Sayı 1 | Mart 2010
BİnoM Biyo ve Nano Teknoloji(BİNOTEK) Kulübü Bilim Sağlık ve Teknoloji Dergisi
Domuz Gribi Nanoteknolojiyi Doğru anlamak KANSER
Yeni ilaçlar ve Yöntemler
SAĞLIK Hayat Kurtaran 10 Madde
Güncel Bilim ve Biyoteknoloji Haberleri
BİnoM Biyo ve Nano Teknoloji(BİNOTEK) Kulübü Bilim Sağlık ve Teknoloji Dergisi
Değerli okurlarımız, BİNOTEK Yayın Ekibi olarak dergimizin 1. sayısının sizlere ulaşmasının mutluluğunu ve heyecanını yaşıyoruz. BİNOTEK Kulübü’nün kuruluş amacı doğrultusunda “Yetişen biz gençlerin, kabiliyetlerini ve eğilimlerini bilimsel araştırma alanlarına yöneltmek, bu konuda çalışma hevesini gençlik arasında yaymak ve en genel anlamda bilimsel çalışmaları sizlere tanıtmak, yeni buluşları sizlerle paylaşmak ve doğru bilgileri verebilmek amacıyla yayınlar yapmak” ilkesini benimseyen bizler görevimizin bilincinde olarak sizlere her ay dergi hazırlamaya çalışıyoruz. Binotek Kulübü Yayın Birimi olarak başladığımız bu uzun ve zahmetli yolda aramıza yeni katılan arkadalarımızdan aldığımız enerji ve akademik danışmanlarımızdan aldığımız destek sonucunda yeni ve sürekli bir dergi hazırlamaya karar verdik. “BİNOM” ismi verdiğimiz dergimizde, bültenden farklı olarak getirdiğimiz bir kaç değişikliği de sizlerle paylaşmak isterim: •Güncel haberler ve konular hakkında geniş bilgilendirme, •İçerik tasarımı yeniden düzenleme, •Okurlarımızın bize yolladığı bilimsel yazıları yayınlama, •Ve son olarak bundan sonraki bültenlerimizde, üniversitemizde biyoloji, biyoteknoloji ve moleküler biyoloji alanında çıkan makaleleri özet bir şekilde sizlerle paylaşma kararı alındı. Getirdiğimiz bu yenilikler ve sizlerin de desteğiyle daha kaliteli yayın ilkemizi geliştirmeyi hedefliyoruz… Hızla gelişen ve büyüyen BİNOTEK ailesine katılımlarınızı ve desteklerinizi bekliyoruz. Yayın Kurulu üyelerine, BİNOTEK üyelerine ve emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Mart ayı 1. sayımızda ana tema olarak “Domuz Gribi” konusunu ele aldık. Domuz gribi hakkında detaylı olarak bilgilendirmenin yanında Dünya’daki ve Türkiye’deki verileriyle de domuz gribi salgınının boyutlarını sizlerle paylaşmak istedik. BİNOTEK Yayın Ekibi olarak siz sevgili okurlarımıza sevgi ve saygılarımı sunuyor, 2. sayımızda tekrar buluşmak ümidiyle esenlikler diliyorum. Burak Yener
Yayın Birimi Başkanlığı Burak Yener Tutku Özarpacı Grafik Tasarım-Uygulama Haluk Emre Göktürk Burak Yener Yayın Ekibi - Yazı ve Araştırma Mehtap Aydın Melike Tekman Süleyman Demirhan Çiğdem Dündar Mustafa Korkutata Sude Ertem Müge Çataloğlu Duygu Kırkık Rukiye Duran Elif Candan Merve Selçuk Kübra Kılıç
BİNOTEK Kulübü Fatih Üniversitesi
RNA AĞI CANLI BAKTERİ HÜCRESİNDE İLK KEZ GÖRÜNTÜLENDİ
RNA Ribonükleik asit veya RNA bir nükleik asittir, nükleotitlerden oluşan bir polimerdir. Her nükleotit bir azotlu baz, bir riboz şeker ve bir fosfattan oluşur. RNA pekçok önemli biyolojik rol oynar, bunların arasında DNA’da taşınan genetik bilginin proteine çevirisi (translasyon) ile ilişkili çeşitli süreçlerde de yer alır. RNA tiplerinden olan mesajcı RNA, DNA’daki bilgiyi protein sentez yeri olan ribozomlara taşır, ribozomal RNA ribozomun en önemli kısımlarını oluşturur, taşıyıcı RNA ise protein sentezinde kullanılmak üzere kullanılacak aminoasitlerin taşınmasında gereklidir. Ayrıca çeşitli RNA tipleri genlerin ne derece aktif olduğunu düzenlemeye yarar. RNA, DNA’ya çok benzer olmakla beraber ama bazı yapısal ayrıntılarında farklılık gösterir. Hücre içinde RNA genelde tek zincirli, DNA ise genelde çift zincirlidir. RNAnükleotitleri riboz içerirler, DNA ise deoksiriboz (bir oksijeni atomu eksik olan bir riboz türü) vardır. DNA’da bulunan timin bazı yerine RNA’da urasil vardır ve genelde RNA’daki bazlar ayrıca kimyasal modifikasyona uğrar.
tiler. Böylece RNA nın çoğunlukla sınırlandırılmış hücre içindeki hareketleri- RNA olmasıydı” dedi. Bu ni gözlemleyebildiler. da büyük olasılıkla DNA tarafından işgal edilen bakBroude “Bizim durumu- teri hücresinin ortasında muzda, proteinler flore- daha az RNA’ya erişildiğini san olur. Çünkü RNA’lar gösteriyor. bağlanır ve eğer RNA yoksa proteinlerde görünAyrıca araştırmacılar; mez” diye açıkladı. bu proteinlerin RNA sarmal yapılarını, DNA Son yıllarda yeni ilaç teBu yeni çalışmada; replikasyonlarını ve diğer davileri nedeniyle RNA ile imalat proteinleri büyük ilgi görmüştür. RNA’ların saptanması ve bakteri hücrelerinin iç olayları hakkında bulunan bilgiler çok zayıftı. Canlı bir hücrenin içindeki RNA’yı işaretlemek büyük bir sorundu. Boston Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Bölümünden Doçent Natasha Broude bu sorun için bir yol bulduğunu açıkladı. Bilim adamları canlı bir hücre içinde RNA ağlarını göremediklerini ancak bu yeni teknoloji sayesinde bunun mümkün olacağını ve bu çalışmada molekülün nasıl çalıştığı hakkında yeni bilgiler edinileceğini açıkladılar.
Üst düzey araştırmacı olan ‘Broude Proceedings of the National Academy of Sciences’ son sayısında “Hücre içinde herhangi bir protein etiketlenip ne yaptığı gözlenebilir. Ancak bu RNA için çok zordur. Çünkü RNA proteinlerden ve DNA’dan daha hareketlidir. ” diye açıklamıştır. Daha önce bilim adamları RNA etiketlemeleri için yeşil floresan proteinini (GFP) kullanmaktaydılar. Fakat daha çok proteinler (GFP) ile etiketlenirlerdi. RNA’lar ise çok fazla parladıklarından dolayı Broude ilk olarak boyayı azaltmıştı.
RNA sentezlerini kontrole almak için bu sistemi değiştirdiler. Bu yeni sistemle RNA’lar kısa sürede görünür hale geldi. Çalışmada; Eschericha coli hücrelerini, basit bakteri modellerini ve bir nonfunctional RNA kullandılar. Bu ortak çalışmada; RNA’yı ve hücre hareketlerini izlemek için Broude’un meslektaşlarından Boston Üniversitesi’nde biyoloji mühendisliği Doçenti Amit Meller tarafından geliştirilen; sofistike bir mikroskop ve algılama sistemi kullandılar. Meller’ın sistemi; hücre içindeki RNA’ları yüksek çözünürlükte görme imkânı sağladı.
2007 yılında; Broude ve meslektaşları, proteini inaktif eden iki parçalı küçük protein sentezleri geliştirdiler. Daha sonra küçük RNA dizilimleri ekleyerek, bütün olan proB r o u d e ; “ İ l k tein parçalarını aldılar. RNA ş e y, molekülünü oluşturdular g ö r d ü ğ ü m ü z ve parlak yeşil olanları çek- hücrenin çevresinin
önemli süreçlerinde hücre iskeleti içinde göründüğünü kaydetmişlerdir. Broude “bu süreçler bakteri yaşamını bütünüyle değiştirecek olan gerekli yapı elemanlarıdır. Ama önce ihtiyacımız olan şey RNA sarmal yapılarının fonksiyonları hakkında daha fazla bilgi edinmek gerekiyor” diye konuştu. Bu yeni teknoloji ile Broude ve meslektaşları; RNA ağının yerinin saptanması, RNA’nın canlı bakteri hücreleri içinde başka hareketleri ve daha sonra ökaryotik hücreler içindeki hareketleri hakkında daha fazla bilgi edinmeyi amaçlıyor. Kaynak: http://www.sciencedaily.com/ releases/2009/10/091022134448.htm
Çiğdem Dündar
Virtopsi... İsviçreli doktorlar, ölüm sebebini yüzde 80’e kadar belirleyebilen, aralarında optik 3D tarayıcısının bulunduğu aletler sayesinde cesedi açmadan, yılda yaklaşık 100 otopsi yapabiliyor. Berne Üniversitesinden Profesör Michael Thali ve meslektaşları, tüm ani ölümleri ya da doğal yoldan olmayan ölümleri incelemek için 2006’dan bu yana “virtopsi” adı verilen bir sistem geliştirdi. Thali,
laboratuvarında
yaptığı
Yaklaşık yarım saat süren otopsi sırasında ceset bir masanın üzerine
açıklamada, bu sistem sayesinde vü-
yatırılıyor ve yüzeysel tarayıcılar aracılığıyla vücut taranıyor. İki teknisyen de
cudu açmadan yaraların ve ölüm ne-
elde ettikleri verileri bilgisayarlar aracılığıyla değerlendiriyor.
deninin yüzde 60-80’ini belirleyebil-
Thali, İsviçre’nin başkenti Berne’deki laboratuvarın, yüzeysel tarayıcının CT
diklerini söyledi.Bu sistemle yapılan
manyetik rezonans tarayıcı, ölüm sonrası anjiyografisi ve ölüm sonrası bi-
otopsilerin avantajının, yaratılan
yopsisiyle kullanıldığı dünya çapında tek yer olduğunu belirtti.
dijital kayıtların internet aracılığıyla
Profesör, bu donanımın maliyetinin 1,98 milyon dolar olduğunu açıkladı.
paylaşılabilmesi olduğunu belirten Thali, sistem sayesinde kesme olmadığı için vücuda herhangi bir zarar verilmediğini kaydetti. VİRTOPSİ • Aralarında optik 3D tarayıcısının bulunduğu aletler sayesinde cesedi açmadan yılda yaklaşık 100 otopsi yapabiliyor. • Yaklaşık yarım saat süren otopsi sırasında ceset bir masanın üzerine yatırılıyor ve yüzeysel tarayıcılar aracılığıyla vücut taranıyor.
Kaynak: http://www.cnnturk.com/2009/bilim.teknoloji/bilim/11/25/kansiz.bicaksiz.otopsi.virtopsi/553134.0/index.html
Tutku Özarpacı-Melike Tekman
Kanser tedavisinde altın kapsül... Türk ve Amerikalı bilim insanlarının kanserli hücreleri altın nano kapsüllerle yok etmeyi başardığı açıklandı. Proje şimdi de New York Times’e konu oldu... Kanser tedavisinde önemli bir süreci başlatan bilimsel bir araştırmada iki Türk bilim adamı da var. Washington Üniversitesi’nden bir ekip ile Gazi Üniversitesi’nden Mustafa Selman Yavuz ve Gürer Budak, kanserli hücreyi en az zararla yok eden bir çalışmaya imza attı. İçinde ilaç molekülü bulunan altın kapsül, güdümlü olarak kanser hücresini bulmayı ve yok etmeyi başardı.
Washington Üniversitesi’nden bir ekip ile Gazi Üniversitesi’nden Mustafa Selman Yavuz ve Gürer Budak, kanserli hücreyi en az zararla yok eden bir çalışmaya imza attı.
Dünyada milyonlarca kişiyi tedavi yönteminin tehdit eden kanserin teda- Bu visinde yeni ve önemli bir avantajı daha az miktarda ilaç kullanımının sağlanması ve konsüreç başlıyor. trolsüz olarak ilaç salınımının Bilim adamları kanserli hüc- önüne geçmesi. reyi, en az zararla yok eden bir yöntem geliştirdi.
Yani bu yöntem hastayı kanser ilaçlarının ağır yan etkilerinden de koruyacak nitelikte.Tedavi henüz deneme aşamasında... Altın kapsüller laboratuar ortamında şimdilik başarılı sonuçlar verdi.
Gazi Üniversitesi Nanotıp ve İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi’nden Mustafa Selman Yavuz ve Gürer Budak’ın da içinde bulunduğu projenin diğer ayağında ise Washington Üniversitesi bulunuyor.
Bir sonraki aşama canlı dokular ve hayvanlar üzerinde yapılacak deneyler olacak.
İçinde ilaç molekülü bulunan metrenin 50 milyarda biri büyüklüğündeki altın nano kapsül, kanser hücrelerini yok etmeyi başardı.
Kanser tedavisinde çığır açacak bu yöntem, çok sayıda hasta için, önemli bir tedavi yöntemi olacak.
Bu tedavide güdümlü olarak tam kanserli bölge hedefleniyor. Nanoteknoloji ile hazırlanan ilaçlı altın kapsüller hedeflenen hücreye kızılötesi ışınların da desteğiyle gönderiliyor.
Bu aşamada da başarılı olunursa çalışmalar önemli bir ivme kazanacak.
İçinde ilaç molekülü bulunan metrenin 50 milyarda biri büyüklüğündeki altın nano kapsül, kanser hücrelerini yok etmeyi başardı.
Kaynak: http://www.cnnturk.com/2009/ saglik/11/23/kanserli.hucreyi.bulup.yok. eden.altin.kapsul/552811.0/index.html
Tutku Özarpacı
Kanser tedavisinde dünyada bir ilk... Çiğdem Dündar
Dünyada ilk kez, insanda görülen iki kanserin tüm genetik şifrelerinin yer aldığı haritaları çıkarıldı. Karsen Genom Projesinde görevli profesör Mike Stratton’un liderliğinde yapılan araştırma sonucunda elde edilen genetik haritalar sayesinde her bir tümörün, şahsına münhasır bir biçimde tedavi edilebileceği kaydedildi.
English Times gazetesinin internet sitesinde yer alan araştırma haberinde, iki hastanın tümörlerinde bulunan her bir DNA mutasyonunu kataloglayan ayrıntılı genetik haritalar, son 10 yılda kanser araştırmalarında çok önemli mihenk taşı olarak nitelendirildi. Haberde, Cambridge yakınlarında Wellcome Trust Sanger Enstitüsünde
Profesör Mike Stratton, bulguların, kansere bakış açısını değiştireceğini belirtirken, bilim adamları, 2020 yılına kadar tüm kanser hastalarının tümörlerinin, bunlara neden olan genetik bozuklukları bulmak için analiz edilebileceğini ve analizlerden elde edilen bilgiyle, en çok işe yarayacak tedavilerin seçilebileceğini öngörüyorlar. Elde edilecek bilgilerin, kan-
sere neden olan DNA hatalarını hedefleyecek güçlü ilaçların geliştirilmesine yol göstereceği ve hastalığın önlenebilmesinin yollarına ışık tutacağı belirtildi. Nature dergisinde yayımlanan yeni haritaların birinin, küçük hücreli akciğer kanseri hastasına, diğerinin de en öldürücü cilt kanseri türü olan melanom hastasına ait olduğu kaydedildi. Kanser hastalığının genlerle ilgili olduğu biliniyor. Sigara, radyasyon ve alkol tüketimi gibi çevresel faktörler de hücrelerin kontrol dışı büyümesine neden olan DNA hasarına yol açıyor. Kaynak: http://www.aa.com.tr/tr/kanser-tedavisinde-buyuk-adim-2.html
İnsan Derisi Üretildi... Tutku Özarpacı-Mehtap Aydın
Buluşun, fareler üzerinde denendiği ve başarılı olduğu kaydedilirken, özellikle büyük yanıklar sonrası acil uygulamaya imkan vereceği belirtildi. Buluşun, fareler üzerinde denendiği ve başarılı olduğu kaydedilirken, özellikle büyük yanıklar sonrası acil uygulamaya imkan vereceği belirtildi. Fransız bilim adamları, insan embriyonu kök hücreleri kullanarak, derinin üst katmanı ‘epidermin’ tamamını oluşturmayı başardı. İngiliz bilim dergisi The Lancet’in yeni yayınlanacak sayısında yer alan araştırmaya göre, özellikle büyük yanıklarda acil uygulama imkanı bulunacak buluşun ilk aşamasında, araştırmacılar, insan cenini kök hücrelerinden deri hücreleri (keratinosit) elde etti.
Bu keratinositten daha sonra laboratuvar ortamında en üst katmanı da dahil tüm katmanlarıyla bir epiderm oluşturmayı başardı. Fransız bilim adamları, araştırmalarının bu aşamasında, “bunun normal bir epiderm olduğunu teyit etmeye” olanak sağlayacak dermatoloji alanında uzman bir biyoteknoloji şirketiyle işbirliği yaptı.
ekibin başkanı Marc Peschanski, deriyi farelere naklettikten sonra üç ay beklediklerini ve derinin üç kere yenilendiğini, zira insan derisinin her ay kendini tamamen yenilediğini belirterek, “Çalışmamızın insanlarda uygulanmasına geçmek için bir transfer teknolojisi çalışması başlatmamız gerek” diye konuştu.
Fransızaraştırmacılar, sonaşamada da İspanyol meslektaşlarıyla fareler üzerinde emplantasyon tekniği uyguladılar ve laboratuvarda geliştirilen epiderm farelere nakledildi.
Fransız bilim adamı, herşey yolunda giderse bu tekniğin insanlarda uygulanmasına 2011 sonunda geçilebileceğini tahmin ettiklerini belirtti.
Çalışmalara
başkanlık
eden
Kaynak: http://www.bilim. org/?s=haber&haberid=2144
Nanoteknolojiyi Doğru Anlayabilmek... Mustafa Korkutata Son zamanlarda bir nanoteknoloji furyası aldı başını gidiyor. Hemen hemen herkes bu teknolojiyi konuşuyor, bu teknolojiyi anlatıyor ve bu teknolojinin getireceği fırsatlardan bahsediyor. Açıkçası bilim dünyası ve medyası da bu beklentileri artırıcı yönde demeçler veriyor. Bu demeçler sayesinde diyebiliriz ki toplumlarda, daha şimdiden gelecekte nanoteknolojik bir devrimin olacağı kanaati oluşmuş durumdadır. Ama gerçekten bu değişim bu kadar kolay olabilecek mi? Sorusu açıkçası her zaman bir muamma.
İşte bu yazı da bu konulara değinmeye ve bu konuda oluşturduğum kanaati sizler ile paylaşmaya çalışacağım. Evet, yazının başında da vurguladığım gibi herkes nanoteknolojiyi konuşuyor ve onun uygulamalarından bahsediyor. Bir çoğumuzun, az ya da çok bilgi sahibi olduğu bu teknolojiyi kısaca tanımlamak gerekirse; malzemeyi metrenin milyarda biri boyutuna indirgeyip, onun özelliklerini inceleyip tanımlamak ve bu bilgiler ile malzemeyi kontrol altına alıp ona hükmedebilme yeteneği kazanabilmektir. Esasen, bu da gösteriyor ki günümüz bilim ve teknolojisi için çok önemli bir bilimsel alanın gelişmekte olduğunu ve bilimin bilgi birikiminin doğurduğu bu alanın, gelecekte kendisinden daha çok söz ettireceğini bugünden kestirmek mümkündür. Aslında bilim bunu birçok kez yaptı. Einstein, Rutherford , Bohr ve ismini sayamayacağım diğer bilim adamlarının 1900’lü yılların başında oluşturdukları kuantum mekaniğinin kuramsal bilgileri saye sinde oluşturulan kuantum teknolojileri; televizyon, uydu, bilgisayar v.b gibi teknolojilerin gelişmesini sağladı. Aslına bakılırsa bu fizik ve elektronik bilimi için önemli bir gelişmenin
yanında bilimsel beklentiler açısından da olumlu sonuçlanmış önemli bir gelişimdi. Öte yandan 1986 yılın da ortaya çıkmaya başlayan ve uzun süre bilim dünyasını meşgul eden üstün iletkenlik yada süper iletkenlik diye de adlandırılan ve gelişmiş ülkelerinde çok büyük kaynaklar ayırdığı bu alan, maalesef teknolojik beklentileri karşılayamamıştır. Bunun sebebi, kısaca bu alanda kuramsal olarak açıklanamamış bazı eksiklerin mevcut olmasından kaynaklanmaktadır. Ama elde edilen bilgi kazanımları fizik bilimi açısından önemli bir gelişimdir. Nanoteknolojinin ise bahsettiğim bu iki örnekten farklı ve önemli bir özelliği b u l u n m a k t a d ı r. Peki nedir? bu önemli özellik; Esasen bunu tanımlayabilmek için yukarda bahsettiğim bu iki teknolojik alanı iyi okuyabilmek gerekir. Gerçekten de tam anlamı ile bu iki alanı anlayabilirsek, göreceğiz ki bu gelişmeler tamamen fizik ve elektronik bilimine hitap eden teknolojik açılımlardı. Ama Bilim adamları, nanoteknolojiyi disip-linler arası bir bilim dalı olarak tanımlıyor. Açıkçası olayı heyecanlı kılan nokta da bana göre tam da bu. Çünkü, bu teknoloji bilimin herhangi bir dalını tek ilgilendiren bir konu değil, sözgelimi fiziği, kimyayı, biyolojiyi, tıp bilimini ve hatta olayları anlayıp formülize edebilmek için matematiği de ilgilendiren teknolojik bir atılımdır. Dolayısıyla bu kadar bilimsel alanı bir araya getiren bir bilimsel oluşumun takdir edersiniz ki teknolojideki uygulamalarına ulaşmak sanıldığı gibi hiçte kolay değildir. Çünkü, yukarıdaki örneklerde de bahsettiğim gibi bir bilimsel gelişmenin teknolojiye dönüşebilmesi için, o bilimin kuramsal gelişiminde epey bir yol kat etmesi, nasılları ve nedenleri açık bir şekilde ifade etmesi gerekiyor. Yani nanobilimin tam anlamı
ile anlaşılması ve geliştirilmesi , bu teknolojilerin oluşturulabilmesi için önemli bir şarttır. Aslında şunu ifade etmek istiyorum. Bilimsel medyanın demeçleri ile toplumlarda oluşturulan büyük çaptaki nanoteknolojik gelişim beklentilerin, esasen şu anki aşamada abartılı bulmaktayım.Tabi ki de başta Amerika olmak üzere birçok gelişmiş ülkenin bu alana milyarlarca dolarlık yatırım yapmasını ve bu bilimden ne kadar büyük beklentiler içerisinde olduklarını da yadsımıyorum. Ama şunu bilmek gerekir ki bilim dünyası kanımca şu aşamada bu bilimin teknolojik uygulamalarından daha çok, kuramsal temellerini anlayabilmek ve nano bilimi geliştirebilmek amacına odaklanmış durumda. Bir başka deyişle, günümüzde fizik, kimya ve biyoloji gibi temel bilimler şu aşamada disiplinler arası bir bilim dalı olan nanobilime neler katabilirim ve kendimi bu alanda nasıl ifade edebilirimin hesabı içerisindedir. Bugün açıkça bir şekilde ön görebiliriz ki bilimin farklı alanlarından gelen bu kuramsal bilgilerin eksiksiz bir şekilde sentezini yaptığımız zaman, bugün bizim için mucize olan bir takım nanoteknolojik gelişmelere şahit olabileceğiz. Ama şu aşama da bir takım rakamlar ve tarihler verip bu gelişmeleri oluşumu hakkında zaman belirlemek açıkçası popülist bir yaklaşım olmaktan öteye gidemeyecektir. Burada bir ayrıntıya değinmek istiyorum bilimde her zaman rastlantıların yeri olmuştur ama şunu aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki, bilim de temel gelişme kuramsal bilgilerin sentezlenip uygulamaya geçirilmesi ile oluşmuştur. Sonuç olarak diyebiliriz ki, öyle ya da böyle bilim için oluşan bu nanoteknolojik heyecanın, bilimin ortak paydası olan bilgi elde etme ve bu bilgileri insanlık yararına kullanma ilkesine fazlası ile katkı yapacağı inancındayım. Bu yazının hazırlanmasında çok önemli katkıları olan Sayın Prof. Dr. Tezer FIRAT Beyefendiye özel teşekkürlerimi sunarken, Hacettepe Üniversitesi Süperiletkenlik ve Nano-teknoloji Grubuna(SNTG)’da teşekkürlerimi bir borç bilirim.
virüsleri alt tiplerinde farklı suşlar bulundurduğundan tüm alt tiplerin tüm suşları bir canlı türünde hastalığa yol açmayabilir. Fakat influenza A virüsleri kendi adapte oldukları türün dışında farklı türlere yayılabilirler. Bu yüzden domuzlar, domuz gribi virüslerine ek olarak kuş gribi virüsleri ve insan grip virüsleriyle de enfekte olabilmektedir. Bu şekilde bu virüsler aynı anda enfekte oldukların da birbirlerine genetik özelliklerini aktarıp yeni türler oluştururlar. Domuz gribinin bulaştığı kaynaklar
insanlara
Domuz gribinin de mevsimsel griple aynı şekilde yayıldığı düşünülmektedir. Grip virüsleri insandan insana hapşırma ve öksürük yoluyla bulaşmaktadır. Grip virüsü bulaşan bir yere dokunulduktan sonra eller ağız ya da buruna götürüldüğünde de hastalık bulaşabilir. Domuz gribinin bulguları
DOMUZ GRİBİ Tutku Özarpacı
Mart 2009’da Meksika’da insanlarda hastalık yapan yeni bir grip virüsü tespit edilmiştir. Hastalık ABD başta olmak üzere önce bölge ülkelerine daha sonra da dünyaya yayılmıştır. 11 Haziran 2009’da Dünya Sağlık Örgütü yeni H1N1 grip virüsüne bağlı pandeminin başladığını ilan etmiştir.
Bilimsel olarak domuz gribi Domuz gribi; oldukça bulaşıcı ve domuza özgü influenza A virüslerinden biri olan A/H1N1 tarafından oluşturulan akut solunum yolu enfeksiyonudur.
belirti
ve
•Domuz gribinin semptom ve bulguları, genel olarak mevsimsel gribe benzer. •Ateş, •Öksürük, •Boğaz ağrısı, •Yaygın vücut ağrısı, •Baş ağrısı, •Üşüme ve yorgunluk gibi belirtiler içermektedir. Bazı vakalarda kusma ve ishalde görülebilir. Erişkinlerde acil müdahale gerektiren durumlar •Zor nefes alma veya nefes darlığı •Bilinç bulanıklığı •Sık ve uzun süreli kusmadır. Çocuklarda acil müdahale gerektiren durumlar
İnfluenza (grip) virüsleri A,B ve C olmak üzere üç antijenik tipe sahip olan •Hızlı veya zor nefes alma RNA virüsleridir. Bunlardan büyük epiPandemi ve Tarihçesi •Vücutta solgunluk veya morardemilere ve pandemilere neden olan ma Bir hastalığın küresel salgın influenza A virüslerı iki yüzey glikoyapmasına pandemi adı verilme- proteinine sahiptir. Bunlar; Hemaglu•Beslenememe ktedir. Pandemini tarihçesi şu tinin (H) ve Nörominidaz (N) olarak •Uyarılara cevapta azalma şekildedir; adlandırılırlar. •Uykuya meyil •1889-1991 yıllarında Rus Gribi Hemaglutinin, bağışıklık sistemiH3N8 nin bağışıklık cevabı oluşturan ana •Huzursuzluk parçasıdır. Grip virüsünün konak •1900 yıllarında Eski Hong Kong hücreye bağlanmasını sağlar. Nöro•Ateşle beraber döküntü görülür. Gribi H3N8 minidaz ise tam tersi hücreden çıkışı Bulaşmaya karşı alınacak önBu iki glikoprotein de alt tiplere lemler •1918 yıllarında İspanyol Gribi sağlar. sahiptir. Hemaglutinin H1’den H16’ ya H1N1 kadar, nörominidazlar ise N1’ den N9’ a Kişiler öksürürken veya •1957 yıllarında Asya Gribi H2N2 kadar numaralandırılmışlardır. Hema- hapşırırken burun ve ağzını glutininden yalnızca H1,H2 veya H3, kağıt mendille kapatmalıdır. •1968 yıllarında Hong Kong Gribi nörominidazlardan N1 ve N2 insan in- Eller sık olarak özellikle hapşırma fluenza virüslerinde bulunmaktadır. H3N2 ve öksürme sonrasında sabunla yıkanmalıdır. El temizliği •2009 Pandemik Grip (swine flu) İnfluenza A virüsleri insan haricinde için alkol bazlı el antiseptikleri H1N1 kuş, domuz, at ve deniz memelilerinde kullanılabilir. Göz, burun ve ağza de enfeksiyona neden olmaktadır. A dokunulmamalıdır. Hasta kişiler te-
DSÖ, pandemi sırasında aşının üretimini birkaç kat arttıracağı gerekçesiyle aşı üreticilerine adjuvanlı aşı üretmelerini tavsiye etmiştir. Adjuvanlı aşının koruyuculuk oranı daha fazladır. Kanada ve tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Ülkemizde de yaygın olarak kullanılan aşı adjuvanlı aşıdır. İngiltere, Almanya ve Ülkemizin de için de yer aldığı bazı ülkeler sadece gebeler gibi özel önemi olan küçük gruplar için adjuvansız aşı planlaması ve bağlantıları yapmışlardır.
davi sürelerince evde kalmalıdırlar. Hasta kişilerin okul gibi kalabalık yerlere gitmemesi gerekir.
kabul edilirler.
Domuz gribinin saptanması ve kullanılan ilaçlar
Kronik hastalığı bulunanlar, yaşlılar, gebeler, genç erişkinler ve küçük çocuklar risk altındadırlar. Gebeler ile doğum yapanlar ya da düşükten sonraki ilk 2 hafta içinde bulunan lohusalar pandemik 2009 gribi açısından risktedir.
varlığının tedavide
Domuz gribinin varlığının doğrulanması Real Time RT-PCR, viral kültür ve domuz gribi virüsü spesifik nötralizan antikor titresin de dört kat artış gözlemlenir.
Risk altıdaki gruplar
Aşı ve çeşitleri
Domuz gribi enfeksiyonlarının tedavisinde antiviral ilaçlar; adamantanlar(amantadin ve rimantadin) ve nörominidaz inhibitörleri [oseltamivir (Tamiflu) ve zanamivir (Relenza)] dir.
Dünyada 3 tip pandemik grip aşısı üretilmektedir;
Amerika Birleşik Devletleri ve Meksika’ da ki ulusal ve lokal sağlık otoriteleri domuz gribi tedavisinde osetamivir veya zanamivirin kullanılmasını önermektedir. Özellikle ağır influenza hastalığında CDC bu ilaçların kullanımını önermektedir.
•Canlı attenue(hastalık yapıcı etkisi azaltılmış sprey aşı)
•İnaktif adjuvanlı aşı •İnaktif adjuvansız aşı
bulaştırıcılık
Adjuvansız aşı yaygın olarak sadece ABD’de kullanıma sunulmuştur. ABD’de antijen miktarı daha fazla olan adjuvansız aşı ve kısıtlı miktarda burun spreyi şeklinde uygulanan canlı (attenue) aşı kullanılmaktadır.
Hastalığa yakalanan kişiler, belirtilerin başlamasından bir gün öncesi ve 7 gün sonrasına kadar bulaştırıcıdırlar. Çocuklar 10 güne kadar bulaştırıcı olabilirler. Kişilerin hastalık belirtileri devam ettiği sürece potansiyel bulaştırıcı olarak
ABD geçmişten beri ülkesindeki aşılarda daha çok adjuvansız üretimi tercih ettiğinden, bazı üreticileri kendi tüketimi için adjuvansız aşı üretimine yönlendirmiş ancak kendisine yetecek kadar bile adjuvansız aşı üretimi mümkün olamamıştır.
Hasta kişilerin süreleri
Domuz gribinin belirti ve bulguları •Domuz gribinin semptom ve bulguları, genel olarak mevsimsel gribe benzer. •Ateş, •Öksürük, •Boğaz ağrısı,
•Yaygın vücut ağrısı, •Baş ağrısı, •Üşüme ve yorgunluk gibi belirtiler içermektedir. Bazı vakalarda kusma ve ishalde görülebilir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün aşı uzmanlar komitesi (SAGE) tarafından halen dünyadaki ruhsatlı pandemik H1N1 aşılarının gebelerde uygulanabileceğine ilişkin bir karar alınmıştır. Adjuvanlı aşının gebelerde kullanılması mümkündür. 20 haftalık gebelik süresini tamamlamış gebeler, adjuvanlı aşı ile aşılanabilirler. Aşının yan etkileri: Grip aşıları ve diğer aşılarda olduğu gibi istenmeyen bazı yan etkiler ortaya çıkabilir. Bu yan etkiler ve görülme sıklıkları (prospektüs bilgilerine göre) şunlardır: 1.Sık görülen yan etkiler (1/1001/10): Aşı uygulanan bölgede kızarıklık, şişlik, sertlik, morarma, ağrı, vücut kırıklığı, yorgunluk, baş ağrısı, terleme, titreme, eklem ağrısı, kas ağrısı. Bu yan etkiler genellikle aşıdan sonraki birkaç günde içerisinde kendiliğinden düzelir. 2.Yaygın olmayan yan etkiler (1/1.000-1/100): Yaygın cilt reaksiyonu (ürtiker/kurdeşen dahil). 3.Nadir görülen yan etkiler(1/10.000-1/1.000): Tansiyonda düşme, şok, sinirlerin geçtiği yol boyunca ağrı, pıhtılaşma hücrelerinde azalma nedeniyle kanama. 4. Çok nadir görülen yan etkiler (<1/10.000): Vaskülit (damar iltihabı), nörit (sinir iltihabı), ensefalomiyelit (beyin-omurilik dokusu iltihabı), Guillain-Barre Sendromu. Ülkemizde bugüne kadar yapılan sağlık çalışanlarındaki yaygın aşılama sonrasındaki erken sonuçlara göre beklenmeyen önemli bir yan etki tespit edilmemiştir. Aşı sonrası görülen bazı yan etkiler mevsimsel grip aşılarında görülen sıklıktadır. Görülebilen bu yan etkilere rağmen, aşının yararı olumsuz etkileri ile kıyaslandığında çok daha yüksektir. Aynı virüsteki küçük çaplı genetik değişimlerin aşı etkinliğini pek etkilememesi beklenir. Büyük değişimler veya yeni bir pandemik virüsün ortaya çıkması durumunda mevcut aşının etkinliği değişik
oranlarda azalabilir veya tamamen ortadan kalkabilir.
İllere göre domuz gribinde ölüm vakaları
Mart 2009 tarihinden günümüze kadar virüste aşının etkinliğini etkileyecek şekilde bir genetik değişim gözlenmemiştir. Dünyada Domuz Gribi Dünya Sağlık Örgütü’ne 29 Kasım 2009 itibariyle dünya genelinde 207’den fazla ülke ve bölge, 8768’den fazla ölümün içinde olduğu laboratuar tarafından doğrulanmış pandemik İnlfuenza H1N1 2009 vakası bildirmiştir. A.B.D. ve Kanada’da grip bulaşışı çok aktif olup, coğrafi olarak da yaygındır. A.B.D.’nin tüm bölgelerinde hastalık aktivitesinde son 3-4 hafta içinde pikler gözlenmiştir. A.B.D’de pnömoni ve influenzaya bağlı ölümler son 8 haftadan beri epidemik eşiği geçip artmaya devam etmektedir ve mevcut influenza mevsimi için kümülatif hospitalizasyon hızı, geçen influenza mevsiminde 65 ve üzeri yaş grubu hariç tüm yaş gruplarında görülen hızları geçmiştir. Avrupa kıtasının büyük bölümünde Pandemik grip bulaşında artış ve yayılım gözlenmiştir. Batı ve Kuzey Avrupa’da Belçika, İzlanda, İrlanda, Hollanda, Norveç ve İngiltere’nin bazı bölümlerinde hastalık aktivitesi pik aşamasını geçmiştir; İspanya, Portekiz, İtalya, İsveç ve Danimarka’da aktivite pik
arasındaki alanlarda artmaya devam etmektedir. Doğu Avrupa’da hastalık aktivitesinde yakın zamanda gözlenen pik ve platolar Ukrayna, Beyaz Rusya, Bulgaristan ve Moldovya’da da gözlenmiştir. Rusya Federasyonu’nda influenza aktivitesi, genel bir artış eğiliminde olmakla birlikte bazı bölgelerde aktif ve yoğun kalmıştır. Kuzey ve Doğu Avrupa’da sağlık sistemine orta düzeyde etki yaptığı bildirilmiştir. Alt tipleri belirlenen İnfluenza A viruslarının %99’undan fazlasını Pandemik H1N1 2009 oluşturmaktadır. Türkiye’de Domuz Gribi Pandemik gripten kaybedilen vatandaşlarımızın sayısı maalesef 415 olmuştur. Pandeminin
tanelerde yatan hasta sayısı 306’dır. 98 hastamızın tedavisi yoğun bakımlarda sürdürülmektedir. 102 hasta ise solunum destek cihazına bağlı olarak takip edilmektedir.
Ve... Son Durum!
Vatan gazetesinin haberine göre, Harvard Üniversitesi’nin “Domuz gribi abartıldı” araştırmasının ardından Dünya Sağlık Örgütü’nden de (WHO) “Domuz gribi bir korku kampanyasıydı” itirafı geldi. Vatan gazetesinde yer alan haber şöyle: Tüm dünyada önce büyük panik, sonra korku ve son olarak kuşkuyla karşılanan domuz gribi hastalığı giderek daha büyük bir skandala dönüşüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün direktifleri doğrultusunda tüm dünyada gerçekleşen aşı kampanyaları ve milyarlarca dolara varan aşı ve ilaç stoklarına rağmen “Yanlış yapıyorsunuz” diyen bazı bilim adamları ilk aylarda tepkiyle karşılanıyordu. Ancak son dönemde hastalığın neredeyse tamamen ortadan kaybolması ve ölüm vakalarının normal gripten ölümlerin bile kat kat altında kalması saygın bilim adamlarının da yavaş yavaş “domuz gribi abartıydı” diyen bu uzmanların yanına katılmasına sebep oldu.
yapmakta veya plato aşamasındadır. İnfluenza aktivitesi Orta Avrupa’nın büyük kısmında, Almanya’dan Romanya’ya kadar olan bölge ile Baltık ve Balkan ülkeleri
başlangıcından itibaren kaybedilen bu vatandaşlarımızdan 27’si gebe veya lohusadır. Vefat edenlerin 121’i (%35) 50 yaş altındaki daha önce sağlıklı olduğu bilinen kişilerdir. Halen pandemik grip sebebiyle has-
İlk olarak Harvard Üniversitesi uzmanlarının araştırması, domuz gribinin mevsimsel gripten farkının bulunmadığını, öldürme riskinin daha düşük olduğunu ve aşılama kampanyalarının gereksiz olduğunu ortaya çıkardı. İddialar üzerine domuz gribini “yüzyılın en büyük tıp skandalı
olarak tanımlayan Avrupa Konseyi Aile ve Sağlık Komisyonu Başkanı Wolfgang Wodarg, geçen ay AK Parti İstanbul Milletvekili Lokman Ayva ile Karabük Milletvekili Mustafa Ünal’ın da yer aldığı 14 Avrupa milletvekiliyle birlikte Avrupa Konseyi’ne “Domuz gribi sahte bir salgın mıydı, araştırılsın” başlıklı bir araştırma önergesi verdi. WHO da çark etti Önergenin kabul edilmesinin ardından önceki gün domuz gribi oturumunda ifade veren Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) hastalıkların sıklık ve yayılma düzenini inceleyen epidemioloji birimi direktörü Profesör Ulrich Keil, “Domuz gribi salgını ilaç üreticilerinin kârlarını artırmak için bu şirketlerle ortak olarak üretilen bir korku kampanyasıydı” diye konuştu. WHO grip direktörü Keiji Fukuda ise “Domuz gribi konusunda karar alan bilim adamlarımızın ilaç şirketleriyle herhangi bir çıkar anlaşmaları bulunmamaktadır” diye örgütü savundu. WHO’da kalp hastalıkları konusunda bir numaralı uzman olarak kabul edilen Profesör Keil, Avrupa Konseyi’ndeki ifadesinde şu sözleri kullandı: “WHO, SARS ve kuş giribi konusunda da tüm tahminlerinde yanıldı. Kamu sağlığını ilgilendiren onca şey varken domuz gribi konusunda halkta büyük bir panik yaşanmasına sebep olduk ve bu tamamen abartılmış bir korkuydu.
doğrultusunda bu alanlara yatırım yapmaları gerekirken küresel bir salgın yaşanması yönündeki deliller çok zayıf olmasına rağmen domuz gribine yatırım yapmak zorunda bırakıldı.”
WHO Başkanı yine savundu Avrupa Konseyi’ne WHO’nun savunmasını gönderen Dünya Sağlık Örgütü Grip direktörü Fukuda, “Domuz gribi konusunda karar alan bilim adamlarımızın ilaç şirketleriyle herhangi bir çıkar anlaşmaları bulunmamaktadır. Aldığımız kararlarda hiçbir ilaç şirketinin etkisinin olmadığını bir kez daha çok açık ve net bir şekilde ifade ediyorum” dedi. DÜNYADA 14 BİN 286 TÜRKİYE’DE 627 KURBAN WHO verilerine göre dünya genelinde domuz gribinden ölenlerin sayısı 14 bin 286. Bu rakam
“Domuz gribi abartıldı” diyen Harvard uzmanlarının ardından Dünya Sağlık Örgütü’nden de bu yönde bir itiraf geldi. Prof. Keil, “Domuz gribi abartılmış bir korku kampanyasından başka bir şey değildi” dedi. ‘Salgın’ tanımı değiştirildi WHO, Nisan 2009’da bilim adamlarının tavsiyesiyle tüm dünyada hükümetlerin referans aldığı “pandemi” (salgın) tanımını değiştirdi. Eski tanımda WHO’nun bir hastalığı pandemi olarak ilan edebilmesi için yeni bir virüsün ortaya çıkması, hızla yayılması, insanların bu hastalığa bağışıklığının bulunmaması, yüksek ölüm oranına sahip olması ve bulaşma oranının yüksek olması gerekiyordu. Ancak Nisan ayında alınan kararla WHO, bu son iki şarttan vazgeçti ve ölüm oranı yüksek olmayan domuz gribi hastalığı bir anda pandemi tanımının içinde kendine yer bulmuş oldu. İlk domuz gribi vakası 14 Mart 2009 tarihinde Meksika’da belirlenmişti. Kaynaklar: http://www.cnnturk. com/2010/dunya/02/04/whod a n . s k a n d a l. d o m u z . gr i b i . i t irafi/562255.0/ http://www.cocukenfeksiyon.org/ dosya/Domuz%20Gribi-Hekimlere%20Y%C3%B6nelik.pdf http://www.grip.gov.tr/images/stories/sunum/sunumhalk.pdf h t t p : / / w w w. g r i p . g o v. t r / i n dex.php?option=com_content &view=article&id=444:pandem ik-h1n1-asnn-yan-etkileri-nelerdir-bunlarla-hastal-gecirmeninriskini-karlatrr-msnz&catid=110:ai-yanetkler&Itemid=529 http://www.grip.gov.tr/index. php?option=com_content&view=arti cle&id=676:dso&catid=136:duenyadason-durum&Itemid=523 http://www.grip.gov.tr/index. php?option=com_content&view=arti cle&id=370&Itemid=419
WHO’nun kararları ülkelerin sağlık bütçelerine çok büyük yük getirdi. İnsanların ölümüne sebep olan en önemli etkenlerin hipertansiyon, sigara, yüksek kolesterol, obezite, egzersiz yapmama, sebze ve meyve tüketiminin azlığı olduğunu çok iyi biliyoruz. Hükümetler, WHO’nun tavsiyesi
sadece ABD’de bir yıl içinde normal gripten ölenlerin sayısının 3’te biri. Domuz gribine en çok kurban veren ülkelerin başında ABD, Brezilya, Hindistan, Meksika ve Çin geliyor. Türkiye’de ise 627 kişi hayatını kaybetti.
http://www.grip.gov.tr/index. php?option=com_content&view=arti cle&id=708:duyuru1412&catid=113:ba sin-duyurulari&Itemid=540 http://www.grip.gov.tr/index. php?option=com_content&view=arti cle&id=703:duyuru1012&catid=113:ba sin-duyurulari&Itemid=540
BİYOLOJİK SİLAHLAR Bilimin gelişmesi ve birçok alanda yeni gelişmelerin meydana gelmesi bu teknolojilerin kötü amaçlarla kullanımını da gündeme getirdi. İnsan genom projesi patojenik bakteri ve mikroorganizmaların genetik kodlarının ilaç geliştirme çabaları için belirlenmesi, bazı kötü niyetli insanların ilaç yerine zehir yapmasına da yardım etmektedir. Bunun en büyük örneği ise biyolojik silahlardır. Biyolojik silahlar bir konak canlının biyolojik sürecine kasıtlı olarak müdahale etmek amacıyla kullanılan, patojenik(hastalık yapıcı) organizmalardan(genellikle mikroplar) veya kasıtlı olarak üretilmiş zehirli maddelerden elde edilen toksik materyallerdir. Bu maddeler konak canlıyı öldürmek ya da iş yapamaz hale getirmek için çalışır. Genetik mühendisliği öldürücülüğü artırmak ve daha fazla patojen veya toksin üreten genlerin geliştirilmesi için potansiyel yaratmıştır. Biyolojik silahlar insanlar, hayvanlar ve bitkiler gibi canlı organizmalara ulaşmak için kullanılabileceği gibi hava, su, toprak gibi cansız maddeleri kirletmek için de kullanılabilirler. Kimyasal silahlara karşı olan korkunun büyük olmasına rağmen aslında biyolojik silahlar onlara göre çok daha tehlikelidirler. Rutin güvenlik sistemleriyle tespit edile-
memeleri, maliyetlerinin daha ucuz olması, kısa bir kuluçka döneminden sonra ortaya çıkmaları ve organizmadan organizmaya bulaşabilmeleri gibi özellikler bu sebepler arasındadır. Biyolojik savaş maksadıyla kullanılırlar. Bu biyolojik savaşın tarihçesini şöyle özetleyebiliriz: • 14. yüzyılda şimdiki Ukrayna sınırları içinde kalan Kaffa’yı kuşatan Tatarlar, vebadan ölmüş insan cesetlerini mancınıkla şehrin surlarından içeri atarak salgın oluşturmaya çalışmışlardı • 18. yüzyılda Kuzey Amerika’daki İngiliz kuvvetlerinin komutanı olan Sir Jeffrey Amherst, çiçek virüsü ile kontamine olmuş battaniyeleri Kızılderililere vererek çiçek salgınına neden olmuştu • II. Dünya Savaşı sırasında 1939-1942 yılları arasında Japon kuvvetleri Mançurya’da çeşitli infeksiyon hastalıklarını esirler üzerinde deneyip, çok sayıda ölüme neden olmuşlardı • Aynı yıllarda İngilizler İskoçya açıklarındaki Gruinard adasında şarbonla çok sayıda deneme yapmışlar ve ada topraklarının takip eden 36 yıl boyunca şarbon sporları ile kontamine kalmasına neden olmuşlardı. Adanın dekontamine edilmesine 1979 yılında başlanmış ve 280 ton formaldehit kullanıldıktan sonra ancak 1987 yılında tam anlamıyla temizlenebilmişti • 1972 yılında 100’den fazla ülkenin katılımı ile imzalanan “Bakteriyolojik ve Toksin Silahlarının Geliştirilmesi, Üretimi ve Depolanması ve İmhası’na dair anlaşma yürürlüğe girdi. • Buna karşın başta eski Sovyetler Birliği olmak üzere bu silahların üretimi günümüze kadar süregeldi. Sovyet Savunma Bakanlığına bağlı bir kuruluş olan “Biopreparat”ın biyolojik silah üretimi amacıyla 1980-1990 yılları arasında 55.000 bilim adamı ve teknis-
yeni istihdam ettiği bilinmekteydi. • 1979 yılında, şimdiye dek bilinen en büyük akciğer (inhalasyon) şarbonu salgını eski Sovyetler Birliği sınırları içindeki Sverdlovsk şehrinde saptandı. Devlete ait bir biyolojik silah fabrikasının filtresindeki bir bozukluk nedeniyle havaya karışan şarbon sporları 79 kişide hastalığın ortaya çıkmasına ve bunların en az 68’nin ölümüne neden oldu. • 1970 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün uzmanlar kurulunun yaptığı tahmine göre, 5 milyon nüfusa sahip bir şehir üzerine uçakla 50 kg şarbon basili aerosol halinde atıldığı takdirde 250.000 kişide şarbon görüleceği ve bunlardan 100.000 kişinin tedavisiz bırakıldığı takdirde öleceği hesaplandı. ABD’deki Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nin (CDC) tahminine göre hastalıkla temas eden 100.000 kişi için toplam maliyet 26.2 milyar USD olacaktı. • 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin çeşitli şehirlerindeki saldırılar sonrası değişik kuruluşlara gönderilen mektuplar içinde toz halinde şarbon
sporları saptanmış ve 24 Ekim itibariyle yedisi inhalasyon, kalanı deri şarbonu olmak üzere toplam 15 kişide hastalık tespit edilmiştir. Biyolojik Silahlar: Biyolojik silah olarak kullanılabilecek çeşit çeşit mikroorganizma mevcuttur. Yüksek derecede zehirli, kolay sağlanabilir ve üretimi ucuz, insandan insana kolay transfer edilebilir, aerosol (sprey) formunda yayılabilir olmaları ve bilinen bir aşılarının mevcut olmamasından dolayı ajanlar(bakteriler, virüsler, hücre içi parazitler, mantarlar, bazı böcekler gibi) yaygın olarak kullanılır. Biyolojik silah olarak kullanılabilecek olan birkaç potansiyel biyolojik mikroorganizmanın listesi aşağıdadır: • Brucelloz (“Malta Humması” Etkeni) • Vibrio Cholera ( Kolera Etkeni) • Salmonella Typhi (Tifo Etkeni) • Psoudomanas Psoudomallei (Melioidozis hastalığı Etkeni) • Psoudomanas Mallei (Ruam hastalığı Etkeni) • Yersinia Pestis (Veba Etkeni) • Francisella tularensis (Tularemi Etkeni) • Coxiella Burnetti ( Q Ateşi Etkeni) • Congo-Crimean Hemorajik Ateşi Virüsü • Ebola Virüsü • Stafilokoksik Enterotoksin B • Rift Valley Ateşi Virüsü • Trichothecene Mycotoxins • Venezüella At Ensefaliti • Kriptokokoz
• Kokoidomikozlar • Plazmodium vivax (Sıtma Etkeni) • Bacillus anracis (Şarbon) • Colostridium botulinum (Konserve Zehri) • Colustridium perfringens (Gazlı Kangren) • Protein Toksini (Rıcın) • Vairola Virus (Çiçek Hastalığı) • Saxitoksin (predominant olarak doğada deniz dinoflajellileri tarafından üretilir) Biyolojik silahları önceden tespit etmek oldukça zorsa olsa da imkansız değildir. Tehlikeli biyolojik maddelerin varlığının tespitinde en önemli unsur biyosensörlerdir. Biyosensörler (biyo-alıcılar, biyolojik dedektörler) biyolojik materyallerin alıcılar ile tesbit edilip ölçülebilir sinyallere dönüştürüldüğü aletlerdir. Alıcılar tarafından tespit edilen tanımanın sinyale dönüştürülmesinde kullanılan metodlara göre, bu biyosensörleri kabaca (1) optik sensörler ve (2) elektrokimyasal sensörler olarak iki gruba ayırabiliriz. Sensörlerde kullanılan biyolojik materyalleri tanıma elementlerini ise genel olarak şöyle sıralayabiliriz: enzimler, mikroorganizmalar, bitkisel ve hayvansal dokular, antikorlar, reseptörler, nükleik asitler. Şu an piyasada kullanılan kimyasal ve biyolojik sensörlere bakıldığında kimyasal olanların daha başarılı oldukları görülmektedir. Bunun sebepleri arasında biyosensörlerin çok daha kompleks ve yavaş çalışmaları, boyut olarak büyük olmaları gibi faktörler sayılabilir. Biyosensör çalışmalarında yaşanan zorluklar ve eksiklikler bize küçücük hücrelerden büyük organizmalara kadar canlıların muhteşem biyosensörler olarak yaratıldıklarını ve insanoğlunun teknoloji adına yaptığı herşeyin bu muhteşem mekanizmaları taklide çalışmaktan başka birşey olmadığını gösteriyor. Sadece biyosilahların tespitinde değil, aynı zamanda biyolojik mekanizmaların, proteinler arası ilişkilerin anlaşılmasında ve insan genom projesinin devamı olan proteomik çalışmalarında da biyosensörlerin büyük önemi vardır.
Kaynak: http://biology.about.com/library/weekly/aa032703a.htm http://mechanicus.blogcu.com/n-b-c-2-biyolojik-silahlar/2385683
Müge Çataloğlu
Hayat Kurtaran 10 Madde
Sağlıklı beslenmek için sofralardan eksik edilmemesi gereken besin maddeleri ise badem, elma, yaban mersini, brokoli, kırmızı mercimek, somon, ıspanak, tatlı patates, sebze suyu, buğday tohumu şeklinde sıralandı. ABD’nin önde gelen sağlık merkezlerinden Mayo Clinic tarafından hazırlanan ve internette yayımlanan listedeki bu 10 besin maddesinin iyi birer vitamin, lif, mineral kaynağı olması, A ve E vitaminleri, beta karoten gibi fitonütrien ve antioksidan bileşikler olması, kalp hastalığı başta olmak üzere diğer hastalıkların riskini düşürmesi ve düşük kalorili olması şeklinde özetlenen ‘’altın’’ kurallardan en az üçünü karşıladığı belirtildi. Mayo Clinic uzmanları, 10 mükemmel besini neden sofralardan eksik edilmemesi gerektiğini şöyle açıklıyor: Kalbin en iyi dostu, Badem Mayo Clinic uzmanlarının “gözyaşı’’ şeklinde tanımladığı bademin tam bir magnezyum, demir, kalsiyum, lif ve bazı kanserlerin gelişmesini ve kansızlığı ön-
ve bu sayede kanserin vücutta ilerlemesine de engel olan pektin maddesinin ‘’mükemmel’’ kaynağı olarak gösteriliyor. Elmada kandaki kolesterol ve glikoz düzeyini düşüren lifler bulunuyor. Taze elma aynı zamanda çok iyi C vitamini kaynağı ve hücreleri koruyan bir antioksidan. Ayrıca bağ dokusunu, damarları korumaya ve demir emilimini sağla-
türleri gibi kronik hastalıkların önlenmesine yardımcı olan fitonütrienler içeriyor. A ve C vitamini içeren brokoli, ayrıca hücre koruyucu antioksidanlar ihtiva ediyor. Sağlıklı yaşlanma için, Yaban Mersini Yaban mersini zengin bir fitonütrien bitkisel bileşik olarak gösteriliyor. Kızılcık gibi yaban mersinindeki
leyen, vücudun enerji üreti minde önemli rol oynayan ve doku onarımına yardım eden riboflavin içerdiği ifade ediliyor. Bademin bir porsiyonunda (23 adet) 75 miligram kalsiyum bulunuyor. Ayrıca, yine bir porsiyon badem, günlük alınması tavsiye edilen E vitamini ihtiyacının yarısını karşılıyor. Tüm kuruyemişler gibi badem en iyi bitkisel protein kaynaklarından biri ve kalbin ‘’en iyi dostu’’. Badem yağı doymamış yağ olması nedeniyle kandaki kolesterol düzeyini düşürmeye yardımcı oluyor. Kanserin düşmanı, Elma Elma, vücuda prostat, kolon ve akciğer kanser hücrelerini büyük oranda öldüren moleküler parçacıklar salan
kalorili lif ve vitamin kaynağı. 84 kalori olan 1 fincan taze yaban mersini 3,6 gram lif ve 14 miligram C vitamini içeriyor. Mercimek, kalbin dostu, Kanserin düşmanı Kırmızı mercimek iyi bir demir, magnezyum, fosfor, potasyum, bakır ve merkezi sinir sistemi sağlığını korumakta önemli bir rol oynayan thiamin (B1 vitamini) kaynağı. Düşük kalori ve yağ içeren, protein ve lif kaynağı olan kırmızı mercimek, aynı zamanda kalp hastalığı ve kanser gibi kronik hastalıkları önleyen fitonütrien içeriyor. Somon, mükemmel bir protein ve omega-3 kaynağı Somon kalp krizini önleyen Omega-3 yağ asitleri açısından mükemmel bir kaynak. Omega-3, ani kardiyak ölümlere neden olabilen düzensiz kalp atışlarını
maya yardımcı oluyor. Kuvvetli antioksidan ve vitamin zengini, Brokoli Brokoli, iyi birer kalsiyum, potasyum, folik asit ve lif kaynağı olmasının yanında kalp hastalığı, diyabet ve bazı kanser
fitonütrienler idrar yolu enfeksiyonları önlemeye yardımcı oluyor. Yaban mersini hafızayı güçlendirmeye yardımcı olurken, sağlıklı yaşlanma için vazgeçilmez bir besin olarak gösteriliyor. Yaban mersini ayrıca düşük
önlüyor, trigliserid düzeyini düşürüyor, arter plaklardaki tıkanmanın büyümesini önlüyor, kan basıncını düşürüyor, inme riskini azaltıyor. Mükemmel bir Omega-3 kaynağı olmasının yanı sıra somon, düşük kolesterol ve doymuş yağ içeren mükemmel bir protein kaynağı olarak gösteriliyor.
yaşlanmayı yavaşlatıyor, bazı kanser risklerini önlüyor. İyi bir lif kaynağı olan patates, B6, C ve E vitaminleriyle folik asit ve potasyum ihtiva ediyor.
domates içeren sebze suları iyi bir likopen kaynağı. Kalp krizi, prostat başta olmak üzere bazı kanser türlerinin riskini azaltan antioksidanlar içeriyor.
Tüm sebzeler gibi tatlı patates de düşük yağ oranı ve kalorisiyle beslenme programının ‘’olmazsa olmazı’
Başta hazır satılan domates suları olmak üzere bazı hazır sebze suları çok yüksek oran
sindirim sistemi için önemli bir vitamin olan niasin zengini olarak tanımlanıyor. B1 vitamini olarak bilinen ve merkezi sinir sistemi sağlığını korumakta önemli bir rol oynayan, zihinsel fonksiyonun korunmasını sağlayan, yetersiz alınması durumundaysa
Bağışıklık sistemini güçlendirmenin önemi, özellikle salgın hastalıklar döneminde giderek artarken, bunun en önemli yolunun sağlıklı beslenmeden geçtiği bildirildi. Ispanak, bağışıklığı güçlendiriyor, saçları ve cildi güzelleştiriyor Ispanak yüksek oranda vitamin A ve C ve folik asit içeriyor. Vücudun enerji üretiminde önemli rol oynayan ve doku onarımına yardım eden bir vitamin olan riboflavin içermesinin yanı sıra, aynı zamanda B-6 vitamini, kalsiyum, demir ve magnezyum açısından iyi bir kaynak. İçeriğindeki bileşikler bağışıklık sistemini güçlendirirken, sağlıklı saç ve cilt için de yardımcı oluyor.
şeklinde gösteriliyor. Küçük bir tatlı patateste sadece 54 kalori bulunuyor.
da sodyum içerebiliyor, dolayısıyla düşük sodyum çeşitlerinin seçilmesi öneriliyor.
Kalp krizine karşı, Sebze Suları
Buğday Tohumu cilde, beyne ve sindirime iyi geliyor
Sebze suyu en çok vitamin, mineral ve besin
Çok önemli bir tahıl
Kanser ve yaşlanma karşıtı, Tatlı Patates Tatlı patatesin koyu turuncu-sarı renginin yüksek antioksidan ve beta karoten seviyesini gösterdiği bildirildi. Patatesteki A vitaminin yapı taşı olan beta karoten değerleri açısından sebzede bulunan tüm yararlı bileşenleri içeriyor ve sebzeleri beslenme programına dahil etmenin oldukça kolay yolunu sunuyor. Domates suyu ve
çeşidi olan buğdayın çok küçük bir parçası bile vitamin B-3 olarak da bilen ve yağ, protein ve karbonhidratların enerjiye dönüştürülmesinde rol oynayan, beyin fonksiyonları, sağlıklı cildin korunması ve
gözlerde güçsüzlük, zihin bulanıklığı yaratan thiamin,buğday tohumunda bolca bulunuyor. Bu besin maddesi aynı zamanda bazı kanserlerin gelişmesini ve kansızlığı önleyen, vücudun enerji üretiminde önemli rol oynayan ve doku onarımına yardım eden riboflavin, E vitamini, folik asit, magnezyum, fosfor, potasyum, demir ve çinko açısından çok konsantre bir kaynak olarak gösteriliyor. Buğday tohumu protein, lif ve bazı yağlar da içeriyor. Kaynak:
http://www.stargazete.com/
yasam/hayat-kurtaran-10-besinmaddesi-haber-229012.htm
’te Kasım ÖZET; 1994 ’da manul nb ayında, İsta eleri meydana tar zehirlenm zehirlenmegelmiştir. Bu geldiği bölgelerin meydana rlar ve sebep ta lerdeki man arı rlenme tablol oldukları zehi r. dı ta ak lanm makalede açık
İstanbul’da Meydana Gelen Mantar Zehirlenmeleri
GİRİŞ; 1994 yılında İstanbul’da meydana gelen mantar zehirlenmelerinin bazıları ölümle sonuçlanmıştır. Mantar zehirlenmelerinin geçmişine bakıldığında; 19701975 yılları arasında 1315 kişinin mantardan zehirlendiğini ve bunların 1972’de 3, 1983’de 6, 1986’da 6 ve 1988’de 27 olmak üzere toplam 44 kişi yaşamını yitirmiştir. 1990’lı yıllarda İstanbul’da mantar zehirlenmeleri devam etmiştir. Ülkemizde durum böyle iken; Avrupa ülkelerine bakıldığında, halkın zehirli mantarlar konusunda daha bilgili ve daha temkinli davranmalarından dolayı, mantar zehirlenmeleri ülkemizdeki kadar ciddi boyutlarda değildir. İngiltere’de mantar zehirlenmelerinden dolayı ölen kişi sayısı yıllık olarak 2’dir. Ülkemizde görülen mantar zehirlenmeleri ciddi bir boyut kazanmıştır. Bunun üzerine harekete geçilmiş ve zehirlenmelere sebep olan mantarların; türleri ve çeşitleri hakkında araştırmalara başlanmıştır. Materyal ve Metod; 1994’te meydana gelen zehirlenmeler sonucunda; zehirlenme yaşayan ailelerin yakınlarıyla görüşülmüş, mantarların nereden alınıldığı tespit edilmiş ve hemen arazi çalışmalarına başlanmıştır. Çalışmalarda 300’e yakın mantar çeşidi bulunmuş ve bunları bulundukları yerlere göre ayrılmıştırlar. Bunlar öldürücü zehirliler, zehirliler, yenenler ve yenmez tanımlarında bulunmuştur. Daha sonra mikroskopta incelenmiş ve teşhisleri yapılmıştır. Bulgular; İstanbul’da belirlenen zehirli mantarlar; Arazi çalışmaları sonunda 40 adet mantar türü belirlenmiştir. Tablo 1’de 14.sırada yer alan Amanitacitrina bufotenin maddesini içerir. Ancak buffotenin barsak yolu ile alındığında toksilojik olarak önemsizdir. Bu tür Amanita phalloidesin açık renkli formlarıyla karıştırıldığı için yenmemelidir. En önemli zehirli tür ve tanımı; Tablo 1 ‘de gösterilen mantarlardan en öldürücü zehire sahip olan Amanita phalloidesdir. Bu tür Yuşa tepesinde 50, Belgrat ormanında 115 civarında toplanmıştır.(toplamadan bırakılanlar da vardır). Bu kadar bol olmasının sebebi; yağışlı havalarda mantar sporlarının çimlenmesi için uygun ortam olarak açıklanır.
TÜR
ZEHİRLENME SENDROMU
Amanita phalloides
Falloides sendromu
Inocybe patouillardii
Muskarin sendromu
Inocybe asterospora
Muskarin sendromu
Inocybe geophyla
Muskarin sendromu
Inocybe sp.
Muskarin sendromu
Mycena pura
Muskarin sendromu
Amanita pantherina
Pantherina sendromu
Hypholoma fasciculare
Gastrointestinal sendromu
Lactarius helvus
Gastrointestinal sendromu
Hebelomasinapizans
Gastrointestinal sendromu
Hygrocybe nigrescens
Gastrointestinal sendromu
Armillaria mellea
Pişirilmemiş olarak yenilirse zehirlidir
Amanita rubescens
Gastrointetinal sendromu
Amanita citrina
A.phalloides’in açık renkli varyeteleri ile karıştırılabilir.
Tablo-1: 1994 kasımda İstanbul’daki bazı lokatilerde belirlenen zehirli mantarlar ve oluşturdukları zehirlenme türleri.
Amanita phalloides “köy göçüren, evcikkıran” Şapka; mantarın genç evresinde yarıküresel iken zamanla düzleşir ve biraz çukurlaşır. Önce zeytuni kahverengi iken, sonra kahverenginin tonları şeklinde gelişir. Lamelleri; saptan bağımsız sık ve beyazdır. Sap silindirik, şapkadan daha açık renkte, aşağı doğru hafif şişkindir. Sapın üzerindeki zikzaklar, mantarın tanınmasında önemlidir. Etli kısmı beyazdır, tadı güzeldir, kokusu ise gençlerde meyvemsi, olgunlarda tiksindiricidir. Bu tür Quercus(meşe), fagus(kayın) ve castanae(kestane) ağaçlarının bulunduğu yerlerde yetişmektedir. Yenildiği takdirde; görme bozukluğu, konuşma güçlüğü ve halüsinasyon görülür. Tedavisi semptomatiktir. Araştırmalar sırasında bu etkilere neden olabilecek tek tür Amonita pantherina keşfedilmiştir.
Zehirli ve yenen mantarlar hakkında yanlış inanışlar;
•Mantar koparıldığında iç kısım mavileşiyorsa zehirlidir •Mantar; gümüş kaşık ile kaynatıldığında gümüş kararırsa; mantar zehirlidir.
Boletus satanas
•Salyangozlar; zehirli mantarları yemezler. •Çayırda yetişen mantar türleri; zehirsizdir. •Ağaçta yetişen mantar türleri; zehirsizdir. •Tuzlu veya sirkeli suda kaynatmak; mantarın zehirliliğini ortadan kaldırır. •Mantarın yanında veya yakınında demir varsa; mantar zehirlidir. •Zehri mantara; yılanlar verir. •Kurutulmuş mantar zehirli değildir. •Mantarı yoğurt ile almak veya ayran içinde bekletmek zehri kaldırır. •Zehirli ve yenen mantarlar ayrı toprakta yetişirler. Xerocomus badius
Bu gibi inanışların; hiçbir bilimsel değeri yoktur. Örneğin; Boletus satanas hafif zehirlidir fakat kaliteli ve yenen bir mantar olan Xerocomus badius mavileşir.
Tartışma ve sonuç; Anadolu’dan İstanbul’a göç eden halk, sosyoekonomik nedenler ile sadece mantar tadını alabilmek için ormanlarda yetişen doğa mantarlarını toplayıp yemektedirler. Mantar türünü tanımadan, bilmeden yiyorlar. Buda mantar zehirlenmelerine yol açabiliyor. Yukarıda özetlenen bazı bilimsel değeri olmayan ifadeler nedeniyle de mantar zehirlenmeleri gerçekleşebilir. Ayrıca yenen bir mantara benzetilerek tüketilen mantarlar sebebi de mantar zehirlenmelerin de önemli bir etkendir. Nitekim İstanbul’da tespit edilen en tehlikeli mantar olan Amania phalloides ile zehirlenen kişilerden bazıları, yenen bir tür olan Macrolepiota procera “dedebörük” sanıldığını açıklamışlardır.
Amanita phalloides
Yenen doğa mantarları hakkında söylenebilecek şey ise; zehirlilerin kötü şöhretiyle mahkûm etmeme gereğidir. Mantarları; doğada yok olmayacak tarzda tüketmek, çürümeye terk etmekten daha akıllıcadır. Unutulmamalıdır ki; bugün iyi bir diyet besini, vitamin kaynağı olarak tanıtılan, az yağ ve karbonhidrat içeren “kültür mantarı” ;doğadan kültüre alınmış bir mantar çeşididir. http://www.ekolojidergisi.com.tr/resimler/14-7.pdf Çiğdem Dündar
Amanita citrina