cy a
pe
A Y L I K
T İ Y A T R O
D E R G İ S İ
www.tiyatrodergisi.com.tr Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu, Üstün Akmen Yazı İşleri Müdürü: Ebru Seyhan Koordinatör: Duygu Atay Tiyatro Eğitimi Editörü: Ali Taygun Çocuk Tiyatrosu Editörü: Nihal Kuyumcu Gençlik Tiyatrosu Editörü: A. Ertuğrul Timur Düzelti: Ayşe Nalân Özübek Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (57 elliyedi) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Baskı: Hat Baskı Sanatları T i y a t r o Yapım Yayıncılık Tic. ve San. L t d . Şti.: M u r a d i y e Deresi Sok. No:47/6 Beşiktaş İ s t a n b u l Telefon: ( 0 2 1 2 ) 2 5 9 2 1 2 4 Fax: ( 0 2 1 2 ) 3 2 7 8 6 2 9 e - p o s t a : e d i t o r @ t i y a t r o d e r g i s i . c o m . t r Abonelik için: (0212) 259 21 24 - 259 34 98 • e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 60 YTL / Yurtdışı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. iş Bankası-Cihangir Şb. Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd. Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245
Yayın Türü: Yerel Süreli
Kapak Tasarımı: Genco Demirer (57 elliyedi)
EDİTÖRDEN: / S. 3
a
HABERLER: / S. 4
Tiyatro Ödülleri-20061 S. 5
cy
Tiyatro Ödülleri-2006 Gerekçeli Kararları / S. 13 Beki Haleva / S. 14 Hasan Anamur / S. 16
Hayati Asılyazıcı / S. 19
pe
Metin Boran / S. 20 Mustafa Kara / S. 22 Robert Schild / S. 24 Üstün Akmen / S. 26 Ragıp Ertuğrul / S. 28 Zeynep Aksoy / S. 29
AVRUPA TİYATROSU: / Tilda Tezman / S. 30 ELEŞTİRİ: "Şerefe Hatıralar" / Beki Haleva / S. 34 ELEŞTİRİ: "Oyun Sonu" / Üstün Akmen / S. 36 ELEŞTİRİ: "Kocasını Pişiren Kadın" / Eser Rüzgar / S. 38 THESPİS'İN DELİLERİ: Gözlerini Kapamadan Vazife Yapabilmek Deliliktir/Yusuf Eradam/S.40 İZLENİM: İsrail'de tiyatro "ciddi iş"tir!.. / Robert Schild / S. 43 PERDE BİTTİ: "Antiloplar" ve "Yuva" / Zeynep Aksoy / S. 46 SADIK SEYİRCİ: "Akduran Tiyatronun Bakaduran Seyircisi" / Sadık Aslankara / S. 49
İZLENİM: Baltıc House Festivali / Handan Salta / S. 52 GENÇLİK TİYATROSU: Editör: A. Ertuğrul Timur Gençlik Cephemizde Yeni Birşeyler Var / A. Ertuğrul Timur / S. 55
Bir Gençlik Oyunu: «Allattin» / S. 56 MichaelHofmann'nın 'Gençlik Tiyatrosu' Söyleşisi /S. 57 ÖKÜZ ALTINDA BUZAĞI: Ölümler, Cinayetler, Katiller! / Huzursuz Seyirci / S. 58 GENÇLİK TİYATROSU: Editör: Nihal Kuyumcu Çocuk Tiyatrosunda Hareket / Nihal Kuyumcu / S. 59 AST'ın Yeni Oyunu: Kitap Kurtları Hep Kitap mı Yer? / Hanige Benzer / S. 60 Yeni Çocuk Oyunları / S. 61 YENİ OYUNLAR: / S. 62 KÜLTÜR-SANAT AJANDASI: S. 65
1
cy a
pe
Tiyatro Ödülleri-2006'nın Ardından Ödül yapısının sorgulandığı ve arzu ettiğimiz soruların daha çok sorulduğu bir süreci geride bıraktık. Sorular ve yanıtlan Ebru Seyhan'ın geceyi aktardığı yazısında mevcut, ben Tiyatro Ödülleri 'nin bir başka yanına değinmek istiyorum. Öncelikle, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda geceyi gerçekleştirmemizin erken olduğunu düşünüyordum. Bizim hedefimiz 6 ncı yıldı, ancak Şişli Belediye Başkanı Sayın Mustafa Sangül'ün bu salonu tercih etmesi nedeniyle bir anlamda zorunlu kaldık. Ne diyelim her işte bir hayır vardır.
pe
cy
a
Esas değinmek istediğim konu ise Tiyatro Ödülleri'nin gerçek sahipleri Seçici Kurul üyelerimiz. Onların fedakarca sezon boyu oyun izlemeleri, hiçbir seçici kurulda olmadığı gibi, cesaretle oylarını açıklamaları, gerekçelerini yazmaları, bu ödülleri kıymetli kılan, saygınlığını her geçen gün artıran esas nedendir. Seçici Kurul üyelerimiz, son iki ödülde olduğu gibi bu yıl da gecenin en heyecanlı grubuydu, her daldaki adaylar kendi kategorilerinde yaşadığı heyecanı Seçici Kurul üyelerimiz her kategoride yaşadı, bu da ödüllere apayrı bir anlam katıyor. En çok eleştirilen konu Yılın Yönetmeni'nin üç aday arasında paylaşılmasıydı, benimse en çok sevindiğim bu kategorideki sonuçtu. Çünkü, şu çok daha iyi görüldü ki, Tiyatro Ödülleri'ndeki her aday zaten o yılın en iyisidir, burun farkıyla, ödül şiltini alan aday ise, bence o kategorideki adayları temsilen şilti havaya kaldırıyor. Gerekçelerde de göreceğiniz gibi, birçok adayı sıralayan üyeler, bir aday belirtmek zorunda oldukları için adayını belirtmektedir. Kısacası, Tiyatro Ödülleri'nin temel özelliği, diğer seçici kurulların masaya oturdukları ilk anı yansıtmaktadır. Toplantı içinde ikna turları yaşanmamakta, "Evet ama ona geçen yıl vermiştik, bu yıl onu düşünmeyelim" görüşleri ortaya atılmamakta, on yıl bile üst üste aynı kişinin ödülü kazanmasında hiçbir sakınca yoktur, iyi, iyiyse iyidir. İşte bir kere daha altını çizmek istediğim, Seçici Kurul'un oluşumu ve işleyiş mekanizmasıydı. Önümüzdeki yıllarda Seçici Kurul üyelerimizin sayısal artışı, Tiyatro Ödülleri'ni çok daha heyecanlı bir duruma getireceğine inanıyorum.
Tiyatro Ödülleri-2007'de buluşmak üzere... Yeni yılınızı kutlar, 2007'nin sizler, sevdikleriniz ve tiyatromuz için iyi bir yıl olmasını dilerim.
Zeki Göker'i Kaybettik Ankara Birlik Tiyatrosu kurucusu ve yönetmeni Zeki Göker hayatını kaybetti. 1946'da Adana'da doğan Göker, Türkiye ve birçok Avrupa ülkesinde oyunlarını sergiledi. Otuz Beş yıl tiyatro ile yaşayan Göker'in cenazesi, 21 Aralık Perşembe günü Teşvikiye Camiinden kaldırılarak Küçükçekmece Kanarya Mezarlığı'na defnedildi.
Özel Tiyatrolar Yollara Döküldü Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Yönetmeliği'nin yürürlükten kaldırılmasını protesto eden özel tiyatrolar, 11 Aralık 2006 Pazartesi günü 11.00'da Kenter Tiyatrosu'ndan başlayıp Taksim Meydanı'nda son bulan sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Tiyatrocular, Meydan'daki Atatürk Anıtı'n siyah çelenk bırakıp saygı duruşunda bulunuldular. Ali Poyrazoğlu, Dilek Türker, Hadi Çaman, Tuncay Özinel ve Nedim Saban burada birer konuşma yaparak, Hükümet'i ve özellikle Kültür Bakanlığı'nın duyarsızlığını kınadılar. Protesto yürüyüşüne Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül de katıldı.
TEB Ödülü "Dot"un Oldu
a
Unesco'ya bağlı Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği'nin (IATC) Türkiye Merkezi (TEB), geleneksel hale gelen "Yılın Tiyatro Oyunu" ödülünün 2005-2006 sezonu için DOT tiyatro topluluğuna verildiği bildirildi. TEB'in tüm üyelerinin seçici olduğu ödül gerekçesinde, "DOT'un içerikte zengin, biçimde yeniyi arayan ve farklılık yaratan bir topluluk olduğu" belirtildi. Açıklamada ayrıca, "DOT'un toplumu ve sanatı etkilemiş güncel tiyatro eserlerinin sahnelemesindeki başarılarının değerlendirmede göz ardı edilmediği, bu açıdan bakılarak DOT'un 2005-2006 sezonunda sahnelendiği oyunlardan biriyle değil, sezon içinde sahneledikleri tüm oyunlarla ödüle değer görüldükleri" ifade edildi. DOT'a ödülü, 21 Aralık Perşembe akşamı kendi salonlarında oynayacakları "Bug-Böcek" adlı oyunundan önce verildi.
pe cy
Kocaeli Şehir Tiyatrosu'nda Oyun İptali
Kocaeli Şehir Tiyatroları'nda 1 Aralık'ta prömiyeri yapılması planlanan Mehmet Ergen'in yönettiği Tom Stoappard'ın 'Gerçek Müfettiş Hound' adlı oyunu, Genel Sanat Yönetmeni Ragıp Savaş tarafından "sanatsal açıdan yetersiz bulunduğu" gerekçesiyle son dakikada repertuvardan çıkarıldı. Oyunun yönetmeni Mehmet Ergen ise şu açıklamayı yaptı: "Gerçek Müfettiş Hound adlı oyunun metni Ragıp Savaş tarafından seçilmiş, dekorun maketi kendisi tarafından onaylanmıştır. Oyuncular da bizzat Savaş tarafından belirlenmiştir... Oyunun ileriye atılması konusu haftalar önce, yalnızca teknik olarak yetişmemesi kaygısıyla ortaya atılmıştır ancak teknik ekip bana oyunu yetiştirebileceğini söylediği için ben oyunun ertelenmesine karşı çıktım. Ancak bu önümüzdeki hafta İngiltere'de olmam gibi bir kaygıdan dolayı değildir. Nitekim Aralık ayı boyunca da Türkiye'de olacağım... Bu kararı aldığından beri hala tiyatroya uğramamış ve herkese 'beni aramayın ben İstanbul'dayım' mesajı vermiştir. Her zamanki taktikleriyle kriz dönemlerinde kaçmakta, oyunun iptalini ulusal basından saklamakta, belediyedeki üstlerine durumun izahını geciktirmekte ve cahil kafasıyla AKP yerel hükümetine, icraatının tamamen sanatsal düzlemde olduğunu anlatarak kandırabileceğini düşünmektedir."
2. Aydın Tiyatro Günleri Aydın Tiyatro Günleri'nin ikincisi, 1-3 Aralık tarihleri arasında gerçekleşti. Amatör Tiyatrolar Birliği ATÜK tarafından düzenlenen ve yedi topluluğun katıldığı etkinlikte, oyunların yanı sıra söyleşi, seminer, drama çalışması ve imza günü de gerçekleşti. Şenliğe Aydın'dan Aykaryay Aydın Tiyatro, Ankara'dan Gençoyuncular Sahnesi ve Özgür Tiyatro, İzmir'den Tiyatroevi ve Yenikapı Tiyatrosu, İstanbul'dan Tiyatro Simurg ve Muğla'dan Duvar Sahnesi katıldı.
a
cy
pe
pe
cy
a
Şişli Belediyesi Sundu
Şişli Belediye Başkam Mustafa Sarıgül'e Tiyatro... Tiyatro... 'nın I. sayı kapağının orijinal baskısı armağan edildi.
Şişli Belediyesi Sundu
Tiyatro Ödülleri-2006 'yı Ayşe Lebriz sundu.
pe
cy a
Alajnihah Havayolu adına teşekkür plaketini Kemal Demirkanlı aklı.
Tiyatro Ödülleri-2006 Teşekkür Plaketi 'ni Yayın Kurulu Üyesi Üstün Akmen verdi.
Tiyatro Ödülleri-2006'mn açış konuşmasını Yayın Yönetmenimiz Mustafa Demirkanlı yaptı. Candaş Müzikal Grubu, ödül töreninin açılışında mini bir dinleti sundu.
Fotoğraflar: Banu Atça
2006'nın En İyileri
pe
cy
18 Aralık Gecesi, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda yapılan Tiyatro Ödülleri2006 törenini aktarmadan önce, bana çokça sorulan birkaç soruya açıklık getirmek istiyorum: 1- "Gerçekten kazananları senden başka kimse bilmiyor mu? ". Evet, benden başka kimse bilmiyor. Demirkanlı'nın bilebileceğini düşünenler var, aslında istese bilir, ama hep şunu söyler: "Ben bu konuda biraz gevezeyimdir, ağzımdan kaçırabilirim, aman ha benden iyi sakla!" Yönetmeliğe göre nisan ayı sonuna kadar sahnelenen sezon oyunlarını izleyen Seçici Kurul üyeleri, Haziran ayı içerisinde gerekçeli kararlarını bana gönderir. Ben de en fazla oy almış adayları 'kazanlar zarflarına' koyar, tören gecesi sunucuya teslim ederim. Gerekçeli kararların bana ulaşmış olduğu yaz aylarında, sonuçları meraklı tiyatrocu arkadaşlarımdan saklamak için de elimden geleni yaparım. Adayların duyurulmasının ardından çeşitli tiyatroların Basın İlişkileri birimindeki arkadaşlarım, kendi tiyatrolarının adayları ile ilgili bilgi almak için beni sıkça arayıp hatırımı sorarlar ya da bazı adaylar -şakayla karışık- yemek davetlerinde bulunur. Tüm provokasyonlara rağmen benden sonra sonuçlan öğrenen ilk kişi, kazananı sunmak ve ödülünü vermek üzere sahneye gelerek zarfı açan kişi olur.
a
Dergideki ve Tiyatro Ödülleri organizasyonumdaki üçüncü yılım. Mustafa Demirkanlı hep, "Bu ödülün Türk tiyatrosuna en büyük katkılarından biri, yeni eleştirmenler kazandırmak, eleştiri kurumunu önemsenir kılmaktır" der. Bugün, Seçici Kurul'a baktığımızda dokuz eleştirmen görüyoruz. Belki iyi bir rakam değil, ancak eleştirmen sayısı iki elin parmaklarını pek geçemeyen bu ülke için azımsanabilecek bir rakam da değil. Umarız, bu sayı önümüzdeki yıllarda Tiyatro Ödülleri idealine uygun bir şekilde artar.
2- (Bu yıla özel bir soru) "Peki, kazananı senden başka kimse bilmiyorsa neden üç yönetmen ve iki müzik ödülü, verilmek üzere sahnede hazır bulunuyordu? " Ödül şiltlerinin kaçar tane yapılacağını, törenden bir süre önce ilgili arkadaşlarıma iletiyorum tabii ki. Bu yıl da, 1 yapım, 3 yönetmen, 1 kadın oyuncu.... şeklinde bildirmiş olmamdandır ödüllerin tam sayıyla sahnede hazır bulunuşu. Yoksa, bu üç ödülün kime gideceğini bilmez ödül şiltini yapan ve yaptıran. Kazananları ödül gecesi açıklamamızın tek nedeni törene heyecan katmak ve ilgiyi
artırmak amacını taşır. Törenden sonra yayımlanan Tiyatro... Tiyatro... Dergisi sayısında, Seçici Kurul'un gerekçeli kararlarını açıkladığımızdan, kazananlara ait zarfları bir noterin hazırlamasına gerek kalmaz. Bu 'gizli görev' tamamen bana aittir.
pe
cy
a
3- "Seçici Kurulu kim seçiyor? " Seçici Kurul üyelerini kimse seçmiyor. Tiyatro Ödülleri Yönetmeliği'ne göre, "Bir sezon boyunca altı eleştiri yazısı yayımlamış ve sezon boyu sahnelenmiş tüm oyunların yarısından fazlasını izlemiş olduğunu deklare eden " her tiyatro eleştirmeni Seçici Kurul'un doğal üyesidir. 4- "Kazananların fotoğrafları nasıl oluyor da isimleri okunduğunda hemen perdeye yansıyor? " Bilgisayar yardımıyla yansıtılan fotoğraf ve video görüntülerini, teker teker ya da hep birlikte, yani farklı kombinasyonlarla perdeye aktarmak hiç de zor değil. Her adayın fotoğrafı bu bilgisayarda yüklüdür ve kazanması durumunda (adı anons edildiğinde) teknik masadaki arkadaşımız tarafından seçilerek perdeye yansıtılır. Ve Tiyatro Ödülleri-2006, 18 Aralık Pazartesi akşamı Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'ndaki törenle sahiplerini buldu. Ödül töreni biraz gecikti bu yıl. Ramazan ayı, sonra Şeker Bayramı, tören tarihini epey ileri almamıza neden oldu. Güzel sunucumuz, tiyatro sanatçısı Ayşe Lebriz'in açtığı tören, Candaş Müzikal'in gösterisiyle devam etti. Başka başka işler yaparak hayatını devam ettiren, ancak müzik eğitimi almış ve müzik ile ilişkisini bir hobinin ilerisine taşımış insanların oluşturduğu bir topluluk olan Candaş Müzikal ile keyifli bir söyleşiyi bu sayımızın kültür-sanat ekinde bulacaksınız. İlk kez, böylesi büyük bir salonda gerçekleştirilecek Tiyatro Ödülleri-2006'da salonun üçte ikisini doldurabilmişti konuklarımız. Salonun tamamının dolmamasına, davetiyelerin bir kısmının sağlıklı dağıtılamaması neden olmuştu. Müzik gösterisinin ardından Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Yayın Yönetmeni Mustafa Demirkanlı geldi sahneye. Önce konukları selamladı, Tiyatro Ödülleri'nin sistemini anlattı. Demirkanlı şunları söyledi: "Herhangi bir Seçici Kurul'da yer alan üyeler, ödüllerin dağıtıldığı gece, arkalarına yaslanır, adayların heyecanını izler. Ama diğer yıllarda oyduğu gibi bu yıl da tüm Seçici Kurul üyeleri adaylar
cy
Gecede, Alajnihah Havayolları yöneticisi Kemal Demirkanlı, ödül kazananları eşleri ile birlikte Tiripoli'de bir hafta kültür gezisine çağıran davet mektuplarını Mustafa Demirkanlı'ya, Demirkanlı'da ödül kazananlara iletilmek üzere sunucumuz Ayşe Lebriz'e teslim etti.
a
gibi bir dalda değil on dalda da yarışacak, her karar açıklanırken her bir kurul üyemiz. acaba benim oy verdiğim aday mı kazandı heyecanını sürekli yaşacak." Demirkanlı, konuşmasının sonunda, gecenin sponsorluğunu üstlenen Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'e derginin ilk sayı kapağının orijinal baskısını hediye etti. Hediyesini alırken bir konuşma yapan Mustafa Sarıgül ise yerel yönetimlerin sanatı ve sanatçıları desteklemesinin önemine dikkat çekerek, Tiyatro Ödülleri-2006'yı desteklemekten onur duyduklarını dile getirdi. Sarıgül: "Tiyatro için çaba gösteren herkesi ve Tiyatro Ödülleri -2006 'ya aday olan ve ödüllendirilen tüm tiyatro insanlarını kutluyorum. Sanatlarını onurluca devam ettirip gelecek kuşaklara aktarmayı başarmış ve bunu bugün de sürdürmeyi göze almış, görev bilmiş tüm kültür insanlarına şükran ve minnet duygularımı iletiyorum" dedi.
pe
Tiyatro Ödülleri ile birlikte verilen, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Yayın Kurulu'nun belirlediği Teşekkür Plaketi bu yıl MitosBoyut Yayınevi Sahibi Yılmaz Öğüt'e verildi. Öğüt, plaketini Dergi'nin Yayın Kurulu Üyesi Üstün Akmen'in elinden aldı. Öğüt, MitosBoyut'u kötü günlerinde yalnız bırakmayarak destek olan ve bugünlere gelmesine katkı sunan tüm yazar ve çevirmenlere teşekkür ederek, plaketi onlar adına aldığını söyledi.
Sunucumuz Ayşe Lebriz, Tiyatro Ödülleri2006'nın; Beki Haleva (Tiyatro... Tiyatro... Dergisi), Hasan Anamur (Radikal Gazetesi), Hayati Asılyazıcı (Cumhuriyet Gazetesi), Metin Boran (Evrensel Gazetesi), Mustafa Kara (Evrensel Gazetesi), Ragıp Ertuğrul (Tempo ve Tiyatro... Tiyatro... Dergisi), Robert Schild (Şalom ve Tiyatro... Tiyatro... Dergisi), Üstün Akmen (Tiyatro... Tiyatro... Dergisi ve Evrensel Gazetesi), Zeynep Aksoy'dan (Radikal İki ve Milliyet Sanat) oluşan Seçici Kurul'unu tanıttı.
21.15 sularında, sıra ödüllerin dağıtımına gelmişti. Ayşe Lebriz sahneye geldi ve benden, on kategoride ödül kazananların isimlerinin bulunduğu zarflarını teslim aldı. Bu yılki ödül verme konseptimiz, yayın kurulumuz tarafından 'özel tiyatro sahipleri' olarak belirlenmişti. Lebriz, sırasıyla, kazananları
pe
cy a
açıklamak ve ödüllerini vermek üzere özel tiyatro sahiplerini davet etti sahneye. Ödüller, Müjdat Gezen, Gülriz Sururi, Engin Cezzar, Gencay Gürün, Ahmet Levendoğlu, Hakan Altıner, Suna Keskin, Reha Bilgen ve Dilek Türker tarafından açıklandı ve kazananlara sunuldu. Yılın Yapımı Ödülü'nü, Dostlar Tiyatrosu'nun "Aymazoğlu ile Kundakçılar"ı aldı. Yılın Kadın Oyuncusu, Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu'nun Nathalie isimli oyunundaki rolüyle Tilbe Saran, Yılın Erkek Oyuncusu, Kent Oyuncularının Gece Mevsimi isimli oyunundaki rolüyle Selçuk Yöntem seçilmişti. Yılın Yönetmeni Ödülü, üç yönetmen arasında paylaşıldı. Işıl Kasapoğlu (Trainspotting-Semaver Kumpanya), Orhan Alkaya (Savaş Ve Kadın-İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları), Şakir Gürzumar (Uyarca-İstanbul Devlet Tiyatrosu). Gecenin sürpriziydi Yılın Yönetmeni Ödülü'nün üç yönetmen arasında paylaştırılması. Gülriz Sururi, Yönetmen Ödülü'nün zarfını açtığında şaşırdı, gülümsedi, mikrofona yaklaşarak ödülün paylaşılmasına, hem üzüldüğünü hem de sevindiğini söyledi. Yılın Yerli Oyun Yazarı: Melisa Gürpınar (Zaman Adında Bir Kadın-Tiyatro Ayna), Yılın Çevirmeni: Zeynep Avcı (Ördek Muhabbetleri-Akbank Sanat Prodüksiyon Tiyatrosu), Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Gece Mevsimi-Kent Oyuncuları/Saygılı Yosma-İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları), Yılın Giysi Tasarımcısı: Türkân Kafadar (Bağdat Hatun-İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları), Yılın Işık Tasarımcısı: Yakup Çartık (Küller Küllere Bir de Yolluk-Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro/Uyarca-İstanbul Devlet Tiyatrosu), Yılın Oyun Müziği: Baba Zula (Trainspotting-Semaver Kumpanya) ve Serpil Günseli (Kantocu-İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları) oldu. Ödüllerin dağıtımının ardından konuklar kokteyl için fuayeye, gazeteciler kazananları toplu görüntülemek için salona alındı. Ufak tefek aksaklıklarıyla, hoş sürprizleriyle bir Tiyatro Ödülleri törenini daha geride bıraktık. Gecenin perde arkasındaki mimarları; Kemal Yiğitcan ve ekibine, Gülay Yiğitcan ve Can 'a, Genco Demirer'e, Candaş Müzikal'e, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Salonu çalışanlarına ve töreni onurlandıran tüm konuklarımıza teşekkür ederiz. Tiyatro Ödülleri 2007'de görüşmek üzere... Ebru Seyhan
Turhan Yılmaz Öğüt 17 Ocak 1935 tarihinde Tekirdağ'ın Saray İlçesinde doğdu. Ailesi, 1941 yılında, İkinci Dünya Savaşı'nda Trakya'nın boşaltılması dolayısıyla Samsun'a göç etti. İlk orta ve lise öğrenimini Samsun'da tamamladı. 1954 yılında girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden 1959 yılında İnşaat Y. Mühendisi olarak mezun oldu. Mezuniyetinden sonra Karayolları Samsun Bölge Müdürlüğünde daha sonra özel sektörde Şantiye Şefi olarak çalıştı.
1964-66 yıllarındaki
pe
cy
a
yedeksubaylığından sonra kendi adı ile müteahhit olarak Karayolları, Köyişleri, SSK'ya ait yol, köprü, mesken gibi resmi inşaatlar yaptı.
1990 yılında mesleki etkinliklerini bıraktı ve İstanbul'a yerleşerek Boyut Yayınevini kurdu ve roman-öyküdeneme türü kitaplar yayınlamaya başladı. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi kurucularından olan Öğüt, 1991'de yayın etkinlikleri arasına tiyatro kitaplarını da kattı. 1994'ten sonra diğer tür yayınları terk ederek, yayıncılığı Mitos-Boyut Yayınları adıyla yalnızca tiyatro konusunda sürdürmeye başladı. Günümüze
Tiyatro dünyamıza 200 oyun kitab, 600 oyun, 70 kuramsal kitaptan oluşan, bir servet armağan ettiği için MitosBoyut Yayınevi kurucusu ve editörü Sayın Turhan Yılmaz Öğüt'e Türk Tiyatrosu adına teşekkür ederiz. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Yayın Kurulu
kadar tiyatro üzerine (oyun ve kuramsal eser) üç yüz otuz adet kitap yayınladı. Bu kitaplardaki yerliyabancı toplam oyun sayısı altı yüzü bulmaktadır.
a
cy
pe
Tiyatro Ödülleri-2006 Gerekçeli Kararları Beki Haleva Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Eleştirmeni Yılın Yapımı: Uyarca (İstanbul Devlet Tiyatrosu) Bu yıl izlediğim oyunlar arasında yılın yapımı olarak seçebileceğim birkaç oyun var. Yılın yapımı benim için rejiden oyuna, çevre, ışık, giysi tasarımından eğer bir çeviri metinse çeviriye kadar tiyatroyu tiyatro yapan öğelerin ayrı ayrı ön plana çıktıkları, ancak kendi içlerinde de tam bir uyum içinde oldukları bir oyun anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle baştan sona ilgiyle izlenen görsel bir şölen niteliğinde olmalı yılın yapımı bana göre. Bu yıl bu nitelikte olduğunu düşündüğüm oyunlar arasında Uyarca, Aşk ve Anlayış, Küller Küllere & Bir de Yolluk, Nathalie ve Trainspotting ön plana çıkmakta. Bu oyunlar, kendime ölçüt olarak aldığım ve yukarıda sözünü ettiğim tiyatronun tüm öğelerinde çok başarılı olmuş yapıtlar. Her biri benim için bir başyapıt ancak seçim yapmak durumunda olunca oyumu yukarıda sözünü ettiğim nitelikleri eksiksiz içinde barındıran Uyarca'dan yana kullanıyorum.
a
Yılın Yönetmeni: Işıl Kasapoğlu (Nathalie-Trainspotting) Bu yılki başarılı yapımlar azımsanmayacak sayıda. Başarının mimarları elbette büyük ölçüde oyunların yönetmenleri, çünkü bir oyun öbür bütün unsurların yanı sıra ancak iyi bir yönetimle başarı çizgisini yakalayabilir diye düşünüyorum. Bu başarı kimi zaman oyun yazarını iyi çözümlemekten ve yapıtın amacına doğru olarak hizmet etmekten geçer, Uyarca'yı sahneye koyan Şakir Gürzumar örneğinde olduğu gibi. Gürzumar sahnelenmesi hiç de kolay olmayan bu zor oyunu, yer yer "flash back"lerden de yararlanarak, büyük bir başarıyla sahneye taşımış, hem de Dürrenmatt'ın tiyatro anlayışım tam olarak yansıtarak. Grotesk öğelere verdiği ağırlık ve oyunun sonuna eklemlediği, metinde yer almayan ve toplumdaki çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu simgeleyen, cesedi soyan, cesetle sevişen cüceler bunun en belirgin göstergeleri.
pe
cy
Daha önce sinemada izlenmiş yapıtları sahneye taşımak gibi iddialı bir girişimse her yönetmenin harcı değildir kuşkusuz. Çünkü kabul etmek gerekir ki sinemanın geniş olanakları karşısında tiyatronun tek avantajı seyircisiyle birebir bir ilişkiye girebilmesidir, tabii ki bu ilişkiyi başlatan da yönetmen olacaktır. Böyle durumlarda yönetmenlerin işi hayli zor olmalı, ne sinemadaki versiyondan etkilenmeli, ne de çok farklı bir yorumla yapıtın özüne ters düşmeli. Nathalie ve Trainspotting'i sahneye büyük başarıyla taşıyan Işıl Kasapoğlu bu duruma iyi bir örnek. Her iki oyunda da sahnenin tüm olanaklarından en ince ayrıntılarına kadar yararlanmış, özellikle Nathalie'de karmaşık içyapıyı çok iyi çözümlemiş ve oyunun sonuna kadar seyircinin ilgisini hep en üst düzeyde tutmuş. Aynı yaklaşımı farklı tiyatro tekniklerinden de yararlanarak Trainspotting'de de sürdürmeyi başarıyor ve uyuşturucu kâbusunu izleyicinin belleğinden silinmeyecek bir gerçeklikle sahneye taşıyor. Gerek yaratıcılığı, gerek titiz çalışma tekniği, gerek Trainspotting'de olduğu gibi olanaksızlıklar içinde parmak ısırtacak bir oyun çıkartması nedeniyle Işıl Kasapoğlu benim bu yılki adayım. Yılın Kadın Oyuncusu: Tilbe Saran (Nathalie) Kadın oyuncular arasında Nathalie'de bir sopranoyu tüm değişken mizacıyla eksiksiz canlandıran Tilbe Saran, Saygılı Yosma'da Lizzie'nin yaşadığı ikilemleri ve duygu yoğunluğunu ustalıkla aktaran Bennu Yıldırımlar, Savaş ve Kadın'da sessiz bir acı abidesinden farklı ruh durumlarına gerçekçi geçişler yapabilen Aslı İçözü, Gece Mevsimi'nde ustaların yanında bile ön plana çıkabilen Demet Evgar bu yıl izlediğim oyunlar arasında benim en çok dikkatimi çeken oyunculardı. Her biri abartıya kaçmayan, son derece gerçekçi bir yaklaşımla canlandırdıkları karakterleri en ince ayrıntılarına kadar eksiksiz sergilediler. Ancak bir seçim yapmak söz konusu olunca oyumu, söz, ses ve beden dili düzlemlerinde son derece çarpıcı bir yorum sergileyen, bu yorumu tüm oyun boyunca aksamayan bir tempoyla sürdüren, bana göre belleklerde yer edecek performansıyla Türk Tiyatrosunun ustaları arasındaki yerini hak etmiş olduğunu düşündüğüm Tilbe Saran'dan yana kullanıyorum. Yılın Erkek Oyuncusu: Selçuk Yöntem (Gece Mevsimi) Yılın erkek oyuncusunu seçmekte biraz zorlanacağım. Bu yıl erkek oyuncular arasında çok iyi bir performans sergileyen oyuncular hiç de az değil. Bunların arasında Selçuk Yöntem, Gece Mevsimi'deki sabahtan içmeye başlayan, ağzından küfrü hiç eksik etmeyen, ama öbür yandan Kral Lear'den replikleri de aynı doğallıkla ağzına yakıştıran baba karakterindeki ustalığıyla; genç yeteneklerden Kumarbazın Seçimi'nde Bartu Küçükçağlayan ile Trainspotting'de Tansu Biçer gerek doğallıkları gerek beden dilleri, gerek seyirciyi avuçlarının içine alan karizmatik kişilikleriyle; Murat Daltaban-Erdal Beşikçioğlu ikilisi Aşk ve Anlayış'taki her biri bir başrol sayılabilecek rollerinde, abartısız yaklaşımları ve canlandırdıkları karakterlerin tüm ruhsal gelgitlerini, duygularını yansıtmalarmdaki becerileriyle; Uyarca'da Doc rolünde Atsız Karaduman, bilim dünyasından yeraltı dünyasına yumuşak geçiş yapmış yaşam yorgunu bir adamda yakaladığı doğallığıyla, şefi canlandıran Atilla Olgaçsa yabanıl kişiliği, öfkeyi, acımasızlığı yansıtmadaki aşırıya varan yorumuyla ve böylece grotesk çizgiyi yakalamadaki başarısıyla bana göre
ön plana çıkıyorlar. Yukarıda saydığım adaylar oynadıkları farklı türlerin gerektirdiği farklı oyunculuk örneklerini unutulmayacak bir performansla sergilediklerinden aralarından birini seçmek bana zor gelse de oyumu. Selçuk Yöntem'den yana kullanacağım. Yılın Yerli Oyun Yazarı: Haldun Dormen (Kantocu) Bu yıl izlediğim ve çok beğendiğim oyunlar arasında yerli oyun yazarlarının kaleme aldıkları oyunların sayısı çok fazla değildi. Bu oyunların bir kısmı sağlam metinler olmalarına karşın yaratıcılık düzleminde başka oyunlardan ya da söylencelerden esinlenmiş ve yıllarca önce kaleme alınmış metinlerdi. Bu nedenle bu tür metinleri değerlendirmemin dışında bıraktım. Bu kategorideki tek adayım, Kantocu'yu yazan Haldun Dormen. Bugüne kadar birçok müzikal ve sayısız oyunu sahneye taşımış bir isim olarak, öncelikle artık unutulmaya yüz tutmuş ustalarını anmayı düşünmüş ve onları yeni nesillere tanıtmayı hedeflemiş olması ve bu amaçla yinelemelere yer vermeyen, kendi içinde tutarlı, bir dönemin panoromasını yan öykülerle besleyerek ve aksamayan bir metinle çizmiş olması seçimimi etkiledi kuşkusuz. Yılın Çevirmeni: Cengiz Bozkurt (Kumarbazın Seçimi) Bir oyunun başarısında en etkin olan unsurlardan biri de çeviridir kuşkusuz. Tiyatro çevirilerinde yalnızca dilsel değil dildışı öğelerin de çevirisi söz konusudur. Öteki yazın türlerinin çevirisinden de farklı bir yaklaşım gerektirir bu. Durum böyle olunca çevirmenin çok iyi bir tiyatro bilgisiyle donanımlı olması ilk koşuldur. Bu yıl izlediğim çeviri oyunlar arasında dili hiç aksamayan ve oyun sanki Türk dilinde yazılmış izlenimi uyandıran çevirilerin sayıca hiç de az olmamaları sevindirici bir durum. Kumarbazın Seçimi'nde Cengiz Bozkurt, Nathalie'de Zeynep Avcı, Aşk ve Anlayış'ta Ünsal Coşar, Uyarca'da Yücel Erten, Gece Mevsimi'nde Şükran Yücel, Trainspotting'te Ani Haddeler Pekman çok başarılı çeviriler gerçekleştirdiler. Aralarından bir seçim yapmak hayli zor ancak bir seçim yapmam gerektiğine göre bol küfürlü, hatta seyirciyi rahatsız edecek kadar tumturaklı küfürleri metne yadırgatmadan yediren ve "çeviri kokmayan" çevirisiyle Cengiz Bozkurt benim bu yılki yılın çevirmen adayım.
pe cy a
Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Kumarbazın Seçimi-Kantocu-Gece Mevsimi-Saygılı Yosma) Bir oyunun "vitrini" sahne tasarımıdır bana göre, oyunun niteliğiyle ilgili ipuçlarını da hep onda bulurum. Uyarca'da Ali Cem Köroğlu'nun metne hizmet eden, ilk sahneden izleyiciyi ele geçiren, ilerleyen sahnelerde gerçekçi, gerçekçi olduğu kadar da ürkünç ve tiksindirici tasarımı bana bunu düşündürmüştü. Yine böyle düşünmeme yol açan bir başka isimse Barış Dinçel. Bu yıl izlediğim oyunlar arasında çok beğendiğim tasarımlarda hep aynı ismi karşımda buldum. Moda dünyasında nasıl bazı tasarımcılar kimi zaman o yıla imzalarına atarlarsa bu yıl da bana göre tiyatroda sahne tasarımına Barış Dinçel imzasını attı. Gece Mevsimi'nde çok sahneli metnin uzam sorununa en işlevsel şekilde çözüm getiren, gerçek yaratıcılık gerektiren ve bir film setini çağrıştıran düzeneklerle yönetmene rahat çalışma olanağı sağlayan yaklaşımını sıradanlığı ve doğallığıyla son derece gerçekçi bir çizgisiyle Kumarbazın Seçimi'nde de sürdürdü. Saygılı Yosma'daysa sahnenin önünü kaplayan tuzağın simgesi ağ, oyunun akışında "yaşam alanının yıkılıp gitmesine" olanak sağlayan stilize ev tasarımı ve arka planda yer alan bir şehrin ya da ülkenin "kaotik" yapısını çağrıştıran metal konstrüksiyonla gerçek bir tablo izlenimi yaratıyor ve yönetmenin yaklaşımına hizmet ediyordu. Tıpkı Kantocu'da sergilediği işlevsellik ile görselliğin bir arada olduğu tablo tadındaki tasarımında olduğu gibi. Üretkenlik ile başarıyı bir potada eriten Barış Dinçel benim bu yılki adayım. Yılın Giysi Tasarımcısı: Türkan Kafadar (Bağdat Hatun) Bir oyunu en az sahne tasarımı kadar etkileyen, canlandırılan karakteri tamamlayan ve onunla bütünleşen öğe elbette giysi tasarımıdır. Bu yıl izlediğim oyunlar arasında genelde giysi tasarımlan oyunla hep uyum içinde olan, belli bir çizgiyi tutturmuş tasarımlardı. Bu çizginin üzerine çıkan tasarımlar bana göre Bağdat Hatun'da Türkan Kafadar ve Ayşe Opereti'nde Sadık Kızılağaç'ın tasarımlarıydı. Çok farklı zaman dilimlerinde geçen bu iki oyun dolayısıyla farklı dönemleri yansıtıyorlardı. Daha yakın bir dönemi yansıtan ve ince bir zevkin ürünü olarak nitelediğim Kızılağaç'ın tasarımı, gerek çizgileri, gerek renkleriyle müzikale görsel bir lezzet katarken, tarihin derinliklerine dalan Bağdat Hatun'da giysi tasarımı ince bir zevkin yanı sıra derin bir dönem bilgisi ve araştırma gerektiren, en ufak ayrıntının göz ardı edilmediği titiz bir çalışma ürünüydü, bu nedenle Türkan Kafadar yılın giysi tasarımcısı olmayı hak etti diye düşünüyorum. Yılın Işık Tasarımcısı: Yakup Çartık (Küller Küllere / Bir de Yolluk-Uyarca) Sahne tasarımını destekleyen en önemli unsur elbette ışık tasarımıdır. Özcan Çelik Saygılı Yosma'da, Cem Yılmazer Gece Mevsimi'nde sahne tasarımlarıyla bütünleşen tasarımlarıyla öne çıktılar bu yıl bana göre. Ancak Yakup Çartık bir adım daha ileri giderek sahne tasarımını desteklemekten öte, metnin altını çizen ve dramatik bir işlev gören tasarımlar gerçekleştirdi diye düşünüyorum Küller Küllere ve Bir de Yolluk ile Uyarca'da. İlkinde o hapsolunmuşluk hissini uyandırırken, ikincisinde izleyicinin içini ürperten morgun o buz gibi atmosferini yansıtıyordu, bu nedenle oyumu Yakup Çartık'a veriyorum Yılın Oyun Müziği: Selim Atakan (Bağdat Hatun) Bağdat Hatun'da Selim Atakan, Trainspotting'de Baba Zula, Kantocu'da Serpil Günseli, Nathalie'de Joel Simon, Aşk ve Anlayış'ta Tolga Çebi 'nin hazırladıkları müzikler metinle uyum içinde olan ve atmosfer yaratan çalışmalardı. Ben oyumu hazırladığı özgün müzikle metne hizmet eden, oyunun tarihsel boyutunu yansıtan ve oyun kahramanlarının duygu yoğunluğunu etkili biçimde vurgulayan Selim Atakan'a veriyorum.
Tiyatro
Gerekçeli Kararları
Hasan Anamur Radikal Gazetesi Eleştirmeni 2005-2006 tiyatro mevsiminde, İstanbul'da, önemli sayıda nitelikli yapım ve gösterim sergilendi. Bu, hiç kuşkusuz, tiyatromuz için olumlu bir göstergedir. Bu mevsim boyunca İstanbul Devlet Tiyatrosu, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları ve İstanbul'da yerleşik özel tiyatrolarda sahnelenmiş oyunların değerlendirmesini Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nce belirlenmiş oyunlarla sınırlı tutarak yapmaya çalışırken, alanlarında en başarılı bulduğum adayları sayısal bir sınırlama getirmeden, ancak yine kimilerini sıralama dışı bırakmak zorunda kalarak, abcsel olarak verdim. Bu seçim çabamda, aday belirlediğim gösterimlerin hemen hepsini Radikal'de yayımlanan oyun eleştirilerimde incelemiş olduğum için bunların niteliklerini burada bir kez daha ayrıntılı olarak sunmaktan kaçındım. Ancak, "en iyi" olarak belirlediklerimi seçme nedenlerimi açıkladım. Bu arada Özkıyım ile Ayşe Opereti'ni görememiş olduğumu belirtmek istiyorum. Yılın Yapımı Adaylarım: 1) Bağdat Hatun (İ.B.B.Ş.T.), 2) Danton'un Ölümü(İ.B.B.Ş.T.), 3) Gece Mevsimi (Kent Oyuncuları), 4) Mikadonun Çöpleri (Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu), 5) Nathalie (Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu), 6) Trainspotting (Semaver Kumpanya), 7) Uyarca (Î.D.T.). Bu yapımların her biri, farklı içerikleri, bildirileri, nitelikleri, amaçları farklı anlatım yollan ve farklı tiyatro dilleriyle sahnede ustaca kurmuş ve seyirciye etkileyici ortamlarda ulaştırmışlardır. Ancak seçimimi bir İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı olan Uyarca'dan yana kullanıyorum.
cy
a
Yılın Yapımı: Uyarca (İstanbul Devlet Tiyatrosu) 20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri olan ve 2. Dünya Savaşı sonrasının acı gerçeklerini içinden yaşamış olan İsviçre vatandaşı Friederich Durrenmatt'ın bu oyunu da, bütün ötekiler gibi, gerçek sahneye koyucusunu arayan oyunlardandır. Grotesk anlatım temelli, tümüyle kara güldürü nitelikli, altından bir tragedya nehri akan, esprisi ve anlatım özellikleri kavranamadığı durumlarda çok sıradan gösterimler olarak çıkan oyunlar. Ne yazık ki bu mutsuzluğu defalarca yaşamış bir kişiyim. İ.D.T'de sahnelenen Uyarca'ysa, bana tersine bir mutluluğu derinden yaşattı. Görünürde bir mafia öyküsü olan, ancak, aslında, toplum yaşamını yönlendirecek derecede baskın yeraltı güçleri ile devlet bağıntılı kimi çevreler arasındaki ilişkileri seyirciye de ölümü her an ensesinde hissettirerek irdeleyen bu çok yönlü oyun, kanımca, bu mevsimin en iyi yapımıdır.
pe
Yılın Yönetmeni Adaylarım: 1) Mustafa Avkıran (Donmuş -DOT), 2) Zeliha Berksoy (Mikadonun Çöpleri - Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu), 3) Cengiz Bozkurt (Kumarbazın Seçimi - Kent Oyuncuları), 4) Murat Daltaban (Aşk ve Anlayış - DOT), 5) Mehmet Ergen (Gece Mevsimi - Kent Oyuncuları / Küller Küllere (Yeni Kuşak Tiyatro) / Bir de Yolluk (Yeni Kuşak Tiyatro), 6) Şakir Gürzumar (Uyarca - İ.D.T.), 7) Işıl Kasapoğlu (Nathalie - Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu / Trainspotting - Semaver Kumpanya), 8) Emre Koyuncuoğlu (Çok Uzak - DOT), 9) Burçin Oraloğlu (Bağdat Hatun - İ.B.B.Ş.T.). Fazla iyimser görünmek pahasına, ilk önce, bir tiyatro mevsimi içinde önemli sayıda "yılın yönetmeni" adayı oluşunu Türk tiyatrosu için bir umut kaynağı olarak değerlendirdiğimi belirtmek isterim. Bu yönetmenlerin tümü, bence, yukarıda belirtilen oyunları özgün bir biçimde, etkileyici bir sahne diliyle seyirciye ulaştırmış ve geçtiğimiz mevsimin en başarılı yorumlarını gerçekleştirmişlerdir. Ancak aralarından birini seçmek gerektiği için tercihimi gerçek bir çetin ceviz olan İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı Uyarca'nın yönetmeni Şakir Gürzumar için kullanacağım. Yılın Yöneteni: Şakir Gürzumar (Uyarca) Dürrenmatt'ın oyunları, yılın yapımı bölümümde de belirttiğim gibi, kendilerine özgü bir mantıksal yapı içinde gerçekçi ancak groteske dayanan bir anlatımla getirirler toplumsal eleştirilerini. Şakir Gürzumar, Uyarca'nın içinde akan bu espri nehrini - sahnenin üstünden de bir nehir akıyor - çok iyi yakalamış ve en ufak ayrıntıyı bile gösterimin içine doğal, ancak aykırılığı sırıtır bir biçimde yedirmiş, oyuna eklediği son sahneyle de başarısını taçlandırmış. Sonuçta da ortaya olağanüstü başarılı bir Dürrenmatt yorumu çıkmış. Yılın Kadın Oyuncusu Adaylarım: 1) Derya Alabora (Donmuş - DOT), 2) Aslı Aybars (Kantocu - İ.B.B.Ş.T), 3) Esra Bezen Bilgin (Küller Küllere - Yeni Kuşak Tiyatro), 4) Devin Özgür Çınar, (Mikadonun Çöpleri - Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu), 5) Demet Evgar (Gece Mevsimi - Kent Oyuncuları), 6) Tülay Günal (Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü - Oyun Atölyesi), 7) Aslı İçözü (Savaş ve kadın, İ.B.B.Ş.T), 8)
Ayşen İnci (Tek Kişilik Düet İ.D.T.), 9) Zuhal Olcay (Nathalie - Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu), 10) Tilbe Saran (Nathalie - Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu),11) Almıla Uluer (Aşk ve Anlayış - DOT), 12) Bennu Yıldırımlar (Saygılı Yosma, İ.B.B.Ş.T) Yukarıda adlarını saydığım "kadın oyuncular" da oynadıkları oyunlarda kişilerim, bana göre, başarıyla canlandırmışlar, her biri belleklerde yer edecek bir başarıya imza atmışlardır. Yukarıda saydığım kadın oyuncu adlan, bütün öteki değerlendirmelerimde de olduğu gibi, güç bir seçim sürecinin sonucu belirlenmişlerdir. Bu arada, Gece Mevsimi'nde olağanüstü ustalığını kısa rolünde de heyecan verici bir biçimde kanıtlayan Yıldız Kenter'i aday kadın oyuncuların "hocası" olarak değerlendirerek, seçimimi öğrencileri arasında yapıyorum ve bunlar arasından da birini seçmek zorunluluğu karşısında, her biri ayrı ayrı değerli bu oyuncular arasında oyumu Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu yapımı Nathalie'de unutulmaz bir kişilik çizen Tilbe Saran'dan yana kullanıyorum. Yılın Kadın Oyuncusu: Tilbe Saran (Nathalie) Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu yapımı Nathalie'de, Zuhal Olcay'la birlikte, kurduğu gösterişli küçük burjuva ortamında kişisinin derinlere sakladığını sandığı gerçek duygularını, aşama aşama, son derece etkileyici bir biçimde canlandıran, kurnazca olduğunu düşündüğü oyunlar yoluyla amacına ulaşmayı tasarlayan, bunun için de bir başka insanı kullanabileceğini sanan, kabul etmese de gençlikten artık iyice uzaklaşmış bir sopranoyu canlandıran Tilbe Saran'dan yana kullanıyorum. Yılın Erkek Oyuncusu Adaylarım: 1) Erdal Beşikçioğlu (Aşk ve Anlayış - DOT), 2) Tansu Biçer (Trainspotting - Semaver Kumpanya), 3) Murat Daltaban (Aşk ve Anlayış - DOT) / Donmuş - DOT), 4) Köksal Engür - Ördek Muhabbetleri, Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu), 5) Timuçin Esen (Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu), 6) Atsız Karaduman (Uyarca - İ.D.T.); 7) Güven Kıraç (Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü - Oyun Atölyesi); 8) Atilla Olgaç (Uyarca - İDT), 9) Ali Poyrazoğlu (Ben Eskiden KüçüktümAli Poyrazoğlu Tiyatrosu), 10) Cüneyt Türel (Ördek Muhabbetleri - Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu)II) Selçuk Yöntem (Gece Mevsimi - Kent Oyuncuları).
a
Bu önemli sayıdaki "Erkek oyuncu" adayları da, bana göre, 2005-2006 mevsiminin en öne çıkan oyuncularıdır. Her biri yarattıkları kişilere can vermiş, belleklerde yer eden kompozisyonlar yaratmışlar. Her biri başarılı bu adaylar arasında, sonuçta, ben oyumu, Kent Oyuncuları yapımı Gece Mevsimi'ndeki baba rolü dolayısıyla Selçuk Yöntem'e veriyorum.
pe
cy
Yılın Erkek Oyuncusu: Selçuk Yöntem (Gece Mevsimi) Annesini, kızlarını ve kocasını terk edip başka bir kente kaçmış bir annenin gölgesinin bunalttığı, yaşama kuşkuyla bakan bir boşvermişlik ortamında, ruhsal ve parasal bunalım içinde, geçmiş zaman özlemiyle, gelecek kaygısıyla, dağılma tehlikesi içinde yaşayan bir ailede, gerçeklerden kaçmak için kendini içkiye vurmuş, öfkeli adam rolüne soyunmuş, kendini şehvet düşkünü göstererek kızlarının tepkisini çekmek isteyen, arada ahkâm keser görünen, sonra da söylediklerinin Shakespeare'in hangi oyununun hangi sahnesinde hangi karakterce söylendiğini alıntılayan babaya üstün bir başarıyla yaşam veren Selçuk Yöntem bana göre yılın oyuncusudur. Yılın Yerli Oyun Yazarı: Haldun Dormen (Kantocu) 2005-2006 mevsimi sınırlı sayıda ilk oyunun sahnelendiği dönem oldu. Bu oyunlar içinde öne çıkansa, kanımca, müzikli oyunlar konusunda derin bilgi ve deneyim sahibi olan Haldun Dormen'in yazmış olduğu Kantocu'dur. Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllan ile Cumhuriyet'in ilk yılları arasına yerleştirilmiş olan eylemde kendini Ermeni olarak tanıtarak sahneye çıkan bir Türk kızının yaşamı sağlam bir oyun örgüsü ve yaşayan karakterler aracılıyla başarıyla kotarılmıştr. Dolayısıyla oyum Kantocu'nun yazarı Haldun Dormen'e. Yılın Çevirmeni Adaylarım: 1) Zeynep Avcı (Savaş ve Kadın - İ.B.B.Ş.T.) / Ördek Muhabbetleri - Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu) / Nathalie, (Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu), 2) Cengiz Bozkurt (Kumarbazın Seçimi - Kent Oyuncuları), 3) Ünsal Coşar (Aşk ve Anlayış - DOT); 4) Mehmet Ergen (Küller Küllere / Bir de Yolluk), 5) Yücel Erten (Uyarca - İ.D.T.); 6) Füsun Günersel (Donmuş - DOT), 7) Ani Haddeler Pekman (TrainspottingSemaver Kumpanya), 8) Hüseyin Mevsim (Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü - Oyun Atölyesi), 9) Fatih Özgüven (Çok Uzak - DOT), 11) Şükran Yücel (Gece Mevsimi - Kent Oyuncuları) 2005-2006 mevsimi nitelikli çeviriler bakımından da verimli bir yıldı. Yukarıya seçerek aldığımız çevirilerin sayıca çokluğu bunun bir kanıtıdır. Bu nitelikli çevirmenler arasında, oyumu, bugüne kadar Türk tiyatrosuna çok sayıda oyun çevirisi kazandırmış olan, bu yıl da Savaş ve Kadın (İ.B.B.Ş.T.) / Ördek Muhabbetleri - (Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu) / Nathalie (Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu) çevirileri sahnelenmiş olan Zeynep Avcı'ya veriyorum. Yılın Çevirmeni: Zeynep Avcı (Savaş ve Kadın-Ördek Muhabbetleri-Nathalie) Her biri kendi türünde aşılması güç anlatımsal çeviri sorunları yüklü yukarıda başlıkları belirtilen metinlerin çözümlemelerini başarıyla gerçekleştirerek tüm anlam katmanlarını veren, karakterlere özgü dil kullanım düzeylerini ve düşünce tarzlarını zengin bir Türkçe dağarcığıyla ve tüm doğallığı içinde neredeyse yeniden yaratmış olan Zeynep Avcı, bana göre, bu alanda yılın çevirmenidir.
Yılın Sahne Tasarımcısı Adaylarım: 1) Barış Dinçel (Gece Mevsimi - Kent Oyuncuları / Kumarbazın Seçimi - Kent Oyuncuları / Aşk ve Anlayış - DOT / Mikadonun Çöpleri - Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu, 2) Hakan Dündar, Nathalie, Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu; 3) Bengi Günay - Gamze Kuş, Jeanne d'Arc'ın öteki ölümü, Oyun Atölyesi; 4) Ali Cem Köroğlu, Uyarca, İDT; 5) Özhan Özdil, Bağdat hatun, İBŞT; 6) Cem Yılmazer Transpotting, Semaver Kumpanya. 2005-2006 mevsiminde izlediğim oyunlardan yukarıda belirttiklerimde çevre düzeni ile oyunun niteliği ve bildirisi / bildirileri arasında doğal bir ilişki kurulmuş, metni görsel olarak da yansıtan, hatta besleyen bir bağıntılar düzeni kurulmuştur. Bu çevre düzenleri, aynı zamanda, işlevsel açıdan da, sahnelemeyi desteklemişlerdir. Oyumu bu çevre tasarımcıları arasında mevsimin kimi önemli oyunlarına [Gece mevsimi, Kent Oyuncuları) / Kumarbazın seçimi, Kent Oyuncuları) / Aşk ve Anlayış, DOT) / Mikadonun çöpleri (Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu)] etkileyici katkılarda bulunmuş olan Barış Dinçel'e veriyorum. Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Gece Mevsimi-Kumarbazın Seçimi-Aşk ve AnlayışMikadonun Çöpleri) Her tiyatro mevsimi önemli sayıda çevre tasarımına imza atan, bu yıl da başta Gece mevsimi, Kent Oyuncuları) / Kumarbazın Seçimi, Kent Oyuncuları / Aşk ve Anlayış, DOT / Mikadonun çöpleri, Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu olmak üzere metinle ve sahnelemeyle göstergesel bağ içinde, oyunu türüne göre görsel açıdan da yaratan Barış Dinçel, bana göre, yılın sahne tasarımcısıdır.
a
Yılın Giysi Tasarımcısı Adaylarım: 1) Murat Coşkun Ben eskiden küçüktüm, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu: 2) Canan Göknil Nathalie, Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu / Ördek muhabbetleri, Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu; 3) Bengi Günay - Gamze Kuş Jeanne d'Arc'ın öteki ölümü, Oyun Atölyesi; 4) Türkân Kafadar, Bağdat Hatun,. İBŞT; 5) Gülay Kuriş, Gece mevsimi, Kent Oyuncuları.
cy
Çevre tasannu gibi giysi tasarımı da bir sahnelemede göstergesel açıdan anlatımın önemli bir destekçisidir. Yukarıda sayılan oyunlarda giysi tasarımını gerek ortamın atmosferini yaratmada gerekse karakterlerin dışavurumunda etkili rolünü oynamıştır. Ancak bütün bu başarılı çalışmalar içinden birini seçmek gerektiğinde, oyumu Türkân Kafadar'ın Bağdat Hatun için gerçekleştirdiği çalışmasına veriyorum. Yılın Giysi Tasarımcısı: Türkan Kafadar (Bağdat Hatun) Türkan Kafadar Bağdat Hatun'da gerek dönemin genel atmosferini yaratan, gerekse kişilerin tek tek karakterlerini yansıtan, bütün içinde de uyumlu titiz ve zevkli çalışmasıyla kanımca bu ödülü hak etmektedir.
pe
Yılın Işık Tasarımcsı Adaylarım: 1) Yakup Çartık, Uyarca, İDT / Mikadonun çöpleri, Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu / Küller küllere, Yeni Kuşak Tiyatro / Bir de yolluk; Yeni Kuşak Tiyatro; 2) Özcan Çelik, Saygılı yosma, İBŞT; 3) Cem Yılmazer, Gece mevsimi, Kent Oyuncular / Kumarbazın Seçimi, Kent Oyuncuları / Nathalie, Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu / Çok uzak, DOT; 4); Kemal Yiğitcan, Aşk ve anlayış, DOT / Donmuş, DOT. Yukarıda adları belirtilenler bana göre 2005-2006 mevsimindeki çalışmalarıyla öne çıkan ve her biri ışık tasarımının bir sahnelemeye ne denli katkısı olduğunu kanıtlayan ışık tasarımcılarıdır. Ben oyumu Yakup Çartık'tan yana kullanacağım. Yılın Işık Tasarımcısı: Yakup Çartık (Uyarca-Mikadonun Çöpleri-Küller Küllere Bir de Yolluk) Yakup Çartık, yukarıda belirtilen ve her biri yapı olarak farklı sahnelerde sergilenen farklı nitelikteki oyunlara bu oyunların karakterlerine uygun ışıkları son derece doğal bir biçimde gerçekleştirdiğini düşünüyorum ve oyumu ona veriyorum.. Yılın Oyun Müziği Adaylarım: 1) Selim Atakan (Bağdat Hatun, İBŞT); 2) Çiğdem Borucu (Çok uzak, DOT); 3) Tolga Çebi (Aşk ve anlayış, DOT); 4) Serpil Günseli (Kantocu); 5) Joel Simon (Nathalie, Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu); 6) Baba Zula (Transpotting, Semaver Kumpanya) Yukarıda adlan belirtilen müzik yaratıcılarından her biri de sahnelemelere büyük katkıda bulunmuşlardır. Bu alanda oyumu Serpil Günseli'ye (Kantocu) veriyorum. Yılın Oyun Müziği: Serpil Günseli (Kantocu) Serpil Günseli, bir dönemin atmosferini yeniden yaratan, aynı zamanda kişilerin ruhsal yapılarını yansıtan ve belleklerde kalan besteleriyle Kantocu'nun başarısına ortak olmuştur. Bu nedenlerle oyumu bu yönde kullanıyorum.
Tiyatro Ödülleri-2006 Gerekçeli Kararları Hayati Asılyazıcı Cumhuriyet Gazetesi Eleştirmeni Yılın Yapımı: Danton'un Ölümü (İ.B.B. Şehir Tiyatroları) "Danton'un Ölümü", İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda değişik yorumla oynandı. Roberto Cuili, önce 1789 Fransız Devrimi'ne değişik gözle bakıyor. Georg Büchner'in (1813-1837) "Danton'un Ölümü"ne değişik perspektiften bakıyor. Fransız Devrimi, tarihsel işlevini önemli ölçüde yerine getirmiştir. Ne ki, devrim, daha sonra çizgisini yitirmesi nedeniyle devrimcilerini yemiştir. Aslında, Georg Büchner, Fransız Devrimi'ne yeni bir bakış açısı ve yeni bir yorum getirmiş, yönetmen Cuili, bu değerlendirmeyi yorumlayarak, oyuncularla bir bütünlük kazanmış ve takım oyunculuğunu sahneye taşımıştır. Büchner anlayışını yansıtmaktadır. Yönetmenin yorumunu ve yönetmenle birlikte oyunculuğun kolektif başarısı, "Danton'un Ölümü"nü öne çıkarmıştır. Dekor, giysi, ışık bu yapımın öne çıkmasını sağlamaktadır. Yılın Yönetmeni: Roberto Cuili (Danton'un Ölümü) "Danton" siyasal ve plastik açıdan bu denli başarıyla yorumlandığına göre ve gerekçelerini Yılın Yapımı'nda açıkladığım nedenlerden ötürü, Yılın Yönetmeni olarak Roberto Cuili'yi bu değerlendirmeye uygun buluyorum. Yılın Kadın Oyuncusu: Ayşen İnci (Tek Kişilik Düet) İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda, büyük bir başarıyla oynanan "Tek Kişilik Düet" Ayşen İnci ve Erdoğan Ersever'in psikolojik dayanaklı oyunculukları, çok başarılı biçimde oynanıyor. Oyunun eksen karakterini Ayşen İnci, olağanüstü bir başarı düzeyinde oynuyor. Çağdaş bir tragedya çizgisini izleyen, rol psikolojik dramın da üst düzeyindeydi. Bütün bu saydığım özelliklerle, Yılın Kadın Oyuncusu portresi ortaya çıkıyor, Ayşen İnci'nin...
cy
a
Yılın Erkek Oyuncusu: Engin Alkan (Danton'un Ölümü) "Danton", 1789 Fransız Devrimi'nin önderlerinden biri ve doruktaki kişi, kuşkusuz, Roberspier de bu olayın bir diğer kahramanı. Danton'un yükselişini, kitlelerce benimsenişini, bir kahramanın yükseliş ve çöküşünü ayrıntılarıyla yorumlayan Engin Alkan'ı seçmem doğaldı. Tarihsel kesiti içerisinde bir Danton, insancıl yönüyle de, oyunculuk tekniğiyle ve plastik anlayışla oynanmakta olduğunu belirtmeliyim. Yılın Yerli Oyunu: Melisa Gürpınar (Zaman Adında Bir Kadın) Melisa Gürpınar'ın yazdığı, Tiyatro Ayna'da Mahmut Gökgöz'ün yönettiği ve Dilek Türker'in oynadığı; "Zaman Adında Bir Kadın", dönemin yeni oyunu seçildiğini düşünüyorum. Bu nedenle; dili, anlatımı, dramatik kurgusuyla 2005-2006 döneminin yeni bir oyun olarak seçmeyi uygunu gördüm. Melisa Gürpınar, şiirsel diliyle başarılı birçok yönlü karakter çizmiş ve betimlemiştir.
pe
Yılın Çevirmeni: Lale Eren (Tek Kişilik Düet) Tom Kempinski'nin yazdığı Lale Eren'in Türkçeye çevirdiği, Emin Olcay'ın sahneye koyduğu "Tek Kişilik Düet" adlı oyun; kanımca 2005-2006 döneminin yeni çeviri olarak dikkati çektiğim söylemeliyim. Lale Eren'in çevirmenliği yanı sıra dramaturgluğu da çeviride başarılı olmuştur. Ayrıca, Morris Panych'in yazdığı, Füsun Günersel'in Türkçeye çevirdiği, Ahmet Levendoğlu'nun Tiyatro Stüdyosu'nda sahneye koyduğu "Teyzem ve Ben" adlı oyunun çevirisinin de başarılı olması nedeniyle, iki çevirmeni birlikte Yılın Çevirmeni seçiyorum. Yılın Sahne Tasarımı: Adayım yok.
Yılın Giysi Tasarımı: Serpil Tezcan (Ölümsüzler) Melih Cevdet Anday'ın yazdığı, Sönmez Atasoy'un sahneye koyduğu Ölümsüzler adlı oyunun kostüm tasarımını yapan Serpil Tezcan'ı bu ödüle uygun buldum. Tezcan, Sezar dönemini veren bir kostüm tasarımı gerçekleştirmişti. Yılın Işık Tasarımı: Yakup Çartık (Uyarca) Friedrich Dürrenmatt'ın yazdığı, Yücel Erten'in Türkçeye çevirdiği, Şakir Gürzumar'ın yönettiği, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda oynanan "Uyarca"daki ışık tasarımıyla Yakup Çartık'ı başarılı tasarımından ötürü seçtim. Boyutlu, karmaşık oyunların ışık tasarımı, tiyatro açısından özen kazanmakla birlikte, ışık düzenlemesini oyunu yönlendirmesi bakımından öneriyorum. Yakup Çartık, bu özellikleriyle çalışmasında dikkati çekti. Yılın Müziği: Serpil Günseli (Kantocu) Haldun Dormen'in yazdığı ve sahneye koyduğu "Kantocu" müzikalinin kanto müziğinin geleneğine uygun yöntemiyle bir müzik düzenlemesi yapan Serpil Günseli, başarısıyla dikkati çekti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda ilgiyle izlenen, giderek unutulmaya yüz tutmuş kanto türünü yeniden canlandırdığı için, Serpil Günseli'yi başarısından ötürü seçtiğimi belirtmeliyim.
Tiyatro Ödülleri-2006 Gerekçeli Kararları Metin Boran Evrensel Gazetesi Eleştirmeni Yılın Yapımı: Trainspotting (Semaver Kumpanya) Yılın tiyatro prodüksiyonuna Semaver Kumpanya'nın Trainspotting adlı oyununu uygun gördüm. Semaver Kumpanya,Türkiye'de özel tiyatro yapmanın bütün bütüne ortadan kalktığı günümüz koşullarında onca olanaksızlığa rağmen nitelikli tiyatro üretmenin arayışını sürdürüyor. Trainspotting'le grup, insanlığın başına bela olmuş uyuşturucu illetini her yönüyle (üreten, pazarlayan, dağıtan ve kullanan bağlamıyla) gözler önüne sererek kapitalizmin vahşi yönüne vurgu yapması anlamında önemli sanatsal bir misyonu yerine getirdi. Oyun, toplumsal bir sorunsalı sahneye taşırken, estetik düzeyi yüksek bir sahneleme performansıyla sorunu, sanatsal bir dille abartıya kaçmadan tartışmaya açıyor. Trainspotting, bütün sahne etmenlerini yerinde kullanan bir reji üslubuyla yetkince kotarılmış bir yapım olarak çıktı seyircinin karşısına.
cy a
Yılın Yönetmeni: Orhan Alkaya (Savaş ve Kadın) Savaş ve Kadın oyunundaki rejisi ile Orhan Alkaya, yılın yönetmeni olarak öne çıktı. Tercihimi Alkaya'dan yana kullanıyorum. Alkaya, yaptığı reji yorumuyla savaşın tüm acımasızlığını nesnel olarak ortaya koyma becerisini gösteriyor. Oyunda, savaşı neden sonuç bağlamında irdeleyerek hem insanların savaşa karşı pasif ve edilgen tavırlarını gözden geçirmelerine ön ayak oluyor hem de görsel olarak teatral bir izlencenin keyfini yaşatıyor. Alkaya, sorunu aktarırken slogansı ve ucuz anlatımlara prim vermeden zor bir anlatımı tercih ediyor ve tiyatronun kendi dilini kullanarak savaşın insan üzerindeki tahribatını göstermeci bir üslupla seyircinin vicdanına serpiştiriyor. Alkaya yorumunda, gerekçesi ne olursa olsun her türden savaşın, insan,toplum ve halklar ve kültürler üzerinde baskı zulüm ve talan getirdiği gerçeğinden hareketle savaşın özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde yarattığı cinsel, duygusal ve düşünsel baskı ve travmaların sonuçlarını görsel bir dille aktarıyor.
pe
Alkaya yönettiği oyunlar dışında bir aydın olarak toplumsal duyarlılığını her koşulda gösteren bir insandır aynı zamanda. Bir sanatçı olarak her türlü adaletsizliğe karşı duruşu ve insanın özgürleşme mücadelesinde tutarlı bir biçimde yer almasıyla da yılın yönetmeni adayımdır.
Yılın Kadın Oyuncusu: Esra Bezen Bilgin (Küller Küllere Bir de Yolluk) Yılın kadın oyuncusu adayında tercihim Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatrosu'nda Herald Pinter'ın "Küller Küllere Bir de Yolluk" adlı kısa oyunlarında mütevazı ama önemli bir performansla parçalanmış kadın ruhunun portresini sunan Esra Bezen Bilgin. Genç oyuncu, büyük bir çaba ve emekle ile hazırlandığı fark edilen rolünü yansılarken abartıya kaçmadan ve 'artistlik' yapmadan damıtılmış bir yaratımla konumlandı sahneye ve metnin merkezine yerleştirdi sesiyle uyumlu tavrını. Yılın Erkek Oyuncusu: Köksal Engür (Ördek Muhabbetleri) Erkek oyuncu tercihinde zorlandığımı itiraf etmeliyim. Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü'nde Haluk Bilginer, Tol'da Mahir Günşıray, Aymazoğlu ile Kundakçılar'da Erdem Akakçe, Ördek Muhabbetleri'nde Cüneyt Türel ve Köksal Engür ve adını yazamadığım daha nice önemli oyuncu... Ancak oyunculuğunun yanında genel olarak sanatsal tavrını da göz önünde bulundurduğumda tercihim Köksal Engür'den yana olacak. Yılların deneyimli oyuncusu Engür, Ördek Muhabbetleri'nde genel olarak metni anlamak ve oyunculuğu ile bu anlamı seyirciye aktarmak bağlamında yeteneğini ve performansını samimi olarak ortaya koyuyor ve bu içtenliğini oyunun sonuna kadar koruyarak oyunculuğunun doruk noktasını yaşatıyor seyirciye.
Engür, iki kişilik oyunda Cüneyt Türel'le paylaştığı sorumluluğu en ideal partner örneğinde yerine getirerek sesini kullanma becerisi, sesiyle uyumlu tavrı ve bir bütün olarak her öyküde farklı duygu değişimlerini, aklının ve yüreğinin uyumlu birlikteliği ile bilinçli olarak seyirciye yansılıyor. Oyunculuğu ile bir metnin, nasıl canlı ve cazip hale getirilerek izleyiciye yakınlaştırılabileceğinin mütevazı bir örneğini sunuyor sahnede. Köksal Engür ayrıca tiyatro sanatında emeği, çabası ve öne çıkmayı reddeden kişiliği ve mütevazi duruşu ile bu yılın erkek oyuncu ödülüne aday olmayı hak ediyor kanımca. Engür, popüler ve cıvık olana bulaşmadan oyunculuk alanında kendini koruyarak var olmasını bilmiş bir tiyatro adamıdır, yetenekli oyunculuğunun yanında bu faktörler de Engür'ü tercihimde belirleyici oldu. Yılın Yerli Oyun Yazarı: Adayım yok.
a
Yılın Çevirmeni: Zeynep Avcı (Savaş ve Kadın-Ördek Muhabbetleri) Yılın çevirmeni adayım, uzun yıllar çeviri uğraşını profesyonelce yürüten ve türlü çeviriyi büyük bir titizlikle kotaran Zeynep Avcı. Sanat alanında sadece çeviri yapmayıp öykü ve deneme çalışmaları da olan Avcı, bu sezon, Matei Visniec'ten "Savaş ve Kadın", David Mamed'in "Ördek Muhabbetleri" metnini çevirerek oyunlaştırma çalışması da yapmıştır. Zeynep Avcı, çeviride akışa, melodiye ve şiirselliğe ve bir bütün olarak metnin anlaşılırlığına gösterdiği özenden ötürü kanımca bu ödülü hak ediyor. Gerek 'Ördek Muhabbetleri'nde gerekse de 'Savaş ve Kadın' oyununda sorunu, yalın ve karmaşıklıktan uzak bir hünerle sadeleştirerek laf kalabalığı yapmadan kotarmıştır.
pe cy
Yılın Sahne Tasarımcısı: Claude Leon (Tol) Claude Leon, Tiyatro Oyunevi'nin Murat Uyurkulak'ın romanından Mahir Günşıray'ın oyunlaştırıp yönettiği "Tol" adlı oyuna yaptığı dekor tasarımı ile bu yılın dekor tasarımcısı değerlendirmesinde benim adayım. Leon, tasarımını, oyunun görsel anlatımını güçlendirmek üzerine kurarken aynı zamanda,tercih ettiği renk, desen ve çizgilerle hem göz zevkine hitap ediyor hem de öykünün ve oyunun takibinin önünü açıyor ve seyri süreklileştiriyor. Leon, Tol'a getirdiği görsel yorumda reji konseptine uygun, az malzeme ve küçük hacimli parçaların uyumundan oluşturduğu bütünlükle dönemin özelliklerini mekansal olarak yansılama becerisini gösteriyor. Kurduğu mekanlar ve devinimin geçtiği alanları orada yaşayanların ve ruh halleri ve ekonomik durumlarına paralel olarak tasarlarken kimi yerde soyutlamayı tercih ediyor kimi yer de gerçeğe benzer mekanlar kuruyor. Yılın Giysi Tasarımcısı: Adayım yok.
Yılın Işık Tasarımcısı: Yüksel Aymaz (Tol) Işık tasarımı uğraşında, artık uzman bir isim olan Aymaz, Tol'daki tasarımı ile sadece oyuncuların yüzleri ve bedenlerine ışık vermiyor, sahnede var olan lüzumsuz gölgeleri de gidererek aksiyunu netleştiriyor ve izlenceyi sade bir ışıkla şeffaflaştırıyor. Kurduğu ışıkla izleyeni ve oynayanı rahatsız etmeden akışı kolaylaştırıyor. Aymaz, her oyunda farklı deneysel yorumlar ve arayışlar peşinde yürüyerek hem kendisini geliştiriyor hem de tasarımını çeşitlendiriyor. Yılın Oyun Müziği: Baba Zula (Trainspotting) Yılın oyun müziği Trainspotting oyunundaki performansları ile Baba Zula. Trainspotting oyununda müziğin önemli bir duygusal derinlik yarattığının ayrımında olan 'Baba Zula, karakterlerin ruh hallerine ve içinde bulundukları ortamın fonuna uygun melodilerle bütün sahneleri olabildiğince etkin hale dönüştürülmesinde müziğe ciddi bir işlev yüklediler. Oyundaki tüm sahneler Baba Zula'nın özgün müzikleri ve diğer sahne etmenleri ile birlikte özel bir anlam kazanıyor ve yoğunlaştırılmış bir atmosfer oluşturuyordu. Baba Zula metnin konusuna, öykülerin anlatımına ve rejisörün temel derdine uygun bir duygu bütünlüğü içinde, müzikal bir yorum getirerek görselliğe katkı sunan işitsel tasarımı başarıyla gerçekleştirdiler.
Tiyatro Ödülleri-2006 Gerekçeli Kararları Mustafa Kara Evrensel Gazetesi Eleştirmeni
cy a
Yılın Yapımı: Trainspotting (Semaver Kumpanya) Hem romanı, hem filmi ile bilinen ve beğeni toplayan bir eseri, tiyatroya taşımak daha yoğun bir emek ve yaratıcılık ister. Semaver Kumpanya'nın "Trainspotting"i, bu zor ödevin altından ustaca kalkmakla kalmıyor, sanatın tüm yöntem ve araçlarını, son dönemde "ilkel" ve "kısıtlı" olduğu sıkça savlanan tiyatro sahnesinde buluşturuyor. Dans, müzik, resim, edebiyat; hatta argo gibi alt kültür öğelerinin harmanından izleyicinin "yerinde rahat oturmasına izin vermeyen" bir oyun çıkıyor. Nehir Çinkaya'nın canlı resim performansı "aynı vurgu"nun bir de beyaz perde üzerinde resmedilmesinden öte anlamlar içeriyor. Çıplak Ayaklar Kumpanyası'nın dansı da öyle. Tiyatronun "gösterme" niteliği, bu farklı sanat dallarının desteği ile daha da perçinleniyor. Aslında "destek" sözcüğünden çok, "ortaklaşma"yı kullanmak daha yerinde olur. Ha keza, Baba Zula'nın müziği, Ulaş Yatkın'ın ışık tasannu da bu "ortaklaşma"nın önemli unsurları. Oyunculuk açısından, Semaver'in genç ustalarının "kalıplara bağlı kalmayan/sığmayan" yaratıcılıklarını da eklemek lazım. Elbette, bu "ortaklaşma"nın sahibi olan; bu dört dörtlük oyunu ayakları üzerine diken isim yönetmen Işıl Kasapoğlu. Bu yılın "Yılın Yapımı" adayım, her unsuruyla başarıyı yakalayan "Trainspotting".
pe
Yılın Yönetmeni: Işıl Kasapoğlu (Trainspotting) Işıl Kasapoğlu hakkında fazla söze gerek yok aslında. Her sezon sahne dehasını birden fazla oyunda görme şansı bulduğumuz bir isim. Kendi biçemini oluşturan, yarattığı özgün yolda yürüyen usta bir yönetmen. Eseri, Semaver Kumpanya'nın tiyatro dünyamıza kattığı genç soluk bir yana; birkaç ipte birden oynamayı başararak, tiyatromuzun "öldü, bitti" tartışmalarıyla boğuştuğu bu dönemde yarattıklarıyla özel bir yere sahip olarak her zaman akıllarda kalacağına kuşkum yok. Tiyatro sanatının olanaklarını genişleten sahne buluşları, kurgusal derinlik, sahnelediği hemen her metinde bugüne yepyeni bir biçem ile taşıma becerisi... Listeyi uzatmak mümkün. Işıl Kasapoğlu'nu 'Yılın Yönetmeni' olarak önerirken vesile "Trainspotting". Kuşkusuz, yine bu yılın oyunları olan "Ördek Muhabetteleri" (Prodüksiyon Tiyatrosu) ve "Natalie"yi de anmadan geçmemek gerekir. Yılın Kadın Oyuncusu: Bennu Yıldırımlar (Saygılı Yosma) Irkçılığın tüm şiddetiyle yaşandığı günlerde masum bir siyah adamın kaderini elinde tutan fahişenin yaşadığı trajedinin öyküsünde, Bennu Yıldırımlar, başarılı bir oyunculuk sergiliyor. İktidarı elinde tutanların suçladığı siyah adamın uğradığı haksızlığı olduğu kadar, kendi ezilmişliğini de sorgulayan bir karakter, Bennu Yıldırımlar'ın oyunculuğuyla hayat buluyor. Bu sorgulama sonucu yaşadığı değişimi ve bilinçlenmeyi de sahnede an be an gösteriyor. Bennu Yıldırımlar'ın ayakları yere basan, sağlam oyunculuğu özellikle değişimin açıkça gözlemlendiği geçişlerde kendini gösteriyor. Bennu Yıldırımlar, oyunun girişindeki uzun sevişme bölümünde, bütün bir iktidara kafa tuttuğu anda da doğru duyguyu yansıtmada usta bir oyunculuk sergiliyor. Yılın Erkek Oyuncusu: Tansu Biçer (Trainspotting) "Murtaza"ya tiyatro sahnesinde bir kez daha can veren Tansu Biçer, giderek ustalaşan oyunculuğu ile dikkat çeken bir oyuncu. "Trainspotting"de, izleyiciyi bildik "eroinman" kalıplarından çok uzaklara taşıyor. Uyuşturucu tedavisi gören bir genç olarak geçmişi anlatan Tansu Biçer, iki farklı
role can verdiğinin bilincinde. Bağımlı olduğu günleri canlandırdığı bölümlerde "gözlerinde bir bağımlının bakışını gösterecek kadar titiz bir oyunculuk sergileyerek yeni bir biçem yaratıyor. Sıkça değişen ve uçlarda seyreden duygulan göstermedeki becerisini de ayrıca belirtmek lazım. Bu yıl, pek çok usta oyuncunun önemli oyunlarda başarılı oyunlar çıkarmalarına karşın, Tansu Biçer giderek ustalaşan oyunculuğu ile "Yılın Erkek Oyuncu" adayım. Yılın Yerli Oyun Yazarı: Adayım yok! Yılın Çevirmeni: Hüseyin Mevsim (Jean D'Arc'ın Öteki Ölümü) Bulgar yazar Stefan Tsanev'in oyunu, sanki Hüseyin Mevsim'in ellerinde yeniden doğuyor. Haşarı bir zeka kokan oyuna, ironik bir üslup hakim. Hüseyin Mevsim, "çeviri kokusu sinmemiş"; daha ziyade "Türkçe söyleme" kavramına daha yakın olan titiz çevirisi ile bu daldaki adayım.
cy a
Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Saygılı Yosma) Önde bir fahişenin küçük odası; arkada "imparatorluğa" dönüşün bir ülkenin devasalığını simgeleyen çelik konstrüksiyonlar. Küçük bir insan ile iktidar arasındaki çatışmanın "görsel" karşılığı olarak sahnede yerini alan bu dekor, Sartre'ın metninin ana fikrini özetliyor. Eğreti duran iki küçük çerçeve ve kapının çizdiği evin sınırları, ötesindeki dünyaya hakim olan güçlerin gösterilmesine olanak sağlıyor. Barış Dinçel'in bu dekor tasarımı; "Saygılı Yosma"nın en etkileyici öğelerinden biri. Dinçel, geçmiş yıllardaki başarılan kadar, bu yıl tasarladığı diğer dekorları (Özellikle Gece Mevsimi ve Kumarbazın Seçimi) ile de bu alanda yetkin bir isim olduğunu kanıtlıyor.
pe
Yılın Giysi Tasarımcısı: Türkan Kafadar (Bağdat Hatun) Aslında, konu kostüm, dekor gibi ciddi paralar isteyen bir alan olunca, ödenekli tiyatrolar ile özel ve amatör tiyatroları karşılaştırmak hiç doğru ve insaflı olmuyor. Değerlendirirken "yaratıcılık" kıstasını uygulamak da bazen yeterli olmuyor. Bu seferlik, Şehir Tiyatrolan'nın kostümlerine ciddi emek ve elbette para harcanmış olan "Bağdat Hatun'"un kostüm tasarımcısı Türkan Kafadar'ı aday göstermek istiyorum. Sık sık değişen kostümler, dönemin özelliklerini anlatmaya muktedir. Üzerinde ciddi ve titiz çalışmalar yapıldığı her halinden belli olan kostümler için bu tarihi oyunun yapısında önemli bir yere sahip olmayı başanyor. Yılın Işık Tasarımcısı: Cem Yılmazer (Trainspotting) İçeriği, mesajı ve yorumuyla sert bir oyun "Trainspotting". Eroin bağımlılarının kaotik dünyasını sahneye taşırken, ışık tasannu da ayrı bir önem taşıyor bu nedenle. İzleyicinin koltuğunda rahat oturamadığı, tiksinti ve acı duyduğu bu oyunda, anlatılan öyküye uygun bir ışık tasannu yapmış Cem Yılmazer. Doğru zamanda doğru noktaların aydınlandığı, doğru zamanda doğru noktaların aydınlanmadığı bir tasarım... Öyküye hakim trajedi, ışık tasarımında da kendini buluyor. Yılın Oyun Müziği: Baba Zula (Trainspotting) Bir alt kültüre dair oyunda müziğin de anlatılan öyküye uyumu önemli. Baba Zula'nın "Trainspotting"deki müziklerinin bu uyumu yakaladığını belirtmek lazım. Karamsarlık ve isyan duygusunu bir arada yaşayan gençlik yığınlarına dair bu müziğin içinde çok şey bulmak mümkün. Baba Zula'nın müziklerinin oyunun duygu atmosferini güçlendirmede, ritmine katkı sağlamada da büyük katkısı var.
Tiyatro Ödülleri-2006 Gerekçeli Kararları Robert Schild Şalom ve Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Eleştirmeni Yılın Yapımı: Aymazoğlu ve Kundakçılar - Dostlar Tiyatrosu Bert Brecht her ne kadar "tiyatro, her şeyden önce eğlendirmelidir..." diyorsa da, kendisinin bile bu söyleme içten içten inanmadığını düşünüyorum!...Bana kalırsa, tiyatro her şeyden önce uyarmalıdır - ve bu bağlamda, izleyicilerini sarsmalı, onları öncelikle uyandırmalıdır. Bu görevi en başta Avrupalılar üstlenmiştir, kâh uyumsuz tiyatroda (Ionesco'nun Gergedanlar"ı gibi), kâh hemen savaş sonrası Alman ve İsviçreli politik tiyatro yazarlarının yapıtlarında (Brecht'in yanı sıra Weiss, Kipphardt, Dürrenmatt ve Frisch). İşte, "Biedermann" oyunu ile her iki grubun kesişmesini sağlamış Max Frisch'in bu (kendi kanımca) başyapıtı, Nazi dönemi öncesi Alman halkının sıradan bir temsilcisinin kabul edilemez körlüğünü oldukça absürd biçimde sergilerken, Genco Erkal bu "aymazlığı" günümüze taşıyarak "turnayı gözünden vurmuş": "Aymazoğlu ve Kundakçılar", 2005/2006 sezonunda bana göre "ideal tiyatro olgusu"na en çok yaklaşan yapımdır - özgün konusunun yanı sıra olağanüstü vurucu uyarlamasıyla, iki başkişisinin oyun gücüyle, itfaiyeciler korosunun sözleri/devinimleriyle, müziğiyle, özellikle oyunun ilk ve son sahnelerinde hedeflerini iyi vuran ışık tasarımıyla. Bu oyunu "yılın yapımı" için önerirken, hiç de fazla düşünmem gerekmedi!..
pe
cy
a
Yılın Yönetmeni: Hüseyin Köroğlu (Saygılı Yosma) Bu kulvarda benim için iki isim vardı, aralarında karar vermem gereken. İlki, profesyonel alanda reji çalışmasına daha önce hiç tanık olmadığım, çok beğendiğim oyuncu ve değerli tiyatro eğitmeni Zeliha Berksoy, son derece kısıtlı/elverişsiz Akatlar Kültür Merkezi sahnesinde büyük başarı ile ortaya çıkardığı "Mikadonun Çöpleri" ile... Ne var ki, oyumu genç oyuncu ve (bildiğim kadarıyla ilk deneyimini veren) yönetmen Hüseyin Köroğlu'nun lehine kullanıyorum - İBŞT'nun güçlü bir oyuncu kadrosunu, aslında çok basit bir şekilde değerlendirebileceği J. P. Sarte'nin bu çarpıcı oyununda en yetkin biçimde yönettiği için: Öncelikle mekân çalışmasını sanki onyıllarca deneyimi olan bir usta gibi sürdürmesi, yani önayak olduğunu varsaydığım sahne tasarımının her köşesini, altını bile kullanmasını bilmesi; bir yandan acımasız bir metropolün havasını sahneye taşıması, beri yandan kaçan, kovalayan ve arada kalan insanların psikodramlarını en keskin çizgilerle resmetmesi, gerek geri dönüş (tren) sahnesini, gerekse (oyunun sonunda) geleceğin beklentisini gözlerimizin önüne getirmesi, bu yetenekli genç tiyatro adamının böyle bir ödül ile özendirilmesini "şart koşuyor", kanımca.
Yılın Kadın Oyuncusu: Tilbe Saran (Nathalie) Tüm "elemeler" sonucu, iki "adayım" kalakaldı bu ödül için: Tek kişilik oyunları dizisinin sonuncusunda, bu kez tanınmış birini değil, "Zaman Adında (anonim) Bir Kadın"ı canlandırırken, tarih ile özdeşleşmesini başaran Dilek Türker ile "Nathalie"de Zuhal Olcay ile başrolleri paylaşan Tilbe Saran. Oyumu Saran'dan yana kullanmamın ana nedeni, sanatçının bu oyunda iki önemli adım atmış olmasındandır: İlki, son on yıldır hemen tüm oyunlarını izlemiş olduğum Tilbe Saran'ın ilk kez gerçek yaşının oldukça üstünde bir kişiyi oynamasıyla, artık kendi kişiliğini de aşmasıdır - "Nathalie"de yaşlanmış olan bir opera primadonna'sını canlandıran sanatçı, karizmanın, diksiyonun ve dil (burada Fransızca) bilgisinin, genç görünmeden çok daha önemli olduğunu kanıtlıyor. Diğeri ise, Tilbe Saran'ın (gene bu oyundaki rolü ile bağlantılı olarak, ancak bu kez oyunun dışında!) Türk tiyatrosunun yeni "diva"sı olarak bizim Thespis Arabası'nda artık yerini almış olmasıdır! Yılın Erkek Oyuncusu: Murat Daltaban (Frozen/Donmuş) 2005/2006 tiyatro sezonunda kendi değerlendirmeme göre öne çıkan birkaç erkek oyuncu vardı: "Bugün, Yarın"da tüm oyunu götüren Mehmet Ali Kaptanlar, "Kumarbazın Seçim'ndeki başkumarbaz Cüneyt Türel ve ileride çok büyük bir oyuncu olacak Bartu Küçükçağlayan, "Aymazoğlu"nun ana kundakçı Tosun'u Erdem Akakçe, Ankara'lı sürprizler Erdal Beşikçioğlu ("Aşk ve Anlayış") ile Levent Şenbay ("Köpek, Kadın, Erkek")... Ne var ki, sezonun başlarında "Frozen/Donmuş" oyununu izlediğimde önde gitmeye başlayan çocuk katili rolündeki Murat Daltaban, yerini hiç kimseye bırakmadı, son günlere dek... Bu düşüncem belki biraz sübjektiftir (kanımca "yılın tiyatro olayı" sayılan "dot'un ortaya çıkmasıyla ilintili olarak), belki Türkiye'de
(ilk örneği olmasa bile) en çarpıcı "in-yer-face" tiyatrosu başrolünün sergilemesinden kaynaklanıyor ancak gerçek şudur ki, Daltaban'ın şeytani devinimleri, salya/sümük/mastürbasyon denemeleri ile sapkınlıklarını, hırçınlığını, dış dünyaya karşı kuşkuları ile saldırganlığını o denli inandırıcı biçimde dışa vurmasının ardından, son kurbanı olan 10 yaşındaki kızın annesi ile hücresinde karşılaşırken sergilediği ve kadın tarafınca affedilmesini sağlayan tutumunun altını çizen çarpıcı oyun gücüdür, bu kararın nedenleri... Yılın Yerli Oyun Yazarı: Melisa Gürpınar (Zaman Adında Bir Kadın) Dilek Türker'in 41. sanat yıldönümü için Melisa Gürpınar'ın kaleme aldığı bu oyun, yaşı seksenini devirmiş bir yandan gerçek, beri yandan simgesel bir kadınının yaşamöyküsünü konu edinirken, Cumhuriyet toplumsal tarihini çiziyor aslında: Türkiye'de yaşanmış çeşitli evrelere tanık oluyoruz - Atatürk döneminin o umut dolu yıllarından kadınların haklarına kavuşmalarına, öte yandan ailelerde egemen örf ve adetlerin bu gelişime set çekmesine; ta ki, günümüzde öne çıkmış "lahmacun kültürü"nde özellikle köyden kente göçün çığ gibi büyümesiyle çağdaş toplumda bile önüne geçilemeyen nice törelerin kadınları halen rehin tutmasına değin... Popüler bir tiyatro sanatçısı için yaratılmış ve basit bir kurgu içermekle birlikte, özgün bir anlatımla izleyicilere yaklaşmasını bilen bu oyun, yerli yapımlar açısından oldukça cılız geçmiş 2005/2006 sezonunda öne çıkabiliyor... Yılın Çevirmeni: Zeynep Avcı (Ördek Muhabbetleri ve Nathalie) Türk tiyatro izleyecilerini acaba yeterince "entel" bulmayarak "Duck Variations"lan "Ördek Çeşitlemeleri'ne uygun görmemesine karşın, o "muhabbetler"de bulunan ihtiyarların kullandığı kısa kısa tümceleri, dış dünyaya yöneltilmiş tabancalarından çıkan birer kurşun gibi çeviren, öte yandan Nathalie'nin icra ettiği "dünyanın en eski mesleği'ne uygun sözcükleri belirli bir estetiğin ışığında kullanmasını bilmiş Zeynep Avcı, başarılı tiyatro çevirileri konusunda yine ön sıralarda yer alacaktır bu yıl...
cy a
Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Gece Mevsimi", "Kumarbazın Seçimi", "Küller Küllere, Bir de Yolluk) Barış Dinçel, büyük sahnelerde çok yönlü ve üretken olabileceği gibi, kısıtlı mekânlarda da ustalığını konuşturuyor... Kenter Tiyatrosu'nda cömertçe donattığı "Gece Mevsimi"nin katman katman yatak odaları ile büyük oturma odasının yanı sıra soldaki bar ile sağdaki şehir kütüphanesi; yine aynı sahnede izlediğimiz "Kumarbazın Seçimi'ndeki tam donanımlı mutfak (solda) ile restoran (sağda), son derece fonksiyonel biçimde kotarılmış - öte yandan, her zaman "vah, vah" dedirten cılız Aksanat sahnesindeki Pinter oyunlarına ("Bir de Yolluk" / "Küller Küllere") da son derece işlevsel olmakla birlikte, olduğunca zevkli birer dekor yaratmış... Diğer bir adayım, sahneyi çevreleyen iskele ve arka plandaki kapılar ile "Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü"nün dekorlarını yaratan Bengi Günay ile Gamze Kuş ikilisi olabilirdi.
pe
Yılın Giysi Tasarımcısı: Canan Göknil (Nathalie) Başarılı bir giysi tasarımı, kimi tarihi oyun uyarlamalarındaki ayrıntılı, kasıtlı-abartılı/dışavurumcu kostümlerde açığa çıkabildiği gibi, bunun tam tersinde, çağdaş/mesel oyunların minimalist/simgesel yorumlarında da kendini belli eder... Ne yazık ki, geçtiğimiz tiyatro mevsiminde bu iki türde kayda değer bir tasarım gözüme çarpmadı! Bu nedenle, yine de geleneksel bir çalışmayı buraya almakla, "Nathalie" giysi tasarımları ile bu ödül için Canan Göknil'i önermek isterim: Bir yandan Zuhal Olcay'da fahişe/mazbut genç kız dönüşümünü renkli-abartılı/sade-çekici giysilerle sergilerken, bu "iki" kadının karşıtı olan elegan/rüküş opera divası Tilbe Saran'ı siyah ağırlıklı, zaman zaman (amacına uygun) oldukça zevksiz elbise ve ayakkabılar ile donatıyor - bence mükemmel olmaktan uzak, ancak giysi konusunda oldukça cılız olan bu sezonun bence en iyisi... Yılın Işık Tasarımcısı: Kemal Yiğitcan (Frozen ve Aşk ve Anlayış) "dot"u öne çıkaran sadece cesurca seçilmiş, kışkırtıcı oyunları değildir - izleyicileri ile iç içe olan sahnesidir de, bu tiyatronun yenilikçiliğini simgeleyen... Bu sahneyi ise ancak etkin bir ışık tasannu öne çıkarabilecektir. İşte, "dot'da izlediğim ilk iki oyunda bu işlevi büyük başarı ile yerine getiren Kemal Yiğitcan'a gidiyor, bu konudaki oyum. "Frozen"de başkişilerin zaman zaman birer tablo olarak algılanmasını sağlayacan sıcak tonlar, belleğimden silinmemiş... "Aşk ve Anlayış"ta ise, bir yandan St.Antoine kulesini görüntüleyen üç büyük pencerenin storlarının oyun ilerledikçe peyderpey açılması ve kapanmasıyla sıra dışı gölge/ışık/perspektif değişimleri sağlanıyor, beri yandan özellikle alttan gelen spotlar ile oyunun işlevsel dekoru da ustalıklı biçimde desteklenmiş oluyor. Yılın Oyun Müziği: Tolga Çebi (Aşk ve Anlayış) Sahnedeki olayları sarmalayacak - ancak aynı zamanda, olduğunca akılda kalacak bir oyun müziğidir, aradığımız... İşte bu nedenle, her iki kriteri değerlendirmek için oyunları izlerken alınan notların yanı sıra, belirleyici derecede uzun bir süre sonra "anımsama" çalışmaları yapılmalıdır, bence. 2005/2006 sezonundan bu bağlamda kala kala, "Aşk ve Anlayış"daki sürükleyici keman tınıları kaldı - ve bu nedenle, bir önceki dönemde de aynı ödül için uygun gördüğüm, ayrıca çok parlak bir gelecek vaat eden Tolga Çebi'yi önermek istiyorum.
Tiyatro Ödülleri-2006 Gerekçeli Kararları Üstün Akmen Tiyatro... Tiyatro... Dergisi ve Evrensel Gazetesi Eleştirmeni Yılın Yapımı: Jeanne Darc'ın Öteki Ölümü (Oyun Atölyesi) Bu sezon, çok sözü edilen ancak göremediğim oyunlardan biri İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı "İhtiras Tramvayı" idi. Ne ettimse göremedim. Bu nedenle o oyunu değerlendirme dışı tutmak durumundayım. Oyun Atölyesi'nde Bulgar yazar Stefan Stanev'in "Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü"nde zaten gönlüm vardı. Çok kısa özetlemem gerekirse, "Ya Jeanne dArc bir çatışmada ölseydi" varsayımından yola çıkılarak kahramanlık, iktidar, din, milliyetçilik gibi kavramları tersyüz eden bir oyundu bu oyun. İnsanın, bireyin; din ve milliyetçilik gibi egemen ideoloji tarafından nasıl sarmalandığını anlatmaktaydı. Fars ve dolayısıyla komedi öğeleriyle bezenmişti ve egemen ideolojiler karşısındaki insanın zaferini onaylayarak son bulmaktaydı.
cy a
"Kimim, ne yapıyorum, durduğum yer neresi, ilkelerime sahip çıkıyor muyum," gibi sorulara yanıt arayan bu oyuna oyumu veriyorum. Çünkü cesur bir oyundu, iyi kotarılmıştı, halkımızın hiç alışık olmadığı, hatta yabancısı olduğu sorulan soran bir oyundu. Seyirci üzerinde belki hiç aklıma gelmediği dozda bayıltıcı etki yapması olasıydı oyunun, ama öyle olmadı. Oyun sahneleniş ve oynanış olarak da, çeviri, ışık, dekor olarak da seyirciyi avucunun içine almayı başardı. Seyirci, kendi 'öz'ünü bulmak için bir 'seçim' yapması gerektiğini anlayabildi mi elbette ki bilemem. Ama insanlık onurunu temel alması gerektiği iletisinin, kendisine tiyatro aracılığıyla ulaştığına inanıyorum. Bu özelliğiyle "Jeanne d'arc'ın Öteki Ölümü"nü yılın en başarılı yapımı olarak seçiyorum. Yılın Yönetmeni: Orhan Alkaya (Savaş ve Kadın) 1956 doğumlu Fransız yazar Matei Visniec'in yüksek zekâ izlerine sıkça rastlanılan metnini, Orhan Alkaya olabildiğince, ama gerçekten olabildiğince lirik bir şiddet atmosferine taşımıştı. Sonuçta, Matei Visniec'in kurnaz kıvrımları da olan metninden bir kadın öyküsü çıkarmış, onu anlatmaya koyulmuştu Alkaya. Güncelimiz olmuş vakaları süzgeçlemiş, seyirciyi kadın kimliğine ve bedenine yönelen şiddetle yüz yüze getirmiş, bir güzel yüzleştirmişti. Sezon içinde izlediğimiz belki tek "en iyi" değildi Orhan Alkaya'nın rejisi, ama bence en iyilerin içinde en iyisiydi.
pe
Yılın Kadın Oyuncusu: Yıldız Kenter (Gece Mevsimi) Bu sezon ne yazık ki İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı "Tek Kişilik Düet"te Ayşen İnci'yi izleyemedim, anlata anlata bitiremiyorlar. Yetmişe yakın oyun izlemişim, ne yapalım ki kimi oyunları göremedim. Sezonun en ilgimi çeken olayı Zuhal Olcay'ın uzun bir aradan sonra sahneye dönüşüydü. Zuhal Olcay, Aysa Organizasyon yapımı "Nathalie"de yaratıcılığının edinimlerini yine sağlam temeller üstüne oturtmuştu. Fizikselliği ve basit psikolojik çıkışları taptaze ve duruydu. Zuhal Olcay'ın yaratıcı doğası, abartmadan söylüyorum, bu oyunda da bütün gereksinimlerini karşıladı. Nancy'in, Nadine'in, Natalie'nin duygularını, tüm duygularını harekete geçirdi, derinlikli tutkuları olan yepyeni coşkular bularak ortaya koydu. Aynı oyunda Tilbe Saran, gövdesiyle ruhu arasına Sonia'yı sarıp sarmalamıştı. İç aksiyon ile dışa dönük hareketler arasındaki uyum için, yeni oyuncular ya da oyuncu adaylarının Tilbe Saran'ı mutlaka, ama mutlaka izlemeleri gerektiğini düşündüğümü dün gibi anımsıyorum. Bir tutkunun gövdesel yaşam buluşu böylesine mi güzel, bu kadar mı zarif, bu denli mi yankılı, bu oranda mı renkli, bu kertede mi uyumlu canlandırılırdı, hayretler içinde kalmıştım. İyi de, lâfı uzatma da oyunu her ikisine birden ver diyeceksiniz biliyorum, ama hayır! Bir de "Gece Mevsimi'ndeki Yıldız Kenter var. "Gece Mevsimi"nin Lily'sine dönük olası tüm yaklaşımları bilen, anlayan, bunları kontrol eden bir Yıldız Kenter... Bireysel özelliklerine bağlı olarak Lily üstünde çeşitlemeler yapan Yıldız Kenter... Lily'yi sezgisel olarak duyumsayan Yıldız Kenter... Eylemleri içten, amaçlı ve üretici olduğu için, bedenine ruhundan yanıt aldırabilen Yıldız Kenter... "Yıldız Kenter çok ödül aldı, biraz da başkaları alsın," falan kabilinden gelecek gevelemelere aldırmıyorum. Kimse alınmasın, oyum doğrudan doğruya Yıldız Kenter'e... Yılın Erkek Oyuncusu: Selçuk Yöntem (Gece Mevsimi) "İhtiras Tramvayı"nı izlememiş olmam Can Başak'ı değerlendirme dışı tutmama neden oluyor, üzülüyorum. Ama Selçuk Yöntem'i seyrettim. Selçuk Yöntem için Patrick'in içsel koşullarını
yaratmak, Rebecca Lenkiewicz'in Patrick'ini genel inceleme sürecinin devamı niteliğinde olmuştu. Kimse söylemedi, ama biliyorum, eminim. Selçuk Yöntem, her oyunda yaptığını yineliyordu: Bu kere de biriktirdiği malzemeye hayat aşıladı. "Hayat aşılama" aşamasında, süreç derinlere, derinliklere gitti. Dışsal olanın, zihinsel olanın dünyasından aşağılara kaydı, ruhsal yaşamınkine vardı süreç. Bütün bunlar, Selçuk Yöntem'in yaratıcı coşkularının yardımıyla gerçekleşti. Sahnedeki bu katıksız oyuncuya oyumu verirken içim fevkalade rahat. Yılın Yerli Oyun Yazarı: Melisa Gürpınar (Zaman Adında Bir Kadın) Kadın sorunlarını oyunlaştırmıştı Gürpınar. Türkiye'nin tarihsel dönüm noktalarında kadının yaşadığı, karşılaştığı, uğraştığı, bulaştığı, bulandığı ortamları yazmıştı. Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş dönemlerinin ve demokratikleşme, sanayileşme, iç göç gibi olayların yaşamı nasıl etkilediğini kadın açısından değerlendirmişti. Hem de iyi bir edebiyatçı olarak. Üstüne üstlük, iyi bir tiyatrocu olarak. İç gözünü iyi kullanıp, gözlemcilik yeteneğini ortaya saçarak. Bu bölümde hiç mi hiç zorlanmadım. Yılın Çevirmeni: Zeynep Avcı (Nathalie-Aysa Organizasyon, Savaş Ve Kadın) Zeynep Avcı, bu kere de kusursuz denebilecek temizlikte bir çeviri yapmıştı. Çeviride küçük hatalar vardı, ama bunca cinsel sözcük içeren bir metni "banal"lik tuzağına düşürmemek kolay iş değildi. "Savaş ve Kadın"daki çalışmasıysa, hiç çekinmeden söyleyeceğim, kusursuzdu. Oyumu verirken, ne yalan söyleyeyim öyle uzun boylu düşünmedim.
cy a
Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Gece Mevsimi) Barış Dinçel, bu sezon çok başarılı işler yaptı. "Kumarbazın Seçimi, "Kantocu" gibi... "Saygılı Yosma"yı göremedim, ama oradaki çalışmasından da övgüyle söz edildiğini duydum. Barış Dinçel "Gece Mevsimi'nde metnin öz, biçim ve teknik açılardan özelliklerini çok, ama çok iyi incelemişti. Görsellikten ziyade, dramatik aksiyon ve zaman faktörünü önemsemiş, oyuncuların oyunu ile ilgili tam anlamıyla "scenique" bir yapı düzenlemişti. Mütevazı sahne olanağı içinde, alanlar yaratmış, sahneyi biçimlendirirken, oyuncuların hareketlerine fevkalade uygun boşluklar bırakmıştı. Perde açıldığında karşılaştığımız dekoruna, oyun ilerledikçe anlam kazandırmış ve oyunun bitiminde anlamını tamamlatmıştı. Sorarım size: Daha ne yapsın?
pe
Yılın Giysi Tasarımı: Osman Şengezer (Zaman Adında Bir Kadın) Nilgün Gürkan'ın "IV. Murat'taki giysileri ödüllere aday oldu. Hakkıdır. Sarayın parıltısını, pırıltısını sahneye başarıyla yansıtırken ince zevkini de kostümlere işlemişti Gürkan. Ama köçek kostümünde bir şalvar, bir yelek olur muydu ayol! Benim bildiğim köçek giysisi çok gösterişli ve pahalı kumaşlardan yapılır, işlemelerle bezenirmiş. Kadife üstüne sırma işlemeli mintan, canfes cepken, sırmalı üstüfeden "dört kubbe" denilen sırma saçaklı eteklik, sırma işlemeli kemer... Bu yüzden elim ona oy vermeye pek gitmedi. Gülhan Kırçova'nın İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı "Uyarca"daki kostümleri tasarlarken groteskten yana tavır almamış olmasını da değerlendirdim. Tasarımlarına da kötü denilemezdi, ama Jim'in gri takım elbisesi, papyon kravatı, siyah ayakkabılarına kahverengi şapkasını hiç yakışmamıştım. Bir de, Ann'ın ayakkabılarını... "Küller Küllere Bir de Yolluk"da Barış Dinçel'in kostüm tasarımını da oldukça zevkli bulmuştum, ancak Nicholas ayağındaki bottan söz ederken, neden ayakkabı giymişti, işte orasını anlayamamıştım. Osman Şengezer'in "Zaman Adında Bir Kadın" için yaptığı kendi dekoruyla uyumlu stilize edilmiş kostüm ve aksesuvar tasarımını, sanatsal ve teknik açıdan mükemmel üstü olarak hâlâ hatırlıyorum. İnanın günlerce düşündüm. Osman Şengezer'e oyumu günlerce düşünüp, kendimle sürekli tartışarak verdim. Onun için "Yılın Giysi Tasarımı" dalındaki oyum çok kıymetlidir. Yılın Işık Tasarımcısı: Yakup Çartık (Küller Küllere / Bir de Yolluk) "Küller Küllere Bir de Yolluk" oyununda Yakup Çartık'ın ışık düzeni hiç kuşkum yok ki Barış Dinçel'in dekor başarısına koltuk çıkar nitelikteydi. Özellikle demir parmaklıklı pencereleri ve koyu renkli duvarları olan yarı aydınlık mekânın, sessiz sedasız penceresi bahçeye bakan bir oturma odasına dönüşmesi; odanın demir parmaklıklı pencerelerinin, sarı-kahve karışımı tonlarla bezenerek bir yük treninin yan aydınlık vagonuna çevrilmesi Yakup Çartık ustalığının nişaneleri sayılmalıydı. Bu dalda da seçimimi yaparken pek zorlanmadığımı söyleyebilirim. Yılın Oyun Müziği: Serpil Günseli (Kantocu) Serpil Günseli'nin, "Kantocu"da laytmotife dönüşebilen, müzikal bir motifle yayılan atmosfer yaratımı gerçekten mükemmeldi. Bu atmosferin kimi kez tam bir akustik dekora dönüşmesi kararımı kolaylaştırdı. Oyum, fazla düşünmeme gerek kalmaksızın gidiyor Serpil Günseli'ye...
Tiyatro Ödülleri-2006 Gerekçeli Kararları Ragıp Ertuğrul Tempo ve Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Eleştirmeni Yılın Yapımı: Aymazoğlu ve Kundakçılar (Dostlar Tiyatrosu) Alman yazar Max Frisch'in yazdığı "Bay Biedermann ve Kundakçılar" eserinden yola çıkarak, evrensel bir konuyu, Madımak Oteli katliamı gibi, geri düşüncenin ve aymazlıkların deryasına getirebilen söylemi, topraklarımızda son birkaç yılda yaşananları çağrıştıran bir algı yaratan yaklaşımı, Genco Erkal'ın süsten uzak yalın sahneleyişi ve baş karakteri yorumlayışı, oyuncuların, fiziksel olarak da başarıyla temsil ettikleri ve laf ebeliği, pişkinlik, saflık, namussuzluk, cesaret ve cesaretsizliklerle zenginleştirdikleri karakterlerle, adeta bir kabareyi anımsatan müziği ve şarkılarıyla, Türk tiyatrosunda başarılı uyarlamalar arasına girecek bir eser olarak gördüğüm Dostlar Tiyatrosu'nun "Aymazoğlu ve Kundakçılar" oyunudur. Yılın Yönetmeni: Şakir Gürzumar (Uyarca) Yazarın mesajından uzaklaşmadan bir anlatım dili oluşturması, oyuncuların eşgüdüm içindeki performansları, mekanın optimum düzeyde ve işlevsel kullanımı, ses ve ışık efektlerindeki senkronizasyonu, tam bir ekip çalışması ürünü olduğunun sonuçtan anlaşılması nedenlerinden ötürü İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı "Uyarca" oyununu yöneten Şakir Gürzumar'dır. Yılın Kadın Oyuncusu: Müge Akyamaç (İhtiras Tramvayı) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı İhtiras Tramvayı'nda canlandırdığı Blanche rolünde, hayalle gerçek arasındaki geçişleri, güzel günlerin hatırasıyla avunurken içinde bulunduğu durumu kabullenemeyişi, talihsiz sona yaklaşırken patlak veren ruhsal boşalmayı, yaşı ve deneyimiyle bütünleştirdiği performansı ile hafızalarda kalacak şekilde sergileyen oyunuyla Müge Akyamaç'tır.
cy
a
Yılın Erkek Oyuncusu: Zafer Diper (Özkıyım) Özkıyım oyununda Karl karakteri ile başladığı anlatımında, şef Johann, Çinli kız, anne, kız kardeş, gardiyan gibi hem yaşamayı beceremeyenleri hem de yaşamı ve sadece yaşama arzusu olanları becerenleri canlandırdığı karakterlerde, taklite de abartıya da yer vermeyen ve ama bunun yanında binbir tonlamayla zenginleştiren, karşımızda kimi zaman nefretin kimi zaman acizliğin vücut bulması için yarattığı duyguyu seyirciye dolambaçsız aktarımıyla Zafer Diper'dir.
pe
Yılın Yerli Oyun Yazarı: Tuncer Cücenoğlu (Dosya) Geniş açıdan bakıldığında oyun yazarlığında sosyal yaraları irdeleyen, insan ilişkilerini tahlile dayalı konulan ele alan, 2005-2006 sezonunda ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda sahneye konulan "Dosya" oyununda devlet mekanizması içinde yer alan insanın aczini, maddi ve manevi dünyaya yansımalarıyla gösteren, yaşamın bir kesitini adeta ince ince dokuyarak sunan yaklaşımıyla Tuncer Cücenoğlu'dur. Yılın Çevirmeni: Aslı Mertan Dougherty (Sansürcü) Anthony Neilson'nun "Sansürcü" oyununun diyaloga dayalı sarmal ve kimi yerde zamanı tersine çeviren anlatımına getirdiği akıcılık ve anlaşılırlık, konusuna özelinde ise tedirginlik, saldın, savunma ve kırılma noktalarını belirleyen özenli bir söylemi geliştirme kriterlerine göre çevirisini başarılı bulduğum Aslı Mertan Dougherty'dir. Yılın Sahne Tasarımcısı: Cem Yılmazer (Trainspotting) Postmodern bir anlatımın hakim olduğu metni sahneye taşıyabilen, farklı mekanları kolaylıkla çerçevelendirebilen ve tanımlayabilen tasarımıyla Semaver Kumpanya'nın "Trainspotting" oyunundaki tasarımıyla Cem Yılmazer'dir. Yılın Giysi Tasarımcısı: Duygu Türkekul (Ferhat ile Şirin) "Ferhat ile Şirin" oyununda, sahneleyişi çağına uygun olduğu kadar günümüze de yaklaştıran, çizgileriyle masalsı hava yaratan, oyun kişilerinin hissederek ve benimseyerek taşımalarını sağlayan tasarımıyla Duygu Türkekul'dur. Yılın Işık Tasarımcısı: Ulaş Yatkın (Trainspotting) Sahne tasarımındaki sadeliği zaman zaman güçlü zaman zamansa yumuşak ışık kullanımıyla estetize eden, özel bir tiyatronun dar bütçesi çerçevesinde görsel zenginlik yaratan Semaver Kumpanya'nın "Trainspotting" oyunundaki tasarımıyla Ulaş Yatkın'dır. Yılın Oyun Müziği: Baba Zula (Trainspotting) Oyunun ruhunda yer alan ve merkezine oturan bunalım ve umutsuzluğu tam olarak yansıtan, oyun kişilerine özgü kıstırılmışlığı destekleyen, zaman zaman ise açığa çıkan enerji patlamasını seyirciye ulaştıran Semaver Kumpanya'nın "Trainspotting" oyunuyla Baba Zula'nın eseridir.
Tiyatro Ödülleri-2006 Gerekçeli Kararları Zeynep Aksoy Radikal İki ve Milliyet Sanat Eleştirmeni Yılın Yapımı: Gece Mevsimi Kent Oyuncuları'nın "Gece Mevsimi" 'zengin' bir tiyatro örneğiydi. Zengin derken uzun bir metin, bol karakter, bol sahne değişimi ve sahne trafiği, kostüm, dekor ışık vs.yle çok fazla ayrıntının doğru bir şekilde bir araya gelmesini gerektiren, çok fazla parçadan oluşan kocaman bir oyun olduğunu kastediyorum. Böyle oyunların sahnede tıkır tıkır işlemesini sağlamak, her parçasıyla bir arada tutmak çok zordur. Kent oyuncuları bunu çok iyi başarmıştı. Yılın Yönetmeni: Murat Daltaban-Aşk ve Anlayış Murat Daltaban öncelikle şahane bir metin olan Joe Penhall'un "Aşk ve Anlayış"ını sahneye taşımayı düşünmekle bile bu ödülü hak ediyor. Ama bundan da öte bu 3 kişilik, daha çok diyalogların niteliğine dayanan oyunu daha da etkileyici kılmak için çok yaratıcı ve sıra dışı çözümler bulmuş. Reji konseptinin prodüksiyona çok şey kattığı bir oyundu "Aşk ve Anlayış". O yüzden Murat Daltaban.
cy a
Yılın Kadın Oyuncusu: Zuhal Olcay-Nathalie Zuhal Olcay şüphesiz Türkiye'nin en iyi kadın oyunculanndan. Fakat Nathalie'de ondan hiç beklenmeyecek, hep biraz mesafeli, kibar ve ciddi duruşuyla altından kalkamayacağını düşündürecek bir karakteri, feleğin çemberinde fırıl fırıl dönen bir fahişeyi canlandırıyordu. Olcay'ın ağzına yakışmayacağını düşüneceğimiz küfürlü ve porno bir dili gayet güzel karakterine yakıştırmıştı. Kendi çizgisine tamamen zıt bir karakteri başarıyla canlandırarak kendini tamamen aşmıştı. Yılın Erkek Oyuncusu: Erdal Beşikçioğlu-Aşk ve Anlayış Erdal Beşikçioğlu'nun Aşk ve Anlayış'taki rolü son derece "kazık"tı. Sıra dışı karakterleri canlandırmak bazen oyunculara daha kolay gelebilir ama bunu nasıl yaptıkları önemli. Erdal Beşikçioğlu Richie karakterinde inanılmaz yaratıcı bir tablo çiziyor, bu karakteri kendi özgün yorumuyla tamamıyla baştan yaratıyordu.
pe
Yılın Çevirmeni: Zeynep Avcı-Ördek Muhabbetleri David Mamet çevirmek çok zordur çünkü dilin kendi çıkmazları ve oyunları metnin bir parçasıdır Mamet oyunlarında. Üstelik tuhaf bir şekilde sade bir dildir de bu. Çevirmenin bir Mamet oyununu çevirmesi, onu çevirdiği dilde neredeyse yeniden yazması demektir. "Ördek Muhabbetleri" tamamen diyaloğa dayanan, o tipik Mametesk dili kullanan çevirisinin kotarılması oldukça güç bir metin. Zeynep Avcı altından başarıyla kalkmış. Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel-Saygılı Yosma "Saygılı Yosma" çok mükemmel bir oyun değil. Sartre'ın metni biraz didaktik, biraz da sıradan. Fakat Barış Dinçel'in bu olağanüstü yaratıcı, farklı aynı zamanda işlevsel sahne tasarımı oyuna çok şey katmıştı. Bütün oyun boyunca tasarımın ayrıntılarını inceledim ve çok zevk aldım. Bu tasarım tiyatronun görsel boyutunun bir prodüksiyona ne kadar çok şey kattığının çok iyi bir örneğiydi. Yılın Kostüm Tasarımcısı: Ayçın Tar-Günün Adamı Uçuk, gerçeküstü, yaratıcı, maceracı kostümler. Oyunu renklendiriyor, yorumluyor ve neredeyse ayrı bir karaktermiş gibi katkıda bulunuyor. Yılın Işık Tasarımcısı: Ulaş Yatkın-Trainspotting Atmosferlerin, mekanların çok önemli olduğu bu oyunda ışık tasarımı karakterlerin ruh hallerinin tercümanı gibiydi. Çok aktif bir biçimde oyunun bir parçası ve prodüksiyonun belki de en önemli öğesiydi. Yılın Oyun Müziği: Tolga Çebi-Günün Adamı Tolga Çebi çok iyi bir sahne müziği kompozitörü. "Günün Adamı"ndaki çalışması prodüksiyona çok büyük bir katkıda bulunuyordu.
pe cy
a
Avrupa Tiyatrosu
Londra Sahnelerinden Müzikaller
Tilda Tezman / tildatezman@tiyatrodergisi.com.tr
Billy rolü için üç bin çocuk arasından bu üç çocuk seçilip köylerinden Londra'ya getirildi ve bir sene boyunca evlerinden ve okullarından uzak, durmaksızın prova yaptılar.
Billy Elliot
olmaları gerekiyordu. Büyük bir sabırla, keşfedilmemiş yetenek atlanmadan, bölge bölge araştırma yapıldı. Kasım, Aralık ve Ocak ayları boyunca yüzlerce genç arasında yapılan araştırmalar sonuçsuz kaldı. En sonunda on çocukta karar kılındı ve Leeds'de onları yetiştirecek okula yerleştirdiler. Muhteşem öğretmenlerin ve ailelerinin yardımıyla çalışmalar büyük keyifle sürdü. En zor an ise bu on çocuğun arasından üçünü seçmekti, ama diğer yedisi büyük bir olgunlukla seçilenleri tebrik edip başka ajanslarla temasa geçip, ileriye dönük başka projelere yöneldiler. Billy Elliot müzikalinde Billy'i oynayan şanslı üç çocuk James Lomas, George Maquire, Liam Mower.
Victoria Palace Theatre'da oynayan, daha önce filmi de çok ses getiren Billy Elliot'ın müziklerini Elton John yaptı. Kareografisini Peter Darling'e ait. Stephen Daldry'nin yönettiği ve Lee Hall'un kitabından uyarlanan bu müzikalin prodüktörleri Tim Bevan, Eric Fellner, Jon Finn ve Sally Greene. Kostümler Nicky Gillibrand imzalı. Billy Elliot rolünü üç çocuk değişimli olarak oynuyor. Billy ve diğer iki çocukla, küçük kızlar, İngiltere'nin kuzeyindeki köylerden toplandı. Billy rolü için üç bin çocuk arasından bu üç çocuk seçilip köylerinden Londra'ya getirildi ve bir sene boyunca evlerinden ve okullarından uzak, durmaksızın prova yaptılar. Tek eğlenceleri prova Elton John'a gelince: Billy Elliot filminin aralarında seyrettikleri DVD'lerdi. Cast'ı çok zor Cannes'daki galası Elton'ın hayatını bir anda olan bu müzikal için filmde rol alan Jemie Bell değiştirdi. Billy'nin maden ocağında çalışan tutucu kullanılmak istenmedi. ailesine rağmen artistik ruhunu keşfetmesi ve kariyer yapma hırsı Elton John'u kendi çocukluğuna Üç çocuk Billy'i, bir diğer üçü de Michael'ı ve üç götürmüştü. Billy gibi Elton'ın da artistik dehasını kız da Debbie'yi oynadı. Billy balet olmadan her müziğiyle ifade edişi daha iyi bir hayat için pasaport şeyi dans etmeliydi. Michael tap dansı öğrenmeliydi. teşkil ediyordu. Anneannesinin desteğiyle Elton En önemlisi hepsinin şarkı söylemesi lazımdı. Gerçek müzik dünyasındaki hayalini Royal Academy of görünmeleri için önceden hiç sahneye çıkmamış Music'e girerek gerçekleştirdi. Lee Hall'un metni
Elton John'a ilham verdi ve melodiler birbirinin peşi sıra çıktı. Elton John çıkan sonuçtan çok gururlandı, sanatın gücünü ve tılsımını gösteren bu şovdan büyük mutluluk duydu. Konusuna gelince: Bu müzikal İngiltere'nin en gergin dönemi olan 1984-1985'te geçer. Margaret Thatcher'in hükümeti elli yıldır görülmemiş kanlı saldırılar, grevleri bu dönemde yaşar; polisle grevciler arasında şiddet gösterileri yaşanır ve grev bitiminde on bir bin iki yüz doksan bir kişi tutuklanır. Kuzey İngiltere'deki Madenciler Grevi adeta bir sivil savaşa dönüşür. Bu şiddet ortamında on bir yaşındaki Billy Elliot, diğer erkek çocukları gibi boks öğreneceğine, kızların gittiği bale okuluna gizli gizli gidip dans öğrenir ve üstün yeteneğini keşfeden bale öğretmeninin girişimiyle Royal Academy'nin dans sınavına katılır ve kazanır. Bu müzikal bize her bireyin içindeki dehayı keşfedebileceğini ve kökeni ne olursa olsun, hayatta insanın sevdiği işi yapma uğruna verdiği savaştan kazançlı çıktığını, zorluklara göğüs gererek istenilen noktalara gelinebileceğini ve mutluluğun yakalanabileceğini anlatıyor.
Blue Men Group (Mavi Adamlar Grubu) Onlara göre iletişim çağında, insanoğlu hiçbir devirde olmadığı kadar büyük bir iletişimsizlik yaşamakta! Saçsız başlan ve elleriyle, maviye boyanmış yüzleriyle, uzaylıları andıran "Blue Men Group", önce büyük bir tuvalin arkasında müzik yapmaya başlar ve tuvali başlarına uygun bir şekilde kesip biçtikten sonra canlı bir resme dönüşüp sahnede yerlerini alır. Sırık, çubuk, varil ve PVC borularını enstrüman olarak kullanan bu grup sanatı "Yetişkinler için Oyuncak" anlayışından yola çıkarak, kişinin oyuncakla oynama arzusunu ve başkalarıyla bunu paylaşma isteğini ve yaşamanın basit sevincini sahneye taşımakta.
a
Yıllardır New York, Boston , Chicago, Las Vegas ve Toronto'da beğeni toplayan "Blue Men Group" bu aralar gösterilerini Londra'da "New London Theatre" da seyircisiyle buluşturuyor.
cy
Matt Goldman, Phil Stanton ve Chris Wink'in yazıp yönettiği, videolarını Caryl Glaab'ın, müziklerini Todd Perlmutter, ses dizaynını Ross Humphrey'in ışığını Marc Janowitz'in düzenlediği gösterinin Blue Men'leri ise Kalen Allmandinger, Aurelien Bernard, David Bray, İsaac Eddy, Callum Grant ve Kuba Pierzchalski.
pe
80 yıl önce Edward Hopper'in resme bakışını kendilerine ilke edinen bu grup, şehir yaşamının kişiyi tecrit ettiğini, iletişimsizliğin hakim olduğu toplumda, tek bağlantının tesisat boruları olduğu fikrinden yola çıkarak yenilikçi bir solukla bu gösteriyi sahneye koydular.
Yağdırdıkları yağmur için seyircilere girişte dağıtılan şeffaf yağmurluklar ve finalde salondaki seyircilerin tuvalet kağıdı rulolarıyla birbirlerine bağlanıp sarmalanması hayli ilginç!
"Blue Men Group" bu aralar gösterilerini Londra'da "New London Theatre" da seyircisiyle buluşturu yor.
cy a
Movin 'Out (Taşınmak)
Rock piyanisti Billy Joel'in müziğinin üstüne yazılmış bu müzikal tam bir rock bale.
pe
Amerika'da çok ses getiren bu müzikal Nisan ayından beri de Londra'da oynanıyor.
Twyla Tharp hem koreografisine imza atmış hem de sahneye koymuş. Kostümleri Suzy Benzinger tasarlamış, ışığı Donald Holder yapmış. Otuz dört kişilik kalabalık bir kadronun rol aldığı bu oyunda en enteresan olay, yukarıda asılı duran sekiz kişilik orkestra. Billy Joel'in yirmi beş yılda yazdığı yirmi dört şarkının her biri bir hikaye ile canlandırılıyor. 70'li yılların Amerikası birebir yaşatılıyor. Brenda ve Eddie'nin hüzünle biten ilişkilerini anlatan "İtalyan Restoranından Hikayeler" sahnesiyle başlayan oyun James ve Judy'nin aşkıyla devam edip Tony'nin "Movin 'Out" şarkısıyla sona eriyor. Twyla Tharp Amerika'nın Hicksville kasabasında yaşayan bir grup okul arkadaşın, sonraki yıllarda yollarının nasıl ayrıldığını, bazılarının Vietnam'a gitmesini, bazılarının dibe vurmasını, bazılarının da zirveye çıkmasını müzik ve dansla çok güzel anlatıyor.
The Producers (Prodüktörler) Mel Brooks'un bu müzikali benim favorim. Royal Theatre'da, dostlarımla bu gösteriyi kahkahalarla gülüp eğlenerek seyrettim. Mel Brooks'un yazdığı kitap, yine Mel Brooks tarafından sahneye uyarlanmış
ve müzikalleştirilmiş. Muhteşem ikili Nathan Lane ve Lee Evans'ın sahneyi paylaştığı kadro çok başarılı. Konusuna gelince: Yahudi Max Bialystock başarısız
bir prodüktördür. Yaptığı son piyes de batınca panikler. Leo Bloom ise panik ataklı, devlet dairesinde muhasebeci olarak çalışan, silik, işinde sıkıntılı ve mutsuz bir Yahudi. Muhasebecinin önerisi üzerine ikili, iş yapmayıp batacak, kötü bir oyun bulmaya koyulurlar. Aynı zamanda topladıkları paraları da cebe atma fikrindedirler. Leo ile Max harıl harıl en kötü senaryoyu aramaya koyulurlar; bu arada huzurevindeki yaşlı ninelerden sahneye koyacakları oyun için yüklüce para toplarlar. Sapık bir NeoNazi'nin yazdığı "Springtime For Hitler" senaryosunda karar kılarlar. Bu arada bu kötü senaryoyu sahneye koyacak en kötü yönetmeni bulurlar. Ömründe hiçbir tiyatro deneyimi olmayan bu eşcinsel yönetmenin ekibi de toplama ve aykırı tiplerdir. Sırada oyuncu kadrosu seçimi vardır. Olaya, başarısız artistler kakafonisi de eklenince, başarısız olmak için geriye hiçbir sebep kalmamaktadır. Ama, maalesef ilk gece oyun müthiş tutar, ayakta alkışlanır. Leo ile Max'm paralan cebe atıp oyunu ilk geceden kaldırma planlan suya düşer, ikisi de hapsin yolunu tutar. Acaba, nerede hangi yanlışı yapmışlardı da bu oyun
tutmuştu? İşte... komiklikler zinciri devam eder ve oyunun sonuna kadar leziz, hafif, eğlenceli bir şekilde sürer. İki saat kırk beş dakika süren bu gösteride yan yana gelmesi imkansız olan kişilerin, unsurların, aykırı fikirlerin bazen hep beraber ortaya farklı ve hoş bir
Sinatra Mayıs 1998'de öldü. Altmış yıllık sanat kariyerinde her zaman bir efsane olarak anıldı ve 20. yüzyılın en meşhur enternasyonal yıldızı olarak hafızalara çakılı kaldı.
cy a
Londra Palladium Theatre'da Sinatra Müzikalinin dünya galası Mart ayında yapıldı. Kızı Nancy Sinatra ve torununun katkılarıyla gerçekleşen Frank Sinatra şov, büyük ustayı anmak için sahnelenmiş görkemli bir şölen.
Amerika dışında, dünyadaki en favori şehir hep Londra olmuştu. Londra'da her zaman Savoy Hotel'in nehre bakan birinci katındaki suitinde kalırdı. Ailesine ve sevdiklerine çok bağlı olan Sinatra'nın insanlardan en büyük beklentisi nezaket ve sadakatti. Yaşamı boyunca bir milyon dolardan fazla bir miktarı fakirlere ve yardıma muhtaçlara hibe etti. Sinatra müzik yaşamında Louis Armstrong ve Billie Holiday'in sanatından çok etkilendi. Her konserin finalinde Sinatra seyircisine şu cümlelerle veda ederdi: "Her birinize benim malik olduklarımın bin katına malik olmasını dilerim. Yaşam boyu mükafatlandırılan bir insan oldum, ben de bunun bilincinde biri olarak hepinize hayatınız boyunca tatlı olaylar, renkli rüyalar, sarılmalar, öpücükler ve daimi barış diliyorum. Ve son duyacağınız ses benimki olsun!"
pe
Mükemmel bir New-York dekoru üstünde, dijital projeksiyonla canlandırılan Sinatra gerçeğe o kadar yakın ki... Sanki ölmemiş hâlâ seyircisinin önünde şarkılarını söylüyor. Yirmi beş kişilik dev orkestrayı şef David Lereaux büyük bir ustalıkla yönetiyor. Canlı orkestraya tangolar, swingler, swayler yapan profesyonel bir dans grubu eşlik ediyor. Frank Sinatra görüntüsü ve sesiyle büyülüyor. Kısa kısa dokümanter hayat hikayesi (Ava Gardner, Mia Farrow, Dean Martin, Sammy Davis Jr, Bing Cosby, kızı Nancy, oğlu Frank Jr. gibi) siyah-beyaz ekrana geliyor.
Frank Sinatra, dünyanın en büyük şarkıcılarından biri olarak tarihe geçti. O şarkıcıdan da öteydi. Sinatra hem aktör, hem kabare ve konser yıldızı, hem radyo ve televizyon ilahı, hem de zaman zaman prodüktör, yönetmen ve de orkestra şefiydi. O, Oscarlar, Grammyler, Emmyler kazanmıştı. 1950 yazında ilk olarak Londra Palladium'da sahneye çıkan Frank Sinatra, 12 Aralık 1915'te doğup, 14
Ona boşuna bütün kainat Efsane demedi! Bu efsane bu günlerde Londra'da sevgili seyircisiyle buluşmaya devam ediyor. Koşun, gidin bir daha doya doya seyredin!
Mükemmel bir NewYork dekoru üstünde, dijital projeksi yonla canlandırı lan Sinatra gerçeğe o kadar yakın ki...
cy
a
Tiyatro Pera'nın Yeni Oyunu
"Şerefe Hatıralar (istanbul 1955)"
pe
Beki Haleva / bekihaleva@hotmail.com
Yönetmen olarak Kazankaya neredeyse bir film senaryosunu çağrıştıran öyküsünü flash back'lerden yararlanarak sergiliyor.
"Güzel iki binli yıllara!", umudunun yeşerebileceği bir ortamın yapı taşları, her bireyin, her mesleğin ve de özellikle sanatın, alçakgönüllü ama cesur ve güvenli çabalarıyla oluşabilir belki", diyor Nesrin Kazankaya son oyunu Şerefe Hatıralar için hazırladığı kapsamlı kitapçığında. Bildik, beylik ya da rakı sofralarının "entel" muhabbetlerinde sıkça tekrarlanan klişe cümlelerden biri değil bu. Çünkü bu cümle uçup gitmemiş cesur bir çabaya dönüşmüş, hem de çok boyutlu bir çabaya Kazankaya'nın elinde. Altı yıl önce kurduğu, "Tiyatro Okulu" işlevini de yüklenen Tiyatro Pera'da oyuncular yetiştirerek, özel tiyatroların her geçen gün daha zorlandığı bir dönemde kendi başına tiyatrosunu ayakta tutarak, üstelik de insanı, toplumu, tarihi sorgulayan zorlu oyunları
repertuvarına alarak bu çabanın en güzel örneğini sergilemiyor mu kendisi? Geçtiğimiz yıl, hayli ses getiren oyunu Dobrinja'da Düğün'le ödüller toplayan Tiyatro Pera, bu sezon Şerefe Hatıralar (İstanbul 1955)'le izleyicisiyle buluşuyor. Nesrin Kazankaya bu oyunda da hem yazar, hem yönetmen hem de oyuncu kimlikleriyle karşımızda. Tüm bu uğraşlara bir de oyuna ve özellikle de o dönemleri yaşamamış olanlara yakın tarihimizin ana hatlarını çizerek kılavuzluk edebilecek broşürün hazırlanmasını da eklemek gerekir. Aslında broşür demek yanlış olacak, kronolojik verileriyle, kaynakçasıyla, oyun içeriğine koşut kimi bilgileri içermesiyle neredeyse bir kitapçık niteliğinde. Ayrıca, yukarıda alıntıladığım yaklaşımın bir başka
uygulaması olarak, milliyetçi zihniyetin yükselişe geçtiği, giderek tehlike yaratacak boyutlara ulaşmaya başladığı günümüz Türkiyesi'nde, yakın tarihimizin kara lekelerinden birini sahneye taşıma yürekliliğini göstererek zorlu bir işe soyunmuş olması da kutlanacak bir girişim. Oyun kısaca 1955 ile 70'li yıllar arasında geçen, burjuva bir ailenin öyküsü. Merkeze, iç içe geçmiş, iki farklı neslin iki öyküsü yerleştirilerek, o dönemin sosyopolitik ortamı, çok partili döneme geçiş sürecinde genç Türk demokrasisinin yaşadığı çalkantılar vurgulanıyor. Bir ailenin parlak günlerinden parçalanmışlığına ve yok oluşuna doğru giden bir çizgi üzerinde gelişmekte olaylar. İstanbul'un köklü ailelerinden Celiloğulları'nın son iki üyesi Suat
Yönetmen olarak Kazankaya neredeyse bir film senaryosunu çağrıştıran öyküsünü flash back'lerden yararlanarak sergiliyor. Bu geri dönüşleri arka planda yer alan koyu renkli buğulu cam panolar aracılığıyla başarılı bir şekilde gerçekleştiriyor. Böylece bir meyhanede Berin'le açılan oyunun zaman içindeki gel-gitleri fazla zorlanmadan izlenebiliyor. Sahnelemede uygulanan, oyunun başından itibaren dikkati çeken ve oyun boyunca da süre giden, gerek diksiyonda, gerek hareketlerde, gerekse sahne geçişlerinde gözlemlediğim abartılı "teatral" yaklaşımın amacını tam olarak
pe
cy
Yazar metni kurgularken, öykünün gelişimini yaşanmış gerçek olaylara dayandırmış. Aileyi yok oluşa doğru götüren sürecin kırılma noktası olarak, tercüme seferberliğinin önemli isimlerinden Beyaz Rus asıllı Yahudi vatandaş Erol Güney'in vatandaşlıktan çıkarılışını ironik bir şekilde vurgulayarak kullanmış. Daha sonra da, genelde Rum vatandaşları hedef alan ve onarılması güç zararlara yol açan 6-7 Eylül olaylarının utanç verici boyutlarını, oyunun başkahramanlarından Suat'la ve onun aracılığıyla da bütün aileyle
ilişkilendirerek öykünün merkezine yerleştirmiş. Bu arada Hayyam'dan Orhan Veli'den, Mallarme'den dizelerle şiirsel bir boyut da katmaya çalışmış metne. Satır aralarına serpiştirilmiş Nâzım Hikmet'e, Mustafa Suphi'ye ya da Sabahattin Âli'ye yapılan göndermeler dönemin siyasal panoraması çizerken, 70'li yıllarda yaşanan kaotik ortamı da Berin ile Kemâl aracılığıyla yansıtmış. Ne var ki siyasetten, felsefeye ve şiire dek birçok göndermeyi, birçok ismi içinde barındıran metin doğal olarak biraz dağılıyor ve bana göre gereğinden fazla uzayarak izleme sınırlarını zorlamaya başlıyor. Belki de Şafak Eruyar dramaturgiyi gözden geçirerek biraz kısaltma yoluna giderse daha başarılı bir yapım çıkabilir ortaya.
Tiyatro: Tiyatro Pera Yazan-Yöneten: Nesrin Kazankaya Sahne-Giysi Tasarımı: A. Şirin Dağtekin Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Oyuncular: Mehmet Aslan, Nesrin Kazankaya, Muhammet Uzuner, Başak Meşe, Aytunç Şabanlı
algılayabildiğimi söyleyemem. Belki de yukarıda da söylediğim gibi bir film senaryosuna olan yakınlığından dolayı bir Yeşilçam formatı benimsenmiş ve kurguya farklı bir renk katılmak istenmiş olabilir, diye düşünüyorum. Buna karşın aralara serpiştirilen dönemi yansıtan müzik parçalarının oyuna hayli katkıda bulunduğunu söyleyebilirim. Oyunculuk açısından ele alındığında Berin ve Nedret rollerini üstlenen Başak Meşe, Nedret'i canlandırdığı ilerleyen sahnelerde nispeten daha başarılı bir performans sergiliyor. Celâl rolünde Muhammet Uzuner ve Kemâl rolünde Aytunç Şabanlı belli bir çizgiyi korurlarken, Suat'ı canlandıran Mehmet Aslan daha bir ön plana çıkıyor. Nesrin Kazankaya'ysa gerek fiziği, gerek oyunuyla Sanay'la tam bir uyum içinde, diye düşünüyorum. A. Şirin Dağtekin'in kostüm tasarımı dönemi yansıtan ince bir zevkin ürünü ve bana göre oyuna hoş bir görsellik katıyor. Sahne tasarımını da üstlenen Dağtekin bir piyano, Recamier tarzı bir kanepe ya da bir yazı masası gibi birkaç eşya/nesneyle yalın bir şekilde ailenin konumunu ya da bir şezlongla Ayvalık'taki sürgünü yansıtmayı başarmış. Yüksel Aymaz'ın ışık tasarımı özellikle flash back sahnelerde iyi ayarlanmış.
a
ve Sanay birbirlerine "aşın" bir sevgiyle bağlı, Batı kültürüyle yetişmiş, Tanzimat'la başlayan ve dönemin edebiyatında sıkça rastladığımız "mon cher" sözcüklerinin hayalimizde çağrıştırdığı imgeyle özdeşleşen, diye tarif edebileceğim iki kardeştir. Geçim kaygısı olmadan tercüme ve edebiyatla günlerini dolduran Suat, "monden" bir yaşantı süren Sanay, kapitalist değerlerin yükselişe geçtiği değişen Türkiye'nin aydın bir temsilcisi olarak siyasetle iç içe olan Sanay'ın kocası Celâl öykünün sacayağını oluşturmaktadırlar. Bu öykünün bir uzantısı, daha doğrusu bir sonucu olan öteki öyküdeyse, Sanay-Celâl çiftinin kızları Berin ile ailenin yanında çalışan ve meyhane sahibi Recep Usta'nın oğlu Kemâl, ikinci neslin temsilcileri olarak 70'li yılların çalkantılı dönemlerini acılarla yaşayacaklardır.
Sonuçta birey olarak, vatandaş olarak, geçmişimizle yüzleşmek adına bu oyunun seyredilmesi gerekiyor, diye düşünüyorum.
Yazar, metni kurgularken, öykünün gelişimini yaşanmış gerçek olaylara dayandır mış. Aileyi yok oluşa doğru götüren sürecin kırılma noktası olarak, tercüme seferberliği nin önemli isimlerinden Beyaz Rus asıllı Yahudi vatandaş Erol Güney'in vatandaş lıktan çıkarılışını ironik bir şekilde vurgulaya rak kullanmış
cy
a
Varolmanın Özüne Saplanan Mızrak Gibi Bir Oyun:
"Oyun Sonu" Uluslararası ParisBeckett Festivali Genel Sanat Yönetmeni Pierre Chabert'in sahneye koyduğu "Oyun Sonu", sonun gelmeyişi üstüne bir oyun.
pe
Üstün Akmen / uakmen@superonline.com
2006 "Beckett Yılı" nedeniyle 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin programında yer alan ve festivalin en ilgi gören oyunlarından biri olan "Oyun Sonu"; Genco Erkal, Bülent Emin Yarar, Hikmet Karagöz ve Meral Çetinkaya'lı kadrosuyla yeniden seyircisiyle buluşuyor. Pierre Chabert'in yönettiği "Oyun Sonu", geçtiğimiz kasım ayının 19 ve 20'sinde Dostlar Tiyatrosu'nca Paris - Bouffes Du Nord Tiyatrosu'nda da oynandı. Bu sahneleniş, aynı zamanda Peter Brook'un kurduğu ünlü Bouffes du Nord Tiyatrosu'nda sahnelenen ilk Türk yapımı olmak özelliğini de taşıdı. Oyunun Konusu Var mı Oyunun konusunu anlatmaya çalışayım: İki küçük penceresi olan boş bir odanın içinde, kör ve yürüyemez olan Hamm (Genco
Erkal), tekerlekli sandalyesinde oturmakta; uşağı olan ve "oturamayan" Clov (Bülent Emin Yarar) ise onun buyruklarım yerine getirmektedir. Duvarın önünde iki varil durmaktadır; Hamm'in Sedan yolunda, iki kişilik bisikletleriyle Ardennes'den geçerken bir kaza sonucu bacaklarını yitirmiş annesi Nagg (Meral Çetinkaya) ve babası Nell (Hikmet Karagöz), bu iki varilin içinde yaşamaktadır. Dışarıda, anlaşıldığı kadarıyla yaşam izi yoktur. Hamm'e nefret dolu bir yakınlıkla bağlı olan Clov, hep kendisini terk edeceğini söylemekte, ancak bunu yapamamaktadır. Bu durum, bir oyun halinde kendisini yinelemekte ve oyunun sonu gelmemektedir. Konuyu Anlatmak Ne Mümkün Anlamışsınızdır, konuyu anlatmak, özetlemek olası değil. Samuel
Beckett'le önce oyuncu, ardından da yönetmen olarak yaklaşık yirmi yıl beraber çalışan Uluslararası Paris-Beckett Festivali Genel Sanat Yönetmeni Pierre Chabert'in sahneye koyduğu "Oyun Sonu", sonun gelmeyişi üstüne bir oyun. Beckett, 1957 yılında ilk kez sahnelenen bu oyununda da, insanın varoluşunun anlamsızlığı karşısındaki durumunu yine "Saçma Tiyatro" bağlamında örneklendirmekte. Ölüm kaygısı karşısında insan kör-kötürüm yaşamaya tutsaktır. Burada geçmiş (bilinçaltı) Nagg ile Nell'de kişiselleşmesini bulurken, sonu gelmez bir "ben" hesaplaşması da yapılır. Beckett, bu duruma bilinçli olarak çözüm bulmuyor, ancak insanın varoluşunu bu çokanlamsallık içinde ortaya koyuyor. Bilinçli çabalar, kör kaygılar, yalnızlık ve
yabancılaşma hali içinde insanın kendi varoluş deneyimini veriyor. Bunu da her türlü hazır kavram, çözüm yolu ve yanıttan uzakta, kendi başına, kendi somutluğu içinde yapıyor. Oyunun konusu bu işte
yaratıcı bir düş gücünden fırlayan bir çalışmanın olağanüstü kapsamlı yoğunlaşması olarak sahneye taşımış. Beckett'in anlattığını sadece özyaşamsal bir öykü olarak değil, çok daha derin bir yapı olarak algılamış.
yine Meral Çetinkaya gibi. Yani kusursuz ve yine olabildiğince titiz. Bülent Emin Yarar, Clov'u incelemiş, çözmüş, keşfetmiş, araştırmış, tartmış, tanımış, reddetmiş, onaylamış. Sorarım size, daha ne yapsaymış?
Epik Tiyatroyla Bir Yüzleşme mi Konusu bu olan oyun, bence Beckett'in epik tiyatroyla da bir yüzleşmesi. Trajedi ile komedinin buluşması hatta çatışması var oyunun içeriğinde. Metnin ve sahnenin olabildiğince sadeliği, vicdanın öne çıkması, ruhun sorgulanması, benzerlikler ve yinelemeler... Chabert, bütün bunları dikkate alarak ve de epik gömleğini de giyerek, metni varolmanın özüne saplanan bir mızrak gibi yorumlamış. Hiç kuşku yok ki Chabert, Beckett'i çok iyi tanımakta, Beckett'in felsefeye, edebiyata ve insana dair tüm birikimini bilmekte.
Arikha'nın Mükemmel Sadelikteki Dekoru Avigdor Arikha, klostrofobik iç alanı fevkalade veren bir dekor tasarımı yapmış. Kırmızı merdiven ve Clov'un son sahnedeki kırmızı ceketiyle başkaldırının simgeleştirilmesi de hayli ilginç geldi bana. Genevieve Soubirou'nun ışık tasarımı da başarılı, ama başarısına benim oyunu seyrettiğim Beyoğlu'ndaki Muammer Karaca Tiyatrosu'nun "Beam-Lights"larmdan birinin pırpır yapması gölge düşürüyor. Barbara Hutt'un kostümleri de iyi. Oyunu dilimize kazandıran Genco Erkal'ın çevirisi de kusursuz denecek düzeyde. Belli ki titiz bir çalışma yapmış Erkal. Hele bir de "tercih" yerine "yeğleme" kullansaymış!
Hamm'de Genco Erkal, her zaman olduğu gibi yine oyunun ve rolünün ana doğrultusunu ve düşüncesini, üstün yönelimini ve kesintisiz eylem çizgisini açığa çıkarmayı başarıyor. Allem ediyor kallem ediyor, imgelemesine, duygularına, düşüncelerine ve iradesine yine mükemmel malzeme çıkarıyor.
Yazan: Beckett Yönetmen: Pierre Chabert Sahne Tasarımı: Avigdor Arikha Giysi Tasarımı: Barbara Hutt Işık Tasarımı: Genevieve Soubirou
Başka ne diyeyim ki! Size de bu oyunu ne yapıp edip bir yerlerde seyretme zorunluluğu kalıyor.
Not: Aralık 2006 ayı içinde, www.tiyatrodergisi.com.tr adresindeki portalımızda, yazarımız Üstün Akmen'in "Papaz Kaçtı" (Tiyatro Komedi), "İyi Geceler Anne" (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları), "Keşanlı Ali Destanı" (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları), "Atinalı Timon" (Oyun Atölyesi) oyunlarına ilişkin eleştiri yazıları yayımlanmıştır.
a
Oyuncular Hikmet Karagöz, Nagg'e hiç abartmadan, dengeli bir biçimde can veriyor. Meral Çetinkaya,
pe cy
Nerden anladın diye sual edecek olursanız, ilk bakışta anlaşılmaz ya da tanımsız görüneni, daha sonra dokunun yoğunluğunun simgesi olarak, yalnızca yansılayıcı olandan ayırt edilebilmiş. Eseri, gerçekten
Bülent Emin Yarar, Clov'u incelemiş, çözmüş, keşfetmiş, araştırmış, tartmış, tanımış, reddetmiş, onaylamış.
Oyuncular: Genco Erkal, Bülent Emin Yarar, Meral Çetinkaya, Hikmet Karagöz.
cy
a
Komediniz Sade mi Kitschli mi Olsun?
"Kocasını Pişiren Kadın"
pe
Eser Rüzgar / eser_ruzgar@hotmail.com
Sahnede bir komediye dönüşen oyun, insanlık tarihi kadar eski bir konuyu, kadın erkek ilişkilerini ele alıyor.
1985 yılında kurulan AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu'nu, Ankara Sanat Tiyatrosu'nun yapımlarını geniş kitlelere yaymasıyla tanıyoruz. Yakın geçmişine bakacak olursak da geçen sezon, çok ses getiren ve ardından kadın oyuncularından Tilbe Saran'a Tiyatro ödülleri-2006'da "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü kazandıran "Nathalie" oyunuyla biliyoruz. AYSA Prodüksiyon, yine bu sezonun başında büyük bir yapım olan "Bana Mastikayı Çalsana" adlı müzikli oyunla da izleyiciyle buluştu. "The Woman Who Cooked Her Husband", çeviri adıyla "Kocasını Pişiren Kadın", ekibine neredeyse "lanetleniyor muyuz?" dedirtecek bir dizi engelden sonra 21 Aralık'ta prömiyerini ve galasını birlikte yaptı. Papanın ziyareti, Tiyatro Ödülleri-2006 töreni, oyunculardan Şenay Gürler'in geçirdiği trafik kazası gibi nedenlerden sonra nihayet Kenter
Tiyatrosu'nda sahnelenebildi. Oyunun bu yıl İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından da tercih edildiğini belirtelim. Oyunun yazarı Debbie Isitt, Birminghamlı. Oyun, doksanlı yılların başında ilk oynandığında Royal Court Theatre ve Edinburg Fringe'te epey ses getirmiş. Yazar Debbie Isitt, oyunu hem yönetmiş hem de Laura karakterini oynamış. Isitt, oyunun ön sözünde hiçbir aksesuvar kullanılmamasını, hareketlerin kesin ve belirgin olmasını istediğini belirtmiş. Ayrıca oyununun aslında bir tragedya olduğunu söylüyor. Teksti okuduğumuzda da aslında gerçekten o kadar da komik olmadığını fark ediyoruz, hatta bazı yerlerde özellikle Hilary'nin terk edilen kadın psikolojisinde içimiz burkuluyor. Tragedya teriminin içeriğini göz önüne aldığımızda bu durumun metni, trajedi diye tanımlamamıza yetmediğini söyleyebiliriz elbette.
Sahnede bir komediye dönüşen oyun, insanlık tarihi kadar eski bir konuyu, kadın erkek ilişkilerini, evliliği, aldatmayı, intikam duygusunu kocasını çok seven kadını, karısı tarafından çok sevilen erkeği, yalnız kalmak istemeyen bir başka kadını ele alıyor. Konu çok bildik, ama sahneye konuş çok da alıştığımız gibi değil. Hilary yani Kenneth'in ilk karısı, on dokuz yıllık evlilikten sonra kocasını Laura'ya kaptırmıştır. Ken ve Laura'nın üçüncü evlilik yıldönümlerinde onları yemeğe çağırarak gücünü göstermeyi, intikam duygusunu ise gizlemeyi amaçlamıştır. Hilary'nin en iyi yaptığı, Laura'nın da hiç yapamadığı ve Ken'in de tutkun olduğu şey "yemek"tir. Oyun bu geceden başlar geriye dönük anlatım tekniğini izleyerek devam eder. Kronoloji bizi Laura ve Ken'in bir ev partisinde tanışmaları anına ve sonra da
ilişkilerinin başlaması sürecine götürür. Oyunda evlilik kurumunun geçirdiği süreç yıpranma paylarıyla gayet net olarak anlatılıyor. Hilary ve Ken'in evliliklerinin ilk zamanlarında, Ken Hilary'e akşam yemeğinde kızarmış kuzu budu pişirecek kadar para bırakırken sonra spagetti ve köfte pişirecek kadarını bırakır, daha sonra görülür ki Ken artık hiç para bırakmamaktadır.
tahmin etmekte zorlanmayacaktır. Mutlu Günler'de sahneye sabitlenmiş kocaman bir tekerlekli sandalye kullanmıştı Dinçel, burada da kocaman bir düğün pastası. Pastanın kenarlarından ise yaşam sarkmakta. Süpürgeden, süzgece, sutyenden, düğün çiçeğine kadar, değişik iç çamaşırları, ev eşyaları, mutfak eşyalarıyla donanmış bu pastanın içinin ışıklandırıldığını görüyoruz zaman zaman. Oyun Elvis şarkılarına da ev sahipliği yapıyor. Zaten Elvis hayranı olan Ken ve bu zevki paylaşan eski karısı Hilary, Elvis şarkıları seslendiriyorlar oyunda.
oyunda da ışıkla ilgili sıkıntı yaşatmıyor izleyiciye. Düğün fotoğraflarının çekilmesi sırasında ışık, flaş görevi üstleniyor. Oyun dönemsel özellik gösteriyor. Bu nedenle altmışlı yılların giysileri, aksesuvarları ve saç biçimleri kullanılmış. Bol bol da Elvis şarkıları Aloha From Hawaii, Surrender gibi. Bu müzik tercihinin üzerine oyunun sonlarına doğru son dönemin popüler şarkıcılarından Pink'in kullanılmasına gerek var mıydı diye sormadan edemiyoruz. Pink yerine yine dönemin başka bir müziğine yer verilebilirdi. Gözden kaçmayan bir eksik de Hilary'nin Ken'in sırtındaki çiziği fark etmesi sahnesinde. Ken'in sırtına bir çizik kondurmak çok zor olmamalıydı.
cy a
Yönetmen Özen Yula, oyunla ilgili olarak "Pop art, kitsch ve akıcı hareketlerle bir ilişkinin başına ve sonuna tanıklık edeceğiz. Belki de alternatif komediyi böylelikle sahne üstüne getirmiş olabiliriz." diyor. Bu bağlamda oyundaki abartılı hareketleri bir karikatür balonunu andıran sahneleri, Hilary'nin abartılmış vücut hatlarını, Laura'nın sivriltilmiş göğüslerini kitschin bir yansıması olarak değerlendirebiliriz. Bu durum abartıdan hoşlanmayan ve sahnede hayatın yansımasını görmek isteyen bir izleyiciyi rahatsız edebilir, fakat komedi türü aşırılıklarla ve abartılarla anlamını tamamlar çoğu kez. Kitsch için rüküşlük tanımı da kullanılabilir, uyum kaygısı gütmeyen bir yorumdur, ama bilinmelidir ki kitsch bilinçli yapıldığında bir tercihtir, bir sanat akımıdır. Özen Yula'ya ait olduğunu düşündüğümüz bu kitsch tavrın oyuna samimiyet kattığı söylenebilir. Ayrıca zaten yazan tarafından dinamik tasarlanan oyunun, yönetmenin yaratıcı tavrıyla dinamizmin çok ötesine geçtiğini söylemek de mümkün. Örneğin, Laura'nın Hilary'e gidip Ken'le ilişkilerini anlattığı sahnedeki abartılı beden dili veya Hilary'nin Ken'in üzerine koyduğu saç telinin, saç telinden öte kocaman bir peruk oluşu yaratıcı kadronun oyuna eklemeleri olarak değerlendirilebilir. Oyunun orijinal metnine baktığımızda özellikle dekorun çok farklı tasarlandığını görüyoruz. Yazarın, yeşil tafta bir fonla oluşturmak istediğiyle bizim gördüğümüz dekor farklı tabii ki.
pe
Oyunculuklara gelince, her üç oyuncunun da sahnede üzerlerine düşeni layığıyla yapmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Özellikle aldatılan kadın S. Devrim Yakut, Ankara Devlet Tiyatrosu'nda görev almadığı bir sürenin acısını çıkarma fırsatı bulmuşçasına coşkulu ve kendinden emin bir oyunculuk örneği gösteriyor. Şenay Gürler, devam eden televizyon dizileri ve yer aldığı sinema filmlerinin ardından er meydanına çıkıyor, kaçan çorabına, düşen göğüs aparatına ve heyecanına rağmen elinden geleni yapıyor. Geçirdiği kaza neticesinde Gürler, oyunun kimi bölümlerinde özellikle fantezi sahnelerinde boyunluk kullanmak zorunda kaldı. "Her şey Kenneth için, her şey Kenneth için" diye yerlerde süründüğü sahnede kendini tamamen oyunun ruhuna kaptırdığını izleyicisine hissettirdi. Erdem Akakçe ise iki kadın arasında kalmış midesine, cinselliğine ve Elvis'e düşkün erkeği keyifle canlandırıyor. Özellikle dans sahnelerinde gayet başarılı buluyoruz kendisini. Uzun repliğine kıvrak danslarını ekleme konusunda sıkıntıya düşmüyor oyuncu.
Oyun üç katlı kocaman bir düğün pastasıyla karşılıyor izleyiciyi. Sahne ve pastanın katlan kullanılıyor oyun boyunca. İlk katın üstü salon işlevi görürken üst kat bir yatak odası ve pastanın zirvesi de bir yatak olarak karşımıza çıkıyor. Dekorun Barış Dinçel'e ait olduğunu bilmeyen, ama iyi gözlem yapan herhangi bir izleyici "Mutlu Günler" dekorunu görmüşse aynı mantıksal işlevin kullanıldığını ve yaratıcısının aynı kişi olduğunu
Oyunun ışık düzeni Yakup Çartık'a ait. Zaten kendini ispat etmiş bir isim olan Çartık, bu
Çeviriyle ilgili de bir iki anlatım bozukluğu fark ediliyor. Birincisi "Mutfağa giren sen olmadıkça zehirlenme şansımız yok" cümlesi. "Zehirlenme" olumsuz bir durumdur, şans ise daha çok yapıcı tanımlamalar için kullanılır. Burada kullanılacak sözcük "şans" yerine "ihtimal" olsaydı daha yerinde bir kullanım olurdu. Bir diğeri de "Çin yemeği getirtip televizyon karşısında seyredersiniz" cümlesiyle ilgili. Televizyon karşısında seyredersiniz değil "yersiniz" olmalıydı doğrusu. Bu ikinci yanlışın çeviriden değil, S.Devrim Yakut'tan kaynaklandığını fark ettiğimizi söylemeden geçmeyelim. Yaşam felsefenize eklemeler yapacak derinlikte bir oyun değil "Kocasını Pişiren Kadın", oyundan çıktığınızda ikili ilişkileri çözmüş de olmuyorsunuz. Zaten ekibin bu amaçta olduklarını da sanmıyoruz, ama eğlenmek, gülmek, oyuncuların sahne performanslarından yorgun düşmek istiyorsanız AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu'nu takip edebilirsiniz.
Tiyatro: AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu Yazan: Debbie Isitt Yöneten: Özen Yula Çeviren: A. Yasemin Erbulun Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Giysi Tasarımı: Serdar Başbuğ Işık Tasarımı: Yakup Çartık Oyuncular: S. Devrim Yakut, Şenay Gürler, Erdem Akakçe
Oyunun ışık düzeni Yakup Çartık'a ait. Zaten kendini ispat etmiş bir isim olan Çartık, bu oyunda da ışıkla ilgili sıkıntı yaşatmıyor izleyiciye.
a
Unutuş ironisi:
cy
Yusuf Eradam / yeradam@gmail.com
pe
Haldun Taner'in bu göstermeci oyunu tarihimizi Abdülhamit döneminden alır, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriye timizin kuruluşun dan geçirir, Demokrat Parti iktidarından sonraya 1960'a kadar ama ilk askeri darbeye gelmeden bitirir.
Gözlerini Kapamadan Vazife Yapabilmek Deliliktir! Haldun Taner'in 1 Ekim 1964 tarihinde sahnelenen Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım isimli oyunu, 20 Aralık 2006'da Akarlar Kültür Merkezi'nde galasını yaptı. Uzun mu uzun oyunu, küresel ısınmadan nasibini almış sıcak bir kış gecesinde bile salonu terk etmeden izledi konuklar. Tiyatromuzun en önemli yazarlarından Haldun Taner'in bu göstermeci oyunu tarihimizi Abdülhamit döneminden alır, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetimizin kuruluşundan geçirir, Demokrat Parti iktidarından sonraya 1960'a kadar ama ilk askeri darbeye gelmeden bitirir. İnce alay ve dışavurumculuğun da işe karıştırılarak, neredeyse karikatürize edilmiş kişileştirme yöntemi sahnede çok dengeli kullanılmış, amiyaneliğe düşmeden incelikle kotarılmış. Müziği ve dansı ile de çok uyumlu
ve titiz bir kuyumculuk ve disiplinli çalışma ürünüydü. Tebrikler bütün kadroya. Metodoloji Gereği, Önce Övgü Gelir, Sonra Eleştiri "Yılın En İyi Yapımı" dalında aday olacağından hiç kuşku duymadığım bu çalışmada gençlere bir kez daha şapka çıkardım; onların değerli ve işini iyi bilen deneyimli bir hocaları olması büyük şans tabii ki, ama o hocadan geleni öğrenebilmek ve söz dinleyip (ya da dinlemeyip) ortaya neredeyse kusursuz bir tastamam, büsbütün, yekpare bir oyun çıkarmak her öğrencinin ya da her öğrenci grubunun harcı da değildir. Belli rollerde gençlerin oynamamasını yeğlerdim, Atatürk'ü anıştıran Paşa, ya da bulunan saat için bir türlü zabıt tutamayan polis memuru vb... Bu
oyuncuların işlerini çok iyi yaptıklarından kuşkum yok, bütün oyuncular, eşya taşıyanlar bile, işlerinin ne denli ciddi olduğunu ve oyunun bütünselliğine zarar verecek her şeyden kaçınmayı öğrenmişler ve titizlikle de bunu yerine getiriyorlardı, fakat genç oldukları belliydi o makyaj altında. Kimilerinin cismen de ufak tefek oluşları, oyunu çok başarılı bir okul müsameresi havasına sokabilir her an. Ya da genç tiyatronun "beklenmedik" başarısı gibi başlıklar atılabilir bir yerlerde. Bunu kast ediyorum. Orta yaşlarda bir iki oyuncu serpiştirilse miydi diye düşünmekten kendimi alamadım. Oyunun yer yer, bugün başımızdan atmaya çalıştığımız iktidarın hallerine gönderimleriyle izleyenin beğenisini, bu dileğini okşaması da güzeldi (hacı hoca göndermeleri, başbakanın "al ananı da çek git" benzeri lafları)
pe
Hah, tam da buraya gelmişken söyleyeyim, oyunu güncellemeyi rahmetli Taner de düşünmüş ve 1974 yılında bu oyuna 12 Eylül anıştırması da eklemiş, sokağın levhası "12 Eylül" olarak değiştirilmişti. Oyunun metni bu türden değişiklikler ya da uyarlamalara uygun. Ama değeri ve önemi tartışılmaz yönetmen Zeliha Berksoy, neden bu metinsel değişikliklere kulak asmamıştır? Aradaki askeri darbeler dönemlerini es geçip günümüzden bir iki "dinci" anıştırması ile sokağın çehresi 1960 başında bırakılmıştır. Müzikte olduğu gibi, tiyatroda da bir "cover" dönemine girilmiş ve eski yapıtlar yeniden
darbesine gönderme yaparak sokağın adını Kenan Evren olarak değiştirmesini istemek çok olabilir evet de, anti-militarist bir duruşu olmasa dahi, yazarın niyetini doğru yorumlamak görevidir. Bu çalışmasında, Berksoy'un Vicdani karakterini Karagöz'e yakın, Efruz'u da Hacivat'a yakın yorumlatmayışnın nedenlerini de düşünmem lazım. Haldun Taner'in bu niyeti de yumuşatılmış gibi geldi bana.
a
can buluyor olabilir. Ama günümüze dair daha çok şey söylemesini beklerdim. İnsanların sosyo-ekonomik duruşları tercihlerini elbette ki belirler, sınıfsal farklılıklardan kaynaklanan tercihler de görme biçimlerimizin hem kaynağıdırlar hem de sonuçları. Bu anlamda, Berksoy'un tercihlerini sadece saptayabilirim, yargılamak haddim değil, ama hızlı bir yaşam içinde koştururken, ona dokunmayan yılanları mı görmezden geliyor yoksa oyunun ilk metnini mi çalışmak istemiş, bir belleğin acılarını görmezden mi gelmiş anlayamadım ama sinemamızda 12 Eylül döneminin mercek altına alındığı bugünlerde, empati ile ilgili bir soruna, bir eksikliğe değinmek ister gibiyim. Belki de benim bilmediğim başka sebepleri vardır yönetmenin ya da dramaturgun bu tercihinde. Tiyatronun işlevlerinden biri de belleği taze tutmak, tarihin illetlerine kulak tıkamamaktır ve hele hele oto-sansür hatasına hiç düşmemektir. Burada, yönetmen ya da dramaturgdan (dramaturg yok mu yoksa?) dinlemeye ve anlamaya hazırlandığım tek tepki, "biz oyunun ilk halini oynamayı tercih ettik" olabilir. O zaman da başka meseleleri tartışmamız gerekebilir tabii ama yine de sanatçının 12 Eylül'e ve hatta metinde olmasa da 1980 askeri
cy
ve oyunun sonundaki sloganımsı komuta da uygundu: "Gözlerimizi açalım, Gerekeni yapalım!" Bu "didaktik" final, günümüz için de geçerli elbette, Türkiye'nin her dönemde gereksinimi olan bir sözdür çünkü edilgenliği pek severiz ve tiyatroda mıhlanmış koltuklarımızda oturup bu komut ile geceyi sonlandırmak biçem olarak eski geldiyse de, gerçekliği ve geçerliliği hâlâ vardı. Değişen iktidar ile birlikte sokak levhasının değişmesi de durum ironisi ile birlikte ve ne güzel aktarılmış bir paradokstur ki insanımızın değişmediğini de gösteriyor. Oyunun güncelliğini yitirmeyişi biraz da bundan.
Tercihlerde anlaşamasam da, uzun mu uzun bu oyunun hiçbir yanının "sarkmaması" usta bir kalemden çıkmışlığından, ama aynı zamanda usta bir yönetmenden ve yaptığı işin ciddiyetinin ayırdında olan bir ekip sayesinde gerçekleşmiş, lakin fazla masraftan mı kaçınılmıştı, sebebini anlayamadığım bir tutarsızlık vardı. Kıyafetlerde gıcır gıcır ve tiril tiril bir eskilik, yenieskicilik ortası bir tuhaflık vardı. Ben anlamadım diye yorumladım önce, ama erkeklerin ayakkabıları bugünün moda ayakkabılarıydı, çocukken de yetişkinliklerinde de aynıydılar ya da bana öyle geldi. Birkaç rolde oynayıp büyük bir enerji ile tiyatro salonunda devinen bu gençlerden gazete satıcısı veledin üstündeki yamalar da gerçek yamalara benzemiyordu. Yamalar o kadar büyüktü ve stilize edilmişti ki,
Kıyafetlerde gıcır gıcır ve tiril tiril bir eskilik, yenieskicilik ortası bir tuhaflık vardı. Ben anlamadım diye yorumladım önce, ama erkeklerin ayakkabıları bugünün moda ayakkabı larıydı, çocukken de yetişkinlik lerinde de aynıydılar ya da bana öyle geldi.
Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım, eksiklikleri ne karşın, sahnedeki haliyle tek başına ayrı bir metin gibi incelendi ğinde tastamam, tek etkisi güçlü bir çalışma olmuş.
"patch-work" modası çıkmış da bu modayı izleyen bir burjuva çocuğu gazete satmaya heveslenmiş gibiydi. Oyunculuğu ile göz dolduran, (oyuncular böyle yönlendirmeleri sevmezler ama ille de diyeceğim) güldürüye hep yakışacağını, abartılı, karikatürize karakterlerle daha da büyüyeceğine inandığım Selin Zafertepe'nin iskarpinlerini ilgi duyduğu erkeğe göre değiştirmesi güzeldi, ayağına büyük gelen pembe ayakkabılarla vamp olmaya çalışması çok komikti ve kişileştirilmesi ile tutarlıydı, ama aynı zihniyet diğer karakterlerin değişen zaman dilimlerinde değişen kılıklarına yansımıyordu. Brechtiyen epik tiyatro esintileri ve Anadolumuzun seyirlik tiyatrosunun geleneksel ögelerinin de daha iyi değerlendirilip yorumlanabileceğini de düşündürten bu çalışmada kılık kıyafetteki yanlış kararlar algıda seçiciliğimi zora koştu durdu.
Tolga Gürcüler (Vicdani) Beyti Bengin (Efruz) ve birden çok rolde Selin Zafertepe, Nilay Erdönmez, Erkan Kolçak Köstendir in (Vicdani'nin vicdansız patronunu oynayan oymuş, az önce tiyatroya telefon edip öğrendim adını) ustalıklı oyunları ile başı çektikleri Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım yılın en çok ilgi çeken, iyi hasılat yapan yapıtlarından olacak; yineliyorum bütün oyuncuları ile yekpare bir iş kotarmışlar, artikülasyon çalışmaları çok işe yaramış. Anlamadığım, duymadığım hiçbir replik olmadı desem yalan olmaz. Cem İdiz'in besteleri de usta işi. Şaşırırdım öyle olmasaydı. Ustalara övgü düzmek de ne zor iştir. Tiyatro müziğinde "popüler müzik" nağmelerine teslim olmadan güvenilir ve vazgeçilmez türden bir marka olmuş Cem İdiz'in bu yıl da adı sık sık anılacak eminim. Müzisyenler de çok başarılıydılar. Sadece, acaba dedim, oyun başlarken, karakterler/ oyuncular birer birer sahneye dolarken çalınan piyano sonatı "candle light music" gibi
değil de biraz alaturka ve alay içererek mi çalınsaydı ki? Oyuncular selam verme konusunda da çalışmalılar. Bir zamanlar çevirdiğim "Oyuncunun Duası"nı bulursam alıntı yaparım ama, selam verirken de oyuncuların farklı olduklarını belirleme ihtiyaçlarını ya da kendilerini öne çıkarma kaygılarını dizginlemeleri gerekir. Tek tek selam verildiğinde kimi oyuncuların daha fazla alkış almasının önüne geçemezsiniz. Ama çember yapıp selama çıkarsanız, en çok alkış alan oyuncudan sonra başkasının gelmesi durumunda alkışın azalması kimin işine yarar bilemem. Çok alkış alandan çok, az alkış alan anında ve yerinde infaz gibi bir duruma düşer ki, toplu ve tek etkisi gözetilmiş bu oyunda, hep birlikte el ele tutuşup tek bir beden gibi selam vermeleri en doğru selam şekli olurdu. Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım, eksikliklerine karşın, sahnedeki haliyle tek başına ayrı bir metin gibi incelendiğinde tastamam, tek etkisi güçlü bir çalışma olmuş. Teknik açılardan yekpare ve ses getirecek diyebileceğim bu çalışmayı izledikten sonra, hayatta durduğum yerden bakınca oyuna, siyasi gönderimlerinde "uslanmış" bulduğum için biraz üzüntü ile çıktım salondan. Unutturmamaya çalışırken, unutuşun ironisi sarmıştı her yanımı. Tüh!
pe
cy
a
E, sıra fark edebildiğim aksaklıklara geldiyse eğer; atın kuyruğunun kopması, çocuk Efruz'un fesinin ikide bir düşmesi, ama düşmesinden ve fesin altından saçsıza yakın başının çıkmasından çok, o fesin düşmesinin oyuncu tarafından da sorun olarak algılanarak panik içinde düzeltilmesiydi bize eyvah dedirten... Bu durumda dedim ki kendime, acaba Efruz'u oynayan ile Vicdani'nin patronunu oynayan oyuncu yer mi değiştirseydi? (Adını bulunca yazacağım. Oyuncuların adları rollerinin
yanına yazılmayınca bu sorun çıkıyor. Oyun broşürünü ya da kitapçığını hazırlayanlara duyurulur, lütfen oyuncular deyip hangi karakteri oynadıklarını belirtmeden yazmayın oyuncuları, çuvala doldurur gibi. Broşürün grafiği daha iyi ve modern olabilir miydi, alttaki fotoğraf net mi olsaydı vb. ama yazı uzayacak şimdi:)
Tiyatro: Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Yazan: Haldun Taner Yöneten: Zeliha Berksoy Giysi Tasarımı: Gizem Betil Sahne Tasarımı: Ersin Kutluhan-Fırat Çete Işık Tasarımı: Yakup Çartık
Dans Düzeni: Nil Berkan, Nur Berkan Müzik: Cem İdiz Oyuncular: Tolga Gürcüler, Beyti Engin, Selin Zafertepe, Nilay Erdönmez, Bedir Bedir, İpek Gülbir, Erkan Kolçak Köstendil, Ercan Reşat Demir, Tuba Karabey, Berk Yaygın, Sefa Tantoğlu, Gün Koper, Ali Barışık, Umut Beşkırma, Direnç Dedeoğlu.
cy
a
İsrail İkinci Tiyatro Tanıtım Günleri
İsrail'de tiyatro "ciddi iş"tir!.. Otuza yakın profesyonel tiyatronun bulunduğu İsrail'de, geçtiğimiz ay boyunca Kültür ve Dışişleri Bakanlık larının önderliğinde ikinci u
"
günleri düzenlendi.
pe
Robert Schild robertschild@tiyatrodergisi.com.tr
Tel Aviv'de taksiye biniyor, "Çek, Gesher Tiyatrosuna!" diyorsunuz... Şoför, kalın Rus aksanıyla "Aaa - 'Momik'i mi görmeye?" diye soruyor ve ekliyor: "Eminim beğeneceksiniz - her halükârda, geçen yıl sahneledikleri 'Vişne Bahçesi'nden çok daha başarılı!"
indirimli fiyatlar da uygulanıyor. Devlet yardımı, tiyatro bütçelerinin yüzde yirmi ile yüzde kırk oranlan arasında değişir.
Otuza yakın profesyonel tiyatronun bulunduğu İsrail'de, geçtiğimiz ay boyunca Kültür ve Dışişleri Bakanlığı'nın önderliğinde ikinci "Tiyatro Tanıtım" Büyük bir özel tiyatronun yöneticisinin bu anlattıkları günleri düzenlendi. Etkinliğin amacı, ülke çapındaki yapımları dünyanın çeşitli festival ve tiyatro her ne kadar bir fıkra gibiyse de, İsrail'de tiyatro, yöneticilerine tanıtarak, "ihracatını" sağlamak... TV'den sonra en popüler eğlence türüdür. Yedi milyonluk bu ülkede yılda dört milyonu aşkın bilet Belli başlı on beş tiyatroda dört gün içinde toplam yirmi üç oyunun sergilendiği bu şenliğe konuk satılmakta. Tiyatroseverlerin yılda ortalama dört oyun gördüklerini düşünecek olursak, ülkede takribi olurken, büyük çabalar ve en "yetkin programlama" yöntemlerine başvurmamıza rağmen, "sadece" on olarak bir milyon tiyatro izleyicisi olduğunu altı oyun izlerken, bazı dostlarımızın yerinde varsayabiliriz. İsrail'de her yıl yüz elli dolayında yeni oyun sahneleniyor, tiyatro okullarının halka açık önerilerine uymakla, İsrail tiyatrosu hakkında olan yapımları ile festivallerde sergilenen yapımlar oldukça kapsamlı bilgiler edinebildik... dahil olmak üzere... Art arda beş sezon izleyici çekebilen bazı başarılı oyunlar üç yüz-beş yüz kez İsrail'in tiyatro geleneği, Rus Yahudiliği'ne "perde!" diyebiliyor. Yıllık bir tiyatro abonmanınız dayanmaktadır. Daha Çarlık döneminde büyük bir yoksa, yer bulmak için biletinizi çok önceden gelişme göstermiş olan Yidiş dilindeki tiyatronun almalısınız. Bilet ederleri yüz on NIS'e (takriben 40 en önemli topluluğu olan "Habima" (İbranice, YTL) kadar yükselebilmekle birlikte, çeşitli halk "sahne" anlamındadır) Moskova'daki kuruluşundan kesimlerine yirmi NIS'e (takriben. 7 YTL) varan on iki yıl sonra Filistin topraklarına göç eden Rus
"
("Tükürük Mesafesin de"), İsrail'de yaşayan Filistinlilerin ikilemini konu ediniyor.
birbirleriyle savaşmak durumunda olan bu iki halk grubunun bir yandan ortak, diğer yandan karşılıklı sorunlarını içeren bu "Yumağın" iki ipi, İsrailli ve Filistinli sanatçılarının ana dilleridir; biri sahnede konuşulurken, diğeri üst yazılardan takip edilebiliyor. Zaman zaman acı güldürü türüne de dönüşebilen bu oyundan sonra görüştüğümüz gençler, kimi ailelerde "düşmanın dili" olarak algılanan Arapça ve İbranice'nin kulağa "aslında çok hoş gelebileceğini" belirtirken, "karşı taraf ile" niye bir anlaşma zemininin bulunamayacağını da sorguluyorlar... - Gene, Yael Ronen ile bazı çalışma arkadaşlarınca bir çeşit tiyatro atölyesinde yaratılmış ve bu kez salt İsrailli gençler ortamında yer alan, Beer Sheva Tiyatrosu'nun sunduğu "The Guide to the GoodLife" ("İyi Yaşamın Kılavuzu"), şaşkın olduğu kadar, kısmen yitik bir kuşağın portresini çizmeye çalışıyor. Savaşın gölgesinde doğup terörün kucağında büyümüş olan bu gençler, bu sıradışı ortamda olağan bir yaşam sürdürmek için çabalarken, yaşlarına özgü sorunlardan öte, bambaşka çekincelerle boğuşmak zorundadırlar. Yael Ronen'in bu iki oyununu karşılaştırdığımda, ikincisinin daha gerçekçi olduğunu gördüm - ve bunu çok da doğal buluyorum: İsrailli bir yazar, Filistin halkının iç dünyasını nereye kadar "okuyabilir" ki?
cy a
pe
bazı siyasi tiyatro gösterileriyle başladı. Filistinli oyuncu/ya zar Taher Necip'in kaleminden gelen"
Yahudileri'nce 1928 yılında Tel Aviv'e taşınır. 1958'den bu yana "İsrail Milli Tiyatrosu" olarak da anılan ve halen iki sahnesinde faaliyet gösteren Habima'ya, bir çeşit "Batı Avrupa tepkisi" olarak Alman göçmenlerince 1944'de kurulan Cameri Tiyatrosu, Alman sahne ekolündeki "Kammer" (= oda) sözcüğünden türetilmiş oda tiyatrosu ("Kammerspiele") türünü başlatır. Dört ayrı sahnesiyle bugün İsrail'in en önemli tiyatrosu konumuna ulaşmış Cameri, özellikle yerel yazarların oyunlarıyla ülkenin kamuoyunu derinden sarsmasını başarmış ve bu yoldan çeşitli düşünce akımlarını da dolaylı olarak etkilemesini bilmiştir. İsrail'in üçüncü büyük repertuvar tiyatrosu, iki sahnesi bulunan ve daha çok ticari yapımlara göz kırpan Beith Lessin Tiyatrosu'dur. Demirperde'nin yıkılmasıyla ise İsrail'de yeni bir Rus "perde"si açılır: Yakın çalışma arkadaşlarıyla ülkeye göç eden SSCB'nin önde gelen yönetmenlerinden Yevgeni Arie, 1991 yılında Gesher (= Köprü) Tiyatrosu'nu kurmasının hemen ardından ülke içinde olduğu gibi uluslararası çapta da büyük ilgi ve beğeni kazanır. Tel Aviv'de konuşlanmış ülkenin bu en büyük dört topluluğu ile birlikte Kudüs (Khan - Han), Haifa ve Beer Sheva sahneleri, İsrail'in belli başlı repertuvar tiyatrolarını oluşturur. Bunların dışında, gene çoğunluğu Tel Aviv'de bulunan yirmiyi aşkın bağımsız küçük tiyatro, ayrıca her yıl düzenlenip büyük yankılar uyandıran Akko Tiyatro Festivali, ülkenin sahne yaşamına değişik renkler katmaktadır. Siyasi Tiyatro ve Toplumsal İrdeleme 3 - 6 Aralık tarihleri arasında yer alan "2006 İsrail Tiyatrosu Tanıtım Günleri", bazı siyasi tiyatro gösterileriyle başladı. Filistinli oyuncu/yazar Taher Necip'in kaleminden gelen "In Spitting Distance" ("Tükürük Mesafesinde"), İsrail'de yaşayan Filistinlilerin ikilemini konu ediniyor. Halif Natur'un canlandırdığı Filistinli bir sanatçı, İsrail pasaportuyla Avrupa'da seyahat ederken, özellikle havalimanlarında yaşadığı ayrımcılıktan hareketle, bazı durumlarda salt "insan" olmanın ne denli güç olduğunu, çarpıcı biçimde gözlerimizin önüne sermekte... 2006 Teatroneto Festivali'nde ödül alan bu tek kişilik oyun, Peter Brook'un Bouffes du Nord şenliğinde de sergilenecek. - Cameri Tiyatrosu'nda izlediğimiz, genç İsrailli yönetmen/yazar Yael Ronen'in "Plonter" ("Yumak") oyunu, aynı konuya çeşitli İsrailli ve Filistinli aileler düzeyinde değmiyor. Kâh iç içe yaşayan, kâh sınırın her iki tarafında
Gesher, Beith Lessin ve Khan sahnelerinde izlediğimiz üç oyun, İsrail'in toplumsal yapısını, sanki tarihsel biçimde irdeliyor... Ülkenin sevilen yazarlarından David Grossman'ın bir anı/romanından uyarlanmış "Momik", 1950'lerin Kudüs'ünde geçiyor. Dokuz yaşındaki Momik, Polonya'daki bir Alman kampından kaçmayı başarmış dedesinin nezdinde, anne ve babasının sık sık andıkları ve korkulu rüyalarına halen konuk olan "Nazi Canavarı"ın sorgulamaya çalışıyor. Tam olarak ne tür bir "yaratık" olduğunu kestiremediği bu canavarı, "öbür taraftan" İsrail'e sığınabilmiş büyükleri bizzat görebilmiştir, anlaşılan... Gerek simgesel anlatımı, gerek sahne ve giysi tasarımları, ancak en başta
Momik'i canlandıran küçük oyuncu ile dört dörtlük bir yapım! - Beith Lessin'de izlediğimiz "Apples From the Desert" ("Çölden Elmalar"), son yılların başarılı oyun yazan Savion Livrecht'in bir romantik komedisi gibi görünse de, çok benzeri Türkiye'de de görülen geleneksel / ilerici aile yaşamı ikilemini konu ediniyor. Olay, dini bir ailede yetişmiş ve özellikle babası tarafınca büyük baskı altında tutulan genç bir kızın, çok daha serbest biçimde yaşamaya alışmış sevgilisi ile baba ocağını terk edip, ülkenin güneyinde bulunan bir Kibbutz'a yerleşmesi üzerinde kurulu. Öğrendiğimiz kadarıyla İsrail'in çok sevilen sanatçılarının canlandırdığı anne ve (güldürü öğesi ağır basan) halanın üzerine kurulmuş, yerel izleyicilerin büyük keyif aldıkları, oldukça hafif bir oyun... - Kudüs'ün bence en güzel salonuna sahip Khan Tiyatrosu'nda ise, kanımca "postmodern" bir müzikal komedi izledik. Bana birazcık Haldun Taner'in kabare türündeki oyunlarını anımsatan "The Winners" ("Kazananlar"), gene Rus asıllı bir yazar/yönetmen olan Michael Gurevitch tarafınca yaratılmış. Oyun, izleyici sayısı gittikçe düşen bir tiyatro topluluğunun, salonunu doldurmak için tasarladığı bir "İsrail Müzikali"nin hazırlanması şurasında, işte bu müzikalin sahneleri ile onu yaratan tiyatronun yönetim kurulu toplantılarının iç içe girmesi üzerine kurulu. Güzel bir fikir, yerinde (olduğunu sandığımız) taşlamalar, devingen sahne tasarımı değişimleri, başarılı bir oyunculuk - ve: büyük alkış!..
pe cy
a
Deneysel oyunlar ve iddialı yapımlar Büyük repertuvar tiyatrolarının yanında, İsrail'in deneysel sahneleri de zengin bir çeşitlilik arz ediyor... Son yıllarda büyük ilgi görmüş iki bayan yönetmenin iki oyunu, "fringe" olarak bilinen bu tiyatronun birer parlak örneğidir. Ruth Kanner, İsrailli yazar S.Yitzar'ın deniz ile ilgili iki öyküsünü çarpıcı biçimde sahnelemiş: "At Sea" adıyla sunulan bu öykülerden izleyebildiğimiz ikincisi, bir yüzücünün Akdeniz'de dalgalara yenik düşüp boğulması ile ilgili. İnsanın doğa ile boğuşması, denizde yüzen kadının gittikçe ağırlaşan devinimleri, ses ve ışık efektleri, minimalist bir müzik ve doğayı simgeleyen dört kişilik bir koro aracılığı ile olağanüstü estetik biçimde canlandırılmış. - Naomi Yoeli ise, tasarlayıp odağında yer aldığı "Aunt Frieda" oyunu ile izleyicileri 1920'lerin Viyana'sı ile 1950'lerin Kudüs'ü arasında mekik dokutuyor. Akko kalesinin kubbeli bir salonunu sanal bir müzeye dönüştüren Yoeli, Avrupa'dan Kutsal Topraklar'a göç edip orada önde gelen bir kadın terzisi olarak ünlenen Frieda Teyze rolünü üstleniyor. Üç yardımcısı ile birlikte izleyicileri bu müzenin çeşitli odalarında dolaştırıp, onların da katılımıyla valslerin yapıldığı, moda defilelerinin düzenlendiği bu değişik oyun, 2006 Akko Fringe Festivali büyük ödülünü almış. - Aynı kalenin içinde, bu kez yarı akrobatik / yarı erotik bir gösteri izledik: Smadar Yaaron'un tasarlayıp rol aldığı "Married To a Star", Yahudi toplumunun en önemli simgesi olan David'in altı köşeli yıldızıyla evlenen bir kadının öyküsüdür. Bu birliktelikten ise, İsrail devleti doğacaktır! Yükseklerden inen yıldıza kenetlenen Yaaron, bir yandan trapez sanatçılarını aratmayan hareketleri, beri yandan ülkesi hakkında anlattıklarıyla izleyicileri büyülemesini biliyor...
tarafınca sahneye konmuş "Hamlet"e, değinmeliyiz. Oyun, dikdörtgen bir salonun, her dört tarafında bulunan sahnelerde dönüşümlü olarak gelişmekte... Ortalarda yer alan ve üç yüz altmış derece dönebilen koltuklarda oturup, bedeniniz ile bakış açınızı sahnelerdeki devinimlere göre çeviriyorsunuz. Diğer bir deyişle, bizzat oyunun odağındasmız - ve günümüzün giysileriyle bugüne uyarlanmış olaylar, sizin toplumunuzda yaşanıyor! İlk gösterimi yapılan Ocak 2005 'ten bu yana dört yüz kez perde kaldırmış, son yılların en başarılı Hamlet yorumu ile en yetkin Hamlet'i (Itay Tiran), çeşitli ülkelerde büyük beğeni kazanıyor ve sürekli olarak değişik Shakespeare festivallerine davet edilmektedir.- Aynı tiyatroda izlenebilen "Requiem" ("Ağıt"), bu yılın başında İstanbul ve Ankara DT sahnelerinde de birer gösteri ile konuk olmuştu. İsrail Tiyatrosu'nun büyük yazar ve yönetmeni Hanokh Levin'in, üç Çekov öyküsünden harmanladığı, simgeler ile dopdolu bir şiiri andıran, hüzünlü olduğu kadar, dudaklarda bir tebessüm ile izlenebilecek bir masal-oyun... Şenliğin açılış oyunu ise, yine Cameri Tiyatrosu'nda ülkenin önde gelen yazarlarından Aharon Appelfeld'in "Badenheim 1939" başlıklı romanından uyarlanmış, aynı isimli müzikli sahne yapımıydı. Yahudi soykırımı başlamışken, bu kara yazgının kendileri için geçerli olmadığım varsayıp, Badenheim kaplıcalarında tatillerini geçiren kentsoylu bir grup insanın eninde sonunda yük vagonlarına bindirilip doğudaki ölüm kamplarına gönderilmesini izliyoruz, ağzımız açık... Sadece bir anlatıcının sesine - ve tabii sahnenin arka planında yer alan otuz kişiye yakın bir orkestranın özgün müziğine - kulak verdiğimiz, diğer oyuncuların salt mim sanatını sergiledikleri bu çarpıcı oyun, insanoğlunun bin yıllar boyunca kurtulamadığı "körlüğü"nü seriyor gözlerimizin önüne...
Peki, ya büyük prodüksiyonlar? En başta, Cameri Tiyatrosu'nun Genel Sanat Yönetmeni Omri Nitzan
Tiyatro ise, daha iyi görmemizi sağlar - yeter ki, kapısını görüp oradan içeriye girelim, bir milyon İsraillinin yaptığı gibi..
Büyük repertuar tiyatrolarının yanında, İsrail'in deneysel sahneleri de zengin bir çeşitlilik arzediyor...
cy
a
Aksanat'ta Tiyatro
"Antiloplar" ve "Yuva"
Türkiye'nin bir tiyatro salonu ve kendi bünyesinde tiyatro gruplarıyla tiyatroya doğrudan destek veren tek bankası Akbank.
pe
Zeynep Aksoy / z_aksoy@yahoo.com
İstiklal Caddesi'nin girişindeki Aksanat binası yıllardır türlü çeşit sanat etkinliğinin mekanı... Sergiler, dans atölyeleri, film gösterileri, konferanslar, konserler ve elbette tiyatro. Türkiye'nin bir tiyatro salonu ve kendi bünyesinde tiyatro gruplarıyla (Çocuk Tiyatrosu, Karagöz ve Kukla Tiyatrosu, Prodüksiyon Tiyatrosu, Yeni Kuşak Tiyatro olmak üzere dört birbirinden bağımsız gurup) tiyatroya doğrudan destek veren tek bankası Akbank. Bu işe 1972'de Erol Günaydın'la, günümüzde hâlâ devam eden Çocuk Tiyatrosu'nu kurarak başladı. Buraya kadar şahane ama keşke sergi salonu Teknosa'ya dönüşmeseydi, o bina tamamen bir kültür-sanat merkezi olarak kalsaydı. Birkaç yüz metre ötede,
Kazancı Yokuşu'nun başlangıcındaki Teknosa kime yetmedi, bu kadar yakında bir taneye daha ne gerek vardı? Bu konuda söylenecek çok şey var ama konumuz tiyatro, Aksanat'ta tiyatro ve neyse ki binanın 2. katındaki küçük, şirin tiyatro salonu henüz Teknosa'ya ya da başka bir ticarethaneye dönüşmedi. Orada tam on bir yıldır tiyatro, hem de iyi ve özgün tiyatro yapılıyor. Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu 1995'te bir çekirdek kadroyla kuruldu: Yönetmen Işıl Kasapoğlu, oyuncular Tilbe Saran, Köksal Engür, Cüneyt Türel, çevre düzeni Duygu Sağıroğlu, müzik Joel Simon, çeviri Zeynep Avcı. Tabii oyununa göre bu kadroda zaman
zaman değişiklikler oluyor. Bu sezonun yeni oyunu "Antiloplar"da Lale Mansur ve Bekir Aksoy'un oynaması gibi. Prodüksiyon Tiyatrosu'nun kurulduğu günden beri sadık kaldığı en önemli ilkesi, Türkiye'de daha önce hiç sahnelenmemiş oyunları seyirciyle buluşturmak. Bu ilke sayesinde yıllar içinde Abelard ve Heloise, Alacaklılar, Molly S., Sevilmek, Knepp, Tek Kişilik Şehir, Fernando Krapp Bana Mektup Yazmış, Ördek Muhabbetleri gibi Amerikalı, İsveçli, Arjantinli, İrlandalı, Türk yazarların önemli ve güzel oyunlarını sahneye taşıdı. Başka tiyatroların kolay kolay yapamadığını yaptı ve "ilkler" geleneğini sürdürdü.
a
bir muhasebesini yapmaları olarak özetlenebilecek bu düşündürücü ve çarpıcı metni Işıl Kasapoğlu, sahneye kara kıtanın vahşiliğinin ve beyaz adam'ın ebedi siyah adam korkusunun altını çizerek taşımış. Müzik, (Joel Simon) ve arada yanıp sönen renkli flaşlara dönüşen ışık (Birol Gezici) de bu halüsinasyonla karışmış dehşeti destekliyor. Duygu Sağıroğlu'nun dekor tasarımı sıcak bir çölün ortasındaki evin sarı boğuculuğunu, nemden vıcık vıcıklığı yansıtıyor adeta sarı ve turuncu hakimiyetindeki tonları, bol ıvır zıvırıyla. Ancak bu prodüksiyonda metnin seyirciye bütün gücüyle geçmesini engelleyen bir şey var, o da Birol Aksoy'la Lale Mansur arasındaki oturmamış ya da tam çözülmemiş ilişki. Aksoy çok sert oynuyor ve biraz fazla "oynuyor" galiba, üstelik çok hızlı gidiyor ve birçok nüans bu yüzden arada kaynıyor. Lale Mansur'un buna koşut çizdiği yumuşak karakter de bu hırgür içinde kayboluyor.
pe
cy
Geçtiğimiz sezon, Prodüksiyon Tiyatrosu'nun ona çok benzeyen bir kardeşi oldu: Yeni Kuşak Tiyatro. Mehmet Ergen'in yönetimindeki Yeni Kuşak, adı üstünde, genç oyuncularla çalışıyor ve Türkiye'de çok tanınmayan oyun yazarlarının son on-yirmi yılda yazdığı oyunları sahneye taşımayı amaçlıyor. Onların da bu sezon yeni bir oyunları var: Alman oyun yazarı Franz Xaver Kroetz'in "Yuva"sı. Gelelim yeni sezon oyunları "Antiloplar" ve "Yuva"ya. Prodüksiyon Tiyatrosu'nun sahnelediği Antiloplar İsveçli oyun ve polisiye yazarı Henning Mankell'in oyunu. Uzun bir süredir yıllarının yarısını Afrika Mozambik'te geçiren Mankell, bu oyunda Afrika'da yaşayan Beyaz Adam'ın durumuna eleştirel bir bakış atıyor. Afrika'ya "iyilik" yapmak üzere gelmiş beyaz bir çiftin, yıllar geçtikten sonra, onların yerine geçecek yeni beyaz erkeği beklerken kara kıtada yaşadıkları yılların dehşetli
Mansur'un oyunculuğu sadece Cüneyt Türel'in geldiği toplam süresi çok az olan sahnelerde, onunla etkileşimi sayesinde ortaya çıkıyor. Türel'in varlığı, Aksoy'un da tempoyu düşürüp daha dikkatli oynamasını sağlayarak bir denge kuruyor.
Alt metninde çok şey söyleyen bu oyun metne ve detaylara biraz daha dikkat edilerek, daha "sakin" oynanırsa etkisi yüzde yüz artacaktır. "Yuva" oyunları, Almanya'da çok sahnelenen bir oyun yazarı olan Franz Xaver Kroetz'in sosyal gerçekçi diye adlandırılabilecek bir metni. Eşi Martha bebek bekleyen kamyon şoförü Kurt'ün artacak masraflarla başa çıkabilmek için gittikçe daha çok çalışması ve bu arada patronundan "özel" bir iş alması sonucu doğan trajediyi konu eden, günümüz Avrupalı alt -orta sınıfın iki yakayı bir araya getirme mücadelesinin altını çizen, iki kişilik güzel bir oyun. Mehmet Ergen hoş bir reji
Alt metninde çok şey söyleyen Antiloplar, metne ve detaylara biraz daha dikkat edilerek, daha "sakin" oynanırsa etkisi yüzde yüz artacaktır.
(Martha) aralarındaki ilişki çok doğru kurulmuş ve iki oyuncu da bunu iyi yansıtıyor. Genç oyuncuları eleştirerek umut kırmayı hiç sevmiyorum ancak bu bazen onların yararına da olabilir diyerek Evren Kardeş'in daha önce de bir oyunda dikkatimi çeken ses tonu ve diksiyon sorununu çözmesi gerektiğini düşünüyorum. Kardeş sözcükleri ağzından zorla çıkarıyor gibi, akıcı bir konuşma edinmesi için diksiyon çalışması gerekebilir.
cy
a
yapmış. Rahat, zorlaması olmayan, çiftin arasındaki ilişkiye odaklanan bir reji. Oyuncular sahnede giyinip soyunuyor, Barış Dincel'in eşyaların erimiş, kopmuş taraflarıyla bu sade hayatın içindeki zorunlu çürümeye işaret eden, bütün mekanları (ev, bahçe, göl kenarı) bir araya toplayan başarılı sahne tasarımı ile gayet derli toplu, derdini iyi anlatan bir iş çıkmış ortaya. Oyuncular Bekir Çiçekdemir (Kurt) ve Evren Kardeş'in
pe
Oyuncular Bekir Çiçekdemir (Kurt) ve Evren Kardeş'in (Martha) aralarındaki ilişki çok doğru kurulmuş...
Çiçekdemir ise çok doğal bir oyuncu, geleceğin çok iyi bir karakter oyuncusu olabilir. İşte Aksanat'ta tiyatronun yeni sezonu. Taceddin Diker'in Karagöz ve Kukla Tiyatrosu'nun yeni oyunu "Rüya'yı ve Çocuk Tiyatrosu'nun yeni oyunu, Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği, kuklalı Alis Harikalar Diyarında'yı da unutmayalım. Çocuklar bu ikisine bayılacak!
a
Akaduran Tiyatronun Bakaduran Seyircisi...
cy
Kozalar, Rumuz Goncagül, Tersine Dünya, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Bir Oyun Gibi
Bu beş oyunun beşinde de dikkatimi çeken ortak yan ne oldu biliyor musunuz ilk ağızda, oyunlara karşı seyircinin yansıttığı "bizim oğlan muamelesi"
pe
Sadık Aslankara/ msaslankara@hotmail.com
"Belediye", toplumsal anlamda öylesine bir yapılanma biçimi ki, bunu dile getiren sözcüğün hemen ardından otobüs, troleybüs, metro, mezbaha, mezarlık, hal, işhanı, çarşı, meydan, ne bileyim fırın, hamam, hastane, doğumevi daha pek çok sözcükten hangisi eklerseniz ekleyin, hepsini de ayrı ayrı kucaklayabiliyor... Böyle olunca "belediye kent kütüphanesi", "belediye kent müzesi", "belediye kent sineması" söyleyişlerindeki gibi tıpkı "belediye kent tiyatrosu" söyleyişindeki sözcükler de çok yakışıyor birbirine... Nitekim Muhsin Ertuğrul, belediye başkanlarına seslendiği ünlü mektubunda yukarıdaki tüm işlerle eylemlerin belediyelerin asal görevi olmakla birlikte tiyatronun bunlar arasında en başta sayılması gerektiğini vurgular... Belediyeler, kurumsal yapıda
tiyatro oluşturabildikleri gibi tiyatro topluluklarına yardım ederek de katkıda bulunabiliyor bu sanata. İlk dilime giren belediye tiyatroları içinde ödeneklendirilmiş yalnızca dört tiyatro kurumu var ülkemizde: İstanbul Büyükşehir, Bakırköy, İzmit Büyükşehir, Eskişehir Büyükşehir Belediye Şehir Tiyatroları... Bu dilimde yer alsa da "belediye tiyatrosu" konumunda görünmekle birlikte ödeneği bulunmayan, bu çerçevede kurumsal boyutta alınamayacak topluluklar da var Türkiye'de. Üstelik bunlar arasında on yıllardır etkinlik üreten tiyatrolara rastlanıyor. Örneğin Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu (OBKT) kırk yılı aşkın bir süredir, Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu (ABT) yirmi yıldır, en yenilerinden sayabileceğimiz Aydın Belediyesi Şehir Tiyatrosu (ABŞT) bile beş yıldır perde açıyor...
Bu ilk dilim dışında kalmakla birlikte bir biçimde desteğini aldıkları için belediyelerle ilintilenmiş sayacağımız topluluklar da söz konusu. Sözgelimi 1990'larda o sıra Ankara'nın Büyükşehir Belediye Başkanlığını yapan Murat Karayalçın'ın arka arkaya birkaç yıl boyunca Ankara'daki amatör, profesyonel topluluklara sağladığı maddi katkı, özel tiyatrolara yapılan "devlet yardımı"nm bu yıl birden ortadan kaldırılması sonucu güç duruma düşen ilçesindeki topluluklar için Şişli Belediyesinin benzer bir katkıyı gündeme alması bu yönde göze çarpan somut örnekler... İkinci dilime giren bu toplulukları, onların sergilediği oyunları bir başka yazıya bırakıp ilk dilimde yer alan ödenekli, ödeneksiz farklı "şehir tiyatrosu" örneklerince sergilenen oyunlar arasında gezinelim istiyorum bu ay...
küçümseyerek gösterdiği cibilliyetsiz tepkinin bir benzerini, seyircinin de yerli oyunlara karşı görece sergilediğini gözlemlemek beni şaşırtmadı desem yalan olur...
cy
a
Hadi diyelim seyirci dediğimiz de kitleselleşmiş, sonuçta sığlaştırılıp içi boşaltılarak bir örnekleştirilmiş halk kesimidir, bu nedenle de olağan karşılamak gerekir bu vurdumduymaz davranışı... İyi de oyunların kendi içinden fışkırtılamayışına, köpürtülüp ak küheylanlar gibi uçurulamayışına, bizi bir türlü içine alamayışına ne demeli peki?..
Hiç kimse, oyunların eskiliğinden dem vurup bunun beklenebilir sonuç olacağını söylemeye yeltenmesin bana... Çünkü aramızda olanları, olmayanlarıyla yerli oyun yazarlarımız, yalnız günceli göstermekle yetinmemişti bizlere, yanı sıra tiyatrosal bir söylem ve biçemle bunu evrensel kalıba da dökebilmişlerdi hakçası, yani o çok bildik söylemle oyunlarını yerelliğin darlığı, yediliğin darallığından kurtarmayı başarmış, evrensel düzleme çıkarmışlardı. Ee, neydi peki oyunla, daha doğrusu oyuncuyla seyirci arasında aşılmaz görünen o cam duvar? Nasıl yorumlamak gerekiyor bunu?
pe
Bana sorarsanız, oyunlar için dramaturg düşünülmeyişi, büyük eksiklik! Özellikle de artık aramızda bulunma yanların oyunları için... Şu da ilginç; Ağaoğlu'nun Kozalar'ına dramaturg düşünül müştü de Orhan Kemal, Haldun Taner, Oktay Arayıcı için gerek duyulma mıştı nedense dramaturga
Yerli Oyun Yazarları Neyimiz Oluyor Bizim?.. Alın size beş farklı yerel yönetim sahnesinde izlediğim beş yerli oyun: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarınca sahnelenen Adalet Ağaoğlu'dan Hülya Karakaş'ın yönettiği Kozalar (Kâğıthane Sadabat Sahnesi), Oktay Arayıcı'dan Taner Barlas'ın yönettiği Rumuz Goncagül (Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi), Bakırköy Belediye Tiyatrolarınca sahnelenen Orhan Kemal'den Mustafa Gültekin'in aynı addaki romandan uyarlayıp Turgay Kantürk'ün yönettiği Tersine Dünya (Yunus Emre Kültür Merkezi), Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosunca sahnelenen Haldun Taner'den Zeliha Berksoy'un yönettiği Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım (Akatlar Kültür Merkezi Melih Cevdet Anday Sahnesi) ve Aydın Belediyesi Şehir Tiyatrosunca sahnelenen Haluk Işık'tan kendi yönetimindeki Bir Oyun Gibi (Vali Yazıcıoğlu Kültür Merkezi)...
Bu beş oyunun beşinde de dikkatimi çeken ortak yan ne oldu biliyor musunuz ilk ağızda, oyunlara karşı seyircinin yansıttığı "bizim oğlan muamelesi"... Adalet Ağaoğlu mu, Oktay Arayıcı mı, Orhan Kemal mi, Haldun Taner mi, Haluk Işık mı, n'olacak, hepsi de bizim yazarımız... "Yabancı" değil, "yerli"... Kitlelerin, yerli mallarına burun kıvırarak, tepeden bakarak,
Bana sorarsanız, oyunlar için dramaturg düşünülmeyişi, büyük eksiklik! Özellikle de artık aramızda bulunmayanların oyunları için... Şu da ilginç; Ağaoğlu'nun Kozalar'ına dramaturg düşünülmüştü de
Orhan Kemal, Haldun Taner, Oktay Arayıcı için gerek duyulmamıştı nedense dramaturga... Oysa andığım yazarların oyunları için dramaturg da değil, genç oyun yazarlarını görevlendirmek içeriden katkı sağlardı herhalde. Hayır, Tersine Dünya'da, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım'da, Rumuz Goncagül'de hantallık, gereksiz şişkinlik, işlevsizlik olduğu kanısında değilim kesinlikle, hem de hiçbirinde; ama oyunların içselleştirilemeyişinin de bir nedeni olmalı, bunun üzerinde hep birlikte durmak zorunda değil miyiz sizce de?.. Kendi Oyun Yazarının Avcılığını Yapmak... Oyunların kendi içgücünü ıskalayıp bunu başka etmenlere yüklemek de bir başka eksiltici öğe. Sözgelimi dramaturgun katkısına sırt dönülürken, metnin kendi büyüselliğine duyulan inancın bir türlü yansıtılamayışı bu yönde örneklenebilir pekâlâ. Gerçekten üç klasik yazarın oyununda da müziğe gereğinden fazla yüklenilişini ben kendi payıma başka türlü açıklayamıyorum bir türlü. Öyle ya, eğer siz Orhan Kemal'de, Haldun Taner'de, Oktay Arayıcı'da oyun metninin içinde gezinen gizli müziği açığa çıkarmak yerine buna dıştan müzikle rüzgâr yaratmaya çalışıyorsanız bunun kime, ne yararı olabilir Tanrı aşkına? Adalet Ağaoğlu oyunundaki görsel bombardıman da
Öte yandan her üç oyun da iki buçuk saati aşan sahne süremiyle, seyircide, yinelenmelerle karşılaşabileceği gibisinden bir duygu oluşturacağı kaygısını göz önünde bulundurmadığını ortaya koyuyor. Nitekim Turgay Kantürk de, Taner Barlas'la Zeliha Berksoy da olanca çabalarına, takım oyununa dayalı kavrayışlarına karşın bu ağırlığın altından kalkamıyorlarsa, süredeki yayılmanın bu ağırlıkta rolünün bulunmadığı düşünülebilir mi?
Bir Türlü Uçurulamayan Yerli Kuşlarımız... Cumhuriyetin onuncu yılında bestelenen marşın kavrayıcılığına, bu kavrayıcılıktaki içselleştirmeye aradan geçen şunca yılın, yaşanan onca aymazlığın ardından ellinci, sekseninci yıllardaki marşlarda ulaşılamıyorsa eğer bir türlü, bunun faturası kime çıkarılabilir? Toplumca yitirmiş görünüyoruz heyecanımızı, ne acı. 1960'larda yaşanan, ama artık bir daha yakalanamayan tiyatrodaki o altın çağ, ne denli uzakta şimdi, ya bütün bunların üzerimizdeki ağırlığı, baskısı... Yitirilmiş heyecan, yalancı dolma ya da sarma gibi kendini ele veriyor hemen. Öyle birden ayağa kalkıvermiş gibi yapmak, dikelmişlik taslayıp omuzlan germek işe yaramıyor... Kendimizi kandırıyoruz belki, o kadar... Bu ilgisizlik Orhan Kemal'e, Halun Taner'e, Oktay Arayıcı'ya mal edilebilir mi, olası mı bu? Siz, uçsunlar diye havaya fırlattınız mı ki bu kuşları, onlardan uçmalarını bekliyorsunuz?
Bu üç yazarın oyununda rol alan oyunculara sözüm yok, öteki oyunlarda rol alanlara da... Kozalar'ın üç oyuncusu Oya Palay'ın, Ayşen Çetiner'in, Şenay Saçbüker'in, Tersine Dünya'da Levent Tülek'in, Nurhayat Atasoy'un, Mert Asutay'ın, Özden Çiftçi'nin, Zeyno Eracar'ın, Güneş K.Eren'in, Rumuz Goncagül'de Sema Keçik'in, Hasibe Eren'in, Sezai Aydın'ın, Rahmi Elhan'ın, Mahperi Mertoğlu'nun, Ahmet Özarslan'ın, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım'da Beyti Engin'in, Selin Zafertepe'nin, Tolga Gürcüler'in ve oyunda rol alan eksiksiz tüm genç oyuncuların, Bir Oyun Gibi'de Murat Uysal'ın, S.Umut Kaya'nın, İrem Akçay'ın, Özlem Çolak'ın tartımlı, dengeli, ötesinde hatta küçücük rolden, tipten karakter çıkarmaya dönük enerjileriyle yıldız gibi göz kamaştıran oyunculuklarına kim sırt dönebilir?
pe
Oysa yalnız Karakaş değil Berksoy da Kantürk de olağanüstü emek dökmüşler bu çalışmalara. Ama yine de yetmemişse söz konusu yoğun emek bu oyunları uçurmaya, bunun nedenleri üzerinde uzun uzadıya durmamız gerekmez mi?
edemiyor; kürklerini örtünmek için mi vuruyorsunuz bu yazarları?
Demek ki yerel yönetim sahneleri, yerli oyun yazarlarımızın avcılığım yapıyor bir açıdan... Onlardan yana görünüyor, ama onları seyircileriyle buluşturamıyor bir türlü. Onları önemsediğini dile getiriyor, ama önemsenmişliklerini ortaya koyamıyor, Türk tiyatrosunun var edicileri olduklarını vurguluyor, ama Anadolu ürünü fındıkta, üzümde, şunda bunda olduğu gibi, yerli oyun yazarları olarak sanatçılarımızın anlamsal ağırlıklarını bir türlü duyuramıyor seyirciye... E, o zaman insan sormadan
oyunla buluşturmadaki olağanüstü yeteneğini, sonra o genç kadronun parmak ısırtan oyunculuklarla sergiledikleri, oyunu sevdiklerini, bundan tat aldıklarını yansıtan, ağzımıza durma şurup baygınlığı salan oyunculuklarını, Turgay Kantürk'ün oyuna var gücüyle asıldığını ortaya koyan tutumunu, Hülya Karakaş'ın müthiş bir iyi niyet çabası olarak ortaya çıkan sahne plastiğini nasıl görmezden gelebilirim? Çarpıcı müzikleriyle Timur Selçuk'a, Cem İdiz'e, Tolga Çebi'ye, göz çelen koreografileriyle Nil Berkan'a, Pınar Ataer'e de sözüm yok kuşkusuz! Çevre düzenine, giysiye, ışık tasarımına emek verenlere de... Kime sözüm peki? Seyirciye! Her gün biraz daha aymazlaşan, iktidarı, ekonomiyi, toplumsal ilişkilenişleri, şunu bunu denetlemekten her gün biraz daha, biraz daha uzaklaşan seyircide kabahat! Sıradanlaşan, aynılaşarak kendini güvenceye aldığım sanan, bir örnekleşerek "gözlerini kapayıp vazifesini yapan" seyircide!
cy a
eklenebilir buna. Üstelik bunun yönetmen tarafından tasarlanmışlığı, bir başka tehlikeyi daha gösteriyor bence; işin başında yönetmen de oyun yazarıyla çatışıyor belli ki! Neden derseniz, yönetmen Hülya Karakaş'ın, metnin içgücüne olduğu denli, oyunun olağanüstü etkileyici karakterlerine de güven duymadığını ele veriyor bu tutumu. Ötesinde görsel etmenlerdeki abartı kadar kullanılan güncel şarkılar aracılığıyla yabancılaştırma değil de özdeşleyim kurulması da buna eklenebilir sanırım. Böyle olunca görsel etmenler, oyunun yeniden yeniden üretilmesini sağlamak yerine, tüketilmesine yol açıyor yalnızca.
Hayır hayır ağız dolusu bunca lafıma karşın yönetmenlere de sözüm yok! Zeliha Berksoy'un insanda saygı uyandıran yaratıcı kıvamdaki yorumunu, gençleri
Gerçekten de akrep gibisin sen ey sevgili seyirci! Yakalamışsın güvercinleri, avuçlarında sıkıştırmışsın eziyorsun onları, nefessiz bırakıyorsun; boğup öldürmüyorsun belki, ama uçurmuyorsun da!
İyi de uçamayan kuşları ne yaparlar dersin? Hiç kuşkun olmasın, Türk tiyatrosunun uçamayışmdan asıl sen sorumlusun sevgili seyirci! Hadi savur avuçların arasındaki kuşları, gökler de kendileri de bunu bekliyor zaten... Bir savursan göreceksin nasıl yükseleceklerini, göklerde süzüleceklerini bu yerli kuşların... Hadi öyleyse, bekletme görevini yap!
Toplumca yitirmiş görünüyoruz heyecanı mızı, ne acı. 1960'larda yaşanan, ama artık bir daha yakalana mayan tiyatrodaki o altın çağ, ne denli uzakta şimdi, ya bütün bunların üzerimizdeki ağırlığı, baskısı...
cy a
Orada Bir Festival Daha Var Uzakta:
Baltıc House Festivali Baltık Denizi kıyısındaki ülkelerin tiyatro toplulukla rını ağırlamak ve kültür alışverişinde bulunmak üzere başlatılmış olan festival on altı yıldır kesintisiz olarak yapılıyor.
pe
Handan Salta handan.salta@gmail.com
Bu yıl on altıncısı düzenlenen Baltık ülkeleri tiyatro festivali içinde, Uluslararası Eleştirmenler Birliği tarafından düzenlen bir konferans da yer aldı. Dünyanın farklı yerlerinden gelen eleştirmenler tiyatro eleştirisinde kuşaklar arasındaki farkı tartışırlarken ister istemez kendi ülkelerindeki tiyatronun ve eleştirinin geçmişine göz attılar. Yaşadıkları ülkenin ve rejimin gereği yasaklanan oyun yazarlarının adlan, yapımların nitelikleri değişse de tiyatronun kan kaybettiğine ilişkin kaygılar, tiyatro oyuncularının daha fazla maddi kazanç sağlayan yapımlar için televizyon ya da reklam sektörünü seçmesi gibi gerçekler birbirine benzemekteydi. Bir başka benzer nokta da eleştirmenlerin değişen kuşaklarına karşın değişmez yazgısının yazacak yer bulamamaları, ana akım medyanın tiyatro eleştirisine çok az yer ayırması, eleştirmenlik işinin çok az ya da hiç denebilecek bir gelir getirmesiydi. Yeni kuşakların tiyatroya bakışında eleştirmen ile tiyatro yapanların yaklaşımları, eski kuşak
eleştirmenlerin yeni kuşak tiyatroculara bakışı, yeni kuşak eleştirmenlerin geleneksel tarzda sahnelenen tiyatro yapıtlarına bakışı gibi çeşitli yönleriyle ele alınan, tiyatro eleştirisinde kuşak sorunu, farklı yönleriyle ve farklı ülkelerden örnekleriyle tartışıldı. Uluslararası oturumda her eleştirmen kendi ülkesinin eleştiri geçmişiyle birlikte günümüzde eleştirinin durumunu çözümledi. Konferansın ikinci günü Rus eleştirmenle uluslararası heyetin buluşması üzerine planlanmıştı ancak ne yazık ki Rus eleştirmenler bu toplantıya pek rağbet etmediler ve konuk eleştirmenler tiyatro eleştirisindeki sorunları Rus yönetmenler ve tiyatro eleştirisi öğrencilerinin oluşturduğu bir toplulukla tartışmak durumunda kaldılar. Aslında bu toplantı Rus yönetmenlerin bakış açılarım görmek açısından ilginç bir deneyim oldu. Sahneledikleri yapımların yeterince eleştirilmediğinden şikayet eden, genel provaya gelmek isteyen eleştirmenlerden rahatsız olan, yapımlarının akademik olarak pek de
cy a
Baltık Denizi kıyısındaki ülkelerin tiyatro topluluklarını ağırlamak ve kültür alışverişinde bulunmak üzere başlatılmış olan festival on altı yıldır kesintisiz olarak yapılıyor ve hem Rus tiyatrosunu hem de farklı tiyatrolara bakışı zenginleştiriyor. Aynı zamanda her yıl bir tiyatro topluluğuna verilen ödenekle bir sonraki yıl söz konusu festival için özel hazırlanmış bir oyunun sahnelenmesi de garantileniyor. Biz uluslararası eleştirmen grubunun izleyebildiği beş oyundan ikisinin Anton Çehov oyunu olması ise klasik metinlerin yeni bir çağdaş yorumunu görmek açısından olduğu kadar, Rus eleştirmenlerin Çehov'a bakışını yansıtması bakımından ilginçti. Litvanya'dan (Small Theatre) Rimas Tuminas'ın yönettiği Üç Kızkardeş ile Belçika'dan (Het Toneelhuis) Luk Perceval'in yönettiği Vanya Dayı adlı oyunlara ilişkin yapılan tartışmalarda eleştirmenler daha önceki yıllarda da üzerinde durduklarını söyledikleri bir saptamayı yinelediler; Çehov Ruslar tarafından sahnelenmeliydi, onun ruhunu başkaları anlayamıyordu! (Bu saptama naçiz yazarınıza her ne kadar "Çehov lazdur Laz kalacaktır" alt başlığıyla sahnelenen "Fişne Bahçesi" yapımını anımsattıysa da bunu orada söylemenin pek anlamı yoktu!)
pe
tartışılmadığından şikayet eden yönetmenler ürünlerinin yazılı basında fazlaca yer almamasından eleştirmenleri sorumlu tuttukları gibi anlaşılmamaktan yakındılar. Aynı zamanda akademisyen olan bir eleştirmen ise söz konusu yapımların derslerde tartışıldığını anlatmaya çalışmasına karşın sesini, iletisini yönetmenlere duyurmayı başaramadı. Genç bir Rus yönetmen ise hem eleştirmenlere hem de seyirciye öfkeliydi. Kendisinin o topraklarda anlaşılmadığına, oysa başka bir ülkede tiyatro yapması halinde başarılı ve ünlü olacağından emin olacağına hararetle inandığını belirtirken yaptığı konuşmada diyaloga kapalı olduğunu başka yönetmenler tarafından sahnelenen yapımları fazlaca izlemediğini dile getirerek göstermiş oldu. Baltic House Theatre adlı kurum içinde hem bir tiyatro okulunu hem de tiyatro salonunu barındırıyor. Tiyatro okulu kuram, eleştiri ve oyunculuk dallarında eğitim veriyor ve öğrenciler bu festivalin kendileri için oldukça yararlı olduğunu söylüyorlar. Uluslararası eleştirmenlerin dört yıldır dahil edildiği festival başladığı günden bugüne Rus eleştirmenleri ağırlamakta. Akşamlan izlenen oyunlar sabahları profesyonel eleştirmenler tarafından olduğu kadar eleştirmenlik bölümü öğrencileri tarafından da değerlendiriliyor, öğrenciler sahnelenen oyunlar konusunda görüş bildirmek için hocaları tarafından yüreklendiriliyorlar.
Festival programına seçilen bir başka oyun ise St. Petersburg'dan bir tiyatro topluluğu olan Tovstonogov Big Theatre tarafından Temur
Her yıl bir tiyatro topluluğuna verilen ödenekle bir sonraki yıl söz konusu festival için özel hazırlanmış bir oyunun sahnelen mesi de garantileni yor.
taşıdığını "sıkılarak" izledik. Yönetmenin Berlin'de ve ülkesi Ukrayna'da farklı yapımlara imza attığını ve birçok festivale davet edildiğini öğrendiğimizde de eleştirmenler grubu olarak (söyleyecek çok şey olmasına karşın) sessiz kalmayı tercih ettik. Festivalin davetlisi olan ancak uluslararası bir festival oyunu olmaktan çok müsamere kimliğiyle sunulabilecek dans tiyatrosu ise sadece uluslararası eleştirmenler grubunun göreceği son temsil olması nedeniyle bile talihsizce seçilmiş bir yapımdı. Festivalin akademik ve eğitime yönelik işlevi ise bizlerin orada olmadığı hafta içinde yoğunluklu olarak tamamlanmıştı. Konferans, seminer ve sergilerden oluşan bu programlarda konusunda uzman kişiler yer almıştı. Festivalin mali olarak nasıl kotarıldığı ise sorulacak en önemli sorulardan biriydi. Devletten, belediyeden, özel sektörden ve özellikle bir bankadan mali destek alan festival on altı yıldır varlığını sürdürebilmesini, özellikle söz konusu bankanın varlığına borçluydu. Verilen mali desteğin ardında "kara para aklama" gibi bir rivayetin dolaşmasına rağmen, festival izleyicisi her akşam temsil öncesi şampanya yerine içilen köpüklü şaraplardan, yaklaşık yirmi dolar ödeyerek gittiği temsillerden memnun görünüyordu.
cy
a
Chkheidze rejisiyle sahnelenen Schiller'in Mary Stuart adlı oyunuydu. Artaud'nun "ölü tiyatro" diye tanımladığı şeyi sahne üzerinde bir kez daha görmekten başka bir işlevi olmayan oyun üç saat on dakika sürmesiyle izleyicinin sabrını da ölçmeyi amaçlamıştı. Ancak biz deneyimli izleyiciler ilk perdeden sonra olay mahallini terk ettiğimizde, ertesi gün hiçbir eleştirmenin bu oyun hakkında konuşmayacağını biliyorduk. Ertesi gün, Avrupa'da parlayan yeni bir yıldız olarak kabul edilen Andrei Zholdak'ın yönettiği Fedra'yı izledik. Aslında festivale Kharkov'daki tiyatro topluluğuyla hazırlamış olduğu Romeo ve Juliet adlı oyunuyla katılacak olan Zholdak, Ukraynalı yetkililerin oyunu yasaklamış olması nedeniyle Romeo ve Juliet'in video görüntülerini gösterdi ve oyuncularla nasıl çalıştığını anlattığı bir seminer verdi. Ne söz konusu seminer ne de sahnelenen oyun Fedra, Zholdak'ın parlayan yıldızını ve yükselen kariyerini açıklayamıyordu. Kendisinin oldukça kışkırtıcı yapımlara imza attığım söylemesine karşın, oyunculuk ve reji tekniği açısından bakıldığında klişeleşmiş buluşları tekrar ısıttığını, gerekli gereksiz birçok yerde çıplak oyuncu kullandığını, izleyiciyi rahatsız ederken bunun düşünsel bir sürece yol açmayıp yalnızca biçimsel bir noktada kaldığını, tiyatronun olanaklarını araştırmak yerine sinemanın olanaklarını sahneye
pe
Devletten, belediye den, özel sektörden ve özellikle bir bankadan mali destek alan festival on altı yıldır varlığını sürdürebil mesini, özellikle söz konusu bankanın varlığına borçluydu.
Editör: A. Ertuğrul Timur aetimur@tiyatrodergisi.com.tr
Gençlik Cephemizde Yeni Bir Şeyler Var
a
Tönel, Tiyatro Yeniden yönetmeni-yazar Dersu Yavuz Altun idi. Panelin ardından son atölye çalışması olan Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Handan Karaadam tarafından gerçekleştirilen "Oyunculuk Atölyesi", yoğun ilgi göstermesi nedeniyle 18.00'a dek uzadı.
pe
cy
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Bölümü'nde konuk olarak bir seminer veren Prof. Dr. Michael Hofmann da gençlik tiyatrosu hakkında bizimle benzer görüşleri dile getirince, boş bir hayalin peşinden koşmadığımızı daha bir anladık ve ülkemizde bu işin öncülüğünü üstlenmekle gururlandık. Bu seminere katılmamızı sağlayan dergimizin de yayın kurulu üyesi Öğretim Görevlisi Sayın Nihal Kuyumcu'ya teşekkür ediyoruz. Semineri arkadaşımız Eda Atalay sizlere aktaracak.
Gençlik Tiyatroları dünyamızda, nihayet bir ivme başladı. Önce Bilgi Üniversitesi bünyesinde gerçekleştirilen ve "Gepgenç Festival" içerisinde yer alan Gençlik Tiyatroları Oluşumu'ndan söz edelim biraz. Gepgenç Festival Türkiye'nin her köşesinden gelen Gençlik kapsamlı sivil toplum örgütünün katılımı ile 5-10 Aralık 2006 tarihinde yapıldı. Gençler tarafından sürdürülen birbirinden çok farklı alanda ve çok sayıda gençlik örgütlenmesi çabasını görüp umutlandık. Gençlik Tiyatroları Oluşumu festivalde üç gün boyunca stand açarak kendini tanıttı, yeni üye kayıtları yaptı ve birçok ilde yapılan festivale davet aldı. Salon aktivitesine on iki ayrı lise ve üniversiteden gençler katıldı. Haliç Üniversitesi Öğr.Gör Adnan Tönel tarafından gerçekleştirilen performans atölyesiyle başlayan salon aktiviteleri panelle devam etti. Medya ve klasik eğitim kıskacındaki gençliğin daha fazla sanatla iç içe olması ve bu amaçla tiyatro dünyasına gençlere ulaşmada daha fazla görev düştüğüne dikkat çekildi. Konuşmacılar arasında bulunduğum panelin diğer konukları, Lila Düşler Tiyatrosu yönetmeni-yazar Ümit Kireççi, Öğretim Görevlisi-sanatçı Adnan
Dergimizin yayına hazırlandığı günlerde Almanya'dan Gençlik Tiyatroları konusunda yeni konuklanınız da olacak. Assitej Türkiye Merkezi'nin ve Sayın Ayşe Selen'in de katkılarıyla ülkemize gelecek olan Theater an der Parkenau üyeleri Yvonne Birghan ve Sascha Bunge ülkemizde bazı topluluklarla ortak gençlik projeleri tasarlıyor. Bu konuda geniş bilgiyi gelecek sayımızda sizlerle paylaşacağız.
Lise Ve Üniversite Topluluklarımıza Müjde Gençlik Tiyatroları Oluşumu, Ocak ayından başlayarak lise ve üniversite tiyatro toplulukları öğrencilerine ücretsiz ve tiyatronun ustalarından atölye çalışmalarına başlıyor. Taksim Piramid Sanat Merkezi, Maltepe Cimcim Spor ve Gençlik Kulübü ve Zeytinburnu Tiyatro Yeniden, bu amaç için salonlarını açtı. Pek çok tiyatro ustası da destek vereceğini açıkladı. Tüm destekçilere gençlik ve tiyatro adına teşekkür ediyor, konuyla ilgilenenlere Gençlik Tiyatroları Oluşumu internet sitesi www.genctiyatro.com'a göz atmalarını öneriyoruz. Gelecek ay yeni müjdelerle buluşmak umuduyla hoşça kalın.
Gençlik Tiyatroları Oluşumu festivalde üç gün boyunca stand açarak kendini tanıttı, yeni üye kayıtları yaptı ve bir çok ilde yapılan festivale davet aldı. Salon aktivitesine on iki ayrı lise ve üniversite den gençler katıldı. 55
Bir Gençlik Oyunu "Allattin"
cy a
Yoksunluğunu çok fazla hissettiğimiz Gençlik oyunlarıveriyorum ve çalışmalar yapıyorum. Ayrıca benim örneğini nihayet bu ay "Bir Gençlik Oyunu " vurgusu Balkan ülkeleri arasında barış elçisi olmam ve köprü ile sahnelenen Almula Merter' in yönettiği "Alaattin " kurmam düşünüldü. Tam bununla ilgili bir proje oyunuyla gidermeye çalışacağız. Ülkemizde Gençlik düşünürken Bulgaristan'dan teklif geldi. oyunu örneği göremezken Almula Merter bu oyunu Biraz da oyundan söz edebilir miyiz? Müzikal tiyatro yapmak istedik, oranın şartlarına Bulgaristan'da Bulgar sanatçıları ile sahneliyor. ve oyuncularına göre bir yol bulduk. Oyun hem Festivaller dahilinde ülkemizde de sahnelenmesi Bulgarca hem Türkçe sergileniyor. Tabii bu çok zor planlanan oyunla ilgili olarak oyunun yönetmeni oldu, çünkü çocukların bazıları hiç Türkçe Almula Merter'den bilgi aldık. bilmiyordu. Ben ilk önce bu sorunu çözmek istedim ve sahnede Bulgarca konuşmayı yasakladım. Allattin'i bir gençlik oyunu olarak sahneleme Bulgarca konuşana bir Leve para cezası getirdim. fikri nasıl doğdu? 2006 Nisan ayında Razgrad Devlet Tiyatrosu Müdürü Hatta bunun üzerine Sofya'dan bakanlık filan aramış Yüksel Çavuşev beni aradı.. Bu oyunu sahnelemek gazeteler yazdı: "Türk yönetmen Bulgarca ve benimle çalışmak istediklerini bildirdi... İlk olarak konuşmayı yasakladı" diye. Önce Türk kültürü ve dili öğrenilecek dedim. Orada yaşayan Türkler bu gelip ekiple ve tiyatroyla tanışmamı istedi. Mayıs işe bayıldı tabii. Daha sonra Sofya'da Bulgar ayında onların beş günlük bir festivaline davet edildim... Oyuncu arkadaşlarla tanıştım ve seçmeler televizyonu beni davet etti. Hoş bir program oldu. Programın sonunda, Bulgar sunuculara Atatürk yaptım... Eylül ayında provalara başladım. rozeti takmam, tiyatronun ve televizyonun telefonlarının kilitlenmesine neden oldu. Allaatin ve Sihirli Lambası'nın bir masal olduğunu düşünürsek, bu oyunun lise-üniversite gençliğinden çok ilköğretimin ikinci yarısı yani Peki biraz da Bulgaristan izlenimlerinizi alalım. Nasıl karşılandınız? Oyuna ilgi nasıl? ilk gençlik dönemini yaşayanlara hitap ettiğini Dediğim gibi bu yaptığım yasaklama ve televizyon söyleyebilir miyiz? programı çok ses getirdi. Bana inanılmaz sevgi ve Şu anda oyunumu ilkokul çağındaki çocuklardan yetmiş yaşa kadar herkes izleyebiliyor. Çavuşev'in saygıları oldu Türklerin. Onlar benim orada pek çok şeyin değişiminde önayak olduğumu söylediler. en büyük hayali, bu köprüyü kurmak ve bunu bir Orada tiyatronun içindeki pek çok kuralı da Türk yönetmenle gerçekleştirmekti. Bana mayıs ayında projenin evrensel olmasını ve herkese hitap edebilmesini istediğini söylemişti. Ben oyunu günümüze yaklaştırdım. Çok masalsı olan kısımları azalttım. Önemli olanın, insanlara dostluk ve barışın gelmesi gerektiği fikrini vurguladım. Doğu-Batı kültürü birleşti. Bunu müzik ve danslara da yansıttık, oryantal müzik de var Albinioni'nin Adagio'su da.
pe
Ülkemizde Gençlik oyunu örneği göremezken Almula Merter bu oyunu Bulgaris tan'da Bulgar sanatçıları ile sahneliyor. Festivaller dahilinde ülkemizde de sahnelenmesi planlanan oyunla ilgili olarak oyunun yönetmeni Almula Merter'den bilgi aldık.
Peki neden Bulgaristan? Ülkemizde gençlik oyunu konusunda bu denli eksik varken Bulgaristan'da bunu sahnelemenizin özel nedenleri var mı? Ben Vajina Monologları'nı sergilediğim zaman, kadın hareketleri temsilcisi beş Müslüman kadından biri seçildim. Ki, halen bununla ilgili seminerler
değiştirdim. Müdür korkuyla ve tedirginlikle karışık ama bana güvenerek her şeyi teslim etti. Oyuna ilgi çok iyiydi. Güzel tepkiler aldık. Bir çok tiyatrocu ile yaptığımız görüşmelerde lise ve üniversite gençliğine hitap edecek bir gençlik oyununun cesaret isteyeceğini dile getirmişlerdi. Çünkü gençler, çocuklar gibi süslü dekorlarla tavşan kardeşlerle ikna olmayacak metinden başlayarak güçlü bir oyun talep edeceklerdir. Siz, geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de biraz da cesaret isteyen oyunlarla gündeme geldiniz. Bu sahnedeki cesur tavrınızı bir gençlik oyunu ile pekiştirmeyi düşünür müsünüz?
Ben o oyunları yaptığım zaman bir çokları beğenmese bile çok önemli şeyler başarmış oldum. Beni eleştirenler çok oldu. Ama bunların hiç birini umursamadım. Ben bu mesleği öğrenmek için çaba harcadım. İnsanlar sadece okul bitirip, ahkam keserken ben hâlâ öğrenmeye devam ediyorum. Yeni projelerinizi öğrenebilir miyiz? Ocak sonu Devlet Tiyatroları'ndan emekli hakkım geliyor. Avrupa'da bir ülkede, bir tiyatronun sanat danışmanlığını yapacağım ve farklı ülkelerde rejilerime devam edeceğim. Şu anda Afrika'da AIDS hastası çocuklarla ilgili bir proje var. Orada bir çalışmam olacak. Bir hayalim de İran'da bir oyun sahnelemek.
Michael Hofmann'nın 'Gençlik Tiyatrosu' Söyleşisi Eda Atalay /edaatalay@yahoo.com
izlemelerini sağladığını belirtti. Ayrıca, gençlerin ufkunu açmanın önemini vurgularken tiyatronun güncel olanla, toplumla bir hesaplaşma alanı olduğunu aktardı.
a
Hoffmann'ın anlatımından, yazarların gençleri kendilerine çekmeyi düşünürken, fazla didaktik olmaktan kaçınıp, sıkıcı olmadan eğlenceli bir dil ve üslup kullandıklarını; oyunlarının temaları arasında; yalnızlaşma, anonim olma, uyuşturucu, yeni hayatlar, alkol, cinsellik, toplum tarafından dışlanmışlık gibi ögelerin yer aldığını anlıyoruz. Gençlerin sadece olumsuz konularla ilgilenmediğini, yazarlarınsa neden olumlu konulara da yönelmediğini sorduğumuz Hofmann, Almanya'daki gençlerin genel sorunlarının bunlar olduğunu, bu yüzden yazarların da bu konulan ele alındığını söyledi. Ancak, oyunların sadece sorunları göstermek için değil, gençlere sorun çözümlerinde yardımcı olmak ve umut vermek amacıyla da yazıldığını ve sahnelendiğini vurguladı.
cy
Hofmann, konuşmasında ağırlıklı olarak üç oyundan söz etti. Oyunların içeriklerine açıkça değinmeden, ele aldıkları bazı noktalardan bahsedeceğim. Volker Ludwig'in yazdığı "Lime 1" adlı oyun, hiç bilmediğimiz bir şehre gittiğimizde karşılaşabileceğimiz acımasız gerçeklikleri gösteriyor. Büyük şehirlerdeki sorunlarla karşılaşınca bulunması gereken çözümleri anlatıyor.
Dirk Dobrow'un yazdığı "Bomber" adlı oyunda, gençlerin gündelik dili kullanılıp, boş zamanlarını nasıl geçirdikleri üzerinde duruluyor. Oyun cinsellik ve uyuşturucuyu konu aldığı için, önce oyunlara öğretmenler davet ediliyor ve oyunları sınıfta oynatıp oynatamayacakları soruluyor. Eser, provokatif içeriğe sahip olsa da okullardan kabul görüyor ve sınıflarda oynanıyor. Çünkü cinsellik ya da uyuşturucu konularını içeren oyunların sınıflarda oynanması daha etkili. Öğrenciler başlangıçta utanıyor ve oyunla ilgili yorum yapamıyorlarsa da onları rahatlatmak için empati kurmaları isteniyor. "Kızlar erkek gibi yürüsün, erkekler de kızlar gibi yürüsün" gibi küçük oyunlar oynuyorlar.
pe
Türkiye'de gençlik tiyatroları kültürünün oluşması için önemli bir uğraş veriyoruz. Attığımız büyük adımlardan biri de, Bilgi Üniversitesi'nin düzenlediği GepGenç Festivali oldu. Festivalde düzenlediğimiz panel giderek daha çok büyüdüğümüze işaret etti. Adnan Tönel, Dersu Yavuz Altun, Ertuğrul Timur ve Ümit Kireççi'nin konuşmacı olarak katıldığı panel "Medya ve eğitim sisteminin gençleri tiyatroya ne kadar yönlendirdiği" ve "Gençlik tiyatrolarının amacı nedir?" soruları üzerine yoğunlaştı. Gençlik oyunlarına en çok ihtiyaç duyulan ülkelerden birinde yaşıyoruz biz!
Bir yandan da "Dünyadan Gençlik Tiyatroları" başlığında araştırmalarıma devam ediyorum. Araştırırken belli zorluklarla karşılaştığımı, çocuk tiyatrolarının gençlik oyunlarından daha fazla olduğunu her defasında vurguluyordum. Fakat bu ay bir şans yakaladım ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde düzenlenen, Prof. Dr. Michael Hofmann'ın "Gençlik Tiyatrosu" üzerine konuştuğu söyleşiye katıldım. Hofmann, konuşmasında gençlik tiyatrolarının tarihine kısaca değindikten sonra, Almanya'daki okullarda son yıllarda çocuk ve gençlik edebiyatının okutulmaya başladığını belirtti. Bunun en büyük nedenlerinden birinin de okullarda okunan klasik edebiyat türlerini gençlerin daha zor algılaması, gençlerin okumaktan uzaklaşması olduğunu vurguladı. Hofmann, "Gençlik edebiyatı gerçekliği konu alıyor ve gençler de kahramanlarla kolay özdeşleşebiliyor" dedi. Almanya'da uzun bir gençlik tiyatroları geleneği olduğunu vurgulayan Hofmann, artık gençleri hedefleyen tiyatro oyunları yazıldığını, çünkü onların yetişkinlerin oyunlarına gitmekten çekindiklerini, yetişkin oyunlarında dil engeli ile karşılaştıklarını vurguladı. Gençlik oyunları izleyerek tiyatro izlemeye başlamalarının, klasik oyunları daha rahat
Hofmann'ın söz ettiği oyunlardan sonuncusu, Lutz Hübner'in yazdığı "Ehrensache" adlı oyun. Farklı kültürlerden iki kız, iki erkek genç birlikte seyahate çıkar. Kızlardan birisi bir otoparkta ölü, diğeri de aynı yerde yaralı bulunur. Cinayete, genç erkeklerden birisi sebep olmuştur. Tematize edilen ana sorun, birbirleriyle iyi anlaşan kişiler arasında ölüme yol açan tartışma konusu nedir, nasıl böyle bir duruma gelinebilir? Oyunda olayı gençlerle konuşarak çözmeye çalışan bir polis psikoloğu var. Bu oyunun sahnelenmesindeki en büyük etken, Almanya'da son yıllarda ahlaki nedenlerle insan öldürme vakalarının artması. Oyunda cinsler arası sorunlar, farklı kültürlerdeki insanların farklı davranışlar sergilemeleri gibi konulara dikkat çekiliyor. Katıldığım için şanslı olduğumu hissettiğim söyleşinin sonunda, Hofmann "Gençlik tiyatrosu çok güzel ve gençleri ilgilendiren konularla hesaplaşıyor. Günceli koruyan, gençleri, birlikte düşünme anlayışının içine alabilecek, farklı davranış biçimlerine yönlendirebilecek gençlik oyunları, gençleri tiyatroya ısındırıyor ve hazırlıyor" diye konuştu.
Hofmann, konuşma sında gençlik tiyatrolarının tarihine kısaca değindikten sonra, Almanya'da ki okullarda son yıllarda çocuk ve gençlik edebiyatının okutulmaya başladığını belirtti.
Huzursuz Seyirci
Ölümler, Cinayetler, Katiller! huzursuz@tiyatrodergisi.com.tr
Sevimli okurlarım! Sizlerle buluşmamızın altıncı yılımızı da bitirdik şükür. Bu sezon da, gücümüz elverdiğince "bu şehri-stanbulun" oyunlarını izleyip, huzurumuzu kaçıranları sizlerle paylaşacağım, editörümüz yazılarımı dergiye koyarsa. Sezon açılışından çok önce yazdığım bir repertuvar yazısı her nedense güme gittiğinden azıcık sitem ediyorum burada.
a
Ekim ayının ilk günü, yani sezonun ilk günü apar topar DT'nin AKM açılışına yetiştim. "Mozart'ın Ölümü" oyunu vardı. Aman pardon, bu tanım benim değildi. Aslında yazmışım bir kenara, neymiş oyunun adı, hah "Amadeus". Evet, bu çok kalabalık (45) oyuncu kadrosuna sahip oyun, bilindiği gibi Mozart'tan çok Salieri'nin dramı. Neyse içeriği, oynanışı bu yazının konusu değil. Pek güzel kostümler, idare eden dekorlar vardı. Gözümüz şenlendi derken, bir de baktım, o da ne? Koskoca Avusturya İmparatoru Franz-Joseph'in salonundaki piyanosunun pedalı yok. Amaniiin, bu Mozart bu piyanoda nasıl çalacak diye düşünürken ben, çaldı adam, hem pedalsız hem de piyanonun kapağını açmadan. Siz hiç konserlerde kapağı kapalı piyano çalındığını gördünüz mü? Yoksa o zamanlar adet öyle miydi? Koskoca imparatora arkası dönük oynamak da, üstelik kraliyet erkanı da sahnedeyken, nasıl bir düşünce? Aslında Anamur Hoca bunu yazmış, ben yazmasam da olurdu ya...
cy
Bu sezon hem DT, hem İBBŞT büyük ustanın aynı oyununu çalışmış. Karşılaştırmalı tiyatro dersi olsun diye mi? Üstelik de kaba komedi "Bir Yaz Gecesi Rüyası"nı. DT Can Usta'nın çevirisini "Bahar Noktası" olarak oynuyor. Diğeri "Yaz Gecesi Rüyası", daha çıkmadı, onu da izleriz inşallah. Can Yücel çevirisi manzum. Ne var ki, arada bir çarpıyor kafiyeler kulağımıza, ne Shakespeare tadı veriyor, ne Can Yücel. Ama Mustafa Uğurlu'nun neredeyse Yandım Ali tiplemesi de, sevimlilikten çok uzak. Eh yönetmen tiyatrosu olunca, ne desek boş.
pe
Bu sezon hem DT, hem İBBŞT büyük ustanın aynı oyununu çalışmış. Karşılaştır malı tiyatro dersi olsun diye mi? Üstelik de kaba komedi "Bir Yaz Gecesi Rüyası"nı.
İBBŞT'nin Azeri yazar Elçin'in oyunu "Yıldızlar Altında Cinayet'i de cinayet hani gerçekten. Fondaki "yıldızlı semalar" da, "Bahar Noktası"ndakinin aynı. Bol bol duman da püskürtülüyor yerli yersiz. Butafor yumurtalar da yamru yumru. Azeri tavukları öyle mi yumurtlar acaba? Alüminyum folyoya sarılıp güya yeni açılıyor havası verilen "şampanya" şişesi, ki üstünde "sekt" yazıyor (köpüklü şarap demektir, şampanya değil) en önde oturunca sapsarı rengi çok göze batıyor. İki buçuk saatlik cinayetin -aman oyunun diyecektim- sonunda, ben pek neler olduğunu anlayamadım. Salondan yükselen horultu sesleri oyuncuların konuşmalarını bastırıyordu. Oyunun akıcı Türkçe'yle olması, tanıtım kağıdına çeviren kim acaba diye bakmama neden oldu. Çeviren adı yoktu ama anladım ki sevgili H.Zafer Şahin, Azeri Türkçe'siyle boğuşmuş, pırıl pırıl bir metin çıkarmış. Bu arada Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi de mükemmel, iki yüz on altı koltuklu, döner sahneli harika bir yer olmuş. İBBŞT yönetimi kutlamak üzereydim ki, WC'de erkekler tuvaletinde pisuvar olmadığını, bütün kabinlerin de alaturka olduğunu fark ettim, huzursuz oldum. Kadınlarınkine bir tane koymuşlar nasılsa. İBBŞT'nin "Kozalar" oyununu dört-beş kez başka topluluklardan izlediğim için, artık gitmeye gerek görmedim. Ne var ki elime oyunun tanıtım broşürü geçti. Karıştırırken arka sayfasındaki şu yazıya takıldım: " Hiç kimse unutulmayacak. Türk Edebiyatının usta kadın yazarı Adalet Ağaoğlu'nu unutmadık!". Allah gecinden versin. Yoksa benim haberim olmadan Adalet Hanım'a bir şey mi oldu? Ben nasıl duymadım, hayret! Böyle cümleler yaşayanlar için de mi kuruluyor artık? Ne cahil kalmışım ben yarabbi!
Çocuk tiyatrosu
Editör: Nihal Kuyumcu nihalkuvumcu@vahoo.com
Le Theatre Maat'tan Meleğin Atlayışı
pe
cy a
Çocuk Tiyatrosunda Hareket...
Bu ay yine Belçika gezimize devam ediyoruz. Le theatre Maat'ın sahnelediği "Meleğin Atlayışı" isimli oyunumuz, gökyüzünde bulutların üstünde geçiyor. Sahne açıldığında mavi fon üstünde pamuklardan oluşturulmuş bulutlarla kaplı bir dekorla karşılaşıyoruz. Derken sahnenin iki yanından bir kadın, bir de erkek kocaman kanatlan olan iki melek, ellerindeki keman ve trombon çalarak sahneye girerler. Önce birbirinden bağımsız, birbirinden habersiz olarak çalarken giderek birbirlerinin farkına varırlar. Karşılıklı olarak enstrümanlar aracılığıyla, aralarında sözlü diyalog varmışçasına oyun gelişir ve sürer. Oyunda zaman zaman soru cevap, zaman zaman şiddetli anlaşmazlıklar, tartışmalar zaman zaman da hüzünlü melodilerle oyuncuların birbirlerine kur yaptıkları on-on beş dakikalık bu süreç, romantik bir düetle sonlanırken yerde beyaz pamukların arasından küçük bir kız çocuğu beliriverir.
Artık mutlu bir aile var sahnede, yaramaz küçük kızlarını büyüten, onu koruyan ona ninniler çalıp uyutan, ilk adımlarını atarken gösterdiği gayreti sevgiyle izleyen bir aile. Bir süre sonra küçük kıza anne bir küçük keman verir. Kız çalmaya çalışır, garip sesler çıkarır, anne baba sabırla öğretmeye çalışır. Küçük kız sıkılır istemez, yine de uğraşırlar. Derken kızın çok güzel bir sesi olduğunu, güzel şarkılar mırıldandığını fark ederler. Aile üçlü olarak keman, trombon ve küçük kızın sesiyle mutlulukları tamamlanmıştır. Bir gün anne baba küçük kıza bir hediye paketi verirler, küçük kız heyecanla paketi açar içinden bir ceket çıkmıştır. Çok sevinen kız onu giyinir -trambolinden yapılan pamuklarla kamufle edilen bulutun üstünde- büyük bir sevinçle hoplar zıplar taklalar atar, ama birden bir şeyi fark eder; onun anne babası gibi kanatlan yoktur. Buna içerler, kızar. O da onlar gibi kanat ister. Anne baba ikna
Le theatre Maat'ın sahnelediği "Meleğin Atlayışı" isimli oyunumuz, gökyüzünde bulutların üstünde geçiyor.
59
etmeye çalışsa da boşuna, küçük kız çok kızgındır. Gece olup anne baba uyuyunca kız evi terk eder. Bulutun kenarına çıkar atlar ama uçamaz, bulutun kenarına tutunur kalır. Anne baba yerlerinden fırlar kızı kurtarırlar ve çok kızarlar. Trombonun ve kemanın öfke dolu sesinden küçük kız ne yapacağını şaşırır. Bir süre sonra küçük kızın kanatlan çıkar ve anne baba artık istediği yere gidebileceğini söyleyerek küçük kızı uğurlarlar.
ifade eder, tartışılır. Çocuk tiyatrosunda hareket sözden önce geliyor. Çocuklar pandomime dayalı bir oyunu söze dayalı oyundan daha büyük bir ilgiyle izliyorlar. Bu oyunda da müziğin ritmi ile mimik ve jestler arasındaki bağlantı, çocuk seyirciyi sahneye bağladı.Trombonun hüzünlü melodisine kemandan gelen yanıt, kemanın çaçaron, kavga eden sesi karşısında trombonun sakin, ağır melodileri ile çalanın alttan alan, karşısındakini yatıştırmaya çalışan tavrı, küçük kızın yetişme sürecinde anne babanın sevgi dolu sözleri, öfkeli hareketleri bir nota Oyunun baştan sona bir çizgi takip etmesi, tanesinde seyirciye ulaşması, üç yaşından itibaren değişimleri, dönüşümleri somut olarak göstermesini tüm insanların keyifli bir kırk beş dakika olumlu bir özellik olarak görsek de melekler arasında, geçirmelerini sağlıyor. gökyüzünde geçmesi günümüz çocukları için ne
AST'ın Yeni Oyunu
Kitap Kurtları Hep Kitap Mı Yer? Hanife Benzer / hanifebenzer@yahoo.com
pe
cy
a
eski yemek tarifi kitabını hatırlıyor ve kitabını aramaya gidiyor, insanlar unutabilir ama kitaplar Perdeyi aralayarak, elinde büyük kepçesiyle asla unutmaz, mesajını vererek... Aşçının bodrum görünüveriyor aşçı. Başlıyor muhallebi yapmak kata inmesiyle açılıyor perde ve çocuklar kitaplar istediğini anlatmaya. Aşçı muhallebi yapmaya karar âleminde kısa bir gezintiye çıkıyor. vermiş de muhallebiyi uzun bir zamanın ardından yapmak isteyince, tarifini unutuvermiş. Düşünüyor, Aşçı bodrum katta aramaya koyuluyor, yemek tarifi düşünüyor, ama bir türlü hatırlayamıyor muhallebinin kitabını. Tozlu kitaplar arasında buluyor kitabını da, nasıl yapıldığını. Sonra birden bodrum kata indirilen tam o sırada bodrum katta yaşayan kitap kurtları
çıkıveriyor karşısına. Ama bu karşılaşma, kâğıt yiyerek bodrum katta yaşayan kitap kurtlarını, yaşadıkları yerden ayrılmaya mecbur ediyor. Bodrum kattan üzülerek ayrılan kitap kurtları, bu sefer başka bir evin tavan arasındaki kitapların arasına yerleşiyorlar. Burada da, uzun süredir tavan arasında yaşayan yaşlı kitap kurduyla karşılaşıyorlar. Böylece kitap kurtlarının serüvenleri; masal, şiir, tarih ve macera kitaplarındaki kahramanlara dönüşerek devam ediyor.
Oyunda üç-on iki yaş sınırı belirtilmiş. Fakat yaş grubunu göz ardı eden söylemlere de yer veriliyor. Büyük yaş grubundaki çocukların bile anlamakta zorlanacağı türban ve meclis gibi kavramların kullanılması ne derece uygundur? Çok etkili bir eğitim aracı olan tiyatroda, çocuklarımızı kendi tartışmalarımızın odağındaki kavramlara maruz bırakmaya hakkımız var mı? Ayrıca, oyunun içinde "kitap kurdu"nun ne anlama geldiği etkili bir şekilde açıklanmış olsaydı, küçük yaş grubundaki çocukların, "Kitap kurtları hep kitap mı yer?" sorusu yanıtlanmış olurdu. Bu da çocuk oyunlarında oyunun merkezinde bulunan kavramların etkili bir biçimde açıklanması, kullanılan kavramların belirlenen yaş grubuna uygun olması ve çocukları ilgilendirmeyen mesajların araya sıkıştırılmaması gerektiğinin işaretidir. Oyun biterken oyunculardan birinin e-posta adresi vererek, çocuklardan oyunla ilgili düşüncelerini yazmalarını istemesi oyunun uzantısı mı, yoksa gereksiz bir eklenti mi? Çocukların tepkileri yeterli değil mi ve bu yaş grubundaki çocuklardan böyle bir şeyin istenmesi uygun mu? Yoksa asıl öğrenmek istedikleri, yanlarında bulunan büyüklerin oyun hakkındaki düşünceleri mi?
a
Oyun, kitapların hayatımızda çok önemli bir yeri olduğu mesajı etrafında gelişiyor. Küçük yaşlarda okuma alışkanlığının edinilmesi gerektiği vurgulanırken; kitapların bazılarının zararlı olabileceği, okunmaması gerektiği de hatırlatılıyor. Gelişigüzel okunan her türlü kitabın çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkileyebileceği üzerinde duruluyor. Oyunun vermek istediği diğer bir mesaj da, ebeveynlerin çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırırken, seçici olmaları ve çocuklarının yaşına uygun kitaplar seçmeleri konusunda. Sırf kitap okusun diye her türlü kitabın çocuğun önüne konulması, çocuğa okumayı sevdirmek yerine, çocuğu okumaktan uzaklaştırabilir.
sahnede de görme imkânı bulan çocuklara, mesajlar somutlaştırılarak aktarılıyor. Zararlı kitap sayfası yiyen kitap kurdunun, olumsuz davranışlarda bulunan kitap kahramanına dönüşmesi; daha sonra da yararlı kitap sayfası yiyerek olumlu davranışlar göstermesi, buna örnektir.
cy
Bu mesajları danslarla, müziklerle etkileyici bir şekilde çocuklara aktaran oyuncular, çocukları bilgilendirirken, eğlendirmeyi de ihmal etmiyorlar. Oyunculukla birleşen danslar ve müzikler çocuklara neşeli dakikalar yaşatıyor. Dans ve müzik gibi dekor ve kostümde de son derece başarılı olan tiyatro ekibi, çocukları eğlendirerek öğretme amacına yönelik hizmet ederken, çocukların öğreniminde görselliğin önemini göz ardı etmiyor. Duydukları mesajları
pe
Ufak tefek sorunlar olmasına karşın yarınlarımıza kitap kurtları yetişmesi açısından, çocuklarımızın görmesi gereken önemli bir oyun!
Yeni Çocuk Oyunları Kahramanlar Kumpanyası Şahin Şeker, Okay Şenol. Tiyatro: Mask-Kara Tiyatrosu "İçinde bulunan oyuncunun canlandırdığı çöp tenekesinin, Yazan-Yöneten: Nazif Uslu piknik alanındaki çöp sorununu ve kendi hayatını anlatması, Müzik: Y. Murat Bişgen piknik alanına gelen bir ailenin gürültüsüyle yarım kalır." Dans Düzeni: Birsen Durmazkeser Sahne ve Giysi Tasarımı: Nurhan Tanrıverdi Oyuncular: Nazif Uslu, Cenk Şengül, Tuğba Ogüç, Bayram Şekerci, Onur Uçar, M. Sadık Varsak, Cem Gök, Nurhan Tanrıverdi, Naz Sağlam, Aydın Yankaş. "Bilinmeyen bir diyarda bilinmeyen bir yerde bilinmeyen bir köyde köylüler ve Keloğlan yaşarmış. Köy halkı ektikleri biçtikleri ürünleri hasat zamanı neşe içersinde toplarken bilinmeyen bir sırça köşkün elçisi vergi memuru olarak Hacivat gelir, sırça köşkün buyruğunu açıklar. Vergilerin iki katına çıktığını köylülere duyurur. Sırça köşkteki dev ürünlerin yarısına el koyar." Ben Çöp Değilim Tiyatro: Tiyatro Alkış Yazan-Yöneten-Müzik: Oktay Şenol Sahne Tasarımı: İ.Ümit Erzurumlu Giysi Tasarımı: Kulis Kostüm Oyuncular: Burcu Saraçoğlu, Bülent Aksu, Başak İleri, Tan Güneş, Fuat Mete, Abdullah Özdemir, Taylan Erler,
Oyun, kitapların hayatımızda çok önemli bir yeri olduğu mesajı etrafında gelişiyor. Küçük yaşlarda okuma alışkanlığı nın edinilmesi gerektiği vurgulanır ken; kitapların bazılarının zararlı olabileceği, okunmama sı gerektiği de hatırlatılıyor.
81. Cadde 14. Bina 2 Numaralı Daire Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Erdi Mamikoğlu Yöneten: Özgür Erkekli Sahne Tasarımı: Nurettin Özkönü
Giysi Tasarımı: Mihriban Oran Işık Tasarımı: Ayhan Güldağları Oyuncular: Gönen Bozbey, Habibe Merih Atalay.
Ay, Carmela Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: Jose Santis Siniterra Çeviren: Yalçın Baykal Yöneten: İbrahim Şahin
Kanlı Nigar
pe cy a
Tiyatro: Ankara Devlet Tiyatrosu Yazan: Sadık Şendil Yöneten: Kazım Akşar Sahne Tasarımı: Sertel Çetiner Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan Müzik: Cem İdiz Dans Düzeni: Yener Turan Oyuncular: Unsal Coşar, Adviye Öztürk,
Giysi Tasarımı: Tülay Kale Işık Tasarımı: Ali Karaman Oyuncular: Ceyhan Gölçek, Turan Günay
Erkan Alpago, Mert Tanık, Mehtap Öztepe, Filiz Yiğitbaşı, Yavuz Köken, Mehmet Ali Toklu, Ali Fuat Davutoğlu, Simgem Baykara, Gülnur Kokmaz, Uygar Taylan, Irmak Ergenoğlu, Beril Demir, Zeliha Karakoca, Gökçe Demiröz, Gülşah Tarım, Emel Ahu Bora, Ferudun Aygınlı, Ali Şar, Ümit Kiremitçi, Ayla Kaymak. Orkestra: Ahmet Yaldız, Fevzi İpteş, Ahmet Balamir, Fethi Günçer, Adnan Yıldırım, Haluk Kılıç, Osman Kurtuluş.
Bir Evlenme Teklifi - Ayı
Tiyatro: Bursa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Yazan: Anton Çehov Çeviren: Yılmaz Gruda Yöneten: E. Ertan Akman
Giysi Tasarımı: Ayperi Kaskan Sahne Tasarımı: E. Ertan Akman Oyuncular: M. Eren Topçak, Sabahattin Yakut, Müge Açıkdüşünenler, Nilgün Türksever Görgü, Altuğ Görgü, Bülent Uçar.
Düğün Şarkısı
Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu Yazan: Civan Canova Yöneten: Işıl Kasapoğlu Sahne Tasarımı: Hakan Dündar Giysi Tasarımı: Funda Çebi Işık Tasarımı: Zeynel Işık Müzik: Alper Maral
Oyuncu: Şebnem Doğruer "Hayat sizin hayallerinize rağmen çıkıp gelen şeydir, diyor bir bilen... Düğün Şarkısı, bunu unutanlar, hiç bilmeyenler ve buna inanmak istemeyenler için çalıyor bu kez."
Tersine Dünya Tiyatro: Bakırköy Belediye Tiyatroları Yazan: Orhan Kemal Uyarlayan: Mustafa Gültekin Yöneten: Turgay Kantürk Sahne Tasarımı: Ayçın Tar Giysi Tasarımı: Gönül Sipahioğlu Işık Tasarımı: Murat İpek Dans Düzeni: Pınar Ataer Müzik: Tolga Çebi Oyuncular: Gül Onat, Levent Tülek, Nurhayat Atasoy, Diğdem Germen Aydın, Mert Asutay, Özden Çiftçi, Zeyno Eracar, Gülce Uğurlu, Güneş Kozal Eren, Alican
Yücesoy, Ali Rıza Kubilay, Muhsin Kurtaran, Tuğçe Kıltaç, Füruzan Aydın, Yelda Baskın, Esra Pamukçu, Görkem Zeynep Gönülşen, Şirin Çağlar Taşpınar, Gülru Pekdemir, Önder Bulut, Doğacan Taşpınar, Mehmet Rıza Leki, Tugay Mercan, Muhammet Çakır "Oyunda erkek ve kadın rollerinin yer değiştirdiği bir dünyada sınıf adamak için zengin eş arayan erkekler, üçkâğıtçılıkla kısa yoldan para kazanmaya çalışan serseri kadınlar gösteriliyor."
Bir Mutfak Masalı Tiyatro: Bakırköy Belediyesi Ş. Tiyatroları Yazan: Kerstin Specht Çeviren: Sibel Arslan Yeşilay Yöneten: Emre Kınay Sahne Tasarımı: Ali Yenel Giysi Tasarımı: Ayçın Tar Oyuncular: Ayşe Demirel, Edip Saner, Elif Ürse, Emre Kınay, Savaş Akova, Ali Aziz
Çölok, Defne Şener Günay, Ulaş Suphi Bakır "Bayan Ulla 'nın ölmekten başka çaresi kalmamıştır, tam aldığı uyku haplarını yutacakken sular kesilir. Bu sırada kapıdan içeri genç bir adam girer ve kadının hayatı birden değişiverir."
Çiğdem Altuğ, Ecren Can
pe cy
Tiyatro: Eskişehir B.B. Şehir Tiyatroları Yazan: Neil Simon Yöneten: Özer Tunca Sahne Tasarımı: Murat Gülmez Giysi Tasarımı: Tülay Kale Oyuncular: Sermet Yeşil, Gonca Yakut,
a
Büyük Aşıkların Sonuncusu
Anna Karenina Tiyatro: Kent Oyuncuları Yazan: Tolstoy Çeviren: Cevat Çapan Yöneten: Mehmet Birkiye Giysi Tasarımı: Canan Göknil Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Işık Tasarımı: Cem Yılmazer Müzik: Deniz Sever Dans Düzeni: Cihan Yöntem.
Tuhaf Bir Aile Tiyatro: Müjdat Gezen Tiyatrosu Yazan-Yöneten: Müjdat Gezen Sahne ve Giysi Tasarımı: Leyla Gezen Dans Düzeni: Hülya Aksular Müzik: Meltem Taşkıran Orkestra: Kemal Çokşen Dansçılar: Yiğit Beşli, Orhan Üstündağ Oyuncular: Begüm Doğan, Can Bana, Enis
"Oyun, Barney Chasman'ın rutin hayatının bir gününü olsun değiştirebilmek için yaptığı kaçamakların komik öyküsü anlatılıyor."
Oyuncular: Yıldız Kenter, Hakan Gerçek, Yeşim Koçak, Cüneyt Türel, Engin Hepileri, Demet Evgar, E. Altan Düzyatan, Sibel Taşçıoğlu, Osman Sonant. "Yakıcı tutkulara sahip bir genç kadındı Anna. Bir yandan da hayalleri olan herhangi bir kadındı. Ama yaşadığı toplum belki de özgürlüğe, aşka, özellikle de kadınların özgürlüğüne hiçbir zaman hazır olmayacaktı."
Arıkan, Ercan Bostancıoğlu, Erdoğan Tuncel, Evin Esen, Ferdi Merter, Gözde Altuner, Gül Saylavi, Kemal Kuruçay, Meltem Taşkıran, Okan Metin, Serhat Özcan, Ümit Yesin, Yavuz Şeker "Oyun, alaturka ailelerde görücü usulü ile kız istemeyi komik bir dille anlatıyor."
Aşkın Karın Ağrısı Tiyatro: Tiyatro Anadolu Yazan-Yöneten: Mustafa Sekmen Giysi Tasarımı: Seçil Tekin, Duygu Özgül Işık Tasarımı: Hüseyin Tokyol
Oyuncular: Arif Pişkin,Yonca Ender Sekmen Dans Düzeni: Ahmet Şamil Erkoçak, Yonca Ender Sekmen, Arif Pişkin
Barut Fıçısı
Durmuş, Özlem Şahin, Zeki Kamber, Murat Bektaşoğlu, Nuray Yeşilaras, Yunus Emre Bayraktar, Ersoy Topçu, Hakan Poyraz, Cemil Bektaş, Meltem Ateş, Ebru Kaplan, Erol Karataş, Erkan Yüce, Levent Pehlivan, Hakan Urcu, Nevzat Özer, Kenan Mumcu, Onur Şirin, Mahmut Mutaf, Davut Eyüboğlu, Kültigin Küçük.
Tiyatro: Trabzon Şehir Tiyatrosu Yazan: Dejan Dukovski Çeviren: Bilge Emin, Yıldıray Şahinler Yöneten: Mesut Yüce Sahne Tasarımı: Adnan Akyüz, Ali Kemal Durmuş Işık Tasarımı: Nihat Bahar Giysi Tasarımı: Sefer Çağlar Oyuncular: Adnan Akyüz, Ali Kemal
"Oyunda, Yugoslavya iç savaşının toplumda ve bireyde yarattığı travmatik etkiler, belgelere dayanarak anlatılıyor."
Kamucan Yalçın Viyola: Güneş Özgeç Oynayan: Mahir Günşiray
Tiyatro: Tiyatro Oyunevi-Theater Rast Yazan: Hasan Ali Toptaş Yöneten: Celil Toksöz Sahne Tasarımı: Claude Leon Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Müzik Direktörü: Alper Maral- klarnet
"Yalnızlıklar, Hasan Ali Toptaş 'ın şiirsel metninden yola çıkılarak sahneye uyarlanan yalnızlık temasının çok farklı yönleriyle ele alındığı, sözün ve müziğin buluştuğu teatral bir oyun "
cy a
Yalnızlıklar
Güllü
pe
Tiyatro: Sadri Alışık Tiyatrosu Yazan: Atıf Yılmaz Yöneten: Aliye Uzunatağan Sahne Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Giysi Tasarımı: Çolpan İlhan, Faruk Saraç Müzik: Yücel Arzen Dans Düzeni: Radif Kaygısızel
Oyuncular: Kerem Alışık, Burcu Kara, Bilge Zobu, Atacan Arseven, Tanju Tuncel, Ali Başar, Parkan Özturan, Ömer Duran, Şeniz Kurultay, Nihan Sevinç, Murat Özen, Derviş Tezcan, Duygu Yıldız, Elif İdiz, Emin Aydın, Gökhan Atasoy, Mehmet Işık, Neslihan Bulut, Onur Özaydın, Sinem Çatalbaş, Yücel Yüksel, Ömer Faruk Yıldırım, Ali Aktaş, Birsu Demir
Kendine Ait Oda, No: 104 Tiyatro: Lush Tiyatro Yazan-Yöneten: Emre Koyuncuoğlu Dekor Tasarımı: Elif Özdemir Giysi Tasarımı: Fulya Tekin Oyuncu: Güliz Gençoğlu
"Oyun bir kadının otele giriş yapmasıyla başlar. Kadın odasına çıkar ve çantasını açıp, odaya yerleşir. Çantasını açıp odaya yerleşmeye başladığı an, oyunumuz çoktan başlamıştır..."
Ders (Eugene lonesco'nun Ders ve Sandalyeler isimli eserinden) Tiyatro: Tiyatro Işık Uyarlayan: Ayşe Burcu Eren Yöneten: Murat İpek Sahne ve Giysi Tasarımı: Onur Uğurlu Müzik: Murat Bavli
Oyuncular: Ayşe Burcu Eren, İbrahim Can "Ders, anlamsız bir dünyada şaşkınlık içinde sürüklenen, çaresiz bireyler arasındaki iletişimsizliği gözler önüne seriyor."
a
cy
pe
KültürSanat / Söyleşi
Candaş Müzikal:
Ebru Seyhan
cy
a
"Opera müziğin zirvesidir, biz halkı bu zirveye ulaştıracak köprüyüz"
pe
Bu sayımızda, Devlet Opera sanatçısı Nuri Candaş tarafından 1999 yılında kurulan Candaş Müzikal Grubu 'nu tanıtmak istiyorum sizlere. Opera, operet, müzikal eserler seslendiren grup, geçtiğimiz Aralık ayında gerçekleştirilen Tiyatro Ödülleri 2006 töreninde sahne aldı ve davetlilerin büyük beğenisini kazandı. Candaş Müzikal Grubu'nun her bir üyesi, günlük yaşamında farklı mesleklerle uğraşıyor. Aynı zamanda müzik eğitimi almış bu insanlar, hafta sonları ya da akşamları buluşup müzik yapıyorlar. Ancak onlar, profesyonel bir topluluk. Ya da kendi deyimleriyle, "amatör olmak için, hiçbir bahaneleri yok" Amaçları, "halkı operaya ısındırmak" yani, operalar ile halkın buluşması sürecinde bir geçiş alanı yaratmak. Proje bazında sayıları değişen grubun bu yılki konser
ekibi şu isimlerden oluşuyor: Burcu Bal (Viyola), Başak Elkutlu (Viyola), Şirin Kasmalar (Viyolonsel), Erol Çapa (Tenor), Faruk Vatan (Tenor), Naile Ilgaz (Piyano), Onur Monkul (Piyano). Grubun tenorları Erol Çapa ve Faruk Vatan ile Caddebostan Kültür Merkezi'nde verdikleri konser öncesi, Candaş Müzikal'i konuştuk. Önce sizi tanıyalım. Erol Çapa - 1967 İstanbul doğumluyum. Çocukluğumda ailemin ısrarları üzerine müziğe başladım. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde yüksek mühendislik öğrenimi gördüm. Sonrasında, uzun yıllar müzikle uğraşmanın getirdiği birikimi akademik hale getirmek
KültürSanat / Söyleşi
onun yanında. On iki yaşındaki bir çocuk bile sahneye çıkabiliyordu onun çalışmalarında. Böyle bir atmosfer oluştu. Bu çalışmalardan o kadar çok zevk alıyorduk ki, bize psikolojik olarak rahatlatıcı bir seans gibi geliyordu. Şan yapıyoruz, yani bağırıyoruz; aynı zamanda stres atıyoruz ama bir şey de öğreniyoruz, üretiyoruz. Önce 'Sevil Berberi'ni vodvil haline getirdik oynadık. Sonra 'Mutlu Prens' çocuk operasını sahneledik. Konserlerimiz değişik zamanlarda oluyordu. Bizler ürettikçe birbirimize bağlandık. Gruba yeni arkadaşlar alındı. Bir süre sonra grup kültürü oluştu tabii.
cy a
Şu anda kaç kişi var Candaş bünyesinde? Faruk Vatan - Proje bazında sayımız değişiyor. Konserleri; iki tenor, iki piyanist, üç yaylı olarak veriyoruz. Bu yıl konserleri bu şekilde götüreceğiz ancak daha büyük çaplı projelerde diğer arkadaşlarımızla da sahneye çıkacağız.
pe
istedim. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera ve Sahne Sanatları Bölümü'ne girdim ve bitirdim. Profesyonel iş yaşantımda mühendislik yaparken diğer yandan da müzik devam etti. Hobinin çok daha ilerisindeydi müzik benim için. Bu arada TRT çok sesli gençlik korosunda ve üniversitenin korolarında sürekli bulundum. Konserler verdik. 2000 yılında Candaş Müzikal oluşumuna katıldım. Rahmetli hocamız Nuri Candaş'ın öğrencisi oldum. Dört yıl kendisinden, sahne sanatları ve şan üzerine yoğun bir eğitim aldım. 2004 yılında hocamız, Cemal Reşit Rey Sahnesi'nde 'Deli Dolu Opereti'nde oynarken sahnede son nefesini verdi ama biz adını taşıyan Candaş Müzikal Grubunu sürdürüyoruz. Faruk Vatan - Benim müzikle tanışmam daha geç. Lisede bir koro deneyimim olmuştu. Bir enstrümanı elime aldığımda zorlanmadan çalabiliyordum. Dolayısıyla yeteneğim olduğunu biliyordum. Üniversitede koroya girdiğimde ise sesimin fena olmadığını gördüm. Bir yandan da piyasada çalışıyordum. Gitar çalıp şarkı söylüyor, para kazanıyordum. Mezun olduktan iki yıl sonra nasıl bir hayat seçeceğime karar vermek zorundaydım ve bir anda piyasa işlerini bıraktım ve iş hayatına atıldım. Bu sırada Erol gibi ben de konservatuvarda şan eğitimi almaya başladım. Ama şartlar devam etmeme engel oldu ve bırakmak zorunda kaldım. Bir zaman sonra Nuri Candaş ile tanıştım. Şan dersi almaya başladım. 1996 yılıydı. Bir süre sonra yine müzikten kopmak zorunda kaldım. Bir gün Nuri Candaş'ın sesini duydum telefonda, bir proje için beni çağırıyordu. Hiç düşünmeden koşup gittim. 2002 yılında yine Nuri Candaş'la sahnede bir şeyler yapmaya başladım. O günden bu yana Candaş Müzikal ile çalışıyorum. Candaş Müzikal nasıl oluştu? Bu insanlar nasıl bir araya geldi ya da getirildi? Erol Çapa - Nuri Candaş çok neşeli ve karizmatik bir kişilikti. Etrafına değişik kültür ve yaşlardan insanları toplayabilirle yeteneği vardı. Bizler de onun bu karizmasına kapıldık. Sürekli onun yanında olma gereği hissediyorduk. Doktorlar, öğrenciler, mühendisler vardı
Erol Çapa - Kostümlerimizde Merih Sualp, dekor tasarımında ise Yusuf Aytekin devreye giriyor. Bunlar zaten, farklı çalışma alanlarında hayatlarını devam ettiren insanlar. Grubumuzun basın ve halkla ilişkiler çalışmalarını da Gülsün Ertuğrul Sezer koordine ediyor. Faruk Vatan - Etrafında halkalar olan bir çekirdeğiz. Böyle de düşünebilirsiniz.
Peki repertuvarınızı nasıl oluşturuyorsunuz? Erol Çapa - Repartuvar bizim için çok önemli. Arada çok ince bir çizgi var. Repertuvarda ne seçtiğiniz, aslında sizin yansımanız oluyor. Faruk Vatan - Bizim temelimiz opera. Eksenimiz bu. Opera müziği yapıyoruz. Çünkü şanın en uç kısmında opera var. Opera yaptığınız zaman bu işin zirvesini yapmış oluyorsunuz. Bunun yanında müzikallerden seçtiklerimiz var, napolitenler var. Repertuvara Türk Sanat Müziği'nden ve Türk Halk Müziği'nden de seçmeler katabiliyoruz. Baş kriterimiz repertuvarımızdaki tüm şarkıları şan tekniğiyle yorumlamak. Hepsini bir mozaiğin içerisine yerleştiriyoruz. Ancak, yine burada da çok ince çizgiler var; her şarkıyı alamıyorsunuz belli kıstaslarınız var. Bu kıstaslar nedir? Kaliteli olacak, sıradan olmayacak, içinde sanatsal kaygılar barındıracak. Özellikle kendimizin de yorum katabileceği eserleri seçiyoruz. Erol Çapa - Konserlerimizde konuk sanatçılar da oluyor. Bunlar; mesleği sanat yapmak olan insanlar. Geçen ay konuk ettiğimiz Devlet Operası sanatçısı Hande Tuncer, zor bir repertuvar seçtiğimizi söyledi. Bir arya söylüyorsunuz, onun kendi iç dünyası var. Vücudunuzu ve ruhunuzu ona göre adapte etmeniz gerekiyor. O duygudan çıkıp müzikale geçiyorsunuz... Müzikal çok daha farklı bir duygu yoğunluğu gerektiriyor. Aynı tarzda ses çıkarmamanız, gerekiyor. Artık farklı bir ruha bürünmeniz gerekiyor. Sahnede de sürekli bir değişim yaşıyoruz.
KültürSanat / Söyleşi Kimlerle çalıştınız bugüne kadar? Erol Çapa - Geçen yıl, iki farklı projede İstanbul Devlet Opera Balesi rejisörlerinden Şebnem Özsaran ve Recep Ayyılmaz ile çalıştık. Çok önem verdiğimiz bir isim olan Işık Noyan dramaturgluğumuzu yapıyor; repertuvarımızda kaleme aldığı ve çevirisini yaptığı biri çocuk oyunu iki eser var. Faruk Vatan - Mesleklerimiz farklı olsa da müzikte amatörlüğü aşalı uzun zaman oldu. Bunun arkasına sığınmıyoruz. "Amatör adamlar, helal olsun bu kadar yapmışlar" dedirtmeye çalışmıyoruz. Biz ne yapıyorsak tam bir profesyonel gibi yapıyoruz. Amatörler yaptığıyla yetinir, "işim gücüm var bir yandan da bunu yapıyorum" der çekilir. Biz öyle değiliz. Bizim bir çizgimiz var ve her zaman daha da yukarı çıkacak. Hedefimiz daha büyük ve akustiği tam olan salonlarda daha yüksek performanslar elde etmek. Erol Çapa - Seyirci sayısı yüksek salonlarda verdiğimiz konserlerde de çok güzel tepkiler alıyoruz. Faruk Vatan - Bahanemiz yok. En iyisini yapmaya çalışıyoruz. Eleştirilere de açığız. Sahnede de görüldüğü üzere aranızda çok güzel bir uyum var. Bu sahnede kendiliğinden mi gelişiyor? Faruk Vatan - Hayır kendiliğinden değil. Bizim haftada bir ya da iki günümüz var birlikte çalışabilmek için. Bu zamanlarda sahnedeki en küçük detaya kadar çalışırız.
a
Erol Çapa - Operadaki arkadaşlarımızdan, okuduklarımızdan, kostümcüden, tiyatrocudan herkesten fikir alıp bunu kendimize uyguluyoruz.
pe cy
Candaş Müzikal'in nasıl bir misyonu var? Faruk Vatan - Biz ne yapmaya çalışıyoruz? Halkı operaya ısındırmaya çalışıyoruz. Opera dinleyicisi olmak için belli ara kademelerin olması gerekiyor. Türkiye'de ne var diye bakıyoruz? Hiçbir şey yok. Bir arkadaşım yurtdışındaki cep operalarından söz etti bu görevi üstlenen. Biz de aradaki bu boşluğu doldurmak istiyoruz.
Erol Çapa - Opera lafı bazı insanlarda bir antipati uyandırıyor. Bilmiyorlar çünkü. Benim oğlum ilk konserime geldiğinde beş yaşındaydı, bir süre dinledikten sonra "baba sus artık yeter" diye bağırmaya başladı. Annesi ağzını kapatıp dışarı çıkardı, ben devam edebileyim diye. Şimdi sekiz yaşında ve akşam yatarken "bana Funiculi-Funicula söyler misin" diyor, ya da durup dururken "ben operayı çok seviyorum" diyor. Çok ilginç, bu sadece üç yıllık bir süreç. Medyanın yaklaşımından ya da başka nedenlerden dolayı opera bazen ti'ye alınabiliyor. Biz, operaya gitmeyen, müzikal dinlemeyen kesime bunları iletmek, aracı olmak amacındayız. İlkini geçen yıl başlattığımız 'Nuri Candaş Opera Ödülleri'ni gelenekselleştireceğiz. Bu özel ödül programında da amacımız genç operacıları teşvik etmek ve operaya uzun yıllar hizmet edenleri onurlandırmak. 2006 Onur Ödülümüzü Devlet Opera Sanatçısı tenor Erol Uras'a takdim ettik. 2006 Genç Operacı Ödüllerine de Şahin Öğüt ve Burak Dördüncü layık görüldü. CKM konserlerinden sözeder misiniz? Erol Çapa - Her ayın üçüncü haftası cumartesi ya da pazar günü Caddebostan Kültür Merkezi'nde konserlerimiz oluyor. Salon küçük ancak, çok hoş ve halkla iç içe olduğumuz konserler bunlar. İleriki tarihlerde bir klüpte çıkma durumumuz var. Bununla ilgili görüşmeler devam ediyor. Önümüzdeki yıl da konserler devam edecek. Ancak bunun yanında bir opera yapmayı düşünüyoruz. Minik bir opera, buna bir cep operası diyebiliriz. Çalışacağımız ortam konusunda da çok seçiciyiz. Bizim için 'sanat' öncelikli. Ve bizi dinleyebilecek bir kesimin olduğu her yere seve seve gidiyoruz. Davet aldığımız gönüllü çalışmalarda da severek yer aldık ve alacağız. Çok teşekkür ederiz. (www.candasmuzikal.com/www.grandeorganizasyon.com)
pe a
cy
KültürSanat Günlüğü
Sertab Erener Featuring Sabri Tuluğ Tırpan Sertab Erener'in, Avusturya'da yaşayan genç kompozitör - piyanist Sabri Tuluğ Tırpan ile sahneyi paylaşacağı bu konserde, başta caz olmak üzere farklı müziklerden seçilmiş İngilizce ve Türkçe şarkılardan oluşan bir repertuar sunulacak. Konser, 5 Ocak Cuma 23.00'da Babylon'da. (0216 556 98 00)
İçten Manzaralar
pe
cy
a
Ahmet Elhan ve Ragıp Erdem'in fotoğraflarından oluşan, "İçten Manzaralar" isimli sergi, 20 Ocak 2007 tarihine kadar İstanbul Fotoğraf Merkezi'nde görülebilir. Her iki fotoğrafçı da bu ortak tasarıda, günümüz insanının doğasını oluşturan şehirlere odaklanıyorlar. Sergi, oldukça yoğun, karmaşık ve çelişik ilişkilerin kurulup bozulduğu bir alan olarak şehirlerin çok çekici ve zorlayıcı yapısına "içten" bir bakışın fotografik görüntülerini barındırıyor. Şehir parçalarının bu insansız görüntüleri, bir birey olarak yaşadıkları şehirlerin açık alanlarında gezinen fotoğrafçıların kendileri üzerinden şehirle ilişki kurma biçimini görselleştiriyor. Fotoğrafçının zihnindeki ile şehrin zeminindekinin kesişim alanında beliriveren görüntüler "içten manzaralar" olarak ortaya çıkıyor. (0212 23811 60)
DANS
Flamencoturco İstanbul'un da Doğu ile Batı arasında köprü olduğunu vurgulayan sanatçılar, FlamencoTurco projeleriyle 14 Ocak tarihinde 15.00 ve 19.00'da Caddebostan Kültür Merkezi'nde sahne alıyor. (0216 556 98 00)
Ezginin Günlüğü Müzik dünyasındaki yirminci yıllarını geride bırakırken Ezginin Günlüğü, 9 Ocak Salı 21.30'da bir kez daha Babylon sahnesinde. (Nadir Göktürk - klavye, Hüsnü Arkan vokal Eylem Atmaca - vokal, Fatih Saçlı - flüt/saksafon, Erkan Gürer bas, Sedat Yapıcı - gitar Gökhan Tümkaya - davul) (0276 556 98 00)
KültürSanat Günlüğü
Osmanlı Bankası Müzesi Sineması'nda düzenlenen Belgesel Sinema Gösterimleri Ocak ayında da devam ediyor. Belgesel Sinemacılar Birliği tarafından düzenlenen gösterimlerin ardın söyleşiler de yapılıyor. 11 Ocak 2007 "Doğal-Kentsel Çevre" Macahel Kemal Öner Akademi Prodüksiyon / Türkiye / 34' / 2002
Söyleşi: "Kırsal Kalkınma ve Çevre" Kemal Öner (Yönetmen)
cy a
Türkiye'nin Gürcistan sınırında, Karçal Dağı'nın etekleri boyunca uzanan ve içinde 6 köy barındıran bir vadinin adı Macahel. Olağanüstü zenginlikteki flora ve faunası nedeniyle koruma altına alınan Macahel vadisi, doğal zenginliğin aksine, insanların çok güç koşullarda yaşayabildiği bir yer. Ancak son birkaç yıldır burada yürütülen kırsal kalkınma projesi, Macahel'in doğası ile insanı arasında barış köprüleri kuruyor.
pe
18 Ocak 2007 "Toplumsal Hafıza / Belgesel Sinema" Anadolu'nun Solan Rengi Semahlar Mihriban Tanık TRT Ankara/38'/1999
Semahlar yüzyıllardır Anadolu'da yaşayan Alevi-Bektaşi kültürünün bir parçası; bu kültürün ve inancın kendini ifade edişi, anlatışı... Şiirin, türkünün, dansın, destanın gelenekle yoğurulması... Bu belgesel, hayatın değişimiyle birlikte giderek solan bir geleneği, bir rengi yakalamak, belgelemek ve aktarmak amacıyla çıktı yola. Elazığ'dan Adıyaman'a, Sivas'tan Çorum'a, Antalya'dan Hacıbektaş'a, Balıkesir'den Manisa'ya dek pek çok yörede, kentlerde ve köylerde çekimler yapıldı. Söyleşi: "Bir Derdim Var, Bin Dermana Değişmem"
Ömer Tuncer (Yazar, Yönetmen) 25 Ocak 2007 "Zaman, Mekân, Yaşamlar" Bağıran Adamlar / Screaming Men Mika Ronkainen Finlandiya/73'/2004
Bağıran Adamlar iktidar, milliyetçilik, uzlaşmazlık ve kendi sanatınıza duyduğunuz sarsılmaz inanç üzerine eğlenceli bir film. Şef Sirviö'nun yaratım süreci, sıklıkla koro ve dış dünya arasında - kimi zaman da koronun içinde - çatışmalara neden olur. Film, beş yıllık bir zaman dilimi içinde Finlandiya ve uluslararası konser turnelerinde (Fransa, Japonya, İzlanda) koroyu takip ediyor. Bağırmak duygularımızı yansıttığı kadar, toplu yapılan bir eylem biçimi olabilir mi? Bağrışlarıyla protest bir koro oluşturmuş bir grup erkeğin Finlandiya'dan Tokyo'ya yolculuğuna eşlik eden film, trajik bir ciddiyetle absürdlük arasında gidip geliyor. Söyleşi: "Semboller Dünyası ve Resmi İdeoloji" Uğur Kutay (YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi Öğretim Görevlisi, Belgesel Sinemacı) (0212 245 89 58)
KültürSanat Günlüğü Chick Corea
cy
a
Yaşayan en önemli cazcılardan biri sayılan Chick Corea, Ankara ve İstanbul'da iki özel konser vermek üzere Türkiye'ye geliyor. Willie Bobo, Stan Getz, Herbie Mann, Miroslav Vitous, Roy Haynes ve Miles Davis gibi büyük caz ustalarının yanında çalışarak müzik hayatına başlayan Chick Corea, Stanley Clarke, Herbie Hancock, Gary Burton gibi usta müzisyenlerle beraber çalışmış ve Frank Gambale, Dave Weckl ve John Patitucci gibi isimleri de caz dünyasına kazandırmıştır. Ülkemizde en son 2006 Temmuz ayında İstanbul ve Çeşme'ye iki özel konser vermek için gelen Chick Corea, Ankara ve İstanbul'daki konserlerinde bu kez solo bir konser verecek ve hayranlarına kırk yıllık müzik hayatının bir özetini sunacak. Corea, 15 Ocak 2007 akşamı 21.00'da Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda, 17 Ocak 2007 akşamı 20.30'da ise Ankara MEB Şura Salonu'nda sevenleriyle buluşacak.
Festival Strings Lucerne
KONSER
pe
Kurulduğu 1956'dan buyana İsviçre'nin önemli klasik müzik topluluklarından biri olan Festival Strings Lucerne, Sanat Yönetmeni Achim Fiedler yönetiminde, kemancı Ilya Gringolts'a eşlik ediyor. On altı yaşındayken katıldığı Uluslararası Paganini Keman Yarışması'nda aldığı birincilikle bu yarışmayı kazanan en genç müzisyen olma unvanını kazanan Ilya Gringolts, dünyanın birçok yerinde önemli orkestralarla konserler veriyor. 18 Ocak Perşembe 20.00'da İş Sanat Kültür Merkezi'ndeki konserde, B.Britten: Frank Bridge'in Bir Teması Üzerine Çeşitlemeler, op.10; J.S.Bach: Keman Konçertosu Re minör, BWV 1052R, P.de Sarasate: Keman ve Orkestra için Karmen Fantezisi, B.Britten: Simple Symphony, op. 4 isimli eserler çalınacak. (0216 556 98 00)
Dolapdere Big Gang
KONSER
Dolapdere Big Gang, ilk albüm çalışması Local Strangers'ın albüm tanıtım konseri için 19 Ocak Cuma 22.00'da Balans sahnesinde. Grup, dünyaca ünlü pop ve rock parçalarını, Klasik Türk Müziği sazlarıyla yorumluyor. Kurulduğu dönemde sadece enstrümantal çalışan Dolapdere Big Gang, son iki yıldır bünyesine BİR DE vokal kattı. (Emir Yeşil -Vokal, Gökay Süngü - Keyboard, Mustafa Olgan - Kanun, İsmail Darıcı - Percussion. Aykut Sütoğlu - Klarnet/Trompet, Yusuf Çalkan - Keman, Memduh Akatay - Percussion, İrfan Keçebaşoğlu - Bas) (0216 556 98 00)
KültürSanat Günlüğü Maximo Park
KONSER
İsimlerini, Kübalı devrimcilerin Havana'daki buluşma noktası bir mekandan alan grup 2003 Nisan'ında Newcastle'da kuruldu. İlk zamanlarda dört kişiden oluşan grup yoluna vokalsiz bir şekilde devam etti. Günümüzde grubun vokallerini üstlenen Paul Smith ise davulcu Tom English tarafından bir barda keşfedildi. 27 Ocak Cumartesi 21.30'da Yeni Melek'te sahne alacak grup, yoldaki ikinci albümünden parçalan ilk kez İstanbullu müzikseverler ile paylaşacak. (0216 556 98 00)
Gotan Project Tango ve Latin Amerika ezgilerini günümüzün elektronik soundu ile buluşturan Gotan Project'in temelleri, Parisli müzisyenler Philippe Cohen Solal ve Christoph H. Müller tarafından atıldı. Solal tarafından 1996 yılında kurulan Ya Basta! Records bünyesindeki çalışmalarıyla ve Boyz from Brazil projeleri ile tanınan ikiliye Eduardo Marakoff un katılmasıyla 1999 senesinde Gotan Project ortaya çıktı. Tango ve ambient dub gibi iki farklı türün birbiriyle oluşturduğu huzurlu ve melankolik kombinasyonu kendilerine özgü elektronik öğelerle harmanlayan topluluk, 26 Ocak Cuma 21.30'da Tophane-i Amire'de. (0216 556 98 00)
Yönetmen: Vanessa Jopp "Mutlu beraberlik ya da birlikte yalnızlık mı? Vanessa Jopp, ciddi ama biraz da mizahla karışık bir dilde yalnızlıklarından kurtulmak için çabalayan farklı insanların
pe
öykülerini anlatıyor. Bir sonraki
cy
Almanya, 2005, 97'
a
FİLM
Yaklaş
büyük ya da kaybolan aşkın
arayışında Berlin'de dolaşırlarken ürkek adımlarla birbirlerini buluyorlar." 23 Ocak günü
19.30'da Goethe Enstitüsü'nde. (0212 249 20 09)
Oberhausen on Tour
Elli yılı aşkın bir süredir Oberhausen'da düzenlenen Kısa Film Günleri, İstanbul'a da taşıyor. Deneysel filmden müzik video filmlerine kadar geniş bir yelpazeye sahip olan filmler, festivalin bu yılki programdan bir seçkiyle, 26-31 Ocak tarihleri arasında İstanbul Modern ve Goethe Enstitüsü'nde gösterilecek. İstanbul Modern'deki gösterimler 4 YTL'ye, Goethe Enstitüsü'ndeki gösterimler ise ücretsiz izlenebilecek. (0212 249 20 09)
Program şöyle: 26.01.2007 / 19.00 / İstanbul Modern Cinema / Best of International Competition (71 '30") Uluslararası Yarışma "En İyi" Ödülü 26.01.2007 / 21.00 / İstanbul Modern Cinema /MuVİ Award 2004 - 2006 (74'30") 27.01.2007 / 14.00 / İstanbul Modern Cinema / 'Best of German Competition (77') Almanya Yarışması "En İyi" Ödülü 27.01.2007 / 16.00 / İstanbul Modern Cinema / Madeleine Bernstoff ile söyleşi Oberhausen Kısa Film Günleri Seçici Kurul Üyesi 27.01.2007 / 18.00 / İstanbul Modern Cinema / Media Art (70'30") 28.01.2007 / 14.00 / İstanbul Modern Cinema / 'Best of International Competition (71 '30") Uluslararası Yarışma "En İyi" Ödülü (Tekrar) 30.01.2007 / 20.00 / İstanbul Modern Cinema / 'Best of German and International Competition (86') Almanya ve Uluslararası "En İyi" Ödülü 31.01.2007 / 17.30 / Goethe Enstitüsü / Robert Nelson (75')
GÖRSEL SANATLAR VE ELEŞTİRİ
Sanatçı Sabri Berkel (1907-1993)
Özkan Eroglu ozkan@ozkaneroglu.com Geçen ayın, bana göre plastik sanatlar ortamımızda dikkati çeken en önemli sergisi Sabri Berkel'e (1907-1993) ait, Yapı Kredi Kazım Taşkent Galerisi'nde gerçekleşen "Dönemler II (1955-90)" başlıklı sergiydi. Yaz aylarında gerçekleşen Dönemler I'den farklı olarak sanatçının Türk soyut ve soyutlama resmine verdiği katkıları bu sergisi gözler önüne seriyordu.
Berkel, 1937
isteğiyle Akademi'nin oymabaskı atölyesine asistan olmuştur. 1947 yılında, bu kez Paris'e gönderilmiş ve burada Andre Lhote (1885-1962) atölyesine devam etmiştir (Lhote, Türkiye resmini pek de olumlu etkilememiş bir ressamdır. Bu etkilenmeden kurtulamayan birçok isme karşın Berkel bu dönemini normal bir devre olarak geçirmiş ve çok çabuk kendini bulmuştur). 1977'de akademi hocalığından emekli olmuştur.
pe
cy
a
Berkel, ülkemiz resim sanatı ortamındaki Üçüncü Devre (1925-1950) içinde çıkış yapmış resim sanatçılarımızdan biridir. Zor bir devrenin adamı olmuştur, çünkü ülkemizdeki resim sanatı bu devreyle bir geçiş yaşadığından, bu zor koşullara rağmen Berkel, kendini tüm yetkinliği ve titiz yapısıyla ortaya çıkarabilmiştir. 1993'e değin, sanatından ödün vermeden sürekli çalışmıştır. Üçüncü devrede, dünya resminin "ekspresyonizm" ve "kübizm" sanat akımları örnek alınarak, genellikle diğer ressam arkadaşları "kalıplara dayalı" tavırlar sergilerken, Berkel böyle davranmamıştır. Bu devrede, özellikle yerel konulara ilgi duyulmuş, sanat grupları (Müstakiller, D Grubu vb.) oluşturulmuştur. Söz konusu gruplar, plastik sanatlar ortamımızda, "sanatta bilgi düzeyi ve özellikle sosyal bilimlerle mutlak ilişkinin sorgulanması ve yayılması" gereklerinin altını çizmiş olmalarıyla önem taşır. Bu devrede, halk evlerinin açılması da olumlu bir gelişmedir. Fakat bundan ne denli yararlanılıp, yararlanılmadığı konusu tartışılmalıdır. Sanatta ekonomik kaygıların neden olduğu bozulmalar da yine bu devrede başlar. Fakat Sabri Berkel, sarsılmaz yapısı ve özellikle ödün vermez disiplinli kişiliğiyle, bu devrenin kanımca en önemli kimliği olmayı başarmıştır.
Berkel, 1907'de Üsküp'te doğmuştur. 1929-1935 yılları arasında Floransa Güzel Sanatlar Akademisi'nde bulunmuştur. Bu şehirdeki eğitimiyle, Rönesans sanatının birçok ipuçlarının ve önemli yapıtlarının bulunduğu düşünülürse, kuşku yok ki doğru olanı yapmış ve orada, özellikle duvar resmi üzerine çalışmalar yapmıştır. Bu arada, Floransa'da oymabaskıya da ilgi duymuştur. Nitekim 1939 yılında, Leopold Levy'nin (1882-1966) Berkel, El Greco,
1981, Duralit.U.Y.B,
65x55 cm
Genellikle, 1950'den sonra daha radikal soyutlamalara ve iyice soyuta yöneldiği kabul edilse de, onun en basit somut bir kompozisyonunda bile, "soyutlama felsefesi" üzerine kafa yorduğu açıkça görülebilir. Soyutlama olgusuna, geometrik ve a-geometrik (amorf) bakışlarla yaklaştığından, söz konusu olguyu algılamada zorlanmamıştır. Dönemi gereği, katı bir kübik anlayıştan yana olmamış, Paul Cezanne'a (1839-1906) ait şu formüle onun da inanç gösterdiğini ifade edebiliriz: doğada her şey mutlak geometrik bir forma dönüşmektedir. Fakat kübizmin daha da yumuşak hali olan bu yapısalcı formül bile, onu rahatsız etmiş olmalı ki, dışavurumsal duyarlılığını ve özellikle boşluk-soyut eleman ilişkisini sorgulamasına iyice neden olmuştur. Bence değerlendirdiği soyut dili, renk olgusuyla da buluşturmuş, aslında bir üslup olarak rengin, ülkemiz resminde değer kazanması meselesine de eğilmiştir. İster ayrıştırabildiğimiz, isterse ayrıştıramadığımız eleman disiplinine dayanan hemen her çalışmasında, boşluklar ve doluluklar arasında, rahatlıkla gözümüzü gezintiye çıkarabiliyoruz. Kendi döneminin dünya resmini bilip, kendi mizacını da devreye sokup, "nasıl farklı olurum" meselesini us'unda da tartışan Berkel, bunu başarmıştır. Başarma nedeni ise, dünyadaki çağdaş resim için bilhassa son elli yılda, çok değerli sayılan üç şeye dikkat edip, üzerinde yoğunlaşabilmesinden kaynaklanır: "Boşluk (espas)", "eleman" ve "malzeme". Fotoğraf Kaynağı: J.N.Erzen, Sabri Berkel, Ankara, 1995, Enlem 80 Yayınları
KültürSanat Günlüğü / Kitap Okuyan, Anlar
Koray Onur korayonur@hotmail.com "Esnek olmak her zaman güçsüz olmaktan değil, bazen de güçlü olmaktan doğar." Günlerdir bu söz dönüp dolaşıyor kafamda. Bir yerden duymadığımı ya da bir yerde okumadığımı çok iyi biliyorum, fakat sürekli aklımda. Bütün ay boyunca... Bilmem size olur mu böyle bir şey? Bana bazen şarkılarda olur ama onlar bile bu kadar uzun süreye yayılmaz, bir iki gün içinde geçiverir. Geçenlerde, daha önceden başlayıp sıkıldığım bir kitabı, Baba ve Piç'i "Nasıl bir şeydi bu kitap yahu! Neden söz ediyordu?" diye düşünüp elime aldığımda bu cümle bir kere daha çınladı kulaklarımda... İçimdeki ses bir kere daha girdi devreye.
Masalsı deyip de, iç içe geçmiş hikayelerden oluşmuş bir kurgu kullanmamak olur mu? Elif Şafak, romanına konu ettiği 4 kuşağı, bize iç içe geçirerek anlatırken, cevaplarını sona sakladığı sorular sorduruyor. Bir yandan muazzam ve kusursuz değil, bilakis kusurlu karakterler çizerek, ayağını bastığı gerçekçi zeminle de, gerçek dünyaya döndürüyor.
cy
"Esnek ol..."
Elif Şafak'ta, benim sevdiğim masalsı anlatımı, bu romanda da bulmak mümkün. Modern dünyayı, o masal anlatır gibi betimlediği ses tonuyla açıklayabilmesi de, biraz, çağımıza duyduğumuz güveni tazeliyor, bize iyimser bir hava solutuyor.
a
Elif Şafak'ın romanlarıyla ilişkimi hangi kitabından sonra koparttığımı sordum kendi kendime. Evet, Mahrem romanından sonra Elif Şafak okumuyordum. Ama onu okumamamın sebebi, yazdıklarını beğenmemekten başka bir şeydi. Okuyucularım katılsın ya da katılmasın ama, Elif Şafak, kendisinin kitlelerle buluşturmayı başarmış o ilk romanının, Pinhan'ın kesesinden yiyor diye düşünüyor, bir anlamda buna tepki koyuyordum...
Baba ve Piç, sonlarında türlü sürprizlerle okuyucuyu şaşırtmayı isteyen her roman gibi başlarda biraz sıkıcı olma "yan etkisi"ni taşıyor. Zira, sonlara doğru çözümleyeceği "problemler"in altyapısını başlarda kurmak zorunda. Yani denebilir ki, Baba ve Piç, tadı biraz sabrettikten sonra çıkan bir kitap.
pe
Kitap tanıtımı yazarken biraz da, okuyucuyu cezbedecek kitaplar üzerinde durmak gerekiyor. Benim okuduğum her kitapla bu köşenin okurlarının ilgilenmesi mümkün olmadığı gibi, böyle bir zorunlulukları da yok. Dolayısıyla burada tanıtacağım kitapları seçerken ölçüt olarak almamda, benim beğenilerim dışında, eserlerin ya da yazarların gündemde olması ya da okuyucunun ilgisini çekebilecek olması gibi şeyler de etken. Metis Yayınları'ndan, sanırım üç ay önce, böyle bir düşünceyle istemiştim Baba ve Piç'i.
Elime ilk geçtiğinde 30 sayfasını okuyup bıraktığım bu kitabı, yarım kalmış kitaplar yığınının içinden tekrar elime aldığımda kafamdaki ses devreye girmemiş olsaydı, hala bu kitabın sadece 30 sayfasını okumuş birisi olarak kalacaktım. Oysa bu satırları yazarken 376 sayfası okunmuş, ilgimi çeken yerlerin altı çizilmiş, ve hayalgücümün etkisiyle olacak, müstehzi bir şekilde sırıtarak, karşımda duruyor Baba ve Piç. Bize hep dimdik, hiç eğilip bükülmeden, prensipli ve değişmeksizin hayatın içinde varolmamız öğretildi. Belki mecburdu bize bunları öğretenler, çünkü belki de bu, bir şeylerden korunabilmenin en kolay ve risksiz yoluydu. Ama güzel şeylere ulaşmak için insanların size karı tüm önyargılı yaklaşımlarına, huzurlu bir dinginlikle karşılık vermek, sinirlenmemek, çok çalışmak gerekebilir. Ya da, "Aman canım, biraz daha okuyayım şu kitabı!" demeniz gerekebilir. Ben, Baba ve Piç'i böyle sevdim, şans vererek. Onu Pinhan'ın gölgesindeki bir roman olarak değil, Elif Şafak'ın yazdığı ilk esermiş gibi okuyarak... Niye böyle bir girizgah yaptım? Koray'ın "duygusal" bir anına mı geldi? Bu tarz sorular gelmiş olabilir aklınıza... ama bir sebebim var, hem de kitapla ilgili bir sebebim var... Sebebi ancak bu kitabı okuyanlar anlayacaktır. Okuyan, anlar... Elif Şafak, çok tartışılan, en alakasız yerde bile adı geçtiğinde konudan sapılıp Elif Şafak üzerine muhabbetlerin öznesi olan bir yazar. Ben aynı hataya düşmek istemiyorum. Burada işimiz kitap tanıtımı.
Semih Sökmen ve Emine Bora'nın yaptığı kapak tasarımı, kitabın içeriğine gayet uygun, ancak nar motifi çok büyük kullanılmış. Basım olarak ortalama bir kitap olmasına rağmen raflarda 18 YTL'lik fiyatıyla biraz pahalı. Zaten Metis Yayınları'nın fiyat politikasını, biraz daha okuyucuların kesesi yönünde, gözden geçirmesi fena olmayacak. Baba ve Piç, okunmaya değer bir roman. Aklınızda ilginç sorular yaratmaya da gebe... BU KİTAPTA ALTINI ÇİZDİKLERİM: • Erkeklerle arkadaş olmak neden bu kadar zordu? Neden hep böyle sonlanmak zorundaydı? Neden balkona çıkıp birer sigara içip iki kelam edip kendi yoluna gidemezdin? (S. 21) • Ne de olsa kadınlar birbirlerinin bıraktığı enkazlar üzerinde çalışmaktan hoşlanır. (S. 148) • Biraz daha sokuldu eşine. Sevgiye dair iki temel şey öğrenmişti onun sayesinde: Birincisi, romantik tiplerin öyle afra tafrayla iddia ettiklerinin aksine, aşk denilen şey ilk görüşte çakan bir şimşekten ziyade zaman içinde gelişen ağır mı ağır bir akıntıydı. Mustafa'nın Rose'dan öğrendiği ikinci noktaya gelince: Ne olursa olsun her insan sevmeye muktedirdi. Kendisi bile. (S. 300) • İnsanların anormal koşullara çabucak alışma konusunda sergiledikleri beceri ne kadar şaşırtıcıydı. Şartlar olağanüstü olduğunda tuhaflıkları normal kabul etmek insana özgü bir meziyetti. (S. 303) • Çocuk masalları dünyanın en yaşlı anlatılarıydı aslında. Onlar aracılığıyla seslenirdi çoktan yok olmuş nesillerin aç hayaletleri şimdiki zamana. Bu sebeptendi en sıradanlarında bile bir bilgelik, en neşelilerinde dahi bir elem bulunması. (S. 338) • Kokular... En zoru kokuları unutmasıydı insanın. (S. 350) • Hayat iç içeliklerden ibarettir ve tesadüf ile tevafuk aynı şey değildir. Bazen bunu idrak edebilmek için insana kötü bir cin gerekir. (S. 375) SlRADAKİLER... ' / • Andonis Samarakis, Yanlış, iletişim. Ömer Tecimer, Sinema "Modern Mitoloji", Plan B Paulo Coelho, Hac, Can
a
cy
pe
a
cy
pe
a
cy
pe
pe a
cy
pe a
cy
pe cy a
a
pe cy