2008_189_11056

Page 1


cy

pe a


Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Ali Taygun, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu, Üstün Akmen Çocuk Tiyatrosu Editörü: Nihal Kuyumcu Gençlik Tiyatrosu Editörü: A. Ertuğrul Timur Redaksiyon: Ayşe Nalân Özübek Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (57 elliyedi) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayyildiz@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Baskı: Stil Matbaacılık (0212) 281 92 81 Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.: Cumhuriyet Cad. No: 359/5 Harbiye- istanbul Telefon: (0212) 296 10 35 Fax: (0212) 296 51 70 e-posta: editor@tiyatrodergisi.com.tr Abonelik için: (0212) 29610 37 • e-posta: abone@tiyatrodergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 70 YTL/Yurtdışı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. iş Bankası-Cihangir Şb. Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd. Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245

Kapak Fotoğrafı: "Caligula" Kapak Tasarımı: Genco Demirer

Yayın Türü: Yerel Süreli

cy a

EDİTÖRDEN: / S. 3

HABERLER: / S. 4

ÖZDEMİR ABİ'YE MEKTUPLAR: "Afife Ödüller" I Üstün Akmen / S. 6

pe

TANITIM: 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali / S. 9

SAHNE TOZU: Mehmet Ali Kaptanlar ile.. / Özlem Özdemir / S. 28

İZLENİM: Antalya ve Konya'da Festival İzlenimleri I Üstün Akmen / S. 35

TANITIM: 11. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali / S. 39

AVRUPA TİYATROSU: / Tilda Tezman / S. 44

ELEŞTİRİ: "Tekrar Çal Sam" I Eser Rüzgar / S. 46

TANITIM: 24. Genç Günleri S. 48

SADIK SEYİRCİ: Muhsin Ertuğrul'a Dokunmak, Dokunmamak I Sadık Aslankara / S. 53

ÇOCUK TİYATROSU: Trakya'da Kuklalar Sınır Tanımadı I Nihal Kuyumcu / S. 55 SÖYLEŞİ: Ulviye Karaca: "Ruhlarını Çalmalarını İstemiyorum" I Hanife Benzer / S. 58

1


pe cy a


Tiyatro sezonu genel olarak kapanırken, Devlet Tiyatroları ara vermeksizin devam ediyor. 27 Mayıs'ta Ankara'dan başlayarak on günlük seferine çıkacak olan "Tiyatro Treni"nin dışında altı yüz noktayı kapsayacak olan "Anadolu Yaz Turnesi"de Haziran başında start alacak.

Devlet Tiyatroları bölge festivallerini sonlandırdı, şimdi sıra İstanbul'da... Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali 16 ncısıyla tiyatro severlere merhaba derken, "11. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali" hem çocukları hem de yetişkinleri kuklaların büyülü dünyasına götürecek. İstanbul Şehir Tiyatrosu ara verilmiş olan "Genç Günler"i geniş bir programla yeniden başlatıyor.

*** Sezonun Tiyatro Ödülleri gerçekleşti ve artık alışılagelmiş olan tartışmaları, eleştirileri de beraberinde getirdi. İlk yıllardaki büyüsü bozulan "Afife Tiyatro Ödülleri" ciddi kan kaybı yaşıyor. Ama zaten her konuda zorlamalara girildiğinde aksaklıklar da beraberinde gelmez mi? Üstün Akmen, "Afife Tiyatro Ödülleri" ile ilgili görüşlerini Özdemir Abisiyle paylaştı.

pe

cy

a

Sadri Alışık Oyunculuk Ödülleri yine Kerem Alışık'm aile içi sohbet ortamını andıran, samimi olmaya çalışırken, biraz sulandıran sunumu ile gerçekleşti, Berna Laçin toparlamaya çalışsa da, pek başarılı olduğu söylenemez. Esas, "Noter" meselesi artık iyice ödüllerin ciddiyetine gölge düşürmeye başladı. Törenin açış konuşmasını yapan Kerem Alışık ve Berna Laçin sahneye gelen noterden sonuçların olduğu zarfı aldı. Sağ kulisten sahneyi terk ederken aynı anda elinde plaket ve ilk sonucun yer aldığı zarfla sol kulisten Erkan Can geliverdi. Zarfın ışınlanması mümkün olmadığına göre, sonuçların noterde olmasının daha fazla güven vermeyeceği de gün gibi aşikar, zaten notere neden gerek duyulur ki, onu da anlayamamışımda. Lios Ödülleri ise artık "Tiyatro Ödülleri" kapsamından çıkartılmalı. Herkese ödül vermeye çalışmanın gereğini anlayabilmiş değilim. Her yıl artan kategoriler bu yıl taşmaya başladı, sadece İstanbul'da kırkın üzerinde ödülün dağıtıldığı bir ödül, ciddiyetini koruyamaz. Oysa halk jürisi ile belirlenen ödüller ayrı bir tat, ayrı bir özellik taşıyordu. Ömer Şahinbaş iyi niyetle başlattığı girişimini yine kendi elleriyle yok etmek üzere.

*** Çocuk tiyatrosu sayfalanmızda Hanife Benzer'in Ulviye Karaca ile yapmış olduğu söyleşiyi mutlaka okumanızı öneririm. Ulviye Karaca, çocuk tiyatrosuna tamamen hakim ve yol haritasını belirlemiş. Devlet Tiyatroları'nın yurtdışına eğitime gönderdiği bu arkadaştan sonuna kadar yararlanmasını hatta birim sorumluluğunu devretmesini öneririm. Kendisini hiç tanımam, adını dahi ilk kez duydum ve çok mutlu oldum. Umarım, yeni Ulviyeler yetiştirir...

*** Düzeltme ve özür: Nisan sayısında, Pınar Erol'un yaptığı "Alganlar, Tiyatro ve Aşk" söyleşisinde, "Peter Brook", "Petersburg" oluvermiş, anlayan anladı ama yapılmaması gereken ciddi bir hataydı, özür dileriz.

3


2008 Afife Tiyatro Ödülleri Dağıtıldı YILIN EN BAŞARILI PRODÜKSİYONU: Bayazıt / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları YILIN EN BAŞARILI YÖNETMENİ: Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli) / Yeni Kuşak Tiyatro YILIN EN BAŞARILI ERKEK OYUNCUSU: Sezai Altekin (Bana Bir Picasso Gerek) / Duru T. YILIN EN BAŞARILI KADIN OYUNCUSU: Ayça Bingöl (Bana Bir Picasso Gerek) / Duru Tiyatro YARDIMCI ROLDE YILIN EN BAŞARILI ERKEK OYUNCUSU: Rıza Kocaoğlu (Kürklü Merkür) / Dot Tiyatro YARDIMCI ROLDE YILIN EN BAŞARILI KADIN OYUNCUSU: Nurseli İdiz (Kadıncıklar) / Sadri Alışık Tiyatrosu YILIN EN BAŞARILI MÜZİKAL YA DA KOMEDİ ERKEK OYUNCUSU: Atılgan Gümüş (Müzikaldeki Hayalet) / Tiyatro Kedi YILIN EN BAŞARILI MÜZİKAL YA DA KOMEDİ KADIN OYUNCUSU: Demet Tuncer (Müzikaldeki Hayalet) / Tiyatro Kedi YARDIMCI ROLDE YILIN EN BAŞARILI MÜZİKAL YA DA KOMEDİ ERKEK OYUNCUSU: Bekir Aksoy (Koca Bir Aşk Çığlığı) / Aysa Prodüksiyon YARDIMCI ROLDE YILIN EN BAŞARILI MÜZİKAL YA DA KOMEDİ KADIN OYUNCUSU: Simay Küçük Tuna (Bir Şehnaz Oyun) / İstanbul Devler Tiyatrosu YILIN EN BAŞARILI SAHNE TASARIMCISI: Başar Sabuncu (Bayazıt) / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları YILIN EN BAŞARILI GİYSİ TASARIMCISI: Canan Göknil (Bayazıt) / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları

a

YILIN EN BAŞARILI SAHNE MÜZİĞİ: Cem İdiz (Bir Şehnaz Oyun) / İstanbul Devlet Tiyatrosu YILIN EN BAŞARILI IŞIK TASARIMCISI: İlhan Ören (Bayazıt) / İ. B.B. Şehir Tiyatroları

pe

cy

ÖZEL ÖDÜLLER MUHSİN ERTUĞRUL ÖZEL ÖDÜLÜ: HALDUN MARLALI NİSA SEREZLİ AŞKINER ÖZEL ÖDÜLÜ: BEYHAN SARAN CEVAT FEHMİ BAŞKUT ÖZEL ÖDÜLÜ: 444/ALTIDAN SONRA TİYATRO (YİĞİT SERTDEMİR) TİYATRODA YENİ KUŞAK ÖZEL ÖDÜLÜ: DALGA- GENÇ OYUNCULARI (DON KİŞOT PRODÜKSİYON) (Ayşegül Alpak, Onur Dikmen, Duygu Eren, Fatih Sönmez, Çetin Güner, Ece Özdikici, Serhat Teoman, Ekin Türkmen, Serhan Süsler, Serdar Yeğin) YAPI KREDİ SİGORTA ÖZEL ÖDÜLÜ: HAMİT BELLİ MANSİYON: SİVAS 93 (DOSTLAR TİYATROSU) (Dostlar Tiyatrosu bu ödülü kabul etmediğini gerekçeleriyle birlikte açıkladı.)

Dostlar Tiyatrosu'nun Açıklaması

Afife Ödülleri seçici kurulunun tiyatromuza verdiği "Mansiyon Ödülü" üstüne çok düşündük. Sonunda kararımızı verdik. Biz bu ödülü istemiyoruz ve gidip almayacağız. SİVAS 9 3 , üç ay içinde 74 kez oynanarak 36.850 kişiye ulaştı. Seyircinin sağduyusu, bu oyunu mansiyondan çok daha değerli bir ödüle layık gördü.

Türk Dil Kurumu'nun hazırladığı Türkçe Sözlük şöyle diyor, "Mansiyon: Bir yarışmada konulan ödüle yeterli nitelikte görülmemekle birlikte, anılmaya değer bulunan yapıta verilen derece." Oyunumuzla ilgili böyle bir değerlendirmeyi kabullenmek yaptığımız işe saygısızlık olur, Sivas'ta yitirdiğimiz insanların anısına saygısızlık olur. Bu ödülün ilk kez geçen yıl Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu'na verildiğini biliyoruz. Daha çok amatör tiyatroları özendirmek, onların çalışmalarına dikkat çekmek için oluşturulduğu anlaşılan bu ödülün, 39 yıldır tiyatroya emek veren bir topluluğa verilmesini de son derece yakışıksız buluyoruz. Bir de "cesaret" konusu var. Basına yapılan açıklamada, "böyle bir oyunu oynama cesaretini gösterdikleri için bu ödülü veriyoruz" diyorlar. Bugüne dek dünyanın hiçbir yerinde bir sanat eserinin "cesaret" nedeniyle ödüllendirildiğini duymadık. Afife seçici kurulu bir ilke imza atıyor. Gelecek yıllarda "haysiyet", "nezaket", "vatanseverlik" gibi konularda da ödül vermeleri uygun olur. SİVAS 93'le "en iyi müzik" dalında aday olan Fazıl Say da Dostlar Tiyatrosu'yla tam bir görüş birliği içinde adaylıktan çekildiğini açıklamış bulunuyor. 4


2008 Sadri Alışık Oyunculuk Ödülleri Dağıtıldı 13. Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri Yılın En İyi Yapımının Yönetmeni Genco Erkal (Dostlar Tiyatrosu "Sivas '93") Yılın En İyi Kadın Oyuncusu Ayça Bingöl (Duru Tiyatro "Bana Bir Picasso Gerek") Yılın En İyi Erkek Oyuncusu Mehmet Ali Kaptanlar (Tiyatro Pera "Venedik Taciri") Yardımcı Rolde Yılın En İyi Kadın Oyuncusu Özlem Türkad (İBBŞT " Bernarda Alba'nm Evi") Yardımcı Rolde Yılın En İyi Erkek Oyuncusu Burak Şentürk (İstanbul DT "Savaş İkinci Perde de Çıkacak) Müzikal Ya da Komedi Dalında Yılın En İyi Kadın Oyuncusu Demet Tuncer (Tiyatro Kedi "Müzikaldeki Hayalet") Yılın En İyi Erkek Oyuncusu Mert Turak (İBBŞT "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz") Yardımcı Rolde Yılın En İyi Kadın Oyuncusu Ezgim Kılınç (İBBŞT "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz") Yardımcı Rolde Yılın En İyi Erkek Oyuncusu Okan Yalabık (Kent Oyuncuları "39. Basamak")

a

Onur Ödülü: Nedret Güvenç Efes Pilsen Gençlik Özel Ödülü: "Kürklü Merkür" - DOT Oyuncu kadrosu

cy

13. Sadri Alışık Sinema Ödülleri

pe

En İyi Kadın Oyuncu Nurgül Yeşilçay "Adem'in Trenleri" En İyi Erkek Oyuncu Yetkin Dikinciler "Mavi Gözlü Dev" ve Cem Özer "Adem'in Trenleri" arasında paylaştırıldı. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Gülsen Tuncer "Suna" En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ali Atay "İyi Seneler Londra"

Onur Ödülü: Müjde Ar Umut Vaad Eden Oyuncu: Mustafa Üstündağ / "Zeynep'in Sekiz Günü" Jüri Özel Ödülü: Fuat Onan / "Fikret Bey" Jüri Özel Ödülü: Ülkü Duru / "İyi Seneler Londra"

Aydın Ustüntaş Tiyatro Ödülü Açıklandı OBKT Eski Genel Sanat Yönetmeni, oyun yazarı, oyuncu, yönetmen Aydın Ustüntaş adına verilen "Anadolu'ya Yüzünü Dönen Tiyatro Eleştirmeni Ödülü" sonuçlandı. Ödülün Seçici Kurulu'nu oluşturan: Ülker Koksal, Nurhan Karadağ , Gülsen Karakadıoğlu , Sedat Demirsoy, Ebru Ustüntaş, Şahin Ergüney, Erhan Özçelik, Ali Kemal Tandoğdu, Hakan Altan tarafından yapılan değerlendirme sonucunda Eleştirmen Üstün Akmen ödüle değer görüldü. Ustüntaş ailesince verilen Onur Ödülü ise bu yıl Zeynep Oral'a sunulacak. Ödül töreni 10.05 .2008 tarihinde Ordu da, Ordu Belediyesi ve Orsev tarafından düzenlenecek bir törenle sahiplerine verilecek. 5


a cy

Afife Ödülleri,

pe

Tiyatroya Zarar Vermeye mi Başladı? Özdemir Abicim Merhaba!

Ruhat Mengi nam hanım yazarımız 5. Afife Tiyatro Ödülleri ile ilgili olarak, ödüllerin hep aynı adlar etrafında kümelendi_ ğini, dahası jüri üyelerinin torpil yaptığını yazıverdi. 6

Yahu o gün nasıl üzüldüm, nasıl üzüldüm bilemezsin. Aksilik işte! Antalya'daki Akdeniz Üniversitesi'nin misafirhanesinin lobisinde üç dakika beraber olabildik. Sen yeni gelmiştin, bense Konya Devlet Tiyatrosu'nun hem 10. kuruluş yılını Müdire Tomris Çetinel nezdinde kutlamak, hem de bu yıl ilk kez düzenlenen "Bin Nefes, Bir Ses-Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler Festivali"nin açılışına katılmak, festival çerçevesindeki oyunlardan kimilerini izleyebilmek üzere yola çıkmak üzereydim. Neyse! Bir dahaki sefere...

Konya'da beş gün kaldım, İstanbul'a döndüm ve soluğu doğru Yapı Kredi Sigorta'nın "2008 Afife Tiyatro Ödülleri"nin dağıtım toplantısında aldım. Gelirken uçakta, 1996 yazında her yaşa hitap eden değişik sanat etkinliklerini kapsaması

düşüncesinden "Yapı Kredi Sigorta Sanat Etkinlikleri" başlıklı uzun vadeli bir destek programının başlatılışı aklıma geldi. Program, ülke çapında sanata ilginin gelişmesine katkıda bulunmayı amaçlamaktaydı ve "Yapı Kredi Sigorta Afife Tiyatro Ödülleri" işte bu program çerçevesinde kararlaştırıldı. Bu noktada, ödüllendirmeyi, her yıl ödüle değer bulunacak sanatçılarımızın bireysel başarılarının takdiri olmanın ötesinde, sanata ve sanatçıya saygının özendirilmesi açısından önemli bulmamak elbette ki olanaksız. Abicim, pekâlâ anımsarsın ki, Afife Tiyatro Ödülleri ilk beş yıl yedi kişiden oluşan seçici kurul ile yürütüldü. Ne var ki, tam da beşinci yılında Ruhat Mengi nam hanım yazarımız 5. Afife Tiyatro Ödülleri ile ilgili olarak, ödüllerin hep aynı adlar etrafında kümelendiğini, dahası jüri üyelerinin torpil yaptığını yazıverdi (Sabah-20 Nisan 2001).

Sen misin yazan! Aynı yılın aynı ayının 25. günü sevgili Hmcal Uluç da Mengi'ye destek vermez mi! Vallahi verdi. O da: "Afife Ödüllerini üç beş kişiden oluşan bir klan veriyor, " dedi. Seçici kurul üyelerinin aile şirketi gibi aralarında toplanıp, eşe dosta ulufe dağıttıklarım söyledi. Ruhat Mengi'ye ve Hıncal Uluç'a o yıl seçici kurulda görevli olan bizler, yani Seçkin Selvi, Dikmen Gürün, Füsun Akatlı ve ben yanıt verdik. Dışarıdan da (üzerine ışıklar yağsın) Memet Baydur omuz verdi. Dionysos tapmaklarından koparak, Shakespeare'in saraylarında krallığını sürdüren, giderek lonesco'nun sandalyeleri üzerine yerleşen, yıllar yılı, çağlar çağı haşan bir çocuk kimliğiyle kabına sığamayan, çeşitli kuşakların önünden çeşitli kavramlar ve anlayışların ürünü olarak geçen tiyatro sanatı üzerine böylesine kolay ahkâm kesilmesine; o güne değin ödüllendirilen Yıldız


Sonrasında ben seçici kuruldan ayrıldım, Yapı Kredi Sigorta'nın o dönem genel müdürü Erhan Dumanlı, Mengü ve Uluç'un etkisinde kalmış olacak ki, ödül yönetmenliğini değiştirdi, seçici kurula ek olarak tam on sekiz kişilik bir oylama kurulu "ihdas" etti. Oldu mu sana tam 25 kişilik seçici kurul? Oldu!

Ayşegül Sarıca-Ayla Erduran ikilisinin resitali başladı, 'nin: "Gül renkli pudra şekerine bulanmış bonbon tadında," tümcesiyle betimlediği Grieg Sonat izleyiciye acaba ağır mı geldi düşündüm, düşünmesine de: "Sarıca-Erduran gibi iki uluslararası virtüözün repertuvarma karışmak senin ne haddine," diye kendimi tokatladım! Korhan Abay, hiç abartmadan köpürtmeden programı sunmaya başladı. Unutmadan deyivereyim, aradaki Ayça Varher-Onur Turan müzikaller gezintisi de pek keyifliydi. Hele bir de seyirci bizim müzikallerle gezdirilebilseydi... Program kitapçığında adaylar yer almıyordu, ama Allah'tan listeyi gazeteden kesip yanıma almıştım. Kazananlar belli oldukça, önceden tahmin ettiğim gibi, beni tedirgin eden komik kararlara da tanık olmaya başladık Özdemir Abi. İki kişilik "Bana Bir Picasso Gerek"in iki oyuncusundan biri "Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu", diğeri "Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu" ödüllerini aldı, ama oyunun yönetmeni ödüle değer görülmedi. Ne Ayça Bingöl'ün, ne Sezai Altekin'in, ne de Mehmet Ergen'in ödülüne toz kondurmam, ama bu iki oyuncu kendi başlarına mı oynadı be Özdemir Abi. Anlaşıldı ki, Afife Seçici Kurulu'ndaki: "O çok ödül aldı, bu yıl da almayıversin" ya da: "... Bak o oyuna iki ödül gitti, bir ödülden de başkası nasiplensin" anlayışı silinememiş. Sonracığıma, "Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu"na Enis Arıkan, Rıza Kocaoğlu, Tuğrul Tülek "Kürklü Merküf'deki başarılarıyla adaydı. Çok merak ediyordum, birinciyi nasıl seçecekler diye. Ayrılamazlardı ki! Ayırmışlar, Serkan Altunorak, Engin Atlan Düzyatan, Veda Yurtsever İpek, Cemil Büyükdeğerli, Cem Özeren arasından üçünü cımbızla seçip ayıranlar, üçünün arasından da Rıza Kocaoğlu'nu sanınm "o piti, piti" usulüyle ödüle değer

pe

O günden taaa bu güne, köprülerin altından elbette çoook, ama pek çok sular geçti Özdemir Abicim çoook sular geçti... Neyse! Ödül törenine giderken 2008 adaylarının kimilerinin saptanışından tedirgindim. "Mansiyon" skandalmdan söz etmiyorum, az sonra değineceğim. Siyah takım elbisemi çekip, tören "mahalline" vardım. Tiyatro perdesinin drapeleri arasından sızan ve tiyatronun söndürülemez ışığını sembolize eden; titizliğin, zevkin, estetiğin somut örneği Osman Şengezer imzalı yenilenmiş sahne dekorunu hayran hayran izledikten sonra oturacak bir koltuk kaptım ve programın başlamasını beklerken Seçici Kurul ve Oylama Kurulu üyelerini incelemeye başladım. Çoğunu tanımıyordum. Felsefe doktoru mu istersin, emekli yüksek mühendis mi, endüstri mühendisi mi, yönetici mi, emekli banka genel müdürü mü, yüksek makine mühendisi mi, her meslekten adlar vardı. Aralarında, "tiyatro... tiyatro"da da yazılarını okuduğunu sandığım (beğenirsin ya da beğenmezsin o senin bileceğin

iş) bir tiyatro eleştirmenine rastladım, ona yakın da tiyatro hocasına, emekçisine falan... Tiyatroculara "iane" ödül dağıtan Lions seçici kurulundan ne farkı vardı bu jürinin, anlamadım. Haa bir de Özdemir Ağabeycim son üç yıldır bizim derginin Yayın Yönetmeni Demirkanlı töreni izlemiyor, izlemeyince de ne gördü, ne düşünüyor öğrenemiyorum, sana zahmet gördüğünde bir soruversene, neden izlemiyormuş?

görmüşler. Rıza Kocaoğlu aldı ödülünü. Helali hoş olsun. Bu arada, "Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu"nda aynı oyunda sahneyi paylaşanlardan Nurseli İdiz ile Songül Öden aday gösterilmişti. "Neriman" ve "İnci" karakterleri yardımcı rol sayılırsa, "Kadmcıklar"m ana karakteri ya da karakterleri kimdi merak içindeyim Özdemir Abi, yarın üşenmeyip Tuncer'e (Cücenoğlu) telefon edip soracağım, sonucu sana da telefonla bildiririm. "Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Kadın Oyuncusu" ödülü "Bir Şehnaz Oyun"da Şehnaz karakterine can veren Simay Küçük Tuna'ya verilince, sağımda solumda soracak kimse olmadığından olsa gerek dayanamadım, içimden: "Allah rızası için o oyunda başrolü kim oynadı," diye bağırmak geçti, vallahi kendimi zor zaptettim.

"Afife Tiyatro Ödülleri2008"de skandal "mertebe­ sini teşkil eden" olaysa Genco Erkal'a uygun görülen "Mansiyon" ödülüydü ki, durum insanı gülerken ağlatacak nitelikteydi.

Bir de, ilk kez 1980 yılında sahnelenen "Hisseli Harikalar Kumpanyası"nm "Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Kadın Oyuncusu" dalında iki aday çıkarması, "Yılın En Başarılı Giysi Tasarımcısı" dalında da aday olmasına şaşırdım. "Reprise" oyunlar da ödüle aday olabiliyorsa, Metin Belgin'in "Kontrabas"mı neden hiçbir üye izlemedi be Özdemir Abi, ne güzel oyundu ve de bilemezsin ne de güzel oynandı.

cy a

Kenter'den Müşfik Kenter'e, Memet Baydur'dan Şükran Güngör'e, Nedret Güvenç'ten Prof. Dr. Sevda Şener'e, Metin Serezli'den Selim Naşit Özcan'a, Melih Kibar'dan Yılmaz Erdoğan'a, Yücel Erten'den Haluk Bilginer'e, Zuhal Olcay'dan Tilbe Saran'a, Başar Sabuncu'ya, Duygu Sağıroğlu'a, Suna Pekuysal'a pek çok tiyatrocunun bilgisizce, bilinçsizce harcanmasına; ödüllerle ilgili bilgi edinilmeden (ışıklar içinde yatsın) Tunç Yalman, Prof. Dr. Sevda Şener, Prof. Dr. Ayşegül Yüksel, Can Kıraç, Prof. Dr. Sara Sayın, Ahmet Cemal, Prof. Dr. Nazan Aksoy, Hale Kuntay, Doç. Suat Özturna, Prof. Dr. Dikmen Gürün, Dr. Füsun Akatlı, Seçkin Selvi, Demet Taner, Engin Uludağ ve benim adımın bulunduğu seçici kurul üyelerinin kişiliklerinin karalanmasına o günlerde ne kadar üzüldüğümü, hatta senin de benimle birlikte pek üzüldüğünü şimdi dün gibi anımsıyorum.

"Afife Tiyatro Ödülleri-2008"de skandal "mertebesini teşkil eden" olaysa Genco Erkal'a uygun görülen "Mansiyon" ödülüydü ki, durum insanı gülerken ağlatacak nitelikteydi. "Sivas 93" oyunu ile "Mansiyon"a değer görülen Dostlar Tiyatrosu, yaptığı açıklama ile ödülü reddetmiş, müzik kategorisinde aday olan Fazıl Say ise adaylıktan çekildiğini Törende, Dostlar Tiyatrosu'nun açıklaması belirtilmedi, "Mansiyon" kategorisi sessiz sedasız geçildi. Adaylıktan çekilen Fazıl Say'ın da durumu açıklanmadı, adaylar arasında gösterildi. Haldun (Dormen) Ağabey: "Hak veriyorum. Mansiyon, Genco Erkal ve tiyatrosu için hafif kalan bir laftı. Gözümüzden kaçtı, bizim yanlışımız. Ancak bir tek şeye itiraz ediyorum; bana bunu törenin yapıldığı gün bildirmeyeceklerdi. Çünkü her şey karmakarışık oldu. Hem haklılar hem haksızlar bu açıdan," dedi. Yanlışı kabul etmek hiç kuşkum yok erdemli bir davranıştı, ama sanırım Genco Erkal da haklı olarak bizlerden, yani eli kalem tutanlardan bir ses,

7


bir nefes çıksın diye beklemişti. Baktı ki bizlerin üstüne ölü toprağı serpilmiş, açıklamasını son dakikaya serdi.

Haaa, az kaldı unutuyordum Özdemir Abi, bir de "Yılın En Başarılı Sahne Müziği" komedyası var. Cem İdiz'in, yirmi dört yıl önce yazdığı ve o zaman ödüllendirilmiş "Bir Şehnaz Oyun"un müziği bunca yıl sonra yeniden ödül sahibi oldu. Ben inanamadım, ama sen inan bana. 2007-2008 sezonunda seçici kurul ödüle değer sahne müziği bulamadı mı yahu? Bu kurul, Yücel Erten'in

"Savaş İkinci Perdede Çıkacak'ım izlemedi mi? İzlediyşe, Çiğdem Erken'in "Savaş ikinci Perdede Çıkacak"ta müzikal motiflerle yayılan müthiş bir atmosfer yarattığını; laytmotife dönüşen, izleyicinin durum saptaması yapmasına, soluklanmasına olanak veren özgün bestelerini dinlemedi mi? Kimi yerlerde, eylemi tersinlemeli yorumlayan Brechtisyen şarkı anlayışına, kimi yerlerdeki akorlara dayalı armoni yerine zaman beraberliğinden yararlanarak ezgileri üst üste getirdiğine dikkat etmedi mi? Çiğdem Erken'in birkaç notayla eylemin yerini belirtmesiyle, atmosferi akustik bir dekora dönüştürüşündeki mükemmeliyetle kendinden geçmedi mi? Demek ki geçmedi. Bu yılki Afife Ödülleri üzüntü verdi be Özdemir Abicim, hüzün verdi. "Gidişat" konusundaki umutlara bulut indirdi.

a

Özdemir Abi, nedir mansiyon? Sözlükler: "Bir yarışmada konulan ödüle yeterli nitelikte görülmemekle birlikte, anılmaya değer bulunan yapıt." olarak tanımlıyor mansiyonu. Üç ay içinde yetmiş dört kez oynanarak kırk bine yakın izleyiciye ulaşmış "Sivas 93"ü mansiyona değer görmek, toplam yirmi beş kişilik kurul üyelerinin tamamının (Zeynep Oral'ın ağzından diyeyim.) düşüncesizliğiydi, bilgisizliğiydi, gafilliğiydi. Türk tiyatrosunun duayenlerinden Nedret Güvenç'in: "Sivas 93 'ü tiyatro oyunu olarak nitelendiremedik, belgesel filmlere dayanan bir anlatıydı, " demesine de ayrıca üzüldüm. Belgesel sinema var da, belgesel tiyatro mu yok allasen! Siyasal belgenin metin ve sahneleme olarak bütünüyle ve yalnız başına bir temel oluşturduğu oyun yok mu dünya tiyatrosunda? Bunu Nedret Hanım bilmez mi? Hele tören sonrası fuayede, bir saygın ağabeyimin: "Genco en büyük ödülün, Muhsin Ertuğrul Ödülü 'nün sahibidir. Daha ne ödülü bekliyor ki, " dediğim duyunca vallahi yerin dibine battım, halen de yerin dibinden çıkmış sayılmam.

Ben de Genco Erkal'm protestosuna ayak uydurarak "Yılın En Başarılı Sahne Müziği" kategorisindeki adaylıktan çekilen Fazıl Say'm yanındayım. Durumu açıklamış olmalarına karşın törende hâlâ yarışmacı gibi adının anılmasını "saygısızlık", "taşrahhk", "art niyetlilik", "köylülük" olarak yorumlayan Fazıl Say ile aynı kulvar üstünde düşünüyorum. Zeynep Oral'm sesine ses katıyor "ayıptır" diyorum. Ben de aynen Sevgili Oral gibi (Cumhuriyet, 25 Nisan 2008) "başka şeyler dememek için sadece 'ayıp'" diyorum". Üstüne üstlük Fazıl'da açıldı, bu oyun için müzik yapmamış ki, sadece eski eserlerinden bölümler alınarak oyunda kullanılmış, bu da tuhaf değil mi sence de?

cy

Sahne Tasarımcılarının itirazı Var! Afife Ödülleri seçici kurulu bu yıl bir ilke imza atarak 'En İyi Sahne Tasarımcısı' ödülünü 'Sahne Tasarımcısı' olmayan bir yazar-yönetmene verdi.

pe

Biz Türk Sahne Tasarımcılarının meslek örgütü olarak bu seçimin yanlış olduğunu düşünüyoruz. Çünkü; ödül, adından da anlaşılacağı gibi en iyi 'Sahne Tasarımı'na değil en iyi 'Sahne Tasarımcısı'na verilmektedir. Dünyanın her yerinde bu tür ödüller o yılın prodüksiyonuna verilse bile arka planda her zaman belli bir perspektif vardır; o mesleğe ve sanata gönül vermiş kişilerin o güne dek biriken tüm emeklerini ve başarılarını alkışlamak ve gelecekte yapacağı işler için teşvik edici olmak. Nitekim Afife jürisi de özellikle son yıllarda tasarımcıları sıklıkla birden fazla işleri ile aday göstererek bu yönde bir hassasiyet göstermiştir. Sahne tasarımcısı olmayan bir insana verilen bir ödül bu anlamda nasıl bir işlev görecektir? Afife ödülü bir marifet gösterme yarışması olmamalıdır. Sahne Tasarımcısı olmak başka bir şeydir, istisnai olarak sahne tasarımı yapmak başka bir şeydir. Yönetmen oyunun görsel, işitsel t ü m ifade araçlarından ve estetik sunumundan sorumlu olduğu gibi elbette sahne tasarımını da düşünebilir, önerebilir, hatta tarif edebilir. Ama bu onu 'Sahne Tasarımcısı' yapmaz. Hele ödül alan tasarım ünlü bir ressamın çok bilinen bir tablosunun sahneye uygulanmasından ibaretse bu özel durumda yönetmenin aslında sadece 'yönetmen olarak' kendi görevini yapmış olduğunu öne sürebiliriz. Tiyatro kolektif bir sanattır ve bizce özellikle Türkiye gibi sanata ve kültüre harcanan emeğin hiçbir zaman yeterince değerlendirilmediği ülkelerde bir tiyatro ödülünün amacı tek tek sanatçıları onurlandırmanın yanı sıra tiyatroya adanan t ü m sanat dallarını ve meslekleri yılda bir kere de olsa anmak ve yüceltmek olmalıdır. Bu nedenle bu mesleğe gönül verip öğrencilikten başlayarak t ü m yaşamlarını adayan ve yıllarca her türlü mihnete göğüs gererek sürdüren üyelerimiz adına bu yılın ödülünü bir daha tekrarlanmayacak bir 'yanlışlık' olarak düşünmek istiyoruz. Sahne Tasarımcıları Derneği Yönetim Kurulu 8


pe a

cy


a pe cy

16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali

16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, 15 Mayıs Perşembe akşamı Aya İrini Müzesi'nde gerçekleşecek bir Açılış Töreni ile başlayacak. Festival süresince kullanılacak diğer mekânlar ise: Atatürk Kültür Merkezi (Büyük Salon, Aziz Nesin Sahnesi), Haldun Taner Sahnesi, Kenter Tiyatrosu, Garaj istanbul, Santralistanbul, Muammer Karaca Tiyatrosu, Sabancı Üniversitesi, Antrepo No. 3, Ses Tiyatrosu, Fransız Kültür Merkezi, İtalyan Kültür Merkezi, Bilsar, Galataperform, Pera Müzesi, Talimhane Tiyatrosu ve Tiyatro Z.

birlikte tasarladığı ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 60. yılına adadığı "İnsan Yazıyor" Festival'in en çok konuşulan gösterilerinden biri olmaya aday...

Tophane'deki Antrepo No.3'te gerçekleşecek performans/enstalasyonda The Forsythe Company'nin 60 dansçısı kömür tozuyla kaplanmış masalara İnsan Hakları Bildirgesi'nden harfler, kelimeler ve cümleler yazmaya çalışırken sürekli engellerle karşılaşacaklar ve bu yolla insan hakları ihlallerini güçlü bir beden diliyle anlatacaklar. Bu Yabancı Konuklar projede Türkiye'den de dansçılar yer alacak. Bu İstanbul Tiyatro Festivali'ne bu yıl konuk olacak etkileyici performans/enstalasyonda, dansçıların ülkeler; Almanya, Danimarka, Fransa, Hırvatistan, yanı sıra izleyiciler de koreografiye aktif olarak İtalya ve Litvanya. katılabilecek. Yaklaşık üç saat süren performansta izleyicilerin mekâna diledikleri gibi girip-çıkma "İnsan Yazıyor" - The Forsythe Company özgürlüğü de olacak. Dünyaca ünlü dansçı ve koreograf William Forsythe ve topluluğu The Forsythe Company Festival'in 23 Mayıs Cuma ve 24 Mayıs Cumartesi günleri saat Almanya'dan merakla beklenen konuklarından... 20.30'da Antrepo No.3'te gerçekleşecek "İnsan William Forsythe'in Columbia Üniversitesi Hukuk Yazıyor" performansının bilet fiyatları tam 60 YTL, Fakültesi profesörlerinden Kendall Thomas ile öğrenci 20 YTL. "insan Yazıyor'

10


cy a

pe


"Operation: Orfeo"nun bilet fiyatları tam 40 YTL "Ölüm Hastalığı" - Fanny Ardant ve 25 YTL ile öğrenci 15 YTL olarak belirlendi. Ünlü Fransız aktris Fanny Ardant, Marguerite Duras'nın "Ölüm Hastalığı" adlı öyküsünü sahnelemek üzere İstanbul'a geliyor. Yönetmenliğini "Geyikler Lanetler" - Arca Azzurra Berangere Bonvoisin'in üstlendiği oyun; Paris'te 30 Theatre kez kapalı gişe oynadı. Oyun; İtalya, Amerika ve Murathan Mungan'ın ünlü eserine İtalyan tiyatrosu Kanada turnelerinin hemen ardından İstanbul Tiyatro yorumu... Festivali'nde... Duras'nın iki kişi için yazdığı ve diğer eserlerinde olduğu gibi yine aşk, umutsuzluk ve kişisel acı üzerine olan bu yapıtını Fanny Ardant sahnede tek başına yorumlayacak. Son dönemde "8 Kadın ", "Paris, Seni Seviyorum " gibi filmlerde rol alan beyazperdenin en çekici kadın figürlerinden Fanny Ardant'ı sahnede görmek kaçırılmayacak bir fırsat.

İtalya'nın önde gelen özel tiyatrolarından biri olarak kabul edilen Arca Azzurra, Murathan Mungan'ın Mezopotamya Üçlemesi'nin son oyunu olan "Geyikler Lanetler"i yepyeni bir yorumla sahneye taşıyor. Festival'de sahnelenecek olan "Geyikler Lanetler"de sahnede Arca Azzurra'ya gölge tiyatrosu "L'Asina sull'Isola" eşlik edecek. Bir saat sürecek oyunda Murathan Mungan'ın zengin dilini İtalyan bir topluluktan dinlemek kaçırılmayacak bir deneyim olacak.

pe cy

a

25 Mayıs Pazar ve 26 Mayıs Pazartesi günleri saat 20.30'da Ses Tiyatrosu'nda sahnelenecek "Ölüm Hastalığı"mn biletleri 60 YTL ve 35 YTL ile öğrenci 22 Mayıs Perşembe akşamı saat 20.30'da AKM 15 YTL'den satılacak. Büyük Salon'da sahnelenecek "Geyikler Lanetler"in biletleri tam 40 YTL ve 25 YTL ile "Operatıon: Orfeo" - Hotel Proforma öğrenci 15 YTL'den satılacak. Çağdaş sanat dünyasının önde gelen isimlerinden Kirşten Dehlholm yönetmenliğindeki Hotel "Faust" - Meno Fortas / Eımuntas Proforma, yapıtlarıyla daima ses getiren Danimarkalı Nekrosius bir topluluk. Topluluk "Operation: Orfeo" adlı müzikli tiyatronun en güçlü örneklerinden biri kabul 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ndeki "Othello" yorumuyla İstanbul seyircisinden tam not edilen yapıtlarıyla Festival seyircisiyle buluşuyor. alan tiyatro ve opera yorumlarıyla dünyaca tanınan Bo Holten, John Cage ve Christoph Willibald Gluck'm müzikleriyle güçlü bir koro ve zengin ışık Litvanyah yönetmen Eimuntas Nekrosius ve tasarımı, farklı hareket koreografisiyle "Operation: topluluğu Meno Fortas bu sene de Festival'in konukları arasında. Nekrosius ve topluluğu Meno Orfeo" bir anlamda opera türünün günümüze uyarlanmış çağdaş bir yorumu. Altına imzasını attığı Fortas geçtiğimiz yıl İtalya'da "En Başarılı Yabancı Oyun" ödülünü kazanan "Faust" yorumluyla bir her çalışma ses getiren yönetmen Kirşten kez daha Festival izleyicisiyle buluşuyor. Dehlholm'un bu vurucu çalışması "Operation: Orfeo" festivalin kaçırılmayacak gösterilerinden...

25 Mayıs Pazar günü AKM Büyük Salon'da saat 30 Mayıs Cuma ve 31 Mayıs Cumartesi günleri saat 19.00'da sahne alacak "Fausf'un bilet fiyatları tam 40 YTL ve 25 YTL ile öğrenci 15 YTL olacak. 20.30'da AKM Büyük Salon'da sahnelenecek

12


cy a

pe


cy a

"Faust"

"Silinmiş Mesajlar" - BADco.

pe

Zagrebli genç tiyatro topluluğu BADco. Festival'de sergileyeceği "Silinmiş Mesajlar" ile tiyatroseverleri etkileşimli bir buluşmaya çağırıyor. 2000 yılında kurulan topluluğun "Fiziksel Tiyatro" olarak tanımlanabilecek bu oyununda izleyiciler performans mekânında özgürce dolaşarak bu interaktif gösterinin bir parçası olacaklar. "Silinmiş Mesajlar"m yönetmenliğini farklı sanat biçimleri arasındaki sınırları kıran çalışmalarıyla tanınan koreograf ve dramaturj Goran Sergej Pristas üstleniyor. BADco. Baltık-Adriyatik Sanat Etkinliği Intercult-SEAS projesinin bir parçası olarak Festivale katılıyor.

gerçekleştirecekleri "X-Daire" projesi için Tarlabaşı semtini seçtiler.

"X-Daire"nin başlangıç noktasında ellerine yazılı birer yol tarifi verilen izleyiciler, iki kişilik gruplar halinde Tarlabaşı'nda bir semt turuna çıkacaklar. İzleyiciler, durdukları her istasyonda tek bir sanatçı veya bir sanatçı kolektifinin gerçekleştirdiği kısa bir sanatsal etkinlik ya da bir enstalasyonla karşılaşacaklar. "X-Daire"nin mekânları arasında kat edilen yol da izleyicinin bakışını hem mimariye hem de kentsel alana yönlendirecek.

Pek çok alandan Türk ve yabancı sanatçıyı içine alacak bir buluşma olacak "X-Daire" İstanbul BADco. Topluluğu ayrıca performans, video-art, sanatta yeni teknolojiler üzerine 31 Mayıs Cumartesi Tiyatro Festivali'nin çok ses getirecek projelerden biri olmaya aday gözüküyor... Yaklaşık 150 dakika ve 1 Haziran Pazar günleri 11.00-16.00 saatleri arasında santralistanbul'da bir atölye çalışması da sürecek. gerçekleştirecek. Genç performans ve video-art sanatçılarına duyurulur. "Kaygıların Yürürlükten Kaldırılması"

/ Lulu Menase

30 Mayıs Cuma saat 18.30'da ve 31 Mayıs Cumartesi saat 18.30'da garajistanbul'da sahnelenecek Fred Vargas'ın kaleme aldığı "Kaygıların "Silinmiş Mesajlar"m biletler fiyatları tam 35 YTL Yürürlükten Kaldırılması" mizahi bir diyalog. ve öğrenci 15 YTL. Lulu Menase'nin yönetmenliğini üstlendiği oyunda Oriane Littardi yarı bilimsel bir konferans, yarı skeç seklinde dünyadaki altı buçuk milyar insanın da "X Daire" sorunlarını çözmek için aşk, sıkıntı, politika, Festivaldeki ilginç çalışmalardan biri de Goethe Institut ve Pro Helvetia tarafından sunulan "X-Daire" ekonomi, savaş, özgür irade gibi konulardan projesi... "X-Daire"; SvenHeier, Patrick Wymann bahsediyor. ve Dilek Altuntaş'in özel konutları ve kamusal mekânları oyun alanı hâline getirdikleri bir proje. 17, 20, 21, 23, 24 Mayıs tarihlerinde saat 20.30'da Sanatçılar; İstanbul Tiyatro Festivali'nde Fransız Kültür Merkezi'nde izlenebilir.

14


cy

pe a


"Caligula": Zorbanin Söylemi

arıyoruz ve bu halimizin sebeplerinden biri de zorbayı seviyoruz ve zorbayı da alıp tüketip öldürüyoruz, tıpkı bir meta gibi. O Gezegeni insaflıca yuvamız olarak görüp zorbanın, o kişinin arkasındaki fikri bir sahiplenip onu korumak yerine türlü yok edemiyoruz. İnsanoğlunun en çocuklarımızın, kardeşlerimizin kanları ile dokunaklı sözleri arasında sayılabilir beslenen bir imparatorluk kurma, dünyayı Camus'nün metninin sonunda Caligula'nın sömürgeleştirme hırsının süreğen kılınmasını sözleri: küreselleşme adıyla dayatan zorbaların en ünlülerinden Caligula. Salt denizleri de "Caligula! Sen de suçlusun, sen de. Helicon fethettiğine inanmak için askerlerine midye geri dönmedi. Ay'ı elde edemeyeceğim. toplatmış. Gücünü daim kılmak, iktidarını Ama nerde gidermeli şu susuzluğu? Hangi sürdürebilmek için bütün imparatorların, yürek, hangi tanrı verebilir bana göller zorbaların zulme başvurmaları imparatorluk dolusu suyu? Ne bu dünyada, ne de ötekinde manifestolarının değişmez kuralıdır. beni doyuracak bir şey var. Tutulması Sanatçının değişmez kurallarından biri de gereken yolu bulamadığım, hiçbir yere bunu mesele etmek olmalıdır. Dünyayı gözü varamıyorum. Özgürlüğüm iyi bir özgürlük doymaz zorbaların eline teslim etmeye karşı değil. Helicon! Hiçbir haber yok! Hâlâ durmalıdır sanatçı. Bunu yapmanın hiçbir haber yok!!!" milyonlarca yolundan biri de yöneteceğin oyunun seçiminden, metnin doğru okunup Evet, yönetmenin meselesi var, içinde yorumlanmasıdır. yaşadığı toplumun sorunlarının iktidarla flört ettiği noktaları çok iyi saptamış ki Ahmet Mümtaz Taylan, yaptığı bütün işlerde amacına uygun kişileştirmeden tutun da, bu "mesele" sahibi olmayı meleke sahne dekoru, neredeyse kiçleşmiş giysi sayanlardandır. Tiyatro serüveninin ilk tasarımları içinde dekor ile iktidarı elinde yıllarında Bilgesu Erenus'un "Misafır"inde tutanlann uyumlarını sağlamış ama iktidara Musa'yı oynarken de sanatın siyasetle uşaklık eden küçük adamları, her devrin yakından ilgili olması gerektiğini bilirdi. aşağılık karakterlerini bugünün takım Albert Camus'nün yazdığı, Bertan Onaran'ın elbiseli mafya ya da Kurtlar Vadisi Türkçeleştirdiği bu metni bu sanatçı benzerliklerini kurarak yeniden giydirmiş. duruşundan ele alıp zorba karakteri eksenli Böylece, meseleyi Roma imparatorluğuna müthiş bir yorum çıkarmış Taylan. Oyundan ya da geçmişe özgü olmaktan kurtarıp çıkarken izleyicinin düşünmesini istediği günümüzde de geçerliliğini vurgulamış. de yukarıda belirttiğim fikirdir: Zorbalar, imparatorluk düşleri kuranlar ve onlara "yol Gözü doymaz imparator, deliliğinin, ay verenler" hala vardır. Hayrettin Karaca'nın tutkusunun arkasına sığınarak hayalgücünü dediği gibi dünya gözü doymazlar ile karnı ve sanatı simgeleyen Helicon'u boşuna açlar diye ikiye ayrılmışken, "al-tüket-yok bekler. Zorba olabilmek biraz da deli olmayı et" düsturlu tüketim dünyasına küreselleşme gerektirmez mi? Yarı deli olmak gerekir, dendiği günümüzde dikkat edilmesi gereken zorba olabilmek için. O Helicon dağı ile bir hususa parmak basıyor Camus'nün metni zorba yüreğinin buluşması, iyi geçinmesi ve her birini ayakta alkışladığım Eskişehir olanaksızdır da ondan. Bu yüzden de Bush Büyük Belediye tiyatrosu sanatçıları: gibi faşist zorbaların şahıslarına yapılan Zorbalar tükenmiyor. Hala varlar ve o kanlı hakaret beni çok güldürür. Dışkıları geçmişin içinden yenileri türüyor geliyor. boncuklu eleştirmenler de bu tür sığ Üstelik bu zorbalar, tek zorba olmak yorumları ayakta alkışlar. Zorbalık fikrini, istediklerinden, öteki zorbaları da kendilerini megalomaniyi, sömürgeci, yayılmacı daim ve payidar kılmak adına zihniyeti ya da ahlâki açıdan bakarsak, ötekileştirebiliyorlar. İktidarlarını tek gözdoymazlığı, kibiri ortadan başlarına sürdüremeyince de bir hasım, bir kaldırabilmeliyiz. Olanaksız gibiyse de, öteki yaratıp savaş başta olmak üzere birçok kusursuzluğu arayan sanatçının dokunaklı kıyıma can suyu veriyorlar. Sanatçının oyun halini de simgeleyen İkarus mitosunda da seçerken bu gerçeklere dikkat çekmek bu çaba yok mudur? Savaş hep olmuştur istemesi, oyun seçiminden yönetime kadar diye savaşa karşı çıkmayacak mıyız? kendisini ya da mesleğini kutsileştirmeden Ayrımcılığın her türlüsünün ya da gerçek bir emekçi olarak bu işe soyunması, ötekileştirmenin, yalnızlaştırıp yönetmeye bu idealist yola adaması gerekir bilgi, birikim giden yolda doğalmış gibi gösterilen illetler ve emeğini. olduğunu bilmiyor muyuz? Zorbanın bu illetleri kendine yol arkadaşı ettiğini tarih Burada benim dikkat çekmek istediğim konu öğretmedi mi de sanatçılarımız hâlâ vur patlasın çal oynasın finalli leblebi çekirdek da bu işte. Oyun bana bu meseleyi de gibi tüketilip atılacak oyunlar, filmler hatırlattı. Mutluluk değil mutsuzluğu

pe

cy

a

Yusuf Eradam

16


yaparlar ve ? Sanatçının, yeteneklerini, zamanını ve emeğini bu illetlerin ortadan kaldırılması için kullanmayı akıl edemeyişi onun herşeyden önce kendisine ayıbıdır, saygısızlığıdır, ama vasat olduğunu göremiyorsa diyecek birşeyimiz kalmıyor haliyle.

Oyun metni işte bu ikilemin diyalektiğine dayalı ve tek karakter etrafına örülü insan rezilliklerinin teşhiri. Caligula'nın kimi hallerinde herkeste bulunabilecek insan özelliklerine sahip olması, duygusallığı, delilik sınırlarında gezerken ay tutkusu, onu klişe bir canavar ya da yaratık olmaktan çıkarmış ve herkesin kendisini bulabileceği bir insana dönüştürüvermiş. Saç kesimi ve toga giymeyişleri, dikta ve zorbalık fikrinin geçmişte kalmadığını da vurguluyordu. Zorbalık fikri geçmiş imparatorluklarda kalmadı diyordu ya oyun; müzik ile başladı bu kıssadan hissenin ilk cümlesi, dekor ile sürdü, kılık kıyafet ve oyuncuların gözlerinde, yüzlerindeki hayatta kalmakta direnişteki o her an ihanete teşne bakışlar. Bu fikri destekleyen ötekiler ise diğer senatörler, hem aşağılık dalkavuklar, hem zorbaya karşıdırlar. Dikkat ediniz, onlar sadece zorbaya karşıdırlar, zorbalığa değil, çünkü her biri içinde küçük zorbalar barındırmaktadırlar ve Caligula onların iliğini bilir, hepsini çok iyi tanır. Bu yüzden en güçlü ve en mutsuz, en yalnız zorba odur. Onun çok arzuladığı kıyacılık mantığının, "o evrensel yalnızlığı çıkaran şaşmaz mantık" dizgesini oturtunca, aynı dizge kural gereği, kendisine ihanet etmemek adına zorbayı da yok edecektir. Mutlak yalnızlık, öldürmenin yok etmenin mutluluğunun da sonucudur. Bu yüzden Coesonia'ya son sahnede şöyle der Caligula:

pe

cy

a

Ahmet Mümtaz Taylan'ın bu meseleli ve sorumluluk sahibi çizgisinden hiç ayrılmadığını biliyorum. Caligula'da ise ışıktan, sahne, kostüm tasarımına varana kadar temel endişe zorbalık fikrinin kalıcılığı, evrensel ve ölümsüz oluşu. Zorbalaşmaya müsait insanların her zaman olabileceği, faşizm gibi yeniden hortlayabilecekleri, kendi küllerinden doğabilecekleri fikri. Bunu döngüsel kurguda, Caligula'nın geçmişi de simgeleyen üstüpüler altından çıkışı ile göstermiş, aynı kirli toprağa düşüşü ile de finalde iyice belirlemiş. Zorba gidince aya yürüyen halkın sessiz isyanı ile umutlu bir gelecek iması, ama ille de zorba ölmeyebilir kuşkusunu da bir virüs gibi bırakılışı finalin rahatsız edici yanları. Bu iyi. Finalde, bir sürpriz var, Caligula'nın öldürülüş sahnesinde. Bu sahne, şirinlik güzellik olsun diye düşünülmemiş, yani Caligula'yı öldüren kimdir ve ne kılığa girerek görünmez olmuştur. Bunu düşününce Taylan'm müthiş bir ironiyi yakaladığını da göreceksiniz. O ihtişamlı imparatorluğun simgelerinden ve her an gözönünde bulunan bir simge, o iktidarın sahibini ortadan kaldıracak katile maske olabilmiştir. "Yaşıyorum, öldürüyorum, yıkımcının

17


pe cy a A

çılgınca gücüne sahibim; bunun yanında, yaratıcının gücü çocuk oyuncağı kalır. Mutluluk budur işte. Mutluluk! O dayanılmaz kurtuluş, o evrensel hor görü, kan, çevremi kuşatan kin, bütün yaşamını göz önünde bulunduran adamın benzersiz yalnızlığı, cezasız kalan katilin sevinci.

kölelere dönüştürdüğü ve sayesinde ayakta durduğu tebasmı da yok etmekten çekinmez çünkü onlar birçok adiliğe rezilliğe alet olurken, potansiyel tehlikedirler de. Birinci sınıf bir deli kafa zorba olur ve onlarla mandır mandır oynar, çünkü bu kadar küçülebilenler insan değildir, onların katli belki de vaciptir. Belki Caligula bu Metnin en dokunaklı, hatta komik karakteri temizlikten de yorulup iyice yalnızlaşmıştır. Hangi yırtıcı hayvan, geride bıraktığı leşi ise Helicon'dur çünkü zorbalık fikri de Boetia'daki bu dağın ürünüdür, tanrıların için pişmanlık duymuş ki? Dramaturjide, ve sanatçıların ilham için, özellikle de şiir Camus'nun varoluşçu iletilerinin ve edebiyat için gittikleri yerdir ve Helicon, cımbızlanıp çıkarılışı bu yüzden. Caligula'yı terkeder çünkü zorbanın değişmesi olanaksızdır. Değişse kendisine Zorba deyince de akla ilkin imparatorların ihanet edecektir. Tıpkı, Canetti'nin "şeytan, gelişi ve Avrupa'nın bugünkü zenginliğini tanrıya hiç ihanet etmedi" deyişi gibi. ihtişamını sağlayan sömürgeci geçmişinin Helicon, boşuna uğraşır Caligula'yı Kolomb gibi meraklı kaşiflerinin, sağaltmaya. kaptanlarının, kralların, başkan ve cumhurbaşkanlarm, sanatçılarının, Kalburüstü oyunculuk, daha ilk sahneden sporcularının unutuluşu da dokunaklıdır. müziğin damarlara işleyişi ve gerilimi Demokrasi adına çoğunluğun zorbalığı, sağlayışı ve büyük sahnede simetrinin dayatılan kültürü ve yasa ve ahlâk dizgesi iktidara uygun kullanımı ile görkemli bir de ayrıca düşündürür insanı. Camus'nun başyapıt olmuş Caligula. Heykellerin Caligula'sı, Ahmet Mümtaz Taylan ve seçiminden, tül perdeler halindeki duvarlara ekibinin zorba söylemini iyi okuyup varana kadar birçok ayrıntı bu şeffaflığın yorumlamış olmaları, bize bunu da utanmaz uzamsal iradesini iletiyor. Diktatör düşündürüyor. öyle arsızdır ki vasat kölelere, bahtiyar

18


Festival için Ne Dediler, Festival İçin Ne Ürettiler Nihat Alptekin Bir önceki Tiyatro festivalinde olduğu gibi bu yıl da festivale katılan yerli gruplarla festival ile ilgili düşüncelerini ve festivaldeki projelerini konuşarak sizlerle paylaşmak istedik. Şahika Tekand'ın iş yoğunluğundan, Işıl Kasapoğlu ve Zeliha Berksoy ile programlarımız uyuşamadığı için görüşemedik.

oyuncularla çalıştık. Birbirimizi araştırma ve bulma süreci yaşıyoruz. Savaş Çağman Coşkun isimli genç bir müzisyenimiz var. Balkan ve Kafkas müziklerini araştırmış bir arkadaşımız. Vurmalı sazlar kullanıyoruz. Bu metin bize gelecekle ilgili sorularımızın cevabını nasıl bulacağımıza rehberlik ediyor. Aynı zamanda toplumsal olarak birlikte iyi şeyleri nasıl bulacağımıza dair manifestolarımız var. Ben seyirci ile çok iyi ilişki kuracağına inanıyorum. Bu iş estetik anlamda deneysel olabilir ama hiçbir şey anlatmıyor değil. Seyircisiyle toplumsal politik anlamda beraberlik kurmuyor değil. Kendi estetiği için sorular soran bir yapısı olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir insanın toplumsal yapı içindeki tutarsızlığından söz ediyoruz. Bu gün kendi bedensel bütünlüğümüzden de uzağız. "Bir şey deniyorum"la değil "ihtiyacımız olanı paylaşmak istiyorum'la yola çıktık...

Emre Koyuncuoğlu - Irk Bitiğ- Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu

Şu ana kadar yazdığım kurguladığım işlere deneysel çalışma demedim. Festival'in bu sene farklı disiplinlerin bir araya geldiği genç ve dinamik bir çizgisi var. Ödenekli tiyatro da çalışan oyuncularla çalıştığım için deneysel diyebilirim, yapı itibariyle de deneysel olduğunu düşünüyorum. Bu imkanı bana sunduğu için bir ödenekli tiyatro olarak Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'na teşekkür ederim. Çünkü diğer kurum tiyatroları böyle bir çalışmayı yapmıyor. Elbette ödenekli tiyatroların repertuvar tiyatrosu olması gibi bir özelliği var, ama bu yapı içinde bile ekibin alanlarını genişleten çalışmaların da yapılması gerekir. Biz tiyatromuz olarak hep farklı bir dinamik olarak yer almaya, ekip olarak bu dinamizmi yaratmaya çalıştık. Bu proje için görüşmeler yaparken ödenekli tiyatromuzun hemen bütün oyuncuları bu projede yer almak istedi.

Kerem Kurdoğlu-İstanbulda Bir Davagarajistanbul projesi

"İstanbul 'da Bir Dava'

pe

cy

a

Irk Bitiğ 10 ncu yüzyıldan kalma Uygur Türkçesi ile yazılmış bir Uygur metni. Orijinal metin British Museum'da sergileniyor. Türkçe çevirisi; "iyi gelecek bilgisi". Alınacak toplumsal kararların değerlendirilmesi için başvurulan bir kitapçık. Kararların birlikte almıyor olması çok etkileyici ve aynı zamanda şamanik yapı doğa bilgisi, ön planda doğayı dinleyerek ve doğanın kendi sesini de dikkate alarak geleceği kurmanın bir metni. Biz ileriyi görmek için geriye dönüp, geriden sormak istedik. Dokümanter bir tiyatro olarak değil, metni bir malzeme olarak kullandık. Uygur Türkçesi'nin seslerini kullanıyoruz ama bu günkü Türkçe'ye de çevirdik. Bu projede sesini kullanmayı seven, kendi sesinin derinlikleri keşfetmek isteyen belli bir düşünceyi sesi ile ifade edebilecek

İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali Türkiye'deki sanat adına çok olumlu etkiler yapmış bir Festival. Tiyatro ile ilgili konuşmalarımızda verdiğimiz çoğu referansın Festival sayesinde burada gördüğümüz oyunlardan olduğunu görüyoruz. Doksanların başını hatırlarsak kötü uygulanan bir retoriğin hakim olduğu bir dönemdi. Tiyatronun daha bir bütünsel sanat olduğu, sözün gösterişli bir caka satma aracı olması dışında bir işlevi olduğu, sahnenin görsel ışıksal değerinin olduğu, hikayeyi dramatize etmenin dışında da gösteri biçimleri olduğu gibi bir çok şeyi bir çok insan Tiyatro Festivali sayesinde tanıdı. Tiyatromuz, Doksanlı yılların başından önce biraz fazla kendi içine kapanıktı. Bu anlamda yurtdışından oyun görmenin iki aşaması var. Birincisi, yelpazemizi genişletmek, ikincisi, kompleksimizi aşmak. Biz eskiden zavallı bir ülkede önemsiz şeyler yapıyoruz düşüncesi içindeydik. Zamanla bizim de yaptığımız işlerin küçümsenmeyecek değerlere sahip olduğunu fark etmek önemli diye düşünüyorum. Uzunca bir süredir o kompleksin kalmadığını gözlemliyorum.

19


İstanbulda Bir Dava Bir şeyin iç gerekçelerini iyi kavrayıp kendi içimden tekrar çıkarmayı seviyorum. Bunun dramaturgi anlayışıma bir yansıması var. Yazarın nerde ne demek istediğine dair bir okuma yapmıyorum. Asıl kendi içimde bir araştırmaya giriyorum; ben bu eserde ne buluyorum, bu eserin neresi beni etkiliyor. Bu sefer daha çok rejiye konsantre olmak gibi bir yol izlemek istedim. Kafka'nın "Dava" metni aklıma geldi. Çok heyecanlandım. Niyetim hazır bir oyunlaştırmayı sahnelemekti ya da öykü kurgusunu sahnelemekti, fakat beynim yine beni başka bir yöne yönlendirdi. Romanı ve bulduğum bir adaptasyonu okuduğumda bunları sahne üstünde kendime ait hissedemedim. Kafka okumalarına başladım. Ondan sonra "Dava"yı 7-8 kez okudum ve bu eseri niye sevdiğimi anlamaya çalıştığım bir dönem geçirdim. Bu gün benim için ne ifade ettiğini araştırdım. Çünkü bazı eserler bugünün insanı için tahammül edilemez bir sıkıcılığa sahip. Bir yandan da istisnaları yapmak gibi bir amacım var. Ayrıca popüler işlerle ilişkisi iyi olan bir insanım, bir yandan da siyasi ve entelektüel yanımı korumaya çalışıyorum. Bu kavramların bir arada olması benim için önemli. Ben Kafka'dan romanın konusu ne cevabını aldım. Bunu yaparken bazı detaylardan yararlandım. Tamamen yeniden yazdım. Olay örgüsünü aldım Bu gün İstanbul'da yaşayan biri için bu hikayeyi ilginç ve izlenmeye değer yapacağı şeyleri düşünüp yeniden yazdım ve bu bir müzikal oldu.

50'lerden sonra bir oyun yazarlığı patlaması oluşunca bir bakıma kadm yazarlar özendirildi. Ayrıca pozitif bir ayrımcılık yapıldı ve bunun pozitif sonuçları oldu.

Tiyatromuz... Artık 90'ların başındaki retorik dönemi atlatıldı. Kendi imkanlarıyla alternatif bir şeyler yapan gruplar çoğaldı. Yerleşik tiyatrolar artık bunu kullanmaya başladı. Artık bedenin müziğin ışığın önemli olduğunu anladılar. Alternatif grupların sayısı arttı ama etkileri azaldı. Tartışma yaratan iş sayısında bir azalma varmış gibi geliyor bana.

Yeşim Özsoy Gülan-Noter-Galata Perform

Yeni Mekan... Talimhanedeki yeni mekanımızda oyun yaz projesi ile yazılmış oyunları sahnelemek istiyoruz. Ayrıca dünyada da yeni yazılmış oyunların dünya prömiyerini yapmak istiyoruz. Ülkemizde "söylem" ve "eylem" arasında farklılık olduğunu düşünüyorum. İnsana insanı insana anlatmaktan, topluma ayna tutmaktan bahseden tiyatro camiası tiyatroyu böyle lanse ederken hiçbir şekilde etrafında yaşadığı çevreyi sahneye getirmek derdinde değil. Sahne de taksici yok, dönerci yok, küfürde edilmiyor son derece rafine ve steril bir ortam var. Dolayısıyla Anadolu'da tiyatro seyretmeye gelen insanlar birbirine bayım diyen insanlar izliyorlar. Bunları kırmaya çalışacağız. Ayrıca yeni mekanımızda klasikleri de oynamak istiyoruz. Bir kadro oluşumuna gitmeyeceğiz. Özellikle Anadolu'daki grupları getirip mekanımızda seyirciyle buluşturmak istiyoruz. Metin ağırlıklı oyunlar oynayacağız. Tiyatromuz... Hiçbir iktidar iyi yapılan bir tiyatronun seyircisini azaltamaz. İyi oyun her zaman seyirci bulur. Kültür ve sanata olan ihtiyaç azalmaz. Bunu da artan özel tiyatrolarla görüyoruz zaten...

cy a

Yabancı oyunlar bu yıl az ama yerli grupların çok olması da sevindirici. 2000 yılından itibaren özel ve bağımsız tiyatroların olumlu bir gelişme içinde olduğunu düşünüyorum. Elbette zorluklar var ama bu işi yaparken bu zorlukları göze alarak başlıyorsunuz zaten.

Mehmet Ergen- Kız Tavlama SanatıAkbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro

pe

Uzun yıllar yurtdışında olduğum için Festival hakkında genel bir değerlendirme yapamayacağım. Umarım daha da gelişerek yıllarca devam eder. Oyunumuz "Kız Tavlama Sanatı", Amerikan Tiyatrosu'nun önemli yazarlarından Rebecca Gılman'ın yeni bir oyunu. Yazann kadın sorunsalına farklı bir bakış açısı var. 1970'lerdeki kahraman bakış açısı ile iyi niyetlerle başlayan bir ilişkinin kabusa dönüşmesini anlatıyor, bakmıyor, gerçekçi bakıyor. Oyunda kadına bakışın değişik perspektifleri var. Tiyatroda kadını işin içine sokmakta çok geri kalındı. Dolayısıyla erkek yazarların erkek "Kız Tavlama Sanatı" kahramanları yazdığı oyunlarla geçti yüzyıllar. Ama Noter Noterin kendisi enteresan bir kurum. Bizde yoğun biçimde her insanın hayatına girmiş bir kurum. Bireyin tastiklendiği, var olduğunun tescilinin yapıldığı tamimiyle devletle yüz yüze geldiğiniz bir kurum ama bir yandan da iktidarsız bir kurum. Aslında pek de bir fonksiyonu yoktur. Noteri seçmemin nedeni devletle bireyin yaşadıkları ele almaktı. Bu oyun aslında sadece bürokrasi ile ilgili değil. Aynı zamanda fantastik noter masalı; gelen karakterlerin gündelik hayatından olaylar var fakat konuların sorunların altının çizilmesi için büyütülmüş ya da farklılaştırılmış olaylar var. Oyun aynı zamanda ses ve mekan yerleştirmesi. Çünkü noterlerin ciddi bir müziği vardır. Oyunun zaman içinde aldığı yol devletle birey arasındaki ilişkinin kopukluklarını ele almaya yöneldi. Noterin karakteri üzerinden bireyle devletin karşılaşmasını ele almaya çalıştık. Zamanla noter mekanları teknolojik gelişmeye ayak uydurmuş ama yüzler aynı köhnelik aynı.

20


Bengi Heval Oz-Philoctetes-Bir Medeniyet kullanmıyor. Bir olay kurgusu yok. Bütün disiplinleri bir arada kullanıp bütünlüğü sağlıyoruz. Entrikası!- Tiyatro Z 15 nci Tiyatro Festivali'nde yeni kurulan grupları desteklemek amacıyla "Genç Tiyatro" diye bir bölüm açılmıştı. Bunun da etkisiyle bu yıl çok başvuru olmuş. Doğaldır ki baskı rejimlerinde sanat her zaman daha etkin ve yetkin hale gelmiştir. Dolayısıyla ben buna seviniyorum. Kapatsınlar, destekleri kessinler ama gördüğünüz gibi inadına bir direniş var. 1960'lardaki toplumsal yapı elbette yok ama yine de bir gelişme var. Pembe dizilerin sihrine rağmen inatçı bir tiyatro seyircisi var. Ödenekli tiyatroların da tıkandığı bir dönemde yeni grupların oluşması çok normal.

Her şeyden önce biricik Festivalimiz'e sahip çıkmamız lazım. Çünkü benim tiyatro gelişimimde Festival'de izlediğim oyunların çok katkısı oldu. Benim için iyi bir atölye dönemi oldu. Umarım bu Festival'de de iyi projeler izleyeceğiz.

Hikayeci Filmdeki anlatıcıyı filmden çıkarıp sahneye getiriyoruz. Ömer arkadaşımız da doğaçlama müzik yapıyor. Filmin hipnotik tarzını sahnede canlı olarak göstermek istedim. Sinema ve tiyatronun teknik farklılıkları var. Filmdeki atmosferi sahnede canlı olarak performansın içinde ne kadar yaratabilirizi denemek istedim. Hikaye anlatırken zamanın çatladığı anlarda filmin bize sunduğu malzemeyi kullanarak hikaye anlatımının başka tarzını kullanmak istedim. Oyuncu ve müzisyen performansı var. Filmi metronom gibi kullanıyoruz. Filmde bölümleri belirleyip bu bölümler arasında oyuncu ve müzisyen serbest hareket ediyor. Bir caz parçası gibi bir performans aslında. Kemik bir çatının içinde anlık doğaçlamalar yapılıyor. Görüntüyü de parçalayarak kullanıyoruz. Estetik bir yapı içinde seyircinin haz almasını amaçladım.

Genco Gülan-Yen!

cy

a

Philoctetes... Tragedyanın dramaturjik yapısını bozmadan yeniden yazdık aslında. Savaş içindeki bir devletin bireyle hiçbir şekilde ilişkisi olmaz. Kangrenli bacaktan dolayı bir kenara atılmış adam; pis, işe yaramaz, aynı halkta olduğu gibi aptal, halk zaten bir işe yaramaz; ama iş beden gücüne geldiği zaman bu aptal halkı alıp cepheye götürüyorsun, bu nasıl mantık, sen ona ne verdin ki karşılığında ölmesini istiyorsun? Sosyal bir olguya doğru çekmeye çalıştık. Ne kadar psikolojik bir derinlik var derdinde değiliz. Biz daha çok bir sosyolojik bir derinlik arıyoruz. Toplumun biraz mesaj ve bilgilendirmeye ihtiyacı var. Apolitikleşmişligi biraz yok etmeye çalışıyoruz.

Murat Daltaban-Hikayeci- Dot

pe

Ben tiyatro ile ilgilenen bir görsel sanatçıyım. Yurtdışında bir çok festivale katıldım. Yıllardır performans sanatı ile ilgileniyorum. Galata Perform'u da bu alanın gelişmesi için değerlendirmeye

Tiyatromuz... Çok kavgacı bir toplum olduk. Herkes hamasetin peşinde, herkes mazlum. Tuhaf bir kaotik durum yaşanıyor. Ciddi bir problem var, bir yanda ulusalcılar bir yanda muhafazakarlar. Demokrasi kavramı yeniden tanımlanıyor. Bu kargaşada tiyatro özellikle ihtiyaç duyulan bir alan...

Mahir Günşiray / Leonce ile Lena / Tiyatro Oyunevi

çalışıyorum. Türkiye'de tiyatroya dar çerçeveden bakılıyor. Aslında bütün disiplinlerle iç içe. Biz bunu icra etmeye çalışıyoruz. Benim uzmanlığım zaten disiplinler arasılık. Yeni adlı projemde üst başlık olarak heykel, alt başlık olarak performas sanatını kullanıyorum. Tiyatrocuların biraz daha literatür karıştırmaları gerekiyor. Aksiyon Tiyatrosu'nun 30 yıllık bir geçmişi var. Elektronik etkileşimle seyirciyi buluşturmak amacım. Bizim gösterimizde eş zamanlı altı performans var. Seyirci bunlar arasından seçim yapacak. İki sporcu, bir sinemacı ve oyuncular var. Bazı performansçılar metin kullanıyor, bazıları

Festivaller her ülke ve şehir için olağanüstü buluşmalardır. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, İstanbul'u kucaklayacak bir festivaldir ve bu güne kadar gelmesi büyük bir başarıdır. Ancak iki yılda bir yapılabilmesinden dolayı son derece üzgünüm. Bu yıl ağırlıklı olarak yerli projelerin ve dans tiyatrolarının olması sevindirici ki bu benim hep savunduğum bir şeydi. Elbette çok büyük isimleri İstanbul'a getirmek tiyatrocular için de seyirci için de iyi bir şans oluyor. Ama kimi yabancı oyunların hem maddi hem de seyir anlamında karşılığını veremediğini düşünüyorum. Hatta bazı oyunların tiyatroya karşı olduğunu bile düşünüyorum. Görsel yanı güçlü işler geliyor ama içerik olarak tatmin edici olmuyorlar. Burada sponsorlar da çok önemli;

21


pe cy

a

dünya çapında yurtdışından gelen bir prodüksiyon iradeleri dışında verilen kararlara mahkum olan için belki iki yüz bin dolar veriyor ama senin ülkende genç insanları ele almaktadır. yetişen ve tekrar buraya dönecek olan belki o işten Oyun bir aşk komedisi görünümünde olsa da, gülünç daha çok ilgi görecek bir işe parayı hiç vermiyor. maskenin altında genç insanın hüznünü, acısını, çelişkilerini, sıkışmışlığını ve otomatlaşmaya, Genç Gruplar kuklalaşmaya karşı çıkış yolu arayışını ele alır. Genç bir potansiyel var ama para ve salon bulamıyorlar. Ama festival bu gruplara yer ve seyirci sağlıyor. Ayrıca uluslararası bir festival programında Genel Değerlendirme... yer aldığın için bir iki yabancı tiyatrocu da gelip seni Kültür sanat ortamının sorunları Türkiye'nin durumundan farklı bir yerde olamaz. Hatta dünyanın seyrediyor. Böylece dışarıya da açılma imkanı doğuyor. Ancak... büyük tehlike: Avrupa bizi görsün ve dünyanın bize bakışından farklı bir yerde olamaz. Milliyetçilik, muhafazakarlık, islami fanatizm, şiddet, diye işler yapılmaya başlandı. Bu tam da -birey olarak- kendimize ait olanı keşfedebilme imkanlarının savaş çığlıkları, cehalet, vurdumduymazlık, para... Şu anla geçmiş arasında bir fark görmüyorum. Sorun doğdu ortamda savrululan trajik bir nokta. Önce hep vardı. Bütün kültür bakanları -bir ikisi dışmdakendimizle hesaplaşmalıyız. genelde kültürü de sanatı da bilmeyen kişilerdi. Hayalim tiyatro festivalinin dışında bir off festivalinin Kültür bakanı olabilecek birinin zaten milletvekili de organize edilmesidir. Belki bir yıl o, bir yıl off... seçilmesi o kadar zor ki. Şimdiki kültür bakanımız en aydın, en demokrat bakanlarımızdan biri, tıpkı Ya da Avignon'daki gibi, aynı anda ama farklı organizasyonlar olarak. Böylece off festivalde bütün Fikri Sağlar gibi. Ama koltuğa oturunca verilen ülkeden gelen gruplar yer alabileceklerdir. Cesarete küçük bir bütçe ve bürokratik engellerle ne ve seyirci ile karşılaşıp hatalarını görmelerine ihtiyaç yapabilirsiniz ki. Kimi getirseniz bu koşullarda sorunları çözemez. Dolayısıyla sorunlar da aynen var. Neden Kars'tan, Van'dan. Denizli'den gelen duruyor. Para dünyasının altında değişen hiç bir şey gruplar böyle bir festivalde yer almasın ki. yok! Leonce ile Lena Bu metni seçmemizin nedeni, genç insanın yaşadığı çelişkileri, melankolisini, sistemle mücadelesini ele alma şansını bize vermesiydi. İktidarların erkek ve kadın bedenlerini kullanarak güçlenme arzularını genç insanlar üzerinde uygulama kararlan karşısında ne yapılabileceğini araştırmaktı. İktadırın dilinden Kırmızı Pazartesi hareket edilince kaçışın imkansızlığı ile karşılaştık. İstanbul Şehir Tiyatroları, 1982 Nobel ödülü İkincisi bir Büchner hayranı olarak hep Woyzeck sahibi Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia sahnelemeyi istemiştim ama, ironi kullanımının bir Marquez'in "Kırmızı Pazartesi" romanının bir deha yapıtı olan bu kara komedi birden bizim için uyarlamasıyla Festivalde yer alıyor. Uyarlamanın daha büyük bir düelloya dönüştü. Büchner politik sahibi Macit Koper, aynı zamanda oyunun bir yazar. Ve oyunlarında bu politik görüşü değişik yönetmenliğini üstleniyor. "Kırmızı Pazartesi", 1 katmanlarda görürüz. Çağdaş tiyatroyu en çok Haziran Pazar saat 18.30' ve 2 Haziran Pazartesi ile etkileyen yazarlardan biri olan Georg Büchner'in bu 3 Haziran Salı günleri saat 20.30'da Haldun Taner iktidar komedisi, toplumsal rollere bürünerek kendi Sahnesi'nde.

Festival'in Diğer Yerli Oyunları

22


Zaman Aşımı -I "Diller De Günahkar" aldığı Semaver Kumpanya yapımı "Cesaret Ana

Nihal Geyran Koldaş'ın yazdığı ve yönettiği Zaman Aşımı I - "Diller de Günahkâr" Bilsak Tiyatro Atölyesi& Maya Sahnesi yapımı olarak Festivalin konuklarından... "Zaman Aşımı I - "Diller de Günahkâr", 26 Mayıs Pazartesi saat 18.30 ve 27 Mayıs Salı saat 20.30'da Aziz Nesin Sahnesi'nde izlenebilecek.

ve Çocukları" 3 Haziran Salı ve 4 Haziran Çarşamba günleri saat 20.30'da ENKA Oditoryumu'nda sahne alacak.

Hastalık Hastası

İlk defa İstanbul'da seyircisi karşısına çıkacak ve bu yıl onuncu senesini kutlayan Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, Işıl Kasapoğlu yorumuyla Moliere'in "Hastalık Hastası" adlı oyununu sahneliyor. Seyirci karşısında ilk kez 334 yıl önce oynanmış "Hastalık Hastası" Diyarbakır Devlet Tiyatrosu yorumuyla 28 Mayıs Çarşamba saat 18.30 ve 29 Mayıs Perşembe saat 20.30'da Haldun Taner Sahnesi'nde

Jokond ile Si-Ya-U

Cesaret Ana ve Çocukları

Karanlık Korkusu

Şahika Tekand ve topluluğu Studio Oyuncuları ise yedi monologun iç içe geçerek tek bir monologa dönüştüğü "Karanlık Korkusu" adlı oyun ile festival konuklarından... Konuşma, hareket, ses ve ışığın iç içe geçtiği bu oyun 23 Mayıs Cuma ve 24 Mayıs Cumartesi günleri saat 18.30'da Aziz Nesin Sahnesi'nde izlenebilir.

a

Zeliha Berksoy, Nazım Hikmet'in 1929 yılında kaleme aldığı "Jokond ile Si-ya-u" adlı şiirini tek kişilik bir oyun olarak sahneye taşıyor. Nazım Hikmet'in bu fantastik şiiri Leonardo Da Vinci'nin ünlü Jokond'unun Paris'teki 1 Mayıs olaylarında tutuklanıp ülkesine gönderilen Şanghaylı Si-ya-u'ya âşık olmasını konu alıyor. "Jokond ile Si-ya-u", 29 Mayıs Perşembe ve 30 Mayıs Cuma günleri saat 20.30'da Ses Tiyatrosu'nda izlenebilir.

pe cy

Bir diğer Işıl Kasapoğlu yorumu ise Bertolt Brecht'in "Cesaret Ana ve Çocukları". Tilbe Saran'm da rol

23


a

cy

pe


ilişiksiz Temas

Ayşegül Güryüksel tarafından kurulan Subvoid Dans Tiyatrosu, çalışmalarını 2006'dan bu yana sürdürüyor. Performansı görsel anlatım dili ve efektlerle bir araya getiren Subvoid, Ayşegül Güryüksel ve Ece Gözmen'in birlikte rol aldıkları "İlişiksiz Temas" adlı performansla 21 Mayıs Çarşamba saat 20.30'da Haldun Taner Sahnesi'nde.

Kaya İlhan'in sekiz öğrencisinin sunacağı "Sonsuza İskele". Kaya İlhan'a adanmış bu proje 27 Mayıs Salı saat 20.30 Kenter Tiyatrosu'nda sahnelenecek.

"Atrofî 1 - İsimler Evi"

Ayrin Ersöz "Atrofî 1 - İsimler Evi" adlı performansında hayatı boyunca değişik sebeplerle defalarca değişen resmi, ismi ve kimlikleri ile girdiği ironik hesaplaşmayı anlatıyor. İnteraktif video, müzik ve dans içeren "Atrofî 1 - İsimler Evi" 28 Mayıs Çarşamba saat 20.30, 29 Mayıs Perşembe saat 18.30'da Fransız Kültür Merkezi'nde.

Atrocity Bulvarı

cy

harS

a

Serap Erincin, kendi yazdığı ve yönettiği "Atrocity

pe

Türkiye'de modern dansın öncü isimlerinden Aydın Teker, insan bedeni ile arp enstrümanı arasındaki ilişkiye odaklandığı "harS" adlı yeni koreografısiyle Festivalin konuklarından... Teker'in eski arpist ve sanatçı Ayşe Orhon'la birlikte insan bedeni ve arpı buluşturduğu bu gösteri 22 Mayıs Perşembe saat 20.30, 23 Mayıs Cuma saat 18.30, 24 Mayıs Cumartesi saat 15.30'da garaj istanbul'da...

Tersi Düz: Marika'nın Masalı

Koreografisi Talin Büyükkürçüyan'a ait "Tersi Düz: Marika'nın Masalı" 25 Mayıs Pazar saat 18.30'da Haldun Taner Sahnesi'nde seyirciye dans alanında farklı renkler sunacak.

Bulvarı" adlı performansı ile Festivale ilk kez katılacak. Dünya şehirlerindeki insanları ve birbirleriyle ilişkilerini konu alan "Atrocity Bulvarı", 31 Mayıs Cumartesi saat 20.30 ve 1 Haziran Pazar saat 15.30'da Fransız Kültür Merkezi'nde sahne alıyor.

Sonsuza İskele

Festival'de yer alacak önemli bir çalışma da Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk bale sanatçısı olan Kaya İlhan ve günümüz profesyonel sanatçılarından 25


Yüzleşme

Geyvan Mc Millen tarafından kurulmuş olan İstanbul Dans Tiyatrosu "Yüzleşme" 2 Haziran Pazartesi ve 3 Haziran Salı günleri saat 20.30'da garaj istanbul'da seyirciyle buluşuyor. Bireyin varoluşunun ve içinde biriken sözlerin yarattığı yoğunluğun hikâyesini anlatan "Yüzleşme"nin koreografısi de Geyvan McMillen'a ait.

Dansçı, koreograf ve eğitmen Tuğçe Tuna tarafından fiziksel engelli ve profesyonel dansçıların birlikte yer aldığı "Farklı Bedenlerle Dans" projesi kapsamında gelişmeye başlayan RemDans Proje Topluluğu, "Makin. B.D.N." adlı dans gösterisiyle Festivalin konuklarından. RemDans Proje Topluluğu'nun, 24 Mayıs Cumartesi ve 25 Mayıs Pazar saat 20.30'da Santralistanbul'daki Enerji Müzesi'nin Kontrol Odası ve Makine Dairesi Alanı'nda gerçekleşecek performansı, makine-beden ilişkisini sorguluyor.

pe cy a

"Engin-Ar"

Makin. B.D.N.

Çıplak Ayaklar Kumpanyası'nm en son projesi "Engin-Ar" ilk defa İstanbul Tiyatro Festivali'nde izleyiciyle buluşacak. Topluluğun hiphopu çağdaş dansla birleştiren Fransız topluluk C dans C ile işbirliklerinin en son ürünü "Engin-Ar", 29 Mayıs Perşembe saat 20.30 ve 30 Mayıs Cuma saat 18.30'da Aziz Nesin Sahnesi'nde...

26


Festiva'in Diğer Etkinlikleri Festival'de Özel Gösteri: Sivas '93

süresince ünlü konukların katılacağı söyleşi ve konferanslar, usta tiyatro toplulukları ve dans gruplarının gerçekleştireceği atölye çalışmaları ve ustalık sınıflarına da yer verecek. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında William Forsythe bir konuşma gerçekleştirecek. Festival kapsamında Ali Berktay tarafından yönetilecek olan "Türkiye'de Toplum-Sanat ilişkisi: Sabahattin Ali" başlıklı panel yer ve alıyor.

pe cy

a

İnsan Haklan Bildirgesinin 80. yılı nedeniyle İstanbul Tiyatro Festivali'nde "İnsan Haklan" teması altında Genco Erkal'in "Sivas '93" adlı belgesel oyunu "Festival Özel Gösterisi" olarak programda yer alıyor. Dostlar Tiyatrosu tarafından 2008 tiyatro sezonunda sahnelenen "Sivas '93", 1993 senesinde Sivas'taki Madımak Oteli yangınını ve olayın arka planını irdeliyor. Genco Erkal'ın yazıp yönettiği bu belgesel oyun, 20 Mayıs Salı günü saat 20.30 ve 21 Mayıs Çarşamba saat 18.30'da Muammer Karaca Tiyatrosu'nda izlenebilecek.

Festival'de "Yazarlar Buluşması"

2006 yılında Trent Üniversitesi-Asti Tiyatro Festivali ve İstanbul Tiyatro Festivali işbirliği ile düzenlenen "Yazarlar Buluşması"nda Murathan Mungan, Özen Yula, Yeşim Özsoy Gülan ve Tuncer Cücenoğlu'nun kendi tercihleri olan birer oyunu İtalyanca'ya çevrilerek profesyonel sanatçılar tarafından okunmuştu. Arca Azzurra Tiyatrosu'nun Murathan Mungan'ın "Geyikler Lanetler" yorumu bu projenin bir ürünü. Bu yıl yine İtalyan Kültür Merkezi-İstanbul ve Enteteatrale (Roma) tarafından desteklenen projede İstanbul Tiyatro Festivali ile birlikte İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü de yer alıyor. İstanbul'a gelecek Renata Ciaravino, Letizia Russo, Sonia Antinori ve Vittorio Franceschi gibi yazarların bu etkinlik için özel olarak Türkçe'ye çevrilen oyunlarından profesyonel gruplar tarafından yapılacak okumalar ve izleyecek tartışmalar gelecekte yeni buluşmalara yol açacak. "Yazarlar Buluşması", 22 Mayıs Perşembe günü saat 11.00'de İtalyan Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek.

Festivalde Konuşmalar, Atölye Çalışmaları

Comedie Française'in sanat yönetmeni ve başoyuncularından biri olan Muriel Mayette ise 25 Mayıs Pazar günü saat 11.00'de AKM Sinema Salonu'nda Comedie Française ve Fransa'da tiyatro eğitimini anlatacağı bir konferans verecek. BADco. performans, video-art, sanatta yeni teknolojiler üzerine bir atölye çalışması gerçekleştirecek. "Whatever Toolbox" adlı atölye çalışması 31 Mayıs Cumartesi ve 1 Haziran Pazar günİeri 11.00-16.00 saatleri arasında santralistanbul'da yer alacak. Kapasite sınırlı olduğu için BADco.'nun atölye çalışması için rezervasyon yaptırılması gerekiyor.

New York Üniversitesi'nde performans ve yaratıcı sanatlar üzerine çalışan Georg Emilio Sanchez, Augusto Boal Tiyatrosu üzerine bir Atölye Çalışması yapacak. New York Üniversitesi Deneysel Tiyatro Bölümü'nde eğitimci ve dans sanatçısı Patricia Hoffbauer "Hareket + Metin: Kültürel Bağlamda Beden Atölyesi" başlıklı atölye çalışması gerçekleştirecektir. Festival kapsamında ayrıca, Avni Dilligil'in doğumunun 100. Yılı ve Nurullah Ataç'ın doğumunun 110. Yılı nedeniyle buluşmalar gerçekleştirilecek.

İstanbul Tiyatro Festivali programında festival 27


a

Mehmet Ali Kaptan'lar ile...

cy

Geçmişten Bugüne Değişmeyenler Üzerine... Dünyaya bakıyorum ve gördüklerim beni mutsuz ediyor. Savaş, acı, açlık, korkular ve kimliksizleşmiş beyinlerle güzel bir yarın artık bir rüya! İnsan hep kendine yenik ve kendine yenilgisini de başkalarını yenerek örtmek istiyor. 28

pe

Özlem Özdemir / ozlemozdemir@tiyatrodergisi.com.tr

insan! Kendi zaaflarını, kendi içini bilmeyen insan! Üstüne oturmayan giysilerle yürüyen ve kendinden olmaması gerektiği kadar emin olan insan. Kendine yabancılığından etrafındaki her şeye uzaktan bakan insan! içindeki boşluğu sahip olamadıklarından sanarak boşluğu daha da büyüten insan. Yüzyıllardır ona anlatılan masalları düşünmeden kabul eden, kendi gerçeğini başkalarının belirlediği doğrularla yaşayan insan. Mutsuzluktan canı acırken cebini parayla, güçle doldurmayı akıllılık sanan insan. Gücün önemli olduğu yalanına kanarak onun peşinden koşarken, başkalarının iktidarına oyuncak olduğunu göremeyen insan. Dil, din, ırk gibi ayrımların yine başka insanlar tarafından yaratıldığını unutup bu farklılıklarla kendini ayrıcalıklı saymaya düşkün insan. Ait olmanın güvenliğini arayan, en olmanın büyüsüyle gözü kör olan insan. Dünyaya bakıyorum ve gördüklerim beni mutsuz ediyor. Savaş, acı, açlık, korkular ve kimliksiz/eşmiş beyinlerle güzel bir yarın artık bir rüya! İnsan hep kendine yenik ve kendine yenilgisini de başkalarını yenerek örtmek istiyor. Tuzaklar kuruyor ve kendi tuzaklarına önce kendi düşüyor. İnsan doyumsuz, insan hep istiyor ve istekleri hiç bitmiyor. Daha daha daha. Ya sonra?.. Bu hikayede son yok, çünkü zaten insan sonda yaşıyor...

Birazdan bahsedeceğim oyunun sonu ise acıyla bitiyor çünkü insan önce kendine sonra da etrafındaki her şeye zarar veriyor... Perdelerin bir kez daha kapanmasına az kalmışken perdeyi önemli bir oyunun başkahramanıyla gerçekçi bir söyleşi ile kapatmak istiyorum. Tiyatro Pera'daki "Venedik Taciri" adlı oyun içeriği açısından günümüze dair pek çok benzerlik taşıyor. O halde buyurun, Venedik Taciri'nin etkili bir yorumuyla tanışmaya... Shakespeare'in önemli oyunlarından biri olan "Venedik Taciri" adlı oyunda Shylock adlı Yahudi bir adamı oynuyorsunuz. Yahudilere mal edilmiş tüm özellikleri taşıyor. Onu nasıl algıladığınızı merak ediyorum. Oynadığınız karakteri sizden dinleyebilir miyim? Bir kere hiç ele avuca sığmayan, çok güçlü bir karakter. Elinizden her an kaymaya hazır ve sizi her an kendi tuzaklarına çekebilir. Öyle roller vardır ki aktörü sırtına bindirir ve çok fazla bir şey yapmaya gerek yoktur. Ama bazen öyle roller vardır ki hep sırtından atar. Bu da öyle rollerden biri. Ne kadar iyi binici olursanız olun her an sizi sırtından atmak için hazır bekliyor. Dengeyi biraz şaşarsanız yere çakılabilirsiniz, bıçak sırtı bir rol! Elbette bu, dünyaya bakışla da ilgili bir şey. Yaşam görüşünüz o rolün nasıl olması gerektiğini belirliyor. Azınlık bir kere,


Yahudi. Yüzyıllarca her gittikleri yerden göçe zorlanmışlar, ötelenmişler. Öteki olarak adlandırılmışlar. Ama baktığımızda hepsi insan. Bu rolde benim için en önemli olan noktalar; öteki olmak ve ait olamamaktı. Bütün insanların sorunu belki de bu. Ülkemizde bu sorunu en temelinden yaşıyoruz. Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Yahudi sorunu... 1500'lerde bu sorunlar varmış, bugün benim ülkemde de bu sorunlar yaşanıyor. Yüzyıl farkları var ama insan bir adım öteye gitmemiş! Aslında ben Shylock'u bir insan olarak nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyorum. Mutlu mu, hırslı mı, korkak mı vs? Sanki Shylock var karşımda da onu ona soruyorum diye düşünün. Shylock kendi dünyasında yaşayan, dinine fazlaca bağlı olan ve bizim gibi biri. Yahudiler başkalarıyla ilişkiye geçmiyorlar, nedenini bilmiyorum ama benim gördüğüm etrafa karşı hep kapalılar. Onların bu kapalılıklarının altında, yüzyıllardır süren dışlanmışlıklarının verdiği güvensizlikle sadece kendilerinden olanla ilişkide kalmayı seçmelerinin yattığını düşünüyorum. Tam da bunu söylemeye çalışıyorum.

Antonio saygın bir tüccar. Bassanio da onun en yakın dostu. Bassanio bir kadına aşık oluyor. Kadın da kendine eş seçeceği bir dönemde. Bassanio şansını denemek istiyor ama kadının yanına gidecek parası yok. Antonio'nun da o sırada hazırda parası yok ama dostuna "gidip sana gereken parayı bulalım" diyor. Ancak parayı bulmak için ironik biçimde tek çareleri Shylock oluyor. Önce Bassanio çalıyor kapısını. O andan itibaren ipler Shylock'un eline geçiyor değil mi? Kader ağlarını örmekte, Shylock canlarına okuyor.

Onlar Getto'da yaşıyorlar. Dönemin ve tarihin ilk Getto'su Venedik'te kuruluyor. Gece on ikiden sonra sokağa çıkmaları yasak. Yemek sahnesinde ise coşkuyla biran dışarı taşıyorlar.

Antonio da geliyor ardından. Shylock durumun avantajının farkında tadını çıkarıyor. Zaman artık onun zamanı. İşi bir süre yokuşa sürdükten sonra "Size iyi niyetli bir teklifim var. Sırf eğlence olsun diye eğer parayı ödemezseniz vücudunuzun beğendiğim yerinden yarım kilo et keserim " diyor. Hangi insanın aklına gelir ki bu bir şaka aslında. Böyle bir şey düşünmüyor adam. Orda çok büyük bir kurnazlık var. Adam parayı geri verse bile o kazanacak. Çünkü ona borç vererek kendine gebe bırakıyor ve güçlü oluyor. Eğer Antonio parayı ödemezse de böyle bir madde koyarak en büyük rakibini yok edecek. Çok zekice. Sonuçta varılacak nokta; her iki şartta da Shylock kazanacaktır.

pe

cy a

Bu rolün çok sahiplendiğiniz, içselleştirdiğiniz bir rol olduğunu düşünüyorum. Mehmet Ali'ye benzer yanları da var bence. Bu nedenle onunla bağlantı kurarken hiç zorlanmamışsınız gibi geliyor bana. Shylock'a dönersek, bu nedenlerden dolayı yalnız bir adam değil mi? Yalnız bir adam, kızıyla yaşıyor. Yaşamda tek tutunduğu şey o. Evet, tamamıyla bana benziyor çünkü benim içimden çıkıyor. Bunu nasıl ifade edebilirim bilmiyorum ama çevremdeki her şey oyuncu olarak beni etkiliyor, üzüyor. Uzun bir araştırma süreci geçirdim. Yahudilerin tarihini okudum, Tevrat'a baktım. Benim de içim acıdı tabi, yani o duruma acımaktan bahsediyorum. Karakteri oluştururken "Shylock çok mu haklı? ", diye çok tartıştım kendimle. Hukuksal olarak haklı ama gidip bir adamın canını yok edecek noktaya gelmemesi gerekir. O noktadan da bakınca çelişkiler çıkıyor önünüze, "haklı mı haksız mı?", diye.

Oyun bir yemek sahnesiyle başlıyor. Shyclok yakınlarıyla bir yemekte eğlenirken Antonio onu görüyor ve yüzüne tükürüyor. Shylock hiçbir şey demiyor ama aşağılanmanın öfkesiyle bütün bedeni titriyor. Orada ne hissediyor? Onlar Getto'da yaşıyorlar. Dönemin ve tarihin ilk Getto'su Venedik'te kuruluyor. Gece on ikiden sonra sokağa çıkmaları yasak. Yemek sahnesinde ise coşkuyla bir an dışarı taşıyorlar. O noktada Antonio, Shylock'a hepten kötü bakıyor. Çünkü faizcilik yapıyor diye düşünüyor. Ama Shylock ne yapsın? Başka hiçbir iş vermiyorlar ki. Hala olduğu gibi mücevher işi yapıyorlar. Yerleşik olmadıkları için her an gitmek zorunda kalma korkusunu yüzyıllardır taşıyorlar. Şimdiki İsrail'e baktığımız zaman kendilerine yapılan şeyleri oradaki insanlar başkalarına yapıyorlar. Shylock'a bakarken bunu da görmezden gelemem ben.

29


Antonio şaşırıyor ve kabul ediyor, nasıl olsa kimse böyle bir uygulama yapmaz. Belki de Yahudinin de iyi bir tarafı vardır diye düşünmüş bile olabilir? Evinde çalışan genç işi bırakıp Bassanio'nun yanında işe giriyor. Ve ilk işi onu Bassanio'un teşekkür yemeğine çağırmak oluyor. Shylock ise yemeğe "nefret ede ede gideceğim, yemeklerini yiyip israf edeceğim" diye söylenerek gidiyor. Aslında bir taraftan da yemeğe çağırılmaktan hoşnut değil mi? Hoşnut tabi çünkü onların içine girmiş oluyor ve kendine bir alan yaratıyor.

göreceği karşılık nedir: intikam. O halde ben de aynını size uygulayacağım ama kötü olacak..." Bu sahne o kadar önemli ki! Irk, din ve dil ayrımının insanlar üzerindeki etkisini görüyoruz burada. Öteki olmanın insanlara neler yaptığını, temelde hepimiz aynı olduğumuz halde bizi birbirimize düşürmek için yaratılan farklılıkların saçmalığını... En acı tarafı da bunlar hiç değişmiyor. Bu sahneyle ilgili duygularınızı merak ediyorum? (Bu sahnedeki oyunculuğunu hiç unutmayacağım, izlemenin keyfinden dolan gözlerim için teşekkür az gelebilir çünkü bana "özlediğim oyunculuk bu" dedirtti. Tüm oyun boyunca ama özellikle bu sahnede; dolan gözleri, titreyen elleri, alnından dökülen teri ve isyanla bütünleşen bedeniyle tümüyle Shylock'tu. O haklı isyanı izlerken nasıl da içi sızlıyor insanın, rolüne verdiği hayatla nasıl da oyuna kapılıp gidiyor insan.) Bu söylediğiniz tirat 15-16 yüzyıldan beri var ve önemli yer teşkil ediyor literatürde. İçinden gelerek Yahudi'nin gözleri yok mu diyor? Acısını nasıl anlatacağını bilmiyor, insanın başını döndürüyor, oynarken de öyle ama. Başım dönüyor, gözlerim kararıyor, içinizde bunu duyumsarsanız o acı da oradan fışkırıyor. Başka bir şey yapmaya da gerek olmuyor. (O arada tiradı okuyor içim ürperiyor. Hiç unutmayacağım bir sahne olarak benim de literatürümde yer aldı bu tirat.)

Onun yemeğe gittiği gece kızı Jessica da evden kaçıyor. Üstelik bir sürü mücevherle birlikte. Shylock eve döndüğünde kızını bulamıyor. Elmasım gitti feryatlarıyla dağılmış bir adam görüyoruz? Oysa sonra elmasım gitti feryadının kızının aldığı elmasa olduğunu anlıyoruz. "Keşke kızım ölseydi de mücevher kulağında olsaydı" diyecek kadar kalpsiz mi? Kızıyla nasıl bir ilişkisi var? Onu oyunda sadece kızıyla görüyoruz. Karısına ne oldu bilmiyoruz. Bu da; Shylock kızına hem analık hem babalık yapıyor demek ve o iyi bir baba. Bu millet geleneklerine gerçekten çok bağlı. Tevrata çok bağlılar bir kere. Tutucu tarafları var. Kızını da bu şekilde yetiştiriyor. Aralarında bence iyi bir ilişki var. Özellikle de ben bunu üstüne gidiyorum çünkü insan tarafları ortaya çıkıyor, orada bir sorun yok bence. Onun bazı kararlarını çok haksız bulmuyorum. Öteki olma duygusunun insanlara neler Kızının kaçması sonucu öfkeyle birlikte ciddi bir yaptırabileceğini biliyoruz. Temelde hepimiz, birilerinin iktidar gücü adına, onların uydurduğu acı var orda, bir adamın kocaman yalnızlığı, kızının kaçtığını görünce neler hissediyor? farklılıkların ardına takılıp gidiyoruz. Bizi Elmaslara üzülürken ashnda acısını mı bastırıyor? yönetiyorlar. Hayır acısını bastırmıyor, gerçekten içi yanıyor. Bir Aslında o noktaya getiren de biziz. kere kızının bir Hristiyanla kaçtığını fark ediyor. Bu da yetmezmiş gibi kızı bütün birikimlerini toparlayıp beraberinde götürüyor. Bu noktada kim olursa olsun feryat edecek. Kızından olduğu yetmezmiş gibi varlığı, yaşamdaki tek amacı yani gücü elinden alınmış oluyor, ki ona o acı söyletiyor onları. Benim bir arkadaşım oyunu izledikten sonra: "Mehmet Ali bu kadar acıyı nasıl taşıyorsun gözünde, yüzünde? " diye sormuştu. Ona: "bilmem, öyle oynuyorum işte ", demiştim. Sonra düşününce yanıtı aslında şuydu: İnsanlık tarihinde her şey o kadar acılarla dolu ki, günümüzde de o kadar acı var ki benim fazla uzağa gitmem gerekmiyor. O yüzden onu yakalayıvermek çok zor değil. (Daha sonra bu konuya dair bir kez daha konuşurken görüyorum ki; evet acı için uzağa gitmesine gerek yok çünkü acı içinde saklı duruyor)

pe

cy

a

Onu oyunda sadece kızıyla görüyoruz. Karısına ne oldu bilmiyoruz. Buda; Shylock kızına hem analık hem babalık yapıyor demek ve o iyi bir baba.

Haklısınız acı her yerde... Çok yalnız ve mutsuz bir adam o. Irkı ve dininden dolayı aşağılanmanın esaretiyle geçmiş tüm ömrü, bunun öfkesini taşıyor diye düşünüyorum. Aslında o da sevilmeyen bir adam olmak istemez ki... Üstünde yüzyılların getirdiği koca bir yük taşıyor, çok da ağır bir yük... Tabi cemaatini de korumak kollamak zorunda.

Benim oyunda en etkilendiğim ve harikulade oynadığınız sahneye geliyorum şimdi. Çok ciddi anlamlar içeren ve insanoğlunun yüzyıllardır değişmeyen hastalıklarını göz önüne seren sahnede şöyle diyorsunuz: "Antonio bana hakaret etti, ulusuma güldü. Neden? Çünkü ben Yahudiyim. Peki, Yahudinin elleri yok mu, gözleri yok mu, bedeni, sezgileri yok mu? Aynı hastalıklara yakalanmıyor mu, Hristiyandan farkı ne? Zehirlerseniz ölmez miyiz? Bize haksızlık ederseniz intikamını almayacak mıyız? Bunda da benzeyeceğiz elbette. Bir Yahudi bir Hristiyana haksızlık ederse

30


cy a

pe


gibi, o da aynı yanlışa düşüyor. Öğrendiğini, doğru bildiğini yapıyor ama kime göre doğru? Kendini kandırıp duruyor, o kadar kolay mı? Sonra kızını affediyor işte. Evet doğru söylüyorsunuz. Affediyor çünkü yüreği dayanmıyor. Bu arada kızı da kocasıyla Bassanio'nun yanına gidiyor. Portia'da kızı yok sayıyor, onunla konuşmuyor. Yahudi olduğu için değil mi? Evet, sadece Yahudi olduğu için. Aklına bile yazmıyor ya adını. Jessica da çok mutsuz aslında ve uyum sağlayamıyor yeni hayatına. Kocasıyla iletişim kuramıyor. Kendi kültürü varken şimdi kabul edilmediği bambaşka bir kültürün içinde buluyor kendini, insanların ırkları yüzünden ikinci sınıf görülmesi ve bunu da kabul ederek yaşamaları çok acımasızca. Çünkü kocası da onu bir anlamda para olarak algılıyor, gizliden gizliye var böyle bir şey. Orda çok naif bir aşk yaşatılabilir ki asıl oyunda bu böyle. Bu Nesrin Kazankaya'nın yorumudur. Ben de katılıyorum bu yoruma.

a

Tabi ki. Şu anda en önemlisini bu ülkede yaşıyoruz. Neden? Aynı yemeği yiyoruz, aynı gözlere sahibiz ki öyle olmasa ne fark eder ashnda? Niye bu hırs değil mi?

Zaten seven bir adam gibi davranmadı kıza hiç. Kaçtıkları gece kızın çaldığı mücevher torbasına bile kızdan daha çok sarıldı. Shylock öyle bir noktaya geliyor ki "senedimi isterim"den başka bir şey demiyor. Çünkü hesaplaşacak, aslında asırların tüm öfkesini kusacak. Öfkesine kızının yaptığı da dahil oldu. Shylock burada kanundan yararlanarak amacına ulaşmayı hedefliyor. Ancak kendi kurnazlığıyla onu vuruyorlar ne yazık ki! Öfkeden ve intikam duygusundan gözü o kadar körleşmiş ki hiçbir şeyi fark edemiyor artık. Mahkeme aşamasına geliniyor. Shyclok gayet hazır çantası, bıçağı ve terazisiyle kararlı eti alacak. (Bu arada mahkeme sahnesi de oldukça önemli. Bıçak bilemesini de görmek gerek, elini kesecek diye ürperdiğimi itiraf ettim. Gülerek, "benim dedem kasaptı, çok iyi bıçak bileyebiliyorum ben, dedemden çok şey kattım ona" dedi.) Mahkeme sahnesi başlı başına bir oyun. O sahnede seyircinin sessizliğini algılıyorum. Shylock'un bütün her şeyi hazır, hakkını alacak!

Burada da insanın ne kadar zayıf olduğunu görüyoruz. İnsanın içi o kadar boş olunca başka bir şeye inanmaya ihtiyaç duyuyor. Başta söylediğiniz o ait olma duygusuna hepimiz ihtiyaç duyuyoruz. 32

pe

cy

Burada da insanın ne kadar zayıf olduğunu görüyoruz. İnsanın içi o kadar boş olunca başka bir şeye inanmaya ihtiyaç duyuyor. Başta söylediğiniz o ait olma duygusuna hepimiz ihtiyaç duyuyoruz. Keşke bu duygusu bu kadar aramasak! O kadar önemli değil aslında. Öyle bir dünyanın içinde yaşıyoruz ki o duyguyu aramak zorunda kalıyoruz çünkü sistem de öyle kurgulanmış. Sen bu topraklarda yaşamalısın, dinin bu olmalı, dilin şu olacak, kadınsın, erkeksin vs. Birileri bunu yaratmış üstüne biz de var olmaya çalıyoruz. Niye ait olalım ya da niye Elbette ki et derdinde değil, et bir simge. Dük güvende hissetme ihtiyacı içinde olalım? Zaten Yahudiyi çağırın diyor, sinir oluyorum. Adamın güvende olmalıyız. adı yok mu? Zaten öyle olmalıyız değil mi, tabi ki. Evet öteki o, insan değil gibi sanki. Şimdide de birçok yerde öyle bakılıyor maalesef. İnsanın çelişkisi bu! Bir taraftan iktidar ya da para adı her neyse onun ardına takılıp başta kendi Mahkemeye çağırıldığında salondaki herkes ona olmak üzere pek çok şeye zarar veriyor, öbür saldırıyor, hakaret ediyor. Korkmasına rağmen taraftan da zarar verdiği şeye özlem duyuyor. korkmaktan kurtulmanın tek çözümü elindeki İnsanın bu çelişkisi asırlardır sürüp gidiyor. haklılık durumunu sürdürmesi. O elindeki tek Bitmeyecek bir çelişki bu. güç. Bir yandan da bunun için vazgeçmiyor değil mi, bu şekilde güçlü oldu? Maalesef! Olanların üstüne Antonio'nun gemisinin Yasalara çok güveniyor. Bir de öyle bir toplum ki battığı haberini alıyor ve seviniyor. cemaati sürgün ettikleri noktada ekonomide müthiş Çünkü Antonio parayı ödeyemeyecek. O zaman çöküntüler yaşıyor o ülke, bir de böyle güçleri de senette yazılanı alacak. Yahudilerin Kriah yapma var bu insanların. durumları vardır. Üzerindeki giysinin bir ucunu yırtınca kızını reddetmiş oluyor. Oyunda da Yahudiler her yerde en paralı ve güç sahibi kullanıyoruz bunu. Dolayısıyla bedeninden kızını insanlardır ya. atıyor ve geri dönüşü de çok zor. Para ve mücevher tutarlar ellerinde. Gayrimenkul veya toprakları yoktur. Çünkü her an çantalarını Aslında, hepimizin büyüklerimizden kalan ritüel alıp gidebilirler duygusunu taşıyorlar yaşamlarında. olarak uyguladığımız görünmeyen kuralları var. Bunların pek çoğu insanın doğasına aykırı. Para konusundaki bu güçlü olma durumları için; "Yırttım bitti." Görünürde yapabilirsiniz, yerleşik olamama durumuna ek olarak şöyle bir görüşmezsiniz, adını anmazsınız, ama nasıl düşüncem var : Para onlara iktidar sağlıyor özlemezsiniz? Sevgi böyle midir, çöpe atılabilir çünkü bu kadar aşağılanırsanız hayatta kalmak mi bu kadar kolay? İşte bize öğretilen yanlışlar için bir şeye tutunmanız gerekir. Para da insanın


en büyük zaafı, onlar bunu görmüşler. Yahudiler bu konuda dünyada bir numara çünkü onları hep ezmişsiniz. O zaman onlar da sizi ezmenin başka bir yolunu bulacak! Doğru. Para her zaman güç demek oluyor dünyamızda, oysa öyle olmamalı. Olmamalı. Ben hayata şuradan bakıyorum: Eğer siz kendi içinizi doldurmuyorsanız hep başka yerlerde arıyorsunuz her şeyi. Üstünüzde hiçbir giysi olmadan hayatta tek başına yaşayabiliyorsanız zaten bunların bir önemi olmayacak. Sadece hayatta kalacak kadar bir para yeter, sizi mutlu eden başka bir şeyleriniz varsa eğer... Olması gereken bu ama tüketim toplumuyuz, kapitalist sistem bunu emrediyor. Dünyada da bu sistem geçerli. Emeğin, bilincin, aklın değeri yok. Sürekli bir sömürü, aklım almak, duygularını almak. Benim duygumu nasıl alır? O zaman izin vermeyin derim ben de. Ama izin veriyoruz. Çünkü öbürü zor. Bize verilen bu aklı çalıştırmak demek düşünmek ve sorgulamak demek. Dünyada, etrafımızda olanlara bu kadar kayıtsız kalmamak demek... Üretmeden tüketiyoruz, tüketici bir toplum olduk. Dünya çöplük haline geldi, küresel ısınma, susuzluk ve insan kendini sonuna hazırlıyor maalesef. Burada insanın suçu yok, boş, kendini bilmez bir şey üretmeyen, kavga eden insanlarla dolu çevremiz. Ama bu insanları yaratan da sistem. Yoksa insanın kendi kendine böyle bir şeyi yok.

yardımcısı olduğunu görüyoruz. Onların da merhamet teklifini reddedince yapacak bir şey olmadığı için cezayı uygulama kararı çıkıyor. Aynı zamanda çok uyanık bir de. Mesela genç yargıç kanunen haklı dedikçe ona övgüler düzüyor. Tabii. Kendi tarafında görüyor onu. Önce bu genç avukat nasıl yargıç olabilir diye çok dikkatli bakıyor ona, ama onun sözlerini duydukça avukatla işbirliği yapıyor. Shylock elinde bıçakla Antonio'nun göğsüne yaklaşıyor. Hatta dua ediyor. İnsan kendini ne kadar kolay kandırıyor değil mi? Hangi dinde insan öldürmek var? Müslümanlıkta da yok ama ülkemiz de böyle olaylar açısından epey zengin... Shylock bu kadar da dindar ama artık sadece kendi gerçeğini yaşıyor. Elinde bıçakla ordayken hislerini merak ediyorum? Ne olursa olsun kararlı, kesecek ama bir insanın canına kıymak o kadar da kolay değil. Oradaki yaşadığım duyguları anlatamam. Zaten öyle kötü bir adam da değil ama kendi gerçeğinde körleşmiş artık. Evet. "Bana hakaret ettin, kızımı elimden aldın, yaşamdaki her şeyimi elimden " diyor Antonio için. "Bende bunu karşılığında senden yarım kilo eti alacağım " diyor ama eyleme geçerken de evet, eli titriyor. Ama ne kadar titrerse titresin kesecek. Ben oğluma sormuştum bu sahneyi: "Sen benim oğlumsun, sence Shylock kesecek miydi?" dedim. "Evet baba, kesecekti bence. Ben seni orda Shylock olarak görüyorum, babam olarak bakamıyorum sana." dedi. Bu da benim için iyi bir eleştiri.

a

Ama işin en acı tarafı sistemi yaratan da insan! Oyuna dönersek, mahkemede Dük "merhamete geleceksin, ona acıyacaksın" dese de o bütün bu söylenenlere karşılık "size haksızlık yapmadım ki korkayım, ondan talep ettiğim eti çok pahalıya satın aldım, reddederseniz yuh olsun yasalarınıza" deyip onları en zayıf yerinden vuruyor. Çantasından bıçağını çıkararak zevkle bilemeye başlıyor. Karar vermek için Venedik'in ünlü hukuk doktoruna başvuruluyor. Onun yerine genç bir vekil ve yardımcısı geliyor. Biz gelenlerin aslında erkek kılığındaki Portia ve

pe cy

Olması gereken bu ama tüketim toplumuyuz, kapitalist sistem bunu emrediyor. Dünyada da bu sistem geçerli. Emeğin, bilincin, aklın değeri yok. Sürekli bir sömürü, aklını almak, duygularını almak.

Ama tam kesecekken genç yargıç bir dakika diyor ve çok zekice bir hamleyle "keseceksin ama kan akıtmayacaksın!" Yasanın boşluğunu nasıl da yakalıyor. Bu da Shakespeare ustalığı.

Shylock kendini ne kadar kötü hissetmiş olmalı? Hem de nasıl, o an soluk bile almıyor, sanki beynine kurşun geliyor. Ancak çok kıvrak bir zekaya sahip. Hemen "bana paramı verin gideyim" diyebiliyor ama onu yine onun kurnazlığıyla vuruyorlar. "Senedin dışında hiçbir şey alamayacaksın, sen öyle dedin. Aksi halde yasalarımıza göre yabancı uyruklu biri, vatandaşımızın canına kast ederse mallarına el konur." diyorlar ve son başlıyor. Süreci sizden dinlemek isterim? Çok ayrıntılı düşünebilen bir adam. "Anaparamı bile alamayacak mıyım? ", diyor. Yargıç da "Ben sana teklif ettim, sen senettekini istedin. Şimdi al ama kan akıtma. Yasalarımız böyle diyor. Aksi halde tüm varlığına devlet el koyacak, gerekirse idama mahkum edileceksin.", diye cevap veriyor. Sonuçta hiçbir şey kazanamıyor. Ayakta duramıyor ve "geçim kaynağımı alınca canımı da alıyorsunuz, alın o zaman ", diyerek fenalaşıyor. Mahkemeden cezalı olarak çıkıyor. Haklı geldiği yerden haksız olarak çıkıyor. Cezası bu kadarla da bitmiyor: "Hristiyan olacaksın.", diyorlar. Bu çok önemli bir nokta. En son darbe. Bir Yahudi'nin Hristiyan olması demek Shylock için ölmesi demek. Burada onların da Shylock'tan ne farkları var? Nerde yüce adaletleri? O da mecburen kabul

33


ediyor. Aslında din değiştir demeleri çok acımasızca ama yapacak bir şey yok. Aslında adamı öldürüyorlar. Öldürüyorlar tabi. Ya da yok sayıyorlar, defol git diyorlar. Hem de her şeyini alıp çırılçıplak gönderiyorlar. O da mecburen Venedik'i terk ediyor, kendi topraklarına geri dönüyor. Yine yaşadığı topraklardan mecburen ayrılmanın acısını duyuyor olmalı? Gidiş sahnesinde en güzeli kızı da geliyor, o da yapamıyor. Kızını görünce önce yüz vermese de onu affediyor? inanılmaz acı çekiyor. Gene reddediyor ama baba yüreği dayanmıyor. En azından başka bir şey kazanıyor. O son sahne çok hüzünlü değil mi? Cemaatiyle birlikte kendi topraklarına gidiyor. Ama gözü büyüdüğü Venedik'te kalıyor. O son bakış... Hem de çok hüzünlü, o şarkıyla birlikte üstelik. Oyunla ilgili benim atladığım sizin eklemek istedikleriniz var mı? Her şeyi konuştuk sanıyorum.

Ödül, yaptığınız işin karşılığını bulması. İzleyiciler her oyun sonrası bizden aldıklarını alkış olarak veriyorlar zaten. Gene de birileri tarafından "bu iyi bir oyun, doğru yorumlanmış, bu insan bu ödüle layık görüldü" demek oyuncuyu ilerisi için motive edecek bir şeydir. Ama bu ödüller adaletle verilmeli. 34

pe cy

a

Bu rolle hem Lions Ödülleri hem de Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödüllleri'nde "En tyi Erkek Oyuncu" ödüllerini aldınız. Bu oyunun iyi bir oyun olduğuna siz de inanıyorsunuz. Ancak sanki sevinciniz buruk gibi, doğru mu algılıyorum? Ödüllerle ilgili söylemek istediğiniz bir şeyler varsa paylaşır mısınız? Ödül, yaptığınız işin karşılığını bulması. İzleyiciler her oyun sonrası bizden aldıklarını alkış olarak veriyorlar zaten. Gene de birileri tarafından "bu iyi bir oyun, doğru yorumlanmış, bu insan bu ödüle layık görüldü" demek oyuncuyu ilerisi için motive edecek bir şeydir. Ama bu ödüller adaletle verilmeli.

Sadri Alışık Ödül Töreni'nde bir konuşma yaptınız, ben ne demek istediğinizi anladım ama okuyucularla da paylaşalım istiyorum. "Shylock der ki: Haksızlık yapmadım ki yargınızdan korkayım. Barışa, adalete bu kadar ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde Shylock'un bu sözü çok önemli", demiştim. Burada hata yaparsak tiyatroya ihanet etmiş oluruz. Burada eksiklikler oluşursa yeni yetişen insanların umutları biter. Hak edene verilir her şey, terazi ortadan tutulmalıdır. Tutulmuyor mu? Bence bazen tutulmuyor. Çünkü seçicilerin bu işte çok adil olmaları gerekir, kendi iç hesaplaşmalarını bitirmiş olmaları ve doğru kararı vermeleri gerekir. Hepimiz aynı gemideyiz, ödül mercileri, yönetmeni, yazarı... Biz birbirimize destek vermeliyiz ki bu gemiyi birlikte yüzdürelim yoksa hep birlikte batarız. Eğer seçiciler bana; ödül senin hakkın diyorlar ama başkasına veriyorlarsa burada bir yalan vardır, o zaman bana söylemeyeceksin. Biz; Sezai Altekin, Can Başak ve ben el ele tutuştuk törende, ödül alanı canı gönülden alkışlıyorum. Ancak böylelikle çoğalabiliriz.

Özlem 'ce Mehmet Ali Kaptanlar: Spor akademisine girip sporcu olmak isteyen genç bir delikanlı iken çocukluk arkadaşı Musa Uzunlar 'in onu konservatuvar hazırlık kursuna yazdırmasıyla tiyatro yolculuğu başlamış, önceleri sıkılmış "yaşamım boyunca bunları mı ezberleyeceğim?", demiş ama sahneye ilk çıktığı andan itibaren bir daha inmek istememiş. "Ben tiyatroda soluk alıyorum, prova arasında bile dışarı çıkmam çünkü benim yaşam alanım orası" diyor. Ona dair sorularımın cevabı genelde tiyatroyla doluyor. Tiyatro Pera 'da eğitmenlik yapıyor. Ona kalan zamanlarda, evinde olmayı, yemek yapmayı seviyor. Hatta elinden her yemeğin geldiğini de ekliyor. Oğlu Arda, yaşamında tutunduğu en önemli varlığı, ondan bahsederken gözleri parlıyor. Yüzmek ve dalmak sevdiği diğer ilgi alanlarından, çünkü o da yaşadığı yerde suyun sesini arayanlardan. Eh deniz seven balık da seviyor ama yanında rakı olduğu zaman. Hatta "Son nefesimden önce bir dublecik rakı içer de ölürsem ne mutlu bana derim " diyor. Yaşama bakışım "Ben araba, yat, kat istemiyorum. Ben bu dünyada yaşıyorum, öbür dünyaya bir şey götürmeyeceğim ki. Benden geriye yaptığım şeyler kalacak, bir nokta olursam ne ala!" diye özetliyor. Hayatla olan derdini tiyatroyla dile getirmekten mutlu, ,iyi ki de öyle yapıyor. Bazen tiyatro bile ona yetmiyor. Çevresindeki, ülkesindeki ve dünyadaki manevi erozyona öfkeleniyor ama sanki bazen üstüne başkalarının da yükünü alıyor. Aslında o sözünü sahnede seyircilere, derste öğrencilerine, dost meclisinde çevresindekilere söylüyor. Sevgili Kaptanlar, vakit hayattan birikenleri harcama vaktidir artık, cebinde birikenlerle keyifli zamanlar diliyorum bundan sonraki yıllarda... Herkes kendi payına düşeni yaşıyor nasıl olsa... iş ki söyleyecek bir söze sahip olmakta...

Tiyatroda olmak, televizyonda olmak, sizin için duygu karşılıklarını alabilir miyim? Tiyatro yaşamın ta kendisi. Tiyatro kanlı canlı bir şey. O sahne yaşıyor ve istemezse seni atıyor. Televizyon ise bir şov dünyası. Ekranda da soluk alıyorsun ama arada başka bir şey var. Tercih ettiğim bir şey değil ama yaşam kaynağı olarak gerekiyor. Tiyatrodan ne yazık ki para kazanılmıyor, ben de elimden başka iş gelmediği için gene de oyunculuğun Gemi biraz su alıyor sanki? bir dalı olan kulvarlara gireceğim. Sinema yapmak Çok fazla su alıyor. Çünkü içi boşaltılıyor her şeyin. istiyorum ama yönetmenler tiyatroya gitmiyor galiba. Ö kadar çok tiyatro var ama nitelik? Şunu da söylemeliyim: Okullar çok önemli. Artık tiyatro Özlem'den Son Sözler: Çıkan tüm aksiliklere bilimle birlikte yürüyen bir sanat dalı. O yüzden rağmen röportajı bitirebildiğimize memnunum. yaptığımız iş akademik olmalı. Şu anda her Anlayışınız için bir kez daha teşekkür etmek üniversitede oyunculuk bölümü var. Öğrencileri isterim ve tekrar elinize sağlık demek isterim. eğitecek nitelikli akademisyen hocaların olması gerekiyor. Ancak o zaman donanımlı bir kuşak Mehmet Ali'den Son Sözler: Ben de teşekkür yetişebilir. Ben ne olursa olsun gençlere ederim. güveniyorum.


a cy

pe

Antalya Ve Konya'dan Festival İzlenimleri

Üstün Akmen / ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr

Günümüzde yöneticiler tiyatroya karşı nasıl oluyordu da bu denli vurdumduy­ maz olabiliyor, tiyatronun eğitimsel işlevini nasıl oluyor da böylesine savsaklıyor?

Antalya'da, "Akdeniz Üniversitesi II. Amatör Tiyatrolar Festivali"nde genç tiyatrocuların ilgisiyle sarmalanmış günler geçirirken, tiyatronun ortaçağ dışında tarihin hiçbir döneminde yöneticiler için önemsiz olmadığını düşünüp durdum. Günümüzde yöneticiler tiyatroya karşı nasıl oluyordu da bu denli vurdumduymaz olabiliyor, tiyatronun eğitimsel işlevini nasıl oluyor da böylesine savsaklıyor, birçok ülkede çeşitli ödenekli tiyatro kuruluşlarının eğitim bakanlıklarına bağlı çalıştıklarını nasıl oluyor da bilmezden geliyor, düşündüm düşündüm şaştım. Üniversitedeki söyleşim sırasında da sorudular, "bilvesile" söyledim. Tiyatronun eğiticiliğinin bir boyutu, hiç kuşkum yok ki duygusal biçimlendirme ve estetik eğitimi. Tiyatro eğitimi almanın da, izlemenin de insan gelişimi için çok yararlı olduğu yeni bir

düşünce değil ki! Metin And Usta da, çocukların büyük yazarların eserlerini seyretmelerinin yararını açıklarken bu eserler için"... İnsan ruhunu zenginleştirir, yaşantıları derinleştirir, yaşam görüşünü artırır, iç uyum ve dengeyi düzenler, estetik yaşantıyla güzeli, doğruyu tanıtır," demiyor mu? Diyor! Antalya'da araştırmacı eleştirmenlik yaptım ve kaldığım süre içinde Akdeniz Üniversitesi'nin 1982 yılında Antalya, Burdur ve İsparta illerindeki yükseköğretim kurumlarını da kapsayacak şekilde kurulduğunu; 1992 yılında Antalya dışındaki birimlerini Süleyman Demirel Üniversitesi'ne devrettiğini; aynı yıl var olan üç fakülteye altı fakülte daha eklenerek fakülte sayısının dokuza yükseltildiğini; daha sonra farklı tarihlerde kurulanlarla birlikte

sayının on üçe çıktığını öğrendim. 1999 yılında kurulan Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Resim, Heykel, Grafik, Seramik, SinemaTV, Müzik, Mimari ve Çevre Tasarımı ile Fotoğraf Bölümleri var, ama Tiyatro Bölümü yok. Kurulur mu? Kimse bilmiyor, ama umut tiyatrocunun ekmeği değil mi ya! Akdeniz Üniversitesi Tiyatro Topluluğu'nu kuran ve yaşatan gençler de umutlarını yemekte. Yani: "Ye tiyatrocum, ye!" Öğrenciler arasında bıçaklı-sopalı kavga yaşanır, silahlar patlatılıp yedi kişi yaralanırken; Çevik Kuvvet ekipleri Kredi ve Yurtlar Kurumu'na bağlı öğrenci yurdu önünde güvenlik önlemleri almışken inatla tiyatro yaptı. Tiyatroların kapatıldığı, sahnelerin yıkılmak istendiği, üniversitelerdeki tiyatro

35


36

faaliyetlerinin bile engellenmeye çalışıldığı, tiyatro sanatının ve onu "icra" edenlerin hakaretlere uğradığı bu dönemde, koşullar ne olursa olsun yılmayacaklarını söylüyorlardı. Akdeniz Üniversitesi Tiyatro Topluluğu Başkanı Tufan Afşar: "İnsanları tiyatroyla bilinçlendirmeye ve tepkilerimizi sanatla ortaya koymaya sonuna kadar devam etmek için bu festivali yapıyoruz," dedi. Sanatın sadece ve sadece sanat için olabileceği düzleminden yola çıkmışlardı, toplumu düzlüğe çıkaracak zaman geçirme materyalinin sanat olabileceği kavramı üzerinde ısrarla durdular. Baba parasını sömüren asalak birer birey değildiler, bulundukları toplumun sorumluluğuyla "mücehhez"diler. İnsanların sanat kavramı üzerinde söz söylemeye hakları olduğuna inanmışlardı. Üniversite öğrenciliğinin seçilmişlikten öte, toplum bilinci üzerinde etkisi olabileceğinin bilincindeydiler. Aralarında olduğum o unutamayacağım birkaç gün boyunca, inan bana, beni çok mutlu ettiler.

a

Festival sırasında Bülent Emin Yarar'ın söyleşisinde de bulundum. Türk tiyatrosunun bu fevkalade yetenekli oyuncusunu dinlerken, içimden: "Bülent Emin Yarar, yaşamını ağırbaşlı bir duruma sokmaktan korkuyor," diye geçirdim. Her şeyden önce sanatçının "sanat" karşısında duyduğu

alçakgönüllülüğü sergiliyordu. Soruları yanıtlarken, gençlere son derece yararı oldu. Aynı günün akşamı Malatya İnönü Üniversitesi Tiyatro Topluluğu'nun oyununu izledim. Woody Allen'ın "Tekrar Çal Sam"ini oynadılar. Oyunlardan sonra "Fuaye Toplantısı" başlığı altında toplantılar yapılıyor, oyunu sahneleyenler izleyicilerle söyleşme olanağı buluyordu. "Tekrar Çal Sam" yorumu ciddi anlamda eleştiri aldı. Hepsi haklı ve olumlu eleştirilerdi. Derken, kocaman adamın biri kalktı: "Ne tepişiyorsunuz be," diye bağırdı, "ben pekâlâ eğlendim. Gayet güzel bir oyundu, birbirinizi ne kötüleyip duruyorsunuz, ayıp size," dedi. "Baba" rolündeydi. Salon, birdenbire buz gibi oldu. Tiyatro Topluluğu'nun Akademik Başkanı Prof. Dr. Gülser Öztunalı Kayır ile yan yana oturuyorduk, şaşırdık. Eleştiriye kapalı toplumdan, hatta özeleştiri yapmaktan bile aciz toplumdan somut bir örnekti o adam. Gençler itişip tepişmediklerini, sadece tartıştıklarını, bu tartışmanın da sanatın gereği olduğunu babaları yaşındaki o adama anlatmaya çalıştılar. Sonuç olarak korkum o ki, gerçeği adamın beynine sokamadılar. Akdeniz Üniversitesi'nde kafayı bir de olur olmaz her yere konulmuş, hatta duvarlara bile tırmandırılmış bakalitten mamul fok balıklarına taktım. O ne öyle ayol! Sakallı bıyıklı foklar yerine, Resim-Heykel Bölümü'nde

pe cy

Sanatın sadece ve sadece sanat için olabileceği düzleminden yola çıkmışlardı, toplumu düzlüğe çıkaracak zaman geçirme materyalinin sanat olabileceği kavramı üzerinde ısrarla durdular. Baba parasını sömüren asalak birer birey değildiler, bulundukları toplumun sorumlulu­ ğuyla "mücehhez" diler.

yaratılacak sanat yapıtı niteliğindeki heykeller dört bir yanı sarsa daha estetik olmaz mı? Sanat yapıtının karşısındaki yanlış tutumları, yanlış estetik görüşleri çözümleyerek, kişiye sanat yapıtının kendisine götürecek yolların göstermesine katkı sağlanamaz mı? Sanat yaşamında insanın, kendi ruhsal çıkmazı ve kısır döngüden kurtularak varoluşuna dokunan, onu sarsan ve mutlu kılan sanat değerlerine açılmasının araştırılmasına yardımcı olunamaz mı? Sanat değerlerini sanat yapıtında gören, sanat yapıtındaki değerleri fenomenolojik yöntemle çözümleyen ontolojik bir estetiğin temelleri arılamaz mı

Antalya'dan Konya'ya geçtim.

Konya Devlet Tiyatrosu 10. yılını kutluyordu. Onuncu yıllarında Türkçe tiyatro yapan ülkeleri bir araya getirerek "Bin Nefes, Bir Ses" başlıklı bir de festival düzenlemiş, festivali 1000. doğum yılı dolayısıyla Kaşgarlı Mahmut'a adamışlardı. Açılış konuşmaları sırasında İl Kültür Müdürü Mustafa Çıpan, Kaşgarlı Mahmut'u uzun uzun anlattı. Festival korteji Harbiye Marşı eşliğinde yürüdü. Tiyatro Festivali kortejinde 'Harbiye Marşı'nın işi ne," diye sormayın, ilk anda ben de şaştım kaldım. Hatta KKTC pankartını taşıyan genç oyuncu, Genelkurmay Merasim Bölüğü'nün bir üyesiymişçesine bacaklarını beli


a

oyuncu ve yönetmenlerinden Murat Atak'ın hazırlayıp sunduğu bir program. Konservatuvar Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı Eğitiminde okutulan "Yabancı Dillerden Türkçe'ye Girmiş Kelimelerin Telaffuzu (Diksiyon)" adlı bir de kitabını bildiğim bir tiyatro ustası. Öyle usta ki, programı sunuculuk rolü yaparak sunuyor. Yani, karşımda mükemmel oyuncu, sunucu olarak oturmakta, fevkalade akılcıl sorular sormakta... Üstüne üstlük bir de, o olamazcasına mükemmel diksiyon ve ses tonu... Sorduğu soruları yanıtladım mı, yoksa yanıtlar gibi mi yaptım vallahi pek anımsamıyorum. Pek heyecanlandım.

pe cy

hizasına kadar kaldırarak yürümeye başladı. Sonradan anlayabildiğim kadarıyla, Mehter Takımı'ndan bozma Belediye Bandosu başka marş bilmiyordu. Tomris Çetinel ezile büzüle, gelecek yıl festival kortejinin tiyatro şarkıları eşliğinde yürüyeceğinin sözünü verdi. "Buna da şükür Tomris Hanımcığım," dedim, "Ya mehter Marşı eşliğinde yürüseydik?"

Akşam, açılış oyunu olarak Kırgızistan Devlet Akademik Dram Tiyatrosu yapımı "Cengizhan"ı seyrettik. Oyundan sonraki mütevazı resepsiyonda, dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Demirkanlı ile birlikte Konya Valisi Osman Aydın ile Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin ile sanat yaşamına başladığı tarihten itibaren başarılı bir tiyatro adamı olarak anılan, aynı zamanda Konya Devlet Tiyatrosu'nun kurucularından olan Bozkurt Kuruç ile oyun yazarı Tuncer Cücenoğlu ile Konya Devlet Tiyatrosu'nun oyuncuları Ali Volkan Çetinkaya, Tuncay Aynur, Nur Yazar ve Devlet Tiyatroları Bölgeler Genel Koordinatörü İskender Altın ile ayaküstü söyleştik. Resepsiyondan sonra, saat gece yarısını yarım saat geçe Kuruç, Cücenoğlu, Demirkanlı ve ben Kanal B'nin canlı yayını "Atölye" programına katıldık, festivali değerlendirdik. "Atölye", programı Devlet Tiyatroları'nın

Konya Devlet Tiyatrosu'nun festivali de, Antalya'da olduğunca amacına ulaştı. Karanlıklar festival sırasında yırtıldı, bir anlamda gece gündüze kavuştu. Düşmanlık yerini dostluğa bıraktı. Savaş ve şiddetin yerini Antalya'dan sonra Konya'da da barış ve kardeşlik aldı. Kırgızistan Devlet Akademik Dram Tiyatrosu, ünlü yazar Cengiz Aytmatov'un "Cengiz Han'ın Beyaz Bulutu"nu "Cengizhan" adıyla oynadı. Oyunu Türkmenistanlı yönetmen Kakacan Aşirov sahneye koymuştu, oyundan sonra kaldığımız otelin lobisinde söyleştik. Bir başka akşam Kırgızlı oyuncularla geç saatlere kadar "Arak" içtik. KKTC Lefkoşa Belediye Tiyatrosu Genel Sanat

Yönetmeni oyuncu yönetmen Yaşar Ersoy ile Kıbrıs Türk tiyatro hareketini konuştuk. Bana, Kıbrıs Türk tiyatrosunun "cemazülevvelini" anlatan ve günümüze taşıyan, KKTC'nin tiyatro serüvenini öyküleştirdiği kitabını imzalı olarak armağan etti. Sizlerin de okumasını öneririm. Ersoy'u tanımak olanağını bulduğum için çok mutlu oldum, çünkü Ersoy sorumluluk duyan bir kişi. Kitabı daha yeni okumaya başladım, ama bilgiler, belgeler, fotoğraflar, yazılar gerçekten heyecan verici. Rumeli Türk Tiyatro Sanatçılar Derneği Genel Başkanı ve Kosova Nafiz Gürcüali Prizren Türk Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Etem Kazas ile Kosova'nın hep mücadelelerle geçen tarihinden söz ettik. Makedonya'da 97 bin Türk yaşadığını Makedonya Milli Kurum Türk Tiyatrosu rejisörü Natasa Poplavska söyledi. Aynı tiyatronun Genel Sanat Yönetmeni ve oyuncusu Naci Şaban: "Sizler, Osmanlı'nın hüküm sürdüğü yerlerde pek çok han, hamam, cami, köprü, medrese bıraktığını bilinirsiniz de, çağdaş sanatların sergilenmesi amacıyla kurulan salonlara ilgi duymadıklarını sanırsınız. Oysa Makedonya'daki ilk tiyatro salonunu Türkler açmıştır, haberiniz var mıydı," diye sordu. Oyunculardan Perihan Tuna

37


Ejupi ile, Nesrin Tair ile söyleştik. Kınm-Tatar Dram ve Dans Tiyatrosu'nun güzel ve başarılı oyuncusu Aliye, bir öğle yemeği sırasında Ukrayna'da parlamento ve iktidarların sürekli kendilerini yenileme ve geliştirme olanağını bulduklarını, bu değişiklikler içinde değişmeyen tek siyasetin Ukrayna'nın Kınm-Tatar Türklerine bakış açısı olduğunu anlattı. Azerbaycan Lankeran Devlet Akademik Tiyatrosu oyuncuları, Kırgızlı oyunculara Azerbaycan Pilavı'nın malzemelerini yazdırdı, tarifini yaptı. Diğer taraftan, akşamlardan bir akşam, Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde "Guguk Kuşu"nun librettosunu yazarak rejisini yapmasındaki ve Ankara Devlet Tiyatrosu'nda Dario Fo'nun "Japon Kuklası"nı sahneye koymasındaki başarıyla adından çokça söz ettiren İlham Yazar ile de tanıştım.

a

Sabahlardan bir sabah da Nur Yazar, Etem Kazas, Yaşar Ersoy ile yerel televizyon kanalı KTV'de katıldığım canlı yayında Selçuk Üniversitesi yönetimine serzenişte bulundum. Selçuk Üniversitesi'ndeki sahnede iki oyun izledim, iki oyunda da salonun ancak dörtte biri doluydu, o dörtte biri de zaten konuk tiyatro topluluklarının bir bölümü oluşturuyordu. Seksen bin öğrencinin bulunduğu üniversitenin fakültelerinde okuyan delikanlılar,

hanım kızlar bu denli tiyatroya uzak olamazdı, olmamalıydı. Bilmem ne fakültesinde eğitim alıp, üst düzey puan toplayan herhangi bir öğrenci güzelin, çirkinin, hoşun, iyinin, uyumun, harmoninin, ritmin, simetrinin, asimetrinin, yücenin, trajiğin, komiğin, zarifin, ilgincin, çocuksunun, perspektifin, estetik objenin, estetik algının, estetik beğeninin temeli olan tiyatroya böylesine uzak olursa ileride kendi mesleğini nasıl "icra" edecekti merak ettim, gene de yanıtını bulamadım. Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölümü öğretim üyesi Zamina Haciyeva ve Azerbaycan Devlet Sanatçısı, Selçuk Üniversitesi Sahne Sanatları Bölüm Başkanı Fuat Raufoğlu kent merkeziyle Selçuk Üniversitesi Dilek Sabancı Sahnesi arasındaki uzaklıktan söz ediyordu. Oysa benim gözlemim uzaklık sanat ile profesyonel yönetici arasındaydı, Gel gelelim bu doğruyu da kimseye anlatamazdım, anlatmadım da zaten. Üniversite yönetimini suçladım, hatta kınadım. "Yahu, şunun şurasında dokuz gün Rektörlük oyun saatlerinde iki otobüs kaldıramaz mıydı," diye ortaya bir de soru attım. Attım da, yanıt alma işini gelecek yıla bıraktım.

pe cy

Kırım-Tatar Dram ve Dans Tiyatrosu'nun güzel ve başarılı oyuncusu Aliye, bir öğle yemeği sırasında Ukrayna'da parlamento ve iktidarların sürekli kendilerini yenileme ve geliştirme olanağını bulduklarını, bu değişik­ likler içinde değişmeyen tek siyasetin Ukrayna'nın Kırım-Tatar Türklerine bakış açısı olduğunu anlattı.

38

Dönüşte, uçağım İstanbul'a doğru havalandığında, tüm olumsuzluklara karşın Konyalılara başarılı bir festival yaşatan değerli tiyatrocu Konya Devlet Tiyatrosu Müdiresi ve Sanat Yönetmeni Tomris Çetinel'e; Konya Devlet Tiyatrosu'nun genç, umutlu, başı dik, azimli kadrosuna gökyüzünden bir tutam alkış bıraktım. İstanbul'a döndüm; onca hengâme arasında alkışlarımı aldılar mı, almadılar mı soramadım. (Yazarın Notu: "Bin Nefes, Bir Ses " Festivali 'nde Konya Devlet Tiyatrosu yapımı olarak yer alan Turgut Özakman 'in "Resimli Osmanlı Tarihi" oyununun galasından sonra, Yeni Konya Gazetesi 'nin 23 ve 24 Şubat sayılarındaki "Devlet Eliyle Abdülhamit'e Saygısızlık" ve "Durdurun Bu Oyunu " manşetlerini medya organlarına verdiği beyanatlarda: "Çürük beyinlerin sulanmış ideolojisi" olarak değerlendiren; varılmak istenilen noktaya bu kadar cüretkâr bir biçimde ilerlenmesinin korkutucu olduğunu vurgulayan; gazetenin: "... oyunun son bölümünde Abdülhamit 'in tasvir edildiği sahneler, olaylar ve diyaloglar 'taraflı ve ideolojik' bakış açısıyla saygısızlık içeriyor" yorumunu sert bir dille kınayan; gene aynı gazetenin: "... oyunun özellikle Abdülhamit le ilgili tartışmaların yoğunlaştığı ölüm yıldönümü olan Şubat ayında oynanması akıllarda soru işaretine neden oluyor" şeklindeki ifadesini "komikliğe varan zavallılık" olarak nitelendirdikten sonra, ilk kez 1983 yılında sahnelenen "Resimli Osmanlı Tarihi "nin Turgut Özakman 'in en popüler oyunlarından biri olduğunu hatırlatan ve "Birçok kez yeniden yorumlanan, popüler tiyatro geleneğimizin 'açık biçim' özelliğinin zekice kullanıldığı bu oyuna çeyrek yüzyıl sonra bir gazetenin, gazeteye demeç veren tarihçi olduklarını söyleyen iki kişinin ve 'Oyun sahneden kaldırılmalı ve değerlerimizi yıpratan anlayışa son verilmeli' diyen değeri kendinden menkul STK başkanının beyin fukaralıklarına Konyalılar acaba acıyor mu, yoksa gülüyor mu gerçekten merak ediyorum, ". Murat Atak tarafından sahneye konulan "olaylı(l) " oyunu festival kapsamında izledim ve Haziran 2008 sayımızda yayınlanmak üzere kaleme almaya başladım.)


pe cy a


cy a

2-9 Mayıs'ta İstanbul, birçok ülkenin kukla tiyatrolarını ağırlıyor

11 nci Uluslararası

pe

İstanbul Kukla Festivali

İstanbul, 2- 9 Mayıs 2008 tarihleri arasında Uluslararası İstanbul Kukla Festivali'ne ev sahipliği yapacak. Dünyanın birçok ülkesinden gelen kuklalar, farklı yaş gruplarını aynı sahnede buluşturacak. Cengiz Özek'in sanat yönetmenliğinde, her yıl olduğu gibi birbirinden ilginç grupları programına alarak artık geleneksel hale gelen Uluslararası İstanbul Kukla Festivali, bu yıl da kalitesinden ödün vermeyerek dünyanın sayılı gruplarını İstanbul'da ağırlayacak.

Claduia Cinelli'nin Heartbeat adlı oyunu ile açılış gerçekleşecek

Uluslararası İstanbul Kukla Festivali'nin açılış gösterisi, İtalyan Kültür Merkezi'nde Claduia Cinelli'nin "Heartbeat" adlı oyunu ile gerçekleşecek. Cinelli'nin "Heartbeat" adlı oyunu aşk üzerine yazılmış, hem güldürüp hem ağlatan; eğlenceli, komik ve aynı zamanda şiirsel, melankolik, fazlasıyla dokunaklı bir skeç koleksiyonu. Söz kullanımının hiç olmadığı bu oyun, pantomim sanatını dansla birleştirip modern kukla sanatının tüm unsurlarını barındırıyor. İtalyan bestecilerinin operalarından ilginç bölümler Cinelli'nin kendine has üslubuyla yorumladığı kuklalarından seyirciye ulaşıyor. "Heartbeat" adlı oyun, oynatanların profesyonelliği ve ustalığı da işin içine girince seyrine doyum olmayan bir performansa dönüşüyor.

Bu sene 11 ncisi düzenlenen Uluslararası İstanbul Kukla Festivali'nin sanat yönetmenliğini yürüten Cengiz Özek, 5 kıtada, 25 ülkede, 75 şehirde geleneksek Türk Tiyatrosu trüklerinden hareketle çağdaş oyunlar sahneleyip kukla tiyatrosu ile ilgili gösteriler yapıyor. Aynı zamanda ÜNIMA (Uluslararası Kukla Birliği) üyesi de olan Özek, Festival kapsamında "Büyülü Ağaç" ve "Çöp Otuz beş yıldır İtalyan sahnelerinde sanat yönetmeni, Canavarı" adlı oyunlarını Türkiye adına seyirci ile oyuncu ve sahneye koyucu olarak yer alan Claduia buluşturacak. Geçtiğimiz günlerde UNIMA tarafından Cinelli, yirmili yaşlarında İtalya'nın ve hatta Türk kukla tiyatrosuna katkılarından dolayı ödüle dünyanın sayılı öncü kukla tiyatrolarından "Gran layık görülen Özek, başta Hollanda Ulusal Müzesi Teatro dei Buruttini del Sole"nin başına geçti. olmak üzere, dünyanın birçok müzesinde Karagöz koleksiyonları bulunmaktadır.

40


Kukla Festivali'nin Yabancı Konukları

Türkiye ile birlikte 9 ülkeden 18 gösteriyi programına alan 11 nci. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali'nde, Arjantin, Avusturya, İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya, İtalya, Rusya gibi ülkelerden kukla tiyatroları İstanbul'a geliyor.

İngiltere'den katılan Objects Dart

Festivale İngiltere'den katılan Objects Dart, Grimm Kardeşler'in "Elfler ve Ayakkabıcı - The Elves and the Shoemaker" adlı hikayesinden esinlenerek hazırlanan bir oyunla katılıyor. Karışık teknikle hazırlanan gösteride obje, kukla ve gölge bir arada kullanılıyor. İngiltere'de önemli bir seyirci kitlesine sahip olan Objects Dart, adından da anlaşılacağı gibi objeleri dart tahtasına saplanan oklar gibi öyle hünerli kullanıyor ki, bundan dolayı dünya festivallerinde haklı bir övgünün sahibi. Drew Colby, elinde taşıdığı bavulunu açıyor ve içinden çıkan şekilsiz birkaç obje, seyirciyi büyülü bir dünyaya götürüyor. Oyun umudumuzu kaybetmememiz ve geleceğe umutla bakabilmemiz üzerine hazırlanmış ve tüm yaşlara hitap edecek bir konsepte sahip. Oyunun süresi 45 dakika.

Fransa'dan katılan L'hippocampe Theatre, "Mirabai"

Hindistan ve Hint kuklasının bütün trüklerini, bütün renklerini, kokusunu taşıyan ve Festival'e Fransa'dan katılan L'hippocampe Theatre, "Mirabai" adlı oyunlarında her yaşa uygun bir ipli kukla gösterisini seyirciyle buluşturuyor. Hindistan'ın Rajestan bölgesinin bir kültürü olan ve "Kathputil" denilen bu ipli kukla oyunu geçmişten günümüze Hintli kukla ustası Puran Bhatt'm aktarımlarıyla ulaşıyor. Sözsüz olarak sahnelenen oyundaki tüm boşluklar, sahneler arasındaki tüm geçiler, dramatik anlar, Karim Amari'nin canlı olarak çalıp söylediği Hint ezgileriyle veriliyor. Flüt, sitar, tabla ve benzeri enstrümanları ustalıkla çalabilen Amari'yi dinlemek ise ayrıca bir konser tadı veriyor. Bir Rajestan sarayının pencereleri önünde geçen bu sözsüz oyun, kendi içinde sonuçlanan küçük hikâyeciklerden oluşuyor. 16. Yüzyıl şairlerinden Prenses "Mirabai"nin yaşamından bize anlattıklarından ipuçları taşıyan oyun, Hint kültürünü en ince detaylarına kadar taşıyan kostümleri, titiz yontulan kukla başlarının ifadeleri ve geleneksel üslupta boyanışları ile kukla severler için keyifli bir seyirlik sunuyor.

Arjantin'den Burbujas Puppet Grubu

cy a

11 nci Uluslar Arası Kukla Festivali'ne Arjantin'den Burbujas Puppet grubu katılıyor. Arjantinli genç yetenekli kuklacı Fabianne Villareal sünger ve benzeri yumuşak malzemeleri kullanarak kendine has tarzıyla birçok festivalin gözbebeği oldu. Villareal Festival'e, "Satranç Kingdom" adlı oyunuyla katılıyor. Masa kuklası tekniğinde gerçekleşen oyunda kuklacı aynı zamanda aktör olarak kuklaların yanı sıra kendisi de yer alıyor. Maceradan hoşlananlar için ilginç bir örnek olan yunda satranç tahtası üzerinde krallar, şövalyeler, kaleler, vezirler, filler ve hatta kocaman bir ejderha yer alıyor. 3 ile 9 yaş grubuna hitap eden oyunun süresi 50 dakika.

Ilfllodeldiscorso: "Tonino Pesciolino e il mare"

pe

Kukla, palyaço ve biraz da illüzyonun iç içe girdiği "Tonino Pesciolino e il mare" adlı oyun paylaşma, çevre bilini, hoşgörü ve benzeri duyguları vermeyi amaçlıyor. Birçok uluslar arası festivale İtalya adına katılmış olan Ilfilodeldiscorso adlı grup oyunlarını şöyle tanımlıyor: "Tonino denizi gördüğü ilk anda o kadar şaşırıp sevindi ki onu cebine koyup evine kadar götürmek istedi. Ama bu mümkün müydü?" Tonino Ignazio'nun bu eğlenceli ve komik oyununda minik izleyiciler eğlenirken çok şey de öğrenecek. 3 ile 11 arası yaş grubuna seslenen oyunun süresi 70 dakika.

Avusturya'dan Stefan Libardi: "Demir Hans - Der Eisenhans"

Uluslararası Kukla Festivali'ne ikinci kez konuk olan Avusturya'dan katılan (Theater im Ohrensessel) Stefan Libardi, bu kez Grim Kardeşler'in fantastik öykülerinden "Demir Hans - Der Eisenhans" adlı öyküsüyle katılıyor. Sanatçı masa kuklası tekniğinin ağır bastığı, kuklanın iç içe kullanıldığı canlı müzik

İspanya'dan "Kırmızı Başlıklı Kız"

Çalışmalarını 1982 yılında kuklaya yönelten Los Claveles Tiyatrosu, festivale İspanya'dan "Kırmızı Başlıklı Kız" adlı oyunla katılıyor. Kore'den Arjantin'e, Bulgaristan'dan Hindistan'a çok geniş bir yelpazede birçok kukla festivaline katılarak çalışmalarını sergileyen tiyatro, bildik bir masalın kukla versiyonunu seyirci ile buluşturuyor. Los Claveles'in üstün yetenekli ustaları kuklaları bedenlerinin bir parçasıymışçasına büyük bir ustalıkla oynatıyor. Küçük bir kulübenin camlan aralanıyor ve birden kendimizi ormanda buluyoruz. Bir yandan canlı çalman bir akordeon sesi bir yanda değişen dekorlar ve içeri girip çıkan kuklalar... Kırmızı Şapkalı Kız, iki usta kuklacının elinde büyüleyici bir masalın içine çekiyor seyirciyi. Her yaşa uygun olarak tasarlanan gösterinin süresi 50 dakika.

41


eşliğinde oldukça ilginç bir oyunu seyirci ile buluşturacak. Ülkenin birinde yaşayan bir kral, gidenin geri dönmediği bir ormandan ürkmektedir. Günün birinde bir kahraman gelir ve kralın merakım gidereceğini vaat eder. Kahraman ormana gider, ormanda iri bir devle karşılaşır, onu yakalar ve sarayın zindanına hapseder... Yine günün birinde küçük prensin oynarken topu devin yayma kaçıverir ve olanlar olur. 5 ile 10 yaş arası yaş grubuna hitap eden oyunun süresi 55 dakika.

Almanya'dan katılan Figurentheater Jaboni: " E m i n i n Bir Dileği Var"

Festivale Almanya'dan katılan Figurentheater Jaboni, çocukların çok seveceği sıra dışı bir oyunu sahneye taşıyor. Minik bir sahnede objeleri yani kuklaları sempatik tavırlarıyla mükemmel sahne elektriğiyle oldukça yetenekli bir kuklacı hareket ettiriyor: Janine Bohn. Özellikle 3 ile 7 yaş grubu arası çocukların hoşlanacağı bir oyun olan "Envinin Bir Dileği Var", Erwin'in, hayatı keşfedinceye kadar kendisine doğru yolu gösteren görünmez bir dostu ile yaşadıklarını anlatıyor. Oyunun süresi 45 dakika.

Figurentheater" de bir çok başarılı prodüksiyona imza attı. Onlardan sadece biri olan "Psycho" festivalin en ürkütücü oyunu niteliğini taşıyor. 15 yaş ve üzeri seyirciye hitap eden oyunun süresi 65 dakika.

Molyakov: "Kashtanka"

Uluslararası Kukla Festivali'nin Rusya'dan konuğu Theatre Tak, 1982 yılında tiyatro okulundan mezun olan Andrey Molyakov'un kurtuğu bir tiyatro. Petrozavodks Devlet Kukla Tiyatrosu'na kabul edilen ve burada başrol oyuncusu olarak 1990 yılına kadar çalışan Molyakov, Kashtanka adlı oyunuyla dünyanın birçok festivalinde övgüler aldı. Anton Çehov'un kısa öykülerinden oyunlaştırılan Kashtanka, yazarın diğer bütün başyapıtlarmdaki duygusallığı, seyircilere kukla sanatının gücü yoluyla sözsüz olarak aktarıyor. Dostluğu, güveni, paylaşmayı ve özlemi anlatan bu oyun dünyanın dört bir yanında büyük ilgi gördü.

Türkiye'den Katılan Gruplar

11 nci Uluslararası İstanbul Kukla Festivali'nin mekânları arasında, Kukla İstanbul, Metro Kültür, Profilo Kültür Merkezi, İtalyan Kültür Merkezi, Kırım Kilisesi, Oyun Atölyesi yer alıyor.

Cengiz Özek'in, "Büyülü Ağaç" adlı oyunu

pe

cy a

Cengiz Özek, "Büyülü Ağaç" adlı oyununda otantik bir Karagöz oyununu seyirciyle buluşturuyor. Oyunda Karagöz'ün otantik çalgıları "Nareke" ve " D e f etkin bir biçimde kullanılırken, sözden daha çok hareket ağırlıklı kurgulanan oyun, her yaş için keyifli bir seyirlik fırsatı sunuyor. Her yaşın ilgisini çeken "Büyülü Ağaç"m süresi 40 dakika. Cengiz Özek'in festivaldeki ikinci oyunu yine çevre kirliliğini konu edinen modern bir yorumla sahnelenmiş dinamik bir karagöz oyunu. Viyana Multi-Kids Festivali'nin açılışında prömiyerini gerçekleştiren "Çöp Canavarı" adlı oyun Pakistan'dan İngiltere'ye Danimarka'dan İtalya'ya birçok kukla festivalinde ülkemizi temsil etti. "Çöp Canavarı", Karagöz'ün denize pet şişe atması ve Dünya festivallerinde dikkat çeken denizin dibinden çöp canavarının çıkması üzerine Banıbalina adlı grup "Kraft" ile katılıyor gelişen olayları hayal perdesine taşıyor. Her yaşa Kuklacılıkta genç bir bakışa sahip olan, 1981 yılında uygun olan oyunun süresi 45 dakika... Valencia'da kurulan Bambalina (İspanya) adlı grup, hazırladığı birbirinden ilginç ve çarpıcı prodüksiyonları ile dünya festivallerinde hemen fark Ahşap Çerçeve- " Nötre Dame'nin edildi. Özellikle aktör ve kukla olgusunu cesurca bir Kamburu" araya getiren grup seyircinin büyük beğenisiyle Ahşap Çerçeve adlı grup, Nötre Damme'ın Kamburu karşılaştı. Grubun festivale katıldıkları "Kraft" adlı adlı oyunu seyirciyle buluşturacak. Doğar doğmaz oyun da bu türde hazırladıkları son oyunları. Ağaçlar insanlık dışına itilen, yalnızca yaşadığı Nötre Dame bize gölge, meyve, çiçek, ilaç, oksijen verir. Bir de kilisesince değil tüm toplum tarafından kâğıt... Acaba kâğıda dönüştürülen bu ağaçların kamburlaştırılarak bir kötülük sembolü haline ruhları nerde gizlidir... Kraft, kâğıtlara şarkı söyleten getirilen Quasimado " Nötre Dame'nin Kamburu" bir oyun. Bu şarkının notalarını dalgaların sesi, ateşin öyküsünde saf kötülüğün ve insan erdemliliğinin çıtırtısı ve yaprakların hışırtısı oluşturuyor. Yediden gerçek sınırlarını gösteren ve biçimsel algılarımızı yetmiş yediye farklı yaş gruplarını bir araya getiren ters yüz eden özgün bir karakter olarak karşımıza "Kraft" adlı oyunun süresi 50 dakika. çıkıyor.

Jorg Bretschneider'ın "Psycho" festivalin "Nötre Dame'nin Kamburu" oyununda dört temel karakter, güzelliğin, inancın, aşkın ve masumiyetin en ürkütücü oyunu niteliğini taşıyor Gerilim sözcüğünün beyaz perdedeki adı olan Alfred Hitchock'un ses getiren "Psycho - Sapık" adlı filmi, Alman kuklacı Jorg Bretschneider'ın çoğu zaman oynattığı nesnelerin birer kukla olduğunu bize unutturarak onlara adeta birer ruh katıp cansız bedenlerinden kurtararak inanılması güç bir görsellikle sunduğu oyunda, Hitchoock'u aratmayacak bir üslup yakalıyor. Kukla yapım sanatını modernizasyona çevirmesini çok iyi bilen usta kuklacı, ileriki yıllarda kurduğu "Dresdner

42

sembolleri olarak işleniyor. Esmeralda'nm sevgilisi üzerinden aşkın kurban edilişi ve rahip dolayımıyla sahte inançların açığa çıkarılışı, Quasimado'nun kendi masumiyetini kendi elleriyle yok edişine kadar uzanıyor ve geriye yalnızca Esmeralda'nm tüm bu sembollerin anlamını etkileyen saf güzelliği kalıyor. "Nötre Dame'nin Kamburu" oyununda kullanılan masa kuklası tekniği kuklaların birbirleriyle ve oynatıcılanyla kurdukları ilişkiyi şiirsel bir anlatıma


kavuşturuyor. Böylece oyun, dört kuklanın oynatıcılarını da içine kattıkları bir ayine dönüşüyor. 16 yaş ve üzerine hitap eden oyunun süresi 1 saat 10 dakika.

Kemal Atan Gür Gölge Tiyatrosu, Doğaçlama Olarak Sahneleyeceği Oyununu Seyirci ile Buluşturacak

Kemal Atan Gür Tokat'da köftecilik yapar. Köfte yapmakla Karagöz oynatmak arasında git gel yapan biri. Hacivat adını verdiği köfteci dükkânının alt katında Münir Özkul Oda Tiyatrosu adını verdiği 36 koltuklu tiyatrosunda haftada iki gün yardımcısı Ufuk Ertekin'le Karagöz gösterileri yapıyor. Festivalde bizlere sunacağı oyun için bakın neler söylüyor: "Bu festivalde Karagöz, siz sevgili seyircilerini görüp, doğaçlama bir oyun oynayacak. Zaten Karagöz 'ün temeli, varlığının sebebi doğaçlama değil midir?

Şehsuvar Aktaş, Ayşe Selen ve Çetin Sarıkartal tarafından Fransızca aslından manzum olarak yeniden çevrilen "Tartüf Bey"de, şehvet ve hırs olguları üzerinde odaklanılarak, Moliere'in oyununda var olan sınıfsal ve kültürel eleştiri, iktidarın toplumsal cinsiyetle ilişkisini irdeleyecek biçimde dönüştürülüyor. 2 Perde ve iki saat olarak süresi belirlenen "Tartüf Bey", 16 yaş ve üzeri seyirciye hitap ediyor...

Tiyatrotem'in ikinci oyunu, "Nasıl Anlatsak Şunu" adlı oyun. Tiyatrotem bakın "Nasıl Anlatsak Şunu" için neler söylüyor: "Bugün dünyada en görülmeye değer şeylerden biri bu oyun. Söze değil, işe inanın, haydi iş başına; geç oluyor; yapılacak, söylenecek, gösterecek çok şeyimiz var. Cervantes Usta yazarımız hikâyeler yazar, hikâyeler anlatır. Çocuklar için... Yine yazacaktır. Aslında Don Kihote hakkında bir şeyler anlatmayı düşünmektedir. Ancak, birden bir hayale kapılır: "Acaba bir çocuk olsa ne anlatılmasını isterdi? Nasıl anlatılmasını isterdi? Bu coğrafya da yaşayan insanlar günlük ve Ama bir çocuk bunu bilebilir mi? Neden olmasın? doğaçlama yaşarlar, plansız ve programsızdırlar. O Çocuklar da bazı şeyleri bilirler. Örneğin masalları... yüzden alabildiğine içtendirler belki de. Her çocuğun bildiği masallar vardır, değil mi? Acaba bir çocuk hangi masalın anlatılmasını isterdi? Nasıl Gazeteler de haberlerine rastlıyorum bazen, ustalar anlatılmasını isterdi? " Yazar ustamız kendi kendine gözleri yaşlı yakınıyorlar, Karagöz ölüyor diye... bunları sorarken birdenbire hayalinde bir çocuk Gülüp geçiyorum doğrusu. Bu ülkede bizler var belirir. Ve Yazar Usta aynı soruları çocuğa sormaya olduğumuz sürece Karagöz ölmez, ölemez. Çünkü başlar." her fert sanki bir Karagöz 'dür. Karagöz halkını mutlu etmeye yeter.

Sanal Sergi: Asya'nın Gölgeleri

pe cy

Uçaneller Kukla Tiyatrosu, "Gün Işını" Adlı Oyunlarını Seyirci ile Buluşturacak

Uluslararası istanbul Kukla Festivali, ilginç bir sergiye de ev sahipliği yapıyor. Gölge oyununun doğduğu yer olan Asya coğrafyasından Kamboçya, Çin, Endonezya, Hindistan ve Türkiye'nin içinde bulunduğu ülkelerin sanatına ait örnekleri bir sanal sergide buluşturan Festival, bu sanatın doğuşuna dair önemli bir envanteri internet üzerinden ilgilileri ile buluşturuyor... Sanal sergiye ulaşmak için: http://www.flickr.eom/photos/24780337@N03

a

Anadolu 'dasınız... Burada her saniye sürprizlerle doludur, her an doğaçlama oyunlar oynanır. Şimdi sizler, siz sevgili seyirciler, oyunun adını hiç merak etmeyin, koltuklarınızda rahat oturun, keyfinize bakın. Nasılsa Karagöz 'ün bir oyunu olacaktır. "

Ülkemizde kuklaya ilgi duyan tiyatroların sayısı hızla artıyor. İşte bu tiyatrolar içinde en heyecan verici olanlardan biri de "Lüleburgaz Uçaneller Kukla Tiyatrosu". Grubun kuklaya sevdalı üyeleri aynı zamanda Lüleburgaz Kukla Festivali'nin de yaratıcısı. Lüleburgaz Uçaneller Kukla Tiyatrosu bu yıl festivalimize Alexander Popescu'nun yazıp Petar Petkov'un yönettiği Detelina Petkova'nm müziklerini yaptığı "Gün Işım"adlı oyunla yer alacaklar. Bir evin bodrum katında yaşayan küçük fare Muf ile ayağı kırıldığı için bodruma atılan porselen balerin Odilya'nm sıcak öyküsünü anlatan oyun, arkadaşlığın, birlikte hareket etmenin ve ışığı isteyenlerin mücadelesini yalın bir dille anlatıyor.

Festival biletleri, Biletix'ten, oyunlardan bir saat önce salon gişelerinden ve Metro Kültür gişesinden temin edilebilir. Bilet Fiyatları tam 20 YTL, öğrenci 15 YTL olarak belirlenmiştir.

Tiyatrotem bu yıl Festival'de İki Ayrı Oyunla Yer Alacak

"Tartüf Bey", Moliere'in Tartuffe adlı oyunundan hareketle, 5 oyuncu ve bir kukla için yazılarak üretilmiş bir oyun. Tiyatrotem, oyun atölyesi ile ortak yapım olarak gerçekleştirdiği "Tartüf Bey"de, dramatik tiyatronun ve kukla gösteriminin unsurlarını, öykü anlatımı tekniği içine yedirerek oyunlaştırıyor. Oyun, Tiyatrotem'in çağdaş ve geleneksel gösterim sanatları tekniklerini dramatik tiyatro ile Türkiye kültürel ortamında kaynaştırma esasına dayanan araştırmacı tiyatro anlayışının yeni bir ürünü. "Tartüf Bey", Tiyatrotem'in daha önceki tüm oyunlarının izini sürmekle birlikte, dramaturgi ve anlatım yöntemi bakımından, Shakespeare'in oyunundan hareketle 2006'da üretilmiş olan "III. Riçırd Faciası" adlı oyunun devamı niteliğinde bir iş olarak görülebilir. Bu kez hareket noktasını klasik bir tragedya değil de klasik bir komedya oluşturuyor.

43


"Heloise"

Tilda Tezman / tildatezman@tiyatrodergisi.com.tr

Kendini profesör olarak tanıtan Laurent Gendron ve ev kadını mutsuz Agathe Natanson bu salonun müdavimleri. Hepsi parlak dans ayakkabılarını ayaklarına geçirir geçirmez, gerçek kimliklerinden arınıp başka bir dünyanın kahramanları haline dönüşüyor. Günün birinde bu dans salonuna Mona (Melanie Bernier) adında genç, güzel, çekingen, beceriksiz bir terzi kız çıkagelir. Bu genç kız öğretmen Romeo'nun kollan arasında dans ederken bambaşka bir kişiliğe bürünecektir. Romeo bu genç kıza farklı duygular beslemeye başlarken, kaybettiği heyecanı ve gençliği de ele geçirecektir. Patrice Leconte yönetmen olarak sinemada ve tiyatroda önemli eserlere imza atmış çok yönlü bir sanatçı. Geçen sezondan beri Paris sahnelerinde onun yönettiği oyunlar başanyla devam ediyor: "Samimi İtiraflar" (Confıdences trop intimes), "Groucho Marx'm Mektupları" gibi... Bu kez Patrice Leconte müzikli, danslı, hafif bir oyun sahnelemeye karar vermiş. Öyle ki seyirci oyunu seyrederken kendisini danslı beş çayı partisinde hissediyor. Başrolde oynayan Rufus ise "beyaz palyaço Pierrot" olarak anılan, Avignon Tiyatro Festivali'nin vazgeçilmezi, "Amelie Poulain" filminin unutulmazı. Son olarak da Peter Kassovitz'in "Siyah Kan" filminin başrol oyuncusu. "Heloise" oyunu için Rufus dans dersleri alıp kendisini bu rol için yetiştirdi ve bu koral piyeste başarılı bir oyunculuk sergiledi.

cy a

Patrice Leconte sahneye koyduğu "Heloise" oyunuyla dans dünyasına adım atıyor.

pe

Melanie Bernier (Mona) tiyatroda çıraklık döneminde... Ama canlandırdığı karaktere büyük Patrick Cauvin'in yazdığı "Heloise" oyunu bir bir doğallık ve insani bir şefkat katmış. "Mona'"nın dans okulu salonunda geçiyor. Romeo (Ruflıs) basit kişiliğine derin bir duygusallık getirmiş. Ama dans okulunun sahibi orta yaşı geçmiş ça-ça-ça, tiyatro dünyası, sinema ekranından onu koparmakta mambo, rumba, vals, tangoyu maharetle yapan zorlanacağa benziyor. Çünkü sinemada Melanie Bernier, Nathalie Baye'le "Passe-Passe"; Catherine ve salona gelenleri eğiten bir öğretmen. Dans salonuna her sosyal kesimden ve yaştan insanlar Deneuve ve Emmanuelle Beart'la "Starlar ve Ben"; gelmekte. Romeo her birine dansta yeteneklerini ve Stephan Kazandjian'la "Modern Love" da çok ilgi çekmişti. ortaya çıkarmaları için gerekli talimatları vermekte. "Heloise" ise dans okulunun ismi: Romeo'nun eski aşkı ya da eski karısının ismi; Atelier Tiyatrosun'da Şubat ayından beri oynanan oradan ayrılmış ya da ölmüş; "Heloise" ile ilgili bir buçuk saatlik bu oyun seyirciye farklı bir deneyim gerçeği hiç kimse tam olarak bilmiyor; Heloise yaşatmaya çalışıyor; basit hafif bir üslupla hep gizemli, sır gibi kalmış bir olgu. Ramos eğlendirmek istiyor; ama seyirciden geçer not (Bernard Alane) ve Serafina (İsabelle Spade) alamıyor. dans yarışmasına hazırlanan taşralı bir çift.

44


"Oturma Odası" ortaya çıkaran bir çalışma ortaya koymuş. Oyunculara gelince: Julie de Lespinasse'ı oynayan Sarah Biasini efsane Romy Schneider'ın kızı. Bu güzel genç kız tiyatro sanatında emekleme devrini yaşasa da sahneden iyi bir ışık saçıyor. Kişiliğini ciddi bir teknikle geliştirmiş. Sinemadan sonra tiyatroda da iddialı bir oyuncu olmaya kararlı bu kadının doğallığı, tazeliği seyirciyi kendine hayran bırakıyor. Markiz Du Deffand'ı oynayan Daniele Lebrun Comedie-Française'den yetişmiş bir sanatçı. Tiyatroda, sinemada ve televizyonda çok başarılı bir kariyere imza atmış bu oyuncu rolünün üstesinden ustalıkla geliyor. Özellikle yeğenine söylediği: « A c ı çekerek yaşamak ve ölmekten korkmak insanın kaderi olarak hep sürecek» cümlesi beğeni topluyor. Düşünür Henault'yu oynayan Roger Dumas dev bir sanatçı. Jean Gabin ile karşılıklı oynadığı filmler hala zihinlerde taptaze. Sinema yönetmelerinin vazgeçmediği bir isim olan Dumas, şarkı sözü yazarı olarak da ünlü, sahnede de ortalığı kasıp kavuruyor. 2 yıl önce Jean-Louis Trintignant'la oynadığı "Eksi 2" (Moins 2) oyunu ile Moliere ödülünü de kazanmıştı. "Oturma Odası'"ndaki rolünde Voltaire'in yakın arkadaşı filozof bir yargıcı canlandırıyor.

cy a

Bu oyunu seyretmeye gitmemin tek sebebi bu yaşlı kurdu sahnede tekrar seyretmek içindi. Yoksa oyun çok yavaş seyrediyor. Modası geçmiş dramaturjisi ve ağdalı Fransızcasıyla oyun bana sıkıcı geldi.

pe

18. yüzyılda "Salon Modası" altın çağını yaşamakta. Paris'te 1750'lerde Du Deffand Markizi'nin salonu diğerlerine göre daha ünlü. Markiz, kendi salonunda, o yüzyılın en önemli filozoflarını, yazarlarını ağırlamakta ve yeni fikirler tartışılmakta. Markiz'in gözleri yavaş yavaş bozulmaya başladığı için, yeğeni Julide De Lespinasse'ı okuyucu olarak yanına alır. Sanata çok yakın ve hatip olarak üstün yetenekli bu genç kız, Markiz'in ünlü arkadaşlarıyla tanışır. Bunlar, genç kızın arkadaşlığını Markizinkine tercih etmeye başlar. Genç kız, yaşlı Markiz'i zaman içinde gölgede bırakmaya başlar. Onu himayesi altına almış olan Markiz ise Julie'nin popülerliğini hazmedemez. Karizmatik Julie, markizi çileden çıkarmaya başlar ve iki rakibe acımasızca çatışmaya doğru gider. İkili, dantel işler gibi entrika kurmaya başlar. Aralarında tatsız kavgalar patlak verir. "Oturma Odası'"m yazan 60 yaşındaki Jean-Claude Brisville'i meşhur eden en önemli oyun "Akşam Yemeği" (Le Souper) idi. Bu son oyunda da sohbet sanatını ve diyalog keyfini ustalıkla kullanıyor. Canlı, asabi, ironik bir havada geçen sohbette Fransız dilinin parıltısı seyirciyi 18. yüzyılın özgürlükçü ve akılcı devrine götürüyor. Kapalı mekanlarda sohbet çatışmaları daha yoğun seyrettiği için bu tür mekanları tercih eden Brisville sanat kompozisyonu yapan bir müzisyen gibi önce bir enstrümanı tek tek dinleyip sonra hepsini bir arada dinleyen bir yazar. Brisville, halka açık meydanlardan, dekor değişikliğinden ve antrakttan hoşlanmıyor. Seyirciyi oyunun içine çekip bırakmamaktan yana. Brisville Fransa'nın tarihi mirasını reddetmeyen bir varis. "Oturma Odası'"nı Cristophe Lidon sahneye koydu. Lidon bir koreograf gibi oyuncuların beden dilini

45


cy a

Baba Oğul Aydınlar Aynı Sahnede Buluşuyor

"Tekrar Çal Sam" Daha okumayı bile sökmeden film çekmeye merak salan Woody Ailen, bu oyunu 1969'da yazmış ve sahnelemiş. Woody Ailen, Diane Keaton, Tony Roberts'ın rol aldığı "Play İt Again, Sam" filmi ise 1972 yılında Herbert Ross tarafında sinemaya aktarılmış. 46

pe

Eser Rüzgar / eser_ruzgar@hotmail.com

Defalarca izlediğiniz, izlemekten bıkmadığınız filmler vardır elbette. Belki "Ölü Ozanlar Derneği", belki "Schindler'in Listesi", belki de "Otomatik Portakal" listeyi uzatmak elinizde. Woody Ailen'in da bir "Kazablanka" fanatiği olduğu, metnini yazdığı "Tekrar Çal Sam" isimli oyunun daha ilk dakikalarında anlaşılıyor.

U. Arda Aydın'ın canlandırdığı sinema ve senaryo yazarı Allan Felix, oyunun başında salondaki sinema perdesinde belli ki defalarca yaptığı gibi "Kazablanka" filmini izlemektedir. Özel hayatındaki başarısızlığına filmlerden çıkarsamalar yapmaya çalışmakta, Humphrey Bogart'tan yaşam koçluğu ayarında destek almaya gayretlenmektedir. Tamamen filmlerden oluşmuş içe dönük

hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Çünkü karısı Nancy onu sıkıcı olmakla suçlayarak, hayatı yaşamayıp seyirciyi kaldığını söyleyerek ve artık ortak noktalarının kalmadığını haykırarak terk eder. Allan da bu durumda bir süre depresyonuyla uğraşır, sonra da çok yakın iki arkadaşı olan Linda ile Dick'ten çöpçatanlık yardımları alır. Bu aşamada Sevinç Erbulak'm canlandırdığı Sharon, Gina, Vanessa, Betty gibi her biri farklı özelliklerdeki kızlar Allan'nın potansiyel sevgili adayları oluverirler. Başarısızlıklarla sonuçlanan bu tanıştırma girişimleri sırasında Allan, işten başka bir şey düşünmeyen arkadaşı Dick'in karısı Linda ile çok fazla zaman geçirmeye başlar ve birden aralarında bir çekim oluşur. İşler bu noktadan sonra beklenmedik bir mecraya kayar.

Acaba Allan gerçek aşkı bulduğunu düşünerek arkadaşının karısıyla mı birlikte olacaktır? Veya depresyonuna geri mi dönecektir? Ya da sürpriz bir çıkış yolu mu bulacaktır? Daha okumayı bile sökmeden film çekmeye merak salan Woody Ailen, bu oyunu 1969'da yazmış ve sahnelemiş. Woody Ailen, Diane Keaton, Tony Roberts'ın rol aldığı "Play it Again, Sam" filmi ise 1972 yılında Herbert Ross tarafında sinemaya aktarılmış. Kişisel komplekslerle örülmüş kadın-erkek ilişkileri, aile, din, cinsellik gibi konulara ince bir mizahla yaklaşan Ailen'in bu tavrının bu oyun için de geçerli olduğunu söylemek mümkün. Şehir Tiyatroları'nın oyunu, bir baba-oğlu aynı sahnede buluşturuyor. Yıllardır tiyatro


Barış Dinçel'e ait olan dekor yine özenli bir çalışmanın ürünü. Bir sinema adamının evini tamamen yansıtan, kırmızı objelerle de sıcaklaşan dekor oldukça başarılı. "Taksi Driver", "Moulin Rouge" gibi film afişleriyle ve ayrıntılarla zenginleşen ana dekorda, sahne değişimleri işlevsel bir şekilde yapılıyor. Arka plandaki yeşil fayanslarıyla banyo dekoru da gerçekçi bir mekan tasarımını destekliyor.

"Tekrar Çal Sam" keyifli metniyle, yaratıcı rejisiyle, oyunculuklarıyla, dekoruyla, müzikleriyle özellikle sinema izleyicisini de çekebilecek keyifli bir seyirlik. İzleyin, pişman olmazsınız.

pe

Yönetmen Ragıp Yavuz, sağlam kurgulanmış metni sahneye keyifli bir şekilde taşımış. Bunu

Oyunda Beatles'dan Hey Jude'ı, Madonna'dan Vouge'u ve daha birçok bilindik melodiyi duyabilirsiniz. Bir de dipnot: "Tekrar Çal Sam" diyerek Ingrid Bergman tarafından istenilen replik pek bilinir, ama şarkıyı Dooley Wilson'un seslendirdiği ve adının "As Times Goes By" (Zaman Geçtikçe) olduğu pek bilinmez.

a

1979 doğumlu Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü mezunu olan oğul Aydın, Keşanlı Ali Destanı'ndaki gazeteci ve profesör gibi yan rollerden sonra sahneye hakim bir Allan Felix olarak çıkıyor ilk başrolünde. Değişik tiplemelerle karşımıza çıkan Sevinç Erbulak'da oyunun renklerinden biri oluyor.

yaparken dramaturg Arzu Işıtman la sahne değiştirmeden tutun da rolleri birleştirmeye kadar oyun metnine fazlasıyla müdahale etmiş aslında. Sonuç olarak tempoyu düşürmeden eğlenceli bir seyirlik oluşturmayı başarmış. Özellikle Linda'nın Kill Bill gelini olması sahnesini çok keyifli bulduğumu belirtmeden geçemem. Bu arada bir parantez açalım, Ragıp Yavuz'un bu sezon Tiyatro Kare'de sahnelenen "Kim O?" adlı oyuna "Bunu Ali Kırca haber yapar" veya "Bu yaz ki Shakira konseri" gibi eklemeler yaptığı uyarlamanın da başarılı olduğunu belirtelim.

cy

sahnelerinden, dizilerden ve özellikle seslendirmelerden tanıdığımız -ilk akla gelenler Fred Çakmaktaş, Bill Cosby, RockySezai Aydın, Humphrey Bogart olarak çıkıyor karşımıza ve gerçek hayattaki oğluyla aynı sahnede olma zevkini yaşıyor.

Yazan: Woody Ailen Çeviren: İhsan Mursaloğlu Yönetmen: Ragıp Yavuz Sahne: Barış Dinçel Giysi Tasarımı: Duygu Türkekul Işık Tasarımı: Murat Özdemir Müzik Yönetmeni: Özgür Yaşar İşler

Oynayanlar: Uğur Arda, Çiğdem Gürel, Derya Çetinel, Emrah Özertem, İrem Arslan, Sevinç Erbulak, Sevtap Çapan, Sezai Aydın.


pe a

cy


cy a

pe

Tiyatrosu'nun Kapılarını Şehir,Yeniden Gençlere Açıyor

Şehir Tiyatroları bu sene "Genç Günler" etkinliğinin 24 ncü yılını kutluyor... Gençler; "24. Genç Günler" kapsamında 9-19 Mayıs tarihleri arasında Kadıköy Haldun Taner, Üsküdar Kerem Yılmazer, Ümraniye, Kağıthane Sadabat, Fatih Reşat Nuri Sahneleri ve Tarihi Galata Köprüsü'nden seslerini İstanbullu tiyatro severlere duyurabilecekler...

enerjiyle bu renkli mozaiğin içinde yer alıyor... Şehir Tiyatroları ilk kez bu yıl kendi bünyesindeki genç oyuncularla oluşturduğu "Genç Birim" başlığı altında 4 ayrı prodüksiyona imza attı..."Leonce ile Lena, İnek, YeditepeliAşk ve Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular" bu başlık altında "24. Genç Günler"de "Genç BirinV'in sergileyeceği oyunlar...

Bu yıl "24. Genç Günler" tiyatro oyunları, müzikal ve çağdaş dans gösterileri, konserler, söyleşiler, "24. Genç Günler"e İstanbul Üniversitesi Devlet sergiler, workshoplar olmak üzere hayli renkli ve Konservatuvarı "Moskova Geceleri ve Fesleğen Çıkmazı" adlı oyunlarla katılırken, Mimar Sinan dopdolu bir programla karşımıza çıkıyor... Üniversitesi Devlet Konservatuvarı da "Ayaktakımı "24. Genç Günler" bu yıl hem kendi içerisindeki Arasında" adlı oyunla katılıyor... "Genç Birim"in gerçekleştirdiği prodüksiyonlara; hem de konservatuvarlar, üniversite toplulukları ve "24. Genç Günler"de yer alan üniversite toplulukları diğer konuk grupların birbirinden farklı yorumlarına ve diğer konuk grupların oyunları ise şöyle : Boğaziçi ev sahipliği yapıyor... "William Shakespeare, Oyuncuları "Biz, Siz, Onlar", Yeditepe Üniversitesi Moliere, Bertolt Brecht..." gibi tiyatro yazarlarının Gösteri Sanatları Fakültesi "Zengin Mutfağı", Mimar klasik oyunlarıyla "George Büchner, Woody Ailen, Sinan Gösteri Sanatları Kulübü "Otobüs", Timis Eugene lonesco..." gibi çağdaş tiyatronun önemli Oyuncuları "Babil'e Bir Melek İniyor", Bilgi Sahnesi yazarlarının oyunları bambaşka bir dinamik ve Tiyatro Kulübü "Küskün Aşıklar", Beylikdüz

49


masaldan alan "40. Kapıyı Açarsan" adlı projesi; "Kornan Başaran'dan Çorba", Boran Alataş'm 'Tahammülsüzlüğe Tahammül Etme' manifestosundan yola çıkılarak oluşturduğu gösteri "Biz"; İlyas Odman'm kaçan adamın kırılgan adımlan üzerine bir dans tiyatrosu işi "Camadamlar"; Bedirhan Dehmen ve Şafak Uysal 'in erkekler arası dostluğu mercek altına yatırırken, dostluğu neyin tayin ettiğine ilişkin sorular sordukları "Güneşli Pazartesi"; Hareket Atölyesi'nin "İnsan(lık) Hali" ve Fırat Kuşçu 'dan "FK"; çağdaş dans gösterileri "Dans Maratonu" nda izlenebilir...

Belediyesi Tiyatro Kulübü "Yaşam Çığlıkları", Taşkışla Sahnesi "Kadınlar Savaşı", Magusa Sanat Tiyatrosu "Dışarısı İçeriden Karanlık", Bahçeşehir Üniversitesi Müzikal Topluluğu "Venedik Taciri", İstanbul Bilgi Üniversitesi Gençlik Çalışmaları Birimi Kısa Dalga Gençlik Merkezi "Sokak Ve Biz", Mimi Komedi "Tanrı", Gösteri Sanatları "Sezuan'ın İyi İnsanı", Semaver Kumpanya ve Çırakları "Baba Ve Oğul", Boğaziçi Üniversitesi "At", İstanbul Teknik Üniversitesi "Gergedanlar" ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi "Gergedanlar". "Müzikal" unutulmadı... Tiyatronun renkli, keyif veren hareketli kolu müzikal "24. Genç Günler" de "Genç Birim"in gerçekleştirdiği bir diğer dikkat çekici proje olarak sahnedeki yerini alıyor.... "Genç Birim", Orhan Kemal"in "Tersine Dünya" adlı eserini müzikal bir yorumla sahneye taşıyor... Günümüzde tiyatronun alternatif ve önemli kollarından biri haline gelmiş olan "Çağdaş Dans" da "24. Genç Günler" etkinliği kapsamında geniş bir alan oluşturuyor... Şehir Tiyatrolan "Genç Birim"i "Kad-Er, Kül, Şiir ve Dans Gösterisi" adlı 3 ayrı dans projesine imza atıyor...

"24. Genç Günler" le birlikte yönetmen "Çağan Irmak" la sinema sohbetine davetlisiniz... Ayrıca "24. Genç Günler" in söyleşileri içerisinde yer alan "Tiyatroda Bir Yaşam" başlıklı ustalara saygı bölümünde ise "Tülin Oral, Erol Keskin ve Duygu Sağıroğlu" yaşamlarını ve deneyimlerini genç kuşaklara aktaracaklar... 3 ayrı atöyle çalışmasıyla "24. Genç Günler" hem tiyatronun mutfağının kapılarını; hem de göz önünde olan alanı oyunculuğun kapısını aralıyor... Yazar ve yönetmen "Özen Yula" "Oyun Yazım Atölyesi" ni gerçekleştirken , "Kemal Yiğitcan" "Uygulamalı

cy

a

"24. Genç Günler"in "Çağdaş Dans Gösterileri"nin heyecan uyandıran bir diğer önemli ayağınıysa "Dans Maratonu" oluşturuyor... Kadıköy Haldun Taner Sahnesi ve Tarihi Galata Köprüsü yurtdışından grupların da katılımıyla gerçekleşen bu uzun soluklu ve geniş kapsamlı etkinliğin mekanları...

pe

Mustafa Kaplan ve Filiz Sızanlı'nın birlikte yaptıkları dans gösterisi "Sek Sek"; Vertex Pro "Çıkış"; Yıldız Teknik Üniversitesi Dans Laboratuvan'nın hazırladığı "Mesafe - Sek i- Yazar mı ?- Beş"; uluslararası sahne sanatları alanında birçok ödüle layık görülmüş, geleneksel "sufi dansım", zihinsel ve fiziksel sınırlan zorlayıcı yönünü muhafaza ederek kişisel tarihçesi ile estetik ve kinetik bir dile dönüştüren Ziya Azazi'nin "Derviş" adlı eseri; beden-hafıza ilişkisi üzerinde duran ve bedeni kendi hafızası ile sınayan "Mekanı Başkalaştır / Kendini Başkalaştır" isimli projeleriyle RemDans Proje Topluluğu, Handan Ergiydiren Özer yönetimindeki "Bana Islak Mayonuzu Gösterin", Çıplak Ayaklar Kumpanyası'nın "Şehirde" isimli gösterisi, Ufuk Şenel yönetiminde Devletin, vatandaşlığın, özneliğin her şeyden önce birer fantezi olarak üretildiği tezinden yola çıkarak Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli siyasetçilerinin sözlerinin izini süren metniyle Türk olmanın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın, bu topraklarda yaşamanın ne olduğunu anlamaya çalışan "Ateşli Fanteziler", "Emre Koyuncuoğlu" nun gerçekleştirdiği Anton Çehov' un ünlü oyunu "Üç Kız Kardeş"e "buradan ve yaşadıklarımızdan" göndermeler yapan "Fiction as Reality 2", Talin Büyükkürciyan yönetiminde "Tepetaklak", yine Talin Büyükkürkciyan'ın yedi yıl önce Hollanda'daki çalışmalan sırasında ortaya çıkan, ismini ünlü Fransız yazar Charles Penault'nun 1697'de yayınladığı soylu ve meraklı karısını anlattığı "Mavi Sakal" isimli

50


pe

cy

a

Film müzikleri, jazz ve senfonik eserlerin keyfini Işık Atölyesi" yle tiyatronun başka bir dünyasına sürdürmek isteyen müzikseverler için "Pera Gençlik ışık tutuyor..."24. Genç Günler" in bir diğer atölyesindeyse oyuncu ve yöntemen "Engin Alkan" Orkestrası" "24. Genç Günler"de müzisyen ve solistlerden oluşan 42 kişilik kadrosuyla Ümraniye "Oyunculukta Yöntem" ile ilgili çalışmalar Sahnesi'nde yer alırken, Tarihi Galata Köprüsü yapacak... üzerinde Türk rock müziğimizin son dönemlerdeki iki popüler başarılı grubu "Redd ve Seksendört" "24. Genç Günler" süresince Kağıthane Sadabat Sahnesi fuayesinde seyircileri Natuk Birkan Pratik de konserleriyle izleyenlere müzik dolu dakikalar Kız Sanat Okulu'nun Mürşit Arıkan yönetimindeki yaşatacaklar... "Başlangıçlar" isimli resim sergisi karşılayacak... "24. Genç Günler"in açılışı 8.05.2008 Perşembe Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi ve Fatih Reşat akşamı saat 19:00'da Tarihi Galata Köprüsü'nde Nuri Sahnesi fuayelerinde de hem tiyatro hem de tüm dünya meselelerine dokunduran "Çığlık Çığlığa gerçekleşecek... 19:00'da başlayacak olan kokteylin ardından İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Homur'dananlar" karikatür sergisi seyirciyle Sanatları Yönetimi Programı, Santral İstanbul Fransız buluşacak...Ayrıca "Çığlık Çığlığa Kültür Merkezi ve Academie Fratellini (Fransa) Homur'dananlar" çizerlerinden "Asuman işbirliğiyle gerçekleşen "Sokak Sanatları Çağdaş KüçUkkantarcılar" "24. Genç Günler"de Genç Sirk Projesi" konuklarla buluşacak... Sonrasında Birim'in oyunu olan "İnek" için özel ve ayrı bir "Ziya Azazi" ve "Çıplak Ayaklar Kumpanyası"nın çalışma yaptı...Bu çalışma da "İnek" adlı oyunun dans gösterileriyle devam edecek olan bu renkli oynandığı tarihlerde oyun öncesi fuayede görülebilir... gece Şehir Tiyatroları'nın "Sahnedeki Ezgiler" adlı "24. Genç Günler" de şiir ve müzik, romantizmle özel gösterisi ve "" grubunun konseriyle son dolu bir dinletiyle seyirciye ulaşıyor... "Aşkım Kırmızı bulacak...

Bir Gül"... Türk müziğimizin değerli müzisyeni "Vedat Sakman"m ev sahipliği yaptığı Cezayir Çıkmazı Sokağı (Eski Fransız Sokağı) içinde yer alan "Sakman Kulüp"de saat 20:00'de "Hakan Gerçek, Hümay Güldağ ve Metin Belgin", yazar "Atilla Birkiye"nin hazırladığı aşk şiirlerinden seçmeler okurken, "Uğur Akyürek" kemanda, "Saki Çimen" piyanoda, "Vedat Sakman"da gitarı ve vokaliyle onlara eşlik edecek...

24. Genç Günler "Kapanış" "24. Genç Günler"in kapanışı da 19.05.2008 Pazartesi akşamı saat 21:00'de Tarihi Galata Köprüsü'nde yapılıyor... Bu özel gecenin başlığıysa "Geçmişten Yarına"... Oyuncu ve yönetmen "Can Doğan"ın hazırladığı "Geçmişten Yarına"; Şehir Tiyatroları'nın kuruluşunu, Darülbedayı'dan bugüne kadar uzanan hikayesini renkli bir belgesel niteliğinde görsel ve müzikli bir gösteriyle sahneye taşıyor...

51


a

cy

Muhsin Ertuğrul'a Dokunmak,

Dokunmamak

Ben de son gösteriyi izledim Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde. Adımımı atarken daha yapıdan içeri, son kez buluşmanın heyecanıyla bir veda törenindeymişçesine baştan sona bütün görüntüleri süzmeye koyuldum belleğime. 52

pe

Sadık Aslankara/ msaslankara@hotmail.com

Trabzon'un önemli kültür simgelerinden Ahmet Selim Teymur'un kızı Gülnaz Teymur Gezgin'le karşılaştık sokakta. Bir torbaya yerleştirilmiş birkaç kök hercaimenekşe kucağında. Harbiye'de Muhsin Ertuğrul'un önündeki minik avlunun çiçekliğinden sökülmüş, atılacakmış, öyle demiş görevliler, ama onun yüreği kaldırmamış bunu, biraz daha yaşasınlar diye evine götürüyormuş...

Aynı günün akşamı, ben de son gösteriyi izledim Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde, Haldun Taner'in Keşanlı Ali Destanı'm. Adımımı atarken daha yapıdan içeri, son kez buluşmanın heyecanıyla bir veda törenindeymişçesine baştan sona bütün görüntüleri süzmeye koyuldum belleğime. Fuayenin duvarlarına sokuldum, "Elim sende" dercesine binlerce emeğe dokundum, salonda koltuğa yaslandım, onca seyirciyle

buluşarak, oyunun bitiminde üşenmedim, bir bağlanış duygusuyla sahne önüne geldim, yüzlerce tiyatro emekçisinin döktüğü tere bir saygı duruşu olarak, tabii Muhsin Ertuğrul'a bağlanışın da ifadesiyle... Sığınak (Can, 2003) romanımda kentin eski, önemli kültür yapısında gerçekleştirilen törende, kahramanlardan biri, yaptığı konuşmada şöyle der: "Şimdi lütfen kendi kendinize karar alın, (salona girdiğinizde) o taşlardan birine dokunup, onu sevin, bir yandan da içinizden bu kentin eğitim, kültür davasına katkıda bulunmaya söz verin, lütfen söz verin..." Sonrasında andığım roman kahramanı yanındaki çağrılılardan birine şunu söylemekten alamayacaktır kendini: .. .Bunların hiçbirinin tek bir taşa bile dokunduğunu sanmıyorum ben!"

Peki biz Muhsin ErtuğruPa dokunabilmiş miydik acaba? Ya da nasıl dokunmuştuk ki böyle, acımasız birer kıyıcı olarak yıkıp atıyorduk onu? Dilimizdeki bu söylem çeşnisini, Keşanlı Ali Destanı'm izlerken bir kez daha yaşadım diyebilirim... Çekinilmişti sanki Haldun Taner'den, dokunulamamıştı bir türlü oyuna... Bir Oyunun Uyarcısı ya da Yorumcusu Olmak... Yıllar önce Ferhan Şensoy'un yönetiminde sahnelenen Keşanlı Ali Destanı için de benzer sözler söylenmişti; oyunun bir Haldun Taner metni olarak karşımızda durduğu, ötesinde pek de bir şey yapılmadığı ya da yapılamamış olduğu... Yücel Erten'in sahnelemesi karşısında da bunu düşünmeden edemedim... Karşımızda özgünlüğün somutlanışı olarak


Böyleyse eğer çok kötü... Yorumcu değil uyarcı olmak daha da kötü...

Eskici Dükkânı da tıpkı Keşanlı Ali Destanı gibi metin bağlamında öne çıkan bir oyun. Bunları söylerken söz konusu oyunlarda adları geçen onca insanın emeğini yadsıyor, uygulayıcıların çabalarını hafife alıyor değilim elbette. Ama bunca yoğun emeğe karşın, her iki oyun da yazarlarının yaratımıyla öne çıkıyor, oyunlar ancak metin bağlamında kendilerini duyuruyorsa bunda olumsuz giden bir yan da aranmamalı mı peki?

Zeliha Berksoy, belki de bu kaygıdan hareketle Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yapanm'da genç bir kadroyla, bir gençlik oyunu bağlamında sunmuştu bize çalışmasını. Berksoy'un, oyunu gençlik tiyatrosuna yaklaştıran tutumuyla aynı şekilde gençlik tiyatrosu havasında sunulan Orhan Kemal'in Işıl Kasapoğlu ile Bülent Emin Yarar yönetimindeki Semaver

pe

Ama kim, hangi yönetmen olursa olsun, yorumcusu değil de yalnızca uyarcısı kalacağını bilerek oyunu sahnelemeye gönül indirmişse eğer, bu çok daha kötü değil mi? Artık aramızda olmayan oyun yazarına hiç kimse toz konduramaz kuşkusuz, ancak yönetmen sorgulanacaktır doğallıkla. Tiyatroda sahnelenecek herhangi metin, yeni bir sahne plastiği içinde dönüştürüme uğratılmayacaksa, ne diye sahnelenir? Gerçekten de hep aynı metni izleyeceğini düşünen insan, bunu seyretmeyi değil okumayı yeğlemez mi o zaman, bu daha kolayına gelmez mi seyircinin?..

Nitekim Orhan Kemal'den Ergün Işıldar'ın yönettiği yine İBB Şehir Tiyatroları yapımı Eskici Dükkânı da bu kanımı destekliyor sanki. Andığım oyunun üzerinde de böyle bir dokunulmazlık zırhı varmış izlenimine kapılıyor insan. Oysa, dostum Işık Oğütçü'den biliyorum, Orhan Kemal ailesinin, oyunlar üzerinde herhangi kısıt koymadığını.

Kumpanya yapımı Murtaza'sını öven yazılar kaleme almıştım bundan ötürü geçmişte "Sadık Seyirci"de. Bu dokunamayış üzerinde de durulmalı bana göre. Yoksa üzerlerinden beş yüz yıl geçmesini mi bekleyeceğiz Haldun Taner'le Orhan Kemal'in yeniden dönüştürülüp yaratıcı yorumlarla sunulabilmesi için? Zeliha Berksoy'a, Beşiktaş Belediyesine Övgü... Semaver Kumpanya'dan söz açmışken yeni oyunlarına değineyim birkaç satırla. Adel Hakim'den Ani Haddeler Pekman'ın çevirip, Gülin Kılıçay ile Işıl Kasapoğlu ikilisinin yönettiği, Tansu Biçer'in sunduğu İnfazcı No:14, Semaver Kumpanya'nın kendi içinde tutarlılıkla sürdürdüğü kavrayışın ardılı bir sahne çalışması olarak alınabilir. Semaver Kumpanya topluluğu, izlediğim hemen her oyununda, toplumsal çalkantılarla sarsılan çağımızda kıyıda kalan kimi sorunlara göndermeleriyle dikkati çekiyor denebilir.

Adel Hakim'den Ani Haddeler Pekman'm çevirip, Gülin Kılıçay ile Işıl Kasapoğlu ikilisinin yönettiği, Tansu Biçer'in sunduğu İnfazcı No:14, Semaver Kumpanya'nın kendi içinde tutarlılıkla sürdürdüğü kavrayışın ardılı bir sahne çalışması olarak alınabilir.

Alçakgönüllü, ama vakur bir duruşu var Semaver Kumpanya'nın. Özel tiyatro topluluklarının yaşadığı, yaşayabileceği sorunlar, bireysel çıkışlardaki çözümsüzlük, sosyalizmin ardında kimileyin görülemeyen insan dramı, savaşın yerle bir ettiği birey... İnfazcı No:14, işte dağıtılmaya çalışılan bu insan karakterini, kendi toplumumuzda buna koşut yaşanan travmatik dramı da anıştırarak sunuyor. Topluluğun kaçtır çalışmalarında izlediğim oyuncusu Tansu Biçer'in,

a

Ferhan Şensoy'dan sonra Yücel Erten'de de böyle bir sonuçla karşılaşınca, şaşırmadım diyemem: Varisleri, Haldun Taner'in oyunlarında yapılabilecek kimi yorum olanaklarına engeller mi koyuyordu acaba? Önceki mevsim Beşiktaş Belediyesi Prodüksiyon Tiyatrosu yapımı olarak Zeliha Berksoy yorumuyla izlediğimiz Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yapanm'da da sımsıkı bir Haldun Taner metniyle karşılaşmıştık sahnede.

Yine de Engin Alkan'in Keşanlı Ali'de söz konusu karakteri dönüştürmeye yönelik çabasının altı çizilmeli. Demek ki olay bu yanıyla başlı başına bir sorunsal boyutunda alınıp değerlendirilse yeridir.

cy

yorum yoktu, Haldun Taner'in kaleme aldığı "Keşanlı Ali Destanı" adlı oyununun metni vardı yalnızca. Olanca ağırlığıyla bir oyun duruyorsa eğer metin olarak sahnede, o zaman bu yapılan işin neresinde aranacak tiyatro sanatı?

53


İşte size iki oyun, işte iki

kadınla iki erkek; unuttuğunuz değerlerle yüzleşmek, insansız kalan yeryüzünde insanlığınızı anımsayabil meniz için fişek gibi iki oyun size

üstlendiği ağır sorumluluğun altından yine ustaca kalktığını görmek de sevindirici. Semaver Kumpanya'nın sürekli yaslandığı genç enerjiden bir başka genç enerjiye geçmek istiyorum. Beşiktaş Belediyesi'nce açılan Melih Cevdet Anday Sahnesinde (Akatlar Kültür Merkezi) Zeliha Berksoy'un sanat yönetmenliğiyle yönetmenliğinde sürdürülen Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu yapımı oyunlara... Son olarak iki oyun daha izledim topluluktan: Melih Cevdet Anday'dan Mikadonun Çöpleri ile Peter Turrini'den Hale Kuntay'm çevirdiği Mutlu Yıllar / Josef ve Maria. Her iki oyun da birer kadınla erkek karakter armağan ediyor bizlere, bu rolleri canlandıran oyuncular aracılığıyla. Buna, Mutlu Yıllar'daki küçücük rolünü kıvılcımlandırıp harlandıran Ali Barışık da eklenebilir.

Zeliha Berksoy'un sanat yönetmenliğinde sürdürülen bu çalışmalar, başlı başına övgüyü hak ediyor bu nedenle. Ama bu arada Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal'ı, çalışmalara verdiği destek için de yürekten kutluyorum. Öyle güzel, "hayırlı" bir iş yapıyor ki, adı, Beşiktaş'la birlikte hep amlacak bundan böyle. Zeliha Berksoy ise, Bakırköy'den sonra daha farklı bir deneyle karşımıza geliyor Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu ile. Bu durum, Berksoy'u, yerel yönetimlerce yapılan tiyatrolar konusunda uzman konumuna yükseltmiyor yalnız, konunun yetkelerinden birine de dönüştürüyor aynı zamanda. Bu deneyimlerini, iki farklı model örneğinde, bir çalışmada toplayıp toplamadığım bilmiyorum Berksoy'un, ama bunların belge bağlamında bir kitapla geleceğe aktarılmasının çok yararlı olacağı kanısını taşıyorum kendi payıma. Güldürüyü Toplumsallığın Gergefinde İşlemek... Tiyatroda "eğlence" göz ardı edilebilir mi? Ancak grupların sahnelediği güldürüler yapısal farklılıklar taşıyor yine de.

pe

cy

a

Mikadonun Çöpleri'nde gencecik iki oyuncu Timuçin Esen'le Devin Özgür Çınar, yerini bulan, durmuş oturmuş oyunculuklarla göz dolduruyor. Pek benimseyemediğim, hatta oyunu karmaşıklaştırdığını düşündüğüm çevre tasarımının yanında tıkır tıkır işleyen bir oyunculuk rahat nefes aldırıyor denebilir. Ancak Devin Özgür Çınar'ın, yönetmenin yansıtımı dışında aşırı vurgulu kıldığı rol yapılandırmanın kimileyin gereksiz hale düştüğü söylenebilir.

iki oyun size!

Mutlu Yıllar'da iki deneyimli oyuncunun yeniden yarattığı iki karakterle alabildiğine yükseliyoruz seyirci olarak. Bilge Şen, Tamer Levent güzel, doygun oyunculuklarla gönlümüzü şenlendiriyor. Yüreğinize, beyninize sağlık sevgili tiyatro emekçileri!

İşte size iki oyun, işte iki kadınla iki erkek; unuttuğunuz değerlerle yüzleşmek, insansız kalan yeryüzünde insanlığınızı anımsayabilmeniz için fişek gibi

Sözgelimi Pierre Chesnot'dan Gencay Gürün'ün çevirdiği, Can Gürzap'm yönettiği Gencay Gürün Tiyatro İstanbul yapımı Gönül Hırsızı, tam bir vodvil havası yansıtırken Önder Paker'in yazıp Mahmut Gökgöz'ün yönettiği Dilek Türker Tiyatro Ayna yapımı Var mısın, toplumsallıkla ilmekler kurmaya çabalayan bir oyun izlenimi bırakıyor daha çok. Ama Ferhan Şensoy'un yazıp yönettiği Ortaoyuncular yapımı Boşgezen ve Kalfası, yukarıdaki örneklerin yanında güldürünün, hem de tam anlamıyla toplumsallığın gergefine oturtulduğu bir oyun olarak alınabilir. Gönül Hırsızı, bu türle birebir örtüşen oyunculuklarıyla, kendisinden beklenebilecekleri fazlasıyla karşılayan bir güldürü.

Niye bu tattan mahrum kalalım? Niye bu tada düşkünlük gösterebilecek seyirciyi hafife alalım? Niye böylesi çalışmaları, sanat dışı yorumlamak gibi kendini beğenmiş tutumlara girelim? Bu çerçevede oyundaki dolantının kışkırtısıyla, dildeki özeniyle, tüm oyuncularının hem oyuna kattıkları uyum, hem de yansıttıkları karakterlere yerleştirdikleri oturmuşlukla güzel güzel seyredilen bir oyuna dönüşüyor Gönül Hırsızı. Oyuncuların adını anmamak haksızlık olur doğrusu: Çan Gürzap, Nilgün Belgün, İlkay Saran, Melda Gür, Levent Ulukut, Ahsen Ever, Tuğçe Doras. Var mısın, böylesi bir güldürü olma savı taşımakla birlikte dolantıları pek buna uygun kurulmamış, toplumsal ilmekleri de tam anlamıyla yerli yerine oturtulmamış bir oyun. Vodvile özgü çekiciliğiyle değil, Dilek Türker'le Kâzım Akşar'm insanm içini fokurdatan oyunculuklarıyla izlenir bir güldürü niteliği taşıyor Var mısın. Boşgezen ve Kalfası ise bu iki türün dışında daha çok halk tiyatrosu örneğiyle buluşan, bunun hakkını da tam anlamıyla veren, üstüne üstlük kendi yerelliğimizle, evrensel ölçekte buluşan bir güldürü. Ferhan Şensoy, Nefrin Tokyay, Rasim Öztekin, Erkan Üçüncü, Ali Çatalbaş, Orhan Ertürk, Elif Durdu, Ebru Soyuerdem grubunun oyuncu olarak, Barış Dinçel'in karikatür gibi yunmuş arınmış, sıcacık çevre düzenindeki katkısıyla uçurucu, düşündürücü, güldürücü, yüksek düzeyde hazla örülü bir oyun bu. Ferhan Şensoy'un iki oyununu izledim arka arkaya. İlkin Fername'yi, sonra Boşgezen ve Kalfası'nı. Önün Fername'de genel olarak yansıttığı hüzünlü içliliğinden, sinemada yaşadığı düş kırıklığından sonra, ikinci oyununun çok güzel bir sinema filmi olabileceği düşüncesi uyandı usumda. Daha da geliştirilecek bir senaryoyla bakanlıktan katkı da istenebilir hatta. Yazar yönetmen Ferhan Şensoy, tüm toplumumuza, dokunduğu bu oyunla, mevsimin, hatta dönemin izlenmesi gereken önemli oyunlarından birini sunuyor. Evet, dokunmak, ama nasıl?.. Bizler Muhsin Ertuğrul'a yüreğimizle dokunmuştuk. Ne var ki toplumun umursamazlığıyla kaba, hoyrat eller bıraktı onu, yıkımcıların dokunuşuna terk etti... Siz nasıl bir dokunuştan yanaşınız peki?

54


Çocuk tiyatrosu

Devlet Tiyatroları'nın 25-30 Nisan tarihleri arasında Ankara'da düzenlediği "4. Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali" yoğun bir katılımla gerçekleşti. Festival'e yutdışından; Litvanya, Youth Theatre Studio Aglija, "M" / Almanya, (Atölye Çalışması), "Anja Tuckermann" / Hollanda, Dance Company De Stilte, "Madcap" /Almanya, Junges Schauspielhaus in Hamburg, "Playback Life" / İngiltere, Enchantment Th. & Hope Street Ltd., "The Enchantment" ve "Drogo Island" / Kanada, (Atölye Çalışması), "Luciano Iogna" / Almanya, Spiehverk Theater Eukitea, "Ieh Und Du" / Ukrayna, Theater Step Into the Future, "Tomorrow We'll Leave Our Home / Slovenya, Zavod Exodos Ljubljana, "The Steadfast Tin Soldier" / Küba, La Colmenita, "La Cenicienta Segun Los Beatles" / Hırvatistan, Children's Theatre Dubrava, "Igra" / İspanya, Bambalina, "Kraft" konuk olurken, yurtiçinden; Lüleburgaz Uçan Eller Kuklaevi, "Gün Işını" / Tiyatro Çatı, (Atölye Çalışması), "Teoman Tenikeci" / Polis Amca Okulu, "Yedi Köyün Yargıcı" / İzmir Karşıyaka Belediyesi, "Domates ve Gözlük" / Çankaya Belediyesi, "Pippi Uzun Çorap" / Tiyatro BeReZe, "Sen Uzaktayken" ile katıldı.

pe cy

İçinde bulunduğumuz mevsim festivaller mevsimi adeta... Gün geçmiyor ki bir davet, bir çağrı gelmesin. Lüleburgaz, "Trakya Kukla Festivali" kuklaları henüz yolcu etmişti ki, Ankara'dan haber geldi. 26 Nisan'da başlayan Devlet Tiyatroları 'nın "Küçük Hanımlar, Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali" bir hafta boyunda birçok yerli ve yabancı grubu ağırlayacaktı. 2 Mayıs Cuma akşamı bir başka önemli Kukla festivali "11. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali" hem çocuklar hem de yetişkinler için sergilenen kukla oyunlarıyla başlıyor. Ne güzel yine salonlar çocuk sesleriyle dolacak...

4. Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali

a

Haydi! Ne duruyorsunuz? Festivaller, çoluk çocuk hepinizi bekliyor...

Editör: Nihal Kuyumcu nihalkuyumcu@yahoo. com

Devlet Tiyatroları'nın diğer bölgeleri de Ankaralı çocuklarla buluştu. Festival'e katılan bölgeler ve oyunları; Konya DT, "Midasın Kulakları" /Antalya DT, "Tablolarda Tiyatro" / Diyarbakır DT, "Dünyanın Eski Zamanlarında - Meddah" / Trabzon DT, "Don Kişot" / Van DT, "Nasreddin İnadın Sonu".

55


Çocuk tiyatrosu

Geçtiğimiz ay Lüleburgazlı grup, "Uçan Eller Kukla E v i " çok büyük bir organizasyona imza attı. Türkiye'den katılan grupların yanı sıra Kazakistan, Romanya ve Bulgaristan'dan grupların oyunlar

Oyunlara gelince öncelikle "Lüleburgaz Gençoyuncular" bünyesinde oluşturulan "Oyun Atölyesi" grubundan söz etmek istiyorum. 9-12 yaş grubu çocuklarının büyük bir disiplin içinde sergilediği "Çirkin Ördek Yavrusu" gruba birlikte bir şeyler üretmenin, paylaşmanın, birey olmanın tadını yaşattı. Yaptıkları ilk "turne" keyfini de yaşayan topluluk aslında küçük yerlerde yaşayıp, sıkıntıdan ne yapacağını bilemeyenler için güzel bir örnek oluşturuyor. Çoğu kez bizler özellikle küçük yerlerde yaşayanlar, içinde bulunduğumuz olanaksızlıkları sık sık dile getirir, yakınırız ama onu değiştirmek için de en ufak bir çaba sarf etmeyiz. Mesut Sarıoğlu çocukları çevresinde toplayarak onlara bambaşka bir dünyanın kapılarını aralamış. Küçük yerin dezavantajlarını avantaja dönüştürerek çocukları tiyatronun büyülü dünyasına çekmiş. Çocuklar sosyal bir çevrede sorumluluk alarak, paylaşarak, üreterek yarına hazırlanıyorlar. Keşke her bölgede böylesi çalışmalarla, çocukları, gençleri etrafına toplayan insanlar olsa...

Lüleburgaz'da olmak üzere dört ayrı merkezde gerçekleşti. Kendi deyimleriyle kıpır kıpır yerinde duramayan bir festival oldu. Festivali Edirne Belediyesi, Kırklareli Valiliği ve Belediyesi, Çorlu Belediyesi destekledi. Ev sahibi ve festivali düzenleyen Uçaneller Kukla Evi'nin bağlı bulunduğu bölgenin belediyesi ne yazık ki yalnız bırakmıştı. Bu konudaki açığı örnek bir davranış sergileyerek Lüleburgaz esnafı, doktorları, avukatları imece usulü, ellişer, yüzer bilet alıp okullara hediye ederek kapatmışlar. Böylece, bir yandan maddi olarak festivale destek olurken diğer yandan okulların oyunları izlemelerini ve oyunların dolu salonlarda çocuklarla buluşmalarını sağlamışlardır.

Festival'de yer alan diğer yerli gruplardan ev sahibi Uçaneller Kuklaevi iki güzel oyunla festivale katıldılar. Oyunlardan biri bir fare ile bir ayağı kırılmış porselen bir balerin arasındaki dostluğu anlatırken, diğer oyunu "Düş Gemisi" kâğıttan bir geminin bir gün gerçek bir gemiye dönüşerek büyük okyanuslarda yüzmeyi hayal etmesini anlatıyordu. Aliş Mübarek "Küresel Karagöz", Tiyatro ÇES "Karagöz (Ham Hum Şaralop)" adlı oyunlarıyla çocuklara eğlenceli vakitler geçirttiler.

pe cy

a

Kazakistan, Oblast Kukla Tiyatrosu, "Atların Doğuşu "

Trakya'da Kuklalar Sınır Tanımadı....

Kazakistan, Oblast Kukla Tiyatrosu, "Atların Doğuşu

56

Mesut Sarıoğlu ilginç bir insan. Asıl mesleği avukatlık, ama gördüğümüz kadarıyla avukatlığı boş zamanlarında yapıyor. Çevresine topladığı bir avuç genç ile zoru, hatta Türkiye koşullarında imkânsızı başarıyor. Dört ayrı bölgede, ulaşım yemek, konaklama, oyunların sergileneceği salonların ayarlanması gibi ayrıntıları bir hafta süren festival sırasında hiç aksatmadan gerçekleştirmesi gerçekten büyük başarı. Bu hem kendi başarısı hem de ona inanan, onun çevresinde toplanıp büyük bir özveriyle hiçbir şeyi aksatmadan yerine getiren bir avuç gencin başarısı.

Yabancı topluluklara gelince Kazakistan'dan gelen Oblast Kukla Tiyatrosu'nun sergilediği kazak gelenek ve görenekleriyle süslenmiş olan oyun "Atların Doğuşu", bir kahramanın güçlü ve akıllı olması için üstesinden gelmesi gereken zorlukları konu alıyordu. Komşumuz Bulgaristan'dan bu festivalde dört grup yer aldı. Yambol Georgi Mitev Devlet Tiyatrosu, Silistra Devlet Kukla Tiyatrosu, Targoviste Devlet Kukla Tiyatrosu, Dobriç Devlet Kukla Tiyatrosu. Yambol Georgi Mitev Devlet Tiyatrosu'nun oyunu "Rumi ve Aslan" düşündürücü bir oyundu. Kafesinden kaçan aslan rahat yiyecek bulabilmek için yerine kedi geçmek isteyince kafesine geri dönmeye karar verir. Çünkü aslan görmeğe gelenlerin kendi yerine obur bir kedi ile


pe cy

a

Çocuk tiyatrosu

karşılaşmalarını istemez. Yönetmenle yaptığımız görüşmede Aslanın 90'lı yıllarda büyük bir göç dalgasıyla Türkiye'ye gelen Türk asıllı Bulgar vatandaşlarını çağrıştırdığını söyledik. Yönetmen Angel Popov öyle bir şey düşünmediklerini ama oyunda tıpkı aslan gibi herkesin kendisi, ailesi ve geçmişiyle gurur duymasını, korkusuzca saklamadan ifade etmesinin gerçek bir özgürlük olduğunu, hatta kafeste olsa bile özgür olduğunu dile getirdi. İlginç bir oyundu. Oyunun bir diğer ilginç tarafı ise çok kısa sürede Türkçeleştirilerek sergilenmesiydi. Çocuklar, aslan kardeşin, kedinin ve diğerlerinin neden televizyon dizisi "Elveda Rumeli" kahramanları gibi konuştuklarını bir türlü anlayamadılar. Bulgaristan'dan gelen diğer gruplardan Dobriç Devlet Kukla Tiyatrosu "Yıldız Çocuk" adlı oyunu sergilediler. Silistra Devlet Kukla Tiyarrosu'nun "Doğmamış kız" adlı oyunu bir Bulgar masalı, renkli giysileri, hareketli dansları ile çocukların beğenisini topladı. Targoviste Devlet Kukla Tiyatrosu "Lorelay'ın hikayesi" gölge oyunu tekniğiyle sergilenen bir aşk masalı idi.

B

ulgaristan, Silistre Kukla Tiyatrosu, "Doğmamış Kız "

ölüm saçan silahlan büyükler kullanıyorlar. Bazen düşünüyorum, acaba büyükler için yapılan oyunlar bir yana bırakılıp çocuklar için oynanan oyunlar büyüklere mi sergilense, hatta zorunlu kılınsa da, büyükler unuttukları birçok şeyi yeni baştan hatırlasalar, aşkı, sevgiyi, dostluğu, Bulgaristan, Yambol "Georgi hoşgörüyü, iyiliğe güzelliğe dair ne varsa Mitev " Devlet Kukla Tiyatrosu, hepsini... Ne dersiniz sevgili tiyatro dostları? "Rumi ve Yaşlı aslan "

Romanya Vasilache Kukla Tiyatrosu'nun oyunu "Güneşli Çayırda Bir Mucize"de Kırmızı Kuş'un iki korkuluğa aşk ile nasıl hayat verdiğinin hikâyesini anlatıyordu. Sevginin, aşkın iki cansız korkuluğa bile can verecek kadar gücü olduğunu anlatan oyun hala savaşların yaşandığı dünyamızda günümüz çocuklarına -belki de sadece büyüklere- önemli bir mesajdı. Çünkü hala büyükler savaşıyorlar. Hala

57


Çocuk tiyatrosu

Çocukların Ruhlarını Çalmalarını İstemiyorum" Hanife Benzer / hanifebenzer@yahoo.com

Bu ayki röportajımızda "Tiyatro, ruh doyurma sanatıdır. ", diyen bir tiyatro insanı var karşınızda. Ulviye Karaca. Çocukların ruhunu doyurmak için oyunlar yazıyor ve yönetiyor. Oyunlarında kocaman kukla ve maskeleri çocuklarla buluşturuyor. Ankara Devlet Tiyatrosu 'nda sahnelenen "Keloğlan Keleşoğlan " ve "Küçük Bir Mucize " adlı çocuk oyunlarının yazarı ve yönetmeni. Biz de Ulviye Karaca ile çocuk tiyatrosu üzerine uzun bir sohbete

O zaman şöyle diyebilir miyiz? "Televizyonda çocuklara yönelik yaptığınız programlar sizi sanatsal ve manevi yönden tatmin etmedi? Yaa öyle de değil. Tiyatro beni kendine çekti. Onu yüzüstü bırakıp daha cafcaflı duran televizyonla ilgilenirken ona ihanet ediyormuşum gibi geldi ve kendimi kötü hissettim! 1998'de de Devlet Tiyatrosu'na girdim. Ben kuklaları 1993 yılından beri yapıyorum. Fakat bunların hepsi televizyon programlarına yönelik... Hep aklımda tiyatro kuklaları vardı. Acaba tiyatro kuklalarını nasıl yapabilirim diye düşündüm. Sonra 2004 yılında dönemin başrejisörü Sayın Erhan Gökgücü ve Genel Müdür Lemi Bilgin'in desteği ile Polonya'ya Wroclaw'daki kukla üniversitesine gittim. Dört yıllık bir tiyatro okulu... Ağırlıklı olarak kuklaların türlerini, yapımını, nasıl oynatıldığını, kuklanın sahne üzerindeki kullanımını gösteren bir okul... Benim için çok yararlı oldu.

a

Bu arada yurtdışında izleyici olarak gittiğim festivallerde her ülkenin kendi mitlerini, kendi efsanelerini gerek büyükler için gerek çocuklar için kukla tiyatrosuna dönüştürmüş olduklarım gördüm. Türkiye dedikleri zaman akıllarına hep Karagöz Hacivat geliyor. Oysa bizim ülkemizde o kadar güzel masallar, efsaneler var ki...

oturduk, sohbetimizi de bu sayfalara taşıdık.

pe

cy

"Keloğlan Keleşoğlan" oyunu bu durumun sonucunda mı ortaya çıktı? Çocuk tiyatrosuna yakınlığınız nasıl başladı? Evet. Baktım ki bizim en ünlü masal kahramanımız Öncelikle bunlardan bahsedelim mi? Keloğlan. Ülkemin çocukları kukla tiyatrosunu Tabii. Ben 1993 Ankara DTCF Tiyatro Bölümü sevecekse Türklerin bir masal kahramamyla sevmeli mezunuyum. Dört yıllık tiyatro eğitimi süresince dedim ve Wroclaw'dayken Keloğlan'ı yazmaya çok değerli hocamız Profesör Sevinç Sokullu'nun karar verdim. Bize ait olana sahip çıktıkça biz bize sürekli söylediği bir şey vardı: "Çocuk tiyatrosu olacağız. Kuklayı seçmemdeki en büyük neden, Türkiye 'de nitelikli yapılamıyor. Bir sürü saçma sahnede gerçekleştirilmesi daha zor olan fantastik sapan şeyler izliyorum ve üzülüyorum. Siz tiyatrocular atmosferi seyircinin kabul edebileceği bir formda olarak özellikle çocuk tiyatrosuna el atın " Çok ortaya koymaktır. Hayal dünyasının sınırlarını doğruydu. Geleceğin tiyatro seyircisine nitelikli zorlamak gerekiyor. Çocuk tiyatrosunda fantastik oyunlar hazırlamalıydık. Tabii bu hemen öyle pat karakterleri, hayvanları... vs pelüş kostümlerle ifade diye olmuyor. Okurken bir taraftan da bir arkadaşla etmek nereye kadar? Oyuncaklarla ilişkisini henüz beraber TRT'ye çocuk programları için kukla koparmamış seyirciye de büyük haksızlık bu. hazırlıyorduk. Daha sonrasında biraz da olaylar beni hep çocuk programlarının içine sürükledi. Mezun Çocuk hâlâ oyun oynamak istiyor. Oyun görmek olduktan sonra İstanbul'a yerleştim ve kukla çocuk istiyor, şimdi ben kendimi çocuğun yerine programlan yapmaya başladım. Televizyonlarda koyuyorum. Ben çocuk olsam ne görmek isterim çocuk programları açığı vardı ve ben o açığı diye düşünüyorum. Olmayan, bana hiç kapatıyordum. Derken 1993-98 yılları arasında gösterilmemiş, ilk defa gösterilecek bir şeyi yapımcı, yönetmen, yazar ve süpervizor olarak pek gördüğüm zaman susarım ve seyrederim; merak çok programa imza attım. Fakat bir gün kendime bir ederim çünkü. Yaratıcı bir şeyler yapacaksın. Farklı itirafta bulundum."Çocuğa iş yapıyorum; ben bir şey tasarlamalısın ve sahneye öyle çarpıcı şekilde tiyatrocuyum ama tiyatro yapmıyorum. Yaptığımız koymalısın ki oyun izlenebilsin. Tabii bunları iş o gün televizyonda yayımlanıyor ve ertesi gün yaparken, çocuğu görsel anlamda doyururken eğitsel çöpte. O an seyreden varsa seyretti; seyredemeyen anlamda içine yerleştirilmiş birtakım temalar, konular varsa geçmiş olsun." Sonra şuna karar verdim: "Ben yer alacaktır. popülist bir şey yapıyorum, sanatsal kısmı nerde bunun? Tamam, sen onu güzelce süslüyorsun, Yalnız tiyatro direkt eğitim aracı değildir. Çocuğu beziyorsun ama bu beni doyurmadı. Ben tiyatroya eğitecekseniz anne- baba, okul var. Tiyatro bir şeyi geri dönmeliyim ", dedim ve 5,5- 6 yıllık televizyon gösterir. Oradan çocuk alacağını alır. Ama eğitmek geçmişimi, kariyerimi bir anda kapatarak tiyatroya maksatlı tiyatro yapılmaz. Seyircinin gözüne sokulan geri döndüm. vıcık vıcık mesajdan geçilmeyen oyunlardan

58


Çocuk tiyatrosu hoşlanmıyorum, çocuğun da hoşlandığını Türkiye'de çocuk oyunlarının niteliğinin düşük sanmıyorum. Adı üstünde oyun. Oynayalım oyun olmasının bir nedeni de ticari kaygı değil mi? olsun. Ama oyunu güzel oynayalım. Oyunu güzel O kesin. Böyle bir ticari kaygıdan dolayı hiç yapalım, güzel yazalım, güzel tasarlayalım. Kurgusunu, her şeyini son derece özenli yapalım. Sahneye de ona göre güzel aktaralım, oyuncular da zevk alsınlar oynadıkları oyundan; seyirci de zevk alsın oynanan oyundan. Bir de çocuk oyunu oynayan oyuncularda gözlemlediğim şöyle bir durum vardır: Türkiye genelinde, özel tiyatrolarda özellikle çocuk oyunu oynandığı için herkesin sesi değişir. Sesler çocuk seslerine dönüşür. Sen orada bir karaktersin, nevi şahsına münhasır tavrın olmalı. Tavşansan tavşansındır. Ama tavşanı da orada iğdiş etmenin anlamı yok. Çocuğa sempatik görünmeyi zorlayan oyunlar, oyuncular sevimli görünmeye çalıştıkça sevimsizleşirler. Sahne onu kusar, atar. Böyle şeyler de var. Tiyatro eğitim aracı olarak görülmemeli dediniz. Tiyatroyu eğitim aracı olarak kabul edenler var. Şöyle bir şey: Çocuk, tiyatroda yeni şeyler öğrenir. Ama bu kendiliğinden olur ve ilk amaç eğitmek değildir. Evet, tiyatroyu direkt eğitim aracı olarak görmüyorum. Tiyatro çocuğa sebeple sonuç arasında geçen olaylar dizgisini gösterir. Çocuk sahneden gördüklerini alır.

"Küçük Bir Mucize/ Ankara Devlet Tiyatrosu "

pe cy

a

inandırıcılığı olmayan, çocuğa hiçbir şey vermeyen, hatta çocuğu tiyatrodan soğutan bir sürü saçma sapan oyunlar var. Para kazanabilmek için üç beş tane tiyatro heveslisi genci yanına alıp, bir iki tane de yalandan metin karalayıp ya da var olan metni değiştirip kendince kurnazlıklar yapanlar var. Bunun sonucunda da çocuklar abuk Eğitim demişken, bu arada elinde düdükle seyirciyi sabuk oyunlar görüyorlar. Oyun diyemeyeceğim şekle şemale sokacağım diye çocuğu geren, ortamı bunlara, müsamereler diyeceğim. Tiyatro, ruh birden buz kestiren bazı öğretmenleri ne yapacağız, doyurma sanatı. Akılları ceplerinde olan tiyatro simsarlarının çocukların ruhlarını çalmalarını bunu bilemiyorum. istemiyorum. Türkiye'de yapılan çocuk tiyatrosunu nasıl Bu konuda ailelerin de çok bilinçli olduğunu buluyorsunuz? Türkiye'de yapılan çocuk tiyatrosunda yer yer güzel sanmıyorum. Çocuk orada eğlendiği ve zaman işler var. İlla herkes kukla vs. kullanmak zorunda geçirdiği için aileler de oyunlarda çok da nitelik değil elbette doğru tiyatro için. Hazırlanan oyun o aramıyorlar. Aileleri bilinçlendirmek için neler an çocuğu eğlendiriyor gibi ama çocuk orada yapılabilir? kalabalık psikolojisiyle üç beş kişi alkışlayınca, böyle Evet, aileler çok bilinçli değil ama bilinçli aileler olacakmış sanıyor. Çünkü okulda da onu öğreniyor. de yok değil. Oyununu seçerek giden, yaş Sürü psikolojisinden dolayı sürekli bir hareket halinde. İşte müzik çalıyor. Müzikle çocuğu oyalıyorlar. Bir de soru-cevap kısmı vardır. Çocuğa yöneltirler. "Şu şöyle mi?", "Eveeeeet", "Şu böyle mi?", "Hayııııır." Ne hayır? Ne evet? Ne yapıyorsunuz? Bir kere tiyatroda dördüncü duvar vardır. Tiyatro bu. Bana göre olmalı da. Seyirciyle oyuncu arasında, o perdeyi kaldırıp birebir diyaloga geçmemek lazım. Bunu çocuğu oyuna katmak için yapıyorlar çocuk oyunlarında gördüğüm kadarıyla. Siz bu uygulamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Çocuğa hemen dağılacağı bir oyun hazırlarsan eğer, çocuğu toparlamak için böyle bir kılıf uydurursun. Çocuğu toparlamak için uydurulmuş kılıftır bana göre. Çocuğu oyuna katmak için daha ne etkili neler yapılabilir. Ya da bir şey yapmak gerekli mi? Çocuğu oyuna katmak için dördüncü duvarı yıkmaya gerek yok. Fiziksel olarak çocuğun sesiyle sahnenin içine girerek katılmasının bir anlamı yok. O gönül bağıyla katılır zaten.

gruplarına göre giden aileler var, ama bunlar azınlıkta. Genelde aile şöyle yapıyor: "Çocuğum sıkıldı, hadi bugün de şu tiyatroya götüreyim." mantığıyla alıyor çocuğu tiyatroya götürüyor. Orada önemli olan çocuk değişik bir ortama girsin ve vakit geçirsin. Niteliği falan umurunda değil.

"Küçük Bir Mucize/ Ankara Devlet Tiyatrosu "

59


Çocuk tiyatrosu Anne baba kantinde kahve içiyor. Çocuk orada sıkılıyor, bunalıyor ya da işte toplum psikolojisiyle değişik bir yere gittim lay lay lom yapıyor. Ama çocukta kalan antipatik bir tiyatro...

Siz oyunlarınızı sahneleme aşamasında çocuk izleyicilerin tepkilerini ölçmek için neler yapıyorsunuz? Provalara alıyorum.

pe

cy

a

Onların tepkileri nasıl oluyor, oyunu nasıl yönlendiriyorlar? Şimdiye kadar üç oyun sahneledim: "Rüzgârla Yanşan Tay", "Keloğlan Keleşoğlan" ve "Küçük Bir Mucize". Provalar esnasında çocuklara fikirlerini Böyle olunca da çocuk soruyorum. Şimdiye kadar çocuklardan olumlu yanıtlar aldım. Olumsuz yanıtlar almadım. tiyatrosunun niteliği düşüyor. Çocuk tiyatrosu Ben "Rüzgârla Yarışan Tay"ı görmedim." yaparken geleceğin Keloğlan Keleşoğlan" ve "Küçük Bir Mucize"yi seyircisini bilinçli bir gördüm. Gördüğüm iki oyunu kukla ve mask şekilde yetiştirmek tiyatrosu açısından aynı kategoride istiyorsak, yazarından değerlendirebiliriz. "Keloğlan Keleşoğlan" ve oyuncusuna kadar çıtayı "Küçük Bir Mucize"yi karşılaştırmaya yüksek tutmalıyız. gittiğimizde siz seyircilerden nasıl tepkiler Metin, rejisörlük ve alıyorsunuz? oyunculuk olarak "Rüzgârla Yarışan Tay" kukla ve mask tiyatrosu niteliğin düşmesine izin değil zaten, dramatik tiyatroydu. Polonya'ya vermemek gerekiyor. Seyirci de anne baba olarak gitmeden önce yaptığım bir çalışmaydı. Diğer iki prim vermemeli. oyuna gelirsek, ben onları karşılaştırmam bile. Neden? Biri masal çünkü. Çok bildik bir karakter ve benim yıllardır sahne üzerinde görmek istediğim Keloğlan Keleşolan oyununuzun sanat bir şeydi. Saçını sıfıra vurmuş bir oyuncu görmek kurumundan aldığı bir ödül var. Evet. Çocuk oyunu kategorisi olmadığ için de jüri istemedim ben. Çünkü o oyuncunun suratı belki bana Keloğlan gibi gelmiyor. Ama kafaya mask özel ödülü aldım. İlk kez bir çocuk oyununun ödüllendirilmesi beni çok gururlandırdı. Seyircinin Keloğlan getirdiğimizde, biraz da dolgun yanak yaptık mı, işte Keloğlan. Asıl konuya geleyim: de desteklemesi, bana çocuk tiyatrosunda doğru "Keloğlan Keleşoğlan" bir masal. "Küçük Bir yolda olduğumu gösterdi. Mucize" ise yaşamın ta kendisi. Var olmayan hiçbir Çocuk tiyatrosunu oyuncularıyla değerlendirecek şey yok. Bir tek cemreler var, alegorik figür olarak. olursak, çocuk tiyatrosu oyuncular açısından geçiş alanı olarak görülüyor Türkiye'de. Kendini Çocuk oyununa cemrelerin girmesi fikri nasıl geliştiren oyuncular çocuk oyunlarında oynamayı doğdu? Çocukların çoğu cemrenin ne olduğunu tercih etmiyor ve bu anlayış çok yaygın. Bu bilmez. Oyunun çok merkezinde değil ama durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? oyunun başlangıcında bitişinde cemrelerin varhğı İyi bir tiyatro insanı olabilmek için bir kere çocuk oyuna katkı sağlıyor. Peki, cemreleri oyuna tiyatrosu, büyük tiyatrosu diye ayrım yapmamalısın. özellikle koyma nedeniniz var mı? Bu ayrımı yaptığın an işin niteliğini bozarsın. Özellikle koyma sebebim var. Ben Keloğlan'da bir Rejisinden oyunculuğuna kadar. masal anlattım. Ama Küçük Bir Mucize'de hayatı anlatıyorum. Doğum- yaşam ve ölümü... Oyunda ilkbaharla başlayan ve kışla biten bir olay dizisi var. Hayvanların kendi aralarındaki ilişkileri var. Bir taraftan mevsimler değişiyor ve hayat devam ediyor. Cemreler de bu olay dizisinin başında ve sonunda önem taşıyor. Yeni projeleriniz var mı? Yapmayı tasarladığım yeni oyunlar var. Bundan sonraki oyunlarda da Türk standardı olacak. Ülkemdeki çocuklara farklı kukla ve mask türlerinin tiyatroya taşmışını göstermek ve onlara fantastik dünyanın kapılarını tamamen açmak istiyorum. Fantastik dünyanın kapılarını açan en büyük anahtar kukla ve mask tiyatrosu. Sohbet için çok teşekkür ederim. Ben de teşekkür ederim.

"Keloğlan Keleşoğlan/ Ankara Devlet Tiyatrosu"

60


pe cy a


a

cy

pe


cy a

pe


a

cy

pe


pe cy a


pe a

cy


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.