a
pe cy
A Y L I K
T İ Y A T R O
D E R G İ S İ
www.tiyatrodergisi.com.tr Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun, A. Ertugrul Timur, M u s t a f a Demirkanlı, Nihal Kuyumcu, Orhan Alkaya, Üstün A k m e n Yazı işleri Müdürü: Ebru Seyhan Koordinatör: Duygu Atay Tiyatro Eğitimi Editörü: Ali Taygun Çocuk Tiyatrosu Editörü: Nihal Kuyumcu Gençlik Tiyatrosu Editörü: A. Ertugrul Timur Ankara Temsilcisi: Figen Adıgüzel Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (gDGa) Fotoğraf Editörü: Gülay A y y ı l d ı z Y i ğ i t c a n (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. L e v e n t A r a l Baskı: Hat Baskı Sanatları T i y a t r o Yapım Yayıncılık Tic. ve San. L t d . Şti.: M u r a d i y e Deresi Sok. No:47/6 Beşiktaş İ s t a n b u l Telefon: ( 0 2 1 2 ) 2 5 9 2 1 2 4 Fax: ( 0 2 1 2 ) 3 2 7 8 6 2 9 e - p o s t a : e d i t o r @ t i y a t r o d e r g i s i . c o m . t r Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 Abonelik İçin: (0212) 259 21 24 - 259 34 98 • e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 60 YTL / Yurtdışı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. iş Bankası-Cihangir Şb. Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd. Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245 Yayın Türü: Yerel Süreli
Kapak Tasarımı: Genco Demirer (gDGa)
ANISINA: / S. 2
a
EDİTÖRDEN: / S. 3 HABERLER: S. 4
pe cy
DOSYA: Susmak, En Çok Sana Yakışmıyor / Nihat Alptekin / S. 6 FOTOĞRAFLARIN DİLİ: Oyunculuğumuzun Kutupyıldızı: Münir Özkul / S.
12
İNCELEME: "In-Yer-Face" ve DOT Örneği / Robert Schild / S. 15 TANITIM: Oyuncu Adaylarına İpuçları... / Ali Taygun / S. 18 ELEŞTİRİ: "Tartuffe" / Üstün Akmen / S. 24 ANISINA: Sanatımızın 40 Yıllık Emekçisi: Mehmet Akan / S. 26 TANITIM: "Barış" Temasıyla Yeniden Köprü / S. 30 AVRUPA TİYATROSU: "Toprakların Sonu" ve "Aure'lia'nm Oratoryosu" / Tilda Tezman / S. 35 THESPİS'İN DELİLERİ: Thespis'in Ruhu / Yusuf Eradam / S. 38 İZLENİM: Berlin Tiyatro Buluşmasının Ardından: İzlenimlerim / Nurkan Erpulat / S. 40 ÇOCUK TİYATROSU: Editör: Nihal Kuyumcu Çocuk Tiyatrosunda Sahne-Seyirci İlişkisi / Nihal Kuyumcu / S. 42 Dünya Çocukları Neler Seyrediyor: Cie Arrivano Dalmare Topluluğu - İtalya / 43 GENÇLİK TİYATROSU: Editör: A. Ertugrul Timur Gençlik Tiyatroları Dünyasında Neler Oluyor? / A. Ertugrul Timur / S. 44 Konuk Yazar: Locadan... Kuşbakışı! / Ahmet Önel / S.45 Söyleşi: Kanadalı Yönetmen Ailen Maclnnis: Gençlik Oyunları Yetişkinler İçindir de / Eda Atalay / S. 46 Dünya'dan Gençlik Tiyatroları: Avusturya Compagnie Smafu Topluluğu / Çev.: Ekin Kanoğlu/ S. 46 Söyleşi: "Salon Ödüllü" Lise Tiyatrosu: Burhan Felek Lisesi Tiyatro Topluluğu / Ceren Aşkın / S. 47 KÜLTÜR-SANAT AJANDASI: S. 49
> Yitirdiklerimiz Mehmet Akan Oyuncu, yazar, koreograf Mehmet Akan 8 Temmuz gecesi 22.15 sularında yaşamını yitirdi. Sanatçı için 11 Temmuz günü Taksim Sahnesi'nde bir tören düzenlendi. Akan'ın cenazesi, Şişli Camii'inde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. 1939 Urfa-Bilecik doğumlu sanatçı, Ortaokulu Bilecik'te liseyi Haydarpaşa Lisesi'nde okudu. Gerisini sanatçının ağzından aktaralım: "Çocukluğumdan beri tiyatroya meraklıydım. Ailemin bazı üyeleri benim tiyatrocu olmamı istememişlerdi. Hâlâ da yadırgarlar. Babam ölene kadar profesyonel olduğum halde üç-dört sene tiyatrocu olduğumu saklamışımdır. Teknik Üniversitesi Sanat Bölümü'nde tiyatroya başladım. O sırada 'Genç Oyuncularla tanıştım. İlk oyunları olan Ayyar Hamza'yı görür görmez çarpıldım. Ergun Köknar'ı buldum ve beni de aralarına almalarını söyledim." Akan, yazarlık, oyunculuk, koreografi, yönetmenlik çalışmalarına "Genç Oyuncular" topluluğunda başladı. Tiyatrocu kimliği bu toplulukta oluştu. Çalışmalarını Gülriz Sururi ve Engin Cezzar ile Ulvi Uraz tiyatrolarında sürdürdü. 1969'da beş arkadaşı ile birlikte Dostlar Tiyatrosu'nu kurdu. Uzun yıllar bu toplulukta çalıştı. Ayrıca Ankara Sanat Tiyatrosu ve İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda konuk oyunculuk ve yönetmenlik yaptı. 80'li yıllardan bu yana oyunculuğunu sinema ve televizyonda sürdürüyordu.
Mustafa Arslan
pe
cy a
İstanbul Şehir Tiyatroları sanatçısı Mustafa Arslan Ürgüp'te hayatını kaybetti. Arslan, bu sezon, kendi yazdığı "Bir Gül Kanar Gurbetten" adlı oyunda oynayacaktı. Arslan'ın cenazesi 13 Temmuz Perşembe günü Kilyos Merkez Camii'ndeki cenaze namazı sonrası, Kilyos Mezarlığı'na defnedildi. Arslan, 1955 yılında Tokat Reşadiye'de doğdu. 1966 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'na girdi. Görev aldığı oyunlardan bazıları şunlar: Ağrı Dağı Efsanesi, Aslolan Hayattır, Özgürlüğün Bedeli, İbiş'in Rüyası, Yedi Kocalı Hürmüz, Sarıpınar 1914, Gelin İle Kaynana bunlardan bazıları. Bir de yönettiği oyunlar var: İsmail Kaygusuz'un Silvanlı Kadınlar'ı; Ali Göçer'in "Bir Gece Bekçisi Daha"sı; Cengiz Aytmatov'un "Gün Uzar Yüzyıl Olur" adlı romanından "Gün Uzar Yüz Yıl Olur - Mankurt"u, Cahit Atay'ın "Sultan Gelin'i ve Nurhan Karadağ'ın "Tembel Memiş"i. Aynı zamanda dublaj yönetmenliği de yapan sanatçı, televizyon için çok sayıda projede çalıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda yönetim kurulu üyeliğinde bulunup, Genel Sanat Yönetmen yardımcılığı yaptı. Ağustos Böceği İle Karınca (1992 Akademi Kitabevi En İyi Çocuk Yazını Ödülü), Kuş Cenneti, Kargadan Çıktık Yola, Akıllı Köse, Oyuncağım Sevgi Olsun, Keloğlan'ın Fendi, Yuvasını Kaybeden Ayı ve Hoca Nasreddin isimli çocuk oyunları da bulunuyor.
Meral Taytuğlu
Ankara Devlet Tiyatro sanatçısı Meral Taytuğlu, 15 Temmuz günü Yozgat'tan Ankara'ya giderken Kırıkkale'nin Delice ilçesi yakınlarında geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Taytuğlu'nun cenazesi Ankara'da yapılan törenin ardından İzmir'de toprağa verildi.
Şener Ünal Devlet Tiyatroları Emekli Sanatçısı, Şener Ünal 19 Temmuz günü kalp yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti. Ünal'ın cenazesi 20 Temmuz Perşembe günü 12.00'de İzmir DT Konak Sahnesi'nde düzenlenen törenin ardından toprağa verildi. 1940 Yılında Bursa'da doğan Şener Ünal, Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nü bitirdikten sonra Devlet Tiyatroları ailesine katıldı. Önce Ankara DT kadrosunda görev yapan sanatçı, kısa bir zaman da Bursa DT'da çalıştı, ardından 1972 yılı başında İzmir Devlet Tiyatrosu kadrosuna katıldı ve 2005 yılında emekli oluncaya kadar aralıksız İzmir'de görev yaptı. İzmir Devlet Tiyatrosu'nda 50'den fazla oyunda görev alan Şener Ünal, evli ve iki çocuk babasıydı.
> Editör > Mustafa Demirkanlı > mdemirkanIi@tiyatrodergisi.com.tr
Yaprak dökümü hızlandı, art arda gelen haberlerle şaşkına dönüşüverdik... bir acıyı bitirmeden üstüne eklenen diğer acılarla sarsıldık. Mehmet Akan, yaptığı bir sürprizle aniden hastaneye yatıp ameliyat oldu. Ardından, kanama durdurulamadı, günlerce kan arandı... bulundu... ama Mehmet Abi'yi 8 Temmuz gecesi 22.15'de kaybettik. Mehmet Abi'yi 11 Temmuz'da Taksim Sahnesi'nden büyük bir sevgi seli ile uğurladık ve ardından Mustafa Arslan'ın oyun yönetmek için gittiği Ürgüp'te kalbine yenildiği haberiyle karşılaştık. Mustafa Arslan 13 Temmuz'da Kilyos'da bizlere son kez el salladı. İki gün geçmedi ki, Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncusu Meral Taytuğlu'nun trafik canavarına yenik düştüğü haberi geldi. Gencecik yaşında aramızdan ayrılmıştı Meral de. Ankara'da yapılan törenin ardından İzmir'de uğurlanan Meral Taytuğlu'dan iki gün sonra da, 19 Temmuz'da D.T'ları emekli sanatçısı Şener Ünal kalbine yenildi. Art arda gelen ölüm haberleri bu kez gerçekten çok oldu. Editör yazımı bitirdim (28 Temmuz), sayfaya yerleştirdim, CD'ye kaydederken, mail'lerime bakayım dedim... Tiyatrokeyfi.com'dan gelen iletide aynen şöyle yazıyordu: "Türk tiyatrosu, büyük oyuncularından birini, Baykal Saran'ı tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi'nde bu sabah yitirdi. Devlet Tiyatrosu ailesi, sanatçısını yarın sabah Büyük Tiyatro'da yapacağı törenle uğurluyor." Hakikaten çok oldu ama... ***
a
Yıllardır niyetlendiğimiz ama bir türlü beceremediğimiz Münir Özkul dosyasına Sevgili Nihat Alptekin el attı ve kapsamlı bir Münir Özkul portresi oluşturdu. İKSV Tiyatro Festivali 2006 Onur Ödülü sahibi Münir Özkul'u biz de bu minik katkıyla kutlamış olduk.
pe cy
***
Yayın Kurulu üyemiz Ali Taygun, ek bir görevi daha üstlenerek "Tiyatro Eğitimi" editörlüğünü üstlendi. Sezonla birlikte tiyatro eğitimi her boyutu ile tartışılacak, kaynaklar incelenecek, karşılaştırmalı dosyalarla önemli bir eksiğimiz daha tamamlanmış olacak. Ancak, sezonu beklemeden bu sayıda konservatuar sınavlarına girecek gençler için, olağanüstü bir dosya hazırladı, umarım sınava girecek her genç bir biçimde bu dosyaya ulaşır ve okur. Mutlaka okumalılar diye düşünüyorum... Dergi yayımlandıktan sonra, bu dosyayı internet portalımızda da yayımlayacağız.
***
İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun artık gelenekselleşmeye başlayan "İstanbul-Mekan-Tiyatro Festivali" bu yıl 3. kez gerçekleşiyor. Bu yılın teması "Barışa Yeniden Köprü" adını taşıyor. Yaşadığımız dahşet dolu günlerde çok anlamlı bir Festival olacağını düşünüyorum. Her yıl olduğu gibi bu yıl da ücretsiz izlenecek olan oyunları şu mekanlarda izleyeceğiz: Tarihi Galata Köprüsü, Ihlamur Kasrı, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, Beylerbeyi Sarayı, Sultanahmet Meydanı ve Taksim Meydanı.
*** Sıcak havaların, nispeten serin akşamlarında yine tiyatro dolu İstanbul akşamlarında hepinize iyi seyirler diler, Eylül ayında buluşana dek sevgilerimi sunarım .
> Haberler OYÇED Kuruldu Bir süre önce Tiyatro Yazarları Derneği'nden istifa eden oyun yazarı ve çevirmenleri, Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği (OYÇED)'i kurdu. Bilgin Adalı, Aytül Akal, Dersu Yavuz Altun, Sadık Aslankara, Yalçın Baykul, Cuma Boynukara, Yard. Doç. Dr. Sema Göktaş, Yard. Doç. Dr. Erbil Göktaş, Bilgesu Erenus, Doç. Dr. Hasan Erkek, Turgay Nar, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Doç. Dr. Nurhan Tekerek, Fikret Terzi, Yılmaz Onay, Cengiz Özek, Haşmet Zeybek gibi isimlerin yer aldığı derneğin başkanlığına Özdemir Nutku getirildi.
pe cy
a
Derneğin kuruluş bildirisi şöyle: "60'ın üzerinde oyun yazarı ve çevirmen, bir araya gelerek, oyun yazarları ve çevirmenlerinin haklarını koruyacak, oyun yazarlığımızı ve çevirmenliğimizi geliştirmeye ve tanıtmaya yardımcı olacak, tiyatromuza yeni bir ivme kazandıracak olan 'Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği'ni (OYÇED) kurdular. Tiyatromuzun kalitesinin yükseltilmesine, tiyatroda demokrasi kültürünün, çağdaş değerlerin yerleştirilmesine ve tiyatromuzun bir atılım içine girmesine katkıda bulunmayı amaçlayan derneğin kurucular kurulunda, (alfabetik sıraya göre) Bilgin Adalı, Aytül Akal, Dersu Yavuz Altun, Sadık Aslankara, Yalçın Baykul, Cuma Boynukara, Yard. Doç. Dr. Sema Göktaş, Yard. Doç. Dr. Erbil Göktaş, Bilgesu Erenus, Doç. Dr. Hasan Erkek, Turgay Nar, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Doç. Dr. Nurhan Tekerek, Fikret Terzi, Yılmaz Onay, Cengiz Özek ve Haşmet Zeybek yer aldı. 13.07.2006 tarihinde kurulan, derneğin geçici yönetim kurulunda ise, şu isimler görev üstlendi. Prof. Dr. Özdemir Nutku (Başkan), Doç. Dr. Hasan Erkek (2. Başkan), Dersu Yavuz Altun (Genel Sekreter), Cengiz Özek (Sayman), Bilgesu Erenus (Üye), Haşmet Zeybek (Üye), Fikret Terzi (Üye). Merkezi İstanbul'da bulunan, kısa sürede örgütlenme çalışmalarını tamamlayarak, 29 Ekim 2006 tarihinde ilk genel kurulunu yapmayı planlayan OYÇED, başka kentlerde de şubeler açmayı ve temsilcilikler bulundurmayı amaçlamaktadır."
Tiyatro Oyunevi 10. Yılında Sahnesiz Kaldı Tarlabaşı Bulvarın'daki İSM 2.katta çalışmalarını sürdüren Tiyatro Oyunevi, tüm binanın tahliye edilmesi nedeniyle, provalarını yaptığı ve oyunlarım sahnelediği mekanı boşaltmak zorunda kaldı. Prova çalışmalarını sürdürebilmek ve yılların birikimi dekor, kostüm gibi malzemelerini depolayabileceği mekan arayışını sürdüren Tiyatro Oyunevi sahnesiz kaldı. Tiyatro ile iletişim: 0212 251 60 60 mahir@tiyatrooyunevi.com
"Filistin Yarına" Tiyatro Şenliğine Engelleme Tiyatro Hayali'nin Ümraniye'de düzenleyeceği, "Filistinli Çocuklar Yararına Çocuk Şenliği", Ümraniye Kültür ve Sosyal işler Müdürlüğü tarafından, gerçekleşmesine iki gün kala engellendi. Tiyatro, 22-23 Temmuz tarihleri arasında yapılması planlanan ve İnsani Yardımlaşma Vakfi'nın da desteklediği şenlik için İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Kaymakamlık'tan izin alındığını Ümraniye Kültür Merkezi'nin de rezerve edilmiş olduğunu açıkladı. Açıklamada, Ümraniye Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Faysal Şansi'nin, "Filistin olayının siyasi bir olay olduğu ve başımızın ağrıyabileceği anlamına gelen" bir açıklama ile etkinliği iptal ettiği belirtildi. Açıklamada şöyle denildi: "Mağduriyetimiz, bu etkinliğin duyurularının yapılmış olması ve biletlerinin satılmış olması dolayısı ile çok büyüktür. Ayrıca yapılan engelleme amacımızın masumiyeti ve güzelliğini bozmaktadır. Ümraniye Kültür ve Sosyal işler Müdürü Sayın Faysal Şansi'nin bu müdahalesini Tiyatro Hayali olarak şiddetle kınıyoruz."
> Haberler Efes Antik Tiyatro Restore Ediliyor İzmir'in Selçuk ilçesinde bulunan Efes Antik Tiyatrosu, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Efes Kazıları Başkanlığı ile Selçuk Belediye Başkanlığı arasında imzalanan işbirliği protokolü çerçevesinde restore ediecek. Yirmi dört bin kişi kapasiteli Antik Tiyatronun restorasyonu için geçtiğimiz yıl harekete geçen Selçuk Belediyesi, beş ila 7 trilyonluk restorasyon bedelini karşılıyor. Belediye Başkanı H.Vefa Ülgür konu ile ilgili, "Selçuk Belediyesi olarak kültür varlıklarımızın korunması için ilk kez bu boyutta bir görev üstleniyoruz. Selçuklular
pe cy a
olarak ortak irademiz tarım ve turizm ile gelişmektir. Temel görevimiz ise
ilçemizde bulunan kültür
varlıklarını koruyup gelecek nesillere teslim etmektir. Bu anlayışla Efes Antik
Tiyatrosunu gelecek nesillere korunmuş bir şekilde
bırakabilmemiz için elden
geçirilmesine tüm gücümüzle maddi ve manevi destek
vereceğiz." diye konuştu.
DT, Avrupa Tiyatroları Konvansiyonu Toplantısındaydı Devlet Tiyatroları, 23-25 Haziran 2006 tarihleri arasında Almanya'nın Wiesbaden şehrinde düzenlenen Avrupa Tiyatroları Konvansiyonu (Europen Theatre Convention- E.T.C.) toplantısına katıldı. Yirmi bir Avrupa ülkesinden, otuz tiyatro grubunun üye olduğu E.T.C, Avrupa Birliği'nin ve Avrupa'nın diğer ülkelerinin önde gelen tiyatrolarının bir araya gelerek sanatsal işbirliği yaptıkları bir topluluk. DT toplantıya katılarak E.T.C.'ye katılımcı üye oldu. Topluluk üyesi ülkeler, karşılıklı olarak oyuncu, teknik ekip, prodüksiyon anlamında değişim yapabiliyor. Değişimler, E.T.C. ve Avrupa Birliği bütçesinden karşılanıyor. DT yetkilileri, toplantıda değişik ülkelerin üst düzey festivallerinden davetler aldıklarını açıkladı.
Mersin Belde Şenlikleri'nde 'Bir Şehnaz Oyun' Mersin Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun ikincisini düzenlediği "Belde Şenlikleri" kapsamında, sahnelenen Turgut Özakman'ın "Bir Şehnaz Oyun"u Mersin'e bağlı beldelerde beğeniyle karşılanıyor. Tamer Güven'in yönettiği oyun, 12 Ağustos'a kadar bölgede turnelerle sahnelenecek.
pe cy
a
Susmak, En Çok Sana Yakışmıyor...
> Nihat Alptekin > nihatalptekin@yahoo.com
15.Uluslararası Tiyatro Festivalinin Onur Ödüllerinden birinin Üstad Münir Özkul'a verileceğini öğrendiğimde heyecanlandım ve sevindim. Sevindim çünkü, -onunla bin bir hayatın içine girenseyircisi O'nun hâlâ hayatta olduğunu bu ödül vesilesiyle öğrenmiş oldu. Festivalin açılış gecesinde Onur Ödülü'nü üstadın yerine başkasının alacağını düşünürken birden bire sonsuzluğa bakan gözleri ve yorgun vücudu ile sahneye çıkması salondaki herkeste bir duygu patlamasına yol açtı. Tiyatro sanatına verdiği emeğe saygıdan ve geç kalmış bir ödülü alıyor olmasının mahcubiyeti ile dakikalarca alkışlandı. Ve o her zamanki mahcubiyeti ile yalnızca "çok teşekkür ederim" diyebildi. Onun bu kısa süren teşekkürüne biz salondakiler hiçbir şey diyemedik. Yalnızca alkışladık ve sustuk, sustuk...
Münir Özkul, 1968'de Arena Tiyatrosu'nda sahnelenen "Kanlı Nigar" oyununda 'Abdi' rolüyle sahneye çıkmış, bu rolüyle İsmail Dümbüllü'den kavuğu almıştı. Ben de on yıl önce, bir amatör tiyatro grubunda sahnen "Kanlı Nigar"da 'Abdi'yi oynadım. İlk oyunlarda selama Münir Özkul üstadın fotoğrafı ile çıkıyorduk ve bütün salon ayağa kalkıyordu. Bu ilgi hepimizi şaşırtıyor gözlerimizi yaşlandırıyor ve böyle bir sevgiye imrendiriyordu. Belki de bu ülkede onlarca oyuncu, onun gibi oynamayı ve ona gösterilen saygıyı görmeyi hayal etti ama hep hayallerde kaldı.
Dergimizin 61. sayısında, Münir Özkul'u 45. sanat yılı dolayısıyla konuk etmişiz. Yüz yedi sayı sonra, üstad yeniden konuğu oluyor bu sayfaların. Bu dosyayı hazırlarken, arkadaşlarının ve izleyicilerinin Sayın Özkul hakkındaki görüşlerinin yanı sıra Dost Yayınları'ndan çıkmış Kurtuluş Özyazıcı imzası taşıyan "Münir Özkul Kitabı Aktör Dediğin Nedir ki" isimli kitaptan da yararlandık. Münir Özkul ile, en azından fotoraflarını çekmek için bir araya gelme çabamız ise karşılıksız kaldı. Yazıları okurken, Usta ile uzun yıllar birlikte olmuş iki ismin görüşlerinin eksikliğini hissedeceğinizi biliyoruz; Erol Günaydın ve Ferhan Şensoy. Erol Günaydın rahatsızlığı nedeniyle, Ferhan Şensoy ise yoğun turne programı dolayısıyla görüşlerini iletemedi. Tiyatro... Tiyatro...'daki arkadaşlarım, Ağustos sayısına Münir Özkul ile ilgili bir dosya düşündüklerini ve bu dosyayı hazırlayıp hazırlayamayacağımı sorduklarında oldukça heyecanlandım. Üstadın hayatına biraz daha yakından bakacak, hayatım boyunca hayran olduğum bu insanı ona yakın kişilerden dinleyecektim. Aklıma, genç oyun
.... Hayatta da oyunculukta da yalnız duygularımın peşimden gittim. İlk piyesi ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. Bakırköy'de Miltiadi'nin bahçesinde olacak. Naşit-DümbüllüKarakaş karışımı bir şeyler var aklımda. Özellikle Naşit'i hatırlıyorum. Oyun neydi onu da bilemeyeceğim şimdi. Onları uzaktan görmek bile yeterdi bana. Belki benim bu mesleği seçmem çocukluğumdan, çocukluktaki korkulurdan intikam alma isteğidir... Ulusal tiyatro dediğin halka dönük bir şeyler alan, halka bir şeyler veren bir tiyatro, edebiyatla iç içe girmiş bir durumda. Hatta edebiyatın bir kolu olmuş da denebilir buna. Ulusal tiyatro deyince, özellikle yazar sorunu ortaya çıkıyor. Geleneksel tiyatronun en büyük eksiği yazarsız oluşu. Yazar olmaması giderek bu tiyatronun kısırlaşmasına yol açmış. Tiyatronun içinden yetişmiş ya da her an o havanın içinde bir yazar olmalı. Geleneksel tiyatronun ulusal Türk tiyatrosuna katkısı iki türlü gelişir kanısındayım. Bir yandan gerek oyuncuyu gerek seyirciyi alıştırma amacıyla ortaoyunlan aynen oynanmalı, bu bir çeşit deneme sahnesi düzeninde olabilir. Öte yandan da bu tiyatro ögelerinden yararlanıp bugünkü birikim içinde bir öz ve biçim aşamasına gidilebilir. Tiyatronun bugün içinde bulunduğu keşmekeşe gelince, bu durum tiyatro enflasyonu bitene dek sürecek. Esasen ülkenin genel görünümü de bundan farklı değil. Politikada, sanatta, edebiyatta, yaşantıda bir çalkantı, bir keşmekeş görülüyor. Sadece tiyatroya özgü bir durum değil bu. Toplumun temel düzeninde kapsamlı ve radikal bir değişim olmadıkça, diğer alanlarda olduğu gibi, tiyatroda da bir değişime, bir aşama bir gelişme beklenemez. Daha özgür davranış olanağı var diye tanımladığımız özel tiyatrolara bakalım. Bir oyuncu ağzına geldiği gibi, dilediği gibi konuşamadığı sürece özel tiyatronun varlığından da, yararından da söz edilemez. Bu düzende tiyatro sahipleri de, oyuncular da, en az bir bakan kadar çaresizdirler. Bütün bu nedenler yüzünden de tiyatro giderek halktan kopmuştur. Televizyon çok ilginç, tiyatro, sinema, televizyon diye bir ayrım yapmak gerekir. Bu durumda diğerlerinden farklı kendine özgü bir anlatım tarzı olan yeni bir temaşa türü çıkıyor ortaya. Televizyonda hem tiyatro var hem sinema. Yani tiyatro, televizyon anlatımından yararlanabilir. Televizyon takdimcileri usta birer Pişekar durumunda dış ülkelerde. Geleneksel tiyatronun en belirgin özelliklerinden biri "ibret" tiyatrosu oluşudur, sahnede hiçbir şeyi idealize ederek seyircinin onu örnek almasını bekleyemezsiniz. Tersine oyunda hep "Siz bu duruma gelmeyin" örneklemesi vardır. Bir bakıma geleneksel tiyatro düzene uymayan insanların oyunu, bu tavır televizyon anlatımıyla birleştirilirse ortaya çarpıcı bir sonuç çıkar sanırım..
pe cy a
Kendi Ağzından
yazarımızdan Yiğit Sertdemir'in geçtiğimiz yıl dergimizin web sitesinde yayımlanan yazısı geldi: "Sen ki; insanı insana insanla anlatan sanattaki, ortak ve tek insandın bizim için. İnandık sana. İnsan olmaya, insan kalmaya yemin ettirircesine peşinden sürükledin bizleri. Hiç konuşmamıştık aramızda ama biliyorduk bu hevesin bize senden geçtiğini. İstiyorduk ki, günü gelince bir yeni yetme sevdalı da bizi izlerken, gözünden yaşlar dökülsün taze terlemiş bıyıklarına; babalar utanarak çocuklarından, sigara içme bahanesiyle balkona çıkıp hüngür hüngür ağlasın. Tüm bu gözyaşlarını basit bir duygu sömürüsü ile değil, senin gibi insanlığımızı hatırlatıp da kendimizden utandığımız için döktürebilmek istiyorduk. Eve henüz kapanmamış paytak çocuklar sokakta misket oynarken bizi de taklit etsinler istiyorduk, bizim seni taklit ettiğimiz gibi. İnsan olmak istiyorduk Yaşar Usta senin gibi, her şeye rağmen insan kalabilmek istiyorduk... Ama olmadı.." Münir Özkul ve Mümir Özkul'lar için kaleme almıştı Yiğit bu yazıyı. Ben de bir şeyler topladım Üstad hakkında, yardımını esirgemeyen herkese teşekkür ederim©
Ocak 1972, Tiyatro 72 Dergisi, Seçkin Selvi'nin, Münir Özkul'la yaptığı söyleşiden alınmıştır.
Sahne Işıkları
a
Güner Özkul
pe cy
Şakir Eczacıbaşı, tiyatro festivalinin açılış töreninde babama onur ödülü verileceğini söylemek için aradığında, babamın son zamanlarda alışıldığı üzere törene gidemeyeceğini düşünmüştüm. Şakir Bey de öyle düşünmüş olmalı ki, benim babam adına ödülü alıp alamayacağımı sormak için aramış. Tabii ki alırdım, ama bir süre sonra planlar yapmaya başladım. Belki de babamı oraya götürebilirdim, neden olmasındı? Ben zaten gidecektim, eğer babam gelirse sahnede ona yardım edebilirdim. Zaten yüzüne ışığı alınca yürüyüşü bile değişirdi. Işığı nasıl alacağını bilmek... Belki de oyunculuğun yansı... Peki babamı sahnede bu kadar büyük yapan neydi? ...akışkanlık? ...zarafet?... yumuşaklık? ...hepsi?
Soyut Padişah'ta Ferhan Abi'nin babam için yazdığı skeçlerden biri de iskeletini çaldırmış bir adam üzerineydi. Babamı tarif etmemi isteseler hep kemiksiz olduğunu düşünürdüm, ellerinin uçuşan meleklere benzediğini söylerdim. Babam için yazılmış bundan daha uygun bir karakter olabilir miydi? Evet; Tomas Fasülyeciyan da mükemmel bir karakterdi, ama babam o role çalıştı, onu yeniden yarattı. Oysa iskeleti çalınana adam, sanki onun üzerine dikilmiş bir ceket gibiydi. Babam üzerinde beyaz bir entari ve kafasında kukuletasıyla, bir duş ışığının altında iskeletinin nasıl çalındığını anlatırken, insanüstü bir varlık bibi görünüyordu. O ne biçim bir dalgalanmadır durmaksızın! Panik halinde kesik kesik iskeletinin nasıl çalındığım anlatıyor, vücudu ise bir bilgisayar animasyonu gibi sonsuz bir devinimle şekilden şekile giriyor, bir El Greco figürü ile Marc Chagall figürü arasında gidip geliyordu. Babamı sahnede düşündüğümde, ister istemez büyük ressamların başyapıtları gelir aklıma. Sinemada, özellikle Arzu Film- aile filmleri döneminde canlandırdığı karakterler, insanların "herkesin babası Münir Özkul", "halk adamı Münir Özkul", "star değil, ulaşılabilir, bizden biri Münir Özkul" gibi düşüncelere kapılmalarına olanak tanırken, sahnedeki
adam bambaşkadır, çünkü orada insanüstü bir şey haline gelir. Hiçbir şey onu durduramaz. Dönüşür de dönüşür, yardım eder, rol çalar, merhametlidir, acımasızdır, megalomandır, aşağılık kompleksi vardır, ...dünyanın bütün çelişkilerini aynı anda üzerinde taşıyan adamdır. Tiyatronun en hüzünlü yanlarından biri de; üretilirken aynı zamanda tüketiliyor olmasıdır. Her şey bir kerelik, o ana mahsustur. Babamın filmleri televizyon kanallarında dönüp duracak, genci, yaşlısı, yobazı, ülkücüsü, devrimcisi o filmleri aynı sevecenlikle ve kendileriyle özdeşleştirerek seyredecek. Eğer ben birine, "sen benim babamın kim olduğunu biliyor musun?" diye soracak olsam; bir milletvekili ya da işadamının çocuğunun sorduğu sorudan çok farklı bir anlam taşıyacak, "hani hepimizin babası olan o adam var ya; ben onun kızıyım işte, ...kardeşiz yani!" gibi bir şey... Ama onunla aynı sahneyi paylaşmanın büyüsü, artık tükenmiş bir olasılık. Onun büyüsünün ya da hışmının hedefi olmak bir hayal... O gece ödül töreninde babamın sırası yaklaşırken sahneye çıkan merdivenleri yavaş yavaş tırmandık. Hazır olalım istedik, çağırdıklarında bekletmeyelim diye. Babamla ilgili görüntüler bitti, ışıklar yandı ve adı anons edildi. El ele yürümeye başladık, önce biraz durakladı, sonra kalabalığı algıladı, alkışlan içine sindirdi ve hızlandı. Artık elimi eskisi kadar sıkı tutmuyordu ama bırakmıyordu da, rahatlamıştı. Başım dönmeye başladı, alkışlar muson yağmurları gibiydi. Şakir Bey'in yanına ulaşmasına birkaç adım kala elini bıraktım ve geride kaldım, tadını çıkartsın istedim. Ödülü aldıktan sonra geldiğimiz gibi, yavaş yavaş geriye döndük, merdivenlerden inerken ödülü elinden aldım. Külçe gibi ağırmış, hiç belli etmemişti oysa, sanki yavru bir kuşu tutar gibi, sevecenlik ve incitmekten korkan bir hafiflik duygusuyla taşımıştı..
Satır Aralarını En İyi Oynayan Aktördür
pe cy a
Müjdat Gezen
1963 yılı. Aktör Ayberk Çölok beni buldu. "Münir Özkul Tiyatrosu Peter Ustinof un Romanoff'la Juliet adlı oyununu sahneye koyacak, nefis iki rol var. Savaş'la (Dinçel) seni önerdim, ne dersiniz?" dedi. İkimiz de, yani Savaş da ben de İ.B.Şehir Tiyatroları'ndan kovulmuştuk. "Olur" dedik. Ayberk bizi aldı götürdü Karaca Tiyatroya. Muammer Karaca suarelerde oynuyor, Münir Abi'ye de 'altı oyunlarını' kiralamış. Münir Özkul bizi sıcak karşıladı. İlk kez görüyordum O'nu. Büyük aşkı Suna Selen de yanındaydı ki sonrada evlendiler. Sekiz yüzer lira ile anlaştık. Oyunun provaları başladı. Bir süre sonra oyunumuz kalktı. Biz de Münir Özkul Tiyatrosu'ndan ayrıldık. Münir Abi, İstanbul Tiyatrosu Altı Oyunları'na geçti, aynı oyunu orada oynamaya başladı. 1979 yılına kadar sık görüşemedik. 1979-80 Tiyatro Sezonu'nda, Ertem Eğilmez'le birlikte ünlü yazar Sadık Şendil'in "Kanlı Nigar"mı sahneye koyacağım. Münir Abi ile karşılıklı oynuyoruz. O sırada 12 Eylül yeni olmuş ve Münir Özkul başında bulunduğu İ.B.Şehir Tiyatroları Fatih Bölümü Sanat Yönetmenliği'nden istifa etmiş ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne yatmıştı. Kanlı Nigar'da harika oynadı. "İsmail Dümbüllü Ödülü"nü aldı. Ankara turnesi yaptık, bu arada birlikte "Deliler Koğuşu" filmini çektik. Ardından meşhuuur "Gırgıriye" filmleri dizisi geldi. Beş-on filmde birlikte oynadık. Ailece gider gelir olduk. Yarım asra yaklaşan dostluğumuzda O'nu hep bir "Usta" olarak gördüm. Sahne sempatisi denen bir şey varsa o Münir Özkul'a bonkörce dağıtılmıştır. Perde içinde aynı şeyi söyleyebilirim. Oyuna, oyunculuğa egemen bir aktör tipidir. Sesi anlamlı, yüzü inanılmaz sıcaktır. Gözleri doğru bakan aktör tipidir. İngilizce konuşan bir ülkede doğmuş olsaydı dünya çapında olurdu. Münir Özkul Geleneksel Türk Tiyatrosu'na beni ısrarla yönelten ve bu konuda Türk Tiyatrosu'na emeği geçen bir sanatçıdır. Onun oyunculuk mesleğine kattığı özellikleri bir aktör gözüyle irdelediğimizde, anlatılmaz incelikler buluruz. Karşısındakini dinleyen ve gelen repliği ilk kez duyuyormuş gibi oynayan ince bir oyunculuk anlayışı vardır. Diyeceksiniz ki: "Zaten öyle olması gerekmez mi?" Gerekir tabii, gerekir de, bazı oyuncular pek öyle yapmazlar. Münir Özkul satır aralarını da oynayan aktör tipidir ki asıl oyun zaten oradadır. O'nu anlatmak satırlara sığmaz ama ben sığdırmaya çalıştım. O'nun şakirdi olmaktan mutluluk duyuyorum. Çok büyük oyuncudur.
Ustam Ülkemin Vicdanıdır
Mehmet Esen
Bizi Haldun Taner tanıştırdı. Ankara Sanat Tiyatrosunda "Eşşeğin Gölgesi" oyununda oynarken dört rol oynuyordum. Haldun Taner çok beğenmiş ve "muhakkak meddahlık yapmalısın" demişti, "İstanbul'a gel seni Münir Özkul'a emanet edeceğim." Ve böylece Münir ağabeyin problemli bir döneminde tanıştık. Büyük sanatçıların büyük yalnızlıkları olur. Münir Özkul dünyanın en önemli aktörlerinden biridir. Bunu dünyanın bir çok yerinde bir çok oyuncuyu seyretmiş biri olarak söylüyorum; tek farkı bütün dünyanın onu izlememiş olmasıdır ki bu onların kaybıdır. Dünyada en iyi on aktörün içindedir. Dürüstlük namus ve insan olarak ta önemlidir. Münir ağabey mahçup biridir ama sahnede devleşir. İki tek kişilik oyunumun rejisini de Münir Özkul yapmıştır. "Düş ve Gerçek" oyununda (Erol Toy) yirmi üç karakter "Kaşif Eyvah Nadir Efendi" (Ahmet Önel) oyununda otuz üç değişik karakter vardır. Ve Münir ağabey bu karakterlerin hepsini tek tek şivesi, ses tonuyla anlatmıştır. Münir Özkul her şeyden önce adamdır. Saydığım bu oyunların yönetmem olmasına rağmen izlemek için benden rica minnet yer sormuştur, ki hâlâ o pusula durur bende. 12 Eylül de tutuklanıp bir yıl hapiste yattıktan sonra da onu buldum. Hapishaneden çıktıktan sonra kalbimden ameliyat olmam
Halk Ne Dedi? Bayram Koca (68 yaşında-Emekli İmam) Büyük sanatkardır. Uyduruk değildir. Sahnede İzlemedim. Sinema Filmlerinden tanıyorum. Film icabı ağlasa da bizi ağlatır. Bugün onun gibi oyuncu yok...Hepsi çiğ... Meral Yılmaz (64 yaşmda-Ev Hanımı) Ben sahnede izleme şansına nail oldum. Ankara'da izlemiştim. Çok sempatik bir aktör. Bu gün televizyonlarda herkesten söz ediliyor ama onun hakkında hiç konuşulmuyor. Şu anki sağlık durumu hakkında bir fikrim yok. Yaşıyor mu? Zafer Yalçın (33 Yaşında-Polis Memuru) Benim için çok büyük bir sanatçıdır. Çünkü, işini çok iyi yapıyor. Hem komik hem ağlatıcı. Mustafa Çökülü (20 Yaşmda-Konfeksiyon işçisi) Bana göre sanatını çok iyi yapıyor. Sanatını kişiliğine uyduruyor. Tınay Aksoy (10 yaşında-Öğrenci) Hababam sınıfında izledim. Çok başarılı. Komik. Vehbi Berkal (47 yaşında-Dökümcü) Yetmişli yılların ünlü sinema sanatçısı. Çok çok etkileniyorum Her duyguyu yaşatıyor. Ben en çok Hulusi Kentmen'i ve Münir Özkulu severim. Bildiğim Kadarıyla yaşıyor. Eğer ölürse anılarım da onunla birlikte gidecek.
cy
a
gerekiyordu, ameliyat oldum ve beni Ankara'dan her gün aradı ben de başucumda Münir Özkul fotoğrafına bakarak kah ağlayarak kah gülerek onunla konuştum. Kazancı Yokuşu'nda otururken evlerimiz çok yakındı. Ustaçıraklığı en anlamlı biçimde yaşadık; kapıdan kovardı bacadan girerdim. Bir gün herkes dışarı çıksın dedi, ben en arkadan kapıyı kapatacakken "Mehmet sen dur" dedi. "Ne istiyorsun" diye sordu bana, "Tiyatrocu olmak istiyorum" dedim. "Benden ne istiyorsun" dedi. "Çırağınız olmak istiyorum" deyince bana sarılıp ağladı. Sonra bütün sahne sırlarını verdi bana. Çarşı işlerini hallederdim, sokakta insanların ona nasıl sevgi gösterdiğine tanık oldum. Bu sevgide her zaman sonsuz bir saygı vardı. Münir Özkul yürüdüğü zaman yediden yetmişe herkes ondan enerji alırdı. 1983'de ikinci tek kişilik oyunumu hazırlarken Uluslararası Tiyatro Festivali'nin açılış oyunu oldu. O zaman ki festival yöneticisi Aydın Gün, Münir Özkul'a istediği koşullarda bir proje yapmak istediklerini söyledi. Ben de Münir Abi'ye bunu ilettim. O, bu muhteşem teklif karşısında yalnızca "Git bana rakı al" dedi. Ben duygulanarak "Ben ustamı çok iyi rakı içerdi diye mi anlatayım" dedim ve böyle söyleyince karşılıklı ağladık. Hemen randevu aldık. Aydın Gün kapılarda karşıladı. "Kanlı Nigar" oyunu hazırlandı, günlerce kapalı gişe oynadı. Ustam, o günlerin anısına bana, 'hayatında bir şeylerin değiştiğini' aktaran bir not yazmıştı. Ne mutlu bana ki seneler sonra onun "Kanlı Nigar" oyununda giydiği İbiş kostümünü ben Eğreti Gelin filminde İbiş oynarken giydim; yıllar sonra usta- çırak olarak başka bir şekilde buluşmuş olduk.
pe
Münir Özkul, her yanıyla sanatçıdır, hep bir çıkmazda yaşamıştır. Şu anki eşi Umman Özkul eli öpülecek bir kadındır.
Hamit Tunca (62 yaşında-Emekli) Tabii ki Münir Özkulu biliyorum. Onu bilmemek olur mu. Kendisini sahnede izledim. Çok başarılıydı. Bence ülkemizin en iyi oyuncusu. Hem komik hem duygusal.
Ellerini En İyi Kullanan Aktördür Halit Akçatepe
1977'den sonra sekiz sene boyunca Münir Abi'yle bütün filmlerde birlikte oynadık. Münir Abi, babam, Adile Abla annem haline gelmişti. Çok babacan bir insandır. Maalesef laf yaparak çok güzel işler yapan adam, konuşma yeteneğini kaybedince sakladı kendini insanlardan, kaçtı. Bu da sanatçı onurudur. Tiyatromuzda ellerini en iyi kullanan oyunculardan biridir. Maalesef bu gün Münir Özkul, bir emekli maaşıyla geçiniyor.
Oyunculuğun Babasıdır
Hale Soygazi
Münir Abi'yle epey film çektim. Bunlardan en iyi hatırladığım, "Oh Olsun"dur. Tarık Akan, Adile Naşit, Halit Akçatepe, Zeki Alasya, Metin Akpınar vardı. Münir Abi ile oynadığımız filmlerde kendisi genellikle babam rolündeydi. O, gerçekten usta bir tiyatrocudur ve filmlerde onun kadar çok oynamış bir tiyatrocu daha zor bulunur. Hep, yoksul halk adamı tiplemesi gerçekleştirdi. Dram kadar komediye de yatkındır. Münir Abi, önemli oyunculuk serüveni olan bir sanatçıdır.
O Seçilmiş Bir Sanatçıdır
Tarık Akan
cy
a
Münir Abi'yi sinemaya girmediğim dönemden beri tanırım, Bakırköy'den. Bir dostluğumuz yoktu o zaman ama büyük bir saygımız vardı. Münir Abi ile ilk kez karşı karşıya Arzu Film'de geldik. "Hababam Sınıfı"ndan önce de dostluğumuz başladı. Hatta ona olan saygımdan bir filimde -başrolde olmamasına rağmen- adını başa yazdırdım. Doğuştan beri sanatçı bir yapıya sahip. Bütün ömrü tiyatro ve oyunculukla geçmiş. Oyunculuğuyla Türkiye'ye çok önemli hizmetler vermiş. Çok sevdiğim bir ağabeyim ve dostumdur©
pe
Türk tiyatrosuna büyük bir katkısı vardır. Evlendiklerinden beri Münir Ozkul'a pamuklar içinde bakmıştır. Münir Ağabey çok duygusal bir adamdır, hiçbir zaman para ile işi olmamıştır, oynarken mutlu olmuştur, onun enerjisi belki de dünyada çok az aktörde vardır. Sahnede görünür görünmez seyirciyi fetheder. Ben yüzlerce defa izlemiş biri olarak buna tanık oldum. Ben ona hep seçilmiş insan derim, bunun başka nasıl bir açıklaması olur ki. Münir Özkul'dan etkilenmeyecek olanlar yalnızca ölülerdir. Ve bu nasıl bir şeydir anlamaya çalışıyorum. İkimizin ortak bir özelliği var; ikimiz de kuliste kaçmayı düşünürüz ama sahneye çıkınca her şey değişir. Hayattan sahneye aktarır. Hayatı metnin içine katan, hayatı role geçiren bir aktördür; rolü oynamaz yaşar... Şimdi, yaklaşık üç yıldır bu güne ve yarına dair bir bellek oluşturamıyor, ama geçmişi çok iyi hatırlıyor, çok şükür ki ben de onun geçmişinden bir parçayım ve ziyaretine gittiğimde yalnızca gözleriyle bana binlerce hoş geldin sunduğunu anlıyorum.
O, hepimizin ailesinin bir ferdidir. Münir Özkul sayesinde yoksulluk erdemdir. Yoksulların dik durmasını sağlamıştır. Ben, Münir Özkul'dan bu piyasada her şeye rağmen insan olmasını öğrendim. Yüreği bir çocuk kadar temiz bir şekilde yaşadı, ülkesine ve insanına aynı masumiyetle baktı. Münir Özkul halkın antidepresanıdır.
Fotoğrafların
Dili
pe cy a
Oyunculuğumuzun Kutupyıldızı
Fotoğraflar: Münir Özkul Kitabı'ndan / Dost Kitabevi 2005 (Agah Özgüç Arşivi, Suna Selen, Güner Özkul, Münir Özkul)
cy a pe
1925 yılında doğdu. İstanbul Erkek Lisesi'nden mezun olduktan sonra bir süre İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne ve Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümüne devam etti, bitiremeden ayrıldı. Geleneksel Türk tiyatrosundan, özellikle de tuluat tiyatrosundan esinlendiği kendine özgü oyunculuğuyla tanındı. 1937 yılında, Bakırköy Ortaokulu'nda ilk defa sahneye çıkan sanatçı, 1940 yılında kurulan Bakırköy Halkevi sahnesinde, "Erkek Güzeli" adlı oyundaki başarısıyla adını duyurdu. 1948'de Ses Tiyatrosu'nda sahnelenen "Aşk Köprüsü" oyunuyla profesyonelliğe ilk adımını attı, sonrasında Muhsin Ertuğrul'nun yönetimindeki Küçük Sahne'ye geçti. Daha sonra İstanbul Şehir Tiyatroları'nda (1958-59), Ankara Devlet Tiyatrosu'nda (1959-60) ve Bulvar Tiyatrosu'nda arkadaşlarıyla kurduğu kendi topluluğunda (1960-62) çalıştı. 1978'de yeniden Şehir Tiyatroları'na dönen Özkul, Dormen Tiyatrosu'nda da sahneye çıktı. Ardından Ortaoyuncular topluluğuna katıldı. Özkul 1968'de Sadık Şendil'in "Kanlı Nigar" oyunundaki rolüyle İlhan İskender Armağanı'nı kazandı. Bu başarısından dolayı Geleneksel Türk tiyatrosunun ölümsüz ismi İsmail Dümbüllü, Kel Hasan'dan devraldığı 50 yıllık simgesel kavuğu Özkul'a verdi. Sanatçı Haldun Taner'in "Sersem Kocanın Kurnaz Karısı" (1978) oyunundaki rolüyle Avni Dilligil (1978), Ulvi Uraz (1979), İsmet Küntay (1979) ve İsmail Dümbüllü ödüllerini kazandı. 1950'lerde sinema oyuncuğuna başladı. Sahne Seyri Bakırköy Halkevi Mahçuplar Erkek Güzeli Süt Kardeşler Taş Parçası Beyaz Baykuş Aşk Ve Baht Oyunu Yalancı İki Efendinin Uşağı Cimri Mevsim Çiçekleri Akıl Andaval Palas Fermanlı Deli Hazretleri Ses (Opereti) Tiyatrosu Aşk Köprüsü Fuar Yıldızı Festival Havacıva Küçük Sahne 1951 -Fareler ve İnsanlar
1951-Yarış 1951-Karışık İş 1952-Karakolda 1952-Aşağıdan Yukarı 1952-On Küçük Yaramaz 1952-On İkinci Gece /Ne İstersin 1953-Arpa Ambarı 1953-Örümcek 1953-Babayiğit 1953-Ziyafet 1953-Dünkü Çocuk 1954-Hamlet 1954-Yaz Bekarı 1955-Oyun Olmasaydı 1955-Çayhane 1955-Sevgili Gölge 1956-Arsenik Kurbanları 1956-Soytarı 1957-Yağmurcu 1957-On Küçük Yarama İstanbul Şehir Tiyatrosu 1958-Gönül Kaçanı Kovalar 1958-Sevgili Karısı 1958-Bir Kilo Namus 1959-Tablodaki Adam
Site Tiyatrosu 1963-Şaşkın Diktatör 1963-Leyleğin Ömrü
pe
Aksaray Küçük Opera Tiyatrosu 1962-Generalin Aşkı
cy
Bulvar Tiyatrosu 1960-Sevgili Gölge 1961 -Generalin Aşkı 1961-Yağmurcu 1962-Yaz Bekarı 1962-Leyleğin Ömrü 1962-Bana Çiçek Yollama
a
Ankara Devlet Tiyatrosu 1960-Toreadorlar Valsi
Münir Özkul Tiyatrosu 1963-Newyork'ta Bir Pazar 1964-General Çöpçatan 1964-Aşk Aşk Aşk
Arena Tiyatrosu 1967-Sasafra Dallarında Rüzgar 1968-Kanlı Nigar Bizim Tiyatro Topluluğu 1969-Sersem Kocanın Kurnaz Karısı İstanbul Şehir Tiyatrosu 1980-Sersem Kocanın Kurnaz Karısı Ortaoyuncular Tiyatrosu Yorgun Matador İstanbul'u Satıyorum Soyut Padişah Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu
pe
cy a
Türkiye'de Yerleşmeye Başlayan Bir Tiyatro Akımı
> Robert Schild > robertschild@tiyatrodergisi.com.tr
Hiç kuşku yoktur ki, 2005/2006 sanat mevsiminin "tiyatro olayı", İstiklal Caddesi No. 303'deki asırlık Mısır Apartmanı'nın dördüncü katında bir avuç yürekli sahne emekçisinin bir yıl önce kurmuş olduğu "dot'dur... Bu yenilikçi topluluk, geride bıraktığımız Tiyatro Festivali'nde sergilediği "İki Kişilik Bir Oyun"un yanı sıra, sahneye koyduğu "Donmuş", "Aşk ve Anlayış", "Sansürcü" ve "Çok Uzak" ile Türk tiyatro tarihinde yeni bir sayfa yazmaya başlamıştır desek, yanlış olmasa gerek... "dot"un bu oyunları ile tümünün temel aldığı "in-yer-face theatre" türünü çeşitli basın organlarında irdelemiş olan bu satırların yazarının yukarıdaki iddialı söylemini destekleyecek dört ana gerekçeye kısaca değinilecek olursa, 1) Tiyatroya karşı ilginin göreceli olarak düşük olduğu bu dönemde, arkalarında büyük bir kurumsal sponsordan yoksun, merkezi bir yerde, tüm çağdaş gereksinimleri içeren donanımda yepyeni bir tiyatronun kurulması, başlı başına alkışlanacak önemli bir girişimdir; 2) Aynı sezon boyunca, neredeyse tümü değişik olan ekipler ile dört özgün projeye imza atmak, ülkemizin tiyatro geçmişinde (ödenekli olmayan sahneler ortamında), belki de bugüne dek görülmemiş bir üretkenliği simgeler;
3) Kaldı ki, okuduğumuz kadarıyla bu oyunların her biri, eleştirmenler tarafınca sanatsal değeri yüksek, yenilikçi yapıtlar/yapımlar olarak değerlendirilmiştir; 4) En önemlisi ise, "dot'un kuruluş amacı olan "...küçük bir mekânda, az seyirciyle yakın temas edebileceğimiz bir iş yapmak..." ve "...bu tarz mekânlar için yazılmış oyunlar vardı, onları oynamak..." (1) türündeki tasarıların azim ve kararlılık ile takip edilmesi sonucu, Türkiye'ye oldukça yeni bir tiyatro türünün tek bir sahne ile özdeşleştirilip kültürsanat ortamına tanıtılmasıdır... Dergimiz Yazı İşleri Müdürü Ebru Seyhan, "dot'un kurucularından Murat Daltaban ile Eylül 2005 sayısı için yaptığı söyleşide, Daltaban sergilemek istedikleri oyun türlerini şu sözlerle tanımlamıştı: "...Dili ve temaları çok sert olduğu için çevrilmesi biraz gecikmiş... Temaların ve dilin bu kadar sert olması seyircide gerilim yaratırken, seyirciye bu kadar yakın olmak oyuncuda gerilim yaratıyor... Bu oyunlar Avrupa 'da oynandığında da çok sert tepkiler almış. Tiyatro sanatı için çok saldırgan, sert ve kabul edilemez görülmüş, ama bir kısmı için de çok heyecan verici görünmüş. Benim için çok heyecan verici." (2) Mevsimi" oyunları, son üç yıldır art arda sahneye konmuştu - ne var ki, aynı sezon boyunca tüm oyunlarını bu türe ayırmış olup, bundan öte izleyiciler ile oyuncular arasında neredeyse dirsek/diz temasını sağlayacak bir oturma düzeyini yeğlemiş olan "dot", bu türün öngördüğü "dolaysız" tiyatronun ta kendisini yapıyor... Acaba başka ne vardır "in-yer-face theatre" (IYFT) türünde, "dot"un çeşitli oyunlarında sergilenen? Bu soruyu yanıtlamak üzere, Aleks Sierz'in tanımlamaları (5) ile Murat Daltaban ve arkadaşlarından izlediğimiz oyunlar arasındaki bir takım koşutlukları öne çıkarmaya çalışalım.
a
İşte, Daltaban'ın kısaca tanıttığı bu tiyatro türünü İngiliz tiyatro eleştirmeni/kuramcısı Aleks Sierz, 2001 yılında aynı başlıkla yayımladığı incelemesinde "In-Yer-Face Theatre" olarak adlandırıyor (3) - bu tanımı, aslında A.B.D. spor gazeteciliğinden ödünç alarak... Kısaca "suratına" olarak tercüme edebileceğimiz bu tanım, bir olayı/olguyu çok yakından görmeye zorlanmış olmak ve bu olayın/olgunun, izleyicinin kişisel alanına girmesi demektir; New Oxford English Dictonary ise, "saldırgan veya kışkırtıcı, hiçe sayılması veya önlenmesi olanak dışı olan" tarifini (4) yeğliyor.
pe cy
Peki, "dot"un oyunlarıyla bu tiyatro türü ülkemizde ilk kez mi sergileniyor? Aslında, hayır. Bundan beş yıl önce İstanbul Devlet Tiyatroları'nda gösterime girmiş olan Martin McDonagh'ın "Leenane'in Güzellik Kraliçesi", "in-yer-face" tiyatrosunun Türk sahnelerinde ilk sergilenen örneği olsa gerek... Bunu (Lemi Bilgin'in kulakları çınlasın!) aynı yerde İngiliz Martin Crimp'in "Kır"ı izler... Öte yandan, yenilikçi rüzgârların birkaç yıldır kuvvetli biçimde estiği Kenter Tiyatrosu'nda gene İrlandalı Martin McDonagh'ın "Inishmorelu Yüzbaşı"sı, İngiliz yazarları Patrick Marber'in "Kumarbazın Seçimi" ve Rebecca Lenkiewicz'in "Gece
- "En genel tanımıyla, IYFT türüne giren her oyun, izleyicilerini enselerinden yakalayıp, onları iletiyi kavrayana dek sallar!" - Joe Penhall'ın "Aşk ve Anlayış" oyununda tüm etik değerlerin tepetaklak olmasına, arkadaşlığın sömürülmesine ve aşkın ayaklar altına alınmasına tanık oluyoruz. Ne var ki, ilk bakışta klişeleşmiş bir "üçlü aşk ilişkisi" gibi görünen bu öyküyü Joe Penhall, izleyicilerinin gözüne soka soka, basit bir iyi-kötü çatışmasından çok ileriye taşıyor: Sorunlar, Rachel/Neil'den ziyade, en iyi arkadaşının eşini baştan çıkaran Ritchie'de odaklanmaktadır.
(kurgusal/dolaylı) değil de, onu sahnedeki devinimlerin içine çeken, 'katılımcı' (eylemli/dolaysız) bir tiyatro türüdür." Özellikle "Donmuş"ta kızının tecavüzcü katili ile hücresinde yaptığı birkaç görüşme sonucu, onu affetmeye kalkışan anneye karşı izleyicilerin besleyebileceği duygular, öte yandan "Aşk ve Anlayış"taki baştan çıkarma sahnelerine oluşabilecek tepki, A.Sierz'in bu konudaki tanımlamalarının altını çizmiyor mu?
pe cy
a
Tüm çığırtkanlığı/saldırganlığı ile aslında terkedilmişlik ve mutsuzluğunu örtmeye çalışan, bir insanda bulunabilecek bütün kötü özellikleri kendisinde birleştiren bu başkişi, oyun geliştikçe evlilik ilişkilerinin kilidini kıran bir maymuncuk, sonlara doğru ise açan bir anahtar gibidir - belki de karşılaşmalarının ardından Adem ve Havva'nın gözlerinin açılmasını sağlayan yılan örneği... - "IYFT, etik kuralları sorgular, tabuları alt-üst eder, yasak olanları ortaya çıkarır." - "Aşk ve Anlayış"daki arkadaş sömürüsü "hafif kalıyorsa, Anthony Neilson'un "Sansürcü"sünde, çektiği filmi pornografik olarak tanımlayan sansür memurunu, çalışma odasında, çalışma masasının üstünde (ve izleyiciler ile iç içe) baştan çıkaran çekici film yönetmenine ne buyurulur..?
- "IYFT, beklenmeyen, olağandışı şok tepkiler sergiler, rahatsızlıklar yaratır." - "Sansürcü"nun cinsel doyuma ulaşması, ancak kadınların (tibbi terimiyle!) "defakasyon"da bulunması karşısında, film yönetmeni bu eylemi -oyunun her sergilenişinde!- sahnede gerçekleştiriyor; ne var ki, "dot"un gösterimlerinde bu uygulamadan vazgeçilmişti... Bu konuyu Murat Daltaban'a danıştığımda, "karar, oyunun yönetmenindir" yanıtını almışsam da, bu uygula(ma)mayı -salt IYFT kuramı açısından- eleştirmem gerek..!
- "IYFTda oyuncular sahnede soyunur, aşk yapar, mastürbasyonda bulunur, tükürür, kusar." - İlk iki eyleme özellikle "Aşk ve Anlayış" ile "Sansürcü"de,, üçüncüsüne Bryony Lavery'nin "Donmuş"unda, diğerlerine ise gerek bu oyunda, gerekse "Aşk ve Anlayış"ta sık sık rastlamaktayız... - "IYFT, insanoğlunun yapabileceğini, ancak yapmasını/en azından bizim görmek istemediğimizi gözlerimizin/düşgücümüzün önüne serer; akla uymayacak her çeşit kötülüğün olasılığını sergiler, öz denetimimizin sınırlarını sorgular." - Kişisel kötülükler derken "Donmuş"daki seri çocuk katili ile "Aşk ve Anlayış"ta arkadaşlığı sömüren Ritchie, toplumsal kıyıcılıkta ise Caryl Churchill'in "Çok Uzaklarda" oyununda sürekli olarak sözü edilen düşman ordular (ve bu arada -uyumsuz tiyatro'ya göz kırparcasına- aynı kefeye konan çeşitli havyvan kümeleri!) akla geliyor hemen... - "IYFT, izleyiciyi koltuğunda rahat rahat oturtan "spekülatif
Bu satırların yazan, M.Daltaban'ın "Ben tiyatronun çok fazla seyirciye ulaşma devrinin kapandığını düşünüyorum. Daha küçük mekânlarda, daha küçük prodüksiyonlarla daha küçük seyirci kitlelerine ulaşmasının doğru olduğuna inanıyorum." (6) düşüncesine her ne kadar katılmıyorsa da, IYFT türüne yönelmesiyle Türk tiyatro ortamında taze bir rüzgâr estirmiş olan "dot"u içtenlike kutlamayı görev bilir... Öte yandan amaç, tiyatroya daha çok izleyici kazandırmaksa, onların a) oyunun konusu, b) oyuncuların özyapıları ve c) sahnedeki devinimler ile özdeşleştirilmesine çalışılmalıdır. Bu bağlamda, IYFT akımının tam karşıtı olan Brecht ekolündeki "yabancılaştırma efekti"ni hiç yaşamamış veya klasik tiyatrodan başlayıp Çehov üzerinden Arthur Miller'e dek uzanan türleri bilmeyen / bunlardan sıkılmış kişileri hedefleyip, onlara yönelik özgün oyunlar/yorumlar sunularak, bu sanat dalma yeni bir yön kazandırılabilir. - Ne dersiniz, belki de bu tür "katılımcı" bir tiyatro yöntemi ile sahne sanatına karşı ilgi yeşerir, bu yoldan ise diğer oyun türlerine de yeniden bir yönelim başlar! (7) 1) SÖYLEŞİ: "DOT mu, O da Ne?" - E.Seyhan; Tiyatro Tiyatro Dergisi, Eylül 2005, S. 50-51 2) a.g.söyleşi, S. 51 3) A.Sierz: "In-Yer-Face Theatre; British Drama Today"; Faber & Faber, London, 2001 4) a.g.e., S. 4 5) a.g.e., S. 4-9; bu tanımlamalar ile ilgili olarak tırnak içinde gösterilen alıntılar özetlenerek zikredilmiş, çevirileri de bu biçimde yapılmıştır 6) a.g.söyleşi, S. 51 7) R.Schild: "Suratımıza bir tokat ile tiyatromuz kurtulabilir mi?"; Radikal İki, 22.01.2006, S. 15 (Radikal İki'deki yazının kısaltılmamış özgün metni için: www.tiyatronline.com)
Konservatuar sınavlarına girecek adaylara...
pe cy
a
Oyuncu Adaylarına İpuçları...
>AliTaygun > alitaygun@ttnet.net.tr
Vazgeçin! ÖSS'den 160+ puan aldınız. Hayal ettiğiniz okullara kabul edilecek kadar puanınız yok. "İlle bir üniversiteye gireceğim, şunların yetenek sınavlarına takılayım, bir ihtimal?.." demeyin, vaktinizi boşa harcamış olursunuz. Tiyatroculuğu, sahneyi meslek edinmek istiyorsunuz. Size de tavsiyem yol yakınken vazgeçmeniz. Bir, bu meslekte diplomanız pek bir işe yaramaz. İlk görüşmeleri yapmanıza yardımcı olur, o kadar. Ödenekli tiyatroların kadrolarına alınmanız için asgari şarttır, ama yeterli değildir. Yandaki listeye bir bakın. Alınan talebenin yarısı mezun olsa, siz okulu bitirdiğinizde bu kurumların kapısını 178 kişi ile birlikte çalacaksınız. Size gelinceye kadar mezun olmuş bunun üç katı aday var diyelim; 500 kişi! Bu sizin işsiz kalma ihtimalinizin çok yüksek olduğunu gösterir. İki, bir pundunu bulup bir yere kapılandınız diyelim. Ölene ya da emekli olana kadar ömrünüz bir yarış içinde geçecek. Kimsenin kimseyi pek sevmediği, hatta bir çok kişinin
SAHNE BÖLÜMÜ OLAN ÜNİVERSİTELER Üniversite Anadolu Üni. (Eskişehir) Ankara DTCF Atatürk Üni. (Erzurum) Beykent Üni. Bilkent Üni. (Ankara) Çanakkale 18 Mart Üni. Çukurova Üni. (Adana) Dokuz Eylül Üni. (İzmir) Hacettepe Üni. Dev. Kons. Haliç Üni. İst. Uni. Dev. Kons. Kadir Has Üni. Kocaeli Üni. Konya Selçuk Üni. Maltepe Üni. Mimar Sinan Üni. Dev. Kons. S. Demirel Üni. (Isparta) Yeditepe Üni. Toplam:
web adresi www.anadolu.edu.tr www.ankara.edu.tr www.atauni.edu.tr www.beykent.edu.tr www.bilkent.edu.tr www.comu.edu.tr www.cukurova.edu.tr www.deu.edu.tr www.hacettepe.edu.tr www.halic.edu.tr www.istanbul.edu.tr www.khas.edu.tr www.kou.edu.tr www.selcuk.edu.tr www.maltepe.edu.tr www.msu.edu.tr www.sdu.edu.tr www.yeditepe.edu.tr
Kontenjan 15 30 20 33 (3) 25 10 15 15 12 30 16 35 10 15 25 (5) 14 12 25 (5) 357
Not: Verilen burs adedi parantez içinde gösterilmiştir. Kimi vakıf üniversiteleri bunu sitelerinde belirtmiyorlar ama kurala göre kontenjanın % 10'u oranında burs vermeleri gerekir. belki de ne dediğinizin farkına varıp bugünlerde verdiğiniz karardan pişman olacaksınız. Yol yakınken dönün! Aklı başında insanların mesleklerini deneyin.
pe cy a
birbirinin kuyusunu kazdığı bir ortamda yaşayacaksınız. Bu ortamda hak, adalet diye bir şey yok. Torpili olan, özel ilişkileri sağlam birileri sizi sollayıp gidecek. İnsanlar layık olmadıkları makamlara getirilecekler. Size yeteneğiniz ölçüsünde değil, kendi hesaplarına göre rol verecekler. Yaptığınız güzel işlerden kimsenin haberi olmayacak. Çok çabuk unutulacaklar. Unutulmamak için yerli yersiz kendinizi methetmek zorunda kalacak, bazen kendinizden tiksineceksiniz.
Üç, günün birinde otuzlarınızı aşacaksınız... Evleneceksiniz, çocuklarınız olacak. Onlara bakmanız gerekecek. Geliriniz yeterli olmayacak. Tiyatro dışında işlere gireceksiniz. Okulda edindiğiniz bütün o idealist düşüncelerden yavaş yavaş uzaklaşacaksınız. Kendinize şaşacak, "aman bana bu oyunda rol vermeyin, bir dizi yakaladık sonunda," dediğiniz gün
SAHNE BÖLÜMÜ OLAN DEVLET ÜNİVERSİTELERİ
İSTANBUL İst. Üniversitesi Devlet Konservatuvarı. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ANKARA Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı İZMİR Dokuz Eylül Üniversitesi ESKİŞEHİR Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı
Okullara başvurmadan önce iyice bir düşünün. Kendinizi tartın. "Her şeye razıyım. Ben sahneye çıkmazsam yaşayamam," diyorsanız ve bu gerçekten doğruysa bu yazıyı okumaya devam edin. Unutmayın: Çok büyük ihtimalle pişman olacaksınız!
Kararlısınız Sizi ne yazık, ikna edemedim. Pekâlâ. Hangi okul?
ADANA Çukurova Üniversitesi KONYA Konya Selçuk Üniversitesi
ISPARTA S. Demirel Üniversitesi KOCAELİ Kocaeli Üniversitesi
SAHNE BÖLÜMÜ OLAN VAKIF ÜNİVERSİTELERİ
ERZURUM Atatürk Üniversitesi
İSTANBUL Beykent Üniversitesi / Haliç Üniversitesi Kadir Has Üniversitesi / Maltepe Üniversitesi Yeditepe Üniversitesi
ÇANAKKALE Çanakkale 18 Mart Üniversitesi
ANKARA Bilkent Üniversitesi
Elbette birtakım pratik hesaplarınız vardır. Onları bir kenara bırakalım. Eğer amacınız sahneye çıkmak, iyi bir oyuncu olmak ise... (Amacınız oyunculuk değilse; yazmak, sahneye koymak gibi alanlarda çalışmak istiyorsanız başka bir alanda öğrenim görün. Bu kararı erteleyin. Bu ülkede oyunculuk dışında tiyatro eğitimi görebileceğiniz bir kurum varsa kağıt üzerinde var. Zaten bu saydığım mesleklere başlamak için yaşınız çok küçük.) Oyunculuk tahsil etmek istiyorsunuz. Bir kere şunu bilin: Kimse kimseye oyunculuğu, sanatı öğretemez. Sanatın eğitimi olur, öğrenimi olmaz. Okullarda işin zenaat tarafını iyi kötü kapabilirsiniz, ama sanat tarafı tehlikeli...
Hocanın kim olduğunu söyle... Bir sanat okulunu değerlendirirken en önemli kıstas hocanın kim olduğudur. Şöyle ki, bilim alanında orta karar bir hoca, iyi bir program, iyi kitaplar varsa talebe kendini yetiştirebilir. Esas olan yazılı metinlerdir. Bunlara ulaşabiliyorsanız, hele bir de diliniz varsa çok başarılı olabilirsiniz. Sanat öyle değil. 'Oyunculuğu öğreten' bir kitap yazılmadı. Böyle bir şey yok. Olamaz da... Sanat hocayla çalışılır. Güzel/Çirkin onun gözündedir. Gözü sağlam değilse yandınız. Biraz daha açıklayalım...
Sanatçı adayının düşmanları
Bu sorulara sizi rahatlatacak cevaplar veremiyorlarsa boş yere hayatınızı israf etmeyin. Sonunda diplomalı işsiz ya da 'hoca'olursunuz. Üstelik ukalalığınızdan yanınıza yanaşılmaz, meyhanede bile dost bulamazsınız. Ömrünüz barlarda onu bunu çekiştirerek geçer gider.
Görgü Okul seçiminde ikinci unsur okulun nerede olduğu. Şu açık bir gerçek ki, oyunculuk eğitiminde hocadan sonra en önemli unsur görgüdür. Bir öğrenci yüzün üstünde oyun seyretmeden mezun olmamalı. İyi, kötü; sanat yapmaya çalışan, para kazanmaya çalışan; komedi, dram... her tür oyunu mümkünse defalarca seyretmeli oyuncu adayı. Unutmayın, kötü eserden öğrenecekleriniz iyi eserden öğreneceklerinizden çoktur! Üniversitenin olduğu yerde tiyatro seyredilebiliyor mu? Yakında böyle bir merkez var mı?.. Ayda yılda bir topluluk geliyorsa turne yapmaya, işiniz çok zor olacak, bilin. (Bu arada, yurtta kalacaksanız, son dönüş saatini öğrenin. İstanbul'un göbeğinde de olsanız saat 23 'de kapıları kapanan bir yurt oyun seyretme olanağınızı ortadan kaldırır.)
cy
a
İki düşmanı var sanat eğitimi gören oyuncu adayının. Bunlardan birincisi sahneyi yaşamamış -ya da denemiş, başaramamış- hocalardır. Bir rolün nasıl hazırlandığını bizzat tecrübe etmemiş, sahne üzerindeki o adrenalin sarhoşluğunu tanımayan, seyirci karşısında elini, ayağını nereye koyacağına şaşırmamış v.b... biri -cilt cilt kitap da okusa, Grotowski'yi, Suzuki'yi, bilmem kimi hatmetmiş bile olsa- sizin daha iyi oyuncu olmanıza yardım edemez. Size yaratıcı olmanın yolunu açamaz. Kendisine okulda belletileni size belletir, o kadar.
Okulu tanıyın Bu durumda okul seçerken mutlaka yapmanız gereken okulun sitesine girip, varsa, hocaların listesine bakmak; hocaları bilenlerden soruşturmak olmalı. Bölüm başkanı kim? Kadrolu hocalar kim? Konuk hocalar kim? Derslere geliyorlar mı? Pratikten gelen kaç hoca var? Yabancı ülkede eğitim görmüş hoca var mı? Yabancı hoca var mı? (Zorunlu olarak daha iyi olduklarından değil, öğrenciye saygılarından...) Genç hocalar aynı okul mezunları mı? (Mezun olduğu okulda ders veren genç hoca sınanmamış, kendini okul dışında kanıtlamamıştır. Bu yüzden pek makbul değildir.) Üniversitenin sanata, tiyatroya bakış açısı nasıl? Bölüm laf olsun diye mi açılmış, yoksa iddialı mı? Kısacası okul politikası sanatçı yetiştirmek mi, memur yetiştirmek mi? Lafa mı bakıyorlar, işe mi? Neye daha çok önem veriyorlar? Esas meseleleri sanat üzerine fikir yürütmek mi, eser üretmek mi? Ders saatleri pratik ile teori arasında nasıl paylaştırılmış?
Parça seçimi Okulu seçtiniz... Sınava gireceksiniz... Genellikle iki parça isterler. Biri klasik biri modern. Biri komedi biri dram. Bir de şiir. Birinci işiniz bu parçaları seçmek. Ne yapacaksınız? İlk akla gelen harcıalem birtakım kitaplarda veya internet sitelerinde bulunan 'sınav parçaları 'ndan birkaç tanesini seçmek olacaktır. Ama bu iyi bir fikir değil!
pe
Bir de bunun tam zıddı var. Başarılı bir oyuncudur ama sahnede rolü nasıl çıkardığını size aktaramaz. Bu meseleyi pek düşünmemiştir. Usta-çırak ilişkisine inanır. Bunda da 'benim gibi yap' metodunu kullanır. Okulu bitirdiğinizde onun kötü bir taklidi olursunuz.
Sanatçı adayının düşmanları: İki düşmanı var sanat eğitimi gören oyuncu adayının. Bunlardan birincisi sahneyi yaşamamış -ya da denemiş, başaramamış- hocalardır.
Öbür düşman tiyatroyu akademik bir alan kabul eden hocalardır. Bunlar adlarının önündeki akademik unvanları pek severler. Amaçları üniversitede yükselmek, unvanlarını çoğaltmaktır. Öbür düşman tiyatroyu akademik bir alan kabul eden hocalardır. Bunlar adlarının önündeki akademik unvanları pek severler. Amaçlan üniversitede yükselmek, unvanlarını çoğaltmaktır. Bir sanat eserinin nasıl yaratıldığı hakkında fikirleri yoktur. Olmuş bitmiş, tamamlanmış sanat eserlerine bakıp hüküm vermeye bayılırlar. Bu hükümler de genellikle başkalarının hükümleridir. Antik tiyatroların ikibin sene önce onlar araştırma yapsın diye inşa edildiklerine inanan, buralara kendileri dışında kimsenin girmesine razı olmayan arkeologlar gibidirler. Hiçbir şeyi beğenmezler, en iyisini onlar bilir. Akılları hayatı yeniden yaratmakta değil metinlere dipnot yazmaktadır. Canınızı çıkarırlar ve hayata atıldığınızda vaktinizi nasıl boşa harcadıklarını idrak edersiniz, ama çok geçtir.
Unutmayın, sizinle beraber sınava girecek yüzlerce kişi de bunu yapacak. Sonunda sınav heyeti bu parçaları onlarca kere seyredecek, ister istemez bıkacak, sıkılacak. Ayrıca tek bir kişi o parçayı sizden iyi yaparsa fırsatı kaçıracaksınız. Üstüne üstlük, bunları hocalar da konservatuvardayken ya hazırlamış ya seyretmişlerdir. Sizi kendileriyle kıyaslayacak, bir ihtimal küçümseyeceklerdir.
Parçalarınız farklı olsun. Değişik karakterler oynayabileceğinizi gösterin onlara. Yalnız komedi ve dram değil; tempoları farklı, duygu yoğunlukları farklı sahneler seçin. Parça içinde de karakteriniz değişsin. Onun bir tavırdan başka tavıra geçişini gösterin. En önemlisi, marifetiniz varsa bunu belirtecek bir parça olsun seçtiğiniz. Şarkı söyleyebiliyorsanız, dans biliyorsanız bunları hissettirmek iyidir. Ancak 'kör parmağım gözüne' olmasın!
pe cy
a
En önemlisi, bu tür yayınlarda seçilen parçaların çoğu dram tarihinin en iyi oyunlarının başrollerinden alıntılardır. Yani mesleklerinin doruklarındaki oyuncular için yazılmışlar, bunlar tarafından sunulmuşlardır. Daha da kısası, çok zordurlar. Altından kalkamamanız, başarısız olmanız olasıdır. Sözgelimi, Çehov'un "ben bir martıyım," tiradı, Shakespeare'in 'Hamlet'inden, 'Macbeth'inden tiradlar, Lancelot Gobo... asla el sürülmemesi gereken parçalardır. Bir kere bunların tercümeleri iyi değildir. Sonra, heyette yer alan herkesin kafasında bunların nasıl yapılması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Uzak durun bunlardan. Danışmak elbette iyidir. Görüş alın. Ancak "falanca girerken filanca parçayı yaptı, girdi; sen de yap," gibi önerilere kapılmayın. Hele hele, "o parçayı severler," gibi öneriler gelirse derhal kulak ardı edin. 'Bilen birine sormak' pek yararlı olmayabilir. 'Bilen'ne kadar biliyordur? Sizi biliyor mudur? Önereceği parçanın iyi olması yetmez. Size yakışacak mıdır?
Sakın taklit yapmayın! Yani sahnede birini taklit etmeyin. Gülebilirler ama üçüncü cümlede teşekkür edip kapıdışarı edilebilirsiniz. Oyunculukla taklitçilik arasında hiç bir ilişki yoktur.
Kendiniz karar verin
En iyisi ne yapacağınıza kendiniz karar vermektir. Gördüğünüz, okuduğunuz eserlerden, bildiğiniz oyunlardan bir parça seçin. İlle de tirad olması gerekmez. İkili bir sahnede esas karakteri seçersiniz, onun art arda gelen replikleri birbirine bağlanarak pekâlâ bir parça oluşturulabilir. Zaten bunun uzun olması da gerekmez. Çoğu zaman iki-üç dakikanın sonunda heyet sizi durduracaktır. Üstelik boşluğa bakarak büyük laflar etmek yerine karşınızda hayal ettiğiniz biriyle tartışmak çok daha etkili olacaktır.
Sakın taklit yapmayın! Yani sahnede birini taklit etmeyin. Gülebilirler ama üçüncü cümlede teşekkür edip kapıdışarı edilebilirsiniz. Oyunculukla taklitçilik arasında hiç bir ilişki yoktur. Yerli eserleri tercih edin. Orijinal dilde konuşmak, göreceksiniz, size çok daha kolay gelecektir. Kendi yazdığınız, veya toparladığınız bir metni de deneyebilirsiniz. Heyete sempatik gelebilir. (Ne var ki bunda kepaze olma ihtimali de var.) Riske girecek kadar kendinize güveniyorsanız parçalardan biri böyle hazırlanabilir. Kendinize uyan bir karakter seçin. Heyetin en dikkat ettiği noktalardan biri sahnede sahici olup olmadığınızdır. İnanıp inandırmayı başarabiliyor musunuz? Onlar buna bakar. Sizden uzak birini seçerseniz karikatürleşme ihtimaliniz büyük olur.
Şiir
Yukarıda belirtilenler şiir için de geçerlidir. Harcıalem şiirler seçmeyin. Önemli olan şiirin güzel olması değil, sizin onu hakkıyla söylemenizdir. Öte yandan bir düşünün, Fuzuli'nin 'Su Kasidesi'ni aruz bilgisiyle, kelimeleri doğru telaffuz ederek ve mana oyunlarını dinleyiciye güzel aktararak okumanız ne etkili olur! Buna karşılık yapacağınız tek bir hata bile başınızı belaya sokacaktır.
Sınanan oyunculuk yeteneğidir Özetle, parça seçerken parçanın edebî değerine, yazarın adına, kendi dünya görüşünüze uygunluğuna filan bakmayın. Bu bir dramaturji dersi sınavı değil. Sizi heyete en iyi takdim edecek 'aracı' bulun ve böylece 'yatırım yapılmaya değer' olduğunuzu onlara kanıtlayın. Unutmayın heyette herkes yarın, "O bizim okuldandır. Daha giriş sınavında sezmiştim ne yetenekli olduğunu," diyebilmek ister. Girdiğiniz bir 'oyunuculuk yeteneği' sınavıdır, bilgi veya kültür sınavı değil.
Nasıl çalışmalı? Parçaları seçtiniz... Nasıl çalışacaksınız? Okuyun. Bütün oyunu üç beş kere okuyun. Parçanızı yirmi otuz kere... Anlayın. Kim bu? Ne diyor? En önemlisi: "Maksadı ne?" "Ben bu adamın yerinde olsam nasıl davranırdım?" Bunları sorun kendinize. Aranılan sizin sahici, doğal olmanızdır. Olmaya ki 'müsamere tavrı' na giresiniz! Okulda arkadaş, hatta öğretmenlerinizin sizi beğendiği bir sunuş burada geçerli olmayabilir. Sakin, inandırıcı olun çalışırken. Bağırıp çağırmayın. Duyulacak ama rahatsız etmeyecek gürlükte konuşun. Kelimelerin, harflerin birbirinden ayırd edilebilmesine dikkat edin ancak TRT spikerleri gibi ruhsuz söylemeyin sözlerinizi.
Sınavda nasıl davranmalı? Hazırlandınız. Sınav günü geldi. Nasıl davranmalı? Kendinizi sınav heyeti üyelerinin yerine koyun. Bu insanlar 200-400 kişi arasından yetenekli olduklarına inandıkları onon beş kişiyi seçecekler. İki-üç gün sabahtan akşama kimi 'umutsuz vaka' adayların parçalarını seyredecekler. Bunu yaparken adil olmaya çalışacaklar. Bir düşünün... Siz onların yerinde olsanız nasıl karar verirdiniz?
Aynen karşınızda biri varmış gibi düşünün. Çalışırken kendinize sizi bu parçada ilk kez dinleyecek birilerini bulun ve muhatap karşınızdaki, karakter sizmişsiniz gibi onunla konuşun. Onu ikna edin. Sakın ayna karşısında çalışmayın! Kötü oyunculuğun şartı kendini dinlemektir. Kendinize değil karşınızdakine yoğunlaşsın dikkatiniz. Kendinizi değil onu seyredin. Onun gözlerinde göreceksiniz başarınızı.
Çalıştırıcı lazım mı? 'Biri' ile çalışmak iyidir. Çalıştırılmak tehlikeli. Çok iyi bir hoca ile çalıştınız. Sizi hazırladı. Diyelim sınavda başarılı oldunuz. Sonra ne olacak?
Hocalar önce adayda bu özellik var mı, ona bakarlar. Bunun için yapabileceğiniz bir şey yok. Ancak bu sizde yoksa boş yere bu mesleğe heveslenmeyin derim ben. Öte yandan bu aşamada ne yapmamanız gerektiğini söyleyebilirim.
Kılık kıyafet Kılığınıza dikkat edin. Çok uçuk giyinmeyin. Saçınız başınız (sakalınız bıyığınız) düzgün olsun. Kızlar saçlarını yüzlerini kapatmayacak gibi yapsınlar. Eğer makyaj yapacaklarsa bu hafif olsun. Baştan aşağı siyah, hırpani olmasınlar. Ama pavyon dilberleri gibi süslenmesinler de... Her türlü abartıdan kaçının. Kalın tabanlı spor ayakkabı, aşırı yüksek topuklu giymeyin. İdeali hafif, rahat papuçtur. Kızlarda kısa orta topuk olabilir. (Parçaların ikisinde de yalın ayak oynamayı salık vermem.)
pe cy
a
... Birkaç okulun sınavına girerseniz anlaşılır. Birinde dinlemediler diyelim. Öbüründe torpili olan kazandı. Ne yani, onca hoca işbirliği yapıp sizin hayal ettiğiniz kariyeri sabote etmeye mi çalışıyor?
İlk yapacakları siz salona girip sahneye çıkarken size bakmaktır. İlk intiba bu meslekte çok önemlidir. Ünlü hoca Stella Adler'in tabiriyle oyunculuk bir 'çap' meselesidir. Kimi insan vardır, yüz kişilik bir kalabalığın doldurduğu bir odaya girer girmez dikkatinizi çeker, gözünüzü ondan zor ayırırsınız. Kimi vardır beş yıl birlikte çalışmışsınızdır, sokakta hatırlamaz, tanımazsınız. Bu doğuştan bir özelliktir. Kişilik meselesidir. Sonradan zor kazanılır.
Bu sınav aynı zamanda sizin içindir. Gerçekten, ömrünüzü adayacağınız bu yola girmeniz doğru mu olacak? Siz bu sınavlarda bunu göreceksiniz. Birkaç okulun sınavına girerseniz anlaşılır. Birinde dinlemediler diyelim. Öbüründe torpili olan kazandı. Ne yani, onca hoca işbirliği yapıp sizin hayal ettiğiniz kariyeri sabote etmeye mi çalışıyor? Sınavın önemi burada. Olmayacaksa şimdiden anlayın, başka alana kayın. Çok iyi bir hocanın size 'makyaj yapması' gerçeği değiştirmez. Onun için samimi olun. Olduğunuz gibi görünün.
Kötü bir 'çalıştırıcı' ise, tam tersine, sizin gerçek yeteneğinizi bastırır. Aman dikkatli olun. Hele hele kurs türü yerlerde bütün katılanları aynı parça ile çalıştıranlardan kaçının. Heyet bunu kopya çekmek gibi değerlendirebilir. Onlar sizi değerlendiriyor, çalıştırıcının reji yeteneğini değil!
Ezber Başlarda kuru ezber yapmayın. Parçayı oynaya oynaya kendiliğinden ezberleyeceksiniz, merak etmeyin. Sonraları, herşey yerli yerine oturduğunda aklınızdan, otobüste, dolmuşta, tuvalette filan parçayı sessiz geçin. Arkadaşlarınıza oynayın parçanızı. Onlara ne yapmanız gerektiğini sormayın. Etkilenip etkilenmediklerine dikkat edin yeter. Dikkatleri dağılıyor mu? Size kapılıyorlar mı? Bunlara bakın.
Sakin olun. Asla bilgiçlik taslamayın. Size birşey sorarlarsa iki müsamerede oynadım diye hayatlarını sahnede geçirmiş bu insanlara tiyatroyu öğretmeye kalkışmayın. Komik olmaya da çalışmayın. Yerinde bir espri lehinizde olabilir ama sululuk kaybetmenin garantisidir.
Rolünüzü oynarken heyetten birileriyle uzun süre göz kontaktı kurmayın. Ara sıra hocaya bakmak iyidir ama gözünüzü birine dikmeniz onları rahatsız eder. Kızlar, çok hafif fingirdeyin ama asla erkek hocalarla flört etmeyin. Onlar yemez, kadın hocalar ise hemen yaftayı yapıştırır, sizi almazlar! Parçaya başlarken 'konsantre olmak' için süre istemeyin. Bir oyunda sahneye çıktığınızda ne yapacaksınız? Repliğiniz verildiğinde, "Sayın seyirciler, ben hazır değilim biraz bekleyin," mi diyeceksiniz? Herkes 'artizlik' yapabilir. Adayı olduğunuz profesyonellik şıp diye başlayabilmeyi gerektirir.
Parçaya başlarken 'konsantre olmak' için süre istemeyin. Bir oyunda sahneye çıktığınızda ne yapacaksınız? Repliğiniz verildiğinde, "Sayın seyirciler, ben hazır değilim biraz bekleyin," mi diyeceksiniz?
Amacınız ne? Son olarak, aman şuna dikkat edin. Bu bir oyunculuk sınavı, rejisörlük sınavı değil! Bir tiyatro dahisi olduğunuzu vehmetmeyin. Doğru tiyatronun nasıl yapılacağını gösterecek vaktiniz olacak ileride. Dekorlarla, kostümlerle, bir çuval dolusu aksesuvarla çalışmayın. 'Derin yorumlar'dan. uzak durun. Heyet oyuncu arıyor, Türk tiyatrosunu kurtaracak alimi değil. Rolü yaratmak için ıvır zıvıra ihtiyacınnız yok. Kendiniz olun yeter.
Asla, asla, asla heyet beklerken 'dekor 'unuzu, 'kostümünüzü' hazırlamak için zaman kaybetmeyin. Heyeti aleyhinize çevirirsiniz. Zaten bunlara hiç lüzum yoktur.
Unutursam! Teklediniz, unuttunuz. Olabilir. Heyetten herkesin başına gelmiştir bu. Hemen yıkılmayın. Ağlamaya, salonu terk
etmeye lüzum yok. Biraz ilerden devam edin. İnanın, teklemenizi, unutmanızı normal karşılayacaklardır. Ama dağılmanız onları kötü etkileyecektir.
Onlar ne arıyor? Azimli, sebatkâr, ciddi, çalışkan, ahlaklı, yetenekli gençler. Öyle olduğunuzu hissettirin. (Söylemeyin, hissettirin!) Yarın, mezun olunca sizinle aynı sahneyi paylaşmak istesinler. Asla özür dilemeyin. "Yapamadım, çalışamadım, kötü oldu, pardon," gibi laflar hiçbir işe yaramaz. Hoca kendine güvenen adam ister karşısında! Büyük ihtimalle parçanızı bitirtmeyeceklerdir. Size tanıyacakları süre üç dakika civarında olacaktır. Hazırlarken bunu dikkate alın. Bütün numaralarınızı sona saklamayın. Kuvvetli bir başlangıç etkili olur. Yalnız bunu abartmayın. Unutmayın, heyeti sokaktan toplamadılar. Sizin aklınıza gelen her 'süper numara' onların da bir zamanlar akıllarına gelmiştir, birilerinden görmüşlerdir. Kesmeleri beğenmedikleri anlamına gelmez. Hele iki aşamalı sınavların ilk aşamasında kaba eleme yaparken yeterli olduğunuzu hissederlerse vakit kaybetmemek için hemen kesebilirler. Moralinizi bozmayın. Hemen ikinci parçanıza geçin.
Sonsöz Aklınızı başınıza alın. Doktorluk, papazlık gibi yirmi dört saatte yirmi dört saat çalışılacak bir meslek önünüzdeki. Bunu gerçekten istiyor musunuz? Her şeyi bu uğurda feda edecek kadar. Öyleyse, bir heves değilse sizinki, buna inanıyorsanız, kendinize güvenecek, onları etkileyeceksiniz. Heyet kaliteli malzeme arıyor. Onları sanatçı olarak beğenirsiniz, beğenmezsiniz başka. Ama her biri bu işe baş koymuş insanlar. Onlarla aranızda bu duygu ortaklığını kurarsanız sizi sevecek, isteyeceklerdir. Sizin sahnede 'yurdunuzda' olduğunuzu görsünler yeter.
a
Mülakat tipi soru sorarlarsa... Kısa, net cevaplar verin. Tekrar ediliyor ama fayda var. Ukalaları kimse sevmez, istemez. Malûmat-füruşluk yapmayın. Öte yandan sempatik olacağım diye uğraşmayın da...
Bunu gerçekten istiyor musunuz? Her şeyi bu uğurda feda edecek kadar...
pe cy
Onlar ne arıyor? Azimli, sebatkâr, ciddi, çalışkan, ahlaklı, yetenekli gençler. Öyle olduğunuzu hissettirin. (Söylemeyin, hissettirin!) Yarın, mezun olunca sizinle aynı sahneyi paylaşmak istesinler.
Sonsöz
Aklınızı başınıza alın. Doktorluk, papazlık gibi yirmi dört saatte yirmi dört saat çalışılacak bir meslek önünüzdeki.
Kendinize güvenin, gerisini de inandığınız her neyse ona bırakın. Rasgele!..©
Geçen Sezonun Kötülerine İstanbul'dan Bir Örnek:
pe cy a
"Tartuffe"
> Üstün Akmen > ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr
17. yüzyıl Fransa'sının büyük mizah dehası Moliere'in bütün dünyada hem en sık sahnelenen, hem en çok konuşulan, tartışılan, hem de aynı zamanda genel olarak büyük yazarın başyapıtı olarak kabul edilen oyunu "Tartuffe", İstanbul ve Kocaeli'nde sahnelendi. Kocaeli'ndekini ne yazık ki izleyemedim. Bir kış günü kalktım, İstanbul'dan taaa Kocaeli'ne kadar gittim. Oyunculardan biri son dakikada rahatsızlanmaz mı! Şanssızlık işte...
Sizi Tartuffe'ler Siziii... Hiç kuşkum yok ki canlı karakterleri, güldürücü durumları ve Moliere'e özgü şiirsel dili kadar, öyküsünün güncelliğini hiçbir dönemde yitirmeyişi ile ünlenmiş "Tartuffe"ün konusu, dini inançlarına körü körüne bir saflıkla bağlı zengin bir adamın evine yerleşen ve ona kendini dine adamış bir sofu rolü oynayarak malını, mülkünü, kızını ve hatta karısını elinden almaya çalışan bir sahtekarın öyküsünden ibaret. Dindarlığı bir maske gibi kullanarak içindeki şehvet ve açgözlülük dürtülerini dış dünyadan gizlemeye çalışan Tartuffe karakteri, özellikle Fransız toplumunun kolektif bilincinde öyle etkili bir yer bırakmış ki, "Tartuffe" günümüzde dahi "ikiyüzlü" anlamında bir sözcük olarak Fransız diline yerleşmiş. Dorine'nin Kurnazlığı Bir yandan Tartuffe karakteri aracılığıyla din tacirliğini ve ikiyüzlü softalığı eleştiren Moliere, öte yandan ona gülünç bir sadakatle bağlı olan Orgon karakteri ile de toplumun ileri gelen kesimlerinde bu türden yobazlığın nasıl destek gördüğüne dikkat çekmekte. Moliere'in hemen hemen bütün komedilerinde olduğu gibi bu oyununda da
doğrulan görebilen ve gördüklerini söylemekten çekinmeyen bir hizmetçi var: Keskin zekalı ve sivri dilli Dorine, kendinden çok daha eğitimli ve çok daha soylu kimselerin göremediklerini, halka özgü bir sezgiyle hemen görmekte ve her yakaladığı fırsatta çevresindekileri iğnelemekten geri durmamakta. Zaten oyunun sonunda Tartuffe'ün maskesinin düşmesi de, gene Dorine'in kurnazlığından kaynaklanmakta. Günümüzde Ne de Çok Tartuffe Var! İlk oynanışında Kral XIV. Louis tarafından, yakın çevresindeki din büyüklerinin etkisiyle ve din düşmanlığı yaptığı gerekçesiyle yasaklanan "Tartuffe", daha sonraki yüzyıllarda da sıklıkla engeller ve yasaklarla karşılaşmış. Moliere'in dehasının bir kanıtı da, yaklaşık dört yüzyıl önce yazdığı bir oyunla, bugün bile kızdırmak istediklerini kızdırıyor, eğlendirmek istediklerini eğlendirebiliyor olması. Gerçekten de, 2006 yılından bakıldığında, Moliere'in gözüyle görülmüş XIV. Louis Fransa'sının, Cumhuriyet Türkiye'siyle benzerliği büyük yazar adına hayranlık, insanlık tarihi adına ise dehşet verici boyutta. Diğer taraftan, gerek İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun, gerekse Kocaeli Belediye Tiyatrosu'nun "Tartuffe" seçimi, günümüz siyasal ortamına uygunluğu açısından pek yerinde.
Esneyen Suflöz, Dolaşan Polis Bu arada, kullanılmayan, oyuna dahil olamayan Polis (Ethem Tuncay) ve Suflöz (Günay Ertekin Arslan) karakterlerine ne gerek olduğunu da sormadan duramayacağım. Ali Cem Köroğlu'na bu kadar ayrıntısız bir burjuva evi çizdiği için sitem edecek, dönemsel giysileri için Gülhan Kırçova'nın sırtını sıvazlayacağım. Sahnenin sol önüne yerleştirilen akordeon, kontrbas, vurmalı ve sallamalı çalgılardan oluşan "trio"ya Cleante (Nişan Şirinyan) ile Valere'nin (Burak Şentürk) dahil oluşlarını alkışlayacağım, ama "icra edilen" çoğu meyhane müziği olan parçalan kimin seçtiği hususunda merakımı durduramayacağım. Müziğin yer yer "forte"liğinden söz etmeyi boşlayıp, Önder Arık'ın ışık düzenini de "eh" düzeyinde diyerek atlayacağım. Eyüboğlu da Olmazsa, Birinci Perde Çöker İşin şakasını bir tarafa bırakıp, oyuncuların değerlendirmesine geldiğimde Reha Kadak'ı, Özgür Atkın'ı, Cengiz Baykal'ı, Orçun İyinemli'yi, Ebru Bilingen'i, Burak Şentürk'ü görevlerini fevkalade keyifsiz ve heyecansız yaparlarken seyrettiğimi söylemeden geçemeyeceğim. İsmail Incekara'nın yanıt atikliği, karşısındakini dinlemediğinden olsa gerek, neredeyse sıfırdı. Nişan Şirinyan, Cleante'ı seyirciye başarıyla ulaştırıyordu. Serap Eyüboğlu, Dorine'in gerçeklerin aktarımındaki farklılığını seyirciyle çok iyi paylaşıyor ve belki abartı olacak ama birinci perdeyi itiyordu.
pe cy
a
İstanbul Devlet Tiyatrosu Yapımı "Tartuffe" Ancak, İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı "Tartuffe", Moliere aracılığıyla seyirciye ileti veremediği gibi, seyircinin üzerine karabasan gibi çöktü. Seyirci, oyun içinde adeta gıdıklanma güdüsüyle güldü. Kazım Akşar, bir tencere dolusu farsa, azıcık da commedia dell'arte katarsam Moliere olur demişti, ama olmamıştı. Olamadığını görememişti. Oyuna eklenen bir oyun provası ortamında, Aksar'ın Moliere'in oyunculuk ve komedya üstüne düşüncelerini dile getirdiği "L'impromptu de Versailles"i ortaya saçacağını sanarak aldandım. Oyunun metni kadar; sahneleme, oynanış, sahne düzeni, tekniği açısından acaba oynanmakta olan oyun, gerçek yaşamın bir yanılsaması mı olacak diye bekledim; yanılsamayı bulamadım. Gerçek yaşamın gösterilmesine dayanan belirli yabancılaştırma etmenleriyle, seyirciyle oyun arasında bir uzaklık kuracağını sandım, kandırıldım. "Hah! İşte şimdi oldu. Madame Pernelle'i bir erkek oyuncuya oynatarak komedi unsuru yaratacak," diye bekledim, beklediğimle kaldım.
olup olmadığını Ayten Uncuoğlu görmek zorunda değil miydi? Dramaturg, yönetmenle birlikte metin üzerinde çalışmasını tamamladıktan sonra, provaların ilk haftasında, oyuncuların gereksinimlerine ve kişisel özelliklerine göre son değişiklikleri yapmaz mı? Asıl önemlisi, bir dramaturg, yönetmenle birlikte anlaştıkları yorumun dışında bir değişim isteğiyle karşılaşırsa, metni korumakla yükümlü değil midir? Bütün bu soruların yanıtı olarak, sanıyorum Kazım Akşar Ayten Uncuoğlu ile işbirliği yapmamıştı ya da dahası Uncuoğlu görevini boşlamıştı. Aradan geçen zamana karşın, birinden düzeltme gelirse, sözümü geri çekerim elbette.
Akşar, Uncuoğlu'ndan Hiç Yararlanmamış mı? İşin burasında, sözü ister istemez döndürüp dolaştırıp, deneyimli Dramaturg Ayten Uncuoğlu'na getireceğim. Orhan Veli Kanık'ın hayli ilginç çevirisinin sahneye uygun çeviri
"Kâbus Kaldıran Mehmet Ali" Ve ikinci perdede Mehmet Ali Kaptanlar'ın sistemli Tartuffe yorumu... Kaptanlar, ikinci perdede sahneye adım attığında, Tartuffe karakterine ilişkin ne bulduysa, Moliere'in metninden ne algıladıysa seyirciye aktarırken, kavrama ve yorumlama sınırlarını da göz göre göre zorladı. Mehmet Ali Kaptanlar, zaten bu nedenle sezon sonuna dek "Kâbus Kaldıran" olarak çağırılmadı mı?©
Sanatımızın 40 Yıllık Emekçisi:
pe cy a
Mehmet Akan
> Mehmet Esatoğlu > mehmetesatoglu@gmail.com
Yazar, yönetmen, koreograf, oyuncu Mehmet Akan'ı yitirdik. Uzun süredir boğuştuğu kanser hastalığı gövdesini sarınca yapılan tıbbi müdahaleler de onu kurtarmaya yetmedi. Yaşam mücadelesi verdiği günlerde internetten yapılan kan arama duyurularına yüzlerce insan ses verdi. 8 Temmuz 2006 gecesi 22.15'te artık onun için yapılacak hiçbir şey kalmamıştı. 50'lili yıllardan bu yana sanat alanımız için onca güzellik üreten bir usta sanatçıyı yitirdik, kaybımız büyüktür. Mehmet Akan 60'ların güzel insanlarından biriydi. Neydi bu "güzel" insanların ortak özelliği. Bu insanlar öncelikle yurtsever insanlardı. Ülkelerini gerçekten severlerdi. Bu sevgi öyle kuru kuruya bir sevgi değildi. Kafa patlatırlardı ülkelerindeki politika, insan yaşamı ve üretilen sanat üstüne. Bunu yapabilmek için de okurlardı, yazarlardı, düşünürlerdi ve çözümler üretirlerdi. Örgütlenmeler yaratılardı. Mezopotamya'nın bağrında doğan Akan, 50'li yıllarda bir yandan İTÜ'de Makine Fakültesi'nde öğrenimini sürdürürken öte yandan tiyatro alanına yöneliyor. Cumhuriyet döneminin var ettiği sanat kurumlarının içindeki "salla başını al maaşını" ilişkisinin yarattığı sanat insanlarının durumunu görerek ve ürettikleri kokuşmuşlukları eleştirerek yeni bir yol arayışına girişiyor. Yalnız Mehmet Akan değil tabii. Oktay Arayıcı'sından Vasıf Öngören'ine bir dolu aydın da aynı arayışın içinde. Ortak perspektifleri resmi ve ticari çatıların altında oluşmuş ve çürümüş kurumların aksine amatör bir ruhla sanatı geliştirmek ve yaşayan insanla buluşturmak. Cumhuriyetin 40 yıllık geçmişine bakan Akan ve yol arkadaşları önce var olan ve bir türlü onarılamayan "anza"larm tespiti ve bunlara alternatif çözüm arayışları ile düşüyorlar yola. Uzun yıllar yabancı oyunları adapte eden, kendine yazar yetiştirmeyen, var olana da sırtını dönen tiyatromuza yazar olmaya soyunuyorlar. Mehmet Akan bu çabalar içinde "Kiraz Çiçek Açıyor Aykırı Dal Üstüne"den "Hikaye-i Mahmud Bedreddin"e bir dolu oyunlar üretiyor. Onun yazdığı oyunlar öncelikle ayağını bu toprağa basıyor. Anlatımıyla, ilişkileriyle bu topraktan yükselerek evrensele ulaşıyor. Akan 2005 yılında Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ) için yazdığı tiyatro bildirisinde bu perspektifini şöyle açıklıyor: "Yurdumuz özelinde, insanımız, yüzyıllar boyu, ahi toplantılarında, yaren sohbetlerinde, kış yarısı, koç katımı, hıdırellez törenlerinde oyunlar oynadı, deyim yerindeyse, daha iyi yaşamanın provasını yaptı". "Daha iyi yaşama"nın provalarına katkı olarak yazdığı ve basılan üç oyunundan "Analık Davası"nda yaşamda aslolanın emek olduğuna vurgu yaparken "Ham Hum Şaralop" da gözü doymayan ve kendini bulduğu her yola süren insanın çirkinliklerini ortaya koyuyor. "Hikaye-i Mahmud Bedreddin" ise Nazım Hikmet'in yapıtı "Şeyh Bedreddin Destam"nın bizleri tanıştırdığı
Bedreddin olayının çevresinde bir yolculuğa çıkarıyor izleyiciyi. "Yarin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber diyebilmek için"le ifade edilen eşit ve özgür bir dünyayı var etmenin zorlu yollarını önümüze koyuyor. Düşlediği tiyatroyu yapabilmek için teatral örgütlenmenin yollarını arar Akan. Ergün Köknar aracılığıyla katıldığı "Genç Oyuncular" topluluğu ilk denemelerinden biridir. Bu topluluk günümüzün amatörlerinin de önünü aydınlatan deneyimler gerçekleştirmiştir. Öncelikle kendi metnini var eden ve bunu özgün denemelerle sahneleyen Genç Oyuncular topluluğu, sahneizleyici ilişkisine de yeni boyutlar getirmiştir. Onların girişimleri sahnenin önündeki tıkanıklıklara ve "arıza"lara çözümler sunmuştur. Genç Oyuncular "elbirlikçi çalışma" ve "elbirlikçi yönetim" ile harekete geçerler. Bu, oyun yazımından, yönetiminden, dekorundan kostümüne herkesin elbirliğiyle oyunu kotarmasıdır. "Tavtati Kütüpati", "Vatandaş Oyunu" ve "Çürük Elma" bu deneyimin önde gelen örnekleridir. "Genç Oyuncular"ın ardından girdiği Gülriz Sururi - Engin Cezzar topluluğunda hem koreograf ve yönetmen olarak emek harcamış, bu topluluğun da Haldun Taner'in "Keşanlı Ali Destanı"ndan Nazım Hikmet'in "Ferhat İle Şirin"ine en görkemli ürünlerini ortaya koymasına önayak olmuştur. Ulvi Uraz ustanın topluluğu ise Midirfillik Oyunu (Ham Hum Şaralop) oyunuyla hem yazar hem de yönetmen olarak ona kapılarını açmıştır. Yıl 1969'dur. 68'lerin anti-emperyalist ateşi Avrupa'yı ardından da Türkiye'yi sarmıştır. Avrupa'da uyuşuk, uzlaşmacı sözüm ona muhalif partilerin etkisinden kurtulan gençlik ve aydınlar yeni bir dünya talebiyle sokaklara çıkarlar. Ülkemiz de aynı fırtınadan nasibini alır. Mehmet Akan ve arkadaşları Genco Erkal, Şevket Altuğ sahnelerimize unutulmaz örnekler bırakacak Dostlar Tiyatrosu'nu kurarlar. Akan yirmi yıla yaklaşan amatör ve profesyonel deneyimlerini bu toplulukta yoğurmaya başlar. Yazar, yönetmen, koreograf ve oyuncu olarak Akan, tiyatronun temel direklerinden biridir. Genç Oyuncular'da kotarılan "elbirlikçi çalışma" burada topluluğun sıçrama dinamiklerinden birini oluşturur. Toplulukta üretilen oyunların bir yanını Genco Erkal, diğer ucunu Mehmet Akan, Arif Erkin, Yavuzer Çetinkaya, Macit Koper var ediyor, hangisinin üretiminin nerede başladığını nerede bittiğini ancak üretim içindekiler biliyordu. Özellikle "Şili'de Av", "Alpagut Olayı", "Sabotaj Oyunu" gibi çalışmalar Akan'ın "elbirlikçi çalışma", "elbirlikçi yönetim" önermelerinin önde gelen örnekleridir.
Mehmet Akan'ı Düşünürken
pe cy a
Atila Alpöge Boşluk... Doldurulması olanaksız derin bir boşluk... Günlerdir, onu yitirdiğimizden beri Mehmet'i düşündüğüm zaman bu boşluğu hissediyorum. Bir de derinden bir sızı... Kolay değil kırk beş yıl önceye dayanan bir dostluktu bu. Dostluğun da ötesindeki bir yakınlık... Aklıma çözemediğim çapraşık bir şeyler takıldığı zaman derdimi uzun açıklamalara gerek olmadan iki sözcükle anlatabileceğimden emin olduğum bir birliktelik. Ne de olsa, bu dostluğun temelinde yıllara yayılmış bir deneyim paylaşımı vardı. Bu boşluğun ortasında Mehmet'i düşünürken "Onun kişiliğini nasıl özetlersin?" diye soruyorum kendi kendime. Aklıma hemen iki kavram geliyor: "alçakgönüllülük" ve "geleneksele sahip çıkmak". Kişiliğinin en belirgin özelliği alçakgönüllü oluşuydu. Mütevazı, güler yüzlü, barış dolu, sıcak, uyumlu, olumlu ve yapıcı bir kişilik. Çevresine huzur veren bir yapı. Onu "Genç Oyuncular" topluluğuna 1959'da Ergun Köknar getirmişti. Aramıza yeni kimse almamaya kararlı olduğumuz bir dönemde. Bu yüzden de Mehmet'in toplulukta esas kadroya geçişi bir-iki yıl aldı. O bu beklemeyi hoşgörüyle, güler yüzle karşıladı. Örneğin onur meselesi yapmadı. Kısa zamanda kendini gösterdi. Topluluğa hızla uyum sağladı ve alçakgönüllü kişiliğiyle hepimizi kendine bağladı. Ve Genç Oyuncular'ın temel direklerinden biri oldu. Mehmet Akan'ın belki de en önemli yanı, "geleneksel'e sahip çıkışıydı. Bilgiyle, otoriteyle, uygulamayla. Yurdumuzda geleneksel endişesi epey eskiye dayanıyor, 1930'lara, 1940'lara. Tiyatro alanında Ahmet Kutsi Tecer, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Cevdet Kudret, Metin And gibi adlar geliyor akla. Mehmet de bu araştırmacılardan biriydi. Onun inandığı tiyatro geleneksel müziği de geleneksel dansı da içeriyordu ve Mehmet bunları Genç Oyuncular'daki uygulamalarında kullanıyordu. Yıllar sonra, 1988'de kendi aramızda yaptığımız bir söyleşide şöyle demişti: "Genç Oyuncular'da tiyatro; dans, müzik, mim gibi öğelerin ortak senteziydi." Yani "Danslı bir oyun değildi o tiyatro. Dans, genel hareketin içinde erir giderdi; apayrı bir şey değildi. Dansın, müziğin, hareketin, mimin iç içe olmasını biz geleneksel tiyatroda fark etmiştik." Aynı konuşmada ekliyor: "Daha önceleri köy seyirlik oyunlarını biraz bilirdim. Bir ara Ahmet Kutsi Hoca benim kulağımı çekmiş ve 'Böyle bir tiyatro var. Bunlara daha fazla yönel, daha fazla ilgilen' demişti. Kendi yazılarından söz etmişti ayrıca. Kütüphanelerde bulup okudum o yazıları. Sonra askerde bir hayli seyirlik oyun seyrettim, notlar aldım. Döndükten sonra üniversite tiyatroları festivalinin dergisine bir yazı yazdım. Bunu okuyan Erol Keskin ile Cevat Çapan bana geldiler. 'Niye bunları uzun uzun yazmıyorsun? Hiç bilmiyoruz. Öğrenmek istiyoruz' dediler." Gene o konuşmada konunun can damarına parmak basıyor: "Daha sonraki yıllarda geleneksele özenen bir hayli girişim oldu. Çoğu da taklitçi ve biçimci olarak kaldı. İşin estetiğini kavrayıp 'Yeni bir şey olarak ne yapılabilir?'i aramadılar. Genç oyuncular başından beri işi özünden yakalamanın peşinden koşmuşlardı. Ben buna 'kaynaktan yıkanma' diyorum. Mesele 'geleneksel tiyatromuz en iyisidir' diye yola çıkmak değil. Kendi toprağında nüvelenmiş, kaynaklaşmış bir malzeme var. Önemli olan bu malzemeyi değerlendirmek." Mehmet gelenekselden evrensele varmayı hedef almıştı. "Kaynaktan yıkanmış"tı Mehmet Akan. Bu bakımdan (oyuncu, yazar, yönetmen olarak) tiyatroculuğunun yanında koreografiye kayması hiç de zor olmadı. Bunun doğal bir uzantısı ise başarıyla kurup yönettiği (bir halk oyunları topluluğu olan) "HASAD"tı. En son yönettiği (kendi oyun u olan) "Hikaye-i Mahmud Bedreddin"i beş kez seyrettim. Her seferinde de gösterimi büyük keyifle yudumlayarak. İnandığı, inandığımız tiyatroyu büyük ölçüde gerçekleştirmişti bu oyunda. Devlet Tiyatroları galiba pek kavramadı yapılanı. Tıklım tıklım dolan salona karşın oyunu kaldırdı. Oysa seyirci anlamıştı, sevmişti, tutmuştu gösterimi. Anlamayan anlamasın! "Hikaye-i Mahmud Bedreddin" benim beynimde bir sembol gibi sürüp gidecek. Mehmet Akan'ın kişiliğinin iki temel taşı olan, alçakgönüllülükle gelenekselciliğin sembolü olarak. İçimdeki sızıyı biraz dindirecek, ortaya çıkan boşluğu sıcaklığıyla dolduracak bir teselli olarak .
a
cy
Yönetmen ve koreograf Akan'ı ise uzun yıllar sonra öne çıkaran çalışması Haşmet Zeybek ve Dostlar Tiyatrosu bünyesinde bir grubun kaleme aldığı "Alpagut Oyunu" oluyor. Çorum'da kömür işletmesinde ayaklanan ve onu ele geçiren işçilerin öyküsünü gerek yaratıcı sahne biçimleriyle gerekse danslarıyla oya gibi işlemişti Akan. Bu oyundaki danslar, 1974 yılında oluşturacağı Dostlar- Hasad Çağdaş Halk Oyunları Topluluğu'nun adeta bir muştucusuydu. Danslar daha sonraki yıllarda "İş Halayı", "Savaş oyunu", "Börklüce Semahı" ve "Ruhi Su Semahları" olarak karşımıza çıktı. Özellikle 1976 yılı işçi bayramı için hazırladığı "1 Mayıs Halayı" işçi bayramında caddelerden geçen kortejin içinde parlayan ve kitleleri coşturan bir çalışmaydı. 1972 yılında Akan, Brecht'in "Kafkas Tebeşir Dairesi" oyunundan esinlenerek "Analık Davası" adlı oyunu yazdı. Emeğin evrenselliğini vurgulayan bu oyunun yazımı da sahnelenişi de yerel ile evrenselin kaynaşmasına iyi örneklerden biridir.
pe
Dostlar Tiyatrosu bünyesinde adeta her işe koşan Mehmet Akan, oyunculuk alanında da önemli örnekler ortaya koydu. Toplulukta "bugün Hamlet yarın figüran" yaklaşımıyla ele aldığı büyüklü küçüklü her rolü özenle işledi. Özellikle Orhan Asena'nın "Şili'de Av"ında oynadığı "Rahip" rolü ülke tiyatromuzun doruklardaki oyunculuk örneklerinden biridir. Oyunun finalinde duvarda asılı İsa figürüyle hesaplaşması uzun süre belleklerde yer etti. Oyunlarda sıradan gibi rollerde de izleyicinin nabzını yakalamayı başaran Akan, özellikle "Alpagut Olayı" ve Amerikalı mizah yazarı Art Buchwald'm "Büyük Dümen" oyunlarında, küçük rollerin büyük oyuncusu olduğunu da ortaya koydu. 80 darbesi ve 12 Eylül yönetiminin emekçiler, gençler ve aydınlar üzerindeki acımasız kıyımı, Akan'ın moralinin bozulmasına ve teatral üretimin gerilemesine neden oldu. Bu dönemde yazdığı tek oyun olan "Hikaye-i Mahmud Bedreddin"i Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sergiledi. Bu oyunda metin, oyun ve müzik görkemli bir mozaik oluşturuyordu. Aynı yaklaşımla sergilediği Bilgesu Erenus'un "Misafir" oyunu da bir başka başarılı çalışmasıydı. Bu dönemin ardından Dostlar Tiyatrosu yeniden toparlanıp perdelerini açarken sahnede geçmiş dönemin üç oyuncusu Mehmet Akan, Macit Koper ve Genco Erkal vardı. Bu ikili Vasıf Öngören'in "Asiye Nasıl Kurtulur" ve Brecht'in "Galilei'nin Yaşamı"nda önemli yorumlarıyla öne çıktılar. Özellikle "Galilei'nin Yaşamı"nda Genco Erkal, Galileo yorumuyla öne çıkarken Macit Koper Engizisyon Kardinali'nde ve Mehmet Akan Papa rolünde büyük başarılar ortaya koydular. Akan, papalık giysileri giydirildikçe kaypaklaşan papa yorumuyla sahnelerimizde ender gördüğümüz bir oyunculuk örneği sunuyordu. Bir başka başarılı oyunculuk örneğini de Edward Bond'un "Yaz" oyununda yorumladığı "Alman" rolüyle ortaya koydu. Sanatçılığının yanı sıra sanat alanının örgütlenmesi için de çaba harcayan Akan, bir dönem başkanlık yaptığı tiyatrocuların sendikası (Tİ-SEN) de gerek ekonomik haklar gerekse de sanatçıların eğitimi alanlarında önemli girişimlerde bulundu. 80 sonrası sanat alanında kurulan tabela örgütlenmelerine ise itibar etmedi. Sinema ve televizyon alanında 80'li yıllarda "Ah Belinda", "Teyzem", "Asiye Nasıl Kurtulur", "Bez Bebek", "Kadının Adı Yok" vb. bir dolu filmde rol aldı. Kitlelerce yoğun bir biçimde tanınması ise Umur Bugay'ın televizyon dizisi "Bizimkiler"de oynadığı apartman yöneticisi Sabri Bey rolüyle oldu. 2005 yılında Nazım Hikmet Kültür Merkezi kendisine sanat alanındaki kırk yıllık çabasından ötürü bir Nazım heykelciği sundu. Yaşamının son günlerinde bir oyun çalışması içindeydi. Ama belindeki bir acı onu durduruyordu. Çok da özen göstermediği sağlık sorununu sahnedeki üretimini sürdürebilmek için çözmeye girişti; ama onu aramızdan alacak süreç hızlanmıştı. Son anına dek üretti. Yaptığı her işi büyük bir özenle var etti. Toplumcu sanat için kolları sıvayacaklara başarılması zor bir model bıraktı ©
Mehmet Akan ve Çağdaş Türk Dansının Tohumlarının Atılışı: Dostlar HASAD topluluğu Serdar Türkan (Dostlar HASAD adına) Değerli bir tiyatro adamı olan Mehmet Akan için en az tiyatro kadar önemliydi çağdaş Türk dansını yaratma savaşımı. Gönül vermişti dansa, profesyonel bir yaklaşımla ama amatör bir ruhla çalıştı bu alanda. Çok bilinmez Mehmet Akan'ın bu yönü: Biliniz ki, Mehmet Akan, dansın olmadığı bir dünyada var olamazdı. Öylesine bir tutkuyla bağlıydı dansa. Yaşamı boyunca da bu tutkusu azalmadan devam etti. Alanında belki de ülkenin en iyi koreografı idi. Doğrusu dansı da çok iyiydi, sahnelerde omuz omuza dans edemesek de provalarda hareketleri gösterirken Mehmet Akan'ı izlemek bir başka keyif olurdu bizler için. Yıl 1975... Karlı bir Aralık akşamı tanıdık Mehmet Akan'ı. DİSK'in 9. kuruluş yıldönümü kutlamalarının organizasyonunu üstlenmişti. Dostlar Tiyatrosu ve Mehmet Akan gecenin yönetmenliğini yapacaktı. Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü'nün yönetimindeydik o sıralar; bize o teklif etmişti gecenin danslarının kotarılmasını. Düşündüklerini anlattı. Koreografisi şekillenmişti bile kafasında. İki aya yakın hemen her gün çalıştık bu gece için. O kadar kar yağmıştı ki o kış, arabalar tepeye çıkamadığından Mehmet Akan Bebek'ten her gece yürüyerek karlara bata çıka gelip giderdi üniversiteye. Çok heyecanlanmıştık, otantik danslarımızdan yola çıkıp çağdaş bir yorumla yepyeni bir dans çıkmaktaydı ortaya. HASAD'ın tohumlan o gösteriyle atılmış oldu. Aynı gösteriye koroyu da Ruhi Su hazırlamıştı; Ruhi Su Korosu'nun nüvesi de orada atılmıştı zaten. HASAD ve Ruhi Su Korosu'nun yıllar süren kader birliği de böylece başlamış oldu. Dostlar Tiyatrosu'nun bünyesinde, Mehmet Akan başkanlığında 1976 yılında kuruldu Dostlar HASAD. Sınavlar açıldı, yüzlerce kişi arasından kırk kişilik bir kadro oluşturuldu. Tamamen amatörce bir çalışmaydı bizimkisi; çağdaş Türk dansının yaratılmasına gönül vermiş olan Mehmet Akan, hepimize hem hocalık hem ağabeylik yaptı. İnanılır gibi değildi, koreografiyi yapmıyor ama öğretiyordu. O'nun başkanlığında hep birlikte üretiyorduk dansları. İlk ürün aynı yıl çıkmıştı: "İş Halayı". Arkasından, teatral öğelerin de yer aldığı ve savaşların çıkış nedenlerini ifadeleyen "Savaş Oyunu" dansı geldi. Burjuvaziyi temsilen dans eden kız arkadaşımız Alev, sonraları Mehmet Akan'ın gönlünü çalacak ve eşi olacaktı. Öylesine ince düşünceliydi ki Mehmet Abi'miz, Alev ile birlikteliklerine başlamadan önce konuyu HASAD yönetim kuruluna getirip olurumuzu alma nezaketini bile göstermişti. Düşünüyorum da o zaman "Hayır Mehmet Abi, grup içinde olmaz." deseydik neler olurdu acaba?
a
Dansların müziklerini Arif Erkin yapardı. Geceler boyu az uğraşmadılar Mehmet Akan'la. Biz karşısında figürleri gösterirken Arif Abi'miz de bir yandan mırıldanır bir yandan tempo tutardı. Ne keyifli günlerdi onlar; yenilir içilir, dans edilir, müzikler yazılırdı.
pe cy
En büyük projelerinden birisi Şeyh Bedrettin Destanı'nın danslarını yapmaktı. Başladı da. İlk bölüm "Börklüce Semahı" oldu. Nazım'ın şiirleri Genco Erkal'ın sesiyle canlandı. Bedrettin semah oldu. Dönüldü... Dönüldü... Tamamı dört bölüm olacaktı. Ne yazık ki maddi sıkıntılar, yersizlik... HASAD'ın devamını getirmesine engel oldu. On küsur yıl sonra grup dağıldı. Yıllar sonra, Ruhi Su'nun anısı için bir dans yapılmasını rica etmişti Sıdıka Hanım Mehmet Akan'dan. Onca zaman geçmesine karşın, Mehmet Abi'nin çağrısıyla HASAD'ın çekirdek kadrosu ilerleyen yaşlarına rağmen koşup geldiler. Ruhi Su adına, geceler boyu çalışılıp "Su Semahları" yaratıldı. Ruhi Hoca'nın sesi ve sazıyla döndü semahlar bu kez de. Mehmet Akan, çağdaş Türk dansının ilk tohumlarını serpti yüreklere. İstediğinin bire bir karşılığı olmasa da çok sonraları ortaya çıkan Sultan's of The Dance, Anadolu Ateşi gibi gruplar HAS AD'ın bıraktığı yerden bayrağı bir başka biçimde de olsa taşıyor oldular. Umarız ve dileriz ki Çağdaş Türk Dansı, Mehmet Abi'nin kafasında şekillendirdiği biçimde gelişir, güzel yerlere taşınır. Henüz emekleme çağında olsak da bir gün mutlaka... Ve sevgili Mehmet Abi, iyi ki yaşamımızda olmuşsun, iyi ki tanımışız seni! Sen olmasaymışsın eğer yaşamımızda kocaman bir boşluk olacağı kesinmiş. Rahat uyu
Mehmet Abi'ye Saygıyla Füsun Oruç Akay / Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçısı Yıl 1980... AST'da kursu bitirdikten sonraki ikinci sezonum. Kadronun çoğu gibi ben de Mehmet Akan'la yeni tanışıyorum. "Hikaye-i Mahmud Bedreddin"in atmosferini, kokusunu taşıyıp getiriyor tiyatroya ilk geldiği gün. Fuayede türküler, ilahiler, semahlar yankılanıyor. O ayakta, bizler oturmuş; havayı içer gibi saygıyla dinliyoruz. Öyle insanlar var ki yaşamda, onlar tutunacak dallar benim için. Hiç tanışmamış olsam da, bu çağı, bugünkü Türkiye'yi onlarla yaşıyor olmak çok önemli, çok güven verici. En karanlık durumlarda "neyse ki onlar var" diye düşünmek... Bir yazılarını okumak, yaptıkları bir işi duymak... İşte onlardan biri dünyadan ayrıldığında çok can yakıyor. Bir dalı kırılmış, eksilmiş, yalnızlaşmış duyumsuyor kendini insan. Mehmet Akan ise, tanışmak, asistanı ve oyuncusu olarak onunla çalışmak şansını yakaladığım "o insanlardan" biri. Neyse ki eserleriyle, yapmış olduğu çalışmaları, sanata katkılarıyla var olmaya devam edecek. Mehmet Abi, seninle daha pek çok üretimde birlikte çalışmayı öyle isterdim ki!.
İstanbul-Mekan-Tiyatro Festivali
pe
cy
a
'Barış' Temasıyla Yeniden Köprü
3. Uluslararası İstanbul-Mekan-Tiyatro Festivali "Barışa Yeniden Köprü" sloganıyla 6-16 Ağustos 2006 tarihleri arasında yapılıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın organize ettiği Festival, yakın coğrafyamızdaki savaş nedeniyle bu yıl "Barış" temasını taşıyor. Festival sorumluluğunu bu yıl da Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni M. Nurullah Tuncer üstleniyor. Uzun yıllar Doğu ile Batı arasında kültürel bir köprü de kuran İpek Yolu, 3. Uluslararası İstanbul-Mekan-Tiyatro Festivali'nin açılış gösterisinin de esin kaynağı olmuş. Festival, "İpekten Tiyatroya" isimli gösteri ile 6 Ağustos Pazar günü Sultanahmet Meydanı'ndan başlatılıyor. Gösterinin ardından, Topkapı Sarayı avlusunda Şehir Tiyatroları yapımı "IV. Murat" sahnelenecek. "IV. Murat", aynı zamanda Şehir Tiyatrolarının festivale katıldığı oyun. Açılış gösterisinin kurgu ve yönetimi Eftal Gülbudak ve Ümran İnceoğlu gerçekleştirmiş. Festival, 15 Ağustos 2006 Salı 19.30'da, yine aynı gösterinin Tarihi Galata Köprüsü'ndeki sunumu ile son bulacak. Uluslararası İstanbul-Mekan-Tiyatro Festivali oyunları bu yıl; Tarihi Galata Köprüsü, Ihlamur Kasrı, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, Beylerbeyi Sarayı, Sultanahmet Meydanı ve Taksim Meydanı'nda sahnelenecek. Festivale bu yıl; Arnavutluk, Azerbaycan, Çuvaşistan, Karadağ, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Irak, Makedonya, Filistin, Tataristan,
Sahne Tasarımı: Nazim Beykişiyev Müzik: Ayetsin Semetzade Oyuncular: Şüküfe Yusifova, Sabir Mehmetov, Yaşar Nuri, Saida Güleyieva, Metanet Atakişiyeva
cy
a
Rusya,Litvanya, Sırbistan, Bosna - Hersek, Suriye, Iran, Hırvatistan, Pakistan, Sudan, Macaristan, Bulgaristan, Katar, Kırgızistan ve Başkırdistan'dan toplam yirmi yedi tiyatro topluluğu katılıyor. Sudan, Katar, İran, Pakistan, Litvanya, Sırbistan, Hırvatistan, Azerbaycan ve Bulgaristan ise bu yıl ilk kez katılacak ülkeler.
3. Uluslar arası İstanbul-Mekan-Tiyatro Festivali süresince gerçekleştirilecek tüm etkinlikler ücretsiz olarak izlenebilecek.
pe
İRAN / Bazi Tiyatrosu "Çakılma Noktası" Yazan-Yöneten-Sahne Tasarımı: Attila Pessyani Teknik Asistan: Khosrow Pessyani Oyuncular: Attila Pessyani, Fatemeh Naghavi, Setareh Pessyani
"Enkazın altında bulunan iki insanın öyküsü. Sözsüz Oyun" Bazi Tiyatrosu, kendisini "avant-garde" bir tiyatro olarak tanımlıyor ve deneysel tiyatro üzerine yoğunlaşıyor. On yedi yıllık geçmişinde, elli bir oyun sergilemiş. IRAK / Irak Devlet Tiyatrosu "Romulus" Yazan: Friedrich Dürrenmatt Yöneten: Hatem Oda Işık Tasarımı: Mohammad Rahim Giysi Tasarımı: Ikhlas Saddam Sahne Tasarımı: Mohammed Alnaghash Müzik: Saleh Yaser Oyuncular: Fadhel A.Gabr, Bushra I.Essa, Aead A.Taee, Mohammed H.Tawfig, Hamead A.Jassam, Saad A.Abdulsahib, Samir T.Hassan "Oyun, İtalya'nın son imparatoru Romulus'un hakim olduğu dönemde Germenlerin İtalya'yı işgal ettiği zamanı anlatıyor..." Irak devlet Tiyatrosu, 1968 Nisan'ında kuruldu. Beş tane sahnesi bulunuyor. Sahnelerinin çoğu Amerika'nın saldırısı nedeniyle tahrip olmuş durumda. Yazar, yönetmen, oyuncu, teknik ekipten oluşan yüz kişilik kadrosu var. AZERBAYCAN /Akademik Milli Dram Tiyatrosu "Katil" Yazan: Elçin Yöneten: Mihriban Elekberzade
"Bir kimya öğretmeni olan Kadın sadece mesleği, öğrencileri ve bir parça da komşuları arasında bir yaşam kurmuştur. Bu yalnızlığı içinde umudunun simgesi olan tek şey ise sürekli konuşmakta olduğu gökteki Yıldızıdır. Ancak bir gece kapısını çalan eski öğrencisiyle karşılaşması sonucu hayatı değişir..." Eğitimci Hasan Bey Zardabi'nin önderliği ile Bakü Realni okulunun öğrencileri tarafından 1873 yılında sahnelenen M. F. Ahundovun "Lenkeran Hanının Veziri" oyunu ile temelleri atılan topluluk, 1919 yılında Devlet tiyatrosu olmuş. Tiyatronun adı değişik yıllarda; "Dadaş Bünyadzadenin", "Meşedi Azizbeyovun", "Hükümet Tiyatrosu", "Birleşmiş Devlet Tiyatrosu" ve "Azerbaycan Türk Dram Tiyatrosu" gibi isimler almış. BAŞKIRDİSTAN / Devlet Akademik Dram Tiyatrosu "Can Suyu" Yönetmen: Gülnara Valitova Dekoratör: Anisa Gizatullina Müzik: Aynır Fatihov "Oyun, Başkort folklorunu anlatır. Oyunun başlangıcında masal anlatır, tekerlemeler uydurur..." Başkır Devlet Akademik Drama tiyatrosu, Başkırdistan'ın önemli şairlerinden Mazhit Gafuri adına, 4 Aralık 1919'da, Sterlitamak kentinde kurulmuş. Başkır halkının görüşleri ve farklı grupları bir araya getirilerek, toplu bir devlet repertuarı oluşturulmaya çalışılmış. BOSNA HERSEK / Bosna Halk Tiyatrosu Zenica "Düdüklüde Kıymalı Bamya" Yazan: Memet Boydur Yöneten-Sahne ve Giysi Tasarımı: M. Nurullah Tuncer Işık Tasarımı: Mirnes Kamençiç Dans Düzeni: Snezana Markoviç Oyuncular: Marko Mijatoviç, Faketa Salihbegoviç-Avdagiç, Ancela İliç, Radmila Preininger, Lana Zablocki, Snezana Markoviç, Kristijan Kreziç, Dzenita Imamoviç "Mehmet Baydur'un bu oyununda; günlük ve gündelik olan
yaşamlarını süren bir grup ev kadınının, beklenmedik bir ziyaretçinin gelişiyle yaşadıkları, traji-komik bir dille işleniyor." Bosna Halk Tiyatrosu-Zenica 1950 yılın başlangıcında kurulmuş. Tiyatronun repertuarı, dünya drama yazarları, Bosna-Hersek ve güney Slav yazarlarının eserlerinden oluşmakta. BULGARİSTAN / Stoyan Bachvarov Dram Tiyatrosu "Jorj Danden" Yazan: Molierre Yöneten: Sofija Ristevska Giysi Tasarımı: Antonia Popova Müzik: Emilian Gatsov Oyuncular: Aleksandar Ilindenov, Antonio Ugrinski, Daniela Viktorova, Manya Ginkova, Nadezhda Panayotova, Nikolay Bozhkov, Plamen Dimitrov, Plamen Georgiev "Moliere'in en ünlü komedilerinden biri olan eser, aldatılmış bir kocanın hikayesi. Zengin kentli Geroge Danden, her şeye sahiptir. Bir tek şey haricinde... Varlığı ona aradığı mutlu hayatı satın alabilecek mi? Yanlış anlaşılmalar ve aldatmalar üzerine dönen bir oyun."
Sahne Tasarımı: Valeriy Malisev Oyuncular: Zoya Arıstarhova, Sergey Kolosyev, Oleg Aleksandırov, Maksim Maksimov, Yuriy Terenin, Yelena Fyederova, Lyudmila Nikolayeva, Baleriy Matveyev, Nina Yegorova, Gennadiy Tsarev, Lina Koschkına, Vera Krasnova, Rimma Gavrılova, Irina Scharıpova, Nikolay Pırkın "Öykü, küçük bir çuvaş köyünde Vasili ve Nadişin adlı iki genci anlatır. Çok sakin bir hayat yaşayan bu iki gençten Vasili'nin ailesi büyük oğlunun doğum günü beklerken Vasli'nin babası her doğan çocuk için ağaç dikilmesi gerektiğini ama son savaşlardan dolayı yeni ağaç dikilmediğini onların yerine mezarların aldığını söyler. Finalde baba ölmeden önce geliniyle vedalaşır ve soy ağacının devam etmesi için gelinine önlüğünü verir..."
ÇUVAŞİSTAN / Ioakim Maksimov-Koskinskiy Çuvaş Dram Tiyatrosu "Kara Kırlangıç" Yazan: Boris Cındıkov Yöneten: Ivan Ivanov Müzik: Nikolay Kazakov Dans Düzeni: Lyudmila Nyanına Sahne Tasarımı: Vladimir Schvedov Oyuncular: Vera Kuzmına, Çuvaş Devlet Üniversitesi Tiyatro Bölümü Öğrencileri
HIRVATİSTAN / Hırvatistan Halk Tiyatrosu "Desdemona" Yazan: Paula Vogel Yöneten: Rene Maurin Sahne-lşık Tasarımı: Rene Maurin Giysi Tasarımı: Saşa Doşen Oyuncular: Tatjana Bertok-Zupkoviç, Sandra Tankosiç, Nela Koçiş
cy
a
Stoyan Bachvarov Dram Tiyatrosu, Varna'nın kültürel sembolü. 1921 yılında kurulan tiyatro, Bulgaristan'ın en güzel binalarından biri olma özelliğini taşır. Varna Dram Tiyatrosu, seksen beş yıldır oyunlarında başarıyı yakalamış bir tiyatro olmasına rağmen, halen tiyatro diline yeni formlar kazandırma çabası içinde."
"İhtiyar kadın, gece yarısında penceresinde duyduğu tıkırtıyla uyanır. Gelen bir kırlangıçtır. Aralarında, Çuvaş halkının yüzlerce yıl süren ağrılı yolu, zorlukları ve tarihini anlatan hüzünlü bir sohbet başlar.
Hırvatistan Halk Tiyatrosu 1907 yılında kuruldu. Tiyatro, her yıl yirmiye yakın yeni oyun yapıyor. Ayrıca 'açık tiyatro günleri' ve 'Krleza günleri' isimli etkinlikleri düzenliyor. ARNAVUTLUK / A.Z. Cajupi Tiyatrosu "Herşeyden Önce Tekst Vardır" Yazan: Duru Motoc
pe
İ.S.Maksimova -Koşkinski adına Çuvaşistan Devlet Dram Tiyatrosu 1966 yılında tiyatro sever grup tarafından kurulmuş. Topluluk otuz dokuz yılda ülke genelinde öncü tiyatro haline gelmiş. 1990 yılında Çuvaş tiyatrosunun kurucularından I.S.Maksimova-Koşkinski adını almış.
"Shakespeare'in Othello'sunu, gülünç tarafından yeniden irdeleyen, olayları tamamen kadın kahramanlarının gözünden algılayan bir oyun..."
ÇUVAŞİSTAN / Ioakim Maksimov-Koskinskiy Çuvaş Dram Tiyatrosu "Soyumuzun Ormanı" Yazan-Yöneten: Nina Panina
"Hayale dayalı eserde, zaman, mekan ve karakterler tamimiyle yönetmene göre değişmektedir. Oyunda tekst bir şarkıcıyı oynar..."
Topluluk, kuruluşundan bugüne Shakeseare, Moliere, Brecht, Shaw, Pushkin, Jean Paul Sartre, Ben Johnson vb. gibi yazarların eserlerini sergilemiş. Bu yıl 116. yılını kutluyor. KIRGIZİSTAN / T.Abdumomanov M. Akad. Dram T. "Duvar" Yönetmen: E.Bekboliev Sahne Tasarımı: S.Niyazakunov Müzik: F.Gazieva Oyuncular: S.Sazaev, A. Osmonova, E.Arapbaeva "Oyun, savaş zamanı bir annenin yaşadıklarını anlatıyor. Kocasını ve üç oğlunu savaşa yollayan kadının evine bir gün bir postacı gelir. Getirdiği haberler ailenin hayatını değiştirir. Anneyi birbirini takip eden olaylarla örülü korkunç bir dram beklemektedir." Topluluk, seksen iki yıllık geçmişe sahip. KARADAĞ / Karadağ Halk Tiyatrosu "Nora" Yazan: Henrik Ibsen Yöneten: Branislav Miçunoviç Dans Düzeni: Sonja Vukiçeviç Oyuncular: Ana Vujo_evi_ Boris İsakoviç, Branimir Popovic, Predrag Ejduds, Nada Vuk_evi_
MACARİSTAN "Romeo Ve Juliet" Yazan: William Shekaspeare Yöneten: Adam Horgas Oyuncular: Peter Rudolf, Eszter Nagy-Kalozy "Yönetmen, Shekaspeare'in efsane eserini, yalnızca iki oyuncuyla aktarıyor. MAKEDONYA / Bitola Halk Tiyatrosu "Sandalyeler" Yazan: Eugene Ionesco Yöneten: Ljuba Milosevic Sahne Tasarımı: Dragan Angelkovic Müzik: Marjan Necak Oyuncular: Joana Popovska, Boris Corevski "Ibsen'in oyununda, yönetmen seyirciyi, Nora'nın üç çocuğunun gözünden yakalıyor. Çocuklara kıyasla 'büyüklerin' bencil davranışları gözler önüne seriliyor. Mutlu oldukları sanılan çiftin, çatıları altında yaşadıkları dramın öyküsü..." Bir süre kapalı kalan Karadağ Ulusal Tiyatrosu, 1997 yılında tekrar açıldı. Dokuz yılda çok sayıda oyun sahneledi, ulusal ve uluslararası festivale katıldı. KATAR / Katar Devlet Tiyatrosu "Acıyla Sayıklamak" Yazan: Dr. Salah Al - Kasb Yöneten: Naser Abdulrida Dans Düzeni: Naser ABDULRİDA Oyuncular: Jawad Al - Shekirji, Mouna İssa, Ali Sultan, Mohammad Anour, Malakah Süleyman
1944 yılında kurulan topluluğun elli dokuz kişilik kadrosu bulunuyor. Her sezon, yedi-sekiz oyun prömiyer yapıyor ve iki yüz oyun oynanıyor. Bitola Halk Tiyatrosu, ulusal ve uluslararası çok sayıda festivale katılmış. MAKEDONYA / Üsküp Türk Tiyatrosu "Tartuffe" Yazan: Moliere Yöneten: Deyan Proykovski Sahne Tasarımı: Vlado Goreski Işık Tasarımı: Orhan Mehmet Dans Düzeni: Krenare-Keri Nevzati Giysi Tasarımı: Blagoy Miçevski Müzisyenler: Goko Aloski, Igor Vasilev, Jovçe Petkovski, Blagoya Antovski Oyuncular: Mustafa Yaşar, Bedia Begovska, Cenap Samet, Filiz Ahmet, Nesrin Tair, Tamer İbrahim, Elyesa Kaso, Selpin Kerim
a
"Dünya, yıkıma ve yok oluşa doğru gidiyor. Endişe içinde olan bir varlık var. Bu varlık acı ve soruların ortasındadır. İnsani acılar kurtuluşu arıyor. Bu oyunda bir çok karakter sorularına yanıt arıyor."
"Kadın, sularla çevrili yuvarlak bir kulenin üstündeki odada, dünyadan yalıtılmış olarak ömür doldurmaktadırlar.
pe cy
Katar Devlet Tiyatrosu; 1972 yılında Katar devleti tarafından kurulan tiyatro ile 1984'de kurulan Geleneksel Halk Tiyatrosu'nun birleştirilmesinden doğru.
K.K.T.C. / Lefkoşa Belediye Tiyatrosu "Truva Savaşı Olmayacak" Yazan: Jean Gıraudoux Yönetmen: Osman Alkaş Sahne Tasarımı: Fevzi Özer say Işık Tasarımı: Fırat Eseri Giysi Tasarımı: Keriman Sarıkaya Oyuncular: Hakan Elmasoğlu, Hatice Tezcan, Osman Ateş, Erol Refikoğlu, Döndü Özata, Kıymet Karabiber, Asu Demircioğlu, Barış Refikoğlu, Melek Erdil, Tarkan Ulusol, Cem Aykut, Özgür Oktay, Osman Aklaş, Gül Akçal, Nesrin Mühürcü, Ahmet Karabiber, Mehmet Ekin.
"Oyun, kahraman Hektor'un yurduna, kazandığı bir zaferle döndüğü sırada başlar. Artık amacı, ülkesini barış içinde yaşatmaktır. Tam bu sırada, Kardeşi Paris'in Spartalı Helen'i kaçırdığını ve yeni bir savaş hazırlığını öğrenir..." Lefkoşa Türk Belediye Tiyatrosu 1980 yılında kuruldu. Tiyatro, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ikinci ödenekli ve akademik anlamda, repertuar niteliğine sahip tiyatrosu. LİTVANYA / Litvanya Theatre Prodjects "Idiot's Mass" (Dostoyevski'nin Budala'sından uyarlama) Yönetmen: Rolandas Atko_i_nas Işık Tasarımı:: Vladas Serstabojevas Oyuncular: Petras Venslovas, Vytautas Anu_is, Margarita _iemelyt_, Kristina Mauru_evi_i_t_, Kristina Skokova, Jevgenij Malkov, Sigitas Jdlauskas, Mantas Vaitiek_nas, Au_ra _tukyt_, Vilhelmas Vai_ekauskas, Dainius Valutis "Oyun, Dostoyevski'nin Budala adlı eserinden yola çıkılarak oluşturulmuş." Topluluk 2002 yılında kurulmuş. Yönetmen, oyuncu ve müzisyenlerden oluşan tiyatro profesyonellerini içeriyor.
"Parisli varlıklı bir burjuva olan Orgon ile annesi Madame Pernelle, dürüstlüğü, erdemliliği ve dindarlığıyla yücelttikleri sahte sofu Tartuffe'ü ailenin başına taç etmişlerdir; ailenin öbür bireyleriyse bu ikiyüzlü yobaza karşı aile içinde mücadele vermektedirler."
Üsküp Türk Tiyatrosu, 1950 yılında Abdüs Hüseyin yönetiminde çalışmalarına başlamış. 1963 depreminde tiyatro binası yıkılınca, Türk tiyatrosu temsillerini Sendikalar Evi salonunda sürdürmüş. Kendi salonuna geçince, tüm ülkede adını duyurmuş. MAKEDONYA / Bayrush Mjaku Prodüksiyonu "Bir Delinin Hatıra Defteri" Yazan: Gogol Yöneten: Ivan Popovski Sahne Tasarımı: Krste Dzidrov Giysi Tasarımı: Daniela hela Sterjo Oyuncular: Bajrush Mjaku, Ivan Popovski, Suzan Akbelge, Bekir Nuredini "İtilip kakılan bir küçük memur, zaman içinde çevresinin hep kendi aleyhine davrandığı kuşkusu ile çalıştığı dairedeki üstlerinden kendini büyük görme tutkusu arasında sıkışıp kalır ve bu onu trajik bir sona götürür."
Bayrush Mjaku, Üsküp Arnavut Tiyatrosu'nda otuz yıl çalıştıktan sonra, "Bayrush Mjaku Tiyatro ve Film Prodüksiyonu" şirketini kurarak Gogol'un "Bir Delinin Günlüğü" oyununu sahneye koymuş. Makedonya Kültür Bakanlığı, Üsküp Hollanda Büyükelçiliği ve bir ilaç firması tarafından desteklenen prodüksiyon şirketi bu kez de İstanbul'da.
Mustafa Ahmad Al-Khalıfah, Jamal Abdulrahman, Awad Hasan Ahmam, Tareq Alı, Jasten John, Muhammad Hasan Salheen, Kesam Alilah Hamadna Allah, Awad Batran, Mohammad Houseyin Ali, İbrahim Khouder, Abdulrahman Mahdi, Abduaziz Mohammad Mahmoud, Ghadır M.Hammad, Khalıfah Hasan Belah, Imam Hasan Ahmam, Muhammad Abdulah Mousa, Abdulsalam Khalel Fadl
PAKİSTAN / Pakistan Rafı Peer Tiyatro Atölyesi "Sihirli Fırça" Yöneten: Faizaan Peerzada Kuklalar ve Sahne Tasarımı: Petr Mastasek, Faizaan Peerzada Kukla Yapımı ve Işık Tasarımı: Faizaan Peerzada Oyuncular: Shehryar S.Qureshi, Yameena Peerzada, Alena Peerzada
" Oyun, ülkenin eski geleneklerini aktarıyor."
SURİYE / Şam Devlet Tiyatrosu "Yedi Balkonlu Ev" Yazan: Alehandro Kasson Yöneten: Hisham Kafarni Sahne Tasarımı: Zuheyr al - Arabi Işık Tasarımı: Nasrullah Saf ar Oyuncular: Zinati Kutsiye, Ali Kasem, Abdulrahman Abu Al - Kasem, Caber Cuhada, Nidal Hammadi, Amana Vali, Louisa Abdulkerim, Jeyana İd, Iman Ouda
a
"Sihirli Fırça, yaşamdaki tek hayali ressam olmak olan fakir bir çocuğu, Liang'ı anlatıyor. Parasızlıktan hayalinin peşinde koşamayıp işçilik yapmakla yetinmeye çalışan Liang'ın ziyaretine 'Güzel Ruh' gelir ve onu Sihirli Fırça ile tanıştırır."
Topluluk, Arap Tiyatro Birliği Başkanı Ali Mehdi tarafından 1980 yılında kurulmuş.
"Oyun, İspanya'da yaşayan ve iki kızı olan aristokrat bir ailenin öyküsünü anlatıyor. Kentin ileri gelenlerinden olan baba, kızlarından birini, alt tabakadan bir gençle evlendirir..."
pe cy
1974 yılında kurulan ve halen altı kişilik profesyonel kadrosu ile çalışmakta olan Rafi Peer Tiyatro Atölyesi, modern kukla tiyatrosu üzerine odaklanmış, Pakistan'da kendi binasını kuran ilk ve en büyük özel tiyatro.
RUSYA / Rusya Ostrovski Kostoroma Dev. Dram Tiy. "Figaro'nun Düğünü" "Oyun, ne olursa olsun, egolarımızı ve duygularımızı dinleyip, onları iyi tartıp, her koşulda aynı kişi kalmamızı sağlayabilmenin hayatlarımızdaki öneminin altını çiziyor." Topluluk Rusya'nın en eski tiyatrolarından birisi. 1808 yılında kurulmuş. Topluluk, genellikle A.P.Gogol, A.PÇehov, L.N.Tolstoy, M. Gorki, F.Şiller, W. Shakespeare, B. Shawoyunlarmı sahneye koyuyor. 1948 yılından buyana "Kostoromada Ostrovski Günleri" adlı tiyatro festivaline de ev sahipliği yapıyor.
SIRBİSTAN / Belgrad Dram Tiyatrosu "Ölüm Üçlemesi" Yazan: Elfride Jelinek Yöneten: Neboyşa Bradiç Sahne Tasarımı:: Neboyşa Bradiç Dans Düzeni: Josi Berg, Dalija Âçin Giysi Tasarımı: Ivanka Jevtoviç, Maja Nedeljkoviç Oyuncular: Curcija Cvetiç, Neboyşa Dugaliç, Dragan Petroviç, Snezana Ljubinka Klariç, Zariç, Zivanoviç, Aleksandar Laziç, Petar Bençina, Zarko Stepanov, Igor Bençina, Nemanja Oliveriç, Vladan Miliç, Nebojşa Corceviç, Corce Erçeviç, Boyan Hlişç "Ölüm üçlemesi, birbiriyle ayrı fakat içiçe geçmiş, üç kısa oyundan oluşuyor..." Topluluk, 1947 yılında Halk Tiyatrosu adında kuruldu. Sahnelen ilk oyun, Petra S. Petroviç'in yönettiği, Boris Gorbatov'un kaleme aldığı "Babaların Gençliği" oyunuydu. SUDAN / Al - Buga Tiyatrosu "Şinap İle İzap Arasındaki Gösteri" Yönetmen: Ali Mehdi Sahne-Giysi Tasarımı: Ali Mehdi Müzik: Abdülaziz Nuba Dans Düzeni: Ali Mehdi Oyuncular: Ikhlas Nureldın Madanı, Amirah Ahmad Idres,
Topluluk, 1959'da kurulmuş. 1960 yılında ilk oyunu Tevfik Al-Hekim'in Aristofanes'ten uyarladığı "Braksa Gora"yı sahnelemiş. Tiyatronun, Şam da beş diğer şehirlerinde yedi sahnesi bulunuyor. TATARİSTAN / Karim Tinçurin Tatar Devlet Drama Ve Komedi Tiyatrosu "Gulşayan" Yazan: Mirsay Amir Yönetmen: Rasid Zagıdullın Sahne Tasarımı: Roman Morov Müzik: Cingiz Abıyzov Oyuncular: İlsiyar Safiullina, Samil Farhetdinov, Renat Samsetdinov, Nail Sayhetdınov, Salim Miftahov, Falim Sitdikov, Nuretdin Nazmiyev, Aygül Ahmetova, Haris Husnutdinov, Zulfat Zakirov "Küçük Tatar köyünde Gulşayan bir genç kadın oturmaktadır. Kocasını seven, ona hiçbir zaman ihanet etmeyen Gulşayan'ın etrafında değişik dedikodular dolaşmaktadır. Genç kadın kendisini inciten insanları cezalandırmaya karar verir..." Topluluk, 1933 yılında Tatar Devlet Akademik Tiyatrosu'nun şubesi olarak kurulmuş. 1988 yıldan itibaren, yeni tarzlar ve yeni repertuar üzerinde çalışmaya başlamış. TUNUS / Al - Hamra Tiyatrosu "Rehineler" Yazan: Leyla Tobal Yöneten-Sahne ve Işık Tasarımı: İzzeddin Kanun Müzik: Rebii El - Zamuri Dans Düzeni: Sufyan Larob Giysi Tasarımı: Enisa El - Bderi Oyuncular: Lubna Noman, Kıysala El - Nafti, Rim El Hamruni, Hilmi El - Dreydi, Vahid El - Acemi, Mohammad Hüseyin Kuseyri "Oyun, etrafımızda olan biten her şeyin bir anlık düşüncesini anlatıyor." Topluluk, 1987 yılında kurulmuş.
pe cy a
"Toprakların Sonu" ve "Aurelia'nın Oratoryosu"
> Tilda Tezman > tildatezman@tiyatrodergisi.com.tr
Çok kısa bir süre için turnede olan "La Fin des Terres" ve "L'Oratorio d'Aurelie"yi seyretmiş olmaktan çok mutlu oldum.
La Fin des Terres (Toprakların Sonu) Philippe Genty'nin yeni gösterisi "La Fin des Terres" Paris'te Chaillot sahnesinde 1 ay süreyle seyirciyle buluştu. 70'li yılların ortasında Philippe Genty, kabus ve karabasanlarla, ışıltılı hayallerle, çocuksu korkularla dolu zihinsel kaosunu bir düzene sokmaya karar verir. İç dünyasındaki acayip eşyalar, hayali cisimleri dans ettiren bu üstad, karmaşık ve sıradışı bilinçaltında şekillendirdiği sembol ve simgelere sahnede can vererek, gösteri dünyasına yenilikçi bir soluk getirir. Dünya çapında ünlü olan bu gösterileri belirli bir üsluba, bir türe dahil etmek pek mümkün değil. Konuşma olmayan bu sihirli tiyatroda, elbiseli dalgıçlar, dansçı devekuşları, canlı alfabeler, zihinde açılan delikler, yatay çizgide cambazlar ve devasa canavarlar, bilinmeyen dünyalardan göz kırparak seyirciyi hayretler içinde bırakıyor.
Desirs Parade (Arzuların Geçit Töreni) Sigmunt Follies (Sigmund'un Delilikleri) Derives (Sürükleniş) Ne m 'oublie pas (Beni Unutma) Voyageur İmmobile (Kımıldamayan Yolcu) Passagers Clandestins (Kaçaklar) Ligne de Fuite (Kaçış Çizgisi) gibi gösterilerinin ardından bu seneki La Fin des Terres'in (Toprakların Sonu) koreografisini Mary Underwood gerçekleştirdi. Müziği Serge Houppin, ışığı Philippe Genty ve Emmanuel Laborde, kostümleri Charline Beauce'un yaptığı gösteride 7 komedyen ve 2 kukla manipülatörü (Emma Scaife ve Rodoplphe Serres) harikalar yaratıyor. Canlı tablolarla, hareket eden sürrealist imgelerle dolu bu gösteride gizli bir boşlukta olan iki kişinin çatışması anlatılıyor. Birbirleriyle buluşmak üzere tehlikeli bir yolculuğa çıkan bu ikili, imkansız alemlere gidip hayali yaratıklara rastlar. Çölü ehlileştirmeye, ışık kümelerinde kaybolmaya, karanlığı süpürmeye, gölgeleri yok etmeye kadar varan sıradışı bir serüven. Mantık ilkelerine uymayan bu imgelerin sergileniş şekli de çok sıradışı. Bu hayali görüntülerde, eskiden yaşanmış acılar, ilk korkular, baş döndüren arzular gizli. Gerçek ötesi imgelerle yüklü bu gösterinin çarpıcılığı kullanılan kırmızı kumaşlarda saklı. Mim, sihir, dans ve müzik yeni bir dünyaya hayat verirken, perdeler aralarında kah birbirine sarılıyor, kah kavga ediyor, kah canlanıp şaha kalkıyor. Gizemli gölgeler yerde koşarken, hayali bir dev Aurelia'yı baştan çıkarıp, onu kaçırmaya uğraşırken bir dantel yağmurunda eriyip buharlaşıyor.
a
Bu gösteride oyuncunun karşısında nesneler, plastik malzemeler, böcek kuklalar var. Kişi kendi iç çatışmalarıyla yüzleşip kendini boşlukta bir noktaya yerleştiriyor. Kişi mağduriyetinden sıyrılıp ebediyete geçmeyi hayal ediyor. İster istemez seyirci de kendi aynasından kendi iç dünyasına bir yolculuk yapmaya başlıyor.
"L'Oratorio d'Aurelie" (Aurelia'nın Oratoryosu)
pe cy
Bu gösteri, Charlie Chaplin'in sayısız kızlarından bir tanesi olan Victoria Thierree Chaplin tarafından tasarlanıp sahneye konuldu, kızı Aurelia Urelia Thierree oynadı.
Güzel akrobat Aurelia, sahnenin ortasında duran çekmeceli bir dolabın içinde hapis: Parça parça olmuş vücudu, kollarından biri bir çekmecede, başı ikinci çekmecede; telefon zilinin çalmasıyla, Aurelia birtakım bükülme hareketiyle kendini hapsolduğu dolaptan kurtarıp serbest kalıyor. Bu andan itibaren, yabancı -sihirli- sirke benzer bir dünyada büyülü bir yolculuk başlıyor. Aurelia'nın yanında bu yolculukta ona aşık bir dansçı eşlik etmekte. Aslında Aurelia, onu devamlı taciz eden tutkun aşığından kaçan bir kadın.
Sihir sayesinde nesneler alışagelmiş işlevlerinin dışında görevler yükleniyorlar. Sihirbaz Aurelia sahneyi hülyalı bir aleme dönüştürüyor. Bu alem peri yiyen kuklalarla, kumaştan yapılmış meleklerle, minik yabani hayvanlarla ve başsız adamlarla dolu. Cambaz Aurelia önce çekmeceli dolaptan kurtuluyor son sahnede ise ışıklı bir tren Aurelia'yı tam ortasından delip geçiyor ve güzel kadın o muhteşem elbisesinde yok olup kayboluyor. Bu oratoryo sihrin mucizesi ile sirkin neşesini harmanlıyor. Ortaya ise naif bir şiir ve görsel bir şölen çıkıyor. Yumuşak, tatlı, huzurlu, gönlü okşayan görüntüler müziğin ritmiyle yükseliyor ya da sakinleşiyor. Bu oratoryo bizim gerçeğimizi tersine çeviriyor, onu bildiğimiz yoldan çıkarıp tepetaklak ediyor. Aurelia, sahnenin hiç beklenmedik bir köşesinden belirip bizi heyecanlandırıp şaşırtıyor.
Charlie Chaplin'in 4. kızı olan Victoria Thierree - Chaplin "Cirque Invisible'ı (Görünmeyen Sirk) kocası James Thierree ile beraber kurdu. Yeni sirk anlayışının öncüleri olan bu çift, çocukları Aurelia'ya tersine bir gösterinin tadını, sihrin şiirini, tuhaf görüntülerin büyüsünü aşıladı. Aurelia'nın karizması, hem küçükleri hem de büyükleri geliştirdiği bu yeni sahne dilinde bir araya getirmesinde... Küçükler hayalleriyle kucaklaşırken, büyükler de içlerindeki çocuk ruhunu keşfediyor.
pe
cy a
Thierree - Chaplin ailesinin hikayesi tam bir aşk masalı: Sirk aşkı, palyaço aşkı, insan aşkı. 1971'de Fellini "Les Clowns" (Palyaçolar) filmiyle bu sirk dünyasının insanlarına bir övgü göndermişti. O sene, henüz yeni evlenmiş olan Victoria Chaplin ve Jean - Baptiste Thierree'yi palyaço kıyafetleriyle filme çekmişti. Aktör ve manipülatör olan Jean - Baptiste, Victoria ile babası Charlie Chaplin'in bir arada çekilmiş bir fotoğrafına takılıp kalır ve Victoria'ya mektup yazar. 18 yaşında olan Victoria'ya o sırada babası da bir film yazmıştı: "The Freak" (Kadın - Kuş Hikayesi). Ama Victoria palyaço olmayı arzuladığı için Jean - Baptiste'e kaçar. İkili sırasıyla "Le Cirque Bonjour" (Merhaba Sirk) ve "Le Cirque İmaginaire"i (Hayali Sirk) sonra da "Le Cirque İnvisible"i (Görünmeyen Sirk) kurup dünya turnesine çıkar. 30 sene boyunca bu üç gösteri yeni bir sirk anlayışının temelini atar. Bu yeni sirk bir yazı üslubu, bir senaryo, bir şiir
Ebeveynlerin sirkinde çalışmaya başlayan Aurelia, seneler boyunca mesleğinde ciddi adımlarla ilerleyip kendini geliştirdi. Gerçeküstüne bir üslup, bir anlam getirmeyi başardı. Aurelia, sinemada Milos Forman, Coline Sereau, Jacques Barratier ile çalıştı. " Tiger Lillies Circus " ile turneye çıktı. Nitekim Oratoryosunda "The Tiger Lillies'in" müthiş rock müziğini kullanıyor. Victoria - Thierree Chaplin bu gösteriyi kızı Aurelia için yazdı. Bilinmeyen dalgalarla yol alan Aurelia sakin bir şekilde ipe asılı çamaşırlarım sularken, üstüne yağmaya başlayan kar tanelerinden uçurtmasıyla havalanıp kaçıyor.
Hikayesi olmayan bir hikayeyi anlatan Aurelia'nın güzelliği, sarındığı metrelerce kumaşların romantizmi, müzikal, varyete, sirk, kuklaların büyüsü ile birleşince ortaya esrarlı teatral bir gösteri çıkıyor. Bu İngiliz Kumpanyayı, ben Paris'in banliyösünde "Gymnase Hunebelle"de seyrettim. Üç günlüğüne Paris'te turnede olan grup, önce İspanya'ya geçip, oradan İngiltere, İtalya ve Belçika'da olacak. Yolunuz düşerse kaçırmayın, derim! Aurelia Thierree: aureliaclementine@hotmail.com Editör'ün Notu: Sayın Tezman'ın geçen sayıdaki yazısının üst başlığı (Kuklaların otuz senelik yolculuğu) bizden kaynaklanan bir hata sonucu, bir önceki sayının üst başlığı olarak kalmıştır. Bu hatadan dolayı okurlarımızdan ve ayın Tezman'dan özür diliyoruz.
THESPİS: Tiyatro Denemeleri 8
pe cy a
Thespis'in Ruhu
> Yusuf Eradam > yusuferadam@tiyatrodergisi.com.tr
Temmuz sıcağında birkaç günlük tatil için Foça'ya yola çıkmadan önce İzmirli dostlarla Karşıyaka'da yürürken güzel bir sürpriz kılığında karşımıza çıkıyor tiyatro. Bir delikanlı kalabalık içinden bizi gözüne kestiriyor, daha sonra bilgisayar çıktısı bilet olduğunu anladığımız minik kağıdı bize uzatarak "Tiyatro ile ilgileniyor musunuz?" diye soruyor. Biz yeni bir iş yeri, pizzacı ya da bir kozmetik ürünü pazarlayacak diye düşünürken "tiyatro" diyor genç oyuncu. Elbette ilgileniyoruz "İktisat Oyuncuları" ile. Biz yola çıktıktan sonraki Pazartesi günü Çehov sergileyeceklerini söylüyorlar ama bizim tatilimiz çok kısa ve başka bir olanağımız da olmayacak bu yıl. İktisat oyuncularından bir omzumuz düşük ayrılıyoruz. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nden haberdar değiller. Onları dergiye abone yapacağıma söz veriyorum. Hepsi de pırıl pırıl gençler ve tiyatro ateşi ile yanıyorlar o kavurucu sıcak altında ve verdikleri emeği görsün istiyorlar, izleyenleri olsun istiyorlar. Wikipedia'ya "Thespis" diyerek girerseniz, karşınıza
Thespis'in ilk oyuncu olduğu, mitolojik öykülerden oluşma ilk şarkıları söyleyen bir şarkıcı olduğu ya da koroya ilaveten ilk oyuncuyu tiyatroya kazandırdığı bilgisini bulursunuz. Ama daha sonra şu inanca da rastlarsınız: Thespis "Tiyatro mitolojisinde ya da batıl inançları arasında Thespis bugün de aramızda dolaşan oyunbaz ya da saman altından su yürüten fitnes fucurus bir ruhtur." Tiyatrocular isterlerse, sahnede bir şeyler ters gidince Thespis'in ruhunun işlerine karıştığına ve onlara bir cinlik ettiğine inanabilirler. Ben de bu batıllık doğruymuş gibi davranayım da, Thespis'in bana yaz sıcağında tiyatroyu anımsatmak için bu genç arkadaşları karşıma çıkardığına inanayım. İnsanı tesadüfler yönlendirir kimi zaman. Ciddiye almak gerek beklenmeyeni. 9 Eylül Üniversitesi'nin bu cevval gençleri, kuşkusuz günümüzün "thespiyenleri", Thespis'in ruhu onlarda yaşıyor. Kısa oyun günleri düzenliyorlar. Çehov'un Teklif ve Ayı adlı iki kısa oyununu da sergiliyorlar. Çehov, insanın sağ duyu, akıl ve yaratma gücü ile donandığına inanırdı. Bu yaratma gücü ile de doğuştan geleni zenginleştirmek olasıdır. Ama Vanya Dayı'da (1897) on dokuzuncu yüzyıl karamsarlığına yakışan bir yorumla da, insanın o güne değin yıkımdan başka bir amaç için zekasını ve yaratıcılık gücünü kullanmadığını söyler. Ormanlar yok olup gitmekte, ırmaklar kurumakta, vahşi doğada birçok yaratığın soyu tükenmekte ve toprak her geçen gün daha biçare ve çirkin hale gelmektedir.
Ciddi ciddi tekniklerini çalışmalılar, repliklerini anlaşılır şekilde duyurmayı bilmeliler, elbette başka alanlardaki bilgi, görgülerini de artırmalılar; bütün bunları yaparken de egolarını önlerinden çekmeliler. Nice yetenekli insanların disiplinli çalışmaktan bezdikleri için alanda başarısız olduklarını, ya da silinmemek için kolay ün ya da para yollarını yeğlediklerini biliriz. Popülerliğinin zirvesindeki bir şarkıcı oyuncunun TV izleyicisinden gelen "Bulunduğunuz noktadan memnun musunuz?" saçma sapan bir soruya "Ne noktası, ben bir noktayı aştım kardeşim, nasıl diyordunuz, okeye dönüyorum ben" benzeri bir yanıt vermekten kaçınmalıdır. Olduğunu sanmak, hamdım eskiden piştim şimdi demek, ham olduğunun en büyük kanıtıdır, bunu genç arkadaşlarım unutmamalıdırlar. İşte o noktada değil tiyatro, hangi iş ya da sanatla uğraşıyorlarsa uğraşsınlar, mutlaka iktidar ile fuhuş değilse bile, flört halindedirler ve bir iktidarın nimetlerini devşirdikleri içindir ki böyle tuzu kuru sözler edebilirler. Tiyatrocu için "yanmak" ise Thespis'in ruhuna dönüşmektir. Geçen ay yitirdiğimiz değerli ve bir o kadar da önemli sanatçımız Mehmet Akan'ın da vurguladığı gibi hep "amatör" bir ruh taşımakla eş anlamlıdır.
cy
a
Bu yüzden sevindim genç tiyatrocuları hiç ummadığım bir anda karşımda görünce. "Umutsuz olan ümit eder" sözüne kulak asmayıp gençlerin tiyatronun da, dünyanın geleceğini iyiye doğru değiştireceğine inancımı bir kez daha yinelemek isterim.
kapılmalarını, delifişek olmalarını onaylarken, ateşlerinin çabucak tükenmesinden yakınmıştır. Ben de gençlerin ateşinin çabucak sönmemesini dilerim. Unutmasınlar, Çehov'un da altını çizdiği gibi, şimdiki zaman geçmişten her zaman daha kötüdür. Geleceği daha iyi kılmak için de hayal gücümüzü kullanacağız ya, bu yüzden geçmişi kolaylıkla harcayabiliriz. Fakat, gençlerimizin hep "başarı" ne demektir, kavramın göreceliği üzerine de iyi düşünmeleri gerekir.
pe
Çehov, mektuplarında Rusların kolaylıkla ve hemen heyecana
9 Eylül Üniversitesi'nin genç oyuncularına ve sanat ile uğraşan herkese işte bu ruhtan iktisatta bulunmamalarını öğütleyebilirim son olarak. Yolları uzun ve hep açık olsun.
Berlin Tiyatro Buluşması'nın Ardından
pe
cy
a
İzlenimlerim
> Nurkan Erpulat > nerpulat@yahoo.de
43. Berlin Tiyatro Buluşması (Theatertreffen) 5-21 Mayıs 2006 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Almanca konuşulan üç ülkeden; Almanya, Avusturya ve İsviçre'den en iyi on tiyatro oyunu, Berlinlilerle ve dünyanın dört bir yanından gelen sanat eleştirmenleriyle buluştu. Söz konusu ülkelerdeki sahneler için bu festivalde yer almak, tiyatro dünyasının Oscarlarından birini kazanmak anlamına geliyor. Almanca konuşulan ülkeler bazında tiyatro dünyasının en prestijli festivali Tiyatro Buluşması, "Star Rejisör" Jürgen Gosch'un sahnelediği W. Shakespeare'in Macbeth oyunuyla başladı. Açılış oyunu olarak Macbeth'in seçilmesi bir tesadüf değil. Prömiyer yaptığı Düsseldorf'da hem alkışı, hem de yuhalamaları kucaklayan oyun, son günlerde Almanya'da "tiyatroda iğrençlik" tartışmalarının odak noktasında bulunuyor. Yönetmen Gosch, sadece yedi erkekten oluşan oyuncularını hemen hemen her sahnede çıplak karşımıza çıkarıyor. Prova için kullanıldığı belli olan üç masa ve birkaç sandalyeden oluşan dekorun dışında sahnede bulunan tek şey ise yapay kan! Rolleri sürekli değiştiren oyuncular, yapay kan dolu şişeleri alıp çıplak bedenlerine dökerek sahnede deviniyorlar. Macbeth'in cadıları ise, üzerlerindeki kanın yanı sıra bir de tuvaletlerini ederek sahneyi "dışkıyla" dolduruyorlar. Esasen bu sahne efektlerini çıkarırsanız geriye
rol değişiminin yarattığı küçük espriler dışında pek bir şey kalmıyor. Öyle görünüyor ki, tutucu tiyatro eleştirmenlerinin çıplaklık, kan ve dışkı sahnelerine kızarak başlattıkları pek gereksiz bir tartışmanın yaratığı ilgiden yaralanma isteğinden başka bir şey değil Macbeth'i açılış oyunu yapan. Anton Çehov'un Yeniden Keşfi Rus yazar Anton Çehov'un imzasını taşıyan üç ayrı eser de Orta Avrupa'nın tiyatro vitrini Berlin'e konuk oldu festivalde. Biri yine Jürgen Gosch'un yönettiği Üç Kızkardeş, bir diğeri Berlin'in dünyaca ünlü sahnesi Volksbühne'den festivale konuk olan Dimiter Gotscheff' in sahneye koyduğu İvanov. Her ne kadar Tiyatro Buluşması'nın büyük ödülü İvanov'a gitse de, aralarında belirgin olarak ön plana çıkan, festivalin tek kadın yönetmeni Karin Henkel'in yönettiği Çehov uyarlaması Platonov oldu. 19. yüzyılda kaleme alınmasına karşın, sanki bugünün zeki ancak bıkkın, can sıkıntısından dolayı başkalarına ve kendine zarar vermekten başka ne yapacağını bilemeyen insanını bedenselleştiren Platonov figürü, bütün seyircileri koltuklarına çiviledi. Platonov karakterini ince detaylarla süsleyen genç oyuncu Felix Göser ise, muhteşem performansı ile hak ettiği oyuncu teşvik ödülünün sahibi oldu.
Söz konusu bu kişilerin anıları sahneye taşıyan, seyirciye birebir yönelerek yaşantılarını ortaya döken ve bugünün insanıyla, artık anlaşılması güç şiirsel dili nedeniyle rafa kaldırılan Schiller arasında tuhaf ama inanılmaz güçlü bir bağ kuran mükemmel bir oyundu Wallenstein. Uluslar arası Forum Yüzde yüz dolulukla geçen Tiyatro Buluşması'nda gerçekleşen çeşitli tartışma toplantılarının yanında bu sene ağırlık verilen bölümlerden biri "Uluslararası Forum" oldu. Dünyanın dört bir yanından gelen genç oyun yazarlarını, dramaturgları, oyuncuları, sahne tasarımcılarını ve yönetmenleri bir araya toplayan etkinlikte, bu genç yeteneklere atölye çalışmaları sunuldu. Helgard Haug, Nasrin Pourhosseini, Jens Roselt gibi kendi alanında isim yapmış tiyatro adamlarının verdiği Workshoplara katılan otuz beş ülkeden genç arasında maalesef bir tek Türk dahi bulunmuyordu. Ancak bunun temel nedeni Türkiye'den hiçbir başvurunun gelmemesi.
pe
cy
a
Festivalde Yeni Bir Soluk: Belgesel Tiyatro Üç Çehov sahnelemesinin yanında üç de belgesel tiyatro örneği yer aldı etkinlikte. Aynı tür altında toplanmasına karşın hem estetik, hem de içeriksel açıdan birbirlerinden oldukça farklıydı üç oyun. Bir dans tiyatrosu olan ve Orta Doğu'daki gelişmeleri konu alan "Three Atmosferic Studies" in yanında, yine politik içerikli bir oyun olan "Der Kick" seyirci karşısına çıktı. Aşırı sağcı üç gencin, bir arkadaşlarını öldürmesini işleyen sade bir sahnelemeydi "Der Kick". Ancak, son dönemde artan "aşırı sağcı gençleri anlama" furyasının bir devamından başka bir şey değildi maalesef. Sinema filmi de çeken oyunun yönetmeni Andres Veiel, her ne kadar olaya mesafeli yaklaştığını iddia etse de, son noktada "bu gençler, işsizlikten, can sıkıntısından adam dövüyorlar, aslında aşırı sağcılık ya da faşizmle alakaları yok" gibi son günlerde sıkça dile getirilen bir söyleme yaklaşıyordu ki bu, gayet ürkütücü bir gelişmenin tiyatroya yansıması olarak algılandı. Belgesel tiyatro tarzı içinde yer alan ve bence festivalin en iyi, en canlı, seyirciyi hep ayakta tutan oyunu Wallenstein'dı. Rimini Protokol adlı deneysel çalışmalar yapan grubun hazırladığı oyunun broşüründe, bir Schiller uyarlaması olduğu not edilse de, Schiller'den geriye sadece beş cümlenin kaldığı düşünülürse, Wallenstein'ın temasından yola çıkan yeni bir oyun olduğunu söylemek daha doğru olur. Wallenstein oyununda tematize edilen savaş, ihanet, aşk gibi konulara dair reel kişilerle oluşturulmuş bir oyundu bu... Bu kişiler; parti arkadaşlarının ihanetine uğramış Hıristiyan Demokrat Parti'den eski bir politikacı, emekli bir polis, Birinci Dünya Savaşında yer almış bugün seksen yaşında olan bir kişi, iki Amerikalı Vietnam kaçağı ve bir hayat kadını menajeri...
Her sene olduğu gibi Berlin'de gerçekleşen Tiyatro Buluşması 2007'de de yapılacak. Yetenekler Buluşması ya da Uluslararası Forum bölümlerine başvurular 2007'nin Ocak ayına kadar kabul ediliyor. Ayrıntılı bilgi, etkinliğin İngilizce ve Almanca İnternet sayfası http://berlinerfestspiele.de/theatertreffen/ adresinden alınabilir©
Çocuk Tiyatrosunda Sahne Seyirci İlişkisi
> Editör: Nihal Kuyumcu
sonra konuşmacı önündeki bir top kağıttan sadece bir sayfa alıyor yana koyuyor. Seyirciler/dinleyiciler dehşet içinde, bu kadar süre sadece bir sayfa mıydı? O zaman bir top kağıt bitene kadar kaç saat gerekir. Anlatmaya devam ederek günümüzde, içinde bulunduğumuz konferansa kadar gelerek kağıtların geri kalan kısmını bir defada diğer tarafa aktarıyor. Seyirci rahat bir soluk alıyor. Ve nihayet bu etkinliğin de sanat tarihi içinde yerini aldığını açıklayarak kısa bir süre sonra sözlerini bitiriyor. Bir yandan sahnede olanları izlerken diğer yandan gözümüz çocuk seyircide. Hepsi dikkatle sahnede olanları anlamaya çalışıyor, ilgiyle dinliyor takip ediyor.
pe cy a
Sahneye yerleştirilmiş uzun bir masa üstünde bir deste kağıt, arkada sağda slayt makinesine slaytları yerleştiren tuhaf dağınık görünümlü bir adam. Seyircilerin geldiklerinin farkında değilmiş gibi davranan bu adam, dış görünümü ile sanki sıradışı gelişecek bir şeylerin de habercisi. Slaytları yerleştiriyor, kimi ters kimi düz. En sonunda birini seçiyor bakmaksızın yerleştiriyor. Çıplak bir Herkül heykeli, ama bir sorun var tepetaklak konmuş. Önce fark etmiyor, seyirciyi fark ediyor, masadaki yerine doğru ilerlerken slayt görüntülerine bir daha göz atıyor, Herkül resminin ters durduğunu fark ediyor. Geri gidip düzeltiyor. Yerine gelip oturuyor. Gülümseyerek etrafına bakmıyor önünde bir koca deste kağıt. Başlıyor konuşmaya. "Şu anda siz buraya bir oyun seyretmeye geldiğinizi sanıyorsunuz, bir yanlışlık oldu. Aslında burada sanat tarihi ile ilgili bir konferans var. Bu yanlışlıktan dolayı özür dileriz. Ama çok uzun sürmez. Biraz sabır sadece. Konumuz, 'Tarih öncesi dönemden günümüze sanat tarihi' Sesi kısık gibi, çatallaşıyor, düzeltiyor, mikrofona eğiliyor. Çarpıp düşürüyor, beceriksizce hareketleri dikkat çekiyor. Seyirci sıradışı bir şeyler olduğunu düşünüyor, anlamaya çalışıyor. Bu arada konferans başlıyor. İnsanlık tarihi içindeki gelişmeleri ilgiyle dinlemeye başlıyorsunuz. Tarih öncesi dönemden başlıyor günümüze kadar geliyor. Benzeri biçimde yaklaşık kırk dakika
Çocuk Tiyatrosu
Eğer bu bir konferans duyurusu olsa seyirci nasıl gelecek, nasıl dinleyecekti, konferans sıradışı gelişmelerle sürmeseydi ne olurdu? Seyircinin tavrını etkileyen nedir? Tüm bu soruların yanıtlarını seyircinin "çocuk" olduğunu göz önünde bulundurarak bir kez daha düşünelim. Çocuklar için çok da ilginç olmayan bir konu böyle bir 'mise-en-scene' ile baştan sona ilgi ile izlenen bir gösteriye dönüşmüştü. Buradan yola çıkarak şöyle diyebilir miyiz: Çocuklara her şey anlatabiliriz, yeter ki onların algılama kapasitelerini, dikkat toplama sürelerini kısaca yaş özelliklerini gözardı etmeden, onları ciddiye alarak onlara ulaşma yollarını bulalım©
Yıldızlar Altında, Çocuklara Tiyatro Kadıköy Belediyesi'nin desteği ile Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Derneği (ÇOGED) Kadıköy'de beş yıldır sessiz sedasız bir festival düzenliyor. 6-15 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen festival kapsamında, geçtiğimiz kış İstanbul'da perde açan profesyonel gruplar, Selamiçeşme Özgürlük Parkında dokuz gün boyunca çocuklar için oyunlar sergilediler. Bu festivalin bir başka güzel yanı seyircilerinin sadece çocuklar olmaması. Yaşamın koşuşturması içinde, tiyatroya gidemeyen; hatta İstanbul'da yaşamasına karşın Anadolu'nun bir ücra bir köyünde yaşayanlara özgü yaşam biçimiyle, hiçbir kültürel etkinliğe katılmayan / katılamayan, bir çok yetişkin de bu sayede her akşam yıldızların altında tiyatro oyunları izleme fırsatı yakaladı. Belediyelerin böylesi etkinliklere sahip çıkmasının, desteklemesinin ne kadar doğru bir yaklaşım olduğunu görmek için Özgürlük parkı içindeki 1100 kişilik Anfi-tiyatroda bir akşam olsun oyun izlemeniz yeterlidir. Festival açılış töreni, Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk'ün katılımı ile çocuklara özel kokteyl, kent orkestrası konseri, tahta bacak, illüzyonistlerin gösterileriyle oldukça görkemliydi. Basın, her zamanki gibi ilgi göstermedi, ancak basının ilgi gösterdiği olaylara şöyle bir göz attığımızda belki de böylesi daha iyi diyor; ÇOGED ve Kadıköy Belediyesi'nin doğru yolda olduğundan, güzel şeyler yaptığından bir kez daha emin oluyoruz. Dernek Başkanı Okay Şenol, önümüzdeki yıl için hedefleri büyüttüklerini, festivali Uluslararası boyutlarda gerçekleştirmek için Kadıköy Belediyesi ile şimdiden çalışmalara başladıklarını anlatıyor. Festivale bu yıl, Tiyatro Alkış, Sarıyer Sanat Tiyatrosu, Tiyatro Mie, Tiyatro Akkaş, Mavi Sahne, Tiyatro Yeniden, Enis Fosforoğlu Tiyatrosu, Semaver Kumpanya, Kadıköy Mizah Tiyatrosu, Kadıköy Gençlik Merkezi oyunlarıyla katıldı. Katılarak, maddi ya da manevi desteğini sunarak bu organizasyonu gerçekleştiren, başta Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk olmak üzere, ÇOGED'e ve tiyatro gruplarına çocuklar adına, geleceğimiz adına teşekkürler..
Dünya Çocukları Neler Seyrediyor?
pe cy
a
Cie Arrivano Dalmare Topluluğu / İtalya
Yanıp Tutuşan İp cambazı kız büyük numarasına hazırlanıyor. Vargücüyle uğraşıyor, çalışıyor. Spagetti seviyor ve büyük bir arzuyla uzaklara süzülerek uçmak için yanıp tutuşuyor. Uzaklardaki Çin'in hayalini kuruyor. İçi içine sığmıyor. Demir atacak bir yer arıyor hiç durmadan, hem gerçekten hem de mecazî açıdan.
İtfaiyeci onun güvenliğinden sorumlu! Cambazın başına bir şey gelmesinden, bir şeylerin yoldan çıkmasından korkuyor sürekli. İtfaiyeciye göre her şey yanabilir! Kızı kurtarmak, korumak, kızın kahramanı olmak istiyor ama zaman zaman istemeden, oyun bozan durumuna düşüyor, kızın cambazlığına set çekiyor. Kız için, belki de başarıya giden yolda bir engel haline geliyor. Bu iki farklı dünya arasındaki çatışma, gidip gelmeler oyunun temelini oluşturuyor. Dilin, akrobasinin, nesnelerin ve şarkıların karşı karşıya getirdiği bu iki dünya; karşılıklı anlayışsızlık, tuhaflıkların sonu nasıl bir yakınlaşmaya varabilir? Seyirci sürekli bu hesaplaşma içinde.
İki oyuncu, canlandırdıkları kişileri, başlangıçta birbirlerinden bağımsız olarak, rejisör ve kostümcüyle birlikte geliştiriyor. Kendi dil, hareket ve anlatım evrenlerini yaratıyorlar. Bütün ekiple birlikte ortak çalışma, oyunun yaratımı, ancak ondan sonra başlıyor. Provalar oyunun yapısının oluşmasını, bir yöntem seçilmesini sağlıyor. Oyunun sahneye koyulmasında nesne tiyatrosu, dans ve cambazlık öğeleri kullanılıyor. Grubun hedeflerinden biri de gösteriler sırasında seyirciyle temas halinde olmak ve sahnelemeyi sürekli geliştirmek©
Gençlik Tiyatrosu > Editör: A. Ertuğrul Timur > aetimur@tiyatrodergisi.com.tr
cy a
Gençlik Tiyatroları Dünyasında Neler Oluyor?
pe
Dergimizin Gençlik bölümüyle birlikte bizim de içinde olduğumuz, yada dışımızda gelişenleri zaman zaman size aktarmaya çalışıyorum. Gençlik Tiyatroları genelinde önceden erişilmiş, somut bir nokta olmadığı için bize de belli bir hedefe doğru yol almaktan önce, yol açmaya, hedefler belirlemeye çalışmak düşüyor. Bu nedenle zaman zaman birbirimizle hatta kendi içimizde çelişkilere düşmemiz de söz konusu olabiliyor; girdiğimiz bir yolda biraz ilerledikten sonra hedefin orada olmadığını düşündüğümüz de.
Çelişkiler dedim. Örneğin size bu sayfalardan daha önce aktardığım Mitos-Boyut Yayınları'nın gelecek yıl gerçekleştireceği oyun yazma yarışmasının 'Gençlik Oyunu' teması ile düzenleyeceğini sevinçle bildirmiştim. Bu benim anladığım kadarıyla ve bana göre olması gereken şekliyle tiyatromuza yeni 'Gençlik oyunları' kazandırmak amaçlı bir yarışmadır. Ama işte tam bu noktada kafalar karışıyor. Bazıları bunu, 'gençlik oyunu yazma yarışması' gibi değil 'gençler arası oyun yazma yarışması' gibi algılıyor, anlatıyor. Elbette ki her ikisi de önemlidir, her ikisi de tiyatromuza ve edebiyatımıza yeni değerler katacaktır. Ama farklı şeylerdir. Bu yarışmaya da vesile olduğunu düşündüğüm ASSITEJ (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği) toplantılarından yola çıkarak diyorum ki; hayır bu gençlerarası oyun yazma yarışması değil, gençlik oyunu yazma yarışmasıdır. İlk çelişkimiz de daha önce uzunca üzerinde durduğum 'gençlik oyunları' ile 'gençlik topluluktan' kavramlarını karıştırmamız, gereksiz yere özdeşleştirmeye çalışmamızdı. Bu konuya tekrar girmeyeceğim ama kısaca şu tanımlamada buluşmuştuk. Gençlik tiyatroları, gençlik için yapılan yada gençler tarafından yapılan tiyatroyu kapsar. Ama gençlik toplulukları ille de gençlik oyunu oynamayabileceği gibi, gençlik oyunları profesyonellerce de sahnelenebilir. İşte aynı mantıkla 'genç yazar adayları' ille de gençlik oyunu yazmayabileceği gibi 'gençlik oyunu yazanlar' da pekala yetişkin olabilir (Örneğin Turgut Özakman, Coşkun Irmak, Savaş Aykılıç bu alanda eserler vermiştir) Bu ayrım çok önemlidir. Çünkü yarışmanın asıl amacı doğru anlaşılırsa bu jüri üyelerini belirlemeyi de, ödülleri de, pek çok etkeni de değiştirebilecektir. Öte yandan yarışmaya katılım daha da zenginleşecek
tiyatro dünyamız daha fazla 'gençlik oyunu' kazanacaktır.
Gençlik tiyatroları konusunda önemli bir gelişmenin daha eşiğindeyiz. Geçtiğimiz ay, on ayrı okulun temsilcisi ile başlattığımız Gençlik Tiyatroları Oluşumu çok hızlı ilerleme kaydetti ve Tekirdağ'dan Erzurum'a varan katılım başvurusu ile ulusal boyutlara doğru ilerliyor. Öncelikle lise ve üniversite okul topluluklarını bünyesinde toplamayı hedefleyen bu yeni oluşumu önceki dernekleşme çalışmalarından ayıran başlıca unsur, kitlesel katılımı hedef seçmesi. Önceki oluşumlar, genelde belirli sayıda topluluğun üye olarak birer temsilci ile katıldığı, bu nedenle örgütlenme bilincinin diğer topluluk üyelerine fazla yansıyamadığı, zaman zaman birlikte festival düzenleme, seminer ve workshoplardan ileri gidemezken; Gençlik Tiyatroları Oluşumu, katılımcı olan tüm toplulukların tüm üyelerine kendilerini verimli hissedebilecekleri, mutlu olabilecekleri, ya da gelişmeye ihtiyaç duydukları alanda görev alabilecekleri bir yapılanmayı hedefliyor. Ana amaç, halen tiyatro yapılan okullardaki toplulukların niteliğini geliştirmek ve tiyatronun tüm okullarda yaygınlaşmasına katkıda bulunmak. Bu nedenle bir dizi imece görevlerin yanı sıra destek veren profesyonellerin de katkısı ile üye topluluklara makyözden ışıkçıya, oyun derleme gruplarından yazım atölyelerine dek pek çok alanda atölyeler açılması planlanıyor. Ayrıca mezun toplulukların kurulmasını desteklemek, ihtiyaç duyan okullara reji desteği sağlamak, genç topluluklar için kalıcı salonlar temin edilmesine çalışmak yine hedefler arasında yer alıyor. Elbette burada da çelişkilerle karşılaşıyoruz, karşılaşacağız. Örneğin gençlik tiyatrolarının örgütlenmesini ortak bir tiyatro topluluğu kurmak sananlar olduğu gibi, bunun yeni bir gençlik festivali organize etmekten ibaret olduğunu düşünenler de çıkabiliyor. Ama Gençlik Tiyatroları Oluşumu, hedeflerini asla bu kadar basite indirgememekte kararlı ilerliyor. Ekim ayında büyük bir Genel Kurul ardından kuruluşu ilan edilecek oluşum, www.genctiyatro.com üzerinden yayın yapmaya hazırlanıyor. Yeni katılımlara da açık olan Gençlik oluşumunun mail adresi ise genctiyatro@gmail.com Kısaca yeni sezon gençlik tiyatroları adına iyi şeylere gebe. Eylülde görüşünceye dek hoşçakalın.
Gençlik Tiyatrosu
Locadan... Kuşbakışı!
> Editör: A. Ertuğrul Timur > aetimur@tivatrodergisi.com.tr
Konuk Yazar > Ahmet Önel > onel52@yahoo.com
Muppet Show'daki, hani şu locadan sahneye eleştiri lüksünü alabildiğine değerlendiren yaşlılara benziyoruz giderek. Evet, itiraf etmek gerekirse bir "orta yaş lüksü" bu! Bizim zamanımızda... açılımının hemen sonrasında yaptıklarımızı ballandırmak, isteyip de gerçekleştiremediklerimizi karalamak için işbaşı yapmaya dünden gönüllüyüz sanki! Giderek eskidiğimiz kabul; ama bu fiziksel yıpranmanın da ötesinde, serinkanlı olabilmenin ayrıcalığını barındıramayacak denli "toyuz" bir yandan da! Tepkilerimizdeki çocuksu tavır, yargılarımızdaki telaş sağduyulu bir yaklaşımdan uzak tutuyor bizleri. Biz gençliğini dünde bırakmış olanları! Bu yazı bir orta yaş eleştirisi üzerine kurulu değil. Öncelikle sanatı, alt başlık olarak tiyatroyu, ama ille de "gençlik tiyatrosu" dediğimiz kavramı irdelemeyi amaçlıyor. Bu kavrama ilk elden anlam düzeyinde eğilmenin, sonuçları itibarıyla da eleştirel yaklaşmanın zorunlu olduğuna inanıyorum. Evet; belki de uygulandıkça irdelenmesi mümkün olan bir oluşum "gençlik tiyatrosu". Her bir uygulamanın kendinden menkul bir özgünlük ve özgürlük içermesi, aslında baştan beri alana sızmaya çalıştığımız eleştiri hakkını da ne güzel ki elimizden alıyor. Demek ki, öncelik hakkı iğneyi kendimize doğrultabilme becerisinde saklı. Sahi, kıyasıya özeleştiriye çağıran bir oyunu en son ne zaman izlemiştiniz?
Gençlik Tiyatrosu'nu, öncelikle biz orta yaşlıların gözünden ele almam boşuna değil aslında; çünkü beklenen oluşumdan ilk eleştiri oklarım göğüsleyecek olanlar yine bizleriz: Biz iyi kötü ve bir biçimde tiyatro yapmayı sürdürenler! Eleştiriye açmayı önerdiğimiz dünya bizim kurduğumuz dünya. Yüksek sesle söylemeye çalıştığımız cümle de farklı değil bu yüzden. Hey! Gençler gelin ve kıyasıya vurun bizlere! İnsaf ölçüsünü bir yana bırakın ve sanatın o görkemli o büyük cümlesini yine özgürlüğün ölçüsüzlüğü belirlesin! Gençlik Tiyatrosu tartışılacak elbette. Ne olduğu, nasıl olmaması gerektiği! yazılıp çizilecek; uygulamalar, örnekler sergilenecek. Bütün bunların deneyselliği ise sanatın kazanımı olacak mutlaka. Gençlerin sahne aşkı salon aşkıyla harmanlanacak. Yani ki, sahneye sevdalananlar sahnede, tiyatroyu sevenler ise birer izleyici olarak salonda kalacak. Beklentinin özünde sözde, duruşta, yeniye açık ve sağlıklı bir çağrı var çünkü, tıpkı sanatın her daim önerdiği gibi: Gör, düşün, biriktir ve uygula! Dünya bir sahneyse bırakalım gençler kendi dünyalarını sahne üstünde olsun değiştirmenin yöntemleri üstüne kafa yorsunlar! Uygulamaları klasik tiyatro kalıplarının ötesine geçsin ve alabildiğine oto denetimden uzak kalsın! Sahneden indikleri an sokakta onları karşılayacak olan törpüleme süreci acımasızca devreye girmeyecek mi zaten? Evet, sahnenin bu ayrıcalığı özlemlerin dile, göze tercümesi için bir arena olsun öyleyse.
cy a
Sanatın değiştirme ve dönüştürmeye; hadi daha belirleyici kılalım, mevcut yapılanmayı ortadan kaldırıp yeniden kurmaya güdümlü olduğunu kabul etmiyorsak bu tartışmayı başlatamayız bile. Statüko sanatın düşmanı çünkü. Değişmek yalnızca yaşam modellerini yenilemek de değil işin güzel yanı; kurulu düzeni eleştirmek, daha yaşanası bir dünyayı işaret, daha çağcıl önermelerle muhalefet, tanımın doğasına oldukça uygun. Biz devrimi çok sevmiş olanların kolay anlayabileceği bir tavır değil mi bu?
dem çekmemiş hiçbir sanat bir sonrayı işaret edemez aslında. Büyük cümlelerin, hamasi nutukların ötesinde, hoyrat sözcülüğe, dahası itici olmayı özellikle seçmiş kaba eleştiriye bile göğüs gerebilecek kadar sanattan ve değişimden yana olmayı seçmemiz gerekiyor.
pe
Başta söylediğim serinkanlı yaklaşım yetisi gerçekten akılcı ve olgun olmayı da zorunlu kılıyor aslında. Kıyasıya eleştirdiğimiz yeni yaşam tarzı ve değer yargılarını bir başka mercekten görebilme ayrıcalığı, eleştirinin de ötesinde anlama çabasını da yanı sıra taşıyacaktır çünkü. Onaylamaya açık bir yapı değil bu; ille de tanımlamak gerekirse eleştirinin "estetik sınırlarını" hatırlatmaya açık bir bilgelik taşıdığını söylemekle yetinelim. Bu bilgeliği sahneye taşıyabilecek enerjiyi ise gençlere bırakmak zaten işin doğasına uygun bir yaklaşım.
Sonuç olarak, dünya ve gelecekle ilgili umudumuzu hâlâ heybemizde gezdirebiliyorsak bunu öncelikle hoşgörü coğrafyamızın genişliğiyle açıklamalıyız. Biz yaşça olgun, deneyimli, yorgun ama umutlu önderlerin! hâlâ yapabileceği bir şey var öyleyse: Katılmak! Deneyimleri paylaşma yürekliliği göstermek; anlayışlı, sabırlı ve sevecen olmak! Sanatın büyük paydasında yer alan kavramlar bunlar. Bu noktada Pavese'in "eylem..artık eylem!", diye haykırması geliyor aklıma. Bir şey yapmak; riskleri göze almak ve salonu sahneden taşan sulara boğmak atak olmanın yanı sıra, yapabilme gücünün sınırlarıyla da ilgili çünkü. Enerjiyi sakınmayalım ama akıl ve bilgeliği de yedeğimizde gezdirmeyi unutmayalım! Her yapılanma kendi sürecinin bir olgusudur çünkü. Dünyanın gizli değil asıl sahiplerinin gençler olduğuna yürekten inanıyorsak onların neyi nasıl söyleyecekleri meselesine de saygıyla yaklaşmamız ön koşul. Acemi, yetersiz, dahası saldırgan olabilirler; ama yeni cümleler söyleyebilmek için biraz da gözü kara olmak gerekmiyor mu sanki? Üstelik onların alıcıları kuşakdaşları. Paylaşacakları ortak duygu sövgüden mesele; ironiden trajediye gidip gelebilir; bizler sahnede gönlümüzü ele geçiren, duygulan körükleyen bir çalışmanın olup olmadığına bakalım öncelikle. Gençlik Tiyatrosu, belki de tiyatronun atar damarı. Gençlik iksirinden
Biz locadakilerin yapabileceği bir şey yok mu peki? Elbette var! Evet, salonlara, sahnelere açılan kapıların kilitleri hala bizde. Oyun zamanlarının sınırlaması, hoşgörü kat sayısı ve cep harçlığı... bütün bunlar birer kontrol mekanizması değil mi yoksa? Benzeri sıkıntıları az çok yaşamış olmak yine bu türden denetimci bir yaklaşımı engelleyemiyor ne yazık ki! Değiştirmeye çalıştığımız dünyayı yeterince değiştirecek gücü bulamamışsak sahne üstü performanslarımızın zayıflığıyla açıklayalım bunları. Ama şimdi başka bir şansımız var: Bayrağın yeni sahipleri daha hızlı koşabiliyor, daha yüksekten atlamayı deneyecek kadar da gözü karalar! Öyleyse dilimizin ucuna gelenleri söylemekten şimdilik vazgeçelim. Ne yapacaklarına, neleri deneyeceklerine kulak kesilelim ve istedikleri anda onlara destek olabileceğimizi hissettirmekle yetinelim. Bütün klasikleri devirme şansları yok; ama bizler yine bu büyük yapıtlar aracılığıyla, onlara dünyaya başka bir pencereden bakma ayrıcalığı kazandırabileceğimize inanıyorsak... uyarlamalar yapalım! Sahne üstüne taşıyabileceğimiz deneyimlerimizi koşulsuz paylaşalım; sahne üstüne yakışmayan yasaklamaları yerin dibine gömelim ve belki de en önemlisi onlara zaman ve mekan armağan edelim. Tiyatro yapabilecekleri kadar gani zaman ve oyunlarını sergileyebilecekleri/izleyebilecekleri... salonlar bahşedelim! Şimdi eşitliği yakaladık. Belki artık onlarla birlikte sahneyi paylaşacak kadar genç ve dinç olduğumuz bile söylenebilir! Ayaklarımızın bizi, şu yazının başında sözünü ettiğim eleştiri localarından hızla uzaklaştırdığını göreceksiniz. Evet, sanatın değiştirme gücü bir kez daha iş başında! Tiyatronun bir büyüsü de burada gizli çünkü. Bu ortak duygu insanı genç kıldığı gibi, yeni bir cümle söyleme konusunda da ateşliyor sanki. Öyleyse ilk cümle benden olsun: Dünyanın en eski sanatı olan tiyatro, aynı zamanda dünyanın en genç sanatıdır da bu yüzden !
Kanadalı Yönetmen Ailen Maclnnis:
Gençlik Oyunları Yetişkinler İçindir de
Kendilerini hem bir tiyatro hem de okul olarak gören "Lorraine Kimsa Theatre for Young People" grubunun sanat yönetmeni Ailen Maclnnis ile bir röportaj gerçekleştirdim. Dünyadaki gençlik tiyatroları ile ilgili araştırmalarım sırasında karşılaştığım Lorraine Kimsa Theatre for Young People topluluğu ile ilgili daha fazla bilgi alabilmek için öncelikli olarak birkaç soru yönelttiğim sayın Ailen Maclnnis, çabucak mailime cevap verdi ve röportaj teklifimi kabul etti. Yüz yüze söyleşiler gibi, doğallığı fazla olmasa da bu tarz çalışmalar da yapmaya devam edeceğim. Gençler için olan oyunların hepsinin aslında yetişkinler için de olduğunu özellikle vurguluyor Ailen Maclnnis. Topluluğunuz hakkında bilgi verebilir misiniz, hedefleriniz neler? Tiyatromuz üç-on sekiz yaş grubundan oluşan profesyonel bir tiyatrodur. Hem çağdaş oyunlar hem de çocuk ve genç edebiyatına dayalı klasik oyunlar çıkarıyoruz. Tiyatro, izleyici olmadan meydana gelemeyen toplumsal bir tecrübedir. İzleyicilerin yaptığı oyun seçimi o tiyatroya güç verir. Biz tiyatroya gençlerimizi getirdiğimiz de onları belli düzeyde eğlendirilecek istiyoruz. Fakat tek amaç bu değil tabi ki. Biz genç izleyicilerimizin tecrübelerinin ve kişiliklerinin gelişmesine yardımcı olmak istiyoruz.
> Eda Atalay > edaatalay@yahoo.com
Gençler için şuana kadar sergilediğiniz oyunlara kısaca değinebilir misiniz? Tiyatromuz, gençler için kırk yılı aşkın bir zamandır oyunlar sahneliyor. Son zamanlarda Toronto ve Japon ulusuna dair bir hikaye: "Hana'nın Bavulu" oyununu gerçekleştirdik. Auschwitz'den bavulu geri alınan bir kızın hikayesini anlatıyor. Magic Pumpkins hikayesi olan, Kore ulusuna dayanan yeni bir oyun daha çıkardık. Ve İzlanda'dan sadece çocukların yaşadığı bir gezegen olan "Mavi Gezegeni" adlı bir oyunu sahneledik.. Neden gençlik için ayrı oyun sahneleme gereği duydunuz? Çünkü bu, bizim gençler için özellikle yapmak istediğimiz şey. Aynı zamanda bu şehir, taşra ve birleşmiş hükümetten ana para sağlamak için yaptığımız iş. Gençlik oyunlarını genel anlamdaki diğer tiyatro oyunlarından ayıran ne gibi unsurlar var senaryo ve reji anlamında? Hiçbir şey fark yok. Hepsinde aynı mücadele. Gençlerin oyunlarınıza ilgisi beklediğiniz düzeyde oluyor mu? Gençler izleyici olarak gençlik oyunlarını mı yoksa diğer yetişkinlerle birlikte klasik tiyatroyu mu daha çok tercih ediyor? Gençler, arkadaşları ve aileleri katılıyorlar. Böylelikle bir yetişkin de gelmeye karar veriyor. Ama genç izleyicilerimiz katılımdan çok memnun görünüyorlar ve onlardan birçok mektup alıyoruz.
pe cy a
Gençlik oyunları seçerken özellikle dikkat ettiğiniz noktalar var mı? Seçilen oyun hikayesinin yaş grubuna uygun, doğru hikaye olup olmamasına her zaman dikkat ediyoruz. Hikayenin izleyicilerimizin entelektüel sosyal ve/veya ruhsal gelişimine katkıda bulunacak değerde olmasına odaklanıyoruz.
Bizim ülkemizde gençliğe yönelik pek oyun yok, sizin ülkenizde durum nasıl? Kanada'da her yıl çıkarılan oyunların yüzde yirmi beşi genç izleyiciler içindir. Bu da her yıl çıkarılan oyunların çoğuna karşılık gelir.
Gençlik tiyatrolarından anladığınız nedir? Gençler için her iyi oyun aynı zamanda büyükler için de iyi oyunlardır.
Dünya'dan Gençlik Tiyatroları Avusturya Compagnie Smafu Topluluğu
www.compagniesmafu.com çeviren Ekin Kanoğlu
'dan
Dünyadan Gençlik Tiyatroları örneklerinde bu ay ki durağımız Avusturya. İncelemeye aldığımız Compagnie Smafu Topluluğu 2004 yılında ülkemize de konuk olarak Assitej Türkiye Bursa Uluslararası Gençlik ve Çocuk Tiyatroları Festivali'nde "The Ones and the Others" adlı performanslarını sahnelemişti. Gençlik ve Çocuk tiyatrosuna yaklaşımları, yöntemleri ile oldukça dikkate alınması gereken bir topluluk olduğunu düşünüyoruz.
projemizde, görüntü-yerleştirmeler ve projeksiyonlarla hayali üç boyutlu boşlukları yaratmak için denemeler yapacağız"
"Biz, çocuklar ve gençler için pedagojik tiyatroyu yapmayı tasarlamayız. Ama hâlâ, biz, ergenlerin sosyal gelişimini ilgilendiren konuları karıştırmaktayız"
Oyun Öncesi Uzun Hazırlık Bir oyun için provalara başlamadan önce, konu içeriği ve anlatımı araştırmanın uzun ve yoğun bir dönemi vardır. Dans ve tiyatro sanatlarının formuna uygunluğun yanı sıra günümüze ait problemler, tarihsel, bilimsel veya sosyolojik görünüşleri birleştirmeler için yoğun bir uğraş verilir. Henüz üretim aşamasında okullara giderek oyunla ilgili bilgi verip fikirler alırız. Gösteriden sonra geri beslemeyi teklif ederek çocuklar, gençler, ebeveynler ve öğretmenlere eklemeleri, değiştirmeleri deneriz. Her gösteriden sonra öğrenciler, öğretmenler, dansçılar ve sanatçılar arasında bir söyleşi teklif ederiz.
Daha çok dans tiyatrosu örnekleri sahneleyen topluluk bu işi oldukça ciddiye alan bir çalışma içinde. Oyunları için özel dans şarkıları hazırlatıyor ve besteci Oskar Aichinger bir çok oyunun müzik sorumlusu olarak görev alıyor. Ayrıca bu yıl Medya sanatçısı Markus Wintersberger'in katkısı ile "Sarı Denizaltı" isimli bir performansın hazırlığı sürerken daha şimdiden 10 Nisan 2007'de gala tarihi belirlenmiş. Bu oyun festivallere de katılacak. Compagnie Smafu Topluluğu, son iki yıl, "Garip Kuş", "Biri ve Diğerleri" oyunlarıyla çok başarılı olmuş. Dans Ve Görsel Öğeler Ön Planda "Dans soyut formla anlatımdır. Ama genç bir izleyici için, içerik, daha somut bir yolda iletilmeliydi. Kuvvetli ve dinamik sözlerle konuşmanın aksine vücut ve hareketle zihinsel bir yaklaşım, performansın daha soyut yollardan da genç bir izleyici için anlatım yolu olabilmektedir. Sahneleme aşamasında Genç izleyici, nedenlerle karşılanır ve özel yaş grubunun konuyla ilgili soruları, sahneleme sırasında izleyicinin duygusal algısı, memnuniyeti dikkate alınarak bazen, tekrar değerlendirmeyle sonuçlanabilir. Biz, çeşitli metotlarla deney yaparak, geleneksel tiyatro ve dansı birleştirerek tarzımızı geliştiririz. Sabit tekrarlar yerine yeni denemeler, sahnelemenin yeni yollan, yeni olanakların denenmesi ve izleyiciye çağdaş oyunlar sunulması heyecanı artırmaktadır. Bu nedenle diğer sanatlarla ve görsellik eşliğinde gerektiği ölçüde yararlanmaktayız. Örneğin 'Bir Cadının Sihrinin Altında' adlı
Çocuklar ve ergenler, duygusal bir düzeyde yakalanmak zorundadır, hayal gücü ve duygu, oyun boyunca dikkate alınmalıdır. Bu, çocukların, gençlerin dosdoğru ne algıladığını tetkik eden modele bir meydan okumadır.
Mesaj Değil Etki Performans eğlenceyle birleştirilir, çocuklara ve gençlere, doğrudan kendi durumu anlatılmaz, doğrudan olan bitenin mesajını vermez. Tema narin bir şekilde işlenir. Bilinçaltına etkisi, biraz zaman geçtikten sonra, bazı şeyler değişmiş olarak yansımaya başlar. Öğretmenler, gösteriyi izledikten çok sonra dahi bizi arayıp "Öğrenciler hâlâ sahnede izlediklerini örnek alıyor, örneğin şiddet ve toleransla ilgili 'Biri ve Diğerleri' oyunu hakkında konuşuyor" gibi geri bildirimlerde bulunmaktadırlar. Compagnie Smafu Ve Sosyal Sorumluluk "Daha küçük Avusturyalı şehirler ile taşraya, dans ve çağdaş çocuklar gençlik tiyatrosu götürmek bizim için çok önemlidir" diyen topluluk, toplumsal sorumluluğunu evrensel görevlerle de birleştirerek Nisan 2006'da Avusturya ASSITEJ'i ile Afrika'daki "Genç İnsanlar İçin Sanat Yapalım" etkinliği düzenlemiş.
'Salon Ödüllü' Lise Tiyatrosu:
pe cy
a
Burhan Felek Lisesi Tiyatro Topluluğu
> Ceren Aşkın > cerenaskin@hotmail.com
Gençlik Toplulukları sayfalarımıza bu ay Üsküdar Burhan Felek Lisesi Tiyatro Topluluğu konuk oluyor. Topluluk üyesi öğrencilerinin yaz tatilinde olduğu şu günlerde, okulda tiyatroyu yeniden canlandıran öğrencilerden biri olan mezunlardan Hamdi Alp ile söyleştik. O da lise yaşamında tiyatroyu seçen birçok öğrenci gibi, mezun olmuş olsa da topluluğundan kopamayanlardan. Okuldaki tiyatro çalışmaları, Edebiyat öğretmeni Hatice Kır'ın önderliğinde, öğrencilerin gayretleriyle sürüyor. Okul laboratuvarlarında başlayan çalışma, ilk zamanlarından itibaren topluluğa ödüller getirmiş. Okul yönetimi ise bu başarıya kayıtsız kalmayarak topluluğa bir salon armağan etmiş. Bu örnek okulu ve topluluğu seveceğinizi umarak söyleşimize geçelim. Okulunuzda kaç yıldır tiyatro çalışması yapılıyor? Okulumuzda gördüğümüz en iyi oyun ödüllerinden birinin üstünde 1974 yazıyordu o yıldan sonra ilk defa biz başladık tiyatroya 20012002 öğretim yılında kollan sıvadık devam ediyoruz. Okul yönetiminin ve öğrencilerin tiyatroya bakışı nasıl? Destek ve ilgi görebiliyor musunuz? Yönetim bu durumdan gayet memnun. Okulda tiyatroya başladığımızdan beri okulun kalitesi artmaya başladı. Öğrencilerin tiyatroya bakışından da çok memnunuz. Bu güne kadar oynadığımız bütün oyunlarda salon tamamen doluydu. Tabii bunu başarmamızın nedenlerinden birisi, yönetmenimiz ve aynı zamanda okulumuzun Edebiyat öğretmeni Hatice Kır'dır. Çünkü okuldaki kabaca 'serseri' şeklinde tanımlanan bütün öğrencileri sevgisiyle topluma kazandırmıştır. Ben de onlardan birisiyim. Topluluk profesyonel çalıştırıcılarla mı çalışma yapıyor yoksa hocaların mı bu konuda yardımı oluyor. İlk olarak Halkeğitim'e giden bir arkadaşımız -soyadını hatırlamıyorum- Kaan bizlere sahnedeki temel kuralları öğretti, duruşlar vs. Oyunları da edebiyat öğretmenimiz Hatice Kır çalıştırdı.
Fakat Hatice Kır'ın çok geniş bir tiyatro kültürü var. Bunun temelini oluşturan etkenlerden birisi öğrencilik yıllarında Avustralya'da yaşayan bir Türk tiyatro eleştirmenine asistanlık yapmasıdır. Peki belli bir tiyatro geleneği oluştu mu? Oyunları nasıl seçiyorsunuz, kim karar veriyor? Tiyatroyu gelenek haline getirdik mezunlar olarak da sürekli okuldayız. Hatta bu seneki oyunu, mezun olan arkadaşlarımızdan Erhan Tuncer yönetti. Kendisi şu an burslu olarak Maltepe Üniversitesi'nde yönetmenlik okuyor. Oyunları, özellikle klasik seçiyoruz. Bunun nedenlerinden biri, okulumuzun öğrencilerinin genel kültür seviyelerinin pek yüksel olmayışı. Hayatları boyunca belki de hiç okumayacakları oyunları seçiyoruz. Bu sayede kitap, yazar, tür hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Birde oyunların toplumsal mesaj taşımalısı da bizim için önemli, sadece eğlence amaçlı olmamalı. Oyunları Hatice Kır seçiyor. Bize danışıyor "bu oyunu oynaya bilir misiniz" diye, biz de getirdiği hiçbir oyuna "oynayamayız" demedik. Önceki yıllarda Oynadığınız oyunlar nelerdi? 2001-2002 sezonunda Turgut Özakman'ın "Töre", 2002-2003 sezonunda R. Nuri Güntekin'in "Yaprak Dökümü", 2003-2004 sezonunda Ionesco'nun "Gergedanlar", 2004-2005 sezonunda Çehov'un "Martı" ve bu sezon Beckett'in "Godot'u Beklerken". Kendinize ait bir salonunuz da var. Bizim zamanımızda yoktu "Yaprak Dökümü"nü laboratuarda çıkarmıştık. Fakat aldığımız ödüllerden dolayı okulun konferans salonunu sahne yaptılar. Bu yıl, önemli günlerde salonda piyesler sahneledik ve istek üzerine bir piyesi yaklaşık on kez oynadık. Festivallere katılıyor musunuz ? Aldığınız ödüller neler? İlk oyunumuz dışında diğer bütün oyunlarımızla katıldık. "Töre"yi oynadığımızda, tiyatronun tiyatro olduğunu provalarda öğrenen arkadaşlarımız vardı. Bunlardan birisi de benim. Profilo Alışveriş
Merkezi Liseler Arası Tiyatro Festivali'ndeki gösterimlerimizden aldığımız ödüller ise şunlar: "Yaprak Dökümü" Jüri Özel ve Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü, "Gergedanlar" iki En İyi Oyun, iki En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, "Martı" iki En İyi Erkek, iki En İyi Kadın, bir Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü, "Godot'u Beklerken" Övgüye Değer Oyun Ödülü. Kendi okul arkadaşlarınız ve aileler dışında seyirciye ulaşma şansı bulabiliyor musunuz? Festivaller sizi yeterince seyirciyle buluşturabiliyor mu? Festivaller sayesinde çevremizin dışında seyircilere ulaştık. Özelikle Profilo ve Eyüboğlu'ndaki gösterimlerde. Profilo Alışveriş Merkezi müşterilerinden bazıları, "Gergedanlar" oyununu izledikten sonra diğer oyunlarımıza da geldiler, hatta bazen yolda karşılaşıp konuştuğumuzda oluyor. Peki sizler okul tiyatrosunu okuldaki bir sosyal uğraş olarak mı görüyorsunuz yoksa aranızda bunu profesyonelliğe dek sürdürmeyi düşünenler var mı? Ekibin tamamı bu işi profesyonel olarak yapmak istiyor.
a
Sizlerin Tiyatro adına okul yönetiminden, Milli Eğitim'den yada profesyonel tiyatro dünyasından beklentileriniz var mı? Varsa neler? Zor da olsa okulda bazı taşları yerine oturtturduk. Bizden sonraki arkadaşlar da bunun sefasını sürüyorlar. Zaten şu anda tiyatro kulübümüzdeki arkadaşların sorunlarıyla mezunlarımız ilgileniyor. Milli Eğitim'in yapılan festivallerden haberi olması gerekiyor. Ödül alan okullara teşvik amaçlı plaket verilebilir. Çünkü Milli Eğitim'den gelecek ufak bir tebrik okulda tiyatroya verilen önemi artıracaktır. Okul idareleri bu konulara pek sıcak bakmıyor çoğu yerde. Profesyonel tiyatro dünyasından beklentimiz var. Bunun eksikliğini mezun olunca fark ettim. Şuan yalnızca okullar arası festivaller düzenleniyor özel grupların katılabileceği festivaller düzenleseler bizler de sahneden uzak kalmasak, bekli de bu şekilde genç yeteneklerin farkına varırlar. İlle de konservatuvar mezunu mu olmamız gerekiyor topluluklara katılmamız için? Tiyatro, okul ve diplomayla yapılan bir şey mi? Bunu okulunu okumadan çok iyi yapan insanlar var. Önemli olan
pe
cy
kendisini yetiştirmesidir insanın, tiyatro usta çırak ilişkisiyle sahnede de öğrenilir. Okulunu okuyalım işin felsefesine inelim ama oyunculuğu sahnede okulunu okumadan daha hamken öğrenelim. Bazı taşlar yerine oturdu mu çıkarması zor olur©
a
pe cy
KültürSanat / Sinema
pe cy a
Enka'da Yaz Sineması
Enka Açıkhava Tiyatrosu'ndaki yaz etkinlikleri Ağustos ayında da sürüyor. Enka, bu kez, ay boyunca, sinemaseverleri ağırlayacak. Filmler, 21.15'de başlıyor. Program şöyle:
02 Ağustos 2006 Çarşamba Şanslı Slevin (Lucky Number Slevin); Paul McGuigan'nin yönettiği filmde, kahramanımızın (Josh Hartnett) hayatı hiç iyi gitmemektedir. Yaşadığı binanın mühürlenmesine karar verilmiş, bir soyguncuya kimliğini kaptırmış ve kız arkadaşını başka bir erkekle yakalamıştır. Los Angeles'tan ve sorunlarından bir süreliğine kurtulmak için arkadaşı Nick Fisher'ın New York'taki dairesinin anahtarını alır. Ama kötü talihi peşini bırakmayacak, işler daha da sarpa saracaktır. 04 Ağustos 2006 Cuma
Kirli Para (Two ForThe Money); DJ. Caruso'nun yönettiği yüksek bahisler dünyasının amansız ortamı... Two For the Money'de Pazar günleri servetler kazanılıyor ve pazartesi kaybediliyor. Film, yüksek bahisçilerin yazı-tura atılarak servetlerin kazanıldığı ya da kaybedildiği adrenalin yüklü dünyasında geçiyor. Milyonlarca dolar söz konusuyken, amansız bahisçiler "kim kimi aldatıyor" tarzında bir oyuna girişiyor. Bahislerin yüksek olduğu ve kayıpların çok daha büyük olduğu bir oyun. Film, bir Morgan Creek yapımı. 09 Ağustos 2006 Çarşamba Maç Sayısı (Match Point); Woody Allen'in yönettiği film, en iyi film dahil 4 dalda Altın Küre ve 2006 Goya Ödülleri - En İyi Avupa Filmi Adayı olmuş. Maç Sayısı'nda genç tenis eğitmeni Chris Wilton (Jonathan Rhys-Meyers), zengin bir ailenin oğlu olan Tom'a (Matthew Goode) verdiği özel dersler sayesinde yüksek sınıftan insanlarla yakınlaşma şansına sahip olur. Tom'un kızkardeşi
KültürSanat / Sinema Chloe (Emily Mortimer) ile flört ederken, Tom'un femme-fatale, Amerikalı aktris sevgilisi Nora'ya (Scarlett Johansson) aşık olur. Chloe ile evlendikten sonra da Nora ile yasak ilişkisi devam eder. Nora'ya sahip olmayı, aynı zamanda da evlilikle kazandığı zenginliğin devam etmesini istemektedir. Chris, sahip olduklarını kaybetmek veya aşkı tercih etmek arasında seçim yapmak zorunda kalacaktır. Tutku, ihtirasın pençesindeki genç bir adamın yaptığı seçimlerin yaratacağı etkilerin farkında değildir. 11 Ağustos 2006 Cuma Arka Bahçe (The Constant Gardener); Fernando Meirelles, bir diplomatın, eşini kaybetmesi üzerine, dünya çapında bir komplonun arkasındaki gerçeği aydınlatmak için duygusal ve global bir yolculuğa çıkmasını anlatan öyküyü beyazperdeye taşıyor. Dünyanın dört bir yanından gelen yetenekli sinemacıların ortak çalışması olarak beyazperdeye taşınan The Constant Gardener - Arka Bahçe'de, İki kez Oscar'a aday gösterilen Ralph Fiennes ve bu filmle En İyi Yardımcı Kadın Oscar'ını kazanan Rachel Weisz, bu romantik gerilim filmin başrollerini paylaşıyorlar.
23 Ağustos 2006 Çarşamba Aşk Ve Gurur (Pride & Prejudice); Joe Wright yönettiği film 18. yüzyılın sonlarında geçer. Bennet ailesinin kızları Jane, Elizabeth, Lydia , Mary ve Kitty annelerinin kendilerine bir koca arama çabalarına karşı evlenmemişlerdir. Zengin bekarlardan Bay Bingley, kız arkadaşı ve iyi dostu Bay Darcy ile bölgeye taşınınca olaylar değişmeye başlar. Fakat kızkardeşlerinin aksine Elizabeth, özellikle Bay Darcy'nin kendini beğenmiş bir züppe olduğunu düşünmekte ve kendisine yaklaşmasına izin vermemektedir. Biraz zaman geçip Elizabeth ile Bay Darcy birbirlerini tanımaya başladıkça önyargılar kırılıp fikirler değişmeye başlar. 25 Ağustos 2006 Cuma Pembe Panter (Pink Panther); Shawn Levy imzalı bir film. Müfettiş Jacques Clouseau, tüm suçluların kalplerine korku salan bir isimdir. Karmakarışık olayları çözme tarzı ile her zaman sonuca ulaşıyor olması suçluları ondan çekinir hale getirmiş olabilir. En azından şimdilik... Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için Sadi Gülçelik Spor Sitesi, İstinye-İstanbul Tel: 0212 276 22 14-15/209 Faks: 0212 276 22 98 E-posta: enkakultur@enka.com
pe cy a
16 Ağustos 2006 Çarşamba Venedik Taciri (Merchant Of Venice); Michael Radford yönettiği, Shakespeare'in 16. yüzyıl Venedik'inde geçen zamandan bağımsız komedi-draması bir grup Hıristiyan asilzadesinin yazgısını, talihini ve Yahudi tefeci Shylock'la ilişkilerini konu alıyor. Antonio (Irons) meteliksiz dostu Bassanio'nun (Fiennes) güzel Portia'ya (Collins) evlenme teklif etmek için ihtiyaç duyduğu miktarı temin etmek üzere Shylock'tan (Pacino) borç alır. Antonio'nun hakaretlerine bozulan Shylock borç verdiği paranın geri ödenmesine ilişkin çok kesin şartlar koyar. Antonio'nun teslimat işleri fırtına yüzünden sekteye uğrarken, Shylock kızının asilzade Lorenzo'ya (Cox) kaçmasından ötürü her zamankinden daha öfkelidir. Borcun vadesi geçince, Shylock diyet olarak Antonio'nun yarım kilo etini ister. Bassanio, Antonio'yu umutsuzca bu cezadan kurtarmaya çalışırken, beklenmedik bir cepheden mucizevi bir yardım gelir.
18 Ağustos 2006 Cuma İçerideki Adam (The Inside Man ); Spike Lee'nin yönettiği film, basit gibi görünen bir olaylar örgüsüyle başlar. Dünya çapındaki finans kurumlarından Manhattan Trust'ın Wall Street şubesinin kalabalık lobisine boyacı kıyafetleri giymiş dört kişi gelir. Kostümlü soyguncuların başlattığı mükemmel planlanmış kuşatma saniyeler içinde sonuçlanır. Soyguncular tarafından rehin alınan elli kadar banka yöneticisi, o andan itibaren çok iyi organize edilmiş bir soygun operasyonunun pençesine düşmüştür.
KültürSanat Günlüğü SERGİ
Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, Anadolu'nun binlerce yıllık sakinlerini ağırlıyor. Büyüklüğü ve içerdiği yoğun yapılaşma nedeniyle ortaya çıktığı ilk günlerden bu yana dünya arkeoloji çevrelerinin ilgi odağı olan Çatalhöyük, ilk defa Türkiye'de kapsamlı bir sergiye konu oluyor. Günümüzden yaklaşık 9 bin yıl önce, belirli bir şehircilik düzeninde hiç savaşmadan yaşayan Neolitik Çağ insanlarını konu alan sergide birbirinden ilginç 288 eser yer alıyor. Sergi 20 Ağustos'a kadar görülebilir. (Yapı Kredi Kültür Merkezi, 1 • Kat Vedat Nedim Tör Müzesi / Sermet Çifter Salonu Beyoğlu 0212 252 47 00)
KONSER
Yann Tiersen 'Amelle' ve 'Elveda Lenin' isimli filmlere yaptığı müziklerle tanınan Yann Tiersen, 2 Ağustos Çarşamba 21.00'da Parkorman'da Türkiyeli müzikseverlerle buluşuyor. Albümlerini önemli müzisyenle birlikte hazırlayan Yann, kayıtlar sırasında enstrümanların çoğuna kendi hayat veriyor. Fransa'nın en büyük müzik dehaları arasında gösterilen Yann Tiersen'in, 'La Valse Des Monstres', 'Rue Des Cascades', 'Le Phare', 'Tout Est Calme',
'L'absente',
'Les Retrouvailles' isimli albümleri bulunuyor. Tiersen, film
a
müzikleriyle de çok sayıda ödül aldı. (0216 556 98 00)
Nilüfer
pe cy
KONSER
Türkiye 'nin güçlü kadın seslerinden biri olan Nilüfer, eski ve yeni şarkılarını seslendireceği konser ile 5 Ağustos Cumartesi 21 .00'da Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda sevenleriyle buluşacak. 1972 yılında Odeon plak şirketinden çıkardığı ilk 45'ligi "Kalbim Bir Pusula" ile profesyonel müzik hayatına başlayan sanatçı, 1973-1978 yılları arasındaki dönemde altın plaklar kazandı. 80'lere girildiğinde müziğini biraz değiştiren nilüfer, Türk müziği ve arabesk parçaların pop versiyonlarını seslendirdi. Son yıllarda adından sözettiren albümlere imza attı. (0216 556 98 00)
KİTAP
Dedektif Öyküleri
Edgar Allan Pae İş Kültür Yayınları / Öykü Edgar Allan Poe, topu topu kırk yıl süren çalkantılı yaşantısına karşın şiirleri, öyküleri ve denemeleriyle, etkisini günümüzde de sürdüren en önemli 19. yüzyıl yazarlarındandır. Bu kitapta, akıl yürütme ve çözümleme teknikleriyle, Poe'nun dünya edebiyatına armağan ettiği ilk dedektif Auguste Dupin ve onun üç sıradışı macerası yeralmakta.
KİTAP
Seri Katiller Kulübü
Jeff Povey 1001 Kitap Yayınları / Roman Kahramanımız, kendisine sadece seri katillerden oluşan bir kulübün içinde bulur. Amacı bir seri katil olmak değildir, en azından teknik olarak. Kulüp üyelerini teker teker öldürmek için müthiş bir plan yapar. Planı mükemmel bir biçimde işlemektedir. Ta ki, seri katiller, kulüp üyelerinin azalmaya başladığını fark kadar...
edinceye
a
pe cy
KültürSanat Günlüğü SERGİ
Yaz Karması Galeri Artist 30 Ağustos 2006 tarihine kadar yedi katında birden Türk ve Avrupa Sanatının önemli temsilcilerinin eserlerinden oluşan "Yaz Karması" isimli sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergiye: A. R. Penk (Almanya), Bervoets (Belçika), Burhan Doğançay, Genco Gülan, Doukopil (Almanya), Devrim Erbil, Emiel Hoorne (Belçika) , Ender Güzey, Ergin İnan, Filiz Azak, Jan Fabre (Belçika), Kornet, Panamarenko (Belçika), Mehmet İleri, Onay Akbaş eserleriyle katılıyor. (Ayazma Cad. No. 4 Fulya Beşiktaş 0212 227 68 52)
KONSER
Tito Nieves Müzikle geçirilmiş 30 yılın ardından salsa müziğin
'Pavorottisi
olarak adlandırılan
sanatçı, 10 Ağustos Perşembe 22.30'da Sortie'de sahneye çıkıyor. Humberto Nieves, küçük yaşlarında aldığı takma adı ile Tito, Porto Riko-Rio Piedras'da doğdu New York'da büyüdü. Orquesta Cimarron ile iki yıllık birlikteliğinin ardından; sırasıyla Hector Laove
a
Orchestra, Tairbori, Conjunto Clasico'ya katıldı. (0216 556 98 00) KONSER
pe cy
Zuhal Olcay - Bülent Ortaçgil
Zuhal Olcay ve Bülent Ortaçgil, Başucu Şarkıları 2 isimli albüm çalışmalarının konserlerine devam ediyor. Ortaçgil ve Olcay'ın unutulmayan şarkıları yeniden yorumladığı konser, 12 Ağustos Cumartesi 21 A5'de Kuruçeşme Arena'da. Zuhal Olcay ve Bülent Ortaçgil, bir süredir devameden konser dizileri ile tüm sevenlerine ilaşmaya çalışıyor. (0216 556 98 00)
KONSER
Mahzar Fuat Özkan
Türkiye'nin en önemli ve köklü grubu olan MFÖ, müzik dünyamıza tümüyle kendilerine ait söz ve bestelerden oluşan albümleri, yurtiçi ve yurtdışı konserleri ve aldıkları sayısız ödüller ve getirmiş oldukları yeniliklerle adını yazdırmış bir grup. Grup, 13 Ağustos Pazar 21.00'da Harbiye Açıkhava Tiyatrosu 'nda dinleyenleriyle buluşuyor. (0216 556 98 00)
KONSER
Vaya Con Dios
Belçika'nın ülkemizde tanınan grubu Vaya Con Dios, 13 Ağustos Pazar 21.00'da Parkorman'da.
İspanyolca
"Tanrılarla Birlikte Git" anlamına gelen Vaya Con Dios Dani Klein (vokal), Dirk Schoufs (bas gitar) ve Willy Lambregt'tan (gitar) oluşuyor. Grup, çıkardığı "Puerto Rico" ve "Don't cry for Louie" single'larıyla
adını
(0216 556 98 00)
duyurdu.
KültürSanat Günlüğü SERGİ
Sabri Berkel Kâzım Taşkent Sanat Galerisi, Türk resminin önde gelen isimlerinden Sabri Berkel'in Dönemler I (1930-1955) başlıklı sergisine ev sahipliği yapıyor. 25 Ağustos'a kadar açık kalacak sergide, Sabri Berkel'in kaligrafiye bağlı lekelerle düzenlemeler yapmaya başladığı 1. döneminden resimler, portreler, otoportreler, peyzaj, natürmort, figüratif çalışmaları ve istihsal resmiyle birlikte yüze yakın eseri yer alıyor. Sanatçının 19551985 dönemini kapsayan eserleri ise 2007 yılında yine aynı salonda sergilenecek. (Yapı Kredi Kültür Merkezi İstiklal Caddesi No: 285 Beyoğlu 0212 252 47 00)
KONSER
Şebnem Ferah & Senfoni Orkestrası Şebnem Ferah, bu kez farklı bir konser ile dinleyicisinin karşına çıkmaya hazırlanıyor. 15 Ağustos Salı 21.00'da Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'ndaki bu konserde Şebnem Ferah'a yıllardır birlikte çalıştığı Ozan Tügen, Metin Türkcan, Aykan İlkan, Buket Doran, Ceren Tügen'in yanısıra Orhan Şallıel yönetiminde kırk beş kişilik Senfoni
a
Orkestrası ve Devlet Operası'ndan on altı kişilik koro eşlik edecek. Sanatçı, şarkılarını bu kez de orkestra eşliğinde dinleyenlerine sunacak. (0216 556 98 00)
cy
KONSER
Doğu Batı Divânı Orkestrası
KİTAP
Tasfiye Imre
pe
Aralarında Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün, Tunus, İspanya, Hollanda ve İsrail'in de olduğu on yedi ülkeden, yaşları 14-25 arasında değişen 110 yetenekli genç müzisyenden oluşan Doğu-Batı Divânı Orkestrası 16 Ağustos Çarşamba 20.00'da Aya İrini Müzesi'nde bir konser verecek. Ünlü piyanist-şef Daniel Barenboim yönetimindeki Doğu-Batı Divânı Orkestrası, 1999 yılında, Barenboim ve Edward Said'in, İsrail ve Ortadoğulu genç müzisyenleri bir araya getirerek kültürler arasında beraberliği güçlendirme düşüncesinden doğdu. (0216 556 98 00)
Kertesi
Can Yayınları / Roman Imre Kertesz, ilkgençlik çağında Nazilerin
toplama kamplarının
vahşetini yaşamış bir yazar. Türkiyeli okuyucunun Kadersizlik, Fiyasko ve Doğmamış Çocuk İçin Dua adlı romanlardan oluşan yarıotobiyografik üçlemesiyle
tanıdığı
Macar yazar, Tasfiye adlı romanında, Auschwitz. Kampı'nda dünyaya gelmiş bir yazarın intiharla sonlanan yaşamöyküsünü anlatıyor.
KİTAP
Susma Cesareti Yusuf Eradam Nar Yayınları / Deneme Bu kitap Yusuf Eradam'ın film okumaları, beyazperdedeki yolculukları. Bu yolculuklar sırasında Eradam'ın sorguladığı konular arasında intihardan ölüseviciliğe, kadının yok sayılmasından cinsel kimliklerin sorgulanmasına, ötekileştirme tuzağından şiddetin estetiğine, kentte yitip gitmekten bastırılmış hırsızlaşma arzusuna, kültürsüzleşmekten iktidarla aşık atmaya kadar birçok konuya ilişkin yorumları bulacaksınız.
55 <
KültürSanat / Kitap Bir Teselli Kullanma Klavuzu: Felsefenin Tesellisi Koray Onur koray onur@ hotmail.com Kültürsüzlük, bilgisizlik ya da kültürlülük ve bilgililik... Birçok kavram gibi bunların da içi boşaltıldı. Bu yüzden, kime kültürlü, kime kültürsüz diyeceğimizi, alim ile cahili nasıl ayıracağımızı, kültürlü ve bilgili biri olmak için neler yapmamız gerektiğini bilmiyoruz. Bu sorunlara kimsenin verebilecek bir cevabı olmamasının yanında, belki de en kötüsü, bu tür sorulara cevap aramanın "abesle iştigal" haline gelmiş olması. Çalışkan öğrenciye "inek" demenin normal olduğu ve entelektüel sıfatının neredeyse hakarete eşdeğer bir hal aldığı bir toplumdan başka bir şey de bekleyemeyiz değil mi? Belki de her şey bilgili görünmeye çalışan bilgisizlerle, kendi üstünlüğünü bildiklerine bağlayıp insanı değerleri bir çırpıda itebilen bilgililer yüzünden başladı: Birinciler, kendilerini bilgili göstermek için "anlaşılmaz" olmaya ve suyu bulandırmaya çalışırken; ikinciler kabuklarına çekilip, bilginin mücevherleriyle bezeli "tahf'larından küçümsemeyle baktılar dünyaya.
a
Ama bilgi vermek, bilgiyi tekrar saygıdeğer bir hale getirmek, çağımızın tüm zorluklarına rağmen, bireysel çabalarla kırılacak. Bir Rönesans daha yaşanacak ve sanatın tüm branşlarındaki bilgililer aynı şeyleri rahatlıkla anlaşılabilir halde anlatmaya başlayacak... Bu ay, böyle bir yazar ve onun iyi bir eseriyle karşı karşıyayız. Alain de Botton ve kitabı, Felsefenin Tesellisi.
Bu Kitapta Altını Çizdiklerim:
cy
Alain de Botton'un kitaplarını okumuş olanlar, rahat okunabilen bir yazar olduğunu bilirler. Aşk Üzerine, Seyahat Sanatı, Öp ve Anlat, Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir kitaplarının yazarı, bu kitabında da aynı özelliğini başarıyla sürdürüyor. Basit olmanın, kolay anlaşılır olmanın, sığlaşmak olmadığını, diğer kitaplarındaki gibi, bu kitabında da gösteriyor.
pe
Felsefenin Tesellisi'nde, Botton, metaya dayalı toplumlarda önem verilen kaygılara teselli arıyor. Bunun için de yüzünü önemli felsefecilerimize (evet onlar bizim felsefecilerimiz) dönüyor, onların hayatlarından, felsefelerinden damıtılmış bir "Teselliler el kitapçığı" sunuyor.
Toplum tarafından kabul görmenin tesellisi (Sokrates); yeterince paraya sahip olmamanın tesellisi (Epiküros); düşkırıklığı yaşamanın tesellisi (Seneca); kendini yetersiz hissetmenin tesellisi (Montaigne); kırık bir kalbin tesellisi (Schopenhauer); zorluklar yaşamanın tesellisi (Nietzsche) başlıkları altında tüm bu mevzular incelenirken, sözkonusu filozoflar hakkında hiçbir şey bilmeyen kişilerin bile faydalanabileceği bilgileri, huyu olduğu üzere, gerektiğinde şekillerden, görsel malzemelerden yararlanmaktan da kaçınmayarak veriyor. Bunun dışında, Banu Tellioğlu Altuğ'un çevirisiyle, Botton'un kolay okunulabilirliği perçinleniyor. Kitabı kendi dilimizde yazılmışçasına okumamız mümkün... Sel yayıncılık tarafından basılan bu kitap, baskısı ve fiyatıyla (11.20 YTL) gayet uygun. Sadece kullanılan fotoğrafların renkli olmasının daha iyi olacağını söylemeden edemeyeceğim. Bize iyi yaşamanın yollarını hap niyetine vermeye çalışan kitaplardan sıtkınız sıyrıldıysa bir de Felsefenin Tesellisi'ni okuyun. Bilgiye ulaşmak bazılarının söylediği kadar kolay değildir, ama zevkli ve merak uyandırıcı bir süreçtir. Felsefe hakkında bilgi sahibi olurken, bir yandan da fikirleri hayatınızla ilişkilendirmeyi unutmayın.
• Toplumun baştan beri korkunç bir hata yapıyor olması, üstelik bu hatayı bir tek bizim fark etmiş olmamız imkansız gibi gelir bize. Şüphelerimizi bastırıp sürüyü takip ederiz, çünkü kendimizi o zamana kadar su yüzüne çıkmamış, kabul edilmesi zor hakikatleri bulup çıkartan bir önder olarak göremeyiz. (s.20) • Sokrates bilgiyi doğru düşünceden üstün tutar; çünkü bilgi sahibi olmak yalnızca bir şeyin niçin doğru olduğunu bilmek değil, aynı zamanda öteki seçeneklerin niçin yanlış olduğunu da bilmek demektir. (s. 34) • Başkaları tarafından onaylanmamayı bu kadar ciddiye almamızın temelinde ise, yalnızca terfi etmek ya da ayakta kalmayı başarmak gibi pragmatik nedenler değil, çok daha önemli bir neden yatar: Alaya alınmak yoldan çıktığımızı gösteren ve asla göz ardı edemeyeceğimiz bir işaret gibi gelir bize. (s. 39) • Sokrates bize yol göstererek iki büyük hataya düşmemizi önlemeye çalışmıştır: Çevremizdekilerin söylediklerini her zaman dinlemek ve hiç dinlememek. (s. 55) • Epikuros'un, dostu Menoeseus'a söylediği gibi, "bilge insan, yemeğin çoğunu değil, en lezzetlisini yemeye bakar". (s.76) • Bilge kişinin kendine yetmesi demek hiç dostu olmadan yaşamak istemesi demek değil, dostları yanında olmaksızın da yaşayabilmesi demektir. (s. 124) • Öldürmek, hırsızlık yapmak ya da ihanet etmek gibi sözcükleri rahatlıkla kullanmaktan korkmuyoruz ama üreme organlarımızın adlarını ancak fısıldayarak söylüyoruz. (s. 158) • Başka hiçbir konu hakkında, kitaplar hakkında yazıldığı kadar çok kitap yazılmamıştır: bütün yaptığımız, birbirimizi açıklayıp durmak: Yazar kıtlığı var. (s. 204) • Doğuştan getirdiğimiz tek bir kusur var: Hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimize inanıyoruz... (s. 244) • İnsana korku veren, kötücül diye nitelenen enerjiler, aslında insanlık için çalışan mimarlar, yol işçileridir. (s. 275)
pe cy a
a
cy
pe