BLOG DERGİSİ
Haziran 2010 Sayı: 10
Türkiye’nin İlk ve Tek Online Blog Dergisi
BÖ 2010’daydık Serap Kazancı’dan Kitap Tanıtımları
www.
blog dergisi
.com
Formula 1 kullanma rehberi Korku Sinemasının Duraklama Dönemi
Web Sitenizi Coşturun!
Tarihin Karanlık Mahkemesi Onur Gürleyen’den Ayın Karikatürleri
Hasan Başusta Röportajı: “Sosyal medya işlerinde blog bütün CV’lerden daha kıymetlidir.”
Kulüp etkinliği düzenlemenin 20 altın kuralı Haziran Ayı Vizyondaki Filmler
BLOG DERGİSİ
Genel Yayın Koordinatörü Yasin YÜKSEL
Yazarlar Ahmet Türkan Alp Solak Aytaç Zeren Can Akbulak Egecan Deniz Emre Türker Hakan KARA M. ihsan Tatari Onur Gürleyen Rahim Aytunç Serap Kazancı Seval Ünver Ümit Yaşar Yasin Yüksel
Bloglardan Haberler
06
FORMULA 1 Kullanma Rehberi
08
OYUN: Assassin’s Creed 2
12
Grafik Tasarım Seval Ünver http://www.sevalunver.net
Reklam reklam@blogdergisi.com
Blog Dergisi kadrosunda yer almak istiyor veya dergiye katkı sağlamak istiyorsanız yapmanız gereken tek şey; iletisim@blogdergisi.com adresinden bi-zimle iletişime geçmektir. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların sorumluluğu yazarına aitir. Blog Dergisi’nde yayımlanan yazıların her hakkı saklıdır. Hiç bir içerik izinsiz kullanılamaz. Blog Dergisi, www.blogdergisi.com üzerinden yayımlanmaktadır. Tüm görüş, öneri ve sorularınız için iletisim@blogdergisi.com adresine e-posta gönderebilirsiniz. Blog Dergisi, bir “tambirblog” projesidir.
BLOG DERGİSİ
2 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
İÇİNDEKİLER
Gratel & Hansel
12
Diriliş - Tolstoy
28
Vizyondakiler
22
Bu Yalan Tango
29
Korku Sinemasının Duraklama Dönemi
25
Bö 2010’daydık!
30
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 3
İÇİNDEKİLER
Blog Dünyasının Oscarı BÖ2010’un Ardından
32
Kulüp Etkinliği Düzenlemenin 20 Altın Kuralı
45
Hasan Başusta Röportajı
35
Teknoloji İşimizi de Elimizden A-la-cak!
48
Pazarlama: Web Sitenizi Coşturun!
40
İyimser Ve Kötümser
50
4 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
İÇİNDEKİLER
Herkese Merhaba, Blog Dergisi Haziran ayı sayısına hoşgeldiniz. İlgi çekici ve dopdolu içeriğimizle karşınızdayız.
Aldatılmak Güzeldir...
Tarihin Karanlık Mahkemesi
52
53
Türkiye’de gelişmekte olan blog yayıncılığına yepyeni bir soluk getiriyoruz. Blog dünyasını yakından tanıyan yazar kadrosu ile birçok kategoride dikkat çekici konuları bir araya getiren Blog Dergisi Ağustos 2009 tarihinde yayın hayatına başlamıştır. Bu sayıda Bloglardan derlenmiş haberler, Teknoloji, Sinema, Oyun, Kitap kategorilerine yazılmış çok özel yazılar bulacaksınız. Bu ayki röportajımızı İnternet sosyal ağlarının sevilen ismi Hasan Başusta ile gerçekleştirdik. Ayrıca Oyun bölümünde severek okuyacağınız Assassin's Creed II nin incelemesini bulacaksınız. Sinema köşemizde vizyondaki fimleri ve korku sinemasının duraklama döneminini okuyacaksınız. Değişik kitap tanıtımlarımız, yorumlarımız, pazarlama veya felsefe yazılarımız yine sizleri bekliyor. Blog tadında yazılmış yazılarımızla sizlere çok farklı ve özgün bir dergi sunuyoruz. Blog Dergisi’ne gönüllü olarak katkıda bulunan herkese ve tüm yazar kadromuza çok teşekkür ederiz. Keyifle okumanız dileğiyle...
Düz Yazı ve Karikatür
56
BLOG DERGİSİ
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 5
BLOGLARDAN HABERLER
Küçük Aptalın Büyük Dünyası Bu kitapta bir “blog yazarı”nın bir “kitap yazarı”na olan tamamlanmış yolculuğunu göreceksiniz. Üstelik -bilgimce- Türkiye’deki ilk emsaldir... Küçük Aptalın Büyük Dünyası, anonim bir kitap. Yıllardır kimliğini gizleyip Maryln Monroe fotoğrafı ve PuCCa adı ile tanınan bir kız kitabında da PuCCa imzasını kullanıyor. Kitap hakkında PuCCa’nın yazısı burada, çekilen enfes klip HD olaraksa şurada. Ayrıca Dizüstü Edebiyat‘ın ve PuCCa GüNLüK‘ün birer Facebook sayfası da var. Bu kitap Dizüstü Edebiyat’ın sadece ilk kitabı. Önümüzdeki 3 aylık süreçte sırasıyla Sami Hazinses ve Her Boku Bilen Adam‘ın da kitapları gelecek. Hepsini şimdiden tebrik ediyoruz. http://www.simtoalev.com/kucuk-aptalin-buyuk-dunyasi/
Bunu yapan hayvan değil insan... Nasıl oluyorda bu manzara karşısında balık-ekmeğinizi rahatlıkla yiyebiliyorsunuz? Hemen arkanızda yer alan çöp tenekeleri varken neden deniz? Denize atmak daha mı eğlenceli? http://benhastayim.blogspot.com/2010/05/bunu-yapanhayvan-degil.html
Google’a Sansür! Google'ın bazı ip'leri yasaklandığı için pekçok Google servisine giremiyoruz. Çeşitli ip değiştirme teknikleriyle girilebilir ama neye yarar. Mesela Google Analytics'le ilgili de bir ip yasaklanmış. Ama garip bir şekilde kimi zaman giriliyor kimi zaman girilemiyor. Google Docs'a ve Google Video'ya da girilmiyor. Youtube'a da yine ip ban(yasak) gelmiş. Zaten sorunun kaynağı yine orası sanırım. Umarız Google Arama sayfası da yasaklanır da herkes suratına tokat yemiş gibi olur. Başka türlü akıllanmıyoruz biz. Herkese sansürsüz günler dilerim. http://mustafa-tr.blogspot.com/2010/06/google-yasaklar.html
6 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Bakalım Bu Ay Bloglardan Ne Haberler Aldık...
Lost Sonrası 6 senelik bir dizi, şu yaşıma kadar izlediğim en iyi
kurgu.
Kendisini en çok merak ettiren ve sorgulatan bir yapım... Bitti. Final kesinlikle herkesin anlayamayacağı tarzda idi. Jack'in adada ayıldığı yerde, Kate'lerin kurtulduğu uçağı görerek ölmesi manidardı. Bu konuyu çoğu izleyici bir rüya olarak yorumlamış, onlara söyleyecek sözüm yok sadece Lost'u anlama rehberi'nin çıkmasını beklesinler. http://emrahtokalak.blogspot.com/2010/05/lostsonras.html
İsrail Siber Savaşa Başladı... Türkiye’den Gazze’ye yardım götüren sivil yardım gemisi Mavi Marmara’nın İsrail askerleri tarafından saldırıya uğramasının ardından, yardım organizasyonunu yöneten İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) sitesi de yoğun saldırıya uğruyor. http://www.melihbayramdede.com/2010/06/01/8661/israil -mali-guvenlik-yazilimlarinda-skandal
Cumhurbaşkanımızın Twitter’ı Var !!! Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bir twitter hesabı olduğunu gördüm. Şaşırdım. Şimdiye kadarki mevkiidaşlarından farklı, dinamik bir portre çizmeye çalışarak teknolojiyle çok yakın olduğunu gösterdi bu hesapla bir anlamda. Twitter.com/cbabdullahgul adresindeki iletiler bizzat kendisi tarafından yazılıyor. http://efurkan.blogspot.com/2010/05/cumhurbaskan-ve-twitterhesab.html www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 7
Formula 1
FORMULA 1
Formula 1 Kullanma rehberi Alp Solak – alp.solak@blogdergisi.com - http://www.alpsolak.com
Yılda bir kere ülkemize uğrayan Formula 1 yarışını daha keyifli izlemek için bazı püf noktalarına dikkat etmek gerekiyor. Geçtiğimiz ay sonu İstanbul, Formula 1 (F1) heyecanına sahne oldu. Ben ve sevgilim de Renault'un davetlisi olarak bu heyecanı yerinde izledik. Kendilerine bu yazı vesilesiyle teşekkür ederim. “F1 nedir?”, “Yarış nasıl geçti?”, “Kim
kazandı?” gibi konulara girmek istemiyorum. Onu zaten herkes biliyor ve medya da yeterince bu konuyu işledi. Benim konum Türkiye'deki organizasyon hakkında gözlemlerimi ve izlenimlerimi sizlerle paylaşmak. 8 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
Formula 1
>>FORMULA 1 Kullanma Rehberi
Pistin adı İstanbul ama...
F1 yarışları bildiğiniz üzere Kurtköy Sabiha Gökçen Havalimanı’nın daha da ilerisinde bir yerlerdeki ormanlık alana inşa edilen İstanbul Park pistinde yapılıyor. İETT piste Kadıköy, Taksim gibi merkezlerden otobüs kaldırsa da o kadar yolu otobüsle o sıcakta gitmek çok zor. Bu yüzden araba ya da motosiklet gibi bir araçla gitmekte fayda var. Yarışa, Avrupa Yakası’ndan gidecek olanlar mutlaka Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nü tercih etmeli ve Sabiha Gökçen oklarını takip ederek, pise ulaşmalı.
Otoparklar bir dert...
Cuma ve Cumartesi günkü yarışları izlemedim. Dolayısıyla o günler hakkında bir yorum yapamayacağım. Ancak Pazar günü gerçekleşen esas yarış için saat 12.40 gibi Levent'ten yola çıktık. Saat 13.30 gibi pistin oralara ulaştık. “Ne güzel sorunsuz, çabuk geldik” diyordum ki, erken konuştuğumu hemen anladım. Renault, bize 8 numaralı tribünden bilet göndermişti. İçeri girdikten sonra pistin etrafında dolanıp arabayı koyacak park yeri aradım. Görevliler, bizi sürekli yönlendirdi ve sonunda 9'uncu parka aldılar. Daha sonra 8'inci tribüne nasıl gideceğimizi öğrenmek istedik. Ancak bir sürü görevli olmasına rağmen, hiçbiri “Hangi tribün nerede ve nasıl gidilir” konusuna hâkim değildi. Sonunda bir görevli İETT otobüslerinin tribünlere ring seferler yaptığını söyledi. Biz de otobüs durağında beklemeye başladık. Biraz sonra ağzına kadar dolu bir İETT otobüsü geldi. Kapı tam önümüzde açıldığı için kendimizi içeri kolayca atabildik ve kapılar kapandı? Yarış günü muhteşem bir sıcak vardı ve o sıcakta tost olmuş şekilde İETT otobüse binmek, gidilen mesafe kısa olsa bile hoş olmadı. Sonunda 8'inci tribüne ulaştık ve otobüsten indik.
Şemsiye şart
Renault tarafından bize gönderilen biletlerin tanesi 250 TL değerindeydi. Dolayısıyla ben giderken, “Koskoca 250 TL'lik bilet herhalde en iyi yerdendir” şeklinde tahminler yürütüyordum. Ancak çok geçmeden anladım ki, 250 TL'lik ‘silver’ biletler en iyi açık tribünler içinmiş. Yani ‘startfinish’ düzlüğünün bulunduğu kapalı tribünleri kapsamıyormuş. Aslında orasının tek avantajı kapalı olması… Yoksa yarışın çok küçük ve düzlükte geçen kısmını görüyorlar. Önlerinde de dev ekran yok. Ama çöl sıcağı gibi bir havada güneşi direkt yememek hayati önem taşıyor. Allahtan Renault, 2 adet şapka da göndermişti. Yoksa o sıcakta bayılabilirdik. Gelecek sene yarışı izleyecekseniz, yanınızda mutlaka şemsiye götürün, benden söylemesi...
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 9
FORMULA 1
>>FORMULA 1 Kullanma Rehberi
>> Yarışı son gün 50 bin kişinin izlediği söyleniyor ama sadece 3 tribün doluydu. Geri kalan tribünlerde (ki bir sürü tribün var) kimse yoktu...
Tuvaletler pis Yarışın olduğu her tribünün önünde yemek alanları bulunuyor. Güvenlikten geçip bileklik takıp içeri girince ise tuvaletler ve tribüne ulaşıyorsunuz. Yarıştan önce “50 dakika var, çişimizi yapıp rahatlayalım” dedik ve tuvalete girdik. Ancak tuvaletler pisti ve kokuyordu. Yakıştıramadım.
Seyircinin yüzde 90'ı yabancı Tuvalet faslından sonra tribünlere geçtik. Açık tribünler prefabrik evler gibi dandik malzemeden yapılmış. Koltukların arası açık, yani o aralardan eşyalarınız 4-5 metre yükseklikten yere çakılabilir. Ki benim fotoğraf makinem elimden fırlayıp yere çakıldı. Neyse ki, sağlam makineymiş, kazayı birkaç adet yamulmayla atlattık. F1'de şunu gördüm ki, seyircilerin yüzde 90'ı yabancı. Türkler de bizim gibi sağdan soldan bilet bulup gelmiş. Yarışı son gün 50 bin kişinin izlediği söyleniyor ama sadece 3 tribün doluydu. Geri kalan tribünlerde (ki bir sürü tribün var) kimse yoktu. Bu da bence biletlerin pahalı olmasından kaynaklanıyordu. Bilet fiyatları bu şekilde olduğu sürece halkın bu yarışa ilgi göstermesi ve tribünlerin tıka basa dolması çok zor. Maalesef dünyanın en büyük spor organizasyonlarından biri ülkemizde düzenleniyor ancak biz tribünleri dolduramıyoruz. İçler acısı bir durum. 10 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
FORMULA 1
>>FORMULA 1 Kullanma Rehberi
Kulaklarınızı tıkayın Yerimize oturduktan yaklaşık 50 dakika sonra araçlar sırayla garajlarından çıkıp bir tur atarak start düzlüğündeki yerlerini almaya başladılar. Ancak o muhteşem performanslarını yaparken çıkardıkları kulakları sağır edercesine güçlü ses, ileride duyma sorunları yaşamanıza neden olabilir. Bu sebeple kulaklarınız hassas ise mutlaka yanınızda kulak tıkacı bulundurun. Ayrıca, yarış öncesi ve sonrası, bilgi almanızı sağlayan hoparlör sisteminin hiçbir işe yaramadığını ve oradan çıkan sesin yarış başlamadan bile son derece zayıf olduğunu ve tribün karşılarına kurulan sözde “dev” ekranlarında görünmeyecek kadar küçük olduğunu da belirtmeliyim.
Ve yarış bitti Yaklaşık 1.5 saat süren yarış Red Bull Racing takımının inanılmaz hatası sayesinde (adamlar 1-2 giderken birbirlerine çarptılar ve kaza tam önümüzde oldu) McLaren Mercedes pilotu Lewis Hamilton'un zaferiyle sonuçlandı. Hamilton, kupasını alıp şampanya patlatırken biz de açılan kapılardan piste girdik. Piste indiğimizde bazı yabancıların pisti öptüğüne şahit oldum. Hepsi buldukları her şeyle fotoğraf çektiriyordu. Biz de 1-2 kare fotoğraf çektirdik tabii. Daha sonra arabaların bulunduğu garajları ve “start-finish” düzlüğünü takip ederek pistin dışına çıktık. Bir anda 50 bin kişi dışarıya dağıldığı için, araçların geçmesi gereken yerler insanlarla doluydu. Ayrıca, araçlar da otoparkları terk etmeye başlamış ve yol tamamen kapanmıştı.
Döner ekmek 15, kola 10 TL Neyse biz arabayı park ettiğimiz otoparkın baya bir uzağında olduğumuzdan etrafta duran İETT şoförlerine “Otoparklara ring servis var mı?” diye sorduk. Onlar da kendilerine herhangi bir bilgi verilmediğini ve servis olmadığını söylediler. Biz de başladık o sıcakta yokuş yukarı yürümeye. O kadar kalabalık ve sıcaktı ki, daha fazla yürüyemedik ve bir tribün önündeki yemek yerinde mola verdik.Ufak sayılabilecek bir döner ekmek ve bir şişe kola (500 ml) almak istediğinizde 25 TL'lik bir ücret ödemeniz gerekiyordu. Yani 2 kişi için 50 TL parayı harcadıktan sonra ne açlığınızı ne de susuzluğunuzu tam olarak bastırmış olacaktınız. Biz de birer tane aldık ve döner ekmeği ortadan 2'ye bölerek paylaştık. Benim tavsiyem, yanınızda su ve yiyecek bir şeyler getirin. Bu insafsızlara kalırsanız, işiniz iş çünkü.
Trafik felç, sinirler harap Bir süre oturup dinlendikten sonra park alanı trafiğinin açılmasıyla birlikte kalkıp arabaya gittik. Bu arada yol boşalınca İETT otobüsleri de otoparklara ring servisler yapmaya başlamıştı. (Hani yoktu…) Sonunda İstanbul Park'ı terk etmeyi başardık. Biraz açık trafikte ilerledik. İçimden “Ne güzel herkes gitmiş, trafik açılmış diyordum ki, gişelere gelmeden trafik tamamen kitlendi. Ve tam 1.30 saat boyunca trafikte resmen durduk ve gişelere ulaşamadık. Gişelerden sonra ise trafik açıldı ve pelte bir şekilde evin yolunu tuttuk.
Organizasyon, sınıfta kaldı Yurtdışında hiç F1 yarışı izlemedim. Buna rağmen orada seyircilere bu kadar eziyet çektirildiğini ve fiyatların bu derece abartı olduğunu düşünmüyorum. Biz bu yarışları ülkemize getirmek için Allah’ın dağına pist yapmışız. Bu piste gidecek ne yollar yeterli, ne de pistin çevresinde pist dışında insancıl bir şey var. Zaten bu gidişle F1 gider bu ülkeden ve o pist Atatürk Olimpiyat Stadı gibi ölü bir yatırım olarak kalır. Yine de herkesin ömründe en az bir kere gidip (eğer ülkemizden gitmezse) o arabaları dünya gözüyle görmesinde fayda var. O makinelerin hızını ve çıkardığı muazzam sesi hissetmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Hoşça kalın... www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 11
OYUN
M ihsan Tatari - ihsan.tatari@blogdergisi.com http://yorgun-savasci.blogspot.com/
i lk Assassin’s Creed büyük gürültüler ve daha da büyük vaatler
eşliğinde konuk olmuştu bilgisayarlarımıza. Gerçeğine uygun bir biçimde modellenmiş Orta Çağ şehirlerinde dolaşacaktık bir kere ve tarihi bir suikastçı rolünü üstlenecektik. Basit bir suikastçı da değil hem, en iyisi olacaktık. Kalabalık arasında ilerleyecek, hemen hemen her türlü binaya tırmanabilecek, hedefimizi belirleyecek ve suikastımızı gerçekleştirip ortadan tüyecektik. Hem de epik bir hikâye eşliğinde… Heyecanlanmak mümkün müydü? Kesinlikle hayır! Sonunda, 2008 yılında oyun piyasaya çıktı, bilgisayarlarımıza kuruldu ve ilk dakikalardan itibaren herkes çok mutluydu. Grafikler harikaydı, hareket sistemi akıcı ve bir o kadar başarılıydı ve oyunun başkahramanı olan Altaïr gönüllerimize taht kurmuştu. Yapımcılar vaat ettikleri her şeyi gerçekleştirmiş gibi görünüyordu. Ta ki ilk şehrin hikâyesini tamamlayana kadar… Neden mi? Çünkü diğer şehirlerdeki tüm görevler ilk şehirde yaptıklarımızla aynı şeylerden ibaretti de ondan. Ağır eleştiriler gelmekte de gecikmedi elbette. Aradan iki yıl geçti ve yapımcı firma serinin ikinci oyunuyla ve yine büyük vaatlerle tekrar karşımızda. 12 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Oyun
S
ana bir iyi bir de kötü haberim var! Sevindirici haberi baştan vereyim sizlere… Ubisoft ilk oyundaki hatalarından gerçekten de ders çıkarmış. Assassin’s Creed 2 (AC 2) ilk oyundaki eksikliklerini büyük ölçüde kapatmakla kalmıyor, üzerine yeni bir şeyler ekleyerek yapımı bir adım öteye de taşıyor. Büyük firmalardan beklediğimiz de zaten bu. Büyük firmalardan beklemediğimiz şey ise saçma sapan kopya koruma sistemleri ile oyun zevkimizi işkenceye çevirmeleri. Assassin’s Creed 2, DRM adındaki kopya koruma sistemine sahip olduğundan oyunu oynayabilmek için mutlaka iyi ve kesintisiz bir internet bağlantısına sahip olmalısınız.
buluveriyorsunuz. Neyse ki oyun içerisine çok sayıda check-points yerleştirilmiş durumda, bu sayede oyuna kaldığımız yerden devam edebiliyoruz. Bu uygulama Avrupa ülkeleri için işe yarayabilir fakat bizi biraz uğraştıracak görünüyor. Şahsen ben sunuculara bağlanırken çok ciddi bir sorun yaşamadım fakat bazı günler, özellikle de Pazar akşamları internet bağlantısının azizliğine uğradım ve çok istememe rağmen oyunu bir türlü oynayamadım. Her neyse…
Abstergo’nun amacı, Animus isimli teknolojik cihazı kullanarak Desmond’ın DNA bilgileri vasıtası ile bu katillerden biri olan Altaïr’in anılarına ulaşmak ve “Piece of Eden” adındaki kıymetli nesneyi ele geçirmekti. Oyunun ilerleyen bölümlerinde Abstergo’nun aslında Templar / Tapınak Şövalyeleri olduğunu keşfediyor ve Katiller ile Şövalyeler arasındaki savaşın yüzyıllar sonra bile halen devam ettiğini öğreniyorduk. Oyunun sonunda
Gerçekleri bir kenara bırakıp oyunumuzun hayali dünyasına geçiş yapalım. Zaten oyun oynamaktaki amacımız da bu değil mi? Gerçek hayatın meşgalelerini bir süreliğine askıya almak… Ve emin olun AC 2 bunu çok iyi başarıyor.
Desmond Miles Oyunu başlatmadan önce Ubisoft’un sunucularına bağlanarak oyunu aktif hale getirmemiz ve oyun boyunca da internete bağlı kalmamız gerekiyor, aksi takdirde oyun çalışmıyor. Ayrıca bu sistem sayesinde kayıt dosyalarımız da internet üzerinde saklanıyor. Peki neden mi böyle bir sisteme gerek duyulmuş? Korsan kopyaları önlemek için elbette… Bu fikir teoride korsana karşı oldukça parlak bir buluş gibi görünse de uygulamaya geçince hafiften çuvallıyor maalesef. Ubisoft’un kalabalık sunucularına girebilmek bazen işkence haline gelebiliyor. Hadi girdiniz diyelim, bu kez de yurdumun stabil olmayan internet sistemi yüzünden bağlantınız kopabiliyor ve bir anda oyununuz kendi kendini beklemeye alıyor. Yeniden bağlanmayı başaramazsa da kendinizi masaüstünüzün sıcak kollarında
İlk oyunu oynamayanlardansanız ve ileride oynamayı düşünüyorsanız bu iki paragrafı es geçin. İlk oyunun hikâyesi hakkında bilgi parçacıkları içeriyor çünkü. Oynayanlar okumaya devam edebilir. Yüksek güvenlikli Abstergo laboratuarlarında mahsur kalmış Desmond’ı (Hello brother!) hatırlarsınız. Kendisi bilmese de sülalesi oldukça köklü bir katil tarikatına dayanıyordu bu elemanın.
Abstergo istediği bilgiyi elde ediyor ve oyun bu şekilde sona eriyordu. Desmond ise hâlâ tutsaktı. AC 2 işte tam bu noktadan başlıyor. İlk oyunda bize gizliden gizliye yardımcı olan Lucy, ikinci yapımda da yardımlarını bizden esirgemiyor ve Desmond’ın Abstergo’dan kaçmasına yardım ediyor. Lucy modern zamandaki katil tarikatının bir üyesidir (ilk oyunda bunu bize çıtlatmıştı zaten) ve tarikatın Desmond’ın yardımına ihtiyacı vardır. Desmond ise atalarının yeteneklerinin hiç birine sahip değil. Fakat bu tarikat için aşılamayacak bir sorun değildir. Lucy ve Desmond, Animus 2.0’ın inşa edildiği gizli bir yere giderler ve
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 13
>>Oyun burada Desmond’ı Animus’a bağlarlar. Amaç, başka bir atasının anıları vasıtası ile hem Desmond’a gerekli yetenekleri kazandırmak hem de diğer “Eden” parçalarının yerini bulmaktır. Böylelikle Desmond kendisini bir başka atasının hatıralarında, bu kez Ezio Auditore da Firenze’nin hayatında bulur.
muş gibi değil de Ezio’nun hayatına şahitlik ediyormuş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Bu esnada Ezio’nun ailesi ile tanışıyor ve aralarında geçen sempatik diyaloglar sayesinde ister istemez karakter ve ailesine ısınıveriyor-sunuz. Abisinin sırtına dostça bir şaplak indiresiniz, babasının gözüne girmek için her türlü şaklabanlığı yapasınız geliyor.
Ezio Auditore 1476 yılında, Floransa’da ya da İtalyanca ismi ile Firenze’deyiz. Dönem, Rönesans devri… Ezio ile oynamaya başladığımızda henüz bir katil değiliz. Hatta kıyafetlerimiz
bile bildiğimiz beyaz ağırlıklı giysiler değil, günlük İtalyan kıyafetleri. Önce hızlı geçişlerle Ezio’nun doğumuna şahit oluyoruz, ardından da gençliğine uzanıyoruz. Ezio hem çok çapkın hem de oldukça hareketli bir delikanlı. Sokak kavgalarına karışıyor, çatılarda yarışıyor ve sinirlendiği zaman küfür etmekten kaçınmıyor. Biz de ona eşlik ediyoruz tabii… (Küfür ederek değil, onu yöneterek). Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi bu bölümler esnasında yuncu kontrollere alıştırılmaya çalışılıyor. Ama oyun bunu o kadar başarılı bir şekilde yapıyor ki ısınma görevi oynuyor-
Ezio, varlıklı bir ailenin oğlu ve durumları da oldukça yerinde. Fakat varlıklı bir aileye sahip oldukları için dostları olduğu gibi düşmanları da mevcut. Ne demiş İtalyanlar? Su uyuro düşman uyumazo! Bu kadim kural burada da bir kez daha devreye giriyor maalesef. Bir dizi olaylar ve büyük bir komplonun sonucunda Ezio’nun ailesi dağılır ve babası ile iki kardeşi hapse düşer. Ezio onları kurtarmak için uğraşsa da çabaları yetersiz kalır, babası ve iki kardeşi asılarak idam edilir. Ezio intikam almak için yemin eder. Oyun genellikle Ezio üzerine kurulu, Desmond ile ilgili kısımlar ise ilk oyuna nazaran daha nadir karşımıza çıkıyor. Ezio’nun kontrolleri Altaïr’in kontrolleri ile aşağı yukarı aynı. Sadece birkaç tuş yardımı ile hemen hemen her binanın tepesine kolaylıkla tırmanabiliyor, çatıdan çatıya atlayarak şehirde gönlümüzün istediği gibi dolaşabiliyoruz. Haritamızdaki belirli noktaları ziyaret ettiğimizde veya belirli görevleri yerine getirdiğimizde senaryo ilerliyor. Yine ilk oyundaki gibi şehirlerdeki bazı bölgeler bölüm başlarında erişilemez durumda ve oyun ilerledikçe açılıyor. Saman arabaları gibi saklanma yerleri ve en yüksek binanın tepe-
14 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
sine tırmanıp “Eagle Vision” özelliğini kullanmak oyunda yerini koruyanlar arasında. Ve evet, “Leap of Faith” adındaki, binaların tepesinden aşağıdaki yumuşak bir zemine atladığımız o meşhur hareketi de hâlâ yapabiliyoruz. Saman arabaları dışında kuru yaprak dolu arabalar da karşımıza çıkıyor bu kez. Ezio, Altaïr’e biraz daha hızlı ve çevik hareket ediyor. Bu bazen iyi olsa da bazen de kontrolü hayli zorlaştırıyor ve kendimizi bir binanın tepesinden yere çakılırken bulabiliyoruz. Şahsen ilk oyunda zeminle bu kadar fazla samimi olmamıştım ben. Floransa’nın öpmediğim kaldırım taşı kalmadı yahu! Floransa demişken Venedik ve Tuscan gibi önemli İtalyan şehirleri ziyaret edeceğimiz yerlerin sadece bir kısmı. Ve her biri de oldukça iyi tasarlanmış. Özellikle önemli tarihi yapılar oyuna birebir aktarılmış. İnternetten şehirlerin resimlerine bir göz atın ve oyundaki
yapıların aslına ne kadar benzediğini kendi gözünüzle görün. Şehirler denince korkmayın, şehirlerarası yolculuğumuzu ilk oyundaki gibi at sırtında saatlerce süren seanslar halinde yapmayacağız. Hızlı yolculuk denilen bir özellik eklenmiş ve bu sayede bir saniyede istediğimiz şehre geçiş
>>Oyun bir katliam (öhöm!) yaratarak yapmak sizin elinizde…
yapabiliyoruz. Atlar da oyundaki yerlerini koruyor üstelik ve bizi takip etme konusunda eskisinden de inatçılar. Diğer yeniliklere geçecek olursak ilk dikkatimizi çeken şey başlangıçtan kısa bir süre sonra elde ettiğimiz “çift gizli bıçak” özelliği oluyor. Bu özellik sayesinde iki farklı düşmanımızı tek seferde haklayabiliyoruz. Bir diğer yenilik ise yüzme yetene-ğimiz… Oyunun büyük bir kısmının Venedik’in kanallarla dolu sokaklarında geçtiğini ve Ezio’nun çatılardan aşağı düşme konusundaki inadını göz önüne aldığınızda gayet kullanışlı bir yetenek olduğunu siz de tahmin edebilirsiniz. Artık şehir muhafız-larından kurtulmak için saman yüklü arabalara saklanmanın dışında derin sulara da dalabiliyoruz. Ve silahlar… Ezio, Altaïr’in aksine kılıcının yanı sıra kama, topuz, çekiç gibi farklı silahları da kullanabiliyor. Bunları rakiplerimizin ellerinden kapabildiğimiz gibi çeşitli dükkânlardan da satın alabiliyoruz. Ama en iyi kullandığımız silah hâlâ kılıç… Silahların dışında duman bomba-ları, fırlatılabilir bıçaklar, zehir gibi pek çok yardımcı ekipmanı da kullanabiliyoruz. Özellikle duman bombası kalabalık bir gruptan kurtulmakta oldukça işe yarıyor. Bu “kurtulma” işini koşarak veya gizli bıçağınızın da yardımıyla ufak çaplı
Dövüş sistemi ilk oyundaki ile hemen hemen aynı. Rakiplerimiz etrafımızda bir çember oluşturarak saldırı sırasının kendilerine gelmesini bekliyorlar. Biz de saldırılarını karşılıyoruz ve karşı ataklarla onları şaşırtarak avantaj elde etmeye çalışıyoruz. Yine ilk oyundaki gibi daha güçlü düşmanlar bu karşı saldırılara dayanıklı. Oyunda ilerledikçe yeni yetenekler kazanıyoruz ve rakibimizin yüzüne kum atmak, onları kendi silahları ile haklamak gibi seçeneklere de sahip oluyoruz. Oyundaki bir diğer yenilik ise “Notoriety / Şöhret” sistemi. Hırsızlık ya da katillik gibi şeyleri yaptıkça şöhretimiz yayılıyor ve herkes tarafından tanınan biri haline gelmeye başlıyoruz. Buna şehir muhafızları da dâhil elbette… Şöhretimiz arttıkça muhafızların bizi gördükleri zaman verdikleri tepkiler de değişiyor. Yani şöhret seviyemiz azken bizi tanımayan muhafızlar şöhretimiz arttığında ise hemen bizi takibe veya itip kakmaya başlıyorlar. Şehirdeki aranıyor posterlerini yırtarak, başgardiyanları ayak altından kaldırarak veya çığırtkanlara rüşvet vererek tanınırlığımızı azaltabiliyoruz. Kalabalık arasına karışma özelliğinde de yeniliğe gidilmiş. Aralarına saklandığımız o keşiş grubu artık oyunda yok. Onun yerine kalabalığın içine karışıp uyumlu bir şekilde hareket etmemiz veya onlarla birlikte sabit olarak bir yerde durmamız yetiyor. Gece – gündüz döngüsü ise yine oyuna eklenen yeniliklerden… Bazı şehirler, özellikle de Venedik gece çok daha güzel görünüyor.
Son zamanlarda çoğu oyunda moda olan “doğru zamanda doğru tuşa basma” kuralına dayalı mini oyunlar AC 2’de de kendine yer bulmuş. Bulmasına bulmuş da basılması gereken tuşların ekranda ikonlar şeklinde görülmesi pek de iyi olmamış. Hangi ikonun hangi tuşa denk geldiğini öğrenene kadar bayağı bir uğraştırıyor bu mini oyun insanı. Anlamanın tek yolu ise ana menüden kontrollere bakmak ya da el kitapçığına sarılmak. Ama bir kez alıştınız mı sorun kalmıyor.
Altaïr ibn La-Ahad Oyun boyunca toplayabileceğimiz pek çok nesne mevcut. Bunların arasında en önemlisi kuşkusuz Codex sayfaları… Bunlar Altaïr tarafından yazılmış notlar ve toplamda 30 sayfadan oluşuyorlar. Her şehirdeki “izleme noktalarına” tırmanıp “Eagle Vision” ile çevreyi taradığımızda codexlerin yeri haritada beliriyor. Bu sayfalar sayesinde
katiller tarikatı ile ilgili yeni şeyler öğrenebiliyoruz ve gizli bıçağımız güçleniyor, yeni teknikler öğreniyoruz veya daha fazla sağlık vb. elde ediyoruz. Tüm codexleri tamamladığımızda ise çözmemiz gereken başka bir bulmaca ile karşılaşıyoruz.
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 15
>>Oyun Codexlerin dışında toplayabileceğimiz eşyalar; hazine sandıkları, mühürler, tüyler ve Glyphs adı verilen bulmacalar. Daha önce de bahsettiğim gibi hazine sandıklarının içinde bol miktarda florin bulmak mümkün ve genellikle başlarında muhafızlar bulunuyor. Sandıkların haritamızda görünmesi için şehirdeki sanat dükkânlarından bölgenin hazine haritasını satın almamız gerekiyor. Ellerinde bu haritalar varken o satıcıların neden hâlâ tablo satarak para kazanmaya çalıştığını ise bizde bilmiyoruz. Sanat aşkından olsa gerek… Mühürler şehirlerin altındaki gizli mezarlarda saklı. Prince of Persia oyunlarını andıran bu gizli mezarlar çoktan atalarının salonlarını boylamış katillere ait ve hepsi de oldukça keyifli bölümler. Her mezarda pek çok akrobatik hareket sergileyerek mührü ele geçirmeye çalışıyoruz. Bu 6 mührün hepsini bulduğumuzda ise Altaïr’in zırhına sahip olabiliyoruz. Kızmayın yahu, bu spoiler değil ki… Oyunun içinde açıklanan bir şey. Tüyler, ilk oyunda topladığımız bayraklar ile eşdeğer. Bayrakları toplamamız amaçsızken tüylere ufak da olsa bir amaç yüklenmiş. Küçük kız kardeşimiz tüyleri kendisi için toplamamızı rica ediyor, biz de kendisini kıramıyoruz. Oyunda bu tüylerden 100 adet var ve hepsi de haritanın farklı bölgelerine saklanmış durumda. Bazılarını bulmak kolayken bazıları ise oldukça garip yerlerde ve ulaşmak için biraz zahmet göstermemiz gerekiyor. Ayrıca tüyler haritada görünmüyor. Glyphs bulmacaları ise aslında Ezio’nun hayatına ait şeyler
değiller. Aksine bunlar Animus’u Desmond’dan önce kullanmaya zorlanmış olan “Subject 16” kod isimli kişinin programa gizlice yerleştirdiği parçalar (Desmond Subject 17 bu arada). Şehirlerdeki önemli tarihi yapılardan bahsetmiştim size. İşte bu yapılara rastladığımızda bina ile ilgili tarihi bilgiler anında bilgi bankamıza yükleniyor. Bu esnada da ekranın sağ üst köşesinde ufak bir resim görünüyor. Eğer bu resmin köşesinde kırmızı bir göz işareti varsa bilin ki bir Glyphs ile karşı karşıyasınız. Bunlar genellikle yapının duvarlarına çizilmiş birer simge ve bulunmaları biraz zor. Çünkü yapıların bazıları gerçekten de büyük ve simge ise oldukça küçük.
Mesela ilk karşılaştığımız simge bir omega (Ω), ikincisi ise Ra’nın gözü… Bunları bulduğumuzda çözmemiz gereken bir bulmaca ile karşılaşıyoruz. Bulmacaların her biri farklı mini oyunlardan oluşuyor. Mesela bazılarında bir portreyi oluşturmaya çalışırken bazılarında ise resimlerde gizlenmiş objeleri bulmaya çalışıyoruz. Hepsi de belirli bir tarihi olayı anlatan ve büyük bir komplo teorisini ortaya çıkaran şeyler. Örneğin ilk Glyphs bulmacasında Kraliçe I. Elizabeth’in bir portresi var ve kolunun altında bir Piece of Eden görünüyor.
16 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
Bir diğerinde ise Napolyon ile karşılaşıyoruz ve elini sürekli ceketinin altında tutmasının sebebi aslında bir Piece of Eden’i gizlemeye çalışması olarak gösteriliyor. Bu bulmacalar Subject 16’nın bize gizli mesajlar yoluyla anlatmaya çalıştığı “Truth / Gerçek” ile ilgili bir videonun açılmasını sağlıyor. Subject 16’nın dediğine göre bize anlatılan tarihi olaylar tamamen bir yalandan ibaret. Toplamda 20 adet Glyphs var ve hepsini tamamladığımızda bu gizli gerçeği biz de öğrenebiliyoruz. 3 farklı hikâye iç içe… Nasıl ama? Codexleri mutlaka toplamak zorundasınız. Onun haricinde kalan her şey ise opsiyonel, yani toplayıp toplamamak size kalmış. Codexleri çevirmemiz de bize yardımcı olan kişi ise Leonardo da Vinci. Da Vinci oyunda genç ve enerjik birisi olarak karşımıza çıkıyor. Oldukça da espritüel biri aynı zamanda… Codexleri çevirmemizde bize yardım ediyor ve buradaki bilgileri kullanarak Ezio’nun ekipmanlarını yükseltip bize yeni taktikler öğrenmemizde yardımcı oluyor. Hatta onun meşhur uçan makinesini bile kullanabiliyoruz oyunda. Da Vinci dışında karşılaşacağımız diğer tarihi kişilerden bazıları ise Papa VI Alexander, Niccolo Machiavelli gibi isimler.
Para, para, para! Para, AC 2’de önemli bir yer tutuyor. Oyun boyunca çeşitli dükkânlardan yeni silahlar, yeni kıyafetler, zırhlar ve ilaçlar satın alabiliyoruz. Evet, ilaçlar… Küçük yaralar sorun değil ama ciddi bir yara aldığımız zaman sağlığımız ilk oyunda olduğu gibi kendi kendine çabucak düzelmiyor.
>>Oyun Aksine yaralandığımız zaman bir doktora gidip kendimizi iyileştirmemiz ya da ondan ilaçlar satın almamız gerekiyor. Bunun içinde paraya ihtiyacımız var. Ceplerimizi florinlerle doldurmanın ise birkaç yolu var; yan kesicilik yaparak birilerinin keselerini aşırabiliyoruz, haritalarda gizlenmiş olan sandıkları bulabiliyoruz ya da görevleri tamamlıyoruz.
Hakladığımız düşmanların üzerlerinde bulduklarımızı da cebimize indirebiliyoruz ama bunu etrafınız kalabalıkken yapmanızı tavsiye etmiyorum. Halk bunu pek de iyi karşılamıyor haliyle… Eğer paramız yeni kıyafetler ve ekipman almaya yetmiyorsa o zaman da zırhımızı ve silahlarımızı tamir ettirebiliyoruz. Paramızla yapabileceklerimiz sadece bir şeyler satın almakla sınırlı değil. Örneğin çok sayıda asker tarafından korunan bir yere girmek istiyoruz ama dövüşmeye gönlümüz yok. Birkaç adam kiralayıp askerlerin üzerine saldırtmamız mümkün. Ya da iyi günümüzdeysek paralı askerler yerine birkaç tane güzel kız kiralayıp askerlerin dikkatini dağıtabiliyoruz da. Bir grup asker tarafından kovalanıyoruz diyelim. Kalabalık arasında koştururken etrafa para saçarak bir karmaşa ortamı yaratabiliyoruz.
Para kazanmanın bir diğer yolu da sevgili villamız. Mario amcamızın (isme dikkat) Monteriggioni’de bulunan villası bizim için hem iyi bir gelir kaynağı hem de bir üs vazifesi görüyor. Villaya ilk vardığımızda mâlikane ve çevresi tam bir harabe gibi dursa da bu hep böyle kalmıyor. Mâlikanenin etrafındaki yapıları ve dükkânları para karşılığında tamir ettirip mekânı güzelleştirebiliyoruz. Bunun karşılığında da bu dükkânlardan iyi bir indirim kazanıyoruz ve şehre daha fazla turist çekiyoruz. Daha fazla turist daha fazla para demek oluyor çünkü elde edilen kazancın belli bir payı bizim kasamıza gidiyor. Kısacası her 20 dakikada bir paramız artıyor. Yalnız parayı almakta acele etmemiz gerekiyor yoksa sevgili kız kardeşimiz kıymetli florinleri cebine indirmekten hiç mi hiç çekinmiyor. Villa aynı zamanda kıyafetlerimizi ve silahlarımızı değiştirebildiğimiz tek yer. Ayrıca oyun boyunca topladığımız tüm eşyaları, mühürleri, zırhları ve silahları villanın içerisinde görebiliyoruz. Bir de bahçedeki heykel sunakları var tabii… Monteriggioni’de gizli birkaç heykel var. Bu heykelleri bulup bahçedeki yerlerine koyduğumuzda büyük-büyükbaba Auditore’nin gizli hazinesine kavuşuyoruz.
Kocamı benim için döver misiniz? AC 2’de hikâye sunumu ilk oyuna nazaran daha iyi ayarlanmış. Oyunda ilerledikçe konu gittikçe açılmaya, sır perdeleri aralanmaya başlıyor. Hikâyeden aldığınız keyif de doğru orantılı olarak artıyor.
Ana görevi açabilmek için birbirinin aynı olan yan görevleri yapma zorunluluğu ortadan kaldırılmış. Elbette hâlâ “birini pataklamak” ya da “bir şeyleri aşırmak” gibi görevler oyunda mevcut ama asla ilk AC’ deki kadar fazla değil, en önemlisi ise “zorunlu” değil. Toplamda dört çeşit yan görev bulunuyor. Bunları zamana karşı yarıştığımız koşu görevleri, kuryelik görevleri, konuyla direkt alakası olmayan katillik görevleri ve karısını terk eden adamları bir güzel patakladığımız görevler olarak sıralayabiliriz. Daha önce de söylediğimiz gibi hiç birini yapma mecburiyetinde değilsiniz. Ayrıca bu görevleri ana senaryoyu tamamladıktan sonra yapma imkânımız da var.
Oyunun grafiklerinin oldukça iyi olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Ezio’nun modellemesi gerçekten çok başarılı. Dönemin mimari yapısı da oyuna çok iyi aktarılmış. Binalar, tarihi yapılar ve şehirde yaşayan insanların kıyafetleri kesinlikle harika görünüyor. Şehirler en az ilk oyundaki kadar hatta daha da canlı. Birini yankesicilik özelliğiniz ile soyduğunda durup üstünü başını kontrol etmesi sonra da panikle etrafına bakıp “Lanet olsun, soyuldum!” diye bağırması, bir cinayet işlediğinizde muhafızların halkı sorgulaması, halkın ise “Ben masu-
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 17
>>Oyun mum” diye itiraz etmesi gibi detaylar oyunu şenlendiriyor. Elbette bir yerden sonra pazarcıların hep aynı şeyleri tekrar ederek bağırdığını ve doktorların birbirinin kopyası olduğunu fark ediyorsunuz. Ama o kadar hata kadı kızında da olur. Fakat yine de bir konsol çevrimi olduğunu belli ediyor oyun. Ara sıra duvar kaplamalarındaki titremeler, yüz kaplamalarındaki gölgelenmeler, gökyüzündeki bulutların olmamışlığı gibi ufak tefek hatalar ve PC için uyarlamaya gidilmemiş konsol grafikleri biraz can sıkıyor. Sesler ise kelimenin tam anlamıyla muhteşem. Tüm karakterler hafif İtalyan aksanına sahip bir İngilizceyle konuşuyorlar ve bu atmosferi iyiden iyiye körüklüyor. Müzikleri ise barkot kafalı anti-kahramanımız Hitman’in müziklerini hazırlayan Jesper Kyd hazırlamış. Kendisi ilk Assassin’s Creed’in yanı sıra Kane & Lynch ve Borderlands gibi yapımlarda da yer almıştı. Gelelim eksilere… Bir kere oyun deneyimli oyuncular için çok kolay. Karşı saldırı tekniklerini öğrendiğinizde ve zamanlamayı iyi ayarladığınızda dövüşlerde ölmeniz çok zor. Karşılaşabileceğiniz en çekişmeli kısımlar gizli mezarlar… Kontroller hakkındaki sıkıntımı da daha önce belirtmiştim zaten. Dümdüz koşarken istemediğiniz halde kendinizi bir bacanın tepesine tünemiş bir biçimde ya da daha kötüsü kaldırım taşlarını gayet yakın bir açıdan sayarken bulabiliyorsunuz. Bazen de merdivenlerden inerken ufak takılmalar yaşanabiliyor. Ezio sanki bir çatının tepesinden aşağı bakarmış gibi bir alt basamak ile arasındaki mesafeyi dikkatli bir biçimde ölçmeye başlıyor. Kaldırım mühendisi mübarek…
Sonuç olarak Assassin’s Creed 2 muhteşem bir oyun değil belki ama kesinlikle çok eğlenceli ve sizi saatlerce başında tutmayı başarıyor. Yan görevleri, bulmacaları, mini oyunları derken bir de bakıyorsunuz beş saatinizi oyunun karşısında geçirmişsiniz ama ana göreve dair bir bölüm bile oynamamışsınız. Eğer ilk oyunu sevdiyseniz ikinci oyuna bayılacaksınız demektir. İlk oyunda aradığınızı bulamadıysanız bile yine de mutlaka göz atmanız gereken bir yapım. Kesinlikle pişman olmayacak ve çok eğleneceksiniz. Tabii internet bağlantınız izin verdiği sürece…
KÜNYE Yapımcı Tür Grafik Ses Oynanabilirlik Eğlence
NOT: 9.5 / 10 : Ubisoft Montreal : Aksiyon / Macera :9 : 10 :9 : 10
Artılar : Harika senaryo, muhteşem animasyonlar, detaylı şehir ve oyun yapısı. Eksiler : Can sıkıcı DRM sistemi, bazı grafiksel sorunlar, doğru tuşa basma oyunu başlarda can sıkabiliyor. MİNİMUM SİSTEM GEREKSİNİMLERİ Intel Core 2 Duo 1.8 GHz / AMD Athlon 64 X2 2.4 GHz işlemci, 256MB NVIDIA GeForce 6600GT / 256MB ATI Radeon X1800 Ekran kartı 1 GB RAM, 8 GB Hard Disk alanı, İnternet bağlantısı
18 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
YENİ HABERLER
>>Oyun
F.E.A.R. 3 Görünüşe göre şirinlikten nasibini alamamış olan kızımız Alma, bizleri bir kez daha korkutmaya geliyor. Çünkü Warner Bros. Interactive’den yapılan açıklamaya göre F.E.A.R. 3 yolda… Fakat bu kez oyunu hazırlayan firma Monolith değil, Day 1 Studios. Yani ik F Oyundaki en büyük yenilik olarak Co-Op özelliği göze çarpıyor ve firma bu konuda oldukça iddialı görünüyor. Geliştirilmiş siper alma sistemi üzerinde durulan bir diğer yenilik (artık her yeni yapılan FPS’nin bu özelliği “yenilik” diye önümüze koymasından siz de sıkılmadınız mı?) Buraya kadar saydıklarımız sizi heyecanlandırmadıysa (beni pek de tatmin etmediler açıkçası) bir de şunu deneyin. Oyunun senaryosu ve ara videoları iki ünlü korku yönetmeni atardından yani John Carpenter (Big Trouble in Little China, Escape from L.A) ve Steve Niles (30 Days of Night, 28 Days Later) imzası taşıyacak. İşte bu habere korkulur!
Yine yeni yeniden… PES 2011 Yıllarca FIFA’nın tahtını sallayan ama son dönemlerde gözle görülür, mouse ile hissedilir bir düşüşe geçen PES serisi yeni oyununun çıkış tarihini ve bu seride yapmayı düşündükleri yenilikleri açıkladı. Daha yeni animasyonlar, daha iyi yapay zekâ, gerçeğine daha çok benzeyen oyuncu modellemeleri gibi artık klasikleşmiş “yenilikler” dışında birkaç dişe dokunur haber de vardı bu açıklama da. Bu kez Şampiyonlar Ligi ve UEFA kupasının yanı sıra Güney Amerika kupası da lisanslı olarak oyunda yer alacak. Ayrıca Master League modu tamamen online olacak ve maçlarımızı internet üzerinden yapabileceğiz. PES bir kez daha FIFA’yı sollayabilecek mi, bekleyip göreceğiz. Oyunun çıkış tarihi ise her zamanki gibi sonbahar ayları…
Sam Fisher ağır yaralı Ubisoft’un başarılı tasarımcılarından biri olan Clint Hocking geçtiğimiz ay içerisinde istifasını verdi. Yaklaşık 9 yıldır Ubisoft Montreal’de çalışan Hocking, Splinter Cell oyunlarının tasarımlarında önemli bir rol oynuyordu. Far Cry 2’nin de tasarımını yapan Hocking şimdilik tek istediğinin biraz dinlenmek olduğunu söylese de başka bir firma ile anlaştığı için istifa ettiği dedikoduları şimdiden etrafta dolaşmaya başladı. Bu ayrılık Splinter Cell serisinin gidişatını nasıl etkileyecek bekleyip göreceğiz.
Starcraft 2’den Facebook çıkarması Blizzard, daha önce WoW ile denediği ve bunda gayet de başarılı olduğu Battle.Net & Facebook ilişkisini Starcraft 2’de de sürdüreceğini açıkladı. Bu sistem sayesinde oyunda yaptıklarınız otomatik olarak profil sayfanızda görüntülenecek. Ayrıca Starcraft oynayan arkadaşlarınız da otomatik olarak Battle.Net listenize eklenecek. Başarılı olması halinde gelecekteki Blizzard oyunlarında da bu sistemin kullanılacağı açıklamada yer alanlar arasında. 27 Temmuz’da Starcraft 2: Wings of Liberty ismi ile hem PC hem de MAC için piyasaya çıkacak oyun için kollarınızı şimdiden sıvayın.
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 19
YENİ HABERLER
>>Oyun
Call of Duty: Black Ops Activision ile Infinity Wards arasında çıkan anlaşmazlıklardan ve oyunun iki kilit adamının işten çıkarılmasıyla son bulan olaylardan geçen sayımızda bahsetmiştik. Bu olay sonucunda Infinity Wards ekibi yavaş yavaş dağılmaya devam ederken “Call of Duty” isim hakkını elinde tutan Activision ise serinin yeni oyununu duyurmakta gecikmedi. CoD: Black Ops adı altında çıkacak oyunu Treyarch ekibi yani CoD: World at War oyununu yapan ekip hazırlayacak. Daha önce pek çok Spider-man oyununa imza atan firma oyunun konusu hakkında şimdilik ser verip sır vermiyor. Elimizde olan tek şey bu kez Vietnam Savaşı döneminde çarpışacağımız. WaW’da bayağı bir popüler olan “Zombi” modunun bir benzerinin ve “Dedicated Server” özelliğinin geri getirileceği de belirtilenler arasında. Öngörülen çıkış tarihi, 9 Kasım 2011.
Guinness’e göre ilk 50 oyun Guinness Dünya Rekorları tarafından hazırlanan ve binlerce kişinin katılımı ile hazırlanan “En iyi 50 Oyun Serisi” anketi sonuçlandı. Sıralama da Halo serisi ilk sırayı alırken, Call of Duty ve Zelda serileri de onu takip eden oyunlar oldular. Bizim en çok dikkatimizi çeken ise Prince of Persia, Baldur’s Gate, Icewind Dale, Doom, Quake gibi efsanevi serilerin ilk 50’ye giremezken bazı adı sanı pek duyulmamış oyunların listede yer alması oldu. Detaylı listeyi aşağıda bulabilirsiniz. Yorum sizin…
Assassin’s Creed: Brotherhood Görünüşe göre Ezio’nun maceraları henüz bitmemiş. Bir GameStop çalışanının bazı görselleri gizlice basına sızdırması sonucunda yapımcı firmanın Assassin’s Creed: Brotherhood üzerinde çalıştığı ortaya çıktı. Artık usta bir katil olan Ezio, tarikatının diğer üyelerine liderlik ederek düşmanlarının kalbine, Roma’ya bir darbe indirmeye hazırlanıyor. Çok oyunculu seçeneklere de sahip olacağı belirtilen oyunda birkaç farklı karakter olacak ve hepsinin kendine has suikast yöntemleri bulunacak. Oyunun sonbaharda bizlerle olması bekleniyor. 20 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
1. Halo 2. Call of Duty 3. Zelda 4. Guitar Hero 5. Metal Gear 6. Super Mario Bros. 7. World of Warcraft 8. Gears of War 9. Super Smash Bros. 10. Grand Theft Auto 11. Pokémon 12. Resident Evil 13. Fallout 14. Half-Life 15. Sonic the Hedgehog 16. Counter-Strike 17. Runescape 18. FIFA 19. Kingdom Hearts 20. Final Fantasy 21. Pac-Man 22. Madden NFL 23. The Sims 24. Tomb Raider 25. WWE Smackdown Vs.
26. Rock Band 27. Little Big Planet 28. Saints Row 29. The Elder Scrolls 30. God of War 31. GoldenEye 007 32. Bioshock 33. KillZone 34. Skate 35. Left 4 Dead 36. Need for Speed 37. Chrono Trigger 38. Gran Turismo 39. StarCraft 40. Ratchet & Clank 41. Pong 42. Tom Clancy's 43. Star Wars: Battlefront 44. Battlefield 45. Diablo 46. Lego Batman 47. Mario Kart 48. Burnout 49. Crash Bandicoot 50. Pro Evolution Soccer
OYUN El çizimi Sirin grafikleri ile güzel bir oyun
M ihsan Tatari ihsan.tatari@blogdergisi.com http://yorgunsavasci.blogspot.com/
>>Oyun
GRATEL & HANSEL
E l çizimi grafiklere sahip oyunları seviyorum. Elbette 3D teknolojisinin hayatımıza
kattıkları yadsınamaz ama yine de el çizimi grafiklerin tadı başka hiçbir şeyde yok. Gretel ve Hansel de o oyunlardan biri. Pastel renkleri, içindeki ince mizahı ve el çizimi şirin grafikleri ile beğenimi kazanmayı başardı bu oyun. Bir varmış bir yokmuş, uzak diyarların birindeki bir ormanda iki çocuklu bir oduncu ailesi yaşarmış. Fakat çok fakirlermiş ve yiyecek bulmak bile gün geçtikçe zorlaşıyormuş. Kötü kalpli üvey anne (kötü kadın Müzeyyen), bir gece oduncuyu kenara kıstırmış ve çektikleri sıkıntılara son vermek için çocukları ormana götürüp onları kaderlerine terk etmeyi teklif etmiş. Baba her ne kadar buna itiraz etse de sonunda karısının baskılarına daha fazla dayanamamış ve istemeyerek de olsa planı kabul etmiş. Bilmedikleri şey ise Gretel’in tüm bu konuşmalardan haberdar olduğuymuş. Grimm kardeşlerin meşhur masalı Hansel ve Gretel’i bilmeyeniniz yoktur sanırım. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi bu oyunun konusu da masal ile hemen hemen aynı. Tek farkı cadı ile ilgili kısmın oyunda olmaması. Oyundaki amacımız 10 adet çakıl taşını bulmak ve ormana giden yolda çakıl taşlarını yola bırakmak. Çakıl taşlarını topladığımız bölüm klasik bir point & click macera tarzında tasarlanmış. WASD ya da ok tuşları ile yönettiğimiz Gretel ile evimizin çevresini dolaşıyor ve taşları toplamaya çalışıyoruz. Bu amaçla da ufak bulmacalar ile uğraşıyoruz. Oyunda ölmek mümkün ama ölüm gözünüzü korkutmasın. Hatta ölmek için çabalayın bence. Çünkü oyunda toplam 18 adet achievement var ve bunların 10 tanesi farklı ölümleri bulmanızı gerektiriyor. Bunların bir kısmı Gretel’in ölümüne göz yummakken bazıları da başkalarının sonunu getirmek ile ilgili Mesela Hansel’in… (hehehe!) Bir oynayışta tüm ölümleri birden yaşarsanız Grimm Master ödülüne layık görülüyorsunuz.
Tüm taşları tamamladıktan sonra ise ormana gittiğimiz kısım başlıyor. Bu kısım da aksiyon oyunu şeklinde hazırlanmış. Taşları doğru zamanda doğru yerlere bırakmalı, bu sırada da düşmanlara dikkat etmeli ve el arabasının altında kalmamamız gerekiyor. Ya da diğerlerini el arabasının altında da bırakabiliriz (hohoho!) Oyunda karşılaşacağınız bulmacalar pek de zor değil. Benim tek takıldığım yer saat bulmacası oldu, onu da tam çözümünden bakarak buldum. Saati 15:30’a kurmamız gerekiyormuş, bunu da buradan çıtlatayım size. Eğlenceli bir şeyler arıyorsanız ve türün takipçilerindenseniz mutlaka bir göz atın. Oyunla kalın… Oyunun web adresi: http://www.newgrounds.com/portal/view/515322 Tam çözüm: http://www.youtube.com/watch?v=UouWyOhW7kk (video) http://www.gretelandhansel.com/walkthrough.html (yazı) www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 21
SİNEMA Yasin Yüksel - yasin.yuksel@blogdergisi.com http://tambirblog.blogspot.com/
Vizyondakiler 1-Sex And The City 2 Gösterim tarihi: 04 Haziran 2010 Yönetmen: Michael Patrick King Tür: Komedi, Romantik Oyuncular: Sarah Jessica Parker, Kim Cattrall, Kristin DavisCynthia Nixon, Chris Noth (Mr. Big), David Eigenberg (Steve) , Evan Handler (Harry), Jason Lewis (Smith), Nikah masasında “evet” dedikten sonra neler olur? Dört arkadaşın hayatı her zaman diledikleri gibidir ama hayat sürprizleri de barındırmasaydı “Sex and the City” de olmazdı… bu sefer kızlarımız New York’tan, dünyanın en lüks ve egzotik yerlerinden birine, partinin hiç sona ermediği, her köşesinde gizemler barındıran, büyüleyici bir maceraya doğru savrulurlar. Bu gezi, dört arkadaşın evlilik, annelik ve benzer durumların hayatlarına kattığı (ve çoğu zaman savaşmak zorunda kaldıkları) geleneksel rollerinden kaçmak için çok doğru bir zamanda çıkagelir. Ne de olsa, bazen tek yapmanız gereken
dostlarla bir kaçamaktır.
2- From Paris with Love Gösterim tarihi: 25 Haziran 2010Yönetmen: Pierre Morel Tür: Aksiyon, Gerilim, Suç Oyuncular: John Travolta, Jonathan Rhys Meyers, Amber Rose Revah, Melissa Mars, Frédéric Chau John Travolta, Jonathan Rhys Meyers ve Kasia Smutniak’ın başrollerini paylaştığı From Paris With Love; Paris'teki ABD Konsolosluğu'nda çalışan genç bir adam, terörist bir saldırıyı önlemek için FBI ile yaptığı işbirliğini konu alıyor. Pierre Morel yönetmenliğinde sıkı bir aksiyon filmi.
22 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Vizyondaki Filmler
3-Son Şarkı – The Last Song Gösterim tarihi: 11 Haziran 2010 Yönetmen: Michael Hoffman Tür: Dram, Romantik Oyuncular: Miley Cyrus, Greg Kinnear, Kelly Preston, Liam Hemsworth, Melissa Ordway Yönetmenliğini Julie Anne Robinson, senaryosunu ise Nicholas Sparks üstlendi. Filmde Avustralyalı aktör Liam Hemsworth ile başrolleri paylaşan Miley Cyrus, babasının yanına yaz tatilini geçirmeye gönderilen genç ve asi bir kızı canlandırıyor.
4-Koleksiyoncu – The Collector Gösterim tarihi: 04 Haziran 2010 Yönetmen: Marcus Dunstan Tür: Gerilim, Korku Oyuncular: Josh Stewart, Michael Reilly Burke, Andrea Roth, Juan Fernández Kumar borcunu ödemek için, tesisatçı olarak çalıştığı evi soymaya karar veren Arkin, evde kimsenin olmadığını sandığı bir akşam eve girer. Fakat malikanede onu kötü bir sürpriz beklemektedir. Arkin soymak için zorla girdiği evde, ev halkını esir almış psikopat bir katille karşı karşıya kalmıştır.
5-Deccal - Antichrist Gösterim tarihi: 11 Haziran 2010Yönetmen: Lars Von Trier Tür: Dram, Erotik, Gizem Oyuncular: Willem Dafoe, Charlotte Gainsbourg Umutsuzca acı çeken evli bir çift, orman içinde “Cennet” i andıran, her şeyden uzak evlerine çekilir. Kırık kalplerini ve problemli evliliklerini tamir etmeyi umut etmektedirler. Fakat doğa olaylara yöne verecek ve her şey daha da kötü olacaktır…
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 23
SİNEMA
>>Vizyondaki Filmler
6-Pers Prensi: Zamanın Kumları Prince Of Persia: Sands Of Time Gösterim tarihi: 21 Mayıs 2010 Yönetmen: Mike Newell Tür: Aksiyon, Fantastik, Macera, Romantik Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Gemma Arterton, Ben Kingsley, Alfred Molina, Toby Kebbell 'Karayip Korsanları' üçlemesini beyaz perdeye taşıyan ekip, Walt Disney Pictures ve Jerry Bruckheimer Films sunar: PERS PRENSİ: ZAMANIN KUMLARI. Gizemli Pers diyarlarında geçen destansı bir aksiyon/macera filmi. Gözden düşmüş bir prens (JAKE GYLLENHAAL) istemeden de olsa gizemli bir prensesle (GEMMA ARTERTON) güç birliği yapar. Birlikte, zamanı tersine çevirebilen Zamanın Kumları'nı açığa çıkarabilecek ve sahibinin dünyaya hükmetmesini sağlayabilecek olan eski bir hançeri korumak üzere karanlık güçlerle bir yarış içine girerler.
7-B PLANI – The Back-up Plan Gösterim tarihi: 18 Haziran 2010 Yönetmen: Alan Poul Tür: Komedi, Romantik Oyuncular: Jennifer Lopez, Alex O’loughlin , Anthony Anderson, Danneel Harris ,Alex O'Loughlin Filizlenen bir ilişkiyi korumaya ve hamileliğin ilk belirtilerini saklamaya çalışan Zoe, kendini yanlışlıklar komedisinin içinde bulur ve Stan'e kafa karıştırıcı sinyaller verir. Zoe tuhaf davranışlarının nedenini endişeli şekilde açıkladığında, Stan bu alışılmamış geleceği değerlendirir ve sonunda durumu kabul eder. Aşk ve flört daha önce yatakta böyle bir üçlü çılgınlığa tanık olmamıştır: Stan, Zoe ve hiç yanından ayırmadığı, devasa hamilelik yastığı. Gerçek hamilelik testi ise, ikisinin de hormonların yarattığı karmaşa ve doğum hazırlıkları dışında birbirini tanımadıklarını fark etmeleriyle başlar. Dokuz aylık geriye sayım devam ederken, ikisi de birbirlerinden soğumaya başlar. Herkes aşık olabilir, evlenebilir ve bir bebek sahibi olabilir; ama bunu son hızda ve geriye doğru yapmak, iki insanın birbiri için yaratıldığının en büyük kanıtıdır. 24 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
SİNEMA
Korku Sinemasının Duraklama Dönemi Hangi yılların duraklama devri olduğunu düşünmenize gerek yok. Çünkü eski dönemlerin hiç birinde duraklama yoktu. Korku filmlerinin en başarıları geçmiş yıllarda çekildi ve kült oldular. Fakat benim bahsettiğim dönem 2000 yılından itibaren başlıyor. 2000 yılından itibaren neredeyse hiç başarılı korku filmi örneği göremedim. Orijinal filmler çıkıyordu fakat çoğu başarısız çalışmaların sonucunda ortaya çıkmışlardı. Bu yüzden senaryolarının ve konularının orijinallikleri insanların dikkatini çekemiyor. İnsanlar filmi başarısız buluyorlardı. Her yönüyle başarılı ve az hatalı filmler ise maalesef yeterince vizyonda yer bulamıyordu. Bunun dışında zaten o başarılı diye bahsettiğim filmler neredeyse 1 yılda bir görünüyorlardı. Ve 2008 yılına geldiğimizden sonra neredeyse hiç başarılı film görünemedi.
Ahmet Türkan ahmet.turkan@blogdergisi.com http://kanverevan.com
Bilirsiniz ki korku türleri kendi türü altında bazı alt türlere ayrılırlar ve bu alt türler; Zombi, vampir, okült, gerilim gibi türlerdir. Bu yüzden de alt türlerde bu yıl başarılı olduklarına inandığım filmleri ve başarısız filmlerinde neden başarısız olduklarını size anlatmaya çalışacağım. Ama alt türlere göre başarılı ve başarısız filmlerden bahsetmeden önce bu türün neden artık iyi örnekler veremediği söylemekte yarar var. Öncellikle büyük şirketler yetenekli fakat daha keşfedilmemiş senaristleri, oyuncuları ve yönetmenleri bulmuyorlar. Bu kişileri keşfetseler belki iyi filmlere imza atabilirler. Diğer sebep ise artık gişe kaygılı filmler çekiyorlar. Yani güzel olsun insanlar beğensin diye çekilmiyor bu filmler para kazanmak ve zengin olabilmek için çekiliyorlar. Ayrıca insanlar yenilikte istiyorlar. Fakat yönetmenler ve yapımcılar aynı yemeyi ısıtıp, ısıtıp biz seyircilerin önlerine koymaktan vazgeçmiyorlar.
Vampir: Vampir filmleri maalesef yenilik veremiyorlar zaten yeniliğe açık olan bir türde değil. Fakat bu türde binlerce film çekilmesinden ötürü artık izleyiciye bütün filmler aynı filmmiş gibi gelmeye başladı. Vampir filmlerinde aslında yenilik olarak kabul edebileceğimiz bir film var. Alacakaranlık vampir türüne aşk ve romantizm kattığı konusu kabul edilebilir. Fakat türün değiştirilemeyecek tabularına yaptığı hakaretlerden ötürü artık sanattan ve sinemadan anlamayan genç kızlardan başka pekte hayranlarının olduğunu söylenemez. Bunun dışında son zamanlarda Vampir İmparatorluğu’ da başarılı olduğunu söyleyebildiğim filmlerden fakat post akapolitik kültür filmlerinin daha pek anlaşılamamasından ötürü pekte başarılı olamadı ama böyle filmleri görmekte güzeldi. Alacakaranlık seferlerin özellikle izlemesini istediğim bir zombi filmi var adı Gir Kanıma iskandivan ülkelerinin soğuk ve karanlık atmosferinden güç alan ve küçük bir vampir kızla, sarışın bir oğlanın aşkını anlatan film buram, buram sanat kokmakta. www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 25
SİNEMA
>>Korku Sinemasının Duraklama Dönemi Bir karanlık ve soğuk atmosfere sahip olan filmde bir çizgi roman uyarlaması olan 30 Gün Gece filmi. Vampirlerin vahşiliği ve kana susamış hallerini gösterişi ve atmosferi yansıtması bile diğer eksiklerini görmemizi engelliyor. Bunun dışında Van Helsing, Blade, Blade 2, Lanetliler Kraliçesi, Dracula 2000 filmlerini önerebilirim.
Zombi: Ada: Zombilerin Düğünü sayesinde 2010’da da olsa sonunda bizimde zombi türünde bir filmimiz oldu. Her ne kadar başarılı bir örnek olarak sayamasam da mizahi yönüyle daha iyi örneklere yol açacağından eminim. Zombi filmlerinden bahsetmişken son yıllara en çok damgasına vuran seri Rec serisi olsa gerek ikisi de zombi sinemasına yeni ve hareketli bir hava kattı… Artık insanlara koşan ve saldırgan zombileri daha çok sevdirdi. Diğer iyi filmler ise 28 gün Sonra ve 28 Hafta sonra ikisi de çok başarılı bir seri oluşturdular. Ve zombi virüsünden çok insanı caniliğe ve saldırganlığa yönelten bir virüsü bize en karanlık tarafıyla gösterdiler. Tabii bu ciddi filmlerin yanında absürt ve komik olmasına rağmen zombi filmlerine arasında iyi bir yer elde edecek Zombieland filmi de var. Zombileri öldürmekte çeşitli yollar geliştiren filmin çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında Shaun Of The Dead, Ölülerin şafağı, Undead, Ölümcül Deney filmlerini önerebilirim.
Okült: Okült türünde bu yıl başarılı bir film yoktu. Fakat deli(dahi) yönetmen Lars Von Trier’in Deccal filmi özellikle görsel dilini iyi kullanan senaryosuyla da ilgi çekici bir filmdi çoğu kişiye göre sanatsal bir porno olarak adlandırılmasına rağmen. Sam Raimi’yi de tanımayanınız yoktur o da Kara Büyü filmiyle kendi sinemasını bir adım daha öteye götürdü. Bu yıl izlediğim en iyi filmdi. Tam 4 kere izlediğim gerçeğini size itiraf etmem lazım. Okült türünde bir diğer başarılı filmde çoğu kişiye göre fakat bana göre değil. Paranormal Activity gerçekten çok ünlü oldu ve hâsılatı Testere 6’yı bile geçti. Fakat burnuma gişe kokuları ve çok aşırı reklamı yapılmış gibime geliyor. Yetimhane ise hem gerilim hem de okült türüne girebilecek bir film fakat okült türüne daha uygun olduğunu düşündüğüm için buraya yazıyorum çok gerilimli sahnelerle dolu yepyeni bir kan türüne. Başarısız bir okült örneği de vermek gerekirse tek başına Garez 2’yi size göstersem yeter herhalde. Bu kadar mı başarısız olunur dersi veriyor sanırsam. Şeytan Çarpması’da en iyi Şeytan filmi uyarlaması gibi bir benzetme ekleyebilirim herhalde. Bunun dışında Garez, Shutter, Düş Kapanı, Gothika, Son Durak, Ölüm Çıkmazı, Geçit, Diğerleri filmlerini önerebilirim.
Gerilim: Davetsiz filmi finaliyle özellikle gerilim filmlerinden iyi örnekler arasında yer aldı. Her ne kadar bir remake filmi de olsa. Ölümcül Oyunlar Michael Haneke’nin daha önce çektiği filminin remakesi fakat eski filmin gerilimli ve diken üstü tutan atmosferinden ve oyunculuğundan hiçbir şey kaybetmemiş. Telefondaki Yabancı’da korkarak izlediğim gerilim filmlerinden biriydi. Bunun dışında Karanlık Sırlar, Kimlik, Karanlık Sular, Ölüm Provası filmlerini önere bilirim. Kaynak: E‐Kolay.net
26 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
SİNEMA
>>Korku Sinemasının Duraklama Dönemi
2000’li yıllarda ki en iyi örneklerinden biri ise İşkence Odası olsa gerek. Seyirciyi kana doyurduğu kadar merak ve gizem dolu senaryosuyla çok başarılı ikinci filmi de merakla beklememizi sağlayan kaç film var ki?
Slasher: Halloween 2 filminden bahsedeceğim özellikle başarılı olduğundan değil. Başarısız olduğundan bahsedeceğim tabii ki de. Başarısız bir remake olarak kalacağı bir gerçek. Rob Zombie aslında başarılı bir yönetmen ve yetenekli yeni korku karakterleri yaratmakta ki başarısı göz ardı edilemez. Fakat tekrar çekimlerde başka yerlere dikkat çekmeye çalışırken güzelim senaryoyu berbat ettiği gerçeğini nasıl örteceğini bilemiyorum. Slasher türünde çok örnek vardı 2000’li yıllarda çoğu remake özellikle 13. Cuma’nın remakesi çok kötüydü fakat Teksas Katliamı’nın remakesini güzel buldum. Bunun dışında House Of 1000 Corpses, Çığlık 3 filmlerini önerebilirim.
Gore: Gore türünde pek başarılı film gelmez. Çünkü gore türünün amacı seyircisine kan görüntülerine doyurmaktır. 2000’li yıllarda ki en iyi örneklerinden biri ise İşkence Odası olsa gerek. Seyirciyi kana doyurduğu kadar merak ve gizem dolu senaryosuyla çok başarılı ikinci filmi de merakla beklememizi sağlayan kaç film var ki? Testere serisini de gore türüne yazıyorum. Her ne kadar son derece başarılı senaryosu ile başarılı bir gerilim filmi olarak da görsem. Kana bizi artık doyurmuş bir film daha fazla testere yemek istemiyoruz. Kanlı mesai’de gore türüne yenilik getirdi. Mizahla harmanlanmış filmde türüne bağlı kalmayı da başardı. Gore türüne son olarak başarılı olarak Cehenneme Bir Adım filmini eklemek istiyorum klostrofobi korkusunun yaşanabileceği kapana kısıldıkları bir mekanı kana bulamakla kalmadılar kült olmaya aday olduklarını gösterdiler bize. Otel ilk filmiyle çok başarılıydı. Eli Roth arkasına Tarantino desteğini de alanca sırtı yere gelmeyecek sandı fakat 2. Filmde bizi hayal kırıklığına uğrattı. Bunun dışında Korku Kapanı, Tepenin Gözleri, Yüksek Tansiyon, Dehşetin Gözleri, Köpek Askerler, Her gün başka bela filmlerini önerebilirim.
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 27
KİTAP Serap Kazancı serap.kazanci@blogdergisi.com http://www.tuykalem.org/
Diriliş - Tolstoy
E
tki açılımında ki duygulara istekle eşlik etmek, kişinin hayatını şekillendirme çabasında tökezlemesini anlatabilmek, düzen sıkışığında eksikleri fark edebilmek, kendine paylar çıkartabilmek, suçlu mu suçsuz mu kişinin duygusallığına göre renk değiştirerek içine dâhil olabileceğiniz kitaplardandır. Yaşlı kadınlara hizmet eden güzeller güzeli Katyuşa ve hizmet ettiği hanımlarının yakın akrabası olan Dimitri arasında akar hikâye. Katyuşa çok küçük yaşlarda kaybeder ailesini ve kimsesizliğiyle sığındığı evde kendisini gibi yakın hikâyesi olan Dimitri’nin ilgisinden etkilendiği için bir gece birlikte olur. Rus ordusunda görevli bir subay olduğundan birkaç günlük tatil için geldiği bu evden o birlikteliğin sabahı ayrılır. İşte olaylarda o geceden sonra şekillenmeye başlar. Hamile kalır Katyuşa, hizmetçilik yaptığı evden dışlanır, çocuğunu doğurmak için bir tanıdığına sığınır, çocuğunu doğurur onu yetiştirme yurduna bırakır ve hayatını devam ettirmek için hayat kadınlığı yapmaya başlar. Bir gece birlikte olduğu adam öldürülür ve tesadüfler Katyuşa’nın suçlu olduğunu gösterir. Hüküm giyer ve tüm bu olaylar zincirinde Dimitri görevli olarak onun davasında bulunur. Kendini suçlu hisseder ve ona yardım etmek için çırpınır. Arayışında adalet sisteminde ki açıklıkları fark eder. Amacına ulaşır onu yeniden hayata kazandırır. Her şeyi telafi etme adına evlenmek ister ve Katyuşa başka biriyle evlenerek biter kitap. Kısaca anlattığım bu kitap son derece akıcı ve mesajlarla aşk güzeldir, sevmekle insan her şeyi yener, ne olursa olsun mutlu olmak başka bir şey mesajı vermediği için sevdim belki de. Kimilerine göre çok özensiz bir gece, kimilerine göre içine aşkı serptiği bir gece olabilir yaşananlar ve her giden ne kötü her kalan da masum değildir mesajı bulabilirsiniz. Meslekler ya da o mesleklerin isimlerinden kötü değildir insan altyapısı da bariz olarak bulduğunuz detaylardan. Ne olursa olsun vicdanı anlatıyor, eleştiriyor, yasa eksikliklerini hikâyesine dâhil ederek sonra iyiyle kötüyü yer değiştiriyor ve sevgi olsa bile vicdan arasında gelen sese mecbur olmadıklarını hissettiriyor. Akıcı sevilesi türdendir. Özellikle kitap alışkanlığı edinmek isteyenler için tavsiye ederim.
28 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Kitap Tanıtımı
Can Akbulak can.akbulak@blogdergisi.com http://metropolgunlugu.blogspot.com
Karşıt görüşlerin uyumluluğu ---> Bu Yalan Tango
B
u Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak ile 2002 Yılı Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazandıktan sonra çıtasını daha yukarı kaldıramaz diyenler belli ki Selim İleri'yi yeterince tanımıyorlardı. Her Gece Bodrum ile yazarlık serüveninde büyük bir dönüşüm yaşayan İleri son romanı olan Bu Yalan Tango ile bu dönüşüm yolunda emin adımlarla ilerlerdiğini ve taşları gediğine koyduğunu belirtiyor biz okuyucularına. İleri bu kitabıyla da romanlarında kullandığı dile sadık kalıyor. Türkçe'nin bugün ulaştığı düzeyden sonuna kadar yararlanan ve kimi zaman yüzünü geçmişe dönen o lirik anlatımıyla karşımıza çıkıyor. Kitap, doksan yaşına basmak üzere olan romancı Fatma Asaf ile elli beş yaşındaki yazar Ufuk Işık'ın yaptığı nehir söyleşi çevresinde şekilleniyor. Asaf, Kerime Nadir gibi bir dönemin aşk romanlarına imza atmış. 'Klişe edebiyat' çevresinde yazan bir insan. "Genç kızların, ev hanımlarının aşka ve maceraya susamış hallerini" yazarak ün yapmış biri. İsmi bile bize 'geçmişi' çağrıştırıyor. İlk kitabı, Atatürk'ün öldüğü gün yayımlanmış, cumhuriyetle birlikte yaşanan değişimleri görmüş. Sabahattin Ali'yi, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı tanımış, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın adadaki evine gitmiş. Hiç durmamış, hep yazmış. Şimdi ise doksan yaşına girmek üzere olduğu bugünlerde kendisine özel hazırlanmış olan hediye kitabın mutluğunu yaşarken, bir yandan da "bu yapılan ırmak söyleşiyi" gereksiz buluyor. Diğer karakterimiz Ufuk Işık ise, az okunan ve anlaşılmayan romanların yazarı. Çekingen, biraz da sinsi. Asaf'ın tam tersinde bir yapıya sahip. Kitapta bu iki ana karakter birçok konuda birbirlerine ters düşüyor. Biz de roman boyunca süren nehir söyleşide iki farklı kuşaktan bu iki romancı arasındaki tuhaf gerilime ortak oluyoruz. Eserde Asaf ile Işık konuştukça konudan konuya, yazarlardan şairlere, bir hikayeden diğerine atlıyorlar. Fatma Asaf yetmiş yıllık yazarlık serüvenini anlatırken, sürekli yazar ve sanatçı dostlarından bahsediyor ama diğer yandan da Asaf'ın romanlarındaki karakterlerde en az o kişiler gibi gerçek. Selim İleri burada kurgu ile gerçeği harmanlaştırıp önümüze sunuyor. Bu Yalan Tango düz yazının ağırlığından arınmış bir eser. İleri bu kitapta da üslubunu konuşturmuş. Şiire yaklaşan bir dil, sahici dil, didaktik bir anlatımla süslenmiş. Yazar dil konusundaki seçimini kitapta Fatma Asaf'ın ağzından anlatıyor: “Bir romancının en büyük yarışı şiirle.” Asaf şair-yazar olmak istiyor. Büyük bir şair-yazar. "Düzyazı ile şiir arasındaki duvarları, sınırları tümden yok etmiş, silmiş" 'Bu Yalan Tango' edebiyat antolojisi gibi duran, içinde birçok karakterin, birçok olayın yer aldığı bir kitap. Edebiyat tarihimizde yer etmiş, adı duyulmuş yazarları, dışlananları, romanların karanlık yüzlerini ve ulaşmak istenilen noktaları anlatmış Selim İleri. www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 29
BÖ 2010’daydık!
Hakan KARA
Blog Ödülleri 2010 Gerçekleştirildi
hakan.kara@blogdergisi.com http://www.hknkr.com/
Bu yıl 3.sü gerçekleştirilen Blog Ödülleri 2010 ( BÖ2010 ) töreni Fenerbahçe Rıfat Ilgaz Tesisleri'nde 8 mayıs cumartesi günü gerçekleştirildi. Toplam 51 kazanan blog sahibi ile 100'e yakın davetlinin katıldığı ödül törenine ben de katıldım. Alpella Kişisel Blog kategorisi 1.si olarak şuan evimde bu yazıyı sizlere yazmaktayım. Blog ödüllerinin bloggerlere, sponsorlara ve blog'un ülkemizdeki gelişimi konusunda bir ufak yazı hazırlamak istedim.
Blog ödülleri ülkemizde blog yazmanın daha da artması ve kaliteleşmesi için " bloglama " ekibi tarafından organize edilen bir oluşum; sosyal medya içerisinde yer alan bu oluşumun asıl amacı " blog yazmayan kimsenin kalmaması " diyebiliriz. Bu konuda yollarına emin adımlarla devam eden blog ödülleri ekibi bu sene geçen yıllara nazaran daha fazla sponsorun ve katılımcının yer aldığı bir organizasyon gerçekleştirdi. Oylama sisteminin telefon ile yapılması yüzünden daha sağlıklı bir sonuç elde edilmesi katılımcıların bö ekibine olan güvenini daha fazla artırmıştır umarım; bu durumun seneye daha fazla katılımcının blog ödüllerine başvuracağını öngörmek yanlış olmaz. Fakat telefonla oy verme işleminin uzun olması peşinde bir çok kişiden benzer eleştirinin gelmesine neden oldu; seneye oylama konusunda daha basit bir uygulamanın olacağını bekliyorum açıkcası. Blog töreninde kimseyi tanımayışımızın etkisi çok gördüm, bir süre yanlız başıma takıldıktan sonra yavaş yavaş " kendi çabamla " ortama ayak uydurmaya ve katılanlarla sohbet etmeye başladım. Sponsorlarla görüşme imkanım tam olmadı fakat kadın blogları sponsoru yöneticisi bir çok blog sahibi ile ilgilenmeye çalıştı. Kendisine buradan tekrar teşekkür ediyorum. Blog ödülleri ödül töreninin bir çok kişinin beklentisini karşıladığını düşünmüyorum; bu konuda da kazanan blog sahiplerinin kendi bloglarına yazdığı yazıları kanıt olarak gösterebilirim. Fakat yapılacak eleştiri yazılarının bir sonraki sene için blog ödülleri ekibine yol göstereceğine eminim. Blog ödüllerinin bloggerlere en büyük katkısı, yarışma havasına ayak uydurduktan sonra bloglarına daha ciddi bir şekilde bakmaları ve kendilerini geliştirmeleridir. Bu vesileyle ortaya daha kaliteli bloglar çıkacak, kazananları örnek alarak diğer bloglarda gelişecek ve ülkemizde daha kaliteli bloglar ortaya çıkacaktır. Böylece paylaşımda daha üst boyutlara çıkacaktır. Sponsorlar açısından en büyük yararı, onların sosyal medyaya daha alışamamış olmaları nedeniyle kendilerini sınayabilecekleri bir alan bulmalarıdır. 30 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>BÖ2010’daydık!
“İyi yazmak; iyi düşünmek, iyi hissetmek ve iyi ifade etmektir. Bu hem zeka, hem ruh, hem zevk sahibi olmayı gerektirir.” --Buffon “Yazmak, aynı zamanda susmak, söylememek, sesini kesmek demektir, gürültüsüz haykırmaktır.” --Marguerite Duras
Hem kendilerini sosyal medyada gösterecekler hem de ilerisi için daha tecrübeli kararlar vereceklerdir. İnternet artık bir çok şirketin yabancı kalmadığı bir mecra olmaya başladı, fakat mikro blog sitelerinin yaygınlaşması yüzünden sponsorların da bu konuda bilgi sahibi olmaları, mikro blogları sıkça kullanan bloggerleri desteklemeleri onlara artı puan kazandırıyor. Blog ödüllerinin gün geçtikçe daha fazla kişiye ulaşması, daha fazla kişinin bu organizasyondan haberdar olmasına sebebiyet veriyor. Bu da ülkemizde daha fazla kişinin blog yazmasına dolaylı yoldan katkıda bulunacaktır. Blog ödülleri konusunda eleştirisel yazımı blog sayfamda ileri ki günlerde yazacağım. Blog ödülleri ekibinin gelen tüm eleştirilere rağmen doğru yolda olduklarını söylemek istiyorum: hataları olabilir, bunları düzelteceklerini umuyorum. Onlara bu sayfa aracılığıyla tekrar teşekkür ediyorum. www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 31
BÖ 2010’un Ardından
Rahim Aytunç - rahim.aytunc@blogdergisi.com http://www.rahimaytunc.blogspot.com/
Blog Dünyasının Oscarı ''BÖ2010''un Ardından 32 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>BÖ2010’un Ardından log dünyasının oscarı, Blog Ödülleri bu yıl da, 2010 Blog Ödülleri adı altında gerçekleşti. İlki 2008 Byılından gerçekleşen Blog Ödülleri o yıl ''Eğlence, Hobi, Kişisel, Kültür Sanat, Spor, Haber Gündem, İş Dünyası, Komünite/Topluluk, Reklam Pazarlama, Teknoloji'' olmak üzere, toplamda 10 kategori ile başlamıştı. 2009 yılına gelindiğinde ise Blog Ödülleri ekibi, katılımcıların istekleri ve beklentileri üzerine, o yılki kategorileri şu şekilde belirledi: ''Aile, Haber Gündem, Hobi, İş Dünyası, Kadın, Kişisel, Kültür Sanat, Otomobil, Reklam Pazarlama, Spor, Teknoloji, Topluluk, Yemek, Live Space.'' . Toplamda 14 kategori olmuş ve hala bloggerların ''kategoriler yetersiz'' olduğunu söylemeleri dikkat çekiyordu. Blog Ödülleri ekibi, bunun üzerine katılımcı olsun yada olmasın, tüm bloggerların fikirlerine açık olduğunu, bloggerlardan her zaman için öneri beklediğini yeniledi ve gelen önerileri kulak ardı etmediğini, bu yılki 2010 Blog Ödülleri'ne, yeni kategoriler ekleyerek gösterdi. Üstelik sadece yeni kategoriler eklemekle kalmadı, geçen yıllardaki oylama sistemlerine gelen şikayetleri dikkate alarak, son Blog Ödülleri'nde, cep telefonu üzerinden yolladığı onay kodları sonrasında oylamaları 10 Nisan'da başlattı. 2010 Blog Ödülleri kategorileri ise şöyleydi: ''Aile, İş Dünyası, Gezi, Haber Gündem, Hobi, Kadın, Kültür Sanat, Kişisel, Moda, Otomobil, Oyun&Eğlence, Reklam Pazarlama, Spor, Teknoloji, Topluluk, Live Space, Yemek'' blogları olmak üzere, toplamda 17 kategoriye çıkmıştı. Bu kategorilere 2041 blog yazarı 1736 blog ile başvuruda bulundu.Yarışmada ön elemeyi 1302 blog yazarının, 1445 blogu geçebildi. 10 Nisan'da başlayan oylama, 30 Nisan'da sona erdi. Ardından her kategoride halk oylaması ile belirlenen ilk beş blog; Asuman Bayrak, Burak Büyükdemir, Bülent Keleş, Çağlar Erol, Fatmanur Erdoğan, Fatoş Karahasan, Hakan Gönenli, Selim Tuncer, Şule Özmen, Tuğçe Esener ve Volkan Ekiz gibi değerli isimlerin yer aldığı jüri tarafından yeniden değerlendirildi. Sonuç olarak 17 kategoride51 blog ödül almaya hak kazandı. İşte kategorilerine göre 2010 Blog Ödülü sonuçları:
Vestel Aile Blogları 1. babaolmak.com 2. nohutodabaklasofra.blogspot.com 3. biradambirbebek.com Garanti İş Dünyası Blogları 1. gelistrend.com 2. kaynagiminsan.com 3. chatterboxtr.com Pegasus Gezi Blogları 1. azgezmis.com 2. kuyruksuz-ucurtma.blogspot.com 3. aylakilsu.com Ntvmsnbc Haber Gündem Blogları 1. yazburaya.com 2. laktoz.net 3. turkiyevehayatadair.com www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 33
>>BÖ2010’un Ardından
Oyuncu.com Oyun & Eğlence Blogları 1. optumbay.com 2. ilgincblog.net 3. goygoycu.com Reklam Store Reklam & Pazarlama Blogları 1. marketoloji.com 2. hergunkampanya.com 3. adamlaryapiyor.blogspot.com Mars Athletic Club Spor Blogları 1. eksibesiktas.blogspot.com 2. footballiswar.com 3. mutlakgolpozisyonu.blogspot.com Schwarzkopf Kadın Blogları 1. annekaz.com 2. kelebekdiyeti.blogspot.com 3. browni.net
Hepsiburada.com Teknoloji Blogları 1. apostylee.com 2. misjournal.com 3. yakuter.com
Efes Pilsen Kültür Sanat Blogları 1. hazalyilmaz.com/anlamarama 2. sigarayaniklari.blogspot.com 3. avazavazdergisi.blogspot.com
Topluluk Blogları 1. baygri.com 2. ayseninkitapkulubu.blogspot.com 3. afer.in
Ülker Alpella Kişisel Bloglar 1. hknkr.com 2. duslerdenizi.blogspot.com 3. kelimelerbenim.com
Fiat Otomobil Blogları 1. otocenneti.com 2. pitcafe.com 3. onurkoray.blogspot.com
Limango Moda Blogları 1. alisveris-cini.com 2. style-boom.blogspot.com 3. offnegiysem.com
Hobi Blogları 1. yazarvizor.com 2. zeynebinkelebekleri.blogspot.com 3. hayatiminrenkleri.blogspot.com
Ülker Pötibör Bisküvi Yemek Blogları 1. mutfaktakicadi.com 2. nefisyemektarifleri.com 3. yemeklezzeti.net
Microsoft Advertising Windows Live Spaces Blogları 1. alevsinemcopuroglu.spaces.live.com 2. nezihdarcin.spaces.live.com 3. w7vienna.spaces.live.com
34 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
RÖPORTAJ
Hasan Başusta ile Röportaj Yaptık Rahim Aytunç - rahim.aytunc@blogdergisi.com http://www.rahimaytunc.blogspot.com/
O internet camiasının uzun yıllardır bilinen ismi.. O bir sosyal medya uzmanı... O dijital pazarlama uzmanı... O Webrazzi’de yazıyor... O Likemind ve E-tohum toplantılarının daimi katılımcısı... o hep başüstü koyduğu profil fotoğrafıyla hafızalarda yer eden Hasan Başusta! Onunla gerçekleştirdiğimiz röportajımızı severek okuyacaksınız... www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 35
>>Hasan Başusta Röportajı Merhaba Hasan Bey, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Bizi takip edenler arasında, sizi tanıyanlar çoğunlukta ama tanımayanlarda var. Önce Hasan Başusta kimdir? diye soralım: 1982 doğumluyum. Yükseköğrenimimi İstanbul ve Marmara Üniversitesinde tamamladım. Sonrasında İngiltere'de pazarlama okudum. Promoqube'de Dijital Pazarlama Stratejistliği yapıyorum. Asıl işim markaların dijital mecralarda en hızlı sonuç alabilecekleri stratejileri marka adına uygulamak diyebilirim. Arzu ederseniz http://hasanbasusta.com/benkimim adresinden detaylı olarak hikayemi okuyabilirsiniz.
Hasan Başusta: “Sosyal medya işlerinde Blog bütün CV’lerden daha değerlidir.” İş hayatınız nasıl başladı? İş hayatıma yurtdışı pazarlama sorumlusu olarak başladım. Ana işim detaylı bir pazar araştırması yapmak için çok sayıda rapor okuma ile başlıyor, potansiyel müşteriyi internet üzerinden bulma, kendimi tanıtma, randevu alma, iş seyahati planlama, vizeyi, uçağı, kalınacak otelleri, kiralanacak arabayı ayarlama, potansiyel müşterileri fabrikalarında ziyaret etme, sunum yapma, takip etme, satışı gerçekleştirme, ihracat evraklarını hazırlama, lojistiği ayarlayarak potansiyel müşteriyi daimi müşteriye çevirme ile sona eriyordu. Elinde sürekli kitap olan birisiniz. Tabii bunun dışında birde, sesli kitap koleksiyonunuz var, hepsi sizin için değerlidir, ama bunlar arasında sizin için çok çok özel olan ve muhakkak tevsiye ettiğiniz bir kitap var mı? Kitaplarımı sesli veya sessiz diye ayırmıyorum :) Pazarlama kitapları arasında mutlaka tavsiye edeceğim Mor İnek vardır. Onun dışında Tom Peters'in kitaplarını çok severim, özellikle Reimagine'yi. Kişisel gelişim konusunda Anthony Robbins'i çok severek 36 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
okurum. Pazarlama profesyonelleri için mutlaka okunması gereken kitapları şu yazımda http://hasanbasusta.com/basari/pazarla ma-profesyonellerinin-okumasi-gereken-5kitap.html listelemiştim. Yazınızda bahsi geçen kitaplar için ''...bu kitapların hepsi kendinize yapacağınız en büyük yatırımlardır.'' diye bitirmişsiniz. Bu anlamda bakacak olursak, size kattığı yatırımların bugün için, neler olduğunu söyleyebilirsiniz? Size kattığı şey nedir? En başta bu kitaplar bana bir hayat görüşü kazandırdı. Kitap okuyup yorumlamaya başladıkça diğer insanlardan daha farklı bir bakış açısı kazanmaya başladığımı fark ettim. Onun için kendime 4 sene önce yoğun iş-aile hayatını göz önüne alarak haftada 1 kitap okuma hedefi koymuştum. Sürekli ve uzun vadeli bir hedefti. Şimdi geriye baktığımda 4 senede 278 kitap okuduğumu görüyorum. Çok sayılmaz ama
>>Hasan Başusta Röportajı Çok sayılmaz ama hedeflerimin üzerinde olduğu ender konulardan birisi bu diyebilirim. Eğer bu şekilde devam edersem önümüzdeki 20 sene sonunda 1400 kitap hedefime ulaşabilirim. Böylesine zorlu bir yurt dışı iş deneyiminiz olmuş, yurt dışı iş deneyiminiz, bugün için size neler kattı, bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Yurtdışı inanılmaz bir deneyim kazandırdı bana. Hem okuduğum yıllarda hem de aktif olarak yurtdışı bazlı çalıştığım zamanlarda çok şeyler öğrendim, farklı kültürlerden farklı insanlarla anlaşmak gibi mesela. Şu anda Promoqube'de stratejistsiniz, Sosyal Medya'ya geçişiniz nasıl oldu? Promoqube ile nasıl tanıştınız? Sosyal Medya'yla 2006 yılında, bloğumu yazmakla tanıştığımı söyleyebilirim. ( http://hasanbasusta.com ) Özgür (Alaz) uzun zamandır arkadaşımdı. Ben de yıllardan beri blog yazan ve sosyal ağlarda paylaşımlar yapan konuyla üst düzey ilgili birisiydim. Webrazzi'de sosyal medyanın ne olduğu ve nereye gitmekte olduğu üzerine makaleler yazan bir paylaşımcıydım. Daha çok dünya'da neler oluyor, hangi fikirler önde gidiyor, en iyi uygulamalar nelerdir konuları özelinde yazıyordum. Zaman içerisinde kendime bu konular ile ilgilenen genç bir takipçi kitlesi edindim. Bu sırada Adobe'de freelance olarak çalışıyordum. Özgür beraber çalışmayı teklif etti ve öyle başladım :) Friendfeed'de, Promoqube için, farklı bölümlerde çalışacak iş arkadaşları aradığınızı, görüyorum. Promoqube ve genel olarak günümüz ilanlarına nasıl bir başvuru yapılmalı? Cv çok gerekli mi? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben cv'nin çoğu zaman gereksiz olduğunu savunuyorum. Üstelik çok da tepki çekiyorum bunu söylerken. Cv farklı olmadığı sürece bir çöpten farksız. Önemli olan cv'yi göndermek değil, işe alacak kişi ile kontakt kurmayı becerebilmek ve kendini gösterebilmek. En zor konu da bu aslında. CV göndermek bir tür kendini rahatlatma gibi geliyor bana. Ben cvmi gönderdim ama aramadılar psikolojik olarak insanın elimden geleni yaptım ama olmadı demesi gibi kendini rahatlatmasıdır aslında. Oysa sonuca ulaşmayan her işte kendi sorumluluğumuzu kabul edecek cesarete sahip olursak işte orada kazanmaya başlayabiliriz. Bu anlamda sanırım eğitimin gerekliliğini değilde, hayata farklı bakabilmenin gerekliliğini mi savunuyorsunuz? Aynen öyle, benim gözümde eğitimin çok fazla önemi yok, en önemli konu birisine iş verdiğinizde onu yapabilir mi? Eğer bu sorunun cevabına evet dedirtebiliyorsa bir aday, işi o alır. En profesyoneller iş görüşmesine gitmezler, istedikleri kişi ile bir yemek, kahve ısmarlamak ve ikna etmek için görüşürler. Peki özellikle Sosyal Medya'dan biri olduğunuz için, genel olarak sadece Sosyal Medya'da yayınlanan iş ilanlarına cevap veren insanlarda nelere dikkat edersiniz? Bence sosyal medya işlerinde blog bütün cvlerden daha kıymetlidir. Bugüne kadar Friendfeed'de, Twitter'da ne paylaşmış bu konulara bakarım. Linkedin profili nasıl, orada kendini güzel ifade edebilmiş mi bunlara bakarım. Buradan yola çıkarak herkesin paylaşımlarına dikkat etmesi gerektiğini ve hiç ummadıkları bir anda karşılarına çıkabileceğini hatırlatmak isterim. Küfür, vs. kesinlikle olmamalı. Çıkan tartışmalarda nasıl yer almış hepsine bakarım. Sonuçta, sosyal medyanın bir hafızası var ve bu hafızada olumlu hatırlanmak için çaba sarf etmeliyiz. www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 37
>>Hasan Başusta Röportajı Blogunuz bu anlamda çok değerli bir cv oluyor, peki cv niz dışında, Friendfeed ve Twitter gibi sosyal ağlarda neleri, neden paylaşıyorsunuz? Binlerce takipçiniz olunca burada ister istemez bir sorumluluğunuz oluyor. Ben genelde fayda odaklı paylaşımlarda bulunuyorum. Spesifik bir şekilde sosyal medya konusunda yetişecek kişilere kaynak niteliğinde linkler paylaşıyorum. Bu linkler genelde binlerce okuduğum yazılar arasında filtrelenmiş yazılar oluyor. Çok önemli bulduğum konular hakkında bloğumda yazıyorum. Bir de günlük hayattan deneyimlerimi bloğumun Aklımdakiler bölümünde paylaşıyorum. Blogunuzun adı ''Değişik Düşünce.'' Gerek blog adınız, gerek blogunuzun teması çok farklı. Blogunuzun adını bir yerden mi esinlendiniz? Yok, bir yerden esinlenmedim. Doğrusunu isterseniz çok da orjinal bir isim değil. İlk akla gelebilecek isimlerinden bir tanesi, ben de aklıma ilk gelen ismi seçmiştim üzerine çok fazla düşünmeden, sonra kaldı :) :)) Profesyonel bir blogger olarak, sizin gibi profesyonel iş yaşamı olan blog yazarlarından, sürekli takip ettiğiniz bloggerlar, varmı? Hangileri? Hergün muhakkak bakmalıyım dediğiniz bir veya bir kaç blogunuz var mı? İyi bir blog okuyucusu sayılırım ama blog yazımı eskisine göre çok azaldı. Eskiden Özgür Alaz ve Alemşah Öztürk'ü takip ediyordum ama son zamanlarda onlar da yazmıyorlar. Genelde yabancı blog yazarlarını takip ediyorum. Türkiye'de Webrazzi çok faydalı bir site. Onun dışında Friendfeed, Twitter gibi mikrobloglardan bu kişileri takip ediyorum. Peki, mikroblogların, bir çok blogger tarafından ''yeni blog yazıları eklemenin önüne geçtiği'' için eleştirildiği oluyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kesinlikle katılıyorum. Mikrobloglarda paylaşım çok daha kolay. Tek bir tuşla istediğinizi paylaşabiliyorsunuz. Ben mikrobloglarda haftada onlarca konu paylaşıyorum ama bloguma bir-iki kez yazabiliyorum. Yalnız bloğuma yazdığım yazılar daha önemli konular oluyor her zaman. Mikrobloglar da genelde yabancı, bloglardan paylaşımlar oluyor. Bunun yanında Özellikle Türk Sosyal Medya'sının sürekli yurtdışından beslenen bir yapısı var, bu konuda düşünceleriniz neler? Evet kaynak olarak çok yurtdışı bağımlıyız. Çünkü inovasyonlar oradan geliyor, biz burada ancak sonradan öğrenebiliyoruz. İnternet sayesinde bu süre minimuma inse de arada yine fark oluyor. Burada değişiklikleri çok yakından ve gerçek zamanlı takip etmek zorundayız. Örneğin Facebook son 5 ayda 3 defa baştan değişti.Ülkemizde bu değişiklikleri takip eden insan sayısı çok kısıtlı. Kaldı ki, bunları Türkçe yazan hiçkimse yok diyebiliriz.
38 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Hasan Başusta Röportajı
Peki Türk Sosyal Medya'sında başarılı olup da, Dünya'da örnek alınmış bir çalışma var? Bildiğim kadarıyla yok. Peki Dünya'da bir çok markanın örnek gös terilebilecek çalışmaları var, bu çalışmalardan hangilerinin ses getirdiği ve başarıya ulaştığını söyleyebilirsiniz? Bu konuda Obama'nın Seçim Kampanyasını, Whopper Sacrifice'yi ve Dellin Satış Kurgusunu çok beğeniyorum. Bu konuda detaylı bir yazı yazmıştım: http://www.webrazzi.com /2009/12/28/2009un-en-basarili-3-sosyalmedya-kampanyasi/ Peki markaların veya kişilerin Sosyal Medya'da başarılı olmaları için nelere dikkat etmesi lazım? Sosyal medyada nasıl bir yol izlemeleri gerekir? Bu çok genel bir soru ve tam doğru bir cevabı da yok. Ben ilk önce stratejinin çok doğru kurulmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Doğru stratejiler doğru şekilde uygulanırsa markalar sosyal medyadan çok fazla faydalanabilirler. Bu konu hakkında detaylı bilgi almak isteyenler için Sosyal Pazarlama Yol Haritası yazım: http://www.webrazzi.com/2010/01/11/sosyal-pazarlama-yol-haritasi/ faydalı olabilir. Röportaj için çok teşekkür ederiz.
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 39
Pazarlama
Web Sitenizi Coşturun! Aytaç Zeren - aytac.zeren@blogdergisi.com http://www.pazarilla.com/
Bir gelipte size web sitende şunları yaparsan web siten üst sıralara çıkar dediğini ve verdiği tavsiyelere uyduğunuzda gerçekten faydalı olduğunu bir düşünsenize. Artık böyle bir uzman arayışına girmenize veya uzman olduğunu iddia eden, çömezlere para kaptırmanıza gerek yok. Tamamen ücretsiz ve yepyeni bir servisten bahsedeceğiz bu yazımızda. Website Grader. Website Grader (www.websitegrader.com) bir çok online analiz aracından, ilgili web sitesi ile ilgili verileri toplayıp bu verileri sınıflandırıp, internet sitelerine 100 üzerinden puan veren bir uygulamadır. Bu araç HubSpot tarafından sunulmaktadır ve tamamen ücretsizdir. Website Grader ile internet sitenizdeki bütün eksik gedikleri görmekle kalmıyorsunuz, aynı zamanda bu eksikleri nasıl gidereceğinize dair önerilerde alabiliyorsunuz. İşin açığı böylesi bir hizmetin neden ücretsiz olduğu üzerine kafa yorarken, daha gelişmiş hizmetlerin paralı olarak sunulduğunu gördüm. Dergimiz bu ay hepinizin sitesini coşturacak.Ben ugulamayı kendi internet sitem için çalıştırdım ve sonuçları sizinle aşama aşama paylaşarak aracı tanıtmak istiyorum. Bilgileri Girme: İlk olarak www.websitegrader.com adresine gidiyoruz. Uygulama giriş ekranından Website Url kısmına kendi web adresinizi girersiniz. Competing Websites kısmına ise sizinle benzer içeriğe veya konsepte sahip olan web sitelerini girersiniz. Böylece websitegrader sizin internet sitenizi diğer internet siteleriyle de kıyaslar. Your email kısmına ise email adresinizi yazarsanız, analiz sonucu e.posta adresinize gelir. Tüm bilgiler girildikten sonra generate report tuşuna bastığınız anda internet sitenizin analizi başlar. Bu analiz web sitenizin büyüklüğüne, girmiş olduğunuz rakip web sitesi sayısına göre değişkenlik gösterebilir. Fakat sakın herhalde yapamadı deyip vazgeçmeyin. Analiz zorda olsa gerçekleşiyor ve raporunuza ulaşıyorsunuz. 40 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Pazarlama Analiz Sonuçları: Analiz sonuçları ekranı uzun bir ekran olduğundan dolayı aşama aşama anlatacağız. Ekranın ilk kısmında analiz sonucunda we sitenizin sahip olduğu puan ve yapılan analiz ile ilgili kısa bilgiler bulunmaktadır. Benim internet sitemin puanı bu analiz sonucunda 95.6 olarak çıktı. Sistem puanları ilk küçük tam sayıya yuvarlıyor ve puan tabelanızıda ona göre hazırlar. Bir sonraki kısım ise create content kısmıdır.
Optimize Kısmı: Optimize kısmı internet sitenizdeki optimizasyon gücünün analiz sonuçlarını gösterir. Metadata kısmında, internet sitenizdeki anahtar kelimeler ve açıklama takılarının analizi yapılır. Eğer eksiğiniz var ise bu eksiği giderebilmeniz için yapmanız gereken düzenlemeler size bildirilir. Heading Summary kısmında, sayfanızda kullanmış olduğunuz başlıkların analizi yapılır. Başlık takısı kullanmanız, internet sitenizin arama motoru böcekleri tarafından anlamlandırılmasında büyük rol oynamaktadır. Image summary kısmında ise internet sitenizde kullandığınız resimlerin analizi yapılmaktadır. Eğer benim gibi giriş sayfanızdaki resim sayısı çok fazla ise bu noktada bir uyarı almanız muhtemeldir çünkü en az resim içeren sayfalar en hızlı açılan sayfalardır ve en hızlı açılan sayfalar en fazla sayıda insana ulaşır.
Create Content Kısmı: Create Content kısmında internet sitenizin 5 faktöre göre analiz raporları yer alır. Blog analysis kısmında sitenizin bir blog yapısının olup olmadığı araştırılmaktadır. Blog Grade kısmında ise sitenizin Blog gücü puanlandırılmaktadır. Bunun için yine hubspot firmasına ait olan Blog Grader uygulaması kullanılmaktadır. Recent blog articles kısmında, sitenizdeki son blog yazılarına yer verilmektedir. Yazılarınızın referans sayısı ve twitter da ne kadar bahsedildikleri araştırılmaktadır. Yeni Website grader uygulamasında google buzz özelliğide eklenmiş. Google Indexed Pages kısmında ise sitenizin kaç sayfasının google'da indekslendiği gösterilmektedir. Readability level kısmında ise sitenizin içeriğinin hangi eğitim düzeyine hitap ettiği derecelendirilmektedir. Bu bilgi bir segmentasyon verisi olarak kullanılabilir.
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 41
>>Pazarlama Interior page analysis kısmında ise internet sitenizden rastgele üç sayfa seçilir ve bu sayfaların ne kadar optimize oldukları üzerinde durulur. Eğer sayfalarınıza herhangi bir optimizasyon önerisi gerekmiyorsa bu sayfalara öneri yazılmaz. Domain info kısmında ise domain adresinizin ne kadar süreliğine tescil ettirildiği araştırılmaktadır. Eğer internet siteniz 1 yıllığına tescil edilmişse bu süreyi uzatma yönünde bir uyarı alırsınız çünkü araştırmalar göstermiştir ki, 1 yıllığına tescil edilmiş domainlerin büyük kısmı bir sonraki sene yayında olmamaktadır. MozRank kısmında, internet sitenizin seoMoz analizi sonucundaki puanı görülmektedir. Siteniz 10 puan üzerinden puanlandırılmaktadır. Bu puan google page-rank puanı gibi bir ölçüm puanıdır. Last google crawl date kısmında ise internet sitenizin google tarafından son incelendiği tarih verilmektedir.
Inbound links kısmında ise internet sitenize diğer sitelerden gelen referans sayısı verilmektedir. Inbound link değeri ne kadar fazla ise internet sitenizden o kadar çok bahsediliyor demektir. Bu ise sizin popülaritenizi gösteren bir değerdir. J.Yahoo Directory webteki bilinen en eski dizindir. Buraya kayıt olmak internet sitelerine trafik akışı sağlamaktadır. İnternet sitenizin buraya kaydının olup olmadığı size bildirilmektedir.
42 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Pazarlama Promote Kısmı: Promote kısmı internet sitenizin bilinirliği adına yapılabileceklerle ilgili internet sitenizin durumunu gösteren analizlerin yer aldığı kısımdır. del.icio.us bookmarks kısmında internet sitenizin Delicious link paylaşım sitesindeki performans analizi sunulmaktadır. Link Tweet Summary kısmında, tweetmeme sitesinde, sitenize ait olan twitter mesajı performansı gösterilmektedir. Tweetmeme, twitter üzerinde popüler olan paylaşımları toplayan ve listeleyen bir internet sitesidir. Twitter Grade, internet sitenizin twitter üzerindeki perfromansına göre sitenize bir puan vermektedir. Convert Kısmı: Convert kısmı internet sitenizde ziyaretçi bağlılığı sağlayacak sistemlerle ilgili internet sitenizin analizini sunar.RSS Feed kısmında, internet sitenizin bir rss besleme adresinin olup olmadığı araştırılır. Rss teknolojisi, bir web sitesindeki güncellemelerin, web servisleri aracılığıyla, rss beslemesini takip edenlere ulaştırılmasını sağlar.
Günümüzde bir çok kişi, rss beslemeleri aracılığıyla siteyi takip etmektedir. Böylece internet sitesini her defasında yeniden kontrol etme derdi ortadan kalkmaktadır. Conversion Form kısmında ise internet siteniz üzerinde herhangi bir form olup olmadığı kontrol edilmektedir. Bu form bir iletişim formu olabilir, bir oy gönderme formu olabilir veya bir üyelik formu olabilir. Ziyaretçi ile iletişime geçen herhangi bir form kabul edilmektedir. www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 43
>>Pazarlama
Analyze Kısmı: Analyze kızmında ise ek analizler sunulmaktadır. Traffic Rank kısmında internet sitesi'nin Alexa daki sıralamasına göre yüzde cinsinden değerlendirmesi verilir. Bu değerin düşük olması internet sitesinin çok ziyaret edilen, popüler bir site olduğunu gösterir. Competing Websites kısmında ise eğer giriş sayfasında sizinle kıyaslanmasını istediğini web siteleri bildirmişseniz bu siteler ile sizin sitenizin kıyaslamasını yapabileceğiniz bir tablo verilir. Böylece rakipleriniz ile aranızdaki yarışta hangi noktada olduğunuz konusunda bilgi sahibi olabilirsiniz. Historical Data Available kısmında ise sitenizin daha önce kaç kere analiz edildiğine dair bilgi verilmektedir.
Gördüğünüz gibi bu aracı kullanarak internet sitenizde yapılması gereken bir çok geliştirme ile ilgili tavsiye alabiliyorsunuz. Aldığınız tavsiyeler doğrultusunda yapacağınız hamleler ile internet sitenizin mükemmelleşmesi yolunda adımlar atabilirsiniz. Örneğin ben kendi sitemde bir forma sahip değildir. Aslında bir iletişim formum vardı ancak bu forma ana sayfamdan ulaşılamıyordu. Bu analizden sonra internet sitemin rss adresini feedburner servisi ile ilişkilendirip, üyelik formunu ana sayfaya yerleştirdim. Böylece email adresini bu form ile ileten kişiler, internet siteme yeni bir yazı eklendiğinde, bu yazıları e.posta olarak adreslerine almaya başladılar. Bu küçük detayı bilmem unutmamı engellemedi. Website Grader sayesinde okuyucularım ile aramda yeni bir kanal daha oluşturmuş oldum. Sizlerde bütün tavsiyeleri yerine getirerek ziyaretçi sayınızda artış sağlayabilirsiniz. Bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle. 44 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
RENGARENK
KULÜP ETKİNLİĞİ DÜZENLEMENİN
20
ALTIN KURALI
Hakan KARA - hakan.kara@blogdergisi.com http://www.hknkr.com/
Üniversiteye başlamadan önce ki hayallerimi anlatmaya kalksam her halde bir ansiklopedi doldururdum diye belki de bir çok kişi için boş gelebilecek bir cümle kullanmak istiyorum; hem de üzülerek... Üniversitedeki beklentim her zaman yüksek olmuştur, hep daha iyisini istemişimdir. Haksızda sayılmam; fakat yapacağım ya da yapmak istediğim projelerde hep önüme bir engel çıkmıştır: kulüplerle birlikte hareket etmeden kolay, kaliteli, herkese hitap eden bir üniversite etkinliğinin reklamını yapamayacağım sonucunu görmem: beni hayal kırıklığına uğratmıştır. [ Şu var: paran varsa, kulübe gerek yok etkinlik için... Ama kampüs içinde etkinlik düzenlemek için reklamını yapman gerek; bu da kulüplerden geçiyor ya da en başa dönersek: para gerekiyor. Paramız olmadığından bu seçenek varmış gibi düşünceler içine girmek istemiyorum : ) ] www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 45
>>Kulüp etkinliği düzenlemenin 20 altın kuralı Velhasıl; üniversitede kendi çapında veya kulüplerin yaptıkları etkinlikler var. Hem de bazen kısa tarihler arasında o kadar etkinlik oluyor ki, öğrenciler olarak hangisine katılacağınızı şaşırıyorsunuz. Bunun yanı sıra bu etkinliklerin tanıtımları, projeleri, pazarlaması vb. gibi konularda bir çok eksiklik olabildiğinden istenilen başarıya ya ulaşılmıyor ya da bir önceki sene yapılanın benzeri bir sonuç elde ediliyor ki bu da başarısızlık demektir. İşte bu konuda Ömer EKİNCİ ( ki CV ' si ve hakkındakiler için bakabilirsiniz: omerekinci.com ) katıldığı seminerler ve konferanslar neticesinde elde ettiği deneyimleri kendi blog sayfasında paylaştı; 13. madde dışında bir çoğuna katıldığımı zaten kendisine de ilettim; ayrıca bu 20 maddeyi kendi blogumda paylaşmak konusunda da gerekli anlayışı gösterdi; ona tekrar teşekkür ediyorum. Şimdi; üniversitede etkinlik düzenlemenin 20 altın kuralını paylaşayım: 1. Kaliteli bir içeriğin oluşması için konuya farklı açılardan bakan insanları davet edin. 2. En az 20 gün önceden duyurmaya başlayın. (Son 1 hafta duyurulan etkinliklerde başarı oranı çok düşüyor) 3. Facebook’u çok etkin kullanın. Sadece Fan sayfası ya da etkinlik olarak tanımlamaktan bahsetmiyorum. Doğu Akdeniz Üniversitesi IEEE Kulübü’nün yaptığı bir uygulamadan bahsedeyim, bütün üyeler yapacakları etkinliğin afişini Facebook’da profil fotoğrafı yaptılar. Düşünsenize Facebook sayfanızda sürekli bu etkinliğin logosu akıyor. 4. Asla ve asla Pazar gününe tek günlük etkinlik düzenlemeyin. 5. Paralı bir sertifika programı düzenliyorsanız, başlangıcında iki saatlik ücretsiz bir oturum düzenleyin ve bu oturumun ÜCRETSİZ olduğunu çok iyi duyurun. Bu etkinliğin sonunda kayıtları alın, çok daha yüksek bir katılım yakalayacaksınız. 6. Bu işin kesinlikle ve kesinlikle bir ekip işi olduğunu unutmayın. Hem projelendirme aşamasında, hem de sahada (etkinlik sırasında) sahada adım atmadık yer bırakmayın. Etkinliği parçalara bölüp her paraya sorumluluk sahibi bir sorumlu atayın. 7. Okuldan, okulun rektöründen, dekanından asla destek beklemeyin. İsteyin ama beklemeyin. Zira eğer destek alamazsanız hayal kırıklığına uğramazsınız (ki çoğunlukla alamayacaksınız) alırsanız da ekstra güç katacaktır. Unutmayın, bu iş bir gönüllü işi ve kimse böyle bir işe zorla gönül vermez. 8. O ekibin başındaki kişi sizseniz asla kimseyi bir şeye zorlamayın, onları motive edin, emir verirken bile yumuşak olun. 9. Her etkinlikten önce her şeyi tekrar tekrar deneyin, çalışıyorsa bile hazırda yedeğini tutun tüm cihazların (projeksiyon, laptop, ses kayıt cihazı, mikrofon) 10. Konuşmacıları çok ama çok iyi ağırlayın, unutmayın dinleyiciler yine sizin okulunuz46 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Kulüp etkinliği düzenlemenin 20 altın kuralı dan ama konuşmacılarınız muhtemelen önemli yerlerdeki önemli insanlar olacak ve onların geri döndüklerinde beraberlerinde güzel anılar götürmeleri çok önemli. İyi ağırlama, onları bir sonraki etkinliğinize çok daha kolay çağırmanızı sağlar. Kötü ağırlama ise, onları sadece sizin değil okulunuzun ve kulübünüzün de kaybetmesine neden olur. 11. Önemli bir etkinlik söz konusu ise mutlaka ve mutlaka herkesin dışarıda olduğu ortak saatleri tercih edin. Mümkün değilse okutmanlarla görüşüp müsamaha isteyin. (Muhtemelen alamayacaksınız :) 12. Konferans sırasında salona giriş çıkışları mutlaka düzenleyin. Bu giriş çıkışların konuşmacıyı etkilemesine izin vermeyin. Eğer kapı konuşmacıya yakınsa mutlaka kilitleyin. 13. Etkinlik parasız ise bile mutlaka bir sertifika ya da katılım belgesi düzenleyin. Üniversite öğrencileri –maalesef- diplomanın bile bir şeye yaramadığı günümüzde sertifikanın çok işlerine yarayacağını zannediyor. 14. Çok anlaşılır, çok belirgin bir afiş hazırlayın, öğrenciler çok uzaktan bakıldığında bile bu etkinliğin ona ne katacağını anlasın. 15. Konuşmacıların isimlerinden çok unvanlarını belirtin, önemli özellikleri varsa mutlaka belirtin. 16. Konferansa katılacak isimlerle sadece e-posta ile iletişim kurmayın, mutlaka telefonla görüşün. İşi ne kadar ciddiye aldığınızı defalarca gösterin. 17. Etkinliğe mutlaka hizmet sponsorları dahil edin. Bir kahve evini, stand koyup kahve dağıtmak için, bir pastaneyi kuru pasta için ayarlamak hiç de zor olmayacaktır. 18. Eğer yapabilirseniz, etkinliğe katılan dinleyiciler için her oturumun sonunda birer küçük hediye verin. 19. Mutlaka ama mutlaka konuşmacılarınıza sizi temsil eden birer plaket vs. yaptırın. Bu plaket ne kadar güzel olursa bu kişinin odasında o kadar güzel bir yerde olacaksınız. Ayrıca çiçek yerine fidan bağışı yapın. 20. Etkinliğinizde yüzlerce fotoğraf çekip bu fotoğrafları sosyal mecralarda mümkün olduğunca yayın. Unutmayın bu fotoğraflar bir sonraki etkinliğinizin aynası olacak. 20 tane maddenin hepsi de yerinde tespitler; fakat 13. madde konusunda Ömer BEY ile de karşılıklı görüş alışverişi yaptığımızda o da topu bir nevi hakeme geri yolladı: çünkü sistemin işlemesine asıl sebeb olanlar kulüpler veya etkinlik düzenleyenler. Fakat öğrenciler içerisinde belgeler bir işe yaramıyor gibi bir dedikodu yayılırsa ve bu da öğrenciler tarafından benimsenirse: etkinlikler açısından ( aslında konferans, seminerler açısından ) kötü bir sonuç doğuracağını düşünüyorum. Bir çok üniversite de en etkin kulüplerin başında İşletme ve Ekonomi kulüpleri geliyor; fakat ben kendi üniversitemden örnek vermek istiyorum ama polemiğe girmeye gerek yok; yukarı da ki maddeleri bir çok kulübün tam anlamıyla yerine getirmedikleri ortada. İyi bir kaynak, sizlerin eklemeleriyle daha çok madde ekleyebiliriz; fakat kulüplerin ya da etkinlik yapacakların bu maddelere uygun plan program yapmalarını öneririm. www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 47
RENGARENK
Ümit Yaşar - umit.yasar@blogdergisi.com http://ekonomiofisi.blogspot.com
Teknolojİ İşİmİzİ de elİmİzden A-LA-CAK İnternetten özel bir yazılımla toplanıp derlenerek adeta "EL DEĞMEDEN" hazırlanan ve sayısal grafiklerle düzenlenerek sunulan haberleri izlemeye teknoloji sayesinde çok az bir zaman kaldı. TV'lerde haber spikerlerinin yerini almaya aday bu teknoloji sayesinde belkide bir süre sonra haberleri izlemek bile farklı bir boyut kazanacak. Fakat spikerlerin onların yerlerini doldurmak için yapılan çalışmalardan haberleri ne kadar var oda madalyonun öbür yüzü. 48 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Kulüp etkinliği düzenlemenin 20 altın kuralı
ABD Illinois'te bulunan NorthWestern Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesinin "Akıllı Haber Laboratuvarı"nda yaklaşık üç yıldır TV'de "7 Haberleri" isminde bir haber program sunuluyor. Çok özel bir çalışmayla hazırlanan bir programla öğrenciler, robot sesli grafik çizimli sunucular tarafından seyirciye aktarılan "sanal bir TV haber programı" tasarlıyor. İnternette haber sitelerini ve blogları tarayarak özel bir konu üzerinde haberleri toplayan bu program, konuyla ilgili görüntü ve filmleri eleyerek birleştiriyor ve bir haber metni hazırlıyor. İnternet kullanıcıları kendilerine tavsiye edilen çok sayıdaki grafik arasından istedikleri sunucuyu seçebildikleri veya ilgilerini çeken konularda bir haber programı tercih edebildikleri programın araştırma direktörü olan bilgisayar ve elektrik mühendisliği profesörü Kristian Hammond, programın birkaç küçük hata dışında gayet iyi bir performans gösterdiğini belirterek, haber toplama sürecinin sorunsuz olduğunu ancak sunum işlemi sırasında otomatik seslerde birtakım problemler olduğunu, fakat bununda zaman içinde aşılacağını söylüyor.
SPOR YİNE ÖNDE GİDİYOR Yukarıda anlatılan bazı aksiliklere rağmen spor makalelerinden haberleri toplayarak derleyen programın en ileri aşamada olduğunu söylemek gerekir. Gazetecilik Fakültesi ile ortak geliştirilen "Stats Monkey" adlı istatistik programı, oynanan bir beyzbol maçının içeriğini ve yorumunu yazabiliyor. Maçın önemli anlarını, geçmişteki istatistiki verileri toplayabilen program, haberin flaş bölümünü hazırlıyor ve fotoğraf eklemeyide ihmal etmiyor. Maçın en önemli anının veya flaşa çıkarılacak başlığın hangisi olduğuna karar vermek ve başlıca oyuncuları seçmek için bir istatistik modeli kullanan program, son aşamada birkaç saniye içinde yarım sayfalık bir makale hazırlıyor ve makalenin altınada "Makine" diye imzasını atıyor. "Makine"nin hazırladığı makalenin, usta gazetecilerin hazırladıklarından daha iyi sonuçlar verdiği belirtiliyor. HEDEF YENİ HABER PROGRAMLARI "Stats Monkey" programı, maçta yer alan oyuncu ve antrenörlerin açıklamalarını da toplayabiliyor. Amaçlarının bir yüzme yarışı veya şirket verilerinin yer aldığı ekonomi haberlerini verebilen bir program geliştirmek olduğunu belirten Hammond, üzerinde çalışılan bu programla birçok medya kuruluşunun yakından ilgilendiğini söyledi.Hatırlanacağı gibi bir zamanlar özellikle GOOGLE'nin de aktardığı bilgiler sayesinde doktorların yerini alabileceği özellikle ilaç kullanımları konusunda faydalı bilgiler sunan bir site olduğu savunulmuştu. Doktorluk, eczacılık, haber spikerliği derken, bakalım daha nelere sıra gelecek...
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 49
RENGARENK
İyimser ve Kötümser Emre TÜRKER - emre.turker@blogdergisi.com http://hayalbemol.blogspot.com 50 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Rengarenk
İyimser ve Kötümser
Sabah evden çıkmadan önce, masada iki farklı renkte hap gördü. Hapların önündeki kâğıtta
“Seçmelisin” yazılıyordu. Hapların biri kötümser, diğeri iyimserdi.
Hiç düşünmeden birini alıp attı ağzına ve büyük bardak suyla midesine indirdi. Servise yetişmek için evden koşarak çıktı ama 5 dakikalık gecikme, ona pahalıya mal oldu. 1 saatlik yolu, kendi imkânlarıyla çekmek zorunda kaldı. İşe gittiğinde, sürekli gecikmesinden dolayı ona sitemle baktı çalışma arkadaşları. Hafta başı akşam olmasını beklemek bir yana, hafta sonunu beklemek yeterince zordu. Zaten aldığı maaş, yaptığı iş için hiç yeterli değildi. Arkadaşlarının gereksiz soğuk esprileri ve sohbetleri, işi katlanamaz hale getiren bir başka etkendi. Öyle çok sorun vardı ki, işleri yetiştirmek hiç kolay olmuyordu. Yine teknik sorun çıkmıştı, klimalar çalışmıyordu, ortamda herkes bunalıyordu. Kimse onu sevmiyordu, o da kimseyi… Haplardan hangisini içmişti ki? 10 dakika daha erken çıkmak, acaba 1 saatlik yol telaşından daha mı kolay? İşe zamanında gitse ve herkese gülümsemiş olsa, aynı tavırlarla mı karşılaşacaktı? Sorunlar her işte olmuyor mu? Çok fazla işyeri değiştirmiş kişilerle konuşun, hangi işyerinde mükemmel ve sevgi dolu insanlar bir araya toplanmış? Sorunlara karşı çözüm nedir? 1 gün 24 saattir. İfadeniz; günü kurtarmak, günü yaşamak, gününü gün etmek, sıradan bir gün veya hayatınızın günü arasında rol oynar. Bu rol, sizi yaşama bağlar ya da yaşamdan uzaklaştırır. J.Harris’in bir sözüdür: Kötümser yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte ışığı ve de gelecek treni görür. İyimser ve kötümse ilaçlar, her gün önümüze sunulur. Hangisini yutmuşsak, onunla yola çıkarız. Kader çizgimizi belirler ama seçim insana özgüdür. Günü yaşayacaksak, neden zehir edelim ki kendimize! www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 51
RENGARENK
>>Bir Kitap
Serap Kazancı serap.kazanci@blogdergisi.com http://www.tuykalem.org/
Aldatılmak Güzeldir
/ Ayşe Kardeşoğlu’un Kitabı İnsan var mı ki aldatılayım istesin? Aslında neden olmasın? Aldatılmışsın, kandırılmışsın bir yerlerde kalbin çok acımış ama soran olursa ben, ben, ben diye anlatabilirsin kendini. Sonra vicdanın misler gibi rahat. Affedebilmişsen sen zaten, sen zaten, sen zaten şeklinde baskı yapmak için de elinde kozların olmuş olur. Genel bakış budur aslında ama Aldatılmak Güzeldir de durum farklı. Soru cevap olarak da düşünebilirsiniz ya da net anlaşılmak için bölünmüş konu başlıklarıyla gülümseyebilir kırıcı bir yanını hafifletebilirsiniz. Genel olarak bakıldığında aldatılmanın bıraktığı izleri birçok kitap sayfasında ya da kişilerin bizlerle paylaştığı kadarıyla biliriz. Aldatan için de gerekçelerini. Ama genel olarak onlar ve bizler başlığında kadınlar ve erkekler açılımında esprili dili ile mantıklı tezleriyle sevdiriyor kitap. Boyunuz, huyunuz, uyruğunuz diye devam üçlü kafiye uyumu zincirinin erkek için yakıştırılanı ile kadına takılan anlamları müthiş bir pencereden değerlendirmiş. Kırıcı olsa da etkilenmeden atlatabilmek mesajı buluyorsunuz. Hayatta her şey var. Birçok seçenek ve içlerinden seçme hakkı. Ne o haklardan birinin beni içinde yakmasını isterim, ne de birilerinin beni yakmasını. Ama tamire ihtiyaç kalplere onarım garantisi ve yalnız olmadığınız hissi veren bu kitap okunmaya değer. Farklı bir pencere var, bakınız… 52 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
TARİH Egecan Deniz egecan.deniz@blogdergisi.com
Tarihin Karanlık Mahkemesi E
ngizisyonun ana işlev ve amacı kilise'nin maddi ve siyasi menfaatlerine karşı tehdit oluşturan inanç ve fikirlerin oratadan kaldırılmasıydı. Engizisyonun hedefi papalık kurumu ve çevresinde oluşmuş menfaat gruplarının bu menfaatlerine karşı gördükleri kişilerdi. bu kişiler çoğu kez asıl nedenlerin dışında halka etkileyici gelecek şeytana tapma, gizli ayinler yapma, eşcinsellik gibi suçlamalarla tutuklanıyor ya da bu ithamlar altında kalmak istemeyen aklıselimler bu nedenle sessiz sakin köşesinde oturup suya sabuna dokunmaktan kaçınıyorlardı. Kerpetenler, çivili sandalyeler, büyük huniler, parmakları sıkıştıran mengeneler, ölüm askıları...Tüm bunlar Katolik kilisesine bağlı mahkemenin en hafif işkence aletlerinden sadece birkaçı. Engizisyonun en yoğun dönemin başlangıcı 15 yy’a dayanır. Papa iv.innocent'in 1252'de işkenceyi yasallaştırmasıyla sorgulama ve işkenceler daha öncesinden başlamıştır. Engizisyon mahkemelerinin ilki Fransa'da Touluose'da kurulmuş daha sonra Avrupa’nın çeşitli yerlerinde de kurulmaya başlanmıştır. Mahkeme binaları özellikle görkemli binalar ve saraylar arasından seçilirdi. Zindanlar güneş ışığının asla girmeyeceği, ses yalıtımı olan yerlerdi. İşkenceye başlanmadan önce mahkumlar günlerce tek başlarını tutulur ve onlara başlarına gelecek olaylar gösterilir ve anlatılırdı. engizisyoncular işkenceyi bir sanat haline getirmişlerdi. itirafa yanaşmayan mahkuma her gün düzenli olarak işkence yapılır ve bunun şiddeti günden güne arttırılırdı. işkence sırasında mahkumun acıdan bayılmaması için işkence süreye tabi tutulurdu. 1633 yılının 22 Haziran günü, Roma, tarihinin en önemli günlerinden birine tanık oluyordu. Engizisyon mahkemesine büyük düşünür Galileo Galilei çıkmıştı. Güneş evrenin merkezi olduğunu kanıtlama yolunda büyük yol gitmişti.Bunu fark eden din adamları Galileo’nun önemli buluşunu engellemeye çalışıyordu. Yüzlerce izleyici ve jüri sıralarını dolduran onlarca din adamının ortasında, kendisini tarihle hesaplaşmak üzere mahkemeye çıkıyordu. Galilei'nin ağzından şu sözler döküldü: "Ben, 'Güneş evrenin merkezindedir' dediğim için yargılanıyorum ve bu tür aykırı görüşleri nefretle kınıyorum, lanetliyorum.” demiştir. Kendisi gibi Güneş'i merkez kabul eden görüşü savunanlardan Giordano Bruno'nun idam edilmesinden sonra Gelilei düşüncesini fazla sürdürememiştir. Ama yine de, bugün engizisyon denince akla "Galileo Gallilei'nin duruşması" gelmektedir. Engizisyonun mahkeme kuralları şunlardı: *prosedür gizlidir. *söylentiler suç delili olarak kabul edilebilir. *sanığın suçun niteliği veya yasal savunma hakları konusunda bilgi verilmez. *tanıklar gizli tutulur. *yabancı şahitler, afaroz edilmişler ve çocuklar delil sunabilirler. www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 53
>>Tarih *sanığın lehinde hiçbir delil kabul edilmez, sanık lehinde konuşanlar ise suç ortağı olarak tutuklanırlar. *işkence her zaman kullanılır, eğer bir itiraf varsa bu seferde bunu onaylatmak için işkence yapılır. *işkence altında suç ortaklarının isimleri mutlaka doğrulanmalıdır.*hiçbir sanık masum bulunmaz. Sanık piskoposluk sarayında ya da bir manastırda yargılanırdı.Mahkeme bir sorgucu kurulundan, noter ve iki hukuk uzmanından oluşmaktaydı.Mahkemede suçlanan sanığın avukatı yoktu. Sorgucular, mahkemede suçlamalarını hem Latince hem de suçlunun anadilinde yapmaktaydı. Sorgucu konuşmasına, önce suçlunun kimliğinden, işinden, ailesinden söz ederek başlar ve daha sonra sözü işlenen suça getirirdi. Sorgucular psikolojik taktik konusunda çok uzmandılar.Yaptıkları işkencelerde de bunu görmekteyiz. Suçluyu çelişkiye düşürüp, erken ve acele bir itiraf peşindeydiler. Bazı sorgucular bu konuda öyle uzmanlaşmışlardı ki, suçluyu giyiminden, bakışından ve duruşundan saptayabiliyorlardı. Gerçek anlamda ilk engizisyon mahkemesi, Latince "Officium Sanctum Inquisitionis" (Yüksek Soruşturma Dairesi) adıyla 1478 yılında kurulmuştur. Ortaçağ Engizisyonu İspanya'ya 13. yy’da geldi.13. yüzyıl Kastilyası'nda Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler yan yana barış içinde yaşarlardı. 14. yüzyılda soylu derebeyi sınıfı Kastilya toplumu üzerindeki etkisini artırdıkça, din ayrılıklarına ilişkin hoşgörü kaybolmaya yüz tuttu.1492'de İspanyol hükümdarlar Ferdinando ve Isabella, Yahudilerin ülkeden kovulması buyruğunu çıkardıkları zaman çoğu İspanya'da kalmak için Hıristiyan oldu. Derebeyi soyluları din ve kanlarının saflığını vurgulamak amacıyla Yahudi düşmanı kesildiler. Köylüler de derebeyi efendilerinin bu ırkçı tutumlarını benimsediler. 1480'de İspanya'nın Katolik hükümdarları Aragonlu Ferdinando ile Kastilyalı Isabella'nın Engizisyon mahkemelerinin kurulmasına izin vermeleri sonucu bu kuruluşa ilişkin yargı kuralları bir anda ülkenin her yanını sarıverdi. İspanyol Engizisyonu, Müslümanlarla Yahudilerin kendi inançlarına bağlanmalarını sağlamak hedeflemişti. 200.000'e yakın Yahudi ve çok sayıda Müslüman'ın İspanya'yı terk etmesiyle sonuçlandı. Bu dönemde kadınlar “cadılık ve büyücülük” suçlamalarına muhatap olmuştu.Kadınların tüm suçu ve günahı, erkek egemen toplumlarda, kadınların daha zeki olacakları ve güçlerini,hakimiyetlerini ve mevkilerini kaptıracakları korkusu ile kadınları küçük düşürmüş ve işkencelere başvurmuşlardır.Kısacası kilisenin görüşüne karşı duran, pozitif bilime yönelik araştırma yapan (ki kilise bunu kesinlikle istemez),kiliseye kafa tutmaya çalışan, papa ve din adamlarının mevkilerine, güçlerine ve kazançlarına engel olabilecek kişileri bu şekilde ortadan kaldırıyor buna da “cadı, büyü yapıyor, şeytana tapıyor” gibi etiketler koyarak işlerine kolaylaştırıyorlardı.
Kara Ali “ Cellatların En Korkuncu ”
Osmanlı târihindeki en meşhur ve en korkunç cellâtlardan biri Kara Ali’dir. Sultan İbrahim’in de cellâdı olan Kara Ali, pâdişah cellâdı olarak târihe geçmişti.Öldürmeden önce kurbanın derisini yüzmesi, omuz başlarını oyup içinde mum koyup yakması en son da bir kuyudaki kancaları atıp ölmesini beklemesi ile meşhurdur.
54 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Tarih Kendisinden bahseden tarihçiler "bu adamın yüzünde nurdan eser yoktu" derler.Evliya Çelebi, cellatların pîri Eyyüp Basri’yle Osmanlı cellatlarının en ünlüsü Kara Ali’yi şöyle tanıtır: “Eyyüp Basrî, katl edileceklere gusul ettirip siyaset meydanına çıkartır; türlü tesellilerle imanı yeniletip kelime-i şahadet getirtir; boynunu kıbleye çevirip sağ eliyle başını sığadığında adamcağız donakalınca, iki eliyle tuttuğu kılıcı besmeleyle indirip kellesini teninden ayırır; ruhuna fatiha okurmuş. Sonra uzaktan bakanları çağırıp ibret alın diye nasihat edermiş. Bu kavmin üstad-ı kâmili Murad Han’ın cellâdı Kara Ali’dir ki, pazularını sığayıp ateş saçan kılıcını kemerine bağlayıp sair işkence ve karabend ve nakışbend ve kemendbend ve zünnarbend edeceği ucu aşıkh yağlı kemendleri kemerine asıp vesair işkence âletlerinden kelpedan ve burgu ve mismar ve buhur-ı fitil ve deri yüzecek tentraş ve polat tas ve türlü türlü zehirli göz milleri ve el ayak kırmağa mahsus baltaları iki yanına takıştırır. Omuzlarında servi ağacından altın bezekli kazıklar bulunan kalfaları da yedişer pare âlet ile kemerlerine ziynet verip yalın kılıç merdane cümbüş ederler. Amma ne’uzü-billah hiç birinin çehresinde nur kalmamış zehir gibi âdemlerdir.” Cellât Kara Ali, Sultan İbrahim’den önce sadrazamı Hezarpâre Ahmet Paşa’yı boğmuştu. Koskoca sadrazamın cansız bedenini sürükleyerek Atmeydanı’na ( Sultanahmet Meydanı’na ) götüren âsî yeniçeriler, kudurmuş köpek gibi saldırdılar. Ahmet Paşa’nın bedenini parça parça ettiler ve annesine sattılar. Kaynak: http://www.populertarih.com, http://sozluk.sourtimes.org, http://www.sosyalokulu.com
yazardan Kitap Tavsiyesi:
Erken Modern Dönemde Avrupa 1450 – 1789 Avrupa tarihinin matbaa makinesinin icadından Fransız Devrimi'ne kadar geçen bölümünü kapsayan bu kolay okunan, sürükleyici referans kitabı, erken modern dönemde insanların hayatlarındaki çeşitliliği ve Avrupa'daki gelişmelerin nasıl bir küresel bağlam içine oturduğunu yeni bir yaklaşımla anlatıyor. Doğuda Osmanlı İmparatorluğu'na, kuzeyde İsveç'e, güneyde Portekiz'e kadar Avrupa'nın tümünü, denizaşırı sömürgelerle birlikte ele alan metin, 1450-1600 ve 1600-1789 olmak üzere iki kronolojik bölüme ayırdığı dönemi, belirli temalar üzerinden karşılaştırmalı bir bakış açısıyla inceliyor. Yazar: Merry E. Wiesner Sayfa Sayısı: 754 Baskı Yılı: 2009 Dili: Türkçe Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 55
MİZAH
>>Düz Yazı
Düz Yazı Onur GÜRLEYEN / onur.gurleyen@blogdergisi.com komikliklerim.blogspot.com
*Geç saatte eğlenmek istiyorsan toplu taşıma en büyük engel sanırım. Birkaç arkadaş Beşiktaş sahilinde bira içip türkü söylemek istiyorsa bunun önünde pek bir engel yoktur aslında. Tabi eğer eviniz Gaziosmanpaşa’daysa, Esenler’deyse ya da daha başka nezih semtlerdeyse, geri dönüş insanın neşesini kursağında bırakabiliyor. Ben yaşadım oradan biliyorum. Sahilde çocuklar hala Laz türküleri söylerken ben de neşe içindeydim. Aslında eve toplu taşımanın rahat koltuklarında varabilmek için daha dokuzda ayrılmayı düşünüyordum neşeli arkadaş grubundan ama bir baktım saat on olmuş, sonra tamam ya on birde ayrılırım dedim ama bir baktım saat on iki olmuş. İşte o zaman daha geç bir saatin benim gibi bir toplu taşıma çocuğuna fazla geleceğini anladım. Beşiktaş’tan 28T ile Topkapı’ya gidebilirsizin ama oradan Gaziosmanpaşa’ya giden bir otobüs bulamazsınız. Ben de ne yapacağımı bilmez halde etrafta en azından minibüs durağı aradım ama yoktu. Neyse ki ara sıra uyumadan önce üç kulhu bir de Elham okuyorum ki bir evliya çıktı karşıma. Yok yok bildiğiniz taksiydi bu. Adamın tipi biraz ürkütücüydü gerçi, hele de gecenin o saatinde tenha caddelerde karşınıza çıkmışsa. Adama Edirnekapı’ya kadar gideceğimi söyledim, hayhay dedi. Zira ben taksilerden en kısa sürede inmesi gerek bir toplu taşıma çocuğuydum. Edirne kapıya geldik, taksimetre 5tl’yi gösteriyordu. Asıl olaylar bundan sonra başladı çünkü yanımda üzerinde acil durumlarda camı kırıp alın yazan cam bir kutunun içinde duran ellilikten başka para yoktu. Parayı adama uzattım. Adam hiçbir şey söylemeden gömleğinin cebinden bir tomar para çıkardı. Say dedi. Tamı tamına kırk beş lira vardı. Senin için ayırmıştım zaten deyince adam, ben götümü tekmeleyerek kaçtım. Şimdi böyle anlatınca çok mistik gibi olmadı ama fena tırsmıştım.
*Ne yağmur yaptı be. Belediyeden bir ricam olacak bu yağmurlu İstanbul konusunda. Madem ki İstanbul’un sokakları Arap kızının pencereden seyretmeye doyamadığı manzaralara dönüşecek. Dereleri falan ıslah etmek zor olabilir. Aslında pek de zor değildir ama belediyemizin bir bildiği vardır herhalde, neyse eğer seller daima akacaksa diyorum ki bari sokaklara küçük değirmenler kurulsun. Elektrik üretilsin. Boşa gitmezsin bu potansiyel. Akıllıca bir fikir gibi gelmişti aslında ama şimdi baktım da saçmaymış Cidde. Her şeyi de devletten beklemeyin canım, kendi elektriğinizi kendiniz üretin, bakın belediye ırmağı evinizin dibine kadar getirdi daha ne istiyorsunuz. Tabi yağmur yüzünden de belediye suçlanmaz ki, yağmuru onlar yağdırmıyor neticede, kader bunların hepsi ya kader. Takmayın kafaya, sele kapılırsanız da kurtarma ekiplerine Kader Bu Kader diye bağırın ki boşuna uğraşmasın adamlar.
56 | BLOG DERGİSİ 06/2010 www.blogdergisi.com
>>Karikatür
MİZAH
www.blogdergisi.com www.blogdergisi.com 06/2010 06/2010 BLOG DERGİSİ | 57
www.blogdergisi.com 06/2010 BLOG DERGİSİ | 58