2007_176_10338

Page 1


pe cy a


tiyatro

ISSN 1300-7963 NİSAN 2007

S A Y I : 1 7 6 Beş Y e n i T L

A Y L I K

T İ Y A T R O

D E R G İ S İ

w w w . tiyatrodergisi.com.tr

Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu, Üstün Akmen Yazı İşleri Müdürü: Ebru Seyhan Koordinatör: Duygu Atay Tiyatro Eğitimi Editörü: Ali Taygun Çocuk Tiyatrosu Editörü: Nihal Kuyumcu Gençlik Tiyatrosu Editörü: A. Ertuğrul Timur Düzelti: Ayşe Nalân Özübek Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (57 elliyedi) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Baskı: Hat Baskı Sanatları T i y a t r o Yapım Yayıncılık Tic. ve San. L t d . Şti.: M u r a d i y e Deresi Sok. No:47/6 Beşiktaş İ s t a n b u l Telefon: ( 0 2 1 2 ) 2 5 9 2 1 2 4 Fax: ( 0 2 1 2 ) 3 2 7 8 6 2 9 e-posta: e d i t o r @ t i y a t r o d e r g i s i . c o m . t r Abonelik İçin: (0212) 259 21 24 - 259 34 98 • e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 60 YTL / Yurtdışı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. iş Bankası-Cihangir Şb. Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd. Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245

Kapak Tasarımı: Genco Demirer (57 elliyedi)

Yayın Türü: Yerel Süreli EDİTÖRDEN: / S. 3

BİLDİRİ: Dünya Tiyatro Günü Karşı Bildirisi / S. 4

cy

a

DOSYA: 27 Mart'ta... Şarkılarla... Türkülerle... / S. 5 AKM-HME Hattındaki Gelişmeler I Mustafa Demirkanlı / S. 6 Eğri Oturalım, Doğru Konuşalım I Ali Taygun / S. 7 Atılmıştık Adına Mevcudu Biraz Daha Temiz Tutalım I Orhan Alkaya / S. 10 Başaran Ulusoy ile Kongre Vadisi Üzerine I Ebru Seyhan / S. 13 Atatürk Kültür Merkezi I Mesut İtku / S. 15 İş Yalnızca Bir Binanın Yıkılması Değildir I Osman Şengezer / S. 17 ELEŞTİRİ: "Leyla ile Mecnun" I Üstün Akmen / S. 18 ŞANO: "27 Mart'ı Daha Fazla Üzmeyelim" I Orhan Alkaya / S. 21 SÖYLEŞİ: Tomris İncer: "Tiyatro Bana Rahatlığı Oynamayı Öğretti" I Özlem Özdemir / S. 22 BİLDİRİ: Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi I S. 25

pe

ELEŞTİRİ: "Son Dünya" I Beki Haleva / S. 26 ELEŞTİRİ: "Salome" I Deniz Bozer / S. 28 SÖYLEŞİ: Celal Kadri Kınoğlu I Selin Sabit / S. 32 ELEŞTİRİ: "Bu Yıl Alman Tiyatrosu Revaçta" I Robert Schild / S. 36

DOSYA: Inishmaan'ın Sakatı I S. 39 Levendoğlu'ndan Dört I Üstün Akmen / S. 40 Atmosferi Eksiksiz Yansıtan Tasarım I Beki Haleva / S. 41 Inishmaan'ın Sakatı'ndakiMcdonagh I Sadık Aslankara / S. 42 Yaşamların Sakatlığına Dair I Ragıp Ertuğrul / S. 42 Dili Efendileştirmeyelim Efendiler! I Yusuf Eradam / S. 43 Yalnızlığın Hüzünlü Masalı I Metin Boran / S. 43 ELEŞTİRİ: "Dünyanın Ortasında Bir Yer" / Ragıp Ertuğrul / S. 44 ELEŞTİRİ: "Can Tarlası" I Eser Rüzgar / S. 46 AVRUPA TİYATROSU: / Tilda Tezman / S. 48 SÖYLEŞİ: Tolga Çebi I Ebru Seyhan-Ragıp Ertuğrul / S. 50 SADIK SEYİRCİ: Tiyatronun Genlerindeki "Deneyim" Ruhu I Sadık Aslankara / S. 54 THESPİS'İN DELİLERİ: Tiyatroda Uzam Eşikleri /Yusuf Eradam / S.58 İZLENİM: İyi Haberlerim Var I Yılmaz Onay / S. 62 TANITIM: 1. Uluslararası Oyunyaz Festivali / S. 64 FOTOĞRAFLARIN DİLİ: Muhsin Akgün Fotoğrafları / S. 65 GENÇLİK TİYATROSU: Editör: A. Ertuğrul Timur / S. 69 ÇOCUK TİYATROSU: Editör: Nihal Kuyumcu / S. 71 ÖKÜZ ALTINDA BUZAĞI: Dünya Tiyatro (lar) Günü I Huzursuz Seyirci / S. 77 HABERLER: / S. 78 YENİ OYUNLAR: / S. 80 KÜLTÜR-SANAT AJANDASI: S. 81

1


a

pe cy


Bir "Dünya Tiyatro Günü"nü daha geride bıraktık, sıkıntılar, belirsizlikler, kıyım hazırlıklarıyla birlikte. Sayın Bakan, bildik üslubuyla hakaretlerine devam ediyor. Seçilmişlikle, sahipliği birbirine karıştırıyor, her şeyin sahibi sanıyor. Muhtemelen Bakan olana kadar kapısından içeri girmediği

a

AKM'yi yıkacağını söylüyor. Bilinmezliğe karşı çıkanlara demediğini bırakmıyor. Oysa, bir Bakan böylesine önemli bir konuda kamuoyuna gerekli açıklamaları yapar, projelerini anlatır, tartışır, fikir alışverişinde

cy

bulunur. Ama hayır, Sayın Bakan, "ben yaparım olur"un ötesinde bir şey söylemiyor... her konuda olduğu gibi.

Yazık, bu ülkeye yazık, emeklere yazık, tek tek yitirdiğimiz değerlere yazık.

pe

Atatürk Kültür Merkezi ve Kongre Vadisi'ne kurban gidecek gibi görünen Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ni kapsayan bir dosya ile konuya eğiliyoruz, tüm gelişmeleri takip edip hem tiyatrodergisi.com.tr de hem de Tiyatro... Tiyatro..'da sizlere aktarmaya devam edeceğiz.

***

İki arkadaşımız daha katıldı aramıza. Özlem Özdemir, "Sahne Tozu" sayfalarında, birbirinden değerli oyuncularla sahnedeki son oyunu ve o oyundaki duygulan, düşünceleri üzerine konuşacak. İlk konuğu: Tomris İncer. Selin Sabit ise "Selin'le Üçüncü Perde" sayfalarında yine bir oyuncuyla, ama çok uzun saatleri birlikte geçirecek iç dünyalarına inmeye çalışacak. Selin'in bu sayıdaki konuğu: Celal Kadri Kınoğlu. İki arkadaşımıza da aramıza hoş geldin der, yeni maceralarında başarılar dileriz.

Sıkıntısız, dertsiz, sadece tiyatronun güzellikleriyle dolu dergilerde buluşmak dileğiyle.

3


Dünya Tiyatro Günü Karşı Bildirisi

27 Mart Tiyatrocular için bir bayram günü değildir. Pazartesiye denk gelirse tiyatrocuların tatil günüdür, tiyatro kapalıdır. Tiyatroyu unutmuş kalabalığa onu hatırlatmak. Bildirilerle tiyatronun altını çizmek için düşünülmüş bir gündür. Her yıl Evrensel bir bildiri ve ulusal bildiriler yayınlanır. Evrensel bildiri tiyatronun erdemini, değerini ve olmazsa olmazlığını dile getirir. Ulusal bildiriler de evrenselden geri kalmamak derdiyle ülke tiyatrosunun sorunlarına pek değinmez. 27 Mart 2007'de Türkiye Tiyatrosu'nun bildirisi farklı olmak zorundadır. Tiyatromuzun başına örülen çorabın farkında mısınız?

a

Geçtiğimiz tiyatro mevsimi sonunda, Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü Lemi Bilgin'in görevden alınmasının ardından özel tiyatrolara yapılan yardımın ortadan kaldırılması, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın bilet fiyatlarının 1 lira, 50 kuruş gibi fiyatlara indirilmesi, özel tiyatroların turnelerde sembolik bir kira ödeyerek oynadığı devlete ait salonların kiralarının fahiş fiyatlara çıkarılması, yasaklanan oyunlar birbirini izleyen halkalar. Devlet Tiyatrosu ve Şehir Tiyatroları'nda yaşananlarsa, akıl alır bir aymazlıktır. Sistem bu kurumları gözden çıkarmıştır. Yeni yasalar hazırlatarak sözcüklerimizi ezip, yok etmeyi hesaplıyorlar.

cy

Bunlara başka halkalar da eklendiğinde, özel tiyatrolar bir bir kapanacak, kurum tiyatroları çökertilecek ve son halka ilk halkayla birleşince, birileri tespih çekecek. Amaç açıktır; ya siyasi iktidarın yani emperyalizmin dümen suyunda tiyatro yapılacak ya da gereği yapılacak. Yağma yok! Tiyatro başı dik ve onurlu yoluna devam edecektir. Tiyatroda neyin nasıl yapılacağına tiyatrocular karar verir.

pe

Bu gün 27 Mart 2007 Dünya Tiyatro günü. Dünya ve Ülkemiz üzerinde oynanan kirli oyunların farkındayız. Bizler, perdelerimizi her zamankinden daha çok bağımsızlık için, eşitlik için, özgürlük için açacağız. Seslerimiz uçuşup gitse de, sözcüklerimiz bilenip kalacak yeryüzünde. Sahnelerimiz barışın ve kardeşliğin çiçek bahçesi olacak. Ülkemizde, tiyatroya savaş açmış bir anlayış iktidardadır. Savaş karşılıklıdır.

Türkiye tiyatrocuları direnecektir. Yalnız olmadığımızı biliyoruz.

İzleyiciler, halkaları birleştirip tesbih etme telaşını fark ettiğinde direnişe katılacaktır. Yaşasın direnen Türkiye Tiyatrosu! ORTA OYUNCULAR / NÂZIM OYUNCULARI / DOSTLAR TİYATROSU / TOBAV Genel Merkez / TOMEB (Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği) / TİYATRO... TİYATRO... DERGİSİ / TİYATRAL İSTANBUL / SEMAVER KUMPANYA / TİYATRO Z / DON KİŞOT TİYATRO / BİZİM TİYATRO / NAZIM HİKMET KÜLTÜR MERKEZİ / TİYATRO ALKIŞ / MASKKARA TİYATROSU / TİYATRO SİMURG / TİYATRO KARŞI KIYI / BEYAZ TEBEŞİR TİYATROSU / DEĞİŞİM ATÖLYESİ OYUNCULARI (İstanbul) / DEĞİŞİM ATÖLYESİ OYUNCULARI (Ankara) / SINIR TANIMAYAN OYUNCULAR / OYÇED (OYUN YAZARLARI VE ÇEVİRMENLERİ DERNEĞİ) / TOBAV İstanbul Şubesi / ÇOGED (Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Derneği) / İŞTİSAN / Anadolu Sanat Tiyatrosu (Malatya) / AST (Ankara Sanat Tiyatrosu) / ÇANEV Tiyatro Kulübü / Kadıköy Tiyatrom / Tiyatrokare / UÇT (Uçan Ev) / DETİS / Ortadirek Tiyatrosu / Tarla Faresi Tiyatrosu / Oda Tiyatrosu / Tiyatro Hayali / Mahşeri Cümbüş / Düşevi Sanat Topluluğu / Marmara Oyuncuları / Sabancı Üniversitesi Oyuncuları

Dünya ve Ülkemiz üzerinde oynanan kirli oyunların farkındayız. Bizler, perdelerimizi her zamankinden daha çok bağımsızlık için, eşitlik için, özgürlük için

açacağız.

Seslerimiz uçuşup gitse de, sözcüklerimiz bilenip kalacak yeryüzünde. Sahnelerimiz barışın ve kardeşliğin çiçek bahçesi olacak.


pe cy a


AKM-HME Hattındaki Gelişmeler Mustafa Demirkanlı / mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr

Türkiye, yeniden yapılandırılma sürecinde her alanda sancı çekerken, genelde sanat, özelde tiyatro da doğal olarak nasibini alıyor. Bu nasiplenmeye tek boyuttan bakarsak oldukça yanıltıcı bir sonuçla karşılaşırız. Yaşanan sürecin tek başına AKP ve AKP politikalarıyla açıklanamayacağını, dozerlerin altına yatarak da çözülemeyeceğini düşünüyorum. Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılacağını, yerine "yapişlet-devret" modeli ile yeni bir "salon" yapılacağını net bir biçimde açıkladı bakanlık.

pe cy a

Bu açıklama yeteri kadar net değil mi? Bir opera binası yapılıp, işletilerek para kazanılamayacağma göre, demek ki yapılacak bina var, bir de salon. AKM'nin üzerinde bulunduğu arsa, sanırım Türkiye'nin en değerli arsasıdır, belki de dünyanın.

26 Mart'ta Tiyatrocular AKM Önünde Değildi 27 Mart Dünya Tiyatro Günü nedeniyle AKM önünde düzenlenen toplantının amacı AKM ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yıkımını protesto etmek içindi. Yaklaşık 300 kişinin katıldığı, çok iyi bir organizasyon ile gerçekleştirilen protestoda ne yazık ki, AKM'nin ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin esas sahipleri oyuncular çok azınlıktaydı. Gözlemlediğim kadar katılımcı profili şöyleydi: Gençler, izleyiciler, 50 yaş üstü ve emekli edilmiş, kurumlarıyla ilişkisi kesilmiş tiyatrocular vardı. Oysa sadece İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda ve İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda 500 civarında oyuncu var. Ama alandaki bu kurumlara ait tiyatrocu sayısı 50 civarındaydı, çoğunluğu da yukarıda tanımladığım yaş grubundaki oyunculardı. Özel tiyatrolardan katılım ise yok denecek kadar azdı. Rutkay Aziz'i gördüm, Nedim Saban'ı gördüm, Ahmet Levendoğlu'nu gördüm, Orhan Aydın zaten düzenleyicilerden biriydi. Göremediklerim varsa kusura bakmasınlar. TOBAV Başkanı Tamer Levent ile DETİS Başkanı Mehmet Ege Ankara'dan gelmişlerdi ama TOBAV ve DETİS yoktu. İŞTİSAN adına da Haşmet Zeybek konuşma yaptı ama İŞTİSAN da yoktu. AKM'nin ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yıkımına yönelik hem de Dünya Tiyatro Günü'nde gerçekleştirilen bu sahiplenme toplantısına katılmayanların bu rant talanı ile bir ilişkisi olup olmadığını bilmiyorum. Sorunun onları ilgilendirip ilgilendirmediğini de bilmiyorum.

Bu notu bir kenara koyarak gözlerimizi kapatalım (Aslında genellikle kapalı tutuyoruz da, bu sefer iyice kapatalım.) ve hayal edelim. Sayın Bakan'ın dediği gibi orada daha gelişmiş, daha donanımlı bir opera salonu ve müştemilatında da tiyatro, sinema ve çok amaçlı (Ne demekse!) saloncuklar olacak, ben inanıyorum. İnanıyorsam, sorun nerede peki? Aslında sorun bile değil, minik bir detay. AKM binasının bulunduğu arsayı, yanındaki otoparkı da katarak hayal edersek, çok daha büyük bir alana yerleşmiş, ışıl ışıl yanan, içi her zaman canlı, kıpır kıpır bir binaya girip, alışverişimizi yapıp, McDonalds'da karnımızı doyurup, sonrasında kahvemizi içip, belki çocuklarımızı da temsil sonuna kadar eğlendirecek çocuk evine bırakıp, temsilin başlamasına beş dakika kala, sıcacık binanın içinde geçirdiğimiz saatlerin ardından asansöre binip - 9 (eksi dokuz)'a basıp, salondaki yerimizi alabileceğiz. Minicik detay bu işte. Bu detayın ardında yatan ise AKP'nin rant ekonomisi. Bunun IMF'le çok yakın ilişkisi yok. Bu Rant Talanı ile İlişkide Olanlar İstanbul 2 Nolu Koruma Kurulu üyeleri: Prof. Dr. Mete Tapan (Başkan), Prof. Dr. Hale Çıracı (Başkan Yrd.), Dr. Ömer Korman (Şehir Plancı), Habibe Silahtar (Mimar), Sait Karabulut (Hukuk), umarım verecekleri kararı içlerine sinerek verirler, eminim ki rantla hiçbir ilişkileri yoktur. Sadece AKM binasının "çağdaş" olmadığı için veriyorlardır bu kararı. Sanırım, yap-işlet-devret yöntemiyle nasıl çağdaş bir opera binası yapılacağının formülünü de biliyorlardır.

6

AKM ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ne Neden Sahip Çıkmalıyız Bu dosya kapsamında okuyacağınız iki yazı: Osman Şengezer ve Mesut İktu'nun yazıları AKM'nin bir başka büyüsünü anlatıyor. Orhan Alkaya ve Ali Taygun ise farklı bakış açılarıyla yaklaşıyorlar Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ne. TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy ise bütün açıklığıyla anlatıyor, "bize rant gerek, rant" diye haykırarak. İstanbul siluetini yok edecek bir ucube Taksim'de yükselirken, İstanbul'un ciğerlerinden biri Kongre Vadisi adı altında inşa edilecek. 10.000 kişilik Kongre Merkezi'miz olacak İstanbul'un göbeğinde ve boğulmak üzere olan İstanbul'a nasıl bir katkı sağlayacak? Bu arada Muhsin Ertuğrul Sahnesi gitmiş, kimin umurunda! Sözüm ona yenisi yapılacakmış, duy da inanma! Evet, Ali Taygun'un yazdığı gibi çok da önemli bir yapı değildir, geçici iskanlıdır, sonradan yapılma derme çatmalığı barındırır Muhsin Ertuğrul Sahnesi, doğrudur, ama bizim ülkemiz tiyatrosu için azımsanmayacak bir tarihi barındırır, napalım tiyatro

İstanbul siluetini yok edecek bir ucube Taksim'de yükselirken, İstanbul'un ciğerlerinden biri Kongre Vadisi adı altında inşa edilecek.


Ama esas sorun, İstanbul Şehir Tiyatrosu artık eski İstanbul Şehir Tiyatrosu değil. Bakın bunun IMF direktifleriyle ilişkisi var işte. Devlet Tiyatroları da artık eski Devlet Tiyatroları olmayacak, bu her biri tek başına ele alınması gereken konuları sonraki sayılarda ele alalım. Meseleye daha yakından baktığımızda sorunun AKP sorunu kadar basit olmadığını görürüz belki de.

pe cy

a

ile ilgili tarihimiz bu kadar kısa. Yeni bir tiyatro salonu yapılacaksa, yapılsın tabii ki, idari birimlerle birlikte o yeni mekana taşınsın, hiç itirazım yok, ama Muhsin Ertuğrul Sahnesi de Tiyatro Müzesi olursa, hemen yanında da Askeri Müze var, iki müze yan yana fena mı olur? Kongre Merkezi'ni de atın şehir dışına, etrafına da 8-10 tane otel dikin, gelmesi kolay, çalışması kolay, koruması kolay... isteyen kongre katılımcıları da boş zamanlarında gelip gezsinler Tiyatro Müzemizi kötü mü olur?

Eğri Oturalım Doğru Konuşalım Ali Taygun / alitaygun@superonline.com

Önce AKM yıkılacak dedi bakan. Sonra TÜRSAB başkanı, "Açıkhava kapanacak, kongre merkezi olacak, Harbiye de bu komplekse katılacak," dedi. Bir gürültü koptu! 'Karanlıklar basıyor!' filan... Ben inanmıyorum. Neden derseniz... Anlatayım. Önce bu işlerin tarihine bir göz atalım. Hani öyle bilimsel makale havasında değil; muhabbet tadında!

cenahta kamu (belediye veya devlet) tek bir tiyatro binası inşa etmedi Cumhuriyet tarihinde. Bakırköy'de bir Yunus Emre Kültür Merkezi var. Ama burası tiyatroya dönüştürülen eski bir bina. Ne sofitası var ne dekor giriş kapısı.

Bir de Şehir Tiyatrolarının Saraçhanebaşı'ndaki Reşat Nuri Sahnesi var. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra belediye başkanı olan Refik Tulga iki askeri sinema barakası vermişti M. Ertuğrul'un ricası üzerine. Birisi Cumhuriyet boyunca kamu kaynaklarıyla bu şehirde buraya konduruldu. Zamanla tiyatroya benzetildi kaç tiyatro binası inşa edilmiş ? ama asla bir tiyatro binası olarak adlandırılamaz. Bu arada kaç bina yıkılmış veya mahvedilmiş? Bunun da sofitası yoktur. Sahnesinde pişersiniz. Dekor deposu yeni yapıldı. İskânı filan hak getire. İstanbul tarafında Şehzadebaşı-Beyazıt arası kadim Tarihi eser yanındadır. Yıkılması mutlaktır. tiyatro merkeziymiş. Vaktiyle Muhsin Ertuğrul'un Ha, eski Eminönü Halkevi binası vardı. Sahnesi fena mesleğe dahil olduğu Ferah Tiyatrosu başta olmak da değildi. Ama şimdi ne oldu bilmiyorum. üzere hepsi bugün yerle bir. Ferah önce sinema oldu. Başka? Başka yok. Sonra sünger deposu. Şimdi yıkıldı biliyorum. O

7


O da 'geçici iskânlı'dır. İstanbul'un esas planında tiyatronun olduğu yerden yol geçer. Aynen Taksim'i Şişli'ye bağlayan anayol gibi Meydan'dan başlayıp parktan, eskiden Sheraton olan otelin olduğu yerden, eski Fransız Hastanesi (şimdi Tekfen binası galiba) önünden, Hilton'un içinden, Radyoevi arkasından, Orduevi bahçesine katılan alandan geçip bizim tiyatronun olduğu yer üzerinden Nişantaşı'na çıkacak bir ikinci 'avönü' olacaktı, malûm nedenlerden olamadı. Ama teorik olarak orası yolüstüdür. Neyse... Burası da pek parlak bir yer değildir. Sözen zamanında elden geçti. Sofita, ek bina inşa edildi. Ama kondu niteliği kaybolmadı. Başka ? Başka yok. Ha! Dalan söz vermişti. Tepebaşı'nda inşa edilen otoparkın üstüne bir tiyatro yapacaktı. Yaptı da. Sonra belediyenin elektrik işletmesine borcu vardı, ödeyemiyordu. Elektrikçiler de TRT kesintisini ödeyemiyorlardı. Borçlar kavanço edildi, bizim bina TRT'ye gitti. Ama üzerinde lanet vardır. Tepebaşı'nın laneti. TRT'ye de yâr olmadı. Kullanamadılar. O çirkin renkleriyle öylecene durur. (Bir de ilk zamanlar tiyatro olarak kullanılan Açıkhava var. Var da, orada ne tiyatro oynanıyor ne opera. Onun için saymıyorum. Bunu ve elden giden Rumelihisarı'nı, Yedikule'yi bir başka yazıda ele alacağım.)

pe cy

Gelelim Beyoğlu cenahına... Burada epi topu tek bir eseri var kamunun: Atatürk Kültür Merkezi. 1946 yılında, zamanın belediye başkanı Lütfi Kırdar, Muhsin Ertuğrul ile birlikte temelini atmıştı bu binanın. Şehir Tiyatrolarının konuşlanması için. Kısa zamanda betonarme karkası bitirildi. Sonra para tükendi, inşaat durdu. 1946 yılından sanırım 1969'a kadar bir heyula gibi (aynen İnönü Caddesi'ndeki Parkotel heyulası gibi) durup durup Taksim Meydanı üzerinde 23 sene! Belediye binayı sonunda Kültür Bakanlığı'na devretti. Bina tamamlandı. Açıldı. Devlet Operası ile Tiyatrosu paylaşamadılar. Genel Müdürler birbirlerine girdiler. Beceriksizlikten yandı. Tabii faturası devrimcilere çıktı. Sonunda, yetmişli yılların sonlarında tamir edildi, yeniden açıldı. Bu... Bu cenahta da başka yok. Var da... ne var ?

Ellili yıllarda bir ara İstanbul Fuarı yapalım dedilerdi. (Spor Sergi Sarayı o zaman inşa edildiydi.) Sonra İzmir isyan etti. Vazgeçtiler. O arada Sümerbank Pavyonu olarak kurulan binayı Belediye düzenledi, yanan Tepebaşı yerine orayı kullanın dediler. Harbiye Tiyatrosu çıktı ortaya.

a

Geçelim Anadolu yakasına... Burada da son zamanlara kadar durum aynıydı. Tek bir bina inşa edilmemişti. (Yalan söylemeyelim, Kadıköy Halkevi var. Şimdiki Halk Eğitim. Ama burası da sahnedir, tiyatro değil. Halen de tiyatro olarak hizmet vermiyor.) Ya ne var? Hal binası olarak inşa edilen Kadıköy meydanındaki Haldun Taner Sahnesi. Avluya kondurulmuş derme çatma bir salondur. Bunun da sofitası, dekor deposu, kapısı yoktur. Camide ezan okundu mu seyirci namaz vakti geldiğinden haberdar olur, yağmur yağdığında sahnede konuşulanları duyamazsınız. Sanatçı odaları kenef kenef kokar. 27 Mayıs'ın ikinci sahne-kondusu Üsküdar Doğancılar'dadır. Buranın da sahne tavanı yüksekliği 4 buçuk metre kadar. Tiyatro demeye bin şahit ister. Hepsi bu.

Canım Tepebaşı Tiyatrosu. Cumhuriyet öncesi bir tarihi eser. Resmen yakıldı. Kurtuldu. Bir daha yakıldı. Gitti.

Ezcümle, Osmanlı'dan kalanlar dışında ne belediye

8

Canım Tepebaşı Tiyatrosu. Cumhuriyet öncesi bir tarihi eser. Resmen yakıldı. Kurtuldu. Bir daha yakıldı. Gitti.


3. AKM, onca yılın karı, fırtınasını yemiş karkası ile sağlam bina değildir. Hiç de öyle mimarî değeri de yoktur. Yıkılıp yerine iyisi yapılması doğrudur. Ama iş merkezi, kongre binası filan değil: Tiyatro. (Kongre binası lazımsa buyurun Ayazağa'da inşaatı neredeyse bitmiş komplekse.) 4. Harbiye'den çıkılıp Tersane'ye gidilecekse helâl olsun TURSAB'çılara. Yok ortada kalınacaksa bakınız 1. madde. 5. Bir de şu Tepebaşı'nda anamızın ak sütü gibi bize helâl tiyatro TRT'den geri alınıp asıl sahibine verilse tadından yenmez! (hele hele yanına yanan Yeni Komedi de katılacaksa!) 6. Esas mesele: Brecht'in "tankınız ne güzel, generalim" şiirinde söylediği gibi, yalnız bina ile tiyatro olmaz. Onu işletecek kadrolar gerek. Bugün esas mesele budur. Tiyatroların aşırı merkezî ve dolayısıyla eşyanın tabiatına aykırı işletim sistemidir. Sanatçıların memurlaştırılmasıdır. Seyircinin değil amirinin hizmetine koşan idarecilerdir. Bu düzelmelidir. Yoksa Atakent'te olduğu gibi harika bir yer yaparsınız, âtıl kalır. Samimî olarak ne yapmalı diye düşünülüyorsa bunun cevabı vardır: Bid'âte lüzum yoktur. İki bin beş yüz yıldır bu iş nasıl yapılıyorsa öyle yapılmalıdır. Türkiye hariç bütün dünyada nasıl yapılıyorsa öyle yapılmalıdır.

a

ne devlet AKM dışında tek bir tiyatro binası yapmamıştır nüfusu birçok Avrupa ülkesinden büyük olan bu kente! Ya mahvedilenler ? Eskilerden geçtim. Emek Sineması'nın yanında balkonlu, sofitalı 750 kişilik Yeni Komedi Tiyatrosu vardı. Ahmet İsvan zamanında işgüzar bir müdür tutumluluk örneği olarak buranın kirasını ödemedi, elden gitti. Konfeksiyon deposu yaptılar. Ama dedim ya, çarpılır tiyatro mahvedenler. Kısa zamanda burası da yandı. O da öylece durur. Uzatmayalım, hal böyle. Böyle idi!

pe cy

Son yıllarda durum değişti. Her ne hikmetse, şehir merkezine fazla yakın sayılmayan bir yerde, Tuzla'da bir kültür merkezi inşa edildi. Kartal'da başka bir merkez. Çok güzelmiş! Ümraniye'de bir salon açıldı. (Bu da evlere şenlik, ya neyse..) Yakınında Atakent'te nefis bir merkez kuruldu. Müsahipzade kondusu bir ay önce yıkıldı, yerine yepyeni bir tiyatro inşa ediliyor. Bu arada Zeynep Kâmil'in orada Kerem Yılmazer Sahnesi kiralandı, hizmette. Kadıköy Haldun Taner yıkılacak, yerine yeni bir tiyatro inşa edilecek. Beykoz'da yeni yapılan bir tiyatro birkaç gün içinde açılacak. Fatih'te yeni bir tiyatro inşa edilmekte. (Lunapark'ın orada galiba) Beyoğlu tarafında Kağıthane'de Sadabad Sahnesi açıldı, hizmet veriyor. Sütlüce'de eski mezbaha kültür merkezi olacaktı. (Burada bir sorun var, bir türlü bitirilemiyor.) Beşitaş'ta, Şişli'de kültür merkezleri kuruldu. Bir de son günlerde duydum, Atatürk Köprüsü'nün başında eski tersane alanında dev bir tiyatro planlanmaktaymış. 75 yılı aşkın sürede tek bir bina. Son on yılda bunca tiyatro. Aydınlık nire, karanlık nire, a gözümün nuru?

Eğri oturalım, doğru konuşalım. Bozalım artık şu saçma sapan ezberlerimizi. Aslolan hayattır. Hayata bakalım!

Netice ve talep 1. Tiyatro mahveden iflah olmaz! Pîrin laneti üstüne olur. Bu böyle biline! 2. Yap-İşlet-Devret ile tiyatro, opera olmaz. Saçmalamayalım.

Tiyatro sanatının doğası ahşap gibidir. Siz kalkıp betonarme ya da çelik binaların planlarını elinize alır, bunları ahşaptan inşaya kalkarsanız kolonlarınız, kirişleriniz o yükleri çekmez, bina yıkılır. Ahşap malzemeyle sütunsuz bin metrekare salon inşa edemezsiniz. Ülkemizde inatla yapılmaya çalışılan budur. Bu yüzden de yapı her yerinden çatırdamaktadır. Tiyatro sanatını klasik bürokrasiye uyduramazsınız. İdarede iş ehline verilmelidir. Bilgisiz, beceriksiz bir adama dünyanın en kaliteli araçlarını da verseniz üç günde işinizi batırır. Bunun için ehil adam bulunmak gerekir. Böylesi de ahbaplar arasında müsahebet ile bulunmaz. Yeterli kişiler ile meşveret edilmeli. Bilenlere sorulmalı. Ustalara danışılmalı. Eğri oturalım, doğru konuşalım. Bozalım artık şu saçma sapan ezberlerimizi. Aslolan hayattır. Hayata bakalım!

9


anda unutup kişisel hesaplaşmalara geçiveriyorlar. Öyle ki küçük kardeşin ağabeyden dolayı yaşadığı aşağılık kompleksi ortaya çıkarken, cenazeye gelen eski genç sevgilisinin aslında ağabeyine aşık olduğunu öğrenmesi ve onu ağabeyin kollarında yakalaması kardeşin yıkımı olur. Sırların, gizli itirafların, öldürücü eleştirilerin ortaya döküldüğü bu piyes günün yavaş ve ağır ritminde seyrederken, kişilerin davranışları ve mutları da değişiklik gösteriyor. Kişilerin tavırlı ve eleştirel davranışlarının arkasında hep gerçeği ve hakikati su yüzüne çıkarma hevesi yatıyor. Minimal bir oyun sergileyen aktörler teksin derinliğini vurgulayıp ailenin psikolojik dramını ortaya çıkarıyorlar. Oyuncular seyirciyi güldürmek için nükteyi de öne çıkarmayı ihmal etmiyorlar. Bir trajedi kadar tuhaf, bir komedi kadar dramatik bu oyunda erkek ve kız kardeşler, karı-kocalar, sevgililer hepsi bir aradalar. Bazı ilişkiler tersyüz dönerken, bazı çekişmeler çözülüyor, bazıları ise düğümleniyor. Bir saat elli dakika süren bu piyes Yasmina Reza'dan seyrettiğim dört oyununun en uzun olanı. Başarılı

oyuncularına rağmen bu piyes Paris'te çok tutmadı. Reza'nın son piyesi Dans La Luge d'Arthur Schopenhauer (Schopenhauer'ın Kızağında) 26 Eylül'de Paris'te Theâtre Ouvert'de başladı. Reza'nın bu oyununu Frederic Belier-Garcia sahneye koydu. Piyeste de oynayan Yasmina Reza'ya Maurice Benichou, Andre Marcon ve Christele Tual eşlik ediyor. Bedbahtlığa ve mutsuzluğa duyulan hoşgörüyü kınayan bu dörtlü sert bir çıkış yaparak hayatı farklı bir bakış açısından yaşamayı deniyor. Varolmak ve yaşamak için önerilen geçici iyileştirici bakımlara karşı olan ve bunlara felsefi-psikanalist bir görüşle savaş ilan eden bu piyeste çiftlerin bir çatı altındaki yaşamları, acınası ahlaki yaklaşımları hicvediliyor. Çevremizi saran entelektüalizmin bazen ne kadar tuhaf ve garip bir şekle girdiğini eğlenceli bir dille anlatıyor. Bir buçuk saatlik bu piyes çok yavaş akıyor, seyredeni sıkıyor. Reza'nın "Art" ile yakaladığı şöhret rüzgarı galiba yavaş yavaş düşüşe geçmeye başladı...

pe cy

a

"Atılmışlık Adına Mevcudu Biraz Daha Temiz Tutalım"

Orhan Alkaya / oalkaya@yaho.com

Letafet Apartımanı'ndan başladım saymaya, "Ruy Blas" piyesinden bir bölümün gösterildiği Şehzadebaşı'ndaki Tatbikat Sahnesi'nden yani, o zamanki adıyla Darülbeda(y)i-i Osmani'nin ilk oyunu değildi ama ilk temsiliydi... Belleğimi de az bir şey zorlayarak saydım ve eksisiyle değilse de artısıyla düzeltilmeye açık bir rakama ulaştım: 49 ayrı sahneyi mesken tutmuş İstanbul Şehir Tiyatrosu. Mustafa Irgat, canım kardeşim, "Türk Motifi" isimli şiirini, bu yazıya memur ettiğim, başlıktaki mısra ile bitiriyordu: "Atılmışlık adına mevcudu biraz daha temiz tutalım". Bu Letafet Apartımanı, Şehir Tiyatrosu tarihinde başlı başına bir anıt binadır ve bugün yerinde yeller esmektedir. Andre Antoine, Darülbedayi için oyuncu seçme işini bu binada yapmış, ilk temsil bu binada verilmiş, uzun dağınıklığa son vermek üzere, Ertuğrul Muhsin 1927 senesinde Darülbeda(y)i'nin kurumsal temelini bu tiyatroda atmış. Bizimkiler de bu binayı yer yeksan etmiş. Canımın içi memleketim! Sıkı mı "temiz tutalım"? Vardı da biz mi kirlettik? Yahut şöyle soralım: Suskunların belleği olur mu? Herkes Darülbeda(y)i'nin motamot çevirisini biliyor: Güzellikler Evi. Bu ad, Ali Ekrem (Bolayır) tarafından

10

enfes bir tercüme olarak teklif edilmiş, kabul görmüş 1914 senesinde. Darülbeda(y)i, Konservatuar sözcüğünün dilimizdeki mükemmel bir karşılığı. Bu talebe şürekâsı, yani Eliza Binemeciyan, Roza Felekyan, Nurettin Şefkati, Sara Mannik, Adriyan Hanım, Kınar Sıvacıyan, Ertuğrul Muhsin ve Ahmet Muvahhit, 1916 senesinde, ilk okul oyunlarını oynamış: "Çürük Temel". Emile Fabre'dan Hüseyin Suat'ın (Yalçın) adapte ettiği bu piyes tarihimizin başlangıç noktası addedilir. "Asker Ailelerine Yardımcı Hanımlar Cemiyeti"nin "menfaatine", perşembe gündüzleri hanımlara, geceleri beylere gösterilen Çürük Temel piyesi, aramızda sarkastik biçimde de anılır: Darülbeda(y)i'nin ilk piyesi Çürük Temel! Ne durumda olduğumuz iyiden iyiye anlaşılsın diye, birkaç yakası az açılmış bilgi vermeliyim. 1994 senesine kadar, Çürük Temel'in sadece Üçüncü Perdesinin transkripsiyonu yapılmış idi. Yani bu piyesin ne mene bir şey olduğu hemen hemen bilinmiyordu. 1924-27 yıllarına ait bir sufle defterinden yola çıkarak, Sezai Gülşen ve Doğan Yavaş ilkin transkripsiyonu gerçekleştirdi. Böylece

Bu Letafet Apartımanı, Şehir Tiyatrosu tarihinde başlı başına bir anıt binadır ve bugün yerinde yeller esmektedir.


cy

a

Tepebaşı Dram Tiyatrosu, İstanbul'un en önemli tiyatro binası... idi... 1870'lerde -bu bile net değilGuatelli Paşa'ya tiyatro binası yapsın ve yirmi beş yıl işletsin diye üç bin arşın boyunda bir arsa veriliyor Tepebaşı'nda. Fermanlı tabii ki ve merak etmeyecekler için söyleyelim, İkinci Abdülhamid dönemi. Guatelli Paşa, 1855'te kurulan İstanbul Şehremaneti ile sorunlar yaşıyor ve 6. Daire'ye devrediyor imtiyazını. Bu 6. Daire meselesi de ayrı konu ve Hasan Kuruyazıcı en iyi anlatır. Esasen beşincisi, birincisi, yedincisi olmayan bir Daire bu. Merak unsuru ve bir bilenine aktarma arzusu ile geçelim. Bir tek ekleme yapmalı yalnız, bu arsanın, yani Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nun altı mezarlık idi. Tepebaşı Tiyatrosu'nun encamı, başlı başına bir "memleketin hali" hikâyesidir. Dram Tiyatrosu, Komedi Tiyatrosu, marangozhane ve işlikleri ile İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun merkezi olan bu bina, artan arsa kapitali yüzünden ağzı sulananlarca, "ahşap, döküntü bina... harabe... perişan sahne... yangın tehlikesi var..." propagandalarına maruz bırakıldı önce. 7 Ocak 1970'te törenle boşaltıldı ve Harbiye'ye taşındı Şehir Tiyatrosu. 1970'in Nisan ayında birinci yangın, ertesi yıl ikinci yangın... kül oldu kentin belleğine nüfuz etmiş en köklü tiyatro binası. Üçüncü mekânı Darülbeda(y)i'nin Ferah Tiyatrosu, ki pek meşhurdur, Şehzadebaşı'nda. Adı kaldı yadigâr, elbette. Kadıköyü'ndeki Apollon'u, Abraham Paşa Korusu'ndaki Fransız Tiyatrosu takip ediyor. Burası da, topoğrafyayı araştırmaya gönül indirmeyecekler için söylemeli, Beykoz'un Akbaba köyünden de ötede ve yok hükmünde. İstiklal'deki Lüks S i n e m a s ı ' n ı n binası Odeon idi. Seks filmleri gösteren bir sinemaya evrildi. Sonra arsa rantı galebe çaldı, yıkıldı, devasa bir inşaat alanı olarak perdeli bugün. Orasını Virgin isimli, pek sevdiğim müzik marketi alacak deniliyor. Ne ironi ama; Tevfik Fikret de, şehrimden "bin kocadan artakalmış bîve-i bakir" diye bahsetmiş idi. 1875'te adı Verdi Tiyatrosu mu

pe

Dram Tiyatrosu, Komedi Tiyatrosu, marangoz­ hane ve işlikleri ile İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun merkezi olan bu bina, artan arsa kapitali yüzünden ağzı sulananlarca, "ahşap, döküntü bina... harabe... perişan sahne... yangın tehlikesi var..." propagan­ dalarına maruz bırakıldı önce.

bizim de bir tarihimiz oldu -çok meraklıyizdir ya!Çürük Temel'in oynandığı binanın o esnadaki adı Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu. Monark bir ad. Piyesin Dekor-Kostüm tasarımını yapan biliniyor: Bernard Rosentahl. Rejisörü ise bilinmiyor. Garip ama öyle! Konuşacak ve öğrenecek ne çok "şey" var. Max Meinecke Başrejisörlüğe getirilene kadar da, DekorKostüm yapanın adı afişte yok. Oradan geldik, buyuz, nereye gidiyoruz!

idi oranın? Hay allah! Şimdilerde iğrenç renkleriyle askıya alınmış statiği kusurlu, depreme dayanıksızlığı tescilli TRT binası, Tepebaşı'ndaki, kısmen Dram Tiyatrosu'nu ve kısmen de Komedi Tiyatrosu'nu işgali altına almış durumda. Komedi'nin eski adları arasında Anfiteatr da var. Şair Mustafa Irgat "Kendi adına, hiçliği biraz daha temiz tutalım" da yazmış idi aynı şiirinde. Biliyordu da yazdıydı. Ferhan Şensoy kardeşimin dişiyle tırnağıyla kurtardığı Fransız Sirkinde de tam altı yıl, 1936 ile 1942 arasında gösteri yaptı İstanbul Şehir Tiyatrosu. Ferhan kim diye merak edenler için söyleyelim; üzerine işhanı yapılan İstiklal Caddesi'ndeki kurtarılmış sirk/operet/paten alanının adı Ses Tiyatrosu'dur artık. Yaşa be Ferhan! Locaları bile, sahneye değil, orta alana bakan o vahayı var ettiğin için. Söylerler ki, Sirk sonrası, tiyatroya dönüştürüldüğünde, at pisliği kokusu uzun süre gitmemiş içeriden.

Lütfü Kırdar Belediye Reisi iken yapılan Açıkhava Tiyatrosu, ki şimdilerde Kongre fetişizmi ile altı/üstü tartışılıyor, yıllar boyu yazlık mekânı olmuştur Şehir Tiyatrosu'nun ve İstanbul halkının. İlk oyun 9 Ağustos 1947'de Kral Oidipus imiş, tragedya. Eminönü Halkevi, bilmeyenler son kalan birkaç bilenden öğrensin, bir efsane idi. Yedi yıl da orada oyun oynamışız. Aksaray'daki Türkocağı'nda iki yıl, Gülhane Parkı'nda iki yaz... On bin lira kirası çok geldiği için terk edilen ve bugün Hatemoğlu'nun konfeksiyon deposu olarak istihdam edilen Yeni Komedi Tiyatrosu'na gelir isek, iş biraz değişir. 765 kişilik salonu ile, Beyoğlu Emek S i n e m a s ı ' n ı n sokağındaki (Yeşilçam Sokağı/Rue Devaux) o sıcak ve kişilikli binada tam yirmi yılı geçti İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun. Orayı terk ettiren zihniyeti idare eden adam ise, bilebildiğim en entelektüel Belediye Başkanı olan Ahmet İsvan idi. Entelektüel yöneticisi, entelektüel kavramını aşağılayanlara servis veren bir ülkede, herkes tehdit altındadır, iyice bilinsin. Bir de, söylemezsem çatlayacağım, Yeni Komedi hâlâ mümkündür. Benim Kadıköy Cep olarak hatırladığım bir bina var, Kadıköy Tiyatrosu, Süreyya Sineması'nın üst bitişiğinde. Süreyya Sineması'nın esasen Süreyya Opereti olarak yaptırıldığını da zaten herkes bilir. Kentli olanları kastediyorum. Yok, onların da çoğu bilmez aslında. Altı yıl sürmüş o sıfır koddan girip aşağı doğru inilen binadaki konukluğumuz.

11


a

devredilmiştir. Orası Muhsin Ertuğral Sahnesi'nin rekreasyon alancığı idi oysa. Zaten, hocamız öldüğünde, 1979 senesinde yani, tiyatronun ismi Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi olmuştu; geç değil, doğrudur bu. Hangi yaşayan, bir binada vücûd bulmak ister ki? İşte, yıkılıp kongre vadisine iliştirilmek istenen son bina, kentin merkezinde, "çok amaçlı virüs"ten bugüne dek sakınabildiğimiz, bağımsız olarak sadece tiyatro işlevini üstlenmiş Şehir Tiyatrosu'nun merkez binası Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'dir. İstanbul'un tek opera, bale, konser salonu Atatürk Kültür Merkezi'nin açılışını da Şehir Tiyatrosu yapmış idi. Şimdi bir kez daha arsa rantına göz dikilen o binanın hayali, ta 1930'larda kurulduydu. 1946'da temeli atıldı, tam tamına 23 senede tamamlanabildi. 1969'da Kültür Sarayı adıyla açıldı ve alesta yandı ya da yakıldı, 1970'te. Restore edilip ikinci kez açılışı 1978 senesine karşılık gelir. 9 Ekim'de Oda Tiyatrosu'nda Oben Güney'in "Sırtımızdakiler" oyununu, 17 Ekim'de Büyük Salon'da Orhan Asena'nın "Ölü Kentin Nabzı" oyununu oynamıştı Şehir Tiyatrosu. Ne yapacaklarım, nasıl yapacaklarını, operanın, balenin, senfoni konserlerinin nerelerde yapılacağını vb. açıklamaya lütfetmeyen birtakım zevat, yıkıcılıkta sınır tanımıyor. Bilebildiğimiz tek gerekçeleri, boyahanenin İstanbul'un en güzel manzarasına sahip oluşu ve zehirli boyalarla iş yapan amele takımı yerine hatırlı kişilere bu manzarayı seyrettirmenin daha uygun olacağı... Ankara'nın Yeni Sahnesi de apar topar yıkıldı, tam bu günlerde. "Ölüm adına, hayatı biraz daha temiz tutalım" da demişti Irgat. Öte dünyası olan da olmayan da bizim gibi, yok oluşun şiddetli titreşimini bir ân için hisseder mi? Abdülhâk Hâmid'in Eşber'inin final diyalogunu yüksek sesle okumaya yürek indirebilir mi, yoksa olup biten, bir yanılsamanın sahneleri gibi yanı başımızdan akıp gider mi? Eşber'in finalinde ne mi yazmış idi Hâmid? İşte:

cy

Fatih Saraçhane (Reşat Nuri) ve Üsküdar Doğancılar (Musahipzade Celâl) tiyatrolarının bir tanesi "şimdilik" duruyor. Bu iki "baraka tiyatro" Ertuğrul Muhsin üstadımızın dayatmasıyla ve hızla inşa edilmiş idi. Galiba Vali/Belediye Başkanı/Orgeneral Refik Tulga zamanı, herkes bunları bildiği için kaynağa bakmadan yazıp geçiyorum. Rumelihisarı da 1961'de Şehir Tiyatrosu'nun kült mekânı olacağını belli etmiş idi. Yaz oyunu için Yedikule (Zindanı) ile birlikte ve tabii Açık Hava Tiyatrosu, bir büyük geleneğin kurulup dağılmasının simgelerindendi. Rumelihisarı'nda Hamlet ile Boğaz'a yelken açan ustamız Muhsin Ertuğrul, zaten şöyle övünürdü: "Uzun bir ömür sonunda dünyada ne yaptın, sorusuna hesap vermem gerekse; ne İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, Adana'da açtığım devamlı temsiller veren çeşitli tiyatroları ne sahneye koyduğum yüzlerce piyesi, ne de sahneye çıkardığım yüzlerce genci sayıp dökerdim, sadece Türk tiyatro repertuvarının tahtına Rumelihisarı'nda her yıl oynanan bir Hamlet oturttum diye övünürdüm ve bu benim elli şu kadar yıllık tiyatro çalışmamın en yüklü bir toplamı olurdu (Türk Tiyatrosu, 363). Rumelihisarı, ki az rüzgârım yemedim, pop müziğin organizatör ayağı şimdilerde. Harbiye Yapı Endüstri Merkezi'ni, yaklaşık 500 kişilik bir salondu orası, hiç değilse kitapçı dükkânı olarak kullanabiliyoruz bugün, Aksaray'daki Küçük Opera, Bozkurt İlkokulu'ndaki Zeytinburnu Tiyatrosu, bir ara Erdem Buri işletmeciliğinde Ruhi Su'ya sahne veren Site Tiyatrosu, bir ara Hodri Meydan olmuş Esentepe Tiyatrosu, bir ara deneme tiyatrosu olmaya aday Zeynep Kâmil Salonu, bir ara Muhsin Hoca'nın son rüyası olan ve genişlemeyi en iyi temsil eden Gültepe, Bayrampaşa, Zeytinburnu Semt tiyatroları ise yok hükmündedir, acıtır canımızı. Muhsin Hoca'nın, zamanında, "vizyonu hayli gelişkin" tiyatro publicumu tarafından ti'ye alınan Stadyumda Tiyatro hayalinden, kurup var ettiği Gezici Tiyatro ve Kahvelerde Tiyatro'suna; yakılıp yıkılmış Tepepaşı Dram'ın marangozhanelerinde, 1975'te Zeynep Oral/Beklan Algan'ın "Adsız Oyun"u ile dirilen eşsiz Deneme Sahnesi'ne, bahsedecek öyle çok yok edilmiş bina var ki, eğer bina çoğalması kıyamet alâmeti ise, korkmayın, kıyameti tiyatro davet etmeyecek.

pe

İskender: Ateşler içinde şehr-i Pencâb /Güya ediyor semaya rıhlet Aristo: Mahvolmuş onunla bir de millet İskender: Ey nefs-i haris, aceb ne buldun Aristo: Ey Şâh-ı cihan, muzaffer oldun! İskender: Eyvah... Eyvah... Aristo: Boş nedamet! İskender: Kînûs, ne bu dehşet-û kıyamet?/Söyle Peridas, nedir bu mahşer? Peridas: Batlamyos'a sor... İskender: Müverrih-î şer! Batlamyos: Mûcib hakaarete ne apansız?/Tarihi yazan benim, yapan siz! İskender: Efkarımı sen de etme tehyiç!Rastû, bu nedir? Aristo: Zafer veya hiç!

Canım Mustafa'm, Irgat'ım, "Kurban adına, ölümü biraz daha temiz tutalım" demiş idi, Türk Motifi isimli sıkı şiirinde. Sümerbank deposu iken, Muhsin Ertuğral tarafından tiyatro işlevi için dönüştürülmek üzere göze kestirilen Harbiye Tiyatrosu, ustamızın son mekânı idi aynı zamanda. Orada iken küstürülüp -elden- kaçırıldı hocamız. Eskiden Etibank paviyonunu konuk etmiş yeşil alan, 1981 'de, kirli bir söz kesme ile Harbiye Orduevi'ne

12

İşte, yıkılıp kongre vadisine iliştirilmek istenen son bina, kentin merkezinde, "çok amaçlı virüs"ten bugüne dek sakınabil­ diğimiz, bağımsız olarak sadece tiyatro işlevini üstlenmiş Şehir Tiyatro­ su'nun merkez binası Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'dir.


Başaran Ulusoy ile Kongre Vadisi Üzerine Kongre vadisi diye isimlendirdiğiniz proje hakkında biraz bilgi verir misiniz? Kongre Vadisi Projesi, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nu, Açık Hava Tiyatrosu'nu kapsayan kongre ve kültür merkezlerinin ve çevresinin birlikte değerlendirilmesi ve geliştirilmesini kapsamaktadır.

ve açık hava tiyatrosu ile, arada kalan alana da ilave inşaat yapılarak, İstanbul yepyeni ve en az 10.000 kişi olabilecek kapasitede kongre ve çok maksatlı salonlar kazanacaktır. Böylece İstanbul'un gerçekleşmesi kesinleşen önümüzdeki dünya çapında 10.000 kişilik kongrelere de ev sahipliği yapması mümkün olacaktır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'yle konu ilgili neler paylaştınız? Size yanıtları ne oldu? Belediye'nin projedeki rolü nedir? İstanbul Kongre Vadisi Projesi, 9-10 yıldır üzerinde durduğumuz, gündeme getirdiğimiz bir konudur. Bu projeyi, dünya çapında bir metropoliten kent ve bir cazibe merkezi olan İstanbul'un uluslararası kongre ve kültür merkezi olarak hızla gelişen ihtiyaçlarının karşılanması için gündemde tuttuk. Bu görüşlerimizi yetkili mercilerle yaptığımız temas ve toplantılarda her zaman dile getirdik. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile görüşmelerimizde de üzerinde durduğumuz konu budur.

AKM'nin de yıkılması ve yerine yeni bir binanın yapılması gerektiği yolunda açıklamalarınız var. Neden AKM ile ilgili de görüş bildirmeyi uygun gördünüz? Taksim Meydanı da Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin bulunduğu alan da İstanbul'un en kıymetli alanları. Söz konusu yapılar yıkıldığında, yerlerine gerçekten aynı yoğunlukta birer sanat kompleksi yapılacağını düşünüyor musunuz? Yoksa buralara bir iş merkezi ve alt katlarına tiyatro - opera salonları mı yapılması planlanıyor? Sizce bu iki yapının da yıkılması neden aynı dönemde gündeme geldi? AKM'nin yıkılması halinde, yerine yapılacak binaların, günün koşullarına çok daha iyi cevap verecek kültür yapıları olması gerektiğini düşünüyorum. Benim görüşüme göre hiçbir şekilde sanat - kültür kompleksi dışında bir maksatla kullanılmalarının düşünülmemesi gerekir. Ayrıca böyle bir yaklaşım olduğunu da sanmıyorum.

a

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütün bu komplekslerin sahibidir. Dolayısıyla bu tesislerin geliştirilmesi onların uhdesindedir.

Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun 4 ay içerisinde yıkılacağı söyleniyor. Bölgede yıkılması planlanan başka bir yapı var mı? Yapılması Bu konular, Sayın Kültür ve Turizm Bakanı ve ilgili planlanan yeni bir tiyatro salonu var mı, varsa yetkililerle birlikte bir Kültür Başkenti olarak İstanbul nereye yapılacak? ile ilgili olarak yaptığımız değerlendirmelerde, dünya İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından yaptırılan çapındaki bu büyük kentimize yaraşır nitelik ve proje Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun yıktırılmasını mükemmeliyette sanat - kültür merkezleri öngörüyor. Ancak yerine, Lütfi Kırdar Kongre ve kazandırma fikri çerçevesinde ele alınan konulardır. Sergi Sarayı ile entegre hale gelecek yeni bir bina

pe cy

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından yaptırılan proje, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'n un yıktırılmasını öngörüyor.

Ebru Seyhan ebruseyhan@tiyatrodergisi.com.tr

13


a pe cy

Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun durumuna ise önceki sorunuzda verdiğim cevapta değindim.

Her iki yapının da gerek sanatseverleri ağırlamak gerekse sanatçıların çalışmalarını sürdürmesi açısından yeteriz olduğunu, bu yapıların Avrupa'ya kıyasla "çağdışı" kaldığını ve yenilenmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Kıyaslama yaptığınız Avrupa ülkelerine göre sanata verilen devlet desteğinin (maddi ve manevi) son derece komik kaldığı, tiyatrolara yıllık desteklerin kesildiği bir ülkede sanatçıların ve sanatseverlerin, sanat yapılarının yeni sanat kompleksleri yapılması için yıkılacağı tezine siz inanıyor musunuz? Kültür Bakanlığı ve İstanbul Belediyesi bu konuda samimi ise projeler ile ilgili kamuoyuna neden bilgi verilmiyor? Neden tüm tepkilere kulaklarını tıkayıp olup bitenleri gazetelerden okuyorlar? Sanat etkinlikleri ve sanatçılarımız için en iyi ve mükemmel imkanların sağlanması gerektiğine inanıyorum. Bu görüşlerim ve inancım, sanata, sanat etkinliklerine verdiğim değerin ifadesidir. Daha Kongre Vadisi Projesinin uygulanması ve AKM'nin durumu gündemde değil iken, her zaman Avrupa'nın önemli kültür başkentleri ile mukayeseler yaparak, İstanbul'un icrai sanatlar (müzik, opera,

14

bale, tiyatro) dahil, güzel sanatlar faaliyetleri için çok daha geniş, çok daha gelişkin imkanlara, mükemmel tesislere kavuşturulması gerektiğim uygun olan her ortamda vurguladım. Örneğin İstanbulumuzun yeni opera binalarına kavuşturulması konusunu gündeme getirdim, hatta üç yıl önce Beşiktaş Belediyesi'ne öneride bulundum. "Turizm ve sanat" açısından görüşlerim de, güzel sanatlara verdiğim değer ve operaya, tiyatroya, müziğe, baleye, bu genel yaklaşımımla tam anlamıyla uyumludur.

"Kültür Bakanlığı ve İstanbul Belediyesi" bu konuda samimi ise, projelerle ilgili kamuoyuna neden bilgi vermiyorlar" şeklindeki sorunuzla ilgili olarak, bizim bilgilerimize göre projelerin henüz yeni hazırlık aşamasında olması ve olgunlaşmamış olması nedenleri ile bu aşamada ayrıntılı açıklama yapılmadığını düşündüğümü söyleyebilirim. Ancak bu konuda da Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden bilgi talep etmenizin uygun olacağı görüşündeyim. İstanbul'un kültür ve sanat yaşamı açısından bu kadar büyük önem taşıyan bu konuların kamuoyu ve sanat çevreleri ile bütün yönleri ile ve açıklıkla paylaşılması gerektiğini ve paylaşılacağını düşündüğümü de ifade etmek isterim.

İstanbul'un kültür ve sanat yaşamı açısından bu kadar büyük önem taşıyan bu konuların kamuoyu ve sanat çevreleri ile bütün yönleri ile ve açıklıkla paylaşılması gerektiğini düşünüyorum.


Atatürk Kültür Merkezi Mesut İtku (*)

1973 yılı Eylül ayında Almanya'da Lisansüstü eğitimimi tamamlayıp İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ne solist sanatçı olarak atanmıştım. Çalışma ve temsillerimizi Maksim Sahnesi'nin çok elverişsiz şartlarında sürdürmekteydik. Atatürk Kültür Merkezi yanmış ve onarımdaydı. Opera'nın idari birimleri ise Cihangir'de bir apartmanda çalışmalarını sürdürüyordu. Maksim Sahnesi'nin elverişsiz şartlarında sanat üretimimizi sürdürürken bizi Maksim Sahnesi'nden çıkardılar. Daha elverişsiz şartlara gittik. Şan Sineması'na... Şan Sineması'nda günlük normal film gösterileri sürerken bize akşam 18.00'de gösterilen filmden sonra sahneyi verirlerdi. Çok kötü şartlar... Prova için yerimiz yoktu. Cihangir'de bulunan idari binamızın en üst katında sahne provaları yapardık. Örneğin, benim de Valentin rolünü üstlendiğim "Faust" Operası'nı bu mekanda çalışmıştık. Bu arada Atatürk Kültür Merkezi'nin önünden geçerken, burada ne zaman sahneye çıkacağımı hayal eder, heyecanlanırdım.

Bütçe darlığı konusunda Avrupa Birliği'nin Sanatsal Projeler için büyük bir fon ayırdığı biliniyor. Belki Dünya Bankası'ndan onarım için bir bütçe sağlanabilir.

pe cy

a

Onarım çok uzun sürdü. Nihayet Atatürk Kültür Merkezi'ne taşındık. Yeni tasarımda localar kaldırılmıştı. Ancak akustik iyi değildi. Ama biz çok mutluyduk. Özellikle sahne ölçüleri, çalışma ve soyunma odalarının düzeni çok güzeldi. 30 yıldan fazla bir dönemim bu binada solist sanatçı ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin Müdür ve Genel Sanat Yönetmeni olarak (6 yıl) geçti. Bina ile her zaman öğündüm. Sorunları her zaman vardı. Sorunu olmayan bir mekan düşünemiyorum. Ancak, kanımca, zaman içinde görev yapan Atatürk Kültür Merkezi'nin müdürleri, bazı bölümleri için onarım istediklerinde, Kültür ve Turizm Bakanlığımız gerekli çalışmaları yapabilse, sanırım sorunlar bu kadar büyümezdi. Örneğin 1977-78 sezonu boyunca Atatürk Kültür Merkezi onarımı sürüyordu, biz de Şan Sineması'ndan ayrılmıştık. Sezon süresince hiçbir eser sahnelenemedi. Bina, 1978-1979 Sezon başında Atatürk Kültür Merkezi adıyla yeniden açıldı.

Son tahlilde, geçtiğimiz yıllarda, Varşova Opera Evi, Londra Covend Garden Opera Evi, Napoli San Carlo Opera Evi yaklaşık bir sezon ya da birkaç yıl binalarını kapatarak büyük onarımlar yaparak sahnelerini yeniden açtılar ve izleyicileri ile tekrar buluştular. Atatürk Kültür Merkezi "Sanat Eseri" kabul edilmiş, "Kültür Varlığı" tescilli bir sanat kurumudur. Bu bina için bildiğim kadarıyla kısa bir süre önce "Restorasyon Projesi" yaptırılmıştır. Bu bağlamda, geçmişte olduğu gibi bir ya da iki yıl sürecek büyük bir onarıma girilebilir. Sanat Kurumları bizim eskiden yaşadığımız gibi turneler düzenleyebilir, konserler yapabilir. Onarım bitince eski düzen kurulur. Bir binanın onarımının, yıkılıp yeniden yapılmasından daha pahalı bir bütçe harcamasına neden olacağına inanmak çok güç. Tescilin kaldırılmasını gündeme getiren ve sonra erteleyen 2 No'lu Koruma Kurulu, alacağı kararla bu "Cumhuriyet Kurumu" ile ilgili tarih önünde sorumlu olacaktır.

Bina yıkıldığıyla kalır ve kimse tarih karşısında bu sorumlulu­ ğun altından kalkamaz. Aksini kimse iddia edemez.

Bakınız, 1946'da temeli atılıp, defalarca projesi değişen, eski adıyla Opera Binası, daha sonra Kültür Sarayı, 1969'da ancak bitirilebildi. 27 Kasım 1970'te yanan bina büyük hasar gördü. Ülkemizin ekonomik ve değişebilecek siyasal şartlarında yeni bir projenin nasıl olacağı, yapımının ne kadar süreceğini bence kimse söyleyemez. Değişen şartlar çok şeyi alıp götürür. Oysa, Atatürk Kültür Merkezi yapı olarak otuz yıl bile sürmeyen bu sanat üretimi süresince, daha hizmetinin üçte birlik bir zaman sürecini bile tamamlamadı. Bugün görevde olan Kültür ve Turizm Bakanı yarın değişir ve dünyaya sanatsal konularda çok farklı bakan bir şahsiyet göreve gelebilir.

Atatürk Kültür Merkezi içinde bilindiği gibi beş ayrı Bina yıkıldığıyla kalır ve kimse tarih karşısında bu sanat kurumu varlığını sürdürüyor. Tüm çalışma sorumluluğun altından kalkamaz. Aksini programlan yangından sonra kurulmuş olan Atatürk kimse iddia edemez. Çünkü, ben toplam iki dönem Kültür Merkezi Müdürlüğü'nün onayıyla altı yıl (1987-1991)-(2001-2003) İstanbul Devlet gerçekleşebiliyor. Prova ve temsil düzeninde Opera ve Balesi'nin Müdür ve Genel Sanat Müdürlükler daima anlayışla hareket etmiştir. Yönetmenliği görev süremde, dokuz ayrı Sayın Bakanla çalıştım. Matematiğini lütfen siz yapınız... Pazartesi günleri bina başka kurum ve kuruluşlara tahsis edilir. Aynı zamanda bakım günüdür. İstanbul Atatürk Kültür Merkezi gibi "Tescilli" ve "Sanat Devlet Opera ve Balesi'nin Müdür ve Genel Sanat Eseri" kabul edilmiş bir kurumun yıkılmasına çok Yönetmeni olarak görev yaptığım ilk dönemde, karşıyım. Bireysel bakarsam, belki de sanatçı sanırım 1988 yılında bir gün binanın mimarı Sayın duygusallığı diyebilirsiniz, kabul ediyorum... Benim Hayati Tabanlıoğlu ziyaretime gelmişti. Tanıştık, rahmetli ağabeyim Mustafa İktu'nun ve şimdilerde bina ile ilgili uzunca sohbet ettik. Sohbetimiz, kızım Nazlı İktu'nun ve tüm meslektaşlarımın ve Orkestra Çukuru ve Koro Salonu ile ilgili oldu. öğrencilerimin, bizleri, yıllardır izleyen onca Binanın yapımında büyük emek vermiş. Ayrıca, sanatseverin, geçmişi yıkılmak, silinmek ister gibi... Bürokrasi ile ilgili uzun mücadelesini anlattı. Atatürk Kültür Merkezi çocuğu gibiydi. Çok zarif bir kişiydi (*) Prof.Mesut İKTU.Bariton / Mimar Sinan Güzel Sanatlar rahmetli Tabanlıoğlu. Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü ve Opera Anasanat Dalı Başkanı.

15


İş Yalnızca Bir Binanın Yıkılması Değildir! Osman Şengezer

1977 yılı bina Atatürk Kültür Merkezi olarak tekrar açılıyor. "Carmen" operası, Türk dostu "Kiss Me Kate, My Fair Lady" müzikallerini sahneye koymuş Tod Bolender'in Baleleri... Türk sahne sanatları tarihine geçmiş parlak eserler, silinmez başarılar. "Otello" operasında ilk gecesinde yıldızlaşan, ünü Avrupa'ya yayılan Zehra Yıldız. Türk Bale tarihinin dönüm

pe cy

1969 Nisanında çok görkemli bir açılış, o zamanki adıyla Kültür Sarayı'nı İstanbullulara, yirmi üç yıllık bekleyişin bittiğini müjdeliyordu. Cevdet Sunay, Süleyman Demirel, bakanlar, büyükelçiler, dünya operalarının temsilcileri eşleriyle ordalar. Türk Devlet Opera ve Bale sanatçıları açılışta görevli. Ferit Tüzün'ün "Çeşme Başı" balesi, "Aida" operası, bir gece sonra da "Çark" ve "Fındıkkıran" baleleri. "Aida"yı Aydın Gün sahneye koymuş. Sahnede üç yüz elli kişi. Orkestra üyeleri ve bir o kadar da sahne gerisi çalışanı. Gün, açılışa iki gün kala "Osman seksen asker gönderiyorum, onları giydir." Erkek

terzi atölye şefiyle çeşitli çözümler üretiyoruz. İç çamaşırlarından şakalarına kadar Mehmetçikleri, antik Mısır ordusuna çevirmeye uğraşıyoruz. Açılış gecesi. Türk Tiyatrosu ve Operasına büyük emeği geçmiş Carl Ebert ağlayarak, herkesi kucaklıyor. Türk Folk kostümü giymiş karısıyla Yehudi Menuhin Azra Gün'ü tebrik ediyor. Uluslararası "Life" dergisi bu gece için özel muhabir göndermiş. 1970'in Kasımında Devlet Balesi Kültür Sarayı'nda, tek perdelik üç balenin görkemli bir galasını yapıyor. "Glazunov Süite", "Orpheus", "Judith" baleleri. İkinci gece Devlet Tiyatroları "IV. Murat", Ankara Devlet Balesi de üçüncü gece "Kuğu Gölü"nü sahneleyecek. "IV. Murat" oynandığı gece Haldun Dormen'in evinde ki ev Ayazpaşa'da, bir gece önceki galayı konuşuyoruz. Bir telefon, koşuyoruz, pencereden kıpkırmızı bir gökyüzü. Taksim Meydanı bir savaş alanı. Kültür Sarayı alev alev. Simsiyah dumanlar. Göz yaşları... Uzun süren bir yeniden yapım, tamirat ve tadilat devri. Binaya yanmaz malzemelerin eklenmesi...

a

Güneş doğar doğmaz soluğu, Kültür Sarayı'nda aldım. Zaten gece hiç uyumamıştım. Yer yer dumanlar tüten, simsiyah bir iskelet. İtfaiye hâlâ çalışıyor. Bir kadın, iki erkek terziyle beraber arka taraftaki sahne girişinden, gizlice içeriye giriyoruz. Daha yangın şokunu atlatamayan kurtarıcılar, henüz binayı kapatamamış. Soyunma odaları ve çalışma stüdyoları ısıdan yer yer çatlamış. Sahne arkası beton duvarı, bu tarafları az çok korumuş. İs, duman ve sıkılan su. Derdimiz kimseler farkına varmadan "Kuğu Gölü" balesinin kostümlerini dışarı çıkartabilmek. Bir gece sonra Ankara'da temsil var ve biletler satılmış. Kan ter içinde, simsiyah olmuş terzilerle, sırılsıklam kostümleri dışarıya taşıyoruz. Dekorlar tamamen yanmış. İki saat içinde tüm binayı kilitlediler. Ankara'da dekorsuz oynayan "Kuğu Gölü" temsilinde perde açılınca salona yayılan is ve duman kokusu hâlâ anılardadır.

16

Yer yer dumanlar tüten, simsiyah bir iskelet. İtfaiye hâlâ çalışıyor. Bir kadın, iki erkek terziyle beraber arka taraftaki sahne girişinden, gizlice içeriye giriyoruz.


a

pe cy

Taksim Meydanı bir savaş alanı. Kültür Sarayı alev alev. Simsiyah dumanlar. Göz yaşları... Uzun süren bir yeniden yapım, tamirat ve tadilat devri. Binaya yanmaz malzemele­ rin eklenmesi...

noktalarından biri olan Oytun Turfanda'nın "Niçin" balesi. İki katlı demir konstrüksiyon ve hareketli, dekoru, bu terör karşıtı balenin önemli bir özelliği. Yekta Kara'nın sahneye koyduğu "Samson ve Dalila" operasında sahne asansörlerinin kullanımıyla mabet yıkımı, totem heykelin yere batması. "Gisell" balesinin 2. perdesinde ruhların sisler içinde, asansörlerin yardımıyla yerden yükselişi. Sahnenin sağına ve soluna dizilmiş on iki adet uzun vagonların kullanılmasıyla, hiç müzik kesilmeden yirmi dört tablonun oynanabildiği "Tatlı Charity" müzikali. Gürçil Çeliktaş'ın "Paris Hayatı" operetinde, döner sahnenin ve vagonların bir arada kullanılması ve bu şekilde sahneye tren çıkarılması. "II. Mehmet", "Prens İgor" operalarında döner sahnenin tüm olanaklarının kullanılması. Yahudilerin İspanya'dan denize sürülüp hiçbir ülke tarafından kabul edilmezken, Osmanlı Devleti tarafından çağrılmasının 500. kutlamaları için Prof. Mesut İktu'nun "Nabucco" operasını sahnelemesi. Meriç Sümen'in "Kamelyalı Kadın" balesi ile dansa veda etmesi ve sofitaların kullanımıyla dekorların hızla değişebilmesi. Rudolf Nureyev'in "Uyuyan Güzel" balesini sahnelemesi ve içinde dans etmesi. Zeynep Oral ve Yekta Kara'nın dünyaca ünlü sopranomuz Leyla Gencer'e, uluslararası bir kutlama gecesi yapışı. Kerim Soysal'ın planlamasıyla Prof. Tankut Öktem'in bronz Aydın Gün büstünün açılışı. Bu yaşanmış, olağanüstü başarılara şahit olmuş, hazinelerle dolu bir bina...

büyük kostüm ambarı bodrumdadır. Eski eserlerin kostümleri depolanır. Solist kostümleri belki koroda kullanılacaktır. Koro kostümleri üzerlerinde değişiklikler yapılarak, ekler, süsler ya da boyamayla, başka eserlerde kullanılır. Mersin, Antalya, İzmir operalarına gönderilir. Konservatuvarlar, tiyatro okulları kullanabilir. Binlerce kostüm. Şapka, taç, mihver, ayakkabılar buralardadır. İki büyük aksesuvar ambarı, koltuk, kanepe, masa, ayna, tabure, şamdan, avize ile kılıçlar, oklar, mızraklar, vazolar, heykeller gibi eşyaları saklar. Dekor vagonlarının, panolarının, merdivenlerin, yükseltilerin, sütunların, balkonların, fonların, kulislerin, frizlerin saklandığı sahnenin altında, yanlarında, asansör boşluklarmdaki hacimlerde, bodrum katındaki ambarlarda depolanıp, saklanır. Değerleri milyarlarla ölçülen bunun yanında hepsi birer sanat objesi olan bu hayati unsurlar. Alt katta, konser salonundaki çocuk operaları, müzikalleri, tek perdelik baleler ve bunların dekor ve kostümleri. Tüm çalışma odalarındaki konsol piyanolar, provalarda kullanılan kuyruklu piyanolar, orkestra elemanlarının çeşit çeşit enstrümanları. Yılların birikimini taşıyan marangoz, demir, butafor, enstrüman onarım, boya, resim realize, bezleme, plastik, kadın erkek terzi, kadın erkek şapka, ayakkabı (bale, opera), aksesuvar, peruka, makyaj, sahne teknisyeni, mekanik, ışık, elektrik, araç şoförler, temizlik gibi atölyeler binayı sarmalamış.

Kostüm ambarlarının ilki, çatı katında, üst üste iki İŞ YALNIZCA BİR BİNANIN YIKILMASI hacimdedir. Repertuvarda olan ve sahnede kullanılmaya hazır opera ve bale kostümleridir. İkinci, DEĞİLDİR!

17


pe cy

a

Aklın Aşkla Örtülmesinin Eskimeyen Öyküsü:

"Leyla İle Mecnun"

Üstün Akmen / ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

İskender Pala, bilinen masalın, bilmediğimiz yanlarını deşmeye çabalamış. İnsanları­ mıza unuttukları değerleri yeniden anımsat­ mayı hedeflemiş.

18

"Aşk acıdır, tatmasını bilene" demişler. Aşk, yaşamın gizlerini her zaman açığa vuruyor, "vuslatın" tozunu attırıyor, sonra da bir ömrü usul usul "elem"lere yatırıyor. Bu gerçeği bilen bilir, bilmeyense ota çoka aval aval bakar elbette. Şairlerin dizelerinde köpüren, deli divane gönülleri delip geçen aşk, sadece ve sadece bilenler içindir, özeldir.

İskender Pala'yı Tanımak İskender Pala, öncelikle divan şiirini okura, öğretmek/anlatmak için yola koyulmuş, bu görevini yaparken divan şiirinin zaman içerisinde aldığı yolu ve solmaya, kurumaya yüz tutmuş noktalarını; okuru bunaltmadan, tersine meraklandıracak, hatta "divan"a imrendirecek bir biçem içinde başaran, yayan önemli bir yazarımız. Bu kere, Dicle'nin serin yamaçlarında bir çilek iken, kara kaşlı, kara gözlü Arap kızı Leyla'nın dudaklarında "can

vermek/hayat bulmak" yerine, kazanlarda kaynatılarak bir parşömene ve nihayetinde de Fuzuli'nin "Leyla ile Mecnun" mesnevisine dönüşen ünlü öyküsünü almış, müzikli oyun yapmış. Kimdir Bu Leyla, Kim Bu Mecnun Bilindiği gibi, Leyla ile Mecnun'un aşkları bir Arap efsanesine dayanmakta. Söylencede Mecnun "mahlas"ıyla şiirler söyleyen Kays ibni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle, Leyli (Leyla) adlı bir Arap kızın arasında geçen ve ayrılıkla sona eren bir aşk öyküsüdür anlatılan. Kays ile Leyla, kardeş çocuklarıdır. Küçük yaşta birbirlerini severler. Kays'ın Leyla için söylediği şiirler dillerden dillere dolaşır durur. Leyla'nın babası, adını dillere düşürdüğü için, kızının Kays'la evlenmesini önler ve Leyla'yı başka biriyle

evlendirir. Kays da bu üzüntüye dayanamaz ve kendini çöllere atar. Zaman içinde "Deli Mecnun" diye anılmaya başlanacak, ayrılık acısına dayanamayan Leyla kederinden ölecek, Mecnun bunu duyunca onun mezarının başına koşacak ve oracıkta can verecektir. İskender Pala Neler Yapmış İskender Pala, bilinen masalın, bilmediğimiz yanlarını deşmeye çabalamış. İnsanlarımıza unuttukları değerleri yeniden anımsatmayı hedeflemiş. Aşkın anlamı, tanımı üzerinde durmuş, sonuç olarak aşkı "kendinden vazgeçmek" olarak betimlemiş. Kendinden vazgeçtiğin an aşkın başlayacağını savlamış, günümüzün önemli şairlerinden Ataol Behramoğlu'nun aksine "aşk tek kişiliktir" demiş. Aşkı bir giz olarak yüceltmiş. Birbirlerine kavuşamayan ve aşkları uğruna ölen iki gencin öyküsünü oyun metni olarak şiir biçeminde uyaklı


arasında şakıyor, olayları anımsatıyorlar ya!.. Bu şakıma, bu anımsama kendi biçemleri içinde sanki çok özel bir "aşk ayini"ne dönüşüvermiş.

orkestrayı yürekten kutlamak isterim. Diğer taraftan, doksan civarındaki oyuncu, dansçı ve şancıyı ciddiyetlerinden, emeklerinden dolayı keşke olanağım olsa da yanaklarından birer birer öpebilsem. Tenor Caner Akın, o ıpıl sesiyle bu kere de tiyatro seyircisini sarıp sarmalamakta. Soprano Tülay Uyar'ı 2004 Siemens Opera yarışmasında ikincilik ödülünü aldığı günden bu yana izliyorum. Renkli ses yapısıyla hiç kuşkum yok ki esere büyük destek vermekte. Alto Zuhal Yunga da, Mecnun'un Annesi'nde başarıyla buluşuyor. Güzin Özyağcılar'ı, Ergün Işıldar'ı, Metin Çoban'ı kalabalık kadro içinde bir adım öne çıkanlar arasında rahatlıkla sayabilirim. Toron Karacaoğlu Usta'yı yeniden sahnede görmekse, seyirciye gerçekten büyük bir keyif vermekte. Gökçe Eskılıç, Özgül Sağdıç, Berna Anıl, Yasemin Güvenç, Sibel Mutlu, Özge O'Neill, Nurdan Kalmağa, Zeynep Özyağcılar'dan kurulu Meddahların hepsi birbirinden başarılı da, ben gene de Zeynep Özyağcılar'ın özellikle Leyla'nın ölümü tablosunda beni çok etkilediğini söylemeden duramayacağım. Zeynep Özyağcılar'ın gerek dans gerekse oyunculuk açısından birbirleriyle başarı yarışındaki "sekiz gencecik fidan" arasında sivrilmesi, bir anlamda tiyatromuzun geleceği

pe cy a

ve ölçülü kaleme almış. "Fuzuli'yi ve vaktiyle bu topraklarda pedagojik bir işlev gören Leyla ile Mecnun öyküsünü azıcık anlaşılır kılmayı" amaçlamış. Dünle bugünü buluşturmak istemiş. Emek vermiş. Nedendir bilemem, günümüz Türkçesi üzerinde hiç titizlenmemiş, ama hiç kuşkum yok ki çok terlemiş.

Almış Eline Metni Ali Taygun Oyunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sahnelerine taşımak üzere metni eline alan, ülkemizin yetiştirdiği çok önemli tiyatro adamlarından Ali Taygun, söylencedeki insani değerler sürecini öne çekerek, İskender Pala'nın "aşk en iyi müzik yoluyla anlatılır" düşüncesine katılmış. Ünlü bestecimiz Yalçın Tura'nın "hazır" ellerine emanet ettiği besteler, Türk müziği ile polifonik müziği bir araya getirmiş. Doğulu bir öyküyü: "Eh... Ancak bu kadar olur" inceliğinde Batılı anlayış yokuşuna vurmuş, o anlayışla yorumlamış. Mecnun'u toplumdan dışlanan "öteki" olarak çizmiş. Sevgi temasını, sevmek olgusunu anlatımında ön plana geçirmiş. Türk halk oyunlarıyla, Türk Tasavvuf Müziğiyle, klasik müzikle, baleyle anlatımını sertleştirmiş, güçlendirmiş. Leyla ile Mecnun'u sahnede seslerle, sözlerle, raksla anarak, onlara can üflemiş. Oyuncular birbirleri

Sıradan Ses Yerine "Ehil" Ses Ali Taygun, "sözün bilindik temel kullammı"m, konuşma sırasında ezgi ve entonasyonla dile gelen çeşitlemeleri büyük bir ustalıkla değerlendirmiş. Sesin estetiği ve söylenilen metnin anlaşılırlığı arasındaki o sürekli olması gereken hassas dengeyi dikkate alarak Leyla'nın (Soprano), Mecnun'un (Tenor), Mecnun'un Annesi'nin (Alto / Mezzo Soprano), Meddahların (Sopranolar, Tenorlar, Baritonlar, Mezzo Soprano, Alto) ve Koro'nun (Sopranolar, Tenorlar, Mezzo Soprano, Alto, Bariton ve Bas) söylemlerini "ehil seslere" vermiş. Böylece, çok daha karmaşık olduğu kesin olan şarkı sesi riskini, oyuncunun konuşma sesi eğitiminin, şandaki kadar kesin olmamasına yerinerek de olsa atlatmış. Kısacası dört dörtlük bir iş çıkarmış. Orkestra; Dansçılar, Oyuncular, Şancılar ve Zeynep Özyağcılar Bu arada, gerek Rengim Gökmen yönetiminde kayda giren Cemal Reşit Rey İstanbul Senfoni Orkestrası'nı, gerekse Erdem Çöloğlu yönetimindeki canlı

Ali Taygun, "sözün bilindik temel kullanımı'nı, konuşma sırasında ezgi ve entonas­ yonla dile gelen çeşitlemeleri büyük bir ustalıkla değerlen­ dirmiş. 19


açısından seyircinin yüreğine sular serpmekte. Öğrenebildiğim kadarıyla, "Leyla ile Mecnun" Zeynep Özyağcılar'ın ilk profesyonel oyunuymuş. Onun, olası önyargılarının dikenlerini oyun içinde kopartmasını izledim ve sevdim. Leyla'yı elbette yönetmeninin buyrukları doğrultusunda, ama kendi iç gözüyle görerek değerlendirmesiniyse pek beğendim ve kendisini merceğimin altına yerleştirdim. Bilen bilir elbette. Ben bu tür sözcükleri, bugüne değin çok az genç oyuncu için söyledim. Yaratıcı Kadro Önder Baykul'un ışık tasarımı iyi ama ben yine de Meddahlarbaşı'ların ikinci perdede sahnenin sol köşesindeki tablolarını yeniden gözden geçirmesini önereceğim. Pınar Ataer'in hareket tasarımlarına diyeceğim yok. Kalabalık kadroyla daralan mekânda başarı elde etmenin zorluğunu değerlendirebiliyorum. Ali Cem Köroğlu ise, hem kostüm tasarımlarında hem de işlevsel dekor tasarımında eserin dilini, yapısını, tarihselliğini, dönemini güzel yansıtmış. Özgün yaratıcı

gücünü iyi sergilemiş. Bu Müzikli Oyunu Görün Özetlememi isterseniz, çağımızda neredeyse kurumakta olan gönüllerinizdeki sevgi duygusunun yeniden yeşermesini isterseniz; eski ile yeninin iç içe geçmesinden keyif alanlardansanız; farklı müzikal yönler sizin de ruhunuzu gıdıklıyorsa; modern klasik batı müziği özelliklerine sahip Klasik Türk Müziği nasıl olur; hepsi klasik Türk müziği makamları üzerinde kurulmuş bir müzik, polifonik olarak nasıl icra edilir; Türk halk oyunları, Türk Tasavvuf Müziği, klasik müzik ve bale enstrümantal, şan ve koral olarak nasıl bir araya getirilir diye bir merakınız varsa; bir yerde Alevi semahı, bir yerde zikir nasıl birleşir görmek istiyorsanız bu müzikli oyunu mutlaka izleyin. Değilse, Shakespeare'den kısa bir süre önce yaşamış, bugün de bazı dörtlükleri dışında kimsenin hakkında fazla bir şey bilmediği bir Türk şairinin, Fuzuli'nin "Leyla ile Mecnun"u diye yine izleyin. Bana inanıyorsanız pişman olmayacaksınız. NOT: Mart 2007 ayı www.tiyatrodergisi.com.tr portalımızda, yazarımız

içinde adresindeki Üstün

Akmen'in "Omuzumdaki Melek" (TiyatroKedi), "Inishmaan'ın Sakatı" (İstanbul Devlet Tiyatrosu, "Yıldızların Altında Cinayet" (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları) oyunlarına ilişkin eleştiri yazıları ve İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılmasına değgin "Zaten Toplumsal Yıkıntı İçindeyiz, Bari AKM' Yerle Bir Edilmesin" başlıklı yazısı yayımlanmıştır.

pe

cy

a

"Leyla ile Mecnun" Zeynep Özyağcılar'ın ilk profesyonel oyunuymuş. Onun, olası önyargıla­ rının dikenlerini oyun içinde kopartma­ sını izledim ve sevdim.

Leyla ile Mecnun Tiyatro: İBB Şehir Tiyatroları Yazan: İskender Pala Yöneten: Ali Taygun Sahne ve Giysi Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Işık Tasarımı: Öneder Baykul Müzik: Yalçın Tura

20

Oyuncular: Metin Çoban, Ergun Işıldar, Nazlı Deniz Boran, Tülay Uyar, Serap Göğüş, Gökçe Es Kılıç, Ece Yönt, Özgül Sağdıç, Berna Anıl, Yasemin Güvenç, Sibel Mutlu, Özge O'Neill, Nurdan Kalmağa, Zeynep Özyağcılar, Senem Oluz, Caner Akın, Bilal Doğan, Mete Taşın, Burak Demir, Barış Aydın, Emrah Bozkurt, Özgürefe Özyeşilpınar, Murat Taşkent, Murat Kalfagil, Mustafa Tutuş, Toron Karacaoğlu, Tolga Coşkun, Alp Köksal, Mehmet Tıknaz, Zuhal Y u n g a , Güzin Özyağcılar, Berna Adıgüzel, Tankut Yıldız, Ersin Umulu, Barış Çağatay Çakıroğlu, Göksel Arslan, Okan Patırer Bahar Özge Göze, Cihan Kurtaran, Berk Samur, Tolga Coşkun Dansçılar: Murat Çoruh, Doğan Şirin, İbrahim Ulutaş, Serhat Kural, Mete Taşın Arda Alpkıray, Başar Engin Tuğut, Pınar Alkan, Selin Türkmen, Gülçin Akhan, Gülsem Mutlu, Senem Yıkılmaz Koro: Aslı Sekil, A h u Karaduman, Nazlı Gülüm Köker, Zeynep Begüm Torunoğlu, Mete Taşın, Burak Bayraktar, Alp Köksal, Mehmet Tıknaz, Orhan Onur Özcan


27 Mart'ı Daha Fazla Üzmeyelim Orhan Alkaya / oalkaya@yahoo.com

Ustamız Ertuğrul Muhsin, "Her yer tiyatrodur", demiş idi ama tiyatro her yer değildir. İçinden hayat geçen her mekân aynı zamanda tiyatro işlevi ile dönüştürülebilir. Bir banka şubesinin içerisinde tiyatro yapabilirsiniz ya da metro vagonunda, vapurda, kahvehanede... Brezilyalı Augusto Boal yaptı bunu: Ezilenlerin Tiyatrosu. Herkesi oyuncu kıldı. Ama banka şubesi ya da metro vagonu veya vapur, kahvehane tiyatro değildi. Boal ve arkadaşları oraları tiyatrolaştırıyordu. Tiyatro, esasen, tiyatro binasında yapılır. Camide, kilisede, havrada, tapmakta nasıl ibadet ediliyor, huzur aranıyor ise, tiyatro binasında da oyun seyredilir, buluşulur, dağılınır, arınılır... yenilenir varlık. Gün boyu birkaç kuruş mübadele değeri için çırpınıp duran, gün sonunda, doğduğu anki ilk çığlığı ayrımsar. Güler, ağlar.

a

Çok zamandır bir virüs dolaşıyor bünyemizde: Çok amaçlı virüs! Bu virüsün sayrıladığı binalarda, "sözde" her şey yapılabiliyor. Çok amaçlı virüs, ayrıntıları silip atıyor, geriye en kabasından bir tarif kütlesi kalıyor. Çok amaçlı virüsün bulaştığı binalarda, sofita, akustik, portal ağzı, derinlik, ışık açıları, kulis girişleri, avant-scene vb. önemsizleşiyor.

pe cy

Bu virüs, ticaret sahası ile ibadet sahasını buluşturarak işe koyulmuştu. Hatırlayabildiğim, sembol değeri taşıyan ilk örnek, Vedat Dalokay'ın Kocatepe Camii idi. Şimdilerde, ticaret sahasını sanat sahasına "büyük ağabey" kılmaya istekli, görünen o. Öyleyse, silkinelim, yekinelim ve bu virüsü bünyemizden kovalayalım. Çünkü artık dipteyiz. Kuvarkların etkin gücüne en fazla şimdi ihtiyacımız var. Yoksa Angela Merkel haklı çıkacak! Almanya Şansölyesi Merkel, malûm, Türkiye'yi periferi ülkesi olarak tarif etmekte çekincesizdir. Kızmadan önce, bir de onun ülkesine bakalım: Almanya'da 6.000 müze (600'ü sanat müzesi); 150 devlet-belediye tiyatrosu, 280 özel tiyatro (sadece Berlin'de 147 tiyatro) var. Bu tiyatroların büyük kısmının bağımsız binaları olduğunu eklememe bilmem gerek var mı? Almanya'da yılda 35 milyon tiyatro bileti satılıyor, 110 bin gösterim yapılıyor, 5.800 (adet) oyun perde açıyor, 360 AlmanyaDünya prömiyeri yapılıyor ve Almanya'da 130'dan fazla konser salonu ve opera binası, 140 profesyonel orkestra, 14 bin kütüphane hizmet veriyor. Bu rakamları, 2010'da Dünya Kültür Başkenti olarak Türkiye'yi temsil etmeye hazırlanan İstanbul ile kıyaslamaya var mıyız? Gelişmişlik endeksine uyan kentlerin merkezleri, sosyal ve kültürel aktivitelerin gerçekleştirildiği "bağımsız" mekânlarla donatılmıştır. 1930'ların başında hayali kurulmaya başlanan, 1946'da temeli atılan, 1969'da Kültür Sarayı adı ile açılan, 1970'de yanan, 1978'de Atatürk Kültür Merkezi adı ile kapılarını açan bina, İstanbul'un "tek" opera binasıdır, bale salonudur, konser salonudur. Yanı sıra kültürel sahadaki öte yoksulluktan ötürü çok amaçlılaştırılmıştır, İstanbul'un en büyük tiyatro salonu buradadır; Oda Tiyatrosu, sinema salonu, sergi salonu cabası. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi ise kentin merkezindeki en önemli bağımsız tiyatro binasıdır. 1970'in 7 Ocak'ından bu yana kesintisiz perde açan bir tiyatro belleğidir. Kentin, diğer en büyük ve donanımlı tiyatro salonu bu binadadır. 93 yıllık tarihiyle Türkiye'nin kültürel mirası olan İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun merkez binasıdır ve çok amaçlı virüsün bulaşmadığı nadir örnektir. Koruyalım, üzerlerine titreyelim ve hızla yeni tiyatro binaları, opera binaları, konser salonları inşa edelim. İstanbul'u layık olduğu prestije ancak bu "kültürel yeniden yapılandırma" felsefesi ile ulaştırabiliriz. Merkel(ler)i haklı çıkartmak için göstereceğimiz her "çaba" ise, 27 Mart'ı daha üzgün kılacak, açıktır. Haydi öyleyse, 27 Mart'ı kutlamayı hak edelim. (27 Mart 2007 tarihli Zaman Gazetesi'nde de yayımlanmıştır.)

21


pe cy

a

Tomris İncer:

Tiyatro Bana Rahatlığı Oynamayı Öğretti Özlem Özdemir / ozlmozdmir@gmail.com

"Hiç rahat biri değilimdir ben, kalabalıkta konuşa­ mam, böyle röportajlar veremem. Tiyatro bana rahatlığı oynamayı öğretti!"

22

Sizlere çok sevdiğim Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nden yönetmenin anlatmak istediği doğrultuyla çakıştırdık. cümlelerle seslenebildiğim için hissettiğim mutluluğu Bu oyun arkeolojik bir kazı gibi, ne kadar kazarsanız altından bir şey çıkıyor ya da sizin seçiminize uygun tarif etmem zor. Bundan böyle elimden geldiğince sevdiğimiz tiyatro oyuncularıyla yapacağım söyleşileriolarak bir şeyleri yönlendirebiliyorsunuz. Burada Emre Koyuncuoğlu'nun yorumunu görüyorsunuz. sizlerle paylaşacağım. İlk söyleşi benim için çok Bu tür oyunlara seyirci alışık olmadığı için ben önemliydi, kim olsun diye uzun uzun düşümdüm. Benim ilk röportaj heyecanımı hoş görecek bir oyuncu seyircinin daha rahat kodlayabileceği şeyler yapardım. Mesela kızın yüzünde bir gaz maskesi, olmalıydı ve sevgili Tomris İncer benim teklifimi asit eldiveni gibi paranoyak etki yaratabilecek bir kırmayarak beni onurlandırdı. İlk röportajımın konuğu olarak hayatımın unutulmaz anlarından birini üçüncü sahne isterdim. Bize iki eleştiri geldi oyunla benimle paylaştığı için kendisine bir kez daha teşekkür ilgili: Birincisi "çok kötü, anlamadık", ikincisi "anlamadım, ama bir daha geleceğim". Bunlar bizim ediyorum: İyi ki varsınız. • • için önemli veriler. Söyleşiye giderken heyecanım doruk noktasındaydı. Tomris Hanım beni o kadar güzel karşıladı ki, kendimi Oyunda iki genç oyuncuyla çalışıyorsunuz. Mine kırk yıllık gazeteci gibi hissetim. Tugay ve Onur Unsal. Nasıl değerlendiriyorsunuz onlarla çalışmayı? Tomris Hanım, DOT'ta oynadığınız "Çok Uzak" Çok iyiler. Benim değerlendirmemle olmaz. Başta adlı oyun, pek çok şeyi direkt olarak söylemeyen, şöyle bir şey oldu, ben gelince onlarda çekingenlik oluştu. Sarah Barner olduğum için değil, onlardan anlatmak istediğini seyircinin algısına bırakan bir oyun. Size göre "Çok Uzak"ta altı çizili olan eski olduğum için. Uzun süre çalıştık. Bir samimiyet kurma ihtiyacı hissettim. Her ikisi de çok saygılı, en önemli düşünce neydi, siz neler algıladınız terbiyeli ve çekingendiler. Hele üç kişilik bir oyun oyunda? Çok şey, neler algılamadım ki? Biz algıladıklarımızı çalışıyorsanız, insanların birbirlerini iyi tanımaları


"Bu televizyon gerçeği, üzücü ama böyle. Ben de televizyona

çok

direndim ama bir tiyatrocu kendini donatmak zorundadır."

pe cy

a

ve güvenmeleri gerekir. Ben kolektifliğe inanırım. oldu. Üste para verip özel tiyatrolarda oynamak Birbirini tanımayan insanların bir ay tanışma süreleri istiyorum doğrusu. Bu bana kan veriyor, umudum olur ve bu çok önemlidir. Önce birbirimizi tanıdık. artıyor. Ben de onların yaşında olmak isterdim. Sanki onlara vakit kaybettirdim, onlar böyle düşünmeseler de. Genç kuşak tiyatrocuların durumuyla ilgili ne Ama tabii hepimizin birbirinden öğreneceği şeyler düşünüyorsunuz? Daha mı çabuk sıkılıyorlar, var. Ben alaylıyım ve hâlâ öğreniyorum. bizim kuşağın böyle bir sorunu var maalesef. Bilimsel bir analiz yapamam tabii ama ülke değişiyor. Aynı zamanda Şehir Tiyatroları oyuncususunuz Gençlerin tiyatro sanatını nasıl tarif ettiklerine bakmak ve Kenan Işık'ın oyunlaştırıp yönettiği "Ölümsüz lazım. Tiyatronun bir de zanaat bölümü var. Bu da Öykü "de oynuyorsunuz. Özellikle dekor, ışık ve usta-çırak ilişkisiyle olur, mesleki erikle olur, sahnede müzikleriyle oyunu ben beğendim. Öykü ve yürüyüş adabıyla ve prova adabıyla olur. Bunlar sakinlikten hoşlananlar için keyifli bir oyun Çince gelebilir ama saat onda başlayacak oyuna ona olacaktır ya da bazıları çok sıkılacaktır. beş kala gelemezsiniz, dokuzda orada olmanız gerekir. Evet, ilginç bir oyun ve güzel oldu. Henüz üç-dört haftadır oynuyoruz. Oyunda anlatıcının bir ritmi var, Usta-çırak ilişkisi gerçekten önemli bir konu. bazen oyuncular da bu ritme uyum sağlıyorlar. Bu Acaba ustaların gençlere biraz daha yol açmaları da oyunun ritmini biraz düşürebiliyor. ve biraz daha destek vermeleri mi gerekiyor? Biri bana sorarsa, bildiğimce anlatırım ancak durduk Sesinizle de destek verdiğiniz oyunlar var. yerde birine gidip bak böyle yap demeyi sevmem. Evet, Altıdan Sonra Tiyatro ve Sandalyeler var. Bu Bir grup olsak rahatlıkla söylerim, bilirim ki yanlış anlaşılmayacak. Beni seyretmeye gelen tüm dayanışma, hiç sorun değil benim için. meslektaşlarıma nasıl olduğumu sorarım. Ben bir Günümüzdeki tiyatro ile başladığınız yıllardaki oyun seyrettikten sonra gidip oyuncuyu tebrik tiyatro arasında mutlaka önemli farklar vardır. ediyorum, o da teşekkür edip gidiyor. Çünkü Neler değişti tiyatroda size göre? Nereye gittik? kendinden emin. Belki kendimden hiç emin olamadığım için sorma ihtiyacı duyuyorum, bilemem. Yolun neresindeyiz? Çok çeşitli yerlere gideceğiz, doğaldır. O zamanlar Ankara Meydan Sahnesi'nde haftada altı gün oynar, Benim üzüldüğüm bir konu var Tomris Hanım, tek tatil günü de civar şehirlere turneye giderdik. O son on yılda gelişen bir dizi sektörü var. İnsanlar tarihlerde özel tiyatroların maddi olarak yaşaması tiyatroya gittiklerinde "şu dizideki oyuncu" için turneye gitmesi gerekiyordu. Devlet diyorlar. Oysa o oyuncu belki yirmi yıllık tiyatrocu. Tiyatrosu'nun belli bir tarzı vardı, o tarzı yakın Ama bunu kimse bilmiyor. Bu da tiyatronun zamana kadar korudu. Bizim gibi bulvar tiyatroları hayatımızdaki yerini gösteriyor. Siz de şu an bir de devrimci tiyatrolar vardı. Şimdi çok alternatif ülkemizin en çok seyredilen dizilerinden birinde var, olmak zorunda. Ben memnunum ama seyirci oynayan bir tiyatrocu olarak bu konuda ne açısından sorarsanız değilim. 1960'lardaki bilinçli, düşünüyorsunuz ? eleştirel seyirciye ben artık rastlamıyorum. Ankara Bu televizyon gerçeği, üzücü ama böyle. Ben de seyircisi bizim için imtihan gibiydi ancak artık televizyona çok direndim ama bir tiyatrocu kendini imtihan yeri olmaktan çıkmış. Örneğin DOT'un donatmak zorundadır. Pek çok klasik müziği seyirci kitlesi farklı, burası kurumlaşan bir tiyatro bilmelidir, bu bir kulak ve ritim terbiyesidir. Bunun

23


için evinizde gerekli elektronik aletler olmalı. Ben neden arada bir, bir ay Avrupa'da oyun seyretmeyeyim? Ama nasıl yapacaksınız? Çok da güzel oyunlar var özel tiyatrolarda artık. Düşündüren, seyirciye de bir şeyler katan alternatif oyunlar sergileniyor, oyunculuklar sınırlı değil. Örneğin DOT'taki Böcek'ten çıktığımda yarım saat kendime gelememiştim. Tabii. D O T ' t a dünya çapında beş oyun oynanıyor. Seyirci buradaki oyunlara bakacak, ödenekli tiyatrodaki oyunlara bakacak ve talep edecek bir süre sonra. Seyircinin artık bizi zorlaması gerekiyor.

Var, olmaz mı? O noktalar çok tehlikeli. Başladığım yıllarda olmadı. Ne gariptir ki, tiyatroyu tanıdıkça bu duygu arttı. Çok ürkütücü bir durum, hemen beynimden attığım bir şey. Çünkü çok sorumluluk isteyen bir meslek. Her oyunda bunu hissediyorum. Tıkandığım yerde h e p bir çıkış noktası arıyorum çünkü çok heyecanlanıyorum. H i ç rahat biri değilimdir ben, kalabalıkta konuşamam, böyle röportajlar veremem. Tiyatro bana rahatlığı oynamayı öğretti! Tiyatro dışında Tomris İncer neler yapmaktan hoşlanır? Bir ev kedisiyimdir. Klasik müzik ve opera severim, yemek yapmayı, güzel şarap içmeyi, dikiş dikmeyi severim. Başucumda farklı en az altı kitap olur, moduma göre onları okurum. Bitirmeden önce eklemek istediğiniz bir şey var mı? Tiyatroyu, sevin ve sahip çıkın...

a

H i ç arkada olmayı istediniz mi? Ben çok asistanlık yaptım, yönetmen yardımcılığı ve suflörlük de yaptım. Çok iyi koordine edebilir, oyuncuların ve yönetmenin konforunu sağlayabilirim. Ama reji yapmayı düşünmedim, o iş farklı bir eğitim gerektiriyor.

cy

Bu zamana kadar bildiğim kadarıyla on dört filmde oynadınız. Kamera karşısındaki oyunculukta ne gibi farklılıklar var? Kamera benim için pişmanlık sanatı. Bir şey oynuyorsunuz ve kaydedilip bitiyor. Tiyatroda ise ertesi gün şöyle yapsaydım dediğinizi yapabiliyorsunuz ve anında karşılığını alıyorsunuz. Tiyatro oyuncu sanatı, kamera ise yönetmen sanatı.

pe

"Kamera benim için pişmanlık sanatı. Bir şey oynuyorsu­ nuz ve kaydedilip bitiyor. Tiyatroda ise ertesi gün şöyle yapsaydım dediğinizi yapabiliyor­ sunuz ve anında karşılığını alıyorsunuz. Tiyatro oyuncu sanatı, kamera ise yönetmen sanatı."

Tomris Hanım, bu kadar yıl tiyatro yapan bir oyuncu olarak küskünlükleriniz mutlaka olmuştur. H i ç bırakmayı düşünecek kadar tıkandığınız, kırılma noktalarınızın olduğu dönemler var mı?

Bu keyifli söyleşi için size çok ama çok teşekkür ediyorum. O sırada kulise gelen Mine Tugay ve Onur Ünsal'a da mikrofon uzattım ve Tomris İncer'le birlikte oynamanın nasıl olduğunu sordum. Onur Unsal: "Tomris Abla benim en iyi arkadaşım, onunla oynamak müthiş bir şey, tüm kalbimle söylüyorum onunla çalışmak çok çok güzeldi ve umarım yine birlikte oynama şansımız olur." derken, Mine Tugay: "Tomris Abla'nın yanında söyleyeceğim, onun gibi bir ustayla çalışmak gerçekten mutluluk verici."

Tiyatronun önemli ustalarından Tomris İncer, tiyatrocu olmayı hedefleyenlerden değilmiş gençliğinde, doktor olmak istermiş aslında. Ailesi kambur olacak korkusuyla konservatuvarda bale eğitimine göndermiş onu ama o doktor olma sevdasıyla konservatuvardan ayrılmış. Tesadüfen arkadaşlarının bir oyunu olan "Benimle Oynar mısın? "da ki trapezci kız rolünü ona "sen oyna" demeselermiş belki tiyatroya başlamayacakmış. Sahneye ilk çıktığında, tek korkusu o kadar lafı nasıl ezberleyeceği ve güzel görünüp görünmediğiymiş. "Bir gün ben de meşhur olacağım ve insanlar benden de imza alacaklar" gibi heveslerle tiyatroya devam etmiş. Ancak Vasıf Öngören ve Sermet Çağan'la tanıştığında hem tiyatro hayatı hem dünyaya bakışı değişmiş. Hiç rahat biri olmayan İncer, tiyatrodan, rahatlığı oynamayı öğrenmiş. Elbette onun da kırgınlıkları olmuş, küsmüş ama yine de vazgeçmemiş tiyatrodan. İlkokulda operaya götürüldüğü bir ailede büyüyen, tesadüfen tiyatroya giren Tomris İncer, bugün ülkemizin usta tiyatrocularından biri olarak halen İstanbul Şehir Tiyatroları 'nda görev yapıyor. Aynı zamanda özel tiyatrolarda ve dizilerde de oyunculuk çalışmalarını sürdürüyor. Sakınmadan söylediği alaylı oluşu onun başarısının sırrı diye düşünüyorum. Tomris İncer 'i, tiyatrodan bahsederken hâlâ gözleri dolan ve heyecanlanan bir oyuncu olarak daha nice güzel oyunlarda izlemek dileğiyle...

24


Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) Türkiye Milli Merkezi

Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi

a

Yazan; Bozkurt Kuruç

cy

Tiyatro tüm sanatların birleşiminden oluşan bir sahne sanatıdır. Müzik gibi yalnız duygulara değil, akla da hitap eder. Edebiyat gibi yalnız sözcükleri değil, en somut biçimde insanı kullanır, sesini de onun sesi ile duyurur. Tiyatro; insanı, insana , insanla anlatan bir sanat türüdür ve bu nedenle de bütün dünya bir oyun sahnesidir, tiyatronun ta kendisidir.

pe

Tiyatronun bu yapısından hoşlanmayan bazı zihniyet sahipleri tiyatronun varlığını ortadan kaldırmak isteseler de hep kaybetmişlerdir. Yüce Atatürk'ün direktifleri ile 1949 yılında oluşturulan okullu tiyatro hem kendi gelişiminde hem de toplumun gelişmesinde yadsınamayacak yararlar sağlamıştır. Oyun yazarlarının sayıları, tiyatro salonlarının artışı, her yıl onlarca genç aktörün okullardan mezuniyeti hiç de küçümsenemez... Adedi pek az da olsa bazı kentlerimizde sosyo -kültürel ortamlar oluşmuştur artık...

Yeryüzündeki tüm yönetenler ve yönetilenler!.. Tiyatroyu seviniz, sahip çıkınız, destekleyiniz. Tiyatro kendimize bile söyleyemediği­ niz sırları açığa çıkartır, kişiyi arındırır.

Ancak ; bu tür sanatsal gelişmeler maddi ve manevi desteklerle ayakta durabilir. Tiyatro sanatının değerini ve işlevini bilen yöneticiler, bireyler tiyatroya bu anlayışla destek verirler ve bu yüzyıllardır hep böyle süregelmiştir. Yeryüzündeki tüm yönetenler ve yönetilenler!.. Tiyatroyu seviniz, sahip çıkınız, destekleyiniz. Tiyatro kendimize bile söyleyemediğiniz sırları açığa çıkartır, kişiyi arındırır. Unutmayınız !...tiyatro, sanatçısı ve seyircisi ile bir bütündür ve gücü de buradan gelir. Yeryüzünde yaşanan tüm koşullara rağmen, yüreklerindeki coşkuyu yitirmeyerek sanatlarını sürdüren tiyatroculara, onları hiçbir zaman yalnız bırakmayan tiyatro sevdalılarına, Çağdaş uygarlık yolunda ömür tüketen bütün bu insanları bir kez daha el ele vererek, omuz omuza birlikte olmaya çağırıyor ve sonsuz saygılarımı sunuyorum.

25


cy

a

Doğu, Batı ve Aradakiler

"Son Dünya"

26

... Nihayet uçuş mürettebatı bizi içeri aldığında işin eğlenceli kısmı sona ermek üzereydi, karşımızda Nuh uçağının üç yolcusu koltuklarına oturmuş kalkışı bekliyorlardı

pe

Beki Haleva / bekihaleva@hotmail.com

Yeni yılla birlikte İstanbul yeni bir kültür mekânına kavuştu. İki cesur tiyatrocu, Mustafa Avkıran ile Övül Avkıran "çok sesli, çok renkli", "konforlu bir hangar" olarak niteledikleri Garajistanbul'u yarattılar bir garajın en alt katından, üstelik İstanbul'un eğlence ve kültür merkezi diyebileceğimiz Beyoğlu'nun göbeğinde. Demek ki insan isteyince, daha doğrusu gerçekten isteyince düşlerini gerçekleştirebilirmiş. Yıllar önce Antalya'da 5. Sokak Tiyatrosu'nu kurduklarında yine böyle bir garajda yaşama geçirmişlerdi projelerini. Bu kezse daha büyük ölçekli bir girişimle, arkalarına kurumsal ve bireysel destekleri de alarak, tiyatro, performans, dans, konser gibi gösterim sanatlarının farklı dallarına hizmet verebilecek çok amaçlı bir kültür platformu yaratarak, İstanbul'un imajına da katkıda bulunacak bir projenin hizmetine sundular deneyimlerini. Kendilerini ne kadar kutlasak azdır.

15. Uluslararası Tiyatro Festivali2006 kapsamında yer alan Ve Diğer Şeyler Topluluğu'nun Son Dünya'sı, Şubat ayında dört gösteriyle Garajistanbul'un programında yer aldı. Yurtdışında katıldığı festivallerde kazandığı başarılarla, gerçekleştirdiği ilginç yapımlarla ve çağdaş olduğu kadar yenilikçi çizgisiyle de dikkat çeken Yeşim Özsoy Gülan'ın kurduğu bu tiyatro, artık beşinci yılını geride bıraktı. Bundan iki yıl önce yine bu sayfalarda, aynı tiyatronun Aksak İstanbul Hikâyeleri'yle ilgili izlenimlerimi yazdığımda, oyunu ne denli övgüye değer bulduğumu belki anımsayacaktır okuyucu. 2006 Afife Tiyatro Ödülleri'nde de en başarılı yerli oyun yazarı dalında Yeşim Özsoy Gülan bu oyunuyla ödüle lâyık bulunmuştu. Bu nedenle Son Dünya'yı izlemeye gittiğimde beklenti içinde olduğumu itiraf etmeliyim. Mekâna adım atar atmaz gişenin üstünde yer alan uçuş kapılarını gösteren pano öncelikle dikkatimi

çekti ve tabii şaşırdım, çünkü oyunun içeriğini bilmeden gitmiştim. Derken girişte elimizde gerçek uçak biletlerini aratmayan giriş biletlerimiz, uçuş personelinin son derece ciddi ve ısrarlı güvenlik sorularıyla karşılaşınca şaşkınlığımdan kurtulup hemen havaya girdim ve aynı ciddiyetle yanıtlayarak oyunun bir parçası olmanın keyfiyle fuaye geçtim. Gerek mekânın klasik tiyatro salonlarından farklı görüntüsünün avantajıyla, gerek hoparlörlerden sürekli yapılan uçuş anonsları ve havaalanlarına özgü efektin verilmesiyle kendimi bir yolculuk öncesinde hissettim. Buna teknik bir arızadan kaynaklanan on beş dakikalık rötar da eklenince daha da bir gerçekçi oldu durum, öyle ki genelde her türlü rötardan rahatsız olmama rağmen bundan hoşnut bile kaldığımı söyleyebilirim. Nihayet uçuş mürettebatı bizi içeri aldığında işin eğlenceli kısmı sona ermek üzereydi, karşımızda Nuh


Buna karşın yönetmen olarak Yeşim Özsoy Gülan daha gişeden başlattığı mizanseniyle izleyiciyi bir havaalanı, bir uçak, kısaca bir yolculuk atmosferine başarıyla sokuyor. Öbür yapıtlarında olduğu gibi bu oyunda da farklı bir sahneleme tekniği kullanarak yenilikçi yaklaşımını vurgulamış yönetmen. Genco Gülan'm, oyuncuları yerden metrelerce yükseklikte ve boşlukta asılı tutan bir düzenekle gerçekleştirdiği

başarılı sahne yerleştirmesi, yönetmenin böylesine ilginç bir tasarım yapmasına olanak sağlamış. Böylelikle doksan dakikalık oyunun neredeyse tamamına yakın bölümü havada geçiyor ve oyun gerek boşlukta devinen oyuncuların performansı açısından, gerekse izleyici açısından ilginç bir deneyime dönüşüyor. Kadın'da Perihan Kurtoğlu, Adam'da Ulgar Manzakoğlu, Üçüncü Şahıs'ta Deniz Özmen boşlukta geçen, bol devinimli bu uzun süreyi, hiç aksamayan bir tempoyla başarıyla tamamlıyorlar. Ancak kimi zaman oyuncuların monologları tam olarak izleyiciye ulaşamıyor, bu sanırım oyunculardan çok, salonun konumundan kaynaklanmakta. Ayrıca oyunun başında hoparlörden yapılan pilot anonsunun içeriği de hemen hemen hiç anlaşılmıyor. Burçak Ertem'in kostüm tasannu yazarın amacına hizmet eder nitelikte ve özellikle uçuş ekibinde hayli gerçekçi. Enver Başar'ın ışık tasarımı da yer yer parlayan teller dışında başarılı.

Burçak Ertem'in kostüm tasarımı yazarın amacına hizmet eder nitelikte ve özellikle uçuş ekibinde hayli gerçekçi. Enver Başar'ın ışık tasarımı da yer yer parlayan teller dışında başarılı.

Sonuçta, izleyiciyi konusundan dolayı kendini sorgulamaya yönelten, tekniği ve görselliği övgüye değer, sahneyi bir deney alanı olarak kullanan, ilginç, "alternatif bir yapım çıkmış ortaya.

pe

Oyunun yazarı ve yönetmeni Yeşim Özsoy Gülan, tanıtım broşüründe T.S.Eliot'ın WastelandlÇorak Ülke başlıklı şiirinden yola çıktığını vurgulamış. Geleneksel şiir kalıplarının dışına çıkan ve gerek biçemi, gerek içeriğiyle çok ünlenmiş ve çok tartışılmış bu şiirinde Eliot, Kutsal Kitap'a ve yazınsal yapıtlara göndermeler yaparak kurtuluşu arayan insan ruhunun yolculuğunu dile getirir. Yeşim Özsoy Gülan da metnini çıkış noktasına koşut olarak dinsel çağrışımlar yapan öğeler üzerine oturtmuş: Uçağın adı (Nuh) Nuh Tufanı'nı, uçuş numarasıysa (71/71) Kuran 'daki Kıyamet Suresi'ni akla getiriyor. Düşen bir uçaktaki, Kadın, Adam ve Üçüncü Şahıs olarak adlandırılan üç kişinin kendilerini tanımlayamadıkları bir ortamda bulmaları ve her birinin tepkisi

ile bu tepkinin bir uzantısı olarak duygu ve düşünce düzlemleri üzerine kurgulanmış oyun. Gerek giysileriyle, gerekse söylemleriyle Kadın'm Doğu'yu, Adam'ın Batı'yı, Üçüncü Şahıs'msa ikisinin arasını temsil etmeleri amaçlanmış. Ne var ki sıradan bir izleyicinin bunu algılaması ve bu üç karakterin aracılığıyla yansıtılmak istenen medeniyetler çatışmasını görebilmesi hayli zor. Metin, falcı kadın figürü, doğu ve batı yazınından alıntılar gibi kimi öğeleri içererek esinlendiği şiire bir gönderme niteliğinde olsa da "son yolculuğa" çıkmakta olan ruhları yansıtmakta yetersiz kalıyor. Oyundaki karakterlerin ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgide yaşadıkları, bilinmezliğin korkusu, yaşanmışlığın yükü altında duyumsadıkları yeterince vurgulanamıyor. Ayrıca Doğu ve Batı yazınından alınmış referans cümleler de metnin içinde neredeyse kayboluyor.

cy a

uçağının üç yolcusu koltuklarına oturmuş kalkışı bekliyorlardı ve özellikle de bir yolcuyu tavanda bir düzeneğe bağlayan iki çelik telin yeterince karanlıkta kalmamış olması uçuşun hiç de iyi bitmeyeceğinin habercisi oldu benim için. Tehlike anında yapılacaklarla ilgili olarak bilgi veren mürettebatın bu işi karikatürize ederek yapması, izleyiciyi son yolculuk öncesi son bir kez eğlendirmek kaygısıyla alınmış bir karar olsa gerek diye düşündüm.

Son Dünya Tiyatro: Ve Diğer Şeyler Topluluğu Yazan-Yöneten: Yeşim Özsoy Gülan Işık Tasarımı: Enver Başar Giysi Tasarımı: Burçak Ertem

Oyuncular: Perihan Kurtoğlu, Ulgar Manzakoğlu, Deniz Özmen, Elif Ongan Tekçe, Yıldıray Şahinler, Ege Maltepe, Ece Güzel, Yunus Emre Yrldırımer, Emre Yetim, Alper Saldıran.

27


"İki Trajedi Vardır Şu Dünyada... Birisi İstediğini Elde Edememek, Ötekiyse Etmek"

pe cy

a

Oscar Wilde

"Salome"

A. Deniz Bozer/ dbozer@superonline.com

Tek perdelik oyun, M.S. 30'larda, Hıristiyan­ lığın ilk yıllarında bugün Filistin ve İsrail toprakları olan bölgede geçer. 28

Yeni Ahit'teki Salome hikayesi eski zamanlardan beri sinema, resim, heykel, opera, bale ve edebiyat gibi sanatlarda kullanılagelmiştir. İrlanda asıllı Oscar Wilde, (1854-1900) da bu hikayeyi bir tiyatro oyununda işler. Töre komedyalarıyla tanınan Wilde tek önemli trajedisi olan Salome'yi (1892), içeriği dolayısıyla İngiltere'de kabul görmeyeceğini düşünerek, Fransızca yazmıştır. Wilde, Sarah Bernhardt'ın oyunun oynanmasında ön ayak olması ve Salome rolünü oynamasını istemişse de Bernardt bu teklife sıcak bakmamıştır. Oyun yine de 1896'da Paris'te oynanır. Wilde'm başına türlü dertler açmış olan sevgilisi Lord Alfred Douglas 1893'te Salome'yi İngilizce'ye çevirdiği halde İngiltere'de İncil'deki kişilerin sahnede

canlandırılması yasak olduğundan oyun sansüre takılır. Oyunun 1903'te Londra'da özel bir iki gösterimi yapılmasına rağmen, Salome halka açık olarak ancak 1931'de bu kentte sahnelenir. Wilde, bu oyununun sahnelendiğini hiçbir zaman görememiştir.

Tek perdelik oyun, M.S. 30'larda, Hıristiyanlığın ilk yıllarında bugün Filistin ve İsrail toprakları olan bölgede geçer. Vali Herod erkek kardeşinin karısı Herodias'la evlenmiştir. Bunun günah olduğunu ulu orta anlatarak halkı kışkırtacağından korkulan Yahya, sarayın zindanına atılır. Tek bir gecede geçen oyunun başında Yahya'nın zindandan gelen kehanetlerini duyan Herodias'ın kızı Salome, görevlilerin itirazlarına rağmen Yahya'nın

yanına gider. Yahya'dan çok etkilenen Salome, tutkulu bir arzunun kıskacında, onun da kendine karşı benzer duygular hissetmesini ister. Israrla Yahya'yı dudağından öpmek istese de Yahya onu aynı kararlılıkla reddeder ve öfke içinde Salome'ye lanetler yağdırarak zindanın karanlık derinliklerine geri döner. Kendisinin doğum günü şöleni dolayısıyla Herod ve karısı Herodias sahnede görünür. Herod'un hem yeğeni hem üvey kızı olan Salome'ye karşı gösterdiği hastalıklı ilgi Salome'yi de annesini de rahatsız etmektedir. Yahya, Tanrı'nın gazabından kurtulamayacaklarını kehanet etmektedir. Şölende davetli bulunan Nasıralılar ve Yahudiler bu arada İsa hakkında aralarında tartışmaktadırlar. Herod Salome'nin kendisi için dans


Salome, cinselliğini kullanarak erkekleri baştan çıkaran kötü ruhlu kadının arketipi. Sevgi anlayışı salt fiziksel; yalnızca dokunmak ve öpmekle sınırlı. Erkekler tarafından daima bir arzu nesnesi olarak görülmeye alışık olduğundan Yahya'nın kendisinin cazibesine kapılmamasını anlayamıyor. Oyuna Feminist eleştiri açısından bakıldığında erkeğin etken konumda "bakan", kadının edilgen konumda "bakılan" olduğu bir dünyada Salome bir kadın olarak ancak kendisine bakıldıkça, yani sadece erkek tarafından "görüldükçe" var. (İngilizce'de the male gaze olarak anılan bu durumu Hollywood sineması bağlamında ele alan Feminist film eleştirmeni Laura Mulvey'in 1975 tarihli Visual Pleasure and Narrative Cinema başlıklı çalışması ilgi çekebilir.) Salome bu nedenle Yahya'nın kendisine bakmasını ısrarla talep eder. Ancak, Yahya Salome'ye bakmayı reddederek onu metaforik bağlamda öldürmüş olmaktadır. Bu

durumda Salome kendi varlığını devam ettirebilmek için Yahya'nın ölmesini istiyor. Cellat kesik kafayı önüne getirdiğinde ise "zaferine" rağmen pişman: "Neden bana bakmadın? Neden bana bir kez bile bakmadın?" diye isyan ediyor. Her ne kadar anakronistik bir bakış açısı olarak düşünülebilirse de oyunda yer yer Salome de Yahya'ya bir arzu nesnesi gözüyle bakıyor; kadın erkeğin güzelliğini, tüm ihtirasını açığa vurarak, övüyor. (İngilizce'de the female gaze günümüz kadınının edilgen nesne konumundan kurtulup, erkek bedenini nesneleştirerek ona arzuyla bakmasının tartışıldığı Eva-Maria Jacobbson'ın 1999 tarihli 'A Female Gaze?' adlı çalışmasında benzer örnekler sorgulanıyor.) Bu söylemin Salome'nin oyunun sonundaki monologunda da devam ettiği görülüyor. Yahya ölmüş olmasına rağmen Salome onun beyaz fildişi bedenini, simsiyah saçlarını arzuyla anıyor. Salome'nin Yahya için hissettiği arzu onun erkeğin ölü başını öpmesiyle doruk noktasına çıkıyor. Salome sapkın arzusunu sergileyerek ruhunun karanlık yönlerini dışa vuruyor.

Hastalıklı tutkular, dizginle­ nemeyen arzular, intikam, istediğini elde etme ve pişmanlık Salome'nin önde gelen temaları.

pe cy

Hastalıklı tutkular, dizginlenemeyen arzular, intikam, istediğini elde etme ve pişmanlık Salome'nin önde gelen temaları. Yanı sıra iktidar hırsı, saray entrikaları, ahlaki çöküntü, kokuşmuşluk ve hemen tüm karakterlerde görülen bir çeşit dengesizlik. O uğursuz gece boyunca insanların içindeki karanlığın birbirinden farklı görüntüleri yansıtılmaktadır.

arada kullanıldığı grotesk öğeler oyunda dikkat çekiyor. Şaşaalı eski moda balo kiyafetleri içinde karikatürleştirilmiş duruşlarıyla Herod ve Herodias'ın halleri bu duruma bir örnek. Ayrıca, grotesklik bedensel deformasyonu da kapsadığından oyunda özellikle şölen sahnesinde Herod ve Herodias'ın dilsiz birer kopyası olarak iki cüceye yer veriliyor. Grotesk öğe kullanımı Herod'un iktidarının çürümüşlüğünü ve çarpıklığını vurguluyor.

a

etmesini ister. Salome önce itiraz etse de Herod'un ne isterse vereceğini söylemesiyle ünlü yedi tül dansını yapar. Dansın sonunda Salome Yahya'nın kesik kafasımn gümüş bir tepside kendisine sunulmasını ister. Herod bir din büyüğünü öldürtmeye çekinir ama karısının araya girmesiyle Yahya'nın kafasının kesilmesine onay verir. Bir süre sonra cellat içeri girerek Yahya'nın kesik başının bulunduğu tepsiyi Salome'ye uzatır. Salome büyük bir haz içinde tepsiyi eline alır. Bir yandan zaferini ilan ettiği, öte yandan pişmanlığını dile getirdiği monologu sırasında içindeki tüm karanlığı dışa vurur; nekrofil bir davranışla kesik başı dudaklarından arzuyla öper. Salome sonunda istediğini elde etmiştir, fakat mutlu değildir. Üstelik onun bu çılgınca ihtirası Herod'u bile ürkütmüştür; Herod askerlerine Salome'yi öldürmelerini emreder. Salome'nin tutkusu hem Yahya'nın hem kendisinin sonu olur.

Gülünç ve ürkütücü olanın bir

Salome Nisan 2006'da Refik Erduran'ın El Ele oyunuyla açılışı

29


tutkunun, kanın, cinayetin rengi derin bir kırmızıya dönüştüğü görülüyor. Bu kızıl dolunayın, tutkunun yol açacağı felaketlerin simgesel bir önsemesi olması nedeniyle, işlevsel bir rolü var.

30

Oyunun dekor tasarımı da çok başarılı. Şölen sahnesindeki uzun masa dışında hemen hemen tamamıyla boş olan sahnede Zeki Sarayoğlu kullandığı renkler ve ışık tasarımının da yardımıyla Herod'un sarayının çorak görkemini başarıyla yansıtmış. Oyunun en başında Yahya'nın avlanmış bir hayvanmışcasına büyük bir ağın içinde yukarıda asılı durduğu sahne haricinde dekor iki düzlemde tasarlanmış. Çayyolu Tiyatrosu'nun teknik imkanları dekor tasarımında yeni arayışlara olanak sağlıyor. Böylelikle, orkestra yerindeki asansörden yararlanılarak şölen masasına kurulmuş davetliler sahneye çıkarılıyor. Dekorun en önemli unsurlarından biri tepede asılı duran kocaman parlak ay. Dişiliği ve ruhun değişkenliğini simgeleyen ay ile Salome oyunda özdeşleştirilmiş. Salome'nin masum bir kızdan, şehveti yüzünden kan dökülmesine sebep olan bir femme fatale'a dönüşmesi ayın renklerindeki geçişle veriliyor. Dolunayın oyunun/gecenin başında saflığı çağrıştıran inci beyazı bir renkten, oyunun sonuna doğru/gecenin ilerleyen saatlerinde batışına yakın

pe cy a

Oyunun dekor tasarımı da çok başarılı. Şölen sahnesin­ deki uzun masa dışında hemen hemen tamamıyla boş olan sahnede Zeki Sarayoğlu kullandığı renkler ve ışık tasarımının da yardımıyla Herod'un sarayının çorak görkemini başarıyla yansıtmış.

yapılan Çayyolu Tiyatrosu'nda sahnelendi. Modern mimarisi, beş yüz kırk kişilik salonu, yeni teknik donanımıyla Devlet Tiyatrolarının kendi mülkü olan ilk ve tek yapıda. Salon havadar, sıra araları geniş, sahne çok rahat görülüyor, salonun içinde ve fuayede renkler huzur verici, kullanılan malzeme kaliteli, her yer tertemiz ve üstelik park imkanı var. Bir seyirci, daha ne ister derseniz, bir de Ankara Devlet Tiyatrosu sahne mekaniği sorumlusu Recep Yayla'nın Çayyolu Tiyatrosu'nun teknik donanımı hakkında aktardıklarına kulak vermekte fayda var. Fon bezlerini, dekor parçalanın ve bazı aksesuvarları indirip kaldırmada kullanılan kırk adet sofit borusunun yirmi tanesi motorlu; böylelikle zamandan, çalışan sayısından ve insan emeğinden tasarruf ediliyor. Sahne perdesi sağa sola veya aşağı yukarı olarak motorla açılıp kapanıyor. Oyunun yapısı ve/veya yönetmenin isteğine göre sahne ağzını daraltıp genişletmekte kullanılan sahneyi çerçeveleyen portallar da yine sağa sola veya aşağı yukarı olarak motorla ayarlanabiliyor. Sahne asansörü iki parçalı; hem orkestra yerinde hem sahnede aşağı yukarı hareket ederek oyuncu ve/veya dekor giriş çıkışlarını sağlıyor.

Salome'nin bu yapımı Sanat Kurumu'nun 2005-2006 sezonu ödüllerinin çoğunu aldı: Antigone'yle En İyi Yapım ödülünü paylaştı; Müge Gürman En İyi Yönetmen, Arzu Kaprol En İyi Giysi Tasarımı ve Erkan Oğur En İyi Müzik ödüllerine layık görülerek oyuna yaptıkları değerli katkılarının altı çizildi.

Oyunun ışık tasarımından sorumlu olan Seyhun Ayaş, tiyatroya yeni alınmış olan lazerden yararlanarak Yahya'nın tutulduğu zindanın girişine yeşil sislerin arasında gizemli bir hava vermiş. Tiyatro oyunlarından çok gösteri dünyasında ışık oyunları için kullanılan lazer yerinde ve dozunda kullanımıyla Salome'ye hoş ve etkileyici bir görsellik katıyor. Sahne üstündeki ikinci asansör kullanılarak lazer sahneye çıkarılıyor ve zindan girişi beliriyor; aynı yolla zindan girişi kaldırılıyor. Oyunun koreografik çalışmasında Müge Gürman ve Yıldız Çankaya, oyuncuların hareketlerinde mekanik öğeler kullanmış. Özellikle saray muhafızlarının yürüyüşlerinde ve Salome'nin hareketlerinde dikkat çeken bu unsur oyun kişilerine robotvari bir boyut katıyor. Aynı şekilde oyuncuların yer yer kullandıkları tonlama ve vurgulamalarla sesin aktarımına da mekanik bir özellik kazandırılmış. Bu uygulama insanların adeta birer kukla olduğunu düşündürüyor; muhafızlar emir kulu; Salome kendi ihtiraslı doğasının esiri. Kısacası,Yahya fiziksel olarak zindanda olmasına rağmen aslında özgür bir ruh. Esas tutsaklar diğerleri. Ayrıca, oyuncular sahnede neredeyse birbirlerinden kopuk hareket ediyorlar; diyaloglarda bile birbirleriyle değil kendi kendileriyle ya da boşluğa konuşur gibiler. Tepede asılı duran dolunay da dikkate alındığında, oyuncuların yörüngelerinden çıkmış gök cisimleri misali sahnede mekanik hareketlerle devinimleri izleyicide tüm olayın belirli bir zaman ve yerden bağımsız olarak evrenin boşluğunda geçtiği izlenimini yaratıyor. Ünlü tasarımcı Arzu Kaprol'un ilk kez tiyatro için giysi tasarladığını görüyoruz. Çok da


başarılı. Oyunda değişik zaman ve coğrafyalardan giysilerin hep birlikte kullanımı hastalıklı ve ölümcül tutkunun geçmiş ve gelecek ekseninde ve dünyanın her yerinde daima var olacağının altını çiziyor. Deri, parlak metalik görüntülü materyal çokça kullanılmış. Saray muhafızlarının giysileri eski Roma'yı, Herod ve Herodias'ın balo kıyafetleri 18. yüzyıl Avrupasını, Salome'nin giysisi gelecekte belirsiz bir yer ve zamanı çağrıştırıyor ve oyunun fütüristik atmosferiyle bütünleşiyor. Salome'yi geleceğe taşıyan, hatta onu zaman ve uzamdan bağımsız kılarak adeta uzayla bütünleştiren giysisinde hoş ışıltılar saçan fiber optik malzemeden yararlanılması sadece görselliğe hizmet etmiyor, oyunun temel izleği olan tutkunun evrenselliğini vurgulaması bakımından aynı zamanda işlevsel.

pe cy a

Oyunun ve rollerin yorumlanmasında yönetmen kadar tüm oyuncular da çok başarılı. Salome rolünde Burçak Işımer'i "En Son Babalar Duyar" adlı televizyon dizisinde, saçlarım bir gün mavi bir gün yeşile boyatan, evin delişmen küçük kızı olarak tanıyoruz. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü mezunu olan Işımer Londra'da modern dans eğitimi de görmüş. Rolünün belki de en çarpıcı noktası olan yedi tül dansını oyunun bütünüyle tutarlı olacak şekilde yorumluyor. Sinemada gördüğümüz ünlü Salomelerden çok farklı icra ediyor bu dansı. Onun dansı ne Rita Hayworth'un oryantali (Yön.: William Dieterle, Salome, 1953) ne de Aida Gomez'in flamenkosu (Yön.: Carlos Saura, Salome, 2002) gibi. Işımer'in dansı da yeterince erotik; ancak giysilerinin de etkisiyle, adeta yer çekiminden bağımsız hareket ediyor, boşlukta süzülüyor. Tüm teknik donammıyla bu yeni tiyatro salonunu Ankara'ya, tiyatromuza kazandıranların ve Salome'nin yapımında emeği geçen herkesin eline sağlık.

Salome Yazan: Oscar Wilde Çeviren: Nureddin Sevin Yöneten: Müge Gürman Sahne Tasarımı: Zeki Sarayoğlu Giysi Tasarımı: Arzu Kaprol Işık Tasarımı: Seyhun Ayaş Müzik: Erkan Oğur, Pıırcell, M.Streans) Dans Düzeni: Müge Gürman, Yıldız Çankaya, Yıldız Avcıbaşı

Oyuncular: Erol Kardeseci, Pelin Dikmenoğlu, Burçak Işımer, Durukan Ordu, Tolga Tekin, Volkan Ünal, Tolga Tecer, Buğra Koçtepe, Cüneyt Mete, Nusret Şenay, Ercan Eker, Cem Balcı, Açan Aksoy, Erdal Beşikçioğlu, Deniz Özdemir, Ali Yoğurtçuoğlu, Aynur Şenir, İsmail Duruşkan, Aybar Taştekin, Engin Özyiirek, Ömer Eryiğit, Utku Oğuz, Uğur Çiçek.


Aklın İmparatorluğunda Güvenli Bir Toprak:

pe

cy

a

Celal Kadri Kınoğlu

Selin Sabit / selinsabit@bestfm.com.tr

Gayet aydınlık bir sabahtı. Kafamda yığınla soru. Her şey kontrolüm altında sanıyordum. Yanılmışım.. 32

Bana doğru yürürken kocaman bir gülümseme vardı Hep böyle olur. Bu duyguya yabancı değilim. Ne zaman mana peşinde koşsam kelimelerime kıran girer .yüzünde. Tanıdık birine gülümser gibiydi. Şaşkınlığımı saklayıp heyecanımı göstermek istedim. Daha iyisinin yazılabileceğine inanarak üzerini karaladığım cümleler canımı sıkar. Bir avcı kesilirim Gülümsemesi onu da eritti. Tokalaştık kısacık. O'nun seçtiği kafeye doğru yürüdük. Kahvaltı için o an. Sağanak halinde gözümün önüne düşen sözleşmiştik. Sözünde durmuş, aç gelmişti. görüntülere uygun kelimelerin pusuya düşmesini Oturacağımız yerin seçimini de O'na bıraktım. beklerim, işe yarar. Beklemek her zaman işe yarar. O sabah bir bankın üzerine oturmuş, O'nu bekliyordum. Ancak O'nun kelimeler kadar kolay bir av olmadığını biliyordum. Gayet aydınlık bir sabahtı. Kafamda yığınla soru. Her şey kontrolüm altında sanıyordum. Yanılmışım...

Nasılsınız, iyi misiniz; biz iyiyiz, siz nasılsınız gibi ezberlenmiş bir hatır sorma seremonisi yaşandı mı, hatırlamıyorum. Çünkü; O'nun seçtiği ıspanaklı kek ve kahve ikilisi ile birlikte sohbetimiz başlamıştı bile...


Tüm gün beraber olacağız, tüm gün ne sormamamı istiyorsunuz? Hiç düşünmedim. Röportajları seviyorum. Hayatta en merakla okuduğum şeyler iyi röportajlar ve röportaj kitapları. İyi röportaj, gerçekten insanın kim olduğunu, son olarak ne düşündüğünü ortaya çıkarıyor. O yüzden de ben çok istekliyim, ne düşündüğümü bilmek için. Hayal kırıklığına uğramak gibi bir kaygınız yok o zaman. Var, var... Çünkü bende kontrol düşkünlüğü var. Bir girdabın içine girmek istemem. O, ben miyim? Girdap dediği... Yok canım, yanlış anlamış olmalıyım.

Gözleri biraz tedirgin mi bakıyor? Çok kontrollü, aklından ne geçiyor bilemiyorum ama bugün için şüpheleri olduğu açık...

Kahvaltımız bitti. Artık Celal Kadri Kınoğlu'nun alışveriş yapması gerekiyor. Peşindeyim. Günlük işler işte, hepimizinki gibi. Önce manav... O, ağzına layık meyveleri seçiyor, ben izliyorum. İki kilo portakal, bir kilo elma, birkaç tropikal lezzet daha... Bu arada sohbetimiz devam ediyor. Size bakınca meslekten geldiğini bildiğim bir arsızlık ile nereden geldiğini bilemediğim utangaçlığı yan yana görüyorum. Evet evet. Sahnede her kudurukluğu yaparım. Müthiş utanmazımdır. Yaşayamadığımız hayatları yaşıyoruz sahnede. Yaşayıp hapse gireceğimiz şeyleri, sahnede yaşayıp alkış alırız biz. Ama hayatımda ayakta dans etmeye utanırım. Böyle bir bara girince de başım önümdedir, mahcubumdur biraz. Uyduruyorsun diyebilirsiniz tabii ama, başınıza ani ve olağandışı bir şeyler gelsin diye bekler bir haliniz var. Öyle hissettim. Oooo bayılırım, bayılırım. Kriz anında, hadi dendiğinde, orada hazır olabileceğimi bilmek. Kapasitem ortaya çıkıyor.

pe cy

Hayır. (Gülüyoruz) O aklı başındaki tek Tiyatro Dergisi 'nden çıkıp geliyorsunuz ama tam oralı gibi de değilsiniz, bir garip.

Gözleri çakmak çakmak. Güzel bir gün olacak ikimiz için de.

a

Belki biraz sonra daha rahat olursunuz?

peynirlerde, etlerde olur. Yani bir tür tespit edilmiş ya da sonradan keşfedilmiş zevklere düşkünlük bu...

Aklına sızabilirim belki biraz. Sorularımın sırasını altüst ediyorum.

'Düşünmek mühim değil, düşünceyi durdurabilmektir zor olan...' O'na inanıyorum. Ama sahnede, değil mi? Özel hayatınızda Siz, kafadaki şalteri indirebilme konusunda sürprizler, kontrolsüzlükler olmamalı, doğru mu yetenekli misiniz? anladım? Tabii. Oyuncaklarım var. Antitezini geliştirebilmek Evet, kesinlikle sahnede. Ben Bursa'da yaşıyordum. gibi. Kendimi durduramadığım anlarda hemen Arkadaşlarım bana sürpriz yapmaya geliyorlardı ama saksafonumu alır, stüdyoya giderim. Çıkan sesin korkuyorlardı kapıdan içeri girmeye. 'Şimdi bu adam değil, çıkmayanların önemi var orada... Tenis oynamak bizi eve almayabilir.' diye. da var işin içinde ve edebiyat, sevdiğim yazarlar... Onları okumaya başladığımda onların dünyasına Sonra kasap. Görüyorum; akşam yemeği için konuk olurum. Üstelik akılda kısmi felçler güzeldir. planladığı sofranın detayları üzerinde çalışıyor. Ve Bence aklını durduramayanlar, sanattan uzak olan dilinden hiç eksik olmuyor rica cümleleri. İşimiz insanlar. Sinemada, konserde, bir romanın sayfalarında bittiğinde fark ettim. Taksi bulmak için bir yol ağzında en güzel 'arayı' veririz hayatımıza. Zaten en uzun beklerken alışveriş torbalarımızın ağırlığı sıfır. ara aşktır; iyi uykular!.. Heyecanlanıp, hemen sordum; Peki, dünya yandı, siz de oturmuş, 'Şimdi ne olacak?' diye düşünüyorsunuz. Fizyonominizde düşünce belirtisi bir tepki var mı? A aa, ben parmaklarımı kokluyorum. Kendi kokuma yoğunlaşıyorum ve kendimi öyle yakalıyorum.

Heyecanlandığınız anları çok merak ediyorum. Sakarlaşır mısınız, susar mısınız, saldırganlaşır mısınız, size neler olur? Okuduğumu anlamam. Tekrar okurum, yine anlamam. Anlamadığımı bilirim, gülmeye başlarım. IQ donar.

İşte işe yarar bir ipucu! Bu arada damak zevki kuvvetli, diye düşünüyorum.

Sevinince ağlamak, üzülünce gülmek gibi huylarınız var mı? Hayır. Sadece üzüldüğüm zaman kızmamaya çalışırım. Çünkü yükselen o kızgınlıkla, olayın sınırlarını aşan bir büyük tirad gelebilir ardından.

Çin Atasözü, "Ne yiyorsanız O'sunuz, ne seyrediyorsanız O." der. Bir lezzeti saatlerce anlatmanız gerekiyor mesela... Tercihlerinizi hangi tatlardan yana kullanırsınız? Arkadaşlarım güzel bir şey tattığımda susup beni seyrederler. Gülerler bana! Çünkü çok müthiş tat alıyorum. Bu nerede olur? Çikolatalarda olur,

Diyelim ki sizi kızdıracak hiçbir şey yok hayatta. Ben sizin için, sizi kızdırabilecek her şeyi ortadan kaldırdım. Üzüntülerinize ne olur? Nedense, üzüldüğümü hatırladığım şeyler beni hep

Kahvaltımız bitti. Artık Celal Kadri Kınoğlu'nun alışveriş yapması gerekiyor. Peşindeyim. Günlük işler işte, hepimizinki gibi. Önce manav... O, ağzına layık meyveleri seçiyor, ben izliyorum. İki kilo portakal, bir kilo elma, birkaç tropikal lezzet daha... Bu arada sohbetimiz devam ediyor. 33


"Çok iyi akıl alırım, çok da iyi akıl veririm. Akılsız olmaz. Aklın imparator­ luğuna inanırım. Ailem de akıllar, fikirler, saatler, kontroller imparator­ luğudur."

kızdırmış oluyor. Bir arkadaşımın dünyayı gezmek istememesi, diğerinin önerdiğim kitabı okumaması... Biraz empozan bir tarafım vardır benim, arkadaşlarımı çok zorlarım. 'Sen şu kitabı okuyorsun'. 'Sen Paris'e gidiyorsun', falan filan. Paris'e mi? Evet. Arkadaş öğretmen kıvamındayım galiba biraz... Çok iyi akıl alırım, çok da iyi akıl veririm. Akılsız olmaz. Aklın imparatorluğuna inanırım. Ailem de akıllar, fikirler, saatler, kontroller imparatorluğudur.

zamanı... Ve ben perdeyi, planlamadığım bir şekilde, artarak, çoğalarak, içimden gelen her şeye müthiş dikkat ederek, her gece farklı bir şekilde oynayarak kapatırım. B e n de oraya acı çekmeye ve yaralanmaya gelmişsem... Gel, gel. Bayılırım. Zaten işte orada beraberiz.

Kır. Kır'daki o kıl adam... Beni, sizi öldürme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştınız. O o o ! Böyle bir şey olabilir. Seyirci bazen 'Kır' gibi Nasıl bir gün geçireceğimi önceden planlamış olabilir üst düzey oyunda, sahnede rolünü oynayan oyuncuya mi? Paranoyak bir düşünce bu. Sanıyorum, her şey oyun kelimesini aşarak birebir temasta bulunmak isteyebiliyor. kontrol altında. Ama O'nun kontrolü altında... Kontroller imparatorluğu... O zaman uzun süren krizler atlatmıyorsunuz? Evet, gülmeden ağlamaya, ağlamadan gülmeye, hıçkırmaya ve yok olmaya doğru gitmem. (Çok gülüyoruz) 'Tiyatrocuyum, sahne adamıyım, deliririm, kimse de karışamaz' gibi çıkışlarınız yok yani? Asla... Hiç kimse ile hiçbir anımda kontrolümün dışında bir şey yaşamadım. 'Aaaa amaaaaa çocuklarrrr, bu benim sanatçı deliliğimmmm.'gibi, yok öyle şeyler...

Çok gülüyor, ben sinirliyim. Sonra tüm zarifliği ile iyi bir seyirci olduğumu söylüyor Celal Kadri Kınoğlu, utanıyorum. Amadeus'ta ne vardı? Büyük adam, küçük sadelik, ağdalı bir kıskançlık? Başka bir renk... Farklı şımardığım bir yer. Bence herkes kendine uygun bir rol bulmalı. İçindeki o kudurukluğu, festivallerde mi, ufak bir sahnede mi, neresi olursa olsun, giderebilmeli. İşte o zaman hayatta sadeleşilir.

pe

cy

a

Perde kapandı, sabah oldu, uyandınız. Gündelik O 'nun dünyasında iplerin koptuğu, gemilerin battığı hayattasınız artık, telefonunuzun çalma sıklığı nedir? tek yer sahne. Buna eminim artık. Çok az. G ü n d e üç ya da dört kere çalar telefonum. Tenhadır benim hayatım. Öyle çok kimse ile Ve artık O 'nun dünyasına konuğum. Dünyasını sığdırdığı evine. Kulis, sahne ve alkış üçlemesinden görüşmem hayatta. Samimiyet buhranları yaşamam. uzaktayız ama sıradaki sorum için burası çok uygun bir yer. Şiirden ve şairlerden konuşuyoruz sonra. Benim şairim Edip Cansever 'dir diyor, şöyle devam ediyor: Perde dendiğinde peki? Şiir okurken sahnede içten ama tınlatmadan, ağdalı tavırlardan uzak, normal bir şeyler söyler gibi Dikkat! Büyüleyici bir cevap geliyor... söylemelisin. Karanlıkta bir yıldırım resmi gibi. Sahneye sağ adımla girmeler, nazar boncukları...Yok, Seyirciler, söylediklerinin toplamına bakıp 'Aaa şiir metafizik sıfırdır bende. Gayet güzel, arkadaşlarımla oldu,' demeliler. ne konuşursam konuşurum, biraz güler, güldürürüm. Sonra derin bir nefes alır, gözüm dalarmış gibi, büyük Tatlı Hayat'taki İrfan benim gözümde nahif, bir şeyi karşıma almak ve 'yerim seni sosis' demek masum ve bilgi ile mütevazılaşan bir adamdı. gibi, bam diye zevkle girerim oyunun içine. Çünkü Gülmekten çok ağlamak gelirdi içimden O'na bakınca? S i z nasıl anarsınız İrfan'ı? saat 20.00. Artık zevk alma ve bundan geberme

34


Bu kadar kontrollü bir hayatta bir sonraki adım da bellidir o zaman. Son planınızı, projenizi merak ettim. Hayattaki en önemli projem... İki ay sonra bir kızım oluyor ve hayatta ilk defa gerçekten her şey bana bağlı değil. Yani bakalım, bu son çıtır başıma neler Masumiyetin gücü... Artık benim için uykuya geçerken açacak. Nasıl bir kod geliyor, nasıl bir dağılım geliyor? Bakalım nasıl bir şeyle karşı karşıya kalacağım? düşünülecek konu belli. Çok başka bir şey görmüşsünüz orada. İrfan hâlâ ve daima kalbimde. Çatlaklığın içindeki masumiyet esastı İrfan'da. Bizim mesleğimizde 'masumiyet' her zaman anahtar kelimelerden birisidir. Çünkü sanatta esas olan masumiyetin gücüdür.

cy

a

Her şey yolunda gidiyor diye düşünüyorum. O, birden İşte şimdi mutluyum. ayağa kalkıyor. Küçük parçalara ayrılmış halde duran Güzel. Kontrol mekanizmanızın çökme ihtimali saksofonunu çıkartıyor. Büyük bir ustalıkla küçük var, farkında mısınız? parçalardan bir müzik aleti yapıveriyor, gözümün Bilmiyorum, geliyor... Çok büyük bir merakla önünde. Ve uzaklaşıyor her şeyden. Şahidim; O, saksofon çalarken alevli bir kırmızıya dönüşebiliyor. bekliyorum. Kendi dağlarımı aştıktan sonra, Öğrencilerini kıskandığımı hissediyorum. İlk fırsatta, heveslerimi ve birinci dereceden meraklarımı tatmin ettim artık. Ben, planladığım hatta planlamadığım ilk sorum; her düzeydeki mutluluklarımla yaşamı hallettim ve şimdi Lale Devri'ne giriyorum. Öğrencileriniz sizi çok seviyorlar, araştırdığını kadarı ile bir hayranlık söz konusu. Onlarla aranızdaki ilişki nasıl bir temele dayalı? Sona geldik. Eğer içinizden geldiyse bana bir soru Tabii severler beni. Ben de onlara hayran olmak ve sorabilirsiniz? alkışlamak isterim onları. Benim heyecanlarımı ortaya A aa, evet! Hayatınızın çaresine nasıl bakacaksınız? Hayır, uzaktan biri bizi görse şu kadın bir oyuncu, çıkartacak disipline, çalışmaya , IQ'ya sahip olup olmamaları önemli benim için. Sonuç olarak güzellik yanındaki adam da galiba mühendis der. Ruhunuzun icabına bakın. Çünkü öbür türlüsü, 'Bu adam beni her zaman için etkileyicidir. Fakat güzelliğin hiç kimseye bir faydası olmamıştır. Hele ben o 'güzellere' anlamadı, boğazlasam iyi olacak'a kadar varabilir. Sanat ferahlatır... biraz üzülürüm! Gün, o son okuduğunuz 'Sanat ferahlatır' cümlesi ile tamamlanıyor ya, bence biz o anda Vişne Bahçesi'nde Küçük Mutluluklar gibiydik. Salıncakta İki Kişi gibi. Bir Garip Orhan Veli ve Bir Halk Düşmanı sohbetimize kulak kabartmışlardı, Kapıların Dışında. Meraklısı İçin Öyle Bir Hikayeydi bugün ve artık sonlanması gerekiyordu. Yapılması gereken diğer mühim işler Cadı Kazanı gibi kaynıyordu aklımda. Amadeus halime gülüyordu. Kuralla Kural Dışı kalmamızı engelliyordu hayat. Hayatın işi de buydu. Kızmamak, Kır-ılmamak lazımdı.

pe

Güzel kadın, biraz salak kadın sizin dünyanızda... Güzel ise kafa noksandır, diyen erkekleri ne yapacağız? Erkekler muhteşem salakça davranışlar ve ezberler yaşarlar. Büyük İskender gibi, bir orduya zarar verebilir erkekler. Sonuna kadar gider, sonra da 'Ben niye geldim buralara,' diyebilirler... Bir yolu olmalı. Bu cümleleri kopyala-yapıştır yöntemi ile herkesin aklına postalamalıyım. Bana kim yardım edebilir?

Karnımız acıkacakmış. Öyle dedi. Pek çok kez evin sağını solunu kontrol ettik. Arabaya bindik. O, otuz yıl sonraki planını anlattı bir ara, alevli kırmızı, inançlı bir yeşile durdu. Sonra o yeşil çok komik bir turuncuya; turuncu öğleden sonra yemeğinde mavi bir nasihate döndü... Yemek yiyeceğiz. Seçimleri net, tamdık bir yere gidip oturuyoruz. Tanıdık takıntılar değil bunlar benim için... Ben çok eğleniyorum. Takıntı sahibi bir haliniz var? Bin tane takıntım vardır. Mesela dakiklik, dakik olma takıntım var. Neyin nerde olduğunu bilmeliyim sonra. Yaşamım dediğim şeyin A'dan Z'ye farkında ve kontrolünde olmalıyım. Sohbetimize hakim olan kontrol mekanizmasını çökertecek bir şeylere ihtiyacım var.

O 'nun bir kitapevine doğru yürüyüşünü seyrederken, neredeyse inanacak gibi olmuştum. Eğer istersem, birkaç gün sonra iyi bir piyanist olabilir miydim gerçekten? Celal Kadri Kınoğlu... O'nun karın boşluğunda azılı bir çocuk oturuyor. Çocuk bu; yapma, dur demekten anlamıyor. Üstelik çığrından çıkması an meselesi. Ancak, korkulan olmuyor. Gemileri yakan çocuk avuç içleri nar gibi kızarana kadar alkışlanmasın mı? O, benim gözümde, kendine yasal delilik alanları bulmayı başarmış bir dahidir artık. Unutmadan, bir iki satır üstteki koyu kelimeler usta oyuncu ile olduğu kadar tiyatroseverlerle de aramızda bir şifredir. Anlamı, anlatılamayacak olmasından gelir, değerlidir. Celal Kadri Kınoğlu'nun emeğidir...

Celal Kadri Kınoğlu... O'nun karın boşluğunda azılı bir çocuk oturuyor. Çocuk bu; yapma, dur demekten anlamıyor. Üstelik çığrından çıkması an meselesi. Ancak, korkulan olmuyor. Gemileri yakan çocuk avuç içleri nar gibi kızarana kadar alkışlanma­ sın mı? 35


cy

a

1947'den 2007'ye Dört Oyun ile.

Bu Yıl Alman Tiyatrosu Revaçta

Altıdan Sonra Tiyatro'nun "Kapıların Dışında", Yeni Kuşak Tiyatro'nun "Yuva" ve Bi Tiyatro'nun "Etna / Bedendeki Kuyu" isimli oyunları ve Alman yazarları... 36

pe

Robert Schild / robertschild@tiyatrodergisi.com.tr

İstanbul sahnelerinde Alman tiyatro yazınının yapıtlarına pek sık rastlamıyoruz nedense... Geçtiğimiz sezonun birer kilometre taşları sayılan Alman İsviçresi yazarları Max Frisch (Dostlar/"Aymazoğlu ve Kundakçılar" ile Semaver/"Süleyman ve Öbürsüler") ile Friedrich Dürenmatt'ı (İDT/"Uyarca") bir yana bırakacak olursak; arada bir oyunlarını izleyebildiğimiz epik tiyatronun babası sayılan Bertolt Brecht ile Tankred Dorst'un son birkaç yıl içinde sergilenmiş iki yapıtı (Dostlar/'Teuerbach" ve Akbank/"F.Krapp") dışında, çevirileri ve dramaturji çalışmaları ile Sibel Aslan Yeşilay'ın İstanbul Şehir Tiyatroları (2002), Ankara DT (2006) ile halen sürdürdüğü Bakırköy Belediye Tiyatrosu'ndaki (BBT) katkılarını

burada özellikle anmak isterim. Şu sıralarda BBT'nda sergilenmekte olan Kerstin Specht'in "Mutfak Masalı"nı henüz izleyemedim; öte yandan, bu yıl sahnesini kapatmış Maya Sanat'dan Göztepe AFL Sahnesi'ne geçen Altıdan Sonra Tiyatro'nun "Kapıların Dışında" yorumunu kesinlikle kaçırmamaya kararlıydım... Bu iki yapımın dışında, 2006/2007 sezonunun şaşırtıcı zenginlikteki Alman Tiyatrosu dağarının diğer iki oyunu olan "Yuva" (Yeni Kuşak Tiyatro) ve "Etna / Bedendeki Kuyu" (BiTiyatro) da, özellikle yazarlarını tanımak için ele geçmez birer olanaktır... "YUVA"ya Dönüş Biraz Geç Olmadı mı! Çağdaş Alman Tiyatrosu'nda

"kırsal oyunları" ile ünlenen, ardından "haylaz çocuğu" olarak adından çok söz ettirmesine karşın son yapıtlarıyla sevilgenliğini nedense yitirmiş olan, yetmişe yakın oyunun yazarı, 1946 doğumlu Franz Xaver Kroetz'ün izleyicimiz ile tanışması, İstanbul DT'nun birkaç yıl önce sunduğu "İnsan Meler" yorumuyla olmuştu. Yeni Kuşak Tiyatro ise aramış-taramış, yazarın daha da eski bir oyununu bulmuş! 1974 yılma dayanan "Yuva"yı izlerken, Türk tiyatroseverlerine günümüz yazarlarının çağdaş sahne yapıtlarını sunmayı ilke edinmiş bu topluluğun Kroetz'ün acaba daha güncel, daha yeni bir oyununu niye seçmediğini düşündüm... Küçük bir çocuk sahibi genç bir çiftin geçim sorunları karşısında, kamyon şoförü olan baba daha çok para


kazanmak için patronunun ona verdiği gizli görev sonucu, civardaki bir göle zehirli atıklar döker - ve ister misiniz ki, eşinin bundan kısa bir süre sonra aynı göle soktuğu çocukları hastanelik olsun! Bir yandan tüketim dürtüsü karşısında yasak işlere girişen, beri yandan böylesine bir suç işlediğini idrak edip kanun karşısında vicdan azabı ile kahrolan küçük insanların trajedisi...

Bana kalırsa, "Etna"nın en önemli iletisi, oyunun ilk bölümünde Sophie tarafından ortaya atılan "Kötülüğü asıl olanaklı kılan, seyircidir!" savı olsa gerek - veya, tanıtım broşüründe belirtilen "Bir suçun oluşmasını seyretmek, ona iştirak etmekten daha ağır bir

suçtur" sorunsalı... Nitekim, 1933 sonrası Alman toplumunun halen içinde taşıdığı "sabıkalı olma duygusu", bu tümce ile özetlenemez mi, bugüne dek belki yüzlerce oyun/şiir/öyküde dile getirildiği gibi?.. Olağanüstü yetkin oyunculuğu bir yana bıraksak dahi, salt bu iletiyi yinelemesiyle, "Etna"yı sezonun önemli ve gerekli bir yapımı olarak görebiliriz. "KAPILARIN DIŞINDA" - Bu Başarılı Tiyatro Kapısından Muhakkak Girmelisiniz... Yukarıda kısaca değindiğim oyunlardan çok daha önce yazılmış olmakla birlikte, Alman halk terimi "starker Tobak" ("sert tütün") olarak tanımlayabildiğim "Kapıların Dışında" ise, beni en çok etkilemiş olanıdır. Rusya cephesinde savaşan, ancak rejim

pe cy a

Bana kalırsa hiçbir derinliği olmayan, "yeni kuşak" kesiminin oldukça "eski"lerinde kalmış bir konu - Mehmet Ergen'in sıradan yönetiminde, Aksanat'ın küçük sahnesini yine ustalıkla kullanmasını bilmiş Barış Dinçel'in yetkin dekorlarının arasında Bekir Çiçekdemir ve Evren Kardeş'in ellerinden gelenini yapmalarına karşın, pek tadı-tuzu olmayan bir oyun. Bundan öte, ülkesinin tiyatro yazınında bir "halk tiyatrocusu" diye anılan Alman bir yazarın metninin dilimize İngilizce'den çevrilmesi, en basitinden Alman isimlerinin İngilizce (örn. Kurt'un "kört" = Curt!) olarak telaffuz edilmesi, yapıta ve yazarına karşı bir saygısızlık/özensizlik olarak görülmez mi?

fail olduğu oyun" ifadesini taşıyor. Çocuğu bir cinayete kurban gitmiş olan Sophie, irili-ufaklı, değişik şekillerdeki bavulların gelişigüzel serpiştirilmiş bir odada geçmişini, şu anda bulunduğu durumu ve geleceği ile hesaplaşıyor, "Benim sorunum kurgulanmış olmak - kendim tarafından!.." diye hayıflanarak... Odadaki her bavul ise, Sophie'nin ikiye bölünmüş kişiliğinin gölgelerinin bulunduğu kuyulardır - birer Pandora kutusu gibi...

"ETNA": "Kötülüğü Asıl Olanaklı Kılan, Seyircidir!" Sezonun üçüncü Alman oyunu, Nihat İleri, Laçin Ceylan ve Levent Öktem'in, bir repertuvar tiyatrosu anlayışıyla yeni kurdukları BiTiyatro'nun ilk yapımı. Türk tiyatroseverlerinin yakından tanıdığı Roberto Ciulli'nin Theater and der Ruhr'da reji asistanlığını da yapmış, oyuncu ve yönetmen Christine Sohn yazdı ve yönetti "Etna / Bedendeki Kuyu"yu. Yazarın ifadesine göre, bu yapıtına bambaşka bir yön kazandırmış olan Laçin Ceylan'ı ilk kez sahnede izledim; Nihat İleri'nin ancak çok kısa birkaç replik ile görünmesiyle, aslında tek kişilik bir oyun kotarıyor Ceylan - ve kendi görüşüme göre, bu yılın en başarılı kadın oyunculuğunun bir örneğini sunuyor... Ahmet Cemal'in çevirisiyle sahnelenen "Etna", alt başlığında "Kadının kurban değil,

Bana kalırsa, "Etna"nın en önemli iletisi, oyunun ilk bölümünde Sophie tarafından ortaya atılan "Kötülüğü asıl olanaklı kılan, seyircidir!" savı olsa gerek...


38

işleri tıkırında olan cenaze işleri müdürü, artık hiç kimsenin inanmadığı yaşlı Tanrı ve canına kıymak için köprüden atladığı, ancak onu kabul etmeyen Elbe Nehri kalmıştır...

pe cy a

Bundan elli yıl önceki bir "kült" oyununu büyük bir cesaret ile yeniden ele alan ve küçük bir mücevher olarak karşımıza getiren Altından Sonra, son yıllarda ("Bekleme Salonu" ve özellikle "OBEB" ile) ülkemizin iyi tiyatro toplulukları arasına girmiştir.

karşıtı olarak tutuklu kaldığı süre içinde ağır bir karaciğer hastalığına yakalanmış Wolfgang Borchert, oyunun 1947 yılındaki ilk gösteriminden bir gün önce, henüz yirmi altı yaşındayken ölmüştü. Nazi döneminin çöküşüyle ilk gençliğinde girdiği kabare ve tiyatro yaşamına dönen Borchert, savaştan hemen sonra yayımlanan kısa öykülerinin yanı sıra, savaşla bir çeşit hesaplaşma olan bu oyunu, ölüm ile yarışıyormuş gibi, birkaç gün içinde kaleme aldı. "Kapıların Dışında" önce radyo oyunu olarak Almanya'da yüz binlerce kişiyi derinden sarstı, ardından kendi ülkesinde neredeyse efsaneleşerek onlarca dile çevrildi ve sayısız dünya sahnelerine konuk oldu. Savaştan dönen, oyunun başkişisi Beckmann, karısına dönerken, kendi evinde yabancı bir erkek bulur - eski komutam olan binbaşıyı ziyaret edip, kendisine yüklediği sorumluluğu geri vermeye çalışırken, sokağa konur - acıklı durumunu bir kabarede sunmayı önerirken, müdürü tarafından bununla izleyici bulamayacağını öğrenir - annebabasının evine dönmek isterken, onların canlarına kıydıklarını öğrenir, evin ise başkalarının eline geçtiğini görür... Geriye sadece

"Kapıların Dışında", Birinci Dünya Savaşı'nın ardından belirmiş "yitirilmiş kuşak" akımını andıran, bundan öte tiyatro tarihinin belki de son dışavurumcu yapıtıdır - ve, en önemlisi, 193345 dönemi ile bir hesaplaşma, yeni Almanya'nın "miladı"nı simgeleyen bir haykırıştır...

Yiğit Sertdemir, bu önemli oyunu grotesk tiyatro biçeminde yorumlamayı uygun görmüş - ve iyi de etmiş, bence. Bu uyarlama bir yandan oyunun dışavurumculuğunu desteklerken, izleyiciye birtakım hoş seyirlikler de sunuyor - Beckmann'ı içine almayı reddeden Elbe Nehri, şişko cenaze müdürü/ölüm'ün iticiliği, ihtiyar Tanrı 'nın/inancın yok oluşu, binbaşının kızının/savaş sonrası kuşağın özürlülüğü/zavallılığı, kabare müdürünün/sanatın zevzekliği/özdekselliği gibi... Sertdemir'e burada Nihat Kaplangı'nm çok başarılı giysi, Mahmut Özdemir'in keskin ışık

ve Seda Balaban'in maske/kukla tasarımları büyük ölçüde yardımcı oluyor. Behçet Necatigil'in eskimemiş Türkçesi kulağımızı okşarken, Onur Kahramanın (kendine?) özgü müziği, son derece uyumsuz geldi bana: Şöyle ki, özgün oyunda yer almayan kabare şarkısına çok yerinde bir uygulama ile Borchert'in "O zaman tek bir şey kalır" (veya benzer çevirili) öyküsü yakıştırılmış ise de bu metne uyarlanan beste, ne yazık ki sınıfta kalıyor... Altıdan Sonra ekibinin kimi kıdemli oyuncuları olan Ebru Gözdaşoğlu, Seda Özen Yürük'ün yanı sıra Onur Kahraman ve Ömer Erzurumlu 'nun önünde, Beckmann'ı çok başarılı biçimde canlandıran Yiğit Sertdemir'e buradan koskocaman bir alkış! Bundan elli yıl önceki bir "kült" oyununu büyük bir cesaret ile yeniden ele alan ve küçük bir mücevher olarak karşımıza getiren Altıdan Sonra, son yıllarda ("Bekleme Salonu" ve özellikle "OBEB" ile) ülkemizin iyi tiyatro toplulukları arasına girmiştir - ne var ki, onları izleyebilmek için, birazcık "ulaşım çabası" sarf etmek gerek - ancak: bu çabaya kesinlikle değer!..


cy

pe a


Levendoğlu'ndan Dört Üstün Akmen / ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

Levendoğlu'nun Çevirisi Oyunu sahneye koyan Ahmet Levendoğlu çeviriyi de yapmış. Levendoğlu, hiç ama hiç kuşkum yok Türkiye'de Türkçe'yi en güzel konuşan, en güzel yazan, en güzel kullanan enderlerimizden. Ayrıca Türkçe ile İngilizce arasında eşdeğerlik kurma ustası bir çevirmen. İki dili, dillerin yansıttığı dünya görüşünü çok iyi biliyor. Diller arasındaki genel ayrımları tanıyor. Kendine özgü çeviri kuramları, giderek kendi içinde çeviri pratiği oluşturuyor. Yorum çalışması olarak tanımlanan çeviri sanatına ve yazarın ışıltılı anlatımına, parlak yorumuyla renkler katıyor. Çevirirken yazarın çevirmene pek de açık olmayan yorum ufkunu ustaca aralıyor, deşiyor, çıkarıyor. Düzayak yorumla asla yetinmiyor, birebir yakın karşılık üretirken, yorum gücünü yoğun biçimde kullanıyor.

"... seni ertesi gün göreceğim demek ki yürüyüş için" gibi kulağına biraz ters gelen sözcükleri/tümceleri bu sayede yadırgamıyor.

pe cy

Çağcıl Tiyatronun Harikası Bir Yazar McDonagh, 1996 yılında yazdığı bu oyunda, Inishmaan'da yaşayan insanların dünyadan kopuk yaşamlarını anlatmakta. Anımsatmak için yineleyeyim, Martin McDonagh (1970), İrlandalı ana babadan Londra'da doğmuş, orada yetişmiş "AngloIrish" (İngiliz-İrlandalı) bir yazar. 1996'da yazdığı ilk oyunu "Leenane'in Güzellik Kraliçesi" ertesi yıl Londra'da sahnelendiğinde, aynı yıl içinde söz konusu kentte dört oyunu birden sahnelenen o yaştaki (27) ilk oyun yazarı olarak tarihe geçmiş. Uzmanlar onu "Çağcıl tiyatronun harikası" olarak tanımlıyorlar. "Harika" olarak tanımlanmasının ek nedeniyse, oyunlarının, yalnızca kimi yaz tatillerinde gidebildiği anayurdu İrlanda'da geçiyor ve o ülkenin kültürünü ve dilini yansıtıyor olması.

Esasında öykülenen "Man of Aran"da yer almak için planlar yapan küçük, sakat bir çocuk olan Billy'dir. Cin gibi zeki, ancak doğuştan sakat Billy, Helen ve Bartley kardeşlerle birlikte Hollywood'a kaçma hayaliyle film ekibini görmeye gider. Ama Billy'nin bu gidişi pek öyle kolay olmaz. Manevi teyzeleri Kate ile Aileen'e yalan söyler. Ve film ekibiyle birlikte Hollywood'a götürülür. Billy'nin adaya dönmeyip, Amerika'ya gidişiyle işler karışır, sürprizler birbirini izler. Tam anlamıyla bir kara komedidir McDonagh'ın anlattığı.

a

Yedi sezondur oynayan ve yoğun talep gören İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı "Leenane'nin Güzellik Kraliçesi - Leenane's Beauty Queen"i izleyinceye dek, Inishmaan'ın İrlanda'nın Atlantik Okyanusu'na bakan kıyısında kayalıklardan oluşan, iki yüz elli nüfuslu, 9.1 kilometrekare yüzölçümlü, elektriğe 1975'te kavuşmuş, bir kilisesi, bir "pub"ı olan ve bankası bulunmayan küçük bir ada olduğunu vallahi bilmiyordum. Kent Oyuncuları'nda "Inishmore'lu Yüzbaşı - The Lieutenant of Inishmore"u izledikten sonra ise, bu adacıkta geçim sıkıntısının "had safhada" olduğunu, ahalinin inek yetiştiriciliği ve el sanatları ile uğraştığını öğrendim. Martin McDonagh'ı bu kere de yılların tiyatro kuramcısı, eğitmeni, oyuncusu, yönetmeni Ahmet Levendoğlu ülkemize taşıdı. "Inishmaan'ın Sakatı - The Criple of Inishmaan" başlıklı oyun, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda 1 Şubat'ta perde açtı.

Mcdonagh Ne Anlatıyor Yıl 1934'tür ve Robert Flaherty yönetmenliğinde ABD'li film ekibi Inishmaan'm da aralarında olduğu üç adadan oluşan Aran Adaları'na gelip "Man of Aran (Aranlı Adam)" adlı bir belgesel çekecektir. McDonagh, işte bu çekimin arka planını anlatır.

40

Gel gelelim, sanıyorum bu kere durum farklı. Durum farklı, çünkü Ahmet Levendoğlu'nun olamazcasına titizlikle hazırladığı oyun dergisinde de açıkladığı gibi, İrlanda dilinin kendine özgü özelliği var. Örneğin, karşılıklı konuşmaların "soru-yanıtlı" bölümlerinin hemen hepsinde, yanıtın başında soru yineleniyormuş. Gramer açısından aykırı kullanım varmış. Sözler/tümceler noktalanmadan, "ve" ile birbirine bağlanarak uzayıp gidiyormuş. Ama bütün bu zorlukları aşmış Levendoğlu. Yaptığı çeviriden mükemmel bir sahne dili olmuş, oluşmuş. Seyirci, "... film çekimi yeni bitti kuşkusuz", "...şu günde midem hiçbir şey kaldırmaz", "... başka testler yapıyor olmam gerekiyor",

Sahneye Konuluş Biçemi Ahmet Levendoğlu, metnin statüsünü çok, ama çok iyi bellemiş. Oyuncular tarafından boğumlanan, onların sesleriyle ve sahne yorumlarıyla renklenen sözleri, sahne üzerinde dile getirildiği ve yer aldığı biçimiyle çözümlemiş. Metni ve oyunu nedensel bir ilişki içerisinde değil, ama göreceli olarak bağımsız iki bütün olarak ele almış. Tiyatro mimetik göstergelerle dolu bir dünya değil ki! Sahneleyiş biçemini göstergeler yardımıyla oluşan bir anlatı olarak saptamış. Sahne sistemini farklı ritimlerde düzenlemiş. Ritmik çerçeveleri fevkalade hesaplamış. Oyuncuların fiziksel eylemlerini, eylemlerinin kesintisiz çizgilerini beklenen ustalığıyla çizmiş. Oyunun sonunda tüm oyunculara kayalıkları terk ettirip sahneye getirerek, anlatılanlara masal süsü vermiş. Hatta dans tablosuyla masala mucizeyi bile yerleştirmiş. Yaratıcı Kadronun Yaratıcılığı Ali Cem Köroğlu'nun haşin kayalıklar biçiminde tasarladığı dekor, açıldığında Inishmaan Adası oluyor. Ali Cem Köroğlu, bu kere de özde belirli bir biçimi değil, bir kavramı belleklere ulaştırıyor. Düş gücünü zorlayan,

Ahmet Levendoğlu, metnin statüsünü çok ama çok iyi bellemiş. Oyuncular tarafından boğumla­ nan, onların sesleriyle ve sahne yorumlarıyla renklenen sözleri, sahne üzerinde dile getirildiği ve yer aldığı biçimiyle çözümlemiş.


duygu birikimlerini dışa vuran, dramatik yoğunluğu belirleyen, mutlak görülmeye değer bir dekor Köroğlu'nun tasarımı. Ali Cem Köroğlu, kostüm tasarımında da kostümün düşünsel işlemini öne çekmiş, kostümlere anlamsal değer kazandırmış. Önder Arık'ın ışık tasarımı da oyundaki duygu yoğunluğunu, düşünceyi, imajı, zaman ve mekân kavramlarını, atmosferi, derinliği, perspektifi gayet güzel yansıtıyor. Mavikavuniçi yan ışıklarsa, üç boyutluluğu fevkalade desteklemekte. Oyuncular Ahmet Levendoğlu'nun bu oyunda alkışlanacak bir diğer tutumuysa, profesyonel tiyatro yaşamlarına "Inishmaan'ın Sakatı"yla başlayan "okullu" üç genç yeteneğe olanak tanıması.

Deniz Gönenç Sümer, Pelin Gülmez ve Mertcan Semerci'ye: "Sahnelerimize hoş geldiniz" demek istiyorum. Deniz Gönenç Sümer, yönetmeninin yardımıyla yarattığı ve figür haline getirdiği Billy'i, izleyicinin düşüncesine bedeninin katılımı ve kendini belli eden devinduyumsal ve duygulanımsal hareketleriyle ulaştırıyor. Bartley'de Mertcan Semerci'nin yarattığı fiziksel varlığın içinde davranmasını şimdiden biliyor olmasına tanıklık etmek, ne büyük bir mutluluk biliyor musunuz? Pelin Gülmez'in fevkalade bir sanatsal şevk yaratma yeteneği var. Beni dinlerse boş versin "sit-com"u falan, daha bir asılsın tiyatroya. İşine heyecan verici büyülenmesi ayan beyan görülüyor yahu! İçinde ince bir eleştirmen taşıdığı da belli. Doktor'da H. Ergun Akvuran ve

Kate'de Hanife Şahin görevlerini kusursuz yerine getirirlerken, Sema Çeyrekbaşıoğlu müthiş bir performans sergiliyor. Gılman Kahyaoğlu Peremeci'nin gövdesini tamamen duygularının hizmetinde tutma yeteneği var. Atsız Karaduman, Johnnypateenmike'i iradesinin ve duygularının görünmez ışımaları aracılığıyla seyirciye ulaştırıyor. Seda Yıldız, Babbybobby'e can verirken, Babbybobby'in kabalığına karşın iyi yürekliliğinin altını çizerek, karakterin içsel varlığının her parçasını doygunlaştırıyor, Babbybobby'e derinlemesine sahip çıkıyor. Uzun lafın kısası, bu oyun her yönüyle izlenmeyi, anasının ak sütü gibi hak ediyor.

Atmosferi Eksiksiz Yansıtan Tasarım Beki Haleva / bekihaleva@hotmail.com

olmasa da benzer sorunları beraberinde getiren İngilizce'den "kırma bir dil"in çevirisi söz konusu. Çevirmen olarak Levendoğlu, oyunun neredeyse bel kemiğini oluşturan, yörenin kültürünü, insanını yansıtan bu dilin farklı yapısını, kimi cümlelerde bir yapaylık hissi uyandırsa da çeviriye yansıtmayı göze almış ve bunu bilinçli bir çevirmen yaklaşımıyla oyun kitapçığında dile getirerek izleyiciyi uyarmış. Yönetmen olarak da titiz bir çalışma sergiliyor Levendoğlu. Müzik seçiminden, oyuncu seçimine dek sahnelemenin her aşamasında, oyunun özümsenmiş olduğunu kolayca anlayabiliyor izleyici, kimi kez gülerek, kimi kez de

a

İrlanda kökenli bir ailenin çocuğu olarak İrlanda dili ve kültürüyle yoğrulmuş genç tiyatro yazarı Martin McDonagh, özellikle "Leenane'in Güzellik Kraliçesi"yle ülkemizde de kazandığı başarıdan sonra Türk izleyicisi için artık tanıdık bir isim. Yazar son olarak İnishmaan'ın Sakatı'yla yine dikkatimizi çekiyor. Ahmet Levendoğlu'nun çevirisi ve yönetimiyle sahnelenen oyun, nitelikli oyun açısından sönük geçen bu tiyatro sezonunda iyi bir sürpriz oldu, benim için. Öncelikle oyunun çevirisine değinmek istiyorum. Tiyatro çevirilerinde karşılaşılan en büyük zorluklardan biri "yöre ağzı"nın aktarımıdır. Burada belki tam olarak bir "ağız" söz konusu

pe cy

Ali Cem Köroğlu'nun sahne ve giysi tasarımları da istenilen atmosferi eksiksiz yansıtıyor.

hüzünlenerek sonuna kadar aynı ilgiyle izliyor bu "karanlık güldürü''yü. Yönetmen bu başarısını elbette hiç aksamayan bir ekibi arkasına alarak gerçekleştirmiş. Ali Cem Köroğlu'nun sahne ve giysi tasarımları da istenilen atmosferi eksiksiz yansıtıyor. Oyuncu kadrosuna gelince, bana göre her bir üyesi ayrı ayrı alkışı hak ediyor. Özellikle de bu oyunla profesyonel anlamda sahneye ilk olarak adım atan genç oyuncuların ustalarından aşağı kalmayan parmak ısırtan performansları beni hayli heyecanlandırdı. Sonuçta kaçırılmaması gereken, övgüye değer bir yapıt çıkmış ortaya.

41


"Inishmaan'ın Sadık Aslankara / msaslankara@hotmail.com

pe cy

Oyun "ada" izleğine dayanıyor. Nedir bunun temel özelliği? Karakterlerindeki kısılmışlık, bu kısılmışlığın yol açtığı uçlarda gezinen sert kişilik. Oyunda bir tek olsun tipe rastlanmayışı, tüm rol kişilerinin karakter olarak karşımıza çıkması bu açıdan önemli. Bin koldan binbir dolantıya yol açan kurmaca ya da uydurmacalar da bundan kaynaklanmıyor mu?

ahlakçı davranan biri. Öteki karakterlerde görüldüğünce ada insanlarında gözlenebilecek türden hiçbir yansıtım getirmiyor. Oysa adada yaşayan doktor ahlakçı davranamaz, Hipokrat andını içmiş de olsa. Eğer kurduğunuz evren adadan oluşuyor, siz de böyle bir karaktere yer veriyorsanız oyununuzda, aykırı kaçacaktır bu. Gerçek yaşamda böyle bir karakter olamaz değil, ama sanatta olamaz bu, çelişki çıkar ortaya. Ibsen oyununda yapılandırılsaydı doktor, doğal karşılardık bunu.

Ancak Inishmaan'ın Sakatı'nda "Doktor" karakterinin, yazarın kurduğu ada evrenine uygun kişilik sergilememesi oyundaki gerçektenlik duygusunu zedeliyor bana göre. Neden? Çünkü doktor

belgesel sinemasının da babasıdır. İşte McDonagh, Flaherty'nin 1934'te çektiği Aranlı Adam filmiyle oyun arasında koşut kurgu oluştururken hem oyununa akışkanlık kazandırıyor hem de film dayanağında belgesele dönüştürmüş oluyor Inishmaan'ın Sakatı'nı. Ancak yazar, niye adadan dışarı çıkma gereği duymuştur, Billy'yi Amerika'da bulunduğu dönem içinde neden sahnede göstermek istemiştir, anlayamadım. Kaldırıldığında oyunun bütünlüğüne zarar vermiyorsa bir bölüm, fazladan yer tuttuğu düşünülmez mi oyunda? Elbet severek izledim Inishmaan'ın Sakatı'nı. Ama benim alkışım asıl Ahmet Levendoğlu'na. Bunun gerekçelerini de önümüzdeki ayın yazısına bırakıyorum.

a

Martin McDonagh'ın "Aran Adaları" üçlemesinin ilki imiş Inishmaan'ın Sakatı. Bunu yazarın, Ahmet Levendoğlu tarafından aktarılan yaşamöyküsünden öğrendim. Bizde daha önce sahnelenmiş oyunlarını da (Leenane'in Güzellik Kraliçesi, Inishmorelu Yüzbaşı) izlemiş değilim üstelik. Mitos-Boyut yayınları listesini taradım, dilimize çevrilmiş oyunu yok sanırım. Bu nedenle okuyup değerlendirdiğim değil seyrederken izlenimler edindiğim bir yazar olduğunu belirteyim McDonagh'ın ilkin. Ancak yazınıyla oyun dağarının, tiyatrosunun güçlü olduğunu bildiğimiz İrlanda'dan çıkması yazarın, önemli bir ipucu benim için.

Ne ki yazarın, oyunu belgesel havasına kaydırışına, ötesinde belgesel biçemi üzerine oturtuşuna hayran kaldığımı söyleyebilirim. Bilinmez değil ya; 1922'de çektiği Kuzeyli Nanook ile Robert Flaherty dünya

Inish­ maan'ın Sakatı'nda "Doktor" karakterinin, yazarın kurduğu ada evrenine uygun kişilik sergile­ memesi oyundaki gerçektenlik duygusunu zedeliyor bana göre...

Yaşamların Sakatlığına Dair Ragıp Ertuğrul / ragipertugrul@tiyatrodergisi.com.tr Martin McDonagh gibi çağdaşım ve yaşıtım bir yazarın oyununu izlemek, hele ki bu oyun yazarın üstün gözlem yeteneğiyle deşifre edilmiş insanların yaşamları üzerine kuruluysa tiyatroya olan sevdamı yeniden yeniden tetikliyor. Levendoğlu'nun çeviri notundan anlaşıldığı ve sahnelemesinde de tanık olunduğu üzere; dildeki aykırılığın, alışageldiğimiz kalıplardan farklılığın oyun karakterlerinin ağzına birebir oturduğu kesin. İrlanda dilinin ve yazarın anlatım dilinin değişik bir matematiğe dayalı olması, sözün önemini artırdığı gibi özellikle sözü söyleyenin de kimliği hakkında ipucu veriyor. Oyuncuların her biri karakterlerini son derece inandırıcı canlandırıyor. Yönetmen Levendoğlu, ilk profesyonel sahne deneyimlerini yaşayan üç gence bu

42

fırsatı vermekle, seyircinin yeni nesilden umudunu körüklüyor. Helen rolündeki Pelin Gülmez ile Bartley rolündeki Mertcan Semerci kendilerini sadece komedilerle sınırlamadıkları takdirde gelişme göstereceklerdir. Oyunun baş karakteri Sakat Billy rolünde Deniz Gönenç Sümer ise dramatik ses tonu, nahif ama içinde tutkular taşıdığını belli eden yorumuyla hem yeteneğini ortaya koyuyor hem de başka rollerde izlemek için heyecan uyandırıyor. Deniz'in rolünü yaparken bakışlarına, uzaklara dalışlarına, dudaklarının mutlulukla burukluk arasında kalıveren kıvrımına kadar içselleştirmiş olduğunu gördüm. Sema Çeyrekbaşıoğlu, alkole düşkün yaşlı Mammy rolünde oyunun ruhuyla birebir örtüşen bir performans sergiliyor ve bir sübap noktası

oluşturuyor. 1930'lu yılların İrlandasında bir kasaba kokusunu hissedilir kılan dekor ve giysi tasarımı, Ali Cem Köroğlu'nun başarılı ancak çıtasını yükseltmediği bir çalışması. Selam sahnesindeki sade koreografiyle tüm oyuncular yaşamın ritmine kendilerini bırakıyorlar. Bu epik durum seyircide de bir vicdan rahatlaması ve özdeşleşme yaratıyor. Genç bir yazar çoğu oyunu için esinlendiğine, Ahmet Levendoğlu çevirdiği bu oyunu sahneye koymak için yirmi beş yıl aradan sonra Devlet Tiyatrosu'na heyecanla döndüğüne, farklı yaşlarda oyuncular coşkuyla ve layıkıyla emek verdiğine, ve bütün bunlara sebep; mütevazı yaşamların, deli dolu ama duyarlı, inançlı ve umutlu insanların ülkesiyse, oyunda da sık sık dile getirildiği gibi İrlanda pek kötü bir yer olmasa gerek!..

Yönetmen Levendoğlu, ilk profesyonel sahne deneyimle­ rini yaşayan üç gence bu fırsatı vermekle, seyircinin yeni nesilden umudunu körüklüyor.


Dili Efend ileştirmeyelim Efendiler!

Yusuf Eradam / yeradam@gmail.com

cy

a

I n i s h m a a n ' ı n Sakatı, yapılan açıklamalara karşın, çevirisindeki hatalar ile dikkatimi dağıtarak başladı ve öyle de sürdü. O kadar çok "ittiğimin" çeviri hatası ve "çeviri kokan" ifade vardı ki dildeki bu "ittiğimin" tutarsızlık, "ittiğimin" takıntılı yapım ile de el ele verip oyunun t a m a m ı n a sirayet etti ve oyunculukları da acımasızca gölgeledi. Çeviride açıklama yapmak kâğıt üzerinde mümkündür, a m a sahneye taşınan m e t i n d e İngilizce'deki " F word"/Fuck'ın "ittiğimin" diye ikide bir başıbozuk bir yaratık gibi çimdik atıp kaçması oyunu bence izlenemez hale getiriyordu. Bu sözcüğü fazlasıyla kullanarak ben de burada sanırım kanıtlamış oldum ne denli itici olabileceğini. İngilizce'de " F u c k " , ya da İrlandalının İngilizce konuşmasındaki "feck" kimi zaman sus işareti ya da aralara çeşni niyetine kullanılırken, kimi zaman da bir kişileştirme özelliğidir ki o karakterin arsız, terbiyesiz, pek okumamış, bilgisiz, görgüsüz ya da bıçkın, zorba, umursamaz vb.., biri olduğunu ele verircesine kullanılır, yazarlar tarafından. Bu durumda da, ayyaş bir karakterin sıklıkla kullanması söz konusu ise dilimizde

pe

İnishmaan'ın Sakatı, hem dil, hem oyunculuk açılarından, tıpkı baş karakter Billy gibi sakat bacağı üzerinde yürüyordu ve çeviride metnin özü yeniden yaratıla­ mamıştı.

çeşitli küfür sözcükleri, ifadeleri mevcuttur ve bu çeşitlilik kullanılsaydı tek bir yanlış karar ile "ittiğimin" sözcüğünün egemenliğine terk edilmezdi güzelim oyun. Haliyle anlaşılmıştır u m a r ı m , eleştirdiğim konu karakterlerin, yani İrlanda köylülerinin kendilerine özgü dil gariplikleri ya da yanlışlarının denkliğinin kurulamamış olmasıdır. Dili efendileştirme telaşından kurtulamamış bir metin d u y d u m b e n . F u c k yerine, efendileştirme süreci içinde, "Allanın cezası" benzeri biri sürü ifade ya da deyim de kullanılabilirdi, kullanan kişinin cinsiyetine, kişiliğine uygun bir şekilde a m a kelimeyi söylüyormuş gibi yapıp da söylememek, gerçekle bağdaşmayan bir "absürd" d u r u m yaratıyordu, bu da oyunun ö z ü n e aykırıydı. Ama her şeyden önemlisi bu "fuck" İngilizce'de tek bir sözcük diye T ü r k ç e ' d e de tek bir sözcükle karşılanması gerekmediğidir. Zengin Türkçe'miz, yeri geldiğinde dünyanın en "ittiğimin" dillerinden biri oluverir ( C a n Yücel b u n u n da ustasıydı m a l u m u n u z ) , a m a her yere de "ittiğimini" itekleyemezsiniz. Kaldı ki bir yerde "ittiğimin" yerine "lanet olası bezelye" d e n m i ş . " F e c k " ile " F u c k " iki farklı sözcük değildir. Tıpkı bizim " m a v i " derken a'yı uzatmamıza karşın, Diyarbakırlının "mavi mavi masmavi" derken aynı ünlüyü uzatmayışı gibi bir farktır bu. Hiçbir açıklama da çevirideki "denklik ilkesini" yıkmaya mazeret teşkil e d e m e z . Başkarakterlerden, erkekleri bile ürküten erkek F a t m a karakterinin (Helen) ağzının bozuk olması yadırganacak bir d u r u m değildir, a m a o n u n erkek beden hareketlerini, mimik ve jestlerini yine tek tipleşmeye ve klişeye yatkın oynamasına ilaveten bir de

"ittiğimin" sözcüğünü leblebi çekirdek gibi kullanışı karakteri inanılır kılmaktan çok iticileştirip kötü bir karikatür haline getiriyordu. Bu bütün karakterlere bulaşmış bir yanlış karardı b e n c e . Yaşlı alkolik a n n e demesin bari diye dua ettim, harika bir oyunculuk derken, pat o da deyiverdi "ittiğimin" sözcüğünü. "Davranış göstermek", "usandırıcı haberler", " G e z m e l e r i n d e az önce Sakat Billy'yi görmedin, değil m i ? . . " vb. diğer hatalar ise oyunu benim gibi saplantılı bir izleyici için t a h a m m ü l edilemez hale getirdi. Bana göre bu yanlışlar, kasıtlı yapılmış dahi olsa, yanlış yanlışlardır. " G e z e r k e n e . . . gördün n ü ü ü ? " benzeri bir yerellik, karakterin dil cehaletini gösterirdi ve doğru bir yanlış olurdu. Sahiciliğe sahip bir yanlış olurdu. Sokakta ya da arka balkondan duyabildiğimiz bir yanlış. " G e z m e l e r " isim olarak kullanıldığında gidilen yer ismi gibi bir yerel anlam taşır. " G e z m e l e r e gitti," örneğinde olduğu gibi. Sahne tasarımı oyunun özüne çok uygundu çünkü İrlanda, bilen bilir ya da genellikle ada insanları, bir çeşit hücre yaşantısını çeşitleyerek idame ettirirler hayatlarını. D ü n y a d a kırk milyondan fazla İrlandalı varken, adada dört, bilemediniz beş milyon İrlandalı'nın kalmasının sebeplerinden biri de İngiliz toprak ağalarının z u l m ü n ü n , patates kıtlığının yanı sıra kayalık adanın yalnızlığıdır. Sahne tasarımı bu h ü c r e ya da labirenti çok iyi vermişti. Ama, Inishmaan'ın Sakatı, h e m dil, h e m oyunculuk açılarından, tıpkı başkarakter Billy gibi sakat bacağı üzerinde yürüyordu ve çeviride m e t n i n özü yeniden yaratılamamıştı.

Yalnızlığın Hüzünlü Masalı Metin Boran / m.boran@mynet.com

Deniz Gönenç Sümer, genç yaşına rağmen ciddi ve temiz bir oyunculuk örneği sunarak seyirciyi şaşırtıyor.

Ahmet Levendoğlu zor ve çetrefilli dil ve anlatım kurgusunun çevirisini büyük bir özen ve hünerle yapıyor. Masal tadını koruyarak deyimler, argolar, uzun k o n u ş m a örnekleri, ağdalı deyimler, kaba şakayla biten söz oyunları ve tekerlemeleri, gerek İrlanda halk kültürü bağlamında gerekse de yazarın özgün kurgusu anlamında başarı ile Türkçe'ye uyduruyor.

Eileen'de G ı l m a n Kahyaoğlu P e r e m e c i , Kate'de Hanife Şahin ikilisi dul ve yaşlı teyze rollerini yorumlarken gerçeğe en yatkın bir fotoğraf çıkarıyorlar, tavır ve seslerinde uzak bir kültürün içselleşmiş bir yansımasını başarı ile yansılıyorlar. Peremeci ve Şahin rollerini seyirciye sunarken oyunculuğun bir sanat olduğu gerçeğini g ü n ü m ü z Türkiye'sinin

p o p kültüründe boğulmuş yönetmen ve yapımcılara ders veriyorlar adeta. J o h n n y p a t e e n m i k e ' d a izlediğimiz Atsız K a r a d u m a n kimi sahnelerde abartılı bir oyunculuk örneği sergilese de başarılı bir performans gösteriyor. Sakat Bily'de izlediğimiz genç oyuncu D e n i z G ö n e n ç Sümer, genç yaşına rağmen ciddi ve temiz bir oyunculuk örneği sunarak seyirciyi şaşırtıyor ve geleceğe ilişkin, oyunculukta önemli görevler üstlenebileceğinin izlerini bırakıyor sahneye. Diğer oyuncular; farklı bir ses t o n u ve tavırları ile oyunda ö n e m l i bir görev üstlenen balıkçı Seda Yıldız, adanın aşiftesi k o n u m u n d a farklı bir profil yaratan Pelin G ü l m e z , ayyaş a n n e rolünde izlediğimiz deneyimli oyuncu Sema Çeyrekbaşıoğlu kendi rolleri ile bütünleşmiş, halk kültürünün birer parçası k o n u m u n d a oyunda yer

almaları ile ciddi görevler üstleniyorlar. Oyunda dekor ve giysi tasarımını gerçekleştiren Ali C e m Köroğlu'nun, anlatıma katkısından da söz edilmeli... Köroğlu'nun dekoru, döner sahne biçiminde tasarlanarak h e m sahne değişiminde z a m a n d a n kazanılmış h e m de aynı z a m a n d a İnishmaan'daki gündelik yaşamın sıradan döngüsü vurgulanmış. Giysilerle İrlanda adalarında zaman ve yoksulluk vurgulanırken gerçeğe yatkın bir stil tercih edilmiş. Yıllardan sonra Devlet Tiyatroları'nda yazan ve çeviriyse farklı bir reji yapan Ahmet Levendoğlu, özenli bir çalışma, içten ve iddialı bir yapımla Devlet Tiyatroları seyircisine yeniden merhaba diyor.

43


pe cy a

Kadının Yazgısına Yakılan Ağıt

Dünyanın Ortasında Bir Yer

Oyun, bir tür modern tragedya olarak tanımlanabi­ lir. Klasik tragedyanın temel öğelerini taşımıyor olsa da konusu, söylemi, korosuyla seyircide kaynağı bir söylenceye veya efsaneye dayanan bir hikaye algısı yaratıyor.

44

Ragıp Ertuğrul / ragipertugrul@tiyatrodergisi.com.tr

Özen Yula'nm yazdığı ve Ayşenil Şamlıoğlu'nun yönettiği "Dünyanın Ortasında Bir Yer" bir tür modern tragedya olarak tanımlanabilir. Klasik tragedyanın temel öğelerini taşımıyor olsa da konusu, söylemi, korosuyla seyircide kaynağı bir söylenceye veya efsaneye dayanan bir hikaye algısı yaratıyor. İçinde gerilim, gizem, farklılık içermeyen bir hikayeyi son derece dinlenir kılacak şekilde kaleme almak ise Özen Yula'nın başarısı.

karşılaşır. Şamlıoğlu, müziğin ve bedenin, şiirsel anlatımla bütünleştiği bir sahnelemeyi tercih etmiş. Kadının toplumsal yerini tarihsel süreç içerisinde incelemeye, sorgulamaya önem veren, sahneye koyduğu eserlerde kadın karakterleri bu araştırmalar ışığında yorumladığı belli olan Şamlıoğlu, Ahten ile birlikte koro kadınlarım da kader ortağı ve aynı yazgının sahipleri olarak göstererek metnin iletisinde bütünlük sağlamış.

Oyun, Ateş Çiftliği'nin beyinin, Ahten'e olan aşkını kıskanarak kardeşinin canını alması, Ahten'i elde etmesi üzerine kuruludur. Ahten bu acıyla kalbini Emre Bey'e kapatır ve günün birinde yasını unutturacak bir erkekle

Kadının yazgısının mekan ve zamandan bağımsız olarak erkeğin elinde olduğu yargısı, günümüzde de kendisini hissettiriyor. Ahten, kadının düşüncelerinin olduğu kadar duygularının da hiçe sayıldığı bir düzende belki feminist

nitelendirilebilecek bir karşı duruş sergiliyor. Bu duruş ağalık-beylik düzenini kendi sınırlan içinde bile olsa zedelemeye yetecek midir? Bu sorguların yanında oyunda sevgi de ölçümlenmeye çalışılıyor. "Günah, sevda uğruna işlendiyse sevap değil midir?" diye sorar Emre Bey. Erkeğin tek taraflı ve bencil bakış açısını ve mazlum bir kılıf içine sokulan yaklaşımını ne kadar güzel ifade eden bir soru. Çiftliğe gelen usta ile kurduğu dostluğa paha biçemeyen Bey, ustanın karısının sevgisini kazanması karşısında nasıl bir tavır sergileyecektir? Dostluk ve sevgi gibi iki üstün kavramın çekişmesinden kim galip çıkacaktır? Ahten rolünde Zerrin Tekindor,


tutkusunu önce yasıyla birlikte gömen, daha sonra asil bir sevgiyle dışarı uğratan kadını abartıya kaçmayan, dramatik bir oyunculukla sergiliyor. Yetkin Dikinciler Emre Bey'de farklı bir kompozisyon çiziyor. Sevdası kıskançlıkla, takdiri hınçla karışan duygular içinde bir anti kahraman yaratıyor neredeyse.

Can Atilla'nın, -albümlerinde de izlerine rastladığımız- doğunun o mistik havasını nüfuz ettiren müzikleri, oyunun atmosferini ve

karakterlerin dramını güçlendiriyor. Koronun ve koreografinin yeterli olmadığını gördüm. Devlet Opera ve Balesi ile komşu olan Devlet Tiyatrosunun "Dünyanın Ortasında Bir Yer" için maksimum desteği alması gerekirdi. Zira bu oyunda koroyu başrollerden biri olarak kabul etmek gerekir. Klasik tragedya formuna yakın duran bu oyun, sanatseverlere farklı bir izleme keyfi verecektir.

Hakan Dündar'ın dekoru, metnin dokusuna yakışmış.

pe cy a

Hakan Dündar'ın dekoru, metnin dokusuna yakışmış. Tragedyanın yalın olmakla beraber varlığını hissettiren haşmetini, duyguları evrenselliğe ulaştıran derinliğini

dekorda görmek mümkün. Zaman geliyor bir çağlayanı andırıyor, zaman geliyor sınırları oluşturuyor, insanı hapseden. Murat İpek'e ait kostüm tasarımı yönetmenin karakterleri taşımak istediği boyutla ve yerleştirmek istediği coğrafyayla uyumlu. Oyuncuları yormayan bununla beraber özenle tasarlandığı belli olan kostümler kullanılmış.

Tiyatro: İstanbul DT Yazan: Özen Yula Yöneten: Ayşenil Şamlıoğlu Sahne Tasarımı: Hakan Dündar Giysi Tasarımı: Gülhan Kırçova Işık Tasarımı: Yakup Çartık

Müzik: Can Atilla Dans Düzeni: Handan Özer Oyuncular: Müge Arıcılar, Funda Eskioğlu, Zerrin Tekindor, Gülen Çehreli, Yetkin Dikinciler, Erdal Bilingen, Nisa Yıldırım.

45


pe cy a

İstanbul Halk Tiyatrosu Sahnede

"Can Tarlası"

Eser Rüzgar / eser_ruzgar@hotmail.com

İstanbul Halk Tiyatrosu, i Kemal Kocatürk'ün yazıp yönettiği "Can Tarlası" adlı ilk oyunuyla 16 Mart'ta Kenter Tiyatrosu'nda izleyicisine merhaba demiş oldu. 46

"Yalansız, yalın ve gerçekten tiyatro" anlayışıyla 2007'nin başında yani yaklaşık üç ay önce kurulan İstanbul Halk Tiyatrosu, İstanbul Şehir Tiyatroları oyuncu ve yönetmeni Kemal Kocatürk'ün yazıp yönettiği "Can Tarlası" adlı ilk oyunuyla 16 Mart'ta Kenter Tiyatrosu'nda izleyicisine merhaba demiş oldu. Tiyatrolara desteğin olmadığı, tiyatro binalarının yıkım haberlerini aldığımız böyle bir dönemde yürekli bir iş yapıp tiyatro topluluğu kurdukları için öncelikle kendilerini kutlarız. Nietzsche, yaşadığı 19. yüzyılda "Nicedir toplum bir tımarhanedir." demiş. Cinnet toplumu olma yolunda hızlı adımlarla ilerlediğimiz günümüzde, ünlü filozof acaba şimdi ne derdi? Suç işlemenin neredeyse sıradanlaştırılmaya başladığını hissettiğimiz, her gün ortalama iki bin suç işlenen, suç işleme oranı bakımından dünyada ilk ona giren ülkemizde, oyunun yazarı ve yönetmeni Kemal Kocatürk

malzeme bulmakta zorlanmamış olsa gerek. Kocatürk, gazetelerin üçüncü sayfalarını -yoksa artık birinci mi?- ve sabah programlarını dolduran olaylardan yola çıkarak, şiddet olgusunu ele alıyor. Oyun, daha en başında bu yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın sahnelediği Makedon yazar Dejan Dukovski'nin "Barut Fıçısı" oyununa benzerliğiyle dikkat çekiyor. Nedir bu benzerlikler? Bir kere Barut Fıçısı da, Can Tarlası da on bir kısa öyküden oluşuyor. Dukovski'nin eserindeki savaş sonrası Balkanlar'ına karşılık Kemal Kocatürk, günümüz Türkiye'sinden kesitler alıyor. Aralara biraz mizah serpiştiriliyor. Sahnelerde ortak obje kullanılıyor. Barut Fıçısı'ndaki yeşil elmanın yerini Can Tarlası'nda bir tabanca alıyor. Ayrıca Bahtiyar Engin, Levent Üzümcü, Yıldıray Şahinler her iki oyunun da ortak isimleri. Bu durum sanatta evrensellik ilkesi olarak da algılanabilir, sanatta mimesis olarak

da. Bu noktada yorumumu kendime saklıyorum karar izleyicinin olsun. Oyun on bir kısa öyküden oluşuyor, demiştik. "Din+İman=Para", "Yaşam Ölümün Diğer Adıysa", "Allah'ın Gözleri Yok mu?", "Hiç Çürümüş Ölü Benzer mi Resmine?", "Su Gibidir Kanlı Her Kalıba Uyar", "Saçmalığın Ortasında Öyle Boylu Boyunca", "Dinsizin Hakkından İmansız Gelir" gibi başlıklarla; töre cinayetine kurban giden genç kızlar, alkol ve uyuşturucu madde bağımlısı insanlar, hastanede rehin kalan çocuğu nedeniyle intihar etme aşamasına gelen babalar, yazdıklarından ve düşüncelerinden ötürü cezalandırılan yazarlar, gasp olaylarına maruz kalanlar, sürekli evlilik vaadiyle oyalanan kadınlar, banka faiziyie kirlenmiş paraya el sürmekten çekinen ama bir olurunu da bulmaya çalışan dindarlar, kılık değiştirerek ölmüş annesinin maaşını almaya çalışan uyanıklar anlatılıyor.


a

pe cy

Peki suç nedir? S u ç , Dostoyevski'nin " S u ç ve C e z a " d a dediği gibi "Sosyal düzenin bozukluğuna karşı bir protesto m u d u r ? " Yoksa J.J. R o u s s e a u ' n u n dediği gibi " H e r insan temiz doğar, onu toplum kirletir" savı doğru m u d u r ? Faruk E r e m ' i n Bir Ceza Avukatının Anıları'nda yer alan şekliyle "Suçluyu kazırsak altından insan mı çıkar?" Kocatürk'ün metni veya ayrı ayrı on bir m e t n i , suç ve şiddet kavramlarını ele alıyor almasına da suçun ortaya çıkışı, şiddetin kendisini gösterişi açılarından yüzeysel kalıyor. Metinlerde derinlik, ruhsal çözümleme hemen hemen neredeyse göremiyoruz. Sonucu kadar suçun nedeni de çok önemlidir elbette. Bazı öykülerde yazar bunu hissettiriyor izleyiciye. Töre cinayetine kurban giden genç kadının, kızını uyuşturucu batağından kurtaramayan adamın veya karısından ilgi görememiş erkeğin öykülerinde kısmen bu derinlik göze çarpıyor. Oyunun on birinci öyküsü, oyunu toparlama ve toplumsal eleştiri yapma adına izleyicinin gözüne sokarcasına didaktik olsa da verilen mesajın yerinde olduğunu düşündürüyor. Yazar, suçu ve şiddeti engellemek adına kendi düşüncelerini, ç ö z ü m yollarını bir hukuk profesörü aracılığıyla izleyiciye aktarıyor ve "harbiden suçun suçu yok" noktasına getiriyor düşüncelerini.

Bu sezon Barut Fıçısı'nda izlediğim ve oyunculuğunun hakkını verdiğini düşündüğüm Bahtiyar Engin, bu oyunu da sırtlayan kişi k o n u m u n d a . Yine kendinden e m i n , abartıya kaçmadan girdiği her rolü gayet net oynuyor a m a ilk gösterim olması dolayısıyla olsa gerek ara ara bakışlarının sahnenin dışına taştığını, oyundan koptuğunu hissediyorum. Neyse ki tecrübesiyle oyuna dahil olmakta zorlanmıyor. Tinerci, yönetmen rolleriyle Yıldıray Şahinler'in; kardeş katili, feminen şarkıcı rolleriyle Ertan Saban'ın oyunculuklarından da keyif alıyoruz. Sahnede ilk kez izlediğim, oyunun tek kadın

oyuncusu olan ve birçok farklı karakteri canlandıran Dolunay Soysert'te de rahatsızlık duyulan bir nokta göze çarpmıyor. U z u n yıllardır şehir tiyatrolarının bünyesinde yer alan Levent Ü z ü m c ü ise elinden geleni yapıyor ama ani geçişleri gözümüzden kaçmıyor. Ayrıca t ü m rollerde kullandığı düzgün İstanbul Türkçe'siyle küfür ederken veya " l a n " derken de biraz kibar kalıyor. Başa sarma tekniğini kullanıyor yönetmen. Sahne oynanıp bittikten sonra oyuncuların yerini dublörleri alıyor ve sahneyi hızlı çekimle başa getiriyorlar. Kimi sahnelerde anlatılanların adeta yaşanmamış olmasını istercesine sonu başa alıyor bu teknik. Bunu yaparken de üç dublör kullanıyor. Ama dublörlerde eksik var. Ertan Saban'ın dublörü yok. Öykülerin birinde Ertan Saban yerine Bahtiyar E n g i n ' i n dublörünün kullanılması yadırgatıcı. Işıkta, kırmızı rengin kullanımı belirgin. Ölümlerin rengi de arka fona yansıyan silahın görüntüsü de kırmızı. Yönetmen, silah patlatmak yerine kan kırmızı ışıkla ölümü göstermeyi tercih ediyor, iyi de ediyor.

Küfür kullanımı çoğu yerde yerine t a m oturuyor a m a bazı yerlerde de

çok abartılı ve yapay duruyor. Küfür, kullanmak için kullanılmış izlenimi veriyor. Aynı şekilde t ü m sahnelerin ortak objesi olan silahın da bazı öykülerde ortaya çıkışı biraz zorlama hissi veriyor. Güvenlik görevlileri, kimliğinden şüphelendiği ve başını açmasını istediğini birinin kafasına h e m e n silah dayar mı? Sanmıyorum. Sahne dekorları oldukça sade; basit bir masa, sandalye, bir yatak, son bölümde bir o t u r m a grubu dekoru bulunuyor. Kimi sahnelerde dekor hiç yok. Sahnelerin birinde merdivende oturan oyuncuların nasıl bir mekan düzleminde olduklarını anlamamız için hiçbir ipucu yok. Alkolik karakterin görünmeyen buzdolabından içki almaya gidişiyle mekanın ev olduğunu anlayabiliyoruz. Yalın tiyatro ilkesinin bir göstergesi midir bu kadar sadelik? S o n u ç olarak eleştirel gerçekçi tiyatro türünün bir örneği olan C a n Tarlası, Barut Fıçısı'ndan bir etkilenme, Türkiye'ye bir uyarlamadır kanımca. İstanbul Halk Tiyatrosu'nun başarısını tartışmak için b u n d a n sonra izleyeceği yolu takip etmek ve özgün yapımlarla karşımıza çıkmasını beklemek gerekecek.

Tiyatro: İstanbul Halk Tiyatrosu Yazan-Yöneten: Kemal Kocatürk Sahne-Giysi Tasarımı: Türkan Kafadar Işık Tasarımı: Sinan Tuzcu Müzik: Ayça Kocatürk Oyuncular: Dolunay Soysert, Levent Üzümcü, Yıldıray Şahinler, Bahtiyar Engin, Ertan Saban, Mehmet Özbek, Fatih Yurdakul, Nilgün Atılgan.

...eleştirel gerçekçi tiyatro türünün bir örneği olan Can Tarlası, Barut Fıçısı'ndan bir etkilenme, Türkiye'ye bir uyarlamadır kanımca. 47


pe cy

a

Avrupa Tiyatrosu

La Retraite De Russie (Rusya'nın Geri Çekilişi) İdee Fixe (Sabit Fikir)

Tilda Tezman / tildatezman@tiyatrodergisi.com.tr

La Retraite De Russie isimli oyunda, karı kocaların evlendikleri gün birbirlerine verdikleri bağlılık ve sadakat sözünü zaman içinde tutamadık­ larına şahit oluyoruz. 48

La Retraite De Russie (Rusya'nın Geri Çekilişi)

Paris'te "Petit Montparnasse Tiyatrosu"nda seyrettiğim bir saat otuz dakikalık bu oyunun konusu şöyle: Havanın hep gri olduğu Londra'nın banliyösünde yaşayan ve otuz üç yıldır evli olan Alice ve Edouard'ı oğullan Jimmy hafta sonu ziyarete gelir. Ayrı evde yaşayan otuz iki yaşındaki Jimmy her üç ayda bir anne-babasını ziyaret etmektedir.

kararlı olduğunu açıklar. Edebiyat öğretmeni olan Edouard sınıfındaki bir öğrencisinin boşanmış annesi Angela ile bir yıldır aşk yaşamaktadır. Jimmy bu karar karşısında şaşkına döner, çünkü annesi ile babası arasında seçim yapmakta zorlanır. Bu oyunda kan kocaların evlendikleri gün birbirlerine verdikleri bağlılık ve sadakat sözünü zaman içinde tutamadıklarına şahit oluyoruz. Ebeveynler çocukları için fedakârlık yapmaya kendilerini mecbur Uzun yıllardır evli olan Edouard ve Alice çiftinin evliliklerinde uzun süreden beri problem başlamıştır. görürken, günün birinde bu can sıkıcı rutine dur deyip hayatlarını radikal bir şekilde Alice, Edouard'ı, onu ilk günkü gibi sevmediğini değiştirebiliyorlar. Ama bu durumda anne-babalar söyleyerek patetik hatta isterik bir şekilde suçlamaktadır. Edouard sürekli bilmece çözerek ve nasıl davranmalı? İki arada bir derede kalan evlatlarını üzmeden nasıl bir denge kurmalı? Onları "La Retraite de Russie" (Rusya'nın Geri Çekilişi) model gören çocuklarını nasıl hayal kırıklığına romanını okuyarak, Alice'in yüzüne bakmadan, gözlerini kaldırmadan, sorduğu sorulara kısaca evet uğratmadan yeni hayatlarını kurmalı? Suçluluk ve hayır diyerek evdeki yaşantısını sürdürmektedir. duygusuyla nasıl baş etmeli? İşte bütün bu durumlara cevap arayan bu oyunun benzerlerini yüzlerce defa Oğlunun onları ziyarete geldiği gece Edouard bir başka kadına aşık olduğunu ve Alice'i terk etmeye tiyatroda seyrettik. Bu oyundaki farklılık anne


karakterini oynayan Alice'in nevrotik hali. Onun vıdıvıdılarından bunalan kocasının onu terk etmek istemesi ve daha basit ve sakin bir hayat seçmesi seyirciye normal geliyor. Catherine Rich (Alice) oyunda kızgınlığını ve kinini abartılı bir şekilde dile getiriyor. Terk edilmeyi kendine yediremeyen bu kadın, kocasını vazgeçirmek için her şeyi yapıyor; kendini acındırmak için oğlunu bile kullanıyor. Pierre Santini (Edouard) baba rolünde başarılı; evliliğinin yaşamdaki hayalleriyle örtüşemediğini gören bu duygusal ve iyi adam, uzun zamandan beri yaşamda ayakta kalmaya fedakârca çalışmış. Ama artık, yeni bir hayata merhaba demeye kararlı.

Karı-kocalar ayrılmaya karar verdiklerinde evlatlarının desteğine ve yardımına muhtaç duruma düşüyorlar. Yalnızlıklarını onlarla paylaşmak istiyorlar. Çocukların kendi hayatlarını, onlarınkine göre ayarlamalarını ve onlara daha fazla zaman ayırmalarını talep ediyorlar. Bu oyun eleştirmenlerden geçer not alsa da, seyirciden pek büyük bir övgü almadı. Yazan: William Nicholson, Uyarlayan: Gerald Sihleyras, Yöneten: John Pepper, Oynayanlar: Catherine Rich, Pierre Santini, Julien Rochefort

İdee Fixe

(Sabit Fikir)

Pierre Arditi bu sezon bir ilke imza attı. Bu büyük aktör Eylül 2006'da Montparnasse Tiyatrosunda "Albatros Kuşunun Dansı" piyesinde oynamaya başladı. Kapalı gişe oynanan bu piyesi beş ay boyunca büyük bir başarıyla götürdü. Ocak 2007'de ise başka bir projede "İdee Fixe" de (Sabit Fikir) oynamaya başladı. Fakat "Albatros Kuşunun Dansı" da bir yandan Paris'te devam ediyor. Pierre Arditi'nin rolünü ocak ayından beri Martin Lamotte oynuyor.

Tabii ki Valery'nin teksti akıllı ama bir o kadar da zor; Fransızcası çok ağır ve çok ağdalı. Ancak çok ama çok iyi iki aktör tarafından söylenip oynanırsa bu diyalogların mizah ve duygusu seyirciye geçebiliyor ve seyirciyi durum muhakemesi yapmaya iteliyor. Valery "Sabit Fikir"deki diyaloglarıyla seyirciye düşünce gücünün ne kadar eğlenceli olabileceğini de anlatıyor. Aşk acısı çeken bu filozofla, tatile çıkmış bu doktorun sohbetinde insan ömrü, ölüm, ilişkiler, Tanrı temaları akıllı, tuhaf, duygusal diyaloglarla işlenmiş.

a

"Albatros Kuşunun Dansı"nda Pierre Arditi elli beş yaşında bir zooloji uzmanını canlandırıyordu. Yirmi iki yaşındaki genç sevgilisiyle ilişki yaşayan ama ikinci baharında yakalamaya çalıştığı gençlik rüzgarında bir türlü huzur bulamayan bu jeolog, genç bir sevgilinin, yüzdeki çizgileri aslında daha da derinleştirdiğini, boyalı saçların gençleştirmediğini anlıyor. Zamana karşı verilen mücadelenin önceden kaybedilmiş tek mücadele olduğunu anlatan bu oyunu çağdaş yazarlardan Gerald Sibleyros kaleme almış, Patrice Kerbrat sahneye koymuş.

yapmaya ve balık tutmaya gelen bir doktor (Bernard Murat), intiharın eşiğindeki bu adamı uzun bir sohbet sonunda kurtarmayı başarıyor ve güneş ufukta kaybolurken iki adam huzurlu ve duygu yüklü plajdan ayrılıyor.

cy

Deniz bir yandan uzaklara yelken açılan, bir yandan da hayata son noktanın konulabileceği bir mekânı canlandırıyor. Deniz, kucağında sallarken canavara dönüşüp korkutabiliyor da...

Bu iki adam birbirlerine farklı düşüncelerini aktarırken sohbetlerinden yepyeni fikirler üretiyorlar. Mantığın tenis maçını andıran bu diyaloglarda şahıslar sohbetlerinin sonunda neleri keşfedeceklerini bilemeyen "bilge cahiller" adeta...

pe

İdee Fixe ise büyük şair ve düşünür Paul Valery'nin (1871-1945) bir piyesi. Paul Valery Fransız Akademisyeni ve Devlet Şairi unvanlarını almış, eserlerinde tarihi konuları derinlemesine incelerken Avrupa'da yaşayan modern insanın değişimler karşısındaki sancılarını dile getiren çok önemli bir düşünür.

"Bilmediğimiz diyarlarda ancak bildiklerimiz sayesinde yüzebiliriz!"

Paul Valery'nin bu romanını Pierre Arditi ve Bernard Murat 1990 yılında Paris'te "Hebertot Tiyatrosu"nda oynamışlardı. Bu birbirinden hiç ayrılmayan ve gündelik hayatta da çok ama çok iyi dost olan Arditi ve Murat 19 Ocak 2007'de bu oyunu "Edouard VII" tiyatrosunda tekrar karşılıklı oynamaya başladılar. Pierre Fresnay ve Pierre Franck'ın uyarladığı eseri Bernard Murat sahneye koydu.

Murat ve Arditi'nin köklü, asil, az rastlanan cinsten dostluğu sahnede hemen fark ediliyor. Dostluklarından ödün vermeyen bu ikilinin, oyun sonunda seyirciyi selamlarken birbirlerine gururla sarılışları ve başarmış olmanın keyfiyle birbirlerine sevgiyle gülümsemeleri öyle hoş ki...

Bu iki adam birbirlerine farklı düşüncelerini aktarırken sohbetlerin­ den yepyeni fikirler üretiyorlar. Mantığın tenis maçını andıran bu diyaloglarda şahıslar sohbetlerinin sonunda neleri keşfede­ ceklerini bilemeyen "bilge cahiller" adeta...

Dekorunu Nicoles Sire, ışığını ise Laurent Castaingt yaptı. Murat ve Arditi'nin giydiği kum rengi kostümleri ise Carine Sarfati tasarladı. Paul Valery'nin "Sabit Fikir" ya da "Deniz Kenarında İki Adam" eseri atipik bir durum. Yazar, bu eseri, aşık olduğu kadın tarafından terk edildiğinde yazmış. Aşk acısı çeken Valery kanayan bir kalbin, mantık yoluyla nasıl iyileşebileceğini anlatan uzun bir diyalog yazmış. Piyes deniz kenarında geçiyor. Güneş doğarken kayalıklara oturmuş bir adam (Pierre Arditi) yalnızlığından rahatsız ve mutsuz. Bu filozof belki de intihar etmeyi düşünüyor. Birdenbire plaja resim

49


"Müzik yaparken en büyük sorun sözdür. Yönetmen şarkının içinde neredeyse tüm oyunu anlatmanızı ister, aynı zamanda şarkının çok vurucu olmasını isterler. Aslında ikisinin birden olması mümkün değildir." 50

pe cy

a

Tolga Çebi:

Oyun Müziği, Müzisyen için Okuldur

Ebru Seyhan / Ragıp Ertuğrul

Bakırköy Belediye Tiyatroları Müzik Direktörü Tolga ilgilendim h e p . O yüzden 'şunu yapayım, bunu Çebi ile oyun müziği üzerine konuştuk. yapmayayım' demedim hiç. Müzik yaparken böyle Ankara Devlet Konservatuvarı Keman Bölümü düşünmek zaten çok saçma. O zaman yapacağınız mezunu Çebi, çok sayıda tiyatronun müziklerini şeye önceden bir kural getirmiş oluyorsunuz. Tabii yapıyor. Reklam cıngılları, film, dizi müzikleri yapan, ki oyunlarda belli kurallara göre yapıyorsunuz farklı müzik albümlerinde adına rastladığımız Çebi, müziği, yönetmenin kurallarıdır onlar da tiyatro müziğini müzisyenler için bir okul olarak muhtemelen. Bu durumda zaten orada sizi kısıtlayan görüyor. bir durum var. Siz niye kendinizi kısıtlayıp ikinci bir kısıtlama yaratasınız ki? Ebru S . : Çok sayıda özel tiyatronun yanı sıra Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nda müzik direktörü, Ebru S . : Tiyatro müziğini diğer ç a l ı ş m a l a r ı n ı z d a n dizilere, sinema filmlerine yapılan çalışmalar... ayıran nedir? Çok sayıda albümde de isminizi görüyoruz. Farklı Birincisi, tiyatro müziğinde sözler büyük sorundur. alanlarda bu kadar üretken olmanın sırrı nedir? Genelde şimdiye kadar çalıştığım bütün Kompozitör, kompozitördür aslında. Her alanda yönetmenlerde şöyle bir şey var; oyuna hizmet üretim yapabilir. Ben de hiçbir zaman hangisinin etmek için şarkı koyulur. Orada bir şarkı varsa onun üzerine gitsem daha doğru olur diye düşünmedim bir nedeni olması gerekiyor. Durup dururken birinin açıkçası. Biraz kaba olacak ama önüme ne geldiyse kalkıp şarkı söylemesi kadar garip bir şey yoktur yaptım. Yapmaya çalıştım daha doğrusu. Tabii bu en diye düşünüyorum. Müziğe yaslanan oyun anlayışı çok tiyatroda pişti. Çünkü tiyatroda dönem müziği hiç hoş değil. Bu ne o müziklerin işine yarar ne de yapıyorsunuz, caz yapıyorsunuz, sanat müziği, türkü oyunun bence. İkisini de mahveder. Ama tabii bunun hatta arabesk bir müzik yapmak zorunda kalıyorsunuz. örnekleri çok. Çünkü tekst bunu zorunlu kılıyor. Benim eğitimim klasik müzik üzerine, ancak bu bir ilgilenme işidir. Siz yaptınız mı böyle bir şey? Siz sadece klasik müzikle ilgilenirseniz klasik müzik Yaptım. Yaptığın işle ilgili çoğu zaman önceden bir yaparsınız. Ama ben çocukluğumdan beri hiç öyle öngörün olamıyor. Size ilk ipucu veren tekst. Ama olmadım. Rock, p o p , klasik, farklı müziklerle tekst hiçbir zaman olduğu gibi sahneye yansımıyor


ki. Rejisörün yorumu oluyor, bir sürü uyarlama yapılıyor. O yüzden, bunu baştan kabul ettiniz mi? Ettiniz. Geçmiş olsun o zaman. Yani en azından ben böyle çalışıyorum.

pe cy a

Ebru S . : Oyun müziği yaparken nasıl bir yöntem izliyorsunuz? Önce teksti okuyorum. Sinemada teskt neredeyse yok gibi, tiyatroda yine var. Teksti okuduktan sonra yönetmenle konuşuyorsunuz. Anlatıcı olan o olduğu için ona uymalısınız, onun anlatımını desteklemelisiniz. Önce müzikmiş gibi gelmiyor size, önce iş gibi geliyor. Eğer oyun okuma provalarına gelmeden bir şeyler yapmaya başlarsanız onların hepsi genellikle çöp oluyor. Kullanamıyorsunuz. Çünkü oyun aslında sahneye çıkmaya başladığı andan itibaren oyun olur. Ama oyun çıktığında birden her şey değişiyor ve birden nerede ne olacağı belirmeye başlıyor. Ben ne zaman ki birinci perdeyi kaba bir akış izliyorum, oradan hemen notlarımı alıyorum. En doğrusu da o gün gidip yaptığım çalışma oluyor. Geçiş müziklerini genellikle en sona bırakırım. Ama ana müzik, bu dediğim aşamada çıkar. Mesela "Sezuan'ın İyi İnsanı"nda öyleydi. Gerçi Sezuan'da Ali Taygun da çok hazırdı. Tarifleri hızla yaptı, sözü verdi bana, ben giderken beste hazırdı. Sadece düzenlemesini yaptım. O manada Aşk ve Anlayış, Atinalı Timon yaptığım en iyi işler. Aşk ve Anlayış'ta da Murat Daltaban bir kez anlattı... Yönetmenin müziği anlatması, anlatabilmesi çok önemli. Anlatmak çok zor, hak veriyorum ama bunu başarabilen yönetmen bana çok yardımcı olur.

Timur Selçuk yapıyordu. Birkaç küçük işi vardı ve yapmamı istediler. Yaptım ve öylece başladı. Yaklaşık kırk oyunun müziğini yaptım. Beste yapmayı da bu şekilde geliştirdim diyebilirim. İnsanlar film müziği yapmayı daha çok tercih eder, daha çok kişiye ulaşırsınız çünkü. Ancak ben oyun müziklerinde yaptığım şeylerin aynısını filmlerde yapardım. O yüzden 'bu oyundur, çocuk oyunudur ne versen gider' diye düşünmedim hiç. Çocuk oyunu müzikleri mesela, tam bir okul orası. Düzenlemeler konusunda çok şey öğreniyorsunuz. Söze müzik yazmayı öğreniyorsunuz.

Ebru S . : Türkiye'de tiyatro müziğini nasıl görüyorsunuz? Aslında oyun müziğini iki açıdan düşünüyorum. Birincisi müzisyenler açısından. Müzisyenler için oyun müziği yapmak süper bir okul. Ben biraz tesadüf eseri geldim oyun müziğine. Okulun son dönemlerinde Üç Kuruşluk Opera'yı yapmıştık. O zaman orkestrasyonu bulamamıştık ve uyarlamıştık. Kendimiz oturduk piyanonun başına ve müzikleri tek tek yaptık. Sonra baktık ki doğru yapmışız. Yurtta kalıyordum, arkadaşlar tiyatrocuydu. Engin Günaydın, Binnur Kaya... bunlar bizim oda arkadaşlarımızdı hep. Sonra hepsi kalktı ve İstanbul'a geldi. İstanbul'da da devam etti görüşmelerimiz. O sırada Bakırköy Belediye Tiyatroları'ndan bir teklif geldi. Rumuz Goncagül'ü yapacaklardı. Müziklerini

Müzik yaparken en büyük sorun sözdür. Yönetmen şarkının içinde neredeyse tüm oyunu anlatmanızı ister, aynı zamanda şarkının çok vurucu olmasını isterler. H e m seyirciyi vuracaksınız h e m anlatım bombardımanına tutacaksınız. Aslında ikisinin birden olması mümkün değildir. Olamaz yani. H e m şarkıyı sevdireceksin, hem bir sürü bir şey anlatacaksın, ben buna pek inanmıyorum. Bu konuda yönetmenlere uyanlarım da olur, 'sözleri azaltın ya da daha anlaşılır bir forma çekelim' derim. Öteki türlü çok 'tiyatro müziği' dediğimiz şey çıkıyor ortaya, ben bunu sevmiyorum. İçinde çok söz olan, küçük gösteriler yapmaya yönelik bir müzik çeşidi var. Kimse de sevmiyor. Bu müziklerle ilgili örnekler vermiyorum. Çünkü bunlar bestecilerin hataları değil. Yönetmenin ya da teksti besteciye uygulatanın hatası. Ragıp E.: Genelde oyun müziği oyuna yapışır. Bu bir şans mı şanssızlık mı? Siz, bazı oyunlara bakıp, 'bunu keşke ben yeniden bestelesem' dediğiniz oluyor mu? Ortaokuldayken bir oyun izlemiştim İsmail Hakkı Sunat'tan. Hayvanat Bahçesi isimli bir oyundu. O oyunun müziğini yapmayı çok isterdim. Onun dışında geriye döndüğümde 'müziğini yapsaydım' dediğim başka bir oyun yok. Çünkü biz hep en idealini yapmaya çalıştık. Adam bana müziği anlattığı zaman ben hep onun istediğinin üzerine çıkmaya çalıştım. Ama bunun da bir sakıncası var, o da şu: Anlatılanla sahneye çıkan şey aynı olmayabiliyor. O zaman da sizin anlattığınız şey belki oraya bir numara büyük geliyor. Mesela bir fırtına sahnesi var, sizden o fırtınaya uygun müzik yapmanızı istiyorlar. Siz bunu yapıyorsunuz, sonra gidip bakıyorsunuz orada fırtına yok, meltemden biraz fazlası olmuş. Böyle bir risk

"Müzikal çok ciddi bir iş. Türkiye'de yapılan müzikallerin büyük kısmının modası geçmiş diyebiliriz. Tamamen çok popüler kafayla yapılan işler bunlar. Bunlardan şu ana kadar kim dört dörtlük zevk aldı yaptığı iş bakımından bilmiyorum." 51


Yaptığım oyunlardan memnunum ben. Her oyunda sevmediğim bölümler olabiliyor. Ancak onların yerine ne koyardınız derseniz bir şey koymazdım. O bölümleri atardım sadece. Ebru S.: Prodüksiyondaki diğer unsurlarla nasıl bir ilişki içindesiniz? Çalışırken örneğin, dekorukostümü düşünüyor musunuz? Düşünüyorum. Çünkü hikayenin nasıl bir yerde geçtiğini bilmem lazım. Her dakika bu arkadaşlarla bir araya gelip ne yaptıklarına bakmıyoruz tabii ama işin başında, ortasında onlarla hep ilişkide oluyoruz. Kostüm-ışık-dekor bunların hepsi müzik kadar, belki müzikten de fazla önemli şeyler. Onların ne yaptığı ipucu benim için. Aslında yönetmenin ne yapmak istediğine ilişkin bir ipucu verdiği için tabii ki hepsi çok işime yarıyor. Tabii işin nihayeti yönetmenin ağzında bitiyor. Şimdi, şöyle bir anlayışın sadece tiyatroda değil hiçbir yerde yeri yok bence: 'ben müzikçiyim, istediğimi yaparım, benim yaptığım doğrudur.' Yönetmenle anlaşmanız gerekiyor. Anlaşamıyorsanız çalışmamamız gerekiyor.

çalıştık. Bizim ülkemizde şöyle bir sorun var; oyuncuların çoğu bir yandan şarkı söyleyip bir yandan dans edemiyor. Neden bu kadar zor olduğunu ben anlamıyorum. Şimdi bana kızacaklar ama, ben askerdeyken üç tane oyun yaptık, her biri profesyonel hayatımda yapılan oyunlar kadar vardı. Kadın olmadığı için kadınları subay eşleri oynuyordu, inanın, dans ederek şarkı söyleyebiliyorlardı. Yani, 'bizimkiler çok mu beceriksiz' bunu demek istemiyorum, sadece beceremiyorlar, olmuyor. Birçok oyunun müziğini yaptım, çoğunda koreografı vardı. Hem de bunlar büyük dansçı koreografisi isteyen işler değildi. Fakat şarkı söylerken dans etmeyi başarabilen çok fazla oyuncu göremedim. Bence konsantrasyon eksikliğinden kaynaklanıyor bu.

cy a

Bizde hiçbir zaman insanları 'komple yetiştirme' anlayışı yok. 'Bu oyuncu mu olacak, onu bilsin yeter; keman mı çalıyor sadece bunu öğrensin yeter' gibi. Ben de konservatuvar mezunuyum, böyle eğitildik. Ancak ben başka bir şey yapıyorum bugün. Birçok insan eğitimini aldığı işin dışında bir şeyler Ebru S.: Sıkıntı yaşadığınız durumlarda uzlaşıyor yapıyor aslında öyle de bir durum var. Böyle bir nesle, yapacağınız işler de öyle olmalı. Yani birçok musunuz, yoksa sizin fikrinize mi geliniyor? şeyden anlayan, birçok şeyi kucaklayan işler İşin doğrusu hemen her yönetmenle ufak tartışmalarım oluyor. Kimisi benden de kaynaklanmış yapmalısınız. Tiyatroda sadece dönem oyunları olabilir. Sebebi işle ilgilidir ve doğru gerginliklerdir. oynamakla olmaz. Yeni bir şeyler yapmazsanız, deney yapmazsanız başka sanatlarla ilişkilendirmeyi Bazı yerlerde ben başka türlü düşünüyorum ve o denemezseniz olmaz. başka türlü düşünüyor. Nasıl anlaşıyoruz? Konuşuyoruz. O beni ikna ederse ben yaparım. İkna edemezse sorun var, benim onu ikna etmem gerekiyor. Ebru S.: Trakya Üniversitesi'nde eğitmenlik Şimdiye kadar böyle durumlarda kimi zaman benim yapıyordunuz. Neden bıraktınız? dediğimde uzlaştık kimi zaman da onun dediğinde. Okulu 1994'te bitirdim. Ardından Cumhurbaşkanlığı Genelde onların dediklerinde karar kıldık çünkü ikna Senfoni Orkestrası'nın sınavına girdim. O yıl meşhur oldum. Bazen, 'bu sahne öyle bir sahne değil ki olaylı imtihandı, Orkestra da mahkemelik oldu. neden benden böyle bir müzik istiyor?' diye Uzun süre kadro çıkmadı. Ben de operada çalmayı soruyorsunuz. Sorun orada başlıyor. Yönetmen her hiç istemiyordum. Ya Ankara'da kalıp hoca olacaktım zaman her şeyi bilmez ki! O sahne hakkında ya da yurtdışına gidecektim. Babam -Trakya tereddütlü olabiliyor. Sonuçta uzun zamandır tiyatro Üniversitesi'nin kurucularındandır- üniversiteye müziği yaptığınız için tiyatroyla ilgili bir şeylerden gelmemi önerdi. Ben de ne yapacağımı bilmiyordum de anlıyorsunuzdur artık. Sizin de bir fikriniz oluyor ve gittim. Üç yıl hocalık yaptım orada. En başta ve kimi zaman bu fikirler o oyunda işe yarıyor. Ancak şunu söyleyeyim; hocalık benim işim değil. Keman genellikle yönetmenin istediği doğru oluyor ve o ya da herhangi bir şey öğretmek için öğretmeyi yapılıyor. Yine de ona rağmen bir şey yapılmasını seviyor olmak gerekiyor. Böyle olunca bıraktım. doğru bulmuyorum. Böyle yapan insanlar çok yanlış Sadece bana göre değil, yeni mezun herhangi birine bir yoldan gidiyorlar. Bu, yönetmenin hikayesi benim göre olmadığını anladım. Üniversitelerde böyle yeni değil, bunu kabul etmek gerekiyor. mezun kişilerin çocuklara ders vermesini de doğru bulmuyorum açıkçası. Artık, bir daha herhangi bir yerde ders vermemek üzere ayrıldım oradan. Ebru S.: Koreografisi olan oyunlarda nasıl çalışılıyor peki? O bambaşka bir şey. Çok zor. "Tersine Dünya"da İstanbul'a döndüm. Sanayi Mahallesi'nde bir Pınar Ataer ile çalıştım. İyi anlaştık, gayet güzel stüdyoda İhtiyaç Molası'nın ilk albümünü yapmaya başladık. Aslında, galiba ben profesyonel hayatıma orada başladım.

pe

"Şu ana kadar müziğime çok kötü eleştiri bir ya da iki kez aldım. Onları da çok haklı buldum. Bir tanesi Sezuan içindi. Bir eleştirmen müziğe çok kötü dedi. Hak verdim, aksini bekleye­ mezdim; çünkü yazıyı yazan, anlayış olarak tüm oyunu beğenme­ mişti."

Ragıp E.: Müzikli oyun ve müzikal diye adlandırılan iki farklı tür var. Bu ikisi seyirci tarafından çok rahatlıkla karıştırılıyor. Piyasada bu anlamda yapılan işler hakkında ne düşünüyorsun? Bence müzisyenler bu konuda çok başarılılar. Yapılan işleri müzik anlamında çok başarılı buluyorum. Sorun şu; müzikle oyunun kaynaşmasında eksiklik var. Bir oyun için güzel müzik yapmak, o oyun için doğru iş yaptığınız anlamına gelmiyor. Bestecinin 'oyun kötüydü ama ben çok güzel müzikler yaptım' deyip sıyrılmaya çalışması gibi bir durum olamaz. İş kötüyse, kötüdür. Onun başarısı da benim, başarısızlığı da. Benim, Türkiye'de tiyatro müziklerinde gördüğüm en büyük sorun yönetmenlerden kaynaklanan sorunlar. Çünkü trend takip ediyorlar. Takip ettikleri trend de pop müzik. Dünyadaki tiyatro müziğinin trendini takip etmiyor adam. Onu takip ediyor olsa ve bana onunla ilgili

52


bir açılım getiriyor olsa tamam ama öyle değil. Ritmi sadece vurmalı alet olarak algılıyor mesela. Ben burada yapılan müzikaller konusunda çok pozitif değilim. Müzikallere de çok pozitif bakmıyorum. Bunun en büyük nedeni de çok güzel hikaye görememem. Müzikal çok ciddi bir iş. Türkiye'de yapılan müzikallerin büyük kısmının modası geçmiş diyebiliriz. Tamamen çok popüler kafayla yapılan işler bunlar. Bunlardan şu ana kadar kim dört dörtlük zevk aldı yaptığı iş bakımından bilmiyorum. Hepsini izlemedim ama izlediklerim için bunu söylüyorum. Sadece konser verecekseniz başka bir yerde verin. Ama insanlara hem hikaye hem müzik vermeyi amaçlıyorsanız güzel bir hikayeniz olsun.

En kötüsü ise müziği verip oyuncuya playback yaptırmak. Oyuncunun o günkü enerjisine uymuyor. Hep kaydettiğinizi veriyorsunuz, oyuncu o gün nasıl hissediyorsa o enerjiyle söyleyemiyor şarkısını. Ragıp E.: Müziğinize yapılan eleştirileri nasıl buluyorsunuz? Çok seviyorum. Şu ana kadar müziğime çok kötü eleştiri bir ya da iki kez aldım. Onları da çok haklı buldum. Bir tanesi Sezuan içindi. Bir eleştirmen müziğe çok kötü dedi. Hak verdim, aksini bekleyemezdim; çünkü yazıyı yazan, anlayış olarak tüm oyunu beğenmemişti. Eğer oyunu beğenmiyor da benim müziğimi beğeniyorsa o zaman da ben oyuna göre bir iş yapmamışım demektir; ki bu da kötü.

a

Ragıp E.: Vokalleri de siz mi çalıştırıyorsunuz? Çoğunlukla ben çalıştırıyorum. Şu ana kadar ben çalıştırdım. Tavır manasında bestecinin oyuncuyu çalıştırması çok önemli, ben oynamadan yapmıyorum zaten. Önce gösteriyorum nasıl yapacağını, sonra yapmasını istiyorum.

Ragıp E.: Oyunda canlı performansa nasıl bakıyorsunuz? Mutlaka olmalı. Bunun yapılamamasının iki nedeni var; teknik yetersizlik ve oyuncunun yetersizliği. Enstrüman olarak da sorun yaşıyoruz. Bakırköy Belediyesi Tiyatrosu'nda durum nispeten daha iyi; beş kişilik bir orkestramız var. Bu rakamın üzerine çıkamıyoruz ama şöyle bir şey yapıyoruz, altyapının bir kısmını banttan verip üzerine canlı çaldırıyoruz.

cy

Ragıp E.: Yeterince müzikal sanatçısı olmadığı söylenegelir Türkiye'de. Sizin kafanızda bu tanıma tam oturan ya da müzikalde görmeyi arzu ettiğiniz birileri var mı? Tülay Günal. Müzikal mi yaparız, yoksa albüm mü yaparız bilmiyorum ama mutlaka çalışacağız onunla.

"Yapılan işleri müzik anlamında çok başarılı buluyorum. Sorun şu; müzikle oyunun kaynaşma­ sında eksiklik var."

Çok teşekkür ederiz.

pe

Oyuncuların içinde çok iyi sesi olan oyuncular var. Ancak müzikli oyunlarda castlar genellikle oyuncuların sesleri dikkate alınarak yapılmaz. Kötü geleneklerimiz var bizim. Bunlardan kurtulmak ve casta dikkat etmek gerekiyor.

Ben teşekkür ederim.

1973'te doğdu 1995'te Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Keman Bölümü'nden mezun oldu. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonunda, Prof. Hikmet Şimşek yönetiminde solist olarak (lalo symphonie esspagnole) konser verdi. Ankara Devlet Konservatuvarı, Eskişehir Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Ankara, Antalya, Edirne ve Çanakkale'deki bazı özel salonlarda solo, oda müziği ve orkestra ile resitaller ve konserler verdi. 1995 yılında Uluslararası Akdeniz Gençlik Senfoni Orkestrası'na seçilerek Fransa'ya gitti. Burada 1. Keman üyesi olarak, Theo Olof ile masterelass ve Michel Tabachnik ile orkestra çalışmaları yaptı. Aynı Orkestra ile, Hollanda, Fransa, Mısır ve Lübnan'da konserler verdi. 1996-1999 yılları arasında T.Ü. Devlet Konservatuvarı'nda sanatçı Öğr. Görevlisi kadrosunu aldı. Aynı kurumda keman bölümü başkanlığı, yaylı sazlar anasanatdalı başkanlığı yaptı. Yönetim kurulu üyesi olarak da görev aldı. 1999'de progressive müzik yapan, İhtiyaç Molası' adlı grupla "Milad" isimli ilk albümlerini yaptılar. Aynı grup 2004'te "1,5" adlı ikinci albümlerini yayımladı. Birçok albüm kayıtlarında keman çaldı ve bazı albümlerde düzenlemeler yaptı. Çeşitli tiyatrolarda oyun müzikleri ve düzenlemeler yaptı. Reklam cıngılları, film ve dizi müzikleri yaptı. Halen Bakırköy Belediye Tiyatroları 'nda müzik direktörlüğü görevini sürdürmekledir.

53


cy

a

Tiyatronun Genlerindeki "Deneyim" Ruhu

Son Dünya, Kendine Ait Oda, No: 104, Böcek Kassandra, Can Tarlası, Kocasını Pişiren Kadın

Deney, en çok tiyatro sanatına yakışıyor herhalde. Neden derseniz, denemenin içinde oyuncu, yönetmen, tasarımcı, şu, bu bireyin kendisi var da ondan.

54

pe

Sadık Aslankara/ msaslankara@hotmail.com

"Deneme" denildiğinde, bir yazınsal tür anlaşılmaz mı? Ama sanatta yeni arayışları dile getirmek için kullanılıyorsa eğer sözcük, o zaman kastedilen "deneme" değil "deney" oluyor hemence.

Deney, en çok tiyatro sanatına yakışıyor herhalde. Neden derseniz, denemenin içinde oyuncu, yönetmen, tasarımcı, şu, bu bireyin kendisi var da ondan. Yani yapılan deneye sanatçı kendisini de katıyor. Oysa müzik, resim, yazın vb. öteki sanatların verimlerindeki deneylerde, deneyi yapan yine sanatçıdır elbette, ne var ki kendisi denek değildir artık. Tiyatroda "deney"ciliğin yanında, bir de "alternatiften söz edilir sürekli. Peki deneysel tiyatro başlığı altında yapılanlar yanında "antitiyatro" (karşıtiyatro) vb. gibi bir alternatif tiyatro da var mıdır?

Tiyatrocularımız arasında yaygın olarak kullanıldığı halde böyle bir tiyatro kavrayışı, biçimi yok aslında. Söylenmek istenen sözcüğün düz anlamında yatıyor: seçenek. Yani siz öyle bir tiyatro yapıyorsunuz ki biçim, biçem her neyse bunun "seçenek" (alternatif) oluşturduğunu düşünüyorsunuz tiyatromuzda. Öyleyse dönüp dolaşıp tiyatrodaki deneye, deneysel oyuna, sahneye koymaya, oyunculuğa geliyoruz demektir bu...

Gerçekten ödeneklisi ödeneksizi, profesyoneli amatörü tiyatro topluluklarımız bu anlamda birbirinden ilginç çalışmalarla karşımıza çıkıyor. Bunların tümünü deneysel tiyatro başlığı altında toplayabilmek olanaksız elbette. Ne ki, bir bölümünün kendi sahne çalışmalarını "seçenek" biçiminde düşündükleri, bu nedenle alternatif tiyatro yaptıkları

sanısı içinde oldukları söylenebilir sanıyorum. Burada bu yaklaşımları topluca dile getirmek için "avangard tiyatro" terimi kullanılabilir herhalde, seçenek sözcüğü de öncülükle içlidışlı kılınabilir... Hemen her savaşın ardından değerler altüst olmaz mı? Bunun sonucunda yeni düşünüler, düşünücüler, yeni değerlerin ardına takılmış sanatçılar ortaya çıkmaz mı? Dadacılarla antitiyatrocular da, hiççiler de böyle bir yaklaşıma bağlanmamış mıdır? Uyumsuz tiyatro ya da saçma tiyatrosu, anarşist tiyatro da böyle değerlendirilmemiş midir? Sahnenin, sanatlar içinde değişimin kitlesel bağlamda halkla kaynaştırılabildiği ilk alan olduğunu düşünmüşümdür hep. Bu açıdan özellikle son bir iki


Hangi oyunlar bunlar? Yeşim Özsoy Gülan'ın yazıp yönettiği Ve Diğer Şeyler Topluluğu yapımı Son Dünya, Emre Koyuncuğlu'nun yazıp yönettiği Lushtiyatro yapımı Kendine Ait Oda, No: 104, Tracy Letts'ten Füsun Günersel'in çevirip Murat Daltaban'ın yönettiği DOT yapımı Böcek, Gülbin Yeşil'le Mustafa Avkıran'ın metninden Mustafa Avkıran'la Övül Avkıran'ın yönettiği 5. Sokak Tiyatrosu yapımı Kassandra, Kemal Kocatürk'ün yazıp yönettiği İstanbul Halk Tiyatrosu yapımı Can Tarlası, Debbie Isıtt'tan A.Yasemin Erbulun'un çevirdiği Özen Yula'nın yönettiği Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu yapımı Kocasını Pişiren Kadın...

Yine aynı şekilde bir otel odasında tiyatro yapıldığına da ilk kez tanık olduğumu söyleyebilirim kendi payıma. Seyircinin, oyunu minder üzerinde oturarak izlemesi de yeni değil, ama otel odasında yaşanıyorsa bu, dikkati çekiyor kuşkusuz.

bütününe yayılabileceği gibi ancak bir bölümünde ortaya çıkabilir, bundan daha doğal ne olabilir? Oyunculuk, Yönetmenlik Bağlamında Deneysellik... Andığım oyunlar, oyunculuk ya da yönetmenlik bağlamında ne ölçüde deneysellik getiriyor dersiniz? Yeşim Özsoy Gülan'ın yazıp yönettiği Son Dünya'da, yaşanan uçak kazasında yere düşemeyip de havada asılı kalan Üç oyuncu rol alıyor: Kadında Perihan Kurtoğlu, Adamda Ulgar Manzakoğlu, Üçüncü Şahısta Deniz Özmen. Anlatıcı olarak kahve falına bakarak konuşan bir bilici ya da büyücü, Elif Ongan Tekçe. Anlatıcı yerde, ötekiler havada oyunculuk yaparken, seyirci oyundaki karakterlerin ağırlığına yönelemiyor ne yazık ki. Hem oyun metninden

Kendine Ait Oda, No: 104'te tek kişi olarak oyunu sunan Güliz Gençoğlu'nun ışıltılar saçan, sıcak, içtenlikli sahne duruşuyla oyunculu­ ğunu çok beğendiğimi söyleye­ bilirim.

Sahne düzlemindeki öncü tutumlar da söz konusu. Sözgelimi Ve Diğer Şeyler Topluluğunda yönetmen Yeşim Özsoy Gülan'ın sahneye taşıdığı boşlukta sürdürülen oyunculuk anlayışı da bu yönde atılmış ileri bir adım olarak alınabilir elbette.

Sonra topluluklar, uluslararası bir kentte, İstanbul'da oyun sergilediklerinin de bilincinde artık, sözgelimi gerek DOT gerekse Garajistanbul, İngilizce altyazıyla sunuyor oyunlarını. Buna öteki topluluklar da katılmakta gecikmeyecektir sanırım.

pe

Yukarıda andığım oyunları, üç farklı bağlamda ayrı ayrı yansıyan deneysellikleriyle ele alabilmek olası görünüyor bana.

aslında savaş süreci etkisine giren tiyatronun, tüm öteki sanatlardan çok daha önce başlayan sezgi gücünün birer yansıması bunlar bana sorarsanız. 5. Sokak Tiyatrosu'nun herhangi bir garajı tiyatro salonuna dönüştürmesi, burayı değişebilen yapboz temelinde yapılandırması yeni gelmeyebilir bize. Nitekim DOT'un Mısır Apartmanı'nın dördüncü katında var ettiği salon, yalnız sahneyle salonu birleştirmiyor, yanısıra her ikisini de yapboz değişebilirliğinde yapılandırıyor. İşte 5. Sokak Tiyatrosu'nca gerçekleştirilen Garajistanbul'daki iki farklı eylemin aynı salonda bir araya getirilip bütünleştirilmesi de, yanılmıyorsam Mustafa-Övül Avkıranlarla geliyor ilk kez önümüze...

cy a

yıldan bu yana tiyatro sahnelerimizde sergilenen oyunlar, deneysel çabalar, görünürde "dağılmışlık içindeki seyirciyi toparlama" bağlamında bir amaca yönelmiş görünüyorsa da bana sorarsanız bal gibi "savaş süreci sanatı"mn gereçleri yalnızca. Bu konuya önümüzdeki haftalarda "Kitaplar Adası"nda (Cumhuriyet Kitap) "roman" sorunsalı bağlamında daha ayrıntılı gireceğim. "Sadık Seyirci"de izlediğim oyunlara değinmekle yetineceğim yalnızca.

Sahne Uzamı Bağlamında Deneysellik... Salonlarıyla ya da sahneleriyle bir yeniliğe imza atan topluluklar, geçmişte de öncülük örnekleri sergilemişlerdi kuşkusuz. Apartman daireleriyle pavyonların, otel lobileriyle pasaj içlerinin, kahvelerin vb. tiyatro salonlarına dönüştürülüp her birinin sahneyle taçlandırıldığına az tanık olmadık. Hoş, bunlar 1970'lerden başlayarak bu kez de tersine değişim gösterdi, o ayrı. Ne var ki uzam bağlamında ortaya çıkan deneysel girişimler şu son birkaç yıla dek hiçbir zaman bu yoğunluğa ulaşmadı doğrusu.

Gerçekten de birbirinden farklı öylesine öncü tutumlara, çalışmalara tanıklık yapıyoruz ki, şaşmamak elde değil. Topluluklar, "yitirilen seyirciyi yeniden tiyatro salonlarına çekme"yi amaçladıklarını dillendirse de

Peki içerikte, biçemde değil de salonda ya da sahnede gerçekleştirilen öncü devinimler birer deneysel tiyatro çalışması sayılabilir mi? Elbette. Gerçi tiyatrodaki deneysellik, kendisini daha çok "tiyatro olan"da gösterecektir, yani oyuncuda, rejide, sonra da metinde... Salonla sahnedeki öncülüğe görece karşı çıkılsa da, kimin sırtını dönme hakkı olabilir böylesi "devrimci" tutuma, kimin bunu yok sayma lüksü olabilir? Bir sanat türündeki, doğal olarak tiyatrodaki deneysellik, türün özelliğini taşıyan yapıtın

55


a

beğendiğimi söyleyebilirim. Ama oyundaki kadın karakter Gençoğlu'nun canlandırdığı mı yoksa yazarın ya da yönetmenin işlediği kadın mı diye düşünmekten kendimi alamadım... Bu bağlamda yazar, yönetmen, oyuncu arasında tam anlamıyla birebir iletişim bulunmadığını söylersem pek mi abartmış olurum bilemiyorum?

pe cy

Seyirci, Halk Tiyatrosu sunumunda hem yabancılaş­ tırma yaşıyor hem de olup biteni yeniden düşünüp bunları sorgulama olanağı. Ancak geriye sarma sahnelerinin kimi bölümlerin sonuna eklenirken kimilerine eklenmeyişinin nedeni anlaşıla­ mıyor. 56

kaynaklanıyor bu güçlük hem de sahnedeki akrobasi yanılsamasından. Fuaye önünde biriken seyirciyle birlikte ortamı havaalanına dönüştürmek, sonrasında uçak yolcularını onların arasından geçirerek sahneye almak, bu arada seyirciyi de uçak yolcusu bağlanımda salona oturtmak hoş. Hosteslerde Ege Maltepe, Ece Güzel, Emre Yetim, Alper Saldıran, Yunus Emre Yıldırımer ile sağlanan hava da çok hoş doğrusu. Kadınla Erkeğin önoyunda başlayan sürtüşmesinin oyun sonunda bir başka biçimde noktalanması, bunların kan koca oldukları izlenimi de bırakıyor. Ne var ki sahnedeki Anlatıcı ile oyunlarım askıda sürdüren üç kişi arasında plastik uyum olduğunu söyleyebilmek güç. Keşke yönetmen, kendi oyununu yönetmeye girişmeden önce, bir başka bakıştan da yararlanabilse, bir dramaturgla işbirliği yapabilseydi. Çünkü oyun, neyi anlattığıyla ilgili de "boşluk" içinde görünüyor bence. Metin, uçak kazası, yaşam ölüm, yerçekimi, boşlukta kalmak sorunsalı vb. her neyse bu, tamı tamına bir bağ kuramıyor seyircisiyle. O zaman askıda oyunculuk da anlamını yitiriyor, çünkü bunun işlevi çıkmıyor ortaya.

Emre Koyuncuğlu'nun yazıp yönettiği Kendine Ait Oda, No: 104'te tek kişi olarak oyunu sunan Güliz Gençoğlu'nun ışıltılar saçan, sıcak, içtenlikli sahne duruşuyla oyunculuğunu çok

Daha önce Bryony Lavery'den Füsun Günersel'in çevirdiği Frozen / Donmuş'u izlemiştim DOT'tan. Bu kez izlediğim Tracy Letts'ten yine Füsun Günersel'in çevirip Murat Daltaban'in yönettiği Böcek de tıpkı Donmuş gibi kapalı bir oyunculuk yansıtıyor. Bu yaklaşım, topluluğun tiyatro anlayışından kaynaklanıyor kuşkusuz. Yoksa seyircinin hiç umursanmamışçasına kıyıda tutulması başka türlü nasıl açıklanabilir? Gerek Donmuş gerekse Böcek, laboratuvar oyunu bağlamında alınabilir pekâlâ. Nitekim dört oyuncu bunu yansılıyor: Tülay Günal, Alper Kul, Serhat Kılıç, Belen Uçer, Gökçen Genç. Tümü de oyunculuklarının tadını çıkarmamıza olanak tanıyan bir sahne duruşu sergiliyor. Ancak mekanikleştirilmiş bir oyunculuk da denebilir buna. Tülay Günal'in Atları da Vururlar'da çaresizliği başkasının eliyle, ama intiharla aşma isteğinden sonra, bunun değişkesi bağlamında alınabilecek bir karakterle Böcek'te karşımıza çıkması, üzmedi beni dersem yalan

olur. Ayrıntıları yerli yerine oturtulsa da. Övül Avkıran da Kassandra'da enikonu kapalı bir oyunculukla çıkıyor seyircinin karşısına. Ama Avkıranların, DOT'tan farklı bir estetik bireşimle ördükleri söylenebilir oyunu. Övül Avkıran, Kassandra kişiliğinin tragedik yayılımını, bedeniyle vurgulayıp gösteriyor. Oysa DOT oyunlarında beden, karakterin göstereni değil, ruhsal atmosferin, psikolojik havanın iletkeni daha çok. Bu nedenle Övül Avkıran'ın yansılayıcı bedenine bir ket vurma olarak aldım sis makinesinin durma sis püskürtmesini sahneye. ağırlıklı bir işlev taşımadığı halde kolsuzluğu mikrofonsuzluğa yeğleyişini oyuncunun. Ancak gerek kavramsal bağlamda gerekse metin bağlanımda çok beğendiğimi söyleyebilirim Kassandra'yı. Öte yandan topluluğun Garaj istanbul'un açılışını bir bildiriyle duyurmasını da, artık unutulmaya yüz tutmuş bu göreneği anımsatması bağlamında sevinçle karşıladığımı belirteyim. Tiyatro Kavrayışı Bağlamında Deneysellik... Kemal Kocatürk'ün yazıp yönettiği Can Tarlası da Debbie Isıtt'tan A.Yasemin Erbulun'un çevirip Özen Yula'nın yönettiği Kocasını Pişiren Kadın da hem birbirine taban tabana ters duruşları ama yakınlıklarıyla hem de aynı gelenekselden


Nasıl mı? Her iki oyun da dramatik bütünlüklü, ama yer yer de göstermeci oyunlar. Can Tarlası bölümlerden oluşurken Kınasını Pişiren Kadın öyküsel bütünlük taşıyor. İlkini, adı üzerinde "halk tiyatrosu" yapma savında olan yeni bir topluluk, ilk oyunları olarak sunuyor. Oyunculuk, açık biçime yaslanıyor. Dolunay Soysert, Levent Üzümcü, Yıldıray Şahinler, Bahtiyar Engin, Ertan Saban, birbiriyle uyumlu, göz dolduran bir oyunculuk sunuyorlar. Yönetmen Kocatürk, bu oyunculara, bir üçlü daha ekliyor: Mehmet Özbek, Fatih Yurdakul, Nilgün Atılgan. Bunlar da geriye sarılan sahnelerin oyuncuları... Evet, yönetmenin oyuna kattığı en büyük zenginlik bu bence. Yoksa metin olarak bu ölçüde zenginlik yansıtmıyor oyun.

Özen Yula'nın yönettiği Kocasını Pişiren Kadın çok yönlü bir açılım getiriyor. Yula'nın bu çalışmasını umarım yazarlar da seyretme fırsatı bulur. Oyunu izlemelerini yalnız seyircilere değil oyunculara da önermek istiyorum. Gerek sahneye koyuşuyla gerekse oyunculuklarıyla farklı bir yerde duruyor bu çalışma. Özen Yula'nın bu yöndeki reji anlayışını ele veren Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı olarak izlediğim kendi yönettiği oyunu Gözükara Alaturka'da da bu doğrultuda bir yönseme içindeydi denebilir Yula için. Geleneksel orta oyununun da klasik farsın da kalıplarını tepetakla edip öyle kullanıyor oyunda Yula. Bunu yaparken göz alıcı bir oyuna dönüştürüyor Kocasını Pişiren Kadın'ı. Bana göre dümdüz, sıradan diyebileceğimiz oyunu uçuruyor hatta. Böylelikle güldürü dağarımıza çok farklı temellerden

beslenen bir katkı sağlıyor yönetmen. Üstelik buna farklı bir oyunculuk anlayışının da eklemlendiği söylenebilir. Ama yönetmen denli, onunla alabildiğine uyumlu çalıştıkları sezilen oyuncuların birbirleriyle yarışırcasına gerçekleştirdiği oyunculukların da altı çizilmeli derim. S.Devrim Yakut da Şenay Gürler de Erdem Akakçe de Özen Yula'nın reji aynasını alabildiğine parlatan, oyundaki deneyselliği daha bir pekiştirip belirginleştiren güzel mi güzel oyunculuk örnekleri sunuyorlar gerçekten.

pe cy

Seyirci, Halk Tiyatrosu sunumunda hem yabancılaştırma yaşıyor hem de olup biteni yeniden düşünüp bunları sorgulama olanağı. Ancak geriye

sarma sahnelerinin kimi bölümlerin sonuna eklenirken kimilerine eklenmeyişinin nedeni anlaşılamıyor.

a

yararlandıkları halde alabildiğine uzaklıklarıyla dikkati çekiyor.

Evet, siz ne derseniz deyin, adını nasıl koyarsanız koyun dünya bir savaş süreci yaşıyor, sanatlar da bu karmaşanın etkisine giriyor zorunlu olarak. Öncülükse her zaman olduğu gibi tiyatro anasanatından geliyor yine... Bu çerçevede yukarıdan bu yana ele aldığım olguyu gerek konu gerekse sorunsal boyutunda değerlendirmeyi yeni, farklı oyunlarla önümüzdeki ay da sürdüreceğim... Çünkü bu büyük sanat, tiyatro sanatı, ötekilerine yol göstermeyi dirençle sürdürüyor hâlâ. Bu nedenle savaş süreci etkisine giren tüm sanat alanlarıyla türlerinin bu yöndeki eğiliminin de öncülüğünü yapıyor gururla!

Evet, siz ne derseniz deyin, adını nasıl koyarsanız koyun dünya bir savaş süreci yaşıyor, sanatlar da bu karmaşanın etkisine giriyor zorunlu olarak. Öncülükse her zaman olduğu gibi tiyatro anasana­ tından geliyor yine... 57


a cy

Kocasını Pişiren Kadın, Kassandra, Kendine Ait Oda, No: 104 Casablanca ve DOT Oyunları...

58

Yusuf Eradam / yeradam@gmail.com

pe

Bu yazımda tiyatroda Uzam/Me­ kân konusuna kafa yoracağım ve Kocasını Pişiren. Kadın, İnishmaan'ın Sakatı, Kassandra, Kendine Ait Oda, No: 104; Casablanca müzikali ve DOT oyunları üzerinden fikirlerimi örnekleye­ ceğim.

Text/metin denince akla yalnızca sözlerin, sözcüklerin, repliklerin gelmesi, ya da tiyatroda aksiyon denince sadece hareket/devinim gelmesi denli bir yanlıştır tiyatroda uzam denince akla sadece kutu sahne, ya da sadece sahne, ya da sadece tiyatro binası gelmesi, yani somut bir mekânın gözler önüne gelmesi. Bu yazımda da tiyatroda Uzam/Mekân konusuna kafa yoracağım ve Kocasını Pişiren Kadın, İnishmaan'ın Sakatı, Kassandra, Kendine Ait Odu, No: 104; Casablanca müzikali ve DOT oyunları üzerinden fikirlerimi örnekleyeceğim. Tiyatroda uzam tanımı yapmadan önce, "theatrum" sözcüğünün izleyicinin aksiyon izlediği bir "uzam" ya da drama anlamına geldiğine dikkat çekeyim. Bu durumda da uzam sözcüğünü izleyenlerin de, "tiyatrocuların" da bilmesi, anlaması gereklidir. Yunanca'da "Theatron" "görme yeri" anlamına geliyorsa, burada

"görmek" sözcüğünün anlamı çoğalıp genişledikçe, tiyatroda uzam teriminin anlamlan da çoğalır ve genişler. Görme biçimleri, görme yetenekleri, görebilme donanımları da hem tiyatrocuları hem de izleyenlerin uzamlarının sınırlarını çizer. Kimileri sahnede, oyunda kalırken, kimileri o bina, o mekân dışına çıkıp oyunun ya da performansın kendi hayatına yansımalarında, uzantılarında, oyunun etkisinde uzamı genişletir. Belki, örneğin o performanstan ilhamla bir ruh halini, bir fikri başka bir uzama taşıyarak, diyelim bir beste yaparak bu uzamı farklı bir yaratıcılık uzamına taşır. Tıpkı sahnede ya da performans koşullarının pek de kontrol edilemeyeceği bir sokak performansında bir bedenin kendi öyküsünü anlatabileceği gibi, uzam da kendi öznelliğini performansa empoze edebilir, o performansa şekil verebilir, o performanstaki bedenlerin ifadelerini etkileyebilir; iletiyi azaltabilir, çoğaltabilir, sanatçıların niyetinden farklı noktalara taşıyabilir.

Niyet edilen (ileti/gönderilen), ulaşan ile aynı olmayabilir, edebiyatta, sinemada, bir siyasi söylevde de olabileceği gibi. İleti, kulaktan kulağa oyunda olduğu gibi, değişerek, dönüşerek, azalıp çoğalarak varır izleyene ve izleyen sabit koltukta oturuyor dahi olsa, edilgen değildir, çünkü bütün duyargaları açık bir şekilde izliyorsa, hem duyularını işletiyordur, hem de bilgi birikimleri doğrultusunda bir çözümleme ve anlama süreci içindedir. Performansa maruz kalırken de değişir izleyen. Böyle olunca da "izleyen" sözcüğündeki edilgenlik yan anlamı da haliyle elenir. İzleyici, performanstan ona ulaşan iletileri, iletinin ona gelmesini sağlayan uzam ve diğer tiyatro olanaklarına ilaveten yepyeni başka uzamlara aktarabildiği sürece performansı çoğaltıyor ve izleyen edilgenliğinden de çıkıyor demektir. Genel olarak bilinen "Uzam", oyunun (metin ve aksiyonun) geçtiği mekân olarak bilinir ve de ikiye ayrılır kolaylıkla: 1. Fizikî Mekân; 2. Zamansal Mekân. İlkinde, oyunun


sahnelendiği diyelim kutu sahne, konser salonu, TV ekranı, projeksiyon ile perdeye, duvara aktarılmış dia karesi, bir sokak, bir alışveriş merkezi, okul bahçesi, park ve belki de Peter Brook'un "Alan" diye çevrilen boş mekânı, vb. anlaşılır. İkincisinde ise olayların, aksiyonun ne zaman geçtiği, hangi tarihi dönemde, günün hangi saatinde geçtiğidir ki böylece de her ikisi İngilizcedeki "setting" sözcüğünü karşılıyor demektir. İzleyiciye düşen, tiyatrodaki uzamı hayatına taşıyabilmesidir. Sanatçıların becerisi, bana göre, bu olanağı sağlayabilmeleri ile ölçülür.

etkiliyor mu? Sahne ile tiyatro uzamı terimleri arasındaki farklar açısından DOT ne gibi özel ya da güçlükler çekti? Uzamın olanakları oyunu nasıl etkiliyor? Aslında DOT oyun seçimleriyle, mekân seçimiyle, mimari seçimiyle hatta yönetim seçimleriyle bir bütün oluşturuyor. Tek başına mekân ya da oyun secimi ya da diğer seçimler birbirinden bağımsız değil demek en doğrusu. Tıpkı bir ressamın resmini tasarlarken rengini, çerçevesini, nerde sergileyeceğini tasarlaması gibi kompozisyona bütüncül bir bakışla yaklaşması gibi bir bakış bu. Sahneden başlayan ve bir apartman dairesinde devam eden uzam, Mısır Apartmanı, İstiklal Caddesi, İstanbul gibi genişleyerek ve türetilerek devam ediyor... bu türetiliş keskin olmayan bir noktadan geriye dönerek tekrar sahnede tamamlanıyor. Fakat bu tamamlanma iki nokta arasında süren bir salınım gerçekte. Bir nokta sahneyken diğer kesin olmayan nokta gerçeküstünün tanımlandığı zaman ve mekân. Çok soyut tanımladım biliyorum ama aslında çok net. Oyunun davranışı, herhangi bir tiyatro mekânında sahnelenmiş gibi olamıyor bu yüzden. Oyun DOT'ta oynandığında kendi bütüncül estetiğine kavuşuyor bence...

Neyi alkışladı­ ğımız ya da neyi lanetle­ diğimiz, performans tan çok izleyen/e­ leştiren bizler hakkında bir şeyler söyler.

In-yer-face akımının özellikleri arasında izleyen ile göz hizasında oynamak da var mı, fizikî uzamı bu anlamda izleyeni rahatsız edebilecek ama aynı zamanda da özele müdahale benzeri bir zevk almasını sağlayan bir dar uzamda oynamak nasıl bir deneyim? Ne de olsa, kutu sahnedeki oyuncularizleyenler ötekileştirmesi yok. Kuramsal referansların bir bölümünü, yapmak istediğimiz tiyatroyla ilgili olarak in-yer-face oyunlarında bulduk ve ister istemez organik bir ilişki kuruldu. Fakat DOT'taki uygulamalar in-yer-face uygulamalarıdır diyemem. Zaten zorunlulukları olan'bir tavır değil asla. In-yer-face daha çok mevcut uygulamalar üzerinden bilginin düzenlenmesiyle varılmış bir nokta. O açıdan bir akım olduğunu düşünmüyorum. Daha çok bir hareketin tanımlanması. In-yer-face üzerinden değil ama yola çıkışımız

pe cy a

Tiyatroda uzam, oyunun, piyesin geçtiği ve sahnelendiği Place, Space, Setting, Time sözcüklerinin hepsinin içerdiklerini kapsadığı gibi bu sözcüklerin yan anlamlarıyla getirdiği diğer bağlamları ve anlamları da taşıyor. Örneğin, bir aksiyonun sergilendiği durum, hal, sergileniş biçemi, sahneleniş çerçevesi, olayların yer alış/vukubulma zamanı, yeri, biçimi ve biçemi. Ama, belki bütün bu tanımları özenle açarken şunu da unutmamak gerekiyor: Tiyatroda, diğer sanatlardan farklı ve ayırt edici özellik, uygulayıcılar ile, ya da uygulamayı sunanlar (performers) o uygulamayı izleyen, bakan, izleyenlerin (spectators) bir arada olmasıdır. Hatta, -mış gibi de olsa, bir mahremiyet durumuna müdahale vardır ve izleyenler para vererek, katarsisten geçmeye teşne olduklarını bilerek ya da bilmeyerek "başkalarının hayatlarını" izlemeye ve dinlemeye gelirler. Bu yıl, En iyi Yabancı Film Oskarı'm alan aynı isimli filmde de (Başkaların Hayatı) böylesi bir uzam paylaşımı söz konusuydu; sadece oyuncular hayatlarını izleyen kişinin farkında değildi. Bu dramatik ironi filmin sonunda güçlenerek, çifte kavrulmuş dokunaklı ve insani boyutlarda filmi ödüle taşıyan temel sebep gibi görünüyor. Bu ironileri kavrayış ve bu ironilerin sunumundan etkileniş yeteneğine göre de izleyici başka başka uzamlara yelken açabiliyor. Yapıta gösterdiğimiz tepkilerde de bu öznellik rol oynuyor. Filmi, sosyalizmin eleştirisi olarak yorumlamayışımın sebebi de bu oldu.

Eleştirmenin uzaktan ve tanrısal edayla bilgiçlik taslaması da onu "outsider" yapar, ya da bir çeşit yabancı bakışı edinmesine yol açabilir. Ben Brook'un "deadly critic" diye tanımladığını "ölgün/kalık/ölük eleştirmen" diye çevirmeyi yeğliyorum, yani her şeyi beğenen, ya da hiçbir şeyi beğenmeyen eleştirmendir ki performansın rüzgârına, uzamlarına yelkenlerini açmayı reddeden, ya da müsrifçe her şeye yelken açan eleştirmen olarak yorumluyorum. Eleştirmenin tanrısal eda ile kendisini öğrenmeye kapatması "deadly" olması için yeterli bir sebeptir. Neyi alkışladığımız ya da neyi lanetlediğimiz, performanstan çok izleyen/eleştiren bizler hakkında bir şeyler söyler. Eleştirmen kadar, "tiyatro yapanlar" da izleyenler de oyunların sergilendiği mekânların işlevleri, performansın genel çerçevesi, sahnenin yapısı ve bu yapının oyunun sahnelenişine, temsiline ne denli yatkın olduğu, oyunun geçtiği uzam ve sahnelendiği uzamların ilişkisi hakkında bilgiye ya da bunları kavrama yeteneğine sahip olmaları gerektir. Tiyatro uygulamalarını takdir edebilme yeteneğimizi derinleştirmemiz bunun için zorunludur. İstanbul tiyatrolarında gördüğüm "sağırlar birbirini ağırlar" tanısına yol açan içler acısı durumun altında ise bu yeteneğin eksikliği yatmaktadır. Belki de, tiyatro alanında da, yılın en iyileri gerekçeleriyle açıklanırken, yılın en kötüleri de gerekçeleri ile açıklanmalıdır. Bu uygulamanın izleyenlerin, hatta eleştirmenlerin bile eğitimine katkısı olacaktır. Tiyatroda, hatta genel olarak sanatta, zevkler ve renkler tartışılır, tartışılmalıdır. Bir yılı aşkın bir süredir bütün oyunları ile ve özellikle de mekânlarının ilginçliği ile dikkat çeken DOT tiyatrosunu bu konuda mercek altına almak istedim ve Murat Daltaban'a yönelttim sorularımı:

DOT'un yeni bir mekân/uzam olarak apartman dairesinden tiyatro sahnesine dönüştürülmesi oyun seçimlerinizi etkiliyor mu? dönüştürülmesi oyun seçimlerinizi

Peter Brook'un The Empty Space (1968) adlı kitabının (Penguin Books, 1977) ilk bölümü "Ölümcül Tiyatro" şöyle başlar: "Herhangi bir boş alanı alıp ona çıplak/boş sahne diyebilirim" (çeviri bana aittir, kitabın Türkçe'sini bulamadım, çevirmeni kusuruma bakmasın) Bu boş alanı anlamlarla doldurmaktır tiyatro yapanları tahrik eden itici güç; işte bu boş alanda, eleştirmenler, Brook'a göre, tiyatro edimine ne denli "insider" olurlarsa, yani tiyatro yaratıcıları ve yaptıkları ile ne denli haşır neşir olurlar ve onları yakından izlerler ve çalışmalarına katılırlarsa, tiyatro sanatı adına bu o denli iyidir (s. 37)

59


üzerinden şunu net olarak söyleyebilirim: DOT'u tasarlarken, klasik tiyatro mekânının dört bölümden oluşan yapısını (fuaye, seyir yeri, oyun yeri, kulis) bire indirgedik. Mekânın -mış gibi olan bölümlerini saymıyorum (fuayeapt. koridoru ve kulis-ayraçlarla ayrılmış bölümler). Asal olan fikir; seyirci için, gizli, gizemli bölümler olan oyun yeri ve kulisin, seyirciyi ağırladığımız mekânlar olarak ortaya çıkmasıydı. Bu açıdan mekân fikrinin seyirciyi de oyuncuyu da etkisi altına aldığını düşünüyorum. Bu etki tam da özeller üzerinden işleyen bir etki.

60

Murat Daltaban'ın yanıtlarında da iyice açığa çıktığı gibi, mekân ile uzam sözcüklerini farklı bağlamlarda kullanmak gerekir. Bir bestedeki armonilerin birbiriyle uyumundan güzel bir şarkı çıkar ve o bütünlük, o tastamamlıktır, yekpare duruştur ya da akıştır besteye iyi dedirten. Tıpkı müzikte olduğu gibi, tiyatroda da tüm öğelerin birbiriyle tam bir uyum içinde tek etkiye yönelik birliktelik içinde yer alması gereklidir.

pe cy a

... mekân ile uzam sözcüklerini farklı bağlamlarda kullanmak gerekir. Bir bestedeki armonilerin birbiriyle uyumundan güzel bir şarkı çıkar ve o bütünlük, o tastamamlıktır, yekpare duruştur ya da akıştır besteye iyi dedirten.

İzleyiciyi izleyici edilgenliğinden kurtarmalı mı, uzamın kullanımları buna nasıl izin verir ya da engeller? Siz DOT olarak, duvarda yürüyen bir oyun da sergilediniz ve izleyeni ortaya döner taburelere yerleştirdiniz. Edilgendik izlerken ama taburenin sağladığı bir olanakla da dönüyorduk, bize sağlanmış bir eksen etrafında... Edilgenliği sadece beden üzerinden tanımlamamak gerekli bence. DOT'ta duygusal ve duyusal anlamda yoğun bir eylem söz konusu. Hem seyirci hem de oyuncu açısından. Buna mekân direkt olarak hizmet ederken metin ve oyun bu eylemin omurgasını oluşturuyor. Eylem; duygusal ve duyusal olarak tecrübe etmek üzerine oturtulmuş durumda... Bedensel eylem daha minimal düzeyde duyguların ve duyuların yarattığı kasılmalar ve gevşemelerle oluşuyor. Bu eylem çeşitleri seyircilerin kendi aralarında oluşan elektriklenmelerle de güçleniyor. "Sansürcü" de seyircinin hemen yanındaki seyirciden aldığı gerilim oyunun amaçlarından biri. Diğer oyunlarda da eylem dinamiği kartezyenli olarak gelişiyor...

Aslında oyunlar kimlik değişikliklerine daha çok uğruyor. Mekânın dezavantajları avantaja döndürülmeye çalışılırken yaratıcılık alanlarında taramalar yapmak zorundasınız ve her oyun kendi doğal ortamından alınıp -doğal ortamdan kastım, tiyatro metni için doğallaştırılmış mekândan, çerçeve sahneden söz ediyorum- yeniden yaratılış sürecine sokuluyor. Bu süreçte oyun plastik olarak dönüşürken, mekânın da sınırları her oyun için yeniden zorlanıyor. Oyunların turnelerine ya da başka mekânlarda oynamasına tedbirli yaklaşmamızın sebebi de budur. DOT'tan dışarı çıkardığımız zaman oyun başka bir oyun haline dönüşüyor ve kendi kimliğinden kaybediyor ve oyunla birlikte mekân da gücünü kaybetme tehlikesi yaşıyor bence. Bütün bu tasarım bilgisi aslında oyunlarda görev alan yaratıcı kadronun yanı sıra yönetici kadroya da nüfuz ediyor. Hazırlıkları yapılan projelerde de bütün emek verenlerin tutarlılığı korumak için tutucu bir tavrı kabul etmesi gerektiğini düşünüyorum... en azından bir süreliğine...

Farklı/deneysel/cesur diyebileceğim oyunlarla yenilik ve değişimin tiyatrosu olmayı basardınız. Birinci sorumu değiştirerek sorayım bu kez; bunca oyunu DOT uzamına taşırken seçilen oyunların uygulamalarından DOT mekan olarak ne gibi kimlik ve kişilik değişikliklerine uğradı? Bir kendilik/öznellik kazandığı kuşkusuz, bu özellikler nelerdir ve dönüşen bir uzam olarak yeni projelere ne gibi yükümlülükler getiriyor, oyuncusundan ışıkçısına...

Tiyatro, unutmayalım ki tüm duyularımıza hitap eder. Özellikle de görme ve duyma öne çıkar tiyatroda. Gözlerimiz faltaşı olur açılır, kulaklarımız ise kepçe olur ve içinde bulunduğumuz uzam içindeki her şeyi görmeye, duymaya ve anlamaya çalışırız. Ve unutmayalım ki, tiyatroya gelen herkes sadece eğlenmeye gelmez; öğrenmeye, değişmeye, başkalaşmaya da kaydım yaptırmış olarak gelir izleyici. Tiyatronun işte burada "anlık" (immediate) etkisini ve işlevini göz ardı edemeyiz. Tiyatro, şimdi ve buradadır; izleyen için de, sahneleme sırasında görev alan herkes için de geçerlidir bu, çünkü teyatral deneyim izleyenin algılarında gerçekleşir ve orada topladığı anlamlarda ve algılama biçimlerinde değerini bulur, çoğalır, değişir, dönüşür ve başka uzamlara taşınır.

sahnede inatla aynı duran sabit dekorlar ve mekânlar bu sabitlikte direnmeleri ile aksiyondaki değişik, ya da zamansal uzam ile çelişirler hep. Seyirci bir şeyleri bu durumda hep yer, ya da idare eder.) Kassandra ve uzamın tek kişilik bir kabare sahnesine dönüşümü, boş alanda tek başına ve kendi kendisiyle paslaşmalar, boş alanın nafile yere, boş boş kullanımı bu iddiama en güzel örneği teşkil etmiştir bu yıl. Metin ne denli iyi olursa olsun, çevirisindeki hatalar (özellikle lose/yitirmek sözcüğünün loose. olarak yazılması); Kassandra rolünü oynayan sanatçımızın Garajistanbul boş alanını müsrifçe doldurmaya çalışırken, farklı duygu ve düşünce iletme çabalarında aynı mimik, jest, hırıltılar ve bedensel devinimleri kullanması ve bu yetersizliğin farkındaymış gibi ortalığı dumana boğuş temsili çekilmez hale getiriyordu. Tek kişilik bir oyun yerine, metni zenginleştirecek kalabalık bir kadro, sözsüz de olsalar, oyunu zenginleştirebilir, hayal gücümüzü dumandan daha da iyi çalıştırabilirdi. Bence, Kassandra'dan daha etkin bir rol oynadı makineden izleyenin üstüne üstüne fışkırtılan beyaz duman, çünkü izleyenler o dumanı şekillendirmeyi, o dumanın sağladığı uzamda başka anlamlar aramayı yeğledi. Metni aynı ses tonu ile farklı spotlar altında okumak oyunu biteviye bir hale getirirken, Kassandra'nın kaderini hak ettiğini bile düşünenler oldu. Kutu sahnelere kısılmış oyunların neredeyse tamamı için bu yorumu yapabilirsiniz. Casablanca müzikali de bu anlamda iyi bir örnektir. Sabitlenmiş bir sahne tasarımı içinde, müzikal becerilerini, üstelik aralarında ses ve yorum açısından büyük farlılıklar arz ederek, ortaokul müsameresindeymiş gibi sergilemeleri ile, elleri kollan cansız yaratıklar gibi yanlarına düşmüş şarkı söyleyen, ya da salt uzun süre çalıştıkları için hatasız tap dance yapmaya çalışan sanatçılarımız bizleri güçlükle eğlendirmeye çalıştılar. Kendileri eğlemelerdi, izleyene de bu eğlencenin birazı geçebilirdi. Amerikalının halay çekmesini, ya da çayda çıra oynamasını Amerikalı izleyici ne gözle izlerse, biz de çakıdı çakıdı tap dance yapıp oynayan sanatçılarımızı aynı hayret ifadeleri ile izledik.

2. Beni değiştirip dönüştürün, beni benimle bırakın giderken diyen uzam: Kocasını Pişiren Kadın bu yılki örneğim olabilir. Barış Bütün bu görüşler ışığında, tiyatro Dinçe!'in sahne tasarımları ve uzama uzamlarını özellikle sahne tasarımlarına, oyunculuğa ve rejiye müdahalenin asgarileştiği tasarımlardır, kendi başlarına sanat vurgu yaparak kendimce, şimdilik yapıtları, zekâ ürünleri olabilirler sadece üç tipe ayırıp şöyle fakat sabit duruşları ile oyunun sıralayabilirim: tamamına töhmet gibi duran tasarımlardır. Bu oyunun, yılın en 1. Bana Maruz Kalmaya Hakkınız keyifle izlenen oyunları arasına var diyen uzam: (kutu sahnelerinin çoğu, ya da sabit sahne tasarımlarının girmesini sağlayabilecek etkenler arasında her biri "tip" olarak hemen hepsi bu duyguyu verir yaratılmış karakterlerin izleyene. Zaman değişip geçtikçe


3. Beni başkalaştırın diyen uzam; oyun gittikten sonra aynı kalamayan uzam türüdür ki benim en çok tuttuğum sahne tasarımları bu türü zenginleştirir. Daha çok Ali Cem Köroğlu'nun sahne tasarımlarında karşıma çıkıyor bu tasarım (Leyla ile Mecnun hariç). Sanatçının tasarımlarında izleyici uzama kendince birçok anlam bindirebiliyor, o uzamın değişim, devinim ve dönüşümlerinde çeşitlenen anlamlarla düşüncesini şekillendirebiliyor. İnishmaun 'ın Sakatı hemen her açıdan, bana göre, başarısızken, sahne tasarımı ile, İrlanda'nın İnishmaan a d a s ı n ı n kayalık yapısının içine hapis insanların hayatlarını nafile çeşitlendirmeye çalışmalarını çok iyi iletiyordu. Sahnedeki hücre ya da labirente benzeyen ve boşuna değişip dönüşmeye çalışan tasarım bireylerin içine kısıldığı mahpushane yaşantılarını iletmekte son derece başarılıydı. Fakat ne yazık ki, oyunda beğenebildiğim tek özellik buydu ve sahne tasarımı, uzamı tamamlayan, tastamamlaştıran diğer özelliklere bizleri hasret bırakıp bitti.

Sonuç olarak, üzülerek söylemeliyim ki İstanbul'daki bol ödenekli tiyatrolarının birçoğunda Peter Brook'un deyişiyle "ölümcül tiyatro" örnekleri (ölük, ya da ölgün, hatta kahredici desem daha iyi olur sanki; yönetmeninin gala gecesi yaptığı konuşmasındaki siyasi yorumları dışında takdire ve eleştire değen pek bir yanını göremediğim Casablanca müzikali gibi) "insanı ne yüceltiyor, ne ona bir şeyler öğretiyor, eğlendiremiyor bile" (Brook, s. 12). Her bitli baklanın bir kör alıcısı vardır diyerek tiyatro yapıyorsanız ve sizi ayakta alkışlayanlara kanmaya hazır bir ego besliyorsanız, yolunuz kuyruğunuz kadar olur. (Bu da benim atasözüm olsun! Belki "burnunuz kadar olur" da olabilirdi, malum ego deyince sanki... Ne bileyim, kıl aldırmamak falan... Yan anlamlar çoğalır böylelikle) Leyla ile Mecnun da, İnishmaan'ın Sakatı da bu eleştirimden nasibini alabilir, usta isimlerin eseri olmasına karşın. Ama ustaların bana göre yanlış uygulamalarını da kifayetsiz muhteris ve acemice sıradanlık düşkünleri ile aynı kefeye koymamak gerektir, bunun bilincindeyim. Bir yapıtının beğenilmeyişi sanatçıların tüm eserlerinin aforoz edildiği anlamına gelmez. Herkes kendi gölgesinden mesuldür bu uzamda. Malum, hayat da bir sahne ya da uzamdır ya. Tıpkı bu metin gibi, ödülü ve bedeli de birlikte gelir. Tiyatro uzamlarının eşikleri, bu baki sanata bulaşan herkesi ilgilendirir. Uzamın sınırlarını zorlamak gerekir. Sınırlara zorla uzam yerleştirmek, yakıştırmak maharet olmaktan çoktan çıkmıştır ve hoş bir seda bırakanlar, o eşiklerden atlayabilenlerdir, klişelerin sıradan kitleler üstündeki gücüne sığınmayan yürekli yaratıcılar ve anlama yeteneklerimizi tahrik edip zorlayan, "gören" ve sürekli olarak değişip dönüşen ve başka alanlarda üretime ilham olabilen sanatçı düşünürlerdir.

pe cy

Taksim Sıraselviler Caddesi üstündeki Lush Hip Otel'in 104 nolu oda için yazılmış Emre Koyuncuoğlu oyunu Kendine Ait Oda, No: 104 de bu tipe bir örnekti. Otelin "sedirli" odası bir tiyatro sahnesine dönüşürken, bizleri hem izleyen hem de bir kadının mahremiyetine tanık izleyenler durumuna düşüren bir oyundu. Röntgencilik yapıyormuşum gibi hissettim kendimi, sanki bir hayalettim ve bir kadının özel hayatını izliyor gibiydim, keyifle oturduğum sedir üzerinde. Genç oyuncu Güliz Gençoğlu'nun bir iki hatasına karşın (adını önce Güliz sonra da oyundaki karakterin adıyla ilan edişi gibi) başarıyla yürüttüğü bu oyunda, yatağı da bulunan bir otel odasında beni röntgenci durumundan kurtaran, oyuncunun izleyenlerin bilincinde ve izleyenlerin, yani odasına konuk izleyenlerin gözlerinin içine bakarak bir öyküyü okumasıydı. Ama, oyunun finalinde onun anlattığı öykünün süjesi değil de bir paşanın nedimesi durumunda bir nesneye dönüşmesi sürprizi ile çelişen bir uygulama olduğu kararına vardım. Yani, oyuncu bizleri, izleyenleri görmezden gelseydi ve tatilini o odada yapayalnız geçirdiği izlenimimi bize aktarabilseydi, uzam onun kurbanlaşmasına katkıda bulunabilirdi. Tabii, kadının yatmadan önce TV düğmesine bastığı zaman gelen görüntülerde, Harbiye'den Taksim'e yürüyüşü sırasında kameramanın gölgesinin karakter üzerine düşüşü de büyük bir hataydı. Niye gözden kaçtı, ya da aman kalsın dendiyse, bu ayrıntı hata izleyene ne demek istedi

anlaşılamadı. Mekânın kendiliği ve içine girene kendiliğinin düşlerini dayatmasına, hazır mekâna uygun oyun sergileme açısından başarılı bir örnekti. Finaldeki sürpriz, sevimli bir tad bıraktı, kadının modern giyimle başladığı halde, Osmanlı nedime giysilerini giyişi ve ağır bir kolyeyi erkek paşa için giyerek emre uyup odadan çıkışı, zaman değişse de kadının köleleştirilmesinde bir değişiklik olmadığını usulca iletti. Bu sürpriz tad, kalacak aklımda.

a

sahnelenişindeki oyunculuk yetkinliği (başta, gerek Türkçe'yi çok iyi artiküle edişi, mimik ve jestlerini yerinde kullanımı, aksaklıklara anında ve doğru tepki ve kurtarma operasyonları ile yılın en iyi kadın oyuncusu ödüllerine aday olacağına kesin gözüyle baktığım Hilary rolündeki S. Devrim Yakut olmak üzere komiği yakalayan birinci sınıf bir oyunculuk sayesinde zenginleşti uzam); Özen Yula'nın elindeki malzemeyi çok iyi bildiğini gösteren ustalıklı yönetimi, ortada sabitlenmiş pasta tasarımını zenginleştirmemize yetti. Keşke diyorum, pastanın katlan hareket etseydi de karakterler sahneden o evlilik paradigmalarının müesseseleşmesinin iradesine tutsak olduklarının altını çizerek ve dolayısıyla da, bu kurumu niyet ettikleri gibi eleştirmeye müsait bir halde sahneye girip çıksalardı. Ama, diyeceksiniz ki, pastanın sabit oluşu, zaten evlilik kurumunun ne denli tehditkar bir sabit duruş olduğunu gösteriyor, hatta oyunun sonunda pasta dilimleri altındaki örtülerin kaldırılışı ve altından döküntülerin görünüşü de bu kurumun sağlam olmadığını belirliyor. Bu tepkiye de ben, "iyi de o örtüleri kaldırmak da niye kurumun kurbanlarına düşmüştür?" sorusu ile karşılık verebilirim.

Daha önceki yazılarımda incelebildiğim kadarı ile DOT oyunlarının tamamı, bu sınıflandırmaya giriyor. Uzam içinde edilgen izleyiciler değil de, düşünen bireyler olmaya zorlanıyoruz hep. Beğensek de, beğenmesek de, rahatsız olaraktan da olsa. teyatral uzamın etkin işçileri olmaya kaydımızı yaptırıyoruz. Foucault'nun kavramı Panopticum'a uygun bir şekilde, her şeyin saydamlaştığı bir uzam içinde deviniyor izleyici de, duygularında, düşüncelerinde. Kalabalık içinde özel/kendine özgü olmayı başarıyor, çoğul içinde tekil ve öznel olmayı ya da. İletinin, izleyene ulaştığı yerde çoğalmasını daracık bir alanda başarabiliyorlar. Yapısal ya da kurumsal bir iktidarı izleyenin üstüne yıkmadan yapabiliyorlar işlerini. İzleyenin "hayatı izliyorum ve ben sadece düşüncemde bile olsa, açabildiğim yelkenler ölçüsünde katılımcı bir izleyenim" diyebilmesine olanak sağlıyorlar. Hayatta olduğumu biliyorum ve etkin olabileceğim inancımı, sunulan meseleye müdahil olabileceğim bilincimi geliştiriyorum, dedirtiyor izleyene. Bilincim, bilgiden başka bir şey değil ve bu bilgidir gücümden beni emin kılan. Bu güç işte, beni ifade etmeye, yeni ifade yolları aramaya kışkırtan. Bana bunu dedirtebildi DOT oyunları.

Her bitli baklanın bir kör alıcısı vardır diyerek tiyatro yapıyorsa­ nız ve sizi ayakta alkışlayan­ lara kanmaya hazır bir ego besliyor­ sanız, yolunuz kuyruğunuz kadar olur. (Bu da benim atasözüm olsun!)


Kocaeli Bölge Tiyatrosu

a

İyi Haberlerim Var

cy

Yılmaz Onay / myilmazkonay@yahoo.de

Bir kez, tarihçesine bakıldığında "Kocaeli Bölge Tiyatrosu", 1979'dan bu yana varlığını sürdürmüş ve bunu sürekli bir gelişme içinde başarmış. 1986'da

62

profesyonel işleyişe geçmiş.

O kadar da İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun kalbi olan A K M binasının yıkılmağa uğraşıldığı -... (daha sayayım m ı , siz de bunaldınız herhalde) - sıkıntılarla dolu günlerden 20 M a r t günü, Benim "Şarkılarımız Ölmesin" adlı çocuk oyunumu sahneleyen Kocaeli Bölge Tiyatrosu'nun prömiyerini izlemeğe gittim. D a h a gidişte bile, beni götürmek lûtfunda bulunan Lale H a n ı m ' ı n o tiyatroya nasıl gönüllüce omuz verdiğini öğrenmenin "iyi haber"iyle başladım güne.

pe

20 M a r t ' t a , "Kocaeli Bölge Tiyatrosu"nun konuğu olarak İzmit'teydim. " E e e , ne var b u n d a ? " diyebilirsiniz kuşkusuz. Neler olduğunu şimdi anlatacağım.

T a m , Türkiye genelinde, özel tiyatrolara devlet yardımının kesiliverdiği, Devlet Tiyatroları'nın - bir türlü özerkleştirilemediği için - hele bu iktidar döneminde başında iyiden iyiye kara bulutların dolandığı, amatör tiyatroların zaten olmadık engellerle boğuştuğu bir ortamda 27 M a r t D ü n y a Tiyatro G ü n ü "kutlama"larım kararlı direnişlere dönüştürme hazırlıklarının yapıldığı, bu arada İstanbul'da da İstanbul B. Ş. Belediyesi Şehir Tiyatrolan'nın yine bir türlü özerkleştirilemediği için - hele bu iktidarın belediyesi tarafından tüm sanatsal ve malî inisiyatifi elinden alınarak iyice işlemez hale getirilmek istenmesi yetmezmiş gibi bir de kalbi olan Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu binasının kısa sürede yok edilmeğe çalışıldığı (yerine bir şey yapılacağına i n a n m a n ı n aptallık olduğu), İstanbul'da operanın, balenin, senfoni orkestrasının ve bir

D a h a önce Kocaeli Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun "ödenekli tiyatro" statüsü kazandığına sevinmiş, a m a ardından - yine özerk yapıda olmaması nedeniyle - sanat yönetmenliğinde yaşanan sorunları üzüntüyle izlemiştik. Oyunun oynanacağı "Sakıp Sabancı Kültür Merkezi"ni ise, Bursa Devlet Tiyatrosu'nda sahnelediğim bir oyunun turnesi vesilesiyle görmüştüm. Ama "Kocaeli Bölge Tiyatrosu"nu ilk kez izleyecektim. Ve işte bu noktada beni çok mutlu eden bir sürpriz ile karşılaştım: Sözünü ettiğim kuruluş, gerçekten bir "bölge tiyatrosu" niteliğinde bence.

U m u t Verici Bir M o d e l Bir kez, tarihçesine bakıldığında "Kocaeli Bölge Tiyatrosu", 1979'dan bu yana varlığını sürdürmüş ve bunu sürekli bir gelişme içinde başarmış. 1986'da profesyonel işleyişe geçmiş. (Ama bağrında amatör tiyatro yapılarını barındırmayı, desteklemeyi bırakmadığı gibi, profesyonel işleyişi de " a m a t ö r " bağımsızlığını koruyarak sürdürmüş.) Öte yandan, gerek "Sabancı Kültür Merkezi"nin kente kazandırılmasını, gerekse Şehir Tiyatrosu'nun, bulunduğu Kültür Merkezi binası da dahil, kurulup gelişmesini, rekabet olarak görüp çatışmaya girmenin tam tersine neredeyse bizzat sağlamak gibi "bölge" için önemli birçok kazanıma daha (Seka Sineması, eski Halkevi salonu, vs.) omuz vermiş. Bu arada Kocaeli Bölge Tiyatrosu, kendisi de ("kısa özgeçmiş"inde belirttiği gibi) "1988 yılından bu yana Belediye İşhanında dört stüdyo sahne, bir oda tiyatrosu, atölye sahne, müdürlük, büro, yönetim odaları ve soyunma odalarından oluşan" bir komplekse ulaşmış. Bir bölüğünü gezerek gördüğüm bu mekânlarda, tiyatro üretimi yanında,


Ve Örneklediği S o m u t Ü r ü n B ü t ü n bu gelişimin salt tasarımda veya niyette kalmayıp somut uygulamaya ve ü r ü n e varmış örneğini ise, "Şarkılarımız Ölmesin" o y u n u n u n benim için "beklenmedik" düzeydeki başarısında izleyerek ayrı bir mutluluk d u y d u m . Nedenlerini açıklayabilmek için biraz ayrıntıya girmeme izin verin. Bir defa oyunculukta, kurumun

Tiyatrosu'nun ve oyunun başarısını kanıtlarcasına çelişkiliydi.) S a l o n u n Tartışmalı Katılımı ve Müdahalesi Bir ikinci örnekle yetmeyim: Ben oyunu kurarken, seyirciye sorulan belli noktalarda, daha önceki yanıt veya kararlarındaki yanlışı fark etmesini hedeflemiştim. Bu hedef, eğer m e t i n d e o n u n gereklerini başaramamışsam "hüsn-ü k u r u n t u " d a n ibaret kalır elbette. İşte bazı uygulamalar bu nüansları ortaya getirmediği için, seyirci katılımı, edilgin, düz ve zayıf, hatta yer yer "yok" olunca kendimden kuşku duyar olmuştum. Ama Burhan Akçin'in ve oyuncularının sahnelemesinde t a m da benim hedeflediğim noktalarda seyircinin h e m enerjiyle m ü d a h a l e edip h e m de bir yarısı "evet" derken öbür yarısının "hayır" dediği bir fiilî "tartışma" veya "çelişki" aktivitesine vardığını yaşayınca, onların ustalığını yürekten takdir ederken kendi yazdığıma da güvenimi k a z a n d ı m . Tiyatroda uygulama böyledir zaten, bir metni yükseltir d e , çökertir d e . Ama bu kez "yükseltme"nin metropolde değil "bölge"de gerçekleşmesi, bence başlı başına bir "iyi h a b e r ! " .

a

pe

İstanbul metropolü, bir süredir ülke sanatında t ü m öteki alternatifleri (örneğin bir zamanlar A n k a r a ' n ı n , sanat alanında belirleyicilik düzeyine varan etkinliğini) eritip, t ü m ü n ü "taşra''laştırdığı için, sanat düşmanı gericilik de kuşatma ve yıkım işine - Başkent'ten bile önce - İstanbul'dan başlamıştı elbette. Bu d u r u m d a mücadele için z a m a n zaman, tiyatro ilgisinin ülkemizdeki heyecan verici yaygınlığına, tiyatro sanatının canlı oyuncu ile canlı seyirciye dayalı olmasından baskılarla önlenemeyeceğine güvenerek, gericiliğin metropolleri çökertmesine karşı yaygın alternatiflere u m u t bağladığımız olmuştu, ama bu u m u d a h e p biraz da ütopya olarak bakardık. Oysa şimdi ö n ü m d e o ütopyaya yaklaşan bir gerçekleşmiş modeli görür gibi oluyordum.

kendi yetiştirdiği oyuncuların düzeyi çok sevindirici. Ç ü n k ü bizzat yönetmen - ve aynı zamanda kurumun da sanat yönetmeni olan - Burhan Akçin'in de belirttiği gibi, pek kolay olmayan bu oyunun gereken düzeyde ortaya çıkmasının, her şeyden ö n c e iyi oyunculuğa bağlı olduğu baştan belliydi (aslında her çeşit tiyatro için oyunculuk esastır zaten). Ama burada, oyunun t ü m nüanslarını kavramış ve bunu seyirciye de aktaracak ustalıkları edinmiş bir üslûp ve yaklaşım söz konusu. İşte bu, h e m y ö n e t m e n i n oyun yönetimindeki temel yaklaşımı h e m de eğitimin verdiği oyunculuk disiplini ve yöntemi sayesinde gerçekleşiyor kanımca. Öyle ki, benim bu oyunumun başka sahnelenişlerinden de izleyebildiğim birkaçında (örneğin Bursa Devlet Tiyatrosu ' n u n uygulamasında) oyunun en önemli yanlarını oluşturan birçok noktanın ya kavranamamış ya da uygulanamamış olduğunu görerek, neredeyse kabahati kendimde bulur ve o y u n u m d a benim var olduğuna inandığım o boyutların varlığından kuşku duyar o l m u ş t u m . Yalnızca bir iki örnek: Oyunun temel şarkısı olan "Ellerimiz barış için / Şarkılarımız ö l m e s i n ! " şarkısı, bir dolgu veya düz bir öğreti şarkısı olarak değil, daha baştan seyirci ile aktif ve tartışmalı olması gereken ilişkinin taşıyıcısı olarak seyirciyle birlikte söyleme-söyletme biçiminde uygulanması gereken bir asal öğe olarak düzenlenmiştir. Buna uygun oynanışı daha önce sayın M e t i n B o r a n ' ı n çok başarılı sahnelemesiyle Diyarbakır Belediye Tiyatrosu'nda izlemiştim ve oyuna güvenim artmıştı, bu kez de K o c a e l i ' n d e bu güvenimi iyice pekiştiren bir uygulama izledim. Öyle ki, "çocuk kitlenin g ü c ü " yansıyordu d ü p e d ü z . (İzleyemediğim uygulamalar için haksızlık etmeyeyim. Örneğin Ankara Ekin Tiyatrosu'nun daha bu sezon "Şarkılarımız Yaşasın!" adıyla yaptığı uygulamanın da başarılı olduğunu duyarak mutlu oldum, gerçi oyunun bazı yerlerde yasaklanması bu mutluluğumuza darbe indirdi kuşkusuz, ama yasaklanma gerekçeleri de Ekin

cy

oyunculuk ve çeşitli dallarda değişik yaş gruplarına eğitim veriliyor. Kurum, etkinlik alanlarını "özgeçmiş''inde şu başlıklar altında toplamış ve d ö k ü m ü n ü de vermiş: " 1 . Profesyonel Tiyatro Çalışmaları; 2. Tiyatro Okulu; 3. İzmit Sanat Evi (TSEV); 4. Anadolu Turneleri; 5. Yaratıcı D r a m a Seminerleri; 6. Yaz D ö n e m i Etkinlikleri; 7. Çocuk Oyuncular Tiyatro Festivali". Ö t e yandan kurumsal açıdan da K B T , h e m merkezi Ankara'da b u l u n a n "Yaratıcı D r a m a D e r n e ğ i " n i n Kocaeli 'ndeki bölgesel organı, hem de ASİTEJ'in aktif üyesi ve Kocaeli temsilcisi d u r u m u n d a . Nitekim 20 Mart prömiyer günü d e , söz konusu uluslararası birliğin " Ç o c u k ve Gençlik Tiyatroları G ü n ü " olduğu için, aynı z a m a n d a Birliğin temsilciliği misyonuyla seçilmiş.

Ç ü n k ü 26-27 M a r t eylemlerimizin ana başlığı olan "Tiyatro Direniyor!" deyişimizde, direnmenin yalnızca muhalefet boyutuyla kalması yetmeyebiliyor; bir şeylere karşı çıkarken, en azından o muhalefetimizin başarıya ulaşamaması, yani gericiliğin bildiğini okumayı sürdürebilmesi halinde, direnişin devamında olumlu dayanaklara ve dayanılacak somut modellere de ihtiyaç var. Bu bakımdan h e p kötü haberlerle yaşayacak değiliz ya, biraz da iyi haber almanın müthiş özlemi içindeyiz, en azından dayanma gücümüzü koruyabilmek için. İşte, üzüntülerimizin, kavgalarımızın içinde bir de böyle bir güzel "haber"i sizlerle paylaşmak istedim.

Tiyatroda uygulama böyledir zaten, bir metni yükseltir de, çökertir de. Ama bu kez "yükseltme"nin metropolde değil "bölge"de gerçekleş­ mesi, bence başlı başına bir "iyi haber!". 63


a pe cy Önce Atmosfer Muhsin Akgün Fotoğrafları Yazı: Olkan Özyurt


Alışık olmadığımız bir durum var AKM'nin sahnesinde. Bir şelale kurulmuş... Sular yüksekten sahneye doğru hücum ediyor. Ve bir adam suyun akışına aldırmaksızın dans ediyor. Pina Bauch'un 'Nefes' gösterisinden bahsediyoruz.

Muhsin Akgün objektifiyle Kül Kedisi, 2005 '•adama

odaklanıyor. Ama o,

dansçının sadece hareketlerini fotoğraflamak yerine dansçının, İstanbul'u temsil eden suyla ilişkisini fotoğraflamayı tercih ediyor. Ve ortaya, daha sonra 'Nefes' gösterisinin afişinde

pe cy

a

kullanılacak fotoğraflar çıkıyor. Bir fotoğrafçı ham maddesinin ışık olduğunu çok iyi bilir. Çünkü kural basittir ışık yoksa fotoğraf da yoktur. Bu durum da fotoğrafçının ışığı tanımasını Kül Kedisi, 2005

zorunlu kılar. Işığı tanımak, bilmek aynı zamanda onun sunduğu imkanların farkında olmak demektir.

Muhsin Akgün'ün, 'Nefes'in provalarında çektiği fotoğrafları iyi olmasının ana sebebi de budur. Işığı tanıması. Sahneye yansıtılan ışığın çiğline aldırış etmeden, o ışığın film şeridi üzerinde nasıl bir etki yaratacağını bilir. Ayak Takımı Arasında, 2003

66


Kompozisyonunu kurarken de bu etkiden hareket eder.

Aslında bu Muhsin Akgün'ün fotoğrafa temel yaklaşımıdır diyebiliriz. O öncelikle atmosfer oluşturmayı sever. Bunun için çoğu zaman şaşırtıcı, farklı fotoğraflarla çıkar karşımıza. Hatta öyle ki fotoğrafın nasıl bir ortamda çekildiğini bildiğiniz

Müfettiş, 2004

halde yine şaşırırsınız. Çünkü çekim yaptığı ortamdaki ışıktan yararlanarak oluşturduğu atmosfer etkileyicidir.

Atmosfer kurmak işin ilk şartı

a

olsa da içini iyi doldurmak gerekir. İşte bu aşamada Muhsin

objeye nasıl odaklanacağına karar verir. Bu karar anında film setinde çekim yapan bir

Metapolis, 2004

pe

yönetmenden bir farkı yoktur

cy

Akgün o atmosfere uygun olarak

aslında. Yönetmen gerçeği nasıl kendince yeniden yaratıyorsa Muhsin Akgün de aynı tavrı fotoğrafta gösterir. Burada

yönetmen bunu bir sahneleme mantığı içerisinde prodüksiyon olanaklarından yararlanarak yaparken Muhsin Akgün'ün doğal ortamdan yararlanarak yaptığının altını çizmekte fayda var.

Metapolis, 2004

67


Gerçeği yeniden yaratmak zordur. Eğer bunun altından kalkamazsanız ortaya son derece kötü fotoğraflar çıkar. Üstelik kimi fotoğrafçılar gerçeğin yeniden yaratılması konusunda fotoğrafçının minimum düzeyde işe karışması gerektiğini savunsa da Muhsin Akgün bu konuda farklı düşünmektedir. Ama bu Nefes, 2003

konuda uçlarda dolaşmayı da tercih etmez. Fotoğrafların inandırıcı olması ve en önemlisi fotoğrafçının yarattığı atmosferle ve kompozisyonuyla ikna edebilecek düzeyde olması

pe cy a

gerektiğini düşünür.

Muhsin Akgün farklı alanlarda fotoğraf çekse de asıl olarak portreleri dikkatle izlemek gerekir. Çünkü onun tarzı portre fotoğraflarda daha belirginleşir. Nefes, 2003

Belki beş dakika belki üç saat hiç fark etmez, fotoğrafını çekeceği insanla baş başa kalır bu zaman içerisinde. Ve ipleri eline alır. Sürekli objektife bakmasını ister. Elbette bunun bir sebebi vardır. Objenin gözlerindeki keskin ifade gücünün olanaklarından yararlanmak ister. Çünkü özellikle çektiği portre fotoğraflarında inandırıcılığı bununla sağlar.

Dünyanın Ortasında Bir Yer, 2007

68


Editör: Ertuğrul Timur etimur@tiyatrodergisi.com

Gençlik Tiyatroları Oluşumu

pe cy

a

Taksim'deydi

Gençlik Tiyatroları oluşumu 25 Mart Pazar günü Taksim Meydanı'nı ve AKM önünde düzenledikleri etkinlikle 20 Mart Dünya Gençlik Tiyatroları G ü n ü ' n ü kutladı ve AKM'nin yıkılmak istenmesini protesto etti. Gençler, kostümleriyle saat 13.30'da Sıraserviler Caddesi'nden yürüyüşe geçti. Taksim Cumhuriyet Anıtıtı'nın önünde alkışlarla karşılanan topluluk, Anıt'a çelenk koyup saygı duruşunda bulunduktan sonra AKM önüne yürüdü. Gençler, halka tiyatro maskları dağıttı. Atatürk Kültür Merkezi önünde toplanan gençler "AKM Yıkılamaz", "Harbiye Muhsin Ertuğrul Yıkılamaz", "Sahneler Bizimdir Bizim Kalacak", "Karanlığa Hayır Sanata Evet" sloganlan attı. Handan Karaadam'la çalıştıkları yıkımları konu alan bir de pandomim gösterisi sundular. Halkın ilgiyle izlediği gösteriden sonra basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamanın ardından Kabataş'a geçen gençler, Plato Film Okulu'nda 20 Mart kutlaması gerçekleştirdi.

Katılan Gençlerin Gözünden Taksim Eylemi Ezgi Besen (İstanbul Üniversitesi): Bugünkü yürüyüşte korkuluktum ama bilmem kargaları korkuttum mu? Sanmıyorum yine sahneleri yakmak yıkmak için orada onlar! Yine de küçücük çocukların maskeleri takıp "AKM Yıkılamaz" diye bağırmaları bana güç verdi, beni gülümsetti. Sahi bir çok insana dağıttık maskeleri ama tek takan çocuklar oldu. Umarım büyüyünce de böyle coşkulu ve cesur ve özgüven sahibi olurlar! Umarım bize katılırlar sesimiz gürleşir! Gerekli her makamdan izin almamıza

rağmen bizi engellemeye çalışan AKM görevlileri de oldu tabii. Metroyu kullanmamızı bile (sadece geçiş için) engelleyeceklerdi az kalsın. Hatta bizi diğer insanlarla aynı vagona bindirmediler, karantinaya alındık. Aman ha eylemci ruh bulaşır insanlara! veya tiyatro sevgisi. Biz de o vagonun ismini Muhsin Ertuğrul vagonu koyduk. Artık Kabataş'a giden metronun son vagonunun ismi budur! Plato film okuluna gelince dans ettik, eğlendik, gitar çaldı arkadaş biz söyledik hep bir ağızdan "karlı kayın ormanında"... Tam bir kutlamaydı. Teşekkürler.

Onur Durmuşoğlu (Güngören Lisesi): G e n ç l i k Tiyatroları olarak en büyük organizasyonumuzu yaptık. Kostümlerimizi giydiğimiz Shaman Kültür Merkezi'nden çıkarken insanların garip bakışları bir an beni korkutmaya yetti. Sonradan resimlerimizi çekip hoşgörü ile bizi karşıladıkları zaman içimdeki korku yerini mutluluğa bıraktı. Atatürk Anıtı'na doğru yürürken insanlar bize şaşkın şaşkın bakıyor cep telefonları ve fotoğraf makineleri ile resimlerimizi çekip duruyorlardı. Yalnız AKM önünde yaptığımız izinli gösteriye polisler bile müdahale etmezken, AKM'nin kraldan fazla kralcı güvenlik görevlisi slogan atmamamız için bizi uyardı. Anlamadığım nokta bu insanın ekmek yediği yerin kapanmasına karşı çıkmak yerine, kapatılmasına karşı çıkanlara müdahale etmesiydi. İsa Karslı (Kocaeli Üniversitesi): " A K M ' n i n yıkım kararı ile ilgili duruşumuzu göstermek amacıyla yapmış

Gençlik Tiyatroları Oluşumu festivalde üç gün boyunca stand açarak kendini tanıttı, yeni üye kayıtları yaptı ve bir çok ilde yapılan festivale davet aldı. Salon aktivitesine on iki ayrı 69


a

olduğumuz gösteriyi izlerken, halkın bizlere katılışı, dağıtılmış olan maskları takması, küçük çocukların " AKM yıkılamaz" diye haykırmaları, "Genti üyelerinin Pandomim gösterisi ilgili mercilere verilebilecek en içten en duygulu en anlamlı mesaj olduğuna inanıyorum. Ne kadar güzel bir ortamdı. Bizler Kocaeli'den katılmamıza rağmen oluşum üyeleri kurucularının bizlere yaklaşımı o kadar sıcak ve samimiydi ki unutamayacağımız bir gün yaşamış olduk. Emeği geçen herkese teşekkürler

pe cy

Ülkemizde Gençlik oyunu örneği göremezken Almula Merter bu oyunu Bulgaris­ tan'da Bulgar sanatçıları ile sahneliyor. Festivaller dahilinde ülkemizde de sahnelenmesi planlanan oyunla ilgili olarak oyunun yönetmeni Almula Merter'den bilgi aldık.

Ebru Çömlekçi (Açık Öğretim Fakültesi): 27 M a r t Dünya Tiyatro G ü n ü ' m ü z kutlu olsun... Her şeye inat, her şeye rağmen... Kutlu olsun cümlemize. Biliyorum ki ne olursa olsun, oralarda bir yerlerde, bizler, onlar, sizler tiyatroyu yaşatacak ve tiyatro varolmaya devam edecek. Her şeye inat, her şeye rağmen. Bilirim ki her bir sahnenin taşında, harcında, demirinde, çimentosunda, bir replik, bir

duygu, bir efekt takılıp kalmıştır. İşte tiyatro orada yaşamaya devam eder. Biri oynar, biri alkışlar. Kimi zaman, yıktırılır ama o ruh, hemen başka bir bedende vücut bulur, canlanır. Böylece, Tiyatro, her şeye rağmen sürüp gider. Daha ölmedi... Ölemez... Öldürmeyiz... Yaşatmalıyız...Yaşamalı... Nefes aldığım ve varolabildiğim tek yer tiyatro. Nefes aldığım, ben olduğum tek yer... Caanım tiyatrom, yaşamalı.

HABERLER.

Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi'nde Tiyatro Günü Etkinlikleri

Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi'nde 27 Mart Dünya Tiyatro G ü n ü ' n ü kapsayan haftada çok sayıda etkinlik düzenlendi. Okul yönetiminin de desteklediği etkinliklerden ilki, 20 Mart'ta gerçekleştirildi. Adnan Tönel'le oyunculuk atölyesi, ardından Savaş Aykılıç'la oyun yazarlığı atölyesi etkinliğini kapsayan program oldukça ilgi gördü. 28 Mart'ta ise Nihal Kuyumcu, İBŞT Gençlik Birimi sorumlusu Eftal Gülbudak, yazar yönetmen Coşkun Irmak ve Ertuğrul Timur'un katıldığı "Gençlik ve Tiyatro" konulu panel düzenledi. Aynı gün düzenlenen başka bir söyleşinin konukları Nedim Saban, Süeda Çil ve Sezai Aydın idi.

Genç Tiyatroculara Makyaj Sanatı Eğitimi Gençlik Tiyatroları Oluşumu'nun düzenlediği atölye çalışmaları devam ediyor. Mart ayı içerisinde yapılan çalışmalardan en çok ilgi çeken ve beğeni toplayanlarından biri de Vira Kozmetik Genel Müdür'ü Sevtap Aytuğ'nun Makyaj Sanatı dersi oldu. Tiyatro-bale makyajı ve peruk gibi konularda Türkiye'nin önde gelen isimlerinden biri olan Aytuğ, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü'nde "Sinema Makyajı" dersleri veriyor. Makyajın çalışma alanlarım gösteren ve kendi uyguladığı teknikler üzerinde duran Aytuğ, dersin sonuna doğru makyaj sanatı ile ilgili videolar izletti ve kitaplardan örnekler gösterip makyaj ürünleri ile uygulama çalışmaları yaptı.

70


Editör: Nihal Kuyumcu nihalkuyumcu@yahoo.com Editörden: Eskişehir'den Merhaba, Şu sıralar " 2 . Uluslararası Eskişehir Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali'ni izlemek üzere Eskişehir'deyim. İki oyun izledim şu ana kadar. Biri Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın oyunu " C u c o Bilmiyor", diğeri ise Lüleburgaz Uçan Eller Kukla Tiyatrosu'nun oyunu " G ü n Işını". Her iki oyun da burada iki satırla geçiştiremeyeceğim kadar güzel hazırlanmış. Festivalde, Türkiye'den katılan Tiyatro Tempo (Ankara), Anatole Curcunabazlar gruplarının yanısıra Bulgaristan'dan, Fransa'dan da ekipler var. Ayrıca "içimizdeki R i t m " Beden Perküsyon ve "Öyküden Oyuna" Drama ve Temel Pandomim ve Jonglörlük Teknikleri atölyeleri de yer alıyor. Güzel bir festival olacak galiba... Mayıs sayımızda festivalin tüm ayrıntılarıyla buluşmak üzere...

Eftal Gülbudak:

pe cy

a

Çocuk Tiyatrosu İBBŞT'de Ayrı Bir Yapılanmaya Gitmeli

Türkiye 'de Çocuk tiyatrosu ilk kez İBŞT çatısı altında Atatürk'ün direktifleriyle başladı. Cumhuriyeti, devrimleri, beraberinde gelen yeni yaşam biçimini anlatmak için tiyatronun gücünden ve büyülü dünyasından yararlanmak üzere özellikle ilk yıllarda bu konuları anlatan oyunlar sergilendi. İlk oyun 1935 'te sahnelendi. O günden bu güne hafta

sonları, çocuklar için düzenli olarak perdelerini açan İBŞT'nin bugün Ümraniye'den Kağıthane'ye yedi salonu var. Ayrıca Gaziosmanpaşa'da haftanın altı günü sadece çocuk oyunları sergilenen salonunda birçok çocuk tiyatro ile buluşuyor. Olanı biteni biraz da çocuk tiyatrosu birim sorumlusu Eftal Gülbudak'tan dinleyelim.

71


Bu göreve geleli ne kadar oldu? Bir yılı biraz geçti.

a

başlayacaklardır. Neticede nasıl bakması değerlendirmesi gerektiği konusunda belki de o güne kadar hiç düşünmemiş olan veli çocuk tiyatrosunun, güzel, eğlenceli, sadece sevimli O günden bugüne neler değişti diyerek biraz geçmişe yönelik bir değerlendirme yapalım mı? kahramanların olduğu, renkli bir dünyadan ibaret olmadığını fark edecektir. Belki başlangıçta Aslında pratik olarak çok fazla şey yaptığımız sizlere çok yardım etmeyecek bu defterler ama söylenemez. Düşünceler, idealler, beklentiler, özlemler var. Bununla ilgili birtakım çabalar da var. zaman içinde çok önemli olacağını düşünüyorum. Bizim bu düşüncemizin oluşmasını sağlayan bu Aynı zamanda genel sanat yönetmen yardımcısı olduğum için diğer konulara da ilgisiz kalamıyorum, alanda çalışan uzmanların yanı sıra ASSITEJ ani gelişen, değişen durumlarda bir takım görevler (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği) oluşuyor ve o işlere de el atmak gerekiyor, tabii bu oldu. ASSITEJ Türkiye Merkezi'nin tiyatroların mazeret değil ama, yine de vaktinizi, enerjinizi alıyor. fuayelerine asmayı planladığı sorulan da göz önünde bulundurarak böyle bir çalışmayı başlattık. Bizim asal görevimiz çocuk tiyatrosu yapmak. Değerlendirmesini sezon sonunda yapacağız. Oyunlarımızı yenilemek, yeni oyunlar seçmek ve bunları da pratik sürece sokarak sahnelemek. Geçen yıl sahnelenen oyunların yanı sıra bu yıl repertuvara Çocuk tiyatrosunda sizin için olmazsa olmaz dört oyun seçtik ve sahneye koyduk. Bu bizim rutin neler var, siz bu konuda neler yapıyorsunuz? olarak yaptığımız bir şey. Ayrıca bunu yaparken, bu Oyunlarımızı sahnelerken olmazsa olmazlarımız; işi daha güzel daha doğru yapabilmenin formülünü özenli bir müzik, özenli bir dekor, kostüm tasarımı, de üretmek zorundayız. Bunu da fikir alışverişinden koreografik düzenleme ve elbette samimi bir yararlanarak gerçekleştirebiliriz. Mutlaka oyunculuk. Ayrıca metnin iletisinin sağlam ve doğru birikimlerden faydalanmalı, yeni fikirlere de bir biçimde çocuğa geçmesine özen gösteriyoruz. Bütün şekilde alan açmalıyız. Bu yıl şöyle bir uygulama bunları sezon başında rejisör ve tasarımcı yaptık; fuayelerimizde öğretmenlere, velilere ve arkadaşlarla paylaştık, bunlara dikkat edelim, bunlar çocuklara yönelik seyirci anket defterleri açtık. standartlarımızdır, bunlardan kesinlikle ödün Kendilerinden oyunlarla ilgili görüşlerini yazmalarını vermeden oyunları gerçekleştirelim dedik. istedik. Kimi sorulara evet-hayır gibi çok kısa yanıtlarla yetinirken kimisi de gerçekten bu konudaki Bunların dışında yapmayı düşündüğünüz ama görüşlerini dile getiriyorlar. Yıl sonunda tüm bu gerçekleştiremediğiniz neler var? defterler toplanarak öğretmenlerin, velilerin ve Düşünüp de gerçekleştiremediğimiz ama hâlâ çocukların oyunlarımızdan ne anladıklarını, ne üzerinde çalıştığımız, rejisörden oyuncusuna kadar beklediklerini, dolayısıyla bu konudaki görüşlerini bu alanda çalışan her kim varsa onları çocuk öğreneceğiz. Elde ettiğimiz bilgiler bize neyi ne tiyatrosunun nasıl olması gerektiği konusunda şekilde yapmamız konusunda yararlanacağımız bilgilendirecek bir bülten. Bunun hazırlığı içindeyiz. ipuçları verecektir. Bir çeşit rehber olacak bu alanda çalışanlara. Yani

pe cy

"Çocuk tiyatromu­ zun nerede durduğunu, durduğu yerin doğru olup olmadığını, bütün bu deneyimleri de göz önünde bulundura­ rak ve yeni önermeleri de işin içine katarak sorgula­ mak, böylece bir yere varmak gerekiyor."

Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü; çocuklarla oyun izlemeye gelen veliler, öğretmenler o soruların yanıtlarını daha sonraki oyunlarda düşünmeye başlayacaklar, yanlarındaki çocuğun tepkilerini inceleyecekler, yanlarındaki çocuğun gözünden oyunu değerlendirmeye

72

hizmetiçi eğitim amaçlı olacak. Hazırlıklar yapılıyor ama bu sezona yetişmeyecek sanırım. Uzman görüşleri ile kendi deneyimlerimizi birleştirerek neyin nasıl olması konusunda uygulayıcılara öneriler getireceğiz. Şimdiye dek böyle bir şey ya da benzeri yapıldı mı? Hayır

Peki şimdiye kadar yapılanlar için 'el yordamıyla yapılıyordu' diyebilir miyiz? Tiyatronun geleneksel bir yapısı var. Çocuk tiyatrosu konusunda birtakım çalışmalar yapılmış, bazı önerilerde bulunulmuş. Bunlardan edinilen deneyimlerle de bugünlere gelinmiş. Bugün artık bunların yeniden sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Çocuk tiyatromuzun nerede durduğunu, durduğu yerin doğru olup olmadığını, bütün bu deneyimleri de göz önünde bulundurarak ve yeni önermeleri de işin içine katarak sorgulamak, böylece bir yere varmak gerekiyor. Ben bugüne kadar yapılanları çok önemsiyorum. Çünkü eksikleri, doğruları ve yanlışlarıyla çocuk tiyatromuzu ayakta tutmuş bugüne getirmiştir. Şimdi bütün bunlar meseleyi nasıl daha iyi bir yere götürebileceğimiz arayışlarında zemin oluşturacaktır. Yapmayı planladığımız çalışmalardan biri de çocuklarla iletişimle ilgili. Çocuklarla iletişimimiz ancak çocukların salona gelmesiyle olabiliyor. Günümüzde çocuklar internet ve bilgisayarlarla büyüyor.


a

getiriyorlar. Yüzde doksan-doksan beş oranında dolulukla oyunlar sahneleniyor. Repertuvardan kalkmış oyunların dekor parçalarıyla dış kapıdan itibaren tüm binanın girişini ve fuayeyi çocuk tiyatrosuna uygun olarak bezedik. Bu sahneye gösterilen ilgi çocuk tiyatrosunda ayrı bir bölümün kurulması gerektiği, ayrı bir yapılanmaya gidilmesi konusunda itici bir güç olacaktır. Çocuk tiyatrosunun ayrı bir yapılanmaya gitmesi bu alanda çalışanları da rahatlatacaktır. Oyuncular, cumartesi-pazar çocuk oyunundan çıkıp bir başka sahnedeki yetişkin oyununa koşturuyorlar. Teknik ekip ışık ve dekorda sorunlar yaşayabiliyor. Yorgunluk koşuşturma performansı da etkiliyor. Ne kadar iyi niyetli olsak da yapı çok sağlıklı işlemiyor. Yönetimin de bu konuya sıcak baktığını biliyorum.

cy

İBBŞT'nin çocuk tiyatrosu ile ilgili kuracağı bir web sitesi yoluyla çocuklarla her şeyi paylaşmak istiyoruz. Fuayeye koyduğumuz defterlerde çoğu internet adreslerini bildirmişler.

pe

Bildiğiniz gibi çocuk tiyatrosunda hedef kitlenin belirlenmesi ve o kitleye oynanması üzerinde durduğum bir konu. Örneğin cep tiyatrosu okul öncesi çağı için çok uygun bir mekan. İlkokul çağı, sonrası vb. ayrımlarla oyun hazırlanması çok mu zor? Bir tek cep tiyatrosu yerinde kalır diğerleri dönüşümlü olarak sahneleri gezebilir. Bugün Şehir Tiyatroları'nda izlediğim "Doğ Güneşim Doğ" adlı oyun yedi yaş ve yukarısı içindi ve küçüklerin kimi ağladı, kimi gürültü yaptı, gerçek seyirci izlemekte güçlük çekti. Oyuna da yazık oluyor seyirciye de ne dersiniz? Haklısınız. Biz bu yıl sahnelenen oyunlar için afişlerde yaş grubu belirttik. Örneğin bugünkü oyun yedi yaş ve yukarısı için. Fakat bunu seyirci dikkate almıyor. Belki daha gişe görevlisinden başlayan bir uyarı, bir hatırlatma süreci bu konuya işlerlik kazandıracaktır. Veli de çocuk da kapıdan dönmek istemiyor. "Olsun çocuğum bu oyunu görsün, bu atmosferi paylaşsın" diyebiliyor. Zaman içinde yerleşecek bir kural, biz şimdilik sadece sorumluluğumuzu yerine getirmek adına afişlerimize böyle bir not düştük. Ama yerleşmesi için biraz zamana ihtiyacımız var. Biraz Gaziosmanpaşa Sahnesi'nden söz edelim mi? Çocuk oyunlarına çok yoğun bir ilgi var. Bunu göz önüne alarak bu yıl GOP sahnesini sadece çocuk oyunlarına ayırdık. Haftada altı gün çarşamba dışında her gün oyun var. Yalnız yakın bölgelerden değil uzak yerlerden de okullar servis araçlarıyla çocukları

23 Nisan Çocuk Şenliği yapılacak mı? Programınız belli oldu mu? Bu yıl 23.'sü düzenlenecek olan şenlik, geleneksel etkinliklerimiz içinde yer alan bir çalışma. Dışardan başlayan ve seyirciyi içeri çeken bir program düşünüyoruz. İstanbul dışından da gruplar gelecek. Her sene bir sloganla yola çıkıyoruz. Geçen yıl "Çocukça Renkler"di. Bu yıl ise "Elim Sende" olacak. Bu birçok şeyi çağrıştıracak bir başlık. Hem oyunsu bir yanı var hem el vermek, kontak kurmak, bir birikimi bir başkasına aktarmak, bir ideali başkasıyla paylaşmak gibi. Son olarak iyi bir çocuk oyunu için en gerekli olan şey nedir desek ne derdiniz? Bana göre hayal gücü. Tabii, bilimsel düşüncenin ve aklın desteği de olmalı. Ama en önemlisi hayal gücü... Teşekkür ederiz...

İBBŞT'nin çocuk tiyatrosu ile ilgili kuracağı bir web sitesi yoluyla çocuklarla her şeyi paylaşmak istiyoruz. 73


Ankara DT'den Ödüllü Çocuk Oyunu:

cy

a

"Keloğlan Keleşoğlan"

Hanife Benzer / hanifebenzer@yahoo.com

74

pe

Sahnede canlandı­ rılan herkesin bildiği Keloğlan masalı olsa da yazarın oyuna masklarla ve sahneleme biçimiyle kattığı başarılı yorum Keloğlan'a özgünlük kazandı­ rıyor.

Keloğlan masalları çocukluk yıllarının vazgeçilmezleri arasındadır. H e m e n her çocuğun aşina olduğu masalların başında gelir belki de. Çocukların yakından tanıdığı Keloğlan bu kez Ulviye Bursa'nın yazıp yönettiği bir oyunla sahnede. Ulviye Bursa, ayrıca oyunun kukla ve masklarını da hazırlamış, böylece çocuklara güzel bir tiyatro şöleni yaşatan bir oyun çıkmış ortaya.

Oyun, ellerinde kuklalarla sahneye çıkan bir grup oyuncunun müzik ve dans eşliğinde masalı anlatmasıyla başlıyor. "Bir varmış, bir yokmuş..." Masal sahnede canlanıyor, çocuklar şimdiye dek büyüklerinden dinledikleri ya da okudukları masalı bu kez sahnede izleme imkânı buluyorlar. Kitaplarda olduğu gibi, Keloğlan yine tembel... Annesinin yakınmaları sahnede de devam ediyor. Ancak masal bu ya annesinin yapmasını istediği işlerde bir türlü başarılı olamayan "Keloğlan" nasıl oluyorsa köyü için çok önemli işler yapıyor ve herkesin çok sevdiği biri oluyor. Ankara Devlet Tiyatrosu'nun çocuk oyunları arasında yer alan bu oyun, Keloğlan'ın zamanla herkes tarafından nasıl çok sevilen biri olduğunu eğlenceli ve didaktizmden uzak bir dille çocuklara anlatıyor. "Onu yapmalıyız, bunu yapmamalıyız!" gibi sıradan cümlelerden uzak durularak verilen mesajlar çocukları düşünmeye yönlendiriyor. Örneğin, çocuklar Sinan Pekinton'un seslendirdiği devle birlikte her devin kötü olmadığını, devlerin de iyi özellikleri olabileceğini görebiliyorlar. Susuz kalan köylülere su götürebilme konusunda

Keloğlan'a yardım eden dev yardımsever olma özelliğini "Zor durumda olanlara yardım etmeliyiz" ya da "Yardım etmek güzel bir davranıştır." demeden çocuklara davranışlarıyla somut bir şekilde gösteriyor. Sahnede gerçekleşen bu olaylar aracılığıyla, çocuklar durumları yorumlayabilirle imkânı buluyorlar. Keloğlan masallarında yer alan deyimlere, oyunda da yer verilmektedir. Ancak oyundaki deyimler dildeki anlamı yerine, somut karşılığı ile kullanılmış. Böylece çocukların dildeki bazı ayrıntıları fark etmelerini sağlayan komik durumlar ortaya çıkmış. "Başımı alır giderim." diyen Keloğlan'ın başındaki maskı çıkarıp eline alması gibi. Deyimin bu şekilde kullanımı oyunun akışında sorun yaratmamakta; aksine çocukların ilgisini canlı tutma konusunda yararlı olmaktadır. Sahnede canlandırılan herkesin bildiği Keloğlan masalı olsa da yazarın oyuna masklarla ve sahneleme biçimiyle kattığı başarılı yorum Keloğlan'a özgünlük kazandırıyor. Bu başarının kanıtı ise "Keloğlan Keleşoğlan" oyununun Sanat Kurumu 2006 Ödülleri Jüri Özel Ödülü'yle taçlandırılmasıdır. Ayrıca, oyunun telif gelirinin Serebral Palsili Çocuklar Derneği'ne bağışlanması da, bağışlayanın tüm çocuklara karşı sorumluluk bilinci taşıdığını gösteriyor. Oyunda kullanılan ışığın zaman zaman çok yetersiz olduğunu görüyoruz. Özellikle okul öncesi çağı çocukları için daha aydınlık bir sahne ve salon


onların tedirginlik duymadan, daha keyifle oyunu izlemelerini sağlayacaktır. Bu uygulamayı bir başka açıdan olumlu olarak da değerlendirebiliriz. Az ışığın, ağaç altında yatarak zamanını boşa harcayan Keloğlan'ın rüya sahnelerini destekleyen bir uygulama olduğunu da düşünebiliriz. Ancak salonda okul öncesi çocuklarının varlığını yine de göz önünde bulundurmak zorundayız. Kostümler ise masalın büyülü havasını yansıtmada eksiksizdi. Kukla ve maskların etkili bir şekilde kullanılması oyunu sıradan bir masal canlandırması olmaktan çıkararak anlamlı bir görsellik sunuyordu. Ayrıca, oyun esnasında çocukların şarkılara eşlik etmesi, oyundaki şarkıların çocukların zevkine ve ilgisine yönelik hazırlandığını göstermektedir.

a

Tembelliğin kötü bir alışkanlık olduğu, bütün güzelliklerin çalışılarak elde edildiği, yardımın toplu bir şekilde yaşayan insanların yaşamında çok önemli bir yer teşkil ettiği, yardımların karşılık beklenmeden yapıldığında anlamlı olduğu, kötülüklere kötülükle karşılık verilmemesi ve bağışlamanın erdemli bir davranış olduğu oyunda özgün bir dille anlatılmaktadır. Yedi yaş ve üstü için sahnelenen oyunu eğlenerek, öğrenerek, düşünerek ve kalıplaşmış söylemlere maruz kalmadan izlemek isteyenler, koşun koşun tiyatroya koşun; Keloğlan'ı sahnede görmenin zevkini kaçırmayın.

cy

20 Mart Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatro Günü

Türkiye Bildirisi Turgut Özakman

Bir çocuk ve gençlik tiyatrosu, toplumsallaştırıcı, ufuk açıcı, görgü sağlayıcı, yaşama sevinci ve bilgi verici bir çok etkinlik, gösteri ve çalışmanın yapıldığı bir yer ve kuruluştur.

Bu anlayış tıbbı, psikoloji ve pedagojiyi etkilemekle kalmadı, hayatı da yeniden biçimlendirdi. Eğitim teknikleri değişti. Çocuklar için ana okulları, bahçeler açıldı. Şiirler, şarkılar yazıldı, dergiler, öyküler ve romanlar yayımlanmaya filmler çevrilmeye başladı. Bu akım genişleyerek gençleri de kapsadı, onlar için de özgün birimler ve kurumlar, hatta Bakanlık kurulmasına, gençlik akımlarının daha ciddiyetle değerlendirilmesine yol açtı.

Devlet Tiyatroları'nda bu anlayışa uygun olarak 1986 yılında bir Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Birimi kurulmuş, bu çaba için özel bir kadro oluşturulmuş, etkinlikler başlamıştı. Yazık ki, bu birimin önemini Devlet Tiyatrosu'nun misyonunu kavrayamamış bir kısır ve hoyrat anlayış, bu kuruluşu ve kadroyu ilk fırsatta dağıttı. Dağıtılmasaydı şimdi o birim bütün çocuk ve gençlik tiyatroları için bir okul, olgun bir örnek, deneyce zengin bir ilkyardım merkezi olarak hizmet üretiyor ve dağıtıyor olacaktı.

Bu olgu en güzel etkisini tiyatroda gösterdi, çocuk ve gençlik tiyatrosu çok önemli bir tür olarak tiyatro sanatında yerini aldı.

İyi, güzel ve doğru olan hiçbir şey için geç kalınmış olmaz.

pe

Çocuğun ve gencin, büyüklerin küçük örnekleri olduğu kanısı, 20. yüzyılda terk edildi. Onların farklı, kendilerine özgü oldukları, önemleri ve özellikleri anlaşıldı, varlıkları kabul edildi.

Bu türü tanıdığımız sırada çocuk ve gençlik tiyatroları gelişme halindeydi. Gelişimi aynı hızla izlemeyi başardığımızı söylemek zor. Bu yüzden türün sadece tiyatrodan ibaret olmadığını yakalamamız hayli vakit aldı. Çocuk ve gençlik tiyatrosunu, salt bir çocuk ya da gençlik oyununun oynanışı olarak görmenin, bu güzel türün varlık nedenine ve amacına da, bu türün hedef kitlesine de haksızlık olduğunu artık biliyoruz.

Çocuğa, gence, sanata, sanatın erdemine saygı duyan bütün tiyatroların, belediyelerin, bu arada Devlet Tiyatroları'nın, böyle çok yönlü, çok amaçlı çocuk ve gençlik tiyatroları kurmasını yürekten diliyorum. Tiyatro sanatının bir şenlik, bir bayram, bir şölen olduğunu bilen, bu tiyatro türüne emek ve önem veren fedailer, gönüllüler, emekçiler, yaratıcıları ve araştırmacılar ile sevgili çocuklarımızı ve gençlerimizi sevgiyle kucaklıyorum.

Çocuğa, gence, sanata, sanatın erdemine saygı duyan bütün tiyatroların, belediyele­ rin, bu arada Devlet Tiyatroları'nın, böyle çok yönlü, çok amaçlı çocuk ve gençlik tiyatroları kurmasını yürekten diliyorum.

75


ASSITEJ (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği)

Uluslararası Bildirisi

Prof. Penina Mlama*

ASSITEJ Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Günü'nü kutlarken, dünyanın dört bir yanında çocuklar ve gençler için tiyatro meşalesinin sönmemesini sağlayan herkesi hep beraber selamlayalım!

kamplarda yaşayan ya da evlerinden dışarı çıkamayacak kadar korku içinde olan çocuk ve gençleri düşünelim. Bir tiyatro oyununu izleyemeyecek kadar fakir olan çocuk ve gençleri düşünelim.

Gülümsemeleri, kahkahaları, neşeleri ve tiyatro için taşıdıkları coşkuları ile bize daha iyi bir dünya umudu Tiyatro da dahil olmak üzere dünyada olup bitenin farkında olamayacak kadar uyuşturucu bağımlısı aşılayan ASSITEJ ailesinin gençleri ve muhteşem olan milyonlarca genç için ne demeli? çocuklarına çok özel şükranlarımızı sunmalıyız. Çoğunlukla kendi aile üyeleri tarafından çeşitli biçimlerde tacize uğrayan ve bunun sonucunda kendilerini değersiz hissedenler de var. Ebeveynlerinin ve ailelerinin onlar için zamanı olmadığından yetişkin dünyası tarafından sevilmediğini düşünen çocuklar ve gençler var. Dünya onları koruyup kollamaktan vazgeçtiği için ebeveynleri tarafından sokağa bırakılan ve insanların onların yanından bir sokak lambasının yanından geçer gibi kolayca geçip gittiği milyonlarca sokakta yaşayan çocuk ve genç için ne demeli?

76

Büyük ve özel bir aile olarak bir araya geldik çünkü Savaşlar ya da dünyanın birçok yerinde doludizgin biz çocukların ve gençlerin iyiliğini umursuyoruz. hüküm süren HIV/AIDS nedeniyle kimsesiz kalan Biz gururlu ve mutlu bir aileyiz çünkü, işimiz aracılığı milyonlarca çocuk ve genci unutmamalıyız. ile, genç kuşakların yaşamlarını daha anlamlı Çocuk ve gençlik tiyatroları uygulamacıları olarak kılıyoruz. kendi hataları olmazsızın böylesi kötü durumlarda Hayatta kaldığı 42 yıl süresince, ASSITEJ ailesinin olan çocuk ve gençleri bir an olsun düşünelim.

pe

ASSITEJ Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Günü'nü kutlarken, yine hep birlikte, içinde bulunduk­ ları koşulların tiyatronun zevkini yaşamala­ rına veya yetenek­ lerini sergile­ melerine izin vermediği milyonlarca çocuk ve genci düşünelim.

cy

a

ASSITEJ'in yaptığı şahane işlerle tüm dünyada, seksenin üzerinde ülkede büyümesini kutluyoruz. Yaratıcılığımızla özel bir biçimde gönüllerine dokunduğumuz genç izleyicilerin mutlu yüzleri ile ısınıyor yüreklerimiz. Yetişkin izleyicilere hitap etmenin ekonomik olarak daha çekici olabileceği durumlarda bile yaşamlarını bilinçli bir seçimle çocukların ve gençlerin meselelerine adamış olan binlerle sanatçıyı kutluyoruz. Kendi gösterimleri ile sanatsal yeteneklerini sergileyen ve dünya hakkındaki görüşlerini birbirlerine ve bizlere yüksek sesle söyleyen çocuk ve gençleri izlerken gururla gülümsüyoruz.

genç kuşaklara doğru seçimleri yapma, yaşamlarını etkileyecek toplumsal konuların farkına varmalarını sağlama ve kendilerine güven ve saygılarını yapılandırma fırsatı tanıdığı yadsınamaz.

Tiyatronun büyüsü, hepimizin bildiği gibi, çocuklarımıza ve gençlerimize arzuladıkları dünyayı hayal etme ve bir an için içinde bulundukları gerçek dünyanın acılarını unutma fırsatını sunar. Herkesin, özellikle gençlerin, gün geçtikçe yoğunlaşarak artan dünya kederinden uzakta kalmaya, dinlenmeye hakkı vardır. ASSITEJ'in gençler için hep orada olduğunu bilmek rahatlatıcı, hoş bir duygu.

ASSITEJ Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Günü kutlamalarından sonra, zamanımızı ve yaratıcılığımızı bu gibi çocuklara nasıl adarız diye kendimize hodri meydan diyelim ve zor durumda olan çocuk ve gençlerin varolduğunu görmezden gelenlerin yanında yer almayalım. Bu çocuk ve gençlerin içinde bulundukları kötü durumların bizi yeni yaratıcılık biçimlerine yöneltmesine izin verelim ki yaratıcılığımız yalnızca ulaşılamayan genç kuşaklara ulaşmakla kalmasın aynı zamanda hem onlara daha iyi bir hayat hem de gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya umudu aşılasın.

ASSITEJ Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Tüm yaratıcılık ırmakları ASSITEJ'in Çocuk ve Günü'nü kutlarken, yine hep birlikte, içinde Gençlik Tiyatroları Günü'nü daha mükemmel bir bulundukları koşulların tiyatronun zevkini yaşamalarına veya yeteneklerini sergilemelerine izin gelecek için neşe ve esin ile doldursun! vermediği milyonlarca çocuk ve genci düşünelim. Dünyanın değişik bölgelerinde silahlı çatışmalardan etkilenen; bu nedenle hayatta kalmak için kaçan,

* Dar es salam Üniversitesi, Performans Sanatları, Tanzanya Oyun yazarı, Afrikalı Kadın Eğitimciler Forumu Yöneticisi ve Uluslararası Assitej Yönetim Kurulu Eski Üyesi


Huzursuz Seyirci

Dünya Tiyatro(lar) Günü huzursuz@tiyatrodergisi.com.tr

İşte bir 27 mart'ı daha idrak ettik sevimli okurlarım. Uluslararası bildiri, ulusal bildiri, karşı bildiri derken, bildiri yağmuruna tutulduğumuz bugün, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar adıyla da tartışma yaratır. Öyle denilse de olur, böyle denilse de. Aslında yoktur birbirinden öyle önemli bir farkı, ama biz komplo teorisi üreten bir milletiz ya, illa ki bu kavramda da bir şeyler yakalayacağız. Şimdi araştırmacı tiyatro seyircisi kimliğimle incir çekirdeği doldurmayan bu farkı sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Olay basit. Uygar batının farklı dillerinde (Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca) tiyatro

a

sözcüğünün yazılışına bakalım: Theatre, Theater, Teatre, Teatro. Bu sözcük bu dillerde tekil yazılıyor, çoğulu yok. Hemen bütün soyut kavramların olduğu gibi. Özgürlük, kardeşlik, ilkbahar, laiklik vb. Aynı şekilde sanat dallan da mimarlık, sinema, müzik, resim gibi, kavram olarak

cy

anıldıkları, elle tutulup gözle görülemedikleri için hep tekildir. Tiyatrodan tiyatro sanatı, sinemadan sinema sanatı, resimden resim sanatının anlaşılması gerektiği gibi. Oysa bizim dilimizde bu soyut sözcükler çoğul olarak da kullanılabiliyor. Özgürlükler, kardeşlikler, ilkbaharlar. Karmaşa da buradan başlıyor işte. Batı dillerinde sinema denilince soyut olarak bir sanat dalı anlaşılırken biz bu kavramdan seyredilecek film anlamı, resim deyince tablo, tiyatro deyince de soyut anlamından çıkarıp seyredilecek oyun olarak anlıyoruz. Tiyatroya gidilir ama tiyatro seyredilmez, oyun seyredilir. Bu bağlamda "tiyatrolar" deyince de, sergilenen bütün oyunlar geliyor aklımıza.

pe

Dünya tiyatrolar günü diyenleri bilgisizlikle suçlamak yerine, biraz da bu "tekil-çoğul" azizliği üstünde düşünmek, radikal davranmanın yerini hoşgörünün almasını beklemek tiyatro sanatına gönül verenlerin ıska geçmemesi gereken bir davranış olmalı bence.

Birebir çeviri her zaman doğru olan demek değildir. Başka dillerde geçerli olan bizim dilimizde aynı anlamı içermediğinde, kavramlar da karışıyor. Dünya Tiyatro Günü, elbette ki o sanat dalına adanmıştır. Ne var ki Tiyatro, tek başına bir anlam ifade etmiyor. Resmin meyvesinin tablo, sinemanın meyvesinin film olduğu gibi. Her sanat dalında olduğu gibi onu var edenler, onu oyun biçiminde önümüze çıkarıp seyredilir kılanlar da, tiyatrolardır.

"27 Mart tiyatronun günüdür, kumpanyaların değil" yaklaşımı bu yüzden ülkemiz için çok da doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Kumpanyalar var olmasa, tiyatro seyirlik bir sanat değil, ancak okunacak metinler ya da tartışılacak bir bilim dalı olarak kalacaktı. Dünya tiyatrolar günü tamlaması da, dilimizin azizliğinden dolayı çoğul olarak adlandırdığımız bir sanat dalının ifadesi. Başka bir deyişle bu gün İBBŞT, DT, Kenterler, Oyun Atölyesi, Ortaoyuncular gibi "kumpanyaların" da günüdür elbette. Dünya tiyatrolar günü diyenleri bilgisizlikle suçlamak yerine, biraz da bu "tekil-çoğul" azizliği üstünde düşünmek, radikal davranmanın yerini hoşgörünün almasını beklemek tiyatro sanatına gönül verenlerin ıska geçmemesi gereken bir davranış olmalı bence. Dünya Tiyatro günü de, tiyatrolar günü de hepimize hayırlı olsun!

77


Assıtej'de Yeni Yönetim Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği (ASSITEJ) Türkiye Merkezi'nin 12 Mart 2007 tarihinde yapılan Genel Kurul'da seçimle yeni Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri belirlendi. D.T.C.F. Öğretim Görevlisi Tülin Sağlam'ın başkanlığa seçildiği yeni yönetim şöyle: Haluk Yüce 2. Başkan, M. Nurkut İlhan Genel Sekreter, Yücel Turgut Sayman Üye, Elif Temuçin Üye, Banu Beliz Atlan Üye, Burhan Akçin Üye, İnci San Denetim Kurulu Üyesi, Haldun Açıksözlü Denetim Kurulu Üyesi, Ayşe Selen.

Goethe-lnstitut ve DOT'tan Okuma Tiyatrosu Roland Schimmelpfennig'in Geçmişten Gelen Kadın isimli oyunu Goethe-lnstitut ve DOT işbirliğiyle 25 ve 26 Nisan tarihlerinde okuma tiyatrosu olarak sunulacak. Okumanın ardından oyunun yazan Roland Schimmelpfennig, çevirmeni Sibel Arslan Yeşilay, yönetmeni Murat Daltaban ve oyuncular Uğur Polat, Tülay Günal, Mine Tugay, Mehmet Ali Nuroğlu ile bir söyleşi yapılacak. (DOT: 0212 251 45 45)

SGM'de Tiyatro Şöleni Hacı Ömer Sabancı Vakfı'nın, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Devlet Tiyatroları işbirliğiyle Adana'da organize ettiği "VIII. Uluslararası Sabancı Tiyatro Festivali" kapsamında yer alan oyunlar Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi'nde sahnelenecek. Program şöyle: 5 Nisan Çarşamba 20.00 Casablanca / Tiyatro Kedi, 12 Nisan Çarşamba 20.00 Mektup / Fantasia Production (Paolo Nani - Danimarka), 19 Nisan Çarşamba 20.00 Tartuffe / Kocaeli Şehir Tiyatrosu, 22 Nisan Cumartesi 11.00 Masal Masal İçinde / Akbank Sanat Çocuk Tiyatrosu, 25 Nisan Salı 20.00 Nathalie / AYSA. (0216 483 90 26)

Kocaeli'de 20 Mart Kutlaması

pe cy

a

Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği tarafından ilan edilen, Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Günü 20 Mart Salı günü Kocaeli Sabancı Kültür Merkezinde kutlandı. Kocaeli Bölge Tiyatrosu tarafından hazırlanan etkinlik kapsamında, Yılmaz Onay'ın, Şarkılarımız Ölmesin adlı çocuk oyunu oynandı. Oyunun ardından, Yılmaz Onay ile söyleşi yapıldı. Burhan Akçin'in yönettiği oyunun müzikleri Nurettin Özsuca'ya, sahne tasarımı Erhan Demiray'a, dansları Koray Beyazıt'a ait.

OYÇED Onur Kurulu Oluşturuldu

Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği (OYÇED) oyun yazarları, çevirmenleri ve akademisyenlerinin seçildiği Onur Kurulu'nu oluşturdu. Prof. Dr. Sevda Şener, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Prof. Dr. Cevat Çapan, Yılmaz Onay, Ülker Koksal, Bilgesu Erenus seçildi. OYÇED Yönetim Kurulu, bazı yönetim kurulu toplantılarını Onur Kurulu üyelerinin bulundukları kentlerde, onlarla birlikte yapma, alman kararlara Onur Kurulu üyelerinin görüşlerini yansıtma, derneğin yönelimlerini belirlemeyi Onur Kurulu ile paylaşma kararı aldı.

Mitos-Boyut Gençlik Oyunları Yarışma Sonuçları Mitos-Boyut Tiyatro Yayınları ile ASSITEJ Türkiye Merkezi'nin ortak çalışması ile gerçekleştirilen Gençlik Oyunları Yarışması 2007 Sonuçlan açıklandı. 1. H. Gökçin Köksal / "Juliet'in Şalı", 2. Hülya İniş / "Hamartia'nın Yolculuğu", 3. Tülin Ceylan / "Arka Bahçede", 4. Yelda KARATAŞ / "Vahşi Komedi". Yarışmanın seçici kurulunu Ahmet Önel, Nihal Kuyumcu, Zerrin Yanıkkaya, Ali Kırkar ve Ali Meriç oluşturuyor. Ödül almış oyunlar tek bir kitap halinde Mitos-Boyut tarafından yayımlandı.

Türk yazarın oyunu Berlin Tiyatro Festivali'nde Müşerref Öztürk Çetindoğan'ın yazdığı "Göçmen Düğünü" adlı oyun, dört yüz doksan dört oyun arasından Berlin Tiyatro Festivali kapsamında okunmak üzere seçildi. Oyun, 5-20 Mayıs tarihlerini kapsayan festival kapsamında Alman yönetmenler tarafından sunulacak.

78


Lions Tiyatro Ödülleri 2006-2007 İstanbul, Eskişehir, Trabzon Direklerarası "Halk Jürisi" üyeleri 2006-2007 Tiyatro Sezonunda İstanbul'da sahne açan Tiyatroların doksan beş oyununu seyrederek, Performans ve Tasarım kategorilerinde en başarılı bulduğu sanatçıları belirledi. İstanbul dışında değerlendirmeye alınan Eskişehir ve Trabzon oyunlarının değerlendirmeleri ise sonuçlandı. Lionsların Ankara, İzmir, Bursa'da sahne açan oyunların değerlendirmeleri ise devam ediyor. Açıklanan sonuçlar ise şöyle: İstanbul: Prodüksiyon: Tuncay Özinel Tiyatrosu-Yüzleşme, Yönetmen: Zeliha Berksoy-Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım-Mikadonun Çöpleri (Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu), Oyun Yazarı: Nesrin KazankayaŞerefe Hatıralar (Tiyatro Pera), Erkek Oyuncu: Payidar Tüfekçioğlu-Yeraltından Notlar (İstanbul Devlet Tiyatrosu), Kadın Oyuncu: Laçin Ceylan-Etna Bedendeki Kuyu (BiTiyatro), Yardımcı Erkek: Bülent Çolak-Chamaco (Semaver Kumpanya), Yardımcı Kadın: Hülya Şen-Paramparça (Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları), Canlandırmada Bütünlük (Ensemble): Tersine Dünya-Bakırköy Belediye Tiyatroları, Küçük Salon Erkek: Alper Kul-Böcek (DOT), Küçük Salon Kadın: Tülay Günal-Böcek (DOT), Evren Kardeş-Yuva (Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro), Komedi Erkek: Kayra Şenocak-Ayıp Ettik (R.E.S.T Oyuncuları), Komedi Kadın: Ayda Aksel-Omuzumdaki Melek (Tiyatro Kedi), Komedi Toplu Canlandırma (Komedi Ensemble): Tak Tak TakıntıAli Poyrazoğlu Tiyatrosu, Sahne Tasarımı: Bahar Uyandıran-Ekmek İşçileri-Amerika Amerika (Sanat İşliği), Kostüm Tasarımı: Gülhan Kırçova-Dünyanın Ortasında Bir Yer (İstanbul Devlet Tiyatrosu), Işık Tasarımı: Yakup Çartık-Dünyanın Ortasında Bir Yer (İDT)-Bahar Noktası (İDT)-Mikadonun Çöpleri (Beşiktaş Belediyesi KSP)-Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım (Beşiktaş Belediyesi KSP)-Kocasını Pişiren Kadın (AYSA)-Yuva (Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro), Özgün Tiyatro Müziği: Can Atilla-Dünyanın Ortasında Bir Yer (İDT), Efekt Tasarımı: Can İşitmen-Yıldızlar Altında Cinayet (İBB Şehir Tiyatroları), Koreografı: Pınar Ataer-Leyla ile Mecnun (İBB Şehir Tiyatroları)-Tersine Dünya (Bakırköy Belediye Tiyatroları) Lion Selim Naşit Özcan "Tiyatroya Bir Ömür" Onur Ödülleri: "Usta Sahne Tasarımcısı" Osman Şengezer, "Usta Kadın Oyuncu" Dilek Türker. Kerem Yılmazer "Genç Yetenek" Teşvik Ödülleri: Pelin Doğru-Tiyatro Öteki Hayatlar, Başak Daşman-Müjdat Gezen Tiyatrosu, Gözde Altuner-Müjdat Gezen Tiyatrosu, Deniz Gönenç Sümer-İstanbul Devlet Tiyatrosu, Ufuk Özkan-Tiyatro Komedi

pe cy a

Yenilikçi Tiyatro: Son Dünya-Ve Diğer Şeyler Topluluğu

Sürekli Mükemmeliyet: Genco Erkal, Hikmet Körmükçü Özgün Yeni Oyun: Cem Kenar-4 bolü 4 (Tiyatro-Z)

Özel Ödüller: Metin Zakoğlu (Erenköy'de apartman müştemilatında yaptığı kaliteli tiyatro çalışmaları nedeniyle), Sinan Demirer (Eskişehir'de kaliteli tiyatro yapılmasındaki katkıları ve cezaevi tiyatro çalışmaları nedeniyle) İzmir Devlet Tiyatrosu (50 yıldan beri İzmirlilere kaliteli oyunlar sunması nedeniyle), Tacettin Diker (Karagöz Ustası-Karagöz'ü yıllardan beri sahnede yaşatmaya çalışmadaki gayretleri nedeniyle), Hamit Beliğ Belli (Hacivat ve Karagöz'ün yaşatılmasındaki katkıları nedeniyle), Akbank Sanat (Karagöz ve Kukla Sanatına yaptığı katkıları nedeniyle), Trabzon Gençlik Meclisi (Limitsizsiniz Projesi nedeniyle), Yıldırımspor Kulübü (Alkışlar Tiyatro grubu olarak sahneledikleri "Şeytana Uyma" oyunu nedeniyle), Yıldız Sahne Oyuncuları (Profesyonelliğe ilk adım olarak Yıldız Üniversitesi'nde sahneledikleri "Salaklar Sofrası" oyunu nedeniyle), İstanbul Valiliği (etkinlik.istanbul.gov.tr, Internet Sitesi nedeniyle), Sahne Tiyatro Dergisi (Ankara, yazılı basın olarak tiyatroya katkıları nedeniyle), Tiyatro Pera ("Şerefe Hatıralar" oyunu için hazırladıkları mükemmel Program Broşürü nedeniyle), Tiyatro Basın ve Halkla İlişkiler ve Tiyatro Yöneticileri: Akbank Sanat-Halil Bolayırlı, Tiyatro Kedi-İpek Altıner, İstanbul Devlet Tiyatrosu-Nihal Çalışkan, DOT-Özlem Daltaban, Oyun Atölyesi-Rana Doğuşa Eskişehir: Yönetmen: Mustafa Sekmen-Aşkın Karın Ağrısı (Tiyatro Anadolu), Erkek Oyuncu: Sermet Yeşil-Büyük Aşıkların Sonuncusu (Eskişehir BB Şehir Tiyatrosu), Kadın Oyuncu: Aylin Aydoğdu-Kadmlar da Savaşı Yitirdi (Tiyatro Anadolu), Prodüksiyon: Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım-Eskişehir BB Şehir Tiyatrosu Trabzon: Yönetmen: Mesut Yüce-Barut Fıçısı (Trabzon Şehir Tiyatrosu), Erkek Oyuncu: Erşan Ufku Ölmez-Ödenmeyecek Ödemiyoruz (Trabzon Devlet Tiyatrosu), Kadın Oyuncu: Ayla Baki-Ödenmeyecek Ödemiyoruz (Trabzon Devlet Tiyatrosu)

Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü Sahiplerini Buldu Arda Kanpolat'ın anısına düzenlenen "Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü"nün ikincisini kazananlar belli oldu. Ödül, Mert Fırat ve Tuğçe Özbudak arasında paylaştırıldı. Mert Fırat, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Hastalık Hastası ve Hırçın Kız oyunlarında almış olduğu roller; Tuğçe Özbudak ise Arzu Tramvayı oyunundaki rolüyle ödüle layık görüldü. Jüri üyelerini Cüneyt Gökçer, Sevda Şener, Ayşegül Yüksel, Lemi Bilgin, Akif Yeşilkaya, Ayfer Kanpolat ve Yücel Kanpolat'ın oluşturduğu ödüller, 21 Mart 2006-20 Mart 2007 tarihleri arasındaki yapımları kapsıyor.

79


Kadife Çiçekleri Tiyatro: Bakırköy Belediye Tiyatroları Yazan: Paul Zindel Yöneten: Kadriye Kenter Sahne Tasarımı: Ayçın Tar Giysi Tasarımı: Gönül Sipahioğlu

Işık Tasarımı: Murat İpek Müzik: Tolga Çebi Oyuncular: Cihan Bıkmaz, Yonca Cevher, Nazan Koçak, Cihan İnan Bekar, Gülru Pekdemir

İlk Göz Ağrısı Tiyatro: İBB Şehir Tiyatroları Yazan: Feraizcizade Mehmet Şakir Uyarlayan: T. Yılmaz Öğüt Yöneten: Erhan Yazıcıoğlu Sahne Tasarımı: Nilgün Gürkan Giysi Tasarımı: Ayşen Aktengiz Işık Tasarımı: Ceyhun Ergül Müzik: Hazım Körmükçü Dans Düzeni: Eftal Gülbudak

Oyuncular: Bestem Türen, Hazım Körmükçü, Gül Akelli, Uğurtan Atakan, Burteçin Zoga, Gürol Güngör, Funda Postacı Kıpçak, Ümit İmer, Yonca İnal, Işıl Zeynep Tangör, Aslı Narcı, Selçuk Yüksel, Esra E. Karabaş, Güneş Han, Yeliz Tozan Uysal, Pınar Aygün, Esra Ede, Gökhan Eğilmezbaş, Doğan Altınel, Yalçın Avşar, Oğuzboy Vedat Şahin, Mevlüt Demiryay.

Sınır Tiyatro: Kocaeli Şehir Tiyatroları Yazan: Muzeffer İzgü Yöneten: Mehmet Çevik Müzik: Erdem Irmak

Sahne Tasarımı: Veysel Çıracı Giysi Tasarımı: Ebru Aklar Işık Tasarımı: Erol Dinçdemir Oyuncular: Serhat Güzel, H.Fatih Sevdi

Hırçın Kız

pe cy a

Tiyatro: Oyun Atölyesi Yazan: W.Shakespeare Çeviren: Zeynep Avcı Metin Düzenleme: Haluk Bilginer, Kemal Aydoğan Yöneten: Kemal Aydoğan Sahne Tasarımı: Bengi Günay, Gamze Kuş Işık Tasarımı: İrfan Varlı

Dans Düzeni: Esra Yurttut, Gizem Erdem Müzik: Selen Öztürk Oyuncular: Aybanu Aykut, Fırat Tanış, Timur Acar, Osman Akça, Gözde Başaran, Pınar Bekaroğlu, Uğur Bilgin, Evren Erler, Mert Fırat, Gözde Kırgız, Neslihan Kolaylı, Aylin Kontente, Muharrem Özcan, Selen Öztürkjnan Ulaş Torun, İpek Türktan, Onur Unsal.

Barışın Engellenemez Komedyası (Barış)

Yazan: Aristophanes Tiyatro: Lefkoşa Belediye Tiyatrosu Uyarlayan: Yücel Erten, Yaşar Ersoy Yöneten: Yaşar Ersoy Sahne Tasarımı: Rıza Şen Işık Tasarımı: Osman Alkaş Dans Düzeni: Osman Ateş Masklar: Erol Refikoğlu

Müzik: Uğur Güçlü, Oytun Ersan, İlker Kaptanoğlu, Ahmet Elmas, Reşat Kotran Oyuncular: Erol Refikoğlu, Hakan Elmasoğlu, Osman Alkaş, Osman Ateş, Melek Erdil, Döndü Özata, Asu Demircioğlu, Özgür Oktay, Kıymet Karabiber, Hatice Tezcan, Barış Refikoğlu, Işın Cem, Yücel Köseoğlu, Meryem Kuraner, Derviş Doğa Vaiz, Cem Aykut, Ahmet Arık, İzel Seylani, Ertan Berksu.

Cinnet

Tiyatro: Tiyatro Candela Uyarlayan-Yöneten: Bora Severcan Müzik: Uygur Vural

Romantika Hikaye ve Proje: Türker İnanoğlu Yazan: Resul Ertaş, Yaşar Arak Yöneten: Şakir Gürzumar Giysi Tasarımı: Hale Eren Sahne Tasarımı: Ali Cem Köroğlu Dans Düzeni: Tan Sağtürk

Oyuncular: Melisa Biryol, Özgecan Okay, Can Balaban, Efe Can Erdal, Sima Ertem, Ece Metin, Hale Diledi Kazan

Müzik: Cengiz Onural, Bora Ebeoğlu Oyuncular: Melek Baykal, Zeki Alasya, Çağla Şikel, Özgür Çevik, Tank Pabuççuoğlu, Şeyla Halis, Kazım Aksar, Engin Akyürek, Sema Aybars, Ümit Yesin, Veysel Diker, Yeşim Gül Aksar, Serhan Arslan, Buket Dereoğlu, Erdem Baş, Ali İpin, Sinem Ergin, Elena Atamer, Okan Tangücü.

Domuz Ahırı Tiyatro: Sahne Tozu Yazan: Athol Fugard Yöneten: Tamer Levent

80

Sahne Tasarımı: Tayfun Cebi Oyuncular: Zekeriya Hocalar, İclal Kankale


pe cy a


İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından Akbank sponsorluğunda düzenlenen 26. Uluslararası İstanbul Film Festivali 31 Mart günü başladı. 15 Nisan'a kadar devam edecek festival, 2006 ve 2007 yıllarının bol ödüllü filmlerini bir araya getirerek sinemaseverlere sunuyor. 26. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin merkezi Yeni Melek Sineması. Yeni Melek salonunda film gösterimlerinin yanı sıra, festival konuklarıyla söyleşiler ve paneller de düzenleniyor.

Toplam 14 film gösterilecek Altın Lale ödülü için yarışacak filmler arasında başrollerinde Sienna Miller, Guy Pearce ve Hayden Christensen'in bulunduğu, George Hickenlooper'ın 1960'ların tekniği ve görsel tarzlarını kullanarak çektiği ve Andy "Warhol'un en sevdiği oyuncularından Edie Sedgwick'i anlatan filmi Factory Girl bulunuyor.

pe cy a

Her Gece Bir Akbank Galası İstanbul Film Festivali, festival boyunca hafta içi 21.30 seanslarında sinemaseverleri Emek Sineması'ndaki Akbank Galaları'na davet ediyor. Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro'nun altı dalda Oscar'a aday gösterilen fantastik filmi Labirent / Pan's Labyrinth ve Sofia Coppola'nın Cannes'da büyük ses getiren son filmi Marie Antoinette öne çıkan gala filmlerinden.

bölümünde, her zaman olduğu gibi, festivalin ana temasını oluşturan "sanat ve sanatçı"nın dünyasını ele alan filmler ya da edebiyat uyarlamaları Uluslararası Jüri'nin karşısına çıkacak.

Emanuele Criese'nin, 2006 Venedik Film Festivali'nde UNICEF Ödülü ile Gümüş Aslan Keşif ödülü dahil olmak üzere birçok ödül kazanan ve başrolünü Charlotte Gainsbourg'un üstlendiği Yeni Dünya / Golden Door ile Annette Bening'e Altın Küre adaylığı getiren, ünlü televizyon dizisi Nip/Tuck'ın 26 bölümünün senaristi Ryan Murphy'nin filmi Elde Makas Koşmak / Running With Scissors da gala filmleri arasında. Pi ve Bir Rüya İçin Ağıt / Requiem for a Dream filmiyle dünya çapında ün kazanan Darren Aronofsky'nin son filmi Fountain da sinemaseverler tarafından merakla beklenen gala filmlerinden. Uluslararası Yarışma 26. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin Uluslararası Yarışma

Johnny Suede, Living in Oblivion, The Real Blonde gibi bağımsız sinema hitlerinin yönetmeni Tom DiCillo'nun son filmi Delirious da Uluslararası Yarışma filmlerinden... San Sebastian'da En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerine layık görülen Delirious'ta başrollerde Steve Buscemi ve Michael Pitt var. Sürpriz bir rolde de Elvis Costello karşımıza çıkıyor. Ulusal Yarışma Festivalin Ulusal Yarışma bölümünde "Yılın En İyi Türk Filmi" ödülü için yarışmak üzere 30'a yakın film başvurusu yapıldı. Ulusal Yarışma kapsamında, jürinin ve yurt dışından gelen uluslararası film festivallerinin yöneticileri, dağıtımcı firma temsilcileri ile sinema eleştirmenlerinin karşısına çıkacak filmler arasında Nuri Bilge Ceylan'ın İklimler, Zeki Demirkubuz'ın Kader, Özer Kızıltan'ın Takva ve Derviş Zaim'in Cenneti Beklerken isimli filmlerinin yanı sıra Sırrı Süreyya Önder ve Muharrem Gülmez'in Beynelmilel, Durul ve Yağmur Taylan'ın Küçük Kıyamet, Onur Ünlü'nün Polis ve Cem Yılmaz ve Ali Taner Baltacı'nın Hokkabaz adlı filmleri bulunuyor.

Yayın Sorumlusu Ebru Seyhan

Tel.: 0212 259 21 24 Fax: 0212 327 86 29 e-posta: ebruseyhan@tiyatrodergisi.com.tr

Reklam ve Halkla İliş. Tel.: 0212 259 34 98 e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr

Sanat Yönetmeni Genco Demirer (elliyedi.com)


KültürSanat / Festival Festival Programından Seçmeler 26. Uluslararası İstanbul Film Festivali programında; yaklaşık 20 bölümde 200'ü aşkın film gösterilecek. İşte programdaki filmlerden birkaçı: İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın kuruluşunun 35. yılı nedeniyle Yeni Melek'te yapılacak özel gala filmi ise deneyimli Shakespeare oyuncusu ve yönetmeni Kenneth Branagh'ın Mozart'ın ünlü operasından uyarladığı Sihirli Flüt / Magic Flüte olacak. Operanın librettosunu, İngiliz komedyen ve yazar Stephen Fry yeniden elden geçirmiş. Humanity / İnsanlık ve Twentyninepalms filmleriyle tanıdığımız Bruno Dumont'un Cannes'da Jüri Büyük Ödülü'nü kazanan, savaş karşıtı son filmi Flandres "Sinemada İnsan Hakları" bölümünde yer alıyor. Cezayir'in Yabancı Dilde En İyi Film Dalında Oscar adayı, başrolündeki beş oyuncusuna Cannes'da En İyi Erkek Oyuncu ödülü kazandıran, Rachid Bouchareb'in etkileyici 2. Dünya Savaşı filmi İsimsiz Kahramanlar / Days of Glory ve Paris'te Büyük Halk Ödülü'ne layık görülen, küçük bir Mali kasabasında geçen ve milyonlarca Afrikalının görüşlerini dile getiren, Abderrahmane Sissako'nun Bamako / The Court adlı filmleri "Sinemada İnsan H a k l a n " bölümünde öne çıkanlar...

cy

a

Geçtiğimiz yıl İstanbul Film Festivali'nde gösterilen ve büyük beğeni toplayan 13/Tzameti'nin genç yönetmeni Gela Babluani babası Temur Babluani ile beraber çektiği ve Sundance'de ödül kazanan son filmiyle festivale konuk oluyor: L'heritage / The Legacy bu yılın favori filmlerinden.

pe

Geçtiğimiz yıl ilk defa festival programında yer alan ve Film Sende bölümü devam ediyor. Çocuk filmleri hafta sonlan sabah seanslannda Atlas ve Rexx sinemalarında gösterilecek.


pe cy a

Dünya Festivallerinden ve Genç Ustalar İstanbul Film Festivali'nin "Dünya Festivallerinden" bölümü geçtiğimiz yıl ses getiren yepyeni örneklerini, bir araya getirirken; "Genç Ustalar" ise sinema dünyasına henüz adımını atan başarılı genç yönetmenleri keşfetmek isteyen sinemaseverler için filmler sunuyor. "Dünya Festivalleri" bölümünde yer alan 20 film, "Genç Ustalar" bölümünde 11 film gösteriliyor. İstanbul Film Festivali'nin belgeseller bölümünün sponsorluğunu bu yıl da NTV üstleniyor. NTV Belgesel Kuşağı'nda; U.S. vs. John Lennon, Sketches of Frank Gehry ve Helvetica isimli filmlerin ilgi görmesi bekleniyor.

Festivalin Canlandırma Sineması bölümü bu yıl Miyazaki ailesine ayrılmış. Ruhların Kaçışı / Spirited Away, Princess Mononoke adlı yapıtlarından tanıdığımız Miyazaki Hayao'nun daha önce Türkiye'de gösterime girmeyen dört animasyon filmi yer alıyor.

Bu yıl 200'den fazla filmin yer alacağı Festival'in gösterimleri Beyoğlu'nda Emek, Yeni Melek, Atlas, Sinepop, Beyoğlu ve Kadıköy'de Rexx Sineması'nda gerçekleşiyor. Gösterimler; 11.0013.30-16.00-19.00 ve 21.30'da. Bilet fiyatları tam 12 YTL; Akbank Galaları hariç tüm seanslarda öğrenci ile 65 yaş ve üstü sinemaseverler için 8 YTL. Festival boyunca, hafta içi gündüz seansları (11.00-13.30 ve 16.00) 2.50 YTL. (Biletler: 0216 556 98 00 - Ayrıntılı bilgi ve program için: www.iksvpress.org)


pe cy a


Werner Herzog - Film Fiziksel Olmalı Alman rejisör Werner Herzog'un film çekimleri sırasında fotoğraf çeken Beat Presser, çektiği toplam 50 fotoğraf ile Herzog'un yönetmenliğinin dışa yansıyan durumlarını izleyene aktarıyor. Sergi, 2003 yılında Werner Herzog'un 60. Doğum Günü nedeniyle Berlin Film Müzesi ile işbirliği içinde tasarlanmış. Sergi, 4-27 Nisan tarihleri arasında karşı Sanat Çalışmaları'nda görülebilir. (İstiklal Cad. Elhamra Pasajı No: 258 Kat: 2 - Beyoğlu 0212 249 20 09/39)

Los Romeros Çehov'un Sırrı (Le Secret de Tchekhow) Wanda Bannour Doğan Kitapçılık / Roman Çeviren: Menekşe Tokyay

KİTAP

"Kırım'da toprağa gömülü olarak bulunan bir sandık... Ve sandığın içinden çıkan, ünlü yazar Çehov'a ait anılar, günlük ve tutku dolu mektuplar..."

pe

cy

a

Klasik Gitar Dörtlüsü; Celin, Pepe, Lito ve Celino Romero 3 Nisan Salı 20.00'da İş Sanat Kültür Merkezi'nde. Topluluğu, aynı ailenin üç kuşağını temsil eden dört gitarist oluşturuyor. 1957'de İspanya'dan ABD'ye göç eden İspanyol solist Celedonio Romero'nun oğullarıyla birlikte kurduğu Los Romeros topluluğu, aralarında Boston, Cleveland, Chicago, Philadelphia, Los Angeles, San Francisco, Pittsburgh ve Detroit senfoni orkestralarının da bulunduğu Amerikan orkestralarıyla verdiği konserlerin yanı sıra, sık sık Avrupa ve Uzak Doğu'da turnelere çıkıyor. (0216 556 98 00)

Akbank Oda Orkestrası / Yeni Dünya'dan Eski Renkler Akbank Oda Orkestrası, Şef Cem Mansur yönetiminde 3 Nisan Salı 20.30'da Enka Oditoryumu'nda. Türkiye'de özel sektörün müziğe desteğinin ilk örneğini oluşturan Akbank Oda Orkestrası, 1992 yılında kuruldu. İlk yıllarda değişik şef ve solistlerle birçok salonda faaliyet gösteren orkestra, 1996 yılında ülkenin genç profesyonel müzisyenleriyle yeniden yapılanmış ve bugün program içeriği, dinamik kişiliği ve icra kalitesi açısından özel bir yere sahip olmuş. Orkestra, İstanbul'un her iki yakasında sunduğu düzenli konser dizilerine ek olarak Anadolu turneleri ve çoğunlukla üniversitelerde düzenlenen Gençlik Konserleri ile birlikte, yılda yaklaşık 25 konser vermektedir. Cem Mansur'un daimi şefliğe getirildiği 1998 yılından beri Akbank Oda Orkestrası severleri bir kez daha ağırlamaya hazırlanıyor. (0216 556 98 00)

>86

Cenneti Gözetlemek Ingvar Ambjörnsen Parantez Yayınlan / Roman Çeviren: Nafer Ermiş "Elling pahalı bir teleskop satın almıştır. Onu komşu evlere çevirdiğinde aydınlık pencerelerin arkasında akıp giden hayatı gün be gün izleyebilmektedir. Artık hikaye kurmak, hayali hayat hikayeleri yaratmak ve çeşitli olaylar uydurmak için yeterince malzeme vardır elinde..."


a

Akbank Sanat tarafından geçtiğimiz yıl düzenlenen Akbank 3. Kısa Film Festivali'nin ödüllü filmleri üniversitelerde gösteriliyor. Ödül alan filmler İstanbul dışında, Edirne, Kocaeli, İzmir, Ankara, Bursa ve Eskişehir'de bulunan üniversitelerde gösterime sunuluyor.

cy

Kısa film severlere renkli, keyifli bir festival ortamı yaşatmasının yanı sıra genç sinemacılara da kendilerini kanıtlayabilme fırsatı veren, farklı kültürleri, düşünceleri bir araya getiren filmlerin gösterimleri, 12 Mayıs 2007 tarihine kadar sürecek. "Akbank Kısa Film - Üniversiteler Turu"nda "En iyi Kurmaca Film" ödülünü alan yönetmenliğini Belma Baş'ın yaptığı "Poyraz", "En İyi Belgesel Film" ödülünü alan yönetmenliğini Devrim Erdoğan'ın yaptığı "Ahtapot Avcısı"mn yanı sıra kurmaca kategorisinde mansiyona layık görülen İlker Özdemir'in "Ukde" isimli filmleri gösteriliyor. Belgesel kategorisinde ise Sevgi Ortaç'ın "Tek Duvarlı Şehir" ve Aykut Atasay'ın "Yürüyoruz" adlı filmleri programda yer alıyor.

pe

Toplam 29 üniversiteyi kapsayan gösterimler, Türk Japon Vakfı'nda da yapılıyor. Ayrıca filmlerin gösterimi sonrasında Akbank 4. Kısa Film Festivali'nin başvuru formları da öğrencilere dağıtılıyor. (0212 258 94 97)

Belgesel Sinema Belgesel Sinemacılar Birligi'nin Osmanlı Bankası Müzesi'nde düzenlediği belgesel film gösterimleri devam ediyor. Gösterimler 19.00'da başlıyor ve ardından belgesel ile ilgili söyleşiler gerçekleştiriliyor.

"Genetik alanında uzmanlaşmış genç bir Alman hayvanbilimci, 1933 yılından itibaren Nazi hükümetiyle itilafa düşer. Toplama kamplarından ve orada bekleyenlerden kurtulmak için 1937'de maceralı bir kaçışla ülkesini terk etmek zorunda kalır."

05 Nisan 2007 "Toplumsal Hafıza / Belgesel Sinema" Çifteler Ahmet Soner Türkiye / 2005 / 70' / Türkçe Köy Enstitüleri Belgeseli " 1936 yılında eğitim kursu olarak açılan Mahmudiye köyündeki okula, ertesi yıl Hamidiye köyünde inşa edilen binaların eklenmesiyle öğretmen okulu kurulmuş, 1940 yılında çıkan bir yasayla Çifteler adıyla ilk köy enstitüsü olarak 13 yıl içinde yüzlerce öğretmen yetiştirmiştir."

19 Nisan 2007 "Ülke ve Dünya Tarihinden Öyküler" Ruhi Su Hilmi Etikan Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı Türkiye / 2004 / 57'

12 Nisan 2007 "Zaman, Mekân, Yaşamlar" Boğaza Sürgün-Exile On The Bosporus Merlyn Solakhan, Manfred Blank Almanya, İsviçre, Türkiye / 2002 / 93'

26 Nisan 2007 Doğal-Kentsel Çevre Lale Doğu'nun Işığı Hikmet Yaşar Yenigün Türkiye/ 2003/52' "Film, Orta Asya'nın sıradağlarında boy verip çeşitlenen, İstanbul'da kent inceliğinin, zerafetin ve soyluluğun sembolü haline gelen lale çiçeğinin tarihsel öyküsünü konu almaktadır." (Osmanlı Bankası Müzesi: Bankalar Cad. No: 35/37 Karaköy 0212 334 22 70)


Ekin Saçlıoğlu - Hikayeci Bellek X-İst, genç kuşak ressamlardan Ekin Saçlıoğlu'nun "Hikayeci Bellek" başlıklı sergisine evsahipliği yapıyor. 7 Nisan'a kadar görülebilecek sergide ressam, hayatın her alanındaki dogmalara karşı duruşunu renkçi ve ironik üslubuyla tuvale aktarıyor. "Hikayeci Bellek"te yer alan resimleriyle Saçlıoğlu, kullandığı boyanın teknik özelliklerinden yararlanarak aynı tuval üzerinde ikili bir dünya kuruyor: görünen ve onun ardındakiler. Aydınlıkta farklı, karanlıkta farklı görünen resimler bir yandan gerçekle kurgu arasındaki geçirgenliğe işaret ederken diğer yandan izleyiciyi yeni bir soruyla baş başa bırakıyor: "Gördüğüm ya da bildiğim aslında ne kadarıydı?" (Eytam Cad. Açıkhava Apt. 16/5 Nişantaşı 0212 291 77 84)

Tuluyhan Uğurlu

KONSER

pe cy

a

1 Piyanist - besteci Tuluyhan Uğurlu, son eseri Dünya Başkenti İstanbul'u bu kez 150 yıllık tarihi bir mekânda Nötre Dame de Sion Fransız Lisesi'nin restorasyon sonrası bir kültür merkezine dönüşen tarihi şapelinde seslendiriyor. Harbiye'de İstanbul Radyosunun karşısında bulunan Nötre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ndeki konser 5 Nisan Perşembe 20.30'da. Tuluyhan Uğurlu'nun piyanosuna, Türk ve Batı Müziği enstrümanlarından oluşan kendi müzik topluluğu ve üç dinin ilâhileriyle Adsuşan Kirkor Halaçyan, Aziz Mahmut Hardal, Yako Taragano ve Natan Siliki eşlik ediyorlar. (0216 556 98 00)

Jimi Hendrix Gecesi

Jimi Hendrix, 12 Nisan Perşembe 21.00'da Studio Live'de düzenlenen geceyle anılıyor. Jimi Hendrix hayatı hakkında söyleşilerin de gerçekleştirileceği etkinlikte sahne alacak olan Asım Can Gündüz'ün yanı sıra genç kadrosuyla Stormy Blues Band ve Sahte Rakı da geceye müzikleriyle katılacak. (0276 556 98 00)

Jay Jay Johanson

14 Nisan Cumartesi 21.00'da Balans Music Performance Hall'da. İsveçli sanatçı 12 Nisan Perşembe 21.00'da Studio Live'de. Özellikle melankolik vokal karakteriyle ile tanınan Jay Jay Johanson, 2003'te yayınladığı "Antenna" albümünden önce trip - hop tarzı ile fakat bu albümden itibaren daha çok electro - clash saflarında yer almakta. 38 yaşındaki şarkıcı ve şarkı yazarı, tüm albümlerinden seçilmiş şarkıların yanı sıra, son albümü "The Long Term Physical Effects Are Not Yet Known"daki şarkılarının da yer aldığı bir repertuarla sahnede olacak. Jay Jay Johanson'a konserinde davulda Magnus Frykberg, klavye ve tuşlu çalgılarda Erik Jansson, basta ise Johan Skugge eşlik edecek. (0216 556 98 00)

Nekropsi Alternatif/progresif müzik grubu Nekropsi yeni albümünün yayınlanmasının ardından 18 Nisan Çarşamba 21.30'da Babylon sahnesinde. Cem Ömeroğlu; gitar-vokal, Cevdet Erek; davulvokal, Kerem Tüzün; bas-vokal, Tolga Yenilmez; gitar-samplervokal. (0216 556 98 00)


SGM'de Konser-Sinema

Noland grubu tarafından gerçekleştirilen Kağıt Gemi gösterisi ise 23-24-30 Nisan tarihlerinde görülebilir. Esra Yurttut, Emre Nişancı ve Burak Kolcu tarafından kurulan Noland bugüne kadar "saat kaç", "iki", "5'i 1 yerde" ve "Dürbün" adlı projeleri ile seyirci karşısına çıktı. Müzik Türkiye'nin "taş plak sesli kadın" olarak tanıdığı Sema, 1900'lü yılların başında hayatımıza meyhanelerden, müzikhollerden, konserlerden çıkıp gelerek dahil olan "Hariçten Gazel Okumak Yasaktır" sözcüğü gösterinin esin kaynağı olarak gösteriyor. Sema'nın sadece iki kez gerçekleştireceği "Hariçten Gazel Okumak Yasaktır" 18 Nisan Çarşamba günü garajistanbul'da izleyicisi ile buluşacak.

pe cy

6 Nisan Perşembe, 20:00 Ayhan Sicimoğlu & Latin All Star Ritim profesörü, vurmalı çalgılar ustası Ayhan Sicimoğlu ve topluluğu Latin All Stars SGM'de sahne alıyor.

Dans Merkezde yer alacak dans gösterilerinden biri Hareket Atölyesi tarafından sahnelenecek olan "İnsan(lık) Hali". Yönetmenliğini Hareket Atölyesi'nin kurucusu Zeynep Günsür'ün yaptığı "İnsan(lık) Hali", bireylerin kendi haline acıyarak, gülerek, isyan ederek, cinnet geçirerek, dalga geçerek ve daha birçok ruh hali içinden bakarken akıllara gelenler... olarak yorumlananıyor. İnsan(lık) Hali, 2 - 3 Nisan tarihlerinde garajistanbul'da izlenebilir.

a

4 Nisan Salı, 20:00 "Sıfır KM" -Konser Levent Yüksel - Volkan Öktem - Ant Şimşek Türk pop müziğinin popüler isimlerinden Levent Yüksel, müzisyen dostlarıyla kurduğu Sıfır KM adlı grup ile 4 Nisan Salı günü SGM'de sahne alacak. Grubun ilk konserinin adı "B Sides".

11 Nisan Salı, Sohbet 19:30 Konser 20:00 Akbank Oda Orkestrası "Karanlığın İçinden" Şef Cem Mansur'un yönetiminde Akbank Oda Orkestrası'nın Nisan ayı programında konuk solist Christian Blackshaw piyanosuyla dinleyicileri başka zamana götürüyor.

Edebiyat okuması Ocak ayında Murathan Mungan ile başlayan "Metis Edebiyat Okumaları" 28 Nisan Cumartesi günü Bejan Matur ile devam ediyor. Etkinlerin başlama saati 20.00'dır. (İletişim: 0212 244 44 99)

12 Nisan Çarşamba, 20:00 Mektup Fantasia Production Paolo Nani - Danimarka Aynı hikayenin birbirinden tamamen farklı 15 biçimde anlatımı.

13 Nisan Perşembe, 20:00 Merhaba Yarın Compaigne Şans Filtre- İsviçre / Şans Fitre Ekibi Yazan: Fabienne Hadorn Violetta Sparato Yöneten: Violetta Sparato Şans Fitre ekibi bu oyununda göç etmenin zorluklarını anlatıyor. (İletişim: 0216 483 9026)

Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı (TÜRSAK) ve Garanti Bankası'nın işbirliğiyle gerçekleştirilen Garanti Mini Bank Uluslararası Çocuk Filmleri Festivali'nin dördüncüsü, 27-30 Nisan 2007 tarihleri arasında düzenlenecek. Festival, dünyanın çeşitli ülkelerinden kısa ve uzun metrajlı otuzun üzerinde filmle, küçük sinemaseverlere farklı kültürleri, renkleri, gelenek ve yaşam tarzlarını anlatacak. Festival programı, çocukların gelişim basamakları ve pedagojik yapılarına göre; Uluslararası Çocuk Filmleri Yarışması, Hayvanlar Alemi, Minik Öyküler, Uzun Öyküler, Çocukların Dünyasına Sinemasal Yolculuklar, Ben Kendim Yapabilirim, Miniklere Masallar ve Çizgi Kahramanların Maceraları başlıkları altında gösterilecek. Festival filmleri, Cinebonus Maçka Gmall, Capitol ve Cinemajestic sinemalarında 5 YTL'ye izlenebilecek. Biletler, Garanti Mini Bank kart sahibi üyeler için ücretsiz, velileri için ise 2.5 YTL olacak. (İletişim: 0212 244 52 51-tursak@tursak.org.tr)


Toplumda Sanatın Filozofik Kozmosunu Etkileyenler-1

Özkan Eroğlu ozkan@ozkaneroglu.com Yaşamda gerçekten özgür olabilmek, bağımsız yaşayabilmek ne büyük bir erdem. Bu erdemi tadamayanlar havaya gidenuçan zamanlarının kaybına yananlardır ve kanımca birer zavallıdan başka bir şey de değildir. Bağımlı olmak, insan denen varlığa, onun yaşamına gerçekten ters bir şey. Bağımlı olmak, her türlü şeye bağımlı olmak kötülükleri de çoğaltan bir şey. Bağımlı olmak, hisleri hissetmeyi, hisler harekete geçse bile, bir noktadan sonra engelleyen bir şey.

a

Tanrının verdiği aklı kullanmak gerekir. Aklı gerçek anlamda kullananlar, duygularının da samimi şekilde atağa geçmesine izin verebilirler. Her durum, beraberinde kendine göre koşullarını da yanında sunar. Bu sunum dikkatle irdelenmelidir. İrdelemeler uygulanıp, ele alındığında ve değerlendirildiğinde hata yapma şansı en aza indirgenmiş olur. Karşımızda gerçekten başarılı olan her şeye tarafsızca, belki bir siyaset penceresinden bakmadan kutlamada bulunabilmeliyiz. Böyle bir tavır kişiyi-insanı küçültmez, aksine büyültür diye düşünüyorum.

pe cy

Eğitimde özgürlük yanlısı planlar yapabilmek bütün kötülüklerin doğmasını engelleyecektir. Ülkemizde ve dünyada işlenen bütün suçların doğduğu bataklığı/bataklıkları, sadece eğitimle kurutabiliriz. Bu, mutlak üzerine gidilmesi gerekli bir durumdur ve bunun hemen algılanıp, anlaşılması gerekiyor. İnsanın insanı eğitmesi müthiş önemli. İnsanın süratle artışı her şeyin sonu anlamına gelmektedir. Bunun durdurulması, ülkemizde doğum kontrolünün sıkı bir şekilde gerçekleştirilmesi şart. Eğer bir suç işlenmişse, bunun birinci nedeni eğitimsizlik, ikinci nedeni ise sorumsuzca yapılan üremedir. Zıvanadan çıkan insan üremesi derhal önlenmelidir, kontrol altına alınmalıdır. Kontrolsüz üreme yaşayan her

insanın yaşamına gasp anlamına gelmektedir.

Doğada şeyleri, gerektiğinde durdurmak, gerektiğinde harekete geçirmek "yaşam" denilen şeyin özünü teşkil eder. Durmak, düşünmek, şüphe duymak, yeniden ve defalarca gözden geçirmek yapılan hataları aza indireceği gibi, suçların aşağı çekilmesine de yardımcı olacaktır. Toplumda gözden geçirmek, geçmişten dersler almak, geçmişi irdelemek de kulak arkası ediliyor, gerçek filozofik kimseler algılanmıyor ve bunun için onlara gereken değer verilmiyor. Düşünen insanla, derin düşünen-filozof insan birbirine karıştırılıyor. Bütün bunlar oluyorsa iş içinden çıkılmaz bir halde demektir. Bu hali giderecek tek oluşumsa üstüne basa basa söylüyorum "eğitim"dir. Bu eğitim konusunu "ti"ye alıp, dalga geçenler de, yakın zamanda bu durumun doğurduğu olumsuzluklarla karşı karşıya gelecektir. 19 Ocak'tan bu yana tatsız günler geçiren Türkiye toplumu ve o toplumun bir bireyi olarak ben şiire sığındım ve şu sıralar Cevat Çapan'ın YKY'dan çıkan "Bana Düşlerini Anlat'ı okuyor ve algılamaya çalışıyorum. Çapan iyi bir çevirmen, hem düz yazı hem de şiir çevirisindeki ender isimlerden biri. Tam bir entelektüel. Buna rağmen şiirleri de benzer entelektüel doluluğuna işaret ediyor Çapan'ın. Fakat söz konusu şiirleri, şiir gibi kabul etmek yerine birer duygu sarmalı, ya da şiirimsi gibi görmek bana daha yakın geldi. Ve bu kitaptan bir öbek ile bitirelim yazımızı:

"Hayatta çok geç öğrendim yolumu kaybetmeyi ormanda "


Bir İktidar Mücadeleleri Tarihi:

Arapların Gözünden Haçlı Seferleri

Koray Onur korayonur@hotmail.com Savaşların, kargaşanın sürekli hüküm sürdüğü coğrafyalar vardır. Tüm tarihi boyunca işgal güçlerine, emperyalistlere, yağmacılara çekici gelen, üzerinde her ülkenin iktidarı arzuladığı, bu yüzden, çatışmaların o coğrafyadaki hayatın doğal bir parçası haline geldiği topraklar... Günümüz "gelişmiş" uygarlığında bile böyle bir çok toprak vardır. Ama herhalde bu dertten en mustarip, yukarıda saydığım özelliklere tarihi boyunca sahip olmuş topraklara Araplar sahip olmuştur dersek haksızlık etmiş olmayız.

Ne zaman bir tarih kitabı okusam şunu düşünüyorum: Olayları yaratan yüzeysel sebepler çok hareketli ve değişken, ama konunun özü, hiç kıpırdamadan ve değişmeden yerinde duruyor. Yüzeyselliğin o bulanık hareketliliğinden bir kurtulabilsek ve öze inebilsek, sorunların çözümü çok dingin ve apaçık bir şekilde bizi bekliyor olacak.

pe cy

a

Kültürü, zenginlikleri ve çağının çok ötesinde bilimsel gelişmeleriyle, Arap toprakları, 2. yüzyıldan beri güç odaklarının ağzını sulandıran özelliklere sahip olmuştu. Üstelik dışarıdan gelen baskılar durulduğunda "rahat batıyor"muşcasma, kendi içlerinde iktidar mücadelelerine girmiş, hala tam bir birlik yaratamamış topraklardır. Hayati risk unsuruyla yaşamaya, neredeyse, alışmış nesiller yetiştirmiş ülkelerin barındığı topraklar...

Hadi, anlamlı anlamsız kullanılması yüzünden, içi boşaltılmış sözler hanemize birini daha ekleyelim: Tarihini bilmeyenler, bir gelecek kuramazlar... Ben bıkmadan söyleyeceğim bu sözü, zira kişinin bireysel ya da ulusal tarih bilincini aşarak, evrensel bir tarih bilinci oluşturması özellikle şu dönemde hayati bir sorun olarak karşımızda duruyor.

Söz buralara gelmişken, kuzenimin ortaokul tarih kitabından Haçlı Seferleriyle ilgili bir alıntıyı buraya koymak istiyorum: " Haçlı seferleri sonucunda milyonlarca insan öldü. Haçlı seferlerinden en çok zarar gören Türkiye Selçukluları 'dır. Uzun süren savaşlar, başta Anadolu olmak üzere Suriye ve Filistin' in harap olmasına neden oldu Türkler, Batı ve Kuzey Anadolu' dan Orta Anadolu' ya çekilmek zorunda kaldılar. Türklerin batıya doğru ilerleyişi durdu. İstanbul' un fethi gecikti. Türkler İslam dünyasını tek başına savunarak islamiyet'i büyük tehlikelerden kurtardılar. Anadolu'yu Türklerden geri almak için Haçlıları kışkırtan Bizans da bu seferlerden zarar gördü. (...) Papalara ve din adamlarına duyulan güven azaldı. Papanın ve kilisenin otoritesi zayıfladı. Kilisenin baskısı kalkınca bilim, edebiyat ve sanat alanlarındaki gelişmeler hızlandı." Bize, Haçlı Seferleri bu ve bunun gibi bir metin üzerinden öğretildi, özür dilerim, öğretilmedi, anlatıldı. Zira tarih bilincinin verilmediği (Burada ulusal bir bilinç kastetmediğimi tahmin edersiniz), müfredatın tamamlanmasının daha önemsendiği bir eğitim sisteminde, öğretimden sözetmek fazla iyimserlik olur. O yüzden bol bol tarih okuması yapmak gerekiyor. Özellikle magazinsel olmadığını iddia eden haber alma kanallarının bile magazinleştiği bu dönemi yaratıcı bir zihinle analiz edebilmek için, kitaplara geri dönmemiz elzem. "Globalleşen dünya"mızda, ironik bir şekilde, gittikçe daha önemli hale gelen bireysel çabalarımızla bir şeylerin ucundan tutabiliriz.

Bu ay tanıtacağım ülkemize çok bilinen ve sevilen Lübnan asıllı Fransız yazar, Amin Maalouf'un, Arapların Gözünden Haçlı seferleri adlı kitabı, uçsuz bucaksız tarih denizinde, bir damlaya tutulmuş, ama koskoca okyanusları o damlanın yarattığını da bize hatırlatan bir büyüteç. Abartmaksızm, objektif bir şekilde, sadece gözümüzün daha iyi görebileceği bir hale getiren bir araç... Mütevazı giriş yazısıyla kitabın yazılış amacını ortaya koyan Maalouf, kitabı değerli bir sonsözle bitiriyor. "Barbar olarak tanıdığı, yendiği, ama sonra tüm dünyaya egemen olmayı başaran bu Frenkler karşısında hep büyülenen hem de dehşete kapılan Arap alemi, Haçlı Seferleri'ni artık geride kalmış uzak bir geçmişe ait bir sayfa olarak göremiyor. Arapların ve genelde Müslümanların Batı 'ya karşı tavrının yedi yüzyıl önce bitmiş olması gereken hadiselerden bugün bile ne denli etkilendiğini gördükçe, insan hayretler içinde kalıyor." Diyen Maalouf, Arapların kendilerini taciz edilmiş ve mağdur olarak görüş sebebini tüm bu önsözde anlatıyor.

Aynı zamanda tiyatro yazarı olan, Ali Berktay'ın başarıyla çevirdiği, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri'nin Fransa'da 1983 yılında basıldığı düşünülürse dilimize bir hayli geç kazandırıldığı söylenebilir. Baskı kalitesi ve boyutları düşünüldüğünde eser, 16 YTL'lik, uygun bir fiyata raflarda alıcı buluyor. Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, rahat bir tarih okuması ve kafalardaki bazı sorulara cevaplar vaat ediyor... SIRADAKİLER Ömer Tecimer, Sinema "Modern Mitoloji", PlanB N. Rodgers-M. Thopson, Sıra dışı Filozoflar, İthaki Wanda Bannour, Çehov'un Sırrı, Doğan Kitap


a

pe cy


pe cy a


pe cy a


pe cy a


pe cy a


a

cy

pe


cy a

pe


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.