BLOG DERGİSİ
Nisan 2011 Sayı: 19
Türkiye’nin İlk ve Tek Online Blog Dergisi
www.
blog dergisi
.com
#BlogumaDokunma
BLOG DERGİSİ
BLOG DERGİSİ
Genel Yayın Yönetmeni Yasin YÜKSEL yasin.yuksel@blogdergisi.com Yazarlar Aslıhan GÜNDÜZ aslihan.gunduz@blogdergisi.com Benay GAVAZOĞLU benay.gavazoglu@blogdergisi.com Hakan KARA hakan.kara@blogdergisi.com İbrahim MUMCU ibrahim.mumcu@blogdergisi.com M. İhsan TATARİ ihsan.tatari@blogdergisi.com Onur GÜRLEYEN onur.gurleyen@blogdergisi.com Rahim AYTUNÇ rahim.aytunc@blogdergisi.com Serap KAZANCI serap.kazanci@blogdergisi.com Ülkü GÜNEYSU ulku.guneysu@blogdergisi.com Konuk Blog Yazarı Özge Altınok LOKMANHEKİM Grafik Tasarım Yasin YÜKSEL Reklam reklam@blogdergisi.com Blog Dergisi “Nisan 2011” sayısına hoşgeldiniz. Blog sağlayıcısı Blogspot’un geçen ay erişime engellenmesi, internet camiasında büyük tepkiye yol açtı. Bu konudaki gelişmeleri yakından takip eden dergimizin bu ayki konusu; ”Sansür ve Yasaklar”. Şimdiden keyifli okumalar dileriz... Blog Dergisi’ne gönüllü olarak katkıda bulunan herkese teşekkürler. Dergimizin kadrosunda yer almak istiyor veya dergiye katkı sağlamak istiyorsanız yapmanız gereken tek şey; iletisim@blogdergisi.com adresinden bizimle iletişime geçmektir. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüst-rasyon ve konuların sorumluluğu yazarına aitir. Blog Dergisi’nde yayımlanan yazıların her hakkı saklıdır. Hiç bir içerik izinsiz kullanılamaz. Blog Dergisi, www.blogdergisi.com üzerinden yayımlanmaktadır. Tüm görüş, öneri ve sorularınız için iletisim@blogdergisi.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.
2 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
04
Yeniden Yasak, Yeniden İnternet
11
#BlogumaDokunma
23
Oyun İnceleme: Dragon Age II
38 Vizyondakiler Nisan
İÇİNDEKİLER
06
Google’da Üst Sıralara Çıkın...
10
Mozilla Firefox 4 Yayınlandı
12
Engelsiz Seyahat Özgürlüğü
16
23 Nisan
30
Oyun Haber: Fable 3 Geliyor
32
2000’lerin En İyi 10 Romantik Komedisi
42
Müzikte Sansür!
48
Düz Yazı ve Karikatürler
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 3
İNTERNET
Yeniden Yasaklama, Yeniden İnternet Serap KAZANCI / tuykalem.org
Her türlü bilgiye en kolay şekilde ulaşmamızı sağlayan internet, ülkemizde devamlı kısıtlanmakta... Dilin ve ifadenin her türlüsü uzun zamandır susturulmaya sebepler üretilerek devam ediyor. İtirazlar ve gerekçeler arasında arada kalanlara oluyor belki de ne oluyorsa. Tam kontrol mümkün ama her kontrolsüzlük de olumsuz değil. Amaçlar ve uygulama şekilleri arasında cidden anlamsız ilişkiler kuruluyor ve ifade hakkı ertelenmiş, bastırılmış oluyor. Yasaklanma her alanda uygulanabilir olduğundan son zamanların en çok batan kısmını ifade etmeye çalışmaya devam edip meraklarımın başkaları tarafından ertelenmesine karşı çıktığımı ifade etmek istiyorum. Daha önce de olmaz denilen birçok sitenin erişim yasağı sonrası blog kavramının popülaritesini
4 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
arttırdığı, yazarlar çıkarttığı, bir yardımlaşma kampanyasına ses getirebildiği, yorumlattığı, kişisel videolarla gülümsettiği ortamda tam da yakışır gibi yerimize ifade hakkı başkalarına verildi. Tabi aktif kullanıcılık bu yasakların erişim yasağı görüntüsünü ekranımızdan yapılacak küçük değişiklikle halledildiğini bilmek sorunun hissedilir kısmını azaltıyor gibi düşünülse bile yasaklamak yakışmıyor. İnternet kullanıcılığı ve bu kullanıcılığını aktifleştirebilen herkesi bilgilendirmek amacıyla yasaya tabi tutulmuş maddelerimizin olmaması yasaklamaların sebeplerini meşru hale getirmekte. Dava sahipleri
>>Yeniden Yasaklama, Yeniden İnternet
blog sahipleri suçlarken, blog sahipleri özgür ifade hakkım itirazıyla birbirine karşı çıkmakta. Her türlü bilgiye en kolay ulaşım sağlayan bu alan ise tam olarak anlayamadığımız sebeplerden dolayı devamlı kısıtlanmakta. Ortada olduğu düşünülen suçun gerçek sahipleri yerine binlerce kullanıcıya yasak getirmek ise sanırım her gün geliştiği söylenilen ülkemde uygulamada. Her türlü düşüncenin serbestçe dolaşabildiği bu alanın kullanım amaçlarını her daim sınırları zorlayan, ifadelerin insan kişilik ve haklarını hiçe sayan ya da sadece pornografik görüntülerden oluşan bir yer olarak algılayan bilinçsiz insan sayısını da arttırmaktadır. Çevrede ne kadar hızlı gelişim göstersek bile hala çok geride kalan ve öğrenme konusunda biraz tereddütlü bir millet olan bizlerin işimize gelmeyen detayları kulaktan dolma yanlış bilgilerle inandırıcılığı arttırma oyununu severiz. Yine de özgür ifade hakkı konusunda sınırları belirlemek bir sonra ki aşamalar için herkese yol gösterici özellikte olacaktır.
Tüm eleştirime rağmen kişi hak ve özgürlüklerine aykırı davranmamak konusunda sınır olmalı tabi. Çünkü binlerce blog sahiplerinden çok iyi kalemler çıkmış, bazılarını kitaplaşmış bulmuş, bazı yazarlarımızı da yakından tanıma fırsatını onlara ulaşarak yine internetin nimetleri olarak kullanmışızdır. Fakat işte tam da burada kopyala yapıştır hırsızlığı doğmuş yine maalesef hiçbir şey yapamayıp bu türden parazit kullanıcıların önüne geçememekteyiz. Kişisel olarak emeklerine saygı beklemek, interneti daha paylaşımcı yer haline getiren binlerce gönüllü yazarın da doğal hakkıdır. Emeğim kopyala yapıştır olarak başka sayfalarda hayat bulmuş olsa bile yasa uygulama şeklinden kaynaklı şikâyetçi sayısı yok denecek kadar azdır. Sonuçta uygulama yanlışlarla dolu ve geliştirilmesi konusunda acil çözümler bulunmalı. Kimse kimseye şunu yapma demekle yükümlü olmamalı eğer baştan belirlediğin maddelerin yoksa. İçinde olmaktan mutlu binlerce kullanıcı için acilen daha sağlıklı kararlar alınmasını ve kapatılma kapsamında mağdur sayısının azalması bu konuda ki dileğimdir. www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 5
İNTERNET
Google’da Üst Sıralara Çıkmak İçin Blogcular Neler Yapabilir? Hakan KARA / hknkr.com Google'da üst sıralara çıkmak için uğraş vermemiz gerektiğini biliyoruz. Fakat ne kadar çaba sarf etmiş olsak da profesyonel bir bilgi ve tecrübemiz yoksa emeğimizin boşa gitmesi bizi çok ama çok üzebilir. Bunun için dikkatli ve özenli bir çalışma içinde hareket etmemiz başarıya ulaşmamız için ideal bir çözüm olacaktır. Sanal alemde, SEO ve Google konusunda onlarca makale bulmanız mümkün, bunların hiç biri %100 başarılı değildir, yine de bu konuda daha önce tecrübe kazanmış kişilerin yaptıklarını denemek yani risk almak, başarıya ulaşmak için önümüzdeki engellerden biridir.
6 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
Google için yapmanız gereken bazı şeyler var, bunları sıralarsak eğer: # Tamamen özgün içerikli bir sitenizin olması çok önemli. çalıntı içeriklerin bulunduğu yazılar Google tarafından sevilmiyor, belirtelim. # Sitenizin bir site haritası (sitemap) olmalı ve bunu Google’a tanıtmalısınız. Ayrıca RSS mutlaka bulundurulmalıdır. Bunu da Google’a tanıtmalısınız. # Google algoritmalarına uygun olarak uzantılar SEO içerecektir. (HTML) # Google dizinine tanıtılacak ve site-verification mutlaka olacaktır. # Alexa dizinine uygun bir şekilde indexte alexaverifyID yer alacaktır.
>>Google’da Üst Sıralara Çıkın!
# Xhtml ve CSS mutlaka sorunsuz ve problemsiz olacaktır. ( Bu neden önemli? Şu yüzden: iyi bir tasarım, tertemiz tasarım demektir. Bunu da Google seviyor. ) # Classification, Author, Rating, Expires, Revisit-After, Googlebot, Robots, Distribution, Category, Search, Publisher, Dmoz, Altavista, Scooter kullanılmalıdır. # Backlink alınması gerekmektedir. # Backlink alırken de içeriklerin aynı/sabit kategoride olmasına dikkat edilmelidir. # Backlink alırken bir şeye daha dikkat edilmelidir. Kendinizden daha iyi durumda olan sitelerden backlink alın. # Düzenli olarak içerik ekleyin. Sitenizi boş bırakmayın. # Etiket (tag) eklentisi kesinlikle kullanın. # Sitenizin title, meta tag ayarlarını doğru girin. # Yazılarınızdaki önemli kelimeleri kalın yazın. ( 4-5 tane ) # Yazılarınızda, diğer eski yazılarınızla alakalı bir kelime varsa, bu kelimeye o yazınızın bağlantısını linkleyin.
Google'ın gözüne linkleri sokmak yerine bırakalım kendi kendine içeriği indeksleyerek, linkleri güncellesin biraz bekleyebilirsiniz ancak daha sağlıklı ve daha garantili bir çözüm elde edebilirsiniz. Sitelerinizi ayda bir kez pingleterek Google’ın sitenizi daha hızlı indekslemesini sağlayabilirsiniz. Ve aceleci olmayın. Kendimden örnek vermek gerekirse: pr4 blogum var, günlük tekil 1000 kişi giriyor. Yarısından çoğu da Google den geliyor. Yukarı da saydıklarımı yaparak bu duruma geldim, bir çok arama da ilk sayfada yer alıyorum. Sabırlı olarak siz de bu duruma gelebilirsiniz. İyi bloglamalar.
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 7
İNTERNET
İnternet Explorer 9 Final Sürümü Yayınlandı! Hakan KARA / hknkr.com 14 mart akşamı, bir süpriz bekliyordu belki de internet kullanıcılarını: microsoft, internet explorer tarayıcısının son sürümü olan 9 un final sürümünü yayınladı. İlk başta çoğu insan gibi ben de pek sallamadım bu durumu ama her teknoloji manyağı gibi ben de meraktan windows kurulu bir bilgisayarda güncellemeyi yapıp test etmek istedim. İlk izlenim kesinlikle: güzeldi! Çünkü karşımda, uzunca süredir klasikleşmiş görünümünün dışında bir explorer vardı. Görünümü gerçekten hoştu ve ilk başta dikkati çekende buydu: en büyük değişiklerdenbiri görünümde yaşanmış oldu böylelikle... Diğer rakip tarayıcılardan kopya çekilmiş denebilir ama onların anlayışı tüm dünyada tutulduğu için benzer yapıda yeni bir konseptin yapılması normaldi ve bu yeniliğin yerinde bir karar olduğunu söyleyebilirim.
8 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
Standartlar ve Performans İnternet Explorer 9′un alt yapısal olarak en büyük yeniliği GPU destekli yani "Hardware Acceleration" destekli yeni javascript tarama motoru (çakra) Bu sayede explorer hantallıktan kurtuluyor ve web sitelerini daha hızlı yorumluyor. Bu yenilenen ve hızlandırılan tarama motorları HTML5 desteğini sunuyor. Fakat her şey bu kadar güzel, toz pembe değil. aşağıda size vereceğim linke tıkladığımda karşılaştırmadan işin boyutunu anlayacaksınız. Destekleme konusunda İE uzun bir yol kat etse de hala çok eksiklikleri var. İnternet Explorer’un eski sürümlerine göre çok büyük eklemeler var, ancak diğer tarayıcıların son sürümlerini dikkate aldığımızda neredeyse yarı yarıya bir eksiklik var.
>>Internet Explorer 9 Final Sürümü
Windows 7 ile Sorunsuz ve Tümleşik Çalışma Bu aslında komik bir durumdu: microsoft'un kendi tarayıcı kendi sistemiyle bile tam uyumlu değildi. Bu sorun yeni final sürümünde giderilmiş oldu. Eklenti Desteği ve Eklenti Performans Göstergesi Bana göre İE 9'un en muhteşem özelliği. Eklenti performans göstergesi ile eklentilerin ne kadar zaman kaybına uğrattığını vs. görebiliyoruz. Daha iyi performans açısından bize çok iyi bir bilgi kaynağı olacağını düşünüyorum. Keşke diğer tarayıcılarda da olsa! Gelişmiş Adres Çubuğu Adres çubuğu hem arama yapmamıza, hemde web sitelerinde gezmeye yarayan bir yapıya kavuşturulmuş. Sonuç olarak karşımızda ilk başta bize görüntü olarak ''oha'' dedirtecek türden bir tarayıcı çıkmış. tabii ki de-
vamında gelecek güncelleştirmelerde yeni eklemeler olacaktır fakat hala diğer tarayıcıların çok gerisinde... HTML5 ve CSS3 desteğinin olmayışı çok büyük bir eksiklik, özellikle web site kodlayanlar bu duruma çok büyük öfke duyacaklardır, eminim. XP kullanıcılarına ise kötü haber: IE 9 sanırım şirket politikası gereği, xp de çalışmayacak. sadece windows vista ve 7 sürümlerinde çalışacakmış.... Şuan için piyasanın %60 ını elinde bulunduran bir tarayıcının hala eksikliklerinin olması ve bu final sürümüyle kazandığı bir kaç iyi artının diğer tarayıcılar tarafından klonlanıp ileri ki günlerde daha da geliştirilerek tarayıcılara entegre edileceği gerçeğini düşünürsek İE 9 un ilk başta sevindiren bu görünümünün sahte olduğunu, arka planda çok eksiği olduğunu ve hala çok katetmesi gereken yol oldğunu söylemek doğru olur... www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 9
İNTERNET
>>Mozilla Firefox 4 Yyaınlandı
Mozilla Firefox 4 Yayınlandı Hakan KARA / hknkr.com Daha yeni Internet Explorer 9 'un tanıtımı yapılmasına rağmen, bir süredir beta aşamasında olan Mozilla Firefox 4’ün de stabil sürümü yayınlandı. Birçok hayranı, beta sürümlerini bile hemen kullanmaya başladığından yeni sürüme adapte olma konusunda sıkıntı yaşanacağını sanmıyorum. yeni özellikler olduğu gibi artık mozilla hakkında şunu söyleyebilirim: tam bir kırma tarayıcı! Yeni Mozilla Friefox 4’ün özellikleri nedir peki? - Gezinmek daha kolay Şahane çubuk adını verdikleri bu sistem ile adresleri tam olarak hatırlamasanız bile bulabileceksiniz mesela... - Yüksek performans Geliştirilmiş motoru ile Mozilla Firefox artık bir önceki sürümünden yaklaşık 3 kat daha hızlı. yeni arama motoru ile çökme koruması da artık sisteme entegre edilmiş durumda. 10 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
- Gelişmiş güvenlik - Güçlü kişileştirme Mozilla Friefox 4’ün yine en büyük artısı sanırım eklenti desteği olacaktır. Tarayıcınızı istediğiniz düzene sokabileceksiniz. - En yeni teknolojiler Webm, HD video, indexedDb, yeni nesil grafikler, html5, css3 vs. gibi bir çok yeni sistem ve teknolojiler mozilla 4 ile uyumlu bir şekilde çalışacak! - Evrensel erişim Mozilla Friefox 4’ün sevilen bir yanı da milyonlarca kişi tarafından geliştirilmesidir. İşte bu yüzden her dilden seçenekler var, 70 üzerinde dil seçeneği var sanırım. Ve tabii ki eşitleme kurulumu özelliği verilerinizi güvenli bir şekilde saklama olanağı da sağlıyor. WOFF, TrueType ve OpenType gibi açık yazı tipi biçimlerini de Mozilla Friefox 4 destekliyor.
İNTERNET
>>Bloguma Dokunma
#BlogumaDokunma Rahim AYTUNÇ / rahimaytunc.blogspot.com
Bazen markalar da kendi sonunu kendi hazırlar.
Yasaklarla büyütülen bir toplum olduğumuzdan olsa gerek, bizim için olumsuz olan bir şeyi kontrol etmekte zorlandığımız an, tamamen yasaklamak veya yasaklatmak yolunu seçiyoruz. Tabii bizim gibi başka ülkelerde var mıdır bilmiyorum ve açıkçası varsa bile, bizim kadar komik hallere düştüklerini sanmıyorum. Ama son gelişen Blogspot yasağı da şunu gösterdi ki Türkiye henüz kabuklarını atmış olsa da, aşamadığı birçok şey var. Bunu genellemek belki yanlış olabilir, ama sonuç olarak Blogspot yasağı geneli kapsadığı için bunu genelleyerek konuşmak normal bir davranıştır. Öte yandan Blogspot yasağını uygulatan firmaya dönecek olursak, her ne kadar bir yerde haklı görülebilecek olsa da, bu kadar büyük bir markanın zehri adeta kendi eliyle içmesi pek akıllı işine benzemiyor. Çünkü verdiği hizmetle sürekli eleştirilirken ve bu konuda insanlar sürekli olumsuz yorum yaparken, uygulattığı yasakla sosyal ağlarda kendisi hakkında konuşulan olumsuz konuşmaları artırdığı yetmezmiş gibi, adeta tüm blog yazarlarının ve sosyal ağ paylaşımcılarının anlık nefretini de kazandı. Peki, sadece anlık nefret mi kazandı? Ne yazık ki sadece anlık nefret değil, o anlık nefret birçok kişide kalıcı bir nefrete dönüştü. Hatta kalıcı nefret
edeceklerden biri olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü blog yazarları, bloglarına girmek istedikleri her an mahkeme kararıyla karşılaştılar, blog okuyucuları yasakla karşılaştılar. Mahkeme kararıyla engelenen blog ile karşılaşan internet kullanıcıları, sosyal paylaşım sitelerinde marka hakkında alabildiğince ağır yorumlar yazdı. Üstelik bunlar yetmezmiş gibi sosyal ağ kullanıcıları, birbirlerini marka ile olan sözleşmelerini iptal etme çağrısında bulunmaya başladılar. Blog yazarlarının kendi aralarındaki bu çağrıları sadece "çağrı" olarak kalmadı, markanın bu konuda ciddi bir gerileme dönemine girdiğini ve marka imajı açısından da büyük bir kayıp yaşadığını düşünüyorum. Zaten tahmin edersiniz ki, bir marka için kıyamet bundan daha fazlası olamazdı. Buraya kadar olan çok şey oldu bitti denilebilir. Ama marka bundan sonra ne yapıp kendini blog yazarlarına, sosyal medya kullanıcısına affettirmeye çalışacak çok merak ediyorum. Umarım bir daha bu şekilde kendi sonunu hazırlayan, hatta tabiri caiz ise elindeki bombanın pimini çekip, kendi cebine atan başka bir marka ile karşılaşmayız. Herkese yasakların olmadığı, sadece kendi çıkarlarımız için yaşadığımızı düşünmediğimiz güzel günler diliyorum.
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 11
KONUK BLOG YAZARI
Engelsiz Seyahat Özgürlüğü Özge Altınok LOKMANHEKİM / www.seyahatperest.com
Blog yazarlarının en popüler blog sağlayıcılarından biri olan Googleblogspot.com’un mahkeme kararı ile erişime engellendiği günler yaşıyoruz. Digitürk ile Google arasındaki hukuki problem nedeniyle konu ile ilgisi olmayan ve hukuka aykırı herhangi bir fiilde de bulunmamış dört milyon kadar blog yazarı ve okuyucuları aynı anda bloglara erişemez oldu. Benim blogum ve paylaştıklarım seyahat üzerine. Gündem “engel” olunca, ben de seyahat engellerini paylaşmak istedim. Biz Türk milletinin seyahat etmesinde en önemli engellerden bir tanesi vize. Bir takım ülkelerle yapılan karşılıklı anlaşmalar neticesinde şu anda vizesiz gidebileceğimiz tam 53 ülke olduğunu biliyor muydunuz? Seyahat engeli olmadığına göre, pasaportumuzu alıp bu ülkelere doğru yola çıkabiliriz. Güney Afrika – Cape Town Nerede Kalmalı? V&A Waterfront'ta bulunan The Cape Grace Hotel veya Table Bay Hotel hem konforlu hem şehre yakın otel alternatifleri. Doğa ile Başbaşa Olmak İçin Cape Town'un sırtını dayadığı, şehrin simgesi olan ve bir masayı andıran 1086 metre yüksekliğindeki Table Mountain'ın (Masa Dağı) tepesine teleferik ile gündoğumunda ya da batımında çıkarak muhteşem manzarayı mutlaka izlemelisiniz. Vahşi doğayı merak ediyorsanız; şehre 2-2,5 saatlik mesafede bulunan safari parklarında günübirlik kısa bir safari turuna katılabilirsiniz (www.inverdoorn.com). Günübirlik Cape Peninsula turu yaparak Afrika'nın en güneydeki noktası, 1488 yılında Bartolomeu Dias tarafından keşfedilen Ümit Burnu'na veya Table Mountain National Park'ın içindeki Boulders Plajı'nda yaşayan ve "jackass" olarak adlandırılan penguenleri görmeye gidebilirsiniz. Bu plajın bulunduğu koyun hemen yanında su her zaman 16 derece olsa da de-
12 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
>>Engelsiz Seyahat Özgürlüğü
nize girmek mümkün. Sualtı dünyasını merak ediyorsanız, hem Atlas hem Hint Okyanusu'nda yaşayan balıkların ve deniz canlılarının bulunduğu Two Oceans Aquarium'u ziyaret edebilirsiniz. 400 yıl boyunca hapishane dışında karantina ve akıl hastanesi olarak kullanılan, şu anda ise UNESCO'nun Dünya Kültürel Mirası Listesi'nde yer alan, Nelson Mandela'nın 27 yıl boyunca hapis yattığı cezaevini görmek için Robben Adası'na gidebilirsiniz. Şehirde Neler Yapsak? Cape Town'a 40 dakika mesafede bulunan Stellenbosch Şarap Vadisi’ne ya da Franschoek Şarap Vadisi'ne veya şehrin içerisinde yer alan Costantia Bölgesi'ndeki şarap evlerine giderek şehrin 400 yıllık bağcılık tecrübesinin mahsullerinin tadına bakabilirsiniz. Birçok dükkan ve lokantanın bulunduğu V&A Waterfront'ta sokakta dans eden yerlileri izleyebilir, amfitiyatroda sahne alan çalgıcı ve müzisyenler eşliğinde geç saatlere kadar iyi vakit geçirebilirsiniz. Vic-
torian tarzı binaların ve şık dükkanların olduğu Long Street'te dolaşarak, 1806'dan beri kurulan ve Güney Afrika'ya özgü mutfak eşyaları, biblolar, çalgılar gibi bir sürü ürünün satıldığı Green Square Market'ten hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz. Sanatı seviyorsanız, Afrika'nın ünlü ressamlarının, fotoğrafçılarının eserlerini ve şık galerileri görmek için şehrin en hip mahallesi Woodstock’a gidebilir ya da Cumartesi günleri kurulan pazarı ve antikacılarıyla ünlü Old Biscuit Mill'de keyifli bir öğleden sonra geçirebilirsiniz. Nerede Yesek? Güney Afrika'nın "en iyi et restoranı" ve "en iyi şarap listesine sahip restoran" ödüllerine sahip Belthazar'da antilop etinin tadına bakabilir, Ellerman'da gün batımını izlerken harika şaraplarını yudumlayabilir ya da Sevruga veya La Colombe'nin harika mutfağını deneyebilirsiniz.
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 13
KONUK BLOG YAZARI
Rusya – St. Petersburg Nerede Kalsak? Şehrin en ünlü caddesi Nevsky Prospekt’te bulunan Corinthia Oteli’nde kalabilirsiniz (www.corinthia.com). Nereleri Gezsek? Dünyaca ünlü Hermitage müzesi, özel koleksiyonların sergilendiği Rus Müzesi, yeşil ve altın sarısına bürünmüş St. Isaac Kathedrali, dışardan bir masal evini andıran Kanlı Kilise (Church on Spilled Blood) görülmeye değer. Kanlı Kilise’nin hemen karşısında matruşkalar, Kanlı Kilise minyatürleri, magnetler, kehribar taşından yapılmış aksesuarlar satan stantların olduğu hediyelik eşya pazarı turistlerin uğrak yerlerinden biri. Şehrin Kış Kanalı (Winter Canal), Mısır Kanalı (Egyptian Canal), Banka (Bank Bridge), Aslan (Lion Bridge), St.
14 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
Pantelymon, Lieutenan Shmidt, Trinity, Lomonosov, Anichov olarak adlandırılan belli başlı köprülerinde mutlaka yürünmeli. Alışveriş İçin Nereye Gitsek? Nevsky Prospekt, St. Petersburg’un en ünlü alışveriş caddesi. Bu cadde üzerinde Kenzo, Etro, Balenciaga, Zegna, Marina Rinaldi, Versace ve Frey Wille gibi dünyaca ünlü lüks markalar ile Guess, Calvin Klein, Zara, Adidas gibi daha ekonomik zincir markalara ait dükkânlar yer alıyor. Nevsky Prospekt’i kesen Bolshaya caddesinde ise Louis Vuitton ve Dior gibi lüks markalar bulunuyor. Nevsky Prospekt’ten sonra ikinci önemli alışveriş caddesi ise Bolshoy Prospekt. Bu cadde üzerinde Armani, Calvin Klein, Moshino, Paul Smith, Patrizia Pepe, Paul & Shark, Bogner, Hugo Boss, Escada ve Max Mara gibi lüks markaları görmek mümkün.
>>Engelsiz Seyahat Özgürlüğü
Banya Concept Store (Griboedova Nab. Channel 20 – www.banyaconcept.com), Leonid Alexeev, (4a Veselnaya Str. 75008), A-dress (Gorohovaya Caddesi No. 5) ve Ruspublica (Lenin St. 19 A) Rus tasarımcıların farklı ürünlerini bulabileceğiniz mağazalar. Nerede Yesek? Klasik Rus mutfağını tatmak için kabare gösterisi de olan Saint Petersburg (5 Nab Kanala Griboyedova) ya da bir Sovyet ailesinin yaşadığı daireden esinlenerek döşenmiş Mari Vana’da (18 Ul. Lenina) yemek yiyebilirsiniz. Rus şairi ve Rus edebiyatının kurucusu Aleksandr Sergeyeviç Puşkin dahil olmak üzere edebiyatçıların mekanı olması ile ün yapmış Literary Café (Nevsk 14), İtalyan lezzeti isteyenler için Francesco (47 Suvorovsky Pr.) veya Gusto (1 a Degtyarnaya Ul.), steakhouse isteyenler için ise Stroganoff Steak House (4, Konnogvardeisky Boulevard) ya da Casa Del Mяco (6 Birzhevoy Proezd) lezzetli menülere sahip restoranlar.
Vizesiz Seyahat İçin Diğer Ülkeler Güney Amerika Ülkeleri: Venezuela, Kolombiya, Ekvador, Brezilya, Arjantin, Paraguay, Bolivya, Uruguay, Şili, Kosta Rika, Nikaragua, Belize, Guetemala, El Salvador, Jamaika, Haiti, Honduras ve Trinidad&Tobago. Avrupa Ülkeleri: Hırvatistan, Bosna Hersek, Karadağ, Sırbistan, Makedonya ve Arnavutluk. Afrika Ülkeleri: Fas, Libya, Kenya, Mauritius ve Güney Afrika Cumhuriyeti Ortadoğu Ülkeleri: Suriye, Ürdün ve İran Uzakdoğu Ülkeleri: Siri Lanka, Kuzey Kore, Japonya, Hong Kong, Tayland, Filipinler, Malezya, Tuvalu ve Fiji. Asya Ülkeleri: Rusya ve Kazakistan.
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 15
RENGARENK
Dolu Dolu Geçen 23 Nisan Aslıhan GÜNDÜZ / aslihangunduz.blogspot.com
Dolu dolu geçen çocukluğumun ardından aklımda kalanlarla ben çok seviyorum 23 Nisan kutlamalarını ya da o gün yaptıklarımı… Gün erken başlardı zaman ister 23 Nisan ister 19 Mayıs ister 30 Ağustos olsun, fark etmezdi. İstikamet belliydi çünkü… Sabah erken kalkardık tüm aile ve süper bir kahvaltının ardından yolumuzu İnönü Stadı’na düşürürdük. Her yıl ortaya çok güzel gösteriler çıkardı. O şovları, yürüyüşleri, şiirleri, kısa konserleri izlemeyi severdim ben. Hayli güzel geçerdi zaman yani erken kalkmaya değerdi. Tam olarak hatırlayamasam da yaklaşık üç-dört saat sürerdi gösteriler. Gösteri bitince aktivitelerimiz son sürat devam ederdi tabii ki. Bazen Maçka Parkı’na gider orada, Lunaparkta eğlenirdik bazen de Gülhane’ye geçer orada çarpışan arabanın keyfine varıp, hayvanat bahçesini dolaşırdık.
16 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
Eğer vizyona yeni bir çizgi film ya da çocuk filmi girmişse onu da kaçırmazdık. Her adımda yeni bir şeyler keşfetmek bana çok keyif verirdi. Bazen bu etkinliğimize kuzenlerimi de dahil eder, daha kalabalık daha güzel vakit geçirirdik… O zaman İstiklal Caddesi’nde yürümek ve Tünel’e Tramvayla inmek çok daha keyif verirdi. Hayran hayran izlerdim caddeyi tramvaydan kafamı çıkararak. Yavaşça tünelde durunca da inmeyi istemesem de iner, başlardık yürümeye.
>>İki Durak Arası “Rüzgar” Molası
Bir de o gün yemekte dışarı da yenir üstüne de mutlaka tatlı keyfi yapılırdı… Çok keyif aldığım, mutlu güzel bir gün geçirirdik ailece. Uzun yıllar bu böyle devam etti. Liseye geçtiğimde ise gitmemeye başladık, mecburi okulda olma zorunluluğundan dolayı ve sonra da “büyüdüm artık gitmeyelim”in arkasına saklanıp, belki de uykuyu daha tatlı bulup hiç gitmedik… Şimdi ne zaman belirli gün ve haftalar sıralamasında ulusal bayramlarımızı görsem hep bu yaptıklarımı aklımdan geçiririm ve teşekkür ederim anneme-babama bana çok güzel bir çocukluk yaşattıkları için. Aklımda yazmaya değer, unutamayacağım anılarımı biriktirdikleri için.
Ayın notu: 23 Nisan sebebiyle birçok ücretsiz aktiviteler var. Her yıl olduğu gibi bu yılda Ülker 50 ildeki 158 sinema salonunda gerçekleştirdiği ücretsiz film gösterimini yapacak ancak 24 Nisan’da. Yine küçük çiftlik parkında ücretsiz olarak 22-24 Nisan tarihinde 2. Çocukrehberi Şenliği gerçekleştirilecek ve tüm çizgi kahramanlarından, şişme oyun alanlarına, sokak oyunlarından, eğlenceli yarışmalara kadar birbirinden eğlenceli süprizler sizleri bekliyor olacak.
Küçük, kağıttan bayrağı ve balonu elinde olan Aslıhan; tüm çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlarken size küçük bir mesaj vermek ister: Her ne yaparsanız yapın, imkanlarınız ölçüsünde eğer mutlulukla, sevgiyle, huzurla, içtenlikle bir şeyleri yaparsanız anılarda hep canlı kalırsınız tıpkı benim şuan sizinle paylaştığım ve yazarken de mutlu olduğum gibi.
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 17
RENGARENK
Kaldırım Taşı İbrahim YILDIZ / bloke‐oldum.blogspot.com Duygusuz sesler var yaklaşıp uzaklaşan. Henüz ya da birazdan çiğneyecek göğsünü. Aceleci sesler ve de umursamaz. İsimsiz bir kaldırım taşıdır kendisi. Gelip giden ayakların bitmeyen senfonisi ile yükünü sırtlar hüsranın, sitemin, bazen de mutluluğun. Bilir elbet akıbeti. Bekler yine, gidemez. Kendini bildi bileli aynı sokakta, aynı yerdedir. Güneşin doğuşunu en son o görür, batışını ilk gördüğü gibi. Bazen hiç göremez. Bunca taşın arasında yalnızdır elbet o da. Üzerine basıp geçen şu postallar mutlu eder acıtsa da. Yakınlık hisseder yalnızlığı unutup. Şahittir insanlara, yaşamlara. Bazen bir çöp parçası düşer üzerine, ürperir, bazen bir gözyaşı. Kaskatı kesilir bedeni. Her ne vurulsa sırtına, hissetmez hüznünden. Karanlık gecelerde ağır adımlarla gezinen o ihtiyarı hatırlar. Bir ömür sırrını sakladığı o yorgun ihtiyarı. Yazın serin gecelerinde olduğu kadar kışın ayazında da yalnız bırakmayan ihtiyarı. Bir bahar günü yorgun düşüp başını göğsüne yaslayan ve bir daha kaldırmayan ihtiyarı. Geçmişi düşünür, kendini. Bunca geleni gideni ile marifettir yalnızlığı. Biraz önce, yüzünü aydınlatan sokak lambası da sönmüştür ansızın. Düştüğü zifiri karanlıkta sevinir bir an o gelecek diye. Öyle ya babasıdır o lambanın, o taşların. Gelecektir, dokunacaktır nasır tutmuş elleri ile sönük duran lambaya. Ve lamba o şefkatli elleri tanıyacaktır, beklediği, özlediği. Yine parlayacaktır bu kez daha güçlü o sımsıcak dokunuş ile. “Lamba olsaydım keşke” diye geçirir içinden bu hülyaları görmekte iken. “Bende bir gün sönerdim ve o gelir sımsıcak elleri ile dokunurdu yüreğime. Hatırlatırdı, ısıtırdı yüreğimi o hünerli eller. Tıpkı ilk günkü gibi…” O eller artık soğuk, soğuk toprağın hapsinde. Başını göğsüne yasladığı günden beri hareketsiz yatıyor. Ve sokak lambası artık sönük. Söndüğü geceden beridir, bir daha yanmıyor.
18 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
>>İki Durak Arası “Rüzgar” Molası
Fotoğraf: Edwin L. Wisherd National Geographic vintage collection
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 19
RENGARENK
Sanal Mısın Nesin? Batuhan USLU / sosislipasta.blogspot.com
Çağımızın yeni modalarından biri de, kuşkusuz sanal arkadaşlıklar. Yani şu sosyal ağlar (Facebook, Twitter) çıktı çıkalı, oralardan arkadaş ediniyoruz. Neymiş, yazışmak daha kolay oluyormuş, kendimizi daha kolay ifade ediyormuşuz. Evet, haklısınız, yazmak konuşmaktan daha kolay. O an aklınıza gelmeyen kelimeleri, cümleleri, biraz düşünüp yazarak ifade edebiliyorsunuz. Bunda bir sorunumuz yok zaten. Onu bırakın, bir de “sanal” sevgili filan oluyor, yazışarak birbirleriyle çıkıyorlar filan. Hatta seviyorlar. Peki, ne kadar güvenli şu arkadaşlıklar? Daha kendisini canlı kanlı görmeden ve sesini duymadan, en büyük sırlarımızı bile nasıl paylaşıyoruz onunla? Ve en önemlisi, sadece fotoğrafına bakarak ona nasıl aşık oluyoruz? Bir arkadaşım var ki, geçenlerde sohbet ediyorduk. Laf özel hayatlarımızdan açıldı. Ona, “Eee sevgilin var mı?” diye sorduğumda, evet cevabını verdi. “Nasıl biri? Her hafta buluşuyor musunuz?” falan dediğimde, bana demesin mi “biz hiç buluşmadık çünkü internetten çıkıyoruz!” diye. Önce afalladım, “nasıl yani?” dedim ama sonradan hatırladım. Evet, gerçekten böyle bir şey var artık. Bu bir yeni moda mı, gençler arasında rekabet mi, yoksa ego tatmini mi bilemiyorum. Fakat yüz yüze görüş20 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
meden, ellerini tutmadan nasıl sevgili olabiliyorlar hala inanamıyorum. Sorduğumda ise kem küm edip “E mesajlaşıyoruz, Msn’den görüntülü konuşuyoruz” diye cevap veriyor. Mesajmış, görüntülü konuşmaymış… İyi hoş da, ömrünüzün sonuna kadar mesajlaşamazsınız ki. Zaten fotoğraflarınıza veya bir kameranın yansıttığı görüntülerinize bakarak birbirinizi sevmişsiniz, tabii sevmek denirse. Bir şekilde patlayacak, buluşmak isteyeceksiniz. Fakat biriniz İstanbul’da, biriniz Erzincan’da. Ah ah… Yani kısaca biriniz Hanya’da biriniz Konya’da. Ben de nice insanlar tanıyorum ki, bir yıl kadar bu şekilde internetten konuşuyorlar, sonra cesaret edip buluşuyorlar. Hatta belki çok iyi arkadaş bile olabiliyorlar. Elbette olabilir, yani güvenilir insan olunca, karşıdaki insanla da iyi anlaşınca neden olmasın ki? Kendimden örnek verecek olursam, bu tür sanal arkadaşlık işlerine, Harry Potter isimli seriyle ilgili bilgiler, fotoğraflar ve benzeri şeyler paylaşan bir forum sitesinde başladım. Foruma girer girmez etrafı inceledim ve düşünmeden edemedim: Tüm bu insanlar birbirini nereden tanıyordu? Çoğu rumuz birbiriyle can ciğer kuzu sarmasıydı ve hatta neredeyse “kanka” olmuşlardı. “Aynı şehirdeler mi acaba?” diye düşündüm. “Ya da aynı okulda mı okuyorlar? Aynı sırayı mı paylaşıyorlar?” Sitede kendini tanıtabileceğin, ismini, hobilerini, yeteneklerini, yaşını ve yaşadığın yeri yazabileceğin bir bölüm vardı. Ben de tüm rumuzların bilgilerini inceledim. Kimisi İstanbul’dan, kimisi Sakarya’dan, kimisi de Antalya’dandı. Hatta Erzurum’dan olan bile vardı. Sonra sıkı fıkı olan rumuzların şehirlerine baktım. Örneğin birisi İstanbul’da yaşıyorsa, öbürü de Ankara’da oturuyordu. Hal böyle olunca yadırgamıştım ben de. Tabii ki internette vakit geçiriyordum ama bir forum sitesine ilk defa dikkatlice göz gezdiriyordum. “Nasıl yapıyorlar?” diye düşünüyordum. “Birbirlerine nasıl güvene-
>>İki Durak Arası “Rüzgar” Molası
biliyorlar? Tanıdıklarını sanıyorlar, ama tanımıyorlar. En yakın arkadaşım diye bağrına bastığın kişi ya seni kandırıyorsa? ’16 yaşındayım’ deyip de aslında 35 yaşında falansa?” Böyle düşüncelerle birkaç gün foruma bir şey yazmadım. Neyden çekindiğimi bilmiyordum ama yazmadım. Milletin neler yazdığını izliyor, arkadaşlık ilişkilerine hayret ediyor ve paylaşılan şeylere bakıyordum sadece. Milletse benimle tanışmaya can atıyordu sanki. Birkaç kere “selam tanışalım mı” şeklinde, Türkçesi bozuk birisi bana mesaj atmıştı ama cevap vermemiştim. Birkaç gün geçtikten sonra, sus pus, ruh gibi takılmaktan sıkıldım ve bir şeyler yazmaya karar verdim. Ne yazacağımı bilmiyordum. Gerçek ismimi vermeli miydim? Yoksa yaşımı hiç söylemese miydim? Ama böyle yapanlara kızıyordum, ben de aynısını yapacaktım. Bu yüzden tanıtım bölümüne ilgi çekebilecek ve uzun bir yazı yazdım. Hafif komik bir dille yazmıştım. Tıpkı düşündüğüm gibi, gayet ilgi çekmiş ve bilmem kaç kez görüntülenmişti. Yazar yazmaz da bir sürü cevap geldi orijinal yazıma. Kimisi “hoş geldin, umarım iyi vakit geçirirsin” diyor, kimisi de “merhaba tanıştığımıza sevindim” diye belirtiyordu. Bense zevkten dört köşeydim sanki. Az önce ünlü olmuş da birazdan paparazzilere yakalanacakmışım gibi bir his vardı içimde, ama bu hisse aldırmadım ve bana yazanlara cevap verip teşekkür ettim. Hepsi de çok iyi ve güvenilir görünüyordu. Biyografi başlığımın yanı sıra, artık foruma alışıyordum ve başka konulara da bir şeyler yazmaya başladım. Forumda şu tür mesajlar çok modaydı: “Paylaşım için teşekkürler”, “Çok sağ ol çok yardımcı oldu” “Paylaşımın için teşekkür ederim, bunlar gerçekten ilginç bilgiler.” Fakat forum kurallarınca bu tür mesajlara izin verilmiyordu. Bunlar, üyeler arasında “post kasmak” diye isimlendiriliyordu. Yani sadece mesaj sayısını yükseltmek adına yazılmış, sadece bir kelime veya bir cümleden oluşan “post”lar istenmiyordu. Ben de sadece birkaç kere “post kasmıştım” ama yöneticilerden kimse görmedi ve uyarmadılar da. Ama birkaç kere daha tekrarlarsam sert bir dille uyarılacağımı da biliyordum. Bu yüzden o tür mesajlar hiç yazmadım. Millet çatır çatır arkadaş ediniyordu, bense tek tabanca takılıyordum. 19000 küsur üyesi olan bir si-
tede, henüz “sanal” bir arkadaşlık edinememiştim. İçerleniyordum bu duruma, hoşuma gitmiyordu. Herkesin bir “kanka”sı vardı mesela. Birbirlerinin profillerine sevgi metinleri yazıyorlardı. Benimse profilim bomboştu. Kendimi hafif dışlanmış hissetmiyor değildim. Rahatsız bile sayılabilirdim. Sonra bir gün, yine öylesine foruma girdim ve birisinin mesaj attığını gördüm. Bu sefer normal bir mesajdı ve cidden birisi tanışmak istiyordu. Ben de bilgilerini inceledim. Ankara’daydı ve benden bir yaş küçüktü. Zamanla tanıştık, kaynaştık ve son zamanlarda moda olan, Facebook’ta birbirimizi “kardeş” olarak kaydettik. Kardeş nedir? Seninle aynı kandan olan biri. Demek ki ben onu kardeşim olarak görmüştüm, o da beni. Ama bu çok ağır bir şeydi. Kardeş olmamız için seneler geçmesi gerekiyordu neredeyse. Sadece bir ay konuşmayla “kardeş” olabilecek kadar mı yakındık birbirimize? “Kardeş” diye bağrıma basabileceğim kadar mı tanıyordum onu? Bu soruların cevabını bilmiyordum… Kız okulda bir çocuktan hoşlanıyordu ve bunu bile anlatmıştı bana. Onun dışında derslerden, ödevlerden, filmlerden, kitaplardan konuşuyorduk. Büyük sırlarını bile paylaşmıştı. Tabii ben de paylaşıyordum. Her güzel şey çabuk biter derler. Kız, siteden başka arkadaşlar bulmaya ve beni unutmaya başladı. Öyle ki, eskiden Msn’e her girdiğimde “slm” yazarken, artık yazmıyordu. Ben yazmayınca da hiç yazmıyordu. Yani iki yabancı olmuştuk artık. Hem de ortada hiçbir neden yoktu. Ve ben “sanal” arkadaşlığın ne olduğunu anlamıştım böylece. O kişiden başka arkadaşlarım da vardı tabii. Onlarla hala görüşüyorum ve çok iyi anlaşıyoruz. Ama o farklıydı. Şimdi, asıl konuma dönecek olursam, yazının ilk başlarında sanal arkadaşlıkları kötüledim gibi anlaşılabilir. Kötülemiyorum, hayır, hiçbir şekilde. Çünkü benim de sanal arkadaşlarım var. Ama ben, artık “sanal” arkadaş alımını kapattığımı düşünüyorum. Yani kontenjanlarım doldu. Sanal arkadaşlığın kötü bir şey olmadığını, sadece doğru kişileri seçmenin önemli olduğunu ve doğru kullanıldığında aslında çok hoş bir şey olduğunu belirtiyorum. Ha ama derseniz, “ben gerçek hayatta da sosyalim, sanalda da eksik oluversin” diye. Eh, haklı bile sayılabilirsiniz. www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 21
Yasaklanan internet siteleri arasına Blogspot da girdi.
? AAA NE OLDU
HİŞŞ! İLERİ DEMOKRASI GEÇİYO...
OYUN
>>Oyun İnceleme: Dragon Age Origins II
M. İhsan TATARİ yorgun‐savasci.blogspot.com
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 23
OYUN
Y
azıya nasıl başlayacağımı bilemi‐ yorum doğrusu. Bir elimde 2009’un en iyi rol yapma oyunu olan Dragon Age: Origins, diğerinde ise serinin devamı niteliğinde olan Dragon Age 2 var. İnsan haliyle bu ikisinin bir‐ biri ile bağlantılı olmasını bekliyor. Fakat aralarındaki tek ortak özellik çık‐ tıkları günden itibaren piyasayı salla‐ maları oldu. Oyun dünyasının önde gelen yazarları oyunu övgülere ve yük‐ sek puanlara boğarken oyuncular, özel‐ likle PC kullanıcıları ise pek çok sebepten dolayı onu yerden yere vurdu. Peki, kim haklı? Oyun gerçekten de eleştirmenlerin söylediği kadar iyi mi yoksa oyuncuların iddia kadar kötü mü? Gelin hep birlikte görelim.
İlkler unutulmaz Baştan belirteyim, bu oyunu incelerken ilk oyunla karşılaştırmamak için elim‐ den geleni yaptım. Gerçekten de objek‐ tif bakmaya, oyunu kendi kriterlerine göre yargılamaya çalıştım. Ama başara‐ madım. Ne yaparsam yapayım, ne kadar çabalarsam çabalayayım kendimi sürekli Origins ile kıyaslarken buldum oyunu. Haklıydım da... Bu yüzden beni kim suçlayabilir? Ya da benim gibi dü‐ şünen diğer oyuncuları? Daha önce yine bu sayfalarda inceledi‐ ğimiz Dragon Age: Origins’in ortaya çıkış sebeplerinin en başında “eski RPG ruhunu yeniden hayata döndürmek” vardı hatırlarsanız. O aralar çoğu RPG oyuncusunun küskün olduğu BioWare, eski günlerine geri dönmek ve yine unutulmaz bir rol yapma oyunu ile kar‐ şımıza çıkmak istediğini söylemişti biz‐ lere. Üstelik yapacakları oyunun Baldur’s Gate serisinin ruhani devamı olacağını da belirtmişlerdi. Hepimiz he‐ yecanlanmıştık elbette. “Yeni bir RPG, hem de Baldur’s Gate tadında ha? Go for the eyes!” nidaları yükselmişti her yerden. Kılıçlar parlatılmaya, zırhlar kuşanılmaya başlamıştı dünyanın dört bir yanında. Bir yandan da BioWare’in bunu gerçekten başarıp başaramayaca‐ ğını merak ediyorduk içten içe. Ve ne mutlu bize ki başarmışlardı… Kendi dünyası, kendi kuralları olan bir oyundu Dragon Age. Bir Baldur’s Gate,
24 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
bir Planescape: Torment değildi belki ama oldukça sağlam bir yapımdı ve ilk andan itibaren bizleri ekranlarımızın başına çivilemeyi başarmıştı. Zengin en‐ vanteri, taktiksel savaşları ve unutul‐ maz yan karakterleri ile epik bir macera yaşatmıştı Origins bizlere. Hepimiz Alistair’in şakalarına kahkahalar ile gül‐ müş, Loghain’den ölesiye nefret edip in‐ tikam almak için ant içmiş, Sten’i önce soğuk bulup sonra çok sevmiş, Morri‐ gan’ın gözüne girebilmek için kırk takla atmıştık. Nasıl? O güzel günleri hatırla‐ yabildiniz mi? İyi… Şimdi hepsini unu‐ tun, çünkü Dragon Age 2’de bunların hiçbiri yok.
Dragon Effect 1,5 Her ne kadar oyunun başında 2 ibaresi bulunsa da içinde yer alacağımız hikâye ne ilk oyunla ne de onun sonrasında ge‐ lişen olaylarla alakalı değil. Dragon Age 2, Garrett Hawke adında bir insanı ve onun Kirkwall şampiyonluğuna doğru giden hayatının 10 yıllık bir kesitini konu alıyor. Garrett dediğime bakma‐ yın siz, çünkü her rol yapma oyununda olduğu gibi ismimizi, cinsiyetimizi ve dış görünüşümü istediğimiz gibi değiş‐ tirebiliyoruz. Fakat aynı şey ırkımız için geçerli değil maalesef. Cüce ya da elf gibi değişik ırkları seçme imkânımız ta‐ mamen oyundan çıkartılmış durumda. Oynanabilir tek ırk insan… Evet, tıpkı Mass Effect serisinde olduğu gibi. Bu noktada şöyle hafifçe yerinizde kıpırda‐ nıp biraz bozuldunuz, değil mi? Durun, bu daha hiçbir şey. Hatta az sonra anla‐ tacaklarımın yanında önemsiz bile kalı‐ yor. Yine ilk oyunda olduğu gibi üç farklı sınıf (savaşçı / warrior, hırsız / rogue veya büyücü / mage) arasından diledi‐ ğimizi seçebiliyoruz. Bu kez seçimimiz sadece oyun stilimizi etkiliyor, bizi yön‐ lendirecek ve geçmişimizi biçimlendire‐ cek farklı kökenler yok. Hikâyeye Darkspawn ordusunun bahtsız kralı‐ mız Cailan’ı ve Grey Warden’ları boz‐ guna uğratıp Lothering’i istila ettiği zaman diliminde başlıyoruz. Lothering halkı etrafı yakıp yıkan Darkspawnlar karşısında ellerinden gelen tek şeyi yap‐ makla yani şehri olabildiğince hızlı bir şekilde boşaltmakla meşgul. Buna kah‐
>>Oyun İnceleme: Dragon Age Origins II
ramanımız Hawke ve ailesi de dâhil… Bu felaket karşısında ne yapacaklarını tam olarak bilemeyen aile çareyi bir başka şehre, Kirkwall’a kaçmakta bulu‐ yor. Oyunun hikâyesi, ilk başta bir pis bir ilticacı, bir fazlalık muamelesi gören Hawke’ın, politik oyunlar ve karanlık işlerle dolu sokaklarda giderek ünlen‐ mesini ve sonunda Kirkwall Şampi‐ yonu unvanını kazanmasını konu alıyor. Bu noktadan itibaren tek hedefi‐ miz adımızı duyurmak. Herhangi bir baş düşman, kovalanması gereken bir kötülük ya da dünyayı kurtarmak için bir fırsat yok elimizde. Yine de ilk oyundaki kadar olmasa da oyunun iyi bir senaryosu olduğunu söyleyebilirim. Oyun senaryo açısından Witcher’dan oldukça etkilenmiş gibi geldi bana. Witcher’ı oynayanlar bilirler, o oyunda kim iyi kim kötü anlamak hayli zordu ve bir karar verirken oldukça zorlanı‐ yorduk. Mantığımızla hareket etmemiz ve bizi iyi görüneni seçmek zorunda bı‐ rakılıyor sonra da sonuçlarına katlanı‐ yorduk. Dragon Age 2’de de benzer bir durum var. Çoğu zaman neyi seçme‐ miz gerektiğinde oldukça zorlanıyoruz. Fakat bu seçimlerin çok azı oyunun gi‐ dişatına etki ediyor. Oyunun genelinde ne dersek diyelim, ne yaparsak yapalım oyun aynı biçimde şekilleniyor.
Tıpkı Mass Effect’de olduğu gibi kahra‐ manımız artık kendi sesine sahip. Diya‐ log sistemi de elden geçirilmiş durumda. RPG oyunlarının klasik metin tabanlı konuşma seçenekleri ye‐ rine Mass Effect’de kullandıkları diya‐ log tekerleğini tercih etmiş BioWare. Elimizde (tekerleğimizde?) üç farklı ko‐ nuşma seçeneğimiz var; iyi, şakacı ve agresif. Her biri kısa birer cümlecikten oluşuyor ve bunlardan dilediğimize tık‐ layarak Hawke’ın konuşmasını sağla‐ yabiliyoruz. Fakat karakterimiz hemen hemen her seferinde o satırda geçenler‐ den tamamen farklı bir cümle kuruyor. Hawke’ın ne diyeceğini tahmin edeme‐ yelim diye yapılmış bu sistem kulağa hoş gelse de pratikte o kadar başarılı değil maalesef. Bir iki diyalog sonra hangi seçeneğe tıklarsak tıklayalım Hawke’ın zevzekçe ve oldukça yapay şeyler söylediğine şahit oluyoruz hafif‐ ten somurtarak. Özellikle şakacı Haw‐ ke’ın esprilerinin gayet berbat Dünyada bizden daha kötü espriler yapan birile‐ rinin olduğunun bilgisi ile kendimizi avutmaya çalışırken asıl gerçek bir tokat gibi çarpıyor yüzümüze. Ne ko‐ nuştuğumuzun, hangi seçeneği tıkladı‐ ğımızın olaylar üzerinde hemen hemen hiçbir etkisi yok! Biz ne dersek diyelim
oyunun %80’inde olaylar aynı şekilde biçimleniyor. İkna kabiliyetimizi kulla‐ narak karşımızdakinin ağzından laf almak gibi seçenekler yok, zekâmızı kullanarak diğer oyuncuların akıl ede‐ mediği şeyleri keşfetmek de yok. Arada bir ekranda dördüncü bir seçenek olan “Investigate” çıkıyor çıkmasına ama ne sorduğumuz soruların ne de aldığımız cevapların gidişata bir etkisi yine yok. Sizin anlayacağınız ilk oyundaki zengin diyalog sisteminin yerinde yeller esiyor.
Hack’n Slash Savaş sistemi de değişikliklerden nasi‐ bini almış. Savaşlar artık eskisine naza‐ ran çok daha akıcı ve hızlı bir şekilde gerçekleşiyor. Özellikle Rogue ile oynu‐ yorsanız sağa sola sıçrayan bir karak‐ tere hazır olun. Her ne kadar bu akıcılık ve yenilik ilk başlarda göze güzel gö‐ rünse de bir müddet sonra inanılmaz derecede sıkıcılaşmaya başlıyor. Bunun başlıca sebeplerinden biri savaş sistemi‐ nin aslında o kadar “derin” olmaması… İlk oyunda bizi ölesiye zorlayan Darks‐ pawnlar bu kez çok daha zayıflar ve ça‐ bucak ölüyorlar. Oyun da bu açığı kapatmak için üzerimize düşman üze‐ rine düşman yolluyor. Öyle ki tam tüm rakiplerimizi öldürdük derken bir anda hiç yoktan düşmanlar çıkıveriyor ala‐
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 25
OYUN nın ortasında. Hatta daha da kötüsü patlayıp paramparça oluyorlar. Evet, doğru okudunuz. Kılıçla hafif bir te‐ masa rağmen sanki roketatarla ateş et‐ mişiz gibi darmadağın oluyorlar. Savaş tekniğine fazla dokunulmamış. Düşmanlarımıza saldırmak için faremi‐ zin imlecini üzerlerine getirip sağ tıklı‐ yoruz. O andan sonra karakteriniz sizin için rakibine durmadan vurmaya devam ediyor. Hâlâ oyunu durdurup ekip arkadaşlarımıza tek tek komutlar verebiliyor, bu sayede kendi taktikleri‐ mizi belirleyebiliyoruz. Hatırlarsanız ilk oyunda her savaştan önce oyunu durdurur, en iyi büyülerimizi hazırlar, yeteneklerimizi açar, en kuvvetli ada‐ mımızı rakip komutanın üzerine salar‐ dık. Fakat Dragon Age 2’deki düşmanlarımız çok kolay öldüğünden buna gerek duymuyorsunuz. Saldırı bi‐ çimleri de hep aynı şekilde gerçekleşi‐ yor. Önce daha zayıf düşmanlar, sonra biraz daha güçlüleri, ondan sonra da biraz daha kuvvetlileri geliyor üzeri‐ mize. Sonuç olarak aynı yerde aynı dö‐ vüşe birkaç kez üst üste girmek zorunda kalıyoruz. Vuruş hissi de hiç yok desek yanlış olmaz. Origins’de “Shield Bash” yaptı‐ ğımızda düşmanların geriye nasıl sav‐ rulduğunu, ekranın başında bizlerin o
çarpışma anını nasıl hissettiğimizi ha‐ tırlayın. Ya da bir Ogre ile savaşırken o koca canavar bize omuz attığında o dar‐ beyi, o vurulma hissini nasıl yaşadığı‐ mızı gözünüzün önüne getirin. Tıpkı zengin diyaloglar gibi bunlar da oyunda yok maalesef. Karakterlerin ye‐ teneklerini birlikte kullanabildiğimiz ve farklı kombinasyonlarla saldırabildiği‐ miz bir sistem eklenmiş oyuna. Tıpkı Final Fantasy tarzı JRPG’lerde olduğu gibi işliyor bu sistem. Örneğin hırsızı‐ mız ile düşmanların kafasını karıştıra‐ rak savaşçı ya da büyücümüzün daha etkili bir şekilde saldırmasını sağlayabi‐ liyoruz. Friendly Fire yani kendi büyülerimiz‐ den yaralanma özelliği de kaldırılmış. Artık hiç korkmadan dostlarımızın üze‐ rine hatta daha iyisi kendi ayaklarımı‐ zın dibine bile bir ateş topu büyüsü sallayabiliyoruz. Tepe açısından oyna‐ dığımız taktiksel kamera da oyunda ol‐ mayanlar arasında. Kısacası taktiksel oynanışın da yerinde yeller esiyor. Neyse ki arada birkaç esaslı boss dö‐ vüşü var da arada bir de olsa dişe do‐ kunur bir mücadeleye şahit olabiliyoruz. Fakat tüm bunlar oyunu bir taktik RPG’den çok bir hack’n slash’e ya da daha kötüsü internette
26 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
çeşit çeşit bulunan, sadece önümüze ge‐ leni kesmekten ve level atlamaktan iba‐ ret olan multiplayer oyunlarına çeviriyor. Çünkü oyun boyunca yaptı‐ ğımız şey aynen bu…
Sanki burayı bir yerden gözüm ısırıyor Kirkwall’a ilk girdiğimizde karşımızda oldukça gösterişli ve bir o kadar da güzel bir şehir buluyoruz. “Mekân ta‐ sarımlarını yine çok iyi yapmışlar anla‐ şılan” diye düşünürken birkaç saat geçtikten sonra bir başka acı gerçek ile karşılaşıyoruz. Kirkwall oyunda bulu‐ nan tek şehir. Oyun boyunca ne bir başka şehre, ne bataklıklara ne de ya‐ banlıklara gidemiyoruz. Yan görevler için tasarlanan haritaların da hepsi aynı. Eğer bir mağarayı gördüyseniz hepsini görmüşsünüz demektir. Çünkü oyunda sadece bir mağara haritası var. Sadece bir malikâne... Bir kanalizasyon, bir maden, bir Deep Roads. Buralarda geçen görevlerden birini yapmaya baş‐ ladığınızda gireceğiniz mekân bir önce‐ kinin tıpa tıp aynısı olacak. Tek fark giriş noktamızın başka yerden olması oluyor ve bu yerlere ben diyeyim beş siz deyin on beş kez giriyoruz. Şehrin zaman içinde değişime uğramaması da ayrı bir hayal kırıklığı.
>>Oyun İnceleme: Dragon Age Origins II
Aynı tembellik envanter ekranında da karşımıza çıkıyor. Tüm silah grupları‐ nın resimleri birbirinin aynı olduğu gibi çoğunun da ayrıntılı açıklaması bulunmuyor. Çoğu rol yapma oyu‐ nunda olduğu gibi Dragon Age 2’de de düşmanlarımızın üzerinden çıkan nesneleri toplayabiliyoruz. Fakat bu kez ufak bir farklılık var, ekip arkadaş‐ larımızdan hiç birinin zırhını değişti‐ remiyoruz! Hawke oyun boyunca bulduğumuz zırhları giyebilen tek kişi. Hal böyle olunca bulduğumuz o güzelim zırhları sürekli satmak zo‐ runda kalıyoruz ve inanın bu çok sinir bozucu bir durum. Neyse ki aynı şey silah ve asalar için geçerli değil. Yetenek ağacımızda da kırpılmaya gi‐ dilmiş (Kırpılmadık yeri kaldı mı?) ve ilk oyundaki bazı yetenekler oyundan çıkartılmış. Herbalism / Bitkibilim, Trap‐making / Tuzak kurma, Poison‐ making / Zehir yapabilme, Stealing / Hırsızlık yetenekleri artık yok. Oyunda halen iksir ve zehirler var el‐ bette fakat bunları satın alabilmek için öncelikle reçetelerini keşfetmemiz ge‐ rekiyor. Ekip arkadaşlarımız bu oyunda iyi olan nadir şeylerden biri sanırım. Özellikle Varric karakteri oldukça en‐ teresan ve akılda kalıcı bir yol arka‐
daşı olmuş. Her biri enteresan, hepsi‐ nin kendine has bir öyküsü ve görevi var. Tıpkı ilk oyunda olduğu gibi on‐ lara hediyeler vererek bizi daha çok sevmelerini sağlayabiliyoruz. Bu he‐ diye verme işi ve dostlarımızın sada‐ katini kazanma kısmı da bayağı basitleştirilmiş. Hatırlarsanız Ori‐ gins’de bir arkadaşımızın güvenini ve sevgisini kazanabilmek için ne diyece‐ ğimize çok dikkat etmeli, ince eleyip sık dokumalıydık. (Ah Morrigan, ah!) Bu kez işler biraz daha basitleştirilmiş durumda ve kısa zamanda popülerli‐ ğimize tavan yaptırabiliyoruz. Neyse ki kendi aralarında hâlâ konuşup atı‐ şıyorlar ve bu muhabbetleri dinlemek en az ilk oyundaki kadar eğlenceli. Kendi aralarında bu kadar geveze olan karakterlerin sıra bize gelince ke‐ tumlaşması ise apayrı bir saç‐baş yolma meselesi. Onlarla eskisi kadar fazla konuşamıyoruz, muhabbetleri‐ miz çok kısıtlı kalıyor. Bu da onlarla tam anlamda bir bağ kurmamızı hafif‐ ten engelliyor. Yine de ekip arkadaşla‐ rımız her zamanki gibi eğlenceli. Romantik ilişkiler de yine yerini koru‐ yanlar arasında fakat az önce de dedi‐ ğim gibi karakterlerle konuşurken eskisi kadar dikkatli olmamız gerek‐ mediğinden birinin kalbini çalmak es‐ kisi kadar uğraştırıcı değil.
Daikatana 2? Grafiksel anlamda ilk oyunla ikincisi arasında pek fazla fark yok. İlk DLC ile gelen yüksek çözünürlük eklenti‐ sini kurduğunuzda grafikler biraz daha yüzüne bakılır hale geliyor. Ses‐ ler ise ortalamanın üzerinde. Hawke karakterinin seslendirmesi pek bir ruhsuzken ekip arkadaşlarımız bu ko‐ nuda daha başarılılar. Karakter mo‐ dellemeleri ise hem iyi hem kötü. Şehir ve karakter modellemeleri ol‐ dukça güzel görünürken aynı şeyi düşmanlarımız için söyleyemiyoruz. Özellikle yeni Darkspawn modelle‐ mesi çok kötü. Korkutucu olmayı bir kenara bırakın bazen komik bile görü‐ nüyorlar. Kısacası teknik anlamda pi‐ yasa ortalamasında seyrediyor oyunun kalitesi. BioWare standartla‐ rına göre ise düşük kalıyor. Aslına ba‐ karsanız TÜM OYUN BioWare standartlarının, hele hele Dragon Age: Origins’in oldukça gerisinde. Peki, neden böyle oldu? Bunun birkaç se‐ bebi var aslında. Birincisi BioWare’in aynı anda 3 büyük oyun üzerinde çalışması. Bildi‐ ğiniz gibi Dragon Age 2 yapılırken firma aynı zamanda Star Wars: The Old Republic ile Mass Effect 3 üze‐ rinde de çalışıyordu, halen de çalış‐
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 27
OYUN
>>Oyun İnceleme: Dragon Age Origins II
büyük çoğunluğunu oluşturan, daha basit, daha boş ama daha hızlı, aksi‐ yona dayalı oyunlardan hoşlanan “yeni kuşak” oyuncuların cüzdanlarına ine‐ bilmek.
maya devam ediyor. Hal böyle olunca bazı şeylere gerektiği kadar özen gös‐ termemişler. Bir boş vermişlik, bir tem‐ bellik göze çarpıyor her yerde. Bunun sebebini ise son zamanlarda çıkarttık‐ ları her oyunun çok satması olarak gös‐ terebiliriz. “Ne yaparsak satıyor zaten. Süperiz biz, muhteşemiz!” havalarına girmiş olmaları muhtemel. Ama öyle olmadığı ortada işte. Çoğu “saygın” oyun sitesi “tamamen duygusal sebep‐ lerden dolayı” oyunu yere göğe sığdı‐ ramamış olabilir fakat asıl cevabı oyuncular verir her zaman. Peki, oyun‐ cular ne diyor? An itibari ile Metacri‐ tics’de oyunun editörsel notu 83. Ama oyuncu notlarına baktığımızda bu puan birdenbire 4.3’e düşüyor ve hemen yan tarafta da 1144 tane olum‐ suz yorum var. Bunların hepsi de aynı şeyden şikâyetçi; bu oyun bir RPG değil, bu oyun Dragon Age 2 değil. Evet, maalesef durum böyle. Şurası açık ki BioWare, Origins’i hazır‐ larken belirlediği hedefinden vazgeç‐ miş durumda. Artık eski tarz bir RPG yapmakla falan ilgilendikleri yok. On‐ ların istediği şey Call Of Duty serisinin pastasından pay kapmak. Eski oyuncu‐ ları, RPG ruhunu vs. önemsedikleri de yok. Tek düşündükleri piyasanın
İlk oyun hakkında ne demiş yeni kuşak oyuncularımız bir bakalım. (Bunların hepsi gerçek yorumlardır bu arada, baştan belirteyim.) “Ekip üyelerinin zırhları ve silahları ile tek tek uğraşmak çok sıkıcı.” Tamam, kaldıralım gitsin. “Envanter sistemi çok karışık.” Onu da daraltalım o halde. “Savaşlar çok zor ve sıkıcı. Oyunu durdurmak ve herkese komut vermek ne kadar saçma bir şey öyle? Sanki gerçek bir savaş olsa za‐ manı durdurabilirmişiz gibi. Saçma‐ lık!” (Aynı yorum Fallout için de gelmişti) Savaşı da basitleştirelim ve ak‐ siyonunu da arttıralım o halde. Taktik oynanışı da zorunluluk olmaktan çı‐ karttık mı tamamdır. “Diyalog sistemi rezalet! O uzun diyalogları tek tek oku‐ mak zorunda kalıyorum. Hangisini seç‐ mem gerektiğine zar zor karar verdikten sonra tek tıkla da söylemiş oluyorum ve karşımdaki hemen bana yanıt veriyor! Ne ara konuştum ki?” (Yorumların gerçek olduğunu söylemiş miydim? Bir daha hatırlatayım dedim de…) Mass Effect tekerleği de burada devreye giriyor işte. Hepsini bir arada kaynatalım ve ta‐da! Alın size Dragon Age 2!
Son söz Dragon Age 2 kötü bir oyun mu? As‐
KÜNYE Yapımcı: 2K Czech Tür: Aksiyon ‐ Macera Grafik: Ses: Oynanabilirlik: Eğlence:
lında hayır. Yazının başından beri yerip durduğuma bakmayın siz, piyasa stan‐ dartları içinde değerlendirirsek orta‐ lama bir oyun Dragon Age 2. Fakat ortada bir Origins gerçeği ve bir de 2 ibaresi olunca işin rengi değişiyor. Çünkü Dragon Age 2 hem BioWare standartlarına hem de Origins’e göre çok kötü bir oyun. Haydi daha açık ko‐ nuşalım, bu oyun Origins hayranlarına bir küfür niteliğinde… Eğer farklı bir yapımcıdan, daha küçük bir firmadan çıkmış olsa ve Origins gibi bir oyunun devamı olma iddiasını taşımasa çok daha ılımlı bakabilirdim oyuna. Bir kez oynanıp unutulacak bir oyun olmuş çünkü. BioWare kendisini kısa sürede toparlamazsa aynı şey Old Republic ve Mass Effect 3 için de geçerli olacak kor‐ karım. Özetlersek eğer aksiyonu bol, diyalogu az bir oyun arıyorsanız Dragon Age 2’den memnun kalacaksınız. Ama Ori‐ gins’e doyamadıysanız ve biraz daha fazlası için bakınıyorsanız bu oyundan uzak durmanızı tavsiye ediyorum. Artık yapılacak tek şey Skyrim ve Witc‐ her 2’nin çıkışını beklemek…
NOT:
7,0
/10,0
Artılar: Seçim yaparken kim iyi kim kötü kestirmek gayet zor oluyor. Eksiler: Savaşlar çok kolay. Diyalog tekerleği. Kopyala‐yapıştır mekân‐ lar. Taktiksel oynanış zayıf hatta gerek‐ siz. Envanter sistemi başta olmak üzere pek çok şey kırpılmış ve basitleştirilmiş. MİNİMUM SİSTEM GEREKSİNİMLERİ 1.8 GHz Intel Core 2 Duo / AMD Athlon 64 X2 veya dengi işlemci ‐ 1 GB RAM (Vista ve Windows 7 için 1.5 GB)‐ 256 MB Radeon HD 2600 Pro / 256 MB NVIDIA GeForce 7900 GS ekran kartı ‐ 7 GB boş disk alanı
OYUN
>>Ayın Mini Oyunu: Duck Think Outside The Flock
M. İhsan TATARİ / yorgun‐savasci.blogspot.com
AYINMİNİOYUNU
Duck / Think Outside The Flock farklı olan ördeği bulmamız gerekiyor. Bir başka bölümde tüm ördeklerin bize bakmasını sağlama‐ mız gerekiyor, bir başkasında ise faremizin aksi is‐ tikametinde giden bir ördeği yönetmemiz gerekiyor. Gördüğünüz gibi her biri birbirinden farklı şekilde dizayn edilmiş bölümlerin. Oyun ilk başta biraz karışık görünse de bulma‐ caların mantığını bir kez kaptınız mı bölümler su gibi akıp geçiyor. Bunda arka palanda çalan klasik müziğin de etkisi büyük elbette. u ay köşemizi ördekler bastı sayın okurlar. Hem de plastik ördekler! Bağımsız oyun yapımcısı Bart Bonte’yi duymuşsunuzdur belki. Hani meşhur Factory Balls oyunun yapımcısı olan Belçikalı. Hah, işte o. Kendisi bu aralar Nic Bettauer adlı yönetmenin oyunumuzla aynı adlı fil‐ minden bayağı bir etkilenmiş. Hatta sadece etkilen‐ mekle kalmamış bir de oyun hazırlamış bizlere.
B
“Duck, think outside the flock” 25 bölümden oluşan bir bulmaca oyunu. Oyunumuzun amacı… Hmmm… Bunu nasıl anlatsam ki sizlere? Amaç el‐ bette ki her bölümdeki bulmacayı çözmek fakat hepsi birbirinden farklı olduğu için kaleme dökmek zor oluyor. Bir bölümde sadece beyaz topları top‐ lamamız gerekirken, bir diğerinde öbürlerinden
Düşündürürken eğlendiren basit bir yapım arı‐ yorsanız ördeklere bir şans verin derim. Pişman ol‐ mazsınız. Oyunla kalın… Oyunun web adresi: http://www.bartbonte.com/duck/ Tam çözüm videosu: http://www.bartbonte.com/duck/walkthrough.h tml
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 29
OYUN Fable 3 Geliyor Gibi “Çıktı mı, çıkacak mı, yoksa o da mı yalan olacak?” der‐ ken Fable 3’ün PC’ye çıkacağı Microsoft tarafından –ni‐ hayet– doğrulandı. 17 Mayıs’ta PC oyuncularıyla buluşacak oyunun 3D desteği ve Hard core zorluk mo‐ dunu da içereceği açıklananlar arasında. İyi, güzel hoş da bunun bir de ikincisi vardı, o ne oldu?
Prey 2 Duyuruldu!
Maksimum Müzik Oynanış olarak Lemmings’i hatırlatan Hothead Ga‐ mes’in yeni oyunu Swarm 50 kişilik Swarmites gruplarını yöneteceğimiz bir platform oyunu. Gruptan en az bir ki‐ şiyi hayatta bırakmamız gereken oyunda birbirinden ölümcül tuzakların arasından geçmeli ve geleceğimizi garanti altına alacak DNA’yı ele geçirmeliyiz. Bu sırada da pek çok Swarmites da öbür dünyayı boylayacak mec‐ buren. Oyunun resmi web sitesinde “Bugün ölen Swar‐ mites sayısı” adında bir sayaç bile var. Oldukça şirin ve eğlenceli gözüken oyun bir aksilik olmadığı takdirde 30 Mart’ta piyasada olacak. Yani siz bu satırları okurken yüz binlerce swarmites poligonlarına ayrılmış olabilir. 30 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
M. İhsan TATARİ / yorgun‐savasci.blogspot.com
İlk oyunu 1995’de duyurulan çıkışı ise 2006’yı bulan gü‐ zide FPS oyunumuz Prey, ikinci oyunu ile karşımıza çık‐ maya hazırlanıyor. Boyut kapıları ve yer çekimi oyunları ile başımızı döndüren ilk oyun oldukça eğlendirici bir yapımdı. Her ne kadar oyunun başkahramanı Tommy, tek söyleyebildiği şey “Jenn’i kurtarmalıyım!” olan bir hödük olsa da uzaylı yaratıkları durdurmayı başarmış‐ tık. Bu kez olayların nasıl gelişeceğini tam olarak bilemi‐ yoruz fakat yayınlanan videolara bakılırsa “Sphere” gayet de canlı bir şekilde yerli yerinde duruyor. Oyunun çıkış tarihi 2012 olarak öngörülüyor, dileriz ilki kadar beklemek zorunda kalmayız. Enisi! Neredesin ihtiyar, yardımına ihtiyacımız olacak!
>>Oyun Haber
Bioware’in Dragon Age 3 Planları Biz daha ikinci oyunun tozunu (ya da şokunu) üzerimiz‐ den atamamışken BioWare üçüncü oyun için çalışmalara başlamış bile. İkinci oyunun baş tasarımcısı Mike Laid‐ low’un yaptığı açıklamaya göre serinin gideceği yol şim‐ diden belli. Laidlow’a göre Dragon Age: Origins’in hikâyesi “Oley! Kazandık, peki ya şimdi?” noktasında biterken ikinci oyun daha iyi bir senaryo sunuyor oyun‐ culara. Bu yüzden üçüncü oyunda da ikincide kullan‐ dıkları yöntemi izleyeceklerini belirten yapımcı, başkahraman olarak yine Hawke’ı kullanabileceklerini, bu kez multiplayer seçeneklerine de yer verebileceklerini söylemiş. Warcraft olmaya özeniyorlar galiba…
Doom Yeniden Çekiliyor – 3D Olarak Elbette… id Software’in en meşhur oyunlarından biri olan Doom yeniden beyazperdede boy göstermeye hazırlanıyor. Film haklarını elinde bulunduran Universal Stüdyoları‐ nın ikinci bir film yapmaya oldukça niyetli olduğu ço‐ ğumuz tarafından biliniyordu. Anlaşılan “GIJoe: Kobra’nın Yükselişi” isimli yapımın gişede gösterdiği başarı bu isteklerini körüklemiş durumda. Çünkü film şu anda ön çalışma aşamasında… Aldığımız haberlere göre Universal yeni filmi 3D teknolojisini kullanarak çekmeyi planlıyor. İzleyenler bilir, 2005 yılında çekilen ilk Doom’un oyun kamerasından izlediğimiz bölüm ha‐ ricinde pek de bir numarası yoktu. Elbette Hellknight’ı ekranda görmek, Pinky’nin kulakları tırmalayan çığlık‐ larını duymak keyifliydi. Ama harika değil, çok çok ha‐ rika hiç değil… 60 milyon dolara çekilen ve bünyesinde Dwayne “The Rock” Johnson, Karl “Judge Dredd” Urban ve Rosamund Pike gibi ünlü isimleri bulunduran film sadece 55 milyon dolarlık bir hâsılat elde edebil‐ mişti. Yeni filmin oyuncu kadrosu ve konusu hakkında ise henüz kesin bir açıklama yok. Eğer 3D’nin ni‐ metlerinden adam akıllı faydalanabilirlerse ve oyunun konusuna sadık kalırlarsa ortaya izlemesi gayet keyifli bir film çıkabilir diye umuyoruz. Beklerken BFG ile atış talimi yapmak serbest…
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 31
SİNEMA
2000’lerin En İyi 10 Romantik Komedi Filmi Benay GAVAZOĞLU sinemahser.blogspot.com
1) Amelie - Le Fabuleux destin d'Amélie Poulain (2001) Yönetmen: Jean-Pierre Jeunet Oyuncular: Audrey Tautou, Mathieu Kassovitz , Rufus, Yolande Moreau Hayranlığımı doğallığı, komikliği ve absürtlüğü ile kazanmış bir fransız klasiği. Paris mekan olduğu hemen hemen her filmde aşkın şehri olarak tarif edilmiştir ancak Jean Pierre Jeunetʹin Amelieʹsinde kırmızı, yeşil ve sarının tonlarında resmedilmiş modern bir masal diyarı mekanımız ʹMontmartreʹ. Filmde hayatın boşluklarını hayal güçleriyle tamamlamaya çalışan karakterlerimiz var. İnsanların hayatına girerek aslında kendi fanusunu kırmaya çalışan ve onları kendi hayatına çağıran Amelie, pek de mutlu olmayan bir evde, ona yakınlaştığı anlarda kalbi küt küt attığı için kalp hastası olduğunu düşünen mesafeli babası ve evdeki eğitimini üstlenen sinirli an‐ nesiyle gergin bir ailede çocukluğunu yaşa(yama)mış bir karakter. Öyle huzursuz bir ortam ki yaşadığı ev, Amelieʹnin tek arkadaşı balık bile intihara meyilli! 23 yaşına geldiğinde dahi kendi yarattığı hayal dünyasında yaşamaya devam eden ve hayalgücüyle her şeyi görünenin dışında açıklayan Amelie, kendisini düşkünlerin rahibesi ve manavın ko‐ rkulu rüyası zorro olarak görüyor ve bir dizi insanın hayatına küçük dokunuşlarda bulunuyor film boyunca. Ancak başkalarını değiştirirken gösterdiği cesareti kendisine yakın hissettiği ve ken‐ dini değiştirmesini sağlayacak Ninoʹnun karşısına çıkarken göster‐ mekte zorlanıyor. Film sonlara doğru aşkı irdeleyerek tek amacı aşkı bulmak olan diğer romantik komedilerden farkını da bir kez daha ortaya koyuyor. Spielberg gibi kaynak olarak çocukluğunun hayal dünyasını kullanan Jean Pierre Jeunetʹin farklı ve masalımsı filmi Amelieʹyi mutlaka görmelisiniz. Not:Filmin soundtrackʹi de bir ömür boyu dinlemekten bıkmayacağınız güzellikte!
32 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
>>2010 ‘ların En İyi 10 Romantik Filmi
2) Sil Baştan / Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2003) Yönetmen: Michel Gondry Oyuncular: Jim Carrey, Kate Winslet, Kirsten Dunst, Tom Wilkinson, Elijah Wood, Mark Ruffalo Bazen biten ilişkiler ardından hiç yaşanmamış olsaydı der insan. Keşke hiç tanışmasaydık gibi cümleler birbirini kovalar ve sizi boğar. Hayatınızın o kısmını silip atmak istersiniz. Peki gerçekten siler miydiniz? Joel, iki yıl boyunca beraber olduğu eski sevgilisi Clementineʹnin bir deneye katılarak ilişkilerini tamamen hafızasından sildirdiğini duyar. Yani onu artık tanımıyordur bile! Öfkeden deliye döner ve o da aynı prosedürü üzerinde gerçekleştirmek ister. Film boyunca Joel’in hafızasını sildirme aşaması yani Clementine ile olan ilişkilerini izliy‐ oruz. Joel işlem sırasında oldukça iyi başlayan kötü biten ilişkisinin her şeye rağmen güzel şeyler içerdiğini fark ederek pişman olur. İlişkiler hakkında çeşitli filmler izledik ve izlemeye de devam edeceğiz. Sil Baştan’ı benzeri filmlerden ayıran da konusu değil konuyu ele alış biçimi. Kötü bir ilişkinin ardından birçoğumuzun arzuladığı bir şeyi gerçekleştirmeye çalışan insanların pişmanlıklarından kurtulmaya çalışırken yine pişman oluşunun öyküsü. Yaşadıklarımız iyi ya da kötü birer kazanımdır ve kötü anılar zamanla kaybolurken geriye sadece keyif aldığınız anlar kalır klişesini bu kadar özgün bir şekilde dile getirdiği için bu kadar ses getirdi. Senaryonun özgünlüğü kadar oyuncuların uyu‐ munun da filmin başarısında etkisi büyük.Joel
olarak karşımıza çıkan Jim Carrey alıştığımız aykırı, komik karakterlerinden birinde değil aksine oldukça dramatize bir rolde. Renkten renge geçen saçlarıyla Kate Winslet da “farklı” bu sefer. Bu ik‐ iliyi her zaman böyle bir arada göremezsiniz yani bu fırsat kaçmaz!
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 33
SİNEMA
4) 50 İlk Öpücük / 50 First Dates (2004)
3) Aşk Her Yerde / Love Actually (2003) Yönetmen: Richard Curtis Oyuncular: Bill Nighy,mColin Firth, Liam Neeson, Emma Thompson, Keira Knightley, Hugh Grant Günümüz Londraʹsında Noelʹe 2 ay kala geçiyor film. Başkanlar, rock yıldızları, sıradan insanlar... Hepsinin tek istediği aşkın komik, hüzünlü, saçma yanıyla bir kez de olsa karşılaşmak. Filmin amacı aşkın hayatımızdaki önemini ve ne kadar fazla yer kapladığını göstermek. Gerçi bu büyük yerin kanıtı yüzlerce film, kitap, şiir vs. var. Ama bu sefer birçok farklı insandan kesitler vererek aşkın farklı bünyelerdeki etkisi gözler önüne ser‐ ilmeye çalışılıyor. Filmin başrolündeki "aşk"a Colin Firth, Keira Knightley, Hugh Grant gibi sayısız ünlü eşlik ediyor. Sevgiliyle Noelʹde izlenecek sıcacık bir film. 34 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
Yönetmen: Peter Segal Oyuncular: Adam Sandler, Drew Barrymore, RobSchneider Birinden hoşlanıyorsunuz, güzel bir gün geçiriy‐ orsunuz ama ertesi sabah sizi hatırlamıyor çünkü hafızasıyla ilgili çok az rastlanan bir hastalığı var. Her gün kendinizi tekrar tanıtıp yeniden onu etk‐ ilemeye çalışır mıydınız? Eğer Dr. Henry Roth gibi ünlü bir playboysanız ve sizi bağlayacak farklı bir şeyler arıyorsanız, hem de bu kızdan düşündüğünüzden daha çok etkilendiyseniz cevabınız evet olurdu herhalde. Son yılların ori‐ jinal bir fikirden yola çıkan tür örneklerinden olan 50 İlk Öpücük, Adam Sandlerʹın eğlenceli performansıyla romantik olduğu kadar komik de bir film. Drew Barrymoreʹun canlandırdığı Lucy karakteri için hayatı kolaylaştıracak ve daha güzel hale getirecek kişinin uslanmaz bir playboy olması filmin komedi temelini sağlamlaştıran bir unsur olmuş. Gerçek aşkı hissederken duygular içinde boğulmak yerine gülmek istiyorum diyen‐ ler muhakkak izlemeli!
>>2010 ‘ların En İyi 10 Romantik Filmi
5) Bir Erkek 10 Günde Nasıl Kaybedilir? (2003) Yönetmen: Donald Petrie Oyuncular: Kate Hudson, Matthew McConaughe , Kathryn Hahn, Annie Parisse Bir tarafta çapkınlığıyla nam salmış Benjamin diğer tarafta genç kadınlara hayat, erkekler, seks gibi konularda akıl hocalığı yapan bir dergi yazarı olan Andie. Benjamin bir kadınla 10 gün‐ den uzun bir ilişkiye girebileceğine dair pa‐ tronuyla iddiaya girer. Andie ise beraber olduğu erkeği 10 gün sonra bozuk çıkmış bir ev aleti gibi kapının önüne koyarak yazacağı makale ile ilgili malzeme toplamayı amaçlamaktadır. Bu ikilinin yolları bir barda kesişir ve ilişkileri de komik olduğu kadar romantik bir hal alır. Kate Hudson ve Matthew McConaugheyʹin başrollerini paylaştığı film listedeki filmlerin belki de en klişe olanı. Ancak Hudson‐Mc‐ Conaughey ikilisinin uyumu ve iddianın sebep olduğu komik durumlar düşünülürse eğlendirme özelliğinden dolayı listede yer alması şaşırtıcı değil.
6) Kadınlar Ne İster? / What Women Want (2000) Yönetmen : Nancy Meyers Oyuncular : Mel Gibson , Helen Hunt , Marisa Tomei, Lauren Holly Chicagoʹda reklamcılıkla uğraşan Nick, kadınların ne demek istediği anlamayan milyon‐ larca erkekten biridir. Yaşadığı bir kaza sonucu kadınların aklını okuma yetisine kavuşunca bu özelliğini işi için kullanır. Başlarda çekici ve akıllı rakibi Darcyʹi yenmek için kullandığı bu özelliği onu kendine aşık etmek için de kullanmaya başlar çünkü Darcyʹe aşık olur. Ancak kadınların ne istediğini bilmenin o kadar da avantajlı bir durum olmadığını anlaması uzun sürmez. Mel Gibson ve Helen Huntʹı bir araya getiren Kadınlar Ne İster?ʹin yönetmeni Nancy Meyers. Kadınların karmaşık düşünce yapısına, değişken ruh hallerine göndermelerle bezeli olan film akıllarını okurken bile kadınların istediklerini bilemeyeceğinizi söylüyor. Kendi cinsim diye demiyorum biraz fazla karmaşık olabiliyoruz. Bir erkeğin akıllarımızı okuduğundaki şaşkınlığı filmin her anında en büyük kozu oluyor. Türün izlenmesi gereken filmlerinden. www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 35
SİNEMA
7) Söz ve Müzik / Music and Lyrics (2007) Yönetmen: Marc Lawrence Oyuncular: Drew Barrymore, Hugh Grant, Jason Antoon, Scott Porter, Spenser Leigh Popülaritesini kaybetmiş bir popstar olan Alex, eski günlerine dönme umudunu yeşerten bir tek‐ lif alır. Ünlü yıldız Cora Corman onun yazıp bestelediği bir şarkının kaydını birlikte yapmayı teklif eder. Ancak Alex için bu kolay olmayacaktır. Bu sırada tesadüfen tanıştığı So‐ phie ise onun yardım meleği olacaktır. 80ʹli yılların pop starlarına esprili bir dille getirdiği eleştiriler, yıldızı sönen pop starların içine düştükleri trajikomik durumlar, insanların popülerliğini kaybetmeyi kabul edemeyişi günümüz pop starlarına ders niteliğinde olup filmin komedi yanını da oluşturuyor. Alex karak‐ teri, Hugh Grantʹın türün jönü unvanını kaybet‐ meye başladığı yıllarda canlandırdığı bir karakter olması nedeniyle de özel. Şarkı sözü yazımı ve bestelenmesi aşamasında yakınlaşan Sophie ve Alex arasında filizlenen aşk ise filmin romantik sosu niteliğinde. Filmin başrolünde türün örneklerinde sıkça gördüğümüz Drew Bar‐ rymore ve Hugh Grant ve de filme konusunu verene şarkı "Way Back Into Love" var. Kısacası Söz ve Müzik, müzikle harmanlanan güzel bir ro‐ mantik‐komedi. 36 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
8) Tesadüf / Serendipity (2001) Yönetmen: Peter Chelsom Oyuncular: John Cusack, Kate Beckinsale, Jeremy Piven, Molly Shannon Alışılagelen romantik komedi unsurlarından bir nebze sıyrılan bir senaryoya sahip filmde kızımız kaderci biri ve karşısındakinin birlikte olması gereken kişi olup olmadığını sınamak için bir oyun oynuyor. Bu oyuna pek istekli olmasa da erkeği de katıyor. Eğer bir şey olacaksa zaten olur diyerek geçirdikleri keyifli geceden sonra uzun bir süre(ki bence bu ilişkiden çalınan zaman!) görüşmeyen ikili bir anda birbirlerini bulmaya karar veriyorlar. "Kaderci" senaryosunun klişelerden uzak işleyişi sayesinde sıcacık bir ro‐ mantik komedi vaat eden filmin başrollerindeki John Cusack ve Kate Beckinsaleʹi haliyle pek yan yana görmüyoruz. Son dakikada birbirleriyle karşılaşamayan bu ikilinin kavuşma çabaları size keyif verebileceği gibi sinirinize de dokunabilir. Madem deli gibi birbirlerini arayacaklardı neden fırsat varken beraber olmadılar diyebilirsiniz. Ancak filmin "kaderci" konseptinin yan hikayesi de bu "fırsatları değerlendirmek!". Romantik‐ komedi klişelerinden sıkılanlara iyi geleceğini düşündüğüm bu filmi izleyin derim.
>>2010 ‘ların En İyi 10 Romantik Filmi
9) Aşk Gibi Bir Şey / A Lot Like Love (2005) Yönetmen: Nigel Cole Oyuncular: Amanda Peet, Ashton Kutcher, Taryn Manning, Aimee Garcia Günümüz ilişkileri teknolojinin, metropol hayatının ve yoğun iş tempolarının sonucu olarak farklı bir boyut almış durumda. Artık kulağa fısıldanan sözcüklerin ve karşılıklı edilen sohbetlerin yerini telefon mesajlaşmaları ve inter‐ net iletileri aldı. İnsanların bırakın birbirlerine kendilerine bile vakit ayıramadığı bir koşuşturmaca hakim. Aşk Gibi Bir Şey de mod‐ ern hayatın koşuşturmaları arasında kalan, bir türlü ilişkilerine ad koyamayan iki gencin öyküsü. Birbirlerine tamamen zıt iki insanın 7 yıla yayılan ve bir sürü güzel şeyin paylaşıldığı bir ilişki bu. Hepimizin hayatında arkadaş olarak mı kalmalıyız yoksa denemeye değer mi dediğimiz, çelişkiler içinde boğulduğumuz bir ilişkisi olmuştur. Olmamışsa da bu filmi izleyince kendinizi şanslı hissedebilir siniz. Belki de olsaydı ben böyle yapardım deyip karşınıza çıktığında kendinizle çelişirsiniz, kimbilir...
10) Aşkta Her Şey Mümkün / Something's Gotta Give (2003) Yönetmen: Nancy Meyers Oyuncular: Jack Nicholson, Diane Keaton, Amanda Peet, Keanu Reeves Listede “Kadınlar Ne İster?” filmi ile de yer alan Nancy Meyersʹin bu sefer senarist koltuğuna da oturduğu filmi Aşkta Her Şey Mümkün Jack Nicholson ve Diana Keaton gibi iki usta oyun‐ cuyu bir araya getiriyor. Jack Nicholsonʹı roman‐ tik‐komedilerde pek sık görmeye alışık değiliz. Diana Keaton ise Woody Allen filmlerinde özel‐ likle de Annie Hallʹda hafızalara kazınmış büyü‐ leyici bir kadın oyuncu. Bu ikiliyi bir araya getiriyor olması bile filmi izlemeye yeter. Filmin merkezinde bir çapraz ilişki var aslında. Harry, genç ve güzel kadınlarla birlikte olan bir müzik piyasası kurdudur. Beraber olduğu Erica ile annesinin yazlığında bir hafta sonu geçirmeye karar verir. Ancak geçirdiği ani kalp rahatsızlığı beklenmedik olayların sadece başlangıcıdır. Film erkeğin de kadının da yaşça büyük olduğu ilişkilere göz attıktan sonra yaşça uygun iki insanın harika aşkına tanıklık eden eğlenceli bir romantik komedi ve başrol oyuncularının hatırı için bile izlenmeye değer. www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 37
VİZYONDAKİLER
Atlı Karınca Gösterim tarihi: 01 Nisan 2011 Yönetmen: İlksen Basarir Tür: Komedi, Aile, Macera Oyuncular: Mert Fırat, Nergis Öztürk, Zeynep Oral, Sercan Bodur, Eren öner, Helin çal, Oğulcan Güler
Afişlerin üzerine tıklayarak film fragmanlarını internet üzerinden izleyebilirsiniz...
Erdem, Sevil ve çocukları Edip ile Sevgi’nin küçük bir kasabada süren yaşamları, Sevil’in annesinin felç ge‐ çirmesi sonucu değişmeye başlar. Aradan geçen on yıl içinde Edip yatılı okula gitmiş, Erdem ise iyi bir yazar olma peşindedir. Sevil, Sevgi’nin ani bir şekilde değişen tavırlarını fark eder. Erdem bir trafik kaza‐ sında yaşamını kaybedince ailede yeni sırlar ortaya çıkar.Küçük bir ailenin her üyesi hayatları boyunca tek başlarına taşımak zorunda kalacakları gerçeklerle baş başa kalır. Kendilerine bile itiraf edemedikleri bu sır nedir?
Arı Kovanına Çomak Sokan Kız (The Girl Who Kicked The Hornet's Nest) Gösterim tarihi: 01 Nisan 2011 Yönetmen: Daniel Alfredson Tür: Dram, Gerilim, Gizem, Suç Oyuncular: Noomi Rapace, Lena Endre, An‐ nika Hallin, Michael Nyquist Stieg Larsson’un milyonlar satan kitabından uyarlanan bu filmde; Lisbeth Salander kafasında bir kurşunla bir hastanenin yoğun bakım ünitesinde yatmaktadır. İyi‐ leşir iyileşmez de kendisini doğrudan hapse yollaya‐ cak, üç cinayetten yargılanacağı duruşmaya götürülecektir. Davasını hayatı pahasına savunan Sa‐ lander, gazeteci Mikael Blomkvist’in de yardımıyla masumiyetini kanıtlamaya ve kendine acı çektiren sis‐ temin mimarı olan derin devletin sırlarını ortaya çıkar‐ maya çalışacaktır. 38 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
>>Vizyondakiler / Nisan
(Çığlık 4) Scre4m Gösterim tarihi: 15 Nisan 2011 Yönetmen: Wes Craven Tür: Gerilim, Gizem, Korku Oyuncular: Neve Campbell, Courteney Cox‐ Arquette, David Arquette, Emma Roberts, Hayden Panettiere, Rory Culkin... Scre4m’de kişisel gelişim kitapları yazarı olan Sid‐ ney Prescott, kitabının tanıtım turunun son durağı olarak Woodsboro’ya geri döner. Artık evli bir çift olan Şerif Dewey ve Gale ile tekrar iletişime geçen Sidney, kuzeni Jill ve teyzesi Kate’i de ziyaret eder. Ne yazık ki Sidney’in yeniden ortaya çıkışı Hayalet Maske’nin de geri dönmesine sebep olur. Sidney, Gale, Dewey, Jill ile arkadaşları ve nihayetinde tüm kasaba artık tehlike altındadır.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz Gösterim tarihi: 15 Nisan 2011 Yönetmen: Seyfi Teoman Tür: Dram, Gençlik, Romantik Oyuncular: İlker Aksum, Fatih Al Güneş Sayın, Taner Birsel, Baki Davrak, Mehmet Ali Nuroğlu, Cem Özeren, Ilgaz Ko‐ catürk İki yakın arkadaş, aynı evde yaşamaya başladıkla‐ rında diğer arkadaşları Fikret, bir trafik kazası geçi‐ rir ve annesiyle babasını kaybeder. Almanya’ya geri dönmesi gereken Fikret, Ender ve Çetin’den, kız kar‐ deşi Nihal’in okulunu bitirene kadar, onlarla kalma‐ sını ister. Bir süre sonra Ender ve Çetin, birbirlerinden habersiz Nihal’e aşık olurlar. Bu ortak aşk, Ender ve Çetin’in dostluğunda yeni bir sayfa açar. www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 39
VİZYONDAKİLER
Kimliksiz (Unknown) Gösterim tarihi: 22 Nisan 2011 Yönetmen: Jaume Collet‐Serra Tür: Dram, Gerilim, Gizem Oyuncular: Liam Neeson, Diane Kruger, Ja‐ nuary Jones, Aidan Quinn, Bruno Ganz ve Frank Langella Dr. Martin Harris Berlin’de geçirdiği bir araba kaza‐ sından sonra kendine geldiğinde birdenbire karısı‐ nın kendisini tanımadığı ve başka bir adamın da kendisinin yerine geçtiğini fark eder. Resmi olarak kimse ona inanmamaktadır. Birdenbire kendini, başka bir ülkede yalnız ve kaçak durumunda bulur. Ancak, gerçeği ortaya çıkartmak ve kimliğini geri kazanmak için kendisini ne kadar zorlayabileceğini bilmez.
Daha İyi Bir Dünyada (In A Better World) Gösterim tarihi: 22 Nisan 2011 Yönetmen: Susanne Bier Tür: Dram Oyuncular: Ulrich Thomsen, Trine Dyrholm, Birthe Neumann, Bodil Jørgensen, Mikael Persbrandt, Alberte Blichfeldt, Anette Støvel‐ bæk, Camilla Bendix, Camilla Gottlieb Christian’ın annesi kansere karşı savaşını kaybetmiş ve Christian onun ölümünden fazlasıyla üzgün... Elias ve Christian kısa zamanda sıkı bağlar kuruyorlar. Ama Christian Elias’ı trajik sonuçları olan bir intikam ola‐ yına karıştırınca dostlukları test ediliyor ve hayatlar tehlikeye atılıyor.Sonuçta insani duyguların, acıların ve empatinin karmaşıklığıyla başa çıkmalarına yardım etmek ailelerine düşüyor. 40 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
>>Vizyondakiler / Nisan
İstila (Monsters) Gösterim tarihi: 22 Nisan 2011 Yönetmen: Gareth Edwards Tür: Bilim Kurgu, Dram, Gerilim Oyuncular: Whitney Able, Scoot Mcnairy NASA güneş sisteminde uzaylılar olduğuna dair ipuçları elde eder. Uzaya gönderilen bir uydu, dün‐ yaya dönerken Orta Amerika’ya düşer. Aracın düş‐ tüğü Meksika sınırında yeni yaşam formları görünmeye başlayınca bölge karantinaya alınır. Bir turist olan Sam Wynden, bölgeden geçerek Ameri‐ ka’ya ulaşmak istemektedir. Kendisine eşlik etmesini teklif ettiği fotoğrafçı Andrew Kaulder’la birlikte yola çıkarlar.
Gnomeo And Juliet Gösterim tarihi: 22 Nisan 2011 Yönetmen: Alejandro González Iñárritu Tür: 3 Boyutlu, Aile, Animasyon, Komedi, Macera, Romantik Seslendirenler: James McAvoy, Emily Blunt, Maggie Smith, Julie Walters, Richard Wilson, Ozzy Osbourne, Ashley Jensen, Stephen Merchant, Jim Cummings, Matt Lucas William Shakespeareʹin ünlü "Romeo ve Ju‐ liet" oyununun, 3D animasyon dünyasına uyarlaması olan eğlenceli filmde, cücelerin sevimli dünyasını izliyoruz.. www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 41
MÜZİK
Müzik Kutusu İbrahim MUMCU / ibrahimmumcu.com
Müzikte Sansür! İnternette sansür gündemimizi meşgul ededursun aslında geçmişimize dönüp baktığımızda şuanda severek dinlediğimiz bir çok şarkının zamanında sansür mağduru olduğunu bilmiyoruz bile.
Barış Manço’nun “Lambaya Püf de” şarkısı zamanında erotik bulunduğundan yasaklanmış.
•1980 yılında Ajda Pekkan ile katıldığımız Eurovision şarkı yarışmasındaki şarkımız “Petrol”, söz yazarı vatandaşlıktan çıkarıldığı için bir dönem sansür mağduru olmuş. •Cem Karaca’nın Sen de Başını Alıp Gitme şarkısındaki “ben suyumu kazandım da içtim” sözü dönemin siyasi ve dini yapısına uymadığı gerekçesiyle “kana kana içtim” şeklinde değiştirilmiş. •Sevgili Barış Manço’nun “Lambaya Püf de” adlı şarkısı zamanında çok erotik bulunmuş ve yasaklanmış. •Adnan Şenses’in “Doldur Be Meyhaneci” şarkısı halkı içmeye teşvik ettiği için bir dönem ya‐ saklanmış. •Müslüm Gürses’in de “Kapansın Camiler Açılsın Meyhaneler” adlı şarkısı dönem hükümeti‐ nin etkisiyle yasaklanmış ve kasetler toplatılmış.
Aksu’nun “Hadi Bakalım Kolay Gelsin” şarkısı siyasi rekabeti alaylı bir dille anlattığından yasaklanmıştı. 42 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
>> Müzik Kutusu
•Volkan Konak’ın Herkesin Bir Derdi Var adlı şarkısı Cerrahpaşa’yı kötüler nitelikte olduğu için yasaklanmış. •Yine Müslüm Gürses’in Esrarlı Gözler adlı şarkısı rivayete göre pek çok insanı intihara sü‐ rüklediği için yasaklanmış. •90’lı yıllarda Sezen Aksu’nun “Hadi Bakalım Kolay Gelsin” diye başladığı (herkesin bildiğini düşündüğüm şarkı) zamanında siyasi partiler arasındaki rekabeti alaylı bir dille anlattığı için yasak‐ lanmış.
Hadise’nin Düm Tek Tek klibi seksi bulunduğu gerekçesi ile TRT tarafından engellendiği iddia edilmişti. Aslında TRT bu ve buna benzer bir sürü yasak uygulamış zamanında. Bunlar en bilinenleri. TRT’nin tek kanal olması, onun da devlet himayesinde olması ; onu dönemin siyasi ve dini düşüncelerin etki‐ sinde bırakmış. Zamanla açılan yeni kanallar ve 1994 yılında RTÜK’ün de kurulmasıyla çeşitli dü‐ zenlemeler gelmiş. Ülkemiz de bu konuda çeşitli gelişmeler göstermiş ki benzer sansür uygulamalarını son dönemlerde görmek pek mümkün değil. Bildiğim kadarıyla •Tarkan’ın Hüp şarkısındaki ateşli öpüşme sahnesi, •Rihanna’nın S&M şarkısının video klibi •Hadise’nin Düm Tek Tek şarkısının video klibi Son dönemlerde sansürden nasibini almış şarkıların başında geliyor. Ayrıca Türk kanallarında Katy Perry’nin Firework şarkısındaki gay öpüşme sahnesi kesilerek yayınlanmış ve o şekilde de yayınlan‐ maya devam ediyor.
Rihanna’nın S&M şarkısına çektiği video klip de sansürden nasibini aldı. www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 43
MÜZİK
KISA KISA
Faithless Dağılıyor Mu? Faithless Avrupa turnesinin ardından dağılacak mı? Maxi Jazz’ın grubun web sitesinde yaptığı açıklamaya göre grup son konseri 8 Nisan’da O2 Arena’da verecek. Jazz sitede” 15 yıl ve 6 albümden sonra kitabı kapatıp kütüphanedeki yerine koymanın zamanı geldi” açıklamasını yaptı. “Bu yıllar boyunca sizlerle inanılmaz anlar yaşadık” diyen Jazz sözleriyle hayranlarına adeta ayrılığın işaretlerini veriyor…
Öğrenci İşi Kısacık Film Festivali KafePi, 2. Öğrenci İşi Kısacık Film Festivali ile “Bildiğinizden Şaşın” diyor!KafePi Group tarafından bu yıl 2.si düzenlenen Öğrenci İşi Kısacık Film Festivali, 28–29–30 Mart 2011 tarihlerinde; İstanbul Bilgi, Galatasaray, Yıldız Teknik, Marmara, Bahçeşehir, Koç, Ege Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi sinema kulüplerinden öğrencilerin katılımıyla gerçekleşecek. Festival filmleri, katılımcı olan üniversitelerde ve mekan sponsoru olan Pera Müzesi’nde gösterilecek. Müzede, 29-30 Mart tarihlerinde Oditoryum’da gerçekleşecek gösterimlere herkes katılabiliyor. 44 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
Atiye Yeni Albümünü Yayınladı Atiye, iki yıl aradan sonra 3. albümü “BuduR”u, 24 Mart’ta müzikseverlerin beğenisine sunuyor. Atiye’nin yeni albümünde on şarkı yer alıyor. Atiye’ye yeni albümünde “Güzelim” şarkısında Sultana, “Yoksun”da ise ünlü radyo DJ’i Geveze eşlik ediyor. Albümün ilk videosu “Budur” şarkısına Murad Küçük yönetmenliğinde çekildi.
>>Müzik Kutusu: Kısa Kısa
Avril Lavigne’den Yeni Albüm Yeni Video Günümüzün en başarılı yıldızlarından Avril Lavigne’nin yepyeni albümü Goodbye Lullaby şimdi iki farklı versiyonu ile müzikseverlerle buluşuyor! Besteci ve müzisyen kimliğiyle öne çıkan Avril Lavigne, iki yıllık özenli bir çalışmanın ürünü olan dördüncü stüdyo albümü Goodbye Lullaby de uzun zamandır işbirliği içerisinde olduğu müzisyen eski eşi Deryck Whibley’nin yanı sıra Evan Taubenfeld, Butch Walker ve ünlü besteci/prodüktör Max Martin ile birlikte çalıştı.
Ayın Albümü
Ayın Şarkısı
Jessie J - Who You Are 1. Price Tag (featuring B.o.B) 2. Nobody’s Perfect 3. Abracadabra 4. Big White Room (Live) 5. Casualty of Love 6. Rainbow 7. Who's Laughing Now
8. Do It Like a Dude 9. Mamma Knows Best 10. L.O.V.E. 11. Stand Up 12. I Need This 13. Who You Are
Jennifer Lopez
On The Floor (ft. Pitbull)
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 45
MODA
Denizciler Karaya İniyor ... Haydi kızlar! Yelkenler fora! İstikamet alış veriş çılgınlığını yaşayabileceğiniz her yer... Ülkü GÜNEYSU / ulku.guneysu@blogdergisi.com
Blazer ceketleriniz ve yüksek belli bol şortlarınızla birlikte daha casual bir konsept oluşturun. İçine kullanacağınız dantel veya şifon bir bluz feminen bir hava yakalamanızı kolaylaştıracaktır.
46 46 || BLOG BLOG DERGİSİ DERGİSİ 03/2011 04/2011 www.blogdergisi.com www.blogdergisi.com
70’lerin bohem havasını denizci teması ile birleştirin. Dökümlü kumaşlar, bol pantolonlar, uzun etekler…
>>Denizciler Karaya İniyor
Mini şortlar, tulumlar, tunikler denizci modasını sizlere yaşatacak ince çizgilere sahip modellerle karşınızda.. Hem seksi hem zarif.
Birbirinden değişik şapkalarla şıklığınızı tamamlayabilirsiniz.
neri… İşte size birkaç ö
www.blogdergisi.com www.blogdergisi.com 03/2011 04/2011 BLOG BLOG DERGİSİ DERGİSİ || 47 47
MİZAH
Onur GÜRLEYEN / komikliklerim.blogspot.com
*
Bir davetiye için e‐posta göndermemizi isti‐ yordu bir sanal ilan, Erdil Yaşaroğlu’nun (kim diyen biri var mıdır bilmeme ama Penguen’in epeyi bir çizeri) isminin geçmesi yetti başvurmak için. Hemen gerekli yere e‐postamı attım ama sonradan düşünmeye de başladım ne içindi bu başvuru zira davetiyenin üzerinde Erdil Yaşa‐ roğlu sohbetleri yazıyordu sadece. Ne olabilirdi bu sohbetler, acaba dedim ilk önce sandığım gibi Erdil Yaşaroğlu konuşma yapmayacak da birkaç kişi toplanıp Erdil hakkında sohbet mi edecek. Tabi bu biraz saçma olurdu. Erdil Yaşaroğlu’nun sohbetini dinleyeceğim herhalde dedim. Nasıl yani, eşi dostuyla yaptığı sohbetleri mi dinleyece‐ ğim. Yok canım. Sonra aklıma abilerle yapılan sohbetler geldi, hani insanı doğru yola sokan. Nefsin kirliliğinden kurtaran sohbetler gibi. Erdil Yaşaroğlu’nun abi sohbeti yapması biraz garip ka‐ çardı gerçi. Fakat eninde sonunda bir organizas‐ yon olması ve elbette ücretsiz olması benim için yeterliydi. Patronum ile birlikte davetiyedeki ad‐ rese gittim. Yerin Taksim de olması içime biraz su serpmedi değil. Velhasılıkelam içeriye girdik ve ne olduğunu ortamı görünce anladık. Bir sahne vardı, yerlerde minderler ve etrafta iki metre bo‐ yunda manken kızlar vardı. Sonradan öğrendi‐ ğime göre bu mankenler garsonmuş. Tam o sırada Erdil Yaşaroğlu yanımdan geçti. Tanıdıkmış gibi selam verdim hemen, adam da alışkanlık edinmiş herhalde hemen karşılık verdi. Oysa benim ve patronumun aklında tek bir soru vardı o sırada; içkilerin ücretsiz olup olmadığı? Hiç olmazsa di‐ yorduk ilk içkiyi ücretsiz versinler çünkü gayet tuşlu bir yere benziyordu ve en azından bir içki almamız gerektiğine karar vermiştik. Oturacak yer bulamadık, ayakta izledik sahneyi. Bu sırada manken garsonlar ellerinde tepsilerle geldiler ve
48 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
içki ikram ettiler. İşte gece benim için orada baş‐ ladı. Erdil Yaşaroğlu anlatırken kızlar ikinci, üçüncü içkileri getirdiler çünkü sonradan anladık ki geceye bir içki markası sponsor olmuştu. Bir yandan da aperatifleri (?) deniyorduk patro‐ numla. Erdil Yaşaroğlu karikatürleri nasıl çizdi‐ ğini anlattı, soru‐cevap yaptı. Güzeldi, benim için bilgilendirici bile oldu. Aslında soru sormak da istedim ama beri yandan da zaten her şeyi biliyor‐ dum. Zaten soru sormak için de fazla cevval bir genç olmak gerekir. Sohbet bitince Erdil’in yanına gittim –Adam cidden kocaman, iki metre gibi, dev gibi bi’ şey‐ tam bir şeyler söyleyeceğim araya bir kız giriyor “ay ben sizi çok seviyorum” diyor, bir daha konuşacak gibi oluyorum başka biri gelip fotoğraf çektiriyor. Nihayet selam verip adımı söyledim, “Ben de Erdil” dedi, zaten arka‐ sındaki koca afişte yazıyordu bu. “amatörüm ben” dedim gururla (dergiye amatör olarak gidi‐ yorum yani yanlış anlaşılmasın) “eee..” dedi gü‐ lerek, sonra “ben seni hiç görmedim ama” dedi. Çünkü çoğunlukla uykusuza gidiyordum ama ona böyle söylemedim tabi. Dergide konuşmak üzere sözleştik. Bizimle birlikte küçük bir “geceye kalamayız” gurubu gitmek için kalkınca Erdil “nereye gidiyorsunuz, daha DJ Sezyum müzik yapacak, olmayan topları seveceğiz” dedi. Ancak çok geçti, saat on iki olmadan evde olmama gere‐ kiyordu. Derken uyanmadım yaa… Hepsi gerçek bunların yeminle bak… Ailemi bana bir tıraş makinesi almaya zorla‐ mak için sakal bırakmaya karar verdim. Git‐ tikçe çirkinleşiyor bu iş, bakalım daha ne kadar daha kahvaltıda karşılarında beni ve sak‐ lımı görmeye katlanabilecekler? Herkese vizelerinde başarılar dilemiyorum, sonra çanı yükseltiyorsunuz.
* *
>>Düz Yazı ve Karikatürler
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 49
ALTIN YUMURTALI BLOGLAR
Blogunuzun altın değerinde olduğuna inanıyoruz! Ve her ay bu sayfadan sizlere Altın Yumurtalar dağıtıyoruz… Bir blogunuz varsa, sitemizdeki başvuru formunu doldurarak veya iletisim@blogdergisi.com adresine mail atarak blogunuzu “Altın Yumurtalı Bloglar” listesine ekleyebilirsiniz ve bloglarınızın Blog Dergisi’nde yer almasını sağlayabilirsiniz.
50 | BLOG DERGİSİ 04/2011 www.blogdergisi.com
aslisin.blogspot.com
aysegulg.blogspot.com
hayatiminerkegi.blogspot.com
farukakhan.com
mburak.com
mustafasoydan.blogspot.com
www.blogdergisi.com 04/2011 BLOG DERGİSİ | 51
www.blogdergisi.com