pe cy a
www. tiyatrodergisi.com.tr
tiyatro
ISSN 1 3 0 0 - 7 9 6 3 Mart
2 0 0 9
A Y L I K
S AY I : 1 9 9 Y e d i Lira
T
İ
Y
A
T
R
O
D E R G İ S İ
Sahibi ve Yayın Yönetmeni (Sorumlu): Mustafa Demirkanlı Yayın Kurulu: Mustafa Demirkanlı, Nihal Kuyumcu (Çocuk Tiyatrosu Editörü) Sündüz Hasar, Şenay Gürler, Üstün Akmen, Vecdi Sayar Yazı İşleri Müdürü: Ayşe Nalân Özübek Yayın Sekreteri: Vuslat Taş Reklâm ve Halkla İlişkiler Müdürü: Gülhan Avşar İzmir Temsilcisi: Gürol Tonbul Sanat Yönetmeni: Genco Demirer (57 ellivedi.com) Fotoğraf Editörü: Gülay Ayyıldız Yiğitcan (gayyildu@tiyatiodergisi.com.tr) Fotoğraf: Deniz Demirkanlı (denizdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr) Hukuk Danışmanı: Av. Levent Aral Baskı: Stil Matbaacılık İbrahim Karaoğlanoğlu Cad. Yayıncılar Sok. Stil Binası No.5 Seyrantepe / İST. Tel:0212. 281 92 81 Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.: Dolapdere Cad. No: 2 0 5 (245) Pınar Apt. Kat 2 D. 6 Pangaltı- İstanbul Telefon: (0212) 2 3 3 16 26 - 44 Fax: (0212) 2 3 3 16 07 e posta: tiyatrodergisi@gmail.com Abonelik İçin: (0212)233 16 44 • e-posta: abone@tiyatroctergisi.com.tr Yıllık Abone Bedeli 84 YTL/Yurtdşı Abone Bedeli: 100 EURO Hesap No: T. İş Bankası-Cihangir •Tiyatro Yapım ve Yay. Tic ve San. Ltd.Şti. Şube Kodu: 1014 Hesap No: 0197245 Kapak Tasarımı: Genco Demirer
Yayın Türü: Yerel Süreli
HABERLER/S. 4
a
EDİTÖRDEN: Melek Baykal / S. 3
pe cy
KIRK YILDA BİR: Gündeme İlişkin Birkaç Not / Mustafa Demirkanlı / S. 8
ANISINA: Gazanfer Özcan'ı da Yitirdik / S. 10
ELEŞTİRİ: "Fikriye ve Latife - Mustafa Kemal'i Sevdan" / Eser Rüzgâr / S. 14 FOTOĞRAFLARIN DİLİ: Meyhanede Sıcacık Bir gece / Beki Haleva / S. 17 TANITIM-SÖYLEŞİ: Sırbistan ile Türkiye Arasında Kültürel İşbirliği Protokolü İmzalandı / A. Nalân Özübek / S. 22
ELEŞTİRİ: Tiyatro Stüdyosu'ndan "Nehrin Solgun Yüzü" / Beki Haleva / S. 26 ELEŞTİRİ: Maral Üner'in Oyunculuğundaki İşaret Fişekleri: "Hüzzam" /Üstün Akmen / S. 29 ELEŞTİRİ: 1 Hormon, 7 Erkek, Bol Kahkaha: "Testosteron" / Vuslat Taş / S. 32 ELEŞTİRİ: Bu "Aa"ya Dayanılır / Ragıp Ertuğrul / S. 35 ÖZDEMİR ABİ'YE MEKTUPLAR: O Gelecek Yıllarını Bizler İçin Yiyerek Yaşayanlardandı Üstün Akmen / S . 36 ELEŞTİRİ: Müzikal Bir Başkaldırı: "Troya" / Ragıp Ertuğrul / S. 39 TANITIM: Cennet Kültür Sanat Merkezi / Gökhan Esentürk/ S. 40 ELEŞTİRİ: "YeşilPapağan Ltd."/ Rengin U z / S. 42 İZLENİM: Kırk Beş Yılın Ardından - Bu Bir Ordu Serüvenidir / A. Nalân Özübek/ S. 46 SÖYLEŞİ: Katlanan ve İnananların Tiyatrosu: Elazığ Şehir Tiyatrosu / Gürol Tonbul / S. 48 İZLEYİCİ GÖZÜYLE: Megalopolis'te "Askura"/ Nur Nacar-Logie / S. 52 "Kral Dairesi" / Necmettin Kamil Sevil / S. 53 SADIK SEYİRCİ: İlginç Oyun Ne Demek? / M. Sadık Aslankara / S. 54 ÇOCUK TİYATROSU: Çocuklar İçin Tiyatro Salonları, Çocuklar İçin Festivaller/ Nihal Kuyumcu-A. Nalân Özübek-Yazı Köz-Nurkut İlhan / S. 57
1
pe cy a
Editörden
Melek Baykal
1949 yılında bir yasa ile kurulan Devlet Tiyatroları, şu an 757 sanatçı, 523 teknik personel 412 idari personel ile 12 yerleşik tiyatroda 43 sahnede 1200 yurtiçi ve yurtdışı turne yapan, yılda yaklaşık 150 eser oynayan, 3 milyon seyirciye ulaşan, tüzel kişiliği olan bir sanat kurumudur. Yasaya ve tüzel kişiliğe haiz bir kurum olmak bir sanat kurumu için çok önemlidir. Cumhuriyetin kurucuları, kültürün önemini anlamış, kavramış, özümsemiş bir kadro olduğundan D. T. yasasını hazırlarken, bugün bile bazılarının kafalarının alamadığı kadar titiz davranmışlardır. Bir sanat kurumunun sanatsal işlerinde özgürce davranabilmesi için, o günün siyasetçileri D.T.'nin tüzel kişiliğe haiz bir kurum olmasını tercih etmişlerdir. Sanatın ortak akılla yönetilmesi gerektiğine inandıkları için de yasada yönetim kurullarına önemli yetkiler vermişlerdir. Bu yıl Devlet Tiyatroları'nın 60. kuruluş yılını kutluyoruz. Cumhuriyetin en önemli kurumlarından biri olan D.T.'nin ülkemize ve halkımıza katkılarını görmezden gelenleri, bilgi ve vicdan sahibi olmaya davet ediyorum. Kuruluşundan bugüne kadar hizmetlerini, yetiştirdiği sanatçıları, yurtiçi ve yurtdışındaki başarılarını böyle bir yazıda anlatmanın imkânı yoktur.
a
Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir devlettir. Bu ilke Anayasa'nın değiştirilemez ilkelerinden biridir. Kültürün de insan için önemli bir gereksinim olduğunu unutmamamız gerekir. Yoksul halkımıza düşük fiyatla tiyatro hizmeti götürmek de devletin görevidir.
pe cy
Anayasamızın 64. maddesinde sanatın korunması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması görev olarak devlete verilmiştir. Günümüzde her şeyin özelleştirildiği, ticarethaneleştirildiği dönemde bazı ilgili ilgisiz, bilgili bilgisiz kişilerin, bu sosyal devleti unutup ödenekli sanat kurumlarına saldırmaları manidardır. Kendi küçük dünyalarında, fildişi kulelerinde Türkiye'nin bütününden habersiz, Devlet Tiyatroları'nın hizmetlerini bilmeden, Devlet Tiyatroları düşmanlığı yapmaları, tiyatro sanatına ihanettir. Devlet Tiyatroları düşmanlığı yapanlar, Sivas'a, Erzurum'a, Diyarbakır'a, Adana'ya, Trabzon'a, Konya'ya, Antalya'ya, Bursa'ya, İzmir'e, Ankara'ya, Gaziantep'e bir gitsinler, oyunlardan çıkan seyirciyle bir görüşsünler. Her sene yapılan Anadolu turnelerindeki oyunlarımızı seyreden seyircinin gözündeki ışığı bir görsünler lütfen... Devlet Tiyatroları yasasında dünya klasikleri oynama ve Türk yazarı yetiştirme görevi maddesi vardır. Bugün Türk yazarları yetişmişse, dünya klasikleriyle Türk seyircisi buluşmuşsa bu Devlet Tiyatroları sayesinde olmuştur. Büyük özveri ile çalışan Devlet Tiyatroları çalışanlarını kamuoyu önünde küçük düşürmek, onların emeklerini yok saymak, en hafif deyimiyle sanata ihanettir. Tiyatrolara, Avrupa'da da devlet desteği yoktur diyenlere cevabım da, "lütfen biraz araştırın"dır. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bütçesinin, genel bütçe için, binde yedilik bir payı olduğunu da unutmayalım. Ödenekli sanat kurumlarının bütçelerinin kesilmesi yerine, daha da artırılması gerektiği inancındayım. Sevgiyle kalın.
3
Haberler İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda Bir Gençlik Oyunu: "Fareler ve İnsanlar"
a
İstanbul Devlet Tiyatrosu "Genç Kuşak Birimi", 1962 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış J. Steinbeck'in ''Fareler ve İnsanlar" adlı eserini, çağdaş bir sahnelemeyle seyirci karşısına çıkarmaya hazırlanıyor.
pe cy
Oyun "yalnız insanların" kasabasında geçer. Bu kasabadaki hiç kimse birbiriyle "gerçek" bir ilişki kurmaz, çünkü hiçbiri kendisim oraya ait hissetmemektedir. Herkes kasabadan ayrılmayı hayal etmektedir. Bu nedenle de kurdukları her ilişki, "gerçek" değil zorunluluktur. İnsanlar ya işlerini yürütmek ya da yalnızlıklarını bastırmak için birbiriyle ilişki kurmaktadır. Çünkü hepsi yalnızlıktan korkmaktadır. "Fareler ve İnsanlar"ı sahneleyen Zurab Siharulidze, oyunda 'İnsanın İnsana Olan Hasret'ini birebir insan aracılığıyla izleyiciye anlatıyor. Günümüz dünyasında yalnızlaştırılmış ve yabancılaştırılmış insan, büyük bir tutku ve hasretle insanı ve hayalindeki güzel dünyayı arıyor. Hasretin merkezinde ise, oyunun genelinde "Bir insanla konuşmak istiyorum. Tek isteğim bu," sözlerim birkaç kez tekrarlayan kadın karakter var. Çünkü bütün hikâyenin içinde bunu tek dile getirebilen kadın. Oyun aslında bir 'Çığlık'. Bu koca dünyada herkes her şeye korkuyla ve kuşkuyla yaklaşıyor. Oyunda, herkesin korkularından, içlerindeki çığlıktan kaçma arzusu işleniyor. Hayallerindeki güzel yaşanası dünya ile içinde bulundukları köhnemiş dünya arasındaki büyük çatışma yansıtılmak isteniyor. Yazan: John Steinbeck, Çeviren: Mebrure Alevok. Yöneten: Zurab Siharulide. Yönetmen Yrd.: Ayşe Lebriz Berkem, Işık: Mehmet Yaşayan, Sahne/Giysi: Ekip Çalışması, Oyuncular: Berk Yaygın., Sefa Tantoğlu, Sertaç Ekici, Kerem Gökçer, Erkut Emre Sungur, Barış Özkan, Rami Çalar, Nilay Erdönmez. İlk Gösterim Tarihi: 11 Mart 2009, Yer: Cevahir Genç Kuşak Sahnesi
Kocaeli Şehir Tiyatroları'nda 18 ay-3 yaş Çocuklar İçin "Masal Odası" Projesi... Kocaeli Şehir Tiyatrosu ödenekli tiyatrolarda bir ilk olacak olan "Masal Odası'nı gerçekleştiriyor." Küçük A1tın Balık" adlı oyun ile çocuk oyunlarını izlemek için henüz küçük olan 18 ay ile 3 yaş arasındaki çocuklara, gölge tiyatrosu oyunları ile masallar anlatılacak. Kocaeli Üniversitesi çocuk psikiatristi Prof. Dr. Ayşen Coşkun'un da pedagojik onay verdiği masal için Süleyman Demirel Kültür Merkezi"nin içinde özel bir mekân oluşturuldu. Her Cuma saat 11.00'de, çocuklar isterlerse anne veya babalarının kucaklarında, isterlerse onlar için hazırlanmış yer minderlerinde masal izleyebilecekler... ''Küçük Altın Balık" Realizasyon: Ebru Kara. Sahne Tasarımı: Rona Topçuoğlu. Işık Tasarımı: Cafer Yiğiter, Ses Tasarını: Mehmet Cebe, İllüstrasyon: Kader Aktü, Dijital Görüntü Tasarım: Serkan Aktü, Anlatıcı: Burcu Güner
4
a
cy
pe
Haberler Şişli Belediyesi "Muhsin Ertuğrul Tiyatro Ödülleri" Sahiplerini Buldu 23 Şubat 2009 tarihinde Şişli Kültür Müdürü Kenan Malkoç'un organizasyonunda, Cevahir Kongre Merkezi'nde düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Gece, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün açılış konuşmasıyla başladı. Sarıgül konuşmasında: "Yüce Atatürk'ün '.. .uzun çaba ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insanlar' olarak tanımladığı sanatçılarımıza; özellikle de her biri içinde bulunduğu toplumun "kutup yıldızı" olan tiyatrocularımıza, bu kutsal uğraşlarında bir nebze olsun destek olabilmek için sürekli arayış ve eylem içinde olduk. Kimi zaman yepyeni bir tiyatro binasını onların hizmetine sunduk, kimi zaman haksızca "Devlet Yardımları" esirgenen, bölgemizin özel tiyatrolarına, karınca kararınca, destek olmaya çalıştık. Bu yıl ise, bütün bu çabalarımızın önemli çalışmalarından biri olan "Muhsin Ertuğrul Tiyatro Ödülleri"ni hayata geçirme aşamasına geldik. Sizlerin bu satırları okuduğunuz gecenin sonunda da, bu ödüller ilk kez sahiplerini bulacak. "Yarın kıyamet kopacağını bilsem, bugün yine bir tiyatro açarım," diyecek kadar kendini bu yüce sanata adamış olan Muhsin Ertuğrul Hocamızın adıyla taçlanmış olan bu ödüllerin; büyük emeklerle atılan bu bereketli tohumun çok uzun ömürlü olmasını diliyor, ödül kazanan ve aday olan tüm tiyatro insanlarımızın şahsında bu büyük sanata emeği geçen herkesi sevgiyle kucaklıyorum. Yolları hep açık olsun. Tiyatrolarımızın ışıkları hiç sönmesin." sözleriyle başladı. Gecenin sunucuları Aysu Kocatepe ve Atılgan Gümüş'ün tören boyunca gerçekleştirdikleri düetleriyle devam etti.
pe cy a
"Muhsin Ertuğrul Tiyatro Ödülleri" Jürisi: Tayfun Kahyaoğlu (Jüri Başkanı-Şişli Belediyesi Başkan Yardımcısı), Orhan Alkaya (İ.B.B. Şehir Tiyatroları Gn. Sanat Yönetmeni) adına Jüri'de, Dilek Tekintaş (Dramaturg) temsil etti, Osman Wöber (İst. Devlet Tiyatrosu Müdürü) adına Jüri'de, Turgay Tanülkü (Oyuncu) temsil etti, Dilek Türker (Tiyatro Ayna) (En İyi Kadın dalında aday gösterilmesini istemedi.), Zafer Ergin (Oyuncu) (Oyun izleyemediği için oylamalara katılmamış.), Hale Kuntay (Giysi Tasarımcısı), Tuncer Cücenoğlu (Oyun Yazarı/Müjdat Gezen Sanat Merkezi okutmanı), Sadık Kızılağaç (Sahne-Giysi Tasarımcısı), Arda Aydoğan (CRR Eski Sanat Yönetmeni)'nden oluşuyor.
Adaylar ve Kazananlar Yaşam Boyu Onur Ödülü: Mücap Ofluoğlu Tiyatroya Emek Ödülü: Nejla Uygur (Oyuncu) ve T. Yılmaz Öğüt (MitosBoyut Yayınevi Editörü Tiyatroya Destek Ödülü: Mustafa Sangül (Şişli Belediye Başkanı) Selami Öztürk (Kadıköy Belediye Başkam) Kemal Aydın (Bahçeşehir Belediye Başkanı) Aziz Yeniay (Küçükçekmece Belediye Başkam)
6
Fotoğraflar: Deniz Demirkanlı
Haberler Adaylar ve Kazananlar: En Başarılı Işık Tasarımcısı: Kemal Yiğitcan (Acı/T. Ayna ve Nehrin Solgun Yüzü/T. Stüdyosu) Cem Yılmazer (Cesaret Ana ve Çocukları/Semaver Kumpanya) En Başarılı Dekor Tasarımcısı: Barış Dinçel (İstanbul Efendisi/İBB Şehir Tiyatroları) Başak Pirim Özdoğan (Albay Kuş/Tiyatro Adam) Cem Yılmazer (Cesaret Ana ve Çocukları/Semaver Kumpanya) En Başarılı Kostüm Tasarımcısı: Türkan Kafadar (Kibarlık Budalası/Tiyatro Kedi) Duygu Türkekul (İstanbul Efendisi /İBB Şehir Tiyatroları) Aslı Ataseven (Cesaret Ana ve Çocukları/Semaver Kumpanya) En Başarılı Oyun Müziği Tasarımcısı: Nurettin Özşuca (Acı/Tiyatro Ayna) Birol Yayla-Şenol Filiz (Çalıkuşu/Tiyatro Kedi) En Başarılı Yazar: Tuncer Cücenoğlu (Mustafam Kemalim/Müjdat Gezen Tiyatrosu) Murat İpek (Basit Bir Ev Kazası/AYSA Prodüksiyon) En Başarılı Çevirmen: Nihal Geyran Koldaş (Albay Kuş/Tiyatro Adam) Selma Yeşilbağ (Acı/Tiyatro ayna) En Başarılı Uyarlayan: İpek Kadılar Altıner (Çalıkuşu/Tiyatro Kedi) Macit Koper (Kırmızı Pazartesi / İBB Şehir Tiyatroları)
a
En Başarılı Kadın Oyuncu/Komedi: Nilgün Belgün (İyi Günde Kötü Günde/Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu) Günay Karacaoğlu (Basit Bir Ev Kazası/AYSA Prodüksiyon) Nevra Serezli (6 Haftada 6 Dans Dersi/Tiyatro İstanbul) Bilge Şen (Mutlu Yıllar/Beşiktaş Prodüksiyon Tiyatrosu)
pe cy
En Başarılı Kadın Oyuncu/Dram: Ayça Bingöl (Nehrin Solgun Yüzü/Tiyatro Stüdyosu) Tilbe Saran (Cesaret Ana ve Çocukları/Semaver Kumpanya) Mine Tugay (Kara Tavuk/DOT) En Başarılı Erkek Oyuncu/Komedi: Çağlar Çorumlu (İstanbul Efendisi/İBB Şehir Tiyatroları) Ziya Kürküt (Şahane Düğün/Asuman Dabak Tiyatrosu) Tamer Levent (Mutlu Yıllar/Beşiktaş Prodüksiyon Tiyatrosu) Cihan Ünal (6 Haftada 6 Dans Dersi/Tiyatro İstanbul) En Başarılı Erkek Oyuncu/Dram: Kazım Akşar (Acı/Tiyatro Ayna) Mehmet Gürhan (Maskeliler/İBB Şehir Tiyatroları) Tardu Flordun (Sürmanşet/İstanbul Halk Tiyatrosu) Cüneyt Türel (Kara Tavuk/DOT)
Umut Veren Oyunculuk: "Albay Kuş" Oyuncu Kadrosu (Tiyatro Adam) "Mustafam Kemalim" Oyuncu Kadrosu (Müjdat Gezen Tiyatrosu) "İnek" Oyuncu Kadrosu (İBB Şehir Tiyatroları) En Başarılı Yönetmen: Hakan Altıner (Çalıkuşu/Tiyatro Kedi) Murat Karasu (Albay Kuş/Tiyatro Adam) Işıl Kasapoğlu (Cesaret Ana ve Çocukları/Semaver Kumpanya) En Başarılı Oyun: Kara Tavuk (DOT) Maskeliler (İBB Şehir Tiyatroları) En Başarılı Özel Tiyatro (3 adet, maddi ödülü olan kategori) DOT Dostlar Tiyatrosu Garaj istanbul Müjdat Gezen Tiyatrosu Tiyatro Duru Tiyatro Ayna Tiyatro Kedi En Başarılı Genç Tiyatro Tiyatro Adam AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu İstanbul Halk Tiyatrosu
7
Kırk Yılda Bir
Mustafa Demirkanlı / mdemirkanli@tiyatrodergisi.com.tr
Gündeme İlişkin Birkaç Not Geçen sayıda Haluk Bilginer'in, Özlem Özdemir ile yapmış olduğu söyleşinin sonundaki, yanıt beklediği soru ile başlamak istiyorum. Haluk Bilginer: "Tiyatro Dergisi 'ne görevini niçin ihmal ettiğini soruyorum ve cevabını merakla bekliyorum..." diye bitiriyor sorusunu. Evet, bu soruyu sormakta yerden göğe kadar haklıdır ve konuşmamızda da bunu belirtmiş ve hatta sohbetimize devam edelim ama başka bir gün aynı sohbeti teybi açarak kayda alalım ve yayımlayalım önerisinde bulunmuştum. Bu önerim hâlâ geçerli tabii ki. Haluk Bilginer'de "galiba Mustafa vaz geçti" duygusunu doğurmuş. Ben yine de kısaca burada yanıtlamaya çalışayım, Haluk Bilginer'i çok iyi anlıyor ve hak veriyorum. O günlerde yepyeni bir salon açma uğraşı ve telaşı arasında zaman zaman kendilerini ne kadar yalnız hissettiklerini de tahmin ediyorum, tahmin ediyorum çünkü bu duyguyu çok iyi bilirim; insanı kıvrandırır, yaptığı işe yabancılaştırır, kısacası hayatından bezdirir. İşte bu noktada, insan önemsediği bir Dergi'yi yanında görmek ister, bu sadece bir duygudur, kucaklaşmanın bir simgesidir.
pe cy a
Şimdi açıklayacaklarım bir maazeret değil, ama "...görevimizi ihmal etmenin" maddi temelleri. O dönemlerde, Dergi dağılmış, ofis kapanmış, tek başıma kalmış, Duygu Atay'ın evinin bir odasında Dergi'nin devamı için mücadele veriyordum. Konuşmamızda, Haluk Bilginer "O zaman yayın yaşamından çekilmek gerekir, kimse sizi zorlamıyor ki." demişti ve gerçektende haklıydı. Bugün hâlâ neden Dergi'yi kapatma karan veremediğim sorusunun yanıtını bulamadım. Şunu da burada eklemeliyim ki, tüm ulaşma çabalarımızı o zamanlar Oyun Atölyesi ortağı olan Zuhal Olcay'a aktarmış, hatta şikayette bulunmuştum, ardından da; "Önümüz yaz, siz biraz soluk alırsınız, zamanı siz belirleyin, ben her zaman müsaitim, Tiyatro Stüdyosu'ndan başlayarak bu güne, salonun açılma serüvenine kadar uzanan geniş bir söyleşi yapalım." demiştim, ama bu önerim de gerçekleşememişti. Sevgili Haluk, sizi gerçekten anlıyorum ve hak veriyor, koşullar ne olursa olsun, Dergi olarak görevimizi yerine getirmek bizim için zorunluluk, bu değişmez bir gerçek ama bununla beraber sizden aynı gemide olan iki insan olarak empati kurarak; "Bu Dergi bunca yıldır hiçbir finans kuruluşuyla ilişkisiz olarak, yayın holdinglerinin arasında kendi yağları ile kavrulmaya çalışarak, tiyatronun önemsenmediği günümüz koşullarında Dergi çıkartmak için acaba ne dertlerle uğraşıyorlar, işinizi yapamıyorsanız kapatın derken haksızlık mı ettim acaba, benim yaşadığım yalnızlıkları onlar da yaşıyor mudur? " deseniz, bizi de biraz daha içerden algılarsınız sanıyorum. Fırsattan istifade ben de dertlerimi aktarmış oldum, sizler ömür boyu sahneden bizlere seslenirken, bizlerin de -eksikli bile olsa- sizleri sahnede alkışlarken, eserlerinizi tiyatro arşivine bırakacak minik katkılarımızı sürdürmeye devam etmeyi umuyor ve istiyorum. *** Şimdi de art arda üç hatamızı düzeltmek zorundayım. 1. Bir önceki sayıya yönelik bir düzeltme, bir açıklama yapmam gerekiyor. "Yedi Tepeli Aşk" dosyasında "Evrim Yağbasan"ın soyadını "Yağcılar" olarak yazmışız, düzeltir, Sayın Evrim Yağbasan'dan ve okurlarımızdan özür dileriz. 2. Yine aynı dosyada Kenan Işık'ın açıklamaları, son gönderdiği değil yalnışlıkla bir önceki e-postası'ndaki yayımlanmıştır, oysa Kenan Işık Can Gürzap'a yönelik açıklamalarını yazısından çıkartmıştı, o bölümler olmamalıydı. Bu karışıklık tamamen bizim hatamızdan kaynaklanıyor, bu durumu Can Gürzap'a da fark eder etmez telefonla aktardım. Her iki değerli tiyatro insanından ve okurlardan özür dilerim. 3. "Tiyatro Ödülleri-2009" gerekçeli kararlarında Sayın Hasan Anamur'un gerekçesinde "Işık Tasarımcısı" başlıkta yalnış yazılmış ama gerekçede de net anlaşılacağı gibi Yakup Çartık olarak belirtilmiştir. "Yılın Işık Tasarımı: Arif Akkaya (Bana Bir Picasso Gerek- Duru Tiyatro) Yılın Işık Tasarımı alanındaki adaylarımsa şu sanatçılardır: Arif Akkaya (Bana Bir Picasso Gerek - Duru Tiyatro) / Enver Başar (Bir Şehnaz Oyun - İDT) / Yakup Çartık (Savaş İkinci Perdede Çıkacak) / Ortak Üretim (Sivas '93 Dostlar Tiyatrosu) / Cem Yılmazer (39 Basamak -Kent Oyuncuları). Her biri oyunun bildirisini ve görselliğini, ışık ve gölge göstergelerini başarılı biçimde vurgulayan bu çalışmalar arasından Yakup Çartık'ın tasarımını (Savaş İkinci Perdede Çıkacak - İDT) seçiyorum."
8
a
pe cy
Anısına Gazanfer Özcan'ı da Yitirdik.
pe cy
a
Güle Güle Usta
Kuruntu Ailesi'nin Hüsnü Kuruntu'su, Avrupa Yakası'nın Tahsin Bey'i, en büyük zenginliği yüz mimikleri olan usta sanatçı Gazanfer Özcan'ı 17 Şubat 2009 günü yitirdik. 27 Ocak 1931'de İstanbul'da dünyaya gelen sanatçı, tiyatro oyunculuğuna 1947 yılında öğrenciyken başladı. Oyunculuk serüvenini 1947 yılında Eminönü Halkevi'nde, ardından da 1949 yılında görev aldığı İstanbul Şehir Tiyatroları Çocuk Bölümü'nde sürdürdü. 1950'li ve 1960'lı yıllarda çok sayıda sinema filminde rol alan Gazanfer Özcan aynı zamanda 1962 yılma kadar hem çocuk tiyatrosunda hem yetişkin oyunlarında görev aldı. 1961 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları'ndan ayrılarak 1962 yılında eşi Gönül Ülkü ile birlikte, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nu kurdu. Tüm zorluk ve olanaksızlıklara rağmen ayakta kalmayı başarabilen Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu son olarak 16 Aralık 2008 tarihinde Enka Kültür Sanat'ın Kış Etkinlikleri kapsamında "Bak Sen İşin Tuhafına" oyunu ile sahne aldı. 1978 yılında Avni Dilligil Tiyatro Ödülü'nü alan Gazanfer Özcan, 1998 yılında Devlet Sanatçısı ünvanına layık görüldü. 78 yaşını bitirdiği gün, 27 Ocak 2009 tarihinde kalp yetmezliği ve ciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle hastaneye kaldırılan sanatçı, 17 Şubat 2009 günü aramızdan ayrıldı. 19 Şubat 2009 tarihinde İBB Şehir Tiyatroları tarafından Kadıköy Haldun Taner Sahnesi'nde düzenlenen törenle uğurlanan Gazanfer Özcan, Altunizade Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii'nde öğle namazı sonrası kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.
Engin Gürmen Gazanfer Özcan, yeri doldurulamaz, büyük bir ustaydı. On yıl boyunca karşısında oynamak ve rejisörlüğünü yapma onurunu bana bahsetmiştir. Hepimiz meslek disiplinini kendisinden öğrendik, son derece mütevazı bir kişiliği vardı. Öyle ki bir
10
oyunu nasıl başladıysa 100. temsilde de aynı şekilde devam ettirir, aynı titizlikle oynardı. Bugün seyirci az ya da seyirci az reaksiyon verdi gibi nedenlerle hiç sızlanmazdı, her zamanki disipliniyle temsilini oynardı. Gençlere çok önem verirdi, onlara bir hoca gibi değil de bir abi gibi öğütler verirdi. Ailemden birini kaybettim gibi hissediyorum şimdi.
Müjdat Gezen Gazanfer Özcan'ı, 1960 yılında Şehir Tiyatroları'na girdiğim gün tanıdım. Radyoya Nasreddin Hoca programları yapardı, Vahi Öz, Nasreddin Hoca'yı oynardı, ben de oğlunu oynardım. Beni hep kollardı ve her programda para verirdi. 1962 yılında tiyatrosunu kurduğunda, Şehir Tiyatroları'ndaki rolünü bana vermişti. "Çizgi" piyesinde Gazanfer Özcan-Müjdat Gezen yazmıştı, ilk dublörüydüm onun. Türk tiyatrosu bence temel taşlarından birini değil, pırlanta taşlarından birini yitirmiştir.
Göksel Kortay Gazanfer Bey, benim birlikte çalışma onuruna eriştiğim, gerek televizyonda gerek tiyatroda, çok saydığım, çok sevdiğim, hayran olduğum bir sanatçıydı, çok sevgili bir dostumdu. Dostluğumuz hiçbir zaman bitmedi, sürekli görüşürdük. Kendisini de, Gönül Hanım'ı da, Fulya'yı da, Tarık'ı da çok severim. Gazanfer Bey'e büyük hayranlığım vardı, gerek oyunculuğuna, gerek disiplinine, gerek alçakgönüllülüğüne ve gerekse sahnedeki duruşuna hayrandım. Büyük bir yetenekti. Gerçekten bir ekolün sonuncusuydu. Bence en önemlisi adam gibi bir insandı ve bir İstanbul beyefendisiydi. Gördüğüm en nazik, kibar, hatır gönül sayan, duygulu, müthiş bir insandı. Çok müteessirim, adeta ağabeyimi kaybetmiş gibiyim. Mekânı cennet olsun, acılı ailesine de sabır ve metanet diliyorum. Tüm İstanbullulara da...
pe
cy
a
Levent Üzümcü İnsanlar genellikle hayatına girmiş olduğu insanların anılarında öldüğü zaman ölüyor. Gazanfer Özcan'ın şu anda fiziksel olarak aramızda olmayışı onun öldüğü anlamına gelmiyor o ancak bizim hayallerimizde öldüğünde ölecek. Şu an milyonların sevgilisi olan Gazanfer Özcan, çocukların hayatına girmiş olan Gazanfer Özcan bu çocukların hayallerinde öldüğünde ölecek. Çok özel, her insana nasip olmayacak bir cenaze töreni yaşanıyor bu küçücük sahnede. Şuraya gelen kalabalığa bakıyorum, insanların ne kadar duygulandığını, ne kadar özel olduğunu düşündürdüğüne bakıyorum ve diyorum ki ne kadar büyük bir değeri kaybettik. Bu değerleri kaybettiğimizde, onları kaybettiren nedenlerin bir parçasıysak eğer çok üzüntü duyuyoruz. Şu an merak ediyorum, acaba bu vergi borcu yüzünden bu kadar acı çektiren insanlar, o katilleri serbest bırakan insanlar, vergiyi kaçıran insanlara af getiren insanlar acaba böyle büyük, hayatını kültüre, sanata adamış birine neden af getirmediler? Umarım Gazanfer Abi onları affedecektir.
günden kendi tiyatrosunu kurduğu ve bugünkü son güne kadar, son gün denir mi, tabii Gazanfer Özcan hiç ölmeyecek, hayatını tiyatroya adamış ve Türk halkına her an en büyük keyfi, en büyük zevki, en büyük zekâ düzeyine onları kavuşturmuş çok çok önemli bir sanatçı. Yalnız sanatçı olarak değil, bir aile babası olarak, bir insan olarak, bir ahlâk timsali olarak da Türkiye'ye gelmiş geçmiş en büyük değerlerden biri. Bütün tiyatrocular son günlerinde de ilk günlerinde de zor günler geçirir. Onun için kahraman diyorum ben onlara, her şeyin altından kalkmasını bilirler. Gazanfer Özcan da her şeyin altından kalkmıştı çabalayarak ve hiç gocunmadan, hiç şikâyet etmeden bütün bunların altından kalkmasını biliyordu. Asıl önemli olan geçirdiği zor günler değil, tiyatrocular zor günler geçirirler, onlar halka verdikleri mutlulukla yaşarlar. Ne kadar mutluluk verirlerse kendileri o kadar mutlu olurlar. O mutluluğu bütün Türkiye'ye verdiğine inanıyorum.
Ahmet Gülhan Gazanfer Abi'yi anlatmak mümkün değil. Ben 30 senedir Gazanfer Abi'yi tanıyorum, çok seviyorum, beraber oynamak kısmet olmadı ama aşağı yukarı bütün oyunlarını izledim çünkü bu kuşağın vodvil ve fars oyunlarının son büyük ustasıydı. Yani şu anda tiyatroda bir devir kapanıyor. Yerine var mı, yok, yerine yetişen yok. Bunun bir örneği de Nejat Uygur, onun da sahne çıkması şu anda olanaksız, oldukça hasta. Gazanfer Abi herkesin sevdiği, herkesi seven, herkese saygılı davranan, küçük büyük ayırt etmeden saygısını esirgemeyen bir İstanbul beyefendisiydi. O ölmedi. Metin Serezli Benim bildiğim Gazanfer Özcan Türk tiyatro tarihinin en büyük kahramanlarından biri. Şehir Tiyatrosu'nda başladığı ilk
Erol Keskin Benimçocukluk arkadaşım olduğu için, çok eskilere ait şeyler kafamın içinden geçiyor. Tabii sonraki hadiseler, gelişmeler, sanat önemli ama o ilk çocukluk ilintisi çok başka. Y. Kenan Işık Gazanfer Abi'yi birilerine anlatmaya hiç gerek yok. O benim için özel yeri olan biriydi, onu seyretmekten çok zevk alırdım. Çok gülerdim, bazen de "bunu nasıl başarıyor," diye şaşkınlıkla karşılardım. Adaptasyonları muhteşemdi, Gönül Ülkü'yle beraber yaptıkları adaptasyonları çok güzeldi. İnsanın Şehir Tiyatrosu'yla başlayan, içerisinde klasik piyeslerin de olduğu bir kariyerin ardından komediye yoğunlaşması çok zordur. Sonra da kendi tiyatrosunu açtı ve bu tiyatroda da adaptasyon geleneğini devam ettirdi. Osmanlı'da
11
halk sanatçısı olan sanatçılar da var. Bütün bunların deşifre edilmesi, analiz edilmesi lazım ki Gazanfer Abi gibiler bitmesin, yok olmasın, çoğalsın. Hepimizin başı sağ olsun. Tülin Oral Şu an için her şey söylendi aslında, belki de söylenmeyen daha çok şey var. 78 yaş, bir sanatçı için çok erken bir yaş. Tabii onun yaşadıklarım, gördüklerini anlatmak, kelimelere sığmaz. Ama onun tiyatrosu benim için ayrıcalıklı bir tiyatroydu, oyunculuk açısından, teknik açıdan, halkla iletişimi açısından çok farklı bir tiyatroydu. O ayrı bir ekoldü, benim çok sevdiğim tarzda bir oyuncuydu. Çok yumuşak, sıcak, doğal, olduğu gibi, insanlara insanca yaklaşan bir oyunculuk tipiydi. Ondan mutlaka kendime pek çok pay çıkardım diye düşünüyorum, yapabildiğim kadarıyla. O açıdan tabii ki çok üzgünüm, bir ekol kapandı. İnşallah başka ekoller için ayrı bir gayret sarf edilir. Tiyatro için ayrı bir özen, sanatçı için ayrı bir özen, sanat için ayrı bir özen gösterilir diye umut ediyorum.
pe
cy
a
başlayan, Ahmet Vefik Paşa'yla, Feraizcizade Mehmet Şakir'le başlayan geleneğin son temsilcilerinden biriydi Gazanfer Abi. Bu anlamda bu adaptasyonlarla halk tarafından çok sevilen bir sanatçıya dönüştü. Bu misyonun son temsilcilerinden biriydi. Gerçekten de bu tarz sanatçılar, halk sanatçısı olma özelliğine sahip olan, o geleneği sürdüren sanatçılar gittikçe azalıyor. Bu misyonu kim devam ettirecek bilmiyorum ama buna şiddetle ihtiyaç var. Onların boşalttığı yeri stand-up'çıların doldurması da vahim geliyor bana. Bu anlamda Gazanfer Abi'yi bugün burada uğurlarken, ne iyiydi ne büyük sanatçıydı yerine onun misyonu neydi, nasıl başladı, nasıl devam etti ve sonunu nasıl getirdi, Gazanfer Abi'nin kimliğinde devletin sanata sanatçıya karşı duyarsızlığı konuşulmalı. "Ben de toprak aldım," deyip, "hayrola nerede aldın Gazanfer Abi," deyince "valla bir saksıda aldım, içine çiçek koyacağım," diyen bir zihniyetti bu. Toprağı da yoktu, parası da yoktu. Üstelik borçlar içindeydi. Bütün bunlar anlatılabilir ama bütün bunların ötesinde onun sanatçı kimliğini, Türk tiyatrosuna kazandırdığı bu misyonu, gelenekten beslenmiş bu misyonunu konuşmak gerekiyor. Ben akademik tiyatro olmasın demiyorum ama akademik tiyatronun yanında halk tiyatrosu olmayı hak etmiş,
12
a
pe cy
Eleştiri Fikriye ve Latife
pe cy
a
"Mustafa Kemal'i Sevdim"
Eser Rüzgâr
eserruzgar@tiyatrodergisi.com.tr
"Fikriye ve Latife - Mustafa Kemal'i Sevdim", 8 Mart 2006 tarihinde, yani Dünya Kadınlar Günü'nde Afife Jale Sahnesi'nde prömiyerini yapmış ve o tarihten itibaren de çeşitli sahnelerde oynanan başarılı bir yapım. Oyun, 2008'in Eylül ayından beri de içinde Ritz Carlton Oteli'nin de bulunduğu Süzer Plaza'da yer alan Tiyatro Maan Performans Sahnesi'nde izleyicisiyle buluşuyor. Bundan birkaç yıl öncesine kadar sadece içindeki barları ve restoranlarıyla adından söz ettiren bu mekânda sezon başından beri bulunan Tiyatro Maan, hayaller kurmak, hayalleri bilgiyle harmanlamak, görsellikle süslemek ve insanlarla paylaşmak amacıyla yola çıkmış. Tiyatro düzeninde 100, konser düzeninde 300 kişiye ev sahipliği yapabilen Tiyatro Maan; tiyatro için, dans için, müzik için, resim için, kısacası sanat için var ve iyi ki de var.
"Fikriye ve Latife - Mustafa Kemal'i Sevdim", Dilruba Saatçi'nin kaleminden çıkmış, sahneye taşınmış, sahnede de yine sanatçı tarafından canlandırılmış tek kişilik bir oyun. 1972 İstanbul doğumlu olan Saatçi, liseyi Berlin'de tamamladıktan sonra Viyana Müzik ve Görsel Sanatlar Yüksek
14
Okulu'ndan mezun oldu. Sanatçı, 1995'ten beri Avusturya ve Almanya'daki çeşitli oyunlarda tiyatro ve müzikal oyuncusu olarak yer almakta ve sanat yaşamını Berlin, Hannover ve İstanbul'da sürdürmekte. Descartes'in ünlü sözü "Düşünüyorum, öyleyse varım," sözünü "Düşünüyorum, ben ne
Diiruba Saatçi, Türk tarihi için çok önemli olan bu iki kadına önce sözcükleriyle sonra da bedeniyle hayat veriyor ve bunu yaparken etkileyici, ruha işleyen bir oyunculuk sergiliyor. yapabilirim diye?" şeklinde kendi düsturu haline getirmiş olan duyarlı ve yetenekli bir sanatçı. 2004 yılında yazdığı ve Berlin'de dünya prömiyeri yapılan oyun, bu duyarlılığının ayrıca Mustafa Kemal sevgisinin somut bir göstergesi. Oyunun konusu birçoğumuzun malumu; Can Dündar'ın "Mustafa" belgeselinde altı çizilen, İsmet
Bozdağ'ın Atatürk'ün yaveri Salih Bozok'un anılarından derlediği "Latife ve Fikriye İki Aşk Arasında Atatürk" adlı eserinde ayrıntılarına girilen, İpek Çalışlar'ın daha çok "Latife Hanım" cephesini, Hıfzı Topuz'un da "Gazi ve Fikriye" yakınlığını ele aldığı Mustafa Kemal'e âşık iki kadının öyküsüdür anlatılan.
Dilruba Saatçi, Türk tarihi için çok önemli olan bu iki kadına önce sözcükleriyle sonra da bedeniyle hayat veriyor ve bunu yaparken etkileyici, ruha işleyen bir oyunculuk sergiliyor. Fikriye'nin titrek, itaatkâr ses tonlamasından Latife'nin kendinden fazla emin, isyankâr ses tonuna geçişi çok iyi ayarlıyor. Beden dilini, her sahnede müzik eşliğindeki koreografı ile üst düzeyde kullanıyor. İki kadın arasındaki geçişlerin yanı sıra, çekilmiş dişleri ve kamburlaşmış sırtıyla sahici bir Zübeyde Hanım da oluveriyor. Fikriye'nin öksüren, kırılgan, nahif hallerinden; Latife'nin hırslı, sahiplenici hallerine geçerken kullandığı baston, çiçek, kolye, baş örtüsü gibi aksesuvarların işlevselliğini abartmadan tam kararında aktarıyor izleyiciye.
a
1887 yılında Mora-Yenişehir'de doğmuş olan Fikriye Zeynep, Zübeyde Hanım'ın ikinci eşi yani Atatürk'ün üvey babası Galip Bey'in kardeşinin kızıdır. Bu akrabalık ortamı içerisinde Zübeyde Hanım tarafından hep sevilmiştir, kendisinin de Mustafa Kemal'e "Mustafa Ağabeyim" şeklinde başlayan önce hayranlığı sonra sevgisi ölünceye kadar devam etmiştir. Mustafa Kemal'in "Okumuş kadının yeri her zaman başkadır," sözünden hareketle O'nun gözüne girebilmek için kendini yetiştirmeye çalışmış, Fransızca ve musiki dersleri almıştır. Ne tel ne duvak ne tören umurundadır Fikriye Hanım'ın. Mustafa Kemali'nin yanında olmak yetecektir ona. Nihayet beklenen telgraf gelir ve Mustafa Kemal "Fikriye'yi çağırın gelsin, bu eve bir kadın eli değsin," diyecektir. Ardından kıyılan imam nikahıyla da günümüzde Atatürk Müzesi olarak kullanılan Kuleli Köşk'ün gayri resmi ilk "first lady"si olacaktır. Fikriye bedeniyle ve kalbiyle gider Ankara'ya. Kapılar ardına kadar açılır bu gelişinde genç kadına. Ne var ki daha sonra aynı kapıyı yumruklayacak ama kapı ona açılmayacaktır. Fikriye'nin Ankara günleri çok uzun sürmez, nitekim Mustafa Kemal, verem hastalığının tedavisi için bu genç kadını Münih'e gönderir ve iyileşmeden de dönmemesini söyler.
Üniversitesi'nde hukuk okumuş, Londra'da dil öğrenimi görmüş Latife'den etkilenir. Fikriye'nin itaatkâr karakterinin ardından kendinden on yedi yaş küçük olmasına rağmen bağımsız düşünme ve davranma yeteneğine sahip bu kadınla hayatını birleştirmek ister. Latife Hanım, 29 Ocak 1923'teki nikâhın ardından Çankaya'nın resmi olarak ilk "first lady"si olur. Latife de Fikriye gibi Paşa'yı çok sever ama daha farklı bir sevgidir bu. Fikriye için Paşa'nın yanında olmak yeterli olurken Latife, Mustafa Kemal'in sadece kendisine ait olmasını ister. O'nu mahalle arkadaşlarından, köşkteki nöbetçilerden bile kıskanır. "İki sıradan âşık gibi baş başa kalmamız çok mu imkansız? Bir insan hem kahraman hem âşık olamaz mı?" sorulan sürekli zihnini kurcalar Latife Hanım'ın. Gerginliği evi doldurur kısa süre içinde. Mustafa Kemal'in, "Ne savaş ne içki; beni senin topuk seslerin bitirdi Latife," cümlesiyle de somutlaşan huzursuzluğun ardından iki buçuk yıl süren bu evlilik sona erer.
Oyunda özellikle, Fikriye'nin yıllar önce davet edildiği köşke tekrar gelişi ve bu kez kapının kendisine açılmayışı üzerine yaşadığı mutsuzluk ve çaresizlikle "Hani ben evlenecek adam değilim derdiniz, hani ben ulusumla evliyim derdiniz," sözleriyle üzüntüsünü ve isyanını dile getirdiği yıkım sahnesi iç sızlatma, göz doldurma, hatta ağlatma gücüne sahip.
pe cy
Mustafa Kemal, İzmir'de karargâh olarak kullandığı Uşakızadelerin evinde tanıdığı, Paris Sorbonne
Barış Dinçel'e ait olan dekor tasarımında yerlere saçılmış eski kitaplar, başlangıçta üzeri örtülü mobilyalar göze çarpıyor önce. Oyunun içeriğine uygun, aynı zamanda işlevsel olan oyun dekorundaki iki önemli ayrıntıya değinmek gerek. Biri Fikriye Hanım'ın Münih'te kalmış olduğu sanatoryumda yattığı hasta yatağı, diğeri de içeri alınmak için yumrukladığı kapı. Bu iki dekor sayesinde ve özellikle bu sahnelerde kullanılan ışık tasarımıyla sahnelerin etkileyiciliğinin arttığını söylemek mümkün.
Fikriye ve Latife, Mustafa Kemal'e âşık iki kadın. Onların çok büyük aşkları ve tarih sahnesinde de bu aşklarıyla yerleri var. Son nefeslerine kadar içlerinde bu aşkı yaşatırlar. Peki, Türk kadını Mustafa Kemal için ne yapar? Silaha sarılıp cepheye mermi taşır veya hastabakıcı olur savaş alanlarında. Barış zamanında ilkelerinin savunucusu, kazandığı hakların koruyucusu olur. Bir sanatçı olan Dilruba Saatçi ne yapar? Kaleminden dökülen sözcüklerle, oyunculuğunun gücüyle sevgisini anlatır. Yazan ve Oynayan: Dilruba Saatçi Rüpervizör: Murat Aygen Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan
Müzik: Emre Dündar Fikriye Şarkı: İsmet Nedim Fikriye İntihar Müziği: George Bizet
Tiyatro izleyicisi de hâlâ görmediyse daha fazla beklemeden üçüncü yılında da olsa "Fikriye ve Latife"yi izler ve kesinlikle pişman olmaz.
15
a
pe cy
pe cy
a
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi 18 Yaşını Bitirdi "Meyhanede Sıcacık Bir Gece" Beki Haleva
Üstün Akmen ve Selçuk Yöntem Tiyatro... Tiyatro..'nun 18 nci yıl pastasını kesti.
Aynı gece, Nihal Kuyumcu ve Vecdi Sayar'ın da doğum günlerini kutladık, kendi pastalarını kendileri kesti. Fotoğraflar: Deniz Dcmirkanlı, Erkut Arıburnu, Nurkul İlhan.
pe cy
a
On sekiz yaş, büyülü bir eşik, emekleye emekleye ulaşılmaya çalışılan, heyecan dolu bir sabırsızlıkla beklenen. On sekiz yaş, özgürlüğün simgesi, birey olmanın en resmi kanıtı. Öyle ya, az iş midir on sekiz yıl boyunca bir türlü yetişkin olarak kabul görememek, erişkinlerin denetimini Demokles'in kılıcı gibi hep tepenizde hissetmek? Oysa kimi zaman on sekizini Osman Wöber, Lemi Bilgin, Mustafa Demirkanlı bulmadan da olgunluğa erişebilir, kendi kanatlarınızla uçabilirsiniz. Dergimiz bunun en somut örneği değil mi? Tiyatroya gönül vermiş bir avuç insanın gayretiyle hep daha ileriye gitmeye çalışan, eleştiriden söyleşiye, çocuk tiyatrosundan gençlik tiyatrosuna, İstanbul kadar Anadolu'yu da kapsayan içeriğiyle ve çizgisinden ödün vermeyen duruşuyla sanırım rüştünü kanıtlayalı epey oldu. Cihan Yöntem, Mustafa Demirkanlı, Selçuk Yöntem Ebeveynler çocuklarının büyüdüğünün ayrımına varmakta hep zorlanırlar nedense, sonunda kabullenip itiraf etseler de. Tıpkı sevgili Mustafa Demirkanlı'nın zorlansa da itiraf ettiği gibi, kendi tabirini kullanarak söyleyecek olursak Tiyatro... Tiyatro... Dergisi "artık reşit oldu." Dile kolay, on sekiz yıldır tüm olanaksızlıklara inat yayın hayatını sürdürüyor ve bu azim var oldukça, hiç kuşkum yok, Üstün Akmen, Mustafa Demirkanlı, Şayian Akmen daha uzun yıllar da sürdürecektir. On sekiz yaş ayrıcalıklı, özel bir yaş olunca kutlaması da özel olacaktı elbette, öyle de oldu. Bu önemli günün şerefine kadeh kaldırmak üzere, 18 Şubat 2009 gecesi, Oda Tiyatrosu kapılarını açtı ve Tiyatro... Tiyatro... ailesi Meyhanede buluştu, iyi ki de buluştu, öyle sıcak bir gece yaşandı ki gelemeyenlerle paylaşmak farz oldu. Gülay Ayyıldız Yiğitcan, Ayşe Lebriz Berkem, Mustafa Demirkanlı, Melek Berkem
18
Özlem Özdemir, Mustafa Demirkanlı, Nejat Birecik
pe cy
a
Gülay Ayyıldız Yiğitcan, Mustafa Demirkanlı, Kemal Yiğitcan ve Genco Demirer
Bizleri "meyhane"lerinde ağırlayan Oda Tiyatrosu, Ankara'da büyük mağazalara oyun yaparak amatör bir ruhla adım attığı tiyatro dünyasında, profesyonel bir kimliğe bürünerek yerini sağlamlaştırmış ve kuruluş yılı olan 1990'dan bu yana, ülkemizde tiyatro yapmanın zorluklarına, hatta kimi zaman olanaksızlıklara karşın, perdeyi açık tutmayı başarmış. Sahneye hep ilkleri taşımayı amaç edinmiş olan Oda Tiyatrosu, iki yıldan beri gösterimde olan oyunlarıyla bu kez Nişantaşı'ndaki mekânlarında tiyatroyu bir meyhaneye, meyhaneyi de bir tiyatroya dönüştüren farklı bir konseptle seyirci karşısında, öyle ki koltuklar yerlerini masalara bırakmış. Oyunun tanıtım broşüründe "bir de bakacaksınız ki 1,5 saat geçip gitmiş," deniyor ama siz inanmayın, iş günü olmasına karşın bizim 4 saatimiz geçmiş de farkına varamadık, ya bir de hafta sonu olsaydı?
Oyunu yazan, yöneten ve Külhani tiplemesini üstlenen Kaan Erkam, Oda Tiyatrosu'nun kurucusu da aynı zamanda; aşkı ve kadını konu alan birçok kitabın da yazarı. Son olarak İstanbul Külhanisi'ni kaleme almış, anlaşılan Külhani Davud'a yetmemiş Meyhanede kalmak, Sündüz Haşar, Mustafa Demirkanlı, Rengin Uz, Selen Korad Birkiye seyirciden sonra okuyucuyla da buluşmak istemiş. Geçmişe bir pencere aralıyor oyun ve masalarınıza oturup, mezelerinizi tatmaya, rakınızı yudumlamaya başladığınızda da seyirci konumundan oyunculuğa geçiş yapıyor, zaman tüneline dalıp eski bir İstanbul meyhanesinde buluyorsunuz kendinizi. Çalgıcılar sazları almışlar bile ellerine, şarkıcılar da yüksek perdeden başlamışlar Gülhan Avşar, Deniz Demirkanlı, Elif Uyanık
19
pe
cy a
döktürmeye, billur sesler perde perde yükseliyor. Ermeni meyhaneci domatesleri, salatalıkları doğruyor, belli ki keyif alıyor işinden, müşterilerden önce demlenmeye başlamış, rakı şişesini yarılamış bile. Müdavimler de teker teker sökün ediyor. Külhani, belinde saldırması, giriyor içeriye. Kevork Efendi hariciyedeki odasını az sonra kilitleyip Eser Rüzgar, Robert Schild, Beki Haleva, Moşe Haleva kapıdan görünecek. Moşe de neredeyse çıkıp gelir, evden kovuldukça meyhanede alır soluğu. Ketum her zamanki gibi yine suskun olacaktır, Sevroş Aris de yine sızacak. Gedikli kahveden çıkmış gelmek üzeredir. Anlayacağınız, Müslümanı, Rumu, Ermenisi, Yahudisi, bu günlere inat, iç içeler, müdavimi oldukları bu meyhanede buluşuyorlar yine her gece olduğu gibi. Yine şakalaşacaklar, dertleşecekler, Sadık Aslankara, Erkut Anburnu, Nurkut İlhan, Nalân Özübek. bol bol kadeh tokuşturacaklar, birbirlerine takılacaklar, yeri geldiğinde küfürleşeceklerdir, ne sınıf ne de kültür farkı sorun olacaktır onlar için, yalnızca kardeşçe bir dostluk havası dolanacaktır meyhanenin loş ışığında. Dertler anılara kapı açacak, ne âşık güzeller ne yosmalar gelip endam edeceklerdir geçmişin aralığından. Kimi zaman, "Birinci kadınlar yerlerinin değerini bilmezler. Onlar dır dır Zaman zaman Üstün Akmen'in şarkılaryla dans ettik.. edip kocasından şüphelendikçe kocalar bana gelirler," diyen ikinci kadının hayıflanmasından ders çıkarılacak ya da gözler yaşaracaktır can dostunuz, kardeş bildiğiniz canım arkadaşınızın gitmek zorunda bırakıldığını duyduğunuzda. Zaman içinde oyuncu kadrosunda değişiklikler olan, aralarına Neslihan Yargıcı gibi ünlü bir ismin de katıldığı Sirtaki ile geceyi sonlandırdık.
20
Oda Tiyatrosu'nun sahnelediği "Meyhanede" oyununda Kaan Erkanı, Kirkor San ve Ararat Mor
cy
a
Oda Tiyatrosu'nun sahnelediği "Meyhanede" oyununda Levent Tayman, Kaan Erkam ve Hasan Bayrak
Meyhanede oyununda, başta babacan, sevgi dolu, işinin ehli Ermeni meyhaneci rolündeki performansıyla dikkat çeken Ararat Mor olmak üzere Elçin Fakir, Sultan Çelik, Hasan Bayrak, Aris Bayraktaryan, Kirkor San, Neslihan Yargıcı, Levent Tayman'dan oluşan kalabalık bir kadro sahne alıyor. Tabii bu ekibe sahnenin bir yanına dizilmiş, eski fotoğraf karelerini anımsatan ve güzel şarkılarıyla duygu dolu bir atmosfer yaratan müzik kadrosu da tam destek veriyor. Şarap fıçıları, alçak tabure ve masalardan oluşan sahne tasarımı, yaşanan duyguları öne çıkaran ışık tasarımı ve dönemi yansıtan giysi tasarımıyla geçmiş bir zaman diliminde yaşıyorsunuz bir süreliğine. Bildik bir metaforu kullanacak olursak artık çatlamış olan o renkli mozaiği özlüyorsunuz ve "keşke" diyorsunuz içinizden hayıflana hayıflana, hatta öfkeleniyorsunuz.
pe
İşte bizler Tiyatro... Tiyatro... ailesi olarak böylesi bir gece yaşadık, oyun boyunca şarkılara eşlik ettik, Külhani'yle sık sık kadeh tokuşturduk, oyun sonrasında da bu kez masalarımızı oyuncularla paylaştık, sohbetler ettik. Hiç boş kalmayan kadehlerimiz Oda Tiyatrosu'nun sahnelediği "Meyhanede" oyununda kafalarımızı duman ettiğinde de Kaan Erkam, Kirkor San ve Ararat Mor oyun sonrası sahne alan Aleko'nun eşliğinde sahneyi devraldık, sirtakiler oynadık, göbekler attık ve bol bol da resim çektik. Saatler gece yarısını geride bıraktığında da gözümüz arkada kalarak kapıya yöneldik. Ne demeli bu güzel geceyi bizlere yaşatan tüm dostlara teşekkürler, iyi ki varsınız.
Oda Tiyatrosu'nun sahnelediği "Meyhanede" oyununda Kirkor San ve Neslihan Yargıcı
21
Tanıtım - Söyleşi
A. Nalân Özübek
pe
nalanozubek@tiyatrodergisi.oom.tr
cy
a
Sırbistan ile Türkiye Arasında Kültürel İşbirliği Protokolü İmzalandı
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Genel Sanat Yönetmeni Nejat Birecik'in girişimiyle repertuvara alınan Bosnalı yazar Meşa Selimoviç'in "Derviş ve Ölüm" adlı eserini, Sırbistan Kültür Bakanı Nebojsa Bradic'in uyarlaması ve Nurullah Tuncer'in rejisiyle sahneliyor. Oyunun 19 Şubat 2009'da yapılan prömiyerine Sırbistan Kültür Bakanı Nebojsa Bradic, Türkiye Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve çeşitli yabancı konuklar katıldı. İki ülke arasında kültürel işbirliği protokolünün de imzalandığı gecede, konuşma yapan Bradic, daha önce Nurullah Tuncer ve Nejat Birecik ile kurduğu dostluğun bugünlere gelmesinden duyduğu mutluluğu belirtti. İmzalanan protokolle iki ülke arasında tarihi temellerin atıldığını da belirten Bradic, Balkan halkları ve Türkiye arasında uzun yıllardır var olan bağın, bu protokol sayesinde daha da güçleneceğini söyledi.
Gebze Osman Hamdi Bey Evi Müzesi'nde yapılan konuşmaların ardından gerçekleştirilen ödül töreninde Nebojsa Bradic'e ve diğer yabancı konuklara Osman Hamdi tabloları hediye edildi. Bilge Emin tarafından Türkçeye çevrilen oyunun kitabı da MitosBoyut
22
Yayınevi tarafından basılarak prömiyer gecesi tanıtıldı. Sırbistan Kültür Bakanı Sayın Bradic'le protokol öncesi bir söyleşi talebim oldu. Sayın Bradic, zamanın dar olduğunu, protokol imzalandıktan sonra söyleşiyi yapmamızın bir sakıncası olup olmadığını, sordu. Tabii, dedim ama atlatıldım sandım açıkçası. Protokol imzalandıktan sonra, fuayedeki kokteylin ortasında bir yerde, söyleşi sırasında çevirmenliği de yapan Bilge Emin yanıma gelerek Sayın Bakan'ın söyleşi için beklediğini söylediğinde şaşkınlığımı üzerimden zor attım, hiç alışmadığımız bir davranış biçimiydi çünkü bu. Birden aklıma Sayın Bakanımızla bir yıldır beklediğimiz söyleşi talebimiz geldi, gülümsedim, gülümserken misafiri olduğu Bakan'ı kokteyl salonunda bırakarak yan odaya geçen Sayın Bradic'in yanına ilişip, teybimi açtım ve ilk sorumu sordum. Bu protokol iki ülkeye ne gibi yararlar sağlayacak? Öncelikle protokol, şu ana kadar var olan işbirliğinin ve ilişkilerin daha da güçlenmesine ve kapasitenin
yüzden Kültür Bakanlığı'nda yaratıcılığımla var olmak istiyorum. Çünkü ancak bu şekilde bir şeyler yapılabilir. Kültür Bakanlığı bürokratik bir yer olarak görülürse o zaman kendinizi bir çerçeve içinde bulursunuz. Ve Kültür Bakanlığı'nın sadece paranın verildiği yer olmadığını anlaması lâzım insanların, bu da büyük bir değişiklik gerektiriyor. Kültür Bakanlığı kültürel anlamda yaratıcı olmalı. Bunun için de fikirlerin olması çok önemli. Ayrıca çok büyük bir istek ve enerji olması lazım ki bu değişiklikler yapılsın.
Umarım ki diğer sanatçılar gelecekteki diğer işbirliği çalışmaları için adım atarlar. İki kültürde de insanlar arasındaki ilişkilerin çok güçlü olduğunu ve çok şey yapılabileceğine inanıyorum. Kurulması zor ama kopması çok kolay olan bir yerde sanat ve tiyatro, fakat bizim inancımız bu ilişkilerin istikrarlı şekilde ilerlemesi, kültürde yeni bir gelişim sağlayacak bir yoldur kurduğumuz bu ilişkiler.
pe cy
a
daha da artırılmasına sebep olacak. Protokol sembolik olarak görülüyor ama kesinlikle ihtiyaç olan bir gerekliliktir. Çünkü protokol olduğunda her şeyi gerçekleştirmek daha kolay olacak. İki ülke arasında çok büyük bir potansiyel var. Tiyatro, film, görsel sanatlar, edebiyat... Onun dışında aynı zamanda var olan eserleri kültürel açıdan korumada Türkiye'nin de, Sırbistan'ın da deneyimleri var. Sadece koruma değil, bunu tanıtmada da... Bizim için tarihi arşiv çok önemli. Örneğin bir zamanlar bizim topraklarımızda Osmanlı İmparatorluğu vardı ve bizim arşivlerimizde o dönemde neler olmuş, ona ait bilgiler yok. O yüzden ben arşive çok önem veriyorum ve bu konuda işbirliği çok önemli, özellikle bilim adına. Bunlar öncelikli olarak bu protokolden sonra yapacağımız şeyler. Bizim kurumlarımızın, sanatçılarımızın yapacağı işler bunlar olacaktır. Aynı zamanda insanlar sanatın içinde değişik alanlar, değişik yönler bulup farklı şekilde işbirliği yönleri bulacaklardır.
Bu oyuna ilişkin söylemek istedikleriniz nelerdir? Edebiyatın önemli eserlerinden biri, hem tarihi hem siyaseti içinde barındıran bir oyun. 18. yy.'da geçiyor ama motifleri çok modern ve her döneme uyarlanabilecek motifler. Çok özel ve aynı zamanda evrensel bir oyun. Çünkü içinde dünyaya ve yaşananlara karşı trajik bir duygu var, çok soru sorduruyor ve bilinçli olarak soruyor, cevabını almayacağını bile bile... Ve soru sorma macerası aslında hayatın anlamı. Ayrıca, şunu söylemek isterim, Türkiye'de bir oyunun prömiyeri vesilesiyle Kültür Bakanlığı'nın misafiri olmak beni ayrıca mutlu ediyor, bu da tabii ki uzun süreli bir işbirliğinin sonucu.
Tiyatroyla ilginizi bize aktarabilir misiniz? Bütün hayatım tiyatroda geçti çünkü babam aktördü. 30 yıl önce drama fakültesinin reji bölümünü bitirdim. Ve o günden bugüne yönetmen, dramaturg ve sahne tasarımcısı olarak tiyatroda varım. Onun dışında tiyatro yöneticisi olarak da çalıştım. 80'den fazla oyun, opera ve müzikal sahneye koydum. Oyunlar dünyanın değişik ülkelerinde sergilendi, ulusal ve uluslararası festivallere katıldım ve birçok ödüle sahip oldum. Aynı zamanda öğrencilere oyunculuk dersi vermekteyim ve orada çok mutluyum. Ama maalesef yeni görevimden dolayı yaratıcı kısma daha az zaman ayırabiliyorum. O
Derviş ve Ölüm İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat eski yönetmeni Nurullah Tuncer'in Türkiye'de sahnelediği ilk oyun olma özelliğini de taşıyan "Derviş ve Ölüm", 1967 yılında en iyi Yugoslav romanı seçildi, 1972 yılında da Yugoslavya'nın en büyük edebiyat nişanı olan ANVOY ödülüne layık görüldü.
Kardeşi, suçu belli olmadığı halde hapse atılan Ahmed Nureddin'in onu kurtarmaya çabalarken onu göremeden ölmesi üzerine verdiği mücadele sonucunda kendisinin de aynı tuzağa düşmesini anlatan oyunda Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Nejat Birecik, Koray Onur, Serhat Güzel, Tarık Keskiner, Deniz Alan, Mehmet Serimer, Mehmet Çevik, Şafak Karali, Melih Düzenli, Tekin Ezgütekin ve Tarık Keskiner rol alıyor. Oyunun yönetmeni Nurullah Tuncer' le kısa bir söyleşi yaptık. Derviş ve Ölüm oyununu sahneleme fikri nasıl oluştu? 2002-2003 yılında İBBŞT Genel Sanat Yönetmenliği'ne atandığımda ilan ettiğim
23
repertuvarda "Derviş ve Ölüm" adlı oyun yer almaktaydı. Oyunu Makedon yönetmen Vladamir Milcin'nin sahneye koyması için davette bulundum, oyun Milcin tarafından uyarlanmış, Sema Ali tarafından çevrilmişti. Yapılan masa başı toplantılarda uyarlamanın yetersiz olduğunu ve romanın ruhunu yansıtmadığına karar verdim ve projeyi yapmaktan vazgeçtim. 2008 Şubatı'nda Nebojsa Bradiç'in uyarladığı, Meşa Selimoviç'in yazmış olduğu "Kale" adlı oyunun sahne tasarımını yapmak için teklif aldım. Yapmış olduğumuz ikili görüşmede "Derviş ve Ölüm" romanını da uyarladığını öğrendim. Bunun üzerine Bilge Emin'in Türkçeye çevirdiği uyarlamanın sahne diline ve romanın yapısına uygun olduğunu gördüm. Ve oyunu yönetmeye karar verdim. Festivali, Ohri Yaz Festivali, Saray Bosna Kış Festivali, Bulgaristan Milli Dram Festivaline katıldı. "Derviş ve Ölüm" tüm bu çalışmaların sonucunda sahneye taşındı. Ülkemde gerçekleştirdiğim ilk reji, doğaldır ki omuzlarıma ağır bir yük yükledi. Sanırım ki bu sorumluluğu mutlu bir geceyle noktaladık. Çeşitli ülkelerde ve çeşitli milletlerden oyuncularla gerçekleştirdiğiniz bu etkinlikler size ne kazandırıyor? Farklı dillerde ve farklı kültürlerde yapmış olduğum çalışmaların, bir gün ülkemde gerçekleştireceğim rejilerde bana farklı bir deneyim ve farklı bir bakış açısı kazandıracağı inancındayım.
pe
cy a
Bu oyunun sizin için bir ilk olma durumu var bildiğimiz kadarıyla... Bu oyun ülkemde yönettiğim ilk oyun. İlk rejim Bosna'da Memet Baydur'un yazmış olduğu "Düdüklüde Kıymalı Bamya" oyunudur. Bu oyun İstanbul Mekân Tiyatro Festivali'ne ve Kıbrıs Festivali'ne katıldı. İkinci rejim ise Suriyeli bir yazarın yazdığı "Manken" adlı oyundur. Irak, Lübnan, Bosna ve Suriyeli oyuncularla birlikte Suriye Dışişleri Bakanlığı ve Suriye Kültür Bakanlığı'nın daveti üzerine gerçekleşti. Üçüncü rejim de Hristo Boytchev'in yazdığı "Titanik Orkestrası"dır. Bu oyun Yemen, Katar, Bosna, Hırvatistan ve Makedonyalı oyuncuların katılımıyla gerçekleşti. Oyun, Kahire
24
cy a
pe
Eleştiri Tiyatro Stüdyosu'ndan
Beki Haleva
Fotograflar:Gülay Ayyıldız Yiğitcan
pe
bekihaleva@tiyatrodergisi.com.tr
cy a
"Nehrin Solgun Yüzü"
Tiyatro Stüdyosu, iki yıllık bir aradan sonra bu sezon Nehrin Solgun Yüzü'yle tekrar seyircisiyle bir arada. Anımsayacağınız gibi Tiyatro Stüdyosu son olarak 2007'de Inishmaan 'ın Sakatı'yla büyük bir başarıya imza atmış ve yılın en başarılı prodüksiyonu da dâhil olmak üzere birçok dalda ödülleri toplamıştı, hem de farklı kurumların farklı jürilerinin seçimleriyle. Oyunun tanıtım kitapçığında tiyatronun sanat yönetmeni Ahmet Levendoğlu haklı bir serzenişle bu ayrılığın maddi olanaksızlıklardan kaynaklandığını belirtmiş. Ne yazık ki günümüz Türk tiyatrosunun en önemli sorunlarından biri bu; ancak pek çözülebileceğe de benzemiyor, öyle ya ülkenin gündemi o denli yoğun ki sanata bir türlü sıra gelemiyor! 2006'da İngiliz oyun yazan Nick Stafford tarafından kaleme alman ve özgün adı Katherine Desouza olan oyun, aynı yıl İngiltere'nin önde gelen tiyatrolarından Birmingham Repertory Theatre Company'de sahnelenmiş. Ülkemizdeyse ilk kez sahneleniyor ve bu sayede de ilginç bulduğum yazarla tanışmış
26
oluyoruz. Oysa Stafford yirmi yıla yakın bir süredir oyunları ve radyo oyunlarıyla çağdaş İngiliz tiyatrosunun üretken bir üyesi, yazdığı radyo oyunlarından biriyle ve bir senaryosuyla ödül kazanmış. Son çalışmaları arasında, bir film şirketiyle
Özlürkçe sözcükleri kollanmaya özen gösterdiği hemen göze çarpan ve metnin bütününde tutarlı bir çeviri yaklaşımı sergileyen çevirmen kimliğiyle Ahmet Levendoğlu, özgün başlık yerine, farklı ancak olay kurgusuyla yakından ilintili "Nehrin Solgun Yüzü" başlığını yeğlemiş. gerçekleştirdiği, oyunu beyaz perdeye taşıyacak Katherine Desouza'ya dayanan bir senaryo projesi de var. Bir psikolojik gerilim olarak tanımlanabilecek oyun, özgün adından da anlaşılabileceği gibi ortadan kaybolmuş ve akıbeti bilinmeyen Katherine Desouza'yı odağına alıyor ve durumu açıklığa
kavuşturmak için çırpınan acılı babası David Desouza'nın ekseninde gelişiyor. Kocası ve çocuğunu geride bırakıp aniden yok olan Kamerine Desouza iki yıldır kayıptır, büyük bir ihtimalle de öldürülmüştür. Bir dedektif titizliğiyle olayı çözmeye çalışan ve bütün yaşamını buna adayan baba her olasılığı değerlendirecektir. Bu olasılıklardan biri de kadınları hedef almış bir dizi cinayetle suçlanarak mahkûm edilmiş Kevin'dır. Tek kişilik hücrede tutulan Kevin, gençlik aşkı Fay'le mektuplaşmaktadır ve bu mektuplaşma zamanla Fay'in hapishaneye yapacağı düzenli ziyaretlere dönüşecektir. Bu noktada David ile Fay'in yollarının kesişmesi artık kaçınılmazdır. Korku, öfke, hatta nefret gibi olumsuz duygular eşliğinde başlayan "rastlantısal" bir karşılaşmayı öbürleri izleyecek ve zamanla yerini derin bir dostluğa bırakacaktır. Bu dönüşüm nasıl
Özgür Yalım, metnin en önemli yapı taşlarından bîri olan gerilim unsurunu hep belli bir düzeyde canlı tutmayı göz ardı etmeden metnin tüm katmanlarını vurgulayabilmiş. Ancak sahne değişimlerinde kimi zaman "black-out''ların çok uzun sürmesi, bu aralara eşlik eden müzik-efekte rağmen gerilimin kesintiye uğramasına yol açıyor
Oyunu sahneye koyan Özgür Yalım, 2007'de Yeraltından Notlar'da dev bir yazınsal yapıtı belleklerden silinmeyecek bir biçimde sahneye taşımış ve başarısı ödüle lâyık görülmüştü. Bu oyunda da yine başarılı bir iş çıkarmış. Metnin en önemli yapı taşlarından biri olan gerilim unsurunu hep belli bir düzeyde canlı tutmayı göz ardı etmeden metnin tüm katmanlarını vurgulayabilmiş. Ancak sahne değişimlerinde kimi zaman "black-ouf'ların çok uzun sürmesi, bu aralara eşlik eden müzik-efekte (Sinan Bökesoy) rağmen gerilimin kesintiye uğramasına yol açıyor, oysa kimi sahnelerde bu geçişler çok doğal bir biçimde gerçekleşiyor; belki
pe cy
a
gerçekleşecektir? David düğümü çözebilecek midir? Kevin iddia ettiği gibi gerçekten de suçsuz mudur? Yoksa tüyler ürpertici cinayetleri işleyen ve gazetelerin üçüncü sayfalarında boy gösteren sapıklardan biri midir?
Ahmet Levendoğlu, özgün başlık yerine, farklı ancak olay kurgusuyla yakından ilintili "Nehrin Solgun Yüzü" başlığını yeğlemiş. Başlık ilk aşamada seyirciyi bir gerilimden çok, duygusal bir yapıt beklentisine soksa da metnin içerdiği farklı katmanlar düşünüldüğünde bunun yerinde bir seçim olduğu söylenebilir. Gerçekten de anlatı ve anlatım düzlemlerinde çok katmanlı bir metin söz konusu. Polisiye bir olayı çözümleme arayışının arka planında günümüz kent yaşamının bir yansımasını ve bunun uzantısı olarak yalnızlık, güven yitimi, korku, takıntı, dış görünümlerin aldatıcılığı, bakış açılarına koşut olarak değişen kişilik değerlendirmeleri gibi olguları ve aşk, sevgi, arzu gibi insanın vazgeçemeyeceği duyguları bulabiliyoruz metinde. Anlatım düzleminde de, oyunun giriş bölümünde olduğu gibi seyirciyi biraz zorlayan ancak anlamak için de tetikte tutan, bana az da olsa "yeni roman"m yaklaşımlarını anımsatan bir yol izlenmiş. Tıpkı kimi zaman David'in anlatıcıya da dönüşmesi ve alışılmışın aksine bir uygulamayla kullandığı ikinci tekil şahıs kişi adılıyla seyirciyi anlatının içine yerleştirmesi gibi.
Öztürkçe sözcükleri kullanmaya özen gösterdiği hemen göze çarpan ve metnin bütününde tutarlı bir çeviri yaklaşımı sergileyen çevirmen kimliğiyle
27
buna bir çözüm bulunabilir, diye düşünüyorum. Yönetmenin anlatımına hizmet eden en önemli unsurlardan biri de Behlüldane Tor'un son derece başarılı sahne tasarımı ve bu tasarımın gerçekleşmesine olanak sağlayan F. Kemal Yiğitcan'ın aksamayan ışık tasarımı. Hapishane hücresinden oturma odasına, kütüphaneden parka ya da sokaklara kadar birçok farklı mekânı, siyah saydam bir bölme aracığıyla, eşzamanlı olarak sahne üstünde bir arada bulundurabilen bu tasarım, işlevselliğin yanı sıra hâkim olan siyah rengiyle de polisiye romanların ilk türü olan kara romanlara bir gönderme niteliğinde de algılanabilir. Görselliği tamamlayan bir başka öğeyse tüm karakterlerle uyum içinde olan giysi tasarımı; hatta David örneğinde olduğu gibi kurgunun karaktere yüklediği işlevi daha da belirginleştiriyor. Öyle ki kimi sahnelerde, David'in kişiliğinde Georges Simenon'un ünlü dedektifi Maigret'yi görür gibi oldum.
Oyun kanımca bu sezonun öne çıkacak yapıtları arasında yerini buldu bile, iki yıllık ara güzel bir meyve vermiş.
pe
cy a
Oyunculara gelecek olursak, her biri son derece başarılı ve canlandırdığı karakteri en gerçekçi ve doğal biçimde sergiliyor. Dengeli bir paylaşım söz konusu ve aynı denge oyunculuk düzleminde de
gerçekleşebilmiş. Yurtiçi çalışmalarının yanı sıra yurtdışında da tiyatroya hayli emek vermiş bir tiyatro adamı olarak Mahmut Gökgöz, David rolünde yılların birikimiyle kızının durumunu ne pahasına olursa olsun ortaya çıkarmaya uğraşan acılı babayı abartıya yer vermeyen bir yaklaşımla yansıtıyor. Fay'de Ayça Bingöl, korkudan öfkeye, sevgiden aşka her türlü duyguyu son derece doğal ve ölçülü bir biçimde yaşıyor. Geçen sezonun en başarılı kadın oyuncusu olduğunu aldığı ödüllerle kanıtlayan Bingöl bu oyunda da yeteneğini konuşturuyor. Kevin'i canlandıran Gökçer Genç de geçtiğimiz yıllarda en iyi yardımcı erkek ödülünü kazanmış bir sanatçı. Genç, kimi zaman suçsuzluğuna inandıran zavallı bir mahkûmdan, âşık sevecen bir gence ya da ürkünç, psikopat bir katil zanlısına kolayca dönüşebiliyor ve seyirciyi hep ikilemde bırakmayı başarıyor. Gardiyan Emile rolünde Kevork Türker 2003 'te, yine aynı dalda ödül almış bir oyuncu. Daha çok beden dilinin kullanımını gerektiren rolünde bir gardiyanın aklından geçenleri kusursuz bir biçimde bakışları ve yüz ifadesiyle aktarıyor.
Yazan: Nick Stafford Çeviren: Ahmet Levendoğlu Yöneten: Özgür Yalım Sahne Tasarımı: Behlüldane Tor
28
Giysi Tasarımı: Behlüldane Tor Işık Tasarımı: F. Kemal Yiğitcan Müzik - Efekt: Sinan Bökcsoy Oyuncular: Mahmut Gökgöz, Ayça Bingöl, Gökçer Genç, Kevork Türker
Eleştiri Maral Üner 'in Oyunculuğundaki İşaret Fişekleri:
Üstün Akmen
pe cy
a
"Hüzzam"
ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr
Geçen yılın Kasım ayında Ankara'da Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı, Gülriz Sururi'nin sahneye koyduğu "Fosforlu Cevriye"nin galasında önümdeki sırada oturan Prof. Dr. Sevda Şener, bana dönerek: "Hüzzam'ı izledin mi," diye sordu. "Hayır," dedim. Ağzından sadece tek sözcük çıktı: "İzle."
Akün Sahnesi'nde oynanıyordu. İstanbul'a gelir gelmez Güner Sümer'in "Bütün Oyunları-3"ü (Mitos Boyut Tiyatro Yayınları / Ekim 2006) raftan çektim, Sevda Şener'in yazdıklarını okumaya başladım: "... 'Hüzzam' yazarın aynı kişiye iki ayrı yönden
Sevda Şener'in ağzından çıkan tek sözcüğü, yanında oturan Prof. Dr. Ayşegül Yüksel de gözleri ve başıyla onayladı. Kendimi pek bir "mahcup" olarak duyumsadım, utandım. Güner Sümer'in (1936-1977) Osmanlı toplum yaşamından modern zamana geçişin yarattığı değişimi işlediği, tek kişilik, kadın oyuncu için yazdığı ve 1972 yılında tamamladığı "Hüzzam"ı biliyordum ve 1984 yılından 1989'a kadar aralıksız olarak Ankara Oda Tiyatrosu'nda oynanırken ne yazık ki izleme olanağını yaratamamıştım.
12 yıl boyunca Olcay Poyraz'ın yönetmenliğinde ve Maral Üner'in oyunculuğuyla tam 503 kez temsil edilen "Hüzzam", 23 yıl sonra gene Olcay Poyraz'ın rejisi ve Maral Üner ile Ankara Devlet Tiyatrosu Akün Sahnesi'nde oynanıyor.
12 yıl boyunca Olcay Poyraz'ın yönetmenliğinde ve Maral Üner'in oyunculuğuyla tam 503 kez temsil edilen "Hüzzam", 23 yıl sonra gene Olcay Poyraz'ın rejisi ve Maral Üner ile Ankara Devlet Tiyatrosu
yaklaşım yoluyla duygu ve düşünce dengesini kurduğu tek kişilik oyundur. Bir eski İstanbul Paşasının torunu olan Mahpeyker'i, hem toplumdaki değişimin yoksul düşürdüğü bir kurban hem de yeni durumu kabullenmekte direnen bir soylu kalıntısı olarak tanırız. Mahpeyker geçmiş günlerin anılarını yaşarken ince, nazlı bir genç kız olur. Şimdiki zamana döndüğünde ise kaba, küfürbaz, hatta
29
saldırgan bir kadındır. Tutarsız sayılabilecek olan bir karakter portresi, bir sınıfın yaşam karşısındaki çelişkili tavrını belirtmesi bakımından inandırıcıdır. Mahpeyker'in kişisel yaşamının acılarına duygusal olarak yaklaşırken, sınıfsal tavrını eleştiririz. Yazar, Mahpeyker'in yaşam öyküsünü hem ileriye hem geriye dönük geliştirmiştir. Geleceğin geçmiş,
Ne diyor Dormen: "Türkiye'deki her sanatseverin Maral Üner adlı bir olağanüstü oyuncuyu 'Hüzzam' adlı oyunda izlemesi gerek. O İstanbul'a gelemiyorsa, sırf bu oyunu görmek için bir bilet alıp Ankara'ya gitmeye değer (Güneş Gazetesi - 4 Mayıs 1990)."
geçmişin gelecek açısından değerlendirilmesine olanak sağlayan bu düzenleme toplumun gelişim doğrultusu konusunda düşündürücü olmuştur... (a.g.e. sayfa 10)" Sevda Hoca'nın söylediklerine ne eklenebilir ki? Bir de eve gelmiş "Hüzzam"m oyun kitapçığını karıştırmaya başladım. Ayşegül Yüksel'in, Sevgi Sanlı'nın, Atilla Sav'ın görüşleri... Hele Haldun Dormen'inki! Ne diyor Dormen: "Türkiye'deki her sanatseverin Maral Üner adlı bir olağanüstü oyuncuyu 'Hüzzam' adlı oyunda izlemesi gerek. O İstanbul'a gelemiyorsa, sırf bu oyunu görmek için bir bilet alıp Ankara'ya gitmeye değer (Güneş Gazetesi - 4 Mayıs 1990)." E artık Haldun Hoca'nın yorumunu da okuyunca duramazdım. Geçenlerde aldım bir bilet, tuttum Ankara'nın yolunu.
pe
cy
a
Akşam Akün'de, Arkadaş Yayınları'nın sahibi tiyatro dostu Cumhur Özdemir ve Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi eski (ama eskimez) başkanlarından Gülşen Karakadıoğlu ile yerlerimizi aldık. Üçüncü zil çaldı. Utla yapılan bir hüzzam taksimi... Tek bir spot... Spot, bir bahar peyzajı önünde, ağır ağır salıncakta sallanmakta olan Mahpeyker'i aydınlattı. Mahpeyker'in üzerinde koyu renk bir giysi, giysisinin yakasında küçük bir çiçek. Yaşlı bir kadın... Salıncakta sallanırken davranışıyla, sesiyle birden beş-altı yaşında oluverdi. Dış ses anneyi verdi ve oyuna girildi... Güner Sümer'in oyunu ile ilgili olarak, yukarıda da değindiğim gibi Sevda Şener Hoca'dan yaptığım alıntıya eklenecek hiçbir şey yok. Güner Sümer, gene Sevda Hoca'nın tanımlamasıyla "daha iyi bir dünya için başkaldırmış olan onurlu altmış kuşağının gizli hüznünü, ince duyarlığıını öne çıkarmış olan bir yazarımız." Işıklar içinde yatsın, alkışlarımızla yıkansın. Yaratıcı kadronun diğer mihenklerine el attığımızda, gelin boş verelim Ethem Özbora'nın dekor tasarımında koskoca sahneye yaydığı malzemenin doku ve ruh olarak oyunun diline yansımadığına; koltuk ve mezarlık olarak kullandığı dikdörtgen yüksekliği neden yatak olarak kullanmadığı sorusuna; tasarımın yapaylığı aşamamış olmasına... Eee.. Yıldız Köse'nin kostümlerini de "iyi" deyiverip, kanca atmayalım kimsenin aklına. Ve de Mehmet Yaşayan'a: "Işık tasarımında başarılı olmak, sadece tasarım tekniğini sahnede uygulamak mıdır," sorusunu sorarak iş açmayalım başımıza. Hepsi iyi, hepsi hoş... Hatta Olcay Poyraz'a, Mahpeyker'i black-out'larda salıncaktan telefon santraline, telefon santralinden asmanın altına, asmanın altından doğum günü partisine, doğum günü partisinden patronun odasına, oradan bahçeye, hasta yatağına, içki masasına, yeniden santrale, salıncağa, oraya buraya o kadar çok koşturması zorunlu muydu diye serzenişte de bulunmayalım, sahneyi daraltamaz mıydı ve benzeri yeni sorular takmayalım bunca yıl sonra aklına. Biz gelelim Maral Üner'e... O ne harekete, sese dayalı, anlatımbilimsel çalışma öyle! Üner,
30
performansını çok sınırlı özellikler halinde alışıldığı üzere parçalamamış. Parçalamamış ve böylece anlamın bütünlüğünü gözden düşürmemiş. Düşürmediği için de sahnenin bütününe ve bir parçası olduğu sahne düzenine kendini çok kaptırmaksızın, jestüeline bir yer değiştirmede, bir konuşma biçiminde kendince tutturduğu ritme göre anlam yüklemiş. Maral Üner; çocuk, genç kız, evli kadın ve yaşlı Mahpeyker'i canlandırırken tutarlılığı ve bütünselliği koruyacak birimleri ve parçalama yöntemini mükemmel geliştirmiş. Devinim ve metni ya da devinim ve sesi birbirinden ayırmak yerine içlerinde daha sonra başka birimlerle birleşmesi olası, tutarlı ve uygun bir bütün oluşturarak bir araya gelen, birbirini destekleyen ya da uzaklaşan çeşitli öğelerin bulunduğu ayrıntıları başarıyla ayırmış. Mükemmel şarkı söyleme yeteneğini de cömertçe ortaya saçmış.
a
Maral Üner'in parçalama yöntemi, sonuçta her şeye karşın bir bütünlük yanılsaması yaratan, onun engin deneyiminden ve bilgi-görgü damıtılmışlığı ustalığından kaynaklanan doğalcı oyunculuğunda psikolojik ve davranışsal işaret fişekleri oluşturmuş. 1900'lü yılların ilk çeyreğinde İstanbul'da doğmuş kentsoylu kadınların konuşma biçim ve biçemiyle, jestlerle kurduğu tabloları fiziksel eylemlerinin montajı için durmaksızın yeniden ele almış, hızardan geçirmiş, kesmiş, yeniden yapıştırmış ve böylece verilmek isteneni, verilmesi gerekeni yakalamış.
pe cy
Kendini kendine özgü ikna teknikleri kullanarak mı Mahpeyker ile özdeşleştiriyor, yoksa başkasıymış gibi yaparak mı dış dünyayı kandırıyor, rolle arasına mesafe mi koyuyor, Mahpeyker'in ruhunu mu okuyor, onunla alay mı ediyor, karar merkezi siz olun. Şimdi, diyeceğim şu: Siz siz olun, siz de benim gibi yapın Haldun Dormen'in taaa kaç yıl önce söylediği: "Türkiye'deki her sanatseverin Maral Üner adlı bir olağanüstü oyuncuyu 'Hüzzam' adlı oyunda izlemesi gerek. O İstanbul'a gelemiyorsa, sırf bu oyunu görmek için bir bilet alıp Ankara'ya gitmeye değer," söylemine uyun, Ankara'nın yolunu tutun.
Yazan: Güner Sümer Yönetmen: Olcay Poyraz Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Giysi Tasarımı: Yıldız Köse Işık Tasarımı: Mehmet Yaşayan Oyuncu: Maral Üner Sesler: Kaya Akarsu, Yıldıral Akıncı, Ayşe Akınsal, Orhan Aral, Mehmet Atay, İstemi Betil, Muammer Çipa, Nurşim Demir, Erdoğan Göze, Değer İmsel, Erol Kardeseci, Gönül Orbey, Nihal Türkmen, Baykal Saran, Günaydın Yaltırak
Maral Üner, varlığına inanmamız gereken o karmakarışık Mahpeyker karakterinin yanılsamasını iki buçuk saat nasıl bozmuyor, tanık-seyirci koltuğuna siz oturun. Kendini kendine özgü ikna teknikleri kullanarak mı Mahpeyker ile özdeşleştiriyor, yoksa başkasıymış gibi yaparak mı dış dünyayı kandırıyor, rolle arasına mesafe mi koyuyor, Mahpeyker'in ruhunu mu okuyor, onunla alay mı ediyor, karar merkezi siz olun. Hiçbir şey yapamazsanız, oyunun sonunda onun sanatsal müziğine alkışlarınızla tempo tutun. Maral Üner'de kendinizi bulun.
31
Eleştiri 1 Hormon, 7 Erkek, Bol Kahkaha
Vuslat Taş
pe
vuslattas@tiyatrodergisi.com.tr
cy a
Testosteron
Kadın ve erkek arasındaki çekişme, tarihin başından beri süregelen en genelgeçer tartışmadır, herkesin söyleyecek bir şeyler bulduğu... Önce kadın egemen oldu tarihin ilk zamanlarında, sonrasında erkek kadına şeytan dedi, eve kapattı; zaman değiştikçe kadının konumu da değişti ve erkek, yönetmeye çalıştığı kadının kölesi oldu geri planda belki de. Böylesi bir erk savaşı sürerken, hem kadının hem erkeğin söyleyeceği, belki de suçlayacağı çok şeyi olması garip değil. Kim kaçabilmiştir ki "erkeklerin hepsi hayvan" ya da "kim anlamış bu kadın milletini ki zaten?" konulu tartışmaların katılımcısı olmaktan? Ayrıca, söyleyecek bir şeyler varken, kim can-ı gönülden istemiştir ki kaçmayı?
32
Zaman ilerledikçe yeni suçlular çıktı meydana, adlarına hormon dendi. Özellikle cinsiyetle alakadar olanları bizi bizden öte kontrol eden bu zıpçıktı varlıklar, yoklukları ve varlıkları orantısıyla karakterimizi ve Kim kaçabilmiştir ki "erkeklerin hepsi hayvan" ya da "kim anlamış bu kadın milletini ki zaten?" konulu tartışmaların katılımcısı olmaktan?
hatta seçimlerimizi etkilermiş meğer. Adları da, sebep oldukları tüm bu karmaşaya rağmen pek sevimli aslında: Östrojen ve Testosteron. İlki kadının, ikincisi erkeğin baskın hormonu olan bu suçlular, bütün bir tarihin yaratımında başrolü oynadılar, desek ne kadar yanlış olur?
Bu sezonda bu hormonlardan biri, testosteron, Oyun Atölyesi'nin yapımlarından birinde de başrolü oynamakta. Polonyalı yazar Andrzej Saramonowicz'in yazdığı ve Kemal Aydoğan'ın yönettiği "Testosteron", bu ezeli tartışmaya son noktayı koyamasa da, en azından tartışmanın varlığını tüm "erkekliğiyle" karşımıza çıkarıyor. Hem de tam 7 erkeğin ağzından! Oyun, Kornel (Fırat Tanış) ve sevgilisi Alicja'nın nikâh törenlerinin ardından başlıyor. Nikâh, maalesef hayal kırıklığıyla Quentin Tarantıno'nun kült filmi "Rezervuar Köpekleri"nîn en güzel sahnelerinden biriyle açılıyor olması. İşte oradaki erkekler, işte buradaki erkekler... Aradaki kilometreler ana konuda fark yaratmıyor. Erkek her yerde erkek, kadın da farklı değil.
pe
cy
a
sonlanmıştır zira Alicja tam evet demek üzereyken vazgeçip davetlilerden Tretyn'in (Mert Fırat) boynuna atlar. Tretyn doğal olarak erkek tarafının davetlileri tarafından epey şiddete maruz kalır. Ve ardından garson Tytus'un (Tuna Kırlı) misafirlere hazırlamaya çalıştığı düğün sofrasında bütün erkekler; gelinin davetlisi müzisyen Fistach (Emre Karayel), Kornel'in yakın arkadaşı kuş bilimci Robal (İnan Ulaş Torun), üvey
abisi Yanis (Timur Acar) ve iki kardeşin babaları çapkın Yunan Stavros (Metin Coşkun) toplanıp bir durum değerlendirmesi yaparlar. Bu toplantı olaydan yola çıkar ama ilerlediği nokta bütün kadınları kapsayacak kadar genişler. Bazı oyunlar vardır, söylediği ya da leitmotifi belirgindir, izlersiniz ve söyleneni anlarsınız. Bu karakterde olmayanlar bence daha keyiflidir, söylenenin altındakini görmeye çalışır, daha çok keyif alırsınız. Bu oyun açık şekilde ikinci türe ait, diğer türlü bakarsanız oyundan çıkıp sadece "7 tane soytarı, kadınlara demediğini bırakmıyor, küfrün bini bir para, sanat mı bu?" demeniz normaldir. Zira gerçekten de 7 adam, belki çoğu "kibar" insanımızın hayatlarında duymadığı küfürlerle tüm kadın milletine verip veriştiriyor. Tam da bu noktada oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan'ın söylediklerine bir göz atmak lazım: "Görünürde erkeklerin olduğu bir oyun Testosteron. Güya, kadın oyunda hiç görünmüyor. Ama erkeği görünür kılan asal öğe olarak başrolü oyunda o oynuyor." Evet, bu erkekler kadınlar(ı) tarafından yaratılmış, onlar tarafından şekillendirilmiş erkekler. Söylediklerini dinlerseniz kadın cinsinin dünyadan tamamen silinmesi gerektiğine karar verebilirsiniz. Ama biraz daha düşünürseniz, kendi yaptıklarının aslında kadınları suçladıkları şeylerden hiç de az
33
olmadığını, hatta yapma sebeplerinin de zaten kadınları elde etmek için olduğunu görür, dahası bütün doğanın buna hizmet eder şekilde şekillendiğinin farkına varıp Discovery Channel'daki belgeselleri daha dikkatli izlemek gerektiğine inanabilirsiniz. Gerçekten de oyunda geçen bazı biyolojik örnekler insanı oldukça şaşırtıp, doğaya ve düzene daha dikkatli bakmasını sağlayacak türden.
olsa da gereksiz bir gönderi, ortam bütünlüğünden koparıcı bir unsur olmuş. Karakter yansıtmaları başarılı, geride kalan ya da fazla ortaya fırlayan herhangi bir karakter yok. Ancak devamlılıkta bazı hatalar var ki, bunlar da genelde fazla hızlı iyileşen yaralar ve insanlar olarak ortaya çıkıyor.
pe
cy a
Kostüm tasarımı sade ve bir örnek. Nikâha gelmiş erkeklerin çok da fazla seçeneği Oyunun diğer öğelerine baktığımızda, salona olmadığını ve aslında ortadakilerin girince insanı Mae West'in ünlü dudakları karakterler değil "erkek" stereotipi olduğunu düşünürsek bunun da doğru bir seçim karşılıyor. Broşürde de tanıtılan bu ünlü olduğunu görürüz. Aynı dekor gibi, gereksiz dudaklar, Dali'nin eserlerinin ülkemizde her şeyden kaçınılması en doğru sonucu olduğu şu günlerde, kadın konusu geçen bir yaratıyor. oyun için gerçekten tamamlayıcı olmuş. Dekor, oyun metninde geçtiği şekilde bir Bir de Oyun Atölyesi bu oyun için Kadınlar kokteyl salonu. Zaten oyunun genelinde ana Matinesi başlatmış. Enteresan bir fikir, metne sadık kalınmış. Polonya aslına hitap acaba koruyucu-kollayıcı erkeklerimiz eden bazı göndermeler ve sondaki bölümün yanlarındaki "bayanların" hassas çıkartılması dışında metinde bir değişiklik kulaklarının böyle konuşmalara maruz yok. Salona geri dönersek, dekora ait her kalmalarından rahatsız oluyorlar şey sade ve yerli yerinde. Özellikle topuklu gerçeğinden yola çıkarak, kadınların ayakkabı şeklinde ayakları olan sandalyeler yanlarında sıkıntı geçiren erkekler olmadan ve "kadın"ı temsil ettiğini düşündüğüm acı bu oyunu izlemeleri için başlatılan bir kırmızıbiber figürlü eşyalar konuyla uyum uygulama mı bu? Eğer öyleyse, Oyun içerisinde. Oyunun başından oyuna Atölyesi yönetimini bu değişik ve Türk bağlanmamı sağlayan öğe ise Quentin erkeğini tanıdığını gösteren fikrinden dolayı Tarantino'nun kült filmi "Rezervuar tebrik etmek gerek. Ve dünyanın en eski Köpekleri"nin en güzel sahnelerinden biriyle mevzusu muhtemelen milyonuncu kere açılıyor olması. İşte oradaki erkekler, işte konu edilirken, yeni ve keyifli bir tat buradaki erkekler... Aradaki kilometreler yakalamayı başardığı için de... ana konuda fark yaratmıyor. Erkek her yerde erkek, kadın da farklı değil. Oyunculuklar, oyunu keyifle götürecek düzeyde ama ilk perdede temponun düştüğü, oyunun zor ilerlediği görülüyor. İkinci perdede ise bu düşük temponun bir anda fırladığını, oyunun iyice keyiflenip güzelleştiğini göz önünde bulundurduğumuzda, oyunun özgün şarkısındaki "Testosteron biraz arttıkça, votka bardakta azaldıkça, görüntüler güzelleşir ama..." sözlerinin doğruluğu ortaya çıkıyor. Şarkı performansını ayrıca tebrik etmek lazım, bir süre insana "Playback mi acaba?" diye düşündürecek derecede güzel bir çalışma. Bu konuda Tolga Çebi'yi kutluyorum. Yalnız bu şarkıdaki beğeni öncesinde, oyunun ortalarında garson Tytus'un söylemeye başladığı "Nikâh Masası", her ne kadar konuyla bağlantılı
34
Yazan: Andrzej Saramonowicz Çeviren: Neşe Taluy Yüce Yöneten: Kemal Aydoğan Sahne Tasarımı: Bengi Günay Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Müzik: Tolga Çebi Oyuncular: Metin Coşkun, Fırat Tanış, Emre Karayel, Mert Fırat, Timur Acar, İnan Ulaş Torun, Tuna Kırlı
Eleştiri
Bu "Acı"va Dayanılır!
bir karakter çiziyor. Hayranının tutkusunu anlamakta zorluk çekiyor. Bu zorluk onu değişime zorlayacaktır aslında.
a
Stephen King'in aynı adlı romanından tiyatroya uyarlanan "Misery", bir Tiyatro Ayna yapımı olarak Mahmut Gökgöz'ün rejisiyle sahneleniyor. Bir çoksatar ("bestseller") romandan ve aynı derecede ilgi görmüş bir filmden hareketle ve belki de tiyatroya uyarlanan "Misery", dünya sahnelerinden sonra Selma Yeşilbağ'ın çevirisiyle Türk seyircisinin karşısına çıkıyor.
Ragıp Ertuğrul
ragipertugrul@tiyatrodergisi.com.tr
cy
Annie Wilkes adındaki ruh sağlığının yerinde olmadığı belli olan hayranı ise yaşamın yalnızlığını okuyarak gidermeye çalışan bir kadın. Belki de okuduğu romanlardaki karakterlerle kendini özdeşleştirdiği için normal bir insandan daha fazla özgüvene ve güce sahip olduğunu bile düşünüyor. Gerçek ve hayal arasındaki karartılar, akıl ve duygular arasındaki gelgitler yaşamı kavrama yeteneğini allak bullak etmiş. Türker, bu oldukça zor karakteri seyirciye tüm duygusal dalgalanmalarıyla yansıtıyor.
pe
Oyun, bir bestseller roman yazarının, onun roman karakterine sapkınlık derecesinde bağlı bir hayranı ile ilişkisini konu ediniyor. Yazar, onuruna düzenlenen bir tören dönüşü kaza geçirir ve tesadüfen bu hayranı tarafından bulunur. Yazar için bir nevi hapis hayatı başlamıştır. Hayranı, beklentileri ve arzusu doğrultusunda sonlanmayan romana müdahale etmekte kararlıdır. Psikolojik gerilim türünde diyebileceğimiz oyun, tiyatroya uyarlarken karşılaşılan tüm durağanlığına rağmen Gökgöz'ün estetik kaygı içeren ve oyuna hareket kazandıran sahne değişimleriyle seyirciyi yerine bağlıyor Müziklerde hissedilen gizem ve heyecan, ışık tasarımının da etkisiyle sinemasal bir anlatımı çağrıştırıyor. Nurettin Özşuca'nın müziği hem evrensel tınılar içeriyor hem de temayı destekliyor. Kemal Yiğitcan ışıkta, karakterleri yutmayan, aksine büyüten bir tasarım uyguluyor. İki usta oyuncuyu dengelemek ve rollerden birinin ezilmesini önlemek başarısını gösteren Gökgöz'ü kutlamak gerek.
Yazar Paul Sheldon rolündeki Kazım Akşar, kendinden emin, bir şekilde popüler dünyanın bir parçası olmuş, insanı değil kendi egolarını yarattığı eserlere yansıtan Yazan: Stephen King Oyunlaştıran: Simon Moore Çeviren: Selma Yeşilbağ Yöneten: Mahmut Gökgöz
Dilek Türker'in son yıllardaki rol tercihlerinde karaktere yoğunlaşmayı fark etmemek mümkün değil. Gerek Latife gerekse Sarah Bernhardt rollerinde Türker'in bu yaklaşımını görmüştük. Türker, duruşuyla isyanı, bakışıyla dehşeti-acıyı, sesiyle ıstırabı veriyor. Her an acizlik tuzağına düşebilecek, ezikliğe kurban gidebilecek, çılgınlıkla basitleştirilebilecek karakteri zirveye çıkarıyor. Tüm fotoğrafa baktığımızda ise bir kudret hissediyoruz. Sevginin, saygının, zarafetin kudretini... Sanatı sanat yapan bir kudreti... Osman Şengezer'in elinden çıkan dekor, yine olayın geçtiği atmosferi tam olarak yansıttığı gibi, ışık oyunlarına olanak veren, yönetmene hikâyeler ürettiren bir tasarımı içeriyor. Tiyatro Ayna yapımı "Acı", sezonun görülmesi gereken oyunlarından biri olarak başköşeye oturuyor.
Sahne Tasarımı: Osman Şengezer Giysi Tasarımı: Günnur Çaras Işık Tasarımı: F. Kemal Yiğitcan Müzik: Nurettin Özşuca Oyuncular: Dilek Türker, Kazım Akşar
35
Özdemir Abi'ye Mektuplar
pe cy
a
O, Gelecek Yıllarını Bizler İçin Yiyerek Yaşayanlardandı...
Üstün Akmen
ustunakmen@tiyatrodergisi.com.tr
36
Olmadı! Gazanfer Özcan da çekti gitti be Özdemir Abi. Gönülü'nü de, kızını da, damadını da, torununu da, tiyatrosunu da, "iki kalas bir hevesi"ni de bıraktı gitti işte!
topraklar sanki gökten inme bir aydınlık içinde, bir düş serinliği ve aydınlığında bana pek süslü görünürdü. Eskiden gördüğümü artık göremiyorum yahu," diye kulağıma fısıldadı. O an, anlamalıydım.
Ne tuhaf, Gazanfer Ağabey'in öldüğü günün akşamüstüsünde (ki takvimde 17 Şubat yazılı idi) odamdaki sedire şöylecene uzanmıştım, anaaa bir de baktım içim geçmiş. Düş görmez miyim? Vallahi gördüm. Gemsiz, eğersiz ve üzengisiz siyah atlarının üzerinde iki çalgıcı, hızla önümden geçti, gitti. Tel yerine saç gerili kemanlarını, demirden yaylarla gıcırdatarak çalıyorlardı. Sanki altmış üç gün önceydi ve sanki Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu'nun "Bak Sen İşin Tuhafına" oyunundan çıkıyorduk. Yolların kenarında, köpük gibi yosunlu ince çiçekler bitiyor, rüzgâr esmiyor, hava ellerimize ve saçlarımıza tüylerle dokunur gibi öpücükler konduruyordu. Yeşillikler altında birlikte yürüyen ayaklarımızı gölgeler okşarken, uzaklardan bir çocuk sesi bize doğru geldi ve bu ses anında tüm sonsuzluğu doldurdu. Gazanfer Ağabey: "Bir zamanlar çevremde görünen bütün olgular; çayırlar, ormanlar, dereler,
Oysa daha altmış üç gün önce ne çok gülmüştüm "Bak Sen Şu İşin Tuhafına" oyununda! Özdemir Abicim, o akşam, tam zamanında gidip, yerime oturduktan az sonra, oyunun ışık teknisyeni salonun ışıklarını almış, Erkan Dolunay'ın tasarla(ma)dığı cascavlak ışık sahneye yayılmıştı. Sahneye Necip (Sinan Yıldırım) girdi, kendisine evlilik yıldönümleri için hazırladığı sürprizin zamanından önce ortaya çıkmaması için yalan söyleyen karısı Handan'ı (Bahar Karadeniz) haşlamaya başladı. Derken Handan'ın eniştesi Rüstem (Gazanfer Özcan) "antre" yaptı. Seyirci topluca alkış tuttu Gazanfer Ağabey'e. Rüstem, Handan ile birlikte kuyumcuya gittikleri taksinin Şoför'üne (Bulut Akkale) para teklif ederek, kendisini tanıdığını Necip'e belli etmemesini istedi. Necip, Handan'ın yalan söylemesine fena halde sinirlendi, evi terk etti ve Edirne'deki çiftliğine gitmek için yola koyuldu. Handan, eve gelen (alkış
yağmuruyla sahneye giren) halası Canan'dan (Gönül Ülkü) ve eniştesinden yardım dilendi. Canan, Necip'i eve döndürmek için gene yalana dayalı bir formül buldu. Yakınlardaki çocuk bakımevinden bir çocuk çalındı, çocuk bakımevi müdürü Hamdi Bey (Engin Gürmen) evi bastı, evin temizlikçisinin kızı Heya gelip teyzesinin ikiz doğurduğunu söyledi, ikizler de eve getirildi, Güvenlik Memuru (Hakan Yufkacıgil) Rüstem'i yakaladı, işler iyiden iyiye karıştı. Şimdi bak ne diyeceğim! Hani bana her keresinde: "Sen fars ya da vodvil türü tiyatroyu sevmezsin," dersin ya! Neden sevmeyeyim a benim güzel Abim?
Gemsîz, eğersiz ve üzengisîz siyah atlarının üzerinde iki çalgıcı, hızla önümden geçti, gitti. Tel yerine saç gerili kemanlarını, demirden yaylarla gıcırdatarak çalıyorlardı. Sanki altmış üç gün önceydi ve sanki Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tîyatrosu'nun "Bak Sen İşin Tuhafına" oyunundan çıkıyorduk.
Anımsarsın elbette, Gazanfer Özcan (1931), bu süre içinde tiyatronun perdelerini kapatmadı. (Sağlık içinde yaşasın) Nedim Doğan'ın 3-4 gün içinde yazdığı "Son Çare" adlı oyunu tamamen genç bir kadroyla oynadılar. Gönül Ulkü'nün isteği doğrultusunda, "Deli" adlı oyunu da, Ülkü'nün rolünü oynayacak Bedia Öner Öztep'in eşliğinde yeniden sahneleme kararı aldılar. Gazanfer Özcan 43 yıldır ilk kez Gönül'süz olarak, hem pek bir gönülsüz sahneye çıktı. Oynadı. Hüzünlüydü ama seyircisinin yüzünü gene güldürdü. Nereden nereye işte! O akşam, salondan çıkarken gözümün önünde canlanan nergisler, kıvılcım saçan sayısız yıldız gibi, sonsuz bir yol halinde kıyı boyunca uzanıyordu. Gazanfer Ağabey'in rolünün gerektirdiği mizahi yapılı oyuncu kimliğine, bilgiye dayalı mizahi anlatımına bir kez daha hayran kalmıştım. Oyunculuğunun komedi unsuruna olan etkisini bütünüyle planlıyor, kendi bölümlerinde oyunu mükemmelen kontrolü altına alıyordu.
cy
a
Fars veya vodvil kimilerinin sandığı gibi, değeri düşük bir oyun türü değil ki sevmeyeyim! Severim. Yeter ki, oyunun çizgisi ne fazla ne eksik olsun. Yeter ki, yeteri kadar kalın ve yeteri kadar basit olsun. Abartı da bulunsun, olanaksıza doğru da yükselsin, ama hep yeteri kadar kalsın. Yüzeyde olan esprilerinde sürekli bir akım ya da anlam sağlamak amacı güdülmesin, gerilim hafif tutulsun, seyirci kontrole alınmaya kalkışılmasın. Kontrolsüzlük parça parça gülünç durumlar yaratsın, seyirci tek kavram çevresinde dönüp duran gülünç durumlara tutsak edilmesin. Kıyaslamadan çok, genelleme öne çıkarılsın. Bütün bunlar yapılsın, fars-vodvil de, fars-vodvil oynayan tiyatro da, tiyatrocu da gelsin tepeme çakılsın. Öyle değil mi ama?
"Bak Sen İşin Tuhafına"yı izlerken, 17 Ekim 2002'de Refik (Erduran) Abi'nin "Deli" adlı oyununu sahnelemeye başladıklarından hemen sonra, daha beşinci temsilde Gönül Ülkü'nün (1931) oyun sırasında rahatsızlandığını anımsadım, içim burkuldu. Rahatsızlığın "ense damarlarından birindeki daralma sonucu beyine kan gitmemesi" nedeniyle meydana geldiğini, bunun sonucu ülkü'nün sol tarafında bir güçsüzlük ortaya çıktığını öğrendiğimde bilirsin nasıl üzüm üzüm üzülmüştüm. Gönül Ülkü & Gazanfer Özcan çifti elbette çok ama çok sıkıntılı günler geçirdi. Neyse ki, "Bak Sen İşin Tuhafına"da da gördüğüm kadarıyla, hastalık Gönül Ülkü'de pek araz bırakmamıştı, o akşam içim pek rahattı.
pe
Ne diyordum? Ha, Gönül Ülkü biliyorsun, Ernst Bach-Franz Arnold ikilisinin "Yürü Ya Kulum"
37
"Rüzgârlar sahne kokusunu gene burnuma getirecek her gece ve de ben 'orada' kuracağım sahnede kutsal varlıkların birbirlerine yolladıkları çığırışları duyacağım," diye soluklandığını duyumsadım. İnanmayacaksın, ama: "Bütün bu gördüğün sayısız ağaçlar arasında her an aynı güzellik," tümcesini de ekledi.
pe
cy a
komedisiyle yaklaşık bir yıl sonra sahneye döndü. Heyhat!.. "Bak Sen Şu İşin Tuhafına"yı izlerken Ülkü'ye ve Özcan'a bakıp bakıp içimden: "Kalaylı bakır kolay küflenmiyor," diye geçirmiştim. Oyunu yöneten Engin Gürmen, fars türünde de sahne üzerinde ritim ve temponun tüm oyuncular tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğine inanmış; karakteri, oyuncuya mal ederek, onun gerekli öğeleri yaratmasına olanak tanımıştı. Gazanfer Ağabey'in (kimden) uyarladığını (bilemediğim) metnini, içinde ya da dışındaki önemli olay akışının bozulmamasını, karşılıklı diyaloglarda temponun düzeyli olmasını da sağlayarak sahneye koymuştu. Gazanfer Özcan oyunu uyarlarken, metinde kullanılan sözcükleri, esprileri sürekli yenilememe titizliğinden de yararlanarak, seyircinin uyarıcılarım olumsuz yönde devindirebilecek her türlü eylemden özenle kaçınmış, kısacası, gelip "başıma oturabilecek" nitelikte bir oyun çıkarmıştı. Laf aramızda, Nilgün Gürkan-Ersin Satgan ikilisinin dekor tasarımındaki sadeliği, şaşaasızlığı sevdiğimi de Gazanfer Ağabey'e diyemedim ama senin kulağına fısıldamış olayım. Kostümleri kim düşünmüş, bilmiyorum, o nedenle ahkâm kesmeyeyim, gel gelelim Bahar Karadeniz'in siyah rugan ayakkabısını pek sevdiğimi dillendirmeden de geçmeyeyim.
Oyunun sonunda, Gazanfer Ağabey'in 1973 yılında bir yerlerde söyledikleri aklıma düşmüştü. "Gelecek yılları yiyip yaşayarak" yollarında yürüdüklerini anlatıyordu Usta. Tiyatrocunun ülkemizde bin ton tiyatro aşkı dolu yürek ve buna karşılık yarım avuç mali güçle seyircisinin karşısına çıktığını söylüyor ve iki avucun birbirine çarpıp çıkardığı sesle doyduklarını itiraf ediyordu. Ben o sırada, Gazanfer Ağabey'in gözlerimin içine baktığının ayırdına vardım. "Burada kuşlar şen şakrak ötüşürken ve kuzular sessizce birbirinin üzerinden sıçraşırken, özel acılı bir düşünce buluyor beni," dedi. Ardından:
38
Ölümünden iki gün sonra (19 Şubat günü) cami avlusundaydım ve ister inan, ister inanma Özdemir Abi, ben bu kere de ayaküstü bir düş gördüm. Ağaçlar arasındaydık. Daha doğrusu, Gazanfer Ağabey ile birlikte bir ormandaydık. O, orada, yani o taşın üstünde yatmıyor, bana bakarak konuşuyordu. "İyi bak, ne görüyorsun," diye sordu. Sadece bir ağaç görebiliyordum ve fazla geniş olmayan bir çayırda yürüyorduk. Bu ağaç bana artık var olmayan bir varlığı anımsatır gibi geldi. Önümde kocaman bir çınar dikeldi. Derken, yüreğim aniden onun ağzından konuşmaz mı? Düş bu ya, konuştu valla! Dedi ki: "Yaşamın ışıkları nereye kaçtı? Nerede altmış yıl önce tiyatroya başlarkenki umutlarım? Neye yaradı Gönül'ün, sonra da benim hastalandığım için ödeyemediğim ve birbirinin sırtına binerek faiziyle 500 bin Türk Lirasına 'baliğ' olan 3 0 - 0 bin Türk Liralık vergi borcumu 78 yaşımda ödeyebilmek için verdiğim uğraş? Geçen yıl vergi dairesine 110 bin lira ödedim, borç gene 500 bin lira. Şu yaşıma rağmen tiyatro çalışmalarımı aksatmadım, TV dizisi setlerinde kendimi paraladım, yılmadım çalıştım, çabaladım, gene de 500 bin liralık vergi borcunun vârislerimin sırtına yüklenmesine engel olamadım." Utandım. Uyandığımda orada yatıyordu. Onu alkışlayarak uğurladım. Meraklanma! Ona senden de selam yolladım.
Eleştiri Ragıp Ertuğrul ragipertugrul@tiyatrodergisi.com.tr
Müzikal Bir Başkaldırı:
"Troya" Anadolu Ateşi ile başlayan ve uzun soluklu olacağı belli olan bir serüvende ikinci durak Troya'yı başlamasından epey bir süre sonra izleme fırsatı bulabildim. Mustafa Erdoğan'ın genel sanat yönetmenliğini yaptığı gösteriyi sadece bir dans gösterisi olarak tanımlamak pek gerçekçi olmayacaktır. Çeşitli vesilelerle dört kez izlediğim Anadolu Ateşi, dansçıların her bir gösteride yükselen performansları, hocaların disiplinli çalıştırma sistemi, koreografideki zenginlik, Anadolu'da doğan geleneksel dansları harmanlaması, dansçı kadrosunun heyecan dolu haykırışları ve çevreye saçtıkları şimşek bakışlarıyla Türkiye'de olduğu kadar dünyada da ses getirdi. Farklı sahnelere göre düzenlenen kastlarla, turne programlarıyla, dört farklı coğrafyada aynı anda pazarlanmasıyla; yapılanın 'show business' olarak tanımlanması söz konusu olsa da Anadolu Ateşi son yılların en önemli sahne olaylarından biriydi. yerleştiriyor. Adama Klemens yönetiminde Prag Filarmoni Orkestrası ve Korosu'nun seslendirdiği müzikler, efsaneyi görsel boyuttan yüksek müzikal hazza ulaştıran bir işlev üstleniyor. Serdar Başbuğ'un kostümleri ise, tarihsel çizgide modernlikle yan yana duruşu, renk kombinasyonu, karakteri yansıtma gibi özelliklerinden dolayı titiz bir araştırma, incelikli bir çalışma örneği olarak görülmelidir.
pe cy
a
Tanıtım broşüründe Troya, "Anadolu'nun Dans Diliyle - Bir Anadolu Efsanesi" üst ve alt başlıklarını taşıyor. Troya'nın henüz Anadolu Ateşi kadar kendinden bahsettirmiyor olmasını gösteri sayısına bağlamak gerek. Bununla beraber Troya'nın estetik açıdan Anadolu Ateşi'nin ötesinde bir gösteri olduğuna inanıyorum. Bu olumlu yöndeki farkı oluşturan unsurları ortaya koyabilirsek değerlendirme daha açık olacaktır.
Yerlerimize oturup perdenin açılmasını beklerken bir anlatıcı sesi duyulur Troya'da. Derinden gelen ses, hem bir kâhinin öngörülerini yansıtır hem de ulu bir varlığın gizemini barındırır. Aynı seste bütünleşir bu iki kimlik. Homeros'un İlyada destanından alıntılardır anlatıcının dile getirdikleri. Anlatıda geçmişte yaşananlar da vardır, geleceğe miras kalanlar da. Barış dolu günler olmuştur, güven duyulmuş, umutlar bağlanmıştır tanrılara. Tanrılar da sevmiş, ürkmüş, zulmetmiş, bağışlamıştır. Yaşamakta olduklarımız geçmiş kötülüklerimizin bir nevi bedelidir; yaşanan acılar birbirinin kardeşidir. Bir mirastır bu; üzerinde durduğumuz, bir avuç toprağı için kan akıttığımız coğrafyanın mirasıdır. Basmaktan kaçınamayacağımız, havasını solumaktan vazgeçemeyeceğimiz coğrafyada prangalardan kurtulmuş köleleriz belki de. Tarihin yazgısını değiştirmeye muktedir olan tanrıların eli, hâkimiyet kurmanın cazibesine kendini kaptırmış hükümdarlara geçmiştir. Bu ele dokunan halklar da iktidar savaşından payını alacaktır. Mustafa Erdoğan, tarih sahnesinde bir efsane olarak anılagelmiş Troya'yı bir temel simge olarak alıp, Anadolu medeniyetini bu simge etrafında kurguluyor ve Troya'nın belki günümüzde yaşadığımız kaygılara kadar uzanmasını sağlıyor. Mesellerle beslenen bir ırkı, mesellerin kahramanlarıyla harmanlıyor. Erdoğan'ın arkeolog Doç. Dr. Rüstem Aslan'ın tarih danışmanlığında oluşturduğu gösterinin senaryosu gösterilen özeni belli ediyor.
Perdenin açılmasıyla karşı karşıya kaldığımız görsellik, efsaneyi gerçek uzamına oturtuyor. Behçet Malikler'e ait dekor, tüm bu coğrafyada olanı yeri ve göğüyle simgesel anlatımın fonuna
Tüm gösteri boyunca düşmeyen performansın sahibi olan dansçıları ve özellikle bu birbirinden farklı yerel kültürleri taşıyan dansçılardan bir takım yaratmayı başaran, bu takımı sanatın özveri, sabır ve azim gerektiren aurasında birleştiren koreografı hocalarını takdirle karşılıyorum. Gösteri dışındaki çalışmalarına bizzat tanık olduğum bu takımın duyduğu heyecan, takımda yer almanın verdiği gurur, egoları aşağı çekerek bütüne odaklanan yaklaşım ve daha iyiye ulaşma hedefi birçok genç sanatçı grubuna ilham vermelidir. Alper Aksoy, Oktay Keresteci, Serdar Sezer, Oğuzhan Özel ve Emre Çelik, Erdoğan'ın genel sanat yönetmenliğinde aynı dili konuşan, aynı kalp çarpıntısını taşıyan gençlere öncülük eden eğitmenler. "Troya'da zaman, Troya'da mekân, Troya'da aşk ve sınırsallık..." Romantik diye nitelendirilebilecek bir söylem içerisinde Mustafa Erdoğan. Nasıl olmasın ki; bu romantikliği yaratan alın teri ve emek, en sert kalbi bile yumuşatmaya yeter. Gişe rekorlarını da getirecektir doğal olarak bu gösteri ve seyirci, alkışlarıyla taçlandıracaktır gösterinin sonunda sahne önündeki ve arkasındaki tüm sanatçıları. Mustafa Erdoğan'ın deyişiyle "... Görmezden gelinen tarihe karşı bir tarih ve müzikal bir başkaldırı"yı dünya sahnelerinde Türk sanatçıların elinden çıkmış bir mücevher olarak görüyorum.
39
Tanıtım Cennet Kültür Sanat Merkezi
Gökhan Esentürk
pe
gesenturk@hotmail.com
cy
a
76T
İşten çıkıp oyun izlemek için, saatlerce yol kat ettikten sonra, yine yorgun argın, elektrik kesintisinden çamurlu yollarında önümü zor görerek ilerlediğim o yıllarımın en büyük tanığı en son saat 23.30'da kalkan ve eğer oyun uzun sürdüyse koşarak yetişmek zorunda kaldığım Avcılar-Taksim yani kısaca 76T otobüsüdür. Oyun izlediğim ya da provaya gittiğim o gecelerde birkaç öğrenci, birinin sızıp diğerinin hararetle yanındaki arkadaşına bir şeyler anlattığı iki sarhoş arkadaş, işten evine dönen yorgun beyaz suratlar ile satamadıklarıyla portatif tezgâhını toplamış işportacılar, birlikte bacalı otobüsümüzde karanlıklar içinde ilerlerdik. Bir isim veremesek de cemaat olmanın verdiği o içleri yumuşatan huzurumuz ile biz oluverirdik yolcular olarak. Biten günün huzuruna karşılık şoförün son servisini bir an önce bitirme telâşı, hayatın ve otobüsün hızının yarattığı korkuyla, eve gidecek olmaktan dolayı kalbimize yayılan güven, bu eski otobüste karşılıklı otururdu sanki. Hepimiz gözlerimizi kapardık o akşamlarda...
40
"Aman boşver çocuğum ne yapacaksın Nişantaşı'nda, buralar (Küçükçekmece) daha iyi... Nerede Taksim'de böyle sahne, böyle kulis.", "Küçükçekmece'de harika işler yapılıyor.", "Birçok kültürel ve sanatsal projeye ev sahipliği yapabilecek bir mekân burası."," Burası seyirci ile yakın olmayı sağlıyor, düşünülerek yapılmış bir salon.",
Küçükçekmece'nin yeni yüzü kültür ve sanat ilçesi olma yönünde hızla ilerlerken, "Ben boradayım," diye çığlık atıyor. Bir şeyler değişiyor, "Varoşlar" gazetelerde 3. sayfadan, kültür sanat sayfalarına taşınıyor. "Oyuncuyum diyen herkesin elit tabakasından kurtulup bu er meydanında kendini göstermesi gerekir.", "Seyircilerin tepkisi çok güzel, CKSM geleceğin en önemli sahnesi olacaktır.", "CKSM gençlerin uğrak merkezi olacak."
Vallahi ben demedim, Çolpan İlhan dedi, "Hocam tiyatro yapmak için Nişantaşı -Taksim bize uzak kalıyor," diyen bir lise öğrencisine. Ben demedim, Okan Yalabık dedi, Emre Kınay, Beşir Ayvazoğlu, Bülent Ortaçgil, Bülent Şakrak dedi. "İnsan," dedi Günay Karacaoğlu, "burada kendisini sanatçı gibi hissediyor", "CKSM'de bir hayat paylaşımı var," dedi Selçuk Yöntem. Küçükçekmece Belediyesi Cennet Kültür ve Sanat Merkezi'nden bahsediyordu hepsi; Haziran ayında hizmete giren, Halkalı Kültür ve Sanat Merkezi'nden sonra Küçükçekmece'nin ikinci sanat kompleksinden. Şimdi, modern mimarisinden bahsediyor sanatçılar, 6 kulisinin her birinde sıcak su ve duş olan, LCD tv'lerle oyun sırasında oyunu, öncesinde dinlenirken tv kanallarını izleyebilen sanatçılar CKSM'den bahsediyorlar. Devlet Tiyatrosu'nun, Şehir Tiyatrosu'nun unuttuğu yüzü, İstanbul'un sur dışı çığlık atıyor Edward Munch'un tablosu gibi, tuvalin karşısındaysa idealist bir ressam var; Belediye Başkanı Aziz Yeniay. Küçükçekmece'nin yeni yüzü kültür ve sanat ilçesi olma yönünde hızla ilerlerken, "Ben buradayım," diye çığlık atıyor. Bir şeyler değişiyor. "Varoşlar" gazetelerde 3.sayfadan, kültür sanat sayfalarına taşınıyor. Ve Küçükçekmece'nin fakir, çalışkan ve sanatsever insanları, sabah 6'da gişede kuyruğa giriyorlar. Dar'ülbedayi yazarlarının, özlemle anlattığı gişe kuyruklarının ruhu tekrar canlanıyor, o her zaman unutulup görmezden gelinen "yeni İstanbul'da" ve belki de o yüzden "Küçük İstanbul" diyorlar bu büyük işlerin yapıldığı semte.
pe
cy
a
O hep "çok uzak", hep "varoşlar" ve "o fakir gecekondu semti", Moliere izlemek için sabah 6'da uyanıp kuyruğa giriyor. Alfred Hickock'un perdeye taşıdığı ve Kent Oyuncuları'nca sahnelenen uyarlama "39 basamak", %98'lik doluluk oranında ve Broadway ile aynı anda Küçükçekmece'de oynanıyor. Yıldız Kenter'in bedeninde canlanan figürleriyle "Ben Anadolu", İngiliz yazar Ray Cooney, ödüllü Duru Tiyatro, ödüllere aday Tiyatro Adam'ın Albay Kuş'u, Sadri Alışık Tiyatrosu'nun Yeşil Papağan Ltd. oyunlarının biletleri neredeyse karaborsaya düşecek. Usta oyuncular, iyi yönetmenler ve upuzun bir liste oyunlarını Cennet Kültür ve Sanat Merkezi sahnesinde "dolu dolu" salonlarda sergiliyorlar.
Tiyatroya ilgi yok ve hatta tiyatro öldü diyenler, yıllardır vergilerini peşin alıp, tiyatrosunu getirmeyi unutanlar, biraz utanarak ama kalplerindeki tiyatro sevgisinin ışığı tekrar parıldayarak "çok güzel," diyebiliyorlar sadece. Çok güzel. Birçok kurum da Tiyatroya Hizmet Ödülleri'ni de elbette ki Belediye Başkam Aziz Yeniay'a veriyor. Çünkü çok kısa bir süre sonra Cennet Kültür ve Sanat Merkezi İstanbul'un en iyi ikinci salonu olacak, neden mi, 550 kişilik Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi'ni müjdeliyor çünkü başkan, Küçük İstanbullular acaba bu akşam hangi oyuna gitsem diyebilsinler diye. Hepimiz gözlerimizi kapardık o akşamlarda... İşportacı, memleketinin yaylalarını düşlerdi, sarhoşlardan biri sıcak işkembe çorbası, diğeriyse karısının uyumuş olmasını dilerdi, sınıfındaki o esmeri düşünürdü öğrenci... Hepimiz gözlerimizi kapardık o akşamlarda... Bir şeyler hayal ederdim umutsuzca, tiyatro ile ilgili yeni, önemli bir şeyler... "Belki," derdim, otobüsün arka beşlinin sağında duran egzoz bacasında yorgun bacaklarımı, ellerimi ısıtmaya çalışarak, "belki bir gün değişir," derdim o yıllarda.
41
Eleştiri Memet Baydur'dan, Mafya Babalarının Dünyasına Trajikomik Bir Bakış
Rengin Uz
pe
renginuz@tiyatrodergisi.com.tr
cy
a
Yeşil Papağan Ltd.
Evrensel çapta bir oyun yazarı ile karşı karşıyayız. Memet Baydur, 80'li yıllarda başladığı tiyatro yazarlığına 'Çağdaş Türk Tiyatrosu'nun en üretken yazarı' olarak damgasını vurdu. Baydur'la tanışmam ilk oyunu 'Limon'la oldu. Bu 'Limon' bende hiç de ekşi bir tat bırakmadı. Müşfik Kenter'in rejisi ile İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda seyrettiğim oyundan sonra çok farklı bulduğum bu acıklı güldürü ustasının peşi sıra gidecektim. Sahnelenen oyunlarını özellikle kaçırmak istemedim. Çoğundan etkilendim ama bazılarını daha çok sevdim. 'Cumhuriyet Kızı' ve 'Yangın Yerinde Orkideler'i ayrı bir yere koydum. 'Güne Bakan Cam Kırıkları' üzerine çok düşündüm. Bamya yemeğini hiç sevmediğimden 'Düdüklüde Kıymalı Bamya'nın daha çok adına mı takıldım acaba! Eşinin Dışişleri'ndeki görevi nedeniyle birçok ülke dolaşan, oyun yazarlığına Afrika'da başlayan Baydur 'yerli oyun yazarı' yetişmiyor diye sızlandığımız bir dönemde imdadımıza yetişiverdi. Hem de ne yetişmek... Türk tiyatrosu onunla, dili çok iyi
42
kullanan, ifade gücü ile öne çıkan, sorgulayan, zeki ve alaycı yaklaşımı ile Türkiye'nin ruhunu okuyan çok önemli bir yazar kazandı. Ne yazık ki beynindeki tümör nedeniyle çok genç, henüz 50 yaşında (2001) ayrıldı aramızdan.
...eline geçen bir Türk gazetesinde İnci Baba île yapılmış bir söyleşi okur. Fotoğrafların birinde İnci Baba'yı elinde bir kafatası ile görünce donup kalır. Bîr zamanlar İnci Baha'nın yanında çalışan ve ihanet etme gafletini hayatıyla ödeyen bir gence aittir bu kurukafa! Kurulduğu günden beri yerli yazarların oyunlarını sahnelemeyi ilke edinen Sadri Alışık Tiyatrosu, bu sezon Memet Baydur'un 'Yeşil Papağan Ltd.' adlı oyununu repertuvara aldı. Oyuna geçmeden önce ilginç yazılış öyküsünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Memet Baydur, Yeşil Papağan Limited'i 1992'de kaleme almış ama yazma düşüncesi aklına, çok daha önceleri Afrika yıllarında düşmüş. Türkiye, 12
Eylül'ün sancılı günlerini yaşarken, Baydur büyükelçilikte görevli olan eşi ile birlikte Kenya'dadır. Toplu İletişim Kurumu'nda sinema dersleri verirken bir yandan da oyunlarını yazar. İşte o dönemde, hükümette görevli önemli bir bakanın milyonlarca dolarlık yolsuzluğu çıkar ortaya. Ve o olaya, bakanla aynı kabileden olan, yoksul bir bahçıvanın çok sevinmesi, ne kadar iyi yapmış demesi fazlasıyla şaşırtır Baydur'u. Şaşırmaya devam edecektir. Yine aynı tarihlerde, eline geçen bir Türk gazetesinde İnci Baba ile yapılmış bir söyleşi okur. Fotoğrafların birinde İnci Baba'yı elinde bir kafatası ile görünce donup kalır. Bir zamanlar İnci Baha'nın yanında çalışan ve ihanet etme gafletini hayatıyla ödeyen bir gence aittir bu kurukafa! O kuru kafalı Hamlet görüntüsü hafızasına kazınır. Yıllar sonra da Madrid'de, mafya babalarının hikâyesini, devletle olan ilişkilerini anlattığı 'Yeşil Papağan Limited' oyununu yazar. Kenya'da tanımış olduğu o yoksul bahçıvanın gözü ile bakmayı da ihmal etmez.
Sistem Eleştirisi
Yeşil Papağan Ltd.'de, cinayet işlemeyi sıradanlaştırmış mafya babaları ile onları yarı hayranlık yan korku ile seyredenler vardır. İki mafya babasından, ağır mafya Enver Abi, son derece acımasız biridir. Randevusuna 15 dakika geç geldi diye gözünü kırpmadan adamını öldürecek cinsten. Elinde bir tek o zavallı kurbanının kafatası eksiktir! Daha genç olanı Talat, kâğıt mendil satıp, arabalarının camını silerken, Enver'in yaşamını kurtararak katil olmuştur. 14 yaşındadır ilk kez adam öldürdüğünde. Arkası çorap söküğü gibi gelmiştir. O gün bugündür birlikte çalışırlar, sonsuz bir güvensizlik ortamında.
a
Memet Baydur'un sahnelenmiş oyunlarının hepsini görmüş birisi olarak, 'Yeşil Papağan Limited' benim için listenin sonlarında yer alır. Doğrusu, Devlet Tiyatrosu'ndan seyrettiğim bu oyuna fazla ısınamamıştım. İşte yıllar sonra yine yoluma çıkmıştı. Ama sonuçta sevdiğim ve değer verdiğim bir yazarın oyunuydu ve yönetmenin, yaptığı işlere inandığım ve güvendiğim Yiğit Sertdemir olması içime su serpiyordu.
altında her türlü numarayı döndürürler. Bir büro düşünün, yolgeçen hanı gibi. Giren çıkan belli değil. Zaten, mafya babası Enver de bu durumu 'İpini koparan burada,' diye anlatır. Yeşil Papağan Ltd. aslında bir paravan şirket. Pavyona dansöz bulmaktan tutun da, futbolcu transferleri, müzik piyasası onlardan sorulur. Burada her şeyin icabına bakılır, hem de büyük bir titizlikle, gerekirse kan ve ille de kan dökerek... Birlikte ihale yürüttükleri Bakan ve Gazeteci ise büronun en ağır konuklarıdır! Gizli bir dostluk ortamında işler tıkır tıkır yürür. Yüzde alanlar, yüzdeleri beğenmeyenler, açıktan ve gizliden tehdit savuranlar. Maksat memlekete hizmet olsun! Ne der, eli tespihli Sayın Bakan, 'Her şey Demokrasi için, yola devam'. Bu Yeşil Papağan öyle bir yer ki, Türkiye'nin gündemi burada tutulur. Mafyanın elinin uzanmadığı iş kolu yoktur. İşlevlerini yitiren kurumlar, meslekler, yozlaşan değerler, Memet Baydur'un kaleminden trajikomik bir biçimde payına düşen eleştiriyi alır. Oyunda, toplumun çok farklı kesimlerinden insanların mafya denilen organize suç örgütleri ile olan bağlantılarını görürüz. Politikacı, gazeteci, sanatçı, sporcu, işadamı... Oyundaki bu çarpık ilişkiler, gerçek yaşama da ayna tutar.
pe
cy
Memet Baydur, Yeşil Papağan Limited oyununu, mafya babalarını meşru kılan bir sistemin eleştirisi üzerine kurmuştur. Bu sistem hata yapanı yaşatmaz. Yeşil Papağan Ltd.'de, işinin ehli iki mafya babası, Enver ve Talat Beyler, ithalat ve ihracat başlığı
43
'Gelişmemiş yönlerim sana çocuksu geliyor,' dediği gibi çocuksu bir yanı var ekranda. Sertdemir, günümüz genç işadamlarını da ayrıntıları ile çok iyi işlemiş. Oyunun çarpıcı finalinde ise, birden Yeşil Papağan Ltd. 'nin sanki yeni yazıldığı hissine kapıldım. Ne kadar acıdır ki, o kadar güncel o kadar gündemde ki sahnede anlatılanlar. Yiğit Sertdemir, Baydur'un eskimeyen tekstini, aynen koruyarak ama yeni bir ruh getirerek sahnelemeyi başarmış. Ellerine sağlık.
pe cy
a
İkisi de acımasızdır ama biri en acımasız. Korku üzerine kurulu, paranın ve çıkarların hâkim olduğu bu vahşi dünyada, Baydur'un oyunlarında her zaman önemli yer tutan hesaplaşmalar görülür. Talat sürekli kendisiyle, başkaları ile hatta kâbusları ile bile hesaplaşır. Kötü bir yaratık olduğunun bilincinde olan Talat bu sistem içinde sıkışıp kalmıştır. Her ne kadar sevgiden kaçmak istese de özgür olmak, huzur içinde uyumak ister (Tıpkı Amazonlar'daki yeşil papağanlar gibi). Çıkarlarına dokunulduğunda saldırganlaşan, gözünü kırpmadan cinayet işleyen bu adamlar da sonunda birer insan değil midir? Yiğit Sertdemir, CD görüntülerinden yararlanarak, özellikle Talat'ın insani yönünün altını çizmek istemiş. Bu paranoyak katil, insanı insan yapan her değerden uzak, gelişmemiş 'zavallı' adama insani bir boyut kazandırırken, oyunun karanlık dünyasını da görsel açıdan renklendirmiş. Sanki bu mafya babaları, tüm dünyaları olan bürolarında öldürerek ve ölerek ayakta kalmaya çalışırken, dışarıdaki gerçek yaşamı karşılarındaki ekran temsil ediyor. Yönetmen, sadece oyunun başında ve finalinde değil, vurucu noktalarında da CD görüntüsünden yararlanmış. Bunun için kütüphanenin ortasına kocaman bir ekran yerleştirilmiş. Oyunun başındaki 'Baba 3' filminin final sahnesi, dikkatli seyirci için önemli bir ipucu veriyor. Silahların patladığı sahnede, sevimli Fransız animasyon filmi 'Ratatouille' giriyor devreye. Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar'lı 'Mavi Boncuk' filmi Talat'ın yorgun ruhuna biraz olsun huzur verebiliyor mu? Yiğit Sertdemir, CD Terden yararlanmayı çok iyi düşünmüş. Böylece oyunu görsel olarak zenginleştirirken, onca vahşetin ortasına insanlık görüntüleri serpiştirmiş. Filiz'in Paris'e giderken, sevgilisi Talat'a getirdiği veda mektubu da 2000'li yıllarda bir CD'ye dönüşmüş. Kötü bir yaratık olduğunu itiraf eden, modern haydut Talat'ın, ekranda sevgilisi Filiz ile birlikte deniz kenarında, dalgalara karışan görüntüsünden ondaki insanlık kırıntılarını yakalayabiliyoruz. Bu yalnız adamın sevgilisine
44
Genç Oyuncular Yetişiyor
Oyunculara gelirsek... Sadri Alışık Tiyatrosu, popüler isimlerle çalışmayı seviyor. Zaten artık özel tiyatrolar için kadro yapmak başlı başına bir sorun oldu. Başrol dışında ve özellikle genç kadro için Sadri Alışık Kültür Merkezi'nden yetişen gençleri kullanıyorlar. Onlar da her yeni oyunda kendilerini biraz daha geliştirerek deyim yerindeyse sahnede pişiyorlar. Yeşil Papağan Ltd.'de, seyircinin 'Yaprak Dökümü' dizisinden yakından tanıyıp benimsediği Ahmet Saraçoğlu, Talat'ı canlandırıyor. Saraçoğlu'nu dört sezon önce İstanbul Kraliyet Tiyatrosu'nun Cambaz Bar'da sahnelediği 'Hastasıyız' adlı güldürüde seyretmiştim. Oyuncuların eğlenirken seyirciyi de eğlendirmeyi amaçladıkları bu sevimli güldürüde, Ahmet Saraçoğlu -kimseler henüz onu tanımıyordu çünkü Yaprak Dökümü henüz yapraklarını dökmeye başlamamıştı!- bir sürü ruh hastası ile uğraşmak zorunda kalan psikiyatr rolündeydi. Dinamik bir oyun çıkardığını hatırlıyorum. İşte aynı Ahmet Saraçoğlu, kendini geliştirmiş ve ünlenmiş olarak daha güvenli çıkıyor karşımıza mafya babası Talat olarak. Saraçoğlu'na kocaman bir 'Bravo'. İnsanlıktan çıkmış, gerginlikten her türlü hastalığa sahip, modern haydut Talat'ı, baştan sona çok tempolu bir oyunculukla götürüyor. Talat'ın durumunun çıkışsızlığını, sistemin içine hapsolmuşluğunu, yalnızlığını, zavallılığını hem beden dilinde hem ruhunda okuyabildim. Talat'ı
Taş'dan (Ece) oluşan genç bir kadro var. Kimse aksamıyor, hepsi canla başla oynuyor. Talat Ağabeyi'ne yürekten bağlı, ondan hem korkan hem seven, onun için endişelenen ofisteki ayak işlerine koşan Mahmut rolündeki İsmail Sağır, belli ki tiyatroyu seven, işine asılan hevesli bir genç ve onu güzel roller bekliyor. Şarkıcı sunucuda, M. Şevki Çoban, renkli rolünü, iyice renklendirerek ve keyfini çıkartarak oynuyor. Onda ve futbolcuyu oynayan Murat Kapu'da iyi birer komedi oyuncusu potansiyeli var.
Çolpan İlhan, finale doğru sahne alan ve Talat'ın kaderini çizen kiralık katil rolünde. Küçük ama kilit rolünü belli ki severek oynuyor. Talat'ın, kendisinden uzaklaştırmak istediği sevgilisi Filiz'i, genç kadrodan Nihan Sevinç canlandırıyor. Düz bir rolde fazla varlık gösterememesi normal. Ali Yaylı, gazeteci Beyhan, Tuncer Yenice, Milletvekili Adnan rollerine uymuşlar. Diğer rollerde, SAKM (Sadri Alışık Kültür Merkezi) oyuncuları Arzu Oruç (Hülya), Burcu Kazbek (Nur), Cem Hamzaoğulları (Burhan), Cem Güler (Cemşir), Erman Bağrı (Tarkan), H. Şener Vurkaya (Turhan), İsmail Sağır (Mahmut), Murat Kapu (Faruk), M. Şevki Çoban (İlhan), Yasemin
Yeşil Papağan Ltd.'de, mekân yani mafya babalarının bürosu çok önemlidir. Çarpık düzenin işbirlikçisi gibidir bu mekân. Her şey burada olup biter. Bu mekânda can güvenliği yoktur. İnsanlar canlı girdikleri kapıdan her zaman canlı çıkamazlar. Paranın ve silahların gücü konuşur. Tavla da oynanır burada, adam da vurulur. Oyunun dekor tasarımı, Şehir Tiyatrosu'nun yetenekli tasarımcılarından Gamze Kuş'un imzasını taşıyor. İlginç bir dekor. Karanlık işler çevrilen bir mafya bürosu için fazlasıyla aydınlık, zevkli, şık ve esprili. Masa, tekerlekli sandalyeler, her şey beyaz. Bu da büyük bir ferahlık sağlamış. Arka duvar boydan boya kütüphane. Hepsi de birbirinin aynı, kalın ciltli kitapların üzerinde şaka gibi TCK (Türkiye Ceza Kanunu) yazıyor! Gizli bölmeler ise sadece kasa ve içki dolabı olarak kullanılmıyor. Gizli cinayetlerin kanlı izleri de saklı bu bölmelerde. Gamze Kuş'un dekor tasarımının oyuna olumlu anlamda çok şey kattığını düşünüyorum. Ancak kendisinden ve tüm dekor tasarımcılarından bir ricam olacak. Sadece kendim için değil, tiyatroda sağ ve sol kenarlarda oturan tüm seyirciler adına. Lütfen yaptığınız dekorun, salonun en sağ ve en sol koltuklardan nasıl göründüğünü ya da görünmediğini dikkate alın. Çünkü öyle dekor tasarımları oluyor ki sıra başlarında oturan seyirci dekor parçalarını ve aksesuvarları göremiyor. Tıpkı Yeşil Papağan Ltd. oyununda olduğu gibi. Örneğin ben birinci sıranın en sağ koltuğundan (sıra başı kendi tercihimdi) Talat'ın hayattaki en önemli varlığı olan akvaryumunun ancak ucunun ucunu görebildim. Oysa burada akvaryum çok önemli. İnsanlıktan nasibini almamış bu adama kendisini insan gibi hissettiren, o büroda kendisine ait olan tek şey. Gerçek hayatla olan bağlantısı. Oyunun kostüm tasarımı Funda Sarı tarafından hazırlanmış. Nihan Sevinç'in giydiği mini elbise çok şıktı ve kendisine yakışmıştı.
pe
cy a
çocuk yaşta yanına alan ve mafya işlerini oyunun kuralına göre oynayan, hiç kimsenin ihanetini affetmeyen Ender'i, Yusuf Atala canlandırıyor. Onu da arka sıramda oturan hanımefendi hemen tanıdı, 'Yaprak Dökümü'nün kahvecisi diye anons ediverdi! İnsanların ekrandan tanıdıkları isimleri sahnede seyretmeleri iyi oluyor. Onların sadece tek tiple sınırlı kalmayan iyi oyuncular olduklarını görüyorlar. Atala, kendisini mümkün olduğunca sevimli göstermeye çalışan zalim mafya babasında, Saraçoğlu'na iyi bir rol arkadaşı olmuş.
Yazan: Memet Baydur Yöneten: Yiğit Sertdemir Sahne Tasarımı: Gamze Kuş Giysi Tasarımı: Funda Sarı Işık: Güngör Kurtes Koreografı: Burcu Kazbek
Oyuncular: Çolpan İlhan, Ahmet Saraçoğlu, Yusuf Atala, Ali Yaylı, Tuncer Yenice, İsmail Sağır, Nihan Sevinç, Arzu Oruç, Cem Hamzaoğulları, Cem Güler, N. Erman Bağrı, H. Şener Vurkaya, M. Şevki Çoban, Burcu Kazbek, Murat Kapu, Yasemin Taş
Sonuçta pek de hevesli gitmediğim Yeşil Papağan Ltd.'den mutlu ayrıldım. Çünkü aklımda kalandan çok başka bir oyunla karşılaştım. Modern bir atmosfer içinde, iyi bir kara mizah örneği seyrettirdi Yiğit Sertdemir. Onun için öncelikle Yiğit Sertdemir'i kutlamak istiyorum. Yeşil Papağan Ltd., Memet Baydur gibi 2000'li yıllarda da yaşamaya devam edecek önemli bir yazarımızın, iyi yönetilmiş, iyi oynanan, güncelliğinden hiçbir şey yitirmemiş bir oyunu olarak seyredilmeyi hak ediyor. Çok da parlak geçmeyen sezonun, tavsiye edebileceğim kaliteli yapımlarından.
45
İzlenim Kırk Beş Yılın Ardından
A. Nalân Özübek
Bu Bir Ordu Serüvenidir...
Ben 1962 yılında konservatuvar sınavına girdim ve kaybettim. Çocukluğumdan beri tek tutkum var, tiyatro. Sınavı kaybettikten sonra karalar bağladım ne yapacağım diye. Bir gün Hürriyet Gazetesi'nde "Suna Pekuysal ve Ergun Köknar Ordu'ya tiyatro kurmaya gidiyorlar," diye bir haber okudum. Bu haber beni çok heyecanlandırdı. Hemen babama gösterip "Baba, ben Ordu'ya girmek istiyorum çünkü orada tiyatro kuruluyor," dedim. Ben Orduluyum ama o sırada Samsun'da yaşıyorduk. Babam "Peki," dedi. Ertesi gün toparlandık, Ordu'ya geldik. Tiyatroyu kuran kişi, Uğur Gürsoy'a gittik. "Bu benim kızım, tiyatro tutkunu, tiyatro kuruyormuşsunuz, burada olmak istiyor," dedi Babam. Uğur Bey seve seve kabul etti. Babam da tiyatro yapmış gençliğinde, bana orada bir ev tuttu, yerleştirdi. Uğur Bey "Tiyatro resmileşip kurulana kadar biz sizinle 'Gençlik Tiyatrosu'nda deneme oyunu oynayalım, sizi tanıyalım," dedi. Ben çok heyecanlıyım, oyunun hazır olup olmadığını sordum, "Hazır," dedi. "Senatör" diye bir oyun oynayacağız. Düşünüyorum, "Senatör" diye bir oyun var mı diye. Benim o güne kadar Türkçe basılmış okumadığım hiçbir tiyatro oyunu yok. Ve ben o gece bu oyunu nasıl bilmem, diye düşündüm durdum.
cy a
Bir 'tiyatro delisi' gazeteci Uğur Gürsoy'un bitmeyen çabaları, Muhsin Ertuğrul'un da önerisi ve desteğiyle kurulan OBKT, 18 Ocak 2009'da 45. yılını kutladı. Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu'nun tarihçesini adeta yaşayarak, hissederek izlediğimiz slayt gösterisi ardından 45 yıldır emeği geçen herkese ama herkese şükran plaketleri verildi. Artık aramızda olmayanların plaketlerini de yakınları (hem de büyük bir onurla) üstlendi. Bize düşen onursa kurucu Uğur Gürsoy'u sahne üstünde halen coşku dolu görebilmek oldu. Belediye Başkanı Seyit Torun ve yardımcısı Özer Karadağ'dan, geceyi sesiyle renklendiren Aslı Selin Öztürk'e, Genel Sanat Yönetmeni Ali Kemal Tandoğan ve yardımcısı Hakan Altan'a kadar herkeste gözlenen bu coşku, biraz da OBKT'yi 45. yıla taşıyabilmiş olmanın haklı gururuydu. Öyle ya, dile kolay, Türkiye'nin ilk bölge tiyatrosu, 45 yıldır sahnelerini hiç kapatmadan Ordululara ve turneleriyle tüm Karadeniz'e Türk tiyatrosunu tanıtmaya devam ediyor. Türk tiyatrosu diyoruz çünkü bugüne dek sahnelenmiş 145 oyundan sadece 16'sı yabancı yazarlar tarafından kaleme alınmış. Belki şiar edinmemiş ama Türk tiyatrosunu Karadeniz halkına tanıtmayı misyon edinmiş Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu.
nalanozubek@tiyatrodergisi.com.tr
pe
İlk oyun Reşat Nuri Güntekin'in yazıp Ergun Köknar'ın yönettiği "Hülleci" (4 Şubat 1965), ardından Cevat Fehmi Başkut'un yazdığı, Tunç Yalman'ın yönettiği Buzlar Çözülmeden ve Haldun Taner'in "Günün Adamı", yönetmen Zihni Küçümen. Yıllarla akıp gitmiş, oyunlar da birbiri ardı sıra. 45. yıl kutlamasının ikinci gecesinde ilk oyunlardan "Buzlar Çözülmeden"i izliyoruz, Zafer Bozdağ, Hikmet Altan'in rejisiyle. Kısa sürede, çok emekle kotarılmış bir oyun, oyunculukların yanı sıra ışık tasarım ve giysi tasarımıyla göz dolduruyor.
Gün içinde şehri az da olsa gezme fırsatı bulduğumuzda, Belediye Başkanı Seyit Torun'un sadece sosyal ve kültürel belediyecilik değil, yollarıyla, parklarıyla, İlk Adım Anıtı iskelesiyle hemen hemen her alanda 'halka dönük' bir belediyecilik anlayışına sahip olduğunu görüyoruz. Fırsatını bulup kısacık bir süre söyleştiğimizde ise şöyle diyor Seyit Başkan tiyatroya dair: "Tiyatronun hem insan hayatının gelişimine çok büyük katkısı olduğunu hem de farklı kültürlerin birleşmesi, birbirini anlaması ve birbirine anlayış göstermesi adına önemli bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Her hizmette olduğu gibi sanatı da bir bayrak yarışı olarak gördüğümüzden, 'Ordu Türkiye'nin Kültür ve Sanat Başkenti Olacaktır' sloganıyla yola çıktık, bu yolda da devam edeceğiz." OBKT'nın ilk oyuncularından Gülçin Üstüntaş tiyatroyla ilk bağını, ilk oyununu, halen bitmediğini gördüğümüz ilk heyecanını paylaştı bizlerle:
46
Ertesi gün provamız var, okuma provası başlayacak, Halk Eğitim salonuna gittik, toplantı masası kurulmuş, tekstler yazılmış, dağıtılacak. Uğur Bey dedi ki bana, "Bu oyunu yönetecek olan arkadaş askerliğini bitirdi, bu akşam geliyor. Ankara'da Halkevlerinde Suat Taşer'in, Mahir Canova'nın öğrencisi olmuş, orada bir kursa katılmış, Aydın Üstüntaş adında biri". Tarih 3 Kasım 1964. Halk Eğitim salonunda Aydın Üstüntaş'ı bekliyoruz, kapı açıldı, içeri girdi, uzun boylu genç bir adam. Karşımdaki sandalyeye oturdu, Uğur Bey de tanıştırdı ve başlıyoruz, dedi. Teksti önüme koydu, "oku," dedi, "seninle başlayacağız". Ve daha bir cümleyi okur okumaz, "Ama Uğur Abi, bu Senatör
değil, bu Saygılı Yosma, Jean Paul Sartre'ın Saygılı Yosma'sı, Saygılı Yosma ne zamandan beri Senatör oldu?" dedim. Kıpkırmızı oldu, dedi ki, "Ben senin Saygılı Yosma adı altında oynamayacağını düşündüğüm için oyunun adını değiştirmek zorunda kaldım." Ne kadar aşağılanmış hissettim kendimi. Dedim ki, "Uğur Abi ben tiyatrocu olacağım, nasıl olur oynamam". Çok sevindi tabii ve oyun kendi adına kavuştu, bu şekilde oyuna başladık. O zamana kadar Ordu'da tiyatro yapılıyor ama gene de kadın erkek arasında el ele tutuşmak gibi bir şey bile yok. Karşılıklı durur sevgiliyi oynarsın. Aydın bana sevdalı olan delikanlıyı oynuyor, ben de bir yosmayım, sarılmalar var, neler var, hiçbir şey yapılmıyor, ben diyorum ki nasıl bir oyun bu böyle hiçbir şey yapılmadan geçiyor? O yasak bu yasak, "İzin verir misin?" diyor. Neden izin vermeyeyim? Nedir yapacağım şey, başımı göğsüne yaslamak. Finalde başımı göğsüne dayadım bu oyunda en sonunda. Oyun oynandı bitti, ertesi gün haberleri alıyorum, "Bunlar evlenir," denmiş. Böyle bir şey olabilir mi? Seyirci bizi evlendirdi başımı göğsüne yasladım diye. Büyük bir cesaret, büyük bir gelişme bu Ordu'da, bir bayan bunu yaptı...
Tam bu oyun bitti, perde açılacak ve OBKT resmen kurulmuş olacak. Suna Pekuysal ve Ergun Köknar Ordu'ya geldi. "Hülleci" oynanacak dediler, oyuncular toplandı, onlar bize o kadar büyük bir enerji verdiler ki... Nasıl bir mutluluktu o, nasıl bir havaydı, Ergun Bey müthiş idealist, coşkulu, heyecanlı, tiyatroya sevda dolu bir adam. Ve mimar olduğu için de o hangar gibi Halk Eğitim Salonu'nu, çok kısa bir süre içinde halletti, çok güzel dekorlar yaptı ve biz provalarımıza başladık. Tabii oyun komedi, provalar süresince Ergun Bey'in eşini oynuyorum, karşıma geçiyor, gecelik giymiş bir Osmanlı adamı. Ben yanında ufacık tefecik bir kız... Defalarca oynadık, bir kez bile rolümün tamamını söyleyemedim, çünkü Ergun Bey hiç söyletmedi, sürekli gözlerime bakıp gözlerini devire devire konuşup beni komalara soktu. Hiçbir zaman rolümün tamamını söylemiş değilim o oyunda. Çok keyifli, çok güzel zamanlardı. Gene o oyunda, Aydın kayınbiraderimi oynuyordu. Henüz teklifini kabul etmediğim dönem, kayınbirader gelin olarak bizim onunla bir çatışma sahnemiz var. Öyle bir çatışıyoruz ki sürekli ona kayınbirader olarak rencide edici sözler söylüyorum, o da bana cevap veriyor. Sahnenin önünde böyle bir atışma sahnesi. Fakat bunu tabii günlerce oynarken, benim o sözleri oyun içinde bile ona söylüyor olmamı kaldıramıyor ve bir gün trak geliyor, kalıveriyor. Gidiyoruz söz yok, geliyoruz söz yok. İkimiz de kalakaldık. Uzun süre geçince arkadaşlar birinin girip kurtarması gerektiğini fark etti, girdi Uğur Gürsoy içeriye, Aydın'a başka bir şey söyleyerek aldı dışarı çıkardı ve oyun kendini kurtardı.
pe
cy a
O yıllarda bir oyun ilk gece sahneye çıkarken, önce sahnenin önünde şarkılar türküler söylenir, bir müzik yapılır, sonra perde açılır, tiyatro oynanırdı. Bu oyunun da ilk oynanışında, perdenin önünde Ali Rıza Gündoğdu, o zaman burada halkevlerinde türkü söyleyen bir delikanlı. O türküsünü söylüyor, o bitirdiği anda perde açılacak ve ben sahnede görüneceğim. O kadar heyecanlıyım ki, ilk kez sahneye çıkıyorum ama benim kafamda bir tek şey var, ben bu gece oynayamazsam, bu işi yapamayacaksam gider kendimi denize atarım. Deniz de yakın zaten, 2 adımlık yer. Bunları düşünüyorum ve perde açıldığında ben konuşmaya başlayacağım. Tek başıma sahnede "bunu nasıl yapacağım," diye kendimle boğuşurken Aydın Üstüntaş yanıma geldi. Başarılar diledi ve "Benimle evlenir misin?" dedi. Hiç beklemediğim bir şeydi. O sevdalanmış, kara sevdalıymış, bir ay içinde bu provalar yapılırken neler olmuş hiç haberim yok. Ben sadece oyunumu düşünüyorum. Sadece sesim nasıl çıkacak, oynayabilecek miyim, bunun hayalini kuruyorum. O da benimle evlenmenin hayalini kuruyormuş ve bana doğrudan bu teklifi yaptı. Ve ben o anda onu boğabilirdim çünkü nasıl bir mücadele veriyorum orada. İlk sözüm "ben evliyim," oldu. Düşündü bunu, anladı anlamını tabii, "ben de evliyim," dedi "ve ben seni asla tiyatrodan ayırmayı düşünmüyorum,
beraber yaparız bu işi," dedi. Tabii ben teklifini kabul etmedim ama o oyun oynandı, o oyunda yıllarca sahneye çıkmış Aydın Üstüntaş, benim karşımda kekeledi, bocaladı, bütün oyuncular döküldü ve ben hayatımın en başarılı oyununu oynadım o gece. Kendimi öldürmedim ve bir kere teklemeden o rolü şakır şakır oynadım. Onlar hata yapacak diye onları kurtarmak adına da oynadım. Ve o gece geçti. Ben o kadar özgürüm ki, sahneye çıktım oynadım artık, yaşıyorum. O nedenle de ne evlilik ne şu ne bu... Aydın bana evlilik teklifini her gün tekrarladı, her gün sordu, her gün hayır cevabını aldı. Ama günün birinde tabii pes ettim, evlendik.
Bu oyunla çok turne yaptık biz. Muhsin Ertuğrul'un bölge tiyatrosu rüyası olduğu için bu turnelere gittik. O zamanın koşullarını anlatsam inanmanız çok güç.
Uğur Gürsoy ve arkadaşlarının 1961 yılında kurdukları "Gençlik Tiyatrosu" toplumda hemen benimsenmiştir. Üç yıl içinde 14 piyes sahneleyen Ordu Gençlik Tiyatrosu çalışmalarını yalnız Ordu'da değil, Doğu Karadeniz'in il ve ilçelerinde olduğu gibi köylerinde de sürdürmüştür. Her oynadığı oyunla sanat çevrelerinde iz bırakan Ordu Tiyatrosu'nun daha güçlü olabilmesi için zamanın yöneticileri sanatçılara ve tiyatroya gereken yardımı ve kolaylığı göstermişlerdir. Uğur Gürsoy tarafından 1964 yılında ortaya atılan "Bölge Tiyatrosu" sorunu, Vali Safa Poyraz ve Belediye Başkam Fazıl Sözer tarafından olumlu karşılanmış, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları Baş Rejisörü Muhsin Ertuğrul Ordu'ya davet edilmiştir. 18 Mart 1964 tarihinde Ordu'ya gelen Muhsin Ertuğrul incelemeler yapmış, halen Halk Eğitimi Merkezi Salonu olarak kullanılan binanın tiyatro için yapıldığını, az bir masrafla Türkiye'nin en güzel tiyatro binalarından biri olacağını, eski elektrik fabrikasının da tiyatro olmaya elverişli bulunduğunu belirtmiş, Ordu'da Valilik ve Belediye'nin destekleyeceği "Bölgesel" bir tiyatronun kurulacağını söylemiştir.
47
SÖYLEŞİ "Katlanan ve İnananların " Tiyatrosu:
pe cy
a
Elazığ Şehir Tiyatrosu...
Gürol Tonbul
guroltonbul@tiyatrodergisi.com.tr
Yoğun politika kokuyor hava; ister istemez soluyoruz biz de... Belediye çatılarının altına girebilmek için bir hizmet yarışı var ki, sormayın gitsin. Odun kömür derken, buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon... Seçim yasasına aykırıymış, kim takar seçim yasasını... Kılıf hazır: SAD (aka)cıyız biz, kime ne? (*SAD sözcüğü için neler geldi aklınıza, ilahi! Sayfa sonunda var açıklaması. Olmayın art niyetli...) Şu SAD denilen anlayış neden uğramaz sanat dünyasına... Neden belediyeler sahneleri yaygınlaştırmaz, tiyatro gönüllülerin yürekleri neden alkış evlerinde buluşmaz? Hadi canım, amma ileri gittim. Hiç SAD projesi içinde sanat, estetik sözcükleri bulunur mu? Neyse efendim, uzatmadan girizgahı, kaldıralım bir kentin sınır perdesini: Al gözüm seyreyle Elazığ Şehir Tiyatrosu'nu...
48
Hepsi genç, hepsi inançlı... Tiyatro deyince yüreklerinin çarpıntısı büyüyor odanın içinde. Gençlerin enerjisini toplayan, sırtındaki çuvala doldurup, yine onlara dağıtan bir Noel Baba gibi Rıdvan Dağlar...
İlk karşılaşmamızdan bu yana ne yaşam karelerini tüketmişiz... Rıdvan Dağlar'ı, 80 li yıllarda kazıdım hafızama. Elazığ Devlet Tiyatrosu'nun kapatılma kararı çıkınca, tiyatronun makyaj masaları, yerleri kaplayan o canım kırmızı halılar bir bir sökülüyordu. Dışarıda ayaz hoş geldin turundaydı. Yüzümüzü yalıyor, ellerimizi öpüyordu ısırırcasına... Turnedeydik... Kapı önüne konulan mobilyaların, halıların arasından süzülmüştüm sahneye. Tok sesli, kibar tavırlarıyla bir arkadaş çekmişti dikkatimi. Birileriyle tartışıyor; sahnenin olanaklarının elden gitmemesi için cansiperane dil döküyordu. Tiyatro sahnesine gösterdiği özenli yaklaşım uzun zaman silinmedi hafızamdan... Ve yıllar sonra, bir zamanlar
Elazığ Devlet Tiyatrosu levhasının, şimdilerde ise, Devlet Klasik Türk Müziği Korosu levhasının asılı olduğu binada buluştuk eski tiyatro aşığıyla... Bıraktığımız yerden başladı dostluk. O söyledi, ben dinledim; o anlattı ben yazdım. "1954 Elazığ doğumluyum. Bu bölgenin havasını soludum, suyunu içtim. İlköğretim yıllarıydı, Öğretmenim Ramazan Çelik tiyatroyu sevdirdi bana. Küçücük gövdemde büyük düşüm vardı artık. Keloğlan'dı ilk oynadığım oyun. Yıl 1966. Sonra lise yıllarında Suat Taşer'in Aşk ve Barış'ı girdi tiyatro düşlerime. Ve ardı ardına eklenen oyunlarla profesyonellik başladı. Ve olgunlaşınca usum, kendi dünyamı oluşturmak istiyorum dedim bir gün. Sonra, kendi oyunlarımızı sahnelemenin, kendi tiyatro tekniklerimizi yaratmanın ne kadar önemli olduğunu anladım." Şartlar nasıldı peki? Maddi destek sakın arama. Eş, dost, komşu, yaren, esnaf çabalarıyla yürüdü her şey. Arada iyi niyetli başkanlar da oldu; parklar bahçeler kadrosu da olsa, aldılar bizi kadroya, desteklediler...
Sonra da "Git!" dediler, gidemedim. 1995 yılında dağıtıldık. Tam 10 yıl boyunca belediye bünyesinden dışlandık. Çöpçü kadroları bile çok gördüler... İstifa ettim ama bir onur mücadelesiydi, tiyatroyu bırakmadım, bırakamadım. Bilirsin, aşk bu! O yoklukta tiyatroya devam dedim: Tuttum, 4. Murat'ı sahneledim. O oyunla ODTÜ Şenlikleri'ne katıldık. Kaç kişi gittik, tahmin edemezsin: Tam 65 kişi. Kısacası, yılmadım, yıkılmadım, ayakta kalmaya gayret ettim. Devlet desteği yoktu, belediye desteği yoktu ama tiyatro hep oldu, bundan sonra da olacak... (Sanki, Haldun Taner'in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı oyunundaki Fasulyeciyan konuşuyor karşımda... Hani der ya Fasulyeciyan, "Açlık, yokluk sinir gerer, insanı yaratıcı yapar," diye. Şimdi çözdüm işin gizini. Devlet, SAD anlayışını tiyatroya getirmeyerek, tüm kadroları yaratıcı kılmaya karar vermiş. Eeh, haberiniz olsun!..") Siyasi otorite belirledi mi sanata bakışını? İstekleri oldu mu şunu yap bunu yapma?.. Belki doğrudan değil ama oldu. Refahyol hükümeti dönemi hiçbir projemi kabul etmediler örneğin. Şunu yap demediler ama çocuk oyunlarını bile oynamama izin vermediler. Yöre insanına uyan oyunları bile sansürlediler. Bir avuç insandık; avuç avuç replik taşıdık insanlara... Nasıl derler, gücümüz kadardı her şey... Bütün bu çabalar sonucunda Elazığ'da bir tiyatro seyircisi oluşturduk diyebilirim. Şimdi gelen gruplar hazır bir seyirciyi buluyorlarsa, bir parça da olsa çorbada tuzumuz olduğu içindir. Gerçi, Elazığ halkı tiyatroyu seviyor ve Harput gibi kültürel bir mirasla haşır neşir olmuş yıllardır.
pe cy a
Neden peki, işin gücün yok muydu? Durup dururken, Devlet kendi eliyle var ettiği tiyatroyu kapatırken, neden tiyatro? Bir bilebilsem nedenini. Oyunlarda, insanlara tiyatroyu sevdirmeye çalıştım; birbirlerini anlasınlar, sevsinler istedim. Belki, oyunu seyreden düşünmeye başladı yaşamı, yaşamda akıp gidenleri... Bir ara İzmir'e de düşmüştü yolum. Sonra ver elini İstanbul. Fatih Tiyatrosu'nda güzel günlerim oldu. Sonra, bir gün, babamın vefatını öğrendim. Bavulum elimde Elazığ sokaklarında dolaştım: Kentle, kendimle yeniden buluştum. Elazığ Belediye Başkanı Mustafa Temizer'di o zamanlar. "Tiyatro için kalmalısın," dedi, kaldım... Yıl 1985.
turneler gelmiş sonrası. Yol arkadaşı olmuş kendine... Halk tiyatrodan kopmamış, Rıdvan da tiyatrodan.) "Hatırlarsanız yaşadıklarınızı, o anlar anıdır," der bir düşünür. Rıdvan Dağlar bir an İzmir İstanbul Elazığ üçgeninde gitti geldi, daldı, gülümsedi. Hüzün oturdu gözlerine... Kent - Tiyatro ikilemi içinde debelendi durdu düşünceler...)
(Üniversite yıllarında Fatih Tiyatrosu'nun açılan perdesi ışıkları yağdırmış Rıdvan'ın üstüne. Ve Şehzadebaşı, oyunculuğu kadar, yönetmenliğini de kabul etmiş gönlü tiyatro dolu adamın. Turneler,
İlginç bir saptama. Peki, bu savını destekleyen bir anı var mı belleğinde?
49
devlet dairesi gibi düşünüyorlar; doğru değil bu. Evlerde prova yapıyoruz kimi zaman. 24 saat açık kalmalı bu bina. Elazığ halkı da istiyor bunu. Bu kentte terör yoksa, tiyatronun çok ama çok büyük katkısı vardır.
cy a
Olmaz olur mu? İki yıl önce Harput'ta çay bahçesinde oturuyorum. Çok yaşlı bir kişi geldi yanımıza. Oturan Harputlular'a beni sordu, "Tiyatrocu," dediler. Ellerini kaldırdı yaşlı adam: "Dinle o zaman... Biz 1937 yılından başlayarak Harput'un bahçelerinde, lüks ışıklarında Şekspir'in oyunlarını oynardık," deyince, "Eyvah," dedim kendi kendime, "Ne kadar geri kalmışız..." Düşünebiliyor musun Gürol Arkadaş, 1937'de Şekspir oynayan bir kentten, tiyatrosu ara ara kapatılan bir kent kimliğine sahip olur hale gelmişiz.
pe
Anımsadığın olumlu bir dönem var mı peki? (Uzun uzun düşündü Rıdvan, yüzü aydınlandı birden...) Var! Vallahi var! O dönemlerin sonuna doğru Vali Lütfullah Bilgin ve kolordu komutanı direndiler benim gibi: "Tiyatro olmalı, yanınızdayız" dediler. İşte o dönemlerde, yanılmıyorsam 4-5 oyun birden çıkardık. Tiyatrocunun sırtını biraz sıvazladın mı, gaza geliyor galiba. Bu dönem nasıl peki, kadrolaşma desteği var mı? İşte onu bekleme... Birkaç arkadaş geçici işçi kadrosuna alındı ama yeterli değil. Yine de geçen yıl, Orhan Asena'nın 'Ölümü Yaşamak"oyunuyla, Üstün Dökmen'in "Komşu Köyün Delisi" oyunlarını sahneledik. Bu yıl umutvar olmak istiyoruz ama bakalım günler ne getirecek? Neler bekliyorsun yetkililerden? Devlet Tiyatrosu tekrar geldiği için mutluyum ve umutluyum. Öncelikle, tiyatronun dağıtılmaması ve kapatılmaması gerekiyor. O yılları tekrar yaşamak istemiyorum açıkcası. Çok acılı bir süreçti. Kentin yetkililerinin tiyatroya duyarlı olmasını istiyorum. Doğu'da tiyatro yapmak, bilirsin, çok ama çok zor... Şu anda bu binada hafta sonları prova yapamıyoruz. Koro müdürü kapatıp gidiyor tiyatro salonunu. Bir
50
Sözün gerçek anlamına perde açtırınca Rıdvan'ın bu cümlesi, sohbeti noktalamak düşüyor bana da... (Ne diyordu Çehov: "Bizim mesleğimizde esas mesele şöhret değil, parlamak değil, hülyasını kurduğumuz şey değil, esas mesele sabretmesini bilmektir. Katlanmasını bil ve inan!" İşte, katlanmasını bilen ve inanan Rıdvan'ın önünde, soyadı gibi, dağlar gibi sorunlar var ama o, sürekli tebessüm ediyor. Yardımcısı Mehmet Bilal Erdoğmuş ve gencecik tiyatro aşıklarıyla repliklerini ezberlemeye, oyunun duygusal ve düşünsel yapısını oluşturmaya çalışıyor. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin'den kullanılmayan dekor kostüm malzemelerini göndermesini, Elazığ Devlet Tiyatrosu'na kalıcı siyah fon perdelerinin asılmasını istiyor. Makyaj malzemesi alacak güçleri yok; zaten makyaj malzemesi satan yer de yok. Küçücük bir makyaj çantası bile mutlu edecek onları. Devlet Tiyatroları'nın, sahneleyecekleri oyunlar için yönetmen göndermesi ise, büyük bir düşün gerçekleşmesi anlamına geliyor. Bir de ara ara dertlerinin dinlenmesini bekliyor. İnanın, çok şey istemiyor. Gencecik elemanlarıyla gelen grupları karşılıyor; sorunlarına ortak oluyor. Oyun sonraları dekorun toplanmasına, salonun temizlenmesine yardım ediyor. Işıklar karardığında da en son o terk ediyor salonu. Gönlündeki tiyatro ışığı ise yanmaya devam ediyor hâlâ...)
*SAD ya da SDA : Sosyal Anlayış Devleti ya da Sosyal Devlet Anlayışı
a cy pe Makyajın öneminin farkına varmış ancak bilgi eksikliği hisseden amatör ve profesyoneller, Vira'nın her an bu eksikliği tamamlamak için yanınızda olduğunu biliyor muydunuz?
Merkez: Bağdat Cad. Çuhaçiçeği Sok. Seyhun Apt. No: 4/1 34726 Kızıltoprak - İSTANBUL Tel: (0216) 347 30 70 - 347 71 60 Fax: (0216) 337 05 25 Şube: Lamartin Cad. No:40 34437 Taksim - İSTANBUL Tel: (0212) 297 60 37 - 38 Fax: (0212) 254 68 10 VİRA KOZMETİK SANAYİ ve TİCARET AŞ.
İstanbul Bayileri: Arzum Kozmetik Merter - İst. Tel: (0212) 637 02 34 Derin Kozmetik Şaşkınbakkal - İst. Tel: (0216) 360 05 07 N&T Kozmetik Pendik - İst. Tel: (0216) 491 17 27 Ankara Bayii; Burak Makyaj Stüdyosu Kavaklıdere - Ankara Tel: (0312) 427 57 68 Antalya Bayileri: İdeal Spor Tel: (0242) 248 60 44 Mistik Tel: (0242) 244 47 63 Özbek Spor Tel: (0242) 322 67 37 İzmir Bayii: Ergen Kozmetik Hatay - İzmir tel: (0232) 243 45 24 www.virakozmetik.com e-mail: info@virakozmetik.com
İzleyici Gözüyle Megalopolis'te "Ashura" Nur Nacar-Logie
/Anneler görmedi hiçbirini. /Söyleyin kardeşime toplasınlar kemiklerimi / Yırtıcının ağzından..."***
nurlogie@hotmail.com
"Öteki" olmanın asırlardır süregelen yalnızlığı ve suskunluğu kara sarı, boz bulutlar gibi inip siniyor ruhlarımıza, tenimize. Yalnızlık ve yabancılık genlerimize kodlanmış ve kodlanmakta yavaşça, usulca... İçimizdeki çaba boşuna; haykırdığımızı sanıyoruz içimizden ve aynı eski yalnızlık içimizdeki duvarlara çarpıyor yine, sarsıyor bedenlerimizi. Bir şeyler söylemeye yelteniyoruz ve her şey içimizde kalıyor yine. Dışarıda ses yok... "Bülbül susmuş, baykuş konmuş gelele, /Bir ev burada, bir ev karşıda kalmış, /Hele bakın bizim komşular ne olmuş, / Kırk senelik ağaç kurumuş kalmış /Bu köy bizim köye benzemiyor gelele... " *
cy
a
Binlerce duygu, düşünce çarpışıyor içimizde. Anlarlar mı bizi konuşmasak da, konuşamasak da? Anlasalar mı iyi yoksa anlamasalar mı diye geçiriyoruz aklımızdan. Ve yine susuyoruz. Tedirginiz hep. Dışarıda ses yok yine... Söylenecek söz kalmamış sanki meğer aklın yolu da bir değilmiş; Sanki olduğu yerde kök salamayan ağaçmış ötekilik, açamayan çiçekmiş meğer. Bitmez yollarda yorgunlukmuş ötekilik... "Uzun yollarda yürüdüm, Mutlu Romanlar da gördüm. Ay Romanlar!" **
Bu duygu selini yaşatıyor Ashura; ağıtlar söylenirken, acıların üstüne soğuk sular içilirken gözü bağlı, bir duvardan ötekine çarparken "ötekilerden" sadece birini canlandıran ve oyunun aynı zamanda yönetmenliğini üstlenen Mustafa Avkıran. Ashura, insanlığın var olduğu günden bu yana yaşadığı bin bir ağır dramının, trajedinin belki de en büyük kaynağı olan farklılıkların, özellikle de inanç farklılıklarının ruhlarda yarattığı onarılması güç tahribatı, derin yaraları genel olarak resimliyor. Çok ince düşünülmüş dramaturgi asıl mesajı en başta veriyor aslında, aşurenin farklı inanç biçimlerindeki benzer göndermelerini hatırlatarak, daha da önemlisi çeşitlilikten yaratılan lezzeti ve eksilen tatları, kokuları hatırlatarak. Kısaca, Ashura iddialı olduğu kadar önemli mesajları da içeren bir oyun. Öncelikli olarak da uzun zamandır aciliyeti olan, ihtiyaç duyulan bir mesaj; renklerimizi, seslerimizi, dillerimizi koruyalım, eksilmelerine izin vermeyelim mesajını.
pe
Ötekiliğin rengi sarı, yükü ağır, türküsü ağıt... Ötekilik, iki yakası bir araya gelmez gömlek. Bazen sel olan, bazen de akamayan gözyaşı ötekilik. Öteki olmak, farklı olmak. Farklı olmak ise kusur, söylenmemiş sözlerde, göremeyen gözlerde, havada, bulutta, rüzgârda, bulanık sularda. Yok, aklın yolu bir değilmiş meğer! Ötekiliği anlamak için öteki olmak gerekiyormuş ille de. Olalım öyleyse, olsunlar! Olalım ki görelim göremediklerimizi; aynı tohumdan, hamurdan, çamurdan, topraktan, aynı yerden geldiğimizi, aynı yalnızlık ve sessizlikten korktuğumuzu, aynı tarifsiz acılara aynı gözyaşlarını döktüğümüzü; "Kargalar yedi askerin etini / Ve oydular gözlerini
52
Aslında bu mesajın aciliyeti sosyopolitik boyutuyla ve çokkültürlülüğün desteklenmesi sloganıyla çoktan küreselleşen dünyanın yükselen değerleri kapsamına alınmıştır. Ancak, sorunların ve sorunlara dair mesajların ilgili yerlere katıksız, karşılıksız ve çıkarsız ulaştırılması ve böylelikle ihtiyaç duyulan hassasiyetlerin sağlanması ancak sanatın kullandığı derin, içten ve samimi dille mümkündür. Oysaki küreselleşen dünya terminolojisinde ortaya çıkan "çokkültürlülük", "çokdillilik" ve "öteki" kavramlarına hassasiyet politikalarının kaynağında aslında farklı olanı gerçekten anlama, empati uyandırma kaygısından ziyade yabancı korkusu ya da nefretinin olası sosyo-ekonomik sonuçlarından duyulan kaygı yatar. Hali hazırda ne batı ne de doğu dünyasında "çokkültürlülük" ve "kültürlerarasılık" kuramları, ne zihinlerde ne de sosyal paylaşım alanlarında "öteki"ye sevgi, empati, sempati ve eşitlik hissini uyandırmakta başarılıdır. Başarılı olsaydı bir yerde Yahudi, Müslüman mezarları, başka bir yerde Hıristiyan mezarları hâlâ talan ediliyor olmazdı. Demek ki sadece kuram üretmek yetmiyor ve yine maalesef sanki aklın yolu bir değilmiş. O halde duygudaşlığı yaratmak şart ve bunun en önemli kanallarından biri de sanat. İşte bu sebepten, bir dört yıl, belki de on dört yıl daha Ashura ülkenin, dünyanın dört bir yanını dolaşmaya devam etmeli. Çünkü Ashura çokkültürlülüğün ve çokdilliliğin hepimiz için bir lezzet olabileceğini,
İzleyici Gözüyle sanatın çok dilliğini de kullanarak, neredeyse her biri aynı zamanda başarılı bir müzisyen oyuncu kadrosuyla, kendi coğrafyamızın ortak ifade biçimi ağıtlara geniş yer vererek dile getiriyor. Keşke, tıpkı ağıtlarda olduğu gibi, oyunda yer alan farklı inançların farklı ritüellerine eşit ölçüde yer verilmiş olsaydı. Oyunun başından itibaren, katıksız, nesnel ve duygu sömürüsünden uzak bir mesajın ekranlarda metin biçiminde İngilizce ve Türkçe sunumunun tasarımı son derece iyi düşünülmüş. Çünkü metin zaten oyuncular tarafından okunsa bile izleyici de okuyarak ve bir biçimde çaba harcayarak oyunun bir parçası oluyor. Bunun bir yandan oyuncu izleyici etkileşim ve iletişimine, öte yandan da oyunun uluslararası platformlardaki performans başarısına katkıda bulunduğu hiç şüphe götürmez.
"Kral Dairesi"
kişiliklere (görünmek) büründükleri bir araç oluyor. Kral Dairesi, olmak/görünmek karşıtlığını sorgulatan bir kurgu içeriyor: Ölüler konuşup maske takmazken yaşayanlar maskeli ve replikleri yok. Bu dünyanın görünmek, ruhlarınsa olmak değerlerini yansıttığı söyleniyor bir bakıma. Oyunun İstanbul'da geçmesi de bu durumu sanki daha bir vurguluyor. Bütün mega kentlerin sakinleri gibi bizler de İstanbul'da birer görüntüden başka bir şey değil miyiz? Yorum izleyiciye kalmış...
pe cy
Necmettin Kamil Sevil
*Ashura'dan Türkçe ağıt "Aslı Gurbet" ** Ashura'dan Kıptice ağıt "Uzun Yollar" * * * Ashura'dan Pontus ağıt "Kars Havası"
a
Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Muharrem ayında sahnelenen Ashura'nın sahneye konma zamanı da özenle seçilmiş. Ancak Muharrem ayının seçilmiş
olması son derece doğalmış gibi görünse de, ülke ve dünyanın genel konjonktürüne bakıldığında, bireyselciliğin, bencilliğin, hoşgörüsüzlüğün, vurdumduymazlığın, çevremizde olanlara kayıtsızlığın had safhada olduğu bir zamanda oyunun tekrar sahnelenmesi hepimiz için gerekli hassasiyetlerin uyanması bakımından da iyi bir zamanlama. Hele de yakın coğrafyamızda temelinde yine inanç farklılığı yatan bir savaşın, aslında "öteki"liği sırasıyla yaşamış iki toplumun savaşının yeniden hortlamasının da aynı zamana tesadüf edişinden dolayı. Umuda, barışa ve huzura en fazla ihtiyaç duyulan zamanlardan birinde... Evet, aşurenin tarifi iyi bellene, iyi bellene ki hâlâ umut olsun, renkler, kokular, tatlar eksilmesin, farklılıklarlardan bir lezzet yaratılabileceği hep hatırlansın.
Nksevil56@hotmail.com
Kral Dairesi, Toby Wilsher'in yazdığı, konusu İstanbul'da geçen bir durum güldürüsü.
Beykoz Devlet Tiyatrosu Ferudun Karakaya Sahnesi'nde oynanıyor. İzleyiciye hoşça vakit geçirten özenle kurgulanmış bir çalışma. Işıkla simgelenen gerdek gecesi ve Elif Erdal'ın dans performansı, izleyici alkışlarının da gösterdiği gibi özellikle görülmeye değer. Kral Dairesi bir durum güldürüsü olmanın ötesinde zengin çağrışımlarla dolu bir doku içeriyor. Bir yorum modeli olan göstergebilimin, evrensel değerler karşıtlığı olarak aldığı yaşam/ölüm, bu oyunun da temelini oluşturuyor ama bir farkla: Tragedyalardan masallara tüm anlatı süreçlerinin özünde yer alan bu karşıtlık tüm güldürülerde olduğu gibi bu oyunda da bir karşıtlık olmaktan çıkıyor. Belki de bu yüzden tarih boyunca kimi çevreler güldürüyü hoş karşılamamıştır. Umberto Eco da Gülün Adı'nda tüm cinayetleri güldürü kitabına dokunma cesareti gösteren keşişlerin cezalandırılmasına dayandırmaz mı?
Wilsher oyunda hem zamanla hem de uzamla oynuyor; balayı ve öte dünya zamanda iç içe geçiyor ama perde değiştiğinde bir ara boyut değişiyor ve basit ama akılcı bir sunumla oyunu tepeden izlemeye başlıyorsunuz. Kısacası yeniliklerin eğlendirirken şaşırttığı bir oyun Kral Dairesi. Maskelerin ifadeleri ve konuşmasalar da "yaşayanların devinimleri kahramanların temsil ettiği toplumsal kişiliklere yönelik yergiyi de pek güzel yansıtıyor. Geriye, bu son derece hareketli oyunda emeği geçen herkesi kutlamak kalıyor.
Kral Dairesi'nin bir başka özelliği de, sözgelimi antik tiyatroda ya da Japon tiyatrosunda olduğu gibi maskelerle oynanması. Maskenin simgesel işlevine Wilsher oyun kitapçığında değiniyor. Burada akla hemen göstergebilimin anlatılan yorumlama başvurduğu bir başka temel değerler karşıtlığı geliyor: Olmak/görünmek. Maske, oyuncuların sahnede kendi kişiliklerinden (olmak) sıyrılarak canlandırdıkları
53
Sadık Seyirci
pe cy
a
"İlginç Oyun" Ne Demek?..
'Öldün. Duydunmu" /Altıdan Sonra Tiyatro
M. Sadık Aslankara
sadikaslaakara@tiyatrodergisi.com.tr
İzlediği herhangi oyunun "ilginç" bir yapım olup olmadığına hangi ölçütlere dayanarak karar veriyor insan, neye göre, nasıl alıyor bu kararı?
Sunulan oyunla kurulan ilişkide "izleyici özne" bağlamında taşıdığımız nitelik büyük önem taşıyor. Öyle ya, biz özdeşlik kurup duygulanarak ya da yansıtımın yönlendirdiği koşutluk kavrayışıyla "amatör" ölçekle izleyebildiğimiz gibi söz konusu oyunu, alımlayıcı karakterde eleştirel derinliğe dayalı ayırma, seçme ilkesiyle özgülenmiş olarak, yani haz alarak ya da izleme olgusunu "oyun okuma" kuralına uygun teknikle işleyip "profesyonel" alımlamayla da izleyebiliyoruz. Oyunla kurulacak bağ konusunda ana belirleyici kuşkusuz seyircinin dünya görüşü ilk önce. Onun estetik kavrayışla ortaya koyduğu ayırma yetisi, beğeni düzeyi temelde sanatsal, ekinsel birikiminin yansıması elbette.
54
Bu nedenle oyunlara yüklenen "değer", seyircinin yukarıda açımlanan kimliğine göre çeşitlenip derecelenecek, estetik bir dizge içinde farklı yapılanmalar eşliğinde belirginlik kazanacaktır. Bir açıdan hemen her oyunun farklı seyirci kimliklerine dayalı olarak farklı nitelikte seyirci değerlendirmesiyle karşılaşacağı daha işin başında öngörülebilir. Bu çerçevede amatör seyirci özdeşleyimle, profesyonel seyirci ise alımlamayla değerlendirecektir izlediği oyunu. Oyunlara yönelik beğeni de buna göre ortaya konacaktır. Özdeşleyimci seyirci verilenle yetinen seyircidir kaba ölçümlemeyle. Oyuna yaklaşırken duygulanımı öne alır bu nitelikteki seyirci. Dış yüzünden bakar ona yalnızca; dış yüz yeterlidir çünkü onun için. Başka anlam örgüleri gerekmez bu nedenle. Talepleri sınırlıdır. Bilinç düzeyi, böylesi yaklaşımla dar bir talep üretimini kişiye yeterli görmüştür dümdüz dünyada.
Alımlayıcı seyirci ise anlatılanların ötesine geçerek anlam örgülerine yönelik çözümlemeler yapmak ister, bu nedenle düşünsel işlemlere yönelir, örneğin oyunu anlatılanlarla değil susulanlarla yapılandırmaya yatkınlık gösterir, böylece oyunun üretimine katılır. Bunlara bakarak oyun yazarı, sahneye koyucu, oyuncu üçlüsünün de seyirci yönsemesine göre kendine yol belirleyip hedeflediği kitleye seslenmeyi isteyeceği öngörülebilir. Bu aynı zamanda anılan üçlünün sanata bakışının da ipucunu verecektir herhalde...
Oyunla kurulacak bağ konusunda ana belirleyici kuşkusuz seyircinin dünya görüşü ilk önce. Onun estetik kavrayışla ortaya koyduğu ayırma yetisi, beğeni düzeyi temelde sanatsal, ekinsel birikiminin yansıması elbette.
Öncekilerle birlikte bütün oyunlar, sahneye koyucularının birbirinden farklı yaklaşımlarıyla, tutumlarına karşın yine de aynı bir temele dayalı konumla örtüşüyor. Gerçekten de her yönetmen, sahneye koyduğu oyunun ilginç olması yönünde yoğun çaba harcıyor denebilir. Her biri, ötekileri aşan bir çalışmayla seyirci önüne çıkmaya, böylelikle onlardan sıyrılıp kendini göstermeye çabalıyor. Ancak yönetmenler, hangi temel yönteme bağlı kalarak oyun sahnelemek isterse istesin sonuçta seyircinin özdeşleyimi veya alımlaması için didiniyor, bu yolla ilginç bir sahneleme çalışması var edip seyircinin beğenisini kazanmayı hedefliyor. Mevsim boyunca izlediğim oyunlardan Jose Rivera'dan Mehmet Ergen'in çevirip yönettiği Akbank Sanat Yeni Kuşak Tiyatro yapımı Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor; garaj istanbul yapımları Franz Kafka'nın Dava adlı romanından yola çıkarak Kerem Kurdoğlu'nun yazıp yönettiği İstanbul'da Bir Dava; Kemal Gökhan Gürses'in yazıp çizdiği, Övül Avkıran-Mustafa Avkıran'ın tasarlayıp yönettiği, Roza Erdem ile Memet Ali Alabora ikilisinin oynadığı Histanbul; İBB Şehir Tiyatroları yapımları Stanislav Stratiev'den Özdemir İnce'nin çevirip Arif Akkaya'nın yönettiği Deri Ceket; Kafka'dan Ümit Denizer-Turgut Denizer kardeşlerin uyarlayıp yönettiği Dönüşüm; Bertolt
a
Yazar, Sahneye Koyucu, Oyuncu Birlikteliğinde Birbirine Devir... Yazar, sahneye koyucu, oyuncu etmeni her zaman aynı doğru üzerine yerleşmeyebilir. Sözgelimi özdeşleyimci amaç doğrultusunda kaleme alınmış bir oyun, alımlamaya dayalı sergilemeyle sahneye konulabileceği gibi bunun tersi yaklaşımlara da tanık olunabilir. Bunu oyun yazan açısından olduğu kadar sahneye koyucu, oyuncu bağlamında almak da olası. Her üçü de hangi hedefe göre neresinden olayından yaklaşıyorsa oyun ancak böyle somutlanacaktır sahnede...
Yüzü, Hristo Boytchev'den Nihal Geyran Koldaş'ın çevirip Murat Karasu'nun sahneye koyduğu tiyatroadam yapımı Albay Kuş, Hasan Erkek'in yazıp Vacide Öksüzcü'nün yönettiği Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı Eşik, Yiğit Sertdemir'in yazıp yönettiği altıdan sonra tiyatro yapımı Öldün, Duydun mu?..
pe cy
Geçtiğimiz aylarda izlediğim oyunlara dört oyun daha ekledim bu ay: Nick Stafford'tan Ahmet Levendoğlu'nun çevirip Özgür Yalım'ın sahneye koyduğu Tiyatro Stüdyosu yapımı Nehrin Solgun
"Nehrin Solgun Yüzü " / Tiyatro Stüdyosu
55
Brecht'in yazıp çevirisini, dramaturgisini Yavuz Pekman'ın üstlendiği, Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği Semaver Kumpanya yapımı Cesaret Ana ve Çocukları ile son olarak bunlara eklenebilecek Nehrin Solgun Yüzü, Albay Kuş, Öldün, Duydun mu? dikkat çekici çalışmalar olarak göründü bana. Alımlatıcı Örgüleme, Özdeşleştirici Paydaşlık... Yukarıda andığım oyunların tümü de bir biçimde ilginç olmaya çabalayan sahne çalışmaları olarak anılabilir. Ancak söz konusu oyunların çözümlemesine girişildiğinde aktardığı yaşamsal olguların ötesinde bunların yoğun anlamsallıkla örülü, eti, kemiği, siniri, lifiyle, dokusuyla anlam katmanları arasında örgülemeye yaslanan sahne çalışmaları olduğu görülebiliyor. Bunların kimilerinde özdeşleyimci bir paydaşlık da karşımıza çıkabiliyor hatta. Sözgelimi İstanbul'da Bir Dava, Histanbul, Deri Ceket, Cesaret Ana ve Çocukları, Albay Kuş alımlamaya dayalı sahne çalışmaları olduğu kadar enikonu özdeşleyimci paydaşlığa dayalı sahnelemeler olarak da alınabilir pekâlâ...
Histanbııl / Garajistanbııl
Sanatı İlginç Kılan Gizlilik-Gizsizlik Sarmalı Demek ki bir oyunun ilginçliği, sonuçta ondan yansıyan "giz"in "gizlenmesi", hatta "gizsizlik" boyutunda kendini koymasıyla olanaklı hale gelebiliyor. Burada giz "büyü" anlamına geliyor, büyüyü karşılıyor.
cy
a
Özdeşleyimci paydaşlığa kucak açması oyunların, herhangi hafifliğe yol açmıyor elbette. Bu, yönetmenlerin yeğleyiş konusunda yaklaşımını ele veriyor yalnızca. Gerçekten de yukarıda andığım beş oyun, yükselen coşku aracılığıyla bilinçli bir özdeşleyim paydaşlığı yaratıyor denebilir. Bunun somut örneği olarak Kerem Kurdoğlu ile Denizer kardeşlerin, birer Kafka esini-yorumu bağlamında gerçekleştirdiği çalışmalarda kendini gösteriyor. Örneğin Kurdoğlu özdeşleyimci paydaşlığa yaslanırken, Denizer kardeşler kapılarım buna kapatıp alımlatıcı tutumdan vazgeçmiyor kesinlikle.
Ne ki sanat, hiçbir zaman açıktaki büyüyü kabulleniyor değil. Ta şaman döneminden bu yana böyle bu. Bütün hüner bir oyunun gizlice büyüyle, gizle buluşup karılması konusunda bilgiye, yönteme, yatkınlığa sahip olabilmek, bu doğrultuda yetkinleşebilmek!
pe
Bağlamlı özdeşliğin bir yansımasına Cesaret Ana ve Çocukları ile Albay Kuş'ta da rastlanıyor. İlki somut, ikincisi soyut olmak üzere her ikisi de olgusal çelişkilerin yol açtığı çatışmalarla alımlatıcı örgülemeye yönelirken yükselen bir özdeşleyim paydaşlığına da götürüyor seyirciyi aynı zamanda. Bunu, Övül Avkıran-Mustafa Avkıran'ın Histanbul'u için de ölçülü olmak koşuluyla öne sürmek olanaklı. Deri Ceket'te Arif Akkaya ise, gülmeceyi aykırı gerçekçiliğin sularında buluşturarak buna benzer bir paydaşlığın temelini atıyor.
Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor, Dönüşüm, Nehrin Solgun Yüzü, Öldün, Duydun mu? adlı oyunlar yalnızca alımlamaya açık olmakla birlikte özdeşleyimci paydaşlığa sırt dönmüş oyunlar olarak alınabilir herhalde. Andığım bu dört oyun da dokusu, lifi anlam katmanlarıyla, seyirciyi hep bu yönde kışkırtarak uçurmayı hedefleyen yapı yansıtıyor. Mehmet Ergen, Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor'da anlamlandırmayı gerçeküstücü imgelemle kategorize ederek bizi bu katmanlar üzerinde düşündürürken Özgür Yalım'la Yiğit Sertdemir görünenin ardına geçerek, ama bu arada toplumsal katmanları aralayarak görünmeyenin gizine ulaşmaya çabalıyor bir açıdan.
56
Zaten yönetmenler de, oyun yazarından sonra bu gizi karmaya çalışıyor sahnede. Üstelik, sanki hiçbir büyüye, gize yaslanmıyormuşçasına tutum sergiliyor. Böyle olunca sahnedeki giz, söz konusu gizin susuşu biçiminde çıkıyor karşımıza. İzleyebildiklerim içinde, yukarıda andığım dokuz oyunun tümü de sahnede gizi, gizsizlik olarak sunup başarı kazanırken, yönetmenlerin erkesiyle dikkati çekiyor. Soma buna oyuncuların topluca kattığı sinerjiyi eklemek gerekiyor kuşkusuz. Bir oyun, ilginç olmak için ne denli çabalıyorsa, o ölçüde batağa saplanıyor sanki. İlginçlik, ilginç olmak için çabalayanların değil, ilginç olmayı umursamadan, buna takılıp kalmadan çalışanların gücüyle ortaya çıkıyor tiyatroda. Özetle ilginç oyun, ilginçlik taslamaktan hiç de hoşlanmıyor...
Çocuk Tiyatrosu
pe cy
a
Çocuklar İçin Tiyatro Salonları, Çocuklar İçin Festivaller...
Editör: Nihal Kuyumcu nihalkuyumcu@tiyatrodergisi.com.tr
"O yıllarda, sinema işletmecileri, Cumartesi-Pazar aradan geçen 40 yıla yakın bir zaman dilimi 65 sabahlarının matinelerine aileleri çekmek için çizgi milyona giden büyük çoğunluğu çocuk ve gençlerden filmler gösterirlerdi. Sloganı "ilaveten renkli miki" oluşan nüfus. Elbette toplumlardaki gelişmeler bugünden yarına birdenbire olmuyor, devrimleri olan bu filmler, satın alınan Amerikan filmlerinin bile kabul etmek, sindirmek zaman alıyor. Kolay promosyonu olarak sinemalara bedava verilmekteydi... Evet, çocuk tiyatroları, tam anlamıyla da olmuyor üstelik. Konumuz bağlamında çocuk tiyatromuzun ilk kez çocuklar için "Perde!" dediği bu "ilaveten renkli miki" konumundaydılar. Az sayıdaki tiyatro salonunun en ölü saatlerinde sahne tarihin 1935 olduğunu ve ülkemizde yaşanan medalabiliyorlardı. Özel çocuk tiyatrosu yoktu. Sadece cezir hareketlerini düşündüğümüzde çocuk 2 özel bankanın desteklediği ücretsiz gösteriler yapan tiyatrosunun geldiği yeri sorguladığımızda çok kayda iki grup vardı. Ödenekli tiyatrolardaki çocuk oyunları değer olmamakla birlikte çok küçük de olsa elbette ise başka bir sorunu yansıtıyordu sahneye: Hafta içi olumlu gelişmeler var. Hafta sonlan daha çok tiyatro, -içeriği tartışılsa da- çocuklar için perde açıyor. geceleri farklı yetişkin oyunlarında görev alan Daha çok anne-baba çocuklarını tiyatroya getiriyor. oyuncular; hafta sonu sabahlarındaki çocuk oyunlarını -haklı olarak- angarya gibi görüyorlardı. Çok az da olsa ilginç oyunlar sahneleniyor. Çocuklar Yorgun bedenler ve uykusuz gözlerle, sahnelerde ruh için tiyatro salonları yapılıyor. Ulusal ve uluslararası tiyatro festivalleri düzenleniyor. Ülkemizin her gibi dolaşıyorlardı. Seyirci çocuklar da on dakika sonra sahneyle ilgilerini koparıyor, kendi aralarında köşesinden gün geçmiyor ki bir festival haberi bağrışmaya ve koltuk aralarında koşmaca oynamaya gelmesin. Örneğin Eskişehir, henüz Uluslararası Festival'de ağırladığı konuklarını yolcu etti. başlıyorlardı." * Çocuklar için tiyatro salonları... Duyduğumuz Yukarıdaki alıntı 70'li yıllardan AÇOK'lu Ümit kadarıyla şu anda biri İstanbul Kâğıthane Sadabad Denizer'e ait... şöyle bir geriye dönüp baktığımızda
57
sahnesi içinde bulunan Kemal Küçük Sahnesi, diğeri de Eskişehir Cam Müzesi içinde yer alan çocuk sahnesi. Kemal Küçük sahnesi seyirci kapasitesi 143... oturma yerleri çocukların ölçülerine uygun ve sahne ortada. Ancak oturma yerleri birbiri içine geçerek salon tamamen boşatabiliyor ve salon çok amaçlı olarak farklı biçimlerde kullanılabiliyor. Bir tarafta oyunlar kaldırılıyor, sansür mü değil mi, tiyatro ne kadar özgür tartışmaları diğer yanda çocuklar için tiyatro salonları. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları bu kadar yıllık geçmişine karşın bağımsız bir sanat politikası oluşturamamanın sancılarını çekiyor belki de... Diğer salon Eskişehir Cam Müzesi Çocuk Sahnesi. Kapasitesi 120. Salona müzenin içinden geçilerek giriliyor. Bina Osmanlı'nın ilk yerleşim alanlarından Odunpazarı'ndaki eski evlerin yeniden aslına uygun olarak inşa edildiği bir kompleks içinde yer alıyor. Çocuklar bir oyun izlemeden önce ya da sonra müzeyi gezebilecekler. Yılmaz Hoca'nın Eskişehir'e kazandırdığı yeniliklerle şehir giderek kültür ve sanat başkenti olma yolunda hayli yol aldığı görülüyor. Bilinçli ve istekli seyirciler salonları dolduruyor. Örneğin 10-15 Şubat 2009 tarihleri arasında 4. Uluslararası Eskişehir Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali düzenlendi. Festival oyunları dolu salonlarda oynandı. Ve bu doluluğu sağlayan okullar değil birer birer çocuklarını alıp getiren
bilinçli ailelerdi. Çocuklar oyunlara katılıyor, sorulara şaşırtıcı cevaplar veriyorlardı. Bir oyunda üflemeli çalgıları soran oyunculara 5-6 yaşlarında bir çocuk "Fagot" diye cevap vererek herkesi şaşırttı. Demek ki sokaklardaki Suna Kan konser duyurulan, yapılan Opera Konser Tiyatro salonları boşa gitmiyor... Yılmaz Büyükerşen Hoca iyi ki var... Biraz da Festival'den söz edelim. Her şeyden önce festivali festival yapan genç festival yürütme ekibine sahip oldukları için Eskişehirli çocuklar çok şanslılar. Ekibi, Festival Koordinatörü Emir Murat İzci'yi ve Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Birim Başkanı Şafak Özen'i kutluyoruz. 10-15 Şubat tarihleri arasında 6 gün boyunca, Eskişehir'in beş ayrı sahnesinde dolu dolu bir program ile gerçekleşen festival, bütün Türkiye'de ve yurtdışında ses getirecek sanatsal bir etkinliğe dönüştü. Festival süresince, Rusya, Bulgaristan, Moldova, Fransa'dan gelen 6 ayrı topluluğun yanı sıra, İstanbul, Ankara, Eskişehir, Bursa ve Lüleburgaz'dan 6 ekibin oyunları izleyici ile buluştu. Sinema gösterimi ve atölye çalışmaları ile renklenen festivalde 30 gösteri sergilendi. Festival, yüzde yüze varan doluluk oranları ile toplam 6200 seyirci tarafından izlendi. Festival bitiminde bir araya gelen yerli ve yabancı ekipler, uluslararası kültürel ve sosyal yakınlaşmanın önemini dile getirdiler. Grupların hepsi de, özellikle Türk tiyatro grupları belli bir standardı yakalamış işine saygı duyan
pe cy
Yazı Köz yazi97@windowslive.com
a
Küçük Prens: Koyun Çiçeği Yedi mi Yemedi mi?
"Her şey hazır olarak dükkânlarda satılıyor, arkadaş satan dükkân olmadığı için, insanlar yalnız kalıyor."
Eskişehir Çocuk Festivali'nde günde iki - üç oyun filan izledim. Küçük Prens, izlerken çok keyif aldığım oyunlarından biriydi. Küçük Prens'i okumuştum daha önce ama bu kadar iyi anlamamıştım. Arkadaki animasyon çok güzeldi ama Ali Abi ve Sinan Abi daha güzeldi. Çocukların da oyuna katılımları çok güzeldi. Ben bundan, çocukların da oyundan çok hoşlandıklarını ve eğlendiklerini çıkardım. Sahneyi kullanım biçimleri, bölümden bölüme atlayışları çok seri ve güçlüydü. İzleyemeyenler için oyunu kısacık anlatmak istiyorum: Küçük Prens, üç yanardağ ve bir çiçeği olan gezegeninden bir yıllığına ayrılır ve diğer gezegenlerde gezinmeye başlar. Son olarak indiği dünyada son rastladığı insan oyunun yazandır. O da uçağı bozulmuş, onu onarmaktadır. Ona başından geçenleri anlatır: Uğradığı üç gezegende de sadece bir tek insan vardır. İlkinde bir Kral. Bu kral yöneticidir (ama her şeyi yönetir), emredendir (her şeye ama uygun koşullarda!); ikincisinde Kendini Beğenmiş Bir Adam vardır (en zengin, en yakışıklı, en zeki); üçüncü gezegende de bir İşadamı vardır, sürekli yıldızlan sayar (önemli iştir bu onun için). Hepsi tek başınadır aslında. Sonra dünyaya gelir Küçük Prens, bir Yılan görür, o da kendini beğenmiştir ama zarar vermez. Sonra kendi çiçeğine benzeyen bir dolu çiçek görür, önce çok üzülür, ağlar ama bir Tilki gelir yanına ve onu teselli eder. Kendini evcilleştirmesini ister, bu arada en güzel laflan da Tilki eder: "Gülünü önemli yapan şey, onun için harcadığın emektir," der. Maceralarını anlatmaya başlamadan önce, Yazar'dan bir koyun çizmesini istemişti Küçük Prens, artık gezegenine dönerken, onu da götürmek ister. Bir yandan da endişelidir acaba koyun çiçeği yer mi, diye. Yazar da oyunun sonunda "Bilmediğimiz bir yerlerde, tanımadığımız bir koyunun bir çiçeği yemiş olup olmaması her şeyi değiştirebilir," der. Çok güzeldi Küçük Prens, arkadaşlar. Sizin yaşadığınız gezegenlere de gelir oynarlarsa mutlaka izleyin.
58
sanatı olumsuz yönde etkilemediğini, oyuncuların maaşlarının Rusya genelinde en iyi maaş alan, destek gören oyuncuları olduğunu belirtti. Bulgaristan'dan gelen grup Bulgaristan'da sadece oyun için değil, yönetmen ve dramaturglar için de, festivaller için de oyunlar olduğunu, yarışmalar düzenlendiğini dile getirdi. Neden olmasın. Moldova'dan gelen grup sadece çocuklar için oyunlar sergileyen bir aile tiyatrosu denecek kadar küçük bir topluluk. Moldova'da özel toplulukların yanı sıra hem devlet hem de Belediyenin tiyatroları çocuklar için perde açıyorlar. Fransız grup Cie Lulu Larme Topluluğu ise 18 yıldır sirk sanatları ve gösteriler yaratıp sergileyerek yaşayan bir grup. Topluluk izleyicisiyle ve onlar için (denge, lobut vb.) sirk nesneleri ve yaratıcı gösteriler sahneye koyuyor, böylece yeni sirk anlayışının odağında yer alıyor. Sonuç olarak ülkemizde, yine başta da belirttiğimiz gibi bu kocaman ülkede çok küçük de olsa bir şeyler yapılıyor. En azından Sevgili Ümit Denizer'in anlattığı bizi 70Ti yıllara götüren anısında çocuk tiyatromuz ölü saatlerde sergilenen "ilaveten renkli miki" konumundan çıkma yolunda ilerliyor. Dileriz böyle devam eder... * Sayın Ümit Denizer'in bize gönderdiği mesajdan bir alıntıyı kendi izniyle yayımlıyoruz... **Küçücük bir not: Eskişehir'e yakışmayan küçücük bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim Sevgili Hocam, sokaklardaki o plastik ışıklı ağaçlardan ne olur vazgeçin.
pe cy a
gruplardı. Tiyatro Tem'in "Nasıl Anlatsak Şunu", tekerlemelerle süslenmiş, kukla, gölge oyunu tekniklerinin birlikte kullanıldığı, zaman zaman kukla/gölge oyunu oynatan oyuncuların da katıldığı, keyifli, eğlenceli bir oyun. Haluk Yüce okul öncesi çocuklar için hazırladığı oyunu sahne üstüne yerleştirilen oturma alanlarında (belki Tiyatro Tem için de aynı şey olsa daha iyi olurdu) çocuklarla oyuncuların birbirine çok yakın olduğu bir düzen içinde gerçekleştirdi. Oyun sürekli çocuklara sorular sorarak, onları düşündürerek önerilerini alarak sürdürüldü. Gerçekle kurgunun iç içe olduğu okul öncesi çağı çocukları için çok önemli olan bu katılım biçimi oyunun keyifle çocuklarla buluşmasında önemli bir etkendi. Gerek Tiyatro Tempo gerekse Tiyatro Tem bu işi çok iyi yapıyorlar. Dileriz uzun yıllar onları seyretme şansımız olur. Uçan Eller Kukla evi sergiledikleri oyunla artık kukla alanında önemli bir otorite olduklarını ispatladılar. Ev sahibi Eskişehir Belediye Tiyatrosu'nun oyunu "Küçük Prens" metindeki zorlukların teknolojinin kullanılarak aşıldığı özenle hazırlanılmış bir oyun. Mavi Sahne "Alemin En Güzel Hikayesi", Bursa Şehir Tiyatroları' nın oyunu "Deli Dumrul" yine ilgiyle izlenen oyunlar arasındaydı. Yabancı tiyatro gruplarından Rusya'dan gelen, Sakhalin Kukla Tiyatrosu kapitalizmin tuzakları içinde bocalayan insanoğlunu, Mityshy Kukla Tiyatrosu ise Rusya'nın dağılma sürecinde bugün geldiği noktayı sorguluyordu. Karanlık tiyatro (blacklight) tekniği ile sergilenen ilginç oyunlar ilgiyle izlendi. Gruplarla yapılan söyleşilerde küçük küçük bilgiler edindik. Bu da bizim kendi çocuk tiyatromuzu daha iyi görmemize değerlendirmemize yardımcı olacaktır. Sakhalin Kukla Tiyatrosu geniş repertuvarı ile 28 yıllık bir devlet tiyatrosu topluluğu. Bale, kukla, mim, operet gibi çok farklı alanlardan da oyunlar sergiliyorlar. Sakhalin, kıtanın en doğu ucunda bulunan Japonya'ya yakın küçük bir adacık. Ve bu küçük adacıkta iki tane devlet tiyatrosu perdelerini açıyor. Üçüncü sahne ise sadece çocuklar için yapım aşamasında. Devletin Çocuk Tiyatrosu ile ilgili destekleyici bir politikası olduğunu öğreniyoruz. Diğer Rus grubun üyesi ise Rusya'da yaşanan krizlerin, çalkantıların, yaptıkları
Festival'den "Bir Pencere, Bir Öykü..." M. Nurkut İlhan
Uluslararası Eskişehir Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali'nin 4.sü ASSITEJ (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği) Türkiye Merkezi danışmanlığında, 10-15 Şubat 2009 tarihleri arasında gerçekleştirildi. 27 Mart 2000 yılında Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, ilk sahnesi olan Tepebaşı Sahnesi'nde Bir Şehnaz Oyun ile perdelerini açarak seyircisi ile buluşmuştu. Eskişehir halkının tümü ile oyunlarıyla kucaklaşan, iyi bir seyirci yetiştirilmesinde başarılı olan, kent kültüründe kimlik kazanan, bununla yetinmeyerek uluslararası alanda da festival yaparak, festivallere giderek yaptıkları iyi yapımları paylaşan Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nı yürekten kutluyorum. Bu yıl festivali yurtiçi ve yurtdışından 12 grup renklendirdi. Ayrıca festivalde Feridun Akyürek'in Senoryadan Filme, Demilun Chisinau'nun Kendi Bedenini Kukla Olarak Kullanma, Sakhalin's Puppet's Tiyatrosu'nun Black-Light Tiyatro ve Haluk Yüce'nin Kukla Atölye çalışmaları başarıyla gerçekleştirildi. Festivalde yalnızca çocuklar için dizayn edilen Çağdaş Cam Sanatlar Müzesi Çocuk Sahnesi de, Bulgaristan'dan Danny Dessi Theater grubunun 3-6
59
"Düş Gemisi" Uçan Eller Kukla Evi
Moldova'dan Demilun Chişinau tiyatro grubunun, H. K. Andersen'in yazdığı, D. Anghelov'un uyarladığı, Dmitri Anghelov yönettiği Parmak Kız adlı oyununu Turgut Özakman Sahnesi'nde izledim. Koltuklar çocuklar için küçük boyutta hazırlanmış, ara boşluklar geniş tutulmuş, merdiven yükseklikleri çocuk ölçüsünde hesaplanmış, bir oval perde ile kenarlardan zenginleştirilmiş. Gölge oyunu için düşünülen sahne biçiminden yararlanılmış. Ancak gölge sahnesi klasik olarak çerçeve sahne şekliyle düşünülmemiş. Yukarıdan her iki köşe oval yapılarak pencere biçimine dönüştürülmüş. Çocuk izleyicilere öykü bu pencereden ulaştırılıyor. Açık olan kısımların ise sahne perdesi ile kapatıldığını görüyoruz. Oyunların çocuk seyirciler ile çocuklar için yapılan sahnede buluşturulması festival organizasyonunun başarısı bence. 5-10 yaş grubunu hedefleyen Parmak Kız'da, çocuk sahibi olamayan kadın bu özlemini bir periye anlatır. Peri, kadının yıllardır süren çocuk sahibi olma özlemine duyarsız kalmaz. Ona sihirli bir tohum verir. Ona sevgiyle bakmasını, emek vermesini söyler. Kadın büyük bir özenle ve sevgiyle tohumu eker. Ona hep sevgiyle yaklaşır. Büyümesi için su verir. Güneş görmesi için pencerenin en uygun köşesine yerleştirir. Bu sevgi ve emek ile tohum açar ve içinden çok güzel bir kız ortaya çıkar. Oldukça küçük olduğu için ona Parmak Kız adını verirler. Kadın ve Parmak Kız çok mutludur. Kadın çok mutludur çünkü sevgi ve emek ile yıllardır özlemini duyduğu çocuğa kavuşmuştur. Ancak yaşamdaki tehlikelerle o da karşılaşır. Çirkin bir kurbağa çok güzel ve sevimli olduğu için onu kaçırır. Kadın çok üzülmüştür. Parmak Kız korku içindedir. Bu zorlukların ardından bir prens Parmak Kız'ı Çirkin Kurbağa'nın elinden kurtarır. Daha sonra da Parmak Kız, Prens ile mutluluğa ulaşır. Kadın da mutlu olur. Çok basit bir öyküden yola çıkarak basit malzeme ve düşüncelerle yapılan kuklalar öykü anlatımında çok iyi yer alıyor. Kuklalara hayat veren Maria Timofti ve Dmitri Anghelov öyküyü tatlı aksanları ile Türkçe oynadılar. Bu da hem çocuk hem de yetişkin seyircileri memnun etti. Öyküdeki fantastik yapının bir özlemi gidermesi, yaşamı kopuk bırakmadan ifade edilmiş. Sevgi ve emek verilen özlemlerin her zaman gerçekleşeceğinin vurgulandığı oyun, festivalin güzel bir rengini oluşturdu. Karakterler çoğaldığında pencere biçimindeki gölge sahnesinin yeterli olmadığını gördük. Sanırım bu pencereyi biraz büyütmek gerekiyor. Çünkü eller ile hayat verilen kuklalar sahnede sıkışınca hareket yeteneklerini gerçekleştirmekte güçlük çektiler. Oyunun akışındaki dirilik, aktörlerin kuklalar ile uyumu, objeler ve nesnelerle destekleri çok iyi sağlanmış. Abartılı kukla ve dekor malzemelerinin kullanılmadığı öykü fantastik yapısıyla da seyircinin ilgisini çekti. Sonuç olarak sevgi ve emek verilmiş oyun. Teması ile oyunun çıkış öyküsü buluşuyor aslında. Ellerine ve ağızlarına sağlık.
pe cy
a
"Parmak Kız''Moldova
yaş grubu için hazırlanan Küçük Damla Prenses adlı oyunu ile açıldı.
''Yıldız Çocuk''/Bulgaristan
"Beyaz Kalemin Renkli Dünyası" Tiyatro Tempo
60
.
Büyük Tiyatro 01 Ptesi(M)
Akün Sahnesi
FIRTINA
•TAHSİS
AÇ SINIFIN LANETİ
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
"•TAHSİS
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
TAHSİS
05 Perş
TAHSİS
0 6C u m a (M)
•
MART Altındağ Çayyolu Cüneyt Tiyatrosu Gökçer Sahnesi
Oyun Başlama Saatleri
Oda Tiyatrosu
EŞİK
İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi
"TAHSİS
04 Çrba
07Ctesi
Şinasi Sahnesi
Küçük Tiyatro
REMBETİKO
0 2P t e s i 03Salı
•
DEVLET TİYATROLARI
Ankara
01 Pazar (M)
•
FIRTINA
07 Cumarlesi (S)
TAHSİS TAHSİS TAHSİS
Büyük Tiyatro Stüdyo
PİNTİ HAMİT
HÜZZAM
PİNTİ HAMİT
GENÇ OSMAN
PİNTİ HAMİT
GENÇ OSMAN
PİNTİ HAMİT
GENÇ OSMAN
PİNTİ HAMİT
"TAHSİS
PİNTİ HAMİT
TAHSİS
08 Pazar (M)
HÜZZAM HÜZZAM
KANLI NİGAR
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ
KANLI NİGAR
HÜZZAM
Salı-Cuma Pazar
20.00 15.00
Küçük Tiyatro
Ctesi Pazar Diğer
15.00- 20.00 15.00 Günler 20.00
Şinasi Sahnesi KANLI NİGAR
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ
HÜZZAM
Ctesi
15.00-20.00
Pazar
15.00
Dıger Günler
20.00
Akün Sahnesi FOSFORLU ÇEVRİYE FIRTINA
0 9P t e s i 1 0S a l ı
GENÇ OSMAN
PİNTİ HAMİT
GENÇ OSMAN
PİNTİ HAMİT PİNTİ HAMİT
FOSFORLU ÇEVRİYE
TAHSİS
FOSFORLU ÇEVRİYE
AYYARHAMZA SOKRATESİN
SOKRATES'İN
FOSFORLU ÇEVRİYE
UÇURTMANIN SON GECESİ KUYRUĞU UÇURTMANIN KANLI NİGAR KUYRUĞU KANLI NİGAR UÇURTMANIN SON GECESİ
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ
FOSFORLU ÇEVRİYE
TAHSİS
TEK KİŞİLİK ŞEHİR TAHSİS
ŞAHANE DÜĞÜN
AÇ SINIFIN LANETİ
TEK KİŞİLİK ŞEHİR
AÇ SINIFIN LANETİ
TEK KİŞİLİK ŞEHİR
AÇ SINIFIN LANETİ
ŞAHANE DÜĞÜN ŞAHANE DÜĞÜN
AÇ SINIFIN LANETİ
TEK KİŞİLİK ŞEHİR ŞAHANE DÜĞÜN
TEK KİŞİLİK ŞEHİR
AÇ SINIFIN LANETİ
SUNAY AKIN ANLATIYOR
AÇ SINIFIN LANETİ
ŞAHANE DÜĞÜN
21 Ctesi (S)
ŞAHANE DÜĞÜN
2 2 Pazar»
TAHSİS
EŞİK
REMBETİKO
EŞİK
REMBETİKO
EŞİK
REMBETİKO
EŞİK
REMBETİKO
EŞİK
REMBETİKO
•"TAHSİS
AÇ SINIFIN LANETİ
GENÇ OSMAN
2 3P t e s i
20,00
Pazar
15-00
Diğer Günler
20.00
Sahnesi BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ
-
Perş
Cuma
20.00
Ctesi
15.00-20.00
Oda Tiyatrosu Salı
-
Çrş
-
Cuma-Cumartesi
Perş 18.30
TAHSİS
EŞİK
pe
GENÇ OSMAN
15,00
Diğer Günler
Çrş KANLI NİGAR
AYYAR HAMZA
TAHSİS
15.00-20.00
Pazar
Cayyolu Cüneyt Gökçer
KUYRUĞU
SOKRATES'İN
AYYARHAMZA
GENÇ OSMAN
21 Ctesi (M)
İrfan Şahinbaş Atölye Sah.
HÜZZAM HÜZZAM HÜZZAM
KASİMİR VE KAROLİNE
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ
Çrş
20.00
Perşembe
20.00
Ctesi
15.00
Stüdyo Sahne
KASİMİR VE KAROLİNE
Salı- Cuma
20.00
HÜZZAM KASİMİR VE KAROLİNE
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ
HÜZZAM
EŞİK
GİORDANO BRUNO
'GİTAR
GENÇ OSMAN
Çrş
KÖŞEBAŞI
SUÇLU YÜREKLER
"•TAHSİS
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
KÖŞEBAŞI
26 Perş 27 Cuma
AYYARHAMZA
UÇURTMANIN KUYRUĞU
UÇURTMANIN KUYRUĞU
19 Perş
25
TAHSİS
TAHSİS PİNTİ HAMİT
Çrş
24 Salı
FOSFORLU ÇEVRİYE
SOKRATES'İN
Ctesi
Altındağ Tiyatrosu Ctesi 15.00-20.00
AYYAR HAMZA
AYYARHAMZA
16Ptesi
22 Pazar»
FOSFORLU ÇEVRİYE
AYYARHAMZA
15 Pazar (M)
20 Cuma
TAHSİS TAHSİS
14 Ctesi (S)
18
FOSFORLU ÇEVRİYE
PİNTİ HAMİT
14 Ctesi (M)
17 Salı
TAHSİS
PİNTİ HAMİT
12 Perş
15 Pazar (M)
TAHSİS
"TAHSİS
11 Çrba
13 Cuma
PİNTİ HAMİT
"TAHSİS
cy a
08 Pazar (M)
KÖŞEBAŞI GENÇ OSMAN
28 Ctesi (M)
KÖŞEBAŞI
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
SUÇLU YÜREKLER
FOSFORLU ÇEVRİYE
KÖŞEBAŞI
28 Ctesi (S)
KÖŞEBAŞI
29 Pazar (M)
EŞİK
KONTRABAS
EŞİK
GALİLEI'NİN YAŞAMI
EŞİK
GALİLEI'NİN YAŞAMI
EŞİK
GALİLEI'NİN YAŞAMI
EŞİK
GALİLEİ'NİN YAŞAMI
EŞİK
GALİLEİ'NİN YAŞAMI
YEREL SEÇİMLER
KONTRABAS KONTRABAS
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ KANLI NİGAR KANLI NİGAR
KONTRABAS KANLI NİGAR
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ
KONTRABAS YEREL
29 Pazar»
SEÇİMLER
3 0P t e s i 31 Salı
İHANET FIRTINA DEVLET OPERA
PİNTİ HAMİT
'PRÖMİYER
"DENEME SAHNESİ "'BAKIRKÖY SANAT MERKEZİ
SADRİ
ALIŞIK
OYUN ANK.
FOSFORLU ÇEVRİYE
TİYATROSU ATÖLYESİ
ULS.
FİLM
ÇAĞDAŞ GAZ. DER. İTALYAN KÜLTÜR ÖZEL TEMSİL
FEST.
FRANSİZ KÜLTÜR
IŞIK ÖĞRETMEN PRÖMİYER
HÜZZAM
GÜZEL
SANATLAR
SES 1885 ORTAOYUNCULAR
BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ
İSTANBUL DT
61
İstanbul Şişli Cevahir Harbiye Kenter Şişli Cevahir Genç Kuşak Sah. Sahnesi Tiyatrosu 01
Pazar (M)
01
Pazar (M)
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Beykoz Feridun Karakaya Sahnesi
Karta! Bülent Ecevit Sahnesi
Konak Sahnesi
KRAL DAİRESİ
Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi
Karşıyaka Oda Tiyatrosu
Sabancı Kültür Merkezi Sahnesi
Narlıdere Kültür Merkezi Sahnesi
İstanbul
03
Salı
NE DERSİN AZİZİM
04
Çarşamba
NE DERSİN AZİZİM
05
Perşembe
NE DERSİN AZİZİM
06
Cuma
NE DERSİN AZİZİM
0 7 Cumartesi ( M )
NE DERSİN AZİZİM
07
NE DERSİN AZİZİM
J.D.'IN ÖTEKİ Ö L Ü M Ü
J.D.'IN ÖTEKİ Ö L Ü M Ü
BİR ŞEHNAZ O Y U N
J.D.'IN ÖTEKİ Ö L Ü M Ü
BİR ŞEHNAZ O Y U N
Şişli Cevahir Sahnesi
BİR GARİP O R H A N VELİ
Salı- Çarşamba Perşembe-Cuma 20.00 Cumartesi 15.00- 20,00 Pazar 15.00
BİR GARİP O R H A N VELİ ÜÇKAĞITÇI
J.D.'IN ÖTEKİ ÖLÜMÜ
K
BİR ŞEHNAZ O Y U N
E
BİR ŞEHNAZ O Y U N
Şişli Cevahir Genç Kuşak Sabitesi Çarşamba • Perşembe Cuma 19.00
ÜÇKAĞITÇI J.D.'IN ÖTEKİ Ö L Ü M Ü
ÜÇKAĞITÇI
J.D.'IN ÖTEKİ ÖLÜMÜ ÜÇKAĞITÇI
BİR ŞEHNAZ OYUN
Cumartesi Pazar
N
0 8 Pazar (M) Pazar (M)
09
Pazartesi
10
Salı Çarşamba
NE DERSİN AZİZİM
12
Perşembe
NE DERSİN AZİZİM
13
Cuma
NE DERSİN AZİZİM
R
FARELER VE
FARELER VE
SAATLERİ
NE DERSİN AZİZİM
NE DERSİN AZİZİM
İNSANLAR
E
SAATLERİ
R
FARELER VE İNSANLAR FARELER VE
Pazar (M)
İNSANLAR
Pazar (M)
16
Pazartesi
17
Salı
KRAL DAİRESİ
18
Çarşamba
KRAL DAİRESİ
AYARLAMA
FELATUN BEY İLE R A K I M EFENDİ FELATUN BEY İLE
ENSTİTÜSÜ
R A K I M EFENDİ
FELATUN BEY İLE
ENSTİTÜSÜ
R A K I M EFENDİ
SAATLERİ AYARLAMA
FELATUN BEY İLE
ENSTİTÜSÜ
R A K I M EFENDİ
AYARLAMA
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
SAATLERİ AYARLAMA
İNSANLAR
ENSTİTÜSÜ
FARELER VE
SAATLERİ AYARLAMA
İNSANLAR
ENSTİTÜSÜ
SAATLERİ AYARLAMA
19
Perşembe
KRAL DAİRESİ
20
Cuma
KRAL DAİRESİ
FARELER VE İNSANLAR
ENSTİTÜSÜ
SAATLERİ AYARLAMA
Sal- Çarşamba Perşembe-Cuma 20.00 Cumartesi 15.00-20,00 Pazar 15.00
Cumartesi (M)
KRAL DAİRESİ
21
Cumartesi (S)
KRAL DAİRESİ
FARELER VE
SAATLERİ AYARLAMA
İNSANLAR
ENSTİTÜSÜ
22
Pazar(M)
22
Pazar (M)
23
Pazartesi
ENSTİTÜSÜ
ÜÇKAĞITÇI
ÜÇKAĞITÇI
ÜÇKAĞITÇI
Kartal Bülent Ecevit Sahnesi Perşembe
BİR ŞEHNAZ OYUN
BİR ŞEHNAZ O Y U N
BİR ŞEHNAZ O Y U N
BİR ŞEHNAZ O Y U N
Konak Sahnesi
D Ü Ğ Ü N ŞARKISI
R A K I M EFENDİ
BİR ŞEHNAZ OYUN
Sal: - Çarşamba
FELATUN BEY İLE
D Ü Ğ Ü N ŞARKISI
R A K I M EFENDİ
FELATUN BEY İLE R A K I M EFENDİ
FELATUN BEY İLE R A K I M EFENDİ
FELATUN BEY İLE
Perşembe - Cuma
MİSAFİR
Cumartesi
MİSAFİR
Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi
MİSAFİR
Perşembe - Cuma 20.30 Cumartesi 14.00-20.30 Pazar 14.00
R A K I M EFENDİ
İNSANLAR
24Salı
FUL YAPRAKLARI
25
FUL YAPRAKLARI
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
BİR ŞEHNAZ OYUN
KRAL DAİRESİ
TEYZESİ
KRAL DAİRESİ
TEYZESİ
DELİL YETERSİZLİĞİ
TEYZESİ
DELİL YETERSİZLİĞİ
KRAL DAİRESİ
NE DERSİN AZİZİM
S İ M A V N A L I ŞEYH BEDREDDİN S İ M A V N A L I ŞEYH
26
Perşembe
FUL YAPRAKLARI
KRAL DAİRESİ
NE DERSİN AZİZİM
TEYZESİ
27
Cuma
FUL YAPRAKLARI
KRAL DAİRESİ
NE DERSİN AZİZİM
TEYZESİ
MİSAFİR
28 Cumartesi (M)
FUL YAPRAKLARI
KRAL DAİRESİ
NE DERSİN AZİZİM
TEYZESİ
MİSAFİR
2 8 Cumartesi (S)
FUL YAPRAKLARI
MİSAFİR
Pazar (M)
29
Pazar (M)
30
Pazartesi
31
Salı
62
SalıYEREL SEÇİMLER
TEYZESİ SİMAVNALI ŞEYH DELİL YETERSİZLİĞİ
PRÖMİYER
20.30
20.30
Narlıdere Kültür Merkezi Sahnesi
SOKRATES'İN S O N GECESİ
Salı - Çarşamba
BEDREDDIN
MİSAFİR
YERE SEÇİMLER
Sal-Çarşamba
Şahane t Kültür Merk Sahnesi
BEDREDDIN SİMAVNALI ŞEYH
29
Karşıyaka Oda Tiyatrosu
BEDREDDIN SİMAVNALI ŞEYH
NE DERSİN AZİZİM
14.00
MİSAFİR
R A K I M EFENDİ
FELATUN BEY İLE
20.30
14.00 - 20.30
Pazar
MİSAFİR
FARELER VE
KRAL DAİRESİ
20:00
İzmir
FELATUN BEY İLE
pe
21
FARELER VE İNSANLAR
Beykoz Feridun Kara kaya Sahnesi
ÜÇKAĞITÇI
ÜÇKAĞITÇI
ENSTİTÜSÜ
FARELER VE
J.D.'IN ÖTEKİ Ö L Ü M Ü
R A K I M EFENDİ
KRAL DAİRESİ
SAATLERİ A Y A R L A M A
SAATLERİ
NE DERSİN AZİZİM
15
AYARLAMA
ENSTİTÜSÜ
İNSANLAR
14 Cumartesi (S)
FELATUN BEY İLE
ENSTİTÜSÜ
L
İNSANLAR
FARELER VE
J.D.'IN ÖTEKİ Ö L Ü M Ü
R A K I M EFENDİ SAATLERİ AYARLAMA
FARELER VE İNSANLAR
14 Cumartesi (M)
Çarşamba
Sal - Çarşamba Perşembe - Cuma 20.00 Cumartesi 15.00-20,00 Pazar 15.00
FELATUN BEY İLE
NE DERSİN AZİZİM
14.00-19.00 19.00
Harbiye Kenter Tiyatrosu
ÜÇKAĞITÇI
BİR ŞEHNAZ O Y U N
E
11
15
T
NE DERSİN AZİZİM
cy a
08
MART Oyun Başlama Saatleri
BİR D A H A ÇAL S A M
0 2P t e s i
Cumartesi (S)
DEVLET TİYATROLARI
İzmir
BEDREDDIN
'
•
Çarşamba
20.30
DT Adana | Trabzon | Diyarbakır
Bursa AVP
Oda Tiyatrosu
H.Ö. Sabana
Atapark Haluk
Kültür Merkezi
Ongan Sahnesi
Orhan Asena Sahnesi
Antalya | Haşim İşçan Kültür Merkezi
Erzurum | Erzurum Sahnesi
Konya | Konya ' Sahnesi
DEVLET TİYATROLARI
Sivas Atatürk Kültür
Merkezi
MART
01 Pazar(M) 01
Oyun Başlama Saatleri
Pazar (M)
0 2 P t e s i
Bursa AVP Sahnesi
ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
03 salı
Salı - Çarşamba Perşembe - Cuma
Çarşamba
ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
05 Perş
ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
BAŞ BELASI
BİR DAHA ÇAL SAM
TROYALI KADINLAR
KIŞ GELMEDEN
GECENİN KULLARI
ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR
BAYAZIT
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
06 Cuma
ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
BAŞ BELASI
BİR DAHA ÇAL SAM
TROYALI KADINLAR
KIŞ GELMEDEN
GECENİN KULLARI
ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR
BAYAZIT
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
BİR DAHA ÇAL SAM
TROYALI KADINLAR
KIŞ GELMEDEN
GECENİN KULLARI
ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR
BAYAZIT
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
BİR DAHA ÇAL SAM
TROYALI KADINLAR
KIŞ GELMEDEN
GECENİN KULLARI
ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR
BAYAZIT
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
07
Cumartesi (M) ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
07
Cumartesi (S) ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
BAS BELASI
ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
RİTA'NIN ŞARKISI
11
RİTA'NIN ŞARKISI
Çarşamba Perşembe
13 Cuma
Oda Tiyatrosu Perşembe- Cuma
20.3O
Cumartesi
15.00-20.30
Sait - Çarşamba Perşembe-Cuma Cumartesi
20.00 15.00-20.00
AKIL DEFTERİ
RİTA'NIN ŞARKISI
RUMUZ GONCAGÜL
AKIL DEFTERİ
RİTA'NIN ŞARKISI
RUMUZ GONCAGÜL
RİTA'NIN ŞARKISI
RUMUZ GONCAGÜL
RİTA'NIN ŞARKISI
RUMUZ GONCAGÜL
14
Cumartesi (S) ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
AKIL DEFTERİ
Pazar (M)
15
Pazar (M)
ÇUKUROVA MÜZİK DOSTLARI DERNEĞİ
16
Pazartesi
17 Salı
ASİYE NASIL KURTULUR
6. KOĞUŞ
18
ASİYE NASIL KURTULUR
6. KOĞUŞ
20 Cuma
BAS BELASI
6. KOĞUŞ
RUMUZ GONCAGÜL
ASİYE NASIL KURTULUR
BAŞ BELASI
6. KOĞUŞ
RUMUZ GONCAGÜL
Cumartesi ( M ) ASİYE NASIL KURTULUR
21
Cumartesi (S) ASİYE NASIL KURTULUR
22
Pazar (M)
22
Pazar (M)
23
Pazartesi
24 Salı
DELİ BAYRAMI
25
Çarşamba
DELİ BAYRAMI
26
Perşembe
DELİ BAYRAMI
27 Cuma
DELİ BAYRAMI
BAŞ BELASI
Cumartesi (M)
28
Cumartesi (S)
29
Pazar (M)
29
Pazar (M)
30
Pazartesi Salı
DELİ BAYRAMI
6. KOĞUŞ
RUMUZ GONCAGÜL
6. KOĞUŞ
RUMUZ GONCAGÜL
ADVİYE ADVİYE
DELİ BAYRAMI 28
PAPANIN KAÇIRILDIĞI GÜN PAPANIN KAÇIRILDIĞI GÜN PAPANIN KAÇIRILDIĞI GÜN
ADVİYE
TEHLİKELİ SAPLANTI
KUVAY-I MİLLİYE KADINLARI
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
YABAN ÖRDEĞİ
TEHLİKELİ SAPLANTI
KUVAY-I MİLLİYE KADINLARI
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
YABAN ÖRDEĞİ
TEHLİKELİ SAPLANTI
KUVAY-I MİLLİYE KADINLARI
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
YABAN ÖRDEĞİ
TEHLİKELİ SAPLANTI
KUVAY-I MİLLİYE KADINLARI
HAYVAN ÇİFTLİĞİ
RUMUZ GONCAGÜL 11.DEVLET TİYATROLARI
RUMUZ GONCAGÜL
SABANCI ULUSLARARASI
RUMUZ GONCAGÜL
TİYATRO FESTİVALİ
RUMUZ GONCAGÜL
SAHNEMİZDEN GEÇEN ŞARKILAR
SAHNEMİZDEN GEÇEN ŞARKILAR SAHNEMİZDEN GEÇEN ŞARKILAR SAHNEMİZDEN GEÇEN ŞARKILAR SAHNEMİZDEN GEÇEN ŞARKILAR
20.00
15.00-20.00 15.00
Diyarbakır Perşembe - Cuma Cumartesi
20.00
15.00-20,00
Antalya . • Çarşamba -Perşembe - Cuma Cumartesi
15.00-20.00
Erzurum Perşembe-Cuma
19.30
Cumartesi
14.00-19.30
Konya "TAHSİS EVLENME
KOKONA YATIYOR GEVEZE BERBER
EVLENME
SUNAY AKIN GÖSTERİSİ
BENİM DOKTOR OĞLUM UÇURTMANIN KUYRUĞU
EVLENME
"•TAHSİS
BENİM DOKTOR OĞLUM UÇURTMANIN KUYRUĞU
EVLENME
SAHNEMİZDEN BENİM DOKTOR OĞLUM UÇURTMANIN KUYRUĞU GEÇEEN ŞARKILAR
SAHNEMİZDEN GEÇEN ŞARKILAR SAHNEMİZDEN GEÇEN ŞARKILAR
Cumartesi Pazar
YABAN ÖRDEĞİ
BENİM DOKTOR OĞLUM
ASİYE NASIL KURTULUR
21
PAPANIN KAÇIRILDIĞI GÜN
pe
Perşembe
TAHSİS
cy
15
ÇUKUROVA MÜZİK DOSTLARI DERNEĞİ
Trabzon Perşembe - Cuma
ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
Cumartesi (M) ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
Çarşamba
TAHSİS YABAN ÖRDEĞİ
ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
14
31
15,00
Pazartesi
ÇOK ORİJİNAL BİR OYUN
19
20.30
15.00-2030
Pazar
Adana
ÇUKUROVA MÜZİK DOSTLARI DERNEĞİ
10 Salı
12
Cumartesi
ÇUKUROVA MÜZİK DOSTLARI DERNEĞİ
08 Pazar(M) 08 Pazar(M) 09
GECENİN KULLARI
a
04
BİR DAHA ÇAL SAM
BENİM DOKTOR OĞLUM UÇURTMANIN KUYRUĞU
Perşembe -Cuma. 20.00 Cumartesi
15.00-20.00
Sivas Perşembe - Cuma Cumartesi
19.30
14.00-19.30
YILDIZLAR GÖKTE YAŞAR BENİM DOKTOR OĞLUM İKİ EFENDİNİN UŞAĞI RESİMLİ OSMANLI TARİHİ
KOKONA YATIYOR GEVEZE BERBER
BENİM DOKTOR OĞLUM
İKİ EFENDİNİN UŞAĞI RESİMLİ OSMANLI TARİHİ
KOKONA YATIYOR GEVEZE BERBER
BENİM DOKTOR OĞLUM
SUNAY AKIN ANLATIYOR RESİMLİ OSMANLI TARİHİ
KOKONA YATIYOR GEVEZE BERBER
BENİM DOKTOR OĞLUM
SUNAY AKIN ANLATIYOR RESİMLİ OSMANLI TARİHİ
KOKONA YATIYOR GEVEZE BERBER
BENİM DOKTOR OĞLUM
YEREL SEÇİMLER
YARINLARA GEÇ KALMADAN PRÖMİYER
İZMİR DT
'PRÖMİYER
ÜLKÜ ERAKALIN SİVAS VALİLİĞİ SİVAS VALİLİĞİ
63
Van
G.Antep
Malatya
Elazığ
Kültür Merkezi
Gaziantep D T
Malatya D T
Elazığ D T
A y d ı n D T Şükran
Sahnesi
Sahnesi
Sahnesi
Sahnesi
Güngör Sahnesi
DEVLET TİYATROLARI
Turneler
Aydın
Her Ay Her ilde Tiyatro
Yurtdışı
MART
01 Pazar (M) 01 Pazar(M) 02 Ptesi
Van
03 salı
Ctesi (M)
0 4
Çrş
0 5
P e r ş
Oyun Başlama Saatleri
Perş - Cuma BENİM DOKTOR OĞLUM
19.30 13.30-19.30
ÖDEMİŞ Gaziantep
ŞU 1941 YILINDA
06 c»ma
AYYARHAMZA
ŞU 1941 YILINDA
AYYARHAMZA
BENİM DOKTOR OĞLUM BENİM DOKTOR OĞLUM
DELİLYETERSİZLİĞİ
DELİLYETERSİZLİĞİ
07
Ctesi
(M)
ŞU 1941 YILINDA
AYYARHAMZA
BENİM DOKTOR OĞLUM
07
Ctesi
(S)
ŞU 1941 YILINDA
AYYARHAMZA
BENİM DOKTOR OĞLUM
AYININ FENDİ AVCIYI YENDİ
ÖDEMİŞ
Perş-Cuma
20.00
Ctesi
AYNIN FENDİ AVCIYI YENDİ
14.00-20.00
Malatya Cuma - C t e s i 14.00-20.00 Elazığ
08 Pazar(M)
Çrş -
08 Pazar(M)
YÜKSEKOVA
Çrş P e r ş
ÇLGIN DÜNYA
13
Cuma
ÇILGIN DÜNYA
ŞAHANE DÜĞÜN
14 Ctesi (M)
ÇILGIN DÜNYA
ŞAHANE DÜĞÜN
1 4 C t e s i (S)
ÇILGIN DÜNYA
ŞAHANE DÜĞÜN
15
Pazar (M)
15
Pazar (M)
Çrş P e r ş
BİR DAHA ÇAL SAM
ŞU 1941 YILINDA ŞU 1941 YILINDA
20
Cuma ŞU 1941 YILINDA
2 1C t e s i ( M ) 21
Ctesi
(S)
ŞU 1941 YILINDA
22 Pazar (M) 22
Pazar(M)
2 3P t e s i 2 4S a l ı 2 5
Çrş
KIŞ GELMEDEN
KÜÇÜK KARA BALIK ( M M )
KIŞ GELMEDEN
BİR DAHA ÇAL SAM
ÜÇKAĞITÇI
KÜÇÜK KARA BALIK (MM)
KIŞ GELMEDEN
BİR DAHA ÇAL SAM
ÜÇKAĞITÇI
27
Cuma
28
Ctesi
(M) GAYRİ RESMİ HÜRREM
KIŞ GELMEDEN
GAYRİ RESMİ HÜRREM
KIŞ GELMEDEN
Pazar (M) Pazar (M)
3 0P t e s i 31
Salı
RİZE
DEN01 PAMUKKALEÜNİVERSİTESİ
KAHRAMANMARAŞ
SOYTARILAR OKULU
TEK KİŞİLİK ŞEHİR
KÜÇÜK KARA BALIK (MM)
AFYON
KÜÇÜK KARA BALIK (MM)
KIŞ GELMEDEN
MUĞLA
TEK KİŞİLİK ŞEHİR
KIŞ GELMEDEN
DELİL YETERSİZLİĞİ
YEREL SEÇİMLER
BALIKESİR
ISPARTA
IĞDIR
MİSAFİR
BENİM DOKTOR OĞLUM
İKİ EFENDİNİN UŞAĞI
(01.04.2009MİSAFİR)
64
HATAY
BİR GARİP ORHAN VELİ
ÜÇKAĞITÇI
KIŞ GELMEDEN
29
MUĞLA ÜNİVERSİTESİ
BİR DAHA ÇAL SAM
GAYRİ RESMİ HÜRREM
2 8 C t e s i (S)
DÜNYANIN ESKİ ZAMANLARINDA
BİR DAHA ÇAL ŞAM
GAYRİ RESMİ HÜRREM
29
TUNUS II. İZMİR ULUSLARARASI KUKLA GÜNLERİ FESTİVALİ DÜNYANIN ESKİ ZAMANLARINDA
KIŞ GELMEDEN
P e r ş
2 6
BARIŞ
ŞU1941YILINDA DÜNYANINESKİZAMANLARINDA
Salı
1 9
TARSUS
ŞAHANE DÜĞÜN
TUNCELİ
1 6P t e s i
18
ŞAHANE DÜĞÜN
pe cy
1 2
17
Ctesi
CEZA KANUNU DÜNYANINESKİZAMANLARINDA
Salı
11
Cuma
URFA
a
10
20.00
Aydın
DÜNYANIN ESKİ ZAMANLARINDA (MM)
0 9P t e s i
Perş
İKİ BAVUL DOLUSU İKİ BAVUL DOLUSU İKİ BAVUL DOLUSU
20.00 14.00-20.00
MART AYINDA 3 YENİ 24 OYUN MART AYI OYUN DÜZENİ KAĞITHANE KÜÇÜK KEMAL ÇOCUK SAHNESİ 0212 321 73 95 BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN (Ç.O) 5-6 Mart 2009 Yazan - Yöneten: Turgut Denizer DELİ DUMRUL (GÖLGE OYUNU) 12-13-19-20-26-27 Mart 2009 Yazan: Güngör Dilmen Yöneten: Ebru Kara KAĞITHANE KÜÇÜK KEMAL ÇOCUK SAHNESİ Oyun Saatleri: 10.30 -13.30
ÜSKÜDAR KEREM YILMAZER SAHNESİ 0216 492 90 84
KAĞITHANE SADABAD SAHNESİ 0212 321 73 95
KADIKÖY HALDUN TANER SAHNESİ
0216 349 04 63
Yazan: Ekrem Reşit Rey Yöneten: Haldun Dormen Müzik: Cemal Reşit Rey
DÖNÜŞÜM 4-5-6-7-8 Mart 2009 Yazan: Franz Kafka Uyarlayan: Ümit Denizer Yöneten: Turgut Denizer
İSTANBUL EFENDİSİ (M.O) 11-12-13-14-15 Mart 2009
KIRMIZI PAZARTESİ 11-12-13-14-15 Mart 2009
Yazan: Musahipzade Celâl Yöneten: Engin Alkan
Yazan: Gabriel Garcia Marquez Uyarlayan - Yöneten: Macit Koper
VİŞNE BAHÇESİ 18-19-20-21-22 Mart 2009
MERAKLISI İÇİN ÖYLE BİR HİKAYE 18-19-20-21-22 Mart 2009 Yazan: Sait Faik Uyarlayan: Savaş Dinçel Yöneten: Ergün Işıldar
LÜKÜS HAYAT (M.O) 4-5-6-7-8 Mart 2009
Yazan: Anton Çehov Yöneten: Ali Taygun
YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ (M.O) 25-26-27-28 Mart 2009 Yazan: Aziz Nesin Yönelen: Y. Kenan Işık Müzik: Timur Selçuk
ONLAR ERMİŞ MURADINA 25-26-27-28 Mart 2009 Yazan: Georges Feydeau Yöneten: Haldun Dormen
DİNMEYEN ALKIŞLAR 11-12-13-14-15 Mart 2009
KİBRİTÇİKIZ(Ç.O) 7-8-14-15-21-22-28 Mart 2009
BİR DENİZ MASALI (Ç.O) 7-8-14-15-21-22-28 Mart 2009
Yazan: Gülsün Siren Kınal Yöneten: Engin Gürmen
Yazan: Hans Christian Andersen Uyarlayan - Yönelen: Şevket Avşar
Yazan: Seden Edgü Yöneten: Can Doğan
KENDİ GÖK KUBBEMİZ 4-5-6-7-8 Mart 2009 Yazan: Sönmez Atasoy Yöneten: Engin Uludağ
TEKRAR ÇAL SAM 25-26-27-28 Mart 2009 Yazan:Woody Ailen Yöneten: Ragıp Yavuz KÜÇÜK HAYALET (Ç.O) 7-8-14-15-21-22 Mart 2009 Yazan: Maria Clara Machado Yöneten: Ece Okay
0216 634 26 70
ÜSKÜDAR MUSAHİPZADE CELAL SAHNESİ 0216 553 03 97 İNEK 4-5-6-7-8 Mart 2009 Yazan: Nâzım Hikmet Yöneten: Mehmet Avdan
VİŞNE BAHÇESİ 4-5-6-7-8 Mart 2009
ÖLÜMSÜZ ÖYKÜ 4-5-6-7-8 Mart 2009
pe cy a
Yazan: İlan Hatsor Yöneten: Taner Barlas
FATİH REŞAT NURİ SAHNESİ 0212 526 5 3 8 0
ÜMRANİYE SAHNESİ
MASKELİLER 18-19-20-21-22 Mart 2009
KABARE (M.O) 11 -12-13-14-15-18-19-20-21 -22 Mart 2009 Yazan: Joe Masteroff Yöneten: Yücel Erten Müzik: John Kander
Yazan: Anton Çehov Yöneten: Ali Taygun
Yazan: Karen Blixen Uyarlayan - Yöneten: Y. Kenan Işık
MASKELİLER 11-12-13-14-15 Mart 2009
DERİ CEKET 11-12-13-14-15 Mart 2009
Yazan: İlan Hatsor Yöneten: Taner Barlas
Yazan: Stanislav Stratiev Yöneten: Arif Akkaya
DÖNÜŞÜM 18-19-20-21-22 Mart 2009
ÜÇ KIZKARDEŞ 18-19-20-21-22 Mart 2009
Yazan: Anton Çehov Yöneten: Nikita Milivojevic
Yazan: Franz Kafka Uyarlayan: Ümit Denizer Yöneten: Turgut Denizer
KIRMIZI PAZARTESİ 25-26-27-28 Mart 2009
BALIKESİR MUHASEBECİSİ 25-26-27-28 Mart 2009
Yazan: Gabriel Garcia Marquez Uyarlayan - Yöneten: Macit Koper
Yazan: Reşat Nuri Güntekin Yöneten: Nedret Denizhan
BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN (Ç.O) 7-8-14-15-21-22-28 Mart 2009
BENİM ARKADAŞIM YOK (Ç.O) 7-8-14-15-21-22-28 Mart 20Ö9
Yazan - Yöneten: Turgut Denizer
Yazan - Yöneten: Turgut Denizer OYUN SAATLERİ
Çrş: 15.00-20.30
-
Perş:
DERİ CEKET 25-26-27-28 Mart 2009
20.30 -Cuma: 20.30
-
Ctesi:
11.00 (Ç.O.)-15.00-20.30
Pazar: 11.00 (Ç.O.)-15.00
Yazan: Stanislav Stratiev Yöneten: Arif Akkaya
KAĞITHANE KÜÇÜK KEMAL ÇOCUK SAHNESİ Oyun Saatleri:
(M.O) Müzikli Oyun -(Ç.O) Çocuk Oyunu - (G.O) Gençlik Oyunu
Perş:
10.30 -13.30 - Cuma: 10.30 -13.30
BİLETLERİMİZ SATIŞA SUNULMUŞTUR
BİLET FİYATLARI
GİŞE SAATLERİ
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI
Müzikal Oyunlar Tam Bilet: 8 YTL İndirimli Bilet: 6,50 YTL Oyunlar Tam Bilet: 7 YTL İndirimli Bilet: 5,50 YTL Çocuk Oyunları Tam Bilet: 3 YTL Online Bilet Satışı: www.ibb.gov.tr/sehirtiyatrolari
Pazartesi, Salı: 11.00-18.00 Çarşamba, Perşembe, Cuma: 11.00-20.30 Cumartesi: 10.00 - 20.30, Pazar: 10.00 -18.00 Toplu Rezervasyon Destek: 0212 219 40 43 Hafta içi 08.30-16.00 mail: tiyatro@ibb.gov.tr
Genel Sanat Yönetmenliği: 0212 246 06 28 Müdürlük: 0212 246 06 29 - 240 22 44 Elmadağ Gişe: 02122407720 Basın ve Halkla İlişkiler: 0212 219 10 78 - 232 53 21 mail: basin.yayin@ibb.gov.tr
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni: Orhan ALKAYA
ay
cep