Temmuz 2009
Biyolojistik BİNOTEK Kulüp Bülteni
Süper kayganlık ve sürtünmesiz yüzeyler...
Embriyonik Kök Hücreler nedir?
Embriyonik Kök Hücrelerinin Tedavi Amaçlı Kullanım Potansiyelleri Nedir? Embriyonik Kök Hücrelerden Hangi Tip Hücreler Elde Edilir?
Helicobacter Plyori’nin
tarihçesi, mikrobiyolojik özellikleri, mekanizması, tedavisi ve bu bakteri için yıllarını veren Doç. Dr. Barik Salih ile röportaj...
Süper Kayganlık ve Sürtünmesiz Yüzeyler S ürtünme, temas halindeki katı cisimler arasında kaymaya karşı direnç olarak
tanımlanabilir. Bilinen bütün fiziksel olgular arasında, sürtünme çok özel ve önemli bir yer taşır. Günlük yaşantımızda sürtünme ile hemen her an içiçe olmamıza rağmen, onu ve önemini hiç düşünmeyiz bile. Sürtünmesiz ayakta durabilmek veya yürüyebilmek imkansız olurdu. Dolayısı ile bazı durumlarda sürtünmeye çok ihtiyacımız olduğu gibi, her gün kullandığımız araba ve öbür motorlu taşıt araçlarda da sürtünmenin çok asgari mertebelerde olmasını arzu ederiz. Üzerinde asırlardır çalışılmasına rağmen, henüz sürtünmenin sırrı bütün yönleri ile anlaşılmış sayılamaz. Bugün, endüstrileşmiş ülkelerde, yıllık gayrisafi milli hasılasının yaklaşık %5 kadarına yakın bir kısmının motorlu araçlar ve öbür hareket halinde olan mekanik sistemlerdeki sürtünme yüzünden kaybolduğu tahmin edilmektedir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinde, bu kaybın yaklaşık 500 milyar dolar civarında olduğu düşünülmektedir. Sürtünme dolaylı yollardan hava ve çevre kirliliğine de sebep olmaktadır. Sürtünmeyi yenmek için harcanan yakıt
enerjisinden kaynaklanan karbondioksit ve öbür zararlı gazlar direkt olarak atmosfere salıverilmekte ve bunlar da atmosferdeki hem sera gazlarının artmasına hem de ekosistemin bozulmasına sebep olmaktadır. Sürtünmesiz yüzeylerin simülasyon yoluyla tasarımı ve gerçekleştirilmesi yolunda son 20 yıl içersindeki bilimsel araştırmalar ivme kazandı. Bilhassa, atomsal kuvvet ve titreşimli tünelleme mikroskopları (AFM ve STM) sayesinde, sürtünme atomik ölçeklerde bile incelenebilir bir hale geldi. Bunlara ek olarak, hızı, hafızası, ve kapasitesi çok yüksek olan süper bilgisayarlar sayesinde, atomik ölçütlerde sürtünen yüzeylerin modellemeleri kolaylaştı ve hangi şartlar altında sürtünmenin neredeyse sıfır mertebelerine kadar indirgenebileceği tahminleri yapıldı. Bu simülasyonları takip eden deneysel çalışmalarda ise, gerçekten tahmin edilen şartlar altında sürtünmenin tamamen yok olabileceği ispatlandı. Tarihsel açıdan, süperkayganlık konusunda ilk teorik çalışmalar 1980’li yılların son çeyreğinde başlamıştır. Daha sonra yapılan deneysel çalışmalarda da,
birbiri ile atomsal mertebede uyumsuz bir temas halinde olan grafit ve silikon yüzeylerinde gerçekten sürtünmenin neredeyse sıfıra kadar düşebildiği deneysel olarak ispatlanmıştır. Bu konuda, daha sonra çalışmaya başlayan bilim insanları da, süperkayganlığın birtakım başka madde veya malzemelerde de mümkün olduğunu göstermişlerdir. Bu maddelerde de, süper kayganlık ancak atomsal mertebede uyumsuz temas durumlarında mümkün olabilmiştir ve bu maddelerin hemen hepsi katmanlı yapılara haiz grafit, molibden sülfür, veya mikadan oluşmaktadır. Süperkayganlık için özel kristal yapı ve kayma yönü gereksinimi dolayısı ile, bu tür bulgulara yapısal veya yapıya haz süperkayganlık ismi de verilmiştir. Geçen 20 yıl esnasında, elmas ve elmasa benzer karbon kaplamalar hem bilimsel hem de endüstriyel açıdan çok büyük bir ivme kazandı. Bu kaplamalar, genellikle kimyasal buharlaştırma yöntemleriyle karbon içeren hidrokarbon gazlarından (örneğin metan veya asetilen) elde edilmektedir. Bu konudaki yoğun çalışmalar sayesinde, bilim insanları çok ilginç kaplama türleri keşfettiler ve şu anda da bu kaplamalar yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Elmas ve elmasa benzer karbon kaplamaların en yoğun araştırıldığı bilim merkezlerinden birisi de ABD’nde Chicago şehri yakınındaki Argonne National Laboratory olmuştur. Burada sistematik olarak sürdürülen bilimsel çalışmalar sayesinde, yüksek hidrojen ihtiva eden hem yapısal hem de kimyasal açıdan optimize edilmiş bir elmasa benzer karbon kaplamanın çok ağır sürtünme şartları altında bile sürtünme katsayısını neredeyse sıfır (örneğin 0.001) mertebelerine indirebileceği ispatlanmıştır. 1998 yılında, bu başarı hem R&D-100, hemde Discover Magazine Ödüllerine layık görülmüş, bilim çevrelerinde de çok büyük yankılar uyandırmıştır. Sürtünme katsayısının neredeyse sıfıra yakın olması dolayısı ile de, bu kaplamaya neredeyse sürtünmesiz karbon kaplama (veya ”near-frictionless carbon”) ismi verilmiştir. Bu tür özelliklere sahip olan yeni maddelerin sentezi ancak denge dışı ve süperkritik plazma ortamlarında elde edilebilmektedir. Karbonbazlı katı maddelerde, sürtünmenin ana kaynaklarından bazıları çok kuvvetli kovalent bağlardan kaynaklan-
maktadır. Süperkayganlık için, bu bağların tamamen yok edilmesi şarttır. Şayet bu yapılmamış ise, bu bağlar sürtünme esnasında sürtünen yüzeyler arasında çok kuvvetli bağlar oluşturup, kaymayı zorlaştırmaktadır. Bu bağları yok edebilmenin en kolay yollarından birisi, bu kaplamaların içine ve sürtünen yüzeylerine gerektiği kadar hidrojen temin etmektir. Hidrojen, karbon ile çok kolay reaksiyona girer ve ona çok kuvvetli bağlar ile bağlanır. Bu kovalent bağların ortadan kaldırılması da sürtünen yüzeyleri kimyasal açıdan çok duyarsız bir kıvama getirir ve bu tür yüzeyler, sürtünme esnasında kimyasal bağ oluşturamayacağı gibi pozitif bir elektrik yük de kazanır. Temas haline getirilen iki pozitif yüklü yüzey de doğal olarak birbirini çekme veya bağlanma yerine birbirini itme özelliğine kavuşur. Bu tür yüzeyleri hidrojen ile doyurulmuş ve temas etmeleri için birbirlerine iyice yaklaştırılmış iki elmas yüzeylerin bilgisayar destekli simülasyonlarında da bu tür yüzeylerin gerçekten 2 angstromdan daha fazla yaklaştırılmaları halinde çok büyük itici güçlerin ortaya çıkacağı gösterilmiş ve bu tür yüzeyler birbirlerine karşı sürtünmeye zorlandığı durumlarda da çok düşük sürtünme katsayılarının elde edilebileceği ortaya çıkmıştır. Enerji tasarrufu bakımından çok önem taşıyan bu konuda sürtünmenin yanında bir yüzeyin mekanik ve tribolijik açılardan bekleneni verebilmesi için, öbür yüzey özelliklerinin de (örnegin, sertlik, pürüzlülük, kimyasal yapı vs.) ideal olması gerekir. Bunların yanında, ayrıca kullanılan ortamın kimyasal bileşimi ve sıcaklığı da göz ardı edilmemelidir. Ne yazık ki her türlü problemi her türlü şartlar altında çözebilecek bir madde henüz bulunmamıştır. Özet olarak, sürtünme gerçekten çok kapsamlı bir konu ve ilginç bir fiziksel olgudur. Onu kontrol edebilmek, ancak onu çok daha iyi bir şekilde anlamakla mümkün olabilecektir. İnsanoğlu, dünyaya geldiği andan itibaren devamlı hareket halinde olmuştur ve bir yerden bir başka yere gidebilmek için de devamlı birtakım yeni araçlar icat ederek daha konforlu, daha hızlı seyahat edebilmenin yollarını araştırmıştır. Hiç şüphesiz, bu eğilim 21. yüzyılda da devam edecektir. Enerji kaynaklarının gittikçe daha da azaldığı bir zaman diliminde, bizlerin gerçekten sürtünmeyi yakın bir takibe alıp, onu daha iyi nasıl kontrol edebiliriz, hatta tamamen nasıl ortadan kaldırabiliriz, sorularına cevap vermemiz gerekmektedir. Sürtünme ve süperkayganlık konusunda geniş çaplı bilgi edinebilmek için birçok makale ve kitaplar mevcuttur. Bu bülten tamamıyla TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Konu Yazarı: P r o f . D r . A l i E r d e m i r Argonne National Laboratory Energy Systems DivisionArgonne, Illinois ABD Ulusal Nanoteknoloji Merkezi Yüzey Çalışma Grubu Bilkent Üniversitesi Özetleyen - Hazırlayan : Burak Yener
EMBRİYONİK KÖK HÜCRELER B ir insanın yaşama attığı ilk adımları kapsayan embriyo evresinde ortaya çıkan kök hücreler son yıllarda genetik biliminin ve tıbbın gözdesi haline
geldi. Nedeni, bunların bedenimizde bulunan her türlü hücreye dönüşebilme potansiyelini içlerinde taşımaları. Kök hücreler, kendini yenileme özelliğine sahip vücut içinde veya laboratuvar ortamında uygun şartlar sağlandığında bir çok farklı hücre tipine dönüşebilen farklılaşmamış hücrelerdir. Yetişkin kök hücreleri, kordon kanından elde edilen kök hücreler ve embriyonik kök hücreler günümüzde bilinen 3 temel kök hücre kaynaklarıdır. Embriyonik kök hücrelerinin, diğer vücut hücrelerine kıyasla son derece yüksek bir çekirdek/sitoplazma volüm oranı mevcuttur ve belirgin pronüklenus yapısı içerirler.
Bu hücreler, destek hücreleri üzerindeki kültürleri sırasında üç boyutlu kolonileri oluştururlar. Embriyonik kök hücrelerinin bir diğer önemli özelliği, kanser hücrelerine benzer sürekli bölünebilme özelliğine sahip olmaları ve bu hücrelerden farklı olarak normal bir karyotip yapısına sahip olmalarıdır. Embriyonik kök hücreler 5 günlük embriyodan elde edilir. ES (embriyonik kök hücreler) hücrelerden hücre kültürü oluşturabilmek için blastokistin dış kısmı çıkarılır ve iç hücre kütlesi elde edilir. Bu hücrelerin kültüre edilmesi sonucunda pluripotent kök hücreleri elde edilir. Pluripotent özelliğe sahip bir kök hücre kendini yenileme özelliğine sahiptir ve pek çok vücut hücresine dönüşebilir. İnsan ES hücreleri ve insan EG(embriyonik germ) hücreleri özelliklerini kaybetmeden uzun süre kendilerini yenileyebilirler. İnsan germ hücreleri de benzer özellikler göstermesine rağmen bazı noktalarda ayrılırlar. Her ikisi de uzun bir süre kromozomal bir sapma göstermeden bölünebilirler,
kültürde XX ve XY üretebilirler ve pluripotent hücre özellikleri gösterirler. Her ikisi de spontan olarak üç germ yaprağından köken dokulara dönüşebilirler. Ancak, insan blastokistinden elde edilen embriyonik kök hücreler ve embriyonik germ hücreleri, invitro büyüme özellikleri ve invivo olarak gösterdikleri özellikler açısından farklıdır. İnsan ES hücrelerinin iki yıl boyunca kültürde birkaç yüz doubling time (iki katına çıkma zamanı) yaptığı gösterilmiş iken EG hücreleri sadece 70–80 doubling time yapabilmiştir. Ayrıca insan ES hücreleri immunosupresyon yapılmış farede farklılaşmış hücre içeren teratom oluştururken, EG hücreleri böyle bir özellik göstermemiştir.
Embriyonik Kök Hücrelerden Hangi Tip Hücreler Elde Edilir?
Embriyonik kök hücreleri destek hücreleri ve ajanların yokluğunda başkalaşarak elde edildikleri canlı vücudunu oluşturan her türlü hücre ve dokuya dönüşebilirler. Son yirmi yıl içerisinde laboratuvar ortamında embriyonik kök hücrelerden farklı tipte somatik hücreler elde edildi. Elde edilen somatik hücreler; kan hücreleri, endotel hücresi, kalp kası ücresi, çizgili kas hücresi, düz kas hücresi, yağ hücresi, kemik, kıkırdak hücresidir.
Embriyonik Kök Hücrelerinin Tedavi Amaçlı Kullanım Potansiyelleri Nedir?
Öncelikle fare embriyonik kök hücreler ile gerçekleştirilen çalışmalarda, bu hücrelerin çok farklı hücre tiplerine dönüşebildiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır.İnsan embriyonik kök hücreleri,sahip oldukları sürekli kendilerini yenileme ve insan vücudunu oluşturan tüm hücrelere dönüşebilme potansiyelleri sayesinde, yakın gelecekte Alzheimer,diya bet,Parkinson,enfarktüs gibi günümüzde tedavi imkanı olmayan veya son derece sınırlı olan hastalara bu imkanı sağlayabileceklerdir.Ayrıca, deney hayvanlarıyla yapılan çalışmalarda bu hücrelerin üreme hücresi oluşturabildikleride gösterilmiştir. Bu nedenle gelecekte oosit veya spermi olmayan kişiler için de kök hücrelerin infertilite tedavisinde kullanımı gündeme gelebilecektir. KAYNAKLAR: http://www.kokhucredernegi.org.tr/tur/kok_hucre/embriyo.htm http://www.denizce.com/kokhucre.asp http://www.tupbebek-genetik.com/kokhucre.htm
Hazırlayanlar: AYŞE ALTUN- ASLI ÖZKAN- HAVVANUR PAKSOYAYŞEN GÖK
Helicobacter Pylori Nedir?
Tarihçesi; H.bacter pylori’ye benzer özellikteki bakteriler ilk kez 1983 yılında Bizzozero’nun yaptığı bir deneyde görülüyor. Yine 1906’da Krienitz benzer bir bakteriyi mide kanserli bir hastanın midesinden izole etmiş, buna rağmen bilim 1982 yılına kadar mideyi asitli ortamından dolayı steril kabul etmiştir. 1938’de Donges, otopsilerden aldığı mide içeriklerinde bu bakterinin sıklığını %43 olarak saptamış, ancak mide hastalıkları ile ilişkisini bulamamıştır. 1940’larda Freedburg ve Barron ülser veya kanser nedeni ile parsiyel mide rezeksiyonu yapılan 35 hastadan 13’ünde spiral bakteri saptamışlardır. H.Pylori’nin salgıladığı üreaz enzimini ise ilk kez 1924 yılında Luck ve Seth tanımlamıştır.
1955’de Kornberg ve Davies, gastrik üreaz aktivitesinin genelde korpusa lokalize ve bakteriyel kaynaklı olduğunu göstermişlerdir. 1975’de Steer ve Collin-Jones, mide ülserli hastaların mide mukozalarından alınan biopsilerde, mukus tabakası altında bakteri varlığını göstermişler, bu bakterinin mukozal direnci kırarak ülsere neden olabileceğini belirtmişlerdir.Fakat bakteriyi kültüre edemedikleri için konu tartışmalı olarak kalmıştır. 1980’li yıllarda Warren, Avustralya’da aktif gastritli 135 hastanın mide mukozasında, Campilobakter Jejuni benzeri kıvrımlı spiral basili gözlemiş, 1982’de ise Warren ve Marshall, Avusturalya’da standart Campilobakter kültür ortamına ve seçici olmayan besiyerlerine antral biopsi örneklerini ekerek bakteriyi izole etmeyi başarmıştır. Mikrobiyolojik Özellikleri; H.Pylori, gram (-), unipolar, kıvrımlı veya spiral, hareketli, kunt ve yuvarlak uçlu, 4-6 unipolar kirpiğe sahip, mikroaerofilik, 0.5-1 mikrometre genişliğinde, 2.5-4 mikrometre boyunda bir bakteridir. H.Pylori, canlıda spiral şekillidir. Campilobakterlerin tersine flageli kılıflıdır
ve distalde yine Campilobakterlerde görülmeyen uç şişkinlikler ve disklere sahiptir. Zorunlu mikroaerofildirler.(oksijenli solunum yapan) H.Pylorinin üremesi için ortama eklenen karbondioksit yanında optimal oksijen konsantrasyonu % 2-8 dir . H.Pylori enerjisini muhtemelen aminoasit ve yağların metabolizmasından sağlamaktadır. H.Pylori’yi doku kesitleri ve yayma preparasyonlarda görüntüleyebilmek amacı ile, hematoksileneosinin yanısıra, Warthin-Starry gümüş boyası, akridin oranj, gram boyama ve giemsa kullanılmaktadır.
Bakteriler dokuda mukus altında, epitel hücrelerinin yüzeyinde ve lümende görülürler. H.pylori midede antrumda yerleşerek yaşar ve mukus içerisinde koloniler yapar. Üreaz enzimi ile üreyi amonyağa çevirip, çevresinde bazik bir ortam oluşturmak suretiyle kendisini mide asidinin zararlı etkisinde korur. Helicobacter genusu içinde sadece H.pylori’nin konakçısı insandır. H.pylori midede antrumda mukus tabakası içinde serbest olarak yer almakla birlikte, adhezin aracılığı ile endotel hücresine yapışma ve hücre içi endositozu da söz konusudur.
Mekanizması; Bakterinin patojenite özellikleri, konakçıda yerleşmesini sağlayan kolonizasyon faktörleri, kolonizasyonun devamı ve bakterinin yaşamını sağlayan devamlılık faktörleri, mide mukozasında hasar yaratan hastalık oluşturucu faktörler ile ilişkilidir. Sadece mide epitelinde kolonize olabilen H.Pylori, metaplastik mide epitelinin varlığında özofagus ve duodenumda da yerleşebilir.
gen lokusları yanında İce A olarak isimlendirilen üçüncü bir genetik lokus da saptanmıştır. Bu belirteçler, birbirlerinden bağımsız olmamakla birlikte farklı mide hastalıklarında risk derecesini yansıtabilmektedir. Gelecekte H.Pylori genotiplerinin bilinmesi farklı hastalık gruplarında
H.Pylori’nin tam olarak hangi mekanizmalarla mide epitelinde zarar oluşturduğu anlaşılamamıştır. Mikroorganizma, sitotoksin, üreaz, müsinaz, lipaz, fosfolipaz A, hemolizin gibi bir çok
enzim ve toksin salgılamaktadır. Organizmanın ayrıca kişinin mukus bariyerini zayıflatan bir proteaz ve doku kültüründe hücrelerde vakuolizasyona neden olan bir sitotoksin salgıladığı da bilinmektedir (Vac A). Bu sitotoksin H.Pylori vakalarının %60’ında
gösterilebilen 87 DA (Dalton Angstrom) ağırlığında bir proteindir. 128 kDA ağırlığında bir başka protein ise Cytotoxin associated gene A (Cag A) olarak adlandırılmıştır. PCag A proteini taşıyan suşların, Cag A taşımayanlara göre daha virulan oldukları bilinmektedir. Bu iki protein ve onları kodlayan
risk altında bulunan kişilerin saptanmasına olanak sağlayacaktır. Elektron mikroskobu ile yapılan çalışmalar sonucunda bakterinin E. Coli’ye benzeyen yapışma ayakçıkları ve bazı adhezyon proteinleri ile hücre zarına yapışabildiği ve direkt mekanik etki ile hücre ayrışmasına yol açabildiği düşünülmüştür.
Son yıllarda infeksiyon sırasında ortaya çıkan iltihap ve iltihap medyatörlerinin hücresel zararı oluşturduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Tedavisi; H.pylori peptik ülserleri bakteriyi öldüren,midedeki asidi azaltan ve mide zarını koruyan ilaçlarla tedavi edilir. Bakteriyi öldürmek için antibiyotikler kullanılır.Iki cins asit üretimini bastıran-azaltan ilaç kullanılabilir; H2 bloke ediciler ve proton pompalı önleyiciler. H2 bloke ediciler,asit salgılanmasını uyaranstimule eden histamini bloke ederek-engelleyerek işe yararlar. H2 bloke ediciler ve proton grubu ilaçlar,yani bu ikisi yıllardır mide ülserlerinin tedavilerinde reçetelere tek başlarına yazılmıştır.
Ama bunlar reçetelere böyle tek başlarına yazıldıklarında, H.pylori’yi yok etmiyorlar ve böylece de H.pyloriden kaynak-lanan ülserleri de tedavi etmiyorlar. Pepto-Bismol’un içindeki bismuth subsaaliccylate midenin içindeki zarı asitten korumak için kullanılır. Bu da H.pyloriyi öldürür. Tedavi genellikle antibiyotikler asit üretimini bastırıcılar ve mideyi koruyucuların bileşimi ile yapılır. Dünyanın dört bir yanında peptik ülserde uygulanan antibiyotikler değişebilir çünkü değişik bölgelerde bazı antibiyotiklere direnç görülmektedir. İnsanların vücutlarında işe yaramamaktadır. H.pylori tedavisinde tek bir ilaç kullanımı asla tavsiye edilmez. Şu andaki son bilgilere göre, en etkili tedavi 2 hafta süren, üçlü tedavi denen tedavidir, bu bakterileri öldürmek için iki adet farklı antibiyotik ve de ya asit üretimini bastırıcı veya mide iç zarını koruyucu bir ilaç üçlüsüdür. Bu 2 haftalık üçlü ilaç tedavisi ülserin semptomlarını azaltır, bakterileri öldürür ve hastaların %90’nında ülserin tekrarlamasını önler. Malesef, hastalar üçlü ilaç tedavisini uygulamayı komplike bulabilirler çünkü bazen günde 20 adede varan sayıda çok ilaç almayı gerektirebilir. Hem de bu üçlü ilaç tedavisinde kullanılan antibiyotiklerin ,tedavide görülen bazı yan etkileri vardır; mide bulantısı, kusma, ishal, koyu renkli dışkı, ağızda metal tadı, baş dönmesi, baş ağrısı ve kadınlarda vajinada vs mantar. Bircok yan etkiler ilaçlar kesilince geçer, tedavi edilebilir. Herşeye rağmen, son araştırmalara göre, 2 haftalık, üçlü ilaç tedavisi en ideal olanı.(bu üçlü ilaç ABD de tek bir kit içinde birlikte tek ambalaj içinde satılmaktadır) Öteki ülkelerdeki araştırmaların erken elde edilen sonuçlarına göre de, 1 haftalık tedavi de, 2 haftalık tedavi kadar ve daha az yan etkilerle etkili olabilmektedir. Başka bir seçim de 2 haftalık iki ilaçlı tedavidir. Iki ilaç bir antibiyotik ve asit bastırıcıdır. Üçlü terapi kadar etkili değildir. Iki haftalık dörtlü ilaç tedavisi, ki bunda iki antibiyotik asit bastırıcı ve mide zarını koruyucu ilaçtan ibarettir ve araştırma çalışmalarında ümit verici görülmektedir. Buna bismuth üçlü tedavisi de denmektedir. Kaynaklar; http://tr.wikipedia.org/wiki/Helicobacter_pylori Hazırlayanlar; GÖZDE KARA-RECEP TURAN
Doc.Dr. Barık Salih ile H.Pylori Hakkında Röportaj Yıllardır helicobacter pylori üzerinde çalışmalarını sürdüren Fatih Üniversitesi Biyoloji bölümü hocalarından Sayın Doç. Dr. Barık SALİH’le, konu üzerinde yapmış olduğumuz araştırmalar esnasında aklımıza takılan noktaları sormak ve hocamızın bu konu hakkındaki deneyim ve görüşlerini almak için bir röportaj yaptık.Bu röportaj için sayın hocamıza teşekkür ederiz…
Bilindiği kadarıyla Helicobacter pylori oldukça zararlı bir bakteri ve insanda bu bakterinin üremesi için oldukça uygun koşullar bulunuyor. Buna göre bakterinin üreme koşullarının midede olduğu ve gerçekten iyi bir bağışıklığa sahip olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet, kesinlikle güçlü bir bağışıklığa sahip. Helicobacter pylori midede yaşayan bir bakteri ve normalde bakterilere aşılar uygulanır ve tedaviler bu şekilde yapılır ancak Helicobacter pylori için bunlar pek etki etmiyor. Evet hatta üçlü antibiyotik tedavisinin bir yıla kadar uzadığı söyleniyor. Evet, dolayısıyla tedavi süreçleri oldukça uzun. Tedavi edildikten sonra ilaç veriliyor ancak bu ilaçların etkisi de değişti. Çünkü bakteri devamlı direnç oluşturuyor, dolayısıyla farklı tedaviler uygulanıyor, dörtlü tedavilerde var mesela. Bir de sahip olduğu iki gen var ki oldukça konuşuluyor; cagA ve vag A. Bu genler sayesinde de savunması oldukça gelişmiş olabilir mi? Bu genlerin önemi ne? Her Helicobacter pyloride de bulunur mu? Bunlar oldukça önemli genler. Şimdi örneğin Helicobacter pylori gastrit ve ülser yapıyor, gastrit çok daha yüzeysel bir rahatsızlık, mide duvarında mukozanın zarar görmesi, böyle bir durumda bu bölgeyi araştırdığımızda cag A ve vag A çoğunlukla çıkmaz yani her Helicobacter pylori’de bulunmaz. Ancak bir peptik ülser ya da mide kanseri vakasını incelediğimizde %100 e yakın bu genlerden görülür.
Yani bu genlere bakarak, hastalığın ne kadar ilerlemiş olduğunu anlayabilir miyiz?
Evet, ileri derece mide rahatsızlıklarında Helicobacter pylori mevcutsa kesinlikle çıkan genlerdir. Mide de daha çok tahribat yapar.
Tedavi yöntemleri de bu genler üzerinden etkili olabilir mi?
Yok, hayır, bunlar üzerinden olmuyor. Tedavi yöntemleri asitliği azaltma yönünde de oluyor, çünkü biliyorsunuz zaten mide de asit var ancak asitliğin derecesi ne kadar artarsa Helicobacter pylorinin de katkısıyla açık yaraların tahribi çok daha ileri düzeyde oluyor, genelde tedaviler bu yönde de olabiliyor.
Özellikle 10’lu yaşlardaki çocuklarda Helicobacter pylorinin ileriki yaşlardan daha fazla görüldüğü saptanmış, bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında bu tamamen yetiştirme tarzına bağlı, şu anda 10 çocuktan 8inde Helicobacter pylori var ve bu oldukça yüksek bir rakam özellikle Türkiye’de bu daha fazla. Örneğin ufak bir çocuğu çok fazla seviyoruz, çok fazla dokunuyor, öpüyoruz, anneler bebeklere mama vermeden ilk önce kendileri bakarlar tadına ve öyle yedirirler mesela, ya da özellikle kalabalık ailelerde 2 kardeşin aynı yatakta yatması gibi faktörlerde bulaşma konusunda etkili olmaktadır. Aslında bunlar yanlış şeyler biraz da ufak yaştan itibaren gelen bir alışkanlık, dolayısıyla çocuklarda fazla olmasının sebebi de biraz bu ihmaller. Batı ülkeleri yavaş yavaş bu konuyu oldukça ciddiye almaya başladı ve gerçektende hastalıklar azalmaya başladı.
Yapılan bir araştırmaya göre, hipertansiyon ve hiperkolestrol hastalarının obezite olan hastalara göre Helicobacter pylori taşıma riski daha fazla. Helicobacter pyloriyi bunun gibi her hastalığın sebebi ya da sonucu saymak ve oranlar yapmak ne kadar doğru olur sizce? Aslında bunlar için kesin şeyler söylenemez yani; obezite var diye kesin Helicobacter pylori vardır gibi. Örneğin farklı araştırmalarda var ama ne kadar doğru bilemeyiz. Bizde okulumuzda bunu araştırdık safra taşı olan kişi de Helicobacter pyloriye rastladık mesela ama her safra taşı olanda da Helicobacter pylori vardır da diyemeyiz. Elbette yiyecekler de etkili obezite hastaları ya da hipertansiyon hastaları için ama yalnızca bunlara da bağlayamayız.
Helicobacter pylorinin gastrit ve peptik ülser dışında sebep olduğu belli başlı hastalıklar var mıdır? Mide kanseri ve malt lenfomayı oluşturmaktadır.
Helicobacter pylorinin özellikle vücut sıvılarıyla bulaşıcı olduğunu biliyoruz. Ancak Helicobacter pyloriye sahip olan bir annenin sütünden normalde Helicobacter pyloriy’i kapması gereken bebeklerde, midelerinde bulunan bir enzim sayesinde Helicobacter pylorinin oluşumuna izin verilmiyor. Bu sıra dışı mekanizma Helicobacter pylori için geliştirilen ilaçlara konu olabilir mi?
Bununla ilgili geniş bir bilgimiz yok, ama dediğim gibi eğer Helicobacter pyloriyi sindirecek bir enzim olacaksa bu çok özel olmalı çünkü Helicobacter pyloriden başka hiçbir bakteri bu kadar asidik bir ortamda yaşayamıyor. Bununla ilgili daha geniş araştırmalar yapılabilir tabiki.
Bir insan Helicobacter pyloriyi kaptığı zaman onu yok etme gibi bir şansı var mı?
Elbette tedavilerle var ancak düşünün dünya da 3 milyar insan Helicobacter pylori taşıyor ve bunların her birini tedavi etmek neredeyse imkânsız, bunun yerine halk bilinçlendirilmeli, bakanlıklardan da yardım alarak. Şu anda antibiyotik tedavisi yapılabiliyor elbette ancak git gide taşıyıcı sayısının artması hiç iyi değil. Mide kanseri ve malt lenfomayı oluşturmaktadır.
Helicobacter Pylori Doc.Dr. Barık Salih
Bu antibiyotikler Helicobacter pyloriyi tamamen yok edebiliyor mu?
elbette zorlandık ama uygun şartlar zaten laboratuvarlarda sağlandığından, artık bizler çok büyük zahmetler çekmiyoruz.
Tabi tamamen yok ediyor. %10 gibi de bir dirençlilik elde etmiş durumda fakat %90 da büyük bir pay oluyor yok etme açısından.Tedaviden ziyade bilinçlendirme gerekli.Dünya da bunu yok etmeye çalışıyor. Biz bunu yapabiliriz niçin biz başlatmayalım...
Peki Hocam son olarak, araştırmalarınızda Helicobacter pyloriyi seçmenizin sebebi ne oldu?
Helicobacter pyloriyi kültürde üretmek istesek bu zahmetli olur mu? Ne gibi ortamlar gereklidir? Aşırı bir zahmeti yok ancak bazı ortam koşulları da gerekli tabii mesela mikoaerofik ortam gereklidir. Oksijen miktarını ayarlamalısınız oksijenin normalden daha az olması gerekiyor. Ardından 18 saat ortalama bekledik. İlk başlarda
Hastane de laboratuvarda inceleme yaparken, doktorlarla beraber oldukça karşılaşıyorduk, bir süre sonra bazı yöntemler gelişti (örneğin endoskopi yapmadan Helicobacter pyloriyi tespit eden yöntemler vs) bunlar üzerine çalışırken bu şekilde başladı. İlgili başladı ve ilgimi çekmişti gerçekten de, hala daha çalışmalar yapıyoruz, 27 sene oldu... Hazırlayanlar: ELİF DİLARA BOZKURT GÖZDE AKÇAOĞLU
www.binotek.org