkaracak. Türkçeye "Sevgili Soytarı" çevirisi iki ödül kazandı. Güngör Dilmen'in "Ben, Anadolu"sunu İngilizceye çevirdi. Eurupides, Eugene O'Neill, Cahit Atay, Neil Simon, Dinçer Sümer'den de çevirileri var. T.C.'nin ilk Kültür Bakanıydı, sonra ilk Kültür Büyükelçisi. Şimdi Bilkent Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanı©


> Editör > Mustafa Demirkanlı > mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr

"27 Mart Dünya Tiyatro Günü", yıllardır dikkat çekeriz ama kimse dikkat etmez. Günün adı: "Tiyatrolar Günü" değil, "Tiyatro Günü"dür, lütfen dikkat. Bu yıl Adana'da kutladım Dünya Tiyatro Günü'nü, "8. D.T. Sabancı Uluslararası Tiyatro Festivali"nin açılışıyla birlikte. Açılış konuşmalarında yine başta tiyatrocular olmak üzere her konuşmacı günün adını yanlış söyledi, tek doğru ifade eden ise Kültür ve Turizm Bakam Atilla Koç'tu. Açılış oyunu "Eşeğin Gölgesi"ydi, rejisör tekrarlardan, çekip uzatmalardan bıkmadan üç saate yaymış oyunu, hal böyle olunca uyuklamamak da mümkün değildi. Tüm direncime rağmen zaman zaman göz kapaklarımın düşmesine engel olamadım. Benim gibi hemen hemen herkes de aynı akibeti paylaştı, şaşırtıcıdır ama yine bir tek Bakan Koç'un göz kapakları inatla direndi. Eleştirilerden o kadar rahatsız olmuş ki, kestirmeye en hakkı olan oyunda bile direndi. Bakan olmak zor iş galiba. *** Gençlik Tiyatrosu editörümüze, tiyatrom.com editörü Ertuğrul Timur'un başlattığı "2007 Yılı Gençlik Tiyatrosu Yılı" olsun kampanyasına doğal katkılar gelmeye başladı. Semaver Kumpanya'nın "Trainspotting"inden sonra Bilgi Üniversitesi öğrencileri ve mezunlarından oluşan Tiyatro Candela da "Hair" müzikalini sahneliyor. Devlet Tiyatroları'nın yeni dönem repertuvarında da 5 gençlik oyunu olduğu haberini aldım Adana'dayken, umarım gerçekleşir. *** "Dormen Tiyatrosu Ekolü'nün 50. Yılı" TİM'de görkemli bir gece ile kutlandı. Kimler gelmiş geçmiş o okuldan, hepsini bir arada görünce insanın inanası gelmedi ama gerçekti. Haldun Dormen'i kutlar, tiyatroya verdiği emekler için teşekkür ederim. ***

a

Bu arada şu komik ötesi durumu da aktarmadan geçemeyeceğim. Bilirsiniz, M. Sadık Aslankara, "Kentler ve Tiyatroları" dizisini uzun zamandır sürdürüyordu. Bu dizi için tamamen kendi olanakları ile Anadolu yollarına düşer, kendi olanaklarıyla konaklardı, Antalya için de aynı şeyi yaptı. Şubat sayısında da Antalya Belediye Tiyatrosu'nu kayda geçti. Sonrasında ne oldu biliyor musunuz? Antalya Belediye Tiyatrosu'ndan biri arada ve kendileri ile ilgili sayfaların jpg formatındaki görüntülerini istedi, olmazsa faksla da gönderebilirmişiz. İnanabiliyor musunuz, biz inanmakta çok zorlandık, ama durum böyleydi, utandık, kendi adımıza değil ama Sadık Aslankara'dan utandık.

pe

Akbank Sanat'a, Beykoz Belediyesi'ne Devlet Tiyatroları'na, Efes Pilsen'e Kocaeli B.B. Şehir Tiyatroları'na Sabancı Üniversitesi'ne Vira Kozmetik'e Yapı Kredi Sigorta'ya

cy

Bu sayıya ilan vererek destek olan:

"Çığlık!" abone kampanyamız ne durumda, bu sayı daha detay bilgi vereceğimi söylemiştim. Durum şu: Genel çağrımızın ötesinde, Devlet Tiyatroları'nın hemen hemen tüm oyuncularına derginin son sayısı ile Yayın Kurulu imzalı bir mektup gönderip abone olmaya çağırdık. Yaklaşık 600 çağrıya sadece 5 (Yazı ile BEŞ) yanıt aldık, 3 Sivas'tan 2 de İzmir'den. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda da durum farklı değil. Bu bize ödenekli kurum oyuncularının, rejisörlerinin dergi ile ilgilenmediklerini, beğenmediklerini gösterdi. Onlar, sanırım "Theater Heute", "Play and Players" okuyorlardır diyeceğim ama "Play and Players" da kapanalı epey oldu. Dergi'ye yine okur sahip çıktı, mesleğin insanları ise önemsemediklerini belirttiler, ama biz onların ürettiklerini önemsemeye devam edeceğiz.

teşekkür ederiz.

"İnsanlar hiçbir

Tüm bunların sonucunda Dergi ne durumda? Yayınına devam edebilecek mi? Şimdilik evet, yarını çok bilmiyoruz, umut veren gelişmeler de olmuyor değil ama yeterli de değil, şimdilik yayındayız ve hep yayında olacak gibi çalışıyoruz. Umarım bir iki ay içinde, sorunlar aşıldı, dimdik ayaktayız diyebiliriz, umuyoruz ve uğraşıyoruz.

***

şeye inanmaz olalı beri her şeye inanır oldular."

Bu sayıda başlayan bir diğer yeniliğimiz ise, "Okur Temsilcisi" köşesi. Duygu Atay, okur temsilciliğini üstlendi, kendine özgü muhalif tavrı ile sizlerin sesi olacak, şuna inanabilirsiniriz ki Duygu Atay tamamen sizin yanınızda ve sizin sesiniz olacaktır. Her türlü eleştiri ve yorumunuzu gönül rahatlığıyla iletebilirsiniz, bizi biraz yoracak ama biz buna hazırız, dahası gereksinmemiz var.

*** Önümüzdeki sayı, Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ni haber ve geniş tanıtımlarıyla buluşmak üzere


> Haberler

27 Mart Dünya Tiyatro Günü Hadi Çaman Sahnesi Yeni Yüzüyle 'Merhaba' Dedi Şişli Belediyesi tarafından restore ettirilen Hadi Çaman Tiyatrosu, 27 Mart günü bir törenle açıldı. Açılışa; Şişli Belediye Başkam Mustafa Sarıgül'ün yanı sıra aralarında Hadi Çaman, Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı Enver Ercan, PEN Türkiye Başkanı Vecdi Sayar, Haldun Dormen'in de bulunduğu çok sayıda tiyatrocu katıldı. Mustafa Sarıgül, açılışta yaptığı konuşmada, "Burayı tiyatro dünyasına kazandırdığım için mutluyum" diye konuştu. Ekonomik açıdan durumu iyi olmayanların tiyatroya gidebilmesi için bir kampanya başlatacaklarını da haber veren Sarıgül, tiyatro salonlarını dolduracaklarını söyledi. Tiyatro sanatçısı Tekin Akmansoy, tiyatronun çok zor adımlarla yürüdüğünü ve tiyatro seyircisinin değiştiğini belirterek, devletin tiyatroya herhangi bir yardımının olmadığını, tiyatrolardan alınan verginin kayıtsız şartsız kaldırılması gerektiğini ifade etti. Kendisinin "bir tiyatro delisi" olduğunu söyleyen Hadi Çaman ise tiyatrosuna yaptığı yardımlardan ötürü Mustafa Sarıgül'e teşekkür etti.

Akadlar'da Söyleşi

pe

cy

a

Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü, "Ustalara Saygı Geceleri" kapsamında Akadlar Kültür Merkezi Melih Cevdet Anday Sahnesi'nde bir söyleşi düzenledi. Okan Bayülgen'in sunduğu etkinliğe; Adalet Ağaoğlu, Cüneyt Türel, Derya Alabora, Erol Keskin, Pınar Kür, Emre Koyuncuoğlu, Kerem Kurdoğlu, Emre Kınay, Hami Çağdaş konuşmacı olarak katıldı. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal'ın, tüm tiyatrocuların tiyatro gününü kutlayarak başlattığı etkinlik, Zeliha Berksoy'un Tiyatro Günü bildirilerini okumasıyla devam etti. Konuşmaların ardından söyleşiye geçildi. İlk sözü alan Cüneyt Türel, siyasilerin sanata karşı duyarsızlığını dile getirdi. Ülkenin birçok yerinde yeni salonlar yapıldığını anlatan Türel, daha sonra salonların âtıl bırakılarak yok olmaya terk edildiğini söyledi. Siyasilerin, tiyatrodan korktuğunu belirten sanatçı, "bilinmeyen şeyden korkulur" dedi.

Adalet Ağaoğlu ise yazarlığa, oyun yazarlığı ile başladığını ve tiyatroda öğrendiklerinin ışığında roman yazmaya başladığını aktardı. Sanatçı Emre Kınay, ülkede tiyatro yapmanın zorluklarını anlattı. Geçtiğimiz yılın Mart ayında kurdukları Tiyatro Duru'nun karşılaştığı sorunları dile getiren Kınay, devletin her yıl tiyatrolara dağıttığı yardımı, yeni salonlara yatırım için kullanması gerektiğini ifade etti. Yazar Pınar Kür, tiyatronun aşk gibi hem mutluk hem mutsuzluk içeren bir şey olduğunu, ilk yazılarını lisedeyken tiyatro için yazdığını ve tiyatronun hayatını şekillendirdiğini söyledi.

Sahne Tasarımı Sergisi Etkinlik öncesinde, fuayede "Sahne Tasarımında Genç Adaylar 2" isimli serginin açılışı yapıldı. M.S.G.S.Ü Sahne Dekorları ve Kostümü Bölümü öğretim elemanlarının düzenlediği sergide, bölüm öğrencilerinin eserleri yer alıyor. Sergi 28 Mayıs tarihine kadar ziyaret edilebilir.

İstanbul DT İstanbul Devlet Tiyatrosu, 27 Mart'ı AKM Büyük Salon'da bir etkinlikle kutladı. Fuayede Muhsin Ertuğrul büstünün açılışıyla başlayan gecede, Devlet Opera ve Balesi, Devlet Modern Folk Müziği Topluluğu, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Anatolia Dans Grubu ve İmge Mıngıroğlu sahne aldı. Gecede, Devlet Tiyatroları'na kuruluşundan bu yana emek vermiş emekli, memur, teknik personel ve sanatçılara da teşekkür belgesi sunuldu. Programın sonunda TEB onur ödülleri dağıtıldı. Tiyatro oyunlarını ücretsiz olarak sahneledi.


> Haberler

İ.B.B.Ş.T. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, 27 Mart gecesi Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde bir etkinlik düzenledi. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile ortaklaşa gerçekleştirilen bir çalışma ile "Çocuk Gözüyle Tiyatro" başlıklı bir proje hazırlayan tiyatro, İstanbul genelindeki ilköğretim öğrencilerinin, tiyatro ile ilgili düşünce ve duygularını kompozisyon ve resim ile ifade ettikleri çalışmaları, Muhsin Ertuğrul Sahnesi fuayesinde sergilendi. Gecede, Şehir Tiyatroları oyuncularının hazırladığı bir performans da sahnelendi. Geçen sezon tadilata giren Harbiye Cep Sahnesi de 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde yeniden seyircisiyle buluştu. Tiyatronun oyunları o gün ücretsiz sahnelendi.

ATÇ'nin Etkinlikleri Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ) İstanbul'un çeşitli yerlerinde etkinlikler düzenledi. Kartal, Bağcılar ve Kadıköy'de gerçekleşen etkinliklere bağımsız amatör tiyatro toplulukları, liseliler, ilköğretim okullarından gençler ve çocuk yuvalarından okul öncesi çocuklar katıldı. ATÇ, etkinliklere 25 Mart günü başladı. Topluluklar, 25 Mart günü Bağcılar Kültür Sanat Merkezi'nde bir araya geldi. 26 Mart sabahı Kartal'da buluşan tiyatro toplulukları Kartal sokaklarında oyun giysileriyle dolaştı. Aynı gün Kadıköy Nâzım Hikmet Kültür Merkezi bahçesinde yeniden toplanarak Bahariye Caddesi'nde dolaştı. ATÇ bildirisi okundu.

Düzeltme ve Özür: Mart 2006 sayımızda "Ayşe Opereti"nin kast'ında eksik ve yanlışlıklar vardı. Kast aşağıdaki gibidir. Okurlarımızdan ve "Ayşe Opereti" kadrosundan özür dileriz.

pe

cy

a

Ayşe Opereti Müzik: Muhlis Sabahattin Yazan: Gülriz Sururi Yöneten: Engin Cezzar Müzik Tasarımı: Selim Atakan Koreografı: Selçuk Borak Dekor: Ali Cem Köroğlu Kostüm: Sadık Kızılağaç Işık: Yakup Çartık Proje Sorumlusu: Miraç Zeynep Özkartal Koordinasyon: Orhan Aydın Reji Asistanı: Ahsen Ever Sahne Amiri: Koray Onur Prodüksiyon Asistanı: Yelin Bilgin Gişe: Arsun Tocila

Oyuncular: Davulcu: Bilal Çatalçekiç, Oğuz Oktay, Gülümser Gülhan, Hazım Körmükçü, Evren Pıravadılı, Koray Onur, Sinan Tuzcu, Dolunay Soysert, Ceyda Düvenci, Şirin Keskin, Metin Göksel, Jeylan Tözüm, Elif Çakman, Turgay Elyautu, Ahsen Ever, Ayşe Çakar , Onur Kırış, Deniz Aygör, Ahu Sıla Bayer, Hikmet Karagöz, Yaman Tarcan, Bilal Çatalçekiç, Turgay Elyağutu, Orhan Aydın (Sahne giriş sırasına göredir) Dansçılar, köylüler, şehirliler: Ahu Sıla Bayer, Ali Kemal Aydın, Berke Yüksel, Bertan Arın, Onur Kırış, Mira Jamalidinova, Evren Ercan, Güneş Çağlar, Haluk Levent Karataş, Seda Yasasever, Deniz Agyör/Gözde Türkpençe, Evrim Akkaya. Orkestra Şef: Selim Atakan Piyano / Şef Yardımcısı: Simten Deniz Şenpolat Keman: Hülya Özalaşar Flüt: Özlem Noyan, Volkan Demirler Klarnet: İnci Gonca Beker, Cihangir Nuvasil Trompet: Aras Yıldıran, Timuçin Abacı Trombon: Fuat Can Başkır Bas: Deniz Başay Bateri: Ahmet Sakkaf Korepetitörler: Simten Deniz Şenpolat (müzik), Ayşe Kutlu Sun Aygör (dans)


> Haberler

Yekta Keçeli'yi Kaybettik Tiyatro sanatçısı Yekta Keçeli 11 Mart Cumartesi günü geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Sanatçı, 12 Mart Pazar günü Samsun Gazi Sahnesi önünde yapılan törenin ardından Samsun Kıranköy Mezarlığı'nda toprağa verildi. Keçeli, bu sezon Samsun Düşevi Oyuncuları'nın "3. Sayfadan Kadın Hikayeleri" isimli oyunun kadrosunda da yer alıyordu. 1946 yılında Samsun'un Bafra ilçesinde doğan sanatçı, ilk, orta ve lise eğitimini Samsun'da tamamladıktan sonra okul yıllarında tiyatroya merak duymaya başladı. 1960'lı yıllarda başlayan amatör tiyatro macerası 1963 yılında Samsun Oda Tiyatrosu'nda ilk ciddi deneyime dönüştü. Sonra İlhami Şahbaz, Ferdi Akarnur ile beraber profesyonel olmak amacıyla İstanbul'a gitti. Avni Dilligil Tiyatrosu'nda ilk profesyonel deneyimini yaşayan Keçeli Ankara Halk Oyuncuları, Ankara Birlik Tiyatrosu, Nisa Serezli - Tolga Aşkıner Tiyatrosu gibi büyük tiyatrolarda çalışma fırsatı buldu. Tuncel Kurtiz, Yılmaz Gruda, Yıldırım Önal gibi birçok usta ile sahneyi paylaşma fırsatı oldu. Daha sonra memleketi olan Samsun'a dönen Keçeli 1996 yılında Düşevi Oyuncuları'nın kurucuları arasında bulundu. Bu tiyatroda sırası ile Kuvayi Milliye Destanı, Eskici Dükkanı, Üç Kuruşluk Diktatör, Çıkmaz Sokak, Parasız Yaşamak Pahalı, Körleşme, Kamyon, Duvarların Ötesi adlı oyunlarda oyuncu; Teneke adlı oyunda da hem oyuncu hem de yönetmen olarak görev yaptı.

Yeni Sahne için İmza Kampanyası

pe cy

a

Ankara Kızılay'da 40 yıldır perdelerini açan Yeni Sahne'nin kapanması tiyatroseverler tarafından tepkiyle karşılandı. Ankaralı sanatseverler 27 Şubat günü Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde, "Yeni Sahne'yi nasıl kurtarabiliriz" toplantısı düzenlediler. Toplantının ardından TOBAV yönetimi açıklayıcı bir bildiri yayımladı ve "Yeni Sahne Yıkılmasın!" başlıklı bir imza kampanyası başlattı. İmzasını vermek isteyenler yenisahne@tiyatrodergisi.com.tr adresine mail atarak katılabilirler. Toplanan imzalar TOBAV'a iletilecektir.

1. Ankara Tiyatroları Buluşması Gerçekleştirildi TÜTİYAP'ın (Türkiye Tiyatro Yapımcıları Meslek Birliği) "Tiyatro Her Yerde!" sloganıyla bu yıl ilkini düzenlediği 1. Ankara Tiyatroları Buluşması 20-27 Mart tarihleri arasında gerçekleştirildi. On beş tiyatro topluluğunun katıldığı festivalde; çocuk, gençlik, yetişkin ve dans tiyatroları örnekleri sunuldu. Festivalde "Tiyatro ve Örgütlenme" ve "Çocuk ve Tiyatro" konulu iki ayrı panel de gerçekleştirildi. Festivale, Tiyatro Pembe Kurbağa, Canşenliği Oyuncuları, Gülüm Pekcan Dans Tiyatrosu, Değişim Atölyesi Oyuncuları, Öteki Tiyatro, Mavi Sahne, Ankara Çağdaş Sanat Tiyatrosu, Özgür Tiyatro, Çankaya Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Sincap Çocuk Tiyatrosu, Gençoyuncular Sahnesi, Tiyatro Tempo, Tiyatro Abdal, Gelişim Atölyesi ve Ankara Sanat Tiyatrosu katıldı.

8. DT Sabancı Uluslararası Tiyatro Festivali Başladı 27 Mart Tiyatro Günü'nde Adana'da başlayan, DT Sabancı Uluslararası Tiyatro Festivali, 30 Nisan'a kadar devam edecek. Yurtdışından; Mısır, İsviçre, Danimarka, Kırgızistan ve Almanya'nın katıldığı festivalde Devlet Tiyatroları ve özel tiyatrolar da oyunlarını sahneleyecek. Festival boyunca, yirmi oyun kırk altı kez temsil edilecek. Festivale katılan topluklar şunlar: Adana D.T., Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu, Tiyatro Kedi, Kocaeli B.B. Şehir Tiyatroları, Bursa D.T., Akbank Kültür ve Sanat Prodüksiyon Tiyatrosu, Ankara Ekin Tiyatrosu, Mersin K. A.T., Trabzon D.T., Sivas D.T Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu. Festivalin İstanbul ayağı ise 5-25 Nisan tarihlerinde gerçekleştiriliyor. Danimarka, İsviçre, Tiyatro Kedi, Kocaeli B. B. Şehir Tiyatroları, Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu İstanbul'da da oyunlarını sahneleyecek. Bu yıl Onur Ödülü Macide Tanır'a verildi. Festival'in açış konuşmasını yapan Güler Sabancı tarafından sunulan ödülü alan Tanır: Bu ödülü, bugün aramızda olmayan tüm sanatçı arkadaşlarım adına alıyorum." diyerek, gözyaşları arasında konuşmasını tamamladı.


> Haberler

Yıldız Kenter Kendi Tiyatrosunda Oyuncu Yetiştirecek Kent Oyuncuları, Yıldız Kenter yönetiminde, oyunculuk kursları düzenliyor. Tiyatronun kurslarına katılmak isteyenler için kayıtlar 15 Mart'ta başlatıldı. Ön mülakatla kabul edilecek adaylar, 17 Nisan30 Haziran tarihleri arasında on hafta ve yüz saat sürecek programa katılacaklar. Programa on altı yaş üstü herkes katılabilir. Kursa, sadece 60 aday kabul edilecek. Kurs eğitmenleri; Yıldız Kenter, Mehmet Birkiye, Sündüz Haşar, Süha Öztartar, Engin Hepileri, Yeşim Koçak, Yıldıray Şahinler olarak açıklandı. 1962'den bu yana İstanbul'da sürdürdüğü tiyatro çalışmaları ve yetiştirdiği öğrencileriyle bir ekol oluşturan Yıldız Kenter, bu ekolü, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'ndan sonra, Kenter Tiyatrosu'nun bünyesinde sürdürme kararı aldı. Yıldız Kenter projeyi şöyle açıklıyor: "İstanbul Belediye Konservatuvarı kamu hizmeti gören müstesna bir kuruluştu. Lise bitirmek, birtakım puanlar almak falan gerekmiyordu. İsteyeni, istediği yere kadar götürüp bırakan bir belediye otobüsü gibiydi. Biz tam anlamıyla yetenek işliyorduk. Üniversite içinde elbette tiyatro, konservatuvar eğitimi olacak. Ancak, ben böylesi bir modelin de sanat eğitiminde gerekli olduğuna hâlâ inanıyorum. Hayalimiz, tiyatromuz içinde kuracağımız bir okulla bu geleneği sürdürmek. Çoğu benim öğrencilerim olan hocalarımızla, verimli ve mutlu bir ortam yaratacağımızı düşünüyorum. İhtiyacı olana, isteyene, merak edene, biraz tiyatro koklamak isteyen herkese kapımız açık." Program boyunca, tiyatro tarihi, dramaturgi ve edebi metinler, sahne bilgisi, oyunculuk oyunculuğun temel ilkeleri: hareket ve doğaçlama, metin değerlendirme, ses eğitimi: ses, nefes, artikulasyon, diksiyon, fonetik, şarkı söyleme gibi dersleri yapılacak.

cy

a

İletişim: Kenter Tiyatrosu: Halaskargazi Cad. No:35 Harbiye- İstanbul Tel: (0212) 246 35 89 - 247 36 34 Fax: (0212) 247 92 95 kentertiyatrosu@yahoo.com / info@kentoyunculari.com / www.kentoyunculari.com

Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü Paylaşıldı

pe

2004 yılında aramızdan ayrılan oyuncu Arda Kanpolat'ın anısını yaşatmak üzere, Kanpolat ailesince verilmesi planlanan "Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü"nü kazananlar belli oldu. Cüneyt Gökçer, Sevda Şener, Ayşegül Yüksel, Lemi Bilgin, M. Akif Yeşilkaya, Ayfer Kanpolat ve Yücel Kanpolat'ın oluşturduğu jüri, oyuncuların 21 Mart 2005-01 Mart 2006 tarihleri arasında görev aldıkları oyun ve oyunlara göre yaptıkları değerlendirme sonucunda, ödülü Süleyman Demirel Üniversitesi Tiyatro Bölümü son sınıf öğrencisi Mustafa Kayabaşı ile Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları oyuncusu Burcu Güner arasında paylaştırdı. Ödül, "doğru tanımlanan bir sanat kültürü oluşturmayı, toplum yaşamının getirdiği sorumlulukları paylaşmayı, bireysel duyarlılıkları geliştirmeyi, genç tiyatro sanatçılarını desteklemeyi, bakış açılarını geliştirmeyi, oyunculuk alanında özendirici etki yaratmayı" hedefliyor.

TEB Yeni Yönetimini Oluşturdu Türkiye Eleştirmenler Birliği (TEB), yeni yönetimini oluşturdu. TEB'in, Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda seçilen yeni yönetim şöyle: Başkan Üstün Akmen, Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Anamur, Genel Sekreter Hami Çağdaş, Sayman Ragıp Ertuğrul. Yeni yönetimde Sibel Aslan Yeşilay üye olarak görev yapacak. "Sahne ve gösteri sanatları alanında eleştiri disiplininin yurdumuzda gelişmesini sağlamak" amacıyla uluslararası düzeyde çalışmalarını sürdüren birliğin yeni başkanı Üstün Akmen, Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği ve UNESCO nezdinde ilişkilerin geliştirilerek sürdürüleceğini; genç eleştirmenlerin mesleki gelişmelerini, bilgi ve görgülerini artırmalarına kolaylık sağlamak amacıyla çalışmalar yapacaklarını açıkladı. Akmen yaptığı yazılı açıklamada; "Başlıca görevimiz, eleştirel değerlendirmelerin bir gelenek halini alması için elimizden geleni yapmak olacak. Eleştirinin, hem akademik sanat eğitimi hem de alaylı, yani usta-çırak eğitimi açısından önemli payı olduğuna yürekten inanıyoruz. Akademik çalışmalara kaynak olması açısından eleştirinin kaçınılmaz olan önemini asla savsaklattırmayacağız," dedi. İletişim: 0533 391 61 23

Üstün Akmen'in 'Pazartesi Yazıları' Üstün Akmen'in, her pazartesi web sitemizdeki (www.tiyatrodergisi.com.tr) "Pazartesi Yazıları" başlıklı köşesinde yayımlanan yazılan devam ediyor. Akmen'in Mart ayında yayımlanan eleştirileri şöyle: "Dönme Dolap" (Tiyatro İstanbul), "Kuklacı" (Tiyatro Kedi), "Özkıyım" (Bizim Tiyatro) ve "Baba" (İ.B.B.Ş.T.).


Okur Temsilcisi Merhaba sevgili okur...

Duygu Atay > duyguatay@tiyalrodergisi.com.tr Yoksa acemi oldukları için mi amatör olarak adlandırılıyorlar, çözemedim gitti.

Uzunca bir süredir yapmak istediğimiz bir köşeyi, sonunda hayata geçiriyoruz. Sizlerle, okurlarımızla sorunlarımızı tartışmak, paylaşmak, irdelemek. Üstüne üstüne gitmek yani. Acımadan ama acıtarak, her türlü düşünceyi burada paylaşarak... Genel olarak büyük gazeteler arada sırada yaptıkları anketlerle okurun nabzını yoklarlar. Dergilerde pek alışıldık bir yöntem değildir. Ama olsun, bizim dergi de zaten alışıldık bir dergi olmadığından, çok istediğimiz bu yöntemi biz de deneyelim dedik. Kısaca: Dergimizde takıldığınız yazılan, konulan, fotoğrafları, ön kapak fotoğrafını, mizanpajı, yani aklınıza ne gelirse bize -bu durumda bana- 'şikayet' edebilirsiniz. Bakar, muhataplarıyla birlikte karşılıklı çözüm üretiriz. Bizim için faydası yadsınamayacak bir konudur bu. Hem kendimizi düzeltiriz hem de sizin memnuniyetinizi ölçeriz. Hani ne denir, "şikayetlerinizi bize, memnuniyetinizi dostlarınıza anlatınız". Onun gibi bir şey işte. Hakkı Devrim Usta'nın Türk Dili için kaygılarını, biz de dergimiz için duyuyoruz anlayacağınız. Elimizde olmadan - ya da olarakyaptığımız hataları da -dizgi yanlışları dahil- düzeltme olanağını, siz vereceksiniz bize.

Gençler oynadığı için mi gençlik tiyatrosu olarak niteleniyorlar sorusunun yanıtı ise "evet'dir. Çünkü bu konuda esas alabileceğimiz kesin bir tanımlama olmadığı gibi, Gençlik ve Çocuk Tiyatroları örgütü uluslararası ASSITEJ'in de, bunun Türkiye Merkezi 'nin de kabul ettiği gençlik tiyatrosu tanımlamasında "Gençler için yapılan ya da gençlerin yaptığı tiyatro" tanımlaması kabul edilmekte. Biz de dikkat edileceği gibi dergimizde bunu esas alarak hem gençlik için yapılanları hem de gençlerin yaptıklarını kapsamımıza alıyoruz." Soru: "Mart sayınızdaki Mehmet Ergen söyleşisine takıldım. Bu söyleşide pek çok yanlış çarptı gözüme. Önce iki vahim tarih hatası var. David Mamet 1958'den bu yana oyun yazıyor olamaz çünkü ilk oyununun copywright'i 1971 tarihli. Bu adam oyun yazmaya 11 yaşında başladıysa bilmem. Sam Shepard ve Harold Pinter oyunları yaparak yapıtların yazım tarihinin son on-yirmi yılı aşkın olmamasına özen gösteriyormuş. İyide "Aşk Delisi" 1982 tarihli. 20061982=24. Pinter'in özellikle es geçildiği ise hiç doğru değil. En az 10 oyunu (amatörler hariç) sahnelenmiştir. Mamet'in de 2. değil, 3. oyunu bu. Son iki yıldır Türkiye'ye getirdiğini söylediği 10-15 yönetmen (ayrıca 10 mu 15 mi, arada bayağı fark var) nerede, ne iş yaptı ? Yoksa "Bosphorus " gezisi yapıp döndüler mi? Ben duymamış olabilirim tabii.. Bir de çalıştığı ortamdan hiç mutlu olmadığı anlaşılıyor. Çalışma arkadaşları hakkında pek iyi şeyler söylemiyor da. Ama bildiğim kadarıyla kimseyi polis zoruyla çalıştırmıyorlar bu ülkede, İngiltere'de pek rahat idiyse orada kalabilirdi".

cy

a

Lütfen üşenmeyin, iki tık tıkla iletin bize neden memnun olmadığınızı. Gözümüzden kaçan ya da müdahale edemediğimiz bir sürü konu vardır mutlaka. Onları siz yakalarsınız, biz onaylarız ya da sizinle aynı fikirde olmayız, ilgilisine iletiriz...

Yanıt: Sorunuzu, Gençlik Sayfalan editörü Ertuğrul Timur'a ilettim, konuya şu açıklamayı getirdi: "Amatör tiyatro bilet parası alabilir mi bu tartışılabilir elbette. Ayda iki ya da üç kez oyun sahneleme şansını zor bulan ve oyuncuları öğrenci olan bu topluluğun üyelerinin tiyatroyu "geçim kaynağı" haline getirmediği açıktır. Aldıkları ücret olsa olsa salon kirası, kostüm vs. masraflarının seyirciyle paylaşılması olarak hoşgörüyle değerlendirilebilir. Bu gençlerin geçim kaynağı olarak tiyatro yapmadıkları çok açık. Keşke TOBAV gibi kuruluşlar hiç olmazsa bu gençlere sahnelerini bedava açsa, Devlet Tiyatroları çürümeye terk ettikleri eski kostüm depolarını açsa da onlar da bize tamamen ücretsiz oyun sahneleyebilse.

Örneğin Mart 2006 sayısından oltaya takılan şu sorular gibi:

pe

Soru: Mart sayısı, 31. sayfada Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın ilanı, çok silik çıkmış. Hiçbir şey okunmuyor. Ya ben bu tiyatronun oyunlarına gitmek için bu programı dergiden okumak isteseydim? Yanıt: Haklısınız. Bu durum matbaada oluşan teknik bir sorundan kaynaklanmış. Ama elbette olmaması gerekirdi. Zaten Dergi yöneticileri de ilan verenden parasını talep etmemiş. Tekrarlanmaması için dikkat göstereceklerine söz verdiler.

Soru: 43. sayfada Amatör Tiyatrolar Çevresi Bildirisi olarak, "Seyreden" başlıklı yazının ne bildirisi olduğunu anlayamadım. Ayrıca yanında parantez içinde AKÇ yazıyordu. Bu ne demek? Yanıt: Bu bildiri Dünya Tiyatro Günü dolayısıyla Amatör Tiyatrolar Çevresi tarafından yayımlanan bildiridir. Kısaltması da elbette ATÇ olacaktı. Tashih yapılması unutulmuş, hata bizim. Soru: Gençlik Tiyatrosu sayfalarında Amatör Tiyatro Karşı Kıyı 'nın oyunu eleştirilmiş. Bu oyunu ben de tesadüfen izledim. Nasıl bir amatör tiyatro olduğunu anlayamadım. Bir kere giriş biletleri ücretliydi. Amatör olsa bilet ücreti alamazlar. Amatör değilseler Gençlik Tiyatrosu sayfasında ne işleri var? Gençler oynadığı için mi gençlik tiyatrosu diye niteleniyor? Çünkü oyunun gençlikle filan ilgisi yok.

Yanıt: Bu ince noktalar beni aşıyor, bu konuda bilgi sahibi değilim. Mehmet Ergen'e sormam gerekiyordu ancak şu anda İngiltere'de olduğu için ulaşamadım. Dönünce yanıt verir herhalde. Yalnız benim de bu söyleşide bir nokta dikkatimi çekti. Biyografisinde Bilsak'da tiyatro eğitimi aldıktan sonra gittiği Londra'da, Southwark Playhouse'da Genel Sanat Yönetmeni olduğu yazıyor. 26 yaşında, bir tiyatronun genel sanat yönetmeni olmak hem de Türkiye'den gelen biri için talih kuşu olmanın da ötesine taşıyor. Belki de bir yanlışlık vardır bu işte. Yanıtları Mehmet Ergen'den bekleyelim o zaman. Bu sayı, sorulan da ben oluşturdum örnek olsun diye. Bu ve benzeri her sorunuzu, eleştirinizi iletin, ben sizden yana, sizinle birlikte olacağım bu sayfalarda, dergiyle ilgili düşünce ve eleştirilerinizi lütfen bana iletin. Ben de muhataplarına iletip, doyurucu yanıtlar almanıza çalışacağım©


pe cy

a

Dormen Tiyatrosu Ekolünün 50. Yılı Kutlandı


Öğrenmeyi öğreten Haldun Dormen ve özel bir "Okul"

pe cy

a

Dormen Tiyatrosu

>Ali Altuğ > agaltug@yahoo.com

Haldun Dormen... Usta bir yönetmen Dormen Tiyatrosu... Bulvar komedileri oynayan özel bir tiyatro Dormen Tiyatrosu ve Haldun Dormen deyince akla ilk gelecek ifadeler... Oysa daha detaylı bir inceleme yaparsak aynı isimleri şöyle de tanımlayabiliriz Haldun Dormen... Yönetmen-eğitmen-oyuncu-yazar özellikleriyle, yenilikçi ve öncü yapısıyla Türk Tiyatrosu'nda önemli bir yeri olan bir tiyatro adamı Dormen Tiyatrosu... Gerçekleştirdiği ilklerle, getirdiği yeniliklerle Türk Tiyatrosu'nda ayrıcalıklı bir yeri olan "özel" bir okul. Yale Üniversitesi'ndeki eğitimini tamamlayan Haldun Dormen'in Türk Tiyatrosu'ndaki yolculuğu, 1953 yılında Muhsin Ertuğrul yönetimindeki Küçük Sahne'de başlar. Sonrasında ise Galatasaray Lisesi'ndeki amatör oyunculardan kurulan Cep Tiyatrosu, 1955'te perdesini açacak Dormen Tiyatrosu'nun ilk adımını oluşturacaktır. Dormen Tiyatrosu'nun ilk oyunu olan 'Papaz Kaçtı' taşıdığı dinamizmle ve yüksek tempoyla Türkiye'deki tiyatro hareketine getireceği yeniliklerin ilk sinyallerini taşır. 'Papaz Kaçtı'nın kazandığı


Bugün Git Yarın Gel, Nisa Serezli, Turgut Boralı, Yön.: Haldun Dormen, Beyoğlu Ses Tiyatrosu.

pe cy

a

Benimle Oynar mısınız?, Yazan: Morcd Achond, Yön.: Haldun Dormen, Duygu Sağıroğlu, Erol Günaydın, Altan Erbulak. Beyoğul Küçük Sahne, (1958-59)

Montserrat, Dormen Tiyatrosu, Beyoğlu Ses Tiyatrosu, Yöneten: Haldun Dormen, -Ayfer Feray, Başar Sabuncu, Haldun Dormen, Ali Yalaz, Metin Serezli, Mehmet özekti. (1963)

"Bir Kış Masalı" W. Shakespeare I İstanbul Şehir Tiyatroları (1973), Beyoğlu Komedi (Eski İpek) Tiyatrosu, Yöneten: Haldun Dormen Dekor: Turgut Atalay

İttihat Terakki, Turgut Boralı, Erol Keskin, Beyoğlu Dünya Sineması, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu & Dormen Tiyatrosu Coprodüksiyonu (1970) >

başarı Dormen Tiyatrosu için çok güzel bir başlangıç oluşturmuştur. İlk yıllarda repertuarda, farklı türlere ve yazarlara yer veren Haldun Dormen daha sonraları ağırlıklı olarak Bulvar komedileri ve müzikaller üzerine yoğunlaşmıştır. Özellikle 1960'lı yıllarda bu türün örneklerinde yakaladıkları başarılarla İstanbul'un tiyatro yaşamında önemli bir yer edinmiştir. 1960'lı yıllar Haldun Dormen'in ve Dormen Tiyatrosu'nun kariyerinin en parlak günleridir. Dormen'in ve tiyatronun yakaladığı bu başarıda o yıllardaki tiyatro ortamının büyük payı vardır. Türk Tiyatrosu da nitelik ve nicelik açısından en verimli dönemini yaşamaktadır. Altın çağını yaşayan Türk Tiyatrosu'nda özel tiyatrolar içinde Haldun Dormen'in birçok ilki gerçekleştirdiğini görürüz. İlk olarak suflörü kaldıran sanatçı, ilk provaya ezber gelme alışkanlığını da değiştirmiştir. Tiyatroda dekor ve kostüm için ayırdığı özel ödenekler, aksesuar kullanımında geliştirilen profesyonel tavır göz önüne alındığında, Haldun Dormen'in özel tiyatrolardaki prodüksiyon kavramını geliştirdiğini söyleyebiliriz. Haldun Dormen'in ve Dormen Tiyatrosu'nun öncü özelliklerinden biri de gençlere olan inancıdır. Haldun Dormen, tüm tiyatro yaşamı boyunca gençlere çeşitli fırsatlar vermiş ve bu düşüncesini temel ilkelerinden biri haline getirmiştir. Kimi zaman riskler alarak birçok genç oyuncuya başroller teslim etmiştir. Bu cesaretli yaklaşımı Türk Tiyatrosu'na birçok yıldız kazandırmıştır. Erol Günaydın'ı, Metin Serezli'yi, Altan Erbulak'ı, Nevra Serezli'yi, Nisa Serezli'yi, Erol Keskin'i o dönemin parlayan yıldızlarına örnek olarak gösterebiliriz. Haldun Dormen, Dormen Tiyatrosu'nu kurulduğu günden itibaren kendi üzerine kurulu olmaktan çıkarmış, çoksesli ve geniş yelpazeli bir kurum haline getirmiştir. Böylece Dormen Tiyatrosu, birçok oyuncunun kendini gösterme şansını yakaladığı, yanındaki deneyimli oyuncularla birlikte kendini geliştirebildiği bir okul kimliğine sahip olmuştur. Haldun Dormen'in eğitmen kimliğinin doğurduğu en önemli sonuçlardan biri, Dormen Tiyatrosu'ndan gelişen


Dormen Tiyatrosu ve Haldun Dormen ile ilgili yaptığım yüksek lisans tezi, tanıklık ettiğim 90'lı yılların yanında Dormen Tiyatrosu'nun Türk Tiyatrosu'ndaki yerine yakından bakma fırsatı verdi. Gördüm ki Haldun Dormen, yılların getirdiği deneyime ve bilgiye rağmen hâlâ heyecanını yitirmemiş, çırak gibi çalışan gerçek bir usta. Bildiklerini sonuna kadar paylaşan, gençlerden öğrenecek çok şeyi olduğunu savunan bir usta. Anladım ki Dormen Tiyatrosu'nun Türk Tiyatrosu'na getirdiklerinin, ilklerin, kazandığı başarıların ardında bambaşka bir güç var: Dormen ruhu. Haldun Dormen tiyatroya duyduğu sevgiyi ve saygıyı öznel olmaktan çıkarıp tüm ekibinin paylaşacağı ortak bir ruh haline getirmeyi başarmıştır. Tiyatroda oyuncusundan teknik elemanına değin duyduğu saygı bireylerin önce kendilerine sonra mesleklerine olan saygınlığına dönüşmüştür. Bu zincirleme reaksiyonun sonucunda Dormen'in amaçladığı ortak ruh ortaya çıkmış ve özel tiyatrolar içinde "Dormen ekolü" olarak adlandırılan farklı bir konsept oluşmuştur. Dormen Tiyatrosu kapandıktan sonra da Haldun Dormen öncülüğünde yaratılan bu "ruh"un çeşitli kurumlarda ve görevlerde halen yaşadığı görülmektedir. Yetiştirdiği birçok öğrenciden biri olarak, hem okulda hem Dormen Tiyatrosu'nda ama özellikle yaşamda Haldun Dormen'den çok şey öğrendim. Ama her şeyden önce öğrenmeyi öğrendim. Haldun Dormen'in bu özelliklerinin ışığında tiyatro anlayışının vazgeçilmez ilkelerinin ve Türk Tiyatrosu'na kazandırdıklarının yeni kuşaklar için yol gösterici, aydınlatıcı nitelikler taşıdığını söyleyebiliriz. Sanatçı kimliği ve çağdaş düşünce yapısıyla örnek bir tiyatro adamı olan Haldun Dormen, Dormen Tiyatrosu'nun ve Türk Tiyatrosu'nun geldiği noktanın en önemli öncüsünün Mustafa Kemal Atatürk olduğunu düşünmektedir. Dormen Tiyatrosu'nun kırkıncı ve ellinci yıl kutlamalarında son sözü şöyledir: "Biz bu gece tiyatrocular olarak, kadınlı erkekli gurur içinde başımız dik alkışlarınıza selam verebiliyorsak bunu ne çalışmamızla ne saygımızla ne disiplinimizle ne de yeteneğimizle elde ettik. Bunu bir tek insanın çağdaş görüşü, ileri fikirleri ve de tartışılmaz dehası sayesinde başarabildik; Kemal Atatürk sayesinde."©

pe

cy a

oyuncuların daha sonra kurdukları özel tiyatrolardır. Nisa Serezli- Tolga Aşkıner Tiyatrosu, Çevre Tiyatrosu ve Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları bu oluşumun en önemli örnekleridir. Dormen Tiyatrosu'nun oyunları incelendiğinde bir özel tiyatronun taşıyamayacağı kadar kalabalık kadrolu oyunların çokluğu dikkat çekmektedir. Mali açıdan ele aldığımızda, Dormen Tiyatrosu'nun 1972 yılında kapanmasının ardında bu kalabalık kadroların rolü büyüktür. Ancak gençlerle birlikte çalışmayı ve onlara fırsat vermeyi ilke edinen Haldun Dormen'in bu özelliğinden, 1984'te açılan 2. Dormen Tiyatrosu döneminde de vazgeçmediğini görürüz. Bu durum, benzer şekillerde 2. Dormen Tiyatrosu döneminin sonunu hazırlasa da, Haldun Dormen'e tercihinden dolayı pişman olup olmadığı sorulduğunda şu cevabı vermektedir: "Asla. Kendimi ön plana çıkaracağım iki üç kişilik oyunlarda oynamaktansa her zaman gençlerle birlikte bir takımın parçası olmayı yeğlerim."

Haldun Dormen'in gençlere olan inancı ve Dormen Tiyatrosu'nun yetiştirdiği oyuncularla birlikte edindiği okul kimliği birlikte ele alındığında Haldun Dormen'in eğitmen kimliğinin sanatçı kimliğini oluşturan diğer özelliklerinin yanında daha ağır bastığı görülmektedir. Haldun Dormen'in eğitmenliği, akademisyen olarak ders verdiği konservatuarla ya da sahnelediği oyunlarla sınırlı değildir. Dormen; oyuncusuna, öğrencisine sadece oyunculuğun teknik ya da teorik kısmını değil yaşayan, canlı tarafını da öğretmektedir. Bir tiyatro insanının bütünüyle donanımlı olması gerektiğine inanan Dormen, tiyatro eğitimi alan öğrencisinin ya da tiyatrosundaki oyuncusunun genel kültürü sağlam, çağdaş bir dünya görüşü olan, yaşam içinde bir duruşu, çizgisi olan aydın bir sanatçı profili çizmesini ister. Dormen'i çağdaş ve güncel kılan da tüm tiyatro yaşamı boyunca edindiklerini gençlerle paylaşırken karşılıklı bir etkileşim ve dönüşüm yakalayabilmesidir. Elli yıllık bir tiyatro birikimine sahip olan Haldun Dormen hiçbir zaman öğrendiklerini ve tecrübelerini yeterli görmemiş, eksilmeyen bir dinamizmle araştırmaya ve öğrenmeye devam etmiştir.


Efsaneye dönüşen bir tiyatrodan, emekçilerine

pe

cy a

Saygı Gecesi

> Üstün Akmen > ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

Halit Ağabey'in (Kıvanç), yaşları yirmi beşi geçmeyen bir grup gencin 1955 yılının sıcak mı sıcak bir ağustos gününde Caddebostan'da bir evde toplanışlarını anlatmasıyla açıldı gece. Birinci bölümü eski kuşak "Dormen"cilerden Göksel Kortay-Metin Serezli; ikinci bölümüyse son kuşak "Dormen"cilerden Şebnem Özinal-Kerem Atabeyoğlu ikilileri sundu. Kusursuzcasma. Ne Gecesi Bu Gece? Hangi gece mi? Hani işte o gece. Yağmurun kovalardan boşaldığı; rüzgârın paltoları, şapkaları uçuşturduğu, geçen ayın ortasındaki " o " gece. Dormen Tiyatrosu'nun kuruluşundan elli yıl sonra, Dormen Tiyatrosu'nun efsaneye dönüşmesinde emeği geçenlerin adına sunulan saygı gecesiydi " o " gece. Halit Ağabey, tanık olduğu sessiz sedasız çalışmalardan, yeni bir sanat topluluğunun doğuşundan söz etti. O günün gençlerinin her biri şimdi kocaman birer çınar olmuş. Öyle dedi. Program Rüzgâr Gibi Geçti


cy

pe a


Ekol olmuş çınarlar yükseltiler üzerindeydiler. Yükseltilerden ağır ağır indiler, sağ ellerini salona doğru uzatarak, eski seyircilerinin önünden birerli sırayla geçtiler. Çınarlar... O günkü "çömez"leri... Çıraklar... Hepsi... Hepsi birer birer önümüzden yürüdüler. Ve inanmayacaksınız, birbirlerinden gençtiler. Geçenler, İçimizde Bitenler Geçenler kimler miydi? Metin - Nevra Serezli'ler, Erol - Suna Keskin'ler, Zeynep Tedü'ler, Osman Şengezer'ler, Tuncel Kurtiz'ler, Ayşegül Aldinç'ler, Halit Ergenç'ler, Erol Günaydın'lar, İzzet Günay'lar, Hadi Çaman'lar, Göksel Kortay'lar, Aliye Uzunatağan'lar, Duygu Sağıroğlu, Güzin Özyağcılar, Tülin Oral'lar, Fikret Hakan'lar, Ruhsar Öcal'lar, Yılmaz Köksallar, Lale Belkıs'lar, Cihan Ünal'lar, Selçuk Borak'lar, Şebnem Özinal'lar, Suat Sungur'lar, Emre Altuğ'lar, Füsun Erbulak'lar ve "1er" ile "lar" eklerinde çoğalan birbirleriyle özdeşleşmiş iki yüzü aşkın sanatçı geldi, davetlilerin önünden geçti. Onlar geçerlerken, ben salonu şöööyle bir süzgeçledim. Vallahi, hepsi yine seyircilerinin yüreklerindeydi. Nerde O Günler, Nerede... Bütün bunlar olurken, 1955 yılında yaşımın on iki olduğunu düşünüyordum. Oturduğum koltuğa daha bir gömüldüm.

cy

Ne oluyordu? Ne oluyorsa oldu, tiyatro siyasallaşmaya başladı. Siyasallaşan tiyatroya bu kere devlet pençe attı. İyi hoş da, durgunluk nasıl aşılacaktı?

a

Tiyatroya ezeli rakip olan sinemanın, o yıllardaki öne çıkışım anımsadım birden. Teknolojinin gelişimi, dışa açılmanın artışı sinemayı ucuzlatmıştı. Seyirci sinemayı seçerken, oyuncular da ne gariptir ki sinemaya yöneliyordu.

pe

Durgunluğa Dormen Tokadı Yeni tiyatrocu kuşak işte, bu yıllarda ortaya çıktı. Özellikle ABD kökenli yabancı okullarda okuyan kimi öğrenciler, tiyatroya büyük ilgi duymaktaydı. Daha sonra yurt dışına giderek tiyatro öğrenimi gören bu gençler, yurda döndüklerinde görgü ve bilgilerini sahneye aktarmaya başladılar. Bu akımın en önemli adının Haldun Dormen olduğunu taaa o yıllarda belleğime kazımışım. Ne bellekmiş bendeki bellek be! Yarım yüzyıl geçti, unutmamışım.

Neler Yaptılar, Neler ettiler Dormen Tiyatrosu, kısa aralar vererek de olsa bugüne kadar Türk tiyatrosunda farklı ve önemli çizgiler çizen oldu. Her zaman belirli bir düzeyi tutturan "Dormen"ciler, Batı ülkelerinin ünlü tiyatro merkezlerinde sahnelenen oyunlarla Türk seyircisini sürekli buluşturdu. "Müzikal" geleneğinin de en iyi uygulayıcısı yine Dormen Tiyatrosu'ydu. Dormen Tiyatrosu, kırk yılı aşan bir sürede birçok özel tiyatroya da kaynak oldu.

Yağmurun kovalardan boşaldığı, rüzgârın paltoları, şapkaları uçuşturduğu "o" gecede, Dormen Tiyatrosu'nun kuruluşunun 50. yılında, Dormen Tiyatrosu'nun efsaneye dönüşmesinde emeği geçenlerin adına saygı sunuldu, saygı duyuldu. Oysa, Dormen Tiyatrosu artık perde açmıyordu, daha doğrusu açamıyordu. Gecenin sonunda fuayede birisi: "Tiyatromuz kan yitiriyor," dedi. Esasında kanı biten, halkımızdı. Bilinmiyordu..©


Tiyatroda Tahterevalli:

pe

cy

a

Yaşam-Ölüm

> M. Sadık Aslankara > msaslankara@hotmail.com

Kimi sahne çalışmaları, tiyatronun ölümle kalıma ayna tutmaktan şaşkınlaşmış eylem biçimine dönüştüğünü gösteriyor. Hep denegelmez mi "en büyük gerçeklik ölümdür" diye; tiyatromuz da işte bunun çevresinde döneniyor son aylarda. Alın size bir avuç oyun: "Yangın Yerinde Orkideler" (Memet Baydur), "Ful Yapraklan" (Civan Canova), "Frozen / Donmuş" (Bryony Lavery'den Füsun Günersel), "Gece Mevsimi" (Rebecca Lenkiewicz'ten Şükran Yücel), "Murtaza" (Orhan Kemal), "Nafile Dünya" (Oktay Arayıcı), "Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü" (Stefan Tsanev'den Hüseyin Mevsim), "Atlan da Vururlar" (Horace McCoy'dan oyunlaştıran Özcan Özer), "Ekmek İşçileri" (Maksim Gorki'den oyunlaştıran M.Ahmet Yuvanç), "Bugün, Yarın / Teyzem ve Ben" (Morris Panych'den Füsun Günersel), "Özkıyım" (oyunlaştıran Zafer Diper), "Karar Kimin?" (Brain Clark'tan Nüvit Özdoğru)... Ölüm, andığım oyunların bir bölümünde doğrudan ya da dolaylı yolla cinayet, bir bölümünde intihar olarak, bir bölümünde doğal sonla, birinde de ötanazi biçiminde çıkıyor karşımıza. Ama görülüyor ki bizim yazarlarımız kadar yabancı yazarlar da düşkün ölüm gerçekliğine.


a

cy

Tiyatronun, öteki sanatlar gibi izlek anlamında ölümü almasından daha doğal ne olabilir? Önemli olan söylenegeldiği gibi bu izleğin biçemsel bağlamda nasıl yansıtıldığı... Peki bu bir avuç oyun, nasıl bir estetik somutlanış gösteriyor sahnede? Yazarlarla toplulukların ya da yönetmenlerin tutumu gözden geçirildiğinde neler söylenebilir bu konuda?

pe

Yaşamla Ölüm Arasında Kolan Vuran Salıncak Yukarıda bir çırpıda sıralayıverdiğim düzineyle oyunda ölüm gerçekliği ana tetikleyici aslında. Oyun zamanının herhangi bir yerinde yaşansa da olgu, sonuçta bütün oyunu dolduran gerçekliğe dönüşmekte gecikmeyecektir bu.

Yazarların ölüm karşısındaki yönsemesine göz atalım ilkin. Bizden iki oyunun ölümü estetize etmeye giriştiği öne sürülebilir. Baydur'un "Yangın Yerinde Orkideler"i, Canaova'nın "Ful Yaprakları" bu kalıba uygun görünüyor daha çok. Gerçi "Atlan da Vururlar", "Frozen / Donmuş" da görece ölümün estetize edildiği oyunlar olarak alınabilir elbette. Ne ki içerik bağlamında bunu destekliyor değiller yine de. Oyunlardan üçünde ölüm sorunsal bağlamında tartışılıyor: "Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü", "Özkıyım", "Karar Kimin?" İlkinde bu çok açık biçimde çıkıyor ortaya zaten, ölüme karşı her ne olursa olsun yaşamdan yana tutumuyla bizi bir çalım Cahit Sıtkı'nın o ünlü dizesinde dolaştırıyor oyun: "Her mihnet kabulüm, yeter ki I Gün eksilmesin penceremden!" "Özkıyım", ölümün eşiğinde yaşamın sorgulanışı bir bakıma ya da içinin dolduruluşu. Sonuçta oyun, ölümü sorgulamak yerine hayatı, bunu yaşama biçimini sorgulamaya dönüştürüyor işi. "Karar Kimin?" ise özgürlük istenci üzerine bir sorunsalla bizi yüz yüze getiriyormuş gibi görünse de, ölümü seçme sorunsalıyla baş başa bırakıyor yine de bizi. "Gece Mevsimi"yle "Bugün, Yarın / Teyzem ve Ben"de ise doğal ölüm sonrasında, bir anda usumuzda şavkıyıveren yaşam sevincine tanıklık yapıyoruz denebilir pekâlâ. Bu açıdan iki oyun da ölüm izleğinin dışına çıkararak yaşama dönük birer manifestoya dönüşüyor sanki.

Geriye kalan öteki oyunlarda, ölüm daha çok bir iğretileme biçiminde yer tutuyor. Nitekim ölüm, bir anda yol açtığı o derin yırtılışla boy gösteriyor sahnede. "Murtaza", "Nafile Dünya", "Ekmek İşçileri" böyle oyunlar. Nedeni ne olursa olsun sahnelerimiz, yaşamla ölüm salıncağının gelgitinde geziniyor, bizleri de tanık tutarak.

Yaşamla Ölüm Sarmalında Birey Tiyatro bunu öteki sanatlardaki gibi bireyin üzerinden yapıyor. O zaman sahnedeki oyuncular yaşamla ölüm sarmalında, ayakları birbirine dolanan tuhaf adamların, zavallı küçük insanların çelimsiz serüvenini yansıtıyor çaresiz. Nitekim biz bütün bunları tiyatro sanatının en önemli yapıtaşı sayacağımız oyuncular aracılığıyla alınılıyoruz. Kimler öne çıkıyor, hangi karakterler oyun kahramanı olarak yüreğimize değiyor ya da değemiyor, değse de işlemiyor, yahut değmese bile yüreğimizde yangınlar çıkarıyor, biraz da bu açıdan yaklaşmaya çabalayalım andığım oyunlara... Semaver Kumpanya'nın sergilediği "Murtaza", bütün zamanlar için "ideal" bir gençlik oyunuymuş gibi geldi bana. Günay Ertekin'in, nasıl olup da oyunu "sahneye uyarladığı"nı anlayamasam da. Neden derseniz Ertekin, "Murtaza"yı, kızının ölümüyle noktalamaktan ötede metne herhangi bir dönüştürüm, yaratıcı katkı getirmiş değil! Pek pek Cemile'den bir iki anıştırma belki getirdiği, o kadar. Peki nasıl oluyor da oyunu uyarladığını söyleyebiliyor? Oyunun dramaturgu olarak görünmek yetmiyor mu Ertekin'e, Yavuz Pekman'la birlikte? Orhan Kemal'e karşı bu tutum içimi acıtmadı değil. Ama neredeyse yarım yüzyıldır hiç eskimediğini görünce "Murtaza"mn, unuttum bu acıyı çarçabuk, sevinçlere gömüldüm hemence! Semaver Kumpanya, Işıl Kasapoğlu ile Bülent Emin Yarar'ın yönetiminde olağanüstü sıcak, içten, kavrayıcı bir yansıtım çıkarıyor ortaya! Tam da "Murtaza"ya layık çalgılı bir oyun. Müzisyenlerin de oyuna katılımıyla seyirlik bir oyuna dönüşüyor "Murtaza". Hiçbirini ayırmadan


tek tek adlarını anmakla yetineceğim bu aslan parçalarının: Fulya Aksular, Sibel Altan, Melis Şeşen, Sarp Aydınoğlu, Tansu Biçer, Asil Büyüközçelik, Aylin Çalap, Banu Çiçek, Fatih Akdoğdu, Bülent Çukurcuma, Özlem Durmaz, İrem Erkaya, Gülin Kılıçay, Serkan Keskin, Ahmet Kaynak, Serap Matyaş, Ümit Ferit, AliSavaşçı. Sağda solda fırdöndü oyun arayan gençlik tiyatroları, bir an önce bu oyunla buluşsun derim. Sahi siz izlediniz mi "Murtaza"yı? Ama Semaver Kumpanya'nın "Murtaza"sım? Bireysel çözümün olanaksızlığım ele veren bir oyun "Murtaza" ise, ötekisi AST'ın sahnelediği "Don Kişot". Topluluğun son yirmi beş yıl içinde önemli parıltılardan biri sayılabilir söz konusu oyun. İstanbul turnesinde izlediğim oyun, gerek öz gerek biçemce AST'ın 1960'larda yansıttığı sahne plastiğinin de bir çakımı gibi geldi bana. İyi seçilmiş bir oyundu, bu bir, iyi de sergilenmişti bu iki. Bireyin günümüzdeki kırılma eğrisinde, tam bu noktada böyle bir oyunla çıkmak seyircinin karşısına, doğrusu akıllıca bir yaklaşım. Ama bütün bunlardan çok daha önemlisi oyunculukta sergilenen müthiş kıvrak, hatta biraz da bıçkınca tutum diyeceğim ben...

Mehmet Ali Kaptanlar'la Serda Kondeler Aktuna'nın disiplinli oyunculuklarıyla, ince, işlevli ayrıntıları vurgulamaya dayanan yaratıcı duyarlıklarıyla yükselen gerçektenlik duygusu, yönetmenin öne çıkardığı aykırı gerçekçi (grotesk) özle buluşup sapasağlam bir temele oturuyor. Denebilir ki, tiyatro sanatımız, Tiyatro Stüdyosu'nun bu oyunuyla ölüme karşı yaşamdan yana bir savaşım gereksiniminin de altım çiziyor... Tiyatro sanatı doğası gereği işini yapıyor! Hay Allah, daha hangi oyunlara getirecekken ben sözü, bir türlü sıra gelmedi onlara... Sahnelerimizde ölüm kalım savaşımını yansıtan oyunlar sürerken peki biz neresindeyiz dersiniz bu savaşımın, ya tiyatromuzdaki ölüm kalım savaşımının? Gitmesek de, görmesek de o tiyatro bizim tiyatromuzdur diyecekseniz eğer, sözüm yok size! "Pes!" demekten başka..

pe

cy

a

Özellikle on yılların deneyimli oyuncusu Erol Demiröz'le ona eşlik eden genç oyuncular Hakan Salınmış, Cengiz Sezgin, Aylin Saraç, Ebru Saçar, Melih Yetkin grubunun tahterevallidekine benzer duyarlı dengeler gözeten oyunculuktan, Don Kişot'un bir şenliğe dönüşmesini sağlıyor göz açıp kapayana dek. Evet oyun şenliği bu; en başta oyuncuların tat alıp sonra da seyirciyi sofraya buyur ettiği...

Yaşamdan Yana Ölüme Karşı Yalınkılıç Yaşamla ölümün salıncağmdaki bireyin sıkışmışlığı, sahne gerçeğinde kendine yer bulurken, Tiyatro Stüdyosu'nun sunduğu "Bugün, Yarın / Teyzem ve Ben", tiyatronun sanat bağlamında kapladığı yeri göstermek açısından da ilginç bir örnek oluşturuyor. Oyunun yönetmenliğini de üstlenen topluluğun tok duruşlu, vakur sanat yönetmeni Ahmet Levendoğlu, kaleme aldığı yazısında şu tümceyle özetliyor oyunu: ".. Yaşamın hamurunun gülünç olanla acıklı olanın karışımından yoğurulduğu gerçeğinin tiyatro sahnesinden çarpıcı bir yansıması..."


cy

pe a


Fotoğrafların

Dili

pe

cy

a

Bahar Aykaç Tiyatro Kulisleri Fotoğraf Sergisi


Bahar Aykaç 1983'de Bursa'da doğdu. İlkokulu Çizakça İlkokulu'nda, ortaokul ve liseyi Bursa Gazi Anadolu Lisesi'nde okudu. 2001'de Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü'nü kazandı. Bir süre üniversite eğitimine ara verip 2003-2004 sezonunda Bilge Adam Bilgi Teknolojileri Akademisi Macromedia Bölümü bitirdi ve çeşitli enteraktif reklâm ajanslarında çalıştı. (Aykaç; halen Marmara Üniversitesi

pe

cy a

G.S.F Fotoğraf Bölümü'nde okuyor ve kendine ait küçük atölyesinde fotoğraf, web sitesi ve kurumsal kimlik tasarımı üzerine çalışıyor.) İki yıl Tiyatro Boyalı Kuş isimli özel tiyatro grubunun görsel iletişim tasarımını üstlendi ve bu sayede tiyatro camiasına giriş yaptı.

2005 yılında M.Ü. G.S.F Arş. Gör. Oktay Çolak'ın gözetiminde bir ödev projesi olarak başlayan "Tiyatro Kulisleri" fotoğraf serisi Aykaç'ın ilgisiyle bir sene devam etti. Bu süre içinde Mimar Sinan Üniversitesi


Konservatuar Oyunculuk Bölümü öğrencileri'nin "Üç Kuruşluk Opera", İzmir ÖFB' in "Yeraltından Notlar", Kenter Tiyatrosu'nun "İki Hayat Sonra", "Kumarbazın Seçimi", "Gece Mevsimi", Dostlar Tiyatrosu'nun "Aymazoğlu ve Kundakçılar" ve Tiyatro Boyalı Kuş'un "Böyle Bir Aşk Masalı" isimli oyunlarının kulislerini fotoğrafladı.

Bu projeye başlarken tüm insanların gerçek karakterlerini

bambaşka kişiliklere büründüğünü düşünerek, daha

pe cy

sembolik bir mekân olan tiyatro

a

çoğu zaman sakladığını ve

kulislerini seçti. Biz tiyatro

izleyicileri için tiyatro kulisleri aslında varlığını duyduğumuz

fakat hiç görmediğimiz gizemli mekânlardı. Ve bu mekânlarda gerçek karakterler ve kurmaca karakterler beraber yaşıyordu.

Oyuncu kulise girip az sonra canlandıracağı karaktere bürünüyor, oyun sonunda tekrar kendi karakterine dönüyordu. Tabii ki oyuncu bunun farkındaydı, sadece rol yapıyordu, gerçekliğinden bir şey kaybetmiyordu. Ancak bu durum


Aykaç' n gerçeklik kavramını sorgulamasına fırsat tanıyordu.

Aykaç' a göre tiyatro kulisleri kendi içinde çok kontrast bir mekandı. Bu sebeple siyah beyaz fotoğraflar çekmeyi tercih etti. Hem gerçek karakterleri, hem de makyajı, saçı, kıyafeti ile kendilerinden çok farklı kurmaca karakterleri fotoğrafladı. Böylece farklı bir gerçeklik olgusuna yoğunlaşan, belgesel fotoğraf projesi "Tiyatro Kulisleri" ortaya çıktı.

Aralarında Yıldız Kenter, Genco

pe cy

a

Erkal, Tilbe Saran, Meral Çetinkaya, Köksal Engür, Yeşim Koçak, Demet Evgar, Mehmet Birkiye, Erdem Akakçe, Metin Coşkun, Okan Yalabık, Engin Hepileri, Bülent Şakrak gibi ünlü tiyatrocuların portrelerinin de bulunduğu 40 fotoğraflık bu seriyi 7 Nisan 2006' a kadar Basın Müzesi'nde izleyebilirsiniz.

Basın Müzesi Adres: Divanyolu Cad. No: 84 Çemberlitaş İstanbul Tel:0 212 513 84 75 * Ulaşım için Eminönü tramvayını kullanabilirsiniz. * Müze Pazar günleri hariç hergün 10:00-18:00 saatleri arası açıktır. www.baharaykac.com


Bir Oyundur Sürüp Giden

pe

cy

a

"Mikadonun Çöpleri"

> Ragıp Ertuğrul > ragipertugrul@tiyatrodergisi.com.tr

Akatlar Kültür Merkezi'nin Sahnesi'ne Melih Cevdet Anday'in adının verilmesi ve açılışın Anday'ın "Mikado'nun Çöpleri" oyunuyla taçlandırılması Beşiktaş Belediyesi'nin duyarlı yaklaşımının eseri. Oyun, Beşiktaş Belediyesi Kültür Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu tarafından, Zeliha Berksoy'un rejisiyle sahneleniyor. Bebeğiyle sokakta kalan Kadın'la karşılaşan Erkek, onu geceyi geçirmeleri için evine davet eder. Merhamet ve şefkat duygusunun ağır bastığı bu davet, sabaha dek uzayan bir sohbeti getirecektir. Geçmişin yaralan, Erkek'in sevgi açlığı sohbeti zaman zaman içinden çıkılması zor bir karamsarlığa sürüklese de Kadın'la Erkek arasında nedeni bilinmez bir tutku doğmaya başlar. Bu tutkunun nereye varacağı da belirsizdir. "Mikado'nun Çöpleri" kadın-erkek, birey-toplum, gelin-aile ilişkilerinin psikolojik boyutta irdelendiği, bireyin diğer bireylere karşı takındığı tavrın altında yatan nedenleri sorgulayan bir oyun. İki oyun karakteri, Kadın ve Erkek, bir bakıma kendilerine de yalan söylemekte, içinde bulundukları durumları ya tam kavrayamamakta ya da kavradıkları halde kendi ideallerini besleme uğruna çevrelerindekileri inandırma eylemi içine girmektedirler. Oyunda da Erkek'in söylediği gibi "Gören olmayınca kaçar insanlar". Neden mi kaçarlar?


gelmesi akla mantığa uysa bile, Erkek'in evinde eşyaları oraya buraya fırlatması ki bunu içeride bebeği de uyurken yapması oldukça garip. Kadın'ın doğru zamanlarda olmanın yanı sıra yanlış yerlerde de bluzunu düğmelerinin açılması ve Çınar'ın düğmelerini kapatmaya çalışması o an içinde olması gereken duyguyu kaybettiriyor. Erkek'in attığı kıyafetlerini toplaması ise insana, "bu ne benimseme birden" dedirtiyor. Sigara kampanyalarının bunca revaçta olduğu, reklam, dizi ve filmlerde, çocuklara kötü örnek olacağı gerekçesiyle, bırakın içilmesinin ele alınmasının bile yasaklandığı bir dönemde özellikle oyunun başlarında ağzından sigarayı düşürmemesi, Timuçin Esen'in bu mizansen oyuna da fazlaca bir şey katmadığı için heyecanını bastırmak için mi bu kadar içtiğini düşündürtüyor. Yönetmen Zeliha Berksoy'un bu iki oyuncuyu seçerken ki kriterini oyuncuların şu sıralar medyatik olmalarına bağlamak gerek sanırım. Yukarıda da belirttiğim gibi zengin mimiklere sahip Timuçin Esen'in, kendisinin de bir röportajında dile getirdiği gibi hemen jönlük kisvesine sıkı sıkı sarılmak niyetinde olmadığına ve zamanla başarıya ulaşacağına inanıyorum. Akatlar Kültür Merkezi'nin aslında her oyun için uygun olmayabilecek sahnesi Barış Dinçel'in dekor tasarımıyla görsel zenginliğe ve aynı zamanda oyunun ruhuna uygun çerçevelenmişliğe kavuşuyor. Erdem Helvacıoğlu'nun ışık efektleriyle de dekor soğuk kış gününün kasvetli havasının rengini alıyor. Oyunun başında ve sonunda arka planda yer alan saat üzerine vuran ışık hem zaman ile kıstırılmışlık duygusunu hem de sürekliliği, devinimi duyumsatıyor.

pe cy

a

"... Alçaltacak bir insanı bulamadık mı nasıl yükseliriz?" diyor Kadın oyunda. Peki hangimiz mikado ve oyundaki mikado kim? Gerçekten mikado olamasak bile o rolü oynamıyor muyuz? Hele ki etrafımızda saf, suskun ve anlayışlı samuraylar varsa; kendini tehlikeye, riske atan, iyiniyetle hareket eden, savaşan, didinen samuraylar©

Yalnızlıklarından, hatalarından, günahlarından, anılarından, kanılarından, Bu nedenle Erkek'in çocukluktan gençliğe, Kadın'ın genç kızlıktan anneliğe geçişlerindeki duygu değişimlerinin, düşüncelerindeki gelişmelere paralel olarak devinim göstermesi beklenir. Oysa ne Timuçin Esen'de ne de Devin Özgün Çınar'da bu devinimi göremiyoruz. Oyunculukları iyi sayılabilecek olmasına rağmen deneyim gerektiren bu oyunda karakterleri tam yansıtamadıkları bir gerçek. Erkek'in oyunun başında kendine güvenen, tutarlı, duygusal dünyası sağlıklı yapısı, Kadın'la birlikte geçirdiği gece boyunca kırılmalar yaşamakta. Timuçin Esen'in yüzü hem Hırsız-Polis dizisinde, hem oyunda hem de oyun sonrası fuayede yani gerçek yaşamında aynı ifadeyi taşıyor; bu ifade boş değil kesinlikle ve belki çok anlamlılık olarak ifade edilebilir. Yüzünde muzurluk, mahçubiyet, arsızlık, sevecenlik, şefkat, kızgınlık, şaşkınlık ifadeleri oluşabiliyor anlık sürelerle tarif edilebilecek şekilde. Deviz Çınar'ın Kadını'nda ise ne doğallık var ne samimiyet. Kadın ile Erkek'in oyunun başından itibaren yüksek sesle, hatta onun da ötesinde bağırarak konuşmaları, Kadın'ı bebeği uyuyan anne modundan tamamen çıkarıyor. Hele ki bebeği soğuk odada yatırıp kendilerinin sobanın başında oturmaları samimiyeti alıp görüyor. Bu gösterilmeyen samimiyet, oyunun ilerleyen zamanlarında seyircinin kadının veya erkeğin tarafında yeralması konusunda belirleyici olacaktır oysa ki. Kadın ile Erkek'in konuşmalarının gecenin ilerleyen saatlerinde karıkoca kavgasına dönüşmesine anlam veremedim doğrusu. Bu konuşmalarda iç isyan ve dış dünyaya karşı bir sitem vardır ama iki insanın birbirine bir nefreti söz konusu olamaz. Erkek'in zaman zaman evin duvarları olması gereken yer olarak telakki ettiğimiz sahne önünde seyircilere hitaben derdini, isyanını anlatması bir yabancılaştırma efekti olarak mı kullanılmış bilemiyorum ama oyunun bütünselliğini bozuyor. Kadının tanımadığı bir adamın evine misafir olarak


Ölümün değil, özgürlüğün oyunu

pe

cy

a

"Karar Kimin"

> Üstün Akmen > ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

Hıristiyanlık dinine göre, Tanrı doğadaki her şeyin sahibi ve belirleyicisi sayılmakta. Tanrı, insana hayatını verir ve bağışladığı o yaşamı ancak kendisi alabilir. İnsan, kendi yaşamına son veremeyeceği gibi, başkasının da hayatına son, kendi bedenine zarar veremez. Gene Hıristiyanların inancına göre, yaşamda acı/lar da vardır. İnsan, acı çekerek İsa'nın yolunda Tanrıya yaklaşabilir. İslamiyet'e Göre Ötenazi Yorumu İslamiyet'e göre de durum pek farklı değil. Tanrı, İslamiyet de de hayatın sahibi, insan ise onun "halifesi". İrademizle bazı kararlar alabilir ve bunları uygulayabiliriz, ancak Tanrı'nın kurduğu hayata "tecavüz" edemeyiz. Katil, hayata saldın sayılmakta İslamiyet'te, insan kendi hayatına son verse dahi, durum değişmemekte. Acı/lar çekerek ölmekse, geleneksel İslam tasavvufuna göre, Tanrı'nın o insana bir lütfü olarak tanımlanmakta. İnanca göre, yaşamda çekilen acı/lar, günahların silinmesine yol açıyor. Yani, kabir azabı ve cehennemde ödenecek bedel, hayattayken ödenmiş sayılmakta. Ya Diğer Dinler... Görüldüğü gibi, ötenaziye iki büyük dinde de ödün yok. Musevilik de, ötenaziyi katil olarak görmekte ve yadsımakta. Benim bilebildiğim kadarıyla, doğu dinlerinden sadece Şintoizm ve Budizm, umutsuz hastalık durumunda istemli ötenaziye izin veriyor. Çin'de Konfüçyus ahlakı da aynı şeyi savunuyor.


sözcüklerden arındırılmamış. Nüvit Usta'ya saygıdan olsa gerek... Gürzumar'ın çevirinin virgülüne dokunmamasını sanatçı duyarlılığı olarak yorumluyorum. "Sübjektif, "objektif, "hayrete seza", "misal", "mesela" gibi sözcükler kulak tırmalıyorsa, nedenini bu saygısal duyarlılığa bağlıyorum.

cy

a

Kocaeli Şehir Tiyatroları Londra İle Eşzamanlı Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Brain Clark'ın benim bildiğim televizyon için kaleme aldığı, özgün adı yanılmıyorsam "Whose Life is Anyway?" olan oyununu sahnelemekte. Eksik olmasın, Sündüz Haşar söyledi de, ondan öğrendim, eserin John Badham'ın rejisiyle filmi taaa 1981 yılında yapılmış. Filmde Richard Dreyfuss oynamış Ken Harrison'u. Dr. Michael Emerson'u ise, John Cassavetes canlandırmış. Clark'ın oyunu, geçen yıldan bu yana, Londra'da Panton Caddesi'ndeki Comedy Theatre'da kapalı gişe oynamaktaymış.

pe

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, hiç kuşkum yok ki, Ragıp Savaş ile ciddi anlamda ivme kazandı. Yaptıkları ortada, henüz yapamadıkları ardında Savaş'ın. Savaşıp duruyor... Gezici tiyatro, Türkiye'nin önde gelen yönetmenleriyle çalışmalar, Oda Tiyatrosu, ardı ardına gelen çocuk oyunları, 150 bine ulaşılan seyirci sayısı... Ve bu son oyun..

Ölüm Kararını Kim Verir? Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın "Karar Kimin" başlığıyla oynadıkları son oyunları, seyirciyi yaşam konusunu sorgulamaya zorlayan bir oyun. Evet... Trafik kazası sonucu vücudunun tamamı felç olan gencecik eğitmen/heykeltıraş Harrison hakkında, olmak ya da olmamak kararını kim vermeli, oyunda bu tartışılıyor. Tıp mı, din mi, yoksa hastanın kendisi mi? Hastanın seçme hakkı yok mu? Öleceği kesin olarak bilinen hastayı, daha fazla ıstırap içinde tutmanın anlamı ne? Özerkliğini ve onurunu yitiren ya da onuru belirli bir niceliğin altına düşen kişilerin yaşamasına yardım etmeye uğraşmak anlamsız değil mi? Ölümün kaçınılmaz ve önlenemez olduğu hallerde tıp, hastanın seçimine uygun olarak iyi bir ölüm sağlamak zorunda mı, değil mi? Ağrısız, yan etkilerden uzak, hastanın ailesi ve dostlarının psikolojik ve ruhsal desteği altında gerçekleştirilecek bir ölüm, iyi bir ölüm olarak tanımlanmamalı mı? Nüvit Özdoğru'nun Çevirisi Oyunu dilimize (İsmet Ay'ın deyimiyle) "kulakları çınlayası" Nüvit Özdoğru çevirmiş. Hem de pek güzel çevirmiş. Eser güzel çevrilmiş de, günümüzde doğal olarak eskimiş kimi

Şakir Gürzumar, oyunu sahneye hazırlarken belleğinin, sadece belleğinin de değil, aynı zamanda duygularının sınırı içinde kalan bir ritim duygusu geliştirmiş, bu sayede eseri soluk alır-verir biçime de getirmiş, ama nedense kimi tablolarda düşen ve biraz zor toplanan / toparlanan tempoda bir yönetim yeğlemiş. Kimi oyuncuların, söylediklerini sahne tekniği diline aktaramamasına göz yummuş. O zaman da, Dr. Clare Scott, Mrs. Boyle, Dr. Barr, Andew Eden karakterlerinde heyecan kalmamış, karakter yaratılamamış. Ünlü bir tiyatro oyuncumuzun kulağıma söylediği gibi, Başhemşire odasında konuşulanların hasta odasından duyulmaması, oysa hasta odasında olan bitenin salisesinde fark edilmesi, seyirciyi inandırıcılıktan uzaklaştırmasıysa işin cabasını "teşkil" etmekte. Bence Şakir Gürzumar ve Yardımcısı Barış Falay özellikle bu aksiyon konusunu aralarında bir kez daha tartışmalılar. Anlayamadığım Yorumlamalar Bir de anlayamadıklarım var oyun içinde. Efter Tunç'un eline dirlik, "Karar Kimin" için mükemmel üstü bir dekor tasarlamış. Sol arkada koridor ve bekleme bölümü, solda Başhemşire odası, ortada küçük bir yükseltiyle ayrıştırılan hasta odası, sağ arkada hasta odası tuvaleti. Şimdi... Hasta odasının, konulmamış dahi olsa sanal bir kapısı olmalı, öyle değil mi ama? Efter Tunç'un, sözünü ettiğim yükseltinin soldaki ucunu köşegen yapması, "kapı" sanalını oyunun hemen başında seyirciye aktarıyor. Yani, dekor eksik değil. Gel gelelim, oyuncular yükseltinin her yerinden, ama istisnasız her yerinden hasta odasına giriş yapmakta. Neden acaba? Anlamadım. Sonra Hastabakıcı John, birinci perde finalinde Harrison'un tuvaletine nereden gelip giriyor? Onu da kavrayamadım.


Anlayamadığım bir diğer tabloysa, John'un Harrison'a edep yeri tıraşı yapması. Hani, felçli hastaya sakal tıraşı yapılır da, durup dururken edep tıraşı yapılır mı yahu! Neyse! Haaa, bir de İkinci Perdede, Dr. Scott akşam yemeği dönüşü geç saatte hastaneye geliyor ve de Harrison'un odasına uğruyor ya, gecenin o saatinde Stajyer Hastabakıcı, Harrison'a ne yemeği yediriyor Allah aşkına? Stajyer Hemşire'nin Dr. Scott'un Harrison'a içiremediği pembe kutudaki sakinleştirici hapları, gizlice önlüğünün cebine koymasındaki amaç da doğrusu "bilinmez"lerim arasında Bunları anlamadım, anlayamadım, kavrayamadım. Şakir Gürzumar ile bir yerde rastlaşırsak, sözlü olarak da sorarım. Ya da rastlaşmayı beklemeden yanıtlarsa aydınlanırım, yayımlarım. Ebru Aklar'ın Kostümleri Ebru Aklar'ın kostüm tasarımı iyi. Bir de, herkesin eline aynı çantayı (Philip Hill'in, Dr. Emerson'un, Mrs Boyle'nin, steno yazan kızın) vermeseymiş ne iyi edecekmiş! Kostümler genel anlamda başarıya ulaşmış. Sözüm yok. Yalnız bir noktaya parmak basmak isterim. Eleştiri değil, ama uyarı sayılabilir. Dr. Traver'in ayağına çingene pembesi renkli çorabı elbette psikiyatrı karikatürize etmek için giydirmiş, tamam da, Travers sandalyeye oturup çorapları göründüğünde seyirci gülüyor ve bu gülme Serhat Tutumluer'in repliğini çalıyor. Bir de, Mr Millhonse'ın kostümünü beğenmedim doğrusu, yargıçtan çok din adamı imajını yarattı bende.

Engin Benli Gene İyi Ahmet Yaşar Özveri ve Aydın Sigalı yönetmenin istediği doğrultuda bir oyun çıkarıyorlar. Melih Düzenli son derece sevimli bir Dr. Travers çizerken, Zeynep Özan umut saçıyor. Özan'ı da mı mercek altına almalıyım ne! Eylem Tanrıver abartısız sertliği ve ses tonlamalarıyla başarıyı yakalıyor. Tarık Keskiner, sanırım Şakir Gürzumar'ın tam verim aldıkları arasından bir oyuncu. Havva Serimer'i, küçücük rolünü böylesine ciddiye aldığı için alnından öpmeliyim. Barış Falay, Avukat Hill'i iyi incelemiş ve iyi çözümlemiş. İzlediğim başka oyunlarının arkasından yazmış mıydım, anımsamıyorum, ama Falay, hiç kuşkum yok ki içinden heyecan duyan, canlandırdığı karakterin duygularının anlatımına içtenlikle aracılık eden bir oyuncu. Engin Benli, sahnede hedef olduğu her uyarıcıya bu kere de rahat, zorakilikten tamamıyla uzak bir tarzda tepki gösteriyor. Gösterdiği tepkinin, gene bilinçle hazırlanmış zekice bir plan dahilinde olduğunu anladığımı da belirteyim. Ve Serhat Tutumluer Serhat Tutumluer ise, yapmak eylemini özellikle içindeki istek öğesi yüzünden heyecanlanmak eyleminden kutlanası biçimde ayırmış. İnandırmak, yatıştırmak, rica etmek, yalvarmak, alay etmek, beklemek, gözyaşlarını tutmak, sinirlenmek, acısını gizlemek... Bütün bunları inandırmak istiyorum, inandıracağım; yatıştırmak istiyorum, yatıştıracağım ve benzeri, yani irade ile dolaylı yoldan ilişkileri olan eylemler olarak fevkalade ayarlamış. Bu eylemlerin gerisindeki motifleri, yani hareket ettirici güçleri kavramak koşuluyla, istediğini gerçekleştirmiş. Kutlanmayı hak etmiş.

pe cy

a

Tunç'un Dekoru, Çartık'ın Işığı Nurkan Renda'nın müzikleri oyuna pek güzel oturmuş. Efter Tunç'un dekoru, yukarıda da söylediğim gibi mükemmel üstü. Yalnız, ben olsam yatağın başucundaki televizyonu kaldırırım. Yakup Çartık'ın ışığı, oyuna üç boyutlu ayna tutmuş. Dram sanatındaki karakterlerin mimik yaşantısını, yaşamın doğal görünüşleriyle belirtmekte fevkalade başarılı olmuş Yakup Çartık. Gerek Tunç'un dekoru, gerekse Çartık'ın ışığı dramatik sanattaki gerçekçilik olgusunun somut birer örneği gibi, oyun boyunca şavkıyor. Seyircinin kendisini oyuna çarçabuk bırakmasına katkı sağlıyor.

"heder" eylemiş. Oysa, Dr. Clare Scott karakteri yaratıcı atılımı su yüzüne çıkaracak bir tipleme. Ronabar'ı, hammadde yetersizliği içinde buldum. Neden? Bilemem. Ama hal böyle olunca, sözler de davranışlar da bayat kokusu veriyor. Ronabar, Scott karakterini hiç gereksiz yere çıkmaza sürüklüyor. Kimi tablolarda ileri doğru atılmasa, zar zor ulaştığı yerden de kayarak gerileyecek korkusu, oyun boyunca benim gibileri tedirgin ediyor.

Esra Ronabar Yazık Etmiş Oyunculardan Mustafa Arpacıoğlu, Erdem Irmak, Selda Serçin "eh" düzeyinin biraz altında kalmışlar. Bir duyguyu ıkına sıkıla oynamak olmaz ki, olmuyor ki! Esra Ronabar, bana sorarsa bu oyunda çok önemli bir fırsatı "heba etmiş,

Sadece Tutumluer mi? Serhat Tutumluer için kutlanmayı hak ettiğini söylerken, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları çalışanlarının tümünü kutlamadan da geçmeyeceğim, geçemeyeceğim. Fırsatı fırsat bilip, fırsat bulur bulmaz "Karar Kimin"i mutlaka izlemenizi önereceğim.


Sevgi, Emek midir, Yoksa Özveri midir?

a

Selvi Boylum Al Yazmalım"

pe cy

"

> Üstün Akmen > ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

Değerli Okur Dostum, hiç kuşkum yok ki sanat, insanın kendisini anlattığı bir alan. Daha doğru bir deyimle, insanın kendisini ifade etme yollarından biri. Hangi sanat alanında olursa olsun, sanat eseri, biçimi yoluyla somutlaşıyor. Bu anlamda, sanat eserine biçim verme endişesi bütün sanatların ortak noktası. Fark, biçim verilende. Bir sanat eserinin biçimi, genellikle yansıtmaya çalıştığı nesnelerin biçimlerinden, sanatçısının ona kattığı kendi nesnel varoluşunun dışındaki anlamıyla, imgesiyle ayrılıyor. Görüntü İletinin Kendisidir Örnek isterseniz; aşkın, edebiyatta sözcüklerle anlatımı ile sinema perdesine yansıyan görüntüsü, hele hele tiyatro sahnesinde canlanışı arasında aktarılışlardan kaynaklanan farklar olduğunu söylerim. Aktanlış biçiminden doğan farklar, fiziksel değişime bağlı olarak içeriğin aktarılışına yansıyacaktır. Bu engellenemez. Dolayısıyla, mesajın iletilme biçimi farklı olacak, örneğin, sinemanın biçimini meydana getiren görüntünün sadece mesajın taşıyıcısı değil, kendisi olduğu söylenecektir.


İlyas, Asya'nın doğup büyüdüğü köye geliyor, iki genç birbirlerine aşık olup evleniyorlardı. Yeni evliler, çocuklarının adını Samet koyuyor, İlyas, kamyoncu olduğu için sık sık yollara çıkıyor ve Asya, Samet'le yalnız kalıyordu. Gel zaman git zaman işleri bozulan İlyas, Asya'nın karşısına öyle çıkmak istemiyor ve bunalıma giriyordu.

cy a

Sinema Malzemesinden Tiyatro Yapılmaz Bunları neden anlatıyorum. Amacımın ukalalık olmadığını bilen dostlarımın, bilmeyen yeni dostlara aktarmasını dilerim. Biliyoruz ki, birbirinden farklı malzemelerle, farklı anlatım özelliklerine sahip sanat dalları, birbirlerinin içerik ve biçimlerinin yanı sıra, konu ve temalarından da yararlanmakta. Bunlardan özellikle edebiyat ve sinema arasında, edebiyat ile tiyatro arasında, sinema ile tiyatro arasında doğuşlarından başlayarak devam eden bir ilişki söz konusu. Doğru değil mi ama? Edebiyatın hazır malzemesinden yararlanılarak senaryolaştırılan uyarlamalar, bu ilişkinin en yoğun yaşandığı örnek bence. İyi de, senaryo malzemelerinden yararlanılarak tiyatro yapılabilir mi? Pek sanmıyorum.

pe

Konumuz "Selvi Boylum Al Yazmalım" Neyse! Sözü fazla uzatmadan sonuçta konumuza gelebildik. Konumuza geldik derken, yaşayan en büyük Kırgız yazar olarak tanımlanan Cengiz Aytmatov'un 1928 doğumlu olup, 1928'de Frunze kentinde doğduğunu anımsatarak işe başlamayı düşünüyorum. Bir tarihte, kendisiyle tanışma onuruna da erişmiştim. Doğduğu toprakların insanlarını, onların geleneklerini ve yaşam biçimlerini, sevinçlerini ve acılarını, hem duygulu, duygulu olduğu ölçüde gerçekçi bir dille, hem de evrensel boyutlarda anlattığı roman ve öyküleriyle tanıyordum onu. Bunlardan biri de, yanılmıyorsam esas adı "Kırmızı Eşarp" olan ve ülkemizde "Selvi Boylum Al Yazmalım" olarak bilinen öyküsüydü. "Selvi Boylum Al Yazmalım"ın Sovyet döneminde geçen öyküsü, ülkemizde 1977 yılında, Ali Özgentürk tarafından övülesi bir biçimde Türkiye koşullarına uyarlandı, ünlü eleştirmenler aradı taradı, öyküyle film arasında birkaç ufak ayrıntı dışında kopukluk bulamadı. Filmin yönetmenliğini Atıf Yılmaz yapmış, başrollerinde Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin oynamıştı. Gerçekten unutulmaz bir film oldu "Selvi Boylum Al Yazmalım". Aradan geçen şunca yıl sonra dahi, Türk sinema tarihinin en iyi filmi (daha doğrusu en iyi filmlerinden biri) olarak anılması ve en güzel aşk hikayelerinden biri sayılması, sanırım unutulmazlığının somut bir kanıtı. Konumuzun İçindeki Aşk "Selvi Boylum Al Yazmalım", gösterime girmesiyle seyirciyi sevgi ve emek üzerine düşünmeye sevk etti. Kamyon şoförü

Ah İlyas ah... Bir gün, yine yola çıkan İlyas, eve dönmez. Sahipsiz kalan Asya, bu acıya dayanamaz ve oğluyla birlikte yollara düşer. Cemşit adında (SAKM yapımında nedense Bahtiyar) yalnız yaşayan bir yol yapımcısıyla karşılaşır. Eserin sonunda Cemşit Asya'ya ve oğluna kol kanat gerecek, üstelik Asya'ya da aşık olacaktır. Aynı evde yaşamaya başlarlar. Ancak Asya, hâlâ İlyas'ı sevmekte, onun yolunu gözlemektedir. Yıllar sonra bir gün İlyas çıkagelir. Asya, artık bir seçim yapmak zorundadır. Emekten, sağduyudan, özveriden birinin seçmesinin zamanıdır. Hülya İniş'in Uyarlaması Sadri Alışık Kültür Merkezi, muhtemelen 2004 yılında "Ağır Roman"m başarısından da cesaret alarak, "Selvi Boylum Al Yazmahm"ı bu sezon tiyatroya taşıdı. Hem de, sanırım "Ağır Roman"ı sahneye koyan Dokuz Eylül Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümünde görevli öğretim üyesi Barış Erdenk ile birlikte cesaretlenerek... Oyunu Hülya İniş, doğrudan Aytmatov'un öyküsünden sahneye uyarlamış. Uyarlarken, filmden uzak kalmaya, öykü üzerinden ilerlemeye özen göstermiş, ama ne yapmalı ne etmeli ki, Hülya İniş hem tiyatro oyuncusu hem de senarist. Metni okumadım, bilemem, ama Hülya İniş, bana sorarsanız Ali Özgentürk'ün senaryosunu hiç dikkate almamış. Yani iyi niyetle tiyatro yapmak istemiş. Gel gelelim, senaryo tekniğinden de kendini kurtaramamış olsa gerek ki, eseri bölüm bölüm ele almış. Oradan bir tutam, buradan iki... Tutamlardan birikenleri bir arada kaynatırken, metni "çorba" yapmamış, repliklerde eksiltmeci (eliptik) bir dil benimseyerek işi Barış Erdenk'e teslim etmiş. Barış Erdenk Ne Yapmış, Neler Yapamamış İşi Barış Erdenk teslim aldığında, ne yazık ki farklı bir biçem araştırmasına girişmemiş. Keşke deneseymiş diyorum ben.


Öykünün anlatım yapısını sahne üzerinde de araştırmamış. Nedendir, nereden bilebilirim ki! Öyle yapmış. Tablolar, tablolardaki hareketler, giriş çıkışlar, sahne başları ve sonlarındaki o bıktırıcı "black-out'lar Hülya İniş'in metnine birer "şirpençe" gibi eklenmiş. Herhalde Hülya İniş'in uyarlamasında benimsenen sinemadaki yakın plan çalışma dilini, çok abartarak uygulamış. Ayrıntıları "close-up"larla göstermiş. Sinema dili tiyatroda kullanılmaya kalkışılınca, kendisinin sandığı gibi farklı bir biçem değil, ister istemez karışıklıklar doğmuş. Dramatik anlatının geniş sınırlarıyla ifade etme biçimine gereksinim duymamış.

Genç oyuncu Taylan Ertuğrul, sahne üzerindeki her hareketin ve her sözün, imgelemin ürünü olması gerektiğini biliyor ve sezilen oyun disipliniyle ilerisi için parıldıyor. Umut Oğuz, Erkan Tura, Yücel Yüksel, Senar Özakıncı, Duygu Yılancı, Büşra Pekin, Yasemin Atasu, Adalet Çimen, Gamze Güzel, Ufuk Kaplan verileni kusursuz uygulayarak oyuna katkı sağlıyorlar. İpek Tuzcuoğlu'na Merhaba Zuhal Toprak, Serap karakterinin tüm yaklaşımlarını bilmiş, anlamış. Kuşkum yok ki, umut vaat eden bir oyuncu. İpek Tuzcuoğlu'nu korktuğum "Dicle" tiplemesinden sıyrılmış olarak görmüş olmaktan gerçekten mutluyum. Tuzcuoğlu tiyatroya, sahneye fevkalade yatkın. Durmayı, dönmeyi, yürümeyi biliyor. Gereksinimlere, Asya karakterinin gelişimine, koşullarına, kendi bireysel özelliklerine bağlı olarak çeşitlemeler yapabilecek yeteneği olduğu seziliyor. Bu sanırım ilk oyunu. Belki de ilk oyun heyecanı. Belki de o yüzden tonlamalarının yüzde sekseni yanlış. Hele son tablodaki! Yönetmenimiz uyumuş mu ne! Neyse ne! İpek Tuzcuoğlu tiyatromuza, sahnelerimize hoş geliyor, sefalar getiriyor... Kerem Alışık Kendi Kozasını Örmeyi Sürdürüyor Ve İlyas rolünde Kerem Alışık. Benim ilk oyunundan bu yana mercek altına aldığım, canlandırdığı karakterlerle birlikte her seferinde ameliyat masasına yatırdığım Kerem Alışık... Zaman zaman kıyasıya eleştirdiğim. Perde arasında, değerli tiyatro eleştirmeni-yazar dostum Melisa Gürpınar'ın dediği gibi, Kerem Alışık hep varmış da, üzeri bir kabukla kaplıymış meğer. Genleri kabuğu yırtmasını sağlıyor, Kerem Alışık artık her oyununda kabuğunu biraz daha yırtıyor, aralıyor.

cy

a

Yapamadıklarının Devamı Barış Erdenk, tamir tablosunda, eline anahtarı verip, İlyas'ı mazgallardan önde olanının içine eğmiş, kamyonun motorunu tamir ettirmiş; hemen sonrasındaysa gene İdris'e kamyonunun çamura saplandığını söyletmiş. Bu hata Hülya İniş'in ise, düzetmemiş. Asya'yı oyunun başında utangaç/kadınsı yerine fevkalade kadınsı oynatmış. Öyküyü günümüze kaydırmak uğruna bir dizi hatalar zinciri oluşmasına neden olmuş. Örneğin, şoföre günlük tutturmuş. Hadi bu çağcıl ötesi bir kamyon şoförü diyelim, günlük de tutar, roman da yazar. Ya oyunun başında lastik bot giyen köylü kızı Asya'nın ve köy kızlarının bacaklarına ilerleyen tablolarda naylon çoraplar, ayaklarına üstten bantlı, topuklu ayakkabılar giydirmesine ne demeli. Çolpan İlhan da, yönetmenin isteği üzerine "Çolpan İlhan" zevkiyle imzalanmış giysiler tasarlamış. Çağcıl(!) Asya'ya, köy meydanında (haydi taşra kasabası olsun) yeşil leğen başında, siyah süet ayakkabılarıyla çamaşır yıkatmış. Düş tablosunun küçük bir koreografiyle zenginleştirme olanağını kaçırmış. Babasının günlüğünü okuyan, ama olamazcasına duyarsız bir ses tonuyla okuyan, dolayısıyla oyunu başlarken çökerten ve o uyuşuk okuma biçemiyle oyun boyunca çökertmek için uğraşan Samet'i oynayan Serhat Yiğit'e alenen göz yummuş. Samet'in ruhsuz okumasının kimi tümcelerini yineleyen Asya ve İlyas mizanseniyle, bir anda seyirciyi oyundan koparmış, İpek Tuzcuoğlu'nun ve Kerem Alışık'ın sufle aldığı "intibaını" gereksiz yere yaratmış. Fazla günahını almamak için söyleyeyim, örneğin "Doğum Tablosu" gibi kimi tablolardaysa yeteneğini ve yaratıcı gücünü seyirciye aktarmayı da bilmiş hani.

edin bangır bangır bir oyuncu geliyor diyorum. Hem de iddia ediyorum. Özcan, Cevat'ın yaşantısında temel nitelikteki tutkularını öyle güzel seçip ayıklamış ki, alkışlamamak olanaksızdı, çok alkışladım.

pe

Müzik Keşke Cahit Berkay'ınki Olsaydı Barış Erdenk, "Ağır Roman"da tasarladığı dekoru üç aşağı beş yukarı bu oyunda da tekrarlamış. Ama dekor, bu kere "Ağır Roman"daki kadar başarılı olamamış. Erdenk: "Bre eleştirmen Ağabey, bu sahne olanaklarıyla başka ne yapılabilirdi," diye bana sormaya kalkışırsa yanıt veremeyebilirim, haberiniz olsun. Ama biliniz ki, yanıtlayan biri mutlaka bulunur. Harun Özden sanki hiç ışık tasarımı yapmamış. Ben, bu kadar gölgeler, karanlıklar içinde kalan oyuncuları ve sahneleri bir arada gördüğümü vallahi anımsamıyorum. Müziği kim yaptı bilmiyorum, ama filmde Cahit Berkay'ın günümüzde dahi kullanılan caaanım müzikleri varken, neden biri ya da birileri bu oyun için yeniden müzik yapma gereğini duymuş, düşünüyorum taşınıyorum anlayamıyorum. Akdeniz müziğinin bu oyun ortamıyla ne ilgisi var? Ya neyli, udlu Sufi müziğinin? Elektro bağlamadan, sazdan, elektro gitardan hiçbiri mi yönetmenin kulağını tırmalayıp yırtmadı? Cidden merak ediyorum.

Muharrem Özcan'a Dikkat Bahtiyar'da Menderes Samancılar, iddiasız. Rejisör, Samancılar'ın bir duyguyu ıkına sıkıla oynamaya başladığım gördüğü anda, keşke provayı durdursaymış. Gülsen Tuncer, canlı-fiziksel ve psikolojik yönelimlerinden oluşturduğu bir "Ana" çiziyor; elde ettiği oluşumu bir üstünyönelim dahilinde biçimlendiriyor. Eee... Gülsen Tuncer bu... Yeteneğini bir kez daha deneyimiyle birleştiriyor. Ali Çavuş'ta Metin Büktel vasat. Cevat rolünde izlediğim Muharrem Özcan için, dikkat

Sizi bilmem, ama izleyenlerin çoğu benden yana çıkıyor, yani bana hak veriyor©


> İZDÜŞÜM > Ahmet Levendoğlu > alevendoglu@tiyatrodergisi.com.tr

Bir İyi Bir Kötüyü "Götürmez" "Nerde kalmıştık?" diye mi başlasam söze, bu yaklaşık bir yıllık aradan sonra? Ne var ki bu yaygınca kullanılan deyiş, genel durumumuzu yansıtan (pek hoş olmayan) başka deyişlerle köprüler kuruyor bir çırpıda kafamızda; "yerinde saymak", "iki ileri bir geri" yapadurmak, "bırakılan yerde otlamak" gibi. Sözünü edeceğim konunun özü bu deyişlerin çağrıştırdığından çok şu "çelişkiler ülkesi Türkiye" nitelemesine denk düşüyor, sanırım. Neyse, konuya gireyim siz sonunda karar verin ne tür bir deyişin ona yakışacağına. Yaklaşık iki ay önce yazılı basında bir haber (doğrusu, birbiriyle bağlantılı iki haber) boy gösterdi. Bunlar, bekleneceği gibi, televole gazeteciliğinin en değersiz haberinin onda biri denli yer tutmadı. Oysa tiyatroya uzun süreli emek vermiş, hele söz konusu haber(ler)in geçmişinin parçası olmuş benim gibiler için bir yandan gerçek sevinç, bir yandan derin hüzün kaynağı olmuşlardır, eminim.

cy

a

28 Ocak tarihli Cumhuriyet'teki kısa haber, Devlet Tiyatroları'nın Ankara Kızılay'daki Yeni Sahne'sinin perdelerini kapatacağını ve başka bir şekilde kullanılmak üzere yıkılacağını, öte yandan (Ankara, Cebeci'deki) eski Ankara Devlet Konservatuvarı'nın Muhsin Ertuğrul Sahnesi adıyla yeniden tiyatro hizmetine gireceğini bildiriyordu. D.T. Genel Müdür Yardımcısı "Bir sahnemiz öldü, konservatuvar sahnemiz yeşerdi." demişti, bu konuda. Bu durum bir "çelişkiler ülkesi Türkiye" örneğiydi herhalde. Bir yanda kazanım, bir yanda kayıp. Bir yanda beceri ve değerbilirlik, bir yanda beceriksizlik ve değerbilmezlik. Bir yanda sevinç, bir yanda hüzün...

pe

Bilmeyenler için hemen söylemek gerekir ki söz konusu "binalar" öylesine bina filan değil, kendi çaplarında birer "tarih"tir. Önce, eskilerce kısaca "Cebeci" diye de anılan Ankara Devlet Konservatuvarı'nı ele alırsak, onu tanımlamada "tarih" sözcüğü bile yeterli olmaz. O, Türkiye Cumhuriyeti'nin simgesel yapılarından biri sayılır. Atatürk'ün önderliğinde gerçekleşen Cumhuriyet Devrimleri'nin sanat/eğitim alanındaki en parlak ışık kaynaklarındandır. Sanatçı yetiştirmenin, doktor, öğretmen, mühendis yetiştirmek denli önemli, giderek yaşamsal bir iş olduğu bilincinin somut ürüne dönüştüğü alandır. Müzik, tiyatro, opera, bale dallarında yetiştirilen sanatçılarla Ankara'dan yayılıp tüm ülkeye yansıyan ışıkla, çağcıl insan yaşamının gelişimine önayak olmuş kurumdur. Eğitimle sanatı Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda buluşturan çatıdır. Okulun Tiyatro Bölümü, kuruluşunda tanınmış Alman tiyatro adamı Carl Ebert'in başını çektiği, Kuchenbuch, Zuckmayer, (bayan) Adler gibi yabancı, Muhsin Ertuğrul, Ercüment Ekrem Talu, Cevat Memduh Altar, Bedrettin Tuncel gibi Türk öğretmenlerden kurulu yetkin bir ekiple 1936'da eğitime başlamıştır. Bu ekibe kısa zamanda Ebert'in öğrenciler arasından asistan olarak yetiştirdiği Cüneyt Gökçer, Mahir Canova, Salih Canar, Nüzhet Şenbay, Ertuğrul İlgin gibi adlar katılmıştır. Bu okuldan yetişmiş öğrencilerledir ki önce "Tatbikat Sahnesi" sonra Devlet Tiyatrosu yaşama geçebilmiştir. İlk mezunların verildiği 1941 yılından eğitim kurumu olarak işlevini tamamladığı 1982 yılına dek bu kurumda eğitim görmüş öğrenciler bir "okullu tiyatrocu" ordusunun bireyleri olarak ülkede çağcıl tiyatronun gelişimine yaşam boyu emek vermişlerdir. Doğal olarak ilk yıllarda yetişenlerin çoğunluğu şimdi aramızdan ayrılmış, hemen ardından gelen kesimden de kimi göçmüş, kimi emekli olmuştur. Bununla birlikte, yaklaşık olarak şu söylenebilir ki, 40'lı yaşlarını sürdürenlerden 70'li yaşlarına erişmiş olanlara dek önemli sayıda Cebeci çıkışlı tiyatro sanatçısı bugün Türkiye'deki kıdemli tiyatrocu birikiminin ağır toplandır; olgun yaşların rollerinin asal oyuncularıdır.


Ankara Devlet Konservatuvarı yapısı, 1984'te Mamak Belediyesi'ne devrinden bu yana özüyle ilintili olmayan işlerde kullanılarak hor görülmekte, değeri bilinmemekteydi. Bir ara mezbahaya (!) dönüştürüleceğine ilişkin basında bir şey çıktığını bile anımsıyorum. İşte bu eşsiz ve emektar yapı şimdi Devlet Tiyatroları'nın bir sahnesi olarak yeniden özüne, kimliğine kavuşmuş bulunuyor. Bunu gerçekleştiren herkese gönül borcumu iletiyor, onları kutluyorum. İlk oyunların çocuk oyunları olmasına olumsuz gözle bakmayıp "Önemli olan kazanımdır." demek doğru olur. Ne var ki bu açılışta eksik kalan şeye değinmezlik edemem. Böylesi bir yapının yeniden doğuşu anlamlı bir açılış kutlamasını hak etmiyor muydu? Bu, bugün yaşamda olan bütün bölümler mezunlarının, öğretmenlerinin, giderek okul çalışanlarının çağrıldığı, görkemli, vefalı bir buluşmaya dönüştürülemez miydi? Neyse, yaşadığımız ortam insana "Geri kazanıldı ya, ona bakalım." demeyi öğretiyor, nasılsa.

cy a

Konunun ikinci ayağı olan Yeni Sahne'ye gelince, ona ilişkin satırlar yazarken iç burukluğumu yenmem zor, ne ki, yazı yazılmalı. Zorluk bu sahnenin, ötekinin tersine, kıyıma uğramanın eşiğinde olmasından geliyor elbet. Yoksa benim her ikisiyle de güçlü anısal bağlarım var. Üstelik bunlar salt kendimle ilintili değil, aile boyutunda bağlantılar.

pe

Babam Tarık Levendoğlu tarihsel Cebeci Konservatuvarı sürecinin ilk dönemlerinden başlayarak o çatı altında önemli emek vermiş olanlardan. Devlet Tiyatrosu'nun öncülü olarak Ankara Devlet Konservatuvarı oluşumu içinde kurulan Tatbikat Sahnesi'nin teknik müdürlüğünü yapmış. Sonraları yaklaşık kırk yıl boyu Devlet Tiyatrosu'nda tasarımcı, yönetmen, oyun çevirmeni olarak yüz üzerinde yapıta imza koymanın yanı sıra Konservatuvar'da dekor-kostüm derslerini on beş yıl boyunca sürdürmüş. Öte yandan, şimdi ilk dozer darbesini beklemekte olan Yeni Sahne'nin projesini çizen ve uygulayan, dahası en ufak süslemesine dek her şeyini aylar boyunca kendi eliyle yapıp yerine yerleştirmiş olan kişi. O tarihte tiyatro salonlarında artık hiç kullanılmayan locaları Yeni Sahne'nin sımsıcak salonunun iki yanına yerleştirmiş; o localar salonun belki en belirgin özellikleri olmuştu. Bir süre önce, o locaların da, Hitit Güneşi motifini taşıyan özgün duvar-tavan ışıklandırmalarının da yok edilmiş olduğunu Can Gürzap'tan duymuş, çok hayıflanmıştım. O gün, asıl kötü haberin sonradan geleceğini bilmiyordum. Yeni Sahne'nin açılışı, Kasım 1960. Onun öncesindeki aylar Cumhuriyet tarihinin en çalkantılı dönemlerinden. Babam Yeni sahne'yi yeni sezona yetiştirmek için gece gündüz ter dökerken ben Ankara Koleji'nde ortaokulu bitirmeye hazırlanıyorum. Ama aklım ondan çok Kızılay meydanında öğrenci gençliğin başını çektiği, 27 Mayıs'ı getiren sokak eylemlerinde. Yaşım, bu işler için küçük olmasına karşın eylemcilerin arasına sızıyorum... Yıllar yıllar sonra İngiltere'den dönecek, Ankara Devlet Tiyatrosu'na girecek, 46 yılda sahnesinden gelip geçenlerle şimdi çoktan tarih olmuş Yeni Sahne'de oyunlarda oynayacağım. Tabii aynı dönemde (1971-76) A.D. Konservatuvarı'nda öğretmenliğim başlayıp sürecek; bugünün ünlü, usta oyuncularının yetişmelerine katkıda bulunacağım. Yollarım tarih ekseninde hem babamla hem Cebeci ve Yeni sahne ile kesişecek. Anılar anılar, yıllar yıllar sonra bunlardan biri geri kazanılacak, biri yıkıma teslim edilecek... Ben de oturup bu yazıyı yazacağım... Gerçekte, her şeyi alt alta koyunca "çelişki" tanımı masum ve hafif kalıyor bu iki ters kaderli sahne öyküsünde, tabii. Bir iyi son, bir kötü sonu dengelemiyor... Son söz: Arazi sahibi olan Türkiye Ormancılar Derneği'nin yıkım kararına karşı "Ankaram PlatformuYeni Sahne Girişimi", 50.000 imza ile bu tiyatronun yok olmasına karşı çıkmış, Devlet Tiyatroları vekil yönetimini ivedilikle sorumluluk almaya ve Yem Sahne'ye sahip çıkmaya çağırmıştır. Ben de, Cebeci'nin kazanılmasındaki becerilerinden dolayı kutladığım aynı yöneticilere burdan sesleneyim: Kazma vurulmadan her yolu sonuna dek denemeniz, bu kıyımı önlemek için her şeyi yapmanız gerekiyor. Bir sahne kurtarırken bir yıkıma set çekmeyenler olarak tarih kayıtlarına geçmeyin©


Hayatı, araba kullanmayı öğrenirken öğrenmiş olan bir kadının öyküsü

pe

cy a

"Araba Kullanmayı Nasıl Öğrendim"

> Ece Başokur > ecebasokur@hotmail.com

Yeni sezonu "Araba Kullanmayı Nasıl Öğrendim" ile açan Tiyatro Fora, bu seferki oyununu da daha öncekiler gibi büyük bir titizlikle seçmiş. İlginç bir öyküye sahip olan Paula Vogel'in yazdığı oyun, Pulitzer, Obie, Lucille, Drama Desk, New York Drama Eleştirmenleri ve Yabancı Eleştirmenler Birliği Ödüllerini almış. Ufaklık olarak oyunda adı geçen 40 yaşındaki kadın, geçmişe dönerek başından geçenleri anlatmaktadır. Oyunun ismine bakılarak aldanmamak gerekiyor. Her ne kadar sahnedeki kocaman trafik işaretleri, bir sürücü kursu sınıfını hatırlatsa da, oyunun kahramanı ehliyet sınavına girip, sorulara nasıl doğru yanıt verdiğini ve ehliyetini nasıl aldığını anlatmıyor. Kadın nasıl araba kullanmayı öğrendiğini anlatıyor, fakat araba kullanmayı öğrenmek, onun için yol almayı öğrenmek, hayatta yol almayı öğrenmek ve özellikle de hayatı öğrenmek anlamına geliyor. Hayat dolu bir kız olan Ufaklık (adı böyle geçmekte), sıradan bir geçmişe sahip değildir, anne ve babası ayrıdır. Annesi, büyükannesi, büyükbabası, teyzesi ve eniştesi ile birlikte yaşamaktadır. Ufaklık'ın babası olmadığı için, hasret olduğu


baba sevgisini eniştesinde arıyordur çünkü o baba modeline uygundur, Ufaklık'ın fikirlerine destek olmakta ve ikisi iyi anlaşmaktadırlar. Enişte Peck ise bu sevgi arayışına büyük bir özenle karşılık vermektedir, fazlasıyla. Eniştenin sevgisi, cinsel tacize kadar varmaktadır. Ufaklık araba kullanmayı öğrenmek istediğinde bunu ona eniştesi öğretecektir. Bu konuda son derece istekli olan enişte, sürüş çalışmaları boyunca Ufaklık'ı taciz eder. Ufaklık'ın yaklaşımı sadece baba sevgisiyle sınırlı kalmamaktadır. Büyüdükçe, genç kızlığa geçişinde, karşı cins tarafından beğenilmek, karşı cinsin onu istemesi, onunla ilgilenmesi de hoşuna gitmektedir. Eniştesi Peck'e olan duygulan sadece baba sevgisiyle sınırlı kalmaz, duygular karmaşık bir hal alır. Ufaklık, çevresinde sürekli cinsellikle ilgili konuşmalar, şakalar duymaktadır. Ailesinde, okulda sürekli cinsellik hakkında duydukları, zaten ergenlik döneminde yeterince karışık olan kafasını daha çok karıştırır. Araba kullanmayı öğrenirken, cinsellik hakkında öğrendikleri ise 40 yaşına gelen Ufaklık'ta hâlâ ve belki de hiçbir zaman unutamayacaklarıdır. Cinsellik, cinsel taciz, akraba ilişkileri, sapkın akraba ilişkileri, sübyancılık, kadın ve erkeklerin cinselliğe yaklaşımları, hayat ve özgürlük konuları oyunda işlenmektedir.

"Araba kullanmayı nasıl öğrendim"de yer alan tüm oyuncuları kutlamak gerekir. Özellikle Gözde Başaran (Ufaklık), Tufan Karabulut (Peck) ve birçok farklı rolü arka arkaya canlandıran Arda Kavaklıoğlu kusursuz bir oyunculuk çıkartıyorlar. Sahneye koyulması zor bir oyun, fakat Tiyatro Fora bunu başarmış. Sağlam bir öykü ve izlenmeye değer bir oyunculuk. İyi seyirler.

cy

a

Konular böyle olmasına rağmen bu oyun bir trajedi değil, bir komedi de değil bence. Ama bolca gülünebilecek bir oyun. Seyirciyi bu "ağır" konularla boğmayan, bir yandan güldürerek seyirciyi şaşırtan bir oyun. Komedi unsurlarını sağlayanlar; dans, müzik ve tek başına büyükanne, büyükbaba ve annenin tipleri. Tam yüreğiniz burkulurken, hemen ardından komik bir sahne gelebiliyor. Bu şekilde oyuna bir mesafe, bir yabancılaşma kazanılıyor. Ben neden gülüyorum diye düşünemeden, oyun sizi çoktan sürüklemiş oluyor. Oyuna karşı bir mesafe kazandıran bir diğer nokta ise aralara sokulan "araba kullanırken dikkat edilmesi gerekenler" şeklinde verilen uyanlar. Sürücü kursu sınıfındaymış izlenimi yaratan, gayet ciddi bir ses tonuyla söylenen uyarılar, seyirciyi nerde olduğuna dair şüpheye düşürüyor.

sehpalar çok iyi hesaplanarak tasarlanmış. Bu sehpalar yemek masası, kızın odası, yatak v.b. şekillere çok hızlı bir şekilde girebiliyorlar. Oyun gerçekten uzun bir süreci anlatıyor, objesiz ve basit bir dekorla hızlı bir oyun akışı sağlanmak istenmiş ve sağlanmış da. Objesiz gerçekleşen oyunda, bazı hatalar göze çarpıyor. Yemek yerken büyükannenin kaşığı sanki çok uzunmuş gibi gözüktü veya Ufaklık, arabanın dikiz aynasını ayarlarken, normalde olabileceğinden bir karış yukardaymış gibi aynayı ayarlaması, biraz gözü rahatsız ediyor. Kostümler cinsiyetleri vurgulayacak şekilde hazırlanmış, özellikle bayanlarda göğüsler ve kalçalar bilinçli bir şekilde abartılmış. Pembe etek ve pembe yanaklarıyla, Ufaklık'ın hem kostümü hem makyajı çok hoşuma gitti, onun hayat dolu yanını çok güzel öne çıkarmış. Ses efektleri ve ışık düzgün bir şekilde gerçekleşirken, yerinde kullanılan müzikler ve başarılı dans figürlerine oyunda rahatça daha çok yer verilebilinir.

pe

Sahnenin tam ortasında, yerden yukarı doğru bir yol uzanıyor. Kumaştan yapılmış olan bu yol, 40 yaşındaki kadının (Ufaklık'ın) hayatının tam ortasından geçen bir yol gibi. Yol, zaten anlam yüklemek açısından zengin bir kelimedir. Kadının geçmişinde, en derin izi yaratan yolda bir yolculuk gerçekleşiyor bu oyunda. Oyun, yolda hız yapan bir araba gibi aslında. Seyirci sanki şoför koltuğunun yanında oturmakta, anlatıcılar ise şoför koltuğunda arabayı kullanmakta ve rehberlik etmektedirler. Oyunun başından itibaren, genç görüntüsü ve ufaklık haliyle yer alan Ufaklık yerine, belki en başta ve hatta aralarda da 40 yaşına uygun bir anlatıcı eklenebilirdi. Çünkü oyunun başından sonuna kadar aynı kostüm ile yer alan Ufaklık "bugün 40 yaşındayım" dese de, bunu görsel olarak desteklemek belki daha iyi olurdu. Anlatıcı, ilk başta Ufaklık'ın şimdiki (40 yaşındaki) halidir, fakat anlatıcılar değişiyor. Oyunun akışı 1. viteste başlayıp, 5. vitese kadar artıyor. Oyunda uzun bir süreç anlatılıyor, zamansal olarak çizgisel olmayan bir sıra izleniyor. 1. viteste başlayan oyun, birçok kez geri vitese alınarak devam ediyor. Hangi tarihte ve hangi viteste ilerlendiği o andaki anlatıcı tarafından belirtiliyor. Bu zamansal atlamalar seyirciyi biraz yorsa da, oyuna bir heyecan katıyor. Parçalanmış olarak seyirciye anlatılan zaman, seyirci tarafından birleştiriliyor ve yol tamamlanıyor.

Dekorda kumaş yol dışında, büyük trafik işaretleri, tahtadan sehpalar ve sandalyeler var. Bunlar dışında hiçbir obje kullanılmadan oynanılıyor. Pratik bir şekilde kullanılan tahta


İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda

pe cy a

"Uyarca"

> Beki Haleva > bekihaleva@hotmail.com

İstanbul Devlet Tiyatrosu sayıca az olmasına karşın, nitelik açısından çok başarılı yapımlarla girdi 2006 tiyatro sezonuna. Ocak ayının sonlarında prömiyeri gerçekleştirilen Uyarca hiç kuşkum yok uzun süre sahnede kalacak bir oyun, tıpkı yine aynı sahnede birkaç yıldır oynayan Leenane'nin Güzellik Kraliçesi gibi. Oyunu neden bu denli beğendiğime geçmeden önce biraz çevirisinden söz etmek istiyorum.

"Uyarca" sözcüğüne pek bir anlam verememiş, bu tuhaf sözcüğü dilbilgisi kapsamında bir kalıba oturtamamıştım kafamda, bu da nedense oyun öncesi bende bir rahatsızlık uyandırmıştı. Almanca da bilmediğim için Dürrenmatt'ın hangi oyunuyla eşleştirmem gerektiğini de bilememiştim. Ancak oyunu izledikten, mükemmel çeviriye tanık olduktan sonra sözcük bir anlam kazandı ve Yücel Erten'i kutlamak istedim bu yaratıcı çevirisi için. Tiyatronun birçok alanında hep güzel işlere imza atmış bu başarılı sanat adamı neolojizm yapmaktan, yeni bir sözcük yaratmaktan korkmayacaktı elbette. Kendisiyle konuştuktan sonra "kokarca" sözcüğünden esinlendiğini öğrendiğimde kendisine daha da hak verdim. Sözcük öylesine güzel özetliyor ki oyunu, her duruma ayak uydurdukları gibi, toplumun çürümüşlüğüne, kokuşmuşluğuna


da kolayca uyum sağlayan oyunun kahraman ve antikahramanlarını.

Oyunculuk açısından ele alındığında da iyi bir performanstan söz edebiliriz. Kalabalık bir oyuncu kadrosu söz konusu olduğu için her oyuncuya teker teker değinmeye olanak yok. Ancak Doc rolünde Atsız Karaduman, bilim dünyasından yeraltı dünyasına yumuşak geçiş yapmış bu yaşam yorgunu adamı tüm doğallığıyla oynarken, şefi canlandıran Atilla Olgaç yer yer doğal, yer yer aşırıya varan ve böylelikle yakaladığı grotesk çizgiyle (özellikle yemek sahnesinde olduğu gibi) amaca ulaşan bir oyunculuk sergilediğini söyleyebilirim. Polis şefi Cop'ta Tarık Ünlüoğlu, Bill'de Serhan Süsler, Ann'da Deniz Çakır da başarı çizgisini yakalamışlar. Özellikle de uzun süre ölü Bill'i oynamak pek kolay olmasa gerek böylesi bir sahnede. Sonuçta izleyiciyi sonuna kadar oyuna çeken, her düzeyde başarılı bir yapım çıkmış ortaya. Bence kaçırılmamalı ©

pe

cy

a

Oyunun yazarı Friedrich Dürrenmatt, savaş sonrası dönemde yazar, yönetmen, ressam kimlikleriyle ön plana çıkmış, modern tragikomedyanın yaratıcısı olarak ünlenmiş ve oyunları klasik olarak kabul görmüş bir kalem. İdeolojiden uzak, ancak toplumların yozlaşmasına karşı hep bir tavır içinde olan bu ünlü yazarın yapıtlarında bireysel adalet ile yasalar arasındaki diyalektik ilişki bir leitmotiv olarak ortaya çıkar. Oyunlarında çarpıklıklara bir çözüm aramak yerine bunları gözler önüne sermeyi yeğler. Bunu yaparken de güldürü unsurundan yararlanır, mantıkla bağdaşmayan, alışık olmadığımız durumlardan kaynaklanan bir karagüldürüdür bu. Bunun için de izleyiciyi tedirgin edecek düzeyde groteske ve abartı öğelerine başvurur. İzleyici karşısında bildiği gerçekleri tüm çıplaklıklarıyla bulur ama ne var ki yazarın kullandığı yabancılaştırma yöntemleri bu gerçeklerle özdeşleşmesine olanak tanımaz. Toplum gerçeklerini yansıtarak bir toplum eleştirisi yapan yazar, doğal olarak toplumun ayrılmaz unsuru iktidar olgusunu, hep oyunlarının ana izleğine yerleştirecektir. Kimsenin kıramadığı despotça bir düzenin çürümüş parçalan olarak, bireylerin nasıl bu çarkın dişlerine dönüştüklerini gözler önüne seren Uyarca da yazarın iktidar, ölüm, yaşamın zorluklan gibi vazgeçilmez temalarını içeriyor ve kanımca izleyiciye Dürrenmatt tiyatrosunu tanımak için iyi bir fırsat sunuyor. Ayrıntıya girmeden oyunun konusuna değinmeye çalışayım. Ekonomik kriz öncesi bir bilim adamı olan Doc şoförlük yaparak yaşamını sürdürmektedir. Bu kriz, mesleğini olduğu kadar, karısını ve oğlunu da elinden almıştır. Her şeyini yitirmiş bu umutsuz adam, müşteri olarak arabasına binen yeraltı dünyasının ünlü şefiyle karşılaşınca yaşamına farklı bir yön vermeye karar verir, o da karanlık düzenin bir parçası olacaktır. Bundan sonraki yaşamını, yerin beş kat altında, bilgisini bu kez ölü "çözeltmek" için kullanarak geçirecektir. Ölüleri ortadan yok eden bir fabrikaya dönüşür âdeta. Gün yüzü görmeden geçen günlerinin tek ziyaretçileriyse bolca getirilen cesetler ve büyük şef ile adamlarıdır. Ne var ki sorunsuz işleyen bu düzen polis şefi Cop'un ortaklığıyla alt üst olacaktır. Bir de Ann girecektir yaşamına çok kısa bir süreliğine de olsa. Ve devamında ölüm, ölüm ve de ölüm.

sahneye taşımak da olanaksız. Bülent Yalçın'ın kusursuz ışık düzeni, damlayan su sesi efektleri ve çok yüksek volümden detone çalınan Vivaldi'nin müziğiyle rahatsız edici atmosfer tam olarak yakalanmış. Gülhan Kırçova'nın kostümleri de kişilerin konumlarıyla tam bir uyum içinde. Abartının göstergesi kürk üstüne konan broş ya da Con'un pantolonunun altından takma ayak olduğunu hissettiren aparat gibi ayrıntılar da göz ardı edilmemiş.

Oyunun yönetmeni Şakir Gürzumar. Çayhane'yle 2005 Afife Tiyatro Ödüllerinin en başarılı yönetmeni seçilen Gürzumar, bu yıl da adından söz ettirecek kanısındayım. Yılların deneyimli yönetmeni sahnelenmesi hiç de kolay olmayan bu zor oyunu, yer yer "flash back"lerden de yararlanarak, büyük bir başarıyla sahneye taşımış, hem de Dürrenmatt'ın tiyatro anlayışını tam olarak yansıtarak. Grotesk öğelere verdiği ağırlık ve oyunun sonuna eklemlediği, metinde yer almayan ve toplumdaki çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu simgeleyen, cesedi soyan, cesetle sevişen cüceler bunun en belirgin göstergeleri. Oyunun en çarpıcı yanı, tıpkı bir oyun kişisiymiş gibi ön plana çıkan (hatta oyunculuğun da önüne geçen mi demeliyim?) en göz alıcı unsuru, son derece başarılı, gerçekçi sahne tasarımı. Bunu gerçekleştirense artık başarılı tasarımlarını neredeyse kanıksadığımız 2003 yılında Ayak Takımı, 2005'te Çayhane'deki tasarımlarıyla Afife Tiyatro Ödüllerini kazanan Ali Cem Köroğlu. Cesetlerin ortadan kaldırıldığı, yerin altındaki bu korkutucu "insan çözeltme laboratuarı'nı asansörü, buzhanesi, havalandırma aygıtları, Doc'un yaşama alanıyla öylesine gerçek, gerçek olduğu kadar da öylesine ürkünç ve tiksindirici olarak gerçekleştirmiş ki izleyiciyi tedirgin ediyor. Özellikle de Aziz Nesin Sahnesi'nin konumu düşünüldüğünde bu tedirginliğe hak vermek gerekir. Bu sahne böylesi çarpıcı tasarımlar için biçilmiş kaftan. Sanırım bu oyunu bu tasarımla başka bir


THESPİS: Tiyatro Denemeleri 5

pe

cy

a

İktidar, Atık ve Sahne

> Yusuf Eradam > yusuferadam@tiyatrodergisi.com.tr

"Ölülerden uyarca olmaz" der polis şefi Cop, Dürrenmatt'ın AKM'de sahnelenen oyunu UYARCA'da. Oyunun sonuna doğru gelen ve kendi içinde önemli bir paradoksu da barındıran bu önerme yüzünden midir ki insanlar uyarca olmayı, yani uymayı yeğlerler? Bilgesu Erenus'un "Arka Bahçe" adlı oyununda ya da Emily Dickinson'ın bir şiirinde altını çizdiği gibi "Uy ya da Öl!" düsturlu bir yaşam bizimkisi ve bu düzenden rahatsız sanatçının, ya uyması ya da ölmesi gerekir. Bu tez bugünlerde sahnelerimizdeki birçok oyunda altı çizilen bir tez. Yerimizin darlığından tek oyun inceleyeceğim burada. Uyarca olmanın olumlu anlamı olamaz, iktidar ya da iktidarın sağladığı olanakları istemeyen için. Uyarcalar kendi aralarında olumsuz olanlar, olumlu olanlar diye ikiye ayrılmazlar. En iyimser bakışla "konformist" karşılığıyla, zaten uymadan yaşamak olanaksızdır. Ya içindesindir çemberin ya da dışında derken Mungan bunu kasteder; Cani, hırsız, meczup olmaktan ya da intihar etmekten başka çıkar yol yoktur uyarca olmak istemeyen için. Oyunda, ekonomik kriz yüzünden işsiz kalan ve bu yüzden bilimsel


kariyerini, kimya bilgisini, iktidar için kullanıma açması, açtıkça da aşağılanmasının öyküsüdür Dürrenmatt'ın oyununun temel meselesi. Faust gibidir Doc, ruhunu insanları öldüren ve kara para ile yönetime karışan insanların emrindedir artık. Atık, ya efendi edinecektir ya da anarşistçe efendileşmeye çalışacaktır ki kendiyle çeliştiği nokta da budur Bill'in. Ülkenin en zengin adamının anarşist olması olanaksızdır, anarşistin iktidar istemesi bir paradokstur.

Dürrenmatt ise, bir kez yanlış karar alıp uyarcalığı benimseyen entelektüelin, bir daha doğru yolu bulamayacağının, hatayı örtmek için daha büyük hatalar yapılacağının altını çizmiş, kapitalizmin böyle hataları affetme özelliğinin olmadığını ve de "ölüçözelticilik" üzerine kurulu bir düzende insanın beş paralık değeri olmadığını vurgulamış, bu alt metni de Şakir Gürzumar pek güzel kavramış ve metinde olmayan birtakım grotesk simgeleri ve uyumsuzluk tiyatrosu (absürd), dışavurumculuk, gerçeküstücülük karışımı ile uyarca Doc'un aşağılandıkça aşağılanmasını sağlamış. 'Rastlantı' oyunun ilk sözcüğü ama işin aslı öyle değil. İlk sözcükle gelen ironi, oyunun tamamına hakim. Ahlak ilkelerinde rastlantı değil, bireysel irade hakimdir çünkü. Tercihlerini insan aklıyla yapar, ediminin karşılığı neyse de bulur. Ödül ve bedel hayatta da olduğu gibi bu oyunda da birlikte gelir. Oyuna gidenlerle de konuştum, ağız birliği etmişler gibi sahne tasarımının harikalığından dem vurdular. Oyunun çatışma noktası verildikten hemen sonra sahnenin ya da mekânın büyüyüp "aşağılıklar uzamı" haline dönüşüvermesi sanatçının zekâsı ve yaratıcılığının (Ali Cem Köroğlu) sonu yok dedirttiği gibi heybetli bir oyun izleyeceğimizi de söyleyip izleyiciyi faltaşı gözlerle yerine mıhlayıveriyor. Sahnenin, oyun metni içeriğini iyi sindirip özellikle devingenleşerek, izleyenle etkileşim halinde bir anlamlar, ironiler, yan anlamlar uzamına dönüşmesi gerekir. Ali Cem Köroğlu bu konuda usta. Kimi ayrıntılarıyla, örneğin kana dayalı söylemi anıştıracak bir şekilde tam karşımızdaki duvardan akan ve kirli gidişatı da vurgulayan ve ölümün simgesi duvardaki izler; plastik, naylon ve meşin soğukluğu ve yapaylığı ile sağlanan mesafe ve insansızlık söyleminin, çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun daha derinlikleriyle yer

pe

cy

a

Ioanna Kuçuradi, Uludağ Konuşmaları adlı kitabında ahlak ile ilgili önce olgulara dayanarak bilgi verdikten sonra ".. ahlâklılık ilkelerinden söz edenler, ahlâklılık ilkeleri kavramı altında ... insanın değerinin bilgisinden kaynaklanan eylem ilkelerini" yanı sıra "istemeyi belirlemeye yönelik ilkeleri de - ana amaçlarımızın belirlenmesine ilişkin istemleri dile getiren ilkeleri de" kast ettiklerini vurguluyor. (s.31) Kant'ın "kesin buyruk" ilkesine göre de insan bir eylemde bulunurken öyle bir maksimle hareket etmeli ki bu maksim genel bir yasa olabilmeli diyor hocamız. Zafer Diper, "Özkıyım" peşindeki karakterinin kararını bu yüzden toplumcu gerçekçilik çizgisinde olumlanacak bir şekilde aldırtmış. "Aydın, eylemden kaçmamalı" der Cop. Hayatı yeğlemek, kendine kıymamak bu anlamda bir eylemse, "Uyarca"daki karakterlerin hemen hepsindeki monomani de kesin buyruk gibi benimsenmiş bir ilkeydi: Eentelektüel mazeretlerle dünyayı gören uyarca Doc para için aşağılanmayı göze alıyordu; alt türük aşk üçgeninde cam yanan mafya şefinin intikam saplantısı; onun yüzünden sakat kalan Cop'un intikam saplantısı; kızın aşk arayışı vb. Bu yağmacılar dünyasında bile hiyerarşinin olduğu, yine özellikle abartılı final sahnelerde dile getirilmişti. Bu dünyanın söylemi "homo homini lupus" dercesine, hatta yamyamlık derecesinde ve Peter Greenaway'in aşçılı, hırsızlı filmini de anıştıracak şekilde rahatsız etmek üzere dile getirilmişti. Yanımda oturan pırlanta yüzüklü adam sürekli "cık cık cık!" diyerek izledi oyunu ve rahatsız oldu birçok sahnede. Neredeyse aşağı inip bir iki oyuncuyu pataklayacak diye ödüm koptu. Onun bu halleri bana komik geldi. Ben

yeterince rahatsız olmuyorum izlediklerimden. Bu konuda müsrif beklentilerim var çünkü izlediğimi biliyorum; izlediğimin farkına varmadan huzursuz olduğum gün ancak diyebileceğim "tıpkı hayat gibi" diye. Belki benimkisi bir yabancılaşma belirtisidir.


küt burunlu ve aynı modeldi sanki. Hepsi aynı yolun yolcusu olduğundan mı? Öküzün altında buzağı arıyorum yine, belki de. Ama Gürzümar'ın eskiden de çalıştığı ve daha iyi koşullarda yeniden sahneye koyduğu benim bildiğim ikinci çalışması "Uyarca". Yine görkemli, heybetli, sansasyonel bir gösteriyi hedeflerken ayrıntılarda tökezleyip hedefi ıskalamakta. Oyunu iki kez izledim, ikisinde de sahne, mekân ve uzam üzerine düşündüm, müsebbibi Ali Cem Köroğlu'nun oyun metnine tahakkümden uzak çözümlemeleri ve istendi mi ve olanaklar bulundu mu en iyisinin yapılabileceğine olan inancımın pekişmesi. İzleyici koltuklarının sahneyi arenaymış gibi izlemesi de, belki kastedilmemiş bir analojiydi. İktidar için önce, sonra da onu korumak adına hayatta kalmaya çalışan bir dolu gladyatörümsülerin cürüm serüvenlerini de izliyorduk, fareleşmelerini. anarşizm de bu fareleşme sırasında Bill karakterinde yeriliyordu: "Devrim satın alınmaz, yapılır!"

pe cy

a

altı sahnesi açılır açılmaz gözümüze çarpıyordu. Bu akışın izleri aşağıda süren "nekrodiyaliz" işleminin, lağıma karışan insanların sanki yukardan yine aşağıya akmasını da ima ediyordu ki ahlâki anlamda döngüsel bir kurguya da işaret ediyordu.

Sahne tasarımı dört ana bölmeden oluşuyordu. Orta sahanlık, sağda ölülerin/tabutların bekletildiği soğutucu, karşı solda ölülerin çözeltildiği bölme ve yukarıyla bağlantıyı sağlayan ve dışardan gelenler için soluğumuzu tutturan 'asansör'. İzleyenlerin çoğunluğu oyunu karşıdan izlemek zorunda ama bir kısmı da balkonlardan tepeden bakarak izlemek durumunda ki bu da yerin beş kat altı için çok uygundu. Bu oyunun bu sahnede oynanması yerinde olmuş. Manidar buldum: çözeltinin yapıldığı bölmenin otomatik açılıp kapanan çelik görüntülü kapısının üzerinde ilk gün çizgiler oluşmamıştı. Oyun oynandıkça, o kapı açılıp kapandıkça, katledilenler arttıkça kapıdaki izler çoğalıyor ve izleyenin gözlerine batıyor bu metalimsi parlamalar. Vampirli, drakulalı filmlerden oluşma belleğimdeki imgelerle de örtüşen bir gerçeküstü (uzamsal ironi mi ne bu, yer altı ama gerçeküstü) tasarım gotiğin abartılı ifadeleriyle de süslenmişti. Karakterler içinde pek de iyi denebilecek biri yokken (belki metres Ann, iki kere kurban olduğundan ve naifliği sayesinde iyi diye sınıflandırılabilir ama masumiyeti ulaşmadı bize ki kurban olduğuna inanıp üzülelim) başta kılık kıyafet olmak üzere kişileştirmede bu yola başvurulmuş. İyiler ve kötüler ve ortası. Doc karakterinin özellikle oyuncunun yüzünün güven veren yazar, entelektüel görüntüsü, ses tonu (finale yakın o "Hayıırrrr!"a kadar) ve vurgularıyla bizlere "sağlam adam, haklı ve adalet işte bu" dedirten hallerine uygun bir son gelmedi. Ortada böyle biri yok çünkü. Herkes soysuz, herkes aynı yoz yolun yolcusu. Siyah ve beyaz karşıtlığı, mafya giysileri ile de pekiştirilerek karakterlerin hayattaki duruşlarını belirliyordu. Bu arada ikinci kez izleyişimde fark ettim. Ayakkabılar da aynı model miydi? Bana mı öyle geldi? Kadının ve finalde gelen yüzü örtük çevik katillerin postalları dışında herkesin ayakkabısı

İnsan olmak kendi başına bir rezilliktir diye inanırım ben, ama insan onuru diye bir şey varsa da, Doc'un aşağılanmasındaki groteski, iğrençlik ve komiklik çizgilerinden koparmamak gerekirdi. "Bu senin oğlun mu?" diye sorulduğunda "Hayır!" diyerek sandalyeye kapanışı abartılı arabesk mizansen değil de nedir? Şaşkınlığımdan ağzım açık kalmış. İlle de yerlerde süründürmek mi gerekir aşağılamak için? Trier'in bir filmiydi sanırım, metrodaki göçmen çocuklar kahramanımız kadının yüzüne sebepsiz yere tükürüp kahkahalar atarak iniyorlardı trenden. Sistemin değersiz bellediği bu "yabancı vatandaşlar" ya da atık muamelesi görenler, onları görmezden gelen, ya da tehlike gibi görenleri böyle aşağılıyorlardı. Yerin beş kat altında geçen bu oyunda oyunculara verilen mizansenlerde aksamalar vardı. (Bir de yerin beş kat altına mazgaldan indiğini sandığımız ve yerdeki karelerle örtüşcek mi örtüşmeyecek mi gerilimi yaratan kare ışık sızmaları nasıl mümkün olabiliyordu?) Vurgu ve tonötüm (entonasyon) hataları da özellikle Ann karakterinde görüldü. Kollar ileri uzandığında da bunu niye yaptığını bilmeyen bedenden bağımsız


yaratıklar gibi uzanıyorlar gibi geldi bana. Kasıtlı yapıldıysa bile (Ann, Bill ve Cop karakterlerinde yakaladım duraksamalı kol uzatma jestini) kolların bu boşlukta duruşlarının gerekçelerini çıkaramadım. Jack'ın pantolonundaki sökük, Şef'in abartılı oyna komutunu aldıysa bile abartılı yiyişini daha da abartarak -özellikle iğrenç olması istenen yamyamlık sahnesinde salam yerken- sadece seyirciye oynayışını çok yadırgadım. Selam faslında da, diğer oyuncular ciddi bir yüz takınmışken, Şef en büyük oyuncu edasıyla gülümseyerek kabul ediyordu alkışlarımızı. Thespis'in duasını bulmam gerek.

Yeterince acı çekmiyoruz, çekenlerle empati kuramıyoruz. Ağacın devrildiğini televizyondan izlemiyorsak haberimiz olmuyor bundan. Savaş mı? Ne savaşı? Ha Irak mı? Kerbela'ya göçmeye zorlananların üstüne bomba mı yağdırılmış? Atık ve iktidar konusunda gördüğüm en güzel filmlerden biridir "Tanrı Kent". Brezilya sinemasının bu başyapıtından tiyatro da cesaret adına fikir alabilir. Sahiplenilmeyen atıklar, bu olguyu yazgı gibi benimsemezlerse iktidarı ya da idareyi ele geçirirler. Yurdumuzda varoşların oy potansiyelinin el değiştirmesi bu yüzdendir. Ama sahiplenmediklerimiz Dogville'in finalindeki it gibi yüzümüze ürür, havlar ve biz ölüseviciliği hayatın gerçek tadı sanırız. Mahallemizin meczubu, dilencisi, delisi, havalar ısınır ısınmaz Firuz Ağa Camii altında bizler keyifle çaylarımızı yudumlarken omzumuzu dürtmekten çekinmeden para isteyen ahraz kadın yerde titreyen yumak olmuş bir battaniyeye dönüşür... atık olur. Sahiplenmekteki acizliğimizdir iktidar.. ölülerden uyarca bu yüzden olmaz!! Sahipsizler bu yüzden banka camekanının dibinde donarak ölür. Para yenmez çünkü. Kızılderililer bunu iyi bilir. Masumiyet simgesidir beyaz rengi. Atıklarla ilgilenmesi gereken servisin numarası 153 ve adlarını da 'Beyaz Masa' koymuşlar. İktidar ve atık, aynı bedende can gibidirler. İktidar varsa, atiklik ilkelerini benimseyecek insan mutlaka olacaktır. Boyun eğecektir, çarkı çevirmeyi sürdürecektir, başkaldırıp yok olacaktır, ama ille de yok olacaktır. Bu düzendeki değeri, ancak yok olmakla gelir uyarca olmamakta direnenin©

cy a

Hayat mı sanata öykünüyor, sanat mı hayata? Bu soruyu bir kez de sahne tasannu ile ilintili olarak sordum kendime. Bu noktada da işte, yeterince cesur davranılmadığına geliyorum hep. Olanaklar varken, neden ipini koparmaz sanatçı, ben de buna şaşarım. Sahne tasarımını bütünleyecek ayrıntılar, sürekli su sesi varken sineklerden bahsedilince neden sinek sesi yoktu, ya da burası leş gibi kokuyor derken, çok müsrif beklentiler içinde miyim, neden pis bir koku yayılmadı ortalığa. Çünkü göstergelerin hepsi abartılı, grotesk ve gotik abartılarıyla izlenir hale gelmişti ve bazı duyusal ayrıntıları bizim hayal etmemiz istenmişti. Ortalık fare kaynıyordu, ama biz bir tane fare görmedik. Tabii mecazi fareler dışında. Finali ele vermemek adına ayrıntıya giremiyorum burada. Ama oyun bir bütün olarak, tıpkı "Çayhane"de olduğu gibi pürüzsüz bir başyapıt olarak kalmayacak aklımda. Tank Ünlüoğlu'nun oyunculuğunu da anımsayacağım sahne tasarımı yanı sıra (bir de 'daha yüksek mevkilerde..." daha sözcüğünü henüz anlamındaki vurgusuyla telaffuz etmese). Oyunun bütünselliğine oturan, en az fire veren Ünlüoğlu'nun oyunculuğuydu. Bill ve Doc'un Hıristiyan belleğindeki baba-oğul göndermeleri, Tanrı'nın İsa'yı çarmıhta bir başına bırakıp oğlundan elini çekmesiyle ilgili yorum yapmayacağım. Dürrenmatt'ın bildiklerini, biz bilmiyoruz, onun kolektif belleği bizimkiyle aynı değil çünkü.

oyuncular salonda tam anlamıyla kaos yaratmışlardı. Dışarı kaçmıştı salonun yansı.

pe

Estetik ve sanatsal kaygılar iletiyi efendileştiriyor, mülayimleştiriyor diye uğunup duruyorum bugünlerde. Rahatsız olmak konusunda da derecelerimiz var. Koltuklarımızda güven içinde bir oyunu izleyebileceğini sanmak, bu güvencenin ta kendisi bile, "ben seni izlemeye geldim, hadi oyna bakim" iç söylemi zaten bir sanat yapıtını rahatsız edici olmaktan çıkarır. Baştan, bile bile ladestir, tiyatronun da özünde olan -mış gibiliğin belirlediği gerçek. Trainspotting'in ilk beş dakikası dolmadan izleyiciler arasındaki tesettürlü bir genç kadının çıkması bu yüzdendir. "Küfür dinlemeye gelmedim ben buraya" demiş ve çıkmıştır. Bu tepkiyi göstermekte, kendi dünya görüşü doğrultusunda tutarlıdır da. Ben kendi duruşumdan çok beğendim Trainspotting'in sahneye taşınmış halini de, o da başka bir yazı konusu olmalı.

Fakat, her iki oyun da rahatsız ediciliğin bir ölçüsü olması gerektiğini bilmektedir. "Uyarca"yı izlerken kimse rahatsız olup dışarı çıkmadı. Benim için bu tepkiyi elde etmek bir ölçüttür. "Trainspotting" daha başarılıdır diyebilirim bu bağlamda. Oyunun finalinde, gençlerin izleyenlerin üstüne düşmelerini yeğlerdim. Ellerinde şırıngalarla üstümüze yürüsünler isterdim. Meme göstermek değildir izleyeni şaşırtıp sarsmak. Bana sahip olduğumu sandığım huzuru yitireceğim korkusunu yaşatın ki cesaretinizi alkışlayayım. Yıllar önce Edinburgh'da elimde içkimle bir sahne gösterisini izlerken bana bunu yaşatmışlardı. Devrim istiyoruz, kaos istiyoruz diye izleyenlerin masalarına çıkan, içkilerimizi elimizden alıp içen ve üstümüze döken


Semaver Kumpanya'dan Sarsıcı Bir Oyun:

Trainspotting

a

"

pe cy

"

> Nihat Alptekin > nihatalptekin@yahoo.com

Kuruluşunun dördüncü yılını kutlayan ve kurulduğu günden bu yana, genç dinamik ekibiyle tiyatro dünyamıza yeni bir soluk getiren Semaver Kumpanya bir kez daha -başta yönetmen Işıl Kasapoğlu olmak üzere- kumpanya olarak yine üzerinde çok konuşulacak çok tartışılacak bir prodüksiyona imza atmış: "Trainspotting". Irvine Welsh'in eseri, roman olarak yayımladığında ve daha sonra filme aktarıldığında da çok tartışılmıştı. Harry Gibson tarafından tiyatroya uyarlanan eser ülkemizde ilk kez Semaver Kumpanya tarafından Ani Haddeler Pekman'ın çevirisiyle Işıl Kasapoğlu tarafından sahneleniyor ve koltuğunuzda rahat oturmanıza izin vermeden, yaklaşık iki saat boyunca (oyunda ara yok) gençlerin dünyasına yorum yapmadan olduğu gibi cesurca bakıyor. Ölümcül tiyatrodan ölmek üzere olan bir avuç tiyatro izleyicisi, Semaver Kumpanya'nın yeni oyunu sayesinde heyecanlanarak, koltuğunda kıvranarak, oyundan sonra beyninde ve yüreğinde popüler kültür tarafından şekillendirilmeye çalışılan hayatımızın gerçekliğine dair bir çok şeyi hatırlatıyor, sarsıyor. Sarsılıyoruz çünkü gençlerin kendi dünyalarıyla sistemlerin onlara sunduğu hayat arasındaki bocalamaları, onları yeni davranış biçimlerine ve alışkanlıklara sürüklüyor ve biz bunu


Işıl Kasapoğlu boş alana sağ-sol ve üst-ortaya tuvallerin olduğu hareketli panolar koymuş. Boş tuvaller, zamanla Nehir Çintay'ın hünerli ellerinde bir dünyaya dönüşüyor. O tuval üzerinde sahnede gördüğümüz, görmediğimiz kişiler, olgular yerleşiyor ve bir kaos ortaya çıkıyor; o gençleri, içinde bulundukları duruma iten kaos. Buna bir de Çıplak Ayaklar Kumpayası'nın dansları ve Baba Zula'nın ürküten müzik ve efektleri katılınca boş alan gözümüzü alamadığımız hareketli bir alana dönüşüyor. Yönetmenin bu seçimi, anlatım açısından çok etkileyici ancak zaman zaman yorucu bir düzeye çıkabiliyor. Tuvallerin şekillenmesini, dansları ve oyuncuların sözlerini aynı an içinde takip etmek zor oluyor. Televizyon karşısında saatlerce kilitlenerek, aynı notalarla yapılan müzikleri dinleyen, aynı durumları, aynı açılarla çekilmiş dizileri ve programları izleyen tembel seyirci için zor bir seyir süreci ortaya çıkıyor. Umarım bu oyun, tiyatroyu sürekli takip eden seyirci dışında Anadolu'da; küçük şehirlerin üniversitelerindeki genç seyirciyle de buluşur da onlar için hayatları boyunca unutamayacakları bir deneyim olur. Onlar da tiyatronun gerçekten bütün sanatları kapsayan bir sanat dalı olduğunu ve bunu ülkemizde başarabilen yönetmenler, genç oyuncular olduğunu görürler, tiyatro sanatımız adına umutlanırlar. Bir kez daha gençler olarak hayatlarının birileri tarafından nasıl harcandığını ve en sonunda nasıl hiç tereddüt etmeden aşağıya (oyunu izleyince aşağının neresi olduğunu anlayacaksınız) atıldıklarını, kollarına sokulan iğnelerin ardından akan kanın aslında bir toplumun umutsuz geleceğinin gözyaşları olduğunu görürler.

pe cy

a

kimseyle paylaşamıyoruz. Nedenlerini araştırmadan onlara bir sürü yafta yapıştırıp bir yerlere tıkıyoruz. Trainspotting, bu gerçekliği bütün çıplaklığı ile sahneye aktarıyor. Kimi zaman, hayatın öteki yüzünün belgeselini izliyor hissine kapılıyoruz. Sert, başkaldırı ve yalnızlık dolu karın deşen bir belgesel.

Oyun broşüründe train;tren / to spot: saptamak olarak açıklanan Trainspotting kelimesi, günlük dil içinde "takıntılı davranışlar, eroin piyasasında kollarda kalan iğne izleri" için kullanılırmış. Oyun özelde Mark, genelde Mark'ın etrafındaki bütün gençlerin parçalanmış abluka altına alınmış hayatlarını ve bu ablukadan kurtulmak için nelere başvurduklarını, bunun sonuçlarını anlatıyor. Böceklerin, sincapların ve gençlerin masalı. Kimin kime göre böcek olduğunun gerçekleri. Genç kızların karınlarındaki çocuklarının ve babaların dakikalarca vurulduğu, taşa döndüğü; aile, devlet, askerlik, aşk kavramlarının tartışıldığı bir 21. yüzyılın gençlik manifestosu. Ve ne yazık ki gelişmiş ülkelerin alışkanlıkllarını bir şekilde benimseyen bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinin gençleri için de kaçınılmaz olan kimlik bunalımının acı sonucu olarak uyuşturucu yaşının lise seviyelerine düştüğü de bizim gerçeğimiz. Üçüncü sayfa haberi olarak kalan, içimizi yakan içimize düşen bir ateş. Bir, günümüz masalı... Ki bu masalın tiyatro sahnesinde anlatılması daha heyecan verici, etkileyici oluyor ve bir kez daha tiyatro sanatının gücü televizyona rağmen ortaya çıkıyor. Yeter ki bu sanat ciddiye alınsın ve günümüzün dinamikleri estetik bir biçimde sahneye aktarılsın. Işıl Kasapoğlu'nun "Trainspotting"i sahneye aktarışı bir kez daha gösterdi ki tiyatro sanatı Semaver Kumpanya tarafından ciddiye alınıyor ve onlar ilk günkü heyecanlarıyla masaya oturuyorlar, aylar süren çalışma sonunda perde açıyorlar. Ve o samimiyet, o heyecan başarıları getiriyor. Birilerini umutlandırıyor, birilerini kıskandırıyor. Oyunu izlerken aklıma hep Peter Brook'un 'boş alan' kavramı geldi. Boş alanın zamanla nasıl bir yaşam alanına, oyuncuların ise nasıl o yaşam alanında devinen gerçek insanlara döndüğünü görüyoruz. Beni heyecanlandıran en önemli olay da buydu.

Yönetmen Işıl Kasapoğlu, eroinmanların sert ve acı dünyasını bütün gerçekliğiyle sahneye aktarmış (eroin zerk edilen iğneler, klozete giren eller, fitil sokulan popolar, ölümler ve bayraklar). Bu aktarımın etkileyici olmasında, Nehir Çintay'ın doğaçlama resimlerinin, dansların ve müziğin büyük ve yadsınamaz bir etkisi var. Genç oyuncuların üstün performansları bu teknik öğelerle yaratılan atmosferi gerçekçi ve samimi kılıyor. Zaman zaman oyunun anlatıcılığını da üstlenen Mark rolündeki Tansu Biçer, "Murtaza" oyunundaki etkileyici performansının bir anlık olmadığını gösteriyor. Tansu Biçer ve diğer oyuncular özellikle eroin krizi anlarında,


performanslarının doruğuna çıkıyorlar. Tommy rolündeki Asil Büyüközçelik, sakin bir karakter olarak başladığı oyunda, ilerleyen anlarda eroinmana dönüşümüyle etkiliyor. Frank rolünde Ahmet Kaynak, diğer oyunculara göre daha az göründüğü oyunda sahneye girdiği anlarda seyirciyi kendine hayran bırakıyor. Oynadığı iki rol arasındaki farklılığı yaratmadaki başarısı, Ahmet Kaynak'ı akıllarda bırakıyor. Alison rolünde İrem Erkaya, genç yaşına rağmen histeri sahnelerinde abartıya kaçmayan yorumuyla eroinmanların dünyasındaki kadın figürünü başarıyla canlandırıyor. Çıplak Ayaklar Kumpanyası'nın dansçıları Maral Ceranoğlu, Duygu Güngör, Emre Olcay, Mihran Tomasyan, Şebnem Yüksel, oyunun atmosferine uygun mimiklerle yalnızca dans etmiyor birer oyuncu olarak da yerlerini alıyorlar. Oyunun müziklerine imza atan Baba Zula grubu, Tabutta Rövaşata filminin müziklerinden sonra bir kez daha o dünyanın ruhunu yansıtan müzik ve efektleriyle oyunun en önemli öğelerinden biri olarak tarihe geçiyor. Yerel enstrümanlarla evrensel bir anlatım yakalıyorlar. Cem Yılmazer'in sahne, Ulaş Yatkın'ın ışık tasarımı, diğer teknik öğelerle olan uyumuyla, mekan ve atmosfer yaratmada ustalık derecesinde oyunda yerlerini alıyor. Özellikle ışık tasarımında uzam alanını küçültme büyütmede seçilen açılar ve renkler umut veriyor.

cy a

Oyunun sert ve rahatsız edici olduğunu söylemiştim. Bu yargımda oyunu dilimize çeviren Ani Haddeler Pekman'ın da büyük katkısı var. Sosyal hayatın süslü cümlelerinin kullanılmadığı, her şeyin çok doğal yaşandığı bir dünyanın dilini bütün çıplaklığıyla kullanmış; bu argo bazılarına çok sert gelebilir hatta daha önceleri olduğu gibi sırf bu argo yüzünden bütün bir prodüksiyonu yok sayabilirler ama boktan bir hayatın içinde de boka kaka denmez ki be hocam!!!

pe

Tiyatro sanatı, tüm dünyada metinsel ve sahneleme anlamında bir arayış içinde. Bu arayış daha uzun sürecek gibi gözüküyor. Semaver Kumpanya'nın "Trainspotting" oyunu her iki anlamda da bu arayışın bazı olumlu sonuçlarını bize gösteriyor, bizi gelecek adına umutlandırıyor. Umut ediyorum ki bu arayış, bütün tiyatro sanatçılarımızda devam eder ve yalnızca kendilerinin haz alacağı değil, seyircinin de haz alacağı sarsılacağı bir tiyatro yaparlar. Tiyatro sanatının bizi sarsacağı ve umutlandıracağı bir gelecek dileğiyle, iyi seyirler.. Q


Dünya Kukla Günü Bildirisi

Uluslararası Bildiri

> Michael Meschke

Bu mesajı, 26 Aralık 2004'ün güneşli bir sabahında, yıkıcı, büyük dalgaların bütün gücüyle vurduğu Endonezya, Sumatra, Banda Aceh'den dönüşümü takiben yazıyorum. Belki tam burada, ayakta durduğum yerde, yüz yirmi altı bin kişi aniden bu dalgalar tarafından yutularak, birkaç dakikada öldü. Bu içler acısı durumun yarattığı korkunun, paniğin ve acının izleri hayatta kalanların yüzlerinden yansıyordu. Buraya çaresiz ve umutsuzluk içinde kalmış, uzağa gitmeyecek olan, dizlerine kadar zehirli ve tuzlu su birikintilerinde gezen, kayıp öksüz çocukları eğlendirmeyi denemek için valizimde birkaç kukla ile geldim. Eğer yetmiş beş yaşındaki kemiklerim izin verseydi, yıkılan evlerin duvarlarını yeniden inşaa eden etrafımdaki terleyen işçilerle tuğlalar taşıyarak daha iyi bir iş yapmış olurdum. Bu yıkıcı doğal güçlerin, kurbanlarının üzerinde bıraktığı bütün endişeler yüzünden, kuklalarım sandıklarında

Bu durumlarda bizim araçlarımız ne kadar güçsüzler. Bununla birlikte, diğer yıkıcı güçler -insanlarınki-

cy

savunmasız kalmaz. Her kanlı çatışmadan sonra onlar

a

kapalı kaldı.

başka bir kriz için yaygara koparırlar. Daha da kötüsü, sanki varoluşuna yazılmış gibi, kendini son nükleer

tehditin cambaz ipinde yürümekten alıkoyamaz. Hepimiz bununla lekelenmişizdir.

pe

Bu yıl, 2006'da, insanlık daha büyük bir kutuplaşmaya

gidiyor, çeşitli tutucu idealler hem Doğu'da hem Batı'da, sola ve sağa kışkırtılmaktadır. Nasıl? Diğerlerinin en çok değer verdiği, İslam, düşünce özgürlüğü, insan haysiyeti veya diğer önemli değerleri kirleterek.

Bu konunun ortasına kuklacılığı getirmek komik

görülebilir. O insanları güldürür, fakat geleneksel mantıkla değil, dinleyiciyi keyiflendirerek; çoğunlukla çok güçsüz oldukları için. Ve çevremizdeki, bu güçsüzlük kuklanın gerçek gücüdür. Çünkü o " her şeye rağmen" uzun zaman öncesine kadar bozulmayan, insanoğlunun bir parçasıdır. Zaman değişti. Eski günlerde dünyayı kurtarmayı isteyen kuklacı, bugün kendi eliyle yaşayabilirse mutludur. O zaman alçakgönüllü olalım, fakat yenilgiyi kabul etmeyelim; kuklalarımızı dans ettirelim, çünkü bu yapmayı bildiğimiz en iyi şey, çünkü en çok sevdiğimiz şeyi yapmakla imtiyazlandırıldık- ve çünkü ödülümüz birçok kalpte uyandırdığımız duygular olacaktır

Michael Meschke: 14 Temmuz 1931 'de Almanya Danzig'te ( şimdi Gdansk- Polonya) doğmuştur. 1939'da Nazi Hükümetince ailesiyle birlikte İsveç'e sürgün edilmiştir. İlk yükselişi, 18 yaşında Master Pathelin'in Ortaçağ'a ait bir güldürüsü ile gerçekleşmiştir. Braunschweig Güzel Sanatlar Lisesi'nde Harro Siegel ile çalışmıştır. Stockholm Kukla Tiyatrosu'nun kurucusu ve yöneticisidir. 1976'dan 1988'e kadar UNIMA'nın başkan yardımcılığını yapmıştır.


Okul Topluluklarında Oyun Seçimi

> Editör: A. Ertuğrul Timur > aetimur@tiyatrodergisi.com.tr

değil de veliyi ölçü alması; onlara, çocuklarına nasıl da önemli tiyatro klasiklerini sahneleterek "yüksek sanat görgüsü" aşıladıklarını ispatlamak uğruna / ya da biraz düşünülerek bulunabilecek bir çok başka olumsuz neden sebebiyle... Eğer okul topluluklarının bu tarz oyun seçmelerinde benim bilmediğim ulvi bir neden yoksa, "yazık" diyebilirim ancak.

cy

a

Lise tiyatrolarıyla yaklaşık 8 yıldır yakından ilgiliyim. 1516 yaşlarındaki gençlerden oluşan bu toplulukların çalışmak için neden genellikle klasik oyunlar seçtikleri sorusu, uzun süredir aklımı karıştıran bir konu. Bu konuyu ilk kez düşündüğüm dönemlerde, ki o zamanlar tiyatro dünyasının biraz da dışındaydım henüz, "Herhalde bu oyunlar, gençlere tiyatro oyunculuğu açısından benim bilmediğim bazı püf noktalan verme özelliğine sahip olmalı" gibi bir fikir üretmiştim kendimce. Devamındaki sekiz yıllık süreç içerisinde Bahar Noktası'nı, At'ı, Lysistrata'yı ve benzer oyunları, farklı okul topluluklarından defalarca izleme şansı buldum. Her defasında aynı soruları kendime sordum ve hâlâ da sormaya devam ediyorum...

Gençlik Tiyatrosu

pe

Acaba okul toplulukları neden özellikle başta ödenekli tiyatrolar olmak üzere profesyonellerin sahneledikleri bu ağır oyunları seçerler?

Acaba okul topluluklarının 15-16 yaşındaki oyuncuları, sahnede dillendirdikleri repliklerde anlatılanları kendileri anlayabiliyorlar mı, yoksa sadece tarif edildiği gibi çıkıp oynuyorlar mı?

Acaba okul topluluklarının yaşıtı olan sadık seyircileri (okulun diğer öğrencileri) bu oyunları hakkıyla anlıyor ve yaşlarından gelen hakları ölçüsünde zevkle izliyorlar mı?

Kafamdaki bu sorulara verebildiğim tek olumlu yanıt, bu oyunlarda hâlâ benim bilmediğim ve oyunculuk eğitiminde son derece yararlı bazı öğelerin olma ihtimalidir. Bazı dostlarımızı alındırmak pahasına, aklıma şeytanın getirdiği olumsuz ihtimalleri de sıralayayım mı? Okul yönetimlerine güncel oyun yerine klasikleri kabul ettirmenin daha kolay olması nedeniyle / Katılacakları yarışmaların jüri üyelerinin karşısına bilindik bir oyunla çıkma kaygısıyla / Okulun tiyatro yönetmeninin, tiyatro çevrelerinde "Bakın böylesine ağır bir oyunu liseli gençlerle bile nasıl başarılı sahneleyebildim, hatta devlet tiyatrosundan daha başarılı olduğumuzu söyleyenler çıktı" diyebilme, tiyatro çevrelerinde prim yapabilme çabası uğruna / Özellikle veliyi müşteri olarak gören (bazı) özel okulların, öğrenciyi

Tiyatroya ilişkin en bilindik söylem "Tiyatro toplumun aynasıdır." sözüdür. Ayna ilk bakışta en yakındakinin yansımasını gösterir, yani kendimizi. Ancak bunu gördükten sonra bakmaya devam ediyorsak daha gerilerdeki derin yansımaları görmeye başlarız. Okul, yani gençlik toplulukları kendi sorunlarından ya da imgelerinden doğmuş, kendi psikolojilerine uygun, dekoru, müziği, kostümü kendi jenerasyonunun tarzına hitap eden, yaşlarının onlara verdiği hak olarak zevkle ve eğlenerek oynayacakları, yaşıtları seyircilere de zevkle izletebilecekleri oyunlar yerine ille de büyük büyük oyunları sahnelemeye devam edecekse eğer, bir çoğu oynarken ya da izlerken tiyatrodan kopacaktır belki de. Üniversitelerin tiyatroyla ilgili bölümlerinde, öncelikle lise zamanında içinde tiyatro kıvılcımını duymuş olanları göreceğimizi zannederiz belki. Son sekiz yıldır en az bir düzine lise tiyatro topluluğunun yakından takipçisiyim ve bu da, tiyatro yapmayı seçmiş yüzlerce lise öğrencisini tanıma şansı bulduğum anlamına geliyor. Bu tanıdığım yüzlerce liseli tiyatrocudan neredeyse hiçbirinin üniversitede tiyatroyla ilgili herhangi bir bölümü tercih etmemiş olması sizce de bir şeyler anlatmıyor mu? Ne dersiniz yoksa aslında lise tiyatroları gençleri tiyatro tutkusundan uzaklaştırıyor mu? Tiyatro...Tiyatro... Dergimiz'in "Gençlik" bölümünde yeni bir sayfaya başladık. Bu sayfada, diğer ülkelerde Gençlik Tiyatrosu adına neler yapılıyor, bunun örneklerini vermeye çalışacağız. Böylece hem bizdeki gençlik, okul topluluklarına; hem de profesyonellerimize esin kaynağı olup, ülkemizde gençlik tiyatrosunun daha hızla yayılıp yeşermesine katkımız olacağını düşünüyoruz. Gelecek ay görüşene dek... Geç kalmayın, Genç kalın A.Ertuğrul

Timur


Üsküdar Anadolu Lisesi "İki Kalas Bir Heves"

> Söyleşi: Ceren Aşkın > cerenaskin@hotmail.com

Üsküdar Anadolu Lisesi, "İki Kalas Bir Heves" Tiyatro Topluluğu yönetmeni Vuslat Taş ile tiyatrolarını konuştuk. Okulunuzda kaç yıldır tiyatro çalışması yapılıyor? Üsküdar Anadolu Lisesi'nde beş senesi "2 Kalas 1 Heves" çatısı altında olmak üzere, sekiz senedir tiyatro faaliyeti yürütülüyor. Okul yönetiminin ve öğrencilerin tiyatroya bakışı nasıl? Destek ve ilgi görebiliyor musunuz? Lise tiyatrolarında kendini okula kabul ettirebilme, belirli bir süreç içerisinde ilerleyen bir durumdur. Genelde ilk başlarda fazla dikkate alınmaz, hatta dalga geçilirsiniz; fakat süreklilik, bir yerden sonra insanların dikkatini çeker. Bizim okulumuzda da durum farklı değildir, başlarda epey zorluklarla karşılaştık, şimdi ise yönetim ve hocalarımız bize gereken her türlü desteği vermekteler.

Festivallere katılıyor musunuz ? Okulumuz, ilk sergilediği oyundan itibaren, başta liselerarası festivaller olmak üzere çeşitli festivallere katıldı. Özellikle "2 Kalas 1 Heves" döneminde sayısı ve çeşitliliği artan bu festivaller arasında Eyüboğlu Liselerarası Tiyatro Buluşması, Terakki Vakfı Gençlik Tiyatroları Festivali, ASSİTEJ Bursa Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali, Şehir Tiyatroları Gençlik Günleri,Galatasaray Lisesi Tiyatro Buluşması, Mizah Tiyatrosu ve Profilo Liselerarası Tiyatro Festivali'ni sayabiliriz.

pe

cy

a

Topluluk profesyonel çalıştırıcılarla mı çalışma yapıyor? "2 Kalas 1 Heves"in asıl amacı bu noktada ortaya çıkıyor. Evet, ilk başta üst derecede profesyonel biriyle, Eftal Gülbudak ile çalışma şansına eriştik. Hâlâ onun bizlere öğrettiklerini, kendi öğrencilerimize öğretiriz. Fakat bundan sonra yönetmenlerimiz grubun bünyesinden çıktı. İlk önce üç kişilik bir yönetmen grubu çalıştırdı, daha sonra tek kişiye indi. Şu anda grubun başında, 2 Kalas dönemini ve ondan önceki tiyatro dönemini yaşamış biri olarak ben bulunmaktayım.

Peki belli bir tiyatro geleneği oluştu mu? Evet, okuldaki tiyatro çalışmaları bir nitelik kazanırken, lise tiyatrosuna da yeni bir soluk getirdiğine inanıyorum, bunların doğurduğu sonuçlar olarak belli bir anlayış ve bir çerçeve içinde bir gelenek oluştuğunu düşünüyorum. Örneğin dekor anlayışımız bellidir, nesilden nesile bunu aktarmaya çalışırız. Bunun yanında, insanların hayatında tiyatro olması çok önemli. Birçok gencin hayatının bu sahnede değiştiğine inanıyorum. Zira bu sahnede geçirdiğim zaman, benim üniversitede Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturgi Bölümü'nü seçmeme sebep oldu. Başka arkadaşlar, hayatlarında çok büyük yer verdiler tiyatroya. Sudaki halkalar gibi artarak devam eden bir etki var.

Önceki yıllarda oynadığınız oyunlar nelerdi? "2 Kalas 1 Heves"ten önce, "Hastalık Hastası", "Ay Işığında Şamata" ve "Ah Şu Gençler" oyunları sahnelendi. 2 Kalas döneminde ise "İki Efendinin Uşağı", "Lysistrata", "İzis" ve "Eskicinin Tazesi" oyunlarını sahneledik. Şu anda "Bir Yaz Gecesi Rüyası"m sahneye koymaya çabalıyoruz... Kendinize ait bir salonunuz var mı? Evet, 2003 yılında okulumuzun ek binasındaki konferans ve tiyatro salonuna kavuştuk.

Kendi okul arkadaşlarınız ve aileler dışında seyirciye ulaşma şansı bulabiliyor musunuz? Festivaller sizi yeterince seyirciyle buluşturabiliyor mu? Aslında genel olarak baktığımızda oyuncuların ailelerini ve arkadaşlarını, eski 2 Heves kadrosunu ve izleyicilerini, başka liselerin tiyatrolarındaki arkadaşlarımızı ve eğer lise festivali ise ev sahibi okulun öğrencilerini toplarsak, bir hayli seyirci toplamına ulaştığımız görülebilir. Tabii en önemli etken sahnelenecek yer ve zaman. Bunun belirlenmesi de ne yazık ki bizim elimizde değil. Ama genel olarak baktığımızda, seyirci sorunu çektiğimiz söylenemez.

Peki bir okul topluluğu çalıştırmanın dezavantajları neler? Oyuncuların ergenlik çağındaki liseli gençler olmasından daha büyük bir sorun yoktur bence. Okulla veya yönetimle ilgili sorunların ikinci plandaki aşılabilir sorunlar olduğunu düşünüyorum. Gençlerle ise derinlemesine ilgilenmek gerekiyor. Sonuçta ben de 4-5 sene önce onların yerinde olduğum için anlaşmamız daha rahat oluyor. Gençliğin getirdiği en önemli problemlerden biri, ses sorunu. Ne erkeklerin ne de kızların sesi tam oturmamış oluyor ve oluşan ses problemleri aşmak da en fazla güçlük çektiğimiz problem haline geliyor. Ruhsal durumları ise tamamen ayrı bir konu. Bir de aile konusu var. Doğal merak içindeler, özellikle provaların uzadığı son dönemlerde iyice artıyor bu merak. Çoğu, çocuklarının derslerini kötü etkileyeceğinden endişe ediyor. Buradan kendilerine iletmek istiyorum, tiyatro kimsenin notunu düşürmez. Çalışmak istemeyen çocuk çalışmaz, tiyatronun konuyla ilgisi yoktur. Tam tersine, tiyatro kişisel disiplini artırır ve çalışma temposunun yükselmesini sağlar. Sonuç olarak, yukarıdakilerin hiçbirisi genç insanlarla birlikte yapılan bir eylemin güzelliğini ve sonucun heyecanını gölgeleyemez.


Tiyatro Candela'dan "Hair" Müzikali Oyunun müziklerinde, bestelere sadık kalınarak yeniden düzenlemeler yapılmış. Oyunun orijinalindeki uyuşturucu yerine, karakterlerin kemerlerinde birer kese var. Keselerin içlerinde de peri tozları ve peri çubukları... Oyunun klasikleşmiş müzikleri Uygur Vural direktörlüğünde İstanbul Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü tarafından canlı olarak kaydedilmiş. Koro eğitmenliğini Barış Berker'in üstlendiği "HAIR"ın dans düzeni ise Candaş Baş'a ait. Nisan ve Mayıs aylarında da sürecek oyun ücretsiz sahneleniyor.

İstanbul Bilgi Üniversitesi, Tiyatro Candela " HAIR "

cy a

1998 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileri tarafından kurulan Tiyatro Candela, 2006 sezonunda "HAIR" müzikali ile seyirci karşısına çıkıyor. Tüm şarkılar ve öykü elden geçirilip dans, müzik, oyunculuk üzerine iki aylık bir eğitim ayarlandıktan sonra, mezunlar ile öğrencilerden oluşan oyuncu grubu belirlendi ve mart sonunda oyun ilk kez seyirciyle buluştu. 26 yaşındaki Bora Severcan'ın ilk yönetmenlik denemesi, James Rado ve Gerome Ragni tarafından yazılan "Hair" müzikali sahnelemesiyle başladı. Yönetmen Bora Severcan "Biz yaşamak istiyoruz. Ölmek istemiyoruz. Öldürmek hiç istemiyoruz. Oyunun sonunda vereceğimiz mesaj da bu" diyor.

Yazan: James Rado & Gerome Ragni Çeviren, Uyarlayan ve Yöneten: Bora Severcan Müzik: Galt MacDermot Müzik Direktörü: Uygur Vural Koreografi: Candaş Baş Müzikal Şef: Barış Berker Dekor - Kostüm Tasarım: Kaan Güreşçi 1. Asistan: Hatice Yalçın 2. Asistan: Melis Duhbacı Sahne Amiri: Ceren Nefes Oyuncular: Efe Can Erdal, Ömer Vatanartıran,Can Balaban, Itır Kaşıkçı/Özgecan Okay, Sayat Dağlıyan, Esin Gündüz, Hale Diledi Kazan, Murat Morgül, Ece Metin, Hakan Cönbez, Sima Erten, Beyazıt Özpeynirci, Eser Levi, Şems Korkmaz, Kutay Sarıtosun ve Baba ve General Sesleri: Halit Kakınç Koro: Melis Duhbacı, Doğa Akyürek, Berrak Kaya, Deniz Coşan, Sevim Kalender, Meliha Hocaoğlu, Mehveş Varan, Beyazıt Özpeynirci, Sima Erten, Hakan Cönbez, Şems Korkmaz, Melisa Biryol, Kutay Sarıtosun Dans Ekibi: Melisa Biryol, Elif Arıkan, Şems Korkmaz, Mehveş Varan, Arda Armutçu Orkestra: Klavye: Berkan Kaya, Elektrik Gitar: Levent Berk Özer, Elektrik Gitar: Erkan Kenç, Bas Gitar: Ulaş Engin, Trampet: Amy Salsgiver, Davul: Ediz Hafızoğlu Ses Kayıtları: Bilgisayar Programlama: Berkan Kaya, Kayıt ve Mix: Berkan Kaya, Emrah Aydın, Mastering: Berkan Kaya, Emrah Aydın, Mertay Çiçek

pe

"Hair", Bilgi öğrencileri tarafından, "üniversite tiyatrosu" kavramına yeni bir anlayış getirmek amacıyla kurulan Tiyatro Candela'nın sekizinci oyunu. Savaşa ve militarizme karşı olan, barış ve sevgi dolu özgür bir dünya hayal eden çiçek çocukların "olmayan ülkelerinde", kalbinin sesini arayan bir savaş yolcusunun hikayesini anlatıyor İngiltere'de de güncellenerek sahnelenen bu oyunu, sekiz yıl hayal ettikten sonra sahneye koymanın sevincini yaşıyor Tiyatro Candela.

"Hair" Gerome Ragni ve James Rado imzalı. Müzikler Galt MacDermot'a ait. Yazıldığı günden bu yana yüzlerce tiyatro topluluğu tarafından oynanan müzikalde, hippi hareketi ve çiçek çocuklar anlatılır özetle. Ana temaları savaş karşıtlığı ve aşk olan müzikal, 1968'de Broadway'de sahnelenmeye başladı. Dünya çapında ünlenmesi ise Milos Forman'ın 1979 tarihli filmi ile oldu. Türkiye'de bir kere, 1971 yılında, Engin Cezzar'ın rejisiyle sahneye kondu. "Hair"in o zamanki oyuncuları Füsun Önal, Neco, Dağhan Baydur gibi isimlerdi.

"Çiçek Çocuklar"m öyküsü olarak yazılan oyun, Tiyatro Candela tarafından 2006 yılına "Kayıp Çocuklar" ın öyküsü olarak taşınmış. Metnin bir kısmında orijinaline sadık kalınırken, geri kalanı oyunun genel temasına uyarlanmış. Kasabalı oğlan askere gitmek için yola çıkar, gelir, çiçek çocuklarla, yani kayıp çocuklarla tanışır... Ama burada bir beyaz tavşan vardır, "Alice Harikalar Diyarında" da olduğu gibi. Claude onu izler, tavşan onu olmayan ülkeye götürür. Aslında tüm bu ülke, insanlar onun kafasındadır.

İstanbul Bilgi Üniversitesi, Dolapdere Kampüsü Büyük Salon 2 Kurtuluşderesi Caddesi No:47 Dolapdere


> Eda Atalay > edaatalay@yahoo.com

Dünyada Gençlik Tiyatroları Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin geçtiğimiz ay başlattığı gençlik tiyatroları seferberliğine ben de farklı bir açıdan katkıda bulunmak istedim. Ülkemizde gençlik adına çok fazla tiyatro bulunmadığını göz önüne alarak dünyadaki çalışmaları gözlemlemeye başladık ve yurtdışına bakarak Türkiye'nin gençlik tiyatrosuna eğilimlerinin artmasında yol gösterici örnekler bulmaya çalıştık. Ben de bu örnekleri bulmak, incelemek ve yorumlamak amacıyla buradayım ve sizlere kimin, nerede gençlik için nasıl tiyatro yaptığından örnekler aktaracağım.

Uyuşturucu konusu bir gençlik sorunudur ve anlatılabileceği, anlaşılabileceği en iyi yerlerden biri de sahnedir. Ülkemizde de bunun gibi birçok gençlik sorunu ya da gençlik hedefleri olmasına rağmen sahnelerimizde biz gençlere aktarımı olan pek oyun oynanmamaktadır. Ya yoktur ya yazılmamıştır ya da bu tür oyunların dilimize çevirisi yapılmamıştır. Gençlerin eğitimden, ailevi problemlerine; sosyal ilişkilerine kadar birçok sorun gözlemlenip farkı bir biçimde aktarıma sunulabilir. Tabiî ki bu sadece sunulmakla kalmayacak, gençlerin karşısına yeni seçenekler sunacak ya da amaçlarımızı gerçekleştirmekte bizlere yeni yollar gösterecektir. İzlenen her oyun beyinlerimizde yeni ışıklar yakacak, içinde bulunduğumuz duruma farklı bir bakış açısı ile bakmamıza, sorunlarımızla yüzleşmemize ve onları çözümlememize yardımcı olacaktır. Belki de bazen yalnızca

Ülkemizde birçok üniversite ve lise tiyatro topluluğu kendi öğrencilerine sunacağı oyun bulma konusunda zorluk çekmekte ve gençlere yönelik, gençlerin ilgisini çekecek oyun seçmek yerine belli başlı zor oyunlara yönelmektedirler. Bu tutum gençlerin tiyatroya ilgisini artırmaktan çok "bir seferlik seyir ya da sahneleme" olarak kalabilir.

a

pe

cy

Dünyadaki Gençlik Tiyatroları'nı incelemeye Kanada'dan başlayalım. Manitoba Gençlik Tiyatro'su, 1982'den beri çocuklar, gençler ve aileler için profesyonel tiyatro üretimleri sunuyor. Ülkemizdeki gençlik tiyatrolarıyla karşılaştırınca bu topluluğun önemli özelliklerinden biri sahnelediği "gençlik oyunları"dır. Bu topluluk sadece genç izleyicilere tiyatro yaptığı için değil, aynı zamanda gençlerin yaratıcılığını artırmak amacıyla çalışmalar yaptığı için alkışlanmıştır. Topluluğun en yakın zamanda yaptığı ve sahnelemeye devam edeceği çalışmalardan biri de "Smokescreen" (yapay sis) adlı oyun. Oyun otoriter bir baba ile isyankâr bir genç çocuğun arasındaki ilişkiyi keşfetmeyi amaçlıyor. Uyuşturucu kullanımına başlayan bir genç... Oyunun yazarı David A. Craig "Gençler üzerinde belirli gözlemler yaparak" bu oyunu yazdığını belirtmiştir. Aslında oyunun içeriğini anlatmaktan çok ele alınan konuya dikkat çekmek gerek.

bizde olduğunu sandığımız durumların aslında bütün gençlerde olabileceğini görmemizi, böylece bireysel gibi görünen sorunların aslında toplumsal olduğunu fark edip çözümlerde de toplumsallaşmamıza vesile olabilir. Sahnelenen her yeni yapıtın gençlerin amaçlarına katkı, sorunlarına yardım sağlayacağını düşünüyorum.

Yabancı tiyatro topluluklarından bahsetmeye devam edecek olursak "The National Association for Youth Drama" da bunlardan biri. Bu topluluk yıllardır gençlerle oyunlar sahnelemekle beraber gençleri oyun yazma konusunda da geliştirmeyi amaçlamış. Topluluk çeşitli oyun yazma yarışmaları düzenleyerek ve her oyunu teker teker inceleyerek gençleri tiyatroya daha çok teşvik etmiş. Bu tür yarışmalar Türkiye'de de olursa elbette biz gençleri tiyatroya karşı daha istekli ve meraklı kılar. Eğer Türkiye'deki gençlik tiyatroları bir amaç doğrultusunda kurulduysa bu amaç sadece belli başlı oyunları sahnelemek olmamalı, kendi fikirlerimizi, yorumlarımızı katabileceğimiz oyunlar istiyoruz ya da bu oyunları tamamen kendimiz yaratmak... Biz gençlerin düşüncelerimizi sadece münazara ya da benzer kulüplerinde değil sahnede de anlatmak amaçlarımızdan olmalı. Yapabildiğimiz sadece izlemekse bile, isteğimiz bizim sesimizi duyuran oyunlar izlemektir. Çocuk tiyatrolarının yanı sıra 12-22 yaş arası gençlik tiyatroları da olursa biz gençler daha çok öğrenebilir ve uygulayabiliriz. Bu, gençlerin düşüncelerini dile getirmekte en iyi yardımcı olacaktır.


Çocuklar İçin...

Çocuk Tiyatrosu > Editör: Nihal Kuyumcu > nihalkuyumcu@tiyatrodergisi.com.tr

Sayın Eftal Gülbudak'a Açık Çağrı Genel Sanat Yönetmen Yardımcısı ve Çocuk Tiyatrosu ve TAL Sorumlusu İ.B.B.Ş.T, Atatürk'ün direktifleriyle Muhsin Ertuğrul'un çalışmalarıyla Türkiye'de çocuklar için ilk kez 1935'te perdelerini açmıştır. Böylesine önemli bir başlangıcın İ.B.B.Ş.T'nin çatısı altında gerçekleşmesi şahsınıza ve kurumunuza çocuk tiyatrosu alanında çalışanlara öncü olmak gibi bir misyonu da beraberinde getirmektedir. Daha önceki yıllarda özellikle sevgili Neşe Erçetin ile kurduğumuz iletişim her zaman kendisinin olumlu yaklaşımıyla destek görmüştür. Sizinle de aynı iletişimi yürüteceğimizi, yapılan her türlü yeniliği, buradan keyifle okuyucularımızla paylaşacağımızı özellikle bilmelisiniz. Hepimiz çocuk tiyatrosunu daha iyi yerlere taşımak için çalışıyoruz ve bu alanda ne kadar çok düşünce üretir, uygulama yollarını ararsak bundan çocuklarımız kazançlı çıkacaktır. Bu alanda yapacağınız birkaç yeni düzenleme çocuk tiyatromuz için çok önemli adımlar olarak tarihe geçecektir. Ödenekli bir kurumun, tiyatro kültürünün gelişmesinde ve yerleşmesinde önemi ve etkinliği tartışılmaz. Önerilerimizi ciddiye alacağınızı umuyor, sonuçlarını heyecanla

Hiç Karagöz seyircisi çocukları izlediniz mi? Işıklar sönüyor, tasvirler perdede yerini alıyor, çocuklar başlıyor kıkır kıkır gülmeye, bitinceye kadar... Yanındakilerle tüm bağlantısını koparıyor. Bir şey sorduğunuzda gözünü perdeden ayıramadan cevap veriyor. Yani tüm varlığıyla perdedeki olayların içinde. Bu çocuk tiyatrosunun beceremediği, başaramadığı bir durum. Çocuk tiyatrosunda ilk on dakika sahneyi, oyuncuları, dekoru, kostümleri izlerler ondan sonra eğer konusu ilginç değilse onun için, çocuk, yavaş yavaş sahneden kopmaya başlar. Bu durumun, bu farklılığın nedeni ne olabilir diye düşündüğümüzde hemen aklımıza Hayal perdesi ile TV ekranı arasındaki benzerlik geliyor. Hayal perdesi çocuklar için televizyon kadar tanıdık ama beyaz camdan daha sıcak... Bu sıcaklığın çocuklardan gelen tepkiye, seyirci ve oynatan arasındaki iletişimle, oyunun sürüyor olmasına bağlı. Karagöz ustası Tacettin Diker "zaten seyirciden bir tepki gelmediğinde oyunu sürdüremem, mutlaka bir yerden onları yakalamam gerekir" diyor. Diğer yandan tasvirlerin aynı çizgi film karakterleri gibi iki boyutlu ve hareket edebiliyor olması çocukları çeken bir başka nokta.

a

bekliyoruz.

Karagöz ve Çocuklar...

1. Oyunların belli bir hedef yaş grubuna göre hazırlanması ve bu

yaş grubunun mutlaka afişlerde bildirilmesi -böylece anne babalar

çocuklarını oyuna götürürken buna dikkat edecekler, bu konuda

cy

talepte bulunacaklar, dolayısıyla salonlarda ağzında emzikle

gelenlerle ilkokul çocukları bir arada görülmeyecek ve salonlardaki karmaşa bitecektir.

2. Seyirci niceliği değil niteliğinin önemli olduğunu düşünerek

büyük salonlardaki seyirci sayısına yaş gruplarına göre kısıtlama

pe

getirilmesi. Örneğin, Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nde salonun ikinci bölümündeki çocuklar ilk 10 dakikadan sonra kendi aralarında oynuyor, sahne ile ilgilenmiyorlar.

3. Büyük salonlarda koltuğa gömülmüş çocuğun önündeki koltuk engelinin yanı sıra oturan bir başka veli engelini aşarak oyunu izlemeye çalışması çok zor. Koltuklara çocuk seyirciye verilmek üzere yükseltme amaçlı kalın minderler yaptırılması. 4. Anne babalara çocuk oyunlarının sergilendiği saatlerde çocukların özellikleri ve buna bağlı olarak oyunların özellikleri ile ilgili küçük söyleşi programlan düzenlenmesi. 5. ASSİTEJ olarak hazırlanma aşamasında olan duyuruya

Aksanat'ta cumartesi günleri Tacettin Diker ve ekibi bu geleneksel sanatımızı çocuklarla buluşturuyor. Aslında sadece çocuklar değil, büyüklerle de buluşturuyor. Yardımcısı Ayfer Balakin ilginç bir saptamada bulunuyor "Eskiden oyunlara bir büyük yanında üç-dört çocukla gelirdi, günümüzde ise bir çocuk yanında iki üç büyükle geliyor". Karagöz'ü, Hacivat'ı en az çocuklar kadar yetişkinler de keyifle izliyorlar. Oyun öncesi perdenin önüne gelerek tasvirlerin nasıl yapıldığı konusunda kısa bilgiler veren Tacettin Diker, oyun bitiminde de çocukları perde arkasına davet ederek o ortamı yakından görmelerini sağlıyor. Yine Tacettin Diker'in verdiği bilgilere göre eski zamanlarda tek eğlence kaynağı olarak insanların yaşamlarında önemli bir yer tutan Karagöz, zaman içinde konuları, anlatımı ile kısır kalmış, unutulmaya yüz tutmuştur. Ancak günümüzde günlük yaşantının zenginliği, teknolojik araçların yaşamın her anında yer alması ve bunun sonucunda perdeye yansıması anlatım zenginliğim de beraberinde getirmiştir. Örneğin izlediğimiz gösteride Karagöz bir TV kanalında çalışıyordu ve bizlere her müzik türünden örneklerin yer aldığı güzel bir yıldızlar geçidi sundu.

fuayelerinizde yer vermeniz. Tüm bu önerilerimizin uygulanabilir olup olmadığım, bürokrasinin bunların uygulanmasının ne kadarına izin vereceğini ve en önemlisi sizin bu konudaki çabalarınızı zaman gösterecektir. Biz umudumuzu yitirmeden bekliyoruz.

Televizyonun bu kadar çocuğun yaşamına girdiği, bu kadar çok vaktini aldığı günümüzde acaba gölge oyunu nasıl daha yaygın hale getirilebilir. Akbank'ın sanatı ve sanatçıyı desteklemek adına yaptığı bu hizmetin yerini bulduğu, çocuklarımızın bu yok olmaya yüz tutmuş geleneksel sanatımızla tanışmasını ve bunun ehil ellerde yapılmasını Geleneksel Türk Tiyatrosu için büyük kazanç olarak değerlendiriyoruz.

Nihal Kuyumcu

Nihal Kuyumcu


Her Çocuğun Bir Meleği Vardır Dalin Çocuk Tiyatrosu, ikinci sezonunda yine bir müzikal ile Terakki Vakfı Kültür Merkezi'nde seyircilerin karşısına çıkıyor. Oyun sevgi teması üzerine kurulu. "Benim Tatlı Meleğim" müzikali, Metin Arslan tarafından yazılmış ve sahneye konulmuş. Gerçekçi ana olaya eklemlendirilen masallar 5 yaşından itibaren tüm çocukların ilgi ve dikkatle takip edebileceği nitelikte. Fakat yine de, bütün olarak ele alındığında, müzikal yapısı ve sevgiyi işlerken seçilen konu bakımından 11 yaş üstü çocukların hedeflendiğini söyleyebiliriz. Gerçekçi olarak belirttiğimiz bölümde zeki, çalışkan ve içine kapanık bir çocuk olan Selim merkeze alınarak işlenmiştir. Annesini bir trafik kazasında kaybeden Selim, babasının da yoğun işleri nedeniyle kendisiyle ilgilenmemesi üzerine yapayalnız kalmıştır. Okulda da, derslerdeki başarısı ve diğer çocuklardan farklı, özensiz giyimiyle arkadaşlarının alay konusu olmaktadır. Selim'in tek tesellisi ölmeden önce annesi ile kurduğu hayallere, annesini bir melek olarak yanında hayal ederek devam etmesidir. Hayal dünyasına yaptığı yolculuklar kendisini yalnız ve mutsuz hissettiği anlarda Selim'in kurtarıcısıdır.

Oyunun Adı: Benim Tatlı Meleğim Tiyatro: Dalin Çocuk Tiyatrosu Yazan-Yöneten: Metin Arslan Sahne Tasarımı: Aslı Tülüoğlu Giysi Tasarımı: Ümit Ünal Işık Tasarımı: Yakup Çartık Müzik ve Şarkı Sözleri: Meltem Taşkıran Oyuncular: Alev Gürzap, Gülsüm Soydan, Umut Kurt, Nejat Kanter, Sevi Algan, Kaan Erten Perihan Kurtoğlu, Ayça Öztürk, Onur Öztay, Murat Eken.

farklı tek çorap giymesi olumludur. Çünkü insan farklılıklarıyla da değerlidir. Sevgi temasını, hayatın sevince ve paylaşınca güzelleşeceğini vermek için seçilen okul ortamı ve çocukların aralarında geçen çatışmalar oldukça gerçekçi ve bizim çocuklarımız için de tanıdık. Fakat okul balosu ve erkek öğrencilerin hoşlandıkları kızları bu baloya davet ediyor olması Amerikan filmlerinden alınmış bir yapmacıklıkta kalıyor. Diğer çocuklardan biraz daha aklı başında ve düşünceli çizilmiş olan Dilara ile Selim'in yakınlaşması için, Selim'in Dilara'yı baloya davet etmesi yerine bizim çocuklarımızın dünyasından bir olay ele alınıp işlenebilirdi. Dilara diğer çocukların kendisiyle de alay etmelerine aldırmadan Selim'le dostluk kurar ve Selim'in hayallerine ortak olur. Bir anlamda Selim ile diğer çocuklar arasında bir köprü vazifesi görerek, daima dostlar için yapılabilecek bir şeyler olduğunu gösterir.

a

Selim, "Tatlı Meleğim" dediği annesinin hayali ile yaptığı son konuşmada, artık değişeceğine dair bir söz verir. Okul balosunda, Selim'in, her ne kadar iki teki farklı çoraplar giymiş olsa da diğer arkadaşlarına benzer kostümü, konuşma tarzı ve yaptığı esprilerle değişmeye başladığını görürüz. Bu arada Selim'in sevgi konulu kompozisyonu, okullararası yarışmada birinci gelmiştir. Diğer çocuklar da Selim'den özür dileyerek onu kutlarlar ve aralarına alırlar. Okul müdürü ile konuşan Selim'in babası da yaptığı hatanın farkına vararak, oğlundan özür diler ve onunla daha çok ilgileneceğine söz verir.

> Handan Aydın (*) > hndnydn @yahoo.com

cy

Bu müzikalde sevgi konusunda tek öğüt çocuklara değil, Selim'in babası ile ilişkisi de ebeveynlere bir öğüt niteliğindedir. Fakat Selim'in babası ile yakınlaşması, diğer çocuklarla yakınlaşması gibi birdenbire gerçekleşir, değişimi nedenleyecek bir süreç yaşanmaz. Seyirci, kapanıştaki mutlu tabloya ve "Hayat Sevince Güzeldir" mesajına olaylarla değil söylemlerle getirilir. Böylesi ani değişimler ne yazık ki çocuk oyunlarında sık sık gerçekleşmekte ve dolayısıyla inandırıcı da olamamaktadır.

pe

Bu ana öykü arasında Selim'in hayal dünyasına yaptığı yolculuklarda iki masal seyrederiz. İlki kuşlar dünyasındandır. Bütün kuşların aşık olduğu güzel kuş Çikititas, sadece tacı olan bir kuşla evlenebileceğini söyler. Bunu başaramayacağını düşünen Jakimo, o sırada ormanda yolunu kaybetmiş bir Kral'a rastlar. Kral'a yolu göstermesi karşılığı aldığı taç sayesinde Çikititas ile evlenir ve mutlu olur. İkinci masalın kahramanı Karlar Kraliçesi, ülkesinden ve alıştığı hayattan ebediyen ayrılacağı için üzgündür. Çünkü aşık olduğu güneşe kavuşabilmesi için fedakarlıkta bulunması ve değişmesi gerekmektedir. Eriyip buhar olacak, gökyüzüne çıkacaktır.

Öncelikle, gerçek öykünün yanında masallara başvurulması, ana olaya nasıl bir katkı sağlıyor gibi bir soru akla getiriyor. Kostümler ve danslarla görsellik açısından büyük katkı sağladığı tartışılamaz, ancak masallarda verilen, sevgi için şart koşulamayacağı, bir insanın değerinin kendi içinde olduğu, parayla ya da malla değerinin artıp azalamayacağı, insanların sevdikleri için büyük fedakarlıklar yapmaları gerektiği gibi konular gerçekçi hikayelerle de anlatılabilirdi. Ana öykünün bir müzikal için zayıf kalması bu tür masalsı anlatımlara ihtiyaç duyulmasına neden olmuş denebilir. Ayrıca ilk masalın, uzunluğu nedeniyle seyirciyi gerçek olaydan kopardığını da söylemek mümkün.

İletileri açısında bakacak olursak, ilk masalda konuşmalarla, bir tacın insana olduğundan fazla bir değer katamayacağı, sadece bir taç ile insanın sevilmeye layık olamayacağı verilse de sonunda bir taç sayesinde Çikititas ile Jakimo'nun kavuşmaları, söylenenleri çürüterek müzikalin ana temasına ters düşmektedir. Yine ikinci masalda, Karlar Kraliçesi'nin sevdiği için her şeyden vazgeçmesi, seyirciyi olumsuz çıkarımlara götürmektedir. Evet, insaınn sevdiği insan için bazı fedakarlıklarda bulunması, bazı bedeller ödemesi gerekebilir, fakat bu tamamen kendinden vazgeçiş olmamalıdır. Bu anlamda oyunun sonunda, değiştiğini gördüğümüz Selim'in hâlâ

Çocuk oyunlarının ana özelliklerinden olan, çocukların oyuna katılımının sağlanması ve edilgen durumdan çıkarılması, bu müzikalde pek önemsenmemiş görünüyor. Bu eksiği gidermek amacıyla, ilk masalda kahin Fıldırfış'ın kahkaha perileri olarak salonu zorla oyuna katmaya çalışması yama olarak kalıyor. Samimiyet ve sıcaklık verme çabalan bir anlamda ters tepiyor. Müzikale uygun olarak özellikle masal sahnelerindeki renkli kostümler ve aksesuarlar oldukça zengin. Masal bölümlerine geçiş öncesindeki gerçekçi bölümler, sahnenin sıcak bölgesi dediğimiz ön bölgesine taşınmış. Sahnenin ön bölgesine yakın kullanılan fon perdesinin açılmasıyla masal dünyasına geçiş sağlanmakta. Böylelikle, masal bölümleri, oyun içinde oyun havasıyla başarıyla sergilenmekte. Dekor, kostümlere kıyasla biraz zayıf görünse de, özenle hazırlanmış danslar bu eksikliği fazlasıyla kapatıyor. Bir çocuk oyunu olarak süre bakımından uzun ve müziklerin çoğunluğu tempo olarak yavaş olsa da oyuncuların danslardaki, şarkılardaki üst düzey performansları ilgiyi canlı tutuyor. Büyükler için bile müzikallerin sayılı olduğu ülkemizde, çocuklar için müzikal sergilenmesi olumlu bir gelişme kuşkusuz. Çocuklara müziğin sadece bir eğlence öğesi değil aynı zamanda bir ifade aracı olabileceği gösterilebiliyor böylece. Dalin'in, ücretsiz olarak seyirciye ulaştırılan bir tiyatro oluşturma girişiminin diğer kuruluşlara ve markalara örnek teşkil etmesini ve bu tür desteklerin artmasını diliyorum© *İstanbul Üni. Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji 2.sınıf öğrencisi


> Üstün Akmen > ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

"Benim Tatlı Meleğim" Bu derginin tüm okurları tiyatronun, insana kişilik ve kimlik kazandıran en önemli sanat dallarından biri olduğunu elbette bilmektedir. İyi de, tiyatro salt büyüklere yönelik bir sanat faaliyeti değildir ki! Böyle olmadığına inanan kimi ödenekli tiyatrolar ve çok az sayıda özel tiyatro, ellerine kılıç-kalkan almadan bir savaşa katılıyorlar. Sahnelerinde çocuklar adına savaşıyorlar onlar. Kimileri de okulöncesiymiş, ilköğretim birinci kademeymiş, ikinci kademeymiş takmadan, aldırmadan sulusepken oyunlarla sömürüyorlar. Çocuğu yiyip bitiriyorlar. Çocuğun Sosyal ve Kültürel Gelişimi Çocuklar için saç ve vücut şampuanı, bebek yağı, kolonya, pudra, ıslak temizleme mendili, pişik kremi, banyo gereçleri gibi "müstahzaratın" üreticisi Dalin, çocukların saçlarının bakımı, kaba etlerinin pişmemesi, vücutlarının yumuşaklığı kadar sosyal ve kültürel gelişimlerinin de önemini kavramış. 2005 yılında bir ilke imza atarak İstanbul Terakki Vakfı Kültür Merkezi'nde Cumartesi ve Pazar günleri perde açan "Dalin Çocuk Tiyatrosu"nu kurmuşlardı, biliyordum. İlk oyunları "Çizmeli Kedi"yi dün gibi anımsıyorum.

Aslı Tülüoğlu'nun dekoru içinse söz etmemek kararındaydım ya, sıra Tülüoğlu'na geldiğinde arka panonun kötülüğüne değinmeden geçemeyeceğimi anladım. Işık tasarımı Yakup Çartık'a aitti ve mükemmeldi.

cy

a

Metin Arslan'ın Kuruma Katkısı "Çizmeli Kedi", çocuğun hayatında gerçekçi ve hayale dayanan oyunların iç içe olduğunu; çocuğun dış dünyadan etkilenme sonucunda, benzetme yeteneğini kullanarak canlandırma yaparken, imgesel dünyasının kattıklarıyla oyunlarını zenginleştirdiğini fevkalade gözlemleyen bir çocuk oyunu yazan-yönetmeniyle tanışma olanağı sağlamıştı bana. Çocuk, hayale dayalı oyunlarında, etrafında bulunan ve dikkatini çeken kimseleri "taklit" ediyor, kimi zaman cansız varlıkları canlıymış gibi tasarlamaktan hoşlanıyordu. Bunları, kendi çocuklarımda da gözlemlemiş, ancak yazamamıştım.

İşin Teknik Yanları Oyunu izlerken, Meltem Taşkıran'ın cıvıl-cıvıl müziğini ve şarkı sözlerini kutlanacak düzeyde buldum. İpek Değer'in koreografisi de öyle... Ümit Ünal'ın kostüm tasarımı da mükemmeldi. Hele kuş giysilerine bayıldım doğrusu. Tepeleri istavrozlu taçlar, her ne kadar "kral, kraliçe" dediğimizde aklımıza ilk gelen "taç" stiliyse de, Hıristiyanlığın simgesinin böyle bir müzikalde kullanılışım gereksiz, hatta oyunun anlatımını zedeler nitelikte bulduğumu itiraf etmeliyim. Tutuculuk adına değil, çocuğun özgür bilinci açısından...

Metin Arslan'ı bir anlamda kıskandım mı ne! O oyunun değerlendirmesine bir türlü zaman ayıramadım, yapamadım.

pe

"Sevgi, Ancak Hayal Gücüyle Yüklü Bir Kalpte Yaşar" Metin Arslan, "Benim Tatlı Meleğim" başlıklı müzikalinde, bu kere çocukluk hayallerinin içinde en sevdiği ve en çok korktuğunu çocuklarla paylaşmak istemiş, "Benim Tatlı Meleğim" de böylece sahne ışıklarına kavuşmuş. Metin Arslan, meğer insan olarak yeryüzünde var olmadan önce, kendisini sonsuz karanlıkta dünyaya gelmek için sırasını bekleyen küçücük bir nokta olarak bellemişmiş. Derken, şansının yüzüne güldüğüne ve dünya denilen, içinde yaşadığımız bu muhteşem gezegene geldiğini sanmış. Günü gelmiş, mutlu bir yaşamdan sonra öldüğüne ve ait olduğu o sonsuz karanlığa bir nokta olarak değil, bu kere bir yıldız olarak geri döndüğüne inanmış. Annesi de bir yıldızmış, babası da... Sonraları öğrenmiş ki, yıldızlar birbirlerine çok yakın görünseler de, esasında birbirlerine çok uzaktır. Yıldız olarak anacığından, babacığından uzakta yaşamak, işte o an küçük Metin'in yüreğini dağlamış. Gel zaman git zaman sonra, oturmuş bu müzikali yaratmış.

Nasıl Yönetmiş Metin Arslan, müzikali yönetmiş de... 12 yaşında Selim adında, içine kapanık kahramanımızın hayal dünyasına "Melek" ile birlikte yaptığı yolculukları ve bu sırada yaşadığı değişimi konu alan oyundaki "ebeveynler çocuklarına daha fazla zaman ayırmalıdır", "istenilince her zorluk aşılır, umutlara kavuşulur" ve benzeri masum iletileri, altlarını kabaca çizmeden, ustaca seyircisine ulaştırmayı becermiş. Sahne trafiği de, oyuncu yönetimi de mükemmel Arslan'ın. Kendisi, benimle inatlaşır ve: "İlle de eleştir beni Eyyy Eleştirmen Ağabey," derse, birinci perdedeki Nejat Kanter-Gülsüm Soydan'ın "Seni Sevene Dön Yüzünü" düetinden sonraki "black-out'u gereksiz ve çok uzun bulduğumu söylerim.

Oyunculuklar Gidip görürseniz mutlaka bana hak vereceksiniz, müzikalde Murat Eken, Onur Öztay, Nejat Kanter, Umut Kurt övünülecek oyunculuklar sergiliyorlar. Umut Kurt zaman zaman detone oluyor ya, neyse, "kadı kızı" meselesi... Kaan Erten, "Binbir Gece"deki gibi değil. Yani, Erten için: "Sözüm sana, sen anla," hikâyesi... Oyuncular Tiyatro Grubu'ndan tanıdığım bir diğer oyuncu olan Ayça Öztürk, özellikle "Çikititas"ı abartı tuzağına düşmeden pek güzel canlandırdı. Perihan Kurtoğlu, benim merceğim altındakilerden, "Karlar Kraliçesi" olarak yürekten kutluyorum onu. Sevi Algan, sevimliliği, danslardaki becerisi, ciddiyetiyle yine bir adım öne çıkıyor. Gülsüm Soydan, gerek "Melek"te, gerekse "Zarazulla"da fevkalade. Ve Alev Gürzap... Tiyatro aşkının somut örneğini görmek için, çocuğunuz için değil, kendiniz için, Alev Gürzap'ı izlemek şansını bir kez daha kullanmak için, gidin Dalin Çocuk Tiyatrosu'na alkışlayın onu derim. Alev Gürzap için başka da bir şey demem. Çocuğunuza İyilik Yapın. Bu Müzikale Götürün Bana sorarsanız, İstanbul'daysanız sadece çocuğunuz için değil, kendi zevkiniz için de, önümüzdeki ilk cumartesi ya da pazar günü varın gidin Dalin Çocuk Tiyatrosu'na. Alkış tutun tüm sanatçılara. Sonra da çocuğunuzla birlikte yanıt hazırlayın bakalım: "Hayat ne zaman güzel? Paylaşınca mı, anlaşınca mı, sevince mi?.. Neyi, kiminle, kimi mi? Sizce?©


Neden "Ormanda Şenlik Var"?

> Yasemin Doluel > jasemindoluel@mynet.com Oyunun Adı: Ormanda Şenlik Var Tiyatro: Kocaeli B.B. Şehir Tiyatroları Yazan-Yöneten: Melih Düzenli Sahne Tasarımı: Adnan Yılmaz Işık Tasarımı: Erol Dinçdemir Gölge-Kukla Tasarımı: Erdem Irmak Oyuncular: H. Fatih Sevdi, Erdem Irmak, S. Taylan Ertuğrul, Senem Akman.

Kocaeli Şehir Tiyatroları, bu sezon da repertuarında yer verdiği; Çocuk müzikali, Çocuk tiyatrosu ve Gölge oyunu ile çocukları tiyatro sahnelemesinin üç değişik tarzıyla buluşturuyor. Süleyman Demirel Kültür Merkezi sahnesinde sergilenen "Ormanda Şenlik Var" adlı oyunun yönetmenliğini Melih DÜZENLİ yapmış. Gösteri kırk beş dakika süren tek perdelik bir gölge oyunu ve provalar esnasında oyuncuların da katkılarıyla doğaçlama olarak ortaya çıkarılmış. Sahneye yerleştirilen gölge perdesi; orman görünümü verilmek için yapılan tasarımıyla sahne dekorunu kendi üzerinde barındırıyor. Perde, gerçekçi çizilen ağaç resimleriyle dört bölüme ayrılmış. Ağaçlar arasında kalan üç bölme, gölge tasvirlerin oynatıldığı alanları oluşturuyor. Seyirciye göre en solda kalan dördüncü bölmeyse el kuklası maymunun oynatıldığı, yeşilliklerle kamufle edilmiş bir pencere olarak düzenlenmiş. Gölge perdenin önüne yerleştirilen ve kenarlarına yapıştırılan yapay yeşil yapraklar, çalılar sahnede yansıtılmaya çalışılan orman görünümünü güçlendirmiş. Bu özenli düzenleme, perdeyi bir parça da olsa iki boyutluluktan kurtarmış. Adından da anlaşılacağı gibi, oyun ormanda ki hayvanların bir araya gelerek yapmaya çalıştıkları bir şenlik üzerine kurulmuş. Oyunun konusunun ve izleğinin tamamen bu olduğu söylenebilir.

pe

cy

a

Oyun, salon neredeyse karanlıkta bırakılarak başlıyor. Yüksek volümlü bir tamtam müziğine kurt ve baykuş sesleri eşlik ediyor. Bir anda, perdenin üzerinde oldukça gerçekçi görünen bir baykuş, parıldayan kırmızı gözleriyle beliriyor. Korku filmlerini aratmayan bir ortam yaratılıyor salonda. Doğal olarak, çocuklar bu esnada çığlık atıyorlar (!) Görevimiz tehlike filminin müziğiyle ortam aydınlanıyor ve el kuklası sahnede beliriyor. Maymun olduğu daha sonraki konuşmalardan anlaşılan bu kukla, seyirciyi selamlayarak ormanda ki hayvanların bir araya gelip yaptığı bir şenliği sunacağını söylüyor. Bu kuklanın dışında kullanılan tüm tipler gölge tasvir olarak yer alıyor.

kullandık." Bu tarz bir yaklaşım, oyunun sadece izleyici toplama kaygısı güdülerek yapıldığı düşüncesini akla getiriyor. Oyunda, herhangi bir mesaj iletmek ya da didaktik olmak gibi bir yaklaşım sergilenmesinden özellikle kaçınılmış. Bu yaklaşımla, sadece var olan durumu vererek de eleştirel bakış oluşturulabilirdi ama var olan durumun hiçbir karşıtlık yada yadırgatma olmadan bir şov gösterisi gibi sahneye konması oluşturulabilecek eleştirel bakışında ortadan kalkmasına neden olmuş. Oysa ki zaten medya kültürüyle hissizleştirilen, eleştirel bakış açısı törpülenen çocukların, en azından tiyatro gibi; onlara ulaşması daha kolay olan bir sanat dalının doğru kullanılmasıyla uyarılmaları gerekmiyor mu?

Koruma olan kurtların, anlamsız telsiz konuşmalarıyla başlayan gösteri, diğer hayvanların birbiriyle ilgisiz bir şekilde perdeye giriş çıkışlarıyla devam ediyor.. Bu hayvanlar arasında neler yok ki: Sabah jimnastiği yaparken yanındaki halıyla dolaşan kral aslan, İbrahim Tatlıses'i ve halı reklamlarına çıkan ünlüleri anımsatıyor. Birden sahnede beliren üç geyik, geyik muhabbeti yaptıklarının altını da çizerek klişe sözcük oyunlarıyla komiklik yaratmaya çalışıyorlar. Salon ve seyirci durumunu bildiren muhabir zürafa, danslı okul gösterilerini yapan kuşlar, davul zurna çalıp oynayan maymunlar, opera söyleyen gergedan hızlı bir akışla sahnede beliriyorlar. Tüm bunlardan sonra, yüksek volümlü bir müzik eşliğinde gölge perdeden; oyunda emeği geçen ekibin karikatür tarzı çizilmiş resimleri ve adlarının geçtiği bir jeneriğin gösterilmesiyle oyun birden bitiyor. Gösteriden anlaşıldığı kadarıyla amaç; çeşitli tarzlarda müzik dinletisi yaparken dans eden gölge tasvirlerle, çocukların pek de yabancı olmadığı klip havasını yaratmak.

Oyunun belirgin bir başı ve sonu olmamasının dışında göze batan en büyük aksaklık, bütünlük içermeyen hızlı akışı. Çocuklar kırk beş dakika boyunca, kahramanları hayvan gölge tasvirler olan bir televizyon müzik - eğlence programını tiyatro sahnesinde seyrediyorlar sanki. Yönetmen ve oyuncular bu duruma şöyle bir açıklama getiriyorlar; "Playstation oyunları ve popüler kültürle yetişen bir çocuğun ilgisini gölge perde üzerinde toplamak çok zor olacağından onların bildiği, sevdiği bir şeyi yani popüler kültürü

Farklı olanın çocuğa sunulması; "onların ilgisini çekmez" gibi bir ön yargıyla, sunulan gösterinin medya kültürüne benzetilmeye çalışılmasıyla ortadan kaldırılıyor. Tiyatro aracılığıyla; pekala didaktik olmadan, sadece doğru olanın gösterilmesi değil karşıtının da gösterilmesiyle çocuğun eleştirel bakış açısını yakalaması amaçlanıp doğruyu kendinin bulması sağlanabilir. Çocuğun, karşılaşmadığı veya farkında olmadığı birçok durumu sahnede görerek deneyimlemesi; tiyatro sahnesinin sağladığı birebir ilişki kurabilme, yabancılaştırma gibi tiyatro sanatının sahip olduğu olanaklarla sağlanabilir. İşte sözünü ettiğimiz bu olanaklar ya yanlış kullanılarak ya da (bu oyunda olduğu gibi) göz ardı edilerek boşa harcanıyor. Bir anlamda, çocuğun bu gösteriden alabildiği tek şey; değişik müziklere kulak aşinalığının oluşması. Oyunda karşımıza çıkan bir başka sorun dilin kullanımı ile ilgili. Her gün biraz daha dilimize yerleşen İngilizce sözcükler yadırgatmayacak şekilde bu oyunda da karşımıza çıkıyor. Öyle ki çocuklar "are you ready?" sorusuna doğal bir şekilde "evet" diyerek karşılık veriyorlar. Gösteri boyunca çocuklarla sahne arasında hiçbir bağlantı sağlanmıyor. Çocuklar bazen sahnedeki konuşmalara karışıp, laf atıyorlar ama herhangi bir tepki alamayınca bu çabalarından vazgeçip gösteriyi t.v. izlermiş gibi izlemeye devam ediyorlar. Çocuklara, tiyatro olmayan bir şeyi sunarak onları tiyatroya çekmeye çalışmak ne kadar doğru bir yaklaşımdır, tartışılır. 'Türkiye'de tiyatro seyircisi yok' yakınmaları, çocukların tiyatronun tadına vararak farklılığını anlamaları sayesinde, son bulabilir ancak. Ortaya çıkarılan gösterimde yönetmen ve oyuncuların istedikleri gibi elle tutulur hiçbir ileti bulunmuyor. Gösteri; kopuk, bağlantısız ve konusuz, sonuç olarak sabun köpüğü bir eğlence ortamı yaratmaktan öteye geçememiş bir oyun©


> Yeni Çocuk Oyunları

PİNOKYO

BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN

Tiyatro: Kocaeli B.B. Şehir Tiyatroları Yazan: Carlo Gollodi Yöneten: Veysel Sami Berikan

Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Turgut Denizer Yöneten: Levent Ulukut Sahne Tasarımı: Savaş Çevirel Giysi Tasarımı: Yıldız İpeklioğlu Işık Tasarımı: Mehmet Alacı Müzik: Levent Güray Oyuncular: Hülya Dilek Kural, Melek Çekmece, Çağatay Özçelik, Devrim Akaya, Ozan Uçar, Zeynep Çolakoğlu.

"Oyunda yalanları, tembellikleri ama en önemlisi sınırsız merakı ile çeşitli insanlarla tanışıp, her birinden bir şeyler öğrenen Pinokyo 'nun başından geçenler anlatılıyor." İletişim: 0262 311 59 00

YAŞASIN BARIŞ "Büyüyünce ne olacaksın? Bunu bilen ama aldırmayan büyüklere bir serzeniş. Aslında biz büyüklerin içinde kalmış meslekler vardır. İyi ki çocukları olmuş. 'E, büyüyünce ne olacaksın? Ben büyüdüm ama olamadım, keşke olabilseydim. Ama sen olabilirsin. İç sesi ile ne komiktir düştükleri durum. Koskoca bir Avukatın şarkıcı olma isteği ya da bir Doktorun Boksör olma isteği o anki mesleği ile nasıl uyuşabilir? " İletişim: 0232 489 0158

cy

a

Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Hasan Erkek Yöneten: M. Levent Niş Sahne Tasarımı: Şirin Dağtekin Giysi Tasarımı: Medine Yavuz Işık Tasarımı: İ. Önder Arık Müzik: Targan Berk Türe Oyuncular: Kerim Yağcı, Oğuz Utku Güneş, Ezgi Kepti, Nezihe Özcan, Tufan Öztürk, Aygün Tevfık Hiçyılmaz, Arda Öztürk, Aytuğ Civan, Doğan Şirin, Hasret Susur, Nurten Öner, Duygu Paracıkoğlu, Pınar Bekaroğlu, Tuğba Begde, Murat Okay. İletişim: 0212 292 39 00

HAYAT ETTİĞİM DÜNYA

pe

UÇAN ADAM

Tiyatro: Tiyatro Yeniden Yazan-Yöneten: Dersu Yavuz Altun Oyuncular: Çağlar Tüfekçi,Güray Yazıcı, Deniz Biber, Öze Solak, Neylan Özgüle, Nurdan Kalmağa.

"Senfoni Ülkesi'nin Kraliçesi ile Gümbürtü Ülkesi'nin kralı, her şeyin sahibi olmak için birbirleriyle yarışırlar. Bu yüzden ara sıra savaş bile çıkarırlar. Ülkelerine gelen bir adam, uçarak yaptığı olağanüstü bir gösteriyle gökyüzünü karartır ve isterlerse gökyüzündeki yıldızları onlara getirebileceğini söyler. İnsanlar artık bu adamın istediği her şeyi yapmak zorundadır..." İletişim: 0216 577 32 25

DÜNYA KAÇ BUCAK Tiyatro: BKM Oyuncuları Oyunlaştıran: Can Yılmaz Müzik: Özer Atik Sahne ve Giysi Tasarımı: Ayçin Tar Koreografı: Anadolu Ateşi "Sizinkiler Ailesi'nin uslu kızı Limon, yaramaz arkadaşı Zeytin, tüm aileyi birbirine bağlayan anne Çıtçıt ve evin tonton ve tembel babası Babişko, "Sizinkiler Ailesi'nin, evin küçük kızı Limon'un, dünya seyahati kazanmak için yarışmaya başvurmasıyla başlayan maceraları..." İletişim: 0212 236 1818

Tiyatro: Tiyatro Alkış Yazan-Yöneten: Oktay Şenol Kukla Yapım ve Tasarım: Alpay Ekler Sahne Tasarımı: İ. Ümit Erzurumlu Giysi Tasarımı: Kulis Müzik: Oktay Şenol Işık Tasarımı: Oktay Erdoğan Oyuncular: Okay Şenol, Burcu Saraçoğlu, Evren Alganatay, Funda Eryiğit, Bülent Aksu, Tan Güneş, Fuat Mete, Başak İleri, Oktay Şenol, Şahin Şeker.


Yeni Oyunlar < EŞEKLER ADASINDA İNSANLIK ARANIYOR Tiyatro: Tiyatro Simurg Yazan-Yöneten: Mehmet Esatoğlu Sahne Tasarımı: Timur Ölkebaş Dans Düzenini: Sibel Koçak Oyuncular: Hale Üstün, Aynur Diz,Timur Ölkebaş, Bilgesu Ataman, Neslihan Ümmetoğlu, Çağdaş Ataman, Gülyeter Korkmaz, Mehmet Esatoğlu. "Oyun, Kıbrıs sorununu farklı bir açıdan ele alıyor." İletişim: 0216 414 22 39

GÜNÜN ADAMI

Tiyatro: Bakırköy Belediye Tiyatroları Yazan: Haldun Taner Yöneten: Orhan Kemal Aydın Sahne-Giysi Tasarımı: Behlül Tor, Ayçın Tar Işık Tasarımı: Murat İpek Müzik: Tolga Çebi Oyuncular: Aytekin Özen, Didem Germen Aydın/ Yonca Cevher Yenel, Mert Asutay, Orhan K. Aydın, Emrah Eren, Nurhayat Atasoy, Ali Rıza Kubilay, Gülin Vaz, Füruzan Aydın, Ali Rıza Kubilay, Burak Dur, Önder Bulut, Fatih Koyunoğlu, Alican Yücesoy, Doğacan Taşpınar, Tugay Mercan, Ali Kil, Erdoğan Karlı, Ulaş Bakır, Muhammet Çakır. "Oyun, milletvekili adaylığı için politikacıların peşinde koştuğu bir profesörün hayatının nasıl kabusa dönüştüğünü ironik bir dille ele alır." İletişim: 0212 661 19 41

SEN OLMASAYDIN Tiyatro: E.S.E.K (Espri Standartları Enstitüsü Kurumu) Yazan: Uğur Uludağ Yöneten: Cem Özer Sahne Tasarımı: Hakan Yarkın Oyuncular: Nurgül Yeşilçay, Cem Özer "Birbirini değiştirmeye çalışan iki çiftin traji-komik öyküsü"

ÖTEKİ

cy a

İletişim: 0212 246 17 77

pe

Tiyatro: Öteki Hayatlar Yazan-Yöneten: H. Can Utku Sahne-Giysi Tasarımı: Murat Doğan Işık Tasarımı: Zeynep Seda Aksoy Oyuncular: Cihan Kılıç, Öznur Özçelik, Tonguç Dikme, Müge Erdoğmuş, Hasan Tahsin Hançer, Volkan Duranoğlu, Mustafa Eren, Murat Doğan, Ceyda Ulukaya, Zeynep Seda Aksoy, Deniz Hande Karaman, Gülçin Kaya, Gizem Sayin, Rengin Burhanoğlu.

"Bir pazar sabahı aynı apartmanın dört farklı dairesinde yaşanan birbirinden bağımsız dört ayrı öyküyü sahneye taşıyan oyun, izleyiciye ikili ilişkilerdeki üçüncü kişi faktörü üzerine dört çeşitleme sunmayı amaçlıyor. Bir anlamda oyun aynı temayı farklı açılardan ele almaya çalışan dört ayrı kısa oyundan oluşuyor. İlişkilerin sözde iki kişilik dünyası, bazen yakın bir arkadaş, bazen bir eski sevgili, bazen ölmüş bir eş, bazense bir anne tarafından üç kişilik hale getiriliyor." İletişim: 0212 245 13 14

GLADIATOR Tiyatro: Bahar Rehabilitasyon Tiyatrosu Uyarlayan: Fevzi ÖZYÜREK Yöneten: Fevzi ÖZYÜREK Dans Düzeni: Fevzi Özyürek-Nurdan Değirmenci Sahne Tasarımı: Ferdane Çavuşoğlu Işık Tasarımı: Tuncay Karaca Giysi Tasarımı: Tuğba Karakuş Oyuncular: Nimet Soyhan, Emrah İnce, Adem Atmaca, Murat Arık, Rukiye Sandemir, Oğuzhan Arslan, Osman Ünal, Ali Can Tayyar, Emrah İnce, Münire Ağıl, Fatma Ağıl, Ayfer Doğan, İkbal Gülşen, Rabia Eser, Merve Mahiroğlu, Halil Dörttepe, Recep Polat, Ayfer Bozdağ. İletişim: 0352 231 16 05

3. SAYFADAN KADIN HİKAYELERİ Tiyatro: Samsun Düşevi Oyuncuları Yazan: Ferda Kaynar, Hanife Küçükler, Ergül Atmaca, Bülent Sönmez, Mustafa Can, Metin Piyale,Bülent Göksal, Cem Kaynar Yöneten: Cem Kaynar Sahne-Işık Tasarımı: Ersoy Çelikpazu Giysi Tasarımı: Hayriye Yanar Müzik: Bülent Sönmez Oyuncular: Ferda Kaynar, Yekta Keçeli, Cem Kaynar, Kadir Arslan, Didem Mavituna. "... gazetelerdeki gerçek yaşam hikayelerden yola çıkarak olanı olduğu gibi gösterme gibi bir anlayışla sahnelenmiş olan yeni gerçekçi bir oyun. Şimdiye kadar kadın sorunlarını ele alan bir çok oyundan farklı bir anlatım tekniği ve kurgusu olan oyun Töre, Laz Kızı, Ana, Mahur Beste, Mahkum Kadın ve Gerdek adlı altı bölümden oluşuyor. Kadının toplum içerisinde maruz kalmış olduğu şiddete dair erkeğin nerede durduğu ve kimin gerçek özne olduğu üzerine ise oyunun söyleyecek çok şeyi var." İletişim: 0362 231 78 01


> Yeni Oyunlar

KRAL ABÜ Tiyatro: Değişim Atölyesi Oyuncuları Yazan: Alfred Jarry Uyarlayan: Müge Saut Süs Yöneten: Nevzat Süs, Bülent Erdoğan Müzik: Renan Bilek Işık Tasarımı: Uğur Atay Oyuncular: Nevzat Süs, Müge Saut Süs, Bülent Erdoğan, Uğur Atay, Uygar Cengiz, Can Yasin, Metin Gökcan, Seryal Koçer, Dinar Kahveci, Aslı Gültekin, Özkan Yıldız, Saadet Akdağ, Hülya Demirci. "Alfred Jarry Kral Übü oyununu kukla tiyatrosu olarak ve burjuvaziyi yeren, hiciv eden bir dille kaleme almıştır. Burjuvazinin açgözlülüğünü, canavarlığını, başındaki adamların yönetim biçimlerini taşlayan diliyle oyun bir çığır açmıştır. Değişim Atölyesi Oyuncuları oyunu günümüze uyarlarken, Emperyalizme, AB'ye, burjuvazinin politikalarına ve evrensel düşünülerek; başlara, başkanlara, yardakçılarına ve sisteme hizmet eden tüm çıkar ilişkilerine, aralarındaki iğrençliğe, açgözlülüklerine, yalan dolanlarına, savaşın kirli yüzüne yanıt veriyor " İletişim: 0216 414 22 39

VATAN KURTARAN ŞABAN Tiyatro: Ankara Ekin Tiyatrosu Yazan: Haldun Taner Yöneten: Semih Çelenk Sahne Tasarımı: Kenan Ürüt Işık Tasarımı: Osman Koçak Müzik: Kemal Günüç Dans Düzeni: İhsan Bengier Oyuncular: Bülent Yıldıran, Ö.Faruk Nas, Halil Esen, Hakan Güven, Kutlay Akbal, Murat Demirbaş, Damla Paksoy, Erkan Saraç, Arzu Yolgösteren

cy a

"Vatan Kurtaran Şaban siyasetin, kültür ve sanat hayatımızdaki gölgesini ve kültür-sanat hayatımızda yaşadığımız tuhaflıkları ele alan bir güldürü." İletişim: 0312 419 56 56

YALANCI ARANIYOR

pe

Tiyatro: Açıkça Tiyatro Topluluğu Yazan: Yazar Dimitri Psathas Çeviren: Panayot Abacı Yöneten: Sertaç Ayvaz Sahne Tasarımı: Yüksel Aşıkoğlu, Hasan Serkan Ayvaz Giysi Tasarımı: Ebru Güman Dans Düzeni: Tuğba Gemici Işık Tasarımı: Süreyya Karaduman, Zehra Bütün Müzik: Itır Zeren, Zeynep Kehaya Oyuncular: Merve Ateş, İsmail Can Törtop, Metin Sarıkaya, Itır Zeren, Hasan Serkan Ayvaz, Yüksel Aşıkoğlu, Dilek Türk, Enis Bulca, Ezgi Toz, Neşe Güven, Onur Kaplan

ARAP GECESİ Tiyatro: Stüdyo Drama Yazan: Roland Schimmelpfennig Yöneten: Cüneyt Karadurak Müzik: Serhat Ersöz Oyuncular: Onur Bayraktar, Melisa Doğu, Sarp Akaya, Rana Mamatlıoğlu, Cüneyt Karadurak.

"Yalan temasına tepe taklak bir açıdan bakan oyun, bir milletvekilinin kendi işlerini yürütebilmesi için görevlendireceği yalancıyı aramasıyla başlıyor. Yakışıklı ve yetenekli yalancı, önce işleri yoluna koyuyor sonra ise düzelttiği tüm işleri daha da karmaşık hale getiriyor." İletişim: 0216 418 16 46

SENİ SEVİYORUM

"Yeni kurulmuş sitenin bloklarından birinin yedinci katı. Güneş batmaya, dolunay yükselmeye başlar. Bir su sesi bütün blokta yankılanır. Dolunayın yükselmesiyle su sesi şarkı sesine dönüşür. Ve bir rüya, bir Arap rüyası başlar. Artık herkez kendi fantastik rüyasının içinde yaşamaya başlar. Rüyalar kimileri için bir kabus olmuştur. Arap Gecesi

Tiyatro: Tiyatrokare Yazan: William Douglas Home Çeviren: Filiz Ofluoğlu Yöneten: Ali Hürol Oyuncular: Sezai Aydın, Zeyno Günenç, Şencan Güleryüz, Gamze Özçelik, Fatma Murat. "Oyun, uzun bir evlilik hayatının ardından eşini terk etmeye hazırlanan bir kadının sevgi arayışlarını konu alıyor"

başlamıştır." İletişim: 0212 249 12 78

İletişim: 0212 21913 92


pe a

cy


KültürSanat/ Festival

cy

a

25. Uluslararası İstanbul Film Festivali

pe

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Akbank sponsorluğunda düzenlenen Uluslararası İstanbul Film Festivali 25. yılını kutluyor. Festival, 1-16 Nisan tarihlerini kapsıyor. İstanbullu sinemaseverleri dünya sinemasının önemli filmleriyle; özel gösterilerle, yıldız oyuncular ve usta yönetmenlere buluşturan İstanbul Film Festivali 25. yılına özel yenilikle seyircinin karşısına çıkıyor. İstanbul Film Festivali'nde bu yıl Fransız rüzgarı esiyor... Festivalde "2006 Fransız Yılı" teması çerçevesinde, festivalin onur konuklarından Isabelle Huppert'e adanmış 10 fılmlik özel bir bölüm yer alıyor. Bu yıl 219 filmin yer alacağı festivalin film gösterimleri; Beyoğlu'nda Emek, Atlas, Sinepop, Beyoğlu, Fransız Kültür Merkezi Ve İstanbul Modern sinemaları ile Kadıköy'de Rexx sinemasında gerçekleştirilecek.

Bu yıl filmlerin gösterim saatleri: 11.00-13.30-16.00-19.00 ve 21.30.

Geceyarısı Sineması gösterileri bu yıl yine devam edecek. Festival süresince her Cuma gecesi Beyoğlu Sineması'nda ve her Cumartesi gecesi Atlas Sineması'nda, saat 24.00'da bir film izleyicilere sunulacak. Festival programı; geçtiğimiz yıl belli başlı festivallere katılan övgü ve ödül almış, başarısını kanıtlamış yeni yapıtların yanı sıra, unutulmaz klasik filmler ve sinema tarihinin usta yönetmenlerinin başyapıtlarından seçmeler içeren 20 bölümde 200'den fazla filmle sinemaseverleri yine sinema salonlarında ağırlayacak. 42 ülkenin sinemalarından derlenen programda, belgeseller ve canlandırma sinemasının örneklerini yer alıyor.


KültürSanat / Festival

yıl izleyicilerin hafızasına kazınan, 24 film bir araya getirildi: Wong Kar Wai'nin 2046 (2005), Aki Kaurismaki'nin Kibritçi Kız / Match Factory Girl (1991), Wim Wenders'in Paris Texas (1985) Derek Jarman'ın Caravaggio ve Fabio Carpi'nin Basileus Dörtlüsü / The Basileus Quartet(1983) bu bölümde yer alan filmlerden bazıları. 25 Yılın Ödüllü Türk Filmleri İstanbul Film Festivali'nde 1985 yılından bu yana, Ulusal Yarışma'da "Yılın En İyi Türk Filmi" ödülünü alan Türk filmleri, özel bir bölümde izleyicilere yemden sunuluyor. 1985 yılında ödül kazanan Atıf Yılmaz'ın Bir Yudum Sevgi adlı filminden 2005 yılında En İyi Türk Filmi seçilen Ümit Ünal, Kudret Sabancı, Selim Demirdelen, Yücel Yolcu ve Ömür Atay'ın yönetmenliğini paylaştığı Anlat İstanbul'a kadar İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma'da birinci olan toplam 24 film yer alıyor.

cy a

Uluslararası İstanbul Film Festivali Sponsoru Akbank'ın Axess kart sahipleri, hafta içi gündüz seansları hariç tüm festival filmlerinin biletlerini % 20 indirimle alabilecekler. Bu yıl geçen yıl olduğu gibi BİR Film'in katkılarıyla, 2004'te festivalin en sevilen filmi seçilen "Yeniden Sev Beni / Reconstruction" İstanbul'daki 16 üniversitenin 17 kampüsünde festival öncesi, ücretsiz olarak öğrencilere gösterilecek. Festivalde ayrıca "Akbank Galaları" adlı özel bir bölüm de yer alıyor. Festival Jürileri Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin 25. yılında Uluslararası Altın Lâle yarışmasının jüri başkanlığını aralarında Cyrano de Bergerac da olan dönem filmlerinin başarılı Fransız yönetmeni Jean-Paul Rappeneau üstleniyor. Jürinin diğer üyeleri: La Rochelle Festivali yöneticisi Prune Engler, yönetmen Reha Erdem, Sight & Sound dergisi baş editörü Nick James, en son Munih filminde izlediğimiz İsrailli oyuncu Makram Khoury, İtalyan yazar Lidia Ravera ve oyuncu Işık Yenersu.

pe

Bu yıl 8 filmin yer aldığı Ulusal Yarışmanın jüri başkanlığını sanatçı Zuhal Olcay yapıyor. Yönetmen Reis Çelik, Venice Film Days Festivali'nin yöneticisi Giorgio Gosetti, yapımcı ve yardımcı yönetmen Leyla Özalp ve sinema eleştirmeni Daniela Sannwald jürinin diğer üyeleri.

25 Yılın Altın Filmleri İstanbul Film Festivali, 25. yılında, daha önceki yıllarda gösterilen filmlerden çok özel bir seçki oluşturdu. Bu bölümde, bugüne kadar festivalde gösterilen tüm filmler arasından seçilen ve gösterildiği

Afişlerle 25 Yıl Festivalin ilk yılından bugüne, özel bölümler, özel gösteriler ve festival için tasarlanmış tüm afişlerin bir arada sergileneceği "Afişlerle 25 Yıl" sergisi Fransız Kültür Merkezi'nde festival boyunca gezilebilecek. Festivalde Fransız Baharı Festivalde gerçekleşen "Fransız Baharı" adlı bölümde Fransız sinemasının en yeni ve en beğenilen 12 film yer alıyor. Usta yönetmen Bertrand Tavernier'in son filmi Kutsal Lola / Holy Lola, Fransız yönetmen Philippe Garrel'e Venedik Film Festivali'nde "En İyi Yönetmen Ödülü"nü kazandıran Sıradan Aşıklar / Regular


KültürSanat / Festival

Lovers ve Truva filminde oynadığı Helen rolüyle herkesin beğenisini toplayan güzel aktris Diane Kruger'ın başrolünü oynadığı Frankie bu bölümün önemli filmlerinden.

Yan Etkinlikler Uluslararası İstanbul Film Festivali düzenlediği Master Class ve söyleşilerle izleyicilere, sinema dünyasının önemli isimlerini kendi ağızlarından dinleme ve onlara soru sorma fırsatını da sunuyor. İtalyan sinemasının dehalarından biri olarak tanımlanan Vittorio De Seta, 9 Nisan Pazar günü saat 13.30'da İstanbul Modern Sinema'da sinemaseverlere bir master class verecek. Vittorio De Seta'ya 8 Nisan Cumartesi günü saat 16.00'da Atlas sinemasındaki 7 kısa metrajlı belgeselinin gösteriminden önce festivalin "Yaşam Boyu Başarı Ödülü" sunulacak.

pe cy

a

Yeni Bölümler Festivalin bu yılki sürpriz bölümlerinden biri de kadınlara ayrıldı. Kadınların sorunlarına dikkat çeken bu bölümde yer alan 7 film arasında Cannes Film Festivali'nde Özel Umut Ödülü'nü kazanan S. Pierre Yameogo'nun Kalk ve Karşı Dur / Delwende; Toronto Film Festivali'nin Açılış Filmi olan Deepa Mehta'nın Su / Water, Cannes'da Senaryo Ödülü'nün sahibi Karin Albou'nun Küçük Kudüs / Little Jerusalem ve geçtiğimiz Şubat ayında Berlin Film Festivali'nde Jafar Panahi'ye Gümüş Ayı ödülünü getiren Ofsayt / Offside adlı filmler önemli.

Eserleri Cafe del Mar gibi popüler chill-out albümlerine de dahil edilen, Vampirle Görüşme gibi filmlere müzik yapan İngiliz kardeşler In the Nursery bu kült filme kendi besteleriyle eşlik edecek. Gösterim, 11 Nisan Salı günü saat 19.00'da Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda gerçekleşecek.

Çocuklar için de özel bir bölüm bulunuyor: "Film Sende". Festivalde hafta sonlan İstanbul Modern ve Rexx sinemalarında sabah 11.00 seanslarında gösterilecek olan çocuk filmlerinden Markus Imboden'in Heidi'si bu çocuk klasiğinin uyarlamalarından biri; Köpek, General ve Kuşlar / The Dog, the General, and the Birdsözgürlüğün önemine vurgu yapıyor; Finlandiya'dan Pelikan Adam / Pelican Manhem keyifli hem öğretici; Kardeşim Köpek Oldu / My Brother Is a Dog2005 yılında Şikago Uluslararası Çocuk Filmleri Festivali'nde 'En İyi Film' ödülünü Pelikan Adam'la paylaşmış. Altı yaş üzeri çocuklar için uygun olan bu filmlere simültane Türkçe seslendirme yapılacak. 13 yaş üzerindeki izleyiciler için de Torun Lian'ın çok ödüllü filmi The Colour of Milk / Sütün Rengibu bölümde gösterilecek.

Her Gece Bir Akbank Galası İstanbul Film Festivali, festival boyunca hafta içi 21.30 seanslarında sinemaseverleri Emek Sineması'ndaki Akbank Galaları'na davet ediyor. 2002 yılında büyük tartışma yaratan Ararat filmlerinin yönetmeni Atom Egoyan'ın son filmi Gerçeğin Ötesinde / Where the Truth Lies, Postacı filmiyle tanıdığımız, 1984 adlı George Orwell uyarlamasıyla festivalin ilk Altın Lâle ödülünü kazanan usta yönetmen Michael Radford'ın son filmi bir Shakespeare uyarlaması Venedik Taciri / The Merchant of Venice festivalin en merakla beklenen gala filmlerinden biri olacak. İçinden Müzik Geçen Filmler Festivalin geleneksel "Canlı Müzik Eşliğinde Sessiz Filmler" bölümünün ilk filmi, 5 Nisan Çarşamba günü saat 19.00'da Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda gösterilecek olan Salome. Oscar Wilde'ın çok tartışılan aynı adlı oyunundan uyarlanan ve birçok kez sahneye konulan Salome, Alman piyanist Eunice Martins'in müziği eşliğinde gösterilecek. Festivalin ikinci özel gösterisi ise korku-fantezi türünün başlangıcını ilan eden Doktor Caligari'nin Odası / The Cabinet of Dr. Caligari.

Melbourne ve Avustralya Uluslararası Canlandırma Festivali'nin yönetmeni Malcolm Turner, bağımsız uluslararası canlandırma camiasında olan bitenleri 15 Nisan Cumartesi saat 16.00'da Akbank Sanat'ta düzenlenecek bir master class'ta tartışacak. Bilgi Üniversitesi İnsan Haklan Hukuku Araştırma Merkezi'nin İKSV ile işbirliği içinde, festivalin İnsan Hakları bölümünde gösterilecek olan Daniel Schweizer'in Beyaz Terör adlı filmin gösterimiyle birlikte düzenleyeceği panelde, "Bugünün dünyasındaki çokkültürlülük, azınlık ve çoğunluk politikaları bu tartışmanın neresinde yer alıyor? Avrupa'da yaygınlaşan, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı politikalarını, Avrupa'dan bakarak nasıl görüyoruz?" sorularının cevaplan aranacak. 7 Nisan Cuma günü saat 13.30'da Fransız Kültür Merkezi'nde yapılacak "Kadınlar, Şiddet Ve Sinema" başlıklı bir diğer söyleşi Melek Ulagay Taylan'ın yönettiği, ve Türkiye'de kadını "namus" kavramının odağına yerleştiren anlayışı sorgulayan Karanlıkta Diyaloglar adlı belgeselin gösterimiyle birlikte düzenlenecek. İstanbul Film Festivali bilet fiyatları tam 12 YTL; tüm seanslarda öğrenci ile 65 yaş ve üstü sinemaseverler için 7,50 YTL. Gala filmlerinin biletleri ise 15 YTL olarak satılacak. Festival boyunca, Hafta içi gündüz seansları (11.00-13.30 ve 16.00) 2,50 YTL. Fransız Kültür Merkezi'ndeki tüm seansların biletleri 2,50 YTL. Ayrıntılı bilgi ve iletişim: İstanbul Kültür Sanat Vakfı İstiklal Caddesi 146 Beyoğlu 34435 İstanbul 0212 334 07 00 www.iksv.org


cy a

pe


KültürSanat/ Festival SERGİ

Patlayıcı Fikirler Garanti Galeri, 13 Mayıs'a kadar İsrailli Grafik Tasarımcı Yossi Lemel'in, Patlayıcı Fikirler başlıklı sergisine ev sahipliği yapacak. Uluslararası yarışmalarda, toplumsal ve politik içerikli çalışmalarıyla pek çok ödül kazanan Lemel, özellikle afişlerinde İsrail-Filistin meselesini, Kosova'yı, Çernobil'i, Hiroşima'yı gündeme taşıyor. 1957 Kudüs doğumlu tasarımcı, Kudüs'teki Bezalel Sanat ve Tasarım Okulu'nda grafik tasarım öğrenimi gördü. Ariely Reklam Ajansı ve Wfd'de (Tel Aviv) sanat yönetmeni olarak çalıştı. 1986'da Yossi Lemel Tasarım Atölyesi'ni kurdu. 2001 yılından beri Tel Aviv'deki Lemel-Cohen reklam ajansının ortağı olarak çalışıyor. (0212 293 63 71)

KONSER

Elena Papandreou-İstanbul Oda Orkestrası Atinalı gitar sanatçısı Elena Papandreou 3 Nisan Pazartesi 20.00'da istanbul Oda Orkestrası ile Caddebostan Kültür Merkezi 'nde konser verecek. İlk konserini 15 yaşındayken veren Papandreu, üç uluslararası yarışmada birincilik ödülü kazandı. Papandreou birçok Avrupa ülkesinde ve Amerika 'da, Canada 'da, Brezilya 'da,

Marco Meloni

cy a

Venezuela'da, Puerto Rico'da ve Japonya'da performans göstermiş. (0216 556 98 00)

Meloni, üç yüzyıl öncesinin müziğiyle geleneksel müziğin, İtalyan ve İspanyol danslarının, barok gitar ile orjinal yorumunu Sardunya adasının havasıyla 6 Nisan Perşembe 20.00 'da Akbank Sanat Merkezi'nde. Sanatçı, müziğe çocukluğunda babası Celio ile klasik gitar çalışarak başlayıp, Istituto Magistrale di san Gavino 'da eğitimini tamamladıktan sonra kariyerini Paris 'te büyük

pe

üstad Javier Hinojosa ile uzun yıllar çalışarak sürdürmüş. (0216 556 98 00)

KONSER

Zeynep Casalini Tiyatro Kedi'de, 2005 yılında Ferhat

Göçer'le

başlayan

'Müzikli Çarşamba'lar Zeynep Casalini ile devam ediyor. Yeni albümü "Duvar" ile önemli bir dinleyici kitlesi yakalayan Zeynep Casalini ve orkestrası, 5 Nisan Çarşamba 21.00'da Profilo Kültür Merkezi'nde,

Tiyatro Kedi'nin

Küçük Şarkılar Bahçesi'nde. (0216 556 98 00)

KONSER

Balkan Renkleri Projede üç ayrı kemençe (Lyra, Gadulka ve Klasik kemençe) bir araya gelerek Balkan müziğinden renkler sunacak. Derya Türkan (Kemençe), Sokratis Sinopoulos (Kemençe ve Lavta), Georgi Petrov (Gadulka), Ross Daly (Lyra), Angel Dimitrov (Tanbura), Uğur Işık (Viyolonsel ve Bas Kemençe) Fahrettin Yarkın (Ritim), Ferruh Yarkın (Ritim). Konser, 7 Nisan Cuma 20.00'da CRR Konser Salonu'nda. (0216 556 98 00)


cy

pe a


KültürSanat Günlüğü SERGİ

Komşu Günlüğü: Suriye Fototrek Fotoğraf Merkezi, 21 Nisan'a kadar Murat Gür'ün "Komşu Günlüğü: Suriye" isimli fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyor. Toplam 26 fotoğraftan oluşan sergi, Fototrek Fotoğraf Merkezi'nde görülebilir. Murat Gür, sergi hakkında şunları söylüyor: "Bizim insanlarımıza bu kadar benzeyen, sıcak, samimi insanlar ülkesi, Suriye. İnsanların yakınlığı bize evimizde gibi hissettirdi ve bu halet-i ruhiye karelere de yansıdı." (0212 251 90 14)

KONSER

Ricardo Moyano-Erkan Oğur Arjantinli sanatçı Ricardo Moyano, Erkan Oğur ile aynı sahneyi paylaşıyor. Konser, 8 Nisan Cumartesi 20.00'da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi 'nde. Akademik çalışmalarını Madrid Kraliyet Konservatuarında Büyük Onur Ödülü ile tamamlayan Moyano, Arjantin, Fransa, Portekiz ve İspanya'da çeşitli yarışmalarda ödüller kazandı. Solistlik kariyerine paralel olarak konserler verdi ve farklı ülkelerde birçok müzisyenlerle kayıtlar yaptı. Sanatçı 2001 yılından bu yana

BALE

Don Kişot Balesi

cy a

Türkiye'de de çalışmalarını sürdürmekte. (0216 556 98 00)

Moskova Devlet Akademik Tiyatrosu Büyük Klasik Balesi, N. Kasatkina ve V. Vasilyov yönetiminde Don Kişot Balesi'yle 8 Nisan Cumartesi 21.00 ve 9 Nisan Pazar 21.00'da

pe

Türker İnanoğlu Maslak Show Center'da. Moskova'da doğan Natalya Kasatkina ve Vladimir Vasilyov, Bolşoy Tiyatrosu, Koreografi Okulundan mezun oldular ve elliliyetmişli yıllarda Bolşoy semalarının parlak yıldızları arasındaydılar. (0216 556 98 00)

KONSER

Akbank Oda Orkestrası

Cem Mansur yönetimindeki orkestra. 'Karanlığın içinden' başlıklı konseriyle 12 Nisan Çarşamba 20.00'da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde. Solist Chistian Blackshaw. Blackshaw, Mozart yılının önemli piyanistlerinden. Akbank Oda Orkestrası 'nın daha önce de konuğu olan sanatçı, bu yıl bestecinin bütün sonatlarından oluşan resital dizileri ve kayıtların yanısıra dünyanın önemli orkestralarıyla Mozart konçertoları çalmak için davetli. (0216 556 98 00)

KİTAP

Aşkın Sonu Cinayettir Yazan: Mine Söğüt Everest Yayınları / Söyleşi "insan gençken aşkın tanımını yapmayı düşünmüyor ki, yaşıyor sadece ve biraz aptalca... Aşkın tanımını yapmak için onu birkaç kez yaşamak, yaşın da kırka gelmesi gerekiyor galiba. Gençken derin sandığın duygular aslında epeyce yüzeysel... Olanakların sınırsız, vaktin sonsuz sanıyorsun... Daha doğrusu pek düşünmüyorsun, hayatın bir sürü son içerdiğini aklına getirmiyor sun..."


KültürSanat Günlüğü SERGİ

Çağdaşlar/1951 Mezunları Sergisi İş Sanat Kibele Galerisi, 29 Nisan tarihine kadar günümüz resminin beş önemli temsilcisini ilk kez bir dönem sergisinde izleyicilerle buluşturuyor. Şadan Bezeyiş, Adnan Çoker, Turan Erol, Abdurrahman Öztoprak ve Orhan Peker 'in seçkin yapıtlarının yer aldığı "Çağdaşlar I 1951 Mezunlar Sergisi"nde 117 özgün yapıt, sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nden 1951 'de mezun olan beş ressamın serginin projesini oluşturan ve küratörlüğünü üstlenen Gülseli İnal, Esra Bener'le birlikte iki yıllık bir hazırlık çalışması yapmış. (0212 316 00 00)

KONSER

Cem Küçümen-Tribio

KONSER

cy

Ayşe Tütüncü Üçlüsü

a

Küçümen 1956 yılında İstanbul'da doğdu. YTÜ Elektrik Mühendisliği bölümünü bitirdi. İlk gitar çalışmalarına Ertuğrul Şatıroğlu ile başladı. Oda müziği ve teori çalışmalarının ardından, 1979 yılında Şadi Ensari ve Önder Arık'ın katılımıyla İstanbul Gitar Üçlüsü'nü kurdu. Sanatçı, mezunu olduğu İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda öğretim görevlisi olarak gitar, oda müziği ve gitar edebiyatı derslerini vermektedir. Küçümen, 15 Nisan Cumartesi 19.30'da Tribio grubu ile Irmak Okulları Konser Salonu'nda. (0216 556 98 00)

Caz dünyasının Çeşitlemeler albümüyle tanıdığı ve bir yandan da 1995'te kurduğu PiyanoPerküsyon Grubu'yla çalışmalarını sürdüren Ayşe Tütüncü 2004'te yeni projesini hayata geçirdi: Ayşe Tütüncü Üçlüsü. Bu üçlüde yanında piyano-perküsyon projesinin içinde yıllardır birlikte çalıştığı iki müzisyen olan Oğuz Büyükberber ve Yahya Dai yer alıyor.

2004 Mart ayından bugüne seri konserler veren topluluk, geçtiğimiz yıl Panayır isimli albümünü

KONSER

pe

yayımladı. Konser, 26 Nisan Çarşamba 21.30'da Babylon sahnesinde. (0216 556 98 00)

Ayhan Sicimoğlu&Latin All Stars

Vurmalı çalgılar ustası Ayhan Sicimoğlu ve topluluğu Latin All Stars, dünya ritimlerini harmanladıkları performansıyla 27 Nisan Perşembe 21.30'da Babylon'da. Dünyanın dört bir yanından ezgiler biriktiren Sicimoğlu, Türkiye 'ye döndükten sonra İstanbul Latin All Stars'ı kurdu. Sicimoğlu önderliğindeki topluluğun konseri izleyicilerini bekliyor. (0216 556 98 00)

KONSER

Dub Pistols Soundsystem Big beat ve punk rock'ı buluşturan İngiliz topluluk Dub Pistols Soundsystem, 29 Nisan Cumartesi gecesi 23.00'da Babylon'da sahne alacak. 1980'lerin sonunda Londra club işletmeciliği yapan Barry Ashworth önderliğinde biraraya gelen gitarist John King ve Bill Borez ile Dub Pistols'ın temelleri atılmış oldu. Onlara yine 80'lere Malcolm Wax'in katılmasıyla çekirdek ekip tamamlanmıştı. (0216 556 98 00)


KültürSanat / Gezi

Veni Vidi Avrupa Birliği'ne Az Kala Sofya Genco Demirer

"Dayanın kardeşlerim bir yıl sonra Avrupa Birliği'ne girmiş olacağız o zaman kenti toparlarız" demiş sanki bir Sofya azizi. "Bırak dağınık kalsın be" felsefesinin sonuna kadar tüketildiği şehrin her santimetre karesinde gözünüze gözünüze kazılıyor.

Bunun dışında bir de bit pazarına gittim madalya peşine... Ama bit pazarı dedikleri normal pazar çıktı! Ortaçağ pazarı gibi açık et satılıyor, çürük meyveler, ciddi anlamda bir fakirlik hakim kente. Duvarlarda pavyon afişleri, pis sokaklar, çok eski otobüsler gerçekten şaşırtıcı. Müzeleri var sanırım ama göremedim. 2-3 tiyatro ilanı gördüm, ama kardeşim heves mi bıraktınız insanın içinde. Komik bir durum yani gecekondu gibi devlet binalarında Avrupa Birliği yıldızlan sallanıyor. İnsan gözünde büyütüyormuş be Sofya Sofya diye! Beğenmediğim nadir kentlerden birisi oldu. Tek faydası "Avrupa Birliği ne demek?" diye düşündürmesi oldu. Yiyelim kardeşler kokoreçimizi! Millet açık domuz eti satıyor da giriyor az boklu kokoreçin lafı mı olur...

pe

cy a

Geçtiğimiz ay Sofya'ya otobüsle gittim. Kapıkule'deki "indiregandi" hadisesinden sonra pek bir namuslu olmuşuz. Aynı dert Bulgar kardeşlerimizde de var. Onların sınırı da Avrupa Birliği uyum dalgaları gereğince İngilizler tarafından denetleniyor. 10 Euro'luk rüşvet inmiş 5 Euro'ya. İşte biz buna uyum diyoruz. Çok uzun ve sıkıcı olmayan bol bol köy manzaralı bir yolun sonunda sanıyorsunuz ki "ulan nefis bir kente çıkacam". Bu umut ile gördüğüm SOFYA yazısı ve hayal kırıklığı. Kent tek kelime ile dökülüyor. Fırsat bulursanız ne olur Avrupa Birliği'nden önce gidin görün şunu. Hani biz kasa kasa ne maymunluklar yapıyoruz ya işte o an sorabilirsiniz "niye?" deyu. Bir Türk otelinde kaldım. Daha otele girdim kapıda bavulları alan çocuk "Merhaba, kadın lazım mı?" dedi. Hoppala! "Eyvallah" dedim "Kardeşim evliyim. Çocuğum oluyor adı bile belli! Mir Demir. Ne kadını ya..." demek ne gerek diye girdim resepsiyon denen masaya. Aaa bir abla var masada, aman iyi derken abla da "Hoş geldiniz, eğlenmek isterseniz bilgimiz olsun" dedi. Eyvallah 2! Neyse kısaca Sofya'da otelde, casinoda, sergide, sokakta, barda tüm çalışanlar size kadın satmak için kendini paralıyor. Avrupa Birliği yararına yanlış anlamayın. Fiyatını merak edenlere 50 Euro bir saat, 150 Euro bütün gece. Yapmış değilim George diye bir adam Mc Donalds'ta kartını verdi ordan okumuştum ve bu abi görebileceğiniz en teknolojik pezevenkti sanırım, çünkü kadınları telefonundan göstermeye kalktı. Çüş artık derken sağ olsun bekar arkadaşlar kurtardı.

endekslenmiş. Pahalı markaların bulunduğu bir de alışveriş merkezi var camiinin arkasında ama paralan o kadar değersiz ki YTL olarak pahalı ne kelime. Eski mallar zaten.

Kentte zaten gezilecek bir iki meydan ve cadde var. Bir tanesi biraz İstiklal Caddesi'ne benziyor ama sadece benziyor. Avrupa Birliği'ne girince iyi para alacaklarmış o yüzden kente hiç bir yatırım yapılmıyor. Bundan beş yıl önce bir yenilenme kampanyası başlatılmış tarihi değer taşıyan binalar için ama sanırım AB olayı kesinleşince bu kampanya da durdurulmuş. Şu sıralar zaten yerel yönetim bu tip binalara ve yanında tüm diğer binalara çivi bile çaktırmıyorlar. İnanın insanın içi acıyor bir kentin kabukları dökülmüş çirkin yüzünü gördüğünde. Zaten yapılarda alışmadığımız bir askeri disiplin var bir de bunları makyajsız görmek üçüncü sayfa haberi gibi şaşırtırken midesini bulandırıyor insanın. Kentte Türkiye'li çok var. Bir sebeple gelmiş ve iş kurmuş. Bunun dışında zaten yerlisi olan bir Türk çoğunluğu var. Türkçeleri çok anlaşılmasa da fazlasıyla yardımsever, konuştukları zaman bana sadece rakı içmeyi anımsatan gülen insanlar bunlar. Ama bir kent eğer 3-4 saatte anlaşılabiliyorsa bir sorun var demektir. Taktım kafaya 2 yıl sonra tekrar gidecem bakacam acep toparlayacaklar mı kenti diye. Çünkü yaklaşık 10 yıldır sadece kumar ve kadın turizmine


a

cy

pe


a

pe cy


a

pe cy


cy a

pe


pe a

cy


pe a

cy


cy a

pe


a

cy

pe


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.