2'si yeni 25 oyun! ARALIK AYI OYUN DÜZENİ 0216 492 90 84 CANAVAR SOFRASI 3-4-5-6-7 Aralık 2008 Yazarı: Vahe Katcha Yöneten: Hüseyin Köroğlu BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN (Ç.O) 13-14-20-21-27-28 Aralık 2008 Yazan,Yöneten, Müzik: Turgut Denizer TEKRAR ÇAL SAM 10-11-12-13-14 Aralık 2008 Yazan: Woody Allen Yöneten: Ragıp Yavuz ÜÇ KIZ KARDEŞ 17-18-19-20-21 Aralık 2008 Yazan: Anton Çehov Yöneten: Nikita Milivojevic TİTANİK ORKESTRASI 24-25-26-27-28 Aralık 2008 Yazan: Hristo Boytchev Yöneten: Macit Koper
ÜSKÜDAR MUSAHİPZADE CELÂL SAHNESİ
0216 553 03 97
Yazan: Stanislav Stratiev Yöneten: Arif Akkaya
VİŞNE BAHÇESİ 17-18-19-20-21-24-25-26-27-28 Aralık 2008 Yazan: Anton Çehov Yöneten: Ali Taygun
(M.O.) Müzikli Oyun (Ç.O.) Çocuk Oyunu OYUN SAATLERİ
Çarşamba: 15.00-20.30 Perşembe: 20.30
0212 321 73 95
Cuma: 20.30 Cumartesi: 11.00 (Ç.O.) -15.00-20.30 Pazar: 11.00 (Ç.O.)-15.00
BİLETLERİMİZ SATIŞA SUNULMUŞTUR
KADIKÖY HALDUN TANER SAHNESİ
0216 349 04 63
LÜKÜS HAYAT (M.O.) 3-4-5-6-7 Aralık 2008 Yazan: Ekrem Reşit Rey Müzik: Cemal Reşit Rey Yöneten: Haldun Dormen
VİŞNE BAHÇESİ 3-4-5-6-7 Aralık 2008
YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ (M.O.) 10-11-12-13-14 Aralık 2008
SOKAK KEDİLERİ (Ç.O) 6-7-13-14-20-21-27-28 Aralık 2008
Yazan: Aziz Nesin Yöneten: Y. Kenan Işık
Yazan: Reha Bilgen Yöneten: Ragıp Yavuz
KIRMIZI PAZARTESİ 17-18-19-20-21 Aralık 2008 Yazan: Gabriel Garcia Marquez Uyarlayan ve Yöneten: Macit Koper
KENDİ GÖK KUBBEMİZ 10-11-12-13-14 Aralık 2008 Yazan: Sönmez Atasoy Yöneten: Engin Uludağ
KEŞANLI ALİ DESTANI (M.O.) 24-25-26-27-28 Aralık 2008
BALIKESİR MUHASEBECİSİ 17-18-19-20-21 Aralık 2008
Yazan: Haldun Taner Yöneten: Yücel Erten
Yazan: Reşat Nuri Güntekin Yöneten: Nedret Denizhan
BİR DENİZ MASALI (Ç.O) 6-7-13-14-20-21-27-28 Aralık 2008 Yazan: Seden Edgü Yönelen: Can Doğan
BERNARDA ALBA'NIN EVİ 24-25-26-27-28 Aralık 2008 Yazan: Federico Garcia Lorca Yöneten: Engin Alkan
ÜMRANİYE SAHNESİ
0216 634 26 70
KIRMIZI PAZARTESİ 3-4-5-6-7 Aralık 2008
Yazan: Gabriel Garcia Marquez Yöneten: Macit Koper
pe cy
DERİ CEKET 3-4-5-6-7-10-11 -12-13-14 Aralık 2008
KAĞITHANE SADABAD SAHNESİ
a
ÜSKÜDAR KEREM YILMAZER SAHNESİ
KÜÇÜK HAYALET (Ç.O) 6-7-13-14 Aralık 2008 Yazan: Maria Clara Machado Yöneten: Ece Okay
Yazan: Anton Çehov Yöneten: Ali Taygun
FATİH REŞAT NURİ SAHNESİ
0212 526 53 80 MERAKLISI İÇİN ÖYLE BİR HİKÂYE 3-4-5-6-7 Aralık 2008 Yazan: Sait Faik Abasıyanık Uyarlayan: Savaş Dinçel Yöneten : Ergün Işıldar BENİM ARKADAŞIM YOK (Ç.O.) 6-7-13-14 Aralık 2008 Yazan - Yöneten: Turgut Denizer
MASKELİLER 10-11-12-13-14 Aralık 2008
BALIKESİR MUHASEBECİSİ 10-11-12-13-14 Aralık 2008
Yazan: Ilan Hatsor Yöneten: Taner Barlas
Yazan: Reşat Nuri Güntekin Yöneten: Nedret Denizhan
İSTANBUL EFENDİSİ (M.O.) 17-18-19-20-21 Aralık 2008
YEDİ TEPELİ AŞK
Yazan: Musahipzade Celâl Uyarlayan ve Yöneten: Engin Alkan
Yazan: N. Meriç, A. Kilimci, S. Şahiner, E. Yağbasan, M. Gürpınar Yöneten: Ersin Umulu
DİNMEYEN ALKİŞLAR 24-25-26-27-28 Aralık 2008
KÜÇÜK HAYALET (Ç.O.) 20-21-27-28 Aralık 2008
Yazan: Gülsün Siren Kınal Yöneten: Engin Gürmen
Yazan: Maria Clara Machado Yöneten: Ece Okay
KİBRİTÇİ KIZ (Ç.O.) 20-21 -27-28 Aralık 2008
SAVAŞ VE KADIN 24-25-26-27-28 Aralık 2008
Yazan: Hans Christian Andersen Uyarlayan - Yöneten: Şevket Avşar
Yazan: Matei Visniec Yöneten: Orhan Alkaya
17-18-19-20-21 Aralık 2008
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI
Müzikal Oyunlar Tam Bilet: 8 YTL İndirimli Bilet: 6,50 YTL Oyunlar Tam Bilet: 7 YTL İndirimli Bilet: 5,50 YTL Çocuk Oyunları Tam Bilet: 3 YTL Online Bilet Satışı: vww.ibb.gov.tr/sehirtiyatrolari
Pazartesi, Salı: 11.00-18.00 Çarşamba, Perşembe, Cuma: 11.00-20.30 Cumartesi: 10.00-20.30 Pazar 10.00-18.00 Toplu Rezervasyon Destek: 02122194043 mail: tiyatro@ibb.gov.tr
Genel Sanat Yönetmeni: Orhan ALKAYA
Genel Sanat Yönetmenliği: 0212 246 06 28 Müdürlük: 0212 246 06 29 - 240 22 44 Taksim Gişe: 0212 240 77 20 Basın ve Halkla İlişkiler 0212 219 10 78 - 232 53 21 mail: basin.yayin@ibb.gov.tr Online Satış ve Rezervasyon: 0212 449 90 55 - 449 45 45 mail: tiyatroweb@ibb.gov.tr
ISSN 1 3 0 0 - 7 9 6 3 Aralık
tiyatro
2008
A Y L I K
S AY I : 1 9 6 Altı Yeni TL
T
İ
Y
A
T
R
O
D E R G İ S İ
Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu (Çocuk Tiyatrosu Editörü) Sündüz Haşar, Şenay Gürler, Üstün Akmen, Vecdi Sayar Yazı İşleri Müdürü: Ayşe Nalân Özübek Yayın Sekreteri: Vuslat Taş Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (57 elllyedi.com) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayylldiz@tiyatrodergisi.com.tr) Fotoğraf/Dağıtım: Deniz Demirkanlı (denizdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Baskı: Stil Matbaacılık Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.: Dolapdere Cad. No: 2 0 5 (245) Pınar Apt. Kat 2 D. 6 Pangaltı- İstanbul Telefon: ( 0 2 1 2 ) 2 3 3 16 2 6 - 4 4 Fax: (0212) 233 16 07 e-posta: tiyatrodergisi@gmail.com Abonelik İçin: (0212)233 16 44 • e-posta: abone@tiyatrodergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 70 YTL/Yurtdışı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. İş Bankası-Cihangir • Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd. Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245 Kapak Tasarımı: Genco Demirer Kapak Fotoğrafı: Deniz Demirkanlı
Yayın Türü: Yerel Süreli
a
EDİTÖRDEN: Mustafa Demirkanlı / S. 3
pe cy
"TİYATRO ÖDÜLLERİ-2008" TÖRENİ / S. 5
SÖYLEŞİ: Avrupa Tiyatro Konvensiyonu /A. Nalân Özübek / S. 13
USTALARA SAYGI: Tiyatronun Yıldız'ı 60. Sanat Yılını Kutluyor / Pınar Erol / S. 16 ELEŞTİRİ: "Cesaret Ana ve Çocukları" / Robert Schild / S. 25 ELEŞTİRİ: "Kırmızı Pazartesi" / Beki Haleva / S. 28 ELEŞTİRİ: "Üçkâğıtçı" / Üstün Akmen / S. 31
ELEŞTİRİ: "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" / Ragıp Ertuğrul / S. 34 SADIK SEYİRCİ: Karşılaştırılmayan Tiyatro / M. Sadık Aslankara / S. 36 ELEŞTİRİ: "Vur/Yağmala/Yeniden" 1-2 / Eser Rüzgar / S. 40 SÖYLEŞİ: Esen Özman - "Akıl Defteri" / A. Nalân Özübek / S. 43 SÖYLEŞİ: "Ulusal Bilecik 5. Tiyatro Festivali" / A. Nalân Özübek / S. 46 ÇOCUK TİYATROSU: "Bir Şubat Gecesi " / N i h a l Kuyumcu / S. 48 SÖYLEŞİ: Van D. T. - Ankara D. T. Ortak Yapımı "Ayyar Hamza"" / A. Nalân Özübek / S. 50 "TİYATRO ÖDÜLLERİ-2008" GEREKÇELİ KARARLAR / S. 53 YENİ OYUNLAR / S. 77
1
a
cy
pe
Editörden
Mustafa Demirkanlı / mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr
2008'i bitirirken, 2009'dan umutlanma olasılığının da olmadığını anlamış bulunmaktayız hep birlikte ama yine de yeni yıla yeniliklerle girmek için çalışmalarımızı da aksatmadan sürdürüyoruz. Bu yeniliklerimizi izninizle paylaşmayayım, gerçekleşsin, o zaman paylaşırız. Yine "editörden" sayfasını ele geçirdiğim sanılabilir ama değil. Bu sayfada sizlerle paylaşmamıştım, çok sayıda da e-posta aldık, "41 İnisayatifı" nedir diye? Kısaca aktarayım, bu unutulmaya yüz tutmuş, hatta unutulmuş olan "İMECE"nin hayata geçirilmesi. Sürekli okurların bildiği gibi, Bakan İstemihan Talay'ın bizi yarıyolda bırakmasından sonra, 1999 yılından beri taşıdığımız ekonomik yükün artık son
a
noktasına gelmesiyle, Tiyatro... Tiyatro... dostlarının oluşturduğu bir paylaşım modeli. İşte bu paylaşımın bir gereği olarak bu ay bu sayfayı kullanıyorum. Kanada'da yaşayan, "41 İnisiyatifı"ne katılan ama, kendi suretinin yer almamasını, onun yerine benim bu
cy
sayıda editörden'ini yazmamı istemesinden dolayıdır ki bir sayılığına konuk oldum. O zaman, sizlerle şunları da paylaşayım; 2000 yılında Cihangir'deki ofisimizden çıkıp, evin bir odasını "Dergi ofisi" yapmaktan sonra, Kasım ayının 15'inde tekrar bir ofisimiz oldu. Pangaltı'da, şirin bir ofisimiz var artık. Tabii, adresimizle birlikte
pe
telefonlarımız da değişti, aşağıda ileteceğim.
Bu sayı 1.5 forma, yani 24 sayfa daha kalın çıkmak durumunda kaldık. "Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları, 2 aydır yayımlayamadığımız "yeni oyunlar'ın tamamını hiç değilse arşiv için sizlere aktarma isteğimizden dolayı 88 sayfa olarak kütüphanenize konuk oluyoruz.
Tiyatronun gerçek bir yıldızı olan, Yıldız Kenter'in 60. Sanat Yılını Pınar Erol'un söyleşisi ile kutlamak, bu bitmeyen coşkuya ortak olmak istedik. 12 Aralık hiç kimsenin unutmaması gereken bir tarih, Yıldız Kenter'in bize armağanını başlattığı tarih, o gün nerede olursak olalım, akşam 21.00'de ayağa kalkalım beş dakika süreyle avuçlarımız parçalanırcasına alkışlayalım. O alkışlar bir araya gelip Yıldız Kenter'e ulaşacaktır. İyi ki varsınız Yıldız Hanım, iyi ki varsınız. Siz bize bir armağansınız, dünyada çok az insana nasip olan bir armağan. Hep var olun.
Dolapdere Cad. Pınar Ap. No: 205 D.6 Pangaltı-İstanbul Tel: 0212. 233 16 26 - 44 Fax: 0212. 233 16 07 tiyatrodergisi@gmail.com
3
a
pe cy
a
cy
pe
tiyatro ÖDÜLLERİ 2008 FONEXSUNDU
Ödülleri-2008"i
kazananlar
pe
cy
a
"Tiyatro
"Tiyatro ödülleri-2008" Demet Tuncer dinletisi ile başladı.
6
"Tiyatro
Ödülleri-2008"
sonuçları izleyenlerin meraklı bakışları ile açıklanıyor...
tiyatro
ÖDÜLLERİ 2008 FONEX SUNDU
Yayın Yönetmeni Mustafa Demirkanlı ve "Tiyatro Ödülleri-2008 "in sunucusu Ayşe Lebriz Berkem, "Tiyatro Ödülleri "nin geçmiş yıllarına ait görüntüleri izlerken.
pe
cy
a
Yayın Yönetmeni Mustafa Demirkanlı "Tiyatro Ödülleri-2008"e katkılarından dolayı FONEX Genel Müdürü Kadir Bıyıklı 'ya teşekkür plaketi sundu.
Yayın Yönetmeni Mustafa Demirkanlı "Tiyatra Ödülleri-2008"e katkılarından dolayı Gülay Şele Organizasyon PR Genel Müdürü Gülay Sele 'ye teşekkür plaketi sundu.
Yazı İşleri Müdürü Nalân Özübek, sonuçların yer aldığı zarfı gecenin sunucusu Ayşe Lebriz Berkem 'e teslim etti.
Yayın Yönetmeni Mustafa Demirkanlı "Tiyatro... Tiyatro... Dergisi "ne katkılarından dolayı Stil Matbaası Genel Müdürü İhsan Öz 'e teşekkür plaketi sundu.
7
tiyatro
ÖDÜLLERİ 2008 FONEX SUNDU
Ödülü, Ali Taygun Zeynep Altıok 'a sundu.
pe cy a
Yılın Yapımı, Dostlar Tiyatrosu'nun "Sivas '93"
Ödülü, Haldun Dormen sundu.
Yılın Yönetmeni Mehmet Ergen. Şeylerin Şekli-Akbank Sanal Yeni Kuşak Tiyatro
Ödülü, Zafer Ergin sundu.
8
Yılın Kadın Oyuncusu Ayça Bingöl. Bana Bir Picasso Gerek-Duru Tiyatro
tiyatro ÖDÜLLERİ 2008 FONEX SUNDU
Ödülü, Dilek Türker sundu.
pe
cy
a
Yılın Erkek Oyuncusu Sezai AItekin. Bana Bir Picasso Gerek-Duru Tiyatro.
Ödülü, Yılmaz Onay sundu.
Yılın Oyun Yazarı Yiğit Sertdemir. 444-altıdan sonra tiyatro.
Ödülü, Seçkin Selvi sundu. Yılın Çevirmeni Şükran Yücel. Bancı Bir
Picasso
Gerek-Duru
Tiyatro.
tiyatro ÖDÜLLERİ 2008 FONEX SUNDU
Ödülü, Mustafa Demirkanlı sundu.
pe
cy
a
Yılın Sahne Tasarımcısı ödülü Ali Cem Köroğlıı (Bir Şehnaz Oyun ve Dalga) ile Barış Dinçel (Tekrar Çal Sam ve Mutlu Yıllar) arasında paylaşıldı.
Ödülü, Hale Eren, Nihal Kaplangı 'ya sundu.
Yılın Giysi Tasarımcısı Canan Göknil (Bayazıt-İBB Şehir Tiyatroları)
Ödülü, Ahmet Defne, Sevilay Çartık 'a sundu. Yılın Işık Tasarımcısı ödülü Yakup Çartık (Savaş İkinci Perdede Çıkacak-İDT) ile Yüksel Aymaz (Oyunu Bozuyorum-garajistanhul) arasında paylaştırıldı.
tiyatro
ÖDÜLLERİ 2008 FONEX SUNDU
Ödülü, Mustafa Demirkanlı sundu.
pe cy
a
Yılın Işık Tasarımcısı ödülü, Yakup Çartık (Savaş İkinci Perdede Çıkacak-IDT) ile Yüksel Aymaz (Oyunu Bozuyorum-garajistanbul) arasında paylaştırıldı.
Ödülü, Serpil Günseli sundu.
Yılın Oyun Müziği Çiğdem Erken (Savaş İkinci Perdede Çıkacak İDT)
Plaketi, Üstün Akmen sundu. Teşekkür Plaketi; Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu'na verildi.
11
tiyatro
ÖDÜLLERİ 2008 FONEX SUNDU
a
2008 TEŞEKKÜR PLAKETİ G E R E K Ç E S İ
pe cy
İŞBU ÖDÜL KARARI, 1964 YILINDAN BU YANA YAŞADIĞI ZOR GÜNLERE RAĞMEN 44 YILDIR KAPATMADIĞI PERDELERİ İLE TÜRKİYE'DE İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI İLE BİRLİKTE BİR REKORU ELİNDE BULUNDURAN; ORDU İLİNİN KÜLTÜR, EĞLENCE VE SANAT YÖNÜNDEN ETKİLİ BİR KENT OLMASINA ÖZVERİYLE KATKI SAĞLAYAN ORDU BELEDİYESİ KARADENİZ TİYATROSU'NA
TİYATRO DALINDA ÜZERİNDE YÜRÜDÜĞÜ BAŞARILI ÇİZGİSİNİ AKSATMADAN SÜRDÜRMÜŞ OLMASI GEREKÇESİYLE VERİLMİŞTİR. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Yayın Kurulu: Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu, Sündüz Hasar, Şenay Gürler, Üstün Akmen, Vecdi Sayar
12
Söyleşi ETC, Devlet Tiyatroları'nın Konuğu Olarak İstanbul'daydı
A. Nalân Özübek
Fotoğraflar: Müjdat Çoban
pe
nalanozubek@tiyatrodergisi.oom.tr
cy
a
Şark Ekspresi Nisan'da Yola Çıkıyor
"ETC Güz Genel Kurulu ", Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin 'in ev sahipliğinde; 31 Ekim ve 1 Kasım 2008 tarihlerinde İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Tophane-i Amire 'de gerçekleştirildi.
Lemi Bilgin (Devlet Tiyatroları Genel Müdürü) Avrupa Tiyatro Konvensiyonu'na önce aday ülkeydik, geçtiğimiz yıl asil üye haline geldik, ve bizim tiyatromuzun büyüklüğü, hareket kabiliyeti, proje yaratma ve hayata geçirme kabiliyeti hemen kendini gösterdi. ETC, bütün bu 24 ülkenin Haziran 2007'de ETC asil üyeliğine kabul edilen katılımıyla güçleniyor tabii ama bizim gücümüz Devlet Tiyatroları 'nın organizasyonu ile 23 ülkeden farklı. Nitekim biz üye olur olmaz iki üç tane proje 36 tiyatronun temsilcilerinin katıldığı ETC Güz Genel önerdik. Bunlardan bir tanesi, biraz daha büyükçe Kurulu 'nun açılışı 31 Ekim 2008 Cuma günü saat olan, bu tren projesiydi. Çok ciddi ilgi gördü. Bugün 09:45 'te basın mensuplarının katılımıyla Tophane-i Genel Kurul'da da çok ciddi bir bütçe ayrıldı, bu Amire 'de yapıldı. tren projesine. Projenin son ayağı olarak Stuttgart'ta bir festivalimiz var, onun da bütçesini Almanya Genç Avrupa, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti, buldu, kesinleşmiş. Aradaki ülkelerin şimdi "Orient Ekspres " - "Şark Ekspresi "projesinin ve Demiryolları ile ilgili ve teatral olan kısımlarıyla kurultay konularının detayları ETC Güz Genel ilgili problemleri çözeceğiz. Ama daha önemlisi Kurulu 'nun gündeme aldığı ana konulardı. İstanbul'daki Genel Kurul'dan önce de diğer katıldığımız genel kurullarda, bazı ufak tefek projeler "Avrupa Tiyatro Konvensiyonu " ve "Orient Express " gelince, bizim için çok basit şeylerdi, hemen - "Şark Ekspresi" projesine ilişkin Lemi Bilgin, üstlendik. Örneğin; yazar değişimi, oyun değişimi, İskender Altın ve Jean-Claude Berutti 'nin fikirlerine teknik değişim. Bunları gerçekleştirmeye yer veriyoruz. başladığımız zaman çok ciddi bir ilgi odağı olduk,
13
kadar yaptığı en büyük proje zaten. Biz, Devlet Tiyatroları olarak çok değişik projelerle onların hayatını çok zenginleştirdik. Onlar da bu tür projelere çok açık. Böylelikle ilişkiler gelişiyor, artık oyun paylaşıyoruz. Bu CD'de örneğin, 50 tane oyun var, 2 tane Türk yazarı dahil bu 50 oyuna; Murathan Mungan ve Özen Yula. Bütün bu oyunlar İngilizceye çevrilmiş durumda ve paylaşıyoruz. Rejisör paylaşıyoruz, proje paylaşıyoruz. Hatta dil bilen sahne çalışanlarımızı da paylaşacağız. Eğitim
pe cy
a
şimdi hemen hemen herkes geliyor ve beraber bir şeyler yapmayı teklif ediyor. Diğer taraftan, İstanbul, 2010 Kültür Başkenti olması, hem Fransa'da 2009'un Türk yılı olması hem Frankfurt Kitap Fuarı'nda bu sene, Türkiye'nin onur konuğu olması gibi durumlar da denk geldi, biz de bunların hepsine elimizden geldiği kadar aktif olarak katıldık. İşte, hem Frankfurt'ta hem Stuttgart'ta iki tane yerli yazarımızın oyununu oynadık, o tiyatrolarla bağlantı kurduk. Avrupa'ya düzenli turne yapacağımızı bildirdik, yani böyle bir canlılık kattığımıza inanıyorum. Onlar da zaten bunu belli ediyorlar. Bu 2 günlük Genel Kurul'da bu iyice belli oldu, birçok proje var, hemen hemen hepsine bizi ortak etmek istiyorlar. Yetişebildiğimiz kadarına ortak olacağız, ama bir canlılık getirdiğimiz kesin. Türk tiyatrosu yazarıyla, oyunu, oyuncusuyla Avrupa'da kendini gösterebilmeli. Biraz önce Belçikalı bir meslekdaşımla konuşuyordum, onlar da Tuncer Cücenoğlu'nun "Çığ" adlı oyununu orada koymak istiyorlar. Yine Fransız bir meslekdaşımla, çocuk tiyatrosu üzerine fikir alışverişinde bulunduk. Yaşayan çocuk tiyatrosu yazarlarımızın Fransa'da 2009 Türk Yılı kapsamında bir program organize ettik, eserimizi oraya götüreceğiz, yazarımız gidecek. Orada diğer ülkelerin yazarlarıyla bir araya gelecekler, bunlara da çok ciddi olarak vesile oluyor, o bakımdan da çok olumlu. İskender Altın (Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Bölge Koordinatörü ve Proje Sorumlusu) Avrupa Tiyatro Konvensiyonu çok sayıda ortak proje üretebilen, refleksi çok yüksek bir grup. Örneğin biz "tren" projesini önermiştik, çok kısa bir süre içinde tartışıldı ve kabul edildi. Bu proje, ETC'nin bugüne
14
Bizim için çok önemli projelerden biri eski Şark Ekspresin güzergahı üzerinde bîr tren tiyatrosu gerçekleştirmek. 2009 baharında Türkiye'de başlayacak ve Stuttgart'a kadar, güzergah üzerindeki bazı ülkelerde oyunlar sergileyerek devam edecek. seminerleri yapacağız. Uluslararası projeleri gerçekleştirme konusunda son derece deneyimli olmuşuz artık. Sizin de belirttiğiniz gibi, Tophanei Amire'de Genel Kurul Toplantısı yaptık. Mimar Sinan Üniversitesi'nin bize çok desteği oldu. Biraz kongre tadında geçti, her şeyin konuşulduğu bir Genel Kurul oldu. Bütçeleri de, projeleri de konuşabildiğimiz bir Genel Kurul oldu. Toplam 90 kişilik bir grup geldi gitti. İlk defa çok yüksek seviyede bir Genel Kurul olduğunu belirttiler, organizasyon tabii çok iyiydi ama ondan ziyade entelektüel seviyenin yüksek olduğunu söylediler. Belirleyici nedir diye düşünüyorum, aradaki fark ne, 3 - 5 sene önce olmayan, şimdi olan ne? Bir; öğrenme sürecimiz, ikincisi de cesaretin artması. Bir bakış açısı, bir vizyon, perspektif gerekir, bizde o artık tamamlanmış durumda. Bu konuda Genel
ETC, tiyatrolar için Avrupa'nın sınırlarını kaldırmaya çalışan, tiyatroların işlerini ve elemanlarını birbirleriyle rahatça takas etmeleri fikri için organize olmuş bir kuruluş. Bu fikrin babası Comedie de Saint Etienne'in eski, Theâtre de Nice'in şimdiki yöneticisi Daniel Benoin. Bu fikrini uygulamaya koyması yolunda ona yardımcı olanlar ise dostları Jean-Claude Drouot (Brüksel Devlet Tiyatrosu Yöneticisi) ve Heribert Sasse (Berlin Şehir Tiyatroları Yöneticisi). 1987'de kurulan bu sistemin başlıca hedefi, bir yapıdan diğerine her türlü personel değişimini (artistik, teknik, yönetimsel) maddi ve teknik olarak destekleyecek bir yapı kurmak. Personel değişim programıyla, ETC üyesi bir tiyatroda çalışan bir kişi, başka bir üye tiyatroda da bir ay çalışabiliyor. Bu da kişisel ve profesyonel olarak uluslararası deneyimi güçlendiriyor. ETC ayrıca farklı ülkeler arasında performans değişimlerine önayak olmak ve tiyatroda var olan dil uçurumuna bir köprü kurmak istiyor. Üye tiyatrolar arasında dolaşan performanslar ETC'den destek alabiliyor ve bu da ETC üyesi tiyatrolara seyahat veya Avrupa çapında tiyatroları davet için benzersiz bir olanak sağlıyor. Bugün ETC'nin geniş yelpazedeki etkinliklerinin temel amacı modern tiyatroyu ve onun devinimini desteklemek.
pe cy
Jean-Claude Berutti (Avrupa Tiyatro Konvensiyonu Başkanı) Yaptığımız iş aynen tiyatro gibi, hiçbir işe yaramıyor ama aynı zamanda da çok önemli. Bu Genel Kurulumuzun İstanbul'da yapılmış olması çok önemli. Bizim için önemli olan iki şey var, birincisi dilin savunulması, ikincisi vatandaşlığın savunulması. Ben öyle düşünüyorum ki, Türkiye şu anda hâlâ Avrupa Birliği üyesi değil ama, Türkiye'ye geliyoruz, çünkü biz Türkiye'nin Avrupa'nın merkezi olabileceğini düşünüyoruz. Bizim bu Genel Kurul'dan amacımız enerji yaratması, heyecan yaratmasıydı. Burada önemli olan, insanlarda heyecan uyandırmak ve onları aktif bir hale getirmek. Onların dikkatlerini bir yere çekmek. Katılımcıları bu işin bir parçası haline getirmek. Yönetim Kurulu, toplantının sonunda çok önemli bir karara vardı. İstanbul'u 2009'daki çok büyük bir proje için ortaya koyduk, amacımız gençlerin tiyatroya daha çok ilgisini çekebilmek. Kendi dillerinde insanların kendi vatandaşlıklarını, kendi özlerini koruyarak tiyatronun içine çekebilmek. İkinci çok önemli proje, bu Türk arkadaşlarımızı çok ilgilendiriyor, Orient Express Projesi. Eski Şark Ekpres'in güzergahı üzerinde bir tren tiyatrosu gerçekleştirmek. Bu vagon Avrupa Tiyatro Konvensiyonu'yla birlikte Türk Devlet Tiyatrosu'nun ortaklaşa düzenleyeceği bir organizasyon olacak. 2009 yılının baharında Türkiye'de başlayacak ve Stuttgart'a kadar, güzergah üzerindeki bazı ülkelerde oyunlar sergileyerek devam edecek. Bunlar bizim iki önemli projemiz, bunların dışında, tiyatro insanlarının muhtelif yerlerde küçük gruplar halinde, küçük projelerle bir araya gelmelerini istiyoruz. Bu küçük projeler de en az diğerleri kadar önemli bizim için. Bu da değişik ülkelerden tiyatro insanlarının bir araya gelip birbirleriyle olan diyalogun kopmamasına, hatta gelişmesine zemin oluşturuyor.
European Theatre Convention (ETC) / Avrupa Tiyatro Konvensiyonu
a
Müdürümüz Lemi Bilgin yönlendirici fikirleri olan, her türlü cesaretimize destek veren bir yapısı var. Aynı şekilde başrejisörümüz Rüştü Asyalı. Projede çok iyi meslek insanları olunca olayın perspektifi, bakış açısı değişiyor. Mesleğini iyi yapan insanların farkı bu. Bu organizasyondan ötürü Başrejisörümüz Rüştü Asyalı'ya, Genel Müdürümüz Lemi Bilgin'e gerçekten teşekkür etmemiz lazım. Bu insanlar yaptığınız işin devamını sağlıyor. Türkiye'de en büyük problem devamlılık, biliyorsunuz.
ETC'nin yarattığı pek çok projenin arasında bir tiyatroya üye olanın otomatik olarak diğerlerine de üye olmasını sağlayan "Kamusal Avrupa Tiyatrosu" (Public of European Theatres); Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen "Avrupa Tiyatroları: Mülteci Toplulukların Aynası" (theatres of Europe: mirror of the refugee populations) ve Güney Fransa'daki, genç yönetmenlerin genç oyuncu ve yönetmenlerle çalışmasına olanak sağlayan "Genç Yönetmenler Merkezi" (The Center for Young Directors) sayılabilir. Delegasyon ofisi Paris'te Ulusal Tiyatro Merkezi'nin binasında yer alan örgütün günümüzdeki başkanı Jean-Claude Berutti. Çeviri: Vuslat Taş
15
Ustalara Saygı
Pınar Erol
pe cy
a
Tiyatronun Yıldızı, Yıldız Kenter 60. Sanat Yılını Kutluyor
Fotograflar:
Deniz Demirkan
pinarerol@tiyatrodergisi.com.tr
Bu röportajı daha önce yapmak istemiştik. Ancak Yıldız Kenter, "Gündemi boşuna işgal etmeyeyim, seneye 60. sanat yılımı kutlayacağım, o zaman görüşelim," demişti. O zaman geldi 12 Aralık 1948, Yıldız Kenter'in ilk profesyonel oyunu "Onikinci Gece"den bu yana koca bir 60 yıl geçti alkışlanası. Alkışlarken insanın ellerini kızartmak, acıtmak, avuçlarını patlatmak, ayağa kalkmak ve orada öylece kalmak, bu anı çoğaltmak isteyeceği... Yine deyetersiz kalacağı, ne yaparsa yapsın yeterince alkışlayamayacağını bildiği. Bir de 80. yaş gününü karşıladı Ekim ayında. İkisi için de minnetkârım. İkisi de kutlu olsun. "Yaşamak benim için her zaman çalışmak oldu. Yaşamak savaşmaktı. Savaşın en güzelini tiyatroda keşfettim," diyorsunuz. Oysa dinlenmenizi isteyenler yaşam sebebinizi elinizden alıyorlar, cebinizdeki kabak çekirdeklerinden habersiz, ne gam! 13 Aralık'ta "Victoria" selamlayacak tiyatroseverleri 60. sanat yılınızın evsahibi olarak. Ve siz "Ben Anadolu" demeye devam edeceksiniz. Siz sahnede oldukça, biz koltukta sizi bütünleyeceğiz. Kabak çekirdeklerinizin hiç bitmemesini dileyerek...
16
Farklı bir çocukluğunuz olmuş. Anneniz tiyatroyu düşünmenizde etken, babanız ise gizlice okula kaydettirecek kadar size inanmış... Çocukluğum için birkaç kelime kullansam sanki yeterli gibi geliyor bana: Yokluk, mutluluk, aşk ve
Atatürk'ün isteği doğrultusunda çok sevdiğim bir konservatuvara dönüştü Musiki Muallim Mektebi. Ben de 43 yılında Atatürk'ün araladığı kapıdan sızabildim oraya ve hayatımın en mutlu dönemini yaşadım. sağlık. Yokluk herkeste olan bir şey o zaman ama bizimki pat pat pat pat diye biten bir şey; satılarak, yok edilerek, yenerek... Daha sonra oturduğumuz semtler... Annem İngiltere'den geldikten sonra evvela İstanbul'da, sonra Ankara'da oturduğumuz evler... İstanbul'da oturduğumuz yerleri hayal meyal anımsıyorum tabii. Şişli'de Hacımansur Sokak'ta, 12 numaralı evde oturduk. Sonra 105 numaralı evde. Daha önce Üsküdar'da oturduk. Doğduğum köşkü falan hatırlamıyorum tabii.
Konservatuvara başlamanız da olaylı oluyor. Çünkü orası orospuların yetiştiği bir yer, özellikle bizim oturduğumuz semtlerde: Boşnak Mahallesi, Hisariçi, Abidin Paşa Köşkü... Oralarda Musiki Muallim olarak başlamış olan okulun adı iyi değildi. Atatürk'ün isteği doğrultusunda çok sevdiğim bir konservatuvara dönüştü orası. Ben de 43 yılında Atatürk'ün araladığı kapıdan sızabildim oraya ve hayatımın en mutlu dönemini yaşadım. Dayak yiyerek girdim, gizli gizli kaydettirdi babam. Sonra herkes sahip çıktı. Rockefeller bursuyla Amerika'ya gidiyorsunuz ancak giderken babanızla biraz tatsız ayrılıyorsunuz... Dönüşünüz de üzüntü ve pişmanlık barındırıyor.
Muhsin Bey'i tatsız bir biçimde çıkardılar. Niye böyle yapıyoruz anlamıyorum. Muhsin Bey gibi bir adama, koşullar şöyle şöyle gelişti, durum budur, üzgünüz, sîzinle çalışamayacağız demek varken...
Muhsin Ertuğrul yakışıksız biçimde işinden uzaklaştırılınca siz de Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan ayrılıp İstanbul'a geliyorsunuz. Muhsin Bey'i tatsız bir biçimde çıkardılar. Niye böyle yapıyoruz anlamıyorum. Aynı şeyi ben de yaşadım; biliyorum. Muhsin Bey gibi bir adama, koşullar şöyle şöyle gelişti, durum budur üzgünüz, sizinle çalışamayacağız demek varken... Utandıkları için o utancı derine batırıyorlar, koyulaştırıyorlar utançlarını. Utanılmayacak bir şey değil yani. Bir pusula bırakıyorlar sadece. Ben de maaşımı almaya gidiyorum, bana kimse bir şey söylemiyor. Size maaş yok bu ay, diyorlar. Aynı şeyi adını vermeyeceğim bir üniversiteyle yaşadım yine. Bana bir teklif geldi. Ben bu teklifi değerlendirmek istedim. Çünkü tiyatrodan pek bir şey almıyoruz. Sekiz senedir maaş falan almıyoruz. Durum böyle olunca, gittim dekanıma böyle böyle bir durum var, izin verir misiniz diye sordum. Tabii, siz bize bağlı değilsiniz, dedi. Yani ben emekli olmuşum, geçici sözleşmelerle çalışıyorum orada. Başladım çalışmaya fakat okulda disiplin yok. Gidiyorsunuz derse, çalışacak mekân yok. Niye tiyatro bölümü açtılar bilmiyorum. Fazla öğrenci de yok para kazanmak için açtıklarını varsaysak. Sonra ben bir randevu istedim, böyle devam ederse ben buraya gelmek istemiyorum diyeceğim. Bunu öğrencilerime de söyledim. Herhalde bu biraz da yayıldı. Benden önce onlar son verdiler Mehmet'le (Birkiye) benim işime. Mehmet'e bir e-mail atmışlar. Fakat ben sizden ilk defa randevu istedim, konuşmak için, biz size döneceğiz dediniz, dönmediniz. Ondan soma benim hiç haberim yok, öğrencilerden öğreniyorum.
pe cy
a
Tatsız ayrıldık maalesef. Bu "Hep Aşk Vardı" oyunumda var. Küçük bir veda partisiydi. N'olur içmeyin, dedim babama. İçmem kızım, içmem yavrum, dedi. Hep inanırdım ben babama, hep inandım. Geldim baktım, daha arkadaşlarım falan da gelmemişti. İçkisini sakladı, aldım cebinden, fark etti. Aramızda kavga çıktı. Bana bir tokat attı. "Git, gidersen gelme, gelirsen de beni bulma," dedi. Böyle bir acı ayrılık oldu. Sonra da ben ordayken öldü. Çok acılı günler yaşadım orada ve kalamadım daha fazla. Annemi, kızımı getirtebilirdim. Nedense dönmek istedim. Çünkü annem ısrarla kızımı bırakmadı. Yanlış mıydı, doğru muydu, geçmişe doğru spekülasyon yapmanın anlamı yok. Orada
Joshua Logan'ın yanında çalışma imkânı yarattı bana supervisor'ım, ışık dâhisi dedikleri Jean Rosenthal. Müthiş bir kadındı. Ben döndüm...
17
Ne kadar çirkin. Hazmedemedim ben bunu, bayağı ağır bir mektup yazdım, yolladım. Hâlâ cevap yok.
pe cy a
oldu. Çok başarılı oldular, çok ödüller aldılar ama konservatuvar donanımı hiçbir üniversitede yok. Yani tam teşekküllü bir konservatuvar. Dans, Dolayısıyla Kent Oyuncuları'nın kurulmasına jimnastik salonlarıyla, zaman zaman dışarıdan vesile oluyor bu vefasızlık. getireceğimiz hocalarla. Yani bir değişik esinti, Tabii, tabii vesile o oldu. Yoksa bizim İstanbul'a çocuklara seçebilecekleri bir alternatif. Çünkü tiyatro geleceğimiz yoktu. Biz orada çok sıkı çalışıyorduk. eğitiminde en önemli şey kişiliği zedelememek. Düşünüyorum şimdi "Finten" ve "Yağmurcu"yu oynuyorum. Turneye gidiyoruz "Yağmurcu"yla, geliyorum iki oyun "Finten" oynuyorum. Ertesi gün Kendi kendimle durmadan münakaşa ediyorum, tartışıyorum, kızıyorum kendime, gülüyorum kendime. Hele gene oynuyorum. Ertesi gün turneye gidiyorum. Muhsin Bey hazırlamış bizi bu hayata. Çünkü biz üç şimdi Şükran da yok, büsbütün böyle oluyor. sene haftada 12 oyun oynadık matine, suare. Bir gün tatilimiz vardı. Tiyatroyu yaptırmak için pişmanlık duydunuz mu, diyorlar. Ben her yaptığıma pişman olan bir insanım aslında. Pişmanlık duymayanlara Orman gibidir tiyatro çalışması Nâzım'in dediği çok imreniyorum. Mesala bu lafı niye söyledim, niye gibi. Her birinin ayrı bir kişiliği var. Yani her biri, öyle baktım yüzüne, biraz sert kaçtı galiba, diyorum. bir şeyi kendi sazıyla çalacak. O sazı geliştirmek Her yaptığıma pişman oluyorum. Hatta evin içinde önemli, akortunu iyi yapmak önemli. Ve onu, onun bir yere giderken yok oraya gitmeyeyim, şimdi şunu sazına göre yapmak önemli. Onun için bir öğrenciyle yapayım, diyorum. Kendi kendimle durmadan çalışmaya başladığınız zaman, tıpkı piyano, flüt, münakaşa ediyorum, tartışıyorum, kızıyorum obua öğrencisi gibi, o öğrenciyle bir saz çalışır gibi kendime, gülüyorum kendime. Hele şimdi Şükran çalışmak gerekiyor. O konuda elbette ki çok yok, büsbütün oluyor o. eksiklerimiz oldu. Dersler eksikti, okulun donanımı eksikti, hâlâ öyle. Ben çok şanslıydım, 1956'da Ankara Devlet Konservatuarına konservatuvarda yatılı okudum. Ve benim yatılı atanıyorsunuz, ilerleyen yıllarda da İstanbul okuduğum dönemde özellikle Almanya'daki Belediye Konservatuvarı ve İstanbul Üniversitesi Yahudiler'den müthiş bir ilim bilim adamı, sanatçı Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nde bölüm akını oldu. başkanlığı ve hocalık yapıyorsunuz. Koç Üniversitesi'nde tiyatro dersleri veriyorsunuz. 1968'de yine badirelerle kavuşuyorsunuz Neredeyse öğrenciniz olmayan tiyatrocu yok. Harbiye'deki binanıza, üstelik çözüm Boşuna hocaların hocası demiyorlar. Bu kadar arayışlarınız da bitmiyor. uzun süre, bu kadar etkin bir görevde dilediğiniz Para bulamıyoruz. Yapılırdı, yapılmazdı derken gibi eğitim verebildiniz mi? haciz geliyor. Satılmaya kalkılıyor. Evime haciz 53 sene, tabii az zaman değil. Çok pırıltılı öğrencilerim geliyor. Onların hepsini yaşadım ama şimdi
18
cy a
pe
şanslıydım. Onlarınki oyuna tepeden bir bakış oluyor. Öyle bakmaya çalışıyorum ben de. Yani engel olacak şeyleri yok etmeye uğraşıyorum. Eğer bedeniyse bir beden dili yakalamaya çalışıyorum. Çünkü herkesin kendine ait bir tavrı vardır, onu korumaya çalışıyorum. Ama Şükran böyle çalışmaya alışmamış. Belki de çok uğraştığım için yorulup
cy
a
gerçekten üzgünüm çünkü 80 yaşındayım; zamanım kalmadı. Tiyatroyu ayakta tutacak birileri lazım. Diyorum ki alın, tiyatro olarak devam ettirin. Sizin olsun burası ama tiyatro olarak devam ettirmek kaydıyla. Bir de borçlarımızı ödeyeceksiniz. Kimse yanaşmıyor ama satarsam alıcısı var, başka şeyler yapmak üzere. Bazı gazeteler yazarlar Yıldız Kenter'in ağlayışından da sıkıldık artık diyecekler. Hâlbuki senede 250-300 bin lira olsa bu tiyatroyu yürütür. Ciddi bir para değil bu bazıları için. Çocukların oynayacak yeri yok. Hepsi bölünüyor, un ufak oluyor. Türkiye'de solun haline bakın. Sol, un ufak oldu. Tiyatrolar da öyle; un ufağız. Çocuklar, gençler çok güzel şeyler yapan insanlar var ama hepsi 2 kişilik, 3 kişilik, 60 kişilik yerlere bölünerek oyunlar oynamaya çalışıyorlar. Güzel şeyler de yapıyorlar ama neden bu kadar paramparça olduk? Biraz tabii yapımızdan gelen bir şey var. Toplumsal olma nitelik ve niceliklerimiz çok güçlü değil galiba. Bireysel özgürlükler çok bölüyor bizi. Buraya başladığımız zaman bekçisine kadar herkesi ortak ettim ben. Şimdi beni mahkemeye veriyorlar hakkımızı ver, diye. Burası kaç senedir ayakta ama nasıl ayakta duruyor? Nasıl çalışarak ayakta duruyor, nasıl uğraş vererek, nasıl turnelere çıkarak? Neler neler... Onun için tiyatro olarak devam etsin istiyorum. Hak etmeyene burayı satıp para vermek istemiyorum. Açık açık da söylüyorum.
pe
Çocukların oynayacak yeri yok. Hepsi bölünüyor, un ufak oluyor. Türkiye'de solun haline bakın. Sol un ufak oldu, tiyatrolar da öyle; un ufağız. Toplumsal olma nitelik ve niceliklerimiz çok güçlü değil galiba. Bireysel özgürlükler çok bölüyor bizi.
Şükran Güngör, uzun bir bekleyişinden sonra "Öfke"yi sahnelediğinizde kendisine de rol verilmesine çok seviniyor ama sonra biraz ürküyor... İlk defa bir oyun sahneye koyuyorum. Tabii gördüğümü yapıyorum. Ben Ebert tarafından, Adler tarafından oyuncu olarak eğitildiğim için çok
20
bıkıyorlar benden. Halbuki bu bir mümarese işi. Bir daha, bir daha, bir daha... Tıpkı piyano gibi, obua, flüt gibi... Çalışmayınca olmuyor. Tesadüfen olanlar oluyor. Yani şöhret olunuyor. İnsanlar çabuk şöhret olabiliyorlar ama bir şeyi belli bir seviyede tutmak kolay bir şey değil. Bazen bir rolü bir buçuk, iki ay oynamıyorsunuz, tekrar geldiği zaman bakıyorsunuz geriye gitmişsiniz. Hadi, bu sefer yeniden başlıyorsunuz vokallerden. Diliniz duruyor, bedeniniz duruyor, geriliyorsunuz yani. Hiç bırakmamak gerekiyor. Öğrencilerden de işte bırakmayıp, ciddiye alıp, çalışan varsa -ki arada oluyor böyle öğrenciler- bunlar mutlaka bir yere geliyor. Gelmemelerine imkân yok. Çünkü her insanda oyunculuk yeteneği vardır. Her insan oynar çünkü. Her çocuk baktığınız zaman bebekliğinde oyunculuğa başlar. Canı çok yanmadığı halde çok yanıyormuş gibi yapar. Canı yanar; hiç ağlamaz, gider annesini bulduğu zaman başlar ağlamaya. Sonra fark edilme zaafı var insanlarda. Bu çocukluktan başlayan bir şey. Beğenilme zaafı var.
Hem zaaf hem hoş bir şey. Herkesin beğenmesini arzu etmek için herkesin ortak noktasını tutturman lazım, çünkü. Yoksa ona gidince öyle, buna gidince böyle değil. Kolay bir iş değil, çok çalışmak gerekiyor. Belki tiyatroda çok para kazanmıyorsunuz ama tiyatronun verdiği başka bir güç, başka bir yastıklama, başka bir dayanak oluyor. Kimler var tiyatronun arkasında? Dönem dönem gelmiş devler var. Shakespeare'den tutun, daha geriye gitmiyorum, eski Yunan'a baktığınız zaman, Oidipus'u alıp baktığınız zaman kaç bin sene ve aynı şey. İnsanlar hâlâ aynı şeyleri konuşuyorlar. İnsan her şeyi değiştiriyor; kendini değiştirmiyor. Hâlâ çalmak kötüdür diyoruz, hâlâ yalan söylemek iyi değildir diyoruz. Türkiye'yi benim temsil ettiğim Avrupa Müzik Festivali'nde yaptığım konuşmanın bir pasajında diyorum ki: ".. .Avrupa Birliği ile ilgili
Her insanda oyunculuk yeteneği vardır. Her insan oynar çünkü. Her çocuk bebekliğinde oyunculuğa başlar. Canı çok yanmadağı halde çok yanıyormuş gibi yapar.Canı yanar; hiç ağlamaz, gider annesini bulduğu zaman başlar ağlamaya.
"Her rolde kendimi oynarım, çünkü saz bu saz. Kendini tanımadan başkasını çözüp oynayamazsın," diyorsunuz. İçinizde binlercesi barınıyor. Sahnede hep kendini oynuyor diyenlere de yanıt olarak ne söylemek istersiniz? Ayrıca "Ben Anadolu" ve "Aşk Hep Vardı"da gerçekten Yıldız Kenter olarak sahnedesiniz. Başınıza bir şey geldiği zaman; komik, trajedi, anlatırsınız bunu değil mi? Yahut bir yere geç kaldığınız zaman ah bu trafik, lanet olsun bu İstanbul'da yaşanmaz falan dersiniz. O yaşadığınızı anlatırken burada da yaşıyorsunuz. Yani anlatmak bir şeyi yaşamakla mümkün oluyor ancak. Ben kızımın nasıl ameliyat olduğunu anlatırken onu ameliyat olduğu zamandaki gibi yaşıyorum ve hissediyorum. Bunu hissetmemek mümkün değil. Ben annemin ölümünü düşündüğüm zaman bazen ağlıyorum, bazen kahkahalarla gülüyorum artık bazı şeylere. Annem 87 yaşındaydı öldüğünde. Bence çok erken öldü. Çünkü kafası pırıl pırıldı daha. İngiltere gibi konservatif bir dayanağı olan bir ülkede Elton John bir adamla evleniyor ve "Sir" olabiliyor. Sanat bazı şeyleri olabilir kılıyor. Öyle bir şey getiriyor ki sanat, neden olmasın diyorsun. Nâzım'ın o şiirini okuduğunuz zaman tiyatronun en alâsını görüyorsunuz orada; "... görmek, işitmek, duymak, düşünmek, konuşmak, koşmak..." tiyatro. "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine..." bir tiyatro. "Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi. Geceleyin ateşler içinde uyanarak eğilip ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi..." Şimdi
pe
cy a
ben bunları bilemiyorum, anlayamıyorum; bir tek şey var öğrenmeye çalıştığım, ben oyuncuyum..." diyorum. Eğer yapabilirsek o pasajı da alacağım repertuvarıma. "Sesler ve Sözler" diye bir müzikli konuşma konseri. Yani şiirler, pasajlar, konuşmalar ama belki piyano belki keman eşliğinde. Oyuncu olarak kimsin sen? İnsanın ne kadar çok yüzü olduğunu görüyoruz ve bu bana has bir şey değil. O yüzden herkesin bir oyunculuk dersi almasında yarar görüyorum. Yani kendini görmek, kendini yakalamak. Bizim bu "Victoria" oyununda da var o. Alzheimerlı kadın, ben İtalyan değilim, Amerikalı da değilim, Afrika'lıyım, amaaan ben hepsiyim,
diyor. Yani farkında olmadan mesajlar veren bir bilinçsizliğin bilinci oyun tümüyle. Düşleriyle kadın küçücük küçücük halkalar oluşturuyor. Onlardan bir zincir oluşturuyor. O zincirin ucu öteki dünya ama öteki dünyaya o halkalardan mini zaferler kazanarak gidiyor. Mutlu gidiyor.
21
boş olur olmaz pencereden dışarıya bakıyor. Niye bakıyorlar dersiniz? Seyrediyorlar ve oradan her gün belli insanlar geçiyor. Kan koca geçiyor. Onları takip ediyor. Ne giymiş, onlara bakıyor. Kol kola gidiyorlar, diyor. Ertesi gün geçerken yine bakıyor onlara, yine öpecek mi diye. Hayır, münakaşa ederek gidiyorlar. Ne oldu acaba, diyor. Ve yazmaya başlıyor. Radyo tiyatrosuna bayılırım ben. İyi yapılan bir radyo tiyatrosunu dinlediğiniz zaman oyuncuların sesinden, nefesinden soğuk mu, sıcak mı, nasıl bir
cy a
bunlar tiyatro metni. İnanılmaz bir dramatik konstrüksiyonu var çünkü. Benim işim insanla. Dili, dini, ırkı filan beni hiç ilgilendirmiyor. Bir insana ne olduğu, o olana karşı insanın ne yapıp ne yapmadığı ve nedenleri beni ilgilendiriyor. Ben de onlardan biriyim. Benim de hayatımda müthiş komik, müthiş trajik, traji-komik, dramatik olaylar oldu, yaşandı. Herkesin hayatı gibi benim hayatım da dramalar zinciri. Giderken engele takılmak... Hepimiz engelleniyoruz, hepimiz dramalar içindeyiz yani. Önemli olan onu takdim edebilmek.
Benîm işim insanla. Dili, dini, ırkı filan beni hiç ilgilendirmiyor, Bir insana ne olduğu, o olana karşı insanın ne yapıp ne yapmadığı ve nedenleri beni ilgilendiriyor. Ben de onlardan biriyim. Hepimiz engelleniyoruz, hepimiz dramalar içindeyiz. Önemli olan onu takdim edebilmek.
pe
Tiyatro yaşamınızın odağı... Geriye kalanlar tiyatrodan kalan zamana sığanlar ama hiç sızlanmıyorsunuz ömrünüzü tiyatroya adamaktan. Ufak tefek pişmanlıklar oluyor tabii. Şu piyesi öyle yapmayacaktım. Orayı öyle oynamayacaktım filan gibi. 50. oyunda, ay ben ne halt etmişim, böyle yapmam lazımdı, diye bir şey buluyorum. Kimyager gibi her yeni seyirci bir tarafınızı dürtüklüyor. Sizi bir yana doğru yönlendirmek istiyor. Bazısı çok pozitif oluyor onların. Çok öğreniyorsunuz seyirciden. Hele eskiden, müthiş bir zamanlama alırdık seyirciden. Özellikle komedi oynadığınız zaman. Seyirciyi ip üstünde tutmak... Çıkartıyorsun, orada tutuyorsun. İşte o anı yakalamaya çalışıyorsunuz tiyatroda. Bu piyeste de (Victoria) var o. Anı yakalamam lazım diyor kadın. "Anı yaşayamıyorum," diyor. Tiyatroyu tanımlarken oyuncu ve seyircinin mutlak varlığından bahsediyorsunuz. Seyirci sizi bütünlüyor. Ya bütünleyemediğinde suç kimin? Onu paylaşıyoruz. Şurada Ermeni vatandaşların kaldığı bir huzurevi var. Onları kaybediyoruz zaman zaman, gidiyorlar yaşlı oldukları için. Fakat hepsi
22
fiziği var, sevecen mi, sinirli mi, kıskanç mı hepsini düşle siz yaratırsınız. Sadece sesten bunu alırsınız. Şimdi öyle değil, o düş gücü bitti. Televizyonun karşısına oturuyor, bakıyor, hadi onu beğenmiyor, öbürüne gidiyor. Her şey hazır, her şey karşında. Senin yaptığın bir şey yok. Tiyatroda o zorluk var. İnsan yaradılıştan tembeldir. Gelmiyor o zaman; hazırı var çünkü. Beğenmiyorum bunu, diyor. Ha, bu daha iyi, diyor. Tiyatro çalışma istiyor. Yani seyircinin isteyen bir gücü olması lâzım, ne istediğini bilmesi lâzım. O, gülmek istiyor genellikle. Ben güleryüzlü tiyatroya asla karşı değilim. Ne komediler oynadık ve ne komediler yazıldı. Ne farslar var. Tiyatro seyretmek bir hazırlık ve disiplin işi. Ne diyor? Hangi koşullar altında söylüyor? Bu koşullar başka olsaydı ne derdi? Sözler neden bu seslerle yükleniyor? Başka seslerle yüklense anlam farklı olurdu diyecek bir seyirci gördünüz mü? Şimdi bir
seyirciye gidip ses mi önemlidir, söz mü deseniz; ses önemlidir, der. Öyle bir ses yüklenir ki pozitif bir şey negatif olur aynı sözcükte. Bir vurgu, bir sözcüğün sonunu biraz yukarıda bırakmak, bir beklenti, minicik bir gerilim uyandırmak... Şimdi bizim yaptığımız doğaçlama aşağı yukarı. Küçük küçük anekdotlar var ve seyirci kendisi de çıkaracak bu oyunda bazı şeyleri. O küçük geçiş noktalarını belirtmek, bir duygudan bir duyguya bir renkten bir renge, bir öyküden başka bir öyküye geçerken seyirciyi dürtmek... Çıtayı kim yükseltiyor seyirci mi, oyuncu mu? Oyuncunun iyi oyun oynama ile seyircinin iyi oyun izleme arzusu ne denli buluşuyor? Buluşuyor tabii. Buluşmaz olur mu? Türk insanı çok yetenekli ama çok çalışkan değil. Düşünün ki
Kardan heykeller yapıyoruz, eriyor. Herkeste kalıcı olma isteği var ama bende yok o. Bîr şeyler yapıp gitmek üzere geldim ben herhalde dünyaya. Bir süre yaşayacağım beni sevenlerin kafasında, hepsi o.
Dünya Tiyatro Günü'nde tüm öğrencileriniz size bir sürpriz hazırlamışlardı. Hakkı Devrim bu seyircinin, tiyatronun, tiyatrocunun, bütünüyle Türkiye'nin Yıldız Kenter'den özür dileme, gönül alma ayiniydi demiş. Siz özrü kabul ettiniz mi? O ara benim için çok kötü yazı yazan bir hanım vardı. Bana hemen haber geldi. Kişiselleştirildiği zaman karışmak istemem, onun için hiç okumam fakat sanıyorum ki bu, okuyanları rahatsız etti. Öyle bir şey yaptılardı o zaman. Yani onu hissettim; bundan dolayı bir sürpriz hazırladıkları. Güzel bir dayanışmaydı. Ortaya çıkardığınız, var ettiğiniz kadınlar, kişilikler oyun bitince yok oluyor. Bu sizi hüzünlendirmiyor mu? Maria Callas, Pembe Kadın, Kibele ve niceleri bir vardı, bir yoktu... Yaşayan bir iş yapıyorsunuz ama öncesi, sonrası yok; o an var sadece. Her gün yeniden inşa etmek gerekiyor. Bugün yaptığınız yarına somut olarak kalmıyor. Hiç olmamış gibi yeniden başlıyor... Kardan heykeller yapıyoruz, eriyor. Herkeste kalıcı olma isteği var ama bende yok o. Bir şeyler yapıp gitmek üzere geldim ben herhalde dünyaya. Bir süre yaşayacağım beni sevenlerin kafasında. Şükran ölmedi. Şükran bende yaşıyor. Ama ben ölünce Şükran ölecek, bitecek. Bir gerçek var. Doğum,
cy a
konservatuvar açıldıktan sonra Atatürk'ün isteğiyle kısacık bir zaman sonra Avrupa'daki meslektaşlara eş işler çıkarıldı müzikte, operada, tiyatroda. Dışardan insanlar geldiler, seyrettiler Türk oyunlarını seneler evvel. Şaşkınlıklar içinde kaldılar. Büyük bir aşamadır bu. İdil'ler, Suna'lar, hep Cumhuriyet çocukları bunlar. Konservatuvardan sonra yetişmiş insanlar. Onun için çalışılınca aksi mümkün değil, yalnız yetenek hiçbir şey ifade etmiyor.
sahnelediniz/oynadınız. Repertuvar oluştururken ne denli özgürsünüz? Repertuvar yapmak çok zordu bizim için her zaman. Bir defa ekonomik güçlüğü vardı. Ekonomi deyince her şey giriyor içine. Dekor giriyor, kostüm giriyor, kadro giriyor, reklam giriyor. En çok reklam giriyor. Ben artık sıkılıyorum bundan. Gidip de acaba şu yazıyı yolluyorum, şu resmi basar mısınız falan demeye. Biraz ilgi göstersinler istiyorum. Gelsinler, biraz sorsunlar.
pe
Kimi zaman başyapıtlar boş koltuklara oynanırken kimi zaman da oynamasa daha iyi olurdu denilen ve gişe yapan seçimleriniz olmuş. Yüzlerce Türk ve yabancı yazarın oyunlarını
23
Öğrencileriniz, yani meslektaşlarınızla ilişkiniz, alışverişiniz nasıl? Onların başarısı sizin başarınız demek. "Onlar artık benim hocalarım gibi oldu. Onlardan o kadar çok şey öğreniyorum ki... Onlarla beraber olmak da benim özgürlüğüm..." diyorsunuz. Usta çırak ilişkisinin iç içeliğini anlatabilir misiniz? Ben ustaların yanında oynadım mezun olduktan sonra. "Onikinci Gece''yi oynadığım zaman ne kadar şanslıydım. Melek Ökte, Salih Canar, Cüneyt Gökçer, Ragıp Haykır, Şahap Akalın, Ertuğrul İlgin. Bunların hepsi başka türlü bir kabiliyetti fışkıran Ebert'in elinde. Ben onların arasına girdim. Ben konservatuvarda okurken balon gibi şiştim böyle ve onların arasında "Onikinci Gece"yi oynadığım zaman bir iğne battı bana, söndüm. Sonra o balonu şişirmeye başladım gene. Asıl öğrenciliğim ondan sonra başladı ve devam ediyor. Onun için ihtiyarlamamam lazım. İhtiyar öğrenci olmaz.
pe
cy a
ölüm. Önemli olan aradaki zaman; yaşam. O yaşamı insanca tamamlamak. Ben öğrencilere ne öğretiyorum? Olduklarından bir adım daha iyi olmalarını, insan olarak her şeyden evvel. Algılama, değerlendirme olarak, düş ve düşün gücü olarak. Tiyatro çalıştığınız zaman kendi malzemeleriniz bunlar oluyor. Bizim oyunlarımız çekilmedi. Kaç defa Kültür Bakanlığı'na gittim, dedim bazı oyunlar var, bunların Bakanlıkça zapt edilmesi lazımdır. Özel tiyatroların, Devlet Tiyatroları'nın unutulmaz oyunları var. Hiçbirisi yok ortada. Dış ülkede öyle değil; hemen zapt ediliyor. Ben bunu çok düşündüm ama bu para meselesi. Yapamıyorsun, devlet hiç yapmadı. "Maria Callas"a baktığınız zaman "her şeyim var; sesim, bantlarım, şu rolüm, bu rolüm... Biz olsak da olmasak da dünya dönüp gidecek ama bir gerçek var; biz dünyayı daha iyi, daha güzel bir dünya yapıyoruz," diyor. Ben buna katılıyorum. Olduğum sürece dünyayı daha iyi, daha güzel, insanları daha düş gücüne sahip, bedenine sahip, tenine sahip, kendini iyi idare eden, kendini gören, değerlendiren, kendini işe yarar kılan hale getirmek istiyorum. Bunun için işte ne kadar zaman bahşedildi ise size, o zamanı değerlendirmek... Sonra good bye... Hak ettiğiniz öyle çok ödülünüz var ki... Yani sırtınızdaki kırbaçların sayısı bir hayli fazla. Hangisinin yükü, anlamı daha büyük? Bir karar almışlar galiba; O'na ödül vermeyelim artık diye. Ödül almak zaafın takdiri gibi. Şair Nigar ne diyor: "Takdir edilmek insanın hoşuna gidiyor." Bunun aksi mümkün mü? Ne kadar yakışmış bu elbise, saçların ne güzel olmuş... Bir şey giydiğimiz zaman yürüyüşümüz değişir. Giyinik olmadığımız zaman kara gözlük falan takarız. Bu her insanda olan bir şey. Fark edilmek, beğenilmek, takdir edilmek. Zaaf da değil aslında; insani bir duygu. Onu anlatmaya çalışıyorum. Zaafa dönüştürmemek lazım. O zaafları güce dönüştürmek lazım, bir şey yaparak.
24
Bizimle paylaştığınız her şey için çok teşekkür ederim. İhtiyarlamayacağınızı biliyorum. Benim 30-40 yaşında ihtiyarlamış nice arkadaşım var. Onlara hep sizi örnek gösteriyorum. Nice yıllara...
Eleştiri Bertolt Brecht'in "bin yıl sürecek" sanatının ilk başyapıtlarından
pe cy
a
Cesaret Ana ve Çocukları
Robert Schild
robert_schild@tiyatrodergisi.com.tr
Kuruluşundan bu yana yerli yazarlar (Orhan Kemal / Sait Faik) ile Shakespeare ("12.Gece" & "Fırtına"), savaş ve kıyım hakkında oyunlar ("Diktat" & "İnfazcı"), fantastik ("Kuşlar Meclisi"), uyumsuz ("Süleyman ve Öbürsüler") ile In-Yer-Face ("Trainspotting") türü tiyatro örnekleri sahnelemiş olan Semaver Kumpanya, kanımca ilk büyük oyununu koyuyor... "Niye büyük? " diye soracak olanlara, yanıtım üç boyutlu olacaktır: 1) Çağdaş tiyatronun bunca dev bir yazarının adıyla özleştirilen epik tiyatro türününün en belirgin örneklerinden biri olduğu için; - 2) Yine yazarının, oyunları yanında kaleme aldığı kuramsal tiyatro yazılarında savladığı gibi ("Tiyatro İçin Küçük Organon", 1.-12.), tiyatronun eğitici/öğretici öğesinin yanı sıra, eğlendiriciliğini sürdürdüğü için; - 3) Yazılışından bugüne dek geçmiş 70 yılın eskitemediği, dahası; gittikçe daha da önem kazanan evrensel bir iletiyi içerdiği için... Tabii ki, bu oyunun sahnelenmesini ayrıca "büyük" bir olay yapan, başroldeki sanatçıdır. Bugüne dek hemen tüm oyunlarını izlemiş olduğum Tilbe Saran,
genç rahibe Heloise'den kaşarlanmış opera divasına dek birçok özyapıları büyük bir başarı ile canlandırmışsa da, "Cesaret" A(n)na Fierling kadar güçlü bir kişiliği/güç bir rolü üstlenmemişti. Oyunun sürdüğü üç saat boyunca, mutlak odağını oluşturduğu
Epik tiyatronun önemli bir gereksinimi olan 'öykünün heyecanını baştan kaldırmak' öğesi, her sahnenin başında inen panolardakî çarpık yazılar ve onların daha da çarpık bir ses ile okunması, dört-dörtlük biçimde yerine getiriliyor. her sahnesinde, o yılmayan devingenliğinden hiç ödün vermeksizin, nefesini ensemizde hissettiriyor adeta... Ancak bu bağlamda kendisine hemen burada yapacağım (tek) eleştirim, bu rolü ile o denli özleşmemesi gerekliğidir - "mektepli" bir tiyatrocu olmadığımdan, sanat/meslek erbabına tabii ki "VEffekt "ini ("yabancılaştırma etkisi"ni) anımsatmak bana düşmez aslında; ancak umudum, gösteriler ilerledikçe bu büyük oyuncumuzun gerek
25
Adolf Hitler'in Avrupa kıtasını savaşa sokmaya başladığı 1939 yılının ikinci yarısında İsveç'te sürgünde bulunan Brecht, üç yüz yıl önce gene aynı bölgelerde süregelen Otuz Yıl Savaşları sırasında, bu felaketten hiç ama hiç ders almamış, "Cesaret Ana "nın öyküsünü yazmaya koyulmuştu... Çocuklarının çektiği arabasıyla orduların peşine takılan Anna Fierling, savaşın bir geçim kaynağı olduğunu sanmaktaydı - ne var ki bu "ticaret", onun için hiç de "kârlı" olmayacaktı: Görünürde, ucuza aldığı çeşitli malzemeleri olduğunca pahalıya satabiliyordu - ancak yıllar geçtikçe ve bulunduğu
Birinci Dünya Savaşı'nın son aylarını asker olarak yaşamış ve İkinci'sinin gelişini (ön)gören Bertoit Brecht, bu ilk epik başyapıtında belki de değişik bir tiyatro türü yaratmasını bilmiştir. ortamlar değiştikçe, maddi kazanç dürtüsünün gözlerini kör ettiği, çarpık umut anlayışını her dem ayakta tutmasını bilen Anna, ikisi sağlıklı birer oğlan, diğeri dilsiz bir kız olan üç çocuğunu tek tek yitiriyor - ve oyunun sonunda, yıkık-dökük - ve de boş! - arabasını kendisi çekerek, paçavralar halindeki üniformalarıyla savaşmaya giden sefil orduların gene de peşine takılıyor, ticaret yapmak
pe cy
a
sözleri/devinimleri, gerekse sahne şarkılarında "ikileşebilme"yi daha da güçlendirmesidir... Aynı temennim, diğer oyunculara da yöneliktir - ancak bu arada, Semaver Kumpanya'nın genç kadrosunu, özellikle Tansu Biçer (Rahip), Sarp Aydınoğlu (İsviçre Peyniri) ve Burcu Doğan'ı (Yvette) bu zor oyundaki başarılarından dolayı kutlamadan edemiyorum. Brecht'sel epik tiyatronun önemli bir gereksinimi olan "öykünün heyecanını baştan kaldırmak" öğesi, her sahnenin başında inen panolardaki çarpık yazılar ve onların daha da çarpık bir ses ile okunması, dört-dörtlük biçimde yerine getiriliyor; Cem Yılmazer'in, özgün olduğunu varsaydığım ve çok başarılı bulduğum üç akslı merkezkaç döngülü sahne tasarım mekanizmasına büyük bir alkış; öte yandan, ışık düzeni oyunun ilk bölümlerinde çok daha kuvvetli ve savaşın sürmesiyle gittikçe azalan biçimde olsaydı, gelişmelerin altını daha iyi çizmez miydi? Keza, Aslı Arseven'in tasarladığı giysiler, sefaletin artmasıyla daha da paçavralaşıyor mu, ışık yetersizliğinden pek kestiremedim... Müziğe gelince - Türkçe prozodisinin batılı ezgilere hiç ama hiç uymaması, belki sadece Brecht/Eisler/Dessau (ancak Weill değil!) şarkılarının "yabancılaştırma" arayışına "cuk" gibi oturuyor - zira izleyiciye "mesafe "yi arayan bu tiyatro türünde, melodik uyum aranmasa gerek!..
26
projesi kapsamında gösterilmeye başlanmış "Vur / uğruna... Bu arada, yazarın şu önemli savını anımsatmadan edemiyorum: "Savaşları sonlandırmak Yağmala / Yeniden " oyunlar dizisinin 4. bölümü olan "Savaş ve Barış " ile aynı konuyu, Murat için önce kapitalizmi ortadan kaldırmalıyız!.. " Daltaban'ın olağanüstü yetkin "koreografık" Öte yandan, Birinci Dünya Savaşı'nın son aylarını yönetimi ve genç oyuncular Tuğrul Tülek ile Cem asker olarak yaşamış ve İkinci'sinin gelişini (ön)gören Özeren'in başarılı canlandırmalarıyla son derece çarpıcı biçimde dışa vurmaktadır: Yedi yaşındaki Bertolt Brecht, bu ilk epik başyapıtında belki de değişik bir tiyatro türü yaratmasını bilmiştir: Büyük bir çocuğu uykusunda her gece ziyaret eden, kafası kopmuş bir asker, kendisine en başta "demokrasi bir felaketin ön habercisi oldukları gittikçe belirginleşen 12 sahnenin "kronolojik" biçimde art için" savaştığını söyler!.. arda sıralanmasıyla, izleyicilere bir şeyler öğretmeye çalışan bir oyun... "Hocamız", birtakım "zıtlıklar"a Ne mutlu bize ki, aynı konuyu apayrı yaklaşımlarla irdeleyen o denli başarılı yapıtları, çağdaş Türk da ustalıklı biçimde el atıyor, olaylar geliştikçe oyunun hemen başında, Çavuş'un "asıl düzen, savaş tiyatrosu dağarcığında aynı sezonda izleyebiliyoruz!.. ile gelir..." buyurması gibi, veya Rahip'in 8. sahnede "barış patladı", Cesaret Ana'nın ise bu bağlamda "mahvoldum," demeleri gibi - dahası, oğlu Eilif'in savaş sırasında öldürüp/yakıp/yıkıp/yağmalaması sonucu ödüllendirilirken, bunu barışta da sürdürdüğünde idamlık bir suç olduğunu kavrayamaması gibi...
cy a
Bu çarpıcı örnekler, "Cesaret Ana ve Çocukları "nın, yazarın o türdeki yapıtlarına aslen dahil edilmese de, bana göre gene de birinci sınıf bir "Lehrstück" ("öğretici oyun") olduğunu gösterir. Bir yorumunda Brecht'in kendisi, bu oyunu ile "savaşlarda büyük kârların, küçük insanlar tarafından yapılmadığı "nı göstermek istediğini belirtmiş, savaş sürdüğü müddetçe "insanlık erdemlerini yok eden işler yapıldığına " parmak basmış - ve "savaşla bu nedenle savaşılması gerek"tiğinin altını çizmişti... Cesaret Ana'nın kendisine gelince - O, oyunun sonunda ne öğrenmiştir? Brecht'e göre "hiçbir şey" - ve, başka bir yerde dediği gibi: "Oyun yazarının görevi, Cesaret Ana 'nın gözlerini açtırmak değildir; onun amacı, tiyatro seyircilerinin görmesini sağlamaktır... "
pe
Bundan altı yıl önce kurduğu ve büyük bir özveri ile sürdürmekte olduğu Semaver Kumpanya ile bize bu "büyük" oyunu getirmiş olan Işıl Kasapoğlu ise, Brecht'in yolundan giderek bu görevi hakkıyla yerine getiriyor!..
Değerli araştırmacı/çevirmen/eğitmen/yazar Ahmet Cemal'in, Bertolt Brecht hakkında kaleme almış olduğu çeşitli yazılarından birinde, günlüklerinden aktardığı şu tümceye özellikle değinmek isterim: "En önemli, en derinde yatan sorunlara değinen ve bin yıl sürecek bir sanat yapmak istiyorum..." (Oynamak Varken / Tiyatro Yazıları; Can Yayınları, 2002, s.49) Şurası kesindir ki, Bertolt Brecht'in "Cesaret Ana ve Çocukları" oyununda değindiği sorunsal, kaleme alındığı sıralarda "7000 Yıllık İmparatorluk"hayalleri ile filizlenmiş Nazi vahşetini altı yıl geçmeden atlatmış olmasına karşın, daha binlerce yıl sürecektir - ve tiyatronun bir amacı da, bu konuyu yılmadan irdelemektir... Bu oyunun yazılışından neredeyse 70 yıl sonra, çağdaş İngiliz In-yer-Face tiyatro akımının genç temsilcilerinden Mark Ravenhill, "dotbilsarda"
27
Eleştiri
pe cy a
Kırmızı Pazartesi
Beki Haleva
bekihaleva@tiyatrodergisi.com.tr
28
Seyirciyle ilk buluşması 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde gerçekleşen Kırmızı Pazartesi, İBBŞT'nin sahneye koyduğu yeni sezon oyunları arasında yerini aldı. Festival programının yoğun olması ve biletlerin kısa sürede tükenmesi nedenleriyle seyredemediğim oyunu geçtiğimiz günlerde, Haldun Taner Sahnesi'nde yer alan gala gecesinde izleme fırsatı buldum. Yeri gelmişken Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya'nın, kanımca İBBŞT'ye yeni bir görünüm kazandırdığını, gala gecesinde de gözlemlediğim olumlu yeniliklerin, en azından benim gibi eski günlerin arayışında olan bir avuç İstanbullu için sevindirici olduğunu söylemek isterim.
Marquez okurları, Marquez'i Marquez yapan öncelikli unsurların, yazarın yapıtlarını gerçeküstü öykülerle bezeyerek düşsel bîr anlatı evreni yaratması olduğunu bilirler. Ünlü yazar, "büyülü gerçeklik akımı"nın en önemli temsilcilerindendir, kuşkusuz.
Oyun, çağdaş bir edebiyat klasiği olarak tanımlanabilecek, Gabriel Garcia Marquez'in 1982'de dilimize çevrilen bir romanından yapılmış bir uyarlama. Romanın içeriği ile başlığı arasında yöntemsel bir koşutluk kazandıran ve denebilirse okuyucuyu önceden uyaran yapıtın özgün adı Cronica de Una Muerte Anunciada, sözcüğü sözcüğüne çevrilecek olursa "Önceden Bildirilmiş Bir Cinayetin
burada da kusursuz çevirisine tanık olduğumuz İnci Kut, doğal olarak Türk okuru için bildik olan başlığı yeğlemiş. Edebiyat okurlarının yakından tanıdığı Marquez bilindiği gibi 68 'li yıllarda, Yüzyıllık Yalnızlık'la, açtığı büyülü penceresinden Latin Amerika gerçeğini Batı'ya ulaştıran ve böylece Batılı okura farklı bir dünyanın kapılarını açmış olan bir yazardır. Hatta daha da öteye giderek Avrupa'da fırtınalar estirdiğini söylemek sanırım
Öyküsü". Türkçeye yapılan çevirideyse içeriğin simgesel bir biçimde yansıtıldığı Kırmızı Pazartesi başlığı uygun görülmüş. Romanı sahneye ustaca uyarlayan Macit Koper ile çeviriyi üstlenen İspanyolca dilinde yaptığı çalışmalarıyla tanıdığımız,
yanlış olmayacaktır. Türk okurun bu renkli kalemle tanışmasıysa ancak yazarın Nobel ödülünü aldığı 80'li yıllara rastlar. Marquez okurları, Marquez'i Marquez yapan öncelikli unsurların, yazarın yapıtlarını gerçeküstü öykülerle bezeyerek düşsel bir anlatı evreni yaratması olduğunu bilirler. Fantastik romanların aslında gerçeğin "büyülü" bir yansıması, imgenin gerçeğe götüren bir araç, yaratım kaynağınınsa her zaman gerçeklik olduğunu söyleşilerde sık sık dile getiren ünlü yazar, "büyülü gerçeklik akımı"nm en önemli temsilcilerindendir kuşkusuz. Marquez'in "en iyi romanım" olarak tanımladığı, görece kısa bir anlatı olan Kırmızı Pazartesi yazarın gazetecilik kimliği ile romancı kimliklerini en iyi harmanladığı yapıtıdır. Romanın konusu gazeteci olarak gittiği küçük bir Kolombiya kasabasında tanık
Oyunun, edebiyattan uyarlanan birçok film ya da oyun örneğinde sık sık tanık olduğumuz gibi, genelde düşünsel boyuttan görsel boyuta geçişlerde yaşanan düş kırıklığını seyirciye yaşatmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Oyunun, edebiyattan uyarlanan birçok film ya da oyun örneğinde sık sık tanık olduğumuz gibi, genelde düşünsel boyuttan görsel boyuta geçişlerde yaşanan düş kırıklığını seyirciye yaşatmadığını, bir Marquez okuru olarak, rahatlıkla söyleyebilirim. Sinema ve tiyatro oyunculuğunun yanı sıra senarist ve yönetmen kimliğiyle de tanıdığımız Macit Koper, oyunun yönetmeni olarak, yazarın düşsel evrenini ve yapıtı aracılığıyla gerçekleştirdiği insan ruhunun çözümlemesini özümsemiş olduğunu kurguladığı her sahnede kanıtlamakta ve bu bağlamda hayli zor ve riskli bir işin üstesinden başarıyla gelmektedir. Romanla hemen hemen aynı çizgiyi sürdüren ve kurgusal yapısı şimdiki zaman ile anlık geri dönüşler üzerine oturtulmuş oyunda seyirci tıpkı okuyucu gibi daha en başından Santiago Nasar'ın (Murat Coşkuner) öldürüldüğünü bilmektedir. Anlatıcı (Murat Garibağaoğlu) yıllar sonra döndüğü kasabada olayı yaşayanlarla söyleşerek herkesin bilmesine
pe
cy
a
olduğu bir "namus cinayeti"ne dayanır. Nerede yaşarsa yaşasın, hangi geleneğe bağlı olursa olsun, insan doğası değişmez olduğuna göre romanın farklı toplumlarda da aynı ilgi ve beğeniyi yakalaması kaçınılmaz olmuştur. Oyuna gelecek olursak, Türk seyircisinin hiç de yabancısı olmadığı Güneydoğu'da
yaşanan cinayetlerin bir benzeridir sahnede yaşanan. Yazılı olmayan kanunlara dayanan, özellikle az gelişmiş toplumlarda yüzyıllardan beri süregelen gelenek, görenek ve ahlâk anlayışının bir uzantısı olarak günümüz dünyasında bile tedavi edilemeyen onulmaz bir illet, bir insanlık sorunu: Töre. Anlaşılması zor olansa törenin bir anne ya da babanın çocuğuna olan ölçülemez sevgisinden de üstün gelmesi ve kurban konumundaki kadınlarca da kabul görmesi.
29
Oyuncular kadar ön plana çıkan bir başka unsursa artık başarılı sahne düzenlemelerini kanıksadığımız ve birçok yazımda bunu yinelemekten kendimi alamadığım Barış Dinçel'in sahne tasarımı. Oyun öncesinden seyirciyi içine çeken, oyun süresince Kemal Yiğitcan'ın başarılı ışık tasarımıyla daha da vurgulanan düşsel bir uzam yaratmış Dinçel. Koyu mavi, koyu yeşil ve kırmızının hâkim olduğu, küçük bir kasaba meydanını yansıtan bu düzenlemede,
cy
a
karşın kaçınılmaz bir biçimde işlenen bu cinayetin neden engellenmediğini araştırmaktadır. Kızların "evlenmek ve acı çekmek için" var olduğu bir toplumda, gerdek gecesi bakire çıkmayan Angela Vicario (Meriç Benlioğlu) kocası Bayardo San Roman (Burak Davutoğlu) tarafından baba evine geri getirildiğinde ağabeyleri Pablo (Çağlar Yiğitoğulları) ve Pedro (Bahtiyar Engin) geleneklerin dayatmasına boyun eğecekler ve gerektiği gibi! namuslarını temizleyeceklerdir. Ancak gerçekten de suçlu, Angeia'nın belki de can havliyle açıkladığı Santiago Nasar mıdır?
pe
Gerçekten de suçlu, Angeia'nın belki de can havliyle açıkladığı Santiago Nasar mıdır?
Oyunun önemi, bir toplumun anatomisini başarıyla gözler önüne sermesinin yanı sıra sonunu bildiğimiz bir cinayet öyküsünde gerilimi anlatı boyunca canlı tutmayı başarmasıyla ikiye katlanıyor. Bu noktada yönetmenin yaklaşımı belirleyici olmaktadır. Koper'in kurgusuyla seyirci oyuna dahil olmakta ve adım adım cinayete yaklaşmaktadır. Açılış sahnesindeki coşkulu görsellik, gerdek gecesindeki şiirsel anlatım, birçok kez yinelenen bıçaklama sahnesi, sahne değişimlerinde çalışan elemanların da öyküye dahil edilmesi, gerilimi vurgulayan müzik seçkisi gibi unsurlar bu başarıyı perçinlemektedir. Aynı şeyi oyunculuk düzleminde de söyleyebiliriz. Kimi oyuncuların birden fazla rol üstlenmelerine karşın kalabalık bir kadroya gerçekleştirilmiş bir oyun olduğundan tüm oyunculara tek tek burada değinmemize olanak yok. Ancak oyuncuların her birinin övgüye değer bir performans sergilediklerini söylemekle yetineceğiz, bir de bu performansın, repliklerin geçmiş ile şimdiki zamanın iç içe geçmiş girift yapısı göz önünde bulundurulduğunda iki misli bir uğraş gerektirdiğini.
30
stilize edilmiş kapılar ve pencerelerle, kuş kafesleri, palmiye yapraklan, tavandan sarkıtılan vantilatörler gibi göstergelerle Latin Amerika atmosferini ve Marquez'in renkli evrenini vurgulayan masalsı bir ortam yaratmış. Her kapı ve pencerenin ya da giriş ile çıkışların seyirciyi gitgide daha çok gerçeğe yaklaştıran bir araç olduğu düşünüldüğünde görselliğinin yanı sıra izleğe hizmet eden işlevselliğiyle de ön plana çıkmakta bu tasarım. Kostüm tasarımında Nihal Kaplangı ayrıntıları göz ardı etmeyen bir yaklaşımla, oyunun görselliğine katkıda bulunan bir iş çıkarmış. Her karakter, giysisi ve aksesuvarıyla uyum içinde tıpkı kullanılan renklerin uyum içinde olmaları gibi. Son söz olarak ister bir edebiyat başyapıtıyla tanışmak, ister başyapıtların ne denli başarıyla uyarlanıp sahnelenebileceğine tanık olmak için olsun, sezonun bu güzel çalışmasının kaçırılmamasını öneririm.
Eleştiri Orhan Kemal, İzmir Devlet Tiyatrosu'nda...
pe cy
a
"Üçkâğıtçı"
Üstün Akmen
ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr
İzmir Devlet Tiyatrosu yapımı olarak izlediğimiz "Üçkâğıtçı", yazarın "Müfettişler Müfettişi" ve "Üçkâğıtçı" romanlarından oluşturulmuş. Malûm, iki ciltlik romanda bir dolandırıcının serüvenleri anlatılmakta... Bu yapıt, zamanında edebiyat çevrelerince Gogol'un "Müfettiş"ine benzetilmiş benzetilmesine, ama bana sorarsanız "Müfettişler Müfettişi"ndeki ve "Üçkâğıtçı"daki Türkiye koşulları, yönetim düzeni, iş ilişkileri, yerli tipler, saf halk adamları benzerlikten çok özgünlüğü yansıtıyor. Orhan Kemal'in söz konusu iki romanında, kendine müfettiş süsü veren Kudret Yanardağ'ın Anadolu'da kent kent dolaşıp memurları, eşrafı dolandırması anlatılmış, dolandırılanların da nasıl başkasının sırtından geçindiklerinin, yalan dolanlı yollardan nasıl çıkarlar sağladıklarının altı çizilmiş. Bir gece vakti, Anadolu'da küçük bir kente gelen trenden boylu poslu, eli yüzü düzgün, giyim kuşamı yerinde, elinde evrak çantası, başında şapkasıyla bir adam iner. Kırk yıldır faytonculuk yapan Kel Mistik arabasına alır bu yabancıyı. Adam, ilk olarak girdiği
lokantada tüm dikkatleri üzerine çeker. Yıllardır bu bakışlara aşina olan yabancının kim olabileceği hakkında başta Kel Mistik ve diğerleri sürekli fikir yürütürler. Böylesi heybetli, kalantor, kodaman bir adam olsa olsa bir devlet büyüğüdür! Sağma soluna
Hem Anadolu'nun küçük bir ilinde hem de İstanbul'da geçen bu öyküde her karakter ayrı bir lezzet, ayrı bir keşiftir. bakışından, küçük defterine aldığı notlardan, sesindeki vurucu tınıdan, büyük olasılıkla "müfettiş" olabileceği kanısına varırlar. O güne dek kentlerine pek çok müfettiş gelmiştir, ama böylesini, gecenin bir vakti gelenini ilk kez görüyorlardır. O yüzden bu müfettiş değil, olsa olsa müfettişler müfettişidir, çok büyük adamdır! Daha kente adım atar atmaz başlayan dedikodularla ertesi sabaha valisinden, emniyet müdürüne, bekçisine, terzinin karısından
31
tüm esnafa kadar herkes haber almıştır müfettişler müfettişinin kente gelişini. Yolda yürürken birbirlerini dürtüp onu gösterirler. Yerlere kadar eğilerek önünde selam dururlar. Aslında kahramanımız kaderini kendi yazmamıştır, bu durumdan da oldukça rahatsızdır, ama evde onu bekleyen karısı, çocukları, bir de çok sevdiği anacığı vardır. Bir kez bulaşmıştır bu işlere... Bu, Orhan Kemal'in ünlü "Müfettişler Müfettişi" romanının suya tirit özeti. Hem Anadolu'nun küçük bir ilinde hem de İstanbul'da geçen bu öyküde her karakter ayrı bir lezzet, ayrı bir keşiftir. Kitaptaki müfettiş figürü, insanların belleğinde yer etmiş ya
Kalabalık tabloların başarılı yönetmeni olarak tanıdığımız Murat Atak, bu kere de sahne trafiğini ve kalabalık oyuncu kadrosunu mükemmel yönetmiş.
"Müfettişler Müfettişi", Orhan Kemal'in roman dünyasının sadece yoksul işçilerin yaşam kavgalarıyla ilgili sananlara adeta atılan bir tokattır. Ve de "Müfettişler Müfettişi" ile yetinmemiştir Orhan Kemal. "Arkadaş Islıkları", "Sokaklardan Bir Kız", "Yalancı Dünya", "Üçkâğıtçı" gibi toplumsal düzensizlikleri yansıtan romanları Orhan Kemal'in yelpazesini genişleten yapıtlardır. "Arkadaş Islıkları"nda gençlik sorunlarını; "Sokaklardan Bir Kız"da Nuran'ın kötü kadın olmamak için verdiği savaşı anlatır. "Yalancı Dünya", yerli sinemanın iç yüzünü sergiler. "Müfettişler Müfettişi"nde Kudret Yanardağ'ın polise teslim edilmesiyle biten roman, "Üçkâğıtçı"da kaldığı yerden devam eder. Delil yetersizliğinden tahliye edilen kahramanımız, türlü oyunlar sonunda milletvekili bile olacaktır.
İzmir Devlet Tiyatrosu, "Üçkağıtçı"yı Ersan Uysal'ın uyarlaması ve Murat Atak'ın rejisiyle 2008-2009 sezonu oyunu olarak sahnelemekte. Ersan Uysal, karşılıklı konuşmaları çok ustalıkla bulmuş, tiyatrocu gözüyle tabloların bağlantısını ustaca kurmuş, her tablonun biçemini dramatik yönden fevkalade toparlamış. Gel gelelim ayol dildeki o tutarsızlık
pe cy a
da hayal dünyasında geliştirmiş olduğu "büyük devlet adamı" fotoğrafıdır. İnsanların bu fotoğrafla karşı karşıya kaldıklarında nasıl panik oldukları ise toplumumuzda pek bilinen bir gerçektir. Benim halkım korkar! Bu korku ve paniği bertaraf etmek için kurnazlıkla, ama aynı zamanda çocuksu, saf davranışlarıyla basit yöntemlerini kısa sürede devreye sokar! Orhan Kemal'in "müfettiş" karakteri, Anadolu insanının beynindeki "otoriteye karşı davranış
haritası"nın bence mükemmel ölçüde mizahi anlatımla irdelenişidir.
32
ne öyle! Ne çok yanlış deyim kullanmış Uysal! "Güneşe karşı işemek" olur mu hiç? "Ağzının yağını yiyeyim" de nereden çıktı, kim uydurdu, neden uydurdu? Murat Atak ise, iyi bir dramaturgi çalışmasıyla ikinci perdesiyle dahi yetinilecek oyunu, Uysal'ın uyarlamasına fazla "halel" getirmeden sahnelemiş. Yani kesip biçmemiş. Kesip biçmeyince de uzuuun mu uzun bir oyun olmuş. Diğer taraftan, kalabalık tabloların başarılı yönetmeni olarak tanıdığımız Atak, bu kere de sahne trafiğini ve kalabalık oyuncu kadrosunu mükemmel yönetmiş. Ancak İzmir Devlet Tiyatrosu'nun kanımca "plastik kredi kartı" bağımlısı tipik devlet memuru zihniyetindeki kadrosu Murat Atak'a pek uyum sağlayamamış. Uyum sağlayamayınca masanın dört ayağından biri hikâyesi ortaya çıkmış. Masanın dört ayağından biri doğal olarak kırılmış.
Murat Atak, oyunun belirli bölümlerini Can Atilla'nın özgün besteleriyle ve danslarla geliştirmiş. Can Atilla'nın besteleri üzerine İhsan Bengier'in koreografisini yaptığı danslar, dansçıların bedenlerindeki yoğunluk ve devinimsizliğe karşın oyundaki "gerçeklik duygusunu" kırmayı Murat Atak'ın istediği düzeyde başarmış. Gene de, Bengier koreografisini keşke parçalara ayrılabilen bir bütünlük olarak uyumlaştırmak yerine, ritimleştirmeyi yalıtılmış parçalardan oluştursaymış demeden geçemeyeceğim. Sıra oyuncuları deşmeye geldiğinde söyleyeceğim şu ki, koskoca kadronun içinde birkaçı dışında rolüyle bütünleşmeye gayret gösteren pek yok gibi. Canlandırmak zorunda oldukları ve Ersan Uysal'ın uyarlamasında sözü edilen o oyunun kişisi olduğuna kendini inandıran ne yazık bir elin parmaklarının sayısını geçmiyor. Can verdikleri kişinin bir bütünlük, gerçek yaşamdakine benzer bir varlık olduğuna inanıyormuş gibi yapıyorlar belki, tamam da, "rol" dediğimizin aslında seyircide bir insan yanılsaması üretecek biçimde kendisini tamamlamak demek olduğunu bilmiyorlar, bilmezden geliyorlar ya da unutmuşlar. Eksikliklerini gidermek zorunda oldukları zayıf belirtkeleri aramamışlar ki bulsunlar.
pe cy a
Behlüldane Tor'un döner sahne tasarımı Atak'ın black-out'lara yaslanmasını engellemiş ve oyunun temposuna gerçekten katkı sağlamış. Tor'un dekoru gösterişten uzak, süssüz, Orhan Kemal'in yalın diline pek uygun bir dekor. Funda Cebi düşünsel işlevi, anlamsal değeri olan kostümler tasarlamış. Deve ile Kudret Yanardağ'ın ve Deve'nin Yardımcıları'nın ne maksatla aynı kravatları kullandığını anlayamadımsa kusur sanırım benimdir, cevher Çebi'nindir. Ersen Tunççekiç, sadece sahnenin bir
bölümü için değil, oyun alanı olarak kullanılan ve bölümlenen her nokta için geçerli üç boyutlu bir ışıklandırma tasarlamış.
Oyunculara yönelttiğim bu okların ilk hedefinde Kudret Yanardağ'da Rüçhan Gürel var. Bir oyuncu eline geçen fırsatı böyle heba eder mi yahu! Kudret Yanardağ karakterinin duygulan böylesine hareketsiz yorumlanır mı hiç? Bir oyuncunun hiç mi yaratıcı doğası olmaz? Murat Çobangil, Kemal Ağa'da neyse ne de Meyhaneci'de olamazcasına abartılı. Vali Muavini'nde Çağatay Özçelik de öyle... Gözde Bakşık'a Şehvar'ı canlandırırken, sesinin tonal değişikliklerine, farklılıklarına dikkat göstermesini önereceğim. Repliğinin anlamı için tonal değişiklikleri, farklılıkları önceden saptamalı. Bu arada, İfakat Dürdane'de Nalân Örgüt'ün duygulammlarını soğukkanlılıkla üretmeyi bilen bir oyuncu olarak alkışladığımı söyleyeceğim. İfakat Dürdane'nin duygulanımlarını izleyiciye başarıyla okutuyor, helal olsun doğrusu. Kel Mıstık'ta Türker Şenyiğit yönetmen ne söylediyse yapmış, iyi de etmiş. Yılmaz Tüzün, canlandırdığı dört karakterde de "performer" değil oyuncu olduğunun bilincinde. Oyunculuğunda tutarlığı ve bütünselliği koruyacak birimleri ve parçalama yöntemini iyi geliştirmiş.
Nevzat Hakan Dönmez, Fatih Kahraman, Gülay Toprak, Sevda Çiçek, Alptekin Ertürk, Evren Serter, Recep Ayyıldız, Tayfun Bakırdöken, Serpil Aktaş, Recep Sarı, Aytaç Özgür, Özlem Fidan Kamalıoğlu, Derya Kara, Ender Şeviker, Soner Akçay, Ufuk Bostancı, Mete Tataroğlu, Ali Sinan Demirkale olamazcasına ruhsuz ve kurular. "Kısa kes," derseniz, eleştirinin kısası, olmayınca masada bacak, ne yapsın rejisör Murat Atak...
33
Eleştiri Ayarı Bozuk Bir Oyun
Ragıp Ertuğrul
pe
ragip_ertugrul@tiyatrodergisi.com.tr
cy
a
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun bu sezon sergilemeye başladığı oyunlardan biri olan "Saatleri Ayarlama Enstitüsü", konusunu Ahmet Hamdi Tanpınar'ın aynı adlı romanından alıyor. Romanda Cumhuriyet öncesi dönemden başlayıp toplumda batılılaşma sürecinde yaşanan değişim/dönüşüm, hareketlenen/yozlaşan sosyal ilişkiler, halkın içinden bir karakter vasıtasıyla anlatılır. Oyunun uyarlayanı ve yönetmeni Özgür Yalım, her ne kadar oyun broşüründe, 'Bu oyun, "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" romanının oyunu değildir' dese de karakterleriyle, olayların gelişimiyle, bütün resmin oluşumuna katkı sağlayan hikâyelerle oyunun, romanın sahneye uyarlanmış şekli olduğuna tanık oluyoruz. Ancak bu derece içerik ve betimleme zengini bir romanı, felsefi bir altyapıya oturan eseri bir dramaturji çalışması yapmadan sahnelemek ne derece doğrudur sorgulamak gerekir. Devlet Tiyatrosu'nun kadrosunda dramaturglar niçin vardır? Dramaturgun önemi ve değeri niçin hâlâ anlaşılamamıştır? Eserin mesajının ve duygusunun
34
seyirciye aktarılmasında temel unsurun dramaturji olduğu ne zaman kabul edilecektir? Yönetmenin, romandaki ayrıntılı karakter çözümlemelerini, eksiksiz toplumsal gözlemleri sahneye yansıtması beklenmese de birbirini destekleyen hikâyelerin
Ahmet Hamdı Tanpınar'ın roman yoluyla göz önüne getirdiği toplum eleştirisi, aynı zamanda bîr dönemin tahlilidir de. eklemlenmesinden oluşan farklı bir kurgulamayla eserin etkili aktarımını gerçekleştirmesi beklenirdi. Ahmet Hamdi Tanpınar, romanında toplumsal değişimin ışığı altında neredeyse kendi gölgesinden kaçan, aynaya bakmaktan korkan veya tam tersine dev aynasının önünden ayrılmayan insanları, ilişkilerini, umutlarını, para, nam, şöhret, adı her neyse kapitalist sistemin oyuncaklarından bir şeyleri elde etmek için çabalayışlarını ele alır. Tanpınar'ın roman yoluyla göz önüne getirdiği toplum eleştirisi,
aynı zamanda bir dönemin tahlilidir de. Bizim beklentimiz doğaldır ki bu eserin bire bir sahneye yansıması ile değil ama en azından zenginliğine yaraşır bir uyarlama ile karşılaşmaktı. Sahneye taşınan kimi bölümlerin Özgür Yalım'ın sahnelemede eksen aldığı "batılılaşma ve akıl" konusuna ne şekilde bir katkı sağladığı anlaşılmıyor. Altın arama, halanın ölüp dirilmesi veya Hayri İldar'ın mahkemesi sahneleri bu yargımıza örnek teşkil ediyor. Sahnelemede nasıl bir yaklaşım sergileneceğine yönelik bir kararsızlık seziliyor ve bunun oyunculuklara da yansıdığı anlaşılıyor. Oyuncular göstermeci ile benzetmeci (taklit) türler arasındaki kararsızlığı oyunlarına aksettiriyorlar. Adnan Biricik de canlandırdığı iki rolden birinde taklit yönü ağır
Atatürk Kültür Merkezi'nin tadîlata girmesi ve Taksim Sahnesi'nden de çıkılması dolayısıyla Devlet Tiyatroları'nın yerleşik sahnesi azaldığından dekorlarda artık minimalist ve benzetmeci sahnelemeye olanak veren tasarımlar uygulanacağını sanıyoruz.
Mihriban Oran'ın kostümleri dönemi andırıyor olmakla birlikte yeterince ayrıntılı çalışılmadığının da göstergelerine sahip; ilk sahnede hademenin başında fesle sahneye çıkması, pantolon askısının üstüne kuşak takılması... Aristidi Efendi'nin gece vakti eczacı önlüğüyle sokakta dolaşması... Oyunda balo sahnesinde yer verilen ve bir düzenden bahsetmenin mümkün olmadığı dansın yaratıcısı Tuğba Özkul'un koreograflığını değerlendirme dışı bırakıyorum. Televizyon filmlerinde sigara görüntüsüne ambargo koyarak filmin tüm estetiğini yok eden devlet kurumları, her ne kadar istemesem de tiyatro sahnelerine de el atsın diyeceğim geliyor kimi zaman. Oyuncuların gerekli gereksiz sigaraya sarılmasına "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nde de rastlıyoruz. Sözün özü "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" uyarlamasında Tanpınar'ın eserine yaraşır nitelikte bir derinlik bulamıyoruz. Ancak modernleşme yolunda emekleyen bir toplumun eleştirisini, komik hikâyeler zinciriyle anlatmasıyla sezon seyircisinin ilgisini kazanacağı kesin.
pe cy
a
basan diğerinde ise daha realiteye yakın bir oyunculuk sergiliyor. Bununla birlikte her iki rolde de seyirciyi etkisi altına alıyor. Doktor rolünde İşdar Gökseven'in rolün çok içine girdiğini söyleyebilmemiz mümkün görünmüyor. Aysan Sümercan 'hala' rolünde tam bir tuluat oyunculuğu sergiliyor ve oynadığı sahnelerde tüm dikkati kendisine çekmeyi başarıyor. Atatürk Kültür Merkezi'nin tadilata girmesi ve
Taksim Sahnesi'nden de çıkılması dolayısıyla Devlet Tiyatroları'nın yerleşik sahnesi azaldığından dekorlarda artık minimalist ve benzetmeci sahnelemeye olanak veren tasarımlar uygulanacağını sanıyoruz. Ethem Özbora da siyah bir fon önünde iki koltuk bir sehpa ile oluşturduğu dekorda, 'eldeki imkân budur,' demeye getiriyor sanki.
35
Sadık Seyirci
M. Sadık Aslankara
pe
sadikaslankara@tiyatrodergisi.com.tr
cy
a
Karşılaştırılmayan Tiyatro
Mustafa Demirkanlı, tiyatro ödüllerinin dağıtıldığı gece, koluma girdi, "Tembellik yok" diye fısıldadı kulağıma, "bu yıl daha fazla oyun izleteceğiz sana..." Bunu ben de çok istiyorum elbette. Ama bakıyorum da, izlediğim oyun sayısı yıllardır aşağı yukarı aynı çizgide geziniyor. O zaman, bu düzeyi korumanın bile önemli olduğuna karar veriyorum. Öyle ya, bir de bunun altına düşme tehlikesi söz konusu... Ancak bu demek değil ki, izlediğim oyun sayısını artırmaya çabalamayacağım. Kim bilir, süreç içinde yükseltebilirim de belki bu sayıyı... Mustafa'ya, "Haklısın" dedim, "tembellik yok!" Tiyatro... Tiyatro...'da hemen her oyun, kendine yer bulabiliyor. Hatta aynı bir oyun üzerine, hem de derginin aynı sayısında farklı kalemler tarafından yazılar yayımlanabiliyor. Oyunların, böyle farklı yazarlar tarafından birkaç yazı halinde masaya yatırılması, değerlendirilmeye alınması, tiyatromuza büyük zenginlik kazandırıyor hiç kuşkusuz... Öteki yazar arkadaşlarımın dışında farklı bir
36
yaklaşımla kaleme alıyorum "Sadık Seyirci" başlıklı yazıları. Aynı topluluğun, farklı toplulukların hatta farklı mevsimlerde sergiledikleri değişik oyunları arasında koridorlar, kanallar açarak dolaşırken, gerek kavramsal açıdan gerekse izlek olarak ya da tiyatroyla ilintilendirilebilecek bir başka başlık altında bu oyunları karşılaştırıyormuş gibi yapmaya girişmek dizgeli bir çalışmayı zorunlu kılıyor aslında. Oluyor olmuyor ayrı, yapmaya çalıştığım bu. Söz konusu oyunların birleşip buluşan yanlarıyla ayrışan, birbirine ayna tutan yanlarını teyellemeye çabaladığım söylenebilir. Dikişin her zaman için tuttuğunu öne sürmek zor olsa da... Kimi üniversitelerin ilgili bölümlerinde okutulan "karşılaştırmalı edebiyat" dersleri gibi "karşılaştırmalı tiyatro" başlığı altında dersler var mıdır güzel sanatlar fakültelerinde, bilmiyorum. Haksızlık yapmak istemem, çünkü tiyatroda karşılaştırmaya yer verilmediği düşünülmemeli. Ne ki dökümler vermeye dönük toplu değerlendirmeleri
almıyorum burada. Bir iki oyun yazarımız üzerine yapılmış çalışmanın dışında yazarlık, yönetmenlik, oyunculuk, tasarım vb. bağlamında sahne sanatı verimleyicilerinin uzunca sayılabilecek dönemlerinin ele alındığı, bu kişiler üzerinde bütüncül bir bakışla, yıllara yayılan karşılaştırmaların yapıldığı monografik yayın var mı hiç? Sahnesine "Susturucu" Takılmış Tiyatro... Belki bizim devlet anlayışımız buna olanak tanımıyordur, olamaz mı? Söz gelimi özel tiyatro topluluklarına dağıtılan "devlet yardımı''nın her yıl farklı tepkiler almasına bakarak da böylesi bir yargıya
Birinci Dünya Savaşı'nın son aylarını asker olarak yaşamış ve İkinci'sinin gelişini (ön)gören Bertoit Brecht, bu ilk epik başyapıtında belki de değişik bir tiyatro türü yaratmasını bilmiştir,
Gerçekten niye karşılaştırma yapılmıyor tiyatroda? Bana sorarsanız, "karşılaştırma yöntemini"nden hoşlanmıyor insanlar. Çünkü zahmetli, bin emekli, bir o kadar da görmezden gelmen bir iş değil yalnız, yanı sıra özellikle karşılaştırmadan hoşlanmayanların topa tutmasına, saldırısına açık bir uğraşı da aynı zamanda. O zaman herhangi tiyatronun süregiden çalışmalarında gelişim gözlenip gözlenmediği, aynı toplulukların, aynı yazarların, yönetmenlerin, oyuncuların, tasarımcıların birbirini izleyen verimlerinde, gelişmeyle karşılaşılıp karşılaşılmadığı, bir gelişim gözleniyorsa bunun hangi yöne doğru, hangi ivmeyle, nasıl ortaya çıkıp kendini gösterdiği de bir türlü anlaşılamıyor doğal olarak. Bu yapılmadığı için tiyatrolarımız, birbirinin kopyası verimlerle sürdürüyor çalışmalarını; yazarlarımız, yönetmenlerimiz, oyuncularımız, tasarımcılarımız sürekli kendilerini yineliyorlar. Sonuçta yapılan iş sanat olmaktan çıkıp zanaata dönüşüyor, bu işi yapan kişi de sanatçı yerine zanaatçı olmaya koyuluyor gide gide. Bunu genel çerçeveye alarak ihtiyatlı bir dille söylemiş olayım. Türk tiyatrosunu tümden bu bağlamda değerlendirmeye girişmek haksızlık, bilimsizlik olmaz yalnız, yanı sıra bilinçle seçilmiş art niyete, hainliğe dönüşür.
pe cy a
varabilmek olasıymış gibi geliyor bana. Geçmişte tiyatrolara yapılan devlet yardımının ilk on yılını çeşitli açılardan değerlendiren bir yazı kaleme alıp yayımlamıştım Milliyet Sanat'ta, 1990-91'de. Aslında buna benzer çalışmaları, üniversiteler, tiyatro yazarları kadar Kültür ve Turizm Bakanlığının kendisi de yürütebilmeli. Öyle ya yardım alan tiyatroların, sağladıkları katkıyı nasıl değerlendirdikleri, bu yardımların tiyatromuzda ne gibi dönüştürümlere yol açtığı, toplulukların eylemlerinden, yapıp etmelerinden çıkmaz mı ortaya? Öyleyse karşılaştırma yapabilmek gerekiyor; alınan yardımın "inayet" olmaktan çıkarılıp tiyatro sanatına katkıya dönüştürülmesi başka türlü nasıl sağlanacak?
pay verilmediği için, kimileri de kendilerine biçilen yardım miktarını beğenmediği için reddediyor... Bana sorarsanız, hiçbiri haksız değil... Söz gelimi Ali Erdoğan, "bir boş zaman etkinliği" olarak alıyor "yok sayma"yı; "kendimi tiyatro dünyasının zencisi gibi hissetmeye başladım" diye ekliyor.
Oysa tiyatrolarımız yine feryat figan... Kimi topluluklar ateş püskürüyor kendilerine yardımdan
Ama siz, siz olun, yine de iyi bakın çevrenize... Yazından tiyatroya, sinemadan müziğe, resimden fotoğrafa, yontudan mimariye sanatın tüm
37
galiba... Bu düşünceyi bütün örnekler için öne sürebilmek olanaksız elbette. Ancak, tiyatromuzun bütününe genelde göz atıldığında bunu düşünmemek elde değilmiş gibi geliyor bana...
a
alanlarında bir örnek yaklaşımla, orta malı söylemlerle, kopya biçemlerle kotarılmış, birbirine bakarak kararmış, hadi daha usturuplu söyleyeyim birbirinden esinlenilmiş yaratılarla karşılaşmadığınızı söyleyebilir misiniz hiç?
Ödeneklilerden Devlet Tiyatrolar'ında genel müdür değişimlerine göre ya da yerleşik sahnelerde sergilenen oyunlara bakılarak vb. yollarla karşılaştırma çalışmaları yapılmadığı açık... Aynı şekilde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'ndaki sanat yönetmeni değişimleriyle yerleşik sahneleri için de bu söylenebilir. Sonra öteki ödenekli şehir tiyatroları Bakırköy, İzmit, Eskişehir, İstanbul'la birlikte dört farklı yönetimle sahne alan topluluklar olarak belirli ölçütler çerçevesinde karşılaştırılabilir... Biz bunları bile yapamamışken özel tiyatroları, amatör toplulukları, gençlik gruplarıyla kent tiyatrolarını nasıl karşılaştıracağız dersiniz?
pe
cy
Şaşırtmacaya Dayalı Tiyatro... Tiyatroların karşılaştırmalardan kendilerini kurtarabilmek için demeyeyim, ama yapılabilecek karşılaştırmalarda farklılık yansıttığı izlenimi bırakacak, hep farklılık sergiledikleri yönünde genel bir sanı uyandırabilecek yaklaşımları olmadığı da düşünülemez herhalde. Toplulukların, bu doğrultuda seyircide şaşkınlık yaratmaya dönük çaba harcadıkları söylenebilir pekâlâ. Bunun için düzenli, belirli ödenekten yoksun ya da ancak sınırlı zamanlarda belirli ödenekler kullanabilen topluluklar, kendi ekonomik olanaklarını dikkate alıp, önündeki süreci de göz önünde tutarak öngörüler geliştirirken ister istemez seyirciyi "yakalayacak" yapımlar arıyorlar kendilerine...
Sergilenen yapımların özellikle ayrıksı, ötekilerden farklı olması amaçlanıyor. Böylelikle hem seyircinin ilgisinin oyuna çekilebileceği hem de tiyatro kamuoyunun genel beğenisinin elde edilebileceği umuluyor. Bunun için ilk yaklaşım olarak "şaşırtma" geliyor usa, bunu sağlamak amacıyla da "büyü", olmadı -belki görece demek gerekir- "yanılsama" kullanılıyor. Sanatın kendi içinden fışkıran büyüye kim ne diyebilir? Ama burada dile getirilmek istenen salt şaşırtmak amacıyla, hesaplanarak kurulup kullanılan büyü, yanılsama... Peki tiyatrolarımız bu tutumuyla oyunlarını gerçekten farklı kılabiliyor mu? Sanırım, aynı bir eşeği, her kezinde farklı renklerle boyayıp yeniden satışa çıkarmanın sanat bağlamındaki uygulayımından başka bir tutumla karşılaşmıyoruz
38
İşte o zaman tiyatro üzerine kalem oynatan arkadaşlarımız da kolayına kaçıyor çaresizlik içinde...
Ama bunun tersi yaklaşımdan da söz edilebilir. Aynı toplulukların, oyuncuların oyunlarına "sürdürümcü" olmuş "tiryaki seyirci" yok mu sanki? Hatta bir açıdan aynı sayacağımız oyunun değişkelerini izleyen, bundan öteye geçmeyen? Ortaoyunlarından, meddah geleneğinden, köy seyirlik oyunlarından vb. geliyor olmasın bu yaklaşım? Teksesli toplum yapısı da körüklüyor olabilir bunu. Öyle ya belki seyirci hep aynı oyunu izlemek, ne bileyim oyuncu küfrettikçe, düşüp kalktıkça, şaşırdıkça gülmek, gülmek istiyor. İnsanımız hep Sait Faik'i, Reşat Nuri'yi okumaya, hep Osman F.Seden'in filmlerini seyretmeye, Çallı'nın
tablolarına bakmaya, Münir Nurettin'i dinlemeye can atıyor, bin kez tövbe ediyor, sonra gidip sandıkta aynı partiye oy veriyor... O zaman tiyatronun karşılaştırılamayışını anlamak kolaylaşıyor elbette. Tiyatroyu Karşılamak, Karşılaştırmak... Geçen ay toplam beş oyun izleyebilmişim ancak: Neil Simon'ın yazdığı, Özer Tunca'nın yönettiği Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı Büyük Âşıkların Sonuncusu; Gülsün Siren Kınal'ın yazıp Engin Gürmen'in yönettiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı Dinmeyen Alkışlar; yine aynı topluluk yapımı Luigi
Birinci Dünya Savaşı'nın son aylarını asker olarak yaşamış ve İkinci'sinin gelişini (ön)gören Bertoit Brecht, bu ilk epik başyapıtında belki de değişik bir tiyatro türü yaratmasını bilmiştir. Pirandello'nun yazıp Füsun Günersel'in çevirdiği, Engin Gürmen'in yönettiği Size Öyle Geliyorsa Öyledir; Jose Rivera'dan Mehmet Ergen'in çevirip yönettiği Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro yapımı Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor; Ali Erdoğan'ın yazıp yönettiği Kabare Dev Aynası yapımı İnsanoğlu İnsan...
Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor'da oyundaki askerle asker karısının ağdalı, hatta yer yer melodramatik ilişkisini çerçeveleyen buna tam ters yapıdaki gerçeküstücü yaklaşım, yazarın amacıyla ne ölçüde uyuşuyor, doğrusu anlayamadım... Bu biçem, oyundan yayılan savaş karşıtı havanın daha iyi yayılmasını, alımlanmasını mı sağlıyor? Zarfla mazruf karşıtlığının savaşla barıştaki karşıtlığı daha iyi vurgulayacağı düşünülemeyeceğine göre nasıl yorumlamalıyız bunu?... Ali Erdoğan'dan izlediğim üçüncü oyun İnsanoğlu İnsan. Daha önceki iki oyununda siyasal göndermeler, hatta skeçler önemli yer tutuyordu oyunda. Ama bu kez neredeyse hiçbir siyasal göndergeyle karşılaşmıyoruz. Peki ama, "kabare" yaptığını savlayan bir topluluk nasıl olur da sırt döner siyasal taşlamaya, hicve?
a
Eskişehir'deki oyunu kimin çevirdiği anlaşılmıyor, çünkü broşürde adı anılmıyor çevirmenin. Sonra "âşık" sözcüğü de "aşık" olarak geçiyor hep. Bir tiyatro topluluğu, kendi diline özgülenmiş en doğru, en güzel vitrinle çıkmak zorunda değil midir seyircinin karşısına? Sonra yönetmen sahneyi neden fotoğraflarla bezeme gereği duymuş acaba? Seyircinin belleğine mi güvenememiş?
Engin Gürmen bunu nasıl unutuyor? Aslı Seçkin'in "Oyuncu Kız" olarak başlayıp "Cahide" olarak sonlandırması, oyunda bunu zorunlu hale getiren bir dönüştürüm, soyutlayım da yoksa eğer, nasıl bağdaşır bu? Finalin zedelenmesine yol açmaz mı bu? Sonra Dinmeyen Alkışlar'la Size Öyle Geliyorsa Öyledir'de gözlenen, sürekli örtüştüğü izlenimi bırakan sahneleme tutumları (refleksleri) için neler söylenebilir acaba? Sahneyi, aynı mesafeyi hep aynı yaklaşımla kat eden koşucu gibi kurmak...
pe cy
Galiba ben de sağlıklı bir karşılaştırmaya girişemeyeceğim bu yazıda... Bütün bunlar bize neyi söylüyor dersiniz? Tiyatromuzun kolayına karşılaştırılamayacağı mı fısıldıyor kulaklarımıza ya da "karşılaştırılan bir tiyatro yapılmamalı" önermesini mi? Yoksa biraz daha cesaretli olmamız gerektiği gerçeğini mi?
Gülsün Siren Kınal, oyun içinde oyunla başlıyor denebilir Dinmeyen Alkışlar'a; iyi de yönetmen
39
Eleştiri Vur/Yağmala/Yeniden 1-2
pe cy
a
Normal İnsan Kavramı ve Güvenlik Sorunu Üzerine
Eser Rüzgar
eserruzgar@tiyatrodergisi.com.tr
Dot, 2005 yılında "Donmuş" (Frozen) oyunuyla başladığı Britanya kökenli in-yer-face akımıyla varlığını sürdürmeye, artık müdavimi olan izleyicisini etkilemeye, günden güne de yeni izleyiciler kazanmaya devam ediyor.
Yeni oyunları: "Vur/Yağmala/Yeniden" (Shoot/Get Treasure/Repeat). Dot ekibi, oyunu Tünel'deki Bilsar Binası'nda oynuyor ve hemen ardından da oyuncuların bir kısmı Mısır Apartmanı'ndaki "Kürklü Merkür" oyununa geçiyor. Sahne sayısının oldukça azaldığı şu günlerde Murat Daltaban, bir gecede iki oyun sahnelemeyi başarıyor ve yine bir gecede iki oyunda rol alabilen oyuncular da meslektaşlarını kıskandıracak bir lükse sahip olmuş oluyorlar. Ne diyelim darısı tüm yönetmen ve oyuncuların başına. Mark Ravenhill'in 2007 yılında yazdığı on altı kısa oyun, bir radyo oyunu ve bir epilogdan oluşan oyunu; Ekim ayında başlayan proje kapsamında her ay iki ya da üç oyun sahnelenecek ve Haziran ayında da toplu bir gösterimle tamamlanacak şekilde
40
tasarlanmış. Oyunlar Mark Ravenhill tarafından ilk olarak "2007 Edinburgh Festivali" kapsamında "Ravenhill for Breakfast'" projesi için yazılmış ve her gün bir oyun, oyuncular tarafından okunmuş. Nisan 2008'de de Londra'da farklı tiyatrolar (Paines Plough, The National Theatre, Out of Joint, The Gate Theatre, Royal Court) tarafından paylaşılarak üç hafta boyunca tüm oyunlar sahnelenmiş. Oyun metninin sarsıcılığı, diyaloglardaki gerçekçilik ve gözlem gücü, yazarı Mark Ravenhill'i biraz daha yakından tanımamızı gerekli kılıyor. 1966 doğumlu İngiliz yazarın, ilki 1995 yılında yazmış olduğu on yedi oyunu var, sonuncusu da "Vur/Yağmala/Yeniden". Tarihi tiyatroya saygısı olan ve kişinin geçmişine odaklanması gerektiği görüşünü savunan Ravenhill, 1990'lı yıllarda çağdaş İngiliz toplumunu anlatırken 2000'li yıllarda daha deneysel ve soyut çalışmalar yapmaya başlar. 11 Eylül terörizmine tepkisini dile getirdiği 2005 yılında yazdığı "Product" isimli tek kişilik satirik oyunundan sonra, "Vur/Yağmala/Yeniden"in de bu gerçekten
yola çıkılarak yazılmış olduğunu, savaşın birey üzerindeki etkisini anlatan öykülerin yer aldığını görmek mümkün. Bir ayrıntı olarak da yazarın "The Cut" isimli oyununun İngiltere'de sahnelendiğini ve ünlü aktör Ian McKellen'ın da bu oyunda rol aldığını belirtelim. Oyun genel anlamda; savaş, barış, otorite, özgürlük, demokrasi, suç, ceza, hastalık kavramlarını kullanarak bugünün kaosunu anlatmakta. Ekim ayı gösterisinin ilk oyunu "Kayıp Cennet''te; bir havayolu şirketinde hostes olarak çalışan Liz,
Uğur Polat, oğlunun korkuyla tanışmaması için elinden geleni yapmaya çalışan bir babayı ve karısıyla gece yatağa girdiğinde sevişme hesaplarını yapan bir erkeği izleyiciye aktarmada yine iyi oyuncu, yine çok başarılı.
İkinci oyun, "Dün Meydana Gelen Bir Olayda" tiyatro oyuncuları, bir gece önceki gösterileri sırasında arkadaşlarından birinin uğradığı saldırıyı araştırmakta, çürük elmayı bulmak için görgü tanığı aramaktadırlar. Aslında sanat ruhu taşıyan bu normal insanların, saldırıya uğrayan kişi yakınlarından biri olunca nasıl da taraf değiştirip birer şiddet yanlısı haline gelebilecekleri vurgulanır. Oyun metnindeki; "Normal bir ülkede, normal bir şekilde dolaşan, normal kadınlar ve normal erkekler için şükürler olsun Tanrım. Bu sabah içtiğim normal kahve için şükürler olsun Tanrım. Damgalama kanununu çıkarmaları için milletvekillerimize akıl ver Tanrım," cümleleriyle de ironi göze çarpıyor. Kasım ayı gösterisinin ilki "Korku ve Sefalet" adını taşıyor. Nina Simone müzikleri eşliğinde küçük burjuva bir ailenin akşam yemeğine tanık oluyoruz. Çift, yan odada uyuyan çocukları Alex'in geleceği için endişelenmekte, ona korunaklı bir hayat sunmak için yaşam önerileri getirmektedirler. Huzurlarını ve güvenliklerini sağlama adına paranoya düzeyinde önlemler alan çiftin aslında göz ardı ettikleri başka bir konu vardır. O da iç huzurlarını sağlayamamış olmaları.
pe cy
a
alt kattaki komşusu Ruth'un çığlıklarına dayanamaz ve komşusunu uyarmaya karar verir. İşkenceden bitkin bir halde olan komşusunu görünce önce tamamen insancıl güdülerle yaklaşarak onun için üzülür. Daha sonra ise gözlerini kırpmadan işkence yapabilen ama aslında normal! olan adamlar
geldiğinde kendini saf değiştirmiş bulur ve bu geçiş hiç de zannedildiği kadar zor olmaz. Evinin ipoteğini ödeyen, aileleriyle nehir kenarında gezinen bu normal adamların Ruth'un bir terörist olduğunu ve bu nedenle ona işkence yaptıklarını söylemelerinin ardından Liz, az önce şefkat gösterdiği Ruth'a silah doğrultan biri haline gelir. Oyunda "şeytan bile bu kadar korkunç değil, hepimiz iğrenciz," söyleminden hareketle normal insan kavramı sorgulanır.
İkinci oyun "Savaş ve Barış"; bir önceki oyunda anne babasının huzuru ve güvenliği için çırpındığı Alex, kafası kopmuş bir çöl askeriyle birliktedir. Babası onun havaya uçan askerlerden ve bombacılardan uzak kalması için uğraşırken "güvenlik hayattaki her şeydir" tezini savunurken, Alex, bir askerin ve savaşın korkunç yüzüyle boğuşmaktadır, rüyalarında ve bilinçaltında. Alex, Nietzsche'nin "übermensch" tanımı gibi bir üstinsan profiline sahiptir, buna karşılık ise çöl askeri sıradan insan kalıplarındadır ve Alex'in kusursuzluğunu tehdit etmektedir. Dot'un diğer oyunlarında da olduğu gibi sahne tasarımı ayrıntılara boğulmamış, dört oyunun üçünde mekâna eşlik eden sandalyelerden başka dekor unsuru yok. "Korku ve Sefalet" te kullanılan yemek masasıyla minimalist düzeyde bir dekor oluşturulmuş. Bu sade dekor, metnin yoğunluğu ve oyunculukların göz dolduruşu karşısında yerinde bir seçim olmuş. Oyunlarda, geçtiğimiz sezon "Kürklü Merkür"ün parti konuğu rolünde olan Cemil Büyükdöğerli'yi ve yine geçen yılın "Savaş İkinci Perdede Çıkacak" oyununun Vladimir Bendl'i olan Hakan Meriçliler'i rollerine olan hakimiyetleriyle görüyoruz.
41
"Vur/Yağmala/Yeniden"de Marilyn Manson'un Sweet Dreams şarkısıyla pek manidar bir seçim yapıyor. "Kendinize bile itiraf edemediğiniz gerçekleri vurduk yüzünüze, hadi bakalım tatlı rüyalar şimdi de," diyerek dünyayı ve yedi denizi dolaşıp sürekli arayış içinde olan, kullanan ve kullandırılan insan cinsine atıfta bulunarak noktayı koyuyor. İlk iki gösteriyi kaçıranlar, çok şey kaçırdınız maalesef Fakat temaların yakın, konuların bağımsız olduğu altı gösteri daha var bu sezon. Dot, Bilsar Binası'nda sizi bekliyor, giderken yanınızda kendinizle yüzleşme cesareti de götürün, sarsılmalarınızı hafifletir belki.
pe cy a
Sandalyeler arasında savrulan Gonca Vuslateri de düzgün oyunculuğuyla dikkat çekiyor. Uğur Polat, oğlunun korkuyla tanışmaması için elinden geleni yapmaya çalışan bir babayı ve karısıyla gece yatağa girdiğinde sevişme hesaplarını yapan bir erkeği izleyiciye aktarmada yine iyi oyuncu, yine çok başarılı. Kürklü Merkür'ün iki genç oyuncusu Tuğrul Tülek ve Cem Özeren'in oyunculukları ise, ses hakimiyetlerinin yanı sıra beden disiplinleriyle de göz dolduruyor. Dot, oyunların finalinde sert rock parçaları kullanmaya devam ediyor. Kürklü Merkür'de kullandığı Korn'un Evolution şarkısından sonra,
Yazan: Mark Ravenhill Yöneten: Murat Daltaban Çeviren: Özlem Karadağ Mekan Tasarımı: Yeşim Batakta Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan
42
Dün Meydana Gelen Bir Olayda... Ayçe Abana, Şebnem Bozoklu, Cemil Büyükdöğerli, Hakan Meriçliler, Melike Güner, Mert Öner, Pınar Töre, Tuğrul Tülek , Gonca Vuslateri.
Kayıp Cennet Ezgi Mola, Cemil Büyükdöğerli, Hakan Meriçliler, Gonca Vuslateri. Korku ve Sefalet Uğur Polat, Veda Yurtsever İpek, Tuğrul Tülek Savaş ve Barış Tuğrul Tülck,Ccm Özeren
Söyleşi Aşk Çeşitlemeleri Olarak Tanımlanabilecek
pe cy
a
Akıl Defteri
A. Nalân Özübek
naianozubek@tiyatrodergisi.com.tr
kıvrımlarını sesi ile yaptığı çeşitlemelerle Aralık bir kapıdan bilinmeden girilen aşk koridorlarında kendi kimliğini, kendi gerçek isteklerini birleştirerek var oluyordu sahnede, her zamanki gibi. "Ününün tamamen rastlantı sonucu olduğunu arayan bir kadın; Betül Gökçer, yaşadıklarını, açık yüreklilikle" dile getiren şarkıcı-oyuncu Jane yaşamak istediklerini sorgulayan bir erkek; Cem Birkin'in salınımları da bu oyundan anımsadıklarım Arabacıoğlu, ardı sıra gelen 3 günlük bir yaşantı sonunda der ki yönetmen, Esen Özman: "Kadın da arasında. Daha çok ticarî oyunlara imza atan Bernard erkek de aşkı kendi esriklikleri ile yaşayabilmelidir Murat'nın rejisinden ise hemen hiçbir iz kalmamış, yılların içinden. Ancak bu metin gizemli çekiciliği ama yine de galiba 'Mutlu Aşk Yoktur'. ile baştan çıkarmıştı beni. Akıl Defteri'ni Türkçeleştirme düşüncesi böyle filizlendi içimde. Bursa Devlet Tiyatrosu, Esen Özman 'ın Türkçeye kazandırdığı ve yönettiği "Akıl Defteri "nin Geçtiğimiz yaza girerken, hoş bir şey oldu. Yılmaz prömiyerini 1 Kasım 2008 'de Oda Tiyatrosu 'nda Öğüt Bey, Akıl Defteri'ni Mitos-Boyut'ta yaptı. Oyunun çevirmen ve yönetmeni olmanın yayımlamayı önerdi. Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürü getirdiği zorluklar ve kolaylıklarını öğrenmek isteğiyle Mehmet Gökçer Bey'in Akıl Defteri'ni sahnelemem başladık söyleşiye Esen Özman 'la... Ama ilk sorumuz; önerisi de hemen hemen aynı zamana denk düştü. neden Akıl Defteri? Yıllardır emek verdiğim bir dil ve kültür üzerinden yaptığım çalışmada böylesi bir çifte mutluluğu Jean-Claude Carriere'in yazdığı "Akıl Defteri" yaşamak doğrusu kıvanç verdi bana. Bu anlamda oyununu, 1993 yılında Paris'te, Comedie des Champsher ikisine de müteşekkirim. Elysees Tiyatrosu'nda izlemiştim. Benim idol oyuncularımdan Pierre Arditi paylaşıyordu sahneyi Bir oyunu Türkçeleştirirken göz ardı edilmemesi Jane Bikrin ile. Pierre Arditi yumuşacık bedeninin gereken noktalar nelerdir sizce?
43
rolüyle boğuşmakta. Yönetmen, rolü bağlamında oyuncuyu doğru yönlendirmeyi becerebilmeli. Aksi halde, oyuncu takılır durur, reji ne gibi numaralar yapacak diye. Kendi kafasını da iyice karıştırır. Oyuncuyu en saf, en bebek haliyle çalıştırmayı başarabilirse yönetmen işin yansını bitirdi demektir. Geriye kalan ise, reji düşüncesini teknikle buluşturmaktır. İşte o noktadan itibaren, oyuncu
Bir şeyi öğrendim galiba yıllar içinde. Oyuncuya "büyük sözler" söyleyerek kafasını karıştırmaya gerek yok. Oyuncu zaten rolüyle boğuşmakta. Yönetmen, rolü bağlamında oyuncuyu doğru yönlendirmeyi becerebilmeli. Aksi halde, oyuncu takılır durur, reji ne gibi numaralar yapacak dîye. yapılmak istenene uyanır. Yönetmenin oyuna sunduğu küçük göstergeleri algılamaya başlar. Oyunculuğunu yönetmen yardımıyla o ana kadar doğru kurabilmişse zaten, rejinin temel ilkesini kolayca yakalayamaması için bir neden kalmamıştır artık. Kaldı ki günümüz dramaturjisi, reji ile oyunculuğu aynı potada eritiyor bana kalırsa.
a
Türkçeleştirme yani çeviri yapmanın püf noktası "öncelikle iki dil ve kültürü içselleştirip, sonra ortak ve ayrışma noktalarını seçmeyi" başarmakla doğru orantılıdır. Şimdi söyleyeceklerim biraz iddialı olacak ama, ülkemizde çoğu çeviri oyun, yazık ki, metin anlaşılmamış olarak oynanıyor. Çünkü çeviri metin, ya ukala bir Batı hayranlığı eğilimiyle söze dökülmüş oluyor ya da içeriden algılanmadığı için derinlikli katmanlar ıskalanmış oluyor. Öteden beri söylerim, çağdaş dramaturji söz konusu olduğunda, yerli yazarlarımıza repertuvarlarımızda öncelik tanınmasından yanayımdır. Ne ki, kayda değer yabancı metinler de var, sahnelerimize taşınması gereken. Ayrıca şunca küçülmüş dünyada diğer kültürlerle kan bağı kurmak kaçınılmaz bir durum. Bu da demektir ki, artık bizim diğer dillerle ve kültürlerle içeriden ilişki kurmuş çevirmenlere gereksinimimiz var. Ancak şunu da belirtmek gerek. Çeviri bizde biraz ihmal edilmiş bir edebiyat türü. Çeviri yapabilmenin gene de ilk koşulu dilimizi iyi bilmek ve edebiyat beğenisine sahip olmaktan geçiyor elbette. Türkçeleştirdiğim oyunu yönetmiş olmaktan ayrı bir haz aldığım kesin. Söylediğim gibi, dilini ve kültürünü yakından tanıdığım bir oyunu yönetiyor olmak farklı bir sorumluluk duygusu ve heyecan yaşattı bana. Yönetmek, elbette görünen metnin en gizil dehlizlerine dalmak demek. Metni ilk okumada zor algılanır görünen noktaları benim sevgili oyuncularım, Betül Gökçer ve Cem Arabacıoğlu çabuk kavrayıp oyunu geliştirdiler.
pe cy
Nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz oyun yönetirken? Aynı zamanda bir oyuncu olduğunuzu düşünerek soruyorum bu soruyu. Amerika'yı yeniden keşfetmiyoruz elbette, ancak her yönetmenin de kendine özgü yöntemi olduğu kesin. Ben oyunculuk yapmayı da çok seviyor ve önemsiyorum. Bu nedenle reji çalışmalarıma iki düzlemde bakıyorum. Reji ödevimi başta ve sonda yapıp, ara süreci oyunculuk rejisine ayırmayı yeğliyorum. Bir oyun yönetme serüvenine girmeden, finaline kadar oyunu bitirmiş, çalışmış olarak oyuncularımın karşısına çıkmayı yeğlerim. Sanırım, film yönetmeni gibi, kareleri önceden yan yana getirip, oyunun sesini, müziğini önceden duyup, oyunun rengini önceden görmeyi seviyorum ben. Okuma provalarında kendi düş dünyamı oyuncularıma açmaya çalışırım. Var olan metin üzerinde nasıl bir düş kurduğumu onlara hissettirmeye çalışırım. İlk sahne provalarında ise onları serbest bırakıp doğaçlamalarını sağlarım. Onların yaklaşımlarını mümkün olduğunca kısa zamanda çözüp disiplin altına sokmaya gayret ederim. Yönetmen tiyatroda her şey, ama oyuncusuz hiçbir şey. Yönetmenin kafasında temel konsept hazırsa, ana yapı ile oyuncunun kafasını karıştırmamak bence. Bu nedenle, kare kare oyunculuk çalışmayı tercih ederim ben. Oyunculuk tarafını çözdükten soma, zaten yönetmende hazır bulunan konsepti dama taşlarını birleştirerek rejinin bütününe varmak kolay. Bir şeyi öğrendim galiba yıllar içinde. Oyuncuya "büyük sözler" söyleyerek kafasını karıştırmaya gerek yok. Oyuncu zaten
44
Akıl Defteri'ne yaklaşımınız nasıl oldu? Akıl Defteri'ni çalışırken de kendi dramaturjimi yapmaya gayret ettim elbette. Oyun 1967 yılında yazılmış. Bu önemli bir ipucu oldu benim için. Oyunun "1968 Hareketini" hazırlayan bir düşünce sistematiği içinde kaleme alınmış olduğunu sezdirmişti zaten bana metin. Aşk ve ikili ilişkiler,
Aşk ve ikili ilişkiler, yüzyıllardır binlerce kez işlenmiş batta biraz "yorulmuş" bir tema. Ama gene de o temaya, binlerce farkla bakış açısından yaklaşmak mümkün.
Yolculuk nasıl devam edecek? Bundan sonraki tiyatro yolculuğuma farklı renkte bir çalışmayla ama içinde gene Betül ve Cem arkadaşlarımın yer aldığı ve dekorunu Suar Şeylan'ın yapacağı bir oyunla devam etmeyi çok isterim. Provalar süresince benim akıl defterim olmuş, sevgili asistanım Ezgi Yentürk'ü de unutmadan elbette. Sahne üstü ve gerisinde çalışan tüm teknik ekip de mükemmeldi. Bursa Devlet Tiyatrosu'nun Müdürlüğü'nden en ufak birimine dek herkesin çok profesyonelce, aynı zamanda da özverili bir duyarlılıkla çalışmaya yaklaştığını söyleşimiz aracılığı ile dile getirmek isterim. Ayrıca, oyunu izlemek üzere Bursa'ya gelerek, oyun üzerine söyleşi yapma olanağını bana tanıdığınız için size de çok teşekkür ederim.
pe cy
a
yüzyıllardır binlerce kez işlenmiş, hatta biraz "yorulmuş" bir tema. Ama gene de o temaya, binlerce farklı bakış açısından yaklaşmak mümkün. "68 Hareketi" aşk-cinsellik yumağının yeniden gözden geçirilmesi, aşk-evlilik karşıtlığının yeniden sorgulanması dolayısıyla aile olgusunun yeniden yapılanması bağlamında önemli bir süreç. Akıl Defteri oyunundaki, kadın-erkek ilişkisini bu açıdan irdelemek istedim. Yabancı bir metni ilk anda algılamakta zorlanacağını düşündüğüm izleyiciye, "Paris'in 68'i" üzerine kurguladığım bir sinevizyon sunmak istedim oyunun öncesinde. Gerek teknisyen kullanmayı sevmediğimden gerekse oyunun akışkanlığını korumak amacıyla, sahne sonlan ve başlarındaki parantezleri açarak, parantez içi edimleri oyuncunun oynamasını sağladım. "68 Hareketi"nin bazı özelliklerini, örneğin anlam arayışı içinde bir değere tutunma arzusuyla uzak doğu felsefesine yönelme eğilimini, minik bir meditasyon sahnesiyle göstergelemek istedim. Yaptığımız çalışmanın ön oyununda erkeğe, son oyununda ise kadına yatakta aynı hareketleri yaptırarak, "68" ile başlayan, "80"ler ile toplumumuzda bile yükselen, "yalnızlık olgusunu", "yalnızlaşan insanın durumunu" ve "yalnız aşkları" seyirciye çağrıştırmak istedim. Oyundaki örtük erotizmi Picasso'ya ait bir nü tablo ile özdeşleştirmek yakın geldi bana. Neredeyse birbiri içinde kaybolup boğulan iki cinsi bu tablo iyi yansıtır düşüncesine odaklandım. Oyundaki KadınErkek çelişkisini evrendeki tüm zıtlıklara atfederek boyutlandırırsak, yin yang gerçeği çıkar karşımıza. Bu nedenle oyunumuzun afişi sevgili Suar Şeylan'ın (aynı zamanda oyunun dekoratörü) muzip buluşuyla yin yang grafiği üzerine kuruldu. Müzik, bir oyunu sahnelerken, bana kalırsa metnin ritmi ve sesi olarak en önemli etmenlerden. Oyun yönetirken, ilk önce müziğini ve bendeki o oyunu anlatan bir şiir ve tabloyu düşünürüm. Bendeki Akıl Defteri'nin müziği Serge Gainsbourg'un müziği oldu. Ülkemizde belki pek tanınmayan bu asi ruhlu müzisyenin müziğinin "68'li Akıl Defteri" ile iyi örtüştüğünü düşündüm. Gainsbourg yaşamını "zıtlıkların bütünselliği" üzerine kurgulamış, şarkılarında "cinsel ve tinsel aşkı" hep çelişkiler açısından ve mizahî çapkınlıkla açığa çıkarmış bir sanatçıdır. Akıl Defteri'nin bendeki şiirine gelince Louis Aragon'un hayat arkadaşı Elsa Triolet için
yazdığı "Mutlu Aşk Yoktur" şiiridir.
Yazan: Jean-Claude Carriere Çeviren-Yöneten: Esen Özman Dekor: Suar Şeylan Kostüm: Fatma Görgü Işık: Ali Karaman Oyuncular: Betül F. Gökçer, Cem Arabacıoğlu
45
Söyleşi "Taşı mermer, toprağı seramik, yaprağı ipek" bir şehir: Bilecik
A. Nalân Özübek
pe
nalanozubek@tiyatrodergisi.com.tr
cy
a
Ulusal Bilecik 5. Tiyatro Festivali
Fotograflar:
Bilecik, Marmara Bölgesi'nin güney doğusunda, Festival kapsamında ayrıca Tekin Temel ve Erkin ilginç olarak Türkiye'nin dört bölgesinin, Marmara, Ergin 'in "Yaratıcı Düşünce ve Farklı Bakış Karadeniz, İçanadolu ve Ege Bölgelerinin kesiştiği Teknikleri" üzerine atölye çalışmaları da yer aldı. noktada yer alıyor. Merkez nüfusu 45 bin olan bu Festival Onur Ödülleri ise, yıllarını tiyatroya vermiş güzel şehrimizin bu yıl beşincisini gerçekleştirdiği oyuncular; Enis Fosforoğlu, Metin Serezli ve Nevra bir tiyatro festivali var: Ulusal Bilecik Tiyatro Serezli 'ye takdim edildi. Festivali. 4 yılını geride bırakmış festivalin galası bu sene İstanbul 'da yapıldı. Bilecik Belediye Başkanı Selim Yağcı 'nın evsahipliğini üstlendiği gecede sanat Söz artık, Bilecik Belediye Başkanı Selim Yağcı 'nın... ve medya camiasından çok sayıda katılımcı vardı. Bilecik, tarihi kimliği itibariyle kuruluş ve kurtuluşun Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı beşiği olan bir yer. Kuruluşun beşiği diyoruz çünkü Kemal Fahir Genç ve Bilecik Milletvekili Dr. Fahrettin tarihin en büyük imparatorluğu olan Osmanlı Devleti Poyraz da geceye katılanlar arasındaydı. gibi bir devlete beşiklik yapmıştır. Bilecik, 26 Kasım - 4 Aralık 2008 tarihleri arasında Osmanlı'nın ulu çınarının köklerinin toprağa gerçekleşen 5. Ulusal Bilecik Tiyatro Festivali 'ne, salındığı ve filizlendiği bir coğrafya. Aynı zamanda 5taş Çocuk Tiyatrosu, "Şen Şakrak Kabare" ile; kurtuluşun beşiği de diyoruz, çünkü Mustafa Tiyatro Kare "Kim O? " ile; Enis Fosforoğlu Kemal'in 'Siz orada sadece düşmanı değil, Türk Tiyatrosu, "Ayna Ayna " ile; (-: Özel Tiyatro :-), ulusunun makûs talihini de yendiniz,' dediği ve "Annem 40 Yaşında Babaannem 20 " ile; Donkişot Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktalarından olan İnönü Tiyatro, "Karmakarışık" ile; E.S.E.K, "Sen muharebelerinin geçtiği topraklar... Tarihi kimlik Olmasaydın " ve "Kaygan Zemin " ile; Abdullah referansı çok önemli. Tiyatro ise sanatların anası ve Şahin Halk Tiyatrosu, "Çılgın Yenge " ile katıldı.
46
Deniz D e m i r k a n
içinde tüm sanat türlerini barındıran bir kompleks. Biz istedik ki birçok şeye ilklik yapan Bilecik, tiyatronun da merkezi olsun, tarihi anlamlarda çok önemli süreçler yaşayan bu topraklarda iki ana unsuru birleştirelim. Bilecik bu tarihi kimliği, birçok özelliği ile birlikte tiyatro ile de özdeşleşsin. Tabii başlangıçta bizim şartlarımız itibariyle bakıldığında amatörce ve içten gelen sevgiyle kaynaklanan bir düşünceydi fakat bu düşüncemizi gerçekleştirme noktasında bazı temel prensiplerden hareket ettik. Önce kendi pozisyonumuzu çok iyi tespit ettik. Dedik ki biz rastgele bir-iki oyun oynatarak halkımıza hizmet verme durumunda ve konumunda olmayalım, bir festival organize edelim, bu festival ilk önce doyurucu olmayabilir ama sabredelim, hedef noktaları koyalım. Bu hedef noktalan içerisinde nerelere gidebiliriz, bunlara göre duruma bakalım dedik.
pe cy
a
Tabii Bilecik'te birçok problemimiz de vardı. O durumdayken bile biz Bilecik adına, tiyatro adına belirgin planlar yapıyorduk. 2004 yılında şöyle bir durumumuz vardı. Bilecik Belediyesi 2 yıl personeline dahi ücretini ödeyememişti, 28 trilyon borca girmişti. Kurumsal anlamda pek çok problemleri olan bir belediyeydi. Halkımızın birçok ihtiyaçları vardı. Ama bizim anlayışımıza göre belediyecilik üçe ayrılır; fiziksel belediyecilik, sosyal belediyecilik ve kültürel belediyecilik. Bunlar aslında iç içe geçmiş hususlar, birini diğerinden ayırt etmek mümkün değil. Fakat öncelikleri iyi belirlemek lazım. Halkın ayağı çamur içindeyken siz kültürel belediyecilik noktasına doğrudan tüm imkân ve yatırımlarınızı yönlendiremezsiniz. Sosyal belediyecilik noktasında çok aşırı tarz ve tavır belirleyemezsiniz. Öncelikle halkın fiziksel koşullarını düzeltmeniz, belediyeciliğin temel öğesi olan fiziksel belediye; yol, su, kanalizasyon, çöp konularında ve bunları düzenli yapma noktasında faaliyet göstermeniz gerekir. Biz bu dengeleri kısa süre içerisinde kurduk. Çok ciddi mali ve idari yapı oluşturduk. Bunları yaparken de tiyatroya hizmet ve tiyatroyla Bilecik'i birleştirme noktasında hedeflerimizi koyduk. Dedik ki, öncelikle tiyatroyu ve Bilecikli hemşerilerimizi birbirine kaynaştırmamız lazım. İlk yıllarda seyirci bulmakta güçlük çekiyorduk. Sanatçılarımızın da bazı tereddütleri oluyordu. 'Bilecik'e gelsek nasıl olur, sahne nasıl, seyirci bizi anlar mı?' gibi. Ama dördüncüsünü yaptığımız geçen yıl gördük ki bu defa da seyircimize yer bulmakta güçlük çekiyoruz. Bu şunu ifade ediyor; Bilecikli hemşerilerimizle tiyatroyu kaynaştırdık. Artık onlar ayrılmaz bir bütün ve merakla beşincisinde neler var, hangi oyunlar var, bunları bekliyorlar. Sanatçılarımız Bilecik'in mütevazı şartlan içerisinde nasıl tiyatro yapabileceklerini gördüler, biliyorlar. Bilecik'te tiyatronun, tiyatro sevgisinin olduğunu, eksikleri de olsa bunun gönülden yapıldığını biliyorlar ve hepsine çok teşekkür ediyorum, bu konuda bize ciddi destek verdiler.
5. yılda bunları yaptıktan sonra Bilecik'te tiyatro yapıldığını hemşerilerimizle sanatçılarımız dışında diğer kurumlara, kuruluşlara, belediyelere gösterebilmek ve örnek olmak adına ulusal düzeyde bir kampanya başlatalım; bazı şeylerin zor şartlar içerisinde olsa da, azmedildiği zaman, sebat edildiği zaman, ne kadar sıkıntıda da olsanız yapılabileceğini gösterelim, bundan hem Bilecik hem de tiyatromuz faydalansın. Sahiplenme oldukça sanat çalışmaları üst düzeyde olacaktır. Çünkü bir şeyin pazarı varsa üretim de ona göre daha fazla oluyor. Arz-talep noktasında en azından sanat camiasına böyle bir desteğimiz olabilir. Ve gördüğünüz gibi bu sene 5. Ulusal Bilecik Tiyatro Festivali'nin galasını ve onur ödüllerini İstanbul'da yaptık. İstanbul'da yapmak kesinlikle Bilecik'ten kopmak değil, Bilecik'i İstanbul'a taşımak da değil. Bilecik'teki bu güzide sanat çalışmalarını Türkiye ile buluşturmayı hedefliyoruz. Bu noktada tüm sanat camiamıza ve basına teşekkür ediyorum, bize ilgi gösterdiler. Bizim Osmanlı Devleti'nin sembolü çınar ağacı çok köklü bir ağaçtır ve Bilecik topraklarında yetişmiştir. Bizim festivalimizin de bundan sonraki ödülleri Kristal Çınar Ödülleri olacak. Tiyatro gibi köklü bir sanat dalı, köklü topraklarda bu prensip içerisinde devam ettiği sürece bu dal yeşerecek, dal budak verecek ve belki de Bilecik'ten yeşeren bu tiyatro heyecanı Türkiye'yi, belki de dünyayı saracak. Biz bu konuda, bu tohumun atılmasında, yeşermesinde bir nebze de olsa su döken olabiliyorsak ne mutlu diyorum. Bu duygu ve düşüncelerle başladık ve gidiyoruz. Ancak, bir de diyoruz ki, biz bu festivali 5 yıl belediyenin desteğiyle yaptık ama artık bir sivil toplum yapılanmasını da oluşturmak lazım, idarecilere bağlı kalmamak lazım. Bugün biz tiyatroyu seviyoruz, yarın gelen arkadaşımızın önceliği bu olmayabilir. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır. Bu güzel olayı yarım bırakmak istemiyoruz. Bu sene belki bir vakıf, belki bir dernek yoluyla, festivali resmi kurumun dışına çıkartmak, Bilecik halkının ortak bir ürünü olarak devam ettirmek istiyoruz. O zaman daha uzun süreli olacağını düşünüyoruz. Bu konuda da kurumsal çalışmalarımız devam ediyor.
47
Çocuk Tiyatrosu
pe cy
a
Bir Şubat Gecesi
Eminim yazıları takip eden sevgili çocuk tiyatrosu dostları "artık şu yaş konusu da kabak tadı verdi," diyecekler, ama satırlarımın devamını okuduğunuzda hak vereceksiniz bana... Neden yapılan değişikliklerin arkası gelmiyor, neden bir önceki yıl yaş grubu afişlerde yer almaya başladığında ertesi yıl gelen gereksiz bir şeymiş gibi yok ediyor. İBBŞT geçen yıl afişlerde yaş grubunu duyurmaya başlamıştı bu yıl vazgeçmiş. Neden? Çok merak ettim. Özellikle seyirci kaygısı duymayan ödenekli tiyatrolar bu kültürü yerleştirmeye çalışması gerekirken neden vazgeçiyorlar. Anne-baba yaş grubunu takip ederek çocuğunu oyuna getirse hem çocuklar kendilerini aşan oyunlarla salonda oturmak, uyumak, koşuşturmak zorunda kalmayacak hem de daha büyük çocuklar oyunu daha rahat seyredecekler. Hem oyuna yazık hem de çocuklara, hem bugünün seyircisine hem de yarının seyircisine.
Artık tiyatrolarımız şu gerçeğin farkına varmalılar hafta sonları salonları annesinin babasının kucağında
48
Editör: Nihal Kuyumcu nihalkuyumcu@tiyatrodergisi.com.tr
çocuklar dolduruyor. Okula başlayan çocukları bir şekilde okullar tiyatroya götürüyorlar. Bu nedenle aile okula başladıktan sonra çok fazla onları düşünmüyor. Okul öncesi çocukları için düzenlenmiş çok büyük olmayan fuayelerde, yerlerde minderlerin üstünde ya da sahnenin üstünde oluşturulmuş özel alanlarda seyirciyle yan yana iç içe oyunlar seyretmeliler. Gerçi, Devlet Tiyatrosu'nun yeni yeri olan Cevahir Sahnesi'nin fuayesi, böyle bir şey için uygun değil ama sahne demontable oturma düzeniyle, istenen biçimde küçük seyirciye uygun hale getirilebilir. Öte yandan, tüketim toplumu üretme gayreti içinde olan, hatta varlık nedenleri böyle toplumlar yaratmak olan bu yerlerin içinde yer alan salonlar için üzülelim mi sevinelim mi bilemiyorum. İstanbul Devlet Tiyatrosu, bu tiyatro mevsimine yeni bir çocuk oyunu ile başladı. "Bir Şubat Gecesi". Oyunu İsveçli yazarı Staffan Göethe yazmış, Nurgök Özkale çevirmiş. Alıştığımız çocuk oyunlarından biraz farklı bir oyun. Seyirciler küçük
bir oğlan çocuğunun gece yatağına yattığında kafasında dolaşan düşüncelerini sahne üstünde izliyorlar. Konusu şöyle; çocuk mutsuz, çünkü arkadaşlarının zorlamasıyla ölüm yokuşundan kayarken babasının kırmaması konusunda dikkatli olmasını istediği termosunu kırmış. Babasının çok kızacağını düşünerek evden kaçmayı planlamaktadır. Komik şeyleri düşünmek ister, beceremez. Okulda yaşadıkları arkadaşlarını, kendi ölümünü düşünür. Düşünceler sahne üstündeki iki kişide somutlanmıştır. Çocuk yatağında yatmaktadır ve seyirci oyun boyunca çocuğu hiç görmez. Sonunda çocuk babasının belki de hiç kızmayacağını düşünerek rahatlar ve derin uykuya dalar. Oyun biter. Oyun, düşüncelerin sahne üstünde ete kemiğe bürünmüş hale gelmesi yani soyut olan bir şeyin somutlanması üzerine kurulmuş. Yani özellikle okul öncesi çağı hatta bir ve ikinci sınıfa kadar çocuklar için çok soyut kalıyor. Henüz somut işlem dönemine geçmemiş çocuk, sahne üstündeki iki kişinin aslında yataktaki çocuğun düşünceleri olduğunu ayırdına varamaz, anlatıcı bu durumu açıklar gibi görünse de. Nitekim oyun bitiminde çıkarken "çocuk neden uyanmadı, hep yattı" diye annesine soran bir seyirci bu konuda haklı olduğumuzu gösteriyor. Eğer anlasaydı, aslında çocuğun henüz uykuya daldığını bilerek böyle bir soru işareti oluşmayacaktı kafasında.
Devlet Tiyatroları yeni arayışlar içinde. Seçilen metinlerin didaktizmden uzak olmasıyla, çocuktan yana ve çocuğun dünyasından bakış açısına sahip tavrıyla DT yeni bir oluşum içinde olduğunu gösteriyor ki, bu çok sevindirici. Ayşe Lebriz'in gayretlerini yakından izliyoruz. Yakında Devlet Tiyatrosu ilginç projelerle çocuk ve gençlerin karşısına çıkabilir. Çocuk ve gençlerimiz adına seviniyoruz. Ne diyelim darısı tüm diğer özel ve ödenekli tiyatroların başına...
pe
cy
a
Çocuk oyunlarında dekor kostüm, ışık, oyunculuk yetişkin oyunlarından daha çok oyunu açıklayıcı,
tamamlayıcı olması gerekir. Oyun sahne üstünde üç kişiyle sürüyor. Gılman K. Peremeci masalcı teyzeyi çağrıştırsa da çocuksu giyimiyle daha farklı bir yerdeydi. Tane tane konuşmalarıyla, tatlı sert duruşuyla çocuklar onu sessizce dinlediler. Diğer iki düşünce kişileri Fevzi Erden ve Mert Tokatlı'dan oyunculukları ile biraz daha sakin, seslerini daha kontrollü kullanmaları beklenirdi. Artık sahnede oradan oraya zıplayan, geri geri gidip birbirine çarpıp düşerek -çocuklar başka bir şeye gülmezlermiş gibi her oyunda karşımıza çıkıyorsürekli komiklik yapmaya çalışan tiplerden çocuklar bıktılar. Kaldı ki oyun, düşünce dünyasının somutlandığı bir başka uzamda geçiyor. Bunu ışık, sahne düzenlemesi ve oyunculukla da görmeliydi seyirciler. Kırmızının hakim olduğu bir sahne görüntüsünün yerine daha pastel renklerin yer aldığı, daha yumuşak ışığın aydınlattığı bir sahne ve bu atmosfere hizmet eden müzik, oyuna daha çok hizmet ederdi.
49
Söyleşi Van D. T ve Ankara D. T. Ortak Yapımı "Ayyar Hamza" ve
A. Nalân Özübek
pe
nalanozubek@tiyatrodergisi.com.tr
cy
a
Van Devlet Tiyatrosu
Devlet Tiyatroları tarihinde ilk kez iki bölgenin ortak yapımı bir oyun sergilendi. Ankara Devlet Tiyatrosu ve Van Devlet Tiyatrosu —Ayyar Hamza. 13 Kasım 2008 'de Van 'da prömiyer yapan oyunun yönetmeni Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Hakan Boyav, 8 oyuncunun dördü Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçısı, dördü Van Devlet Tiyatrosu sanatçısı. Diğer bölgelere de bir örnek oluşturacağını düşündüğümüz bu projenin fikir babası Van Devlet Tiyatrosu Müdürü Sedat Şenoğlu ile Ayyar Hamza ve sezonun diğer oyunları üzerine söyleştik.
Bir ortak yapım projesi nasıl oluştu? Ben Van'da göreve Mart 2008'de başladım. Bildiğiniz gibi küçük kadrolu bir tiyatroyuz biz, bunun yanı sıra oldukça da genç oyuncularımız, öyle olunca, askere gidenler, anne olanlar sıklıkla karşılaştığımız durumlar, bu da kadromuzu daha da darlaştırıyor doğal olarak. Bu durumda ne yapabiliriz diye düşündüğümde, ilk aklıma gelen 2-3 kişilik oyun koymak oldu, sonra İzmir Devlet Tiyatrosu ile ortak
50
bir oyun yapılabilir fikri doğdu. Konuyu Genel Müdürümüz Lemi Bilgin ve Bölge Koordinatörümüz İskender Altın'la paylaştığımda fikir daha da gelişti, Serhat Nalbantoğlu ve Hakan Boyav'la görüştük ve Ankara Devlet Tiyatrosu ile ortak bir yapıma karar verdik. Bu bir anlamda Genel Müdürlüğümüzün bölgelere desteği olarak da değerlendirilebilir, böylelikle biz de Ankara Devlet'le beraber proje yapma güzelliğini tadıyoruz. Zorlukları da olmuştur mutlaka? Öncelikle bu yapım gönüllülük ilkesine dayalı bir yapım olacaktı. Ankara'da yaşayan oyuncuları Van'a getireceksiniz, buradaki oyuncularımızı Ankara'ya göndereceksiniz. Bu oyuncuların bir oyunda oynamıyor olması gerekiyor. Bütün bunları bir arada düşününce zorluk gibi göründü bize de. Bu gönül bağını en iyi kim kurabilir diye düşündük, Hakan'ın bu aşamadaki katkıları yadsınamaz. Sonrasında da aradığımız herkes seve seve kabul etti. Sizin
böylece çocukları tiyatroyla büyütüp, sorumlu olduğumuz bölgelerimize seyirci yetiştirmeye başlıyoruz. Bu program devam edecek, bir süreklilik olur ve devam eder, umuyorum.
a
anlayacağınız ihtiyaçlar insanları keşiflere iter, beni de kadro darlığı bu keşfe itti.
pe cy
Sezonun diğer oyunları nelerdir? Lope de Vega'nın "Çılgın Dünya" adlı oyunu 4 Ekim 2008'de prömiyer yaptı. Barış Erdenk tarafından sahnelendi ve tam bir performans oyunu; 10 kişilik bir kadro, 1,5 saatlik bir oyun, hiç ara vermeden oynanıyor, özgün müzik kullanıyoruz, dans şarkı oyun iç içe. Derdini anlatırken oyunculuğun ne kadar zor bir meslek olduğunu da gösteriyor. Turnelere de başladı, sürekli Ağrı, İstanbul, Iğdır, devam ediyor.
"Cucu Bilmiyor" isimli bir de çocuk oyunumuz var, o da deneysel bir çalışma. Proje Emre Basalak'ın,
Bu çocuklar kendi olanaklarıyla bir şeyler hazırlayıp okullarında sergiliyorlar, iki üç velinin İzlemesiyle yok olan çok iyi çalışmalar oluyor, biz bu oyunlara salonumuzda sahnelenme olanağı sağlıyoruz. reji de kendisine ait. Oyunu sahnenin üzerinde oynuyoruz, seyircileri de sahneye alıyoruz. Kulisten alıyoruz çocukları, sahnenin içinde seyrediyorlar. Sözsüz, nesnelerin tanıtıldığı bir oyun. Bu civarda salonsuz çok yer var, koltuğu da götürelim, kapalı her mekânda oynayalım diye düşündüm. Bu oyunda da ilkokul öncesi çocukları, sıcak bir şekilde ağırlayalım, bilmedikleri, anlamadıkları bir dille değil, canlı müzik eşliğinde nesneleri tanıtalım. Kalem ne işe yarar, ayakkabı nedir gibi. İki çocuk oyunumuz daha olacak, daha üst yaş grubuna,
Akdamar Çocuk ve Gençlik Şenliği hazırlıkları başladı mı? Birçok koldan hazırlıklara başladık bu sene. Biliyorsunuz 8.sini yapıyoruz Nisan'da ve büyük bir olasılıkla uluslararası bir boyut kazandıracağız artık. Geçen sene yurtdışından müracaatlar vardı ancak yeterince hazırlıklı değildik, bu sene daha şimdiden istekler gelmeye başlayınca biraz daha sıkı sarıldık, çalışmalarımız sürüyor. Geçtiğimiz yılda olduğu gibi bu yıl da Van'daki tüm ilköğretim okulları bir oyun hazırlıyor. Kendileri yazıyor, çalışıyorlar; sonra sahnemizde sergiliyorlar, istedikleri noktada sanatçılarımız danışmanlık yapıyorlar. Burada amacımız sadece şenliğe hazırlık değil elbette. Bu çocuklar kendi olanaklarıyla bir şeyler hazırlayıp okullarında sergiliyorlar, iki üç velinin izlemesiyle yok olan çok iyi çalışmalar oluyor, biz bu oyunlara salonumuzda da sahnelenme olanağı sağlıyoruz. Bir başka derdimiz de aralarından yetenekli olanlarına kurslar verip konservatuvarlara gönderebilmek. Aynı şekilde Akdamar Şenlikleri'nde de benzer çıkarımlarımız var. Her sene 15-20 kişi yetiştirebilsek yeter bize. Geri kalanları ise yarının iyi tiyatro seyircisi olarak nüfusa katılacaklar. Bu arada bir okul da yine kendi olanaklarıyla hazırlanıp, kendi uyarladıkları "Şair Evlenmesi" adlı oyunla Türkiye'yi temsilen Ankara'daki Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Çocuk Festivali'ne katılacak. 3 Aralık'ta da yine öğretmenlere konuşma sanatı tekniği ve yaratıcı
51
drama koçluğu kurslarımız başlıyor, bir ay öncesinden başvuru sayısı 250'yi aştı. Yeni projeleriniz nelerdir? Işıl Kasapoğlu ile Nâzım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları'nı Aralık'ta çalışmaya başlayacağız, 2 de çocuk oyunumuz var. Bunlar geçen yıldan planladığımız projeler. Belki önümüzdeki sezon için de bölgelerin ortak bir projesi olabilir. Yazın tatil yapmayıp turneden sonra 4-5 bölgeden 8-10 arkadaş bir araya gelip ortaya bir antik oyun çıkarabiliriz. Bölgelerin kucaklaşacağı böyle bir çalışma da planımızda var. Henüz çok yeni oluşan bir proje daha var (sanırım ilk size söylüyor olacağım). Tiyatro binamızın hemen yanında misafirhanemizin olduğu bir bina var, onun alt katını bir deneme sahnesine dönüştürme projesi bu. İsmini de belirledik; Metin And Geleneksel Türk Tiyatrosu Deneme Sahnesi. Elbette Genel Müdürlük heyecanla destekledi bu fikri. Belki 40-50 kişi seyirci alabileceğimiz, mimarisiyle, orijinalliğiyle, hayal perdeleriyle, her şeyiyle o döneme ait bir Geleneksel Türk Tiyatrosu Sahnesi. Herkesin çok malzemesi olduğuna ve bizimle paylaşacağına inanıyorum. İstekli olan tüm arkadaşlarımızla da hemen çalışmaya başlayacağız.
Bu oyunun asıl önemli tarafı Van Devlet Tiyatrosu ve Ankara Devlet Tiyatrosu'nun ortak yapım projesi olmasıdır. Bu oyunla birlikte bölgelerle merkezlerin ortak iş yapmasının önünü açmış olduk. Küçük şehirlerimizde yaşayan oyuncu arkadaşlarımız, varsa ellerinde iyi bir proje, istediği ilin kapısını çalabilir artık, yine kadroların geniş olduğu illerdeki arkadaşlarımız da, rol asılmadığı durumlarda iyi bir projeyle istediği bölgeye başvurabilir. Öte yandan bu ortak yapımın oyunculara da seyircilere de katkısı büyüktür. Van'da görevli arkadaşlarımızın Ankara'da sahne almaları kendileri için de Ankara seyircisi için de memnun edici bir durumdur, keza Vanlıların sadece televizyonda izleyebildiği oyuncuları sahnede izleyebilmeleri onlara büyük keyif vermiştir. Oyunun sanatsal boyutuna gelince, ille bir türe sokmak istiyorsak, postmodern bir oyun tanımını getirebilirim. Türk tiyatrosunda da, dünyada da örnekleri vardır. Biz de Ayyar Hamza'da, Geleneksel Türk tiyatrosu izlerinin üstüne modern bir humor, absürd bir mantık bindirdik. Geleneksel Türk tiyatrosunun bütün tatlarını korumaya özen göstererek saçma bir humor yükledik. Bu nedenle postmodern oyun denilebilir kanısındayım. Kişisel fikrime göre ortaoyunu Geleneksel Türk tiyatrosunun afacan çocuğuysa günümüz modern dünyasındaki afacan çocuk da absürd humordur. Bu iki afacan çocuğu tanıştırdığımız zaman birbirlerini sevmeyebilirlerdi ya da iyi arkadaş olabilirlerdi, bence iyi arkadaş oldular, ortaya güzel bir yapı çıktı. Çok da iyi eleştiriler alıyoruz, siz de izlediğinizde çok sevdiğinizi söylemiştiniz, izleyenlerin çoğundan da aynı tepkiyi alıyoruz. Az da olsa olumsuz eleştiriler de aldık, ancak dikkat ettim "sıkı gelenekselciler" sevmedi bu oyunu. Ortaoyunu o haliyle kalmalı, günümüz modern mizah öğeleriyle donatılmamalı, diyenler bu arkadaşlarımız ki ben hiçbir şekilde katılmıyorum. Elbette işin başında riskli bir yola çıktığımızı biliyordum ama Geleneksel Türk tiyatrosunun eski haliyle günümüzde çok karşılığını bulmadığı ortada. Önemli olan Geleneksel Türk tiyatrosunun tadı ve biçimini modern bir kalıba sokmanın, izlenebilir, tat alınabilir hale getirmenin yolunu bulmaktı, yapabildiğimizi düşünüyorum.
pe
cy
a
Siz böyle projeler üretin biz de yazmaya devam edelim Sedat Bey, çok teşekkür ederiz.
"Ayyar Hamza"nın Yönetmeni Hakan Boyav'dan...
52
pe cy a
''Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları Yılın Yapımı: Bana Bir Picasso Gerek (Duru Tiyatro) Duru Tiyatro yapımı olan Bana Bir Picasso Gerek, karanlık bir mahzende oynanan tiyatro sanatı adına apaydınlık bir oyun. Bir oyunun iyi bir oyun olma kriterlerinin tümünü kapsayan kusursuz bir yapım. İyi kurgulanmış dopdolu bir metin, zekice oluşturulmuş diyaloglar, sanat ve savaş kavramları üzerine çıkarımlar, başarılı bir reji, çok düzgün ve sahici oyunculuklar, farklı bir dekor tasarımı, mizansenle izleyiciyi etkileme başarısı ve iki kişilik olmasına rağmen hiç düşmeyen tempo. Oyunu hâlâ izlemeyenlere, "size kesinlikle bir Picasso gerek," diyor ve yılın yapımı oyumu Bana Bir Picasso Gerek oyunundan yana kullanıyorum. Yılın Yönetmeni: Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) Sanat ve aşk kavramlarını sorgulayan oyun; 'Her şey sanatın konusu olabilir mi, sanatta sınır nereye kadar, maksada ulaşma yolunda her yol mübah mıdır?' sorularıyla zihni meşgul eden bir oyun. Yönetmen Ergen, yurtdışı tecrübelerini bu oyunla Türk izleyicisiyle paylaşıyor. Mehmet Ergen, Aksanat'ın kısa bir süre önce en alt katını teknolojiye kaptırdığı, elde kalan diğer katlarını kullanıyor oyun boyunca. Üç kata ayrılan oyunda izleyiciyi oyun içinde sürükleme başarısını, oyundaki enerjiyi, ayrıca metni ve oyuncuları değerlendirmedeki yeteneğini etkileyici bulduğumu belirtir, genç kuşak seyirciyi tiyatronun içine alma çabasını da takdire şayan bularak yılın yönetmeni oyumu Mehmet Ergen'den yana kullanırım.
Eser Rüzgar
pe cy a
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Eleştirmeni
Yılın Kadın Oyuncusu: Ayça Bingöl (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Bir oyunun başarısında oyuncuların payı büyük elbette. Ayça Bingöl'ün başarılı oyunculuğu olmasaydı Bana Bir Picasso Gerek bu kadar etkileyici olabilir miydi, düşünmek gerek. Alman hükümetini temsil eden Bayan Fischer'in amacı daha doğrusu kendisine verilen görev Picasso'nun resimlerinden birini önce tespit etmek sonra da yok etmektir. Picasso hayranı olan, onun resimleri konusunda uzman bir kadının bu görev sırasındaki sert ve mağrur ifadesinin daha sonra nasıl bir duygusallığa dönüştüğünü Ayça Bingöl üzerinden seyretmek oldukça etkileyiciydi. Bingöl, özellikle mimikleriyle hatta kimi sahnelerde gözleriyle oynadığı ve fazlasıyla içselleştirmeyi başardığı Fischer rolünün hakkını verdi. Sert görünümünün altındaki hassas kadını çıkarmakta zorlanmadı. Ben de hiç zorlanmadan Yılın Kadın Oyuncusu Ayça Bingöl, diyorum. Yılın Erkek Oyuncusu: Sezai Altekin (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Uzun bir aradan sonra sahnelere dönen Sezai Altekin, iddialı bir rolle izleyiciyle buluştu ve iddialı bir oyunculuk sergiledi. Altekin, Picasso'yu normalin üstünde bir performans sergileyerek canlandırdı. Oyun başındaki tereddütlü halleri, oyun içindeki iniş çıkışları, bir sanatçı karakterin duygu patlamalarını sahici olarak yansıtmayı başardı. Altekin, ilerlemiş yaşına rağmen uzun diyaloglarla yüklü metni üstelik tek perdede hiç sekmeden izleyiciye aktardı. İkilinin uyumunu görüp Ayça Bingöl mü Sezai Altekin'i bu oyunculuğa taşıyor, yoksa Sezai Altekin mi Ayça Bingöl'ü başarılı kılıyor, buna tam karar veremiyorum, ama Yılın Erkek Oyuncusu kararımı Sezai Altekin olarak veriyorum.
54
Yılın Yerli Oyun Yazarı: Nesrin Kazankaya (Profesör ve Hulahop - Tiyatro Pera) Yazmış olduğu oyun metinlerinde genellikle Türk siyasi tarihinden beslenen, dönem tespitlerini yerinde yapan, genç kuşağa tiyatro sanatı aracılığıyla yakın tarihimizi anlatma başarısı gösteren kalemi güçlü bir yazar Kazankaya. Kahramanlarını tarihsel boyutta değerlendirmekten öte onların psikolojik derinliklerine inerek toplumla ve kendileriyle yüzleşmelerini sağlayan karakterler yaratan ve bu karakterleri oyun kurgusu içinde yerli yerinde kullanmayı başaran Kazankaya'nın, geçen sezon Şerefe Hatıralar'daki metin başarısını bu sezon da Profesör ve Hulahop için söylemek mümkün. İki kişilik oyundaki aydın kişinin bir dağ başında geçmişiyle yüzleşmesi kurgusunu başarılı bulduğumu belirtir, yılın oyun yazarı oyumu Nesrin Kazankaya'dan yana kullanırım. Yılın Çevirmeni: Şükran Yücel (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Oyunun başarısındaki en önemli etkenlerden biri de çeviridir şüphesiz. Akıp giden kıvrak çevirisi, anlatım bozuklukları içermeyen düzgün cümleleri, sahiciliğini yitirmeyen zekice diyalogları nedeniyle Bana Bir Picasso Gerek oyununun çevirisini başarılı bulduğumu belirtir, Amerikalı yazar Jeffrey Hatcher'ın yazdığı metni Türkçeye kazandıran Şükran Yücel'i yılın çevirmeni olarak aday gösteririm. Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Tekrar Çal Sam - İBB Şehir Tiyatroları) Barış Dinçel'e ait olan gösterişli dekor, özenli ve emekli bir çalışmanın ürünü. Bir sinema adamının evini tamamen yansıtan, kırmızı objelerle de sıcaklaşan dekor oldukça başarılı. Film afişleriyle ve ayrıntılarla zenginleşen ana dekorda, sahne değişimleri işlevsel bir şekilde yapılıyor. Arka plandaki yeşil fayanslarıyla banyo dekoru da gerçekçi bir mekan tasarımını destekliyor. Sinema ruhunun yansıdığı dekoru beğendiğimi belirtir, yılın sahne tasarımı oyumu Barış Dinçel'den yana kullanırım.
a
Yılın Giysi Tasarımı: Gülhan Kırçova (Bir Şehnaz Oyun - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Dönem oyunlarındaki sahiciliği yansıtmak, bunu yaparken de renk uyumunu ve canlılığı elden bırakmamak adına Bir Şehnaz Oyun'un giysi tasarımını başarılı bulduğumu belirtir, yılın giysi tasarımı oyumu Gülhan Kırçova'dan yana kullanırım.
pe cy
Yılın Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz (Venedik Taciri - Tiyatro Pera) Geçen sezon Şerefe Hatıralar oyununda da çok başarılı bir iş çıkaran ama ödülü kıl payı Fatih Mehmet Haroğlu'na kaptıran Yüksel Aymaz, bu sezon Venedik Taciri'yle yine düzgün bir ışık oluşturdu. Oyunun ilk sahnesindeki yemek masasıyla göze çarpan ışık düzeni oyun boyunca aksamadan devam etti. Aymaz, derinliği ve açıları iyi ayarlıyor ve yılın ışık tasarımı oyu benden Yüksel Aymaz'a gidiyor. Yılın Oyun Müziği: Çiğdem Erken (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Bir piyano (Ayça Daştan) ve iki viyolonselden (Tansu Eğinlioğlu ile Derya Davulcu) oluşan minimalist orkestra yalın, ama derinliği olan ve ruha işleyen bir oyun müziğiyle karşımıza çıkıyor. Özellikle ölüm ve ayrılış sahnelerinde beliren, oyunculardan solist Nazlı Uğurtaş'ın güçlü sesiyle müzikalite daha anlamlı hale geliyor. Çiğdem Erken, seçimini hüzünlü ama etkileyici notalardan yana kullanıyor. Ben de seçimimi Çiğdem Erken'den yana kullanıyorum.
55
"Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları Yılın Yapımı: Sivas '93 (Dostlar Tiyatrosu) Yılın Yapımı değerlendirilmesinde şu oyunlar arasında bir seçim yapmak zorunda kaldım. Aldatma (Nilüfer Belediyesi Prodüksiyon Tiyatrosu) / Bana Bir Picasso Gerek (Duru Tiyatro) / Bir Şehnaz Oyun (İDT) / Kibarlık Budalası (Tiyatro Kedi) / Savaş 2. Perdede Çıkacak (İDT) / Sivas '93 (Dostlar Tiyatrosu) /Şeylerin Şekli (Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) / Venedik Taciri (Tiyatro Pera). (Tüm kategorilerde soyadına göre ABC sıralaması uygulanmıştır). Her biri kendi türünde ve kendi içinde üst düzey işler olan, anlatım yollarıyla seyirci üzerinde sanatsal ve düşünsel kalıcı etkiler yaratan, belleklerde kalacak bütün bu oyunlar arasından yalan tarihimizin unutturulmaya çalışılan ancak hâlâ canlı bir yarasını, 1993 Temmuzu'nda Pîr Sultan'ı anmak için Sivas'a gelen 37 aydının kışkırtılmış çevrelerce ateşe verilen Madımak Oteli'de acı biçimde öldürülmesinin tragedyasını uzun bir belgeleme ve yazıya dökme çalışması sonunda siyah ve kırmızı renklerin etkin olduğu son derece yalın, ancak o derece etkileyici bir görsel ve şiirsel anlatımla sahneye getiren Sivas '93'ü yılın yapımı seçiyorum.
Hasan Anamur Radikal Gazetesi Eleştirmeni
Yılın Yönetmeni: Genco Erkal (Sivas '93 - Dostlar Tiyatrosu) Yılın Yönetmeni seçimini soyadlarına göre ABC sıralamasıyla verdiğim aşağıdaki şu yönetmenler arasından yaptım: Arif Akkaya (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) / Hakan Altıner (Kibarlık Budalası - Tiyatro Kedi) / Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) / Genco Erkal (Sivas '93 (Dostlar Tiyatrosu) / Yücel Erten (Savaş İkinci Perdede Çıkacak -İDT) / Şakir Gürzumar (Bir Şehnaz Oyun - İDT) / Nesrin Kazankaya (Venedik Taciri - Tiyatro Pera) / Murat Karasu (Aldatma - Nilüfer Belediyesi Prodüksiyon Tiyatrosu).
a
Hemen her biri ayrı yapıda, ayrı anlatım özellikleri içeren bu oyunların sahneye koyucuları arasından da, Sivas '95'le Türkiye'nin yakın geçmişinde yaşanmış bir toplumsal yarayı, bir tragedyayı, görsel ve sessel efektlerle ve müzikle destekleyerek, yalın ancak çarpıcı biçimde seyirci üzerinde somut bir bilinçlenme etkisi yaratarak sahneden yansıtan Genco Erkal'ı seçiyorum.
cy
Yılın Kadın Oyuncusu: Vahide Gördüm (Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler - oyun atölyesi) Yılın Kadın Oyuncusu seçimini de her biri kendi alanında çok etkileyici yaratılarla seyirciyi etkileyen şu oyuncular arasında yaptım: Ayça Bingöl (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro); Demet Tuncer (Müzikaldeki Hayalet - Tiyatro Kedi); Nesrin Kazankaya (Venedik Taciri -Tiyatro Pera); Tilbe Saran (Koca Bir Aşk Çığlığı - Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu); Vahide Gördüm (Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler - oyun atölyesi).
pe
Bu çok değerli oyuncular arasından da yine çok güç bir seçim aşamasından sonra rolü gereği oyunun başından sonuna kadar gerçeği ve gerçek duygularını değil, bunların tam tersini oynayan, gerçek kişiliği ve duyguları içinde ikinci bir kişilik oynayan ve seyirciyi bu yönde son derece inandırıcı bir biçimde yönlendiren Vahide Gördüm'ü (Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler - Oyun Atölyesi) seçiyorum. Yılın Erkek Oyuncusu: Sezai Altekin (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Yılın Erkek Oyuncusu seçimini de soyadlarına göre ABC sıralamasıyla aşağıdaki oyuncular arasından yaptım: Sezai Altekin (Bana Bir Picasso Gerek - Tiyatro Duru) / Halûk Bilginer (Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler - Oyun Atölyesi) / Haldun Dormen (Kibarlık Budalası - Tiyatro Kedi) / Mehmet Ali Kaptanlar (Venedik Taciri - Tiyatro Pera) / Murat Karasu (Aldatma - Nilüfer Belediyesi Prodüksiyon Tiyatrosu) / Cüneyt Türel (Karatavuk - Dot) / Hakan Meriçliler (Savaş 2. Perdede Çıkacak - İDT) / Selçuk Yöntem (Koca Bir Aşk Çığlığı - Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu). Sonuçta, Radikal'de yayımlanan eleştirimde yazdığım gibi (26 Ocak 2008), "ruhsal, sanatsal, duygusal girdaplar, gerçeklerle yüzleşmeler, gerçekleri dile getirmeler, yerine göreyse beyaz yalanlar, zekâ zigzagları, çetrefil oyunlarla gerçeklerden kaçmalar, kadın - erkek ilişkilerinin bilinçaltı kıvramları, yumuşakbaşlılıktan zaptedilmez öfkeye varıncaya kadar tüm renkler yelpazesiyle ve beklenmedik gelişmelerle yüklü ve etkili biçimde gerçek ortamında derinden yaşatan" Sezai Altekin'i (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) yılın oyuncusu olarak seçiyorum. Yılın Oyun Yazarı: Genco Erkal (Sivas '93 - Dostlar Tiyatrosu) Yılın oyun yazarını da yine zorlu bir seçim sonucunda Genco Erkal (Sivas '93); Özen Yula (Gözü Kara
56
Alaturka - Bakırköy Şehir Tiyatrosu); Yiğit Sertdemir (444 - Altıdan Sonra Tiyatro); Zafer Diper (Olya - Bizim Tiyatro) arasından seçtim ve oyumu, yukarıda Yılın Yapımı ve Yılın Yönetmeni bölümlerinde de olduğu gibi, uzun bir belge araştırma ve derleme sonucunda bir toplumsal tragedyayı abartıdan uzak ancak çarpıcı bir kurgu ve anlatımla sahneye getiren Sivas '93'ün yazarı Genco Erkal'a veriyorum. Yılın Oyun Çevirmeni: Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) Yılın oyun çevirmeni olarak da, tiyatro çevirisinin dikenli yollarını ustaca kateden şu adlar arasında yine güç bir seçim yapmak zorunda kaldım: Şehsuvar Aktaş {Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler - oyun atölyesi); Halûk Bilginer {Aldatma - Nilüfer Belediyesi Prodüksiyon Tiyatrosu) / Mehmet Ergen {Şeylerin Şekli Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) / 39 Basamak - Kent Oyuncuları) / Yücel Erten {Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İDT) / Şükran Yücel (Bana Bir Picasso Gerek - Tiyatro Duru) ve sonuçta oyumu Mehmet Ergen'e {Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) / 39 Basamak -Kent Oyuncuları) veriyorum. Yılın Sahne Tasarımı: Ali Cem Köroğlu (Bir Şehnaz Oyun - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Yılın Sahne Tasarımı alanında da aşağıdaki sanatçıları içeriğin görsel anlatısını en etkili, en zevkli, içeriği en fazla destekler yönleriyle verebildikleri için seçiyorum: Gizem Gürsel / Sedef Kermen {Kibarlık Budalası - Tiyatro Kedi) / Neil İrish {Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) / Ali Cem Köroğlu {Bir Şehnaz Oyun - İDT) / Ortak Yapım {Sivas '93 - Dostlar Tiyatrosu) / Başar Sabuncu {Bayazıt - İBBŞT) / Zuhal Soy {Bana Bir Picasso Gerek - Tiyatro Duru). Bu eserler arasından, olayı ilk baştan mekânına ve zamanına ustaca yerleştiren ve iki ayrı birim olarak kullandığı döner sahnelerle çok sahneli ve çok kişili oyuna hareket ve renk katan Ali Cem Köroğlu'nun {Bir Şehnaz Oyun - İDT) çalışmasını seçiyorum.
cy
a
Yılın Giysi Tasarımı: Canan Göknil (Bayazıt - İBB Şehir Tiyatroları) Yılın Giysi Tasarım alanında da adları aşağıda belirtilen sanatçılar arasında bir seçim yapmak zorunda kaldım: Canan Göknil (Bayazıt - İBBŞT) / Türkân Kafadar :(Kibarlık Budalası - Tiyatro Kedi) / Gülhan Kırçova (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İDT / Bir Şehnaz Oyun - İDT) / Nilüfer Moayeri (Venedik Taciri - Tiyatro Pera) / Efter Tunç (39 Basamak Kent Oyuncuları).
pe
Ve sonuçta oyumu eylemi sahneye koyucunun yorumu doğrultusunda evrenselleştiren, Roksan'ın giysisine süsleme gibi asılmış hilaller dışında Osmanlı sarayından çok zamandışı bir mekânın renklerini yaratan Canan Göknil (Bayazıt - İBBŞT) için kullanıyorum. Yılın Işık Tasarımı: Arif Akkaya (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Yılın Işık Tasarımı alanındaki adaylarımsa şu sanatçılardır: Arif Akkaya (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) / Enver Başar {Bir Şehnaz Oyun - İDT) / Yakup Çartık (Savaş İkinci Perdede Çıkacak) / Ortak Üretim (Sivas '93 - Dostlar Tiyatrosu) / Cem Yılmazer (39 Basamak -Kent Oyuncuları). Her biri oyunun bildirisini ve görselliğini, ışık ve gölge göstergelerini başarılı biçimde vurgulayan bu çalışmalar arasından Yakup Çartık'm tasarımını (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İDT) seçiyorum. Yılın Müzik Tasarımı: Çiğdem Erken (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Bu alanda da etkileyici çalışmalara tanık olduk. Selim Atakan (Bayazıt - İBBŞT) / Çiğdem Erken {Savaş İkinci Perdede Çıkacak) / Cem İdiz (Bir Şehnaz Oyun - İDT) / Tevfik Kulak (Aldatma - Nilüfer Belediyesi Prodüksiyon Tiyatrosu) / Cenk Taşkan (Müzikaldeki Hayalet - Tiyatro Kedi) tarafından yapılan, yine her biri içeriğe göre ayrı ayrı başarılı bu tasarımlar arasından da Çiğdem Erken'in özgün uygulamasını {Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İDT) seçiyorum.
57
"Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları Yılın Yapımı: Bir Şehnaz Oyun (İstanbul Devlet Tiyatrosu) Turgut Özakman'ın müzikli oyunu, türünde başarılıydı. Cem İdiz'in müziğiyle oyuna renk katmasının ötesinde, bütün olarak yıllarca ilgi çekti. Şakir Gürzumar, AKM'nin Büyük Salonu'na uygun büyük bir yapım olarak sahneye koydu. Bu tür oyunlara örnek verilebilecek düzeyde oluşu ve oyuncuların yorumlan ilgi çekti. Bütünleyici başarısını da beraberinde getirdi, bir diyalog ustası Özakman, kendi yapıtına ayrıcalık katıyordu. Yılın Yönetmeni: Nesrin Kazankaya (Venedik Taciri - Tiyatro Pera) Shakespeare'in "Venedik Taciri" adlı yapıtını Türkçeye çevirdi ve Tiyatro Pera'da, bu soy yapımların güçlüğüne karşın, Shakespeare biçemine yaklaşan yorumuyla başarılı oldu. Metindeki yorumuna uygun ufak tefek değişiklikler "Venedik Taciri"ne renk kattı. Yılın Kadın Oyuncusu: Ayça Bingöl (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Duru Tiyatro'da Akif Akkaya'nın sahneye koyduğu "Bana Bir Picasso Gerek", bir yazar ve sanat tarihçisi olarak ünlü Picasso'yu sorgular. Ayça Bingöl, yargıçlara örnek olabilecek olağanüstü bir sorgulama yöntemi uyguluyor. (Oyun, halen Duru Tiyatro'da sergileniyor.) Salt Ergenekon Mahkemesi'ndeki yargılamayı yapanların Ayça Bingöl'ün sorgulama biçemini ve yöntemini görmelerini öneririm.
Yılın Oyun Yazarı: Yiğit Sertdemir (444 - altıdan sonra tiyatro) "altıdan sonra tiyatro"nun kurucusu, yazan ve yönetmeni. "444" adlı oyunuyla, bu alandaki çalışmalarında kendini aşmaya çalışıyor. Üretken, çağcıl yazar ve yönetmen olma yolunda başarılı.
a
Yılın Çevirmeni: Şükran Yücel (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) "Bana Bir Picasso Gerek" adlı çeviriyi sahne diline aktarmasındaki başarısı önemliydi. Başarılı çevirinin, oyuncuların başarılarına katkı sağladığı bir gerçek. Yılın Sahne Tasarımcısı: Ali Cem Köroğlu (Bir Şehnaz Oyun - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Ali Cem Köroğlu, Özakman'ın "Bir Şehnaz Oyun"unda dekorun teknik açıdan kullanılmasındaki yaptığı çözümleme, oyuna uygun tasarım, yönetmene ve oyunculara kolaylık sağlıyordu.
pe cy
Hayati Asılyazıcı Cumhuriyet Gazetesi ve Bizim Gazete Eleştirmeni
Yılın Erkek Oyuncusu: Mehmet Ali Kaptanlar (Venedik Taciri - Tiyatro Pera) Tiyatro Pera'da Nesrin Kazankaya'nın yönettiği "Venedik Taciri", alanında ve konusuyla Shakespeare yapımlarının en güç olanlarından biridir denilebilir. Döneme göre 'ticari-ekonomik' ilişkiler açısından "Shylock" karakteri ve rolünü canlandırma, boyutunu çizip betimleme ve Yahudi ağzıyla olağanüstü bir karakter yaratıyor, Kaptanlar.
Yılın Giysi Tasarımcısı: Gülhan Kırçova (Bir Şehnaz Oyun - İstanbul Devlet Tiyatrosu) "Bir Şehnaz Oyun"un dönemleriyle ilgili giysi tasarımları, oyunun kurgusuna uygun ve başarılıydı. Yılın Işık Tasarımcısı: Fatih Mehmet Haroğlu (Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz - İBB Şehir Tiyatroları) Aziz Nesin'in "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz" oyununda, yönetmen Kenan Işık'la uyumu ve sahne trafiğindeki çözümlemeleriyle dikkati çekti. Yılın Oyun Müziği: Adayım yok.
"Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları Yılın Yapımı: Sivas '93 (Dostlar Tiyatrosu) Dostlar Tiyatrosu'nun "Sivas '93" adlı yapımı Türkiye insanının yakın tarihte yaşadığı toplumsal bir travmayı yeniden tartışmaya açtığı, hafıza kaybı yaşayan halkın dikkatini çekmek ve yeniden değerlendirmesi ve gündemine taşıması için sahneye aktarılması anlamında önemli bir işlev yüklenmiştir. Dostlar Tiyatrosu'nun bu tavrı sanatsal ve politik olduğu kadar aynı zamanda oyunun kendisi estetik değeri ortalamanın üstünde bir çaba ve cesurca bir yaklaşım içerdiği için bu ödülü almaya hak kazanmıştır. Yılın Yönetmeni: Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) Mehmet Ergen; son yıllarda sahneye aktardığı özgün oyunlar ve yeni bir tarzın yorumcusu olarak genç kuşak yorumcular arasında haklı olarak öne çıkmış ve sahne yorumu ve reji anlayışı ile kendine özgü bir üslup ve biçemin yolunu açarak farklı bir anlayışın öncüsü olabilmiş bir rejisör olarak bu ödülü almayı hak etmiştir. Ergen, gerek oyun seçimi gerekse de seçtiği oyunların toplumsal sorunlara yaklaşımı ve getirdiği yorumla duyarlı bir sanatçı rejisör olabilme yolunda tutarlı ve sorumlu bir tavırla uygulamalarını gerçekleştirmektedir. Mehmet Ergen son yıllarda çevirdiği ve sahnelediği oyunlarla tiyatromuz repertuvarına önemli yapıtlar kazandırmış ve bu oyunları sahneleyerek seyircinin bu yazarlarla tanışmasına ön ayak olmuştur.
Metin Boran
Evrensel Gazetesi Eleştirmeni
cy a
Yılın Kadın Oyuncusu: Tilbe Saran (Koca Bir Aşk Çığlığı - Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu) Tilbe Saran, sahnedeki yorumu ve oyunculuğa kattığı birikim ve deneyimleri ile oyunculuğun yaşayan bir sanat olduğu gerçeğini bize yeniden kavratan, bu anlayışını kendine has üslup ve biçimle, yeniden yaşayan, canlı bir hale getiren bir anlayış ve tavırla bu ödülü almaya hak kazanmış bir sanatçıdır. Tilbe Saran anlayarak oynama ve anladığını okunaklı bir fotoğrafla anlatma konusunda usta olduğunu kanıtlamış ve bu birikimini cömertçe seyirciye sunabilme konusunda samimiyetini ortaya koyabilmiş tiyatro ve sahne aşığı bir sanatçı olarak bilinmekte ve öyle yaşamaktadır. Yılın Erkek Oyuncusu: Mehmet Ali Kaptanlar (Venedik Taciri - Tiyatro Pera) Mehmet Ali Kaptanlar, görev aldığı oyunlarda kendine özgü yorumu ve yansıladığı rolü yaşayan bir varlık haline getirmesiyle usta bir oyuncu olduğunu kanıtlayan deneyimli bir oyuncudur. Venedik Taciri'nde yeniden yorumlayarak yansıladığı "Shylock" rolü ile bütünlüklü bir kompozisyon çizmeyi başarabilmiş ve seyirciye farklı bir yorum sunmayı başarmış ve bu yorumu ile izleyenlere unutulmaz bir yorum izleterek onların beğenisini kazanmıştır.
pe
Yılın Oyun Yazarı: Yiğit Sertdemir (444 - altıdan sonra tiyatro) Yiğit Sertdemir yazdığı oyunlarla yeni bir oyun varlığının üslup ve dilini yaratma girişimiyle bu ödülü
59
almaya hak kazanmıştır. Sertdemir yazdığı oyunlar, sahnelediği oyun örnekleri ile sanatçı duyarlılığını dışa vurmuş ve gerçek bir tiyatro sanatı serüvencisi olduğunu kanıtlamıştır. Yılın Çevirmeni: Adayım yok. Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Mutlu Günler - Beşiktaş Prodüksiyon Tiyatrosu) Son yıllarda üretimleri ile kendinden çok söz ettiren bir tasarımcı olarak Barış Dinçel farklı ve özgün düşünmek, anlatıma en uygun tasarımı gerçekleştirmek için en çok kafa yorduğunu gözlediğimiz yaratımları ile bu ödülü almaya hak kazanmıştır. Dinçel, yaratırken görsel olanı en ritmik ve en uyumlu tarzı ile rejinin anlatımına sunan ve bu bağlamda görsel olarak rejiye en fazla katkı sunması beklenen sahne unsurunun yaratımcısı olduğu bilinci ile hareket ettiğini fark ettiğimiz bir tasarımcı olarak en başarı olduğunu düşündüğüm bir yorumcudur. Yılın Giysi Tasarımcısı: Gülhan Kırçova (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Kostüm tasarımını sadece oyuncuyu giydirmek olarak algılamayıp yaratım ve üretimleri ile metne ve rejiye düşünsel ve görsel anlam oluşturma sürecinde bütünün bir parçası olma anlayışını kavramış ve bu bağlamda üretimlerini bu minval üzere yaratan bir tasarımcı olarak Kırçova bu ödülü almaya hak kazanmıştır kanısındayım.
cy a
Yılın Işık Tasarımcısı: Cem Yılmazer (İnfazcı - Semaver Kumpanya) Cem Yılmazer, özellikle İnfazcı adlı oyundaki başarısı ve detaylı yaratımı ve bu başarıyı 39 Basamak adlı oyunla süreklileştirmesi anlamında önemli bir misyonu samimi olarak yerine getirmeye çalışan bir tasarımcı olarak ödülü almaya hak kazanmışır. Yılmazer, ışık tasarımının gerekli düzenlemesi ve düşünsel düzeyini derinliğine yorumlayan ve bu anlayışı ile yazar ve yönetmenin anlatımına gölge yaratımı ve aydınlatma yorumu ile özel işlevselliği yerine getirmeye çalışan bir yaratımcı ve yorumcudur.
pe
Yılın Oyun Müziği: Çiğdem Erken (Savaş İkinci Perde de Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Uzun yıllar tiyatro müziği yapmakla meşgul olan ve bu konuda üretimleri ile dikkati çeken Erken, ince duyarlılığı ve sahne rejisine kattığı kalite ile ödülün haklı sahibi olabilmiştir. Erken, özellikle Savaş İkinci Perdede Çıkacak adlı oyuna yaptığı müzik ve getirdiği yorumla gerek ezgi olarak gerekse de melodik olarak görselliğin timsal olarak anlatımına ve gerekli duygusal derinliğin yaratılmasına ciddi katkıları olabilmiştir. Ayrıca bu mecrada inat ve ısrarla var olmaya çalışması ve üretimlerde bulunması ile kendini kanıtlamış mütevazı bir besteci olarak yaşayagelmiş bir sanatçıdır.
60
"Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları Yılın Yapımı: Sivas'93 (Dostlar Tiyatrosu) Dostlar Tiyatrosu, Sivas'93 yapımıyla, dönemin gerektirdiği ve sanatın yüklediği sorumlulukla, toplumun ihtiyaçlarını ön plana alarak, toplum üzerinde manevi yaralar açmış bir olaya, farkındalığın artmasını sağlamış, sanatçı duyarlılığıyla yaklaşarak toplumsal barışı hedeflemiş, politik duruşunu sanatın önüne geçirmeyerek objektif eleştirel bakışını korumuş ve tüm bunların neticesinde eğiten, geliştiren, eleştiren olarak sanatın eserinin temel işlevlerini ahlaklıca yerine getirmiştir. Bu nedenle; 2008 Yılın Yapımı adayımdır. Yılın Yönetmeni: Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) "Şeylerin Şekli" oyununda ortaya koyduğu reji performansında oyunun gelişimine paralel mekân değişimlerine olanak yaratan kurgusu, oyunu seyircinin bire bir yaşayabilecekleri ve söyleyebilecekleriyle algılatan söylemi, genç oyuncuların sahne performanslarına yansıyan özgüvenlerini kazanmalarında yönetmen olarak kendisinin göstermiş olduğunu düşündüğüm koçluğundan yani adı üstünde "yeni kuşak" reji anlayışının baş temsilcisi olduğuna inandığımdan dolayı Mehmet Ergen Yılın Yönetmeni adayımdır. Yılın Kadın Oyuncusu: Özlem Tekin (Kim O - Tiyatro Kare) Hem komedi türünün hem de iki kişilik oyunun zorluğunu rol arkadaşından aldığı ve ona ilettiği enerjiyle aşan, akıcı ve metni doğala indirgeyen üslubuyla seyirciyi sahneye çıktıktan sonra kısa süre içerisinde saran ve oyunculuk heyecanına, aşkına inandıran Özlem Tekin, Yılın Kadın Oyuncusu adayımdır. Yılın Erkek Oyuncusu: Sezai Altekin (Bana Bir Picasso Gerek - DuruTiyatro) Canlandırdığı karakterin gerektirdiği duygusal derinliği içinde yaşayarak ve bu yaşadığını damıtmış olarak seyirci karşısına çıkararak bir virtüözite sergileyen Sezai Altekin, "Bana Bir Picasso Gerek" oyunundaki rolüyle Yılın Erkek Oyuncusu adayımdır.
pe cy
a
Yılın Yerli Oyun Yazarı: Yiğit Sertdemir (444 - altıdan sonra tiyatro) "444" oyunu ile, zaman ve mekândan bağımsız olarak, güncel bir konu etrafında bireyi, şehir insanının ruh halini çözümlemeyi kendine dert edinen, bu derdini zeki esprilerle örülü diyaloglara yükleyen ve bu yolla evrensel olarak değerlendirebileceğimiz bir oyuna imza atan Yiğit Sertdemir, Yılın Yerli Oyun Yazarı adayımdır. Yılın Çevirmeni: Şaban Ol (Kuzey Işığı - Tiyatro Rast) "Kuzey Işığı" oyunu ekseninde kadın-erkek ilişkilerinden, savaşın insan psikolojisi üzerindeki tahribatına, bilimsel veriler ışığında açıklamalardan, yaşamın sorgulanmasına değin gerçekleşen diyalogları; doğru Türkçe kelimelerin kullanımı, akıcılık, karakterlerin diline uygunluk ve uzun cümlelerden oluşan zor bir metnin çözümlenmesindeki başarı göz önüne alındığında Şaban Ol'u Yılın Çevirmeni adayım olarak gösteriyorum. Yılın Sahne Tasarımcısı: Yeşim Bakırküre (Kürklü Merkür - DOT) "Kürklü Merkür" çalışması ile küçük mekânda, kalabalık sayılabilecek oyuncu kadrosu ile ve aksiyonlu mizansenlere imkan verebilen, bir bakıma minimalist bir bakıma gerçekçi bir tasarım anlayışıyla açık sahne kullanımının zorluklarını bertaraf ettiğine inandığım Yeşim Bakırküre Yılın Sahne Tasarımcısı adayımdır. Yılın Giysi Tasarımcısı: Nihal Kaplangı (Kapıların Dışında - altıdan sonra tiyatro) Borchert'in "Kapıların Dışında" oyununun felsefesine uygun atmosferi tamamen yaratıcılığa dayalı çözümler üreterek uygulayan, renk ve desen dekora, maske uygulamalarıyla da karakterlere boyut kazandıran çalışmalarıyla Nihal Kaplangı'yı Yılın Giysi Tasarımcısı adayım olarak gösteriyorum. Yılın Işık Tasarımcısı: Yüksel Aymaz (Oyunu Bozuyorum - garajistanbul) Tek bir parça dekor kullanılmayan açık sahnede, tek figür olan sanatçıyı monologu doğrultusunda kimi zaman izleyen kimi zaman ise ona yol açan bir yaklaşım benimseyerek, ışığı adeta sahnedeki ikinci bir karakter gibi var eden Yüksel Aymaz, "Oyunu Bozuyorum"daki çalışmasıyla Yılın Işık Tasarımcısı adayımdır. Yılın Oyun Müziği: Çiğdem Erken (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) "Savaş İkinci Perdede Çıkacak" oyunu için, oyunun ritmine paralellik gösteren, doğru oyun kişileri tarafından ve doğru aralıklarla oyuna eklemlenen, kimi yerde kabareye kimi yerde şansonlara göndermeler olarak nitelendirebileceğim özgün şarkıların bestecisi Çiğdem Erken, Yılın Oyun Müziği Ödülü için adayımdır.
Ragıp Ertuğrul
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Eleştirmeni
"Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları
Rengin Uz
pe
cy
a
Posta Gazetesi Eleştirmeni
Yılın Yapımı: Sivas '93 (Dostlar Tiyatrosu) 2007- 2008 tiyatro sezonunda, nitelikli, özgün, doyurucu oyunlar izledik. Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu'nun sahnelediği 'Şeylerin Şekli', Duru Tiyatro yapımı 'Bana Bir Picasso Gerek', Tiyatro Dot'un 'Kürklü Merkür'ü, İstanbul Devlet Tiyatrosu'ndan 'Savaş İkinci Perdede Çıkacak', oyun atölye'sinden 'Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler', Şehir Tiyatroları'nın 'Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'ı, Tiyatro Pera'nın 'Venedik Taciri', üzerinde titizlikle çalışılmış, önemli projelerdi. Oyumu, seyircinin sözleşmişçesine hep birlikte ayakta alkışladığı (aslında buruk alkışlardı tabii) Dostlar Tiyatrosu yapımı, Genco Erkal'ın yazıp sahneye koyduğu 'Sivas '93'e veriyorum. Bazılarınızın hemen 'Ama bu bir belgesel' diye itiraz edeceğini, meslektaşlarım arasından beni eleştirenlerin çıkacağının da bilinci ile oyum 'Sivas '93'ün oluyor. Ben de biliyorum, 'Sivas '93' dramatik kurgusu olan bir oyun değil, belgelere dayanıyor. Ama belgesel olması 'Yılın Yapımı' seçilmesine engel değil. Üstelik, Genco Erkal işi bilen bir yönetmen olarak, sanatsal kaliteden ödün vermemiş ve anlatıcı oyuncularla, arkada akan vahşet görüntülerini çok iyi dengelemiş. Yani ortaya sadece belgelere dayanan kupkuru bir oyun çıkmamış. Tiyatronun görevi büyük ölçüde sarsmaksa-ki öyle olduğuna inanıyorum- yaşadığımız dünyayı sorgulamaksa, 33 aydın insanımızın yakıldığı Madımak vahşetini unutturmamaksa, bir sorumluluk üstleniyorsa eğer dünyayı iyileştirmek adına... İşte 'Sivas '93'... Genco Erkal'ın çok uzun araştırmalara ve belgelere dayanarak yazma ve oynama cesaretini gösterdiği, Dostlar Tiyatrosu oyuncularının tek yürek halinde bir feryat gibi oynadıkları 'Sivas '93' ile, katliamın 15. yılında bizi tekrar bu acı ve utançla yüzleştiren Genco Erkal'a sadece teşekkür borçlu olabiliriz. Hiçbir şeyin eyleme geçen cehalet kadar korkutucu olmadığını bize bir kez daha belgeler eşliğinde sundu. Cumhuriyet tarihine kara bir leke olarak geçen Sivas katliamını sahneye taşımak için büyük emek veren başta Genco Erkal olmak üzere, müziği ile oyunu destekleyen Fazıl Say'a, tüylerimizi bir kez daha diken diken eden görüntülerden oyunun filmini yapan Nurdan Arca'ya, simsiyah kostümlerin yaratıcısı Özlem Kaya'ya ve bu projeye yüreklerini koyan oyuncu ekibine bir kez daha alkış göndermek istiyorum. Genco Erkal, onca yıllık tiyatro yaşamında hep risk aldı, söyleyecek 'sözü' olan oyunlar seçti, o sözleri söylemenin zor olduğu zamanlarda bile. Seyirciye bir tokat gibi inen 'Sivas '93', Muammer Karaca Tiyatro'sunda perde açtı. Gözü yaşlı seyirci kuliste bekleşti, sesi titreyerek teşekkür etti ve kutladı Genco Erkal'ı. Oyun, Yunus Emre Kültür Merkezi, Yayla Sanat Merkezi, Caddebostan Kültür Merkezi gibi İstanbul'un değişik semtlerindeki mekânlara turne yaptı. Üniversite salonlarında gençlerle buluştu. İzmir, Ankara ve Anadolu'nun birçok kentinde aynı coşkuyla karşılandı. Eylül ayında, Kıbrıs Tiyatro Festivali'nin davetlisi olarak Lefkoşa'da perde açtı. Ben bu satırları yazdığımda onlar Diyarbakır yolundaydı. Sadece İstanbul'da 100 oyunla 50 bin seyirciye ulaştı. Avrupa turnelerinde hep büyük salonlarda oynadı ve o kadar ilgi gördü ki insanlar kapılardan dönmek zorunda kaldılar. Ortalama 14 bin kişi de Avrupa'da izledi oyunu. Bütün bu başarıyı, belgesel oyun diye görmezden mi gelelim? Merak ediyorum acaba hangi oyun yerinden kımıldayıp bu kadar çok insanın ayağına gitti ve bu kadar büyük bir ilgiyle karşılandı? Acaba hangi tiyatro sanatçısı böylesine canımızı yakan, 'can alıcı' (kelimenin doğru anlamı ile) bir vahşeti oyun yapmayı düşündü? Sivas kıyımı için elini taşın altına sokmak, ülkesinin acısına sahip çıkmak kimin aklına geldi? Sivas '93, her bakımdan 'Yılın Yapımı' olmayı hak ediyor. Yılın Yönetmeni: Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) Oyumu açıklamadan önce, Sivas '93'te, oyuncularını çok doğru yönlendiren ve motive eden, belgesel filmin önüne geçmeleri gereken yerlerin altını çok iyi çizen, yeri geldiğinde oyuncularını sanki o yangın yerinde yaşatan Genco Erkal'ı, DOT'un Kürklü Merkür oyununda genç kadroyu olağanüstü çalıştıran Murat Daltaban'ı, Bana bir Picasso Gerek oyununa kurduğu atmosfer için Arif Akkaya'yı, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun yüz akı oyunu 'Savaş İkinci Perdede Çıkacak' ile Yücel Erten'i, Venedik Taciri'ne yaptığı çağdaş yorumla Nesrin Kazankaya'yı anmak isterim. Sıra oyumu vermeye gelince, Neil LaBute'nin Şeylerin Şekli oyununu sahneye koyan genç yönetmen Mehmet Ergen'in beni çok heyecanlandırdığını düşündüm ve tercihimi ondan yana kullandım. Ergen, seyirciyi şaşırtmayı seven Neil LaBute'nin oyununu seyirciyi daha da şaşırtarak sahneleme yöntemini seçmiş. Şeylerin Şekli'ni alışageldiğimiz gibi klasik anlamda bir sahnede oynatmamış. Aksanat'ın küçük tiyatro salonuna girerken kapıda ilk olarak 'Müze' yazısı dikkatimi çekti. Bu ne demekti? Tamam 'Şeylerin Şekli'nin ilk yarım saati iki gencin tanıştığı müzede geçti ama oyun ilerledikçe fark ettim ki Mehmet Ergen'in bu 'Müze' sözcüğünü gözümüze sokması pek de boşuna değil! Klasik tarz sahnelemenin artık müzelik olduğunun habercisi bir bakıma. Çünkü oyun şöyle ilerledi; Sanat öğrencisi genç kız yine sanat anlayışı için heykele zarar vermek istedi. Görevli genç onu uyardı. Böylece Evelyn ve Adam tanışıp birlikte olmaya karar verdiler. Onlar delikanlının evine giderken bizi de birlikte götürdüler. Üst kata çıktık. Baskı odası olarak kullanılan mekân birden delikanlının yatak odasına dönüştü. Sonra, doktorun bekleme salonu, park ve bar sahneleri de ufak tefek dekor değişikliği ile aynı mekânda oynandı. Seyirci ile burun buruna. Evelyn'in sergisi ise bir üst katta, yani cafe'de açıldı! Oyunun tam bir çağdaş sanat eleştirisine dönen finalini, yönetmen uygun gördüğü üzere ayakta seyrettik. Klasik sahnede
62
seyretseydik kesinlikle aynı tadı alamayacağımız bir final yaşattı bize Mehmet Ergen. Yine aynı mekânın bir başka köşesinde su altında düzenlenen düğüne bile konuk olduk! Sanat yaparken dünyayı değiştirmek isteyen sevgilisinin oyununa gelen Adam 'Bir şey demekle ilgi odağı olmak arasında ince bir çizgi vardır,' diye isyan ediyor. Mehmet Ergen, Şeylerin Şekli'nde, bir şey derken bu ince çizgiyi çok iyi yakalamış. Sahte sanattan nefret eden Evelyn'in hikayesine böylesine özgün, yenilikçi, yaratıcı bir reji, böylesine, tempolu, klasik anlayışı yıkan bir kurgu yakışırdı. Bence Ergen'in önemli bir başarısı da dört genç oyuncusunu, Esra Bezen Bilgin, Bartu Küçükçağlayan, Deniz Celiloğlu ve Betül Çobanoğlu'nu çok doğal, abartıdan uzak tam bir takım oyunculuğu ile yönetmiş olması. Şeylerin Şekli'nden biraz şaşkın, mutlu ve daha önemlisi tiyatroya dair yepyeni heyecan ve umutlarla ayrıldım. Herhalde bu duygular bile yeterlidir oyumu Mehmet Ergen'den yana kullanmam için.
pe
cy a
Yılın Kadın Oyuncusu: Ayça Bingöl (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Yılın Kadın Oyuncusu kategorisinde, etkilendiğim çok iyi performanslar seyrettim. Şeylerin Şekli'ndeki Esra Bezen Bilgin, 'Bana bir Picasso Gerek'teki rolü ile Ayça Bingöl, bu 'İyi'lerin sadece ikisiydi. Alkışlan onlar gibi sonuna dek hak eden başka kadın oyuncular da vardı. Bu değerlendirmeyi yaparken, birden fark ettim ki Tilbe Saran'ı sanki ayrı bir yerde tutuyorum. Tilbe'nin her zaman iyi olmasına fazlasıyla alıştım galiba. Koca Bir Aşk Çığlığı'nda, şöhrete yeniden kavuşmak isteyen bir yıldızın, seven bir kadının ruh dünyasını nasıl da güzel yansıttı. Öfkesiyle, sevgisiyle, coşkusuyla ne kadar sahiciydi. Bu üçlünün dışında Vahide Gördüm (Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler), Songül Öden ve Nurseli İdiz (Kadıncıklar), Suna Keskin (Aşkın Yaşı Yoktur), Demet Tuncer (Müzikaldeki Hayalet), Demet Evgar (39 Basamak) bana göre, sezonun öne çıkan kadın oyuncularıydı. Ve oyumu, 'Bana bir Picasso Gerek'deki olağanüstü yorumu için Ayça Bingöl'den yana kullanıyorum. Bu sezon 'Bana Bir Picasso Gerek' ile birlikte bir Ayça Bingöl fırtınası esmeye başladı tiyatro dünyasında. Ödül üzerine ödül kazandı. Peki ben ilk kez bu güzel bakan, güzel gülen genç kadını nerede görmüştüm? Sanıyorum altı yıl kadar önceydi, Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları'nda, Haluk Işık'ın yazdığı 'Tıpkı Sen Tıpkı Ben' adlı duygusal komedide, üç usta oyuncu, Hadi Çaman, Halit Akçatepe ve Suna Keskin'le aynı sahneyi paylaşan konservatuvar mezunu genç güzel bir oyuncu vardı: Ayça Bingöl. Onun deneyimli kadroya ayak uydurduğunu ve yanlarında ezilmediğini hatırlıyorum. Sahneye yakışıyordu ve yetenekliydi. Belli ki tiyatro ateşi düşmüştü içine. Bu işin peşini bırakmayacaktı. Öyle de oldu zaten. Ayça Bingöl'ün derin oyunculuğunu, 2005- 2006 tiyatro sezonunda yine Hadi Çaman Tiyatrosu'nda perde açan Turgut Özakman'ın 'Paramparça' oyununda keşfedecektim. Bıçak sırtı, zor bir roldü Ayça Bingöl'ün canlandırdığı Jale karakteri. Üstesinden geliyor, rolüne asılıyor, aşırıya kaçmadan kendini gösteriyordu. Artık bundan sonra daha da iyisini oynar dedim ki, bu fırsat ona 'Bana Bir Picasso Gerek'in Bayan Fischer'i olarak geldi. Tüm sert ve katı görünümüne rağmen büyük ressamın sanatı karşısında eğilen ve ruhunu Picasso'ya teslim eden, Alman hükümetinin temsilcisi Bayan Fischer olarak çıktı karşıma. Yanılmamıştım, mükemmeldi. O mahzenden, koltuğunun altında bir Picasso resmi ile çıkmak zorunda olan kadının sorguladığı ressama duyduğu hayranlıkla mantığı arasında kalan inişli çıkışlı duygu değişimlerini tepeden tırnağa hissederek oynadı. Soğuk, mesafeli, sadece işini yapan ve iktidarı elinden bırakmak istemeyen, hep üste çıkmak isteyen bir görevliden, sanatçının ölümsüz gücünün etkisinde kadın yönünü keşfeden Bayan Fischer'e dönüşen yolda kusursuzdu. Ayça Bingöl'ün sağlam ve küçük ayrıntıların üzerine inşa ettiği dengeli oyunculuğunda, rol arkadaşını dinlemeyi bilen, ona saygı duyan bir tarzı benimsediğini de hissettim. Sezai Altekin ile birbirlerini anlayan ve kollayan bir ikili olmuşlar. Artık başarıyı birlikte paylaşmanın tadını da çıkartabilirler. Sadri Alışık ve Afife Tiyatro ödüllerinde 'En İyi Kadın Oyuncu' seçilen Ayça Bingöl'ün, bu parlak çıkıştan sonra Tiyatro Ödülleri-2008'i de hak ettiğine inandığım için de oyum Ayça Bingöl'e gitti. Bunları yazarken birden aklıma Hadi Çaman ile Ayça Bingöl'ün ağabey kardeş gibi sıcak ilişkileri geldi. Hadi'ciğim, ne kadar gurur duyardın, üzerine titrediğin Yeditepe Oyuncuları'ndan bir öğrencinin, karşılıklı oynadığın, çok sevdiğin ve seni çok seven Ayça'nın ödül aldığını görebilseydin. Senin de payın var o ödüllerde benim vefalı dostum. Seni hep hatırlıyorum. Sezon açıldı ya gözüm tiyatronun kapısında. Sohbetlerimizi özlüyorum, seni özlüyorum ve artık tiyatronun olduğu kaldırımdan hiç geçemiyorum... Yılın Erkek Oyuncusu: Sezai Altekin (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Madem ki ödüller şeffaf, ben de açık yüreklilikle söyleyebilirim en çok 'Yılın Erkek Oyuncusu' seçiminde zorlandığımı. Öylesine iyi performanslar seyrettim ki, birini diğerinden üstün tutmak kolay olmadı. Beynimde ve yüreğimde iz bırakan tüm aktörleri bir kez daha anımsamak ve anımsatmak istiyorum. Siz, Selçuk Yöntem, ilk kez Tankred Dorst'un, 'Ben Feuerbach-Oyuncu'sunda keşfedip bayıldığım usta 'Oyuncu'. Koca Bir Aşk Çığlığı'nda yine eski bir aktör rolünde nasıl da hüznü, komediyi ve seyirciyi avuçlarınızın içine alıverdiniz. Sezai Altekin, 15 yıl Bodrum'da tiyatrodan uzak kaldıktan sonra o nasıl muhteşem bir dönüştü Picasso ile. Ya siz Mehmet Ali Kaptanlar, Türk tiyatro tarihine unutulmayacak bir Shylock armağan ettiniz. Ödüllerden çekildiğinizi biliyorum ama siz Haluk Bilginer, Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler'de yine
63
harikaydınız. Siz Levent Ülgen, 'Dalga'da oyunculuğunuza öylesine odaklandım ki, benim için sahnede sadece siz vardınız. Ya siz Metin Serezli, artık ezbere bildiğiniz Ray Cooney oyunlarına biraz da duygusallık katınca "Kim 0?"da alıştığımız Serezli'yi aşmıştınız. Ve gençler... Zor rollerin iyi oyuncusu olarak alkışladığım Hakan Gerçek (39 Basamak), babasının izinden giden, Şehir Tiyatrosu'nun en yetenekli yeni kuşak erkek oyuncularından Arda Aydın (Tekrar Çal Sam), Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'da 'Aferin bu çocuğa' dediğim Mert Turak, dört dörtlük bir müzikal oyuncusu Atılgan Gümüş (Müzikaldeki Hayalet) ve Kürklü Merkür'ün son derece dinamik bir takım oyunu çıkartan tüm genç kadrosunu da unutmak istemiyorum. Hepinizi yürekten alkışladım da içinizden birinin yüreğime daha çok dokunduğunu hissettim, o da Sezai Altekin oldu. Şehir Tiyatroları'ndan emekli (emekli sözcüğü oyuncuya hiç yakışmıyor) olduktan yıllar sonra tiyatro sahnesine, Jeffrey Hatcher'in yazdığı 'Bana Bir Picasso Gerek' oyunundaki kübizm akımının babası, 20. yüzyıl sanatının dahisi Pablo Picasso olarak döndü. Oyun, Alman işgali altındaki Fransa'da apar topar bir mahzene götürülen Picasso ile onu sorgulayan genç bir görevli kadın arasındaki gerilim üzerine kurulu. Sorgulama sürecinde, Picasso'nun çocukluğuna, aşklarına ve sanat yaşamına doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Neden Sezai Altekin? Evet mükemmel bir oyunculuğu vardı ama onun ötesinde hissettiklerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Nazi faşizminden resimlerini kurtarmak isteyen o adamın gözlerinde aynı zamanda tiyatrosuna kavuşmanın mutluluğunu gördüm ben. O kadar coşkulu oynuyor, yaşamı boyunca zorbalığa ve savaşa karşı duran ressamı öylesine sahipleniyordu ki... Picasso da sanatçı Sezai Altekin de. Bir sanatçının bir diğer sanatçıyı anladığını, baskı yönetimlerinde bile sanatından ödün vermeyeceği gerçeğini sıkı sıkıya benimsediğini hissettim. Picasso'ya tüm yaşamında en çok gurur veren şey Guernica tablosunu yapmaksa, Sezai Altekin için de oynadığı rollerdi. Ve bu rol sanki ona ikinci bir hayat vermişti. Elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakındı bana, soluk alıp verişini hissedebiliyordum. Sesi, sessizliği, öfkesi, hırçınlığı, korkusu, meydan okuması, arzuları, alaycılığı, çocuksu yanı, sanatçı özgüveni, dehası, sonsuz resim aşkı ile yanı başımdaydı Picasso... Yanı başımdaydı Sezai Altekin... Evet, oyum sevgili Sezai Altekin'e. İyi ki döndün...
pe cy
a
Yılın Oyun Yazarı: Yiğit Sertdemir (444 - altıdan sonra tiyatro) Yılın Oyun Yazarı dalındaki adayımın adını vermeden önce, Türk Tiyatrosu'na yazar olarak çok önemli hizmetlerde bulunmuş ve bulunmaya devam eden, yıllarca yazdığı oyunlarla kendi seyircisini yetiştirmiş olan Ferhan Şensoy'a sıcacık bir teşekkür selamı göndermek istiyorum. Haldun Taner ustasının izinden giderek, kaliteden asla ödün vermeden, toplumsal ve siyasal konularda 'Ferhanca' esprileri ile kaleme aldığı oyunlarıyla onca yıldır Ortaoyuncular'ı ve Ses Tiyatrosu'nu yaşatıyor. Hem de eşi görünmemiş bir üretkenlikle. Yazıyor, sahneye koyuyor ve oynuyor. Üstelik 'Ferhangi Şeyler' gibi üç dört nesil yetiştiren bir oyunun yazarı olma rekorunu da elinde tutuyor. Sevgili Ferhan, tüm övgülere layıksın. Benim için yerli oyun yazarları arasında çok özel bir yerin var. Genco Erkal, Sivas katliamı üzerine yazılmış onca kaynak ve belge arasında kim bilir nasıl kayboldunuz, tanıkları dinlerken neler hissettiniz, bizi Madımak yangını ile yüzleştirmek için kim bilir ne kadar uğraştınız... Ama biliyorsunuz ki emeklerinize değdi. Sizden de yazar olarak bir belge kalacak yarınlara. Oyunculuk, yönetmenlik ve eğitmenlikten sonra, başarısını yazarlıkta da gösteren, Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivalleri'nde ve yurtdışındaki Tiyatro Festivalleri'nde göğsümüzü kabartan güzel insan Şahika Tekand'a da içten, sevgi dolu bir kutlama göndermek istiyorum. Sizler, iyi ki varsınız. Şimdi gelelim yılın yerli oyun yazarına. Zaten kolay yetişmeyen yerli oyun yazarı kategorisinde genç yazarları özendirmek, onlara manevi anlamda da olsa destek verilmesinden yanayım. Bu durumda kimi seçmeliyim? Oyunbozan Tiyatrosu'nun sahnelediği '9 Ay sOn Gün'de, ana rahmindeki dört spermin trajikomik hikayesini anlatan, oyuncu olarak tanıdığımız Sermiyan Midyat iyi bir başlangıç yaptı. Nöbetçi Tiyatro'dan Ferhan Şensoy'un da öğrencisi. İlk oyun denemesinde, zaafları, tekrarlan olsa da sivri dilli, yenilikçi bir espri anlayışını benimsemiş, devam etmeli. Oyum, bir çağrı merkezindeki gece vardiyasında çalışan -biri deneyimli diğeri yeni-biri kadın diğeri erkek- iki kişi arasında geçen 444'ün yazarı Yiğit Sertdemir'in. Şehir Tiyatrosu sanatçısı ve altıdan sonra tiyatro'nun kurucusu Yiğit Sertdemir'i oyuncu, yazar ve son olarak da yönetmen olarak başarı grafiğini sürekli yükselten bir tiyatro adamı olarak beğeniyor ve takdir ediyorum. Kalemi ile ülke sorunlarının yanında olmak isteyen Sertdemir, 444'te ne denli belleksiz bir toplum olduğumuz konusunda seyirciyi sıkmadan, kocaman laflar etmeden, mizah ve gerilim duygusunu oyunun içine çok iyi yedirerek vurdumduymaz, belleksiz tavrımıza eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşıyor. Kelime oyunları ve küçük şaşırtmacalarla asıl vurucu olan finale doğru gidiyor. 444'ü, 'Bana Dokunmayan Yılan Bin Yaşasın'cıları kendine getirmeyi amaçlayan bir oyun olduğu için sevdim. Gençler o küçücük ve sıcacık Tiyatro Kahve'yi doldurdukları için sevdim. Yiğit Sertdemir konusundaki olumlu düşüncelerimde yanılmadığım için sevdim. Hem 444 hem bugüne dek yaptığı kaliteli işler, bundan sonra yapacaklarının göstergesidir diyerek oyumu gözüm arkada kalmadan büyük bir memnuniyetle Yiğit Sertdemir'den yana kullanıyorum.
64
Yılın Çevirmeni: Şehsuvar Aktaş (Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler - oyun atölyesi) Oyun çevirisi çok özel bir uzmanlık alam. Seyrettiğimiz oyun çevirmenin aracılığı ile bizimle ilişkiye geçiyor ya da geçemiyor. Çevirmenin Türkçeye ve çevirdiği yabancı dile hakimiyetinin yanı sıra bir biçimde tiyatro tozunu yutması gerektiğine inananlardanım. Bana Bir Picasso Gerek oyununu, Jeffrey Hatcher'den çeviren Şükran Yücel, oyunun bu denli başarılı olmasında mutlaka çok önemli bir paya sahip. Deneyimli ve ödüllü çevirmene bu oyunu bize kazandırdığı için bile ne denli teşekkür etsek azdır. Yücel'i ayakta alkışlamak gerek, zaten öyle de yaptım. Aslında oyumu Yücel'den yana kullanabilirdim ki aklım oyun atölye'sinde kapalı gişe oynayan, çağdaş Fransız yazar Eric - Emmanuel Schmitt'in yazdığı 'Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler'e takılıverdi. Bu Emmanuel Schmitt benim ilgimi çeken bir yazar. Felsefe eğitimi görmüş. Oyunun yanı sıra roman da yazıyor. Öyküleri filme çekiliyor. Sürekli müzikle iç içe olan biri. Ölüm ve din konularına kafa yoruyor. Hele bir de 'Oscar et la Dame Rose (Oscar ve Pembeli Meleği) var ki... Yıldız Kenter onu sahneye öyle bir taşıdı ki... İşte o yüzden daha sezonun başında hemen gittim Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler'e. İyi ki de gitmişim. 'Sivas '93' gibi, 'Bana Bir Picasso Gerek' gibi, arkadaş, akraba, eş dost herkese tavsiye ettiğim, bilet bulmaları için seferber olduğum bir oyun oldu. Bir ilişkinin ölümünü, canımızı verecek kadar sevdiğimizin canını almaya dek varan süreci anlatan oyun karşılıklı, hiç düşmeyen tempodaki suçlamalara, yalanlara ve itiraflara dayanıyor. Tamamen söze dayalı oyunda su gibi akıp gidiyor karşılıklı diyaloglar. Oyunun çevirmeni, Şehsuvar Aktaş, tiyatro eğitimi almış, özel ve ödenekli tiyatrolar bünyesinde çalışmış, Kral Übü (Alfred Jarry) ve Ölüler Ülkesine Yolculuk (Eugene Ionesco) gibi tiyatro alanında birçok çevirisi yayımlanmış başarılı bir tiyatro adamı. Şehsuvar Aktaş, kadın ve erkeğin birbirlerini yaralayacak, iktidar üstünlüğü sağlayacak can alıcı kelimelerini, içinde bulundukları ruh durumuna, sürprizlere göre özenle seçerek yerli yerine oturtmuş. Hiç gayret göstermedim ama oyundan sonra aklıma kazınmış cümleler bile vardı. Şehsuvar Aktaş'ı kutluyorum.
a
Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Tekrar Çal Sam - İBB Şehir Tiyatroları) Tiyatro sahnesinde, oyunun ruhuna, yönetmenin yorumuna uygun bir dünya yaratmak... Yaratıcı, özgün, işlevsel ve estetik olurken, çağın gerisinde kalmamak ve kendini tekrarlamamak. En önemlisi de seyirciyi yaratılan dünyanın içine çekebilmek. Kostüm tasarımcıları nasıl oyuncuları giydiriyorsa, dekor tasanmcılarının işi de sahneyi giydirmek.
pe cy
İyi bir sahne tasarımı beni heyecanlandırıyor. Daha baştan oyun için artı puan oluyor. Derme çatma bir dekor karşısında da doğrusu hevesim kaçıyor. Aslında birçok konuda olduğu gibi özel tiyatroları sahne tasarımında ödeneklilerle aynı kefeye koymak haksızlık. Özel tiyatroların, maddi olanaksızlıklar nedeniyle işin kolayına ve ucuzuna kaçtıklarını görüyoruz. Sıradan bir dekor da (o pek tasarım olmuyor!) oyunu kesinlikle olumsuz etkiliyor. Ama burada bir parantez açarak, ister devasa bir opera dekoru yapsın, ister daracık bir sahnede, küçük bütçeli bir oyun, her zaman 'sihirli dokunuşları' olduğuna inandığım Sevgili Osman Şengezer'in 50. sanat yılını kutlamak, ona 'Osman iyi ki varsın ve hep ol,' demek istiyorum. Sahne tasarımına önem veren, masraftan kaçmayan özel tiyatrolar da yok değil tabii. Shakespeare'den Nesrin Kazankaya'nın çevirip, güncel bir yorum getirdiği 'Venedik Taciri'ni buna iyi bir örnek olarak gösterebilirim. Şirin Dağtekin'in, Tiyatro Pera'nın elverişsiz sahnesine yaptığı çevre düzenlemesini çok beğendim. Bana Bir Picasso Gerek'in sahnelendiği eski kalorifer dairesi olan mekânı tam bir Nazi sorgulama mahzenine dönüştüren Zuhal Soy da başarılı. Ancak oyum, gönül rahatlığı ile Barış Dinçel'in oldu. Aslında bir değil iki oyunu için seçtim Dinçel'i. Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Tekrar Çal Sam ve Oyunbozan Tiyatro'nun 9 Ay sOn Gün oyunlarındaki, zeka fışkıran, esprili dekorları için. Çok ayrı iki tür ve çok ayrı iki yaratıcılık örneği. Barış Dinçel'in Tekrar Çal Sam oyunundaki dekor tasarımı rol bile çaldı! Yani benim için öyle oldu. Woody Allen'in o karmaşık dünyası bu kadar güzel, bu kadar canlı, bu kadar esprili, bu kadar renkli anlatılabilirdi. Evdeki sinema fikrine bayıldım. Herhalde Woody Ailen de seyretse hoşuna giderdi! Kullandığı renkler, küçük ayrıntılar, afişler, seçtiği aksesuvarlar... Ellerine sağlık Barış... 9 Ay sOn Gün'de ise ilk bakışta sanki bir uzay üssü görüntüsü veren, içinde spermlerin yaşadığı kocaman bir rahim ve iç organlar kaplıyordu sahneyi. Çok iyi düşünülmüş ve uygulanmış. Oyunculara da alabildiğine rahatlık sağlamış. Fazla ne söyleyebilirim ki Barış Dinçel, çok yeteneklisin, çok üretkensin. Yolun daha da açık olsun. Yılın Giysi Tasarımcısı: Canan Göknil (Bayazıt - İBB Şehir Tiyatroları) Oyunların, üzerlerine replikler, alkışlar sinmiş kostümlerine değer veririm, hepsinin yaşanmışlıkları, sarıp sarmaladıkları bedenlerle bir tür alışverişleri vardır gibi gelir bana. Şehir Tiyatroları'nda yıllarca başarılı kostümlerini alkışladığım Türkan Kafadar, bu sezon, Tiyatro Kedi'nin sahnelediği Kibarlık Budalası'nın zevkli kostümlerini hazırlamıştı. O da üretken emeklilerden. Yapacağı daha çok iş var, yapmaya da devam ediyor. Emeğine sağlık. Savaş İkinci Perdede Çıkacak oyununun giysilerini tasarlayan Gülhan Kırçova, Tekrar Çal Sam ile Duygu Türkekul ve Kent Oyuncuları'nın 39 Basamak oyunu ile Efter Tunç, 2007-2008
65
sezonunda beğenerek izlediğim diğer giysi tasarımcıları oldular. Bu daldaki oyumu ise, Şehir Tiyatrosu'ndan Canan Göknil'e verdim. Sahnelerimizin üretken ve cesur kostüm tasarımcısı Canan Göknil, 23 yıldır çalıştığı kurumu Şehir Tiyatroları'nda iki Osmanlı oyunu ile çıktı seyircinin karşısına. Orhan Asena'nın yazdığı 'Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe' oyununun kostümlerinde belki daha büyük bir emek vardı ama bana fazla şatafatlı geldi, sevemedim. Sanatçı, asıl Canan Göknil'liğini, 17. yüzyılın büyük tragedya yazarı Jean Racine'in Bayazıt oyununda göstermiş. Tarihsel bir gerçeklik içinde, Osmanlı Devleti'nin sarayında geçen, iktidar, tutku, intikam, aşk duygularının öne çıktığı oyun için belli ki Osmanlı kültürü ve yaşantısı üzerine kapsamlı bir araştırma yapmış. Malzemenin de üstüne üstüne gidince, Başar Sabuncu'nun yorumuna ve dekor tasarımına da denk düşen giysiler çıkmış ortaya. Masal kostümleri gibi, Osmanlı'dan yola çıkan ama yüzü Batı'ya dönük. Sadece 7 oyun kişisi ve 7 giysi tasarımı. Bütün kumaşlar eskitilmiş, kahve, bordo, kiremit, kırmızı, pembe, san ve eflatun tonları hakim. Ortak özellikleri bir yerlerinden parça parça sarkan saçaklar. Roksan, tutkunun rengi kırmızıya bürünmüş. Gözü dönecek kadar seviyor ya Bayazıt'ı. Ama lekeler düşmüş sanki aşkına. Kırmızı üzerine siyah lekeler. Derinden derine çok seven ama sevdasını gizlemek zorunda kalan fedakar Atiye, Roksan'ın yanında daha soluk. Sarı tonlarına bürünmüş. Bayazıt, kahverengi ağırlıklı beyaz ve siyah eskitmeli kostümü ile dolaşıyor. Hele, Can Başak'a (Ahmet rolünde) zırhlar ve zincirlerle bezenmiş kostümü çok yakışmıştı. Başlar ve makyaj da giysilerle büyük bir uyum içinde. Ben sevdim bu masalsı kostümleri. Osmanlı denince, yerleri süpüren kaftanlardan, yaldızlardan, ucuz parlak kumaşlardan, oyuncunun zor taşıdığı kürklerden, içinde kafasının kaybolduğu heybetli kavuklardan fazlasıyla bıkmıştım.
pe
cy a
Yılın Işık Tasarımcısı: Yakup Çartık (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Işık tasarımının bir oyunda ne kadar önemli olduğunun farkına varmamız çok da eskiye dayanmasa gerek! Bu işin ülkemizde bir eğitimi yok. Usta çırak ilişkisi ile yetişiyor ışık tasarımcıları. Çoğunlukla önce ışıkçı sonra tasarımcı olunuyor. Bizde önemi yeni anlaşıladursun, dünya sahnelerinde oyuncunun 'Işık'ın hizmetinde olduğu, 'Işık'la anlatımın ağır bastığı, 'Işık'ın başrolde olduğu oyunlar yapılıyor artık. Teknoloji ise tamamen ışığın hizmetinde. Bizim ışık tasarımcılarımıza gelince. Oyunların gizli kalmış kahramanlarıdır onlar. Dünyaları, patronu oldukları, sahnenin gerisindeki o küçücük 'Işık Odası'dır. Oyun broşürlerinde isimlerine bakar veya bakmazsınız çoğu kez. Bazen galalarda çıkarlar sahneye seyirciyi selamlamak için. Çoğu kez de ışık odasından yine ışıkla göz kırparlar seyirciye. Bir de böyle 'Işık Tasarımcısı' ödülüne aday olduklarında veya aldıklarında gündeme gelirler. Oysa bir oyunda ışık seyirciyi çok etkiler. Nasıl, oyuncuyu, dekoru ve kostümü de etkiliyorsa. Bu sezon, 39 Basamak'ın ışık tasarımcısı Cem Yılmazer'in, oyunun gerilimine büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Bu kategorideki oyum ise, uzun yıllar İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda görev yapan, bugüne dek başarılı işlere imza atmış Yakup Çartık'ın oluyor. Savaş İkinci Perdede Çıkacak oyununda, 'Işık yapmak bir sanattır'ı öne çıkardığı, tiyatro sanatçısı Vladimir Bendl'in hüzünlü yaşam öyküsünün tüm evrelerine ve savaş yıllarının acımasızlığına en güzel şekilde ışık tuttuğu için... Yılın Oyun Müziği: Çiğdem Erken (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı, Çek yazar Oldrich Danek'in yazdığı, Yücel Erten'in sahneye koyduğu 'Savaş İkinci Perdede Çıkacak' oyununu seyrederken, Çiğdem Erken'in müziği her devreye girişte 'Bir müzik bir oyuna ancak bu kadar yakışabilir,' diye geçirdim hep içimden. Bestelerin sahibi Çiğdem Erken'i görsem de kutlasam dedim. 'Tiyatro 2008' ödüllerinin seçici kurulunda görev alınca da, kutlamamı kendisine oy vererek yaptım. Aklımdan başka hiçbir isim geçirmeden 'Yılın Oyun Müziği' dalındaki oyum, Çiğdem Erken'e gitti. Oyun müziği deyince, sırf müzikli olsun diye oyunlarda yama gibi duran ya da oyunun önüne geçen, yerli yersiz tekrarlanan müzikten nefret ediyorum. Hiç olmasın daha iyi. Söz oyun müziği olunca, işin ustası Timur Selçuk'un kulaklarını çınlatmadan olmayacak. Onun 'Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz' ve 'Rumuz Goncagül'e yaptığı müzikler unutulur mu? Konumuza dönersek, tamam 'Savaş İkinci Perdede Çıkacak' iyi bir oyun, iyi yönetilmiş, iyi oynanıyor ama Çiğdem Erken'in özgün müziği, yaptığı besteler oyunun ruhu, savaş yıllarının ağırlığı, yaşamının sonunda, etik değerlerle hesaplaşan aktör Bendl'nin dramı ile öylesine bütünleşiyor ki. Onun ve diğer oyun kişilerinin yaşadığı tüm duyguların seyirciye geçmesinde, olayların gelişme sürecinde, müzik çok önemli bir etken. Birkaç nota bile durum saptaması yapmanızı sağlıyor. Hiç baskın olmadan oyun ve oyuncularla birlikte seyircinin içine de nüfuz etmeyi başarıyor. Çiğdem Erken, iddiasızlığı içinde iddialı olmayı seçmiş ki bence en büyük başarısı da bu. Sahnenin üst kısmına yerleştirilmiş bir piyano ve iki viyolonsel. Bu triyoya yeri geldiğinde oyuncular da sesleri ile katılıyor. Metnin anlamını güçlendirdiği, duyguları etkin kıldığı ve oyunun doğal bir parçası olmayı başardığı için Yılın Oyun Müziği'ndeki adayım, aynı zamanda iyi bir piyanist olan Çiğdem Erken. Sizin müziğiniz olmasaydı, 'Savaş İkinci Perdede Çıkacak' beni bu kadar etkilemeyecekti.
66
"Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları Yılın Yapımı: Dalga (Donkişot Prodüksiyon) Geçtiğimiz iki dönemde oylarımla gerek "Aymazoğlu ve Kundakçılar", gerekse "Böcek" oyunlarının "Yılın Yapımı" seçilmesine omuz verirken, kanımca gerçek tiyatronun her şeyden önce sarsıcı/uyarıcı olması gereği üzerinde durmuştum - ve bu düşüncemden gene yılmıyorum! İşte, geride bıraktığımız sezonda bu özelliğe en çok yaklaşanlar, "Dalga", "Sivas '93", "Venedik Taciri", "Oyunu Bozmak" ve "Kürklü Merkür" olmuştu... Tercihimin "Dalga"dan yana olması ise, bu oyundaki iletilerin geniş kapsamlılığından ve -Nazi kâbusunun yetmiş yıl geride kalmış olmasına karşın- güncelliklerini ne yazık ki halen korumalarındandır... Özellikle genç oyuncuların başarısı ile onları sık sık değişen sahnelerdeki yüksek dinamizmine oturtmuş Şakir Gürzumar'ın yönetimi ve bu baş döndürücü devinime başarılı biçimde ayak uyduran Ali Cem Köroğlu'nun dekorları - ancak gene en başta "Dünya, kötülük yapanlar değil, kötülüğe izin verenler yüzünden bu haldedir" uyarısıdır, bana bu oyunu seçtiren!.. Yılın Yönetmeni: Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) Bir yandan "Kürklü Merkür "de makinalı tüfek atışları gibi gelen replikleri oyuncularına başarıyla yüklemiş ve neredeyse "koreografik" yönetimiyle Murat Daltaban, beri yandan tiyatrosunun küçük sahnesine "Venedik Taciri "ni minimalist, ancak çok çarpıcı biçimde taşımış Nesrin Kazankaya, benim için gene de 2007/2008 dönemini göğüsleyen Mehmet Ergen'i oldukça sıkıştırdılar!.. Ne var ki, son derece elverişsiz bir tiyatro sahnesini, ülkemizde türünde bir devrim yaratarak "dikey" düzeyde genişletmesini, aynı zamanda Akbank Sanat "Yeni Kuşak Tiyatro "suna bu tanımı, bana kalırsa ilk kez, ancak çok başarılı biçimde yakalamasını bilmiş genç yönetmen, bu ödülü ziyadesiyle hak ediyor: Yetenekli genç oyuncularla taptaze, ancak gene de çok olgun biçimde kotarılmıştır, "Şeylerin Şekli "...
pe cy a
Yılın Kadın Oyuncusu: Dilruba Saatçi (Fikriye Ve Latife - Tiyatro Maan) Bu kategoride oldukça zorlandım, bu yıl! Kanımca günümüz Türk tiyatrosunun en başarılı oyuncusu Tilbe Saran ("Koca Bir Aşk Çığlığı") ve yıllar geçtikçe daha da öne çıkan Övül Avkıran ("Oyunu Bozmak"), ayrıca sahnelere yeni kazandığımız Nilay Doğan ("Ölüm ve Kız"), Ayça Bingöl ("Bana Bir Picasso Gerek") ile Mine Tugay ("Karatavuk"), bu ödül için önereceğim Dilruba Saatçi'ye çok ciddi birer rakip olmuşlardır... Ne var ki, "Mustafa Kemal 'i Sevdim " alt başlığı ile sunduğu tek kişilik gösterisinde sadece tutkulu iki kadının iç dünyalarını ve sorunlu aşk dürtülerini canlandırmıyor Almanya'dan "ithal ettiğimiz " genç oyuncu - 1920'li yılların genç Cumhuriyet dönemini de karşımıza getiriyor büyük bir ustalıkla; sesiyle ve bedeniyle, şarkı, dans ve rol "eşleştirmesiyle " - zira sonuçta, bu iki kadın benim için neredeyse bir "bütün " oluşturuyor, Atatürk'ün karşısında!..
Robert Schild
Şalom Gazetesi ve Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Eleştirmeni
Yılın Erkek Oyuncusu: Mehmet Ali Kaptanlar (Venedik Taciri - Tiyatro Pera) Sezon ilerledikçe, çizelgeme düştüğüm notlarda genç yetenek Bartu Küçükçağlayan ("Şeylerin Şekli"), her daim zirvede gördüğüm Cüneyt Türel ("Karatavuk"), sahnelere olağanüstü bir dönüş yapmış olan Sezai Altekin ("Bana Bir Picasso Gerek") ve ilk kez izlediğim Arda Aydın ("Tekrar Çal Sam") yer aldı - ancak bu son derece başarılı oyuncular, daha önce de "Dünyanın Başkenti" ve "Sonsuz Döngü"de alkışladığımız Mehmet Ali Kaptanlar'a yetişemediler, bana göre!.. Bir yandan tiyatro repertuvarının en zor rollerinden olan Shylock'un "mağdur/tefeci" ikilemini içeren karakterin hakkından gelmesi, beri yandan Yahudiliğin
67
özelliklerini derinlemesine incelemesinin ardından bu özyapıyı -özellikle Türkçeyi kullanım açısından kolayca düşülebilecek abartı tuzağının çok dışında- canlandırması, 2007/2008 tiyatro döneminin en başarılı erkek oyuncu yorumuydu, kanımca... Yılın Yerli Oyun Yazan: Yiğit Sertdemir (444 - Altıdan Sonra Tiyatro) Birkaç yıldır dikkatle izlediğim ve 2005 yılında "OBEB" oyunu ile gene buraya getirdiğim Yiğit Sertdemir, bu kez çağrı merkezlerinin arkasındaki dünyayı sahneye getirirken, bu yeni işkolunu tüm yönleriyle ti'ye alıyor, aynı zamanda günlerini telefon ahizesi ile bilgisayar ekranın arasında geçiren iki genç aracılığı ile günümüze bir ayna tutuyor. Gerilim ve mizahın iç içe geçtiği, devinimi gittikçe artan, Fransızca anlamındaki "esprit" (=zekâ) dolu metni ile bu taptaze oyun, benim tartışmasız favorimdir! Yılın Çevirmeni: Sibel Arslan Yeşilay (Geçmişten Gelen Kadın - İBB Şehir Tiyatroları) Özellikle dikkatimi çekmiş olan çevirmen göremediğimden, gene de bildiğim yabancı lisanlar arasında en akademik biçimde öğrenmiş olduğum Almancayı hakkıyla Türkçeye çevirmiş olan Sibel Arslan Yeşilay'ı öneriyorum bu ödül için... Yılın Sahne Tasarımcısı: Ali Cem Köroğlu (Dalga - Donkişot Prodüksiyon) Bir döneme/ortama kişisel yorumunu katmaya çalışan kalabalık bir sahne tasarımı ("Bayazıt") ile sahnedeki devinimleri çerçevelemek üzere, onları minimalist biçimde sarmalayan bir çalışma ("Dalga ") "zıtlıkları" arasında gidip gelirken, tercihim (ne yapabilirim ki, gene de!) geçtiğimiz yıl da oyumu verdiğim (ve ödülü almış olan) Ali Cem Köroğlu'ndan yana oldu... Çok kalabalık bir oyuncu kadrosu ile sık değişen sahnelere başdöndürücü bir uyum sağlayan, prizma ve dikdörtgenlerden oluşan hareketli dekorlar, oldukça eski bir fikir - ancak bu çarpıcı oyuna ayrı bir ivme kazandırıyor.
a
Yılın Giysi Tasarımcısı: Canan Göknil (Bayazıt - İBB Şehir Tiyatroları) Canan Göknil'in Osmanlı saray giysilerini andırmamakla birlikte, üstün bir yaratıcılığın eseri olan fantastik giysileri, özellikle renkleriyle sahne tasarımına sağladıkları uyum ile, benim için bir "şaka " kadar güzeldi...
pe cy
Yılın Işık Tasarımcısı: Arif Akkaya (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Işık, karanlığı yenerken, etrafındaki ürkütücü ortamı da hiç ama hiç rahatsız etmemeli - dahası, onu "olumsuz " biçimde ortaya sürmeli... İşte, Arif Akkaya gerçek bir mahzende gelişen bir sorgulama sırasında ak ve karayı, açık ve gizli olanı, korkan ve korkutanı tüm artı ve eksileri ile simgelemesini bilmiştir. Yılın Oyun Müziği: Çiğdem Erken (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) 20. yüzyıl ikinci çeyreğinde özellikle Orta Avrupa'da filizlenen, ardından kısmen ABD'ye uzanan yan oda müziği/yarı kabare/müzikal ezgilerini harmanlayan özgün besteleriyle Çiğdem Erken, hiç kuşku yoktur ki, 2007/2008 tiyatro sezonunun en başarılı sahne müziğini yazmış! İki viyolonsel, bir piyano ve üç ses için tasarlanmış olup oyunda canlı olarak icra edilirken, sahnedeki olayları sımsıkı biçimde izliyor ve altını çiziyor. Melodilerin zenginliği ve vokallerin derinliği, işitsel bir dekor sağlıyor, adeta...
68
"Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları Yılın Yapımı: "Sivas '93" (Dostlar Tiyatrosu) 2007-2008 sezonu oyunları arasında 2006 yılının Ekim ayında kurulan Oyunbaz Tiyatro Grubu'ndan Anton Çehov'un "Martı"sım çok sevdim. Oyunbaz, "birlikte üretmeyi, samimi ve iyi tiyatro yapmayı, amatör ruhla profesyonel ürünler çıkarmayı hedefleyerek" bir araya gelmiş gençlerin topluluğuydu. Oyunda yakalanmak istenilen atmosfere uygun minimal bir dekor anlayışı yeğlenmiş; çok belirgin nesnelerle, kostümlerle yaratılmış bir sahne plastiği oluşturulmuş; gerçekçi göstergelerden ziyade çağrıştırmaya yönelik nesneler kullanılmış, taşranın ıssızlığı, oyun karakterlerinin ölü ruhlarının boşluğu izleyiciye bu yolla yansıtılmıştı. Diğer taraftan, sahne tasarımındaki stilizasyon, esası dört bölüm olan oyundaki tabloların çok az malzemeyle içeriğini anlatmaya yaramıştı. Ataol Behramoğlu'nun imrenilecek güzellikteki çevirisi esas alınarak ve Behçet Necatigil ile Mehmet Özgül'ün çevirilerinden de yararlanılarak oluşturulan sahne dili hiç abartmadan söyleyeyim, kusursuzdu. Makyajda grotesk anlayış yeğlenmiş, oyuncular soyut realizmde birleşmiş, Çehov'un Sheakespeare'i anımsatan yanı daha bir öne çıkarılmıştı. "Yılın Yapımı" ile ilgili oyumu "Martı"ya pekâlâ verebilirdim. Diğer taraftan, "DOT"un içinde ciddi anlamda şiddet barındıran "Kürklü Merkür"üne de bayıldım. Oyunda yakası bağrı açılmamış küfürler duydum, rahatsız oldum, tabuların yıkıldığına tanık oldum, ama kışkırtıldığımı da duyumsadım. Psikolojik-gerilimin duruma böylesine hakim olmasına şaştım kaldım. Oyunu izlerken: "Yaşamın gerçeği bunlar," diyerek yaşamla doğru ilişkiler kurdum. Öfkeli bir oyundu, anarşist bir oyundu... "In-Yer-Face" tiyatrosunun belki de en sert örneğiydi. DOT'un içerikte zenginliği, biçimde yeniyi arayarak farklılık yaratma amacına uygun bir oyundu. Şiddet, oyuncuların en saf malzemesi eylenmiş; sözü/sözcükleri kullanmalarındaki ustalık sağlanmış; oyunun içerisindeki cinsellik öğelerinden neredeyse yeni bir oyun çıkmıştı. Yazarın haz objesine dönüştürdüğü cinselliği, yeri geldiğinde sevgi duyulanla, âşık olunanla kurulan cinsellik üzerinden anlatan bir yapımdı. Oyum gönül rahatlığıyla "Kürklü Merkür"e de gidebilirdi.
Üstün Akmen
Evrensel Gazetesi ve Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Eleştirmeni
pe cy
a
Bir de, Tiyatro Pera, Shakespeare'in ünlü "Venedik Taciri"ini oynadı. Karmaşıklığı nedeniyle birçok yönetmen ve yapımcının Shakespeare'in en zorlayıcı oyunlarından olan "Venedik Taciri"ni tiyatroya aktarma konusunda tereddüt etmesine neden olduğunu biliyordum. Tiyatromuzun "Donkişof''larından Nesrin Kazankaya kollarını bu kez işte bu "Venedik Taciri" için sıvamıştı. Venedik dediğin, ilk borsanın, ilk gettonun kurulduğu kent ya... Venedik dediğin, azınlıklara yönelik davranış bozukluklarının ilk filiz verdiği yer ya... Venedik dediğin, maddi çıkar dünyasının boy attığı ilk mahal ya... Yapımda bunlar öne çıkmıştı. Kenarda, Venedik'teki "canaletto"lardan birinin simgesi, ekranda "tower"lar... Etnik kökenlerin kışkırtıldığı, provokasyonların ardı ardına sıralandığı, küresel pastadan pay alma savaşının kızıştığı günümüz dünyasına bir göndermeydi yapım. Antonio'nun son moda İtalyan takım elbisesi içinde muhtemelen San Marco Meydanı'nda cep telefonuyla borsadaki parasını kovalaması, uğruna Yahudi'den borç aldığı arkadaşı Bassanio'nun evlenmek istediği Portia'nın bir iş merkezinde internet üzerinden babasına verdiği sözü tutup kocasını seçmeye çalışması, ona eş olmak isteyen örneğin Arragon Prensi'nin, örneğin Fas Prensi'nin borsadaki servetlerini internet üzerinden Portia'nın önüne sermeleri ve sonra altın, gümüş, kurşun kutular arasında internette seçim yapmaları, bilgisayar başında atılan Shakespeare tiratları hep bu göndermenin parçalarıydı ve ben "Venedik Taciri"ni yılın yapımı olarak göstersem gözüm asla arkada kalmazdı. Gel gelelim, Dostlar Tiyatrosu'nun ve Genco Erkal'ın aklından bir an olsun çıkarmadığı tiyatrocu olma misyonunu bir kez daha, yeniden ve yenileyerek gündeme taşıması, hem de bir anlamda: "Tiyatronun toplumu aydınlatma görevi, işlevi ve sorumluluğu vardır," diye gürlemesi beni etkiledi. Genco Erkal, oturmuş bir oyun yazmıştı. 2 Temmuz 1993 gününü esas almıştı. Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne katılmak için Sivas'a gelen, Madımak Oteli'nin içine kıstırılan aydınlar... Dışarıdaki öfkeli kalabalık... İçerdekilerin "kafir" olduğuna inanan, polisin ve askerin engelleyemediği(!) kalabalık... Kalabalığın giderek kontrolden çıkışı... Dakika dakika yaklaşan kıyamet... Cansız kalan 36 beden... Bu yaşanmış olay, oyun olur mu? Olmuştu. Ama oyun yapmamıştı Genco Erkal Usta, oyun yazmamıştı. Toplum, yaşadığıyla yüzleşsin; olay toplumun belleğinden silinmesin diye, zaten kendi içinde bir "oyun" olan konuyu oyunlaştırmak yerine, belgeselleştirmiş, belgeselin içine tiyatronun tadını-tuzunu katmış, ortaya "belgesel oyun" çıkarmıştı. Bu dört adayım arasında gittim geldim, ama sonunda oyumu gönül rahatlığı içinde "Sivas '93"e verdim. Yılın Yönetmeni: Yücel Erten (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) "Yılın Yapımı"nda söylediklerimden de anlaşılacağı gibi "Yılın Yönetmeni" ödülünü Murat Daltaban (DOT "Kürklü Merkür") hak ediyor. Ya Genco Erkal? Genco Erkal'ı (Dostlar Tiyatrosu "Sivas '93") atlayabilir miyim? Mümkünü yok!
69
Pekiii... Ya Mehmet Ergen'in Amerikalı film yönetmeni, senaryo ve oyun yazarı Neil LaBute'un Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro yapımı olarak sahnelediği "Şeylerin Şekli" başlıklı oyunu? Bu kategoride işim cidden çok zor. "Şeylerin Şekli"nde Mehmet Ergen, tablo dizgelerinin farklı ritimlerini ne de güzel düzenlemişti! Ritmik çerçeveleri ne kadar iyi saptamıştı! Global ritmi nasıl yakalamıştı! Öyküyü figüratif biçimde anlatırken; eylemi, konuyu duyguları harekete geçirici mantıkları fiziksel eylem olarak ne güzel vermişti! Gösterinin bütün anlarını bir araya getiren ve devindiren iki nokta arasına sanki bir çizgi çizmiş; çizginin arasındaki koordinatları nasıl da zekice belirlemişti! Çizginin başlangıç ve bitiş noktaları belliydi, belliydi belli olmasına da bulmaca dergilerinde rastladığımız "noktaları birleştirme" oyunları gibiydi bu çizgi. Malûmunuzdur bu oyunlar, başlangıçta sayfa üzerine dağıtılmış noktalardan oluşurlar, bu noktaları sırayla birleştirdiğimizde, resim ortaya çıkar. İşte Ergen'in "Şeylerin Şekli"ni sahneye koyma yöntemi bu "noktaları birleştirme" oyunlarına benzemişti, çok ilginçti. İzleyiciye noktalan birleştirme yetkisini vermişti. Oyuncu yönetimini de "mış gibi yaptırmamak" üzerinden çözümlemişti. Mehmet Ergen de "Yılın Yönetmeni" seçiminde asla göz ardı edilemezdi. İyi de, Arif Akkaya'nın Duru Tiyatro yapımı "Bana Bir Picasso Gerek"ini görmezden mi geleceğim? Arif Akkaya, oyunu sahneye koymadan önce konunun gerçekleştiği koşulları öyle güzel araştırmış, koşulların niteliğini ve yayılımını öyle iyi bellemişti ki! Olageleni ya da olmuş bitmiş olanı betimlemeye yarayan yollarda müthiş bir başarı sağlamış, gözlemleyenlerin ve gözlemlenenlerin anlatılarından mükemmel bir bireşim oluşturmuştu. Oyuncularının içlerindeki eski roller arşivinin kapağını açtırmamış, arşivdeki rollerine bakmalarını, karşılaştırmalarını, onları Picasso ile ya da Fischer ile ilişkilendirmelerini engellemiş; kısacası, keyifle izlenen gerçekten dört dörtlük, kusursuz bir reji elde etmişti. "Yılın Yönetmeni" ödülünü Arif Akkaya da hak ediyordu.
pe
cy
a
Ama bir de Yücel Erten'in çevirdiği, on sekiz yıl sonra da olsa sahneleme olanağı yaratabildiği oyunu vardı: Çek yazar Oldrich Danek'in "Savaş İkinci Perdede Çıkacak" başlıklı oyunu. Atatürk Kültür Merkezi Oda Tiyatrosu'nun sahnesinde işlemişti. Çoook "mütevazı" bir sahneydi burası. Arkasında yalnızca bir koridor ile iki soyunma odası, ortada da büyükçe bir evin salonu kadar sahne... Yücel Erten'in de pek güzel ifade ettiği gibi: "... geniş hacimlere düşkün AKM'nin bir merdiven altı boşluğuna sığıştırılmış bir tiyatro "ydu burası. Şimdi o da yok ya, neyse! İşte bu "sığıştırılmış" tiyatronun olanakları sınırlı sahnesinde "... kulisler, panolar, dekorlar, yapılar, kapılar tıkıştırmaya çalışmak yerine" Yücel Erten sahne tasarımını da kendisi yaparak "sahneyi çıplak kullanmayı" yeğlemişti. "Sahneye açılan mimari kapılar, mimari olarak mevcut olan balkon, ona yaslanan bir döner merdiven, birkaç parça mobilya, zorunlu üç-beş aksesuvar, birkaç vitrin mankeni... " İşte dekor buydu... Esasında, bu dekor anlayışıyla oyuncunun kolektiftik anlayışını ateşlemiş, toplu oynamayı daha bir belirginleştirmiş. Rejisör olarak da "açık biçim"i alabildiğine özgür kullanmış, öyküyü kendi dinamiği ve estetiği içinde yoğurmuş; oyunculuk, müzik, dekor, kostüm, ışık anlayışlarıyla estetik bir bütünlük oluşturmuştu. Arka planda uyguladığı "slow motion" devinimlerle duraklamaları yok etmiş, anlatımını güçlendirmiş, sahne diline lezzet katmıştı ve bütün bu özellikleriyle benim oyumu aldı. Yılın Kadın Oyuncusu: Tilbe Saran (Koca Bir Aşk Çığlığı - Aysa Prodüksiyon) Şimdiii... Esra Bezen Bilgin, zaten benim gözbebeği boncuklarımdandır. "Şeylerin Şekli"nde, sahne üstü eylemlerini soğuk, teorik biçimde aklı aracılığıyla analiz etmemesi, Evelyn'e fevkalade pratik olarak yaşamı, insancıl deneyimleri, kendi öz alışkanlıkları, sanatsal duyguları, sezgileriyle yaklaşması; aksiyonları icra ederken gerekeni kendi başına araması, kendi doğasını yardıma çağırması; bu süreci doğasının bütün zihinsel, coşkusal, ruhsal, fiziksel güçleri tarafından eşzamanlı olarak yürütmesi beni büyülemişti. Ayça Bingöl ise, sahne üzerinde üretici-sanatçı olduğunu "Bana Bir Picasso Gerek"te gene vurguladı ve hem 13. Sadri Alışık Tiyatro Oyuncu Ödülleri'nde hem de Afife-2008 Tiyatro Ödülleri'nde "Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu Ödülü"ne değer görüldü. Partnerine karşı tavır geliştirmediği sürece başarılı olamayacağını biliyordu Bingöl. Tiyatro dilinde "gerekçelendirme" dedikleri biçimde, Fischer'e bir eylem gerçekleştirtmeden önce eylemine bir neden yaratıyordu. Beni çok mutlu etmişti. Bir de, televizyon dizisinde Madam Mary rolü ile tanıdığımız, Tiyatro İstanbul ve Küçük Sahne-Sadri Alışık Tiyatrosu'nda iki ayrı oyunda rol alan, Amerika'da müzikal eğitimi almış ve sahneye çıkmış Demet Tuncer vardı. Tiyatro Kedi yapımı "Müzikaldeki Hayalet''te beş değişik karaktere can veren Demet Tuncer'i,
70
maddesel yaratıcılığını kendisine mal etmesini iyi bilen bir oyuncu olarak gözlemledim. Vücut kullanımı yeteneğine sahipti, tonlama ve bedenini uyum içinde götürebilen, canlandırdığı beş karakterin özelliklerini saptayarak ve bunları ayırma yöntemini iyi kullanarak dış aksiyonunu denetim altında tutmayı da beceren bir oyuncuydu. Ses güzelliği, şarkı söyleme becerisi, dans estetiği, oyun karakteriyle özdeşleşme yetisi beni büyüledi. Nitekim, Ayça Bingöl gibi hem 13. Sadri Alışık Tiyatro Oyuncu Ödülleri'nde hem de Afife-2008 Tiyatro Ödülleri'nde "Müzikal ya da Komedi Dalında Yılın En İyi Kadın Oyuncusu Ödülü"ne değer görüldü. Ama bir de "Koca Bir Aşk Çığlığı'nın Gigi Ortega'sı Tilbe Saran vardı. Gövdesiyle ruhu; iç aksiyonu ve dışa dönük hareketleri arasında minicik, ama mini minnacık dahi uyumsuzluğa rastlanılmadı. Bir alet gibi kullandığı gövdesi duygularını çarpıtmadı, bellediği doğru yoldan gıdım sapmadı. Gigi Ortega'nın Tilbe Saran'da gövdesel yaşam buluşu güzel, zarif, yankılı, renkli, uyumlu bir sonuçla anlatıldı. Devinen bedenini ve değişken sesini havada biçimlendirirken, kum üzerine yazı yazan bir yazar gibiydi o!.. Bir yazar gibi, sanatını, malzemesini kendi içinden, kendi belleğinden çekip çıkardı, metnin önerdiği kurgusal kişiliğe göre bir anlatı oluşturdu. Oluşturduğu anlatının içinde kendini yoğurdu. Helâl olsun! Esra Bezen Bilgin'in, Ayça Bingöl'ün, Demet Tuncer'in arasından gıdım farkıyla da olsa sıyrıldı, bu kategoride oyumu aldı. Belki de bana günah çıkarttırdı. Yılın Erkek Oyuncusu: Selçuk Yöntem (Koca Bir Aşk Çığlığı - Aysa Prodüksiyon) Afife-2008 Tiyatro Ödülleri'nde "Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu" ödülüne değer görülen Sezai Altekin'in Picasso'ya can verirken, coşkularını mükemmel yönetmesi ve onları okutmadaki başarısı hâlâ gözümün önünden gitmiyor. Yorumladığı duygulanımlar, izleyici tarafından nasıl da rahat okunuyordu! Mehmet Ali Kaptanlar, Shylock'u mekanik icra noktasına kadar mükemmelleştirmişti, sonra daha derinlere indirip yeni duygularla dolduruyordu. Gerçekten mükemmeldi. Nitekim, 13. Sadri Alışık Tiyatro Oyuncu Ödülleri'nde "Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu" kategorisini kazandı.
pe cy
a
13. Sadri Alışık Tiyatro Oyuncu Ödülleri'nde "Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu" kategorisindeki üç adaydan biri olan Levent Ülgen, "Dalga"da pasif bir halin bile nasıl teatral terimlerle yansıtılacağını gösteren bir oyun sergilemişti. Birinciliği bilemem, ama adaylığı mutlak hak etmişti. "Müzikaldeki Hayalet'te Atılgan Gümüş, bu ülkede en öndeki, belki de tek müzikal oyuncu olma unvanına bence hak kazanmıştı. Gümüş, vücut yapısına dış aksiyon ve iç aksiyonun yansıması için uyarıcı etkilere "Müzikaldeki Hayalet''teki rolünde o denli mükemmel karşılık vermekteydi ki, ona rahatlıkla "çok yönlü oyuncu" madalyasını verdim. Bartu Küçükçağlayan "Şeylerin Şekli"nde Adam'ı oynadı. Küçükçağlayan, yazarın sunduğu verili durumları, olguları ve olayları listeye dökmüş, oyunu küçük parçalara bölmüş, ayıklamış, çözümlemiş, sorular sormuş, bütün olguları tartmış, varsayımlar üretmişti. Oyumu kesin olarak ona vermek, özendirmek, tiyatro sanatına daha bir hırsla asılmasına katkı sağlamak isterdim. İsterdim, ama Selçuk Yöntem "Koca Bir Aşk Çığlığı'nın Hugo Martial'i olarak aklımı çeldi. Yöntem, "Koca Bir Aşk Çığlığı"nda duygulanımlarını nasıl da müthiş bir soğukkanlılıkla üretiyordu değil mi? Uzatmayayım, izleyenler izlemeyenlere anlatır. Ürettiği duygulanımların iç hakimiyetinden çok, yorumladığı duygulanımların izleyici tarafından okunabilir olmasını yeğlemişti. Duygulanımlarını oyunculuk biçemi içerisinde listeledi, kategorilere böldü; yetinmedi, devinim ya da tavır yardımıyla coşkularını kodladı. "Olur mu öyle şey," demeyin, oldu ve oyumu anasının ak sütü gibi aldı. Yılın Yerli Oyun Yazarı: 444 (Yiğit Sertdemir - altıdan sonra tiyatro) Türkiye'de sadece lisanslı olduğunda yasal bir iş olarak tanımlanan fuhuş ya da seksi, yürürlükte olan Ceza Yasası'nın seks işini ve genelevlerin kurulmasını düzenleyen tüm hükümlerinin seks işçilerini sadece kadın/lar olarak tanımladığını ve o kadınlara (devlet kontrolünde) korkunç bir aşağılama, zulüm, tecrit uygulandığını; kadının mal (meta) olarak para karşılığında erkeklere satıldığını işleyen Tuncer Cücenoğlu'nun "Kadıncıklar"ını (Küçük Sahne-Sadri Alışık Tiyatrosu) taaa 1983'te Levent Kırca Tiyatrosu tarafından oynandığı için değerlendirmeye alamayacağımdan; aydınların dile pelesenk ettikleri söylemlerin daha alt düzeydeki okur yazarlar tarafından nasıl sahiplenildiğini gözümüze sokan bir oyun olan, Bakırköy Belediye Tiyatrosu yapımı Özen Yula'nın "Gözü Kara Alaturka"sını pekâlâ aday olarak gösterebilirim. Ama yürek göstergem Yiğit Sertdemir'den yana... Sertdemir'in ele aldığı konular doğal olarak gökten
71
inmiyor, yerden bitmiyor, kendiliğinden uçuşup bilgisayarın "word"una doluşmuyor. Onun da sağlam bir altyapısı var. Kafasında kurduğu konudan/olaydan etkilenmeyi, etkilendiğini derinlemesine incelemeyi, incelediği her neyse işine yarayıp yaramayacağını biliyor, belirliyor, geliştiriyor. Genç, ama donanımlı bir tiyatro adamı o. Oyumu "444"e verirken yüreğim hiç mi hiç sızlamıyor. Yılın Çevirmeni: Şükran Yücel (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) Bu dalda Özlem Turhal'ı ("Kuyruk" - Kent Oyuncuları); Yücel Erten'i ("Açık Denizde" - Kent Oyuncuları; "Savaş İkinci Perdede Çıkacak" - İstanbul Devlet Tiyatrosu); Mehmet Ergen'i ("39 Basamak - Kent Oyuncuları; "Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro); Hale Kuntay'ı (Mutlu Yıllar - Beşiktaş Prodüksiyon Tiyatrosu) rahatlıkla aday gösterebilirim, içlerinden birini seçerim hiç de gözüm arkada kalmaz. Amaaa... "Bana Bir Picasso Gerek"te Hatcher'in esere olamazcasına derinlik kazandıran fevkalade zeki diyaloglarını, ironi dolu repliklerini ("tek" yerine "tek bir tane", "gerekçe" yerine "sebep" gibi birkaç küçük hata dışında) sahne diline fevkalade uygun, titizlikle çeviren Şükran Yücel'i atlamam doğru olmaz. Oyum Şükran Yücel'e... Yılın Sahne Tasarımcısı: Barış Dinçel (Mutlu Yıllar - Beşiktaş Prodüksiyon Tiyatrosu) Bu dalda oyumu hiç düşünmeden A. Şirin Dağtekin'e verebilirdim. Dağdekin'in "Venedik Taciri"ndeki takdire değer dekor tasarımıyla bu ödülü hak ettiğine de inanıyorum. "Venedik Taciri''nde zaman ve mekân kavramının, oyun içindeki duygusal tabloların, Tiyatro Pera'nın sahne olanakları inceden inceye hesaplanarak kotarılmış olması elbette her türlü takdirin üzerinde değerlendirilmeli.
cy a
Efter Tunç'un "39 Basamak"ı da adayım benim. Gene özde belirli bir biçimi değil, bir kavramı belleklere ulaştırmıştı "39 Basamak"ta Efter Tunç. Biçimden yola çıkmış, teknikten yararlanmış, öze varmış, izleyicinin dekor verilerinden yararlanarak kişisel yaratıcılığına ulaşmasını sağlamıştı. Her an biçimlenebilen bir dekor anlayışıydı Tunç'un tasarımı. Başlıyor, deviniyor bitiyordu. İşlevseldi, yorumlayıcıydı. Efter Tunç'un "Oyunun Oyunu (Yasemin Yalçın Tiyatrosu)"nda ilk perdede yer alan sahne dekorunun, daha sonra yerini kulis dekoruna bırakmasını ve kulis dekorunun arkasına kurulan başka bir dekorda oyunun düşsel bir izleyici topluluğuna izlettirilmesindeki tasarım hünerini de alkışlamıştım.
pe
Barış Dinçel ise, "Müzikaldeki Hayalet (Tiyatro Kedi)" müzikalindeki çizgilerinde yeterince incelikli görünmeyenin esasında çok fazla incelikli olduğunun, kaba görünenin yeterince kaba olmadığının altını çizmişti, ama ödül kategorileri arasında "müzikal" olmadığı" için "Müzikaldeki Hayalet''i değerlendiremem. Bir anlamda, izleyiciyi hem tiyatronun atmosferine dahil etmek ve ortamı paylaştırmak istemiş hem de absürd drama gereği öğeler kullanmıştı. "9 Ay Son Gün (Oyunbozan Tiyatro)"deyse, ana rahmi temalı, doğrudan beyne yönelen dekoru fevkalade başarılıydı. Dekor, salona girer girmez seyircinin hazırlıksız ve henüz yontulmamış beynine ilk uyarıyı vererek düşünceyi ilk yönlendiren, ilk biçimlendiren oluyordu. "Mutlu Yıllar (Beşiktaş Prodüksiyon Tiyatrosu)" oyununda da dekor tasarımını yaparken gene yorumlama
72
yeteneğini konuşturmuştu. Hipermarket deposunun özelliklerinin tümünü minik ayrıntılarına kadar küçücük Melih Cevdet Anday Sahnesi'nde uygulamıştı. Bu iki oyunuyla, ama özellikle "Mutlu Yıllar"la oyumu Barış Dinçel aldı. Yılın Giysi Tasarımcısı: Gülhan Kırçova (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) Kimilerine belki biraz fazla abartılı, fazla renkli, fazla "flemenco" ve ucuz görünümlü gelmiştir, ama Nihal Kaplangı'nın "Bernarda Alba'nın Evi (İBB Şehir Tiyatroları)"ndeki kostümlerini burjuva zevki olarak beğendim ben. Kostümler ya böyle olmalıydı ya da kocası ölen Bernarda'nın evdeki baskıcı, bunaltıcı otoritesi, kızlar ancak tek tip giydirilerek yansıtılabilirdi. "39 Basamak (Kent Oyuncuları)"daki Efter Tunç imzalı kostümler de dekorun içinde eriyor, dekorla birbirini tamamlayarak yapılanıyordu. Gene de, "Savaş İkinci Perdede Çıkacak (İstanbul Devlet Tiyatrosu)" oyununda Gülhan Kırçova'nın 1920'lerden 1970'lere uzanan geniş yelpazede hem Yücel Erten'in sahneleyiş mantığına hem oyunun hızına, dinamiğine hizmet veren hem de tarih düşme görevini üstlenen giysilerini unutamadım, oyumu Kırçova'dan yana kullandım. Yılın Işık Tasarımcısı: Cem Yılmazer (39 Basamak - Kent Oyuncuları) "Venedik Taciri (Tiyatro Pera)"nin ışık tasarımı Yüksel Aymaz'a aitti ve oyun içindeki dekor değişimlerini "black-ouf'suz atlatma konusunda yönetmen Nesrin Kazankaya'ya mükemmel yardımcı, usta işi bir tasarımdı. Yakup Çartık'ın "Mikadonun Çöpleri (Beşiktaş Prodüksiyon Tiyatrosu)"ndeki kusursuz ışık tasarımı; "Oyunun Oyunu (Yasemin Yalçın Tiyatrosu)"ndaki oyuna ışıklandırma yoluyla yorum katışı; dekora derinlik, perspektif kazandıran ve oyuncunun üçboyutluluğunu sağlayan çalışmaları üzerinde de uzun uzun düşündüm.
pe cy
a
Cem Yılmazer'in "Kent Oyuncuları" yapımı üç oyundaki ("Kuyruk", "Açık Denizde" ve "39 Basamak") başarısı, ama Yılmazer'in özellikle "39 Basamak"ta ışığın gücünü, rengini, dağılımını, dekor rengini kullanarak oyuncu/larını çevresinde yepyeni bir oyun alanı yaratması beni başka türlü cezp etti. Oyumu ona verdim gitti. Yılın Oyun Müziği: Çiğdem Erken (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İstanbul Devlet Tiyatrosu) İşte hiç de zorlanmayacağım bir kategori bu kategori... Çiğdem Erken ve "Savaş İkinci Perdede Çıkacak"... Doğrudan adayım Çiğdem Erken. Erken, her şeyden önce abartıdan uzak, iki viyolonsel ve bir piyanodan oluşan, yalın, içten, ama oyunla ve oyuncuyla "yakın temasta" bir orkestra kurmuş. Müzikal motiflerle yayılan bir atmosfer yaratmış. Laytmotife dönüşen, izleyicinin durum saptaması yapmasına, soluklanmasına olanak veren besteler/düzenlemeler yapmış. Kimi yerlerde, eylemi tersinlemeli yorumlayan Brechtisyen şarkı anlayışını kullanmış, kimi yerlerde akorlara dayalı armoni yerine zaman beraberliğinden yararlanarak ezgileri üst üste getirerek bir kontrpuan etkisi sağlamış. Birkaç notayla eylemin yerini belirtirken atmosferi akustik bir dekora dönüştürmüş. Çoğu üç sesli vokallerle sesin anlambilimsel derinliğini deşmiş. Daha ne etseymiş? Baksanıza, oyumu çoktan hak etmiş.
73
"Tiyatro Ödülleri-2008" Gerekçeli Kararları Yılın Yapımı: Dalga (Donkişot Prodüksiyon) "Dalga", Türkiye'nin içinden geçtiği bunalımlı siyasi gündemi tiyatro seyircisine şahane bir yapımla aktardı. Sahne grafiğinin yenilikçi anlayışla donatılması, genç oyuncuların mükemmel performansı ve usta oyuncuların oyuna kattığı enerji 'Dalga'nın yılın yapımı olmasında en büyük etkendir. Yılın Yönetmeni: Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli / Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) Bu konuda fazla yorum yapmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Mehmet Ergen, yenilikçi anlayışta Türk tiyatrosunun en başarılı yönetmeni. 'Şeylerin Şekli' insanı şaşırtan yönetim anlayışıyla geçen sezona damgasını vurdu. Bugüne dek denenmemiş tekniklerle izleyenin karşısına çıkmak büyük cesaret ister. Sayın Ergen bu cesareti göstererek olağanüstü başarı sağlıyor. İngiliz tiyatrosunun yenilikçi gücüne Türk tiyatrosunun değerlerini işleyerek özgün yönetimler meydana getiriyor.
a
Yılın Erkek Oyuncusu: Levent Ülgen (Dalga / Donkişot Prodüksiyon) Yılın erkek oyuncusu ödülü için bu sezon Mehmet Ali Kaptanlar (Venedik Taciri / Tiyatro Pera), Bartu Küçükçağlayan (Şeylerin Şekli / Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) ve Levent Ülgen (Dalga / DonKişot Prodüksiyon) adaylarım idi. Bu üç isim içinde gençlerle beraber çok iyi performans gösteren Levent Ülgen ön plana çıktı. Sayın Ülgen, sahne deneyimi çok olmayan genç kadronun enerjisine ortak oluyor. Oyun içinde hiç düşmeyen temposu, diğer oyuncuların da ufkunu açıyor. Sayın Ülgen'in oynadığı rol, oyunun mihenk taşı niteliğinde. Oyun, Levent Ülgen'in başarılı oyunculuğu sayesinde seyrine doyulmaz bir hale dönüşüyor.
cy
Yılın Yerli Oyun Yazarı: Sermiyan Midyat (9 Ay Son Gün - Tiyatro Oyunbozan) Tiyatromuzda son dönemde Türkiye ve dünya konjonktüründe olayları irdeleyen eserler görmek pek mümkün olmamıştı. Sermiyan Midyat yazdığı bu oyunuyla, siyasal, sosyal gündemimizi evrensel bakış açısını da içine katarak, izleyene başarılı biçimde aktarmayı başarmış. İzleyici oyun içinde mutlaka kendisinden bir parça bulmaktadır. Oyun bu yönleriyle geçtiğimiz sezonun en iyi yerli oyunu olma özelliğini göstermiştir.
pe
Yaşam Kaya
Tiyatro Gazetesi Eleştirmeni
Yılın Kadın Oyuncusu: Demet Tuncer (Müzikaldeki Hayalet / Tiyatro Kedi) 'Müzikaldeki Hayalet' müzikalinin ana hatlarını, oyunun şahane müzikleri oluşturmaktadır. Frank Sinatra'dan Beyonce'ye kadar farklı tarzlardan oluşan müzikleri söylemek için öncelikle bu müziklerin tarzlarını iyi düzeyde bilmek gereklidir. Sayın Tuncer blues, pop, rock, caz ayrımını son derece iyi yapıyor. 5 ayrı karakterde sahneye çıkan Tuncer, her bir karakterle izleyeni büyülüyor. Aksanlı konuştuğu İngilizcesi sayesinde oyunu baştan sona iyi bir performansla bitiriyor. Demet Tuncer çok iyi bir karakter oyuncusu.
Yılın Çevirmeni: Mehmet Ergen (Şeylerin Şekli - Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro) Neil LaBute gibi bir Hollywood senaristinin oyununu Türkçe'ye kazandırmak Türk edebiyatı açısından büyük bir olaydır. Neil LaBute, yazdığı senaryolarda birbiri içine geçen olaylardan çokça faydalanılır. Karmaşık konu örgüsü ile anlaşılması zor bir yazardır. Mehmet Ergen, oyunu çok güzel ve arı bir Türkçe ile tiyatromuza kazandırmış. Neil LaBute'yi bizlere sunarak Amerikan tiyatrosunun evrensel değerlerini görmemizi sağlamış. Avrupa tiyatrosunun dışında bir yazarla tanışan Türk tiyatrosu, bu çeviri ile değişik kültürlerin kaynaşma noktası olma özelliğini güçlendirmiş oldu. Yılın Sahne Tasarımcısı: Ali Cem Köroğlu (Dalga - Donkişot Prodüksiyon) 'Bir Şehnaz Oyun'da da, "Dalga"da da Ali Cem Köroğlu adı ön plana çıkıyor. Her iki oyunda da hızlı tempoyla ilerleyen konuya uygun sahne tasarımları oluşturmuş. Oyuncular her iki tasarım sayesinde tempolarından kayıp yaşamdan rollerine çok iyi adapte oluyorlar. Ali Cem Köroğlu'nun sahne tasarımı yönetmenlerin de önünü açıyor. Onların da işlerini kolaylaştırıyor. Özellikle de 'Dalga' oyunundaki tasarım, bir dekorun birden çok işleve sahip olması açısından çok dikkat çekici. Ali Cem Köroğlu tasarımlarında büyük bir özveri ve zeka görüyoruz.
pe cy a
Yılın Giysi Tasarımcısı: Türkan Kafadar (Tiyatro Kedi / Kibarlık Budalası) 'Kibarlık Budalası' oyunu 17. yy'da Fransa'da geçmektedir. Konu olarak aristokrat insanların hayatını eleştirmektedir. Dönemin giyimini düşünürsek eğer, insanların burjuva yaşantılarının çok şık ve ihtişamlı olduğunu görürüz. Türkan Kafadar, seçtiği kostümlerle hem dönemi çok iyi irdeliyor hem de konudaki eleştiri mekanizmasını canlı tutuyor. Karakterlerin giyindikleri oyunun bütün unsurları ile pekişiyor. Sayın Kafadar çok başarılı bir iş çıkarmış. Yılın Işık Tasarımcısı: Yüksel Aymaz (Oyunu Bozuyorum / 5. Sokak Tiyatrosu / Garajistanbul) Yüksel Aymaz sayesinde 'Işık Oyunları' tekniğini 'Oyunu Bozuyorum' oyununda izlemiş olduk. Oyunun ana hatlarını meydana getiren bu tasarım, Türk tiyatrosunda bildiğim kadarıyla ilk kez deneniyor. Bu deneme oyunun başarısını da güçlendiriyor. Bugüne kadar bildiğimiz tasarımların dışına çıkan Sayın Aymaz, ışık tasarımcılığını yenilikçi anlayışla birleştirmeyi başarmış. Yüksel Aymaz'ın teknik çalışması, Türk tiyatrosuna büyük bir güç ve farkındalık katıyor. Yılın Oyun Müziği: Cenk Taşkan (Müzikaldeki Hayalet - Tiyatro Kedi) Bu alan üzerine geçtiğimiz sezon çok büyük bir başarıyı ne yazık ki göremedik. İzlediğim tüm oyunları enine boyuna irdeledikten sonra, "Müzikaldeki Hayalet" müzikalinin müziklerini yapan Cenk Taşkan'ı bu alan için en güçlü aday olarak belirledim. Oyunda yaptığı 6 özgün müzik, aşkın gücünü bütünüyle ön plana çıkardı. Demet Tuncer ve Atılgan Gümüş bu şarkıların gücü ile oyunda muhteşem performans gösterdiler. Müzikler olağanüstü güzellikte olduğu için seyirci de müzikali zevkle izledi. Cenk Taşkan'ın başarısı ekibin tamamını etkilemiştir.
75
a cy pe Sesiniz Kesilmeden Abone Olun...
0212 259 2124 www.tiyatrodergisi.com.tr
Sahne Alanlar ÖZEL TİYATROLAR ŞERLİ MAHALLE
Tiyatro: Oyunhane, Yazan: Ebru Uluçınar, Yöneten: Ebru Uluçınar, Müzik Tasarımı: Onur Çınar, Muharrem Yılmazkaya, Işık Tasarımı: Sercan Büyükçmar Oyuncular: Alev Topal, Aydan Dila Akbaş, Başak Kaya, Ekin Can Kınık, Engin Yağcılar, Erdem Yol, Eren Kayalı, Ezgi Keskin, İlker Akyol, İrfan Özkan, Kazım Çınar, Muharrem Yılmazkaya, Mustafa Cebeci, Okan Şıldır, Onur Çınar, Onur Karamanoğulları, Serpil Coşkun, Sibel Gülekoğlu, Tanya Avedisyan, Turhan Kaya, Ufuk İlter. Prömiyer Tarihi: S Aralık 2008
Şerli Mahalle, her anlamda korkunç bir yerdir. Ülkedeki diğer 12 mahalle gibi, şehrin hemen kıyısında yer alır ama yaşam şartları olarak şehirle arasında kilometreler vardır sanki. Kendi mahallelerinde insanlık dışı koşullarda yaşayan Şerli halkı her gün bu şehre girer çıkar ve adam öldürerek, çalarak, uyuşturucu satarak, silah kaçakçılığı yaparak, kadın satarak geçinirler. Hayat nesilden nesle böyle devam eder...
SAHİCİ İNSANLAR/PLASTİK ÖLÜMLER
Tiyatro: Bab-ı Tiyatro, Yazan: Zeynep Kaçar, Dramaturg: Melike Saba Akım, Müzik: Toz ve Toz, Koreografi: Mihran Tomasyan Oyuncular: Ezgi Bakışkan, Göktay Tosun, Mesut Yüce, Zeynep Kaçar. Prömiyer Tarihi: 2 Aralık 2008
SÜRMANŞET
Tiyatro: İstanbul Halk Tiyatrosu, Yazan: Sinan Tuzcu, Yöneten: Arif Akkaya, Oyuncular: Erkan Can, Dolunay Soysert, Tardu Flordun, Ceyda Düvenci, Beste Bereket Prömiyer Tarihi: 21 Kasım Oyun, Engin Değirmen adlı politikanın kalbinde yetişmiş, zengin işadamının karanlık işlerini konu alır. Devletin açmış olduğu ihaleye yabancı kaynaklı bir şirket ile giren Engin Değirmen, ihale sırasında karşısına çıkabilecek engelleri kaldırmak için çeşitli oyunlara başvurur. Bu oyunlar sırasında yanında Aziz ve Yeşim bulunmaktadır. Bu üçlü; babalan ihale güvenlik raportörlüğü yapan iki kız kardeşin, Aslı ve Funda'nın sakin ve sıradan hayatını paramparça edecek; bu arada kendileri de oluşan fırtınadan paylarını alacaktır. Kimi ölür, kimi kaybolur, kimi kazanır. Hepsi kendi hayatları için oynamaktadır.
a
Konusunu gerçek bir olaydan alan oyun, Güneydoğu'da yaşanan bir töre cinayeti üzerinden yola çıkarak, kapitalist sistemin nasıl işlediği temelinde ilerliyor ve sistemin olayları ve insanları yönlendiriş biçimini sorguluyor.
Babil, Sümer, Mısır, Anadolu'da yoğrulur fısır fısır, Olimpos'a gelirler, olurlar on iki ölmezler. Yani bizim Bursalılar. Yüz kilometre aşağıda da, bizim Erdemitliler, yani yirmi altı ölümsüz kahraman. Böylece, sarsılmaz Zeus düzeni de çözülür. Çanakkale'ye gelinceye kadar, tanrı da kalmaz, tanrıların maskeleri de... İzmir'de ise artık herkes insan, burada herkesin mücadelesi doğayla... Doğa filozofları dönemi; Tales'le başlayan bu dönem, üç kuşak, on beş filozof, Aristoteles'le biter. İstanbul'da tanrılar tekleşir, gökyüzüne yerleşir. Onun için Marmara sadece jeolojik açıdan deprem bölgesi değil, aynı zamanda kültürel açıdan da deprem bölgesidir. Onun için hıyar gibi dolaşma dişlerler, uyanmazsan şişlerler.
ZENGİN MUTFAĞI
LETAFET
Tiyatro: Tiyatro Cef, Yazan: Soner Olgun, Yöneten: Murat Karasu, Koreografi: Cihan Yöntem, Dekor-Giysi Tasarımı: Ayşe Zuhal Soy, Işık Tasarımı: Yakup Çartık, Müzik Tasarımı: Soner Olgun, Oyuncular: Hüseyin Avni Danyal, Zeynep Gülmez, Mert Yavuzcan, Galip Erdal. Prömiyer Tarihi: 31 Ekim 2008
cy
Tiyatro: Değişim Atölyesi Oyuncuları, Yazan: Vasıf Öngören, Yöneten: Müge Saut, Görsel Tasarım: Bülent Erdoğan, Oynayanlar: Nevzat Süs, Suat Oktan, Halil Ersan, Müge Saut, Ulaş Kotan Prömiyer Tarihi: 11 Kasım 2008
pe
Zengin Mutfağı, bizi 15-16 Haziran olaylarının tam ortasına götürüyor. İşçi yürüyüşlerine katıldıkları için teker teker işten çıkarılan emekçilere tanık oluyoruz. Sermaye için, örgütlenen işçiyi durdurmanın yolları var elbet, bunlardan biri de kontrgerilla oluşumuyla onları baskı altında tutmak. Kontrgerillanın sermaye sınıfıyla ilişkisini görürüz, "Zengin Mutfağı"nda. Aynı zamanda, mücadeleye doğru yaklaşan bir kadınla kontrgerillaya doğru savrulan bir adamın ilişkisini de görürüz.
Letafet, tüketim toplumunun hazıra alışan ve her şeyi olduğu gibi aşkı da çaba sarf ederek, hak ederek elde etmek yerine bir anda elde etmeyi kendine yol seçmiş modeli Tiki ile "ne kadar kazanırsan kazan, bütün kazandıklarıın kaybettiklerin kadardır," diyen Derviş'in bir sabah vakti karşılaşmalarıyla başlıyor. Letafet, günümüzde her şeyin, özellikle de sevginin ve ilişkilerin ne kadar acımasızca yok edildiğinin trajikomik bir hikâyesi aslında.
YEŞİL PAPAĞAN LİMİTED
Tiyatro: Sadri Alışık Tiyatrosu, Yazan: Memet Baydur, Yönetmen: Yiğit Sertdemir, Sahne Tasarımı: Gamze Kuş Giysi Tasarımı: Faruk Saraç - Çolpan İlhan Oyuncular: Ahmet Saraçoğlu, Yusuf Atala, Çolpan İlhan, Ali Yaylı, Tuncer Yenice, Arzu Oruç, Burcu Kazbek, Cem Hamzaoğulları, Cem Güler, Erman Bağrı, H. Şener Vurkaya, İsmail Sağır, Murat Kapu, M. Şevki Çoban, Nihan Sevinç, Yasemin Taş Prömiyer Tarihi: 2 Kasım 2008 Oyun, toplumun birçok farklı kesiminden insanlarla, mafya denilen organize suç örgütlerinin ilişkilerini temellendiriyor. Farklı alanlardaki meslek sahiplerinin (gazeteci, sanatçı, sporcu, iş adamı) mafya babalarıyla olan ilişkilerinin boyutu ve içeriği bir yandan oyunun dünyasını yaratırken diğer yandan da gerçek dünyayı yansıtıyor.
THEODORA
Tiyatro: Tiyatro Merdiven, Yazan: Haşmet Zeybek, Yöneten: Haşmet Zeybek, Sahne Tasarımı: Tiyatro Merdiven Giysi Tasarımı: Sibel Tomaç, Filiz Menteş, İlkay Menteş Oyuncular: Mine Altın, Fatih Tezol, Sibel Tomaç, Filiz Menteş, Gürkan Sinan, Selçuk Delipınar, Serdar İnan, Handan Delipınar, Ata Camuz, Aybike Erenler, Deniz Gül, Barış Baş, Deniz Karalar, Cengiz Türnüklü, Eda Er. Prömiyer Tarihi: 1 Kasım 2008 Nedir bu dünyanın yükü?
MUSTAFAM KEMALİM
Tiyatro: Müjdat Gezen Tiyatrosu, Yazan: Tuncer Cücenoğlu Yöneten: Müjdat Gezen, Dekor ve Giysi Tasarımı: Leyla Gezen Oyuncular: Ferdi Merter, Erdoğan Tuncel, Ali Rıza Kara, Ali Şahin, Aykut Güner, Ayşegül Aslan, Burak Tekel, Buse Demir, Bülent Özcan, Can Bana, Diren Polatoğulları, Ebru Demir, Erhan Işıktaş, Faruk Kalkan, Gülay Özçelik, İzzet Başlak, Mehmet Ali Yılmaz, Melike Ege, Ömer Gecü, Pınar Borge, Taner Karahan, Zeynep Akay Prömiyer Tarihi: 25 Ekim 2008 Mustafa Kemal'in yaşanmış anılarından yirmiye yakınının oyunlaştırılmasıyla meydana gelen oyun, Çanakkale Zaferi'nden başlayıp ölümüne kadar geçen süreçte yaşananları anlatıyor.
LA FONTEN ORMAN MAHKEMESİNDE (Ç.O)
Tiyatro: Sadri Alışık Tiyatrosu, Yazan: Yalvaç Ural, Yöneten: Dersu Yavuz Altun, Oynayanlar: Ceyda Yücesan, Melda Narin, Çiğdem Eğin, Doğuş Elden, Emin Aydın, Özgür Özcan Prömiyer Tarihi: 1 Kasım 2008 Hayvanlar, seyircilerin de katılımıyla La Fonten'in kendileri için yazdığı masalları canlandırır ve yeniden yazarlar.
77
Sahne Alanlar KÜÇÜK GENNY EFSANESİ
Tiyatro: Tiyatro Z, Yazan: Dan Dietz, Çeviren: Murat Şevki Çoban, Bengi Heval Öz, Yöneten: Cem Kenar, Dekor Tasarımı: Can Tuğcuoğlu, Giysi Tasarımı: Can Tuğcuoğlu, Işık Tasarımı: Mehmet Cem Kenar, Oyuncular: Bengi Heval Öz, Nuri Karadeniz, Umut Tabak, Nebil Sayın, Derya Aslan Prömiyer Tarihi: 20 Kasım 2008 Bir bomba fabrikasında resepsiyonist olarak çalışmaya başlayan Genny'nin geçmişiyle geleceği çarpışırken sonuçlar patlama etkisi yaratacaktır. Telefonu kullanmayı öğrenmekle dinlenme odası arasında gidip gelirken yaşadığı geriye dönüşlerde, Georgia eyaletindeki çocukluğu ve onun neden bu kadar kaçık, duygusal olarak izole olmuş, asosyal bir insan haline geldiğinin gerekçeleri görülür. Yazar Dietz, zamanda bir ileri bir geri atlayışlarla Amerika Birleşik Devletleri'nin en doğusu ile en batısı arasında bir gezintiye çıkarır. "İş dünyası", "sanal âlem", "aile olgusu" "seks", "ölümle insan", "tanrılar ve insanlar", "evrenin oluşumu", "bilim dünyası" arasındaki ilişkileri irdeler.
Duru Tiyatro, repertuvar tiyatrosu bağlamında geliştirdiği çizgisini korumaya devam ediyor. Ve bu çizgisini bozmadan Duru Tiyatro bünyesinde yeni bir kulvar açıyor: Duru İmpro. Duru İmpro doğaçlama tiyatro alanında önce "Niyetsiz Tiyatro" gösterisini daha sonra ise "Uzun Form Doğaçlama" oyununu, kuruluşunun üçüncü yılında seyircileriyle buluşturuyor. Yaratma sürecinin ve yaratılanın aynı anda ortaya çıktığı bu niyetsiz tiyatroda, seyirci ne seyredeceğini bilmeden oyuncu da ne yapacağını bilmeden tiyatroya geliyor. Her şey seyircinin önerileri doğrultusunda ve sadece o akşam, sadece o seyirci için yaratılıyor.
AZİZNAME
Tiyatro: Moda Sanat Tiyatrosu, Yazan: Aziz Nesin, Yöneten: Türkan Aktoprak, Teknik Sorumlu: Tülin Aktoprak Oyuncular: Birsen Kaplanseren, Burak Aşçı, Cansın Atakul, Deniz Elmas, Seda Yağcılar, Sonnur Şahin, Yiğit Yazgı Prömiyer Tarihi: 21 Ekim 2008 Ünlü yazar Aziz Nesin'in öykülerinden derlenen oyunda, Türk insanının hallerini komik bir dille seyirciye sunuyor.
BİR TAVSİYE MEKTUBU
Tiyatro: Oyuncu Tayfası, Yazan: Ephraim Kishon, Çeviren: Cahit Okurer, Yöneten: Kerem Yılmaz, Dekor Tasarımı: Burhan Yılmaz, Işık Tasarımı: Enver Başar, Oyuncular: Kubilay Yılmaz, Ufuk Tuncer, Arif Kuru, K. Burak Salimoğlu, Kerem Yılmaz, Aykut Yavuz, Elif Kasapçopur, Y. Ferhat Kanat, Onur Alagöz, Merve Mutafoğlu. Prömiyer Tarihi: 12 Kasım 2008
İstanbul bir sevgili midir? Yoksa hiç sevilmemiş midir gerçekten? Zemin etütleri yapan jeolog Ali Bora, İstanbul'da, İstanbul adında bir kadınla karşılaşıyor. Güzelliğiyle Ali Bora'yı sarhoş eden bu kadının gerçekten İstanbul mu, yoksa bir hayal mi olduğunu anlaması için genç adamın onu yeniden görmesi, yedi tepeyi dolaşması gerekiyor. Oyun, topraklan çiğnene çiğnene iğdiş edilmiş bir kentin karmaşasında depremin tedirginliğiyle ilerliyor.
4 ARTI 4
pe cy
a
Bir Tavsiye Mektubu, 2. Dünya Savaşı sonrası dünyanın herhangi bir coğrafyasında geçen alegorilerle süslü eleştirel bir komedi. Dünyaca ünlü mizahçı yazar Ephraim Kishon'un oyunu oldukça başarılı bir bürokrasi eleştirisi olmakla birlikte; torpil, piston gibi kavramlar arasında sıkışan insanların hikâyesini trajikomik şekilde gözler önüne seriyor.
HİSTANBUL
Tiyatro: garaj istanbul, Yazan: Kemal Gökhan Gürses Yöneten: Övül Avkıran - Mustafa Avkıran, Müzik Tasarım: Evrim Demirel, Işık Tasarım: Yüksel Aymaz, Oyuncular: Memet Ali Alabora, Roza Erdem, Evrim Demirel, Ata Güner Prömiyer Tarihi: 22 Ekim 2008
Tiyatro: Tiyatro Z, Yazan: Cem Kenar, Yöneten: Cem Kenar, Giysi ve Dekor Tasarımı: Gözde Akpınar, Koreografı: Aytül Hasaltun, Oyuncu: Damla Özen. Prömiyer Tarihi: 2 Kasım 2008
Bir dörtlemenin parçası olan "4 Bölü 4" ve "4 Eksi 4" oyunlarının devamı olan "4 Artı 4", diğer bölümlerde de olduğu gibi çoklu kişilik bozukluğu olan bir kadının iç dünyasında yolculuğa çıkarıyor seyirciyi. Bu oyunu kafede otururken oyuncunun soluğunu yanınızda hissederek izleyebilirsiniz.
ARAF
Tiyatro: Tiyatro Avesta, Yazan: Cihan Şan, Yöneten: Aydın Orak Işık ve Dekor Tasarımı: Ahmet Çay, Müzik Tasarımı: Efkan Şeşen, Oyuncu: Aydın Orak, Prömiyer Tarihi: 20 Eylül 2008
Araf, Kürt aydınlarından Musa Anter'in biyografik bir anlatımından oluşuyor. Anter'in köy yılları, okul ve cezaevi yılları, bir bütün olarak seyirciye bir İstanbul beyefendisinin yaşadığı komik ve dramatik şekilde anlatılır. Araf, Musa Anter'in 50 yıllık yaşamını anlatırken, faili meçhul bir cinayete kurban gitmesine dikkat çekerek, günümüzde hâlâ aydın cinayetlerinin devam ettiğine işaret ediyor. Kendisini her zaman İstanbullu ve Mardinli olarak bilen ve hiçbir şekilde ayırımcılık yapmayan oyun karakterimiz Kürt aydını Anter'in, bir diğer deyişle Araf'ın, iki dil ve iki kültür arasındaki köprü görevini bir kez daha hatırlatmak adına gerçekleşecek projenin temel amacı; ülkemizdeki toplumsal barışı, hoşgörüyü ve bugünlerde unuttuğumuz kardeşliği hatırlatmaktadır.
ŞAH MAT
Tiyatro: Duru Tiyatro, Sanat Yönetmeni: Sevda Çevik - Kadir Çevik, Oyuncular: Aylin Kontente, Başak Akan, Ceren Demirel, Cem Yanılmaz, Fatma Toptaş, İlhami Özdemir, Merve Engin, Onur Buldu, Onur Dilber, Öner Erkan, Özgün Aydın Prömiyer Tarihi: 18 Ekim 2008
78
TESTOSTERON
Tiyatro: Oyun Atölyesi, Yazan: Andrzej Saramonowicz Çeviren: Neşe Taluy Yüce, Yöneten: Kemal Aydoğan, Sahne Tasarımı: Bengi Günay, Müzik Tasarımı: Tolga Çebi, Işık Tasarımı: İrfan Varlı, Oynayanlar: Metin Coşkun, Fırat Tanış, Emre Karayel, Mert Fırat, Timur Acar, İnan Ulaş Torun, Tuna Kırlı. Prömiyer Tarihi: 2 Ekim 2008 Bir nikâh töreni. Nikâhın en önemli anı. Gelin, "Kocalığa kabul ediyor musun?" sorusuna "Hayır" der ve davetlilerden birini öper. Bu öpüş "erkekçe kapışma"mn da başlama vuruşu olur. Kafalar, burunlar kırılır, gözler çıkar. Oyun, bu nikâh ve onun bozulması üzerinden değişik mesleklerden 7 erkeğin cinselliğe, kadına, doğaya "erkekçe" bakışından geçirerek sergiler.
VAKİT TAMAM BEYLER!
Tiyatro: Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi, Yazan: T.S. Elliot Yöneten: Şule Ateş, Hareket Tasarımı: Tuğba Özkul, Ses Tasarımı: Fatih Aydoğdu, Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz Oynayanlar: Banu Çiçek Barutçugil, Pınar Bekaroğlu, Dizem Kaftan, Tülin Özen, Tuğba Özkul, Funda Şen Prömiyer Tarihi: 15 Eylül 2008 Savaşlar ve doğal felaketlerle, giderek benzeşen şehirler ve aynılaşan yaşam biçimleriyle bir tür kıyamet gibi yaşadığımız günümüz yaşamına gönderme yapan oyun, her şey yolundaymış gibi yaparak ve gündelik rutine sarılarak yok saymaya çalıştığımız korku ve dehşet duygusuna teslim olan çağımız insanını, kadınlar üzerinden anlatıyor.
Sahne Alanlar İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI BALIKESİR MUHASEBECİSİ
Yazan: Reşat Nuri Güntekin, Yöneten: Nedret Denizhan, Işık Tasarımı: F. Kemal Yiğitcan, Giysi Tasarımı: Aysel Doğan Dekor Tasarımı: Ayhan Doğan Prömiyer Tarihi: 19 Kasım 2008 Balıkesir'den İstanbul'a gelen Tahir Efendi ve ailesinin; yeni yaşamlarında karşılaştıkları zorluklar ve çevrelerine uyum sağlama süreçlerinde yaşadıkları sıkıntılar anlatılırken; paranın yadsınamaz gücünün, aile içi ve akrabalarla olan ilişkiler üzerindeki etkili sonuçları irdeleniyor.
BERNARDA ALBA'NIN EVİ
Yazan: Federico Garcia Lorca, Çeviren: Hale Toledo, Yöneten: Engin Alkan, Dekor Tasarımı: Ayhan Doğan, Giysi Tasarımı: Nihal Kaplangı, Oyuncular: Hülya Arslan, Sevil Akı, Bercis Fesci, Oya Palay, Ayça Telırmak, Özlem Türkad, Ayşen Çetiner, Elçin Altındağ, Aslı Nimet Altaylar, Neslihan Öztürk Prömiyer Tarihi: 7 Kasım 2008 Oyunda, kocasını kaybettikten sonra, hayatını kendine ve beş kızına zindan eden Bernarda Alba'nın trajedisi anlatılıyor. Bernarda Alba öylesine despottur ki, bir hapis hayatı yaşattığı kızlarının hayattan koptuklarını, çaresizlik buhranlarına sürüklendiklerini göremez. Gerçekleri anladığında ise, artık her şey için çok geçtir...
İSTANBUL EFENDİSİ
Yazan: Musahipzade Celal, Yöneten: Engin Alkan, Dramaturji: Sinem Özlek, Dekor Tasarımı: Barış Dinçel, Giysi Tasarımı: Duygu Türkekul, Işık Tasarımı: Murat İşçi, Oyuncular: Sezai Aydın, Zafer Kırşan, Volkan Ayhan, Hüseyin Tuncel, Arda Aydın, Çağlar Çorumlu, Emrah Özertem, Tuğrul Arsever, Cihan Kurtaran, Serkan Bacak, Murat Üzen, Sevil Akı, Özlem Türkad, Derya Çetinel, Sevinç Erbulak, Selin Türkmen, Berna Adıgüzel, Senem Oluz, Çiğdem Gürel, İrem Aslan. Prömiyer Tarihi: 3 Ekim 2008 Kendisine damat beğenen bir baba, kızının başka birini sevdiğini öğrenirse ne yapar? İstanbul Efendisi Savleti, kızının gönlüne yön vermek için cinlere perilere bel bağlar... Musahipzade Celâl'in çalgılı, sazlı sözlü hicvini Engin Alkan yönetiyor.
KENDİ GÖK KUBBEMİZ
Yazan: Sönmez Atasoy, Yöneten: Engin Uludağ, Sahne Tasarımı: Rıfkı Demirelli, Işık Tasarımı: Vahit Geyik, Oynayan: Toron Karacaoğlu, Prömiyer Tarihi: 15 Ekim 2008 Şiirimize dil, anlatım ve içerik olarak çok şey kazandıran Yahya Kemal Beyatlı'nın ölümünün ellinci yılında, Sönmez Atasoy'un yazdığı "Kendi Gök Kubbemiz" adlı oyun, Yahya Kemal Beyatlı gibi büyük bir şairi İstanbul olgusu içinde anmayı da amaçlıyor.
MASKELİLER
CANAVAR SOFRASI
Yazan: Ilan Hatsor, Çeviren: Nebil Tarhan, Yöneten: Taner Barlas Dekor Tasarımı: Duygu Sağıroğlu, Giysi Tasarımı: Zuhal Soy Işık Tasarımı: Murat İşçi,Dramaturg: Dilek Tekintaş Oyuncular: Serdar Orçin, Levent Üzümcü, Mehmet Gürhan Prömiyer Tarihi: 12 Kasım 2008
a
Yazan: Vahe Katcha, Çeviren: Mahmut Sait Kılıççı, Yöneten: Hüseyin Köroğlu, Dekor-Giysi Tasarımı: Zuhal Soy, Koreografı: Özge Midilli, Dramaturg: Dilek Tekintaş, Müzik Tasarımı: Murat Bavli, Işık Tasarımı: Mahmut Özdemir, Oyuncular: Barış Refikoğlu, Cem Aykut, Hatice Tezcan, Erol Refikoğlu, Bora Seçkin, Murat Bavli, Özgür Oktay, Osman Alkaş, Döndü Özata, Prömiyer Tarihi: 19 Kasım 2008
cy
Nazi işgali altındaki Fransa'da bir doğum günü partisinde geçen oyunda "Banş"ın insanlık için önemi anlatılıyor. "Canavar Sofrası" gittikçe duyarsız ve egoist bir hale gelen insanoğlunun ruhunun derinliklerindeki cevheri keşfetmesine yardımcı oluyor.
DİNMEYEN ALKIŞLAR
Oyun, Filistinli üç erkek kardeşin savaşın ortasında yaşadıkları hesaplaşma sürecini konu alıyor. Maskeliler ayrıca savaşın, kardeşlik bağlarını bile koparan ezici baskısına, insanları nefret ve şiddet içinde birbirlerinden uzaklaştırmasına çok iyi bir örnek olarak ve ilk kez bir "karşı bakışla" işlenerek sahneleniyor.
pe
Yazan: Gülsün Siren Kınal, Yöneten: Engin Gürmen, Dekor Tasarımı: Ayhan Doğan, Giysi Tasarımı: Ayşen Aktengiz, Işık Tasarımı: İlhan Ören, Efekt Tasarımı: Ersin Aşar, Oyuncular: Aslı Seçkin, Erkan Sever, Aziz Sarvan, Rahmi Elhan, Defne Gürmen Üstün, Cem Uras, Enes Mazak, Melike Altınbaran, Emre Narcı. Prömiyer Tarihi: 1 Ekim 2008
MERAKLISI İÇİN ÖYLE BİR HİKAYE
Yazan: Sait Faik Abasıyanık, Uyarlayan: Savaş Dinçel, Yöneten: Ergün Işıldar, Işık Tasarımı: Özcan Çelik, Giysi Tasarımı: Ayhan Doğan, Dekor Tasarımı: Ayhan Doğan, Oyuncu: Naşit Özcan Prömiyer Tarihi: 15 Ekim 2008
Efsanevî oyuncu Cahide Sonku'nun sanat yaşamı, evlilikleri ve dramatik yalnızlığı Dinmeyen Alkışlar adlı oyunda işleniyor. Gülsün Siren'in yazdığı oyunu Engin Gürmen yönetiyor. Bu oyun aynı zamanda İstanbul Şehir Tiyatrosu geçmişine de bir bakış niteliğinde.
"Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye" yıllar sonra, yeniden sahneleniyor. Kısa bir süre önce kaybettiğimiz usta oyuncu, yazar, çizer ve yönetmen Savaş Dinçel, edebiyatımızın en önemli kalemlerinden Sait Faik'in öykü ve anılarından yola çıkarak bize zengin bir İstanbul gezintisi yaptırıyor. Ergün Işıldar'ın yönettiği "Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye" adlı oyun seyircisini önce Burgazada, sonra Karaköy, Tünel, Beyoğlu, Hristaki Pasajı ve Taksim Parkına götürüyor. Elbette yaşama sevinci ile...
İNEK
VİŞNE BAHÇESİ
Yazan: Nâzım Hikmet, Yöneten: Mehmet Avdan, Dekor Tasarımı: Mehmet Avdan, Giysi Tasarımı: Mehmet Avdan, Işık Tasarımı: Vahit Geyik, Efekt Tasarımı: Metin Taşkıran, Dramaturg: Dilek Tekintaş, Oyuncular: Berna Oğuzutku Demirer, Işıl Zeynep Tangör, Can Ertuğrul, Zafer Kırşan, Ozan Gözel, Cem Uras, Haldun Ergüvenç. Prömiyer Tarihi: 12 Kasım 2008
Yazan: Anton Çehov, Çeviren: Belgi Paksoy, Yöneten: Ali Taygun, Dekor Tasarımı: Atil Yakut, Giysi Tasarımı: Canan Göknil, Işık Tasarımı: Murat Selçuk, -Oyuncular: Dinçer Çekmez, Funda Köseoğlu, Melisa Demirhan, Metin Çoban, Salih Sarıkaya, Süeda Çil, Tolga Yeter, Yıldıray Şahinler Prömiyer Tarihi: 29 Ekim 2008
Nâzım Hikmet'in son dönem oyunlarından İnek'te, hayallerinin peşinde koşan bir ailenin, içinde bulundukları maddi sıkıntılarından, satın aldıkları bir inekle kurtulma çabaları absürt bir dille anlatılırken, aynı zamanda sıkı bir bürokrasi eleştirisi de yapılıyor. Başta ineğin kendilerine çok para kazandıracağını düşünen aile fertleri, inekten nasıl yararlanacaklarını bilemeyince, durumları zamanla "inekten kurtulma çabası"na dönüşüyor.
Çağdaş tiyatro yazınının kurucularından olan Anton Çehov'un 1904 yılında yazdığı Vişne Bahçesi, Rus toprak aristokrasisinin çözülüş sürecinde, bir zamanlar kölesi oldukları toprakların yeni sahibi olmak için çabalayanlarla, çalışmayan ve yaşamın ekonomik, toplumsal ve siyasal değişimini kavrayamayanların karşı karşıya gelişlerini ele alıyor.
79
Sahne Alanlar DEVLET TİYATROLARI ANKARA DEVLET TİYATROLARI
İSTANBUL DEVLET TİYATROSU BAVUL HİKAYESİ
Yazan: Raşit Çelikezer, Yöneten: Turgay Kantürk, Dekor Tasarımı: Ethem Özbora, Giysi Tasarımı: Medine Yavuz Işık Tasarımı: Ayhan Güldağları, Müzik Tasarımı: Tolga Çebi Oyuncular: Işıl Dayıoğlu, Nişan Şirinyan Prömiyer Tarihi: 28 Ekim 2008 Oyun, uzun yıllara yayılan bir kadın erkek ilişkisinin temel kırılma noktalan üzerine kurgulanmıştır. Çatışma, evlilikle birlikte ilişkideki beklentilerini bulamayan, monotonluktan dolayı kendini bu ilişki çarkından kurtarmak isteyen, ama bunu yaparken başka bir ilişkinin batağına saplanan Erkek ile bu evliliği sürdürme arzusu duyan, ama onurunu kurtarmak adına da kocasına direnemeyen Kadın'ın tutumları üzerine kuruludur. Ama sonuçta herkes değişmekte ve olgunlaşmakta, bu da bir ilişkiden ne beklediğimizi ve nasıl yürütmeyi tercih ettiğimizi netleştirmektedir.
EŞİK
Yazan: Hasan Erkek, Yöneten: Vacide Öksüzcü, Dekor Tasarımı: Hakan Dündar, Giysi Tasarımı: Funda Karasaç, Işık Tasarımı: Osman Uzgören, Müzik Tasarımı: Nedim Yıldız, Oyuncular: Osman Nuri Ercan, Meliha Savaş, Deniz Gökçe Kayhan, Kurtuluş Şakirağaoğlu, Gönül Döğüşçü, Cüneyt Arif Soysalan, Ayşe Meral Ülkü, Dilek Bozkurt, Barış Onan, Orhun Üstüner. Prömiyer Tarihi: 4 Kasım 2008 Olanakları, gitgide kısıtlanan kırsal kesim yaşamından kopup kente göçmüş bir ailenin, kentleşme sürecinde atlamaya çalıştığı psikolojik, kültürel, ekonomik "eşik" teki çırpınışı. Nasıl bir gidiş? Çözüme mi? Soruna mı? Her ikisine de...
FIRTINA
BİR ŞUBAT GECESİ (Ç.O.)
Yazan: William Shakespeare, Çeviren: Can Yücel, Yöneten: Vladlen Alexandrov, Dekor Tasarımı: Elena Ivanova, Giysi Tasarımı: Elena Ivanova, Işık Tasarımı: Şükrü Kırımoğlu, Koreograf: Tatyana Sokolova, Oyuncular: Erdal Küçükkömürcü, Sinem İslamoğlu, Durukan Ordu, Levent Çelmen, Gökhan Bolcam, Ahmet Türkoğlu, Engin Delice, Bilal Gürdere, Emre Erçil. Prömiyer Tarihi: 18 Kasım 2008
Soğuk bir şubat günü okul gezisi ile karda kayak yapmaya giden bir çocuk varmış. Gezi, bu çocuk için çok da eğlenceli geçmemiş. Neden derseniz, babasının olan bir eşyayı gezi sırasında istemeden kırmış bizim çocuk. Termosu... İşte oyun böyle başlar. Gece olup da çocuk yatağa girince uyuyamaz bir türlü. Düşünceler, düşünceler, düşünceler, düşünceler... Elle, Be, Arr. Üç kişinin canlandırdığı, hayat verdiği düşünceler, bir şubat gecesinde çıkıyor karşımıza... Gece uzun, görelim bakalım çocuk rahat bir uykuya geçebilecek mi?
Kaçırılan hayaller için! Kaçırılan bağışlanmalar için! Kaçırılan bakışlar için! Kaçırılan aşklar için! Kaçırılan "fırtınalar" için! Kaçırılan umutlar için! Kaçırılan özgürlük hevesleri için! Kaçırılan nefret haykırışları için! Kaçırılan nefrete karşı haykırışlar için Kırılan mutluluk sırçaları için! Budur bizim "Fırtına"mıza dayanak noktaları!
cy a
Yazan: Staffan Göthe, Çeviren: Nurgök Özkale, Yöneten: Berrin Akhasanoğlu, Dekor-GiysiTasarımı: Şirin Dağtekin, Işık Tasarımı: İ. Önder Arık, Oyuncular: Gılman Peremeci Kahyaoğlu, Fevzi Erden, Mert Tokatlı, Serkan Abeş Prömiyer Tarihi: 18 Ekim 2008
DEĞİŞTİRİLMİŞ ÇOCUK (Ç.O.)
pe
Yazan: Selma Lagerlöf, Çeviren: Nurgök Özkale, Uyarlayan: Göran Tunström, Yönetmen: Özer Tunca, -Dramaturg: Selen Korad Birkiye, Dekor Tasarımı: Ela Aydemir, Giysi Tasarımı: Ela Aydemir, Işık Tasarımı: Önder Ay, Müzik Tasarımı: Oktay Köseoğlu, Oyuncular: Sinem Soner, M. Alp Sunaoğlu, Emel Alnady Sunaoğlu, Sabahattin Yakut, Tuğba Yüksel, Ethem Tuncay, Başak Özyönüm, Tarçın Çelebi. Prömiyer Tarihi: 12 Kasım 2008
Bir dev, çiftçi ailesinin bebeğini kendisininki ile değiştirir. Konu komşu çocuğu geri almak için bazı yollar önerseler de, anne küçük çirkin bebeğe zarar gelmesini istemez. Ama baba çocuğunu geri alabilmek için her yolu denemeye hazırdır. Bu çatışma çiftlikteki hayatın her geçen gün zorlaşmasına neden olur. Umudun da neşenin de bittiği anda, annenin yaptığı son bir fedakârlık umulmadık bir sürprize neden olur.
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Yazan: Ahmet Hamdi Tanpınar, Yöneten: Özgür Yalım, Dekor Tasarımı: Ethem Özbora, Giysi Tasarımı: Mihriban Oran Işık Tasarımı: Önder Arık, Oyuncular: Atilla Şendil, İşdar Gökseven, Ali Ersin Yenar, Kubilay Karslıoğlu, Burak Karaman, Selçuk Kıpçak, Adnan Biricik, Hidayet Erdinç, Gökalp Kulan, Melek Gökçer, Gülen Çehreli. Prömiyer Tarihi: 28 Ekim 2008 Tanpınar'ın kült romanından uyarlanan oyun, saat ustası Nuri Efendi ve ayaklı İsveç yapımı eski bir duvar saati olan Mübarek üzerinden, saat-zaman-insan ilişkilerini irdelerken, Türk insanının doğu ve batı arasındaki bölünmüşlüğünü de gözler önüne sermektedir.
80
FOSFORLU ÇEVRİYE
Yazan: Suat Derviş, Yöneten: Gülriz Sururi, Dekor Tasarım: Hakan Dündar, Giysi Tasarım: Fatma Görgü, Işık Tasarım: Yakup Çartık, Müzik Direktörü: Kemal Günüç, Oyuncular: İsmet Numanoğlu, Ali Hakan Beşen, İsmail Volkan Duru, Engin Özsayın, Erman Koç, İclal Karaduman, Kader İlhan, Pınar Berkmen, Selçuk Göldere, Yiğit Dirik, Feray Dancı, Zeynep Aytek Metin, Deniz Baytaş, Uğur Çavuşoğlu, Emrah Keskin, Nermin Uğur Bakır, Dara Tan, B. Şafak Ermiş, F. Aylin Tez, Yeliz Erülgen, Diler Öztürk, Mert Okutan, Osman Özyurt, Ömer Comba, Kubilay Karaburçak, Emrah Özdemir, Onur Atbaş, Handan Tok Kaya, Gülay Gür Bayram, Eylem Türkmen, Dilek Mengi, Murat Kızıl, Kenan Kara. Prömiyer Tarihi: 11 Kasım 2008 Fosforlu Cevriye, bedenini üç kuruşa satıp beş kuruşa karnını doyurabildiği bir dünyaya açmıştı gözlerini. Anasızdı, babasızdı. 'Ortalıkta beni doğuran bir ana olmadığına göre, bu dünyaya yıldızlardan düştüm herhalde' diyebiliyor, bazen bunun bir gerçek olabileceğine bile inanıyordu. Fosforlu Cevriye'nin meskeni Galata'ydı. Çevresi; itler, kopuklar, yankesiciler, kabadayılardan ibaretti. Birbirlerini meslekleri icabı kıskanıp hır çıkaran, hem de birbirleri için türlü fedakârlığı yapabilen, aynı yolun yolcusu kader arkadaşları Top Melahat, Fıstık Cemile, Köylü Güllü, Çatlak Marika'yla gecelerin günlere karıştığı bir dünyada yaşayıp gidiyordu. Ta ki bir gün, başka bir dünyanın gizemli bir insanı; bir adam, O'na 'siz' diyene kadar... Oyun, kâh güldürüp kâh hüzünlendirerek, karakol, mahkeme, hapishane, Barba'nın meyhanesi, eski kantocu yeni randevucu bilge Sümbül Dudu'nun evinde, bir müzikal olarak anlatılır.
Sahne Alanlar GENÇ OSMAN
Yazan: Turan Oflazoğlu, Yöneten: Şakir Gürzumar, Dekor Tasarımı: Sertel Çetiner, Giysi Tasarımı: Gülümser Erigür Işık Tasarımı: Şükrü Kırımoğlu, Oyuncular: Akın Erozan, Tolga Tuncer, İlhan Kantarcı, Kutay Sungar, Ahmet Erkut, Nusret Şenay, Cahit Çağıran, Kayhan Sarıgöllü, Uğur Kaya, Çiğdem Mine Haktanır, İhsan Sanıvar, Neşe Başkent, Füsun Akay, Fikret Ergin, Halit Güngör, Nejat Armutçu ve Necmettin Efe Ünsal. Prömiyer Tarihi: 14 Ekim 2008 Genç ve tecrübesiz bir hükümdar olan Genç Osman; toplum hayatında ve devlet işlerinin yürümesinde yenilikler yapmak istemektedir. Genç, dürüst, idealist bir o kadar da deneyimsizdir. Haremi ve çokeşliliği kaldıracağım deyip sonrasında kendisiyle çelişkiye düşer. Anadolu'yla birleşmek ve kalkındırmak gerektiğini bilir ancak yanlış zaman ve yöntem seçer. Halkı ve Ülkesi için kendisini yıkıma sürükleyecek tehlikeleri göze alır. Sonunda entrikacılar, tahta göz dikenler kazanır ve Genç Osman, devleti, insanları için hayatını feda eder.
HÜZZAM
Yazan: Güner Sümer, Yönetmen: Olcay Poyraz, Dekor Tasarımı: Ethem Özbora, Giysi Tasarımı: Yıldız Köse, Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan, Oyuncu: Maral Üner, Sesler: Kaya Akarsu, Yıldıral Akıncı, Ayşe Akınsal, Orhan Aral, Mehmet Atay, İstemi Betil, Muammer Çipa, Nurşim Demir, Erdoğan Göze, Değer İmsel, Erol Kardeseci, Gönül Orbey, Nihal Türkmen, Baykal Saran, Günaydın Yaltırak. Prömiyer Tarihi: 28 Ekim 2008
PİNTİ HAMİT
Yazan: Teodor Kasap, Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Doç. Dr. Mustafa Özcan, Yöneten: Münir Canar, Dekor-Giysi Tasarımı: Funda Karasaç, Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan Müzik Tasarımı: Kemal Günüç, Oyuncular: Buğra Kocatepe, Koray Karaca, Aylin Gürsoy Arıöz, Mümtaz Aydoğan Mengi, Bahadır Karasu, Hicran Yavuz, Gerçek Özkök Akdemir, Cem Balcı, Müjde Hayat, Acan Ağır Aksoy, Orhan Kocabıyık, Turgut Alkaçır, Celal Murat Usanmaz, Bülent Türkmen, Melek Ateş. Prömiyer Tarihi: 3 Ekim 2008 Para çok var ama kimde, nerede. Aşk güzel yaşanıyor ama kiminle. Gözle görünen, elle tutulan şeyler için her şey. Ya göremediklerimiz, gösterilmeyenler, işte komedi burada. Görmek istediğimiz kadarıyla.
SUÇLU YÜREKLER
Yazan: Beth Henley, Çeviren-Yöneten: Aclan Büyüktürkoğlu Dekor Tasarımı: Hakan Dündar, Giysi Tasarımı: Esra Selah Işık Tasarımı: Zeynel Işık, Oyuncular: İpek Çeken, Serpil Gül, Adnan Erbaş, Elvin Beşikçioğlu, Berna Konur, Eren Oray. Prömiyer Tarihi: 1 Ekim 2008 İnsanı yalnızlığa iten ve kaybolan Amerikan ideallerini; uzunca bir süredir birbirinden ayrı ayrı yaşayıp, hiçbir anlamda birbirine benzemeyen, fakat en küçük kız kardeşin cinayete teşebbüsü nedeniyle bir araya gelen ve sürekli birbiriyle rekabet eden üç kız kardeşin beklenmedik buluşmalarını ve onların fırtınalı geçmişlerini resmederek vurgulayan tatlı sert bir komedrama. Aile birlik ve beraberliğinin giderek yok olmaya yüz tuttuğu günümüz dünyasında aradığımız güven ve sevginin sadece aile ortamında bulunabileceğini ifade etmesi açısından da ayrı bir önem taşıyor.
pe cy
İHANET
Koku romanının yazan Patrick Süskind'in pek çok dilde oynanan oyunu Kontrabas... Oyunda, bir müzisyen üzerinden toplumun, bireyin, müziğin, cinselliğin, hiyerarşinin ve pek çok şeyin dedikodusu yapılıyor.
a
Toplumsal değişmeyle zaman, bir buldozer gibi gelip geçecek. 2003 yılında emekli olan Maral Üner, konuk sanatçı olarak Mahpeyker rolü ile tekrar sahnelere döndü.
KONTRABAS
Yazan: Patrick Süskind, Çeviren: Hale Kuntay, Yöneten: Metin Belgin, Dekor-Giysi Tasarımı: Hakan Dündar, Işık Tasarımı: Zeynel Işık, Oyuncu: Olcay Kavuzlu. Prömiyer Tarihi: 3 Ekim 2008
Yazan: Mario Fratti, Çeviren: Özcan Özer, -Yöneten: Yunus Emre Bozdoğan, Dekor Tasarımı: Güven Ökten, Giysi Tasarımı: Esra Selah, Işık Tasarımı: Ahmet Karademir, Müzik Tasarımı: Fatih Veli Ölmez, Oyuncular: Özlem Ersönmez, Mithat Erdemli, Erdinç Gülener. Prömiyer Tarihi: 10 Ekim 2008 Kendisini kurban etmeye karar vermiş iki erkeği kurban edip, kurtuluşunu gerçekleştiren bir kadının gerilim dolu hikâyesi.
TAVANDAKİ KUŞ
KASIMIR VE KAROLİNE
Yazan: Ödon Von Horvath, Çeviren: Seçil Honeywill, Yöneten: John Burgess, Dekor Tasarımı: Hakan Dündar, Giysi Tasarımı: Esra Selah, Dramaturg: Canan Kırımsoy, Oyuncular: Ötüken Hürmüzlü, Ebru Uysal, Faruk Günuğur, Neşet Erdem, Edip Tümerkan, Umut Karadağ, Nilgün Çorağan, Serap Kunak, Aysel Çakar Kara, Alev Buharalı, Ezgi Gürbüz, Gamze Özlem Başaran, Bengi Ebru Oray, Erengül Öztürk, Murat Özgen, Yunus Çakıroğlu, İsmet Tamer. Prömiyer Tarihi: 15 Ekim 2008 Yıl 1932... İşsizlik, ekonomik ve siyasi bunalımların pençesinde bir Almanya'nın geleneksel Ekim Bayramı'na katılan genç bir çift zor koşullarının izlerini bilerek hissederler. İnsan sevgisi, aşk, ağır hayat koşullarında zayıflayıp bozulursa, bir milleti bir arada tutan en önemli zincirler kopar. Oyun bu gerçeğin yalın hikâyesini anlatır. Evet, sevgi asla yok olmasın.
KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ (Ç.O)
Yazan-Yöneten: Ulviye Karaca, Sahne-Giysi Tasarımı: Aytuğ Dereli, Işık Tasarımı: Zeynel Işık, Oyuncular: Nalân Kıray Yavuz, Ezgi Koç, Serdar Uğurlu, Sebilay Yoldaş, Cem Ataç, Füsun Demirden, Alev Aslan, Erdal Karakurt, Ferhat Alkuş Prömiyer Tarihi: 30 Ekim 2008 Annesinin iş hayatına atılmasıyla kendini yalnız hisseden küçük kız, büyükannesini ziyaret ederken hayatın içinden geçer. Bu yolculukta pek çok farklı karakterle karşılaşır ve hayatı öğrenmeye başlar.
Yazan: Jean-Pierre Gos, Çeviren: Tülin Bumin, Yöneten: İlham Yazar, Dekor-Giysi Tasarımı: Hakan Dündar, Işık Tasarım: Zeynel Işık, Oyuncular: Oktay Dal, Ömer Eryiğit, Utku Oğuz, Filiz Uysal, Nazlı Polattaş, Ali Yoğurtçuoğlu, Cihan Kaymak, Deniz Büyükuysal. Prömiyer Tarihi: 7 Ekim 2008
Sarkaçlı bir saatte guguklayan kuş olsaydınız ne yapardınız? Zaman sizin için nasıl geçerdi? Her yarım saatte bir guguklayarak bir ömür tüketseniz ve artık zamanı dijital saatleri ile takip eden insanlar sizi duvarda unutsalardı ne olurdu?
DİĞER DEVLET TİYATROLARI BARIŞ
Tiyatro: Adana Devlet Tiyatrosu, Yazan: Aristophanes, Çeviren: Azra Erhat, Uyarlayan: Kemal Kocatürk, Yönetmen: Kemal Kocatürk, Dekor Tasarımı: Şirin Dağtekin, Giysi Tasarımı: Şirin Dağtekin, Işık Tasarımı: H. İbrahim Karahan Dans Düzeni: Tarkan Erkan, Oyuncular: Şekip Taşpınar, Gökhan Doğan, Burçin Börü, Evren Çağrı Turan, Devrim Evin, Sabahattin Nazik, Ziya Humar, Ömer Bertan. Prömiyer Tarihi: 14 Ekim 2008 Tüm dünyayı saran savaş illetinden insanlığı kurtarmak için kahramanımız Trigayos, atılır büyük bir işe. İş ne mi dersiniz? Bir tezek böceğinin sırtında savaşın esir aldığı Barış adlı güzeli kurtarmaktır. Savaş, Barış'ı Olimpos dağında dipsiz bir mağaraya kapatmıştır. Kahramanımız Trigayos, bu zorlu görevi köylü kurnazı
81
Sahne Alanlar aklı sayesinde başarır ve Barış adlı güzeli yeryüzüne getirerek insanların sevgilisi haline gelir ve iktidarın da tek sahibi olur. Sonra da Barış'ın nimetlerinden yararlanarak, tipik iktidar sahipleri gibi kurtardığı halkını, yine diğerleri gibi soymaya ve de açlığa sürükler. Tüm bunları da Barış adına yaptığını söyler. Çünkü o artık barışın koruyucusu ve tek sahibidir.
ve çağdaş bir temsilidir ve böylelikle Türk halkının hikmetinin, büyük mizahının göstergesi olacaktır. Her ülkenin folkloru o halkın milli özelliklerini taşır, bu özelliklerin bazıları bize gurur verirken, bazılarına ise yürekten güleriz. Bu anlamda Türk masal ve türküleri, evrensel folklorun da bir parçasıdır.
AKIL DEFTERİ
ZİYARETÇİ
Tiyatro: Adana Devlet Tiyatrosu, Yazan: Tuncer Cücenoğlu, Yöneten: Mutlu Güney, Dekor Tasarımı: Murat Gülmez, Giysi Tasarımı: Günnur Orhon, Işık Tasarımı: H. İbrahim Karahan, Müzik Tasarımı: Berna Uğurlar, Oyuncular: İsmail Dikilitaş, Ahenk Demir, Sevinç Gediktaş, Tunç Yıldırım. Prömiyer Tarihi: 4 Kasım 2008 Geçirdiği kalp krizi sonucu, beynine giden damarlardan birinde oluşan bir pıhtı yüzünden gözleri dışında bütün vücut fonksiyonlarını yitiren bir hastanın, hastanedeki odasına bir akşam vakti bir ziyaretçi gelir. Gelen ziyaretçi aslında ölüm meleği olan Azrail'den başkası değildir. Başlangıçta kimliğini gizli tutan Azrail, hastanın canını almak istemektedir fakat bunun için hastanın en yakınlarının onayı gerekmektedir. Çünkü insan haklan derneği ve benzeri kurumların baskısı sonucu ölüm meleklerinin bağlı olduğu yüksek kurulun aldığı karar bunu gerektirmektedir...
BAY KOLPERT
Yaşamının ortalarına gelmiş dakik, derli toplu, her anlamda hatta duygusal alanda bile düzeni seven bir adam. Bir kadın onun evine giriveriyor. Görünürde biraz geniş, gamsız bir kadın... Ne ister? Ne arar? Bilinmez. Biri hayatını düzenle sürdürmüş, diğeri ise hayatını düş gücüyle yaşamış iki ayrı insan. Bu çatışmadan -ki bu ezeli bir çatışmadır- beklendiği üzere bir aşk hikâyesi doğar.
CEZA KANUNU
Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, Yazar: İ. Ahmet Nuri Sekizinci, Yöneten: Volkan Özgömeç, Dekor Tasarımı: Murat Gülmez, Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay, Müzik Tasarımı: Cem İdiz, Işık Tasarımı: İzzettin Biçer, Oyuncular: M. Lebip Gökhan, Serkan Ekşioğlu, Ali Çelik, Şivan Binici, Tekin Ezgütekin, Ercan Kılıçarslan, Hatice Sezer, Duygu Zade Erçağ, Selda Özler, Özden Gököz, Sebahat Kızılkaya. Prömiyer tarihi: 16 Ekim 2008 Evli olan Amberi Bey'in, piyano hocası Carolin ile yaptığı kaçamağın sonunda polisle başı derde girer. Bu tartışmanın sonunda, verilen hapis cezasını çekmemek için okul arkadaşı İrfan'ı kendi yerine hapse sokar. Ancak İrfan cezasını çektiği gün polisle başını derde sokunca işler karışır. Amberi Bey bu güçlükten kurtulmak için birbiri üstüne çözümler üretirken komik duruma düşer. Oyunun sonunda tüm bu kimlik karmaşaları çözülür.
a
Tiyatro: Antalya Devlet Tiyatrosu, Yazan: David Gieselmann, Çeviren: Sibel Arslan Yeşilay, Yönetmen: Hakan Çimenser, Dekor Tasarımı: Işın Mumcu, Giysi Tasarımı: Işın Mumcu, Işık Tasarımı: Şükrü Kırımoğlu, Oyuncular: Bahar Işık, Selim Bayraktar, Sedat Savtak, Zeynep Hasdal Çolakoğlu, Gökhan Sevimli. Prömiyer Tarihi: 22 Ekim 2008
Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu, Yazan: Jean Claude Carriere, Türkçeleştiren: Esen Özman, Yöneten: Esen Özman, Dekor Tasarımı: Suar Seylan, Giysi Tasarımı: Fatma Görgü, Işık Tasarımı: Ali Karaman, Oyuncular: Betül F. Gökçer, Cem Arabacıoğlu. Prömiyer Tarihi: 1 Kasım 2008
pe cy
"Bay Kolpert", bir çift, bir sandık ve bir akşam yemeği davetiyle başlıyor. Canları sıkılan ev sahipleri Ralf ve Sarah davetlilere, sandıkta iş arkadaşlarından birinin cesedinin olduğuna inandırmaya çalışarak eğlenmeye karar veriyorlar. Peki ya bu hastalıklı şaka gerçekten bir blöften mi ibaret?
BENİM DOKTOR OĞLUM
Tiyatro: Antalya Devlet Tiyatrosu, Yazan: Eli Saghı, Çeviren: Hale Kuntay, Yöneten: Ali Meriç, Dekor Tasarımı: Buket Akkaya, Giysi Tasarımı: Buket Akkaya, Işık Tasarımı: Namık Gürsoy, Oyuncular: Erdoğan Aydemir, Senem Şahin, Orkun Yılmaz, Gözen Müftüoğlu, Kader Gözpınar, Pınar Boyar, Şenol Kaderoğlu. Prömiyer Tarihi: 12 Kasım 2008 Eğitimine yatırımlar yaparak, Londra'ya doktorasını yapsın diye gönderdiğiniz oğlunuz, bir hippi olarak geri dönseydi, ne yapardınız? Bütün ailenizin ve özellikle de meraklı komşularınızın onu nasıl beklediğini bile bile, oğlunuzu nasıl kabul ederdiniz? İntihar mı ederdiniz yoksa onu bir yere mi hapsederdiniz? Siz tüm çabanızı harcadınız, oğlunuzun dönüşünü kutlamak için, büyük ve pahalı bir kutlamaya para yatırdınız. Bu da yetmezmiş gibi, sevgili oğlunuz yalnız dönmez. Evinizde kendi evindeymiş gibi davranmaya başlayan, buzdolabında ne bulursa yiyen, gürültülü bir şekilde müzik dinleyen, üstüne üstlük bir de hap kullanan bir arkadaşını getirir. Asıl şok edici şey de sapık komşularınızın kızı balkonlarından dikizlemeleri...
MASALLAR VE TÜRKÜLER (Ç.O.)
Tiyatro: Antalya Devlet Tiyatrosu, Yazan: Rumen Stefanov Rachev - Selim Gürata, Yöneten: Rumen Stefanov Racev Boryana Georgieva, Dekor Tasarımı: Fatma Ataç, Giysi Tasarımı: Fatma Ataç, Işık Tasarımı: Namık Gürsoy, Koreografı: İhsan Kılavuz, Oyuncular: Mustafa Doğan Ayhan, Aslı Arslan, Tuğçe Özyüzgen, H. Aslı Turanlı Kaderoğlu, Volkan Dinç, Çiğdem Bulut, Özgür Yıldırım, Çağdaş Çobanoğlu Prömiyer Tarihi: 28 Ekim 2008 "Masallar ve Türküler" oyunu, Türk folklorunun renklerini yansıtmaktadır. Aynı zamanda bu oyun folklorumuzun modern
82
İKİ EFENDİNİN UŞAĞI
Tiyatro: Erzurum Devlet Tiyatrosu, Yazar: Carlo Goldoni, Çeviren: RekinTeksoy, Yöneten: Hakan Yavaş, Dekor Tasarımı: Hakan Dündar, Giysi Tasarımı: Hakan Dündar, Işık Tasarımı: Duran Güngör, Dramaturg: Füsun Ataman Berke, Oyuncular: Ahmet Burak Bacınoğlu, Serkan Kunter, Mehmet Yıldız, Bahar Başar, Gökhan Kocaoğlu, Eylem Yıldız, Zeynep Nutku, İrfan Kılınç, Ergin Özdemir, Sezai Yılmaz, Ferdi Dalkılıç, Taner Köse, Eda Demirsoy, Yavuz Topçuoğlu, Gürkan Erarslan. Prömiyer Tarihi: 9 Ekim 2008 Venedikli, zengin, cimri, yaşlı tüccar Pantalone kızını, Torino'lu tüccar Fediroco Rasponi'yle evlendirmek için söz vermiştir. Fakat Rasponi'nin bir kavgada öldüğü haberini alan Pantalone bu kararından vakit kaybetmeden vazgeçer ve oyunda sürekli özdeyişler söyleyen ve boğazına düşkünlüğüyle dikkat çeken dostu Bolonyalı Doktor'un oğluyla nişanlar ama bir sürpriz vardır. Rasponi'nin kız kardeşi Beatrice, abisinden kalan paralan alabilmek ve sevgilisinin suçsuz olduğunu ispat edebilmek için yola koyulur ve bundan sonra birbirinden komik olaylar sahnelenir. İki efendiyi de bir arada idare edebilen, oyun süresince başına gelmedik kalmayan uşak Trufaldino, hizmetçi kız, aşkları uğruna her şeyi göze alan genç sevgililer oyunun eksen kişileri arasında yer alıyor.
DELİL YETERSİZLİĞİ
Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu, Yazan: G. G. Del Torre, Yöneten: Laçin Ceylan, Dekor ve Giysi Tasarımı: Savaş Çevirel, Işık Tasarımı: Kemal Gürgün, Oyuncular: Tayfun Erarslan, Hülya Savaş Aydoğan. Prömiyer Tarihi: 14 Ekim 2008 Oyun; cinayetle suçlanan ve delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakılan bir çiftin, suçlandıkları cinayeti ve kana bulanmış ilişkilerini aynı anda çözme çabalarını, hiç düşmeyen bir gerilim temposuyla anlatıyor.
Sahne Alanlar ÜÇKAĞITÇI
Aslan Asker Chveik, insanlık tarihinin en acımasız savaşlarından birini, I. Dünya Savaşı'nı, tüm acımasızlıkları, gülünçlükleriyle yerden yere vuran bir yergi başyapıtıdır. Savaş çığırtkanlığını, militarizmi, devlet buyurganlığını gözünün yaşına bakmadan eleştirdiği bir mizah klasiği. Chveik ise dünya edebiyatının en unutulmaz klasiklerinden biri. Çok mu zeki, çok mu budala? Ama Chveik zorbalığın karşısında...
Orhan Kemal'in Müfettişler Müfettişi ile onun devamı sayılan Üçkâğıtçı adlı romanlarından Ersan Uysal'in uyarladığı, Murat Atak'ın yönettiği "Üçkâğıtçı" isimli oyun, kolay para kazanmayı, siyasetteki çürümüşlüğü ve din istismarını en yalın şekilde anlatmaktadır.
Tiyatro: Trabzon Devlet Tiyatrosu, Yazan: Euripides, Uyarlayan: Jean Paul Sartre, Çeviren: Güzin Dino, Yöneten: Mehmet Atay, Dekor Tasarımı: Hakan Dündar, Giysi Tasarımı: Gül Emre, Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz, Nihat Bahar, Müzik - Efekt Tasarımı: Emin Serdar Kurutçu, Koreografı: Alparslan Türkeş Karaduman, Oyuncular: Dilek Güven, Başak Anat, Elif Şeker Saka, Şevki Çepa, Zeynep Ekin Öner, Duygu Dokgöz, Aslı Artuk Şener, Duygu Ertan, Halil Ayan, Yiğit Gümüşada, Birkan Görgün, Aynur Yılmaz, Gizem Gen. Prömiyer Tarihi: 9 Ekim 2008
Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu, Yazan: Orhan Kemal, Uyarlayan: Ersan Uysal, Yöneten: Murat Atak, Dekor Tasarımı: Behlül Tor, Giysi Tasarımı: Funda Çebi, Işık Tasarımı: Ersen Tunççekiç, Oyuncular: Alptekin Ertürk, Nalan Örgüt, Çağatay Özçelik, Evren Serter, Recep Ayyıldız, Fatih Kahraman, Rüçhan Gürel, Gözde Bakşık, Serpil Aktaş, Gülay Toprak, Sevda Çiçek, Tayfun Bakırdöken, Murat Çobangil, Türker Şenyiğit, Hakan Dönmez, Recep Sarı. Prömiyer Tarihi: 18 Ekim 2008
FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ
Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu, Yazan: Ahmet Mithat Efendi, Uyarlayan: Türel Ezici, Yöneten: Levent Suner, Dramaturg: Pınar Merterkek, Dekor Tasarımı: Savaş Çevirel, Giysi Tasarımı: Yıldız İpeklioğlu, Işık Tasarımı: Hasan K. Yalman, Koreograf: Neslihan Öztürk, Oyuncular: Özkan Gezgin, Tamer Yılmaz, Cemalettin Çekmece, Hande Kılıç, Canan Erener, Fulya Yalçın, Neşe Zindan, Dilek Çetiner Demir. Prömiyer Tarihi: 7 Ekim 2008
Sana cennet vaat edildiğinde onurlandın. İkonalar kutsal şarkılar eşliğinde sunak taşlarını süslüyordu ve tanrının seni en ön sırada ağırladığını düşünmek haz veriyordu. Birileri erdemi tanımlarken bedeninin ayrıntılarını başka bir dille anlatmaya çalışıyordu ve saklı olmanın gizemi büyüledi seni. Sofrayı tanzim eden, çekip çeviren, doğuran ve tüketen olmak görevi, güzelliğinle taçlandırıldı. Güzellik kişiseldi ve yarışmak için erkek beğenisine sunulmuş acımasız bir bahaneydi. Bu yarışmanın bir parçası olmak için sofrayı yaptın, çekip çevirdin, tükettin ve doğurdun. Tüketmek için inceden ayarlanmış nedenlerin vardı. Tüketimin ortasına doğurduğun çocuğun bir gün senin diğerlerinden daha çok tüketebilmen için kan dökmeye başladığında bu savaştan en çok zarar gören sen oldun. Kutsal şarkıların yerini ağıtlar aldı, alıyor ve sen ilgilenmemekten, bilgilenmemekten, suçlusun. Gözyaşı dökmekle cezalandırıldın.
a
Tanzimat Dönemi romancılarından Ahmet Mithat Efendi'nin yazdığı, Türel Ezici'nin tiyatroya uyarladığı, Levent Suner'in yönettiği müzikli oyunda, dönemin batı taklitçiliği, ortaoyununun açık biçim özelliğiyle sahnelenmektedir. Kantolar, şarkılar ve canlı müzik eşliğindeki oyun, seyirciye eğlence ve bol kahkaha vaat ediyor.
TROYALI KADINLAR
Woody Allen'ın kaleme aldığı, Barış Eren'in dilimize çevirip, sahneye koyduğu "Bir Daha Çal Sam" adlı oyunda; karısı tarafından terk edilen Allen'in yaşama geri dönme çabalan komik bir dille anlatılmaktadır.
BAYAZIT
CUCO BİLMİYOR (Ç.O.) Tiyatro: Van Devlet Tiyatrosu, Proje: Emre Basalak, Yöneten: Emre Basalak, Dekor Tasarımı: Tülay Kale, Giysi Tasarımı: Tülay Kale, Işık Tasarımı: İlhan Orhan, Oyuncu: Esat Tanrıverdi Prömiyer Tarihi: 9 Kasım 2008
pe cy
BİR DAHA ÇAL SAM Tiyatro: İzmir Devlet Tiyatrosu, Yazan: Woody Ailen, Çeviren: Barış Eren, Yöneten: Barış Eren, Dekor Tasarımı: Yıldız İpeklioğlu, Giysi Tasarımı: Yıldız İpeklioğlu, Işık Tasarımı: Hasan K. Yılmaz, Oyuncular: Ozan Yıldırım, Ceyhan Gölçek Aksoy, Mete Şahinoğlu, Aylin Önal, Yusuf Köksal, Levent Ulukut Prömiyer Tarihi: 18 Kasım 2008
Tiyatro: Konya Devlet Tiyatrosu, Yazan: Jean Racine, Çeviren: Başar Sabuncu, Yöneten: Bengisu Gürbüzer Doğru, Dekor Tasarımı: Behlüldane Tor, Giysi Tasarımı: Sevgi Türkay, Işık Tasarımı: Kazım Öztürk, Oyuncular: Ozan Umut Çobanoğlu, Nur Yazar, Bengisu Gürbüzer Doğru, Cengiz Uzun, Gökçe Yurtsal, H. Ebru Gülerarslan, T. Revşan Genç, Ahmet Çökmez, Nevra Sayar, Çağatay Çiftçi, Duygu Işıl Yücel, Yalın Kuleyin, Eren Özyalçın, Yaşar Özboz, Berfu Kılıç, Osman Batur Keser, Şerife Kızılbağlı. Prömiyer Tarihi: 9 Ekim 2008 Avrupalı gözü ile Osmanlı Harem'i entrikaları, aşkları ve iktidar kavgaları... IV. Murat, kardeşi Bayazıt'ın tahtı ele geçirmesinden korktuğu için onu, Haseki Sultanı yaptığı Roxan'm gözetiminde hareme hapseder ve öldürme yetkisi verir. Murat Bağdat seferindeyken Roxan Bayazıt'a aşkım ve tahtı sunar. Ancak karşılığında nikâh istemektedir. Asıl aşkı olan Atiye'ye ihanet etmeyi göze alamayan Bayazıt, iki kadının aşkı ve taht kavgası arasında çelişkide kalmıştır.
ASLAN ASKER CHVEIK
Tiyatro: Sivas Devlet Tiyatrosu, Yazan: Jaroslav Kasek, Yöneten: Münir Canar, Dekor Tasarımı: Sertel Çetiner, Giysi Tasarımı: Funda Karasaç, Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan, Oyuncular: Cevat Duman, Ulaş Ersoy, Ümit Dikmen, Fatih Özyiğit, Kerem Yücel, Nesimi Kaygusuz, Fırat Topkorur, Cebrail Esen, Mustafa Yıldıran, Filiz Demiralp, Bahar Şenbahar, Esra Ertör, Elif Taşdemir Prömiyer Tarihi: 9 Ekim 2008
Bir cesaret hikayesi; merak eden keşfeden, öğrenen ve öğrendikçe özgürleşen Cuco'nun hikayesinde belki de her çocuk kendini bulmaya başlayacaktır.
ÇILGIN DÜNYA Tiyatro: Van Devlet Tiyatrosu, Yazan: Lope de Vega, Çeviren: Adalet Cimcoz, Yöneten: Barış Erdenk, Dekor Tasarımı: Barış Erdenk, Giysi Tasarımı: Medine Yavuz, Işık Tasarımı: İlhan Orhan, Koreograf: Sibel Erdenk, Oyuncular: Hüseyin Baylan, Cem Zeynel Kılıç, Ebru Evren, Özlem Gür, Esat Tanrıverdi, Deniz Keyf, Edip Kamacı, Özgür Titiz, Nedim Salman, Mustafa Çolak. Prömiyer Tarihi: 4 Ekim 2008 "Şu delilere bakın. Bütün gördüğünüz ne? Birkaç salyalı ağız... Dalgın, durgun bakışla... Belki çocuklaşmış insanlar, hepsi bu kadar. Bu muyuz biz? Bizi bir korku gözetler... Nereden geldiği bilinmeyen bir korku... Yalnız bulunca da atlar üzerimize, gelir yüreğimizin üzerine çöreklenir, soluk alamayız... Kolları, bacaklarıyla dolanır boğazımıza. Sıkar sıkabildiği kadar... Duyuramayız sesimizi bağıramayız çünkü... İşte delilik böyle bir şey..."
KOCAELİ B.B. ŞEHİR TİYATROLARI O GÜZELİM KAYMAKLI DONDURMA RENGİ ELBİSE
Yazan: Ray Bradbury, Çeviren: Gül Evrin, Yöneten: Mehmet Çevik, Sahne Tasarımı: Serter Çetiner, Müzik Tasarımı: Nedim Yıldız, Işık Tasarımı: Cafer Yiğiter, Giysi Tasarımı: Ebru Aklar, Oyuncular: Veysel Sami Berikan, Ahmet Yaşar Özveri, Aydın Sigalı, Mehmet Serimer, Bülent Baytar, Taylan Ertuğrul, Ozan Şahin, Onursal Yıldırım, Ferdi Yıldız. Prömiyer Tarihi: 3 Ekim 2008
83
Sahne Alanlar Renkli ve ışıklı dünyamızı kuran yapı işçileridir onlar ve ancak bir elbiseyle girebileceklerdir bu göz alıcı tonlarda değişen dünyaya... Onlar kumdan kaleler değil ama; demirden, çimentodan kuleler yapan "çocuk adam"lardır! Yaz sıcağında, dondurma tezgâhının önünde annesinin elini çekiştirip duran çocuklar gibi, onlar da "Bay Shumway'in Şık Giysi Galerisi" önünde o güzelim elbiseye bakıp iç geçirip dururlar. İçlerindeki ezikliğin, yokluğun, aşkın, tutkunun en parlak kabuğa bürünmüş halidir kaymaklı dondurma rengi elbise. Üstümüzde eriyip giden elbiselerin, sıfatların, dünyevi ne varsa yok olup giden her şeyin, gülücüklere sığınılıp kurgulanmış en safıyane anlatımıdır. Altı adam bir takım elbise alabilmek için bir araya gelir; artık bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi kalmayacaktır.
BİT YENİĞİ
Tiyatro: Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Yazan: Georges Feydau, Yöneten: Haldun Dormen, Dekor Tasarımı: Osman Şengezer, Giysi Tasarımı: Tülay Kale Yılmaz, Işık Tasarımı: Ali Rıza Tekin, Oyuncular: Ali Eyidoğan, Ecren Can Serim, Yalçın Özen, Ercüment Yılmaz, E. Melda Yılmaz, Bilge Cezayirli, Mete Ayhan, Murat Danacı, Zafer Ergül, Serhat Onbul, Özlem Boyacı Onan, Hakkı Kuş, İsmail Dündar Prömiyer Tarihi: 16 Ekim 2008 "Bit Yeniği", klasik bir Feydeau farsı. Bir kan kocanın sadakat sorgulaması hikayesi içinde peşi sıra meydana gelen karmaşa, içinden çıkılmaz bir hale gelse de, Feydeau'nun birçok oyununda olduğu gibi âşıklar birbirlerini kandıramazlar.
RİTA
Yazan: Willy Russell, Çeviren: Sevgi Anlı, Yöneten: A. Nejat Birecik, Dekor Tasarımı: Rana Topçuoğlu, Giysi Tasarımı: Funda Çebi, Işık Tasarımı: Cafer Yiğiter, Oyuncular: Funda İlhan, Ufuk Aşar. Prömiyer Tarihi: 12 Aralık 2008
Yaşanılan boyunca yollan hep kesişecek olan iki çocukluk arkadaşı, örnek öğrenci, uysal delikanlı, gönüllü asker, model vatandaş Vicdani ile günün adamı olmaya aday, iş bitirici, köşe dönücü Efruz'un, kimi zaman acıklı kimi zaman gülünç yaşam hikâyeleri.
cy
Bab-ı T i y a t r o ;
Tiyatro: Yalova Belediyesi Şehir Tiyatroları, Yazan: Haldun Taner, Yöneten: Ayşe Onat, Sahne Tasarımı: Serter Çetiner, Müzik Tasarımı: Cem İdiz, Giysi Tasarımı: Nalân Alaylı, Koreografi: Neslihan Dönmez, Oyuncular: İbrahim Şahin, Ümit Bakış, Gümrah Kanlı, R. Alper Çelik, Halime Uzunboy, Aybars Şenduran, Emrah Tinte, Ömer Çakır, Mehmet Bildik, Funda Yıldız, Müge Değer, Burcu Tosun Prömiyer Tarihi: 15 Kasım 2008
a
Dr. Frank sadece öğrencileriyle paylaştığı keyifli edebiyat derslerini, sokaktaki insana da götürmeye karar verir ve açık dersler vereceği yönünde bir duyuru yapar. Bu ilginç teklife yanıt sadece kuaförlük yapan, ucuz aşk kitapları okumayı seven Rita'dan gelir. Hayata çok farklı bakan iki insan yavaş yavaş yakınlaşarak birbirinin hayatım değiştirir. Rita, gerçek edebiyatı keşfederek, hayatına kocasının çizdiğinden daha farklı bir yön verebileceğini keşfeder ve bir anlamda özgürleşir. Frank ise kendisini alkole sürükleyen kişisel problemlerinin üstesinden Rita sayesinde gelmeye çalışır.
GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM
bugünkü tiyatro ortamında, dünyanın, ülkenin kadınların ve erkeklerin sırt
pe
çevrilen makro gerçekliklerine
odaklanıyor. Sanatın güce muhalif olma
gerekliliğinin bilinciyle hareket eden grup, m i k r o bakış açılarını bir kenara bırakarak; derinde, karşı çıkılamaz, büyük ve güçlü olanı tartışmaya açıyor.
Zeynep Kaçar tarafından kaleme alınan Sahici İnsanlar/Plastik Ölümler, Bab-ı Tiyatro grubunun ilk oyunu. Oyun, konusunu gerçek bir olaydan alıyor. Güneydoğu'da yaşanan bir töre cinayeti üzerinden yola çıkarak, kapitalist sistemin nasıl işlediği temelinde ilerleyen oyun, diğer yandan sistemin olayları ve insanları yönlendiriş biçimini sorguluyor.
84
P r ö m i y e r : 2 Aralık 2008, saat 21.00 / Talimhane T i y a t r o s u . Dramaturg: Melike Saba Akım Yönetmen: Zeynep Kaçar Yardımcı Yönetmen: Mesut Yüce Müzik: Toz ve Toz Koreografı: MihranTomasyan
a
pe cy
pe cy a
a
cy
pe
88
a
cy
pe
a
pe cy
a
pe cy