Blog Dergisi Sayı 16

Page 1

BLOG DERGİSİ

Aralık 2010 Sayı: 16

Türkiye’nin İlk ve Tek Online Blog Dergisi

www.

blog dergisi

.com

Hakkı Yenen

HAYDARPAŞA Hakkını Helal Edecek Mi? S08

Fotoğraf: Yılmaz Kaya / yilmazkaya.net

Röportaj: 5Posta S16

Kişisel Gelişim: Bu İş Benim Hakkım S18

Oyun İnceleme: Mafia II ve Lost Horizon S33

Alet Çantası

Bilgisayarınız İçin Ücretsiz Programlar S44


BLOG DERGİSİ

BLOG DERGİSİ

Genel Yayın Yönetmeni Yasin YÜKSEL yasin.yuksel@blogdergisi.com Editör Seval ÜNVER seval.unver@blogdergisi.com Yazarlar Alp SOLAK alp.solak@blogdergisi.com Aslıhan GÜNDÜZ aslihan.gunduz@blogdergisi.com Can AKBULAK can.akbulak@blogdergisi.com Egecan DENİZ egecan.deniz@blogdergisi.com Hakan KARA hakan.kara@blogdergisi.com İbrahim MUMCU ibrahim.mumcu@blogdergisi.com M. İhsan TATARİ ihsan.tatari@blogdergisi.com Oğuz ASLAN oguz.aslan@blogdergisi.com Onur GÜRLEYEN onur.gurleyen@blogdergisi.com Rahim AYTUNÇ rahim.aytunc@blogdergisi.com Serap KAZANCI serap.kazanci@blogdergisi.com Seval ÜNVER seval.unver@blogdergisi.com Yusuf KESGİN yusuf.kesgin@blogdergisi.com Konuk Blog Yazarı Aslısın Grafik Tasarım Seval ÜNVER Yasin YÜKSEL Reklam reklam@blogdergisi.com Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüst-rasyon ve konuların sorumluluğu yazarına aitir. Blog Dergisi’nde yayımlanan yazıların her hakkı saklıdır. Hiç bir içerik izinsiz kullanılamaz. Blog Dergisi, www.blogdergisi.com üzerinden yayımlanmaktadır. Tüm görüş, öneri ve sorularınız için iletisim@blogdergisi.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.

2 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

06

Bilişim Yıldızları E­Dönüşüm Yarışması

10

Alet Çantası

16

Facebook’tan Mail Atağı

24

İnsan


İÇİNDEKİLER

08

Hakkı Yenen Haydarpaşa...

13

Bürokrasinin 11 Eylül’ü

14

Misafir Blogger: Aslısın

16

IPad’den İlk Dijital Gazete

19

Serbest Yazı...

22

Rüzgar’ın Uçurduklar

26

Bu İş Benim Hakkım

30

Röportaj: 5Posta

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 3


BLOG DERGİSİ

38

Oyun İnceleme: Mafia II

47

Ayın Mini Oyunu: Haunt The House

48

Oyun İnceleme: Lost Horizon

53

Command & Conquer Yeniden

56

The Perfect Neighbor

60

Vizyondakiler / Aralık

64

Müzik Kutusu: Amerikan Müzik Ödülleri

65 Müzik Haber: Kısa Kısa

4 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


EDİTÖRDEN

67

Kısa Bir Mola

68

Kitap Tanıtımı: Aşkın Celladı

70

Düz Yazı ve Karikatürler

72

Altın Yumurtalı Bloglar

Yasin YÜKSEL yasin.yuksel@blogdergisi.com

Dergi Dergi Dergi... Merhaba Sevgili Blog Dergisi Okurları, Yeni bir sayı ile tekrar bir aradayız. Bu bir aylık dilim benim için o kadar yoğun ve hızlı geçiyor ki anlatamam. Elektrik Elektronik Mühendisliği 4. sınıf öğrencisiyim. Sınavlar, bitirme projesi, raporlar, tabii bu kadar dersten sonra arkadaşlarla kafa dağıtma derken dergiye ancak geceleri zaman ayırabildim bu ay. Haliyle uykusuz kaldım, dergiyi düşünerek yatıp kalktım ve her gece rüyamda dergiyi görmeye başladım. Ay sonunda hissettiğim yorgunluğu anlatamam. Fakat gelen olumlu yorumlar ve güzel habeler bu yorgunluğu unutturmaya yetiyor. Bu yorgunluğumuzu unutturan bir haberimiz ise geçen ay düzenlenen Bilişim Yıldızları E-Dönüşüm Yarış-

ması’nda Blog Dergisi’nin dereceye girerek, e-blog kategorisinde üçüncü seçildiği haberi oldu. Blog Dergisi ekbi olarak Bilişim Yıldızları E-Dönüşüm Yarışması’nı düzenleyenlere ve yarışma sürecinde desteklerini esirgemeyen herkese teşekkür ederiz. Aralık ayında Dünya AIDS Günü, Dünya İnsan Hakları Günü, İnsan Hakları ve Demokrasi Haftası, Mevlana Haftası, Dünya Engelliler Günü,Kadın Hakları Günü olduğundan bu sayımızın konusunu İnsan Hakları seçtik. Yusuf Kesgin, İbrahim Mumcu, Aslıhan Gündüz, Oğuz Aslan aramıza katılan yeni isimler oldu. Ve Oğuz Aslan’ın yazacağı yazılara “Kişisel Gelişim” adlı yeni kategorimizde yer veriyoruz. www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 5


İNTERNET

Blog Dergisi, Bilişim Yıldızları E-Dönüşüm Yarışması’nda Dereceye Girdi! Türkiye Bilişim Derneği liderliğinde organize edilen Bilişim Yıldızları e‐Dönüşüm Yarışması (www.bilisimyildi‐ zlari.com), T.C. Ulaştırma Bakanlığı, Bilgi ve İletişim Teknolojileri Kurumu, Devlet Planlama Kurumu, Bilişim STK’ları ve özel sektörün tam desteği ile gerçekleştirildi. Türkiye’nin her sahasında e‐dönüşüme yapılacak yatırımı artırmak ve ülkemize gelişmiş ülkeler düzeyine taşıma yol‐ unda ivme kazandırmak amacıyla düzenlenen Bilişim Yıldızları e‐Dönüşüm Yarışması ödülleri sahiplerini buldu. E‐ticaretten e‐mobile, e‐hizmetten e‐devlet çalışmalarına kadar 11 ayrı kategoride 30’dan fazla ödülün dağıtıldığı yarışmada Türkiye’nin Bilişim Yıldızları’nı alanında uzman 25’den fazla jüri üyesi belirledi. Jüri değerlendirmesi yanı sıra, her seviyeden internet kullanıcısının halk oylaması da değerlendirmeye katıldı. Saygın ve geniş katılımla Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Bilişim Yıldızları e‐ Dönüşüm Yarışması ödül töreninde e‐Blog kategorisinde Blog Dergisi 3.’lük ödülüne layık görüldü; tüm Blog Der‐ gisi ekibini kutlar ve başarılarının devamını dileriz. Diğer kategorilerde layık görülen web siteleri yan sayfada verilmiştir.

6 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


>>Bilişim Yıldızları E‐Dönüşüm Yarışması

En İyi Web Sitesi : vatandas.uyap.gov.tr

e-eğitim :

e-blog:

1. turktelekomakademi.com.tr

1. spaksu.com 2. ikizanneleri.net 3. blogdergisi.com

2. teknosaakademi.com 3. fatih.bel.tr

e-iletişim : e-hizmet : 1. vatandas.uyap.gov.tr 2. telekombasvurum.com 3. sms.uyap.gov.tr

1. tipeez.com 2. igeme.gov.tr 3.sancaktepe.bel.tr/ tv/canli.html

e-ticaret :

e-tr (e-devlet) :

1. boyutstore.com 2. dilaykozmetik.com 3. tablotablo.com

1. vatandas.uyap.gov.tr 2. fatih.bel.tr 3. ogm.gov.tr

e-kent/e-şehir : 1. fatih.bel.tr 2. kadikoy.bel.tr 3. sancaktepe.bel.tr/tiklakonus/red5phone.html

e-mobil : 1. fatih.bel.tr 2. sms.uyap.gov.tr

e-sağlık : 1. ikizanneleri.net 2. doktorgo.com

e-haber : 1. airnewstimes.com 2. haber58.com

e-genç : 1. tamindir.com 2. fragman.web.tr 3. tipeez.com

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 7


GÜNDEM Fotoğraf: Hazar UYAR

Hakkı yenen Haydarpaşa, hakkını helal edecek mi? Alp SOLAK / alpsolak.com

Dünya üzerinde canlıların olduğu kadar, binaların, taşların, caddelerin, sokakların da hakları vardır. Haydarpaşa Garı da gerek konumu, gerek mimarı özellikleri gerek se manevi anlamıyla bu hakkı İstanbul’da en fazla hak eden yapılardan biridir. Bu yüzdendir ki bu yapı kara kış gelmeden biran evvel aslına uygun olarak restore edilmeye başlamalıdır. öylemesi ayıp ama Kurban Bayramı haftası, Almanya, Lüksemburg, Fransa, Belçika ve Hollanda’yı kapsayan Benelux – Paris turu yaptım. ETS turdan süper uygun fiyata satın aldığım ve çok memnun kaldığım bu turda Avrupa’nın en ünlü ve gelişmiş şehirlerini görme şansı edindim. Köln, Lüksemburg, Paris, Brüksel, Brugge, Amsterdam bu şehirlerden en çok bilinenleriydi. Yolculuk sırasında sadece Av-

S

8 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

rupa’nın bu ünlü şehirlerinde vakit geçirmedim, Galatasaray Lisesi Mezunu ve şu an Fransa’nın ünlü üniversitesi Sorbonne’da Avrupa Tarihi üzerine doktora yapan rehberimiz sayesinden çok önemli bilgiler edindim. Bu şehirleri gezerken beni en çok etkileyen, yüzlerce yıllık yapıların (başta kiliseler olmak üzere) ilk günkü gibi korunması oldu. En az 800 yıllık dini bi-


>>Haydarpaşa Garı

nalar dışında, 16., 17., 18., 19. yüzyıldan kalma tarihi yapıların çoğu halen ev, iş yeri, pasaj, çarşı gibi kullanılıyordu. Özellikle doğal bir müze olan ve Unesco tarafından korunması gereken dünya mirasları listesine alınan Paris belediye sınırları içinde (merkezinde) tarihi ve mimari özelliği olmayan tek bir bina bile bulamıyorsunuz. Kafanızı çevirdiğiniz her yerde yüzlerce yıldır ayakta duran binalar, müzeler, heykeller görüyor bir süre sonra neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Sonra içinizi bir hüzün kaplıyor. Yahu bu adamlar bu şehirleri böyle nasıl korumuş, neden onların tarihi binaları çökmüyor, yıkılmıyor, yanmıyor…

Kötü haber gecikmedi İşte bu duygularla geldim İstanbul’a ve düşündüm bizim böyle koruyacak kaç eserimiz kaldı… Topkapı, Dolmabahçe, Ayasofya, Sultanahmet, Çırağan, birkaç kasır, birkaç köşk ve de tarihi sayılabilecek korunabilmiş ve nasıl olmuşsa yanmamış az sayıda bina… Bu binalardan biri de II. Abdülhamit tarafından İstanbul – Bağdat tren yolunun ilk istasyonu olması için Almanlara yaptırılan ve 1908’de açılan Haydarpaşa Garı idi. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü sizin de bildiğiniz gibi Kasım ayının son Pazar günü bu sembol yapı, yaşamının son bulmasına neden olabilecek ciddi bir yara aldı. Tüm çatısı ve 4’üncü katı yanan bina, söndürülürken bolca su yedi. Şimdi çökme tehlikesi ile karşı karşıya…

Haydarpaşa neden yandı? Benim de mezun olduğum Ortaköy’deki Gazi Osman Paşa Ortaokulu’nu barındıran Naime Sultan Yalısı, Boğaziçi Köprüsü’nün tam altında ve denize 0 konumdadır. Okuduğum yıllarda her gün bana Boğaz’ı keyifle izleme şansı sunan bu yalının onlarca yıl nasıl sıradan bir devlet orta okulu olarak kaldığı benim daha o yıllarda kafamı kurcalıyordu. Çünkü bu bina konumu itibariyle muhteşem bir butik otel tarzı turistik tesis olabilirdi. Bahçesinde yazın çok şaşalı, bol lazer ve havai fişek şovlu düğünlerin yapıldığı bir restoran ya da sosyete üyelerinin denizden gitmeyi tercih ettiği, bolca Serdar Ortaç şarkıları çalan, tek elin havaya kaldırılıp sağa sola sallanarak eğlenildiği ismi havalı, bol yastıklı gece kulüplerinden biri de olabilirdi. Ancak ne-

dense bu muhteşem yapı, en alt katındaki tuvaletlerin hiç temizlenmediği için giriş katı komple çiş kokan, neredeyse atıl ve maddi durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarının okuduğu bir okul olarak kalakalmıştı. O yaşımda şaşırmıştım… Okulu kazasız belasız bitirmiş, üstüne lise okumuş ve üniversite yıllarımın sonuna gelmiştim. Yıl da 2002 olmuştu. Ve acı haber geldi: “Gazi Osman Paşa Ortaokulu neden çıktığı belirlenemeyen bir yangınla kül oldu…” Kahroldum, gözlerim yaşardı… Ve o muhteşem bina o günden bugüne atıl durumda, bahçesi otopark olarak kullanılıyor. Gerekli yasal süre geçtikten sonra kaderi onarılamayacak kadar kötü durumda olduğundan yıkılıp yerine dediğim tesislerden biri yapılması olacak. İşte Naime Sultan Yalısı neden yandıysa, Haydarpaşa da o yüzden yandı.

Sabrımız kalmadı İstanbullu yıkılmış, İstanbullu küskün, İstanbullu kızgın. Kendilerini mutlu eden az sayıda simgenin ellerinden birer birer koparılması, her gün trafiğin ve bitmeyen çalışmaların yıprattığı sinirleri iyice gerdi. Umutsuzluk daha da arttı. Şimdi acil yapılması gereken 2 aksiyon var: Birincisi 1 hafta içinde Haydarpaşa’nın uzmanlarca aslına uygun olarak restore edileceğini ve asla küresel sermayeye meze yapılmayacağını açıklayacaksın, ikincisi bu ve benzeri yapıları böyle abuk sabuk nedenlerden çıkan yangınlardan korumak ve yaşatmak için her türlü tedbiri alacaksın. Bunu yapmazsan belki seçimi kazanırsın ama şehrin gerçek sahiplerinin güvenini sonsuza dek kaybedersin. Benden söylemesi… www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 9


İNTERNET

ALET ÇANTASI Bilgisayarınız için en iyi performansı sağlayacak, ücretsiz, bir çok kişi tarafından kullanılıp onaylanan bu programlar yardımıyla; yeni bir bilgisayara gerek duymadan mevcut bilgisayarınızla en iyi performansı ve güvenliği sağlayabileceksiniz. Hakan KARA hknkr.com

10 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


>>Alet Çantası

GÜVENLİK COMODO İNTERNET SECURİTY Bilgisayarınızda olması gereken en önemli programlardan biri de güvenlik yazılımlarıdır. Her ne kadar ne yaparsanız yapın, tam koruma sağlama konusunda bir şekilde handikaplar olsa da güvenlik programı kullanmanız her zaman yararınızadır. Comodo Internet Security, sağladığı güvenlik sertifikaları ile tanınan Comodo'nun ürettiği, birçok incelemede iyi sonuçlar almış, güvenlik duvarı (firewall) ile virüsten koruma yazılımının birleşmesinden oluşan ücretsiz bir tam sistem koruma yazılımıdır. Yazılımın kendiliğinden güncelleme desteği olması ve gerçek zamanlı koruma sağlaması en büyük avantajlarından biridir. Türkçe olması da türk kullanıcılar için ayrı bir avantajdır. Yazılım diğer birçok benzeri yazılım gibi görünse de ek fonksiyonları, zararlı truva yazılımlarını önleyebilmesi, sürekli olarak kendisini denetim altında tutması ve kendiliğinden güncelleme yapabilmesi gibi bir çok özelliğiyle ön plana çıkmayı başarmış kaliteli bir yazılımdır. NOT: Yazılım kurulduktan sonra 30 gün içinde lisansın alınmasını istemekte, ancak lisans ücretsiz olarak e-posta adresine verilmektedir. Yazılımın 64 bit sürümünü destekleyen sürümleri de vardır.

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 11


İNTERNET

>>Alet Çantası

SİSTEM ARAÇLARI

SES - VİDEO - RESİM

MYDEFRAG Bilgisayarınızı kullanmaya başladıktan sonra bir sürü dosya girişi ve sonrasında bunları silmeniz neticesinde disklerinizde parçalanmış alanların oluşması olağandır. Bu da diskinizin ömrünü ve performansını etkilemektedir. Bu durumda dosya birleştirme yazılımları ön plana çıkmaktadır; her ne kadar windows işletim sistemlerinin disk birleştirme programları olsa da ücretsiz ve küçük boyutlu programların daha yararlı olduğu görülmektedir.

XMPLAY Bir çok ses dosyasını kullanabilen ve winamp gibi yer kaplayan, bilgisayarı yoran programın bile eklentilerini çok başarılı bir şekilde çalıştıran küçük boyutlu bir program varmış da haberimiz yokmuş: xmplay. Yarım MB bile tutmayan boyutuyla çok şaşırtıcı olsa da ; bir çok özelliği ve winamp uyumluluğun yanında çok basit olması, çok az yer kullanması, çok az bellek harcaması ile gerçekten ön plana çıkan bir program. Ve ben açıkcası programdan çıkan sese hayran kaldım: denemelisiniz!

İşte bu programlardan biri olan mydefrag, ücretsiz olmasına rağmen alanındaki pek çok ücretli yazılımı geride bırakan başarılı bir yazılımdır. Yazılım tek eksik yanı gelişmiş bir arayüzünün olmamasıdır. Fakat zaten iki tıkla diskinizi birleştiriyorsunuz. :) Fakat birleştirmeden önce yapmanız gerekenler:

http://www.un4seen.com/

Programı kullanmadan önce: Bilgisayarınızdaki tüm gereksiz dosyaları (geçici dosyalar, geçici internet dosyaları vs) silin. Bu konuda sitemizden bazı yazılımlar da bulup kullanabilirsiniz. Sisteminizi yeniden başlatın. Bu sayede kullanımdaki bazı dosyalar ve şişkinleşmiş windows takas alanı serbest kalacak ve bu şekilde onlar da birleştirilebilecektir. İşlemin daha hızlı olması için virüs koruma programlarınızı ve sürekli disk işlemleri yapan diğer programları (veritabanı sunucusu vs.) kapatın. Programı zamanlanmış görevlere dahil ederek düzenli aralıklarla (günlük veya haftalık) çalışacak şekilde ayarlayın. Bu şekilde yazılımdan en iyi verimle yararlanabilir, bilgisayarınızın hızını ve disklerinizin ömrünü artırabilirsiniz.

THE GİMP The Gimp (GNU Image Manipulation Program), piyasadaki Adobe Photoshop gibi ücretli profesyonel yazılımlar kadar kaliteli, ve ücretsiz bir resim düzenleme programıdır. Eski sürümlerine oranla arayüzü daha da kullanışlı ve basit olan programın aynı zamanda çoklu platform desteği ile hem Windows, hem Linux hem de MacOS işletim sistemlerinde çalışan sürümleri var. Önemli: Programı kurmadan önce Gtk+ 2 Çalışma Ortamı programını innDirmeniz ve bilgisayarınıza kurmanız gerekmektedir. Adobe photoshop gibi büyük ve bilgisayarı yoran programlardan hoşlanmayanlar için birebir bir programdır. Kullanması biraz zor olabilir.

http://www.mydefrag.com http://www.gimp.org/

12 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


İNTERNET

>>WikiLeaks

BÜROKRASİNİN 11 EYLÜL’Ü... Onur GÜRLEYEN / komikliklerim.blogspot.com

G

eçtiğimiz günlerde WikiLeaks isimli, ilk bakışta hiç de dikkat çekmeyen basit tasarımlı bir internet sitesi Amerika Birleşik Devletleri’nin bürokratlarının gizli tutulan binlerce sayfalık yazışmalarını açıklayarak büyük sansasyona sebep oldu. Peki, nedir bu WikiLeaks? Onlar kendilerini; ABD, Tayvan, Avrupa, Avustralya ve Güney Afrikalı gazeteciler, matematikçiler ve başlangıç seviyesi şirket teknologları tarafından kurulduğu organizasyon olarak tanımlıyorlar ve Avustralya'lı gazeteci ve internet aktivisti “Julian Assange” organizasyonun yöneticiliğini yapıyor. WikiLeaks ilk olarak 26 Temmuz 2010’da Afganistan savaşı hakkında birçok belge yayınlamasıyla gündeme geldi. Son olarak da 29 Kasım 2010’da yayınladığı belgelerle büyük ses getirdi. İçinde Türkiye’nin de geçtiği yedi bini aşkın metinden oluşuyordu bu yayınlar. Belgelerde Tayyip Erdoğan için işkolik, inatçı, mükemmeliyetçi ve güçlü bir kişiliğe sahip olduğu değerlendirmelerini yaparken, Dışişleri Bakanı Davutoğlu içinde çok tehlikeli ve Neo Osmanlıcı değerlendirmelerinde bulunuyor. Öte yandan başbakan için İsviçrede sekiz ayrı hesabının bulunduğu, dünürünün ihaleye fesat karıştırdığı gibi idealar da var. ABD askeri belgelerde, PKK "özgürlük savaşçıları ve Türk vatandaşları" olarak nitelendirilirken, ABD'nin Irak'taki tutuklu PKK üyelerini serbest bıraktığı ifade ediliyor. Belgeler ayrıca Irak'ta bulunan ABD güçlerinin, PKK'ya silah verdiğine ve örgütün Türkiye'deki saldırılarını göz ardı ettiğine işaret ediyor. Ayrıca üst düzey yazışmalara göre Türkiye’de ABD’nin nükleer silahları var. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ABD'li diplomatlara “sonucu ne olursa olsun 70 milyon Müslüman’ın Avrupa’ya girişine izin vermeyeceğini” net bir şekilde söylediği yine bu belgelerde belirtiliyor. Arap ülkeleri de WikiLeaks’in yayınları ile sarsıldı. WikiLeaks belgelerinde “Yılanın başını kesin” diyerek, İran’ın vurulması için ABD’ye baskı yapan Suudi Kralı Abdullah’ın, Guantanamo’daki Müslüman esirlere çip takılmasını önerdiği, hatta serbest bırakıldıktan sonra infaz edilebileceklerini ima ettiğinin ortaya çıkması Orta Doğuda büyük infial yarattı. WikiLeaks interneti kullanarak ülkeler arasındaki siyasette yeni bir çağ mı başlattı bilinmez ama şu bir gerçek ki Amerika Birleşik Devletleri bürokrasisinde 11 Eylül’ü yeniden yaşıyor.

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 13


MİSAFİR BLOGGER

AYRICALIKLISIn

Görsel: Ahmet Coka - cokabook.blogspot.com

Aslısın / aslisin.blogspot.com

14 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


>>Ayrıcalıklısın

E

vet, ayrıcalıklısın! Düşünebiliyor, seçimler yapıyorsun. Diğer canlılardan farklı olarak, muhakeme yeteneğini kullanabiliyorsun. Analiz edip, tecrübelerinden faydalanıyor ve kararlar alıyorsun. Daha ne istiyorsun? Yok, bunlar yetmiyor, tabii sana. Gözün hep yukarılarda, daha fazlasını istiyorsun. Elindeki yetmiyor başkasının elindekine göz dikiyorsun. Sadece daha fazla para, ün, başarı, artık neyi önemsiyorsan; onuniçin, her türlü oyuna, hileye başvurmakta sakınca görmüyorsun. Sonra da kendi verdiğin zararı önlemek için kurallar üretiyorsun ve onlara uymuyorsun. Zarar derken, senin verdiğin zarardan bahsediyorum, bakma öyle bana! Avlanmaman gereken zamanda avlanıyor, dokunmaman gereken ağacı kesiyor, senin olmayana sahip çıkıyor, senden daha zayıf olanı eziyorsun. Bu aynanın karanlık yüzü. Bir de aydınlık yüzü var, evet. Seni farklı kılan ayrıcalıklarınla; gelişiyorsun, geliştiriyorsun, besliyorsun, yardım ediyorsun, senden daha zayıf olanı koruyor, seninle eşit olanın hakkına saygı duyuyorsun. Gerçekten "insan" oluyorsun ve işte o zaman, tadından yenmiyorsun. Seninle burası da daha yaşanacak bir yer oluyor. Senden farklı olanı kabul ediyor, anlamaya çalışıyorsun. Dışlamadan, saygı duyarak, o nerede durmak istiyorsa; izin veriyorsun. Bilgini, tecrübeni paylaşıyor, böylece daha da büyüyorsun. En önemlisi de seviyorsun; insanı, hayvanı, doğayı, kendini. Ama en çok da kendini. Kendini sevdiğin, saygı duyduğun zaman diğerlerine de sevgiyle, saygıyla yaklaşıyorsun. O zaman ne kurallara, ne de hakların sıralandığı listelere ihtiyaç duyuluyor. Çünkü sen zaten, ne yapacağını biliyorsun...

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 15


TEKNOLOJİ

>>PlayStation Move

Ipad’ten İlk Dijital Gazete Geliyor

Facebook’tan Mail Atağı

3D Playstation Geliyor

Facebook'un CEO'su Mark Zuckerberg yaptığı açıklamada, projenin e-mail servisi olmadığını belirtti. Yeni projenin bir bakıma e-mail servisi olduğunu, ancak e-mail kalıplarından farklı bir yapı ve mantık içerdiğinin altını çizdi. Bu proje anlık mesajlaşma/sohbet benzeri bir yapısı bulunacak olan Facebook Mail, kullanmış olduğumuz mesajlaşma sisteminin geliştirilmiş bir hali olacak. Servisi kullanmak için mail adresi almamız gerekiyor. Uzantı konusunda bazı çelişkiler yaşayan Facebook yetkilileri, büyük olasılıkla xxx@fb.com uzantısının kullanılacağını bildirdi. Facebook Mail’de Word, Excel ve PowerPoint dokümanları gibi dosyaları da çalıştırıp paylaştırabilecek ayrıca hesaplarını Windows Live SkyDrive'la bağlayıp 25 GB'lık çevrimiçi alana sahip olacaklar. Burada fotoğraflar, dokümanlar gibi dosyalarını saklayabilecekler.

Sony, konsol savaşına inanılmaz sayıda 3 boyutlu oyun ile çıkıyor. Oyun konsolu piyasasının açık ara lider olan Nintendo Wii, Xbox 360 tarafından ikinci sıraya itildi. Kinect arayüzü ile birlikte, Microsoft'un popülerliği en üst noktasına ulaştı. Nintendo ve Microsoft çekişmesi sürerken, Sony de kendi taktiği 3 Boyut ile oyun piyasasına girmeyi bekliyor. Mick Hocking yaptığı açıklamalarında, sadece kendilerinin üzerlerinde çalıştığı 20'den fazla 3 boyutlu oyun olduğunu belirtti. Geliştirilme sürecindeki Killzone 3 ve satışa sunulan Call of Duty: Black Ops bombalar arasında öne çıkıyorlar. Diğer geliştiriciler de hesaba katılırsa, 2011 yılında Sony PS3 için geliştirilen 3D yapım sayısı 50'yi aşacağı düşünülüyor.

16 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

Egecan DENİZ / egecan.deniz@blogdergisi.com

Önümüzdeki yılbaşında yayına başlayacağı söylenen gazetesinin adı “Daily” olacak. Günlük yayımlanacak gazete yalnızca iPad uygulaması olacak, basılı ya da web üzerinde herhangi bir örneği yer almayacak. Medya devi Rupert Murdoch ile Apple'ın CEO'su Steve Jobs tarafından çıkarılıyor. Dağıtım ve basım masrafları olmayan ve içeriği 100 gazeteci tarafından hazırlanacak 62 sayfalık yeni gazetenin haftalık maliyeti ise 0.99 dolar olacak. İlk dijital gazetenin genel yayın yönetiminin ise Murdoch’un yeni yıldızı New York Post editörü Jesse Angelo olacağı konuşuluyor. Sadece iPad bilgisayar için özel olarak tasarlanan dijital gazete The Daily bu aybaşından itibaren iPad’lerden indirilebilecek, 2011 yılında da günlük olarak yayınlanacak.


TEKNOLOJİ

>>Tekno Haber

Windows 8’in Çıkış Tarihi Belli Mi Oldu? Microsoft'un Hollandaca yayın yapan bölümünde Windows 8 ile ilgili ilk kez tarihten bahsedildi. Windows 8 ile ilgili çalışmaların başladığı resmi olarak pek çok Microsoft yöneticisi tarafından duyurulmuştu. Söylenenlere göre Windows 8, 2012 yılına kadar çıkmayacak. Windows 8’in çıkmasıyla beraber App Store'a benzer bir şekilde kullanıcıların uygulama satın alabilecekleri bir sistem bulunacak. Bu da Microsoft'a devasa bir pazarın açılması anlamına gelecek. Bu platformdan mobil cihazlar için de uy-

gulama satın alınabilecek. Windows Vista ile Windows 7 arasında 2,5 yıllık bir süre geçmişti. Windows 7 ile Windows 8 arasında da 2,5 -3 yıllık bir süre olacağı tahmin ediliyor ama bu sürenin daha kısa olacağı söylenmekte.Microsoft'un CEO'su Steve Ballmer'ın "Windows'un bir sonraki versiyonu Microsoft tarihinin en riskli kumarı olacak" şeklindeki sözleri de Windows 8 için şimdiden bir merak dalgası yaratmış durumda.

Pardus İlk 5’te Linux Journal tarafından verilen Readers' Choice Awards ödüllerinde Pardus üç ayrı kategoride ilk 5’e girdi. Linux Journal okurlarının 1995 yılından beri yaptığı organizasyonda bu sene Pardus, “Özgür yazılımla geliştirilen en iyi ürün”, “En iyi Linux dağıtımı” ve yazılım kurma, kaldırma ve güncelleme alanlarındaki performans için verilen “Paket yönetim sistemi” kategorilerinde PiSi adlı özgün tasarımıyla ilk 5 yazılım arasında yer aldı. Ödül sonunda Pardus proje yöneticisi Erkan Tekman şunları söyledi: “Pardus, özgür yazılım dünyasının olanaklarından yararlanılarak sürekli geliştirilen ve yenilenen bir işletim sis-

temi. Pardus 2011 ve Kurumsal 2 sürümlerini yayınlamaya hazırlanırken bu haberi almak tüm ekip için heyecan verici oldu. Pardus ülkemizin yanı sıra, tüm dünyada ilgi görüyor. Ödüller de bu ilginin bir sonucu diye bakıyoruz. Readers’ Choice Awards 2010 ödüllerinde, tüm dünyadan 300 kadar Linux dağıtımını geride bırakarak ilk beş arasında yer almayı başardı. Böylelikle dünyanın köklü ve tanınmış yazılımları arasında sıyrılarak ilk sıralara yerleşti. Pardus daha da gelişerek ve yenilenerek açık kaynak dünyasının sınırlarını zorlamaya önümüzdeki dönemde de devam edecek.”

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 17


TEKNOLOJİ

>>Tekno Haber

Türk Telekom ve Microsoft’un Sunduğu Fırsat Türk Telekom ve Microsoft işbirliğiyle Microsoft Office’e çok uygun şekilde sahip olabiliyorsunuz. Bilgisayar kullananların yaşamlarını kolaylaştırmak için hazırlanan ve öğrencilerin evde çalışmalarını, birlikte ödev yapmalarını kolay hale getiren Office 2010 Ev ve Öğrenci Sürümü; Word, Excel, PowerPoint ve OneNote uygulamalarını içeriyor. TTNET aboneleri, Microsoft Office 2010’un Ev ve Öğrenci Sürümü’ne 3,99TL / 36 ay veya 5,79TL / 24 ay taksitle sahip olabiliyor. Üstelik TTNET aboneleri, avantajlı ödeme koşullarıyla ve ADSL faturasına yansıtılan taksitler sayesinde kredi kartına gerek kalmadan lisanslı Office yazılımlarını satın alabiliyor.

Kinect Hareket Sensoru PC’ye Geldi Microsoft’un hareket sensoru Kinect, yazılım geliştiriciler uzun süren çalışmaları sonucunda pc’de kullanılabilir duruma geldi. Çoklu dokunmatik ekran alanında uzman olan Evoluce adlı şirketin yazılım geliştiricileri, Microsoft’un Kinect teknolojisini Windows 7 altında çalıştırmaya başardılar. Evoluce’ın yaptığı açıklamaya göre Windows 7 işletim sistemi ile Kinect arasında bir köprü kurduklarını belirtti. Bu köprü sayesinde kamera ile toplanan veriler, Kinect’in hareket sensoruna iletilebiliyor. Bu sayede de Flash ya da Java uygulamaları bile Windows 7 Altında rahatlıkla kontrol edilebiliyor.

Steam Artık Türkçe En ünlü oyun indirme platformu olan Steam, artık Türkçe olarak kullanılabilecek. Beta aşamasında olan yeni sistem türk oyuncuların ilgisini çekmeyi başardı. Dünya çapında milyonlarca oyuncunun biraya gelmesini sağlayan Steam, korsana karşı zafer kazanan tek satış platformudur. Oyuncuların, bir birleriyle sohbet etmesini ve multiplayer oyunları destekleyen Steam'den Türk oyuncular tam verim alamıyordu. Türkçe desteği vermeyen platformu, ülkemizin yazılımcıları tarafından dilimize çevirdi. Beta aşamasıyla birlikte artık Steam Türkçe özelliklere de sahip. BuharTR, Steam'e Türkçe dil desteği sun- manın yanı sıra Valve oyunlarını da destek verecek. 18 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


RENGARENK

>>Serbest Yazı

SERBEST YAZI Yusuf KESGİN / klavyu.org Herkese tekrardan selamlar, 'Nasıl yani! Bu yazının daha öncesinde ilk selam mı vardı da biz mi okumadık?', 'Yok yok! Basım hatasıdır yazının bir kısmı çıkmamıştır da, önceki paragraflardaki mevzudan bihaber olduğumuz için o ilk selam mevzusu çıkmamıştır...' gibi kurgular üretiyorsunuzdur sanırım. Ama bence üretmeyin çünkü 'Herkese tekrardan selamlar,' dedim yazının en başında... Sebebini de yazının herhangi bir yerinde belirtmeyi düşünüyorum... (Erol Taş gülüşü atarak)Ne kadar kötüyüm değil mi? Siz, eğer neden yazının en başında 'tekrardan selam' dediğimi öğrenmek isterseniz yazının tamamını okumak zorunda olacaksınız ki eminim neden böyle bir şey yaptığımı da öğrenmek için şu an akla karayı seçiyorsunuz. Hatta konsantre bir şekilde kelimeler arasında hızla geçiş yaparak neden böyle dediğimi bulmaya çalışıyorsunuz. Ama kitap okuma yetinizin henüz daha yeni topraktan başını çıkaran bir fide gibi az gelişmiş olması sizin hızlı okumanıza imkân vermiyor. Eh! Bir de benim ukalaca sürekli kulağınıza bir şeyler söyleyip sizi eleştiriyor olmam da hızlı okuyamayışınızın tuzu biberi oluyor. Belki bazılarınız çevresel nedenlerden ne biliyim müzik dinliyorsunuzdur ya da sevgilinizin sizi umursamaz tavırları sizi burnunuzdan solutuyordur. Vesaire vesaire işte... Şimdi bundan önceki paragrafta her ne söylediysem unutun. Rahat bir nefes alın ve sizi içine sürüklediğim paradokstan kurtulun. Tamam mı?

Sanırsam çıktınız paradokstan? Size şimdi bir hikâye anlatacağım. Aslında hikâye gerçek olabilir veya olmayabilir hatta şimdi yazarken ben de uydurmuş da olabilirim. Buna takılmayın siz. Sadece hikâyeyi yaşıyormuşçasına içinizde özümseyin. Hikâyenin ana karakteri olarak ben kendimi seçtim. Yani hikâyeyi kendi üzerimden anlatacağım. Burada şöyle bir anti parantez belirtmek istiyorum hikâyede bir bayan vasfına bürünüp öyle size anlatmayı düşünüyorum. Umarım sorun olmaz bu sana? Açıkçası sorun olup olmadığı da umurumda da değil de işte nezaketen sorayım dedim. Lafı daha fazla uzatmadan hikâyeye başlıyorum.

dum ve henüz liseyi yeni bitirmiştim. Açıkçası sınıf öğretmenliğine gitmek zorundaydım. Bilirsiniz ben köyde büyüdüğüm için bizim buralarda okumayan kızları evlendirirler. Hatta benimle liseden yeni bu haziranda mezun olmuş bir arkadaşımın bu kasımda düğünü var evleniyor. Nitekim ben de bu bölümde okumazsam benim de sonum böyle olacak o yüzden seçtim sınıf öğretmenliğini. Kısacası o uzun üniversite yaşamım böyle hareketli, çoktan seçmeli bir yazın ardından başlayacaktı. Ha bu arada hangi şehri kazandığımı söylemeyi unuttum... Neyse ya boş ver söylemeyim nereyi kazandığımın pek bir önemi olmayacak nasıl olsa.

Henüz üniversite giriş sınavı sonuçları bu sabah 10.00 sularında açıklanmıştı ama benim internetten sonuçlarımı öğrenmem sen de tahmin edersin ki ÖSYM'nin resmi internet sayfasındayken tam 58 defa F5 tuşuna basmamı gerektirmişti. Aslında bunun benim için pek de önemi yoktu. Çünkü o durumda ne yaptığımı bilemez bir halde kendimle boğuşuyordum. Tıpkı senin bir önceki paragrafta boğuştuğun gibi… Neyse 58. F5 sonunda Uluslararası ilişkiler bölümünü kıl payı kaçırıp hiç istemediğim bir bölümü sınıf öğretmenliğini kazanmıştım. Öğretmenlik; güzel, anlamlı ve de şerefli bir meslek biliyorum ama bende öğretmenlik hamurunun olamayacağını biliyordum. Ama gel de sen bu durumu anneme anlat. Beni öğretmen olmazsan evlendiririm seni hiç bir şey olamazsın diye tehdit etti. Yanlış anlamayın evlilik de önemli ama ben üniversite okumak istiyor-

Artık üniversiteyi kazandığım resmi olarak kesinleşmiş, postacı sınav sonuç belgemi biraz önce bahçede bamya toplayan annemin eline tutuşturmuş. Annem de heyecanla bana: -Kızzz! Züleyha nerdesin? Kız, gözü kör olmayasıca. Gel bak sonuç belgeni getirmiş postacı Mehmet Efendi. Diye annemin o sürekli kulağımda çınlayan bana seslenme biçimiyle bu müjdeli haberi veriyor olması da ayrı bir güzellik idi. Ben de hemen avluya inip zarfı yırttım ve evet üniversiteyi kazandığım yazıyordu. O sevinçle anneme sarılıp yüzüne birkaç buse kondurdum. Aslında annem dünya tatlısı bir kadındır ben çok seviyorum. En önemli özelliği çok çalışkandır koyunlara, tarlaya, ev işlerine hepsine birden yetişir. Bana hiç kıyamaz çok az iş

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 19


RENGARENK

gördürür. Aramızda kalsın ama bu yönünü çok seviyorum. Ama sakın benim tembel bir kız olduğumu sanmayın. Ben de çalışkanımdır her iş gelir elimden...Bir de sölesem mi acaba? Ama dur... Evet evet bunu söyleyeceğim. Biliyor musunuz ben çok güzelimdir. Saçlarım sırma gibi, gözlerim sanki bir deniz gibi mavi, yüzümün de annem çok güzel olduğunu söyler. Annem bir de hep kızım senin gözlerine baktığımda uçsuz bucaksız önü apaçık bir deniz görüyorum inşallah bahtın da açık olur der. İşte ben böyleyim. Ay! Utandım bir an... Artık hayatımın en güzel yazını geçiriyordum. Artık üniversiteyi kazanmanın verdiği haklı gururla köyde ana gündem maddesi sanki ben olmuştum. Benden başka bir de muhtarın oğlu Necip kazanmış üniversiteyi ama benim bölüm onunkinden de iyi. Köyde kadınlar ikindi vaktinden akşam ezanı okunana kadar ev önlerinde oturup dedikodu ederler ya işte hep o dedikodularda ben konuşuluyordum. 'Aaa! Görüyon mu gız Hatçe? Karadağlı İsmail'in kızı Züleyha öğretmen olmuş ne biyeri gazanmış dedilerdi de unuttum. Gız öğretmen çıkacakmış. Akıllı kızmış bizim oğlana alsak bu gızı on numara olur emme vermezler artık

öğretmen oldu ya bulur oralardan bi oğlan.' gibi hatta kadınları bilirsiniz bir konudan bin bir mevzu türetirler. Eee hal böyle olunca beni evlendirip, çoluk çocuğa karıştırmaları da gündemin alt başlıkları oluyor. Akşam babam eve gelince kahvede de beni konuşmuşlar. Babam sanki bir liderin takımı yönetmesi gibi kahvede millete ahkâm kesmiş yok benim kızım şöyle yok benim kızım böyle diye... Hani bunlar beni mutlu etmiyor da değil. Ben de kendimce ahkâmımı kesiyorum bizim mahalledeki benim tayfaya. Toplanınca çoğu zaman dizilerden konuşuruz ama bu aralar benden konuşuyoruz. Kızlar bir sürü soru soruyorlar. Aslında cevap vermek isteniyorum ama işte arkadaş bu veriyorsun kaçamak cevaplar. Yaklaşık bir ay köyde beni konuştular. Ama işler çoğalınca bir de ağustos sıcağında çalışmalar başlayınca beni konuşmak şurada dursun kimse başını kaşımaya fırsat bulamadı. Hatta biz sabah ezanından sonra gün biraz ışıyınca tarlaya iner akşam ezan okunmadan çıkartmazdı babam tarladan. Bir de üniversite kaydıma bir hafta kalması beni heyecanlandırıyordu. Babamla

20 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

gidecektik kayda ama işte artık Facebook'ta, Twitter'da, Friendfeed'te, Live Messenger 2011'de, durumumu sürekli update ederek üniversiteyi kazandığımı tabiri caizse haykırdığım için bende de kendi kendime heyecanlı bir bekleyiş oluşmuştu. Şehri, üniversiteyi merak ediyordum artık. Evrakları falan geçen pazartesi babamla şehre inip halletmiştik biletleri bile aldık. Bu pazartesi yolculuk başlıyordu ama... Anneme o kadar ısrar etmeme rağmen yine bir orduya yetecek kadar azık hazırlamış doldurmuştu torbaya. Yarın sabah saat 6.00'da yolculuğumuz başlıyordu ve beni bu gece heyecandan hiç uyku tutmuyordu. Doğup büyüdüğüm köyümden ilk defa bu kadar uzaklaşacaktım. Tek başıma ilk defa annemden ayrılıp kendi kendimi idare etmeye çalışacaktım gibi bir sürü soru uyumamam için aklımı meşgul ediyordu. Aslında annemin gözlerinde de kaygı seziyordum ama işte bilirsiniz klasik anne kurguları kızım tek başına nasıl yapar, ne eder gibi işte. Sabah herkesten erken kalkıp yüzümü yıkadım ve bir duş aldım. Güzelce giyinip annemi uyandırdım ve beraber kahvaltı hazırla-


>>Serbest Yazı

yıp babamı uyandırdık. Annem bizi tıka basa doyurduktan sonra yola indik. Yarım saatlik bir gecikmeden sonra bilirsiniz otobüsler pek tam vaktimde gelmezler otobüse binip o bilinmeyen yolculuğa başladık. Yaklaşık on saatlik yorucu bir yolculuğun ardından şehre vardık ve sorup soruşturarak babamla kendimize orta halli kalacak bir otel bulduk. Kayıt yarın sabah olacağı için bir gün öncesinden gelmiştik. Otele yerleştikten sonra birazcık uyumuşum ben. Dün akşam uyumamanın vermiş olduğu bir durum olsa gerek. Uyandığımda babam televizyon izliyordu ve saat de akşam 8 sularıydı. Sonra dışarda bir şeyler yemeye karar verdik ve otelin yakınındaki bir lokantaya girip yedik birşeyler. Birazcık da turladık. Şehir beni büyülemişti açıkçası. Bana çok gizemli, ucu bucağı olmayan bir yer gibi geliyordu. Yolculuğun da verdiği sersemlikle ne tarafa gittiğimizi nerden geldiğimizi kestiremez olmuştum. Otele gelir gelmez yine uyudum. Babam da uyudu ve ben genelde yattığım yeri yabancılarım ama bu sefer direk yatar yatmaz uyuyakalmıştım. Sabah 8 gibi kahvaltı yapıp okulun yolunu tuttuk ve öğleye doğru da

kayıt işlemlerimiz bitmişti. Okul kelimenin tam anlamıyla muhteşemdi ve beklentilerimi de karşıladı diyebilirim. Saat 18 gibi otobüsümüz vardı o vakte kadar yine biraz gezdik ve ertesi gün annemin yanında köydeydim. Annem sanki gideli yıllar olmuş gibi bizi karşıladı ve beni görünce ağlamaklı oldu. Ortam birden duygusallaşmıştı ve ben de ağlıyordum sanki. Bir de bir hafta sonra okulların açılıyor olması bende köyüme olan özlemi artırdı. Hani derler ya insan bir şeyin değerini kaybedince anlar diye ben de köyümden, ailemden uzaklaşıyor olmanın verdiği karamsarlığı yaşıyordum. Neyse böyle durgun, karamsar bir haftanın ardından temelli yolculuk yaklaşıyordu. Geceleri aramızda kalsın ama ben de gizliden gizliye ağlıyordum. Annemi, ailemi buradaki yaşamı çok seviyordum ve bazen acaba gitmesem mi diye saçma düşünceler kuruyordum. Aslında annem ortamı çok geriyordu sürekli bana gidip bir daha gelmeyecekmişim gibi bakıyor sanki benden bir şeyler saklıyor gibi göz göze gelmekten kaçıyordu. Kısacası işte böyle bir ortam vardı evde yolculuğum öncesi... Yolculuk gecesi odama çekilip

öylece uzandım yatağa ve ağladım ta içimi rahatlatana kadar. Sonra annemin omzuma dokunmasıyla uyandım bir baktım ki sabah olmuş. Annem kahvaltı için çağırıyordu. Bana beş dakika önce ağlıyormuşum gibi geldi ama sanırsam bayağı dalıp gitmişim. Kahvaltıdan sonra yola indik elimde kalacağım yurdun adresi, telefon numarası gibi her türlü şey vardı. Zaten otogara kalacağım yurt yakındı. Kayıttayken babamla iyice bellemiştik oraları. Yolda müzik dinleyerek gözlerimi kapadım. Sanırsam uyumuşum da. Sonra gözlerimi büyük bir sarsıntıyla açtığımda sanki bir yere düşüyormuşuz gibi geldi. Evet, etrafımdakilerin çığlıkları, bağrışmaları bir şeylerin kötüye gittiğine işaretti. Hemen iyice uyandığıma emin olup camdan dışarı baktım ve aşağı doğru düşüyorduk. Yolumuz üzerindeki köprüden geçerken otobüsümüz bir tırla çarpışıp köprüden yuvarlanmıştı. Alelacele düşüşte camların kapatılması denize batmış otobüsümüzün su almasını geciktirmişti. Ama yine de hızla otobüs su alıyordu. Camdan baktığımda etrafımız masmavi bir su ile kaplıydı. Tıpkı gözlerim gibi...

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 21


RENGARENK

RÜZGAR’IN UÇURDUKLARI Aslıhan Gündüz / aslihangunduz.blogspot.com

İki durak arası “Rüzgar” molası Şimdi ara verip biraz dedikodu yapma vakti diyeceğim ya da hayır hayır gördüklerimi yazma vakti… Yok yok o da değil başka bir şey anlatacağım bu sayfada ve biraz mola vermenizi sağlayacağım. Hani iki durak arasındaki mesafeden geçerken, hızlı hızlı otobüse yetişme sevdasıyla durağa yöneldiğinizde birden bir şey dikkatinizi çeker ve bakakalırsınız ya işte öyle bir arayı bulacaksınız sayfamda… Giriş-gelişme-sonuç dengesi biraz karışacak, başka şeylerin içinden bir başka şeyler çıkacak… Tamam tamam şimdi en başa sarıyorum ve “Sen kimsin, ne diyorsun?” sorusuna cevap vererek biraz da kurallara uyarak devam ediyorum tanışma yazıma… Adettendir ben de “Merhaba” diyerek başlayayım… Kendimi bildim bileli yazıyorum, hani klasiktir, günlüklerle başlanır ya aynen öyle başladım ortaokul dönemlerimde yazmaya. Sonra da bugüne kadar hep yazdım. Yazdıklarım şekil değiştirse de o zamanlardaki yazma isteğimi üniversiteden mezun olduktan sonra Anneyiz.Biz Dergisi’nde editör olarak işe başlayarak taçlandırdım. Sonrasında da devamı geldi ve şimdi Anne Bebek Dergisi’nde editör olarak son 1,5 yıldır devam ediyorum yoluma. Gördüğüm, yaptığım yazdığım her şeyi herkesle paylaşma merakımdan ve arkadaş sohbetlerinde sen de bir blog açsana kendine diye söylemlerden ortaya çıkan “aslihangunduz.blog-spot.com”da da hem dergide (Anne Bebek) yer alan bazı konulara hem de röportajlarıma yer veriyorum ve de aslında daha birçok şeye…

22 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

Mola olarak adlandırdığım sayfamda Rüzgar’ın uçurduğu her şeyi bulacaksınız. Kimi zaman gittiğim bir toplantıdan gözlemlerimi kimi zaman ünlü röportajlarından önceki hazırlıkları, röportaj anını kimi zaman da okurlarımla özel yaptığım görüş alışverişinden ortaya çıkan cümleleri okuyacaksınız. Aslına bakarsanız bu sayfada sizin düşüncenizde, “Aaa bu böyle miydi hiç de böyle gözükmüyor oysaki!” diyeceğiniz ünlülerde olacak “Hadi canım bu kadarı da fazla!” diyeceğiniz cümleleri kurdurtacak hikayelerimde. Yazımın başında da belirttiğim gibi giriş-gelişme-sonuç üçlemesini bozarak paylaşacağım sizlerle cümlelerimi. Gelecek “Neden?” sorusu içinde şimdiden gardımı alayım, aklımdan geçtiği gibi yazdığımda daha samimi olduğunu fark ettim yazılarımın ve bu sayfalarında samimiyeti hak eden okurlar tarafında da okunduğunu düşününce de böyle yazmaya devam edeceğim sanırım. Blog Dergisi ile tanışma hikayemi de anlatayım. Dediğim gibi başlangıcı belli değil yazımın. İnternette dolaşmayı yeni yeni şeyler bulmayı, blog’uma bir şeyler ek-


>>Rüzgar’ın Uçurdukları

lemeyi ve de duyurmayı sevdiğimden neler yapabilirim düşüncesiyle başladım blogları kurcalamaya o sırada da hala karşıma nasıl çıktığını hatırlamadığım Blog Dergisi çıktı, tek tek sayfalarına baktım ve benim blog’umda burada yer almalı diyerek bir mail attım info adreslerine. Derdimi anlattım, aslında ben sadece en arkada yer alan “Altın Yumurtalı Bloglar” sayfasınde yer almak için atmıştım mailimi ama gelen samimi bir maille de bu sayfalarda olma fikri oluştu. Veee ilk yazı yazılırken şimdi, yavaş yavaş da cümleler toparlanırken, ne kadar anlatabilmişim diye okurken bir önceki yazdıklarımı, ne kadarda yazsam her sayfada bir başka benin yazdığı şeyleri göreceğinizden daha bir ta-

nımlama yorumlama şansınız olacak “beni” -ki zaten kendini anlatmayı sevmeyen biri olarak bu kadar yazabilmiş olmamda gene iyi bir şey- diyerek, keyifle yazımı okuduğunuzu umarak, bir sonraki sayımızda, ilk ünlü hikayemizle başlamayı umut ederek ve yine adettendir “Kendinize iyi bakın.” diyerek sondan iki önceki cümleme noktamı koyuyorum. Ben; yani Rüzgar, yani savrulan her neyse alıp yorumlayan, yani her şeyi paylaşmaya çalışan AslıhaN. Bir sonraki yazısında neyin olacağı sözünü veremeyen, ruh haline göre sayfalarını hazırlayan biri olarak biliyorumki iki durak arasındaki yolculuğumuzun, nefes alma arasında keyifle okuyacağınız cümlelerim olacak...

Fotoğraf: Şahver Koçulu-Burçin Çobaoğlu

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 23


RENGARENK

Yalnızca insan olmakla kazanılan haklarımız vazgeçilmez, vazgeçtirilemez sahipliklerimizle dil, din, ırk, millet ayırmadan eşitiz. Gerçekte insan olduğumuz için hak ettiklerimizin genel tanımı böyle ama işin içine başkaları girince her şey başka anlamlar kazanıyor. Eşitlik kişilerin biçtikleriyle yeniden şekilleniyor. Hakkım olanı, benim hakkım diyen başkasına teslim edebiliyorum mesela. Derin, perspektif bakış gerektiren, insan söz konusu olunca karma karışık olunan karşıt kavramlar arasında doğru olanı anlatmaya çalışmak bile çelişki oluşturabiliyor. Tam kavramı hitap cümlesi ile net açıklansa da haklar karşıtlığı bunun ne demek olduğunun ve her bireyin düşüncesine göre değişiyor olması sıkıntılı. Her yerde, her adımda bu hakları çiğnemeye değer binlerce gerekçe buluyoruz. Bu sadece töre cinayeti, eğitimine engel olunan kız çocuğu demek değil. O kadar vahim ilerleme gösteriliyor ki bazen önceliklerimizi en çok duyduklarımıza harcıyoruz. İşte tam bu nokta da yetersizliğimi daha çok hissediyorum. Aklımdakiler birbirine giriyor. Dil, din, ırk ayırmadan sözün de sıkışıp kalıyorum.

Hakların maddelerine bakıldığında hala ülkem için uygulama sıkıntısı çekildiği söylenilse bile geçmiş yıllara oranla ciddi iyileşmeler tabi ki sağlanmıştır. Gerek teknolojik, gerek kültürel, gerek ekonomik iyileşmeler kişi hak ve hakları konusunda daha duyarlı bireyler haline getirmiştir bizleri. Tabi bu aynı zamanda geçmiş dönemde ki uygulamaların şaşırtıcı, onur kırıcı eylemlerin herkes tarafından yaşamayı ret etmesinin de etkisidir. Günümüz şartları geçmişle bu acıdan kıyaslanamayacak kadar düzelmiştir.

Olumlu ya da olumsuz bakış acısına sahip olmak ve tabi ki kendi çıkarlarımızla karşımızda ki adil değerlendirebilme sorunu modern çağların farklı ifadeleriyle devam eder. Ama hepimiz aynı hakları kazanıyor bilinci artıyor. Bende dâhil detaylar arasında kendi gibi düşünmeyenleri daha tahammüllü dinlemeyi ve kazanılmışlıklara saygı duyulmayı dilerim. İnsan olduğum için, insan olduğun için değerliyim, değerlisin. Serap KAZANCI - tuykalem.org

24 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


>>İnsan

fotoğraf: escaped-emotions.deviantart.com

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 25


KİŞİSEL GELİŞİM

BU İŞ BENİM HAKKIM Oğuz Aslan / oguzaslan.net

“Görüşmeye gittiğinizde mülakatınız stres mülakatı veya yapılandırılmış mülakat olabilir. Profesyonel şekilde yapılandırılmış bir görüşmede siz insan hakları ile ilgili haksızlığa uğradığınızı düşünürken aslında görüşmeci veya görüşmeciler sizin farklı yetkinliklerinizi, olaylara karşı verdiğiniz tepkileri değerlendiriyor olabilir. “ Değerli Blog Dergisi okurları, Bu aydan itibaren her sayımızda Kişisel Gelişim başlığı altındaki yazılarımı sizlerle paylaşacağım. Blog Dergisi’nde yazar olmanın keyfini beraber yaşayacağımıza inanıyorum. Derginin bu ayki teması, İnsan Hakları.

Oğuz ASLAN www.oguzaslan.net twitter/oguzas

26 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

İnsan Hakları ile ilgili konular, farkında olsak da olmasak da hayatın her köşesinde karşımıza çıkıyor. Kişisel Gelişim ile ilgili alanlara geniş bir çerçeve ile baktığımızda en temel haklardan birinin eğitimde fırsat eşitliği olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazıda üzerinde duracağımız nokta ise daha çok iş görüşmelerinde ve iş başvurularında sahip olmamız ya da korumamız gereken haklarımız.


>>Bu İş Benim Hakkım

Konuyu öncelikle yurt dışından açmak gerekir diye düşünüyorum. Yaptığım eğitimlerden birinde, katılımcılardan bir kişi, Amerika Birleşik Devletleri’ne bir iş başvurusu için özgeçmişini gönderdiğini söylemişti. Özgeçmişini gönderdikten bir süre sonra, firma yetkilileri, özgeçmişi geri göndererek fotoğrafını çıkardıktan sonra yeniden göndermesini talep etmişler. İnsan hakları konusunun her geçen gün önem kazandığı dünyamızda, bir işe başvuran adayların eşit koşullarda değerlendirilmesini sağlamak gerekiyor. Bunu yapabilmenin en iyi yolu olarak yurt dışında adayların kişisel bilgilerinin gizli tutulması görülüyor. Mülakatlar esnasında sorulan, evli misiniz, evlenmeyi düşünüyor musunuz, çocuğunuz var mı veya çocuk yapmayı planlıyor musunuz gibi sorular nedeniyle dava açılan şirketler olduğunu biliyoruz. İşin özünde şu var. Çalıştıracağınız kişi, teknik ve pratik yetkinlikler bakımından aradığınız kriterlere uygunsa, işveren olarak, o kişiye çalışma imkânı vermeniz, insan hakları gereği bir zorunluluk olarak karşınıza çıkabiliyor. O nedenle fotoğrafınızın yani dış görünüşünüzün, cinsiyetinizin ya da medeni durumunuzun işe alım esnasında etkileyici bir durum olmaması gerekiyor. İşin olması gereken kısmı bu şekilde. Bir de olan kısmı var ki uygulamada yukarıda da bahsettiğimiz yurt dışındaki örneklerin konuya özen gösterdiklerini görebiliyoruz.

İşverenler neden adayların özel hayatları ile ilgili bilgi edinmek istiyorlar sorusunun birçok cevabı var. Örneğin kadın adayların çocuk sahibi olacakları zaman kullanacakları izinler, işin aksamasına neden olabiliyor. Bir başka örnek ise görsel açıdan değerlendirme. Eğer görsel temsiliyetin önemli olduğu bir pozisyona eleman alımı yapıyorsanız, adayların dış görünüşleri ile ilgili değerlendirme yapmak istemeniz normal. Diğer yandan, işin niteliği itibariyle görselliğin önemli olmadığı bir işe alım sürecinde, aynı yetkinliklere sahip iki aday arasında seçim yaparken daha güzel ya da daha yakışıklı olan adayı seçmek insan hakları bakımından adaletsiz bir durum yaratıyor. Yeni bir insanla tanıştığımızda onunla ilgili kararları en fazla otuz saniye içerisinde zihnimiz vermiş oluyor. Bazı uzmanlara göre bu süre yedi saniyeye kadar düşerken bazı uzmanlar üç dakikaya kadar çıktığını iddia ediyorlar. Yaptığımız değerlendirmeye ilk izlenim deniyor ve ilk izlenimi değiştirmek hiç kolay olmuyor. Yani insanların dış görünüşünün zihnimize sağladığı verileri önemsiyoruz. Hatta mülakatlarda da aslında işe alım yapan kişin görüşmecinin adayı işe alıp almaya ilk otuz saniye içerisinde karar verdiği iddia ediliyor. Düşünsenize belki de saatlerce süren mülakatların aslında o kadar www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 27


KİŞİSEL GELİŞİM da etkisi yok. Karar zaten daha ilk dakikalarda verilmiş oluyor. Özgeçmişlerimizde de durum aynı şekilde. Günümüzde bir iş başvurusuna yüzlerce adayın özgeçmişi ulaşıyor. İnsan kaynakları yetkilileri başvuruları çok hızlı bir biçimde inceleyerek en doğru adayı bulmak için her özgeçmişi incelemek için en fazla kırk saniye ayırabiliyorlar. İlk izlenimin üzerimizde bu kadar etkisi varken, özgeçmişimizdeki fotoğrafın işe alım veya görüşmeye çağırılma kararımızı etkileyeceği kesin. Bu nedenle yurt dışında özgeçmişler fotoğrafsız olarak talep ediliyor. Ülkemizde ise durum biraz daha farklı. Yaptığımız eğitimlerde adaylara, özgeçmişlerinde iyi bir fotoğraf olmasını özellikle tavsiye ediyoruz. Çünkü Türkiye’de birçok şirket, gönderdiğiniz resimsiz bir özgeçmişi değerlendirmeye almıyor bile. Yani yukarıda anlattığımız durumların tam tersini yaşıyoruz. Mülakatlar ise daha da farklı. İnsan kaynakları yetkilisi olan görüşmeci, adayın evli olup olmadığını, değilse ne zaman evleneceğini, çocuğu olup olmadığını, çocuğu varsa bakım sorununu nasıl çözeceğine kadar birçok şahsi bilgiyi mülakatlarda soruyor. Küpe takmış bir erkeğe veya farklı bir dine mensup olduğu bilinen bir adaya karşı bakış değişerek, işe alım kararın etkileyebiliyor. Adayların bu soruları cevaplamayı reddedebilecek, görüşmecinin ise bunları sormanın aslında bir insan hakları ihlali anlamına geldiğini fark edecek bilinç düzeyine gelebilmesi için biraz daha zamana ihtiyacımız var. Maalesef ülkemizde gerçekleşen çok kötü mülakat tecrübeleri de var. Adaya hakaret eden, aşağılayan görüşmecilerin sayısı oldukça fazla. Kadın adaylara karşı taciz girişimleri veya komplimanlar bile olabiliyor. Adayların böyle durumları dile getirmemesi, katlanmaları, işe girebilmek için göz ardı etmeleri ise kısır döngünün devam etmesine neden olabiliyor. Aslına bakarsanız bir iş görüşmesinde yalnızca görüşmeci aday ile ilgili bir değerlendirme yapmamalı. Aday da o şirket ile ilgili bilgileri, görüşmenin tarzından çıkararak onlar hakkında bir karar verebilmeli ve yalnızca çalışmak için değil, alış veriş yaparken de tercihlerini edindiği bu bilgilere göre yapabilmeli. Farklı açılardan baktığımızda ülkemizde yapılan mülakatlarda az da olsa ince bir nokta olabileceğini bil28 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

memiz gerekiyor. Kurumlar, adaylar ile görüşürken farklı mülakat tekniklerini uygulayabiliyor. Teknikleri ayrıntılı olarak başka bir yazımızda inceleyebiliriz. Görüşmeye gittiğinizde mülakatınız stres mülakatı veya yapılandırılmış mülakat olabilir. Profesyonel şekilde yapılandırılmış bir görüşmede siz insan hakları ile ilgili haksızlığa uğradığınızı düşünürken aslında görüşmeci veya görüşmeciler sizin farklı yetkinliklerinizi, olaylara karşı verdiğiniz tepkileri değerlendiriyor olabilir. Görüşme sonunda zaten size bilgi verilir. Ancak bir mülakatta karşılaştığınız durumun gerçekten bir stres mülakatı mı yoksa görüşmecinin ve kurumun amatörlüğünden kaynaklanan bir durum mu olduğunu belirlemek adaya kalıyor. Böyle durumlarda temkinli olmakta fayda var. Her ne kadar ülkemizde iş görüşmelerindeki insan hakları ihlallerinin düzelebilmesi için zamana ihtiyaç olsa da durum ile ilgili bilinç düzeyimizi yükseltmemiz gerekiyor. Bu yazıyı okuyan bir görüşmeci iseniz, şirketinizin politikasını da gözden geçirerek iş görüşmelerinizde insan hakları ihlallerini ortadan kaldırabilir, nitelikleri işe uygun olan her adaya eşit şansı verebilirsiniz. Eğer bir aday olarak bu yazıyı okuyorsanız, bilin ki maalesef ülkemizde birçok işveren, adayların yalnızca yetkinlikleri ile ilgilenmiyor. İstediğiniz işi kaybetmeden bilinç düzeyini artırmak, bu iş benim hakkım diyebilmek sizlerin elinde. Muhabbetle.


>>Bu İş Benim Hakkım

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 29


RÖPORTAJ

Rahim AYTUNÇ rahimaytunc.blogspot.com

B

log tutmak, eğlenceli olmasının yanında çok ciddi bir iştir. Nasıl ki bir işi baştan savma yaparsanız, geleceği olmaz ve başarısızlığınızı zamanla kabul edip, sonrasında farklı alanlara kayarsanız blog tutmak da aynı şeydir. Eğer sadece eğlenmek için blog tutmaya devam ederseniz, bir yerden sonra eğlencenin tadı kaçar. Çünkü yazmak eğlenceli olmasının yanında, çok da büyük bir emek, dikkat ve özveri istiyor. Takip ettiğim blog yazarları arasında blog yazmayı; anlık kaçış yolu, eğlence olmasının yanında bir de "işiymiş" gibi görüp bunu çok ciddi yapanlar da var. Bu ayki röportaj konuğum onlardan biri. 5posta.org da Fenasi adıyla yazıyor. Tuttuğu blog sayesinde binlerce kişiye ulaşıp, kimsenin konuşmaya cesaret edemediği konuları, en ince ayrıntısına kadar "ruhumuzu incitmeden" yazıyor. Her zaman blogundan takip ediyorduk, ama bu sefer bu sayfaları onu daha yakından tanıyacağız. Biz kısa kısa sorduk, kendisi de blogundaki o sımsıcak samimiyetiyle uzun uzun yanıtladı. Bize biraz kendinden bahseder misin? Kimsin, nasıl birisin, nerede yaşar, ne iş yaparsın? Kim olduğumu anlatabilir miyim bilmiyorum? Zor bu galiba. Kendimin olduğunu düşündüğüm insan gibi algılanmıyordur zaten dışardan. Öyleyse bu sorunun cevabını blogu az çok takip edenlere veya bu söyleşiyi okuyanlara bırakayım. Yalnızca şunu söyleyebilirim belki; bazen arkama yaslanıp bakıyorum, hem blogda baya yazı girmişim, hem de FriendFeed'de oldukça aktif bir profilim var. Bunlardan çok konuşan ve sosyal biri olduğum çıkarılabilir belki ama bu yanıltıcı olur. Günlük hayatta oldukça az konuşan biriyim. Kalabalığı da sevmiyorum etrafımda. Belki tüm bunları dengelemek için yazıyorumdur. İşe güce, yuvaya gelince... Kuzeyin Venedik’i olan Stockholm’da yaşıyorum. Bir iş yapmıyorum doğru 30 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

düzgün. İnternet branşında çalışmışlığım var. Çok uzun zaman bar işlettim, kendim de çalıştım içinde. Belki insanlara tahammül edemememin sebebi bu olabilir. Geçen sene bıraktım o işleri. Şu anda hazır yiyorum. Kafamdaki ipe sapa gelmez projeleri hayata geçirmek için uğraşıyorum. 5posta.org'da Fenasi ismiyle yazıyorsun. Neden 5posta.org diye bir blog adı? Neden kendi isminle değilde bir Fenasi nickiyle yazıyorsun, özel bir nedeni var mı? Hahaha!! Bak, bugüne kadar başıma çok defa gelen, tekrarlanan bir şeyi anlatayım. Bazen mail kutusuna iletişime geçmek isteyen kişilerden mesaj geliyor. Bunların kadın olanlarının büyük kısmının ilk hoş-beşten sonra merak ettiği, neden Fenasi gibi kıro bir rumuzla yazdığım. Oysa aslında bana karşı çok pozitif


>>5Posta

düşünceleri var bu insanların. Gel gör ki, konunun açılış biçimi, gelişmesi ve sonunda; bana, sanki nişanlanacakmışız ama bu isimle beni arkadaşlarına veya babasına takdim etmeye utanıyorlarmış gibi geliyor. Bir yerde başarıya ulaşmışım o zaman bu rumuzla... Çünkü avatar ve rumuzun yüzeysel planda bazen içerik kadar önemli addedilebildiği internetlerde, ciddiye alınmak konusunda 'Beşte biter, dört averaj veriyorum.'' diye iddialı bir söylemle giriş yaptırıyor Fenasi bana.

çok da öyle olmadığını gördüm. Gördüm ama bu sefer de Türkiye'nin kendine has yapısından ötürü her şeyi, her yerde açıkça söyleyenlerin üzerine fiziki, psikolojik veya hukuki şiddete başvurularak gidildiği gerçeği sık sık gözüme sokuldu. Bunu korkaklık olarak görenler de var. Nick'inin arkasına saklanarak yazanlar ... diye başlıyorlar eleştirilerine. İyi de bebeğim, sen adınla yazıyorsun, çiçek, böcek, Firefox sürümü yazıyorsun. Oysa içinde fırtınalar kopuyor, biliyorum. Al bir nick, rahatla. Kendi kendine yaşadığın hayal kırıklıklarının ve yetememenin faturasını nick'li olanlara kesme!

Böyle kaliteli ve yayın içeriğindeki kalitesinden dolayı zor olan bir blog fikri nasıl ortaya çıktı? Kaliteli mi bilmem. Çok sayıda çer-çöp de var içinde, ''Aaa bu bayağı iyi oldu.'' dediklerim de. Başkası bu konseptte yapsa, okurdum. Zaten blogun çıkış noktası da bu. Kendi zevkime göre okuyacak bir şey yoktu internetlerde. Ben yapayım, bakalım nasıl olacak diye çıktım yola. Tabii blogu yapmaya karar verdiğim günlerdeki durumumu da kısaca geçmem lazım ki, çıkış noktasını iyi açıklamış olayım: Ancak dürüst olmak gerekirse, şu kadar zaman sonra baktığımda çok da memnun olduğumu söyleyemem bu rumuzdan. Çok düşünerek bulduğum bir şey değildi. Aslına bakarsan tüm olay, yani bir blog tutmaya karar vermek, isim bulmak, lanse etmek vs, tamamen göle maya çalmaya benzer bir durumdu benim için. Türkiye ve Türkçe ile oldukça uzak olduğum dönemlerde ''bakalım ne olacak'' diye giriştiğim bir proje. O yüzden çok fazla sallamadım ilk başta hiç bir şeyi. 5 Posta ismi bence çok başarılı. Ancak bu ismi bulmanın rehaveti ile rumuzu boşlamış olmalıyım. Kendi ismiyle yazmak, yazmamak konusu genel olarak çok konuşuldu. Şöyle diyeyim: Yazarken çoğumuzun yaptığı şey aslında bir yerde teşhirci mastürbasyon. Bu mastürbasyonu yaparken okurun karşısında tüm çıplaklığınla duruyorsun. Beni ismimle, cismimle tanıyanların karşısında bu halimle kendimi rahatsız hissedeceğimden, kendimi ister istemez kısıtlayacağımdan şüphelenmiştim en başta. Sonraları bunun

Benim çevremde sabah gidip, akşam gelmeli bir işi olan insan çok az olmuştur. Bugün yine öyle, o gün de öyleydi. Biraz da keyif pezevenkleri birbirini buluyor tabii. Buradaki yaşam, buraya ailesiz ve yalnız gelmiş benim gibiler için farklı. Yaşadığın yere hiçbir zaman ait olmadığın için yuvanı da yapasın gelmiyor. Ben ve arkadaşlarımın ödemesi gereken bir taksidi, kooperatif evi, yazlığı, bankada yatırımı, araba masrafı gibi dertlerimiz yoktu ve böyle bir yaşam tarzının üzerine hem sistemi dolandırarak, hem de ücreti iyi siyah işlerde çalışarak günümüzü gün ettiğimiz zamanlardı. Gece çalışıyor, kazandıklarımızı yine gece yiyorduk. Gündüz saatleri ise bir kafede oturup lak-lak etmek için ayrılmıştı. Gecelerin olayları gündüzün geyiği oluyordu. Bir bakıma Seinfeld’daki gibi Monk’s Coffee sohbetleri gibi… Bu lak-lak konuları, blogun da konusu olsun diye düşündüm. Tahmin edersin ki insanın karnı tok, sırtı pek olduğunda kafası çoğunlukla bir işe çalışır. www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 31


RÖPORTAJ Kendi aramızda geçen konuların bazılarına yeterli cevap bulamadığımız oluyordu. Merak ettiklerimize internetten bakasım geldiğinde, bu konularda yeterli Türkçe içerik olmadığını gördüm. Japon pornografisinde cinsel organları sansürlemek için niye blur koyuyorlar mesela? Türkçe içerik yoktu ama İsveç’in en ünlü sushi ustalarından 64 yaşında bir Japon’u tanıyordum. Ona sordum. Aldığım cevabı ilginç bulunca bunu insanlarla paylaşmak istedim. Blogun hikâyesi, bir ceviz kabuğuna sığdırılacaksa, budur. Yaşadığım ve tanık olduğum ya da bana anlatılan tecrübeleri yazasım geldi. Bir de benim işim çok kolay oldu tabii. O gün ve hala bugün piyasada cinsellik konusunda içerik üreticiler, “o büyük kitle”ye hitap ediyorlar. “Neden kalkmıyor, neden erken boşaldım, nasıl uzatırım, göğüs büyütücü krem, erkeğinizi elinizde tutmak için 15 yöntem, kocam porno seyrediyor.'' gibi benim hiç ilgimi çekmeyen konuları, genel akıma uygun bir yayın politikası ile işliyorlar. Bunu anlayışla karşılayabilirim. In the dollar we trust... Peki ya dipten yukarı doğru gelen baskı? Uzun kuyruğun talepleri? O yoktu çok fazla. Bu alanda bir kitleye hitap edebileceğimi düşündüm. Hiç yoksa başlayayım, ''Her kitabın bir okuru, her okurun bir kitabı vardır.'' dedim. İçeriği oluşturmanın bir zorluğu yok benim için. Gözlem yapmayı seviyorum. İlgimi çeken şeyleri araştırmaya, öğrenmeye bakarım. Bir başka avantajım da burada gerçekten çok kültürlü bir toplum yapısı var. Yani, shibari veya Japon pornosunu kim 60 küsur yaşındaki bir sushi ustasından dinleyebilir ki? Sevgili Toshi-san... Bende emeği büyük. Sence blogun +18 mi?

Zor bir soru. Dürüst olmak gerekirse, 15 yaşında bir insan anal seksi merak edemez mi? Ya da etmiyor mu, diyeyim... Bugün 15 yaşında bir çocuk, Google’da arama yapmayı internetten sorumlu devlet bakanından daha iyi biliyor. Bu insan yavrularına birilerinin 32 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

ass to mouth'un sağlıklı olmadığını anlatması lazım. Her şey YouJizz videolarında göründüğü gibi değil. Bunun yanında, içerik sahibi ve siteyi modere eden kişi olarak kendi beynim hoşaf olmasın diye +18 değil, +28 gibi bir ibare koymayı defalarca düşündüm bloga. Böylesi hepimiz için daha iyi olurdu. Ergenlere, M.E.B.‘in okullarda müfredata koyduğu, çağdaş biçimde yapılandırılmış cinsel eğitim dersleri yeterli. Öyle olması gerek. Öyledir de herhalde. Blogunla ilk defa karşılaşan kişi direkt olarak pornografik olduğunu düşünüyor. Blogunu senden dinlersek, blogun nasıl bi yer ve sen kendini nasıl bir blogger olarak tanımlarsın? Andres Serrano ilginç bir sanatçı. Çok hoş eserleri var. Adamın sergileri biraz gürültü yaratsa ve tepki çekse de ‘’pornografik’’ değil bence. Sanat ve sanatçı provokatif olmalı bana göre. Onun da yaptığı bu. Zaten adam ‘artist’, yoksa adına ‘pornograf’ derlerdi. Haşa, kendime de öyle ‘kendi çapında bir sanatçı’ payesi verecek halim yok tabii. Ancak tıpkı Serrano örneğinde olduğu gibi iletişimde, mesaj iletmede kullanılan dil ‘ofansif’ olabilir. Burada ‘ofansif’ kelimesini ‘pornografi’ kelimesini kullanmamak için kurnazlıkla veya kaçamak yaparak kullanmıyorum. Çünkü Serrano’da gördüğümüz şey kesinlikle ‘pornografi’ değil. Pornografinin tanımı için sayfalarca yazarız, saatlerce konuşuruz. Fakat ben, sokaktaki insanın anlayabileceği bir dille ifade edeyim. Bir şeyin pornografik olması için onunla mastürbasyon yapman lazım. Amacı budur pornografinin: Seni boşaltmak. Boşalmak yerine kızıyor, iğreniyor veya en iyi ihtimalle 10 saniye durup, gördüklerini düşünmeni sağlıyorsa, o, bildiğimiz anlamda pornografi değildir. Ha literatürde ne yazdığı umrumda değil. Bu, benim tanımım. Blogun da nasıl bir yer olduğunu açıklamış olmalıyım böylelikle. Bokta boncuk arayanlar her zaman olacaktır. Onlara da yardımcı olayım. Madem cinsellik, seks konusunda mütevazı paylaşımlar yapacağım diye başladın, ne diye öyle mesaj, iletişim dili diye artistik yapıyorsun?


>>5Posta

Blog, yaşayan bir organizma. Doğuşu, büyümesi, gelişmesi, inişleri, çıkışları var. Bu amaçla başladım, aynı amaçla da devam ediyorum diye bir şey yok. Tabii aynı şekilde çıkış amacımı da tamamen bıraktığımı kimse söyleyemez. Cinsellik, erotik, pornografi zaten geleneksel olarak eşitlik, tolerans, bireyin özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü konuları altında her zaman görülen elementler olmuştur. Tabii bunun böyle olduğunu okuyorsun, teorik olarak biliyorsun. Hatta literatürü var ama seviyeyi yükseltmeyeyim şimdi. Fakat bunları bilmek başka bir şey, senin veya tanıdıklarının başına gelmesi, birebir yaşaman ayrı bir şey. Türkiye’deki sansür ile ilk ciddi karşılaşmam, Bilim Din ve Felsefe adlı blogun erişime engellenmesiyle oldu. Bu olayla beraber dikkatimi biraz daha bu konulara verdim. Zaman zaman oldukça ağırlıklı olarak düşünce ve ifade özgürlüğü, sansür konularını işledim blogda. Daha doğrusu kişisel bir blog olduğu için ne ile ilgileniyorsam, hangi konuda potansiyel okurlarla iletişime geçmek istiyorsam, onları işliyorum blogumda. Blogunun en çok hangi yönü eleştiriliyor? Ve sen bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsun? Blogun her yönü eleştiriliyor. Ta en başından beri böyle oldu bu. Fuhuş ile ilgili bir başka yazı için feministlerle ve devrimci görüşte okurlarla papaz olmuşluğum var. Uzun bir süre Turkish liberallerle sıkı fıkıydık blogda. Bu sahte aşk, FriendFeed’de son buldu. Açık söylemem gerekirse ideolojik nedenli eleştirileri hiç tınmıyorum. Tınmamamın başlıca nedeni, ne benim ne de onların kendimizi değiştiremeyeceğimiz gerçeği. Ayrıca herkes de bir şemsiye ve grup altında kimliğini bulmuşa benziyor. Bunların arasında kendime yer göremiyorum. Açıkta kalınca yağmuru yiyorsun. Olağan şeyler… Aslına bakarsak blogun çok eleştirilmesi iyi bir şey. Demek ki rahatsız edici. Rahatsız olup, arkanı dönüp gitmek var. Ama o kişi zahmet etmiş, eleştirmiş. Teşekkürler ona. Kendime de pay çıkarayım; demek ki yeteri kadar rahatsız edebilmişim. Bir de beni değiştirebilecek, bana cidden bir kazanım verebilecek eleştiriler var. Aşağı yukarı her yazımdan sonra Sütlükahve, imla ve anlatım hatalarımı bildirir bana. Deniz Tan ve TozVeGaz ise daha çok nasıl yazdı-

ğım ile ilgili eleştiriler getiriyor. Bunları çok değerli buluyorum. Ayrıca kendine mesih süsü vermeyen, sade okurların ‘’çok entele kaydın, biraz daha seks yaz’’ gibi yorumları (daha bugün aldım) da değerli. Her şeye rağmen blogda dengeli ve tüketilebilir bir içerik sunmak için bunları dinlemeye çalışıyorum. Yazdıklarını yaşanılmış bir samimiyette aktardığını görüyorum. Hatta yazdıklarını sanki okumuyor, böyle karşıklıklı oturmuşuz da, sen konuşuyorsun ben dinliyorum gibi bir samimiyette hissediyorum bunu nasıl başarıyorsun? Nasıl başardığımı bilmiyorum. Bir formulüm yok. Şurası belli ki yazma konusunda biraz da olsa yeteneğim var galiba. İsveç’e ilk geldiğim yıllarda dil kursuna gittim uzun süre. Temel İsveçce’nin dışında, dilimi üniversite seviyesinde geliştirene kadar devam ettim bu kurslara. Eğitmenim, verdiği bir kompozisyon çalışmasının sonucunu görünce benimle özel olarak görüşmek istedi. Bana tavsiyesi, yazı konusunda mutlaka, ama mutlaka devam etmem ve bu yeteneğimi kullanmamdı. Bu tavsiyeyi dinlemedim. Çok zaman sonra, eğlence olsun diye girişilmiş bir blogla yazma olayına anadilimle başlamış oldum. 500 küsür yazı… Eşşeği de bağlasan biraz gelişir. Bu gelişime ihtiyacım da vardı. Çünkü hiç Türkçe kitap okumuyorum, Türkçe televizyon seyretmiyorum, günlük hayatımda Türkçe kullanmıyorum. Türkçe olarak çok derin konularda, terminolojiyi doğru kullanarak tartışamam mesela, kesin çuvallarım. Allahtan -de ve -da’ların ayrı yazılacağı aklımda kalmış. Zaten bununla bile bir anda Türkçe yazan popülasyonun % 98 ini eleyebiliyorsun. Zor maç değil yani. Para karşılığı yazmadığını ve böyle bir amacın olmadığını zaten daha önce defalarca söyledin. Bazı insanlar sence neden böyle bir düşünceye kapılıyorlar? Böyle bir ithamda bulunulduğunda ne hissediyorsun? Aslında tam böyle bir şey söylemedim. Şimdi düşünüyorum, istesem de para karşılığı ne yazabilirim ki? Aklıma ilk gelen prezervatif. Yani bir firma öyle bir teklifle gelebilir. Hoş, öyle bir durumda ne yazabileceğimi de bilmiyorum. Prezervatif hakkında yazılabilecek seksi hiç bir şey yok. Öyle değil mi? Kimsenin sevmediği bir ürün. Alması dert, kullanması ayrı dert. Nasıl allayıp, pullarsın ki yanmış lastik kokusunu? ‘’Ben de sevmiyorum. Ama ölmek istemiyorsanız kulwww.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 33


RÖPORTAJ lanın!’’ diye çok kısa bir blog post olabilir belki. Para için yazma lafı bana sevimsiz geliyor, eğer söz konusu bir blogsa. Ama konu, yazdığın şeyin para etmesi ise o başka. İkisi çok farklı şeyler. Senin soruda dediğin şekilde bir çıkış yaptığımı hatırlıyorum. Ama konu başkaydı orada.

İçeriği ne olursa olsun, sadece internet sitelerinin DEĞİL, enformasyonun sansürlenmesine karşıyım. Dünyada, uluslararası konsensusla kabul edilmiş 2 durum var, sansürü meşru kılan. Birincisi çocuk pornografisi, ikincisi nefret söylemi. Bunlar sansürlenebilir. Peki, öyle olsun. Ama sansür dediğin şeyi ortaokul öğrencileri bile 30 saniyede aşıyor. Bu durumda çocuk pornografisi gibi ciddi bir suçu içeren siteleri sansürlemek, aslında kafayı kuma gömmekten başka bir şey değil. Ciddi bir suçu ‘görmezden geliyorsun’, pisliği halının altına süpürüyorsun. Bunları diğer blogumda belgeleri ve kaynakları ile yazdım aslında. Kuşku ile bakanlar, verdiğim kaynaklara gidebilir: http://postdijital.com/cocuk-pornografisini-bloklamak-fiyasko/

Bir dönem ‘’blogda şunu yaz, bunu yazma.’’ diye bastıran okurlar vardı. İnsanların şunu anlaması kolay olmuyor bazen: Blog yazan, blogu kendisi için tutar (eğer bu benimki gibi kişisel bir blogsa). Evet, bir diyalog içindeyiz ama hep senin hoşuna giden şeyleri söyleyemem. Kendimi de ifade etmem lazım. Sıkıyorsam, kalk git. Üç gün sonra uğra, yeni yazıyı oku. O da kesmezse yüzlerce blog var daha. Blogdan gelecek reklam geliri olmadığı için bu postayı rahatlıkla koyabiliyorsun. O çıkışımla demek istediğim buydu. Eğer bir gün bilgisayarın başına oturup, şu konu ilgi çeker, okur bunu sever diye bir blog yazısı yazacak olursam işim bitmiştir. 5posta erişime engellenen bir blog aynı zamanda. Sana göre blogun neden sansür yiyor? Yalnızca ben değil, 8000 diğer sitenin sansür yemesinin nedeni, Türkiye’yi yönetenlerin, bu ülkenin başta Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi olmak üzere altına imza attığı uluslararası anlaşmalara uymaması, bunlara uymamak için kafadan mazeretler üretmesidir. Bu mazeretler, hem yönetenlerin cahilliklerinden hem de kötü niyetlerinden ileri geliyor. Daha açık nasıl söyleyebilirim? Sana göre sansürlenmesi gereken siteler var mı? Yoksa içeriği ne olursa olsun internet sitelerinin sansürlenmesine kesinlikle karşı biri misin? 34 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

Bir kere her şeyden önce suç diye ihbar edilen, sansürlenen sitelerin %95’i o suçu işlemiyor. Kalan %5’i ben ciddiye alıyorum. Fakat sansürcüler almıyor. Özellikle çocuk pornografisi içeren ve yayan siteleri kapatmayı değil, erişimine engel olmayı yeğliyorlar. Oysa bırakın polisi veya interpolü, sıradan bir insan bile yarım saat içinde o siteleri, içerikleri ile beraber bir daha yayın yapmamak üzere kapattırabilir. (en azından o sunucu üzerinde) Bu yüzden, çocuk pornografisini sansürlemenin hiç samimi bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum.

Sanırım Tumblr'da yaptığın basit bir paylaşımının Friendfeed'e düşmesiyle, biri veya birileri tarafından Friendfeed yönetimine şikayet edilmesinin ardından hesabın dondurulmuş ve tekrar aktif edilmesi konusunda herkes destek olmuştu. O olay sırasında ve olay sonrasında gelişenler hakkında düşüncelerin neler? Ne düşüneyim? Blogumla iki defa, FriendFeed hesabımla da bir defa şikayet üzerine sansür yedim. Ama gavur laftan anlıyor. Anlattık durumu insan gibi. Pardon dediler, açtılar tekrar. Totaliter rejimlerde halkın bir kısmı köpekleşir. Zekâ seviyesi ortanın altında olan vatandaşlar bilinçli ve sis-


>>5Posta

tematik bir şekilde, ne idüğü belirsiz, abstrakt olmayan değerleri, iç ve dış mihrak lardan korumak üzere beyinleri yıkanarak eğitilir. Sonrasında geriye sadece iyi bir jurnalleme sistemi kurmak kalıyor. Köpeğin her tehlike gördüğü şeye havlayıp, sahibinden kemik istemesini engelleyemezsiniz. Köpeğin doğasında var. Sahibinin de işine gelir. Sosyal ağlarda da bloklama seçeneği var, sence sosyal ağlardaki blok kavramı ve sansür aynı şey mi? Bu konuda ne düşünüyorsun? İçinizdeki İrlandalı olarak şöyle bir tespit yapayım. Bizim insanlarımızın hepsinde değil ama hatırı sayılır bir kısmında görülen en belirgin özellik şu: Uluslararası bilinen, tanınmış, yüzyıl önce açıklanmış kavramları alıp, kendi 3 kuruşluk zekâsıyla kafasında yarattığı bir dünyaya, taptığı değerlere göre yeniden tanımlamak. Sonra da bu tanıma can-ı gönülden inanmak, zamanla bu erozyona uğrayan anlayışı beton gibi sağlamlaştırmak. Alın, dünyanın her yerinde çok konuşulan demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, tolerans gibi kavramları… Tüm bu kavramların Türkiye’de de çok sık kullanıldığını, ama cumhurbaşkanından bakkalına kadar gerçek anlamlarından çok farklı şekilde kullanıldıklarını göreceksiniz. Marka değerli Turkcell Süper Ligi’nin topçusu bile, yerde ‘’yalandan’’ sakat ayağına yatan takım arkadaşı için topu taca atmayan rakip oyuncuya ‘’Niye centilmenlik yapıp topu taca atmıyon la amua goduuuum’’ diye yumruk, tokat saldırabiliyor. Oysa İngiliz, “Gentlemen” kelimesini Oxford Dictionary’de açıklarken hile, küfür ve şiddeti yazmamış karşısına. Öyleyse, sansür konusunda belli bir görüşü ve duruşu olmayan, o güne kadar hiç fikir belirtmemiş insanların

‘’blok’u yediklerinde düdük gibi ötmeleri, bunu sansür olarak görmeleri tabii ki çok normal. Çok iyi yazan, takipçi sayısı yüksek ve buna bağlı olarak takipçi sayısı sürekli artan iyi bir blog yazarısın, hiç kitap çıkarmayı düşündün mü? Veya blogun kitaba dönüşecek olursa nasıl bir kitap olur? Hatta biraz daha ileri gidecek olursam adı ne olur? Kendi yeteneklerinin bilincine varmış biri olarak, “edebiyata saygım var, o yüzden düşünmedim” diyebilirim. Ama saygısız bir yayınevinden teklif geldi. Hangi yayınevi diye soranlar oluyor. Söylemek pek uygun kaçmaz. Dizüstü Edebiyatı değildi demekle yetineyim… Teklif geldikten sonra insanın kafasına bir şeytan giriyor. Sonuçta gurur verici bir olay. Ancak kendimi yokladım şöyle bir. Kitaba yazacak bir şeyim yoktu. Aynı zamanda başka bir deyişle, yazabileceğim şeylerin de kitaba girmesine olanak yoktu. Daha önce mahlasla erotik şeyler yazan bir hatunun ve yayınevinin başına gelmeyen kalmamış. O kitabı da bulasım var. Ne yazmış olabilir ki? Edebi yönünü bilemem tabii, ama ben yazsaydım daha çok kan, sperm, tükürük ve ter olurdu. Öte yandan, kendi çapımdaki denemelerimi kimseden okey almadan elle tutulur hale getirmenin de yolları yok değil. Arkadaşım, İstiklal Caddesi’nde bir kafede otururken yanına biri yaklaşmış. Kendi yazdığı şiirleri yine kendi imkanlarıyla basıp kitap haline getiren bu kişi, zannedersem öyle sokakta ayak üzeri 2000 kitap satmış. Doğru, yalan bilmem… Ama 1 tane bile satmış olsa çok başarılı buldum ben kendisini. Belki benzer bir konsept olabilir… Fakat dediğim gibi.. Şu anda öyle ya da böyle kitap formatının içine koyabilecek bir malzemem yok. Bir ara heves ettiğimde yazdığım bir hikaye vardı. Bunun gibi 8-9 hikaye yazıp, tek bir konu üzerinde birbirleriyle bitiştirmeyi düşünüyordum. Hatta bunun için gizli bir Tumblr blog açtım. İlk yazdığım hikayeyi buraya yükledim. Biraz film gibi düşündüm kurguyu. O yüzden müziklerini de seçip ve bu bloga yüklüyordum. Şimdilik bir hikaye var. Ha deyip ikinciye başlasam, sekiz, dokuz ne zaman biter kim bilir? Kendimi bildiğim için umudum yok pek. Şimdi şifresini bile hatırlamıyorum o Tumblr blogunun. www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 35


RÖPORTAJ

5Posta Sorularınızı Yanıtladı... Özgür Uçkan: Tom Corky'nin üzerinde nasıl bir etkisi olmuş? 5Posta: O okuldan geçtim tabii ki ben de.

♦♦♦

Seval Ünver: Blogunun kapatılması olayı hala gündemde, neler oldu neden kapatıldı? Blogu kapatıldığı zaman ne düşündü, bu konuda nasıl bir önlem aldı? 5Posta: Kapatılma demeyelim buna. Çünkü ağzına kadar açık. Böyle uğraştıkları sürece açık kalacak. Oysa kendi halime bıraksalar, belki bir gün sıkılıp ben kapatırım. Şimdi böyle inada biniyor. Erişime engel kararını bana Sütlükahve bildirdi. Fazla bir şey hissetmedim. Küfür bile etmedim içimden. Ama sinirleniyor insan tabii. Bu konuda nasıl bir önlem alınabilir? Benim aklıma bir şey gelmiyor. Önerisi olanları dinlerim.

Tuykalem, Hakan Kara ve Oğulcan Selçuk Akbulut: Neden bu avatar? 5Posta: İsveç'e ilk geldiğim yıllarda sürekli gittiğim bir canlı müzik kulübü vardı. Kulübün müdavimlerinden de 50-55 yaşlarında çift vardı, eski hippilerden. Özellikle kadın, sürekli sarhoştu ve beni gördüğü yerde ''Aaaa!! Zappaaaa diye boynuma atılırdı'' Sonra zorla masaya davet etmeler, içki ısmarlamalar falan... Bir süre eğlenceliydi. Ama ♦♦♦ sonra sıktı. O kulübe gitmeyi kestim bu çift yüzünden. Sima olarak bir benzerlik vardı demek ki... As- Seval Ünver: Hayat motto'su nedir? kerden sonra daha adama benzer bir hale girdim 5Posta: Açık söylemem gerekirse kocaman bir hayatı tek bir motto'ya bağlayamadım ben henüz. tabii ki. Öyle olsa kolay olurdu herhalde. Çalışıyorum o ♦♦♦ Tuykalem: Sitenin kapatılma gerekçesi hakkında motto'yu bulmaya. Bulmasam da hayal kırıklığı olmaz ama. bildiri yaptılar mı? ♦♦♦ 5Posta: Yapmadılar. Güya sitenin sunucusu Türkiye'de olursa bildirim yapıyorlarmış. Ne alakası Seval Ünver: Bir film kahramanı olsaydı ne varsa sunucuyla? Benim bildiğim sunucuya ping olurdu? atılır. Sana ne benim sunucumdan? Mail adresim 5Posta: Film kahramanlarının bir sürü sorumluvar. Oraya bir mail atmak, benim sunucumun lo- lukları ve yapmaları gereken şeyler var. Onca baskı kasyonunu belirlemekten daha kolay. TİB'e avukat altında hayatın tadını çıkarabildiklerinden şüphekanalıyla bir başvuru yapmış olacağım bu yazı ya- liyim. Ha kendim çıkarıyor muyum hayatın tadını? yımlandığı sırada. Bakalım ne diyecekler? Bu da sorulabilir. Ama en azından terlemiyorum.

♦♦♦

36 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

♦♦♦


>>5Posta

Seval Ünver: Kendinden nefret edenler hakkında ne düşünüyor? İnsanlar neden ondan nefret ederler? 5Posta: Benden nefret eden akıllı, olgun insanlar mutlaka vardır. Fakat bu nefretlerini açıkça belirtip bana bulaşanların, istisnasız salak olduklarını düşünüyorum. Bunları da iyi gözlemlediğime inanıyorum. Belli bir ideoloji/inanç şemsiyesi altında kendine kimlik bulmaya çalışan, kafaları olgunlaşmamış kişiler. Büyüyünce düzelirler diye umut etmek gerekli.

Red: Kendinizi "cinsiyetçi" buluyor musunuz? 5Posta: Söyleşinin içinde belli bir kesime dokundururken, kavramları olduklarından farklı anlamlarda kullanıp erozyona uğratmalarından bahsettim. O yüzden buraya tanımı yazalım tekrar. Cinsiyetçi değil isen, toplumsal cinsiyet rolleri ve toplum içinde fırsat, ücret, özgürlükler, yazılı ve yazısız kurallar nezdinde eşitlik isteminde olman, bu yönde çaba göstermen gerekiyor. O zaman ben sorayım. Sen beni 'cinsiyetçi' buluyor musun?

♦♦♦

Nefesimsin: Apo'nun BDP'yi gözden çıkardığına ne diyor? 5Posta: Ah! Her konuda fikir sahibi olmak zorunda hissetmiyorum kendimi. Apo ve BDP, hakkında çok fazla bilgim olan konular değil. Dolayısıyla bilmiş bilmiş cevaplarsam aynaya bakınca utanırım.

Bilge Demirtaş: 'Sansür' konusunda en çok 1.aciklamakta zorlandığı, 2. açıklamakta tereddüt ettiği, 3. açıklamasının anlaşılmadığını düşündüğü meseleler hangileridir? 5Posta: 'Başkasının özgürlüklerinin başladığı yerde seninkiler biter'' veya ''inançlara ve değerlere küfretmek özgürlük değildir'' denildiği yerde kitlendiğimizi hissediyorum. Matkabın betonu delmekte zorlandığı yer orası. Zorlanma, tereddüt, anlaşılamama... Hepsi var o anda... Küfrü, ana avrat, sinkaflı küfür değil de 'ajite etmek, sorgulamak, provoke etmek ve hatta dalga geçmek' anlamında kullanacaksak, tam da aslında söylenildiği gibi, inançlara ve değerlere küfretmek de özgürlüktür. Bu benim küfür tanımım değil. Ama toplumun büyük kesiminde küfür böyle algılanıyor. Erozyona uğramış bir tanım daha...

♦♦♦

♦♦♦ SKB: Seks'te sınırı nedir? 5Posta: Ortalama bir insanın sınırlarından çok farklı yerlerde değilim. Karşımdaki kişiye göre de değişir bu.

♦♦♦

Mustafa Türkan: Kendisine şu soruyu sormak istiyorum; Sert muhafazakar toplumumuzda yazdıkları yazılardan ötürü hiç tehdit edildi mi? 5Posta: İnternet ve blog camiasında tehditleri genelde kadınlar alıyor bizde. Kilo aldım veya sevgilim terk etti diyorlar, tehdit edilmelerine yetiyor ♦♦♦ bu. Ben tehdit almadım daha blogdan dolayı. Sarya2: Çocukken hayali neydi? Almam da herhalde. Gerçi Facebook’da küçük bir 5Posta: Ailem ne olacaksın diye sorduğunda 'hay- kaza oldu. Üniversite öğrencisinin biri beni ölümle van bakıcısı' diyordum. Ancak kuzenimle enişte- tehdit etti. Ama orada normalmiş bunlar. Öyle demin Amerikan Playboy'larını gizlice karıştırırken, diler bana. birbirimize büyüyünce sihirbaz olma sözü verdi♦♦♦ ğimizi hatırlıyorum. Derginin içindeki kızları canlandıracaktık.

♦♦♦

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 37


OYUN

G

elin size bir hikâye anlatayım. Bir zamanlar bu şehirde bir adam yaşardı. Para, güzel kadınlar, pahalı arabalar ve saygı… Bunları elde etmek için yapmayacağı şey yoktu. Ve yaptı da… Aklınıza hayalinize sığmayacak her tür pis işe bu‐ laştı bugüne kadar. Yukarıda saydıklarımın çoğunu da elde etti. Fakat bu yolda hapse gireceğini ya da ellerine bu kadar çok kanın bula‐ şacağını hiçbir zaman tahmin etmemişti. Bazıları sevdiği ve tanıdığı insanla‐ rın kanıydı üstelik… Ben Vito Scaletta ve bu benim hikâyem… M. İhsan TATARİ / yorgun‐savasci.blogspot.com 38 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


>>Oyun İnceleme: Mafia II

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 39


OYUN

Empire Bay’e Hoşgeldiniz İlk Mafia oyunu bundan yak‐ laşık sekiz yıl önce o zaman adı Illusion Softworks, şimdi ise 2K Czech olan Çek yapımcı tarafın‐ dan piyasaya sürülmüştü ve genel olarak iyi notlar alan bir oyun olmuştu. Elbette oyunun bazı eksiklikleri vardı ama eğlen‐ celi bir yapım olduğu da tartışıl‐ maz bir gerçekti. Bu yüzden bundan 3 yıl önce yani 2007 yı‐ lında Mafia 2’nin yapım aşama‐ sında olduğu açıklandığında oyun dünyasını bir heyecan dal‐ gası sarmıştı. Peki, bu kadar he‐ yecanlandığımıza değmiş mi? Mafia 2 hepimizin beklediği “o oyun” mu? Gelin hep birlikte gö‐ relim.

kesinlikle bir GTA kopyası değil. GTA oyunlarında yapılacak pek çok şey, gidilebilecek pek çok yer bulunur. Şehir başroldedir, kişi değil. Mafia 2 ise tamamen ana karakterimiz Vito Scaletta ve onun sıra dışı hayat hikâyesi üzerine kurulu. Oyun boyunca Vito’nun sürekli istediği yaşam tarzına ulaşabilmek adına neler yaptığına ve bu esnada başından geçen ilginç olaylara şahit oluyo‐ ruz. Bu uğurda çalıp çırpıyor hatta gerekirse adam bile öldürü‐ yoruz. Fakat bir yandan da bu tarz bir hayatın nelere mal olabi‐ leceğini inceden inceye sorgulat‐ tırıyor bize oyun. O yüzden oyuna kesinlikle bir GTA beklen‐ tisi ile başlamayın.

narak oluşturulmuş hayali bir Amerikan şehrine) göç eder. Fakat burada da işler pek de um‐ dukları gibi gitmez ve Amerikan Rüyasına kavuşmayı her şeyden çok isteyen Vito çok geçmeden kendisini ufak tefek hırsızlık iş‐ leri yaparken bulur. Bu arada şehrin yerlilerinden olan Joe Bar‐ baro ile tanışır ve ikisi kısa za‐ manda çok iyi dost olurlar. Joe ile birlikte pek çok irili ufaklı iş çeviren Vito bir gün yakayı ele verir ve önüne iki seçenek sunu‐ lur; hapse gir ya da orduya katıl. Vito kötünün iyisini seçer ve or‐ duya katılır. Bu noktadan sonra ise kontrol bize geçiyor.

Oyuna Call of Duty misali bir savaş sahnesi ile başlıyoruz. Vito, Sicilyalı çok fakir bir ai‐ İkinci Dünya Savaşı sırasında Si‐ Mafia 2; üçüncü kişi kamera‐ lenin en küçük çocuğudur. Du‐ cilya sokaklarındayız. Başımız‐ sından oynanan bir açık‐dünya / rumları çok iyi olmadığından daki komutan bize yapmamız sand‐box oyunu. Şunu baştan babaları tüm ailesini toplayarak gereken görevleri bir bir sıralar‐ belirtmekte fayda var; Mafia 2 daha iyi bir hayat umudu ile Em‐ ken bize de çaktırmadan hedef pire Bay’e (New York temel alı‐ alma, siper alma ve ateş etme 40 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


>>Oyun İnceleme: Mafia II gibi hareketler öğretiliyor bu‐ rada. Bu kısa görevin ardından Vito evine, Empire Bay’e dönü‐ yor ve asıl oyun başlıyor. Bizi en yakın dostumuz Joe Barbaro kar‐ şılıyor ve arabayla kısa bir Em‐ pire Bay turu atma fırsatı buluyoruz. 1941’in karlı bir Ara‐ lık gecesi olduğundan her yer bembeyaz. Şunu belirtmeden ge‐ çemeyeceğim, Empire Bay ger‐ çekten de şahane tasarlanmış bir şehir. Arabadan inip de ilk adım‐ larımızı attığımız an etkilenme‐ mek mümkün değil. Arka planda çalan “Let it snow”, kom‐ şularımızın bizi tanıması ve hoş geldin demesi, kendi işine bakan insanlar, kavga eden karı‐koca, müşterisi ile ilgilenen berber der‐ ken ne tarafa bakacağınızı şaşırı‐ yorsunuz ve o noktada oyuna hayran oluveriyorsunuz. 2K Czech ilk izlenim konusunda ke‐ sinlikle çok iyi bir iş çıkarmış. Size tavsiyem taksiden inip evi‐ mize yürüdüğümüz kısımda

koşmayın. Ağır adımlarla yürü‐ yün ve manzaranın tadını çıka‐ rın. Aksi takdirde çok şey kaçırırsınız (Otomatik koşma se‐ çeneğini Caps lock tuşu ile açıp kapıyoruz). Vito kısa süre içinde yeniden Joe Barbaro ve onun kanundışı arkadaşları ile içli dışlı olmaya başlıyor. Bize de yapacak bir sürü görev çıkıyor böylece. Oyun toplamda 15 bölümden oluşuyor. İlk bölümler kısayken oyunda ilerledikçe bölüm süre‐ leri artıyor ve tatmin edici bir se‐ viyeye ulaşıyor. Bölüm tasarımları ve görevler de ol‐ dukça ilginç ve eğlenceli. Bir kez yaptığımız bir şeyi asla ikinci bir kez yapmıyoruz. Bu görevler arasında neler yok ki? Kuyumcu soygunu, araba hırsızlığı, rehine kurtarma, sabotaj ve daha neler neler. Üstelik hepsi de birbirin‐ den eğlenceli. Yanımızda Joe gibi eğlenceli ve ağzı laf yapan bir ka‐

rakter de oldu mu keyfinize di‐ yecek olmuyor. Özellikle de şe‐ refimize verilen “Eve hoş geldin partisi” görevinde çok eğlenece‐ ğinize eminim. Ama ben en çok hapishane görevlerini beğendim. Oyun buralarda resmen Stal‐ lone’nin “Hür Kan” filmine dö‐ nüşüyor. İlk oyunu oynayıp bitirenlerdenseniz oyunun gö‐ revleri arasında sizi ufak bir sürpriz de bekliyor olacak. Bu‐ rada görevlerden çok fazla bah‐ sedip keyfinizi kaçırmak istemiyorum. Sonuçta oyunu sü‐ rükleyen şey görevler ve senar‐ yosu…

Otomobiiiil, uçar gideeeer… Araç kullanmak ilk oyuna nazaran biraz daha kolaylaştırıl‐ mış. Oyunda kendi aracımızı satın alamıyoruz ama buna gerek de yok zaten. Sokaklardaki her araba emrimize amade. Araç‐ ları ister maymuncuk yardımı ile

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 41


OYUN

istersek de direkt camını kırarak zimmetimize geçirebiliyoruz. Kilit açma yöntemi Oblivion’da‐ kine benziyor ama biraz daha basite indirgenmiş hali. Araba‐ lar 1940 ve 1950 model oldu‐ ğundan gerçeğine uygun bir şekilde çok fazla hız yapamıyor‐ lar ve biraz ağır kalıyorlar. O yüzden ilk başlarda biraz zor‐ luk çekebiliyorsunuz ama kısa süre içinde eliniz alışıveriyor. İlk bölümlerde zemin karlı ol‐ duğundan araba kullanmak normale nazaran daha da zor oluyor. Neyse ki 50’li yıllara geçiş yaptığımızda hem karlar eriyor hem de ilerleyen tekno‐ loji sayesinde araçlar daha kolay kontrol edilebilir hale ge‐ liyor. Araba kullanmak için biri normal diğeri ise simülasyon olmak üzere iki farklı seçeneği‐ miz var oyunda. Normal modda araçla sürmek biraz daha kolayken simülasyonda araçların kontrolü biraz daha

zorlaşıyor. Bir diğer özellik ise hız limiti… Araç sürerken L tu‐ şuna basarsak arabamızı hız li‐ mitini geçmeyecek şekilde ayarlayabiliyoruz. Böylece önemli bir göreve giderken polis tarafından takip edilme‐ meyi garanti altına alabiliyoruz. Oldukça faydalı bir özellik bence… Polis demişken Empire Bay’in kanun koruyucularından bahsetmemek olmaz. İlk oyunda kırmızı ışıkta geçsek bile peşimize takılan polisler bu kez bu konuda daha yumuşak. Artık kırmızı ışıkta bol bol geçe‐ bilir, Joe’nun kırmızı ışıklarla aramızdaki ilişki hakkındaki yorumlarını sırıtarak dinleyebi‐ lirsiniz. Kırmızı ışıkta geçme‐ mize aldırmayan polisler, hız limitleri konusunda ise hayli tu‐ tucu. Şehir içinde 40 km, oto‐ banda ise 60 km.’yi geçtiğimiz anda sirenlerini çalıştırıyor ve

42 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

peşimize takılıveriyorlar. Sağ alt köşede, kilometre göstergesinin üzerinde çıkan simgeye göre polisin hangi sebepten dolayı peşimize takıldığını rahatlıkla anlayabiliyoruz. Eğer bir ceza makbuzu görünüyorsa polis bize ceza kesmek istiyor demek‐ tir. Bir kelepçe beliriyorsa tu‐ tuklanacağımız, silah işareti çıkıyorsa da görüldüğümüz yerde bizi vuracakları anlamına geliyor. Bu tarz durumlarda kı‐ yafetlerimizi değiştirmemiz ge‐ rekiyor. Ekranda bir plaka işareti görürseniz bilin ki bindi‐ ğiniz araç polis tarafından ara‐ nıyor. Bu durumda da ya aracımızı değiştirmeliyiz ya da plakamızı. Küçük tamirhane‐ lere girerek aracımızın plaka‐ sını, rengini ve tekerleklerini istediğimiz gibi değiştirebiliyor, tamir ettirebiliyoruz. O devirde araba sahibi olmak herkese nasip olmadığın‐


>>Oyun İnceleme: Mafia II dan yollar şimdiye göre daha boş elbette. Yine de trafikte yeterli sa‐ yıda araç var. Diğer sürücülerin yapay zekâsı ise göreceli. Korna çaldığınızda önümüzden çekil‐ meleri ve bize yol vermeleri güzel bir ayrıntı. Fakat sanki biz orada yokmuşuz gibi araç sür‐ meleri, 500 metre ilerdeyken an‐ lamsız bir şekilde klakson çalıp farlarını yakmaları gibi şeyler de bir o kadar sini bozucu. Yine de oyundan soğutacak kadar büyük şeyler değiller. Oyunda tek yapabildiğimiz şey araç kullanmak değil elbette. Vito bol bol silahlı çatışmalarda ve yumruk yumruğa dövüşlerde buluyor kendisini. İlk oyunun aksine silahlı çatışmalarda kendi‐ mizi korumak için eşyaların ar‐ kasına çömelmek zorunda değiliz. Oyuna eklenen siper alma sistemi sayesinde Vito hemen her yüzeyin arkasına siper alabiliyor. Üstelik bu sistem oyuna öyle güzel yedirilmiş ki

kesinlikle aksamıyor ve çok da başarılı (Özellikle Kane&Lynch’den sonra ilaç gibi geldi bana). Vito’nun hareketleri oldukça akıcı ve inandırıcı. Çatış‐ malar ise son derece tatmin edici. Düşmanlarımız kesinlikle aptal değil ve oldukça sıkı bir şekilde çatışıyorlar. Örneğin silahımızı doğrulttuk ve düşmanımızın ka‐ fasını siperinin ardında çıkarma‐ sını bekliyoruz. Ama o da ne? Çıkarmıyorlar… Siz silahı doğ‐ rultmaktan vazgeçip başka bir yere odaklanıncaya kadar hem de… Etrafımızı çeviriyorlar, siper alıyorlar, birbirlerini koru‐ yorlar. Son zamanlarda çıkan bütün oyunlarda olduğu gibi Mafia 2’de de vurulduktan sonra bir müddet dinlenirseniz enerji‐ niz belli bir seviyeye kadar düze‐ liyor. Lokantalara, restoranlara ya da barlara gidip bir şeyler yiyip içtiğimizde enerjimiz düze‐ liveriyor. Her restoranın birbirin‐ den farklı bir dekorasyona sahip olması yine oldukça hoş bir ay‐

rıntı. Ama nedense her yerde aynı piyanist amca çıkıyor karşı‐ mıza… Oyunun bir diğer başarılı ol‐ duğu şey ise yumruk yumruğa dövüşler. Gerek animasyonları olsun, gerek korunma sistemi olsun kesinlikle çok başarılı ve GTA 4’ten daha iyi bir yumruk dövüşü sistemi var oyunda. Ani‐ masyonların iyi olmasında sa‐ dece rag‐doll sisteminin değil ona ek olarak motion‐capture tekniğinin kullanılmasının da büyük katkısı var elbette. Zaten oyunun başından itibaren gerek yüz gerekse vücut hareketlerinin gerçeğe ne kadar yakın oldu‐ ğunu sizler de fark edeceksiniz.

Şeytan ayrıntılarda gizlidir Oyun birbirinden güzel ay‐ rıntılarla dolu. Mesela üzeri karla kaplı bir arabayı sürerken aracın üstündeki kar yavaş yavaş dökü‐

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 43


OYUN

lüveriyor. Arabalar tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi zamanla kirleniyor. Böyle durumlarda araba yıkama noktalarına gide‐ rek arabamızı temizletebiliyo‐ ruz. Arabamıza benzin de alabiliyoruz aynı zamanda. Ama bu mecburi bir durum mu yoksa keyfi bir şey mi anlaya‐ madım. Denemeye de pek fırsa‐ tım olmadı açıkçası. Hiç benzinim bitmedi çünkü. Ara‐ bamız çok hasar aldığında ka‐ putu açıp az da olsa tamir edebiliyoruz. Kurşunlar gerçek‐ ten de sadece çarptıkları yerde iz bırakıyorlar ve oyun motoru alelade delikler oluşturmuyor.

Sokaktaki satıcılar artık bize “Mr. Scaletta” diye hitap et‐ meye başlıyor. Birinin arabasına çarptığımızda ise karşı taraf biz‐ den özür üstüne özür diliyor. Gerçekten de etkileyici bir ay‐ rıntı. Bir diğer güzel ayrıntı ise ara videoların oyun motorunun kendisi ile hazırlanması. Örne‐ ğin bir göreve giderken arabayı çarptınız ve ön yüzeyi hasar gördü. Gitmeniz gereken yere vardığınızda ara video devreye giriyor ve aracınız videoda ha‐ sarlı haliyle görünüyor.

+18 Oyunun başlarında sıradan bir vatandaş olduğumuz için bi‐ rine çarptığımızda küfür yiyi‐ yor, bir dükkâna girdiğimizde sıradan bir müşteri muamelesi görüyoruz. Ama Mafia’nın ara‐ sına katılı da başarı basamakla‐ rını bir bir tırmanmaya başladığımızda işler değişiyor.

Daha önce bu ara başlığı Dragon Age incelemem için at‐ mıştım. Oradaki 18 yaş üstü un‐ surun aşılabileceğini nereden bilebilirdim ki? Dragon Age’deki o masum(!) unsur Mafia 2’nin yanında solda sıfır kalır. Striptiz kulüplerinden tutun da hayat kadınlarına

44 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

kadar her şey var bu oyunda. Özellikle de striptiz kulübün‐ deki bir sahne oldukça sakın‐ calı, uyarmadı demeyin. Bir de oyun içinde toplanabilen Play‐ boy magazinleri var. Oyun bo‐ yunca girebildiğimiz hemen her mekânda bu magazinlerden en az bir tane mevcut ve hepsi de gerçek bir Playboy magazinden alınmış resimler. O döneme ait magazinlerden elbette… (Gerçi ilk Playboy magazini 1953’te ba‐ sılmış, o yüzden bu magazinle‐ rin oyunun geçtiği yıllarda olmaması gerekirdi. Ve hayır efendim! Playboy magazinin ta‐ rihi hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olduğum koca bir yalan‐ dır!) Oyun boyunca toplanabi‐ len 50 adet Playboy magazini var. Bunların ışında şehrin çe‐ şitli bölgelerine yerleştirilmiş 159 adet de Wanted / Aranıyor posteri mevcut. Bu aranıyor posterleri gerçek değil elbette, hepsi de gangster gibi giyinmiş oyun ekibi üyeleri. Bu posterleri


>>Oyun İnceleme: Mafia II toplamak için oyun alanı içeri‐ sindeki uçuk kaçık köşeleri araştırmamız gerekiyor. Seslendirme konusunda da diğer konularda olduğu gibi id‐ dialı Mafia 2. Gerek Vito, gerek Joe gerekse diğer yan karakter‐ ler çok iyi tasarlanmış ve arala‐ rında geçen diyaloglar özenle hazırlanmış. Özellikle bazı pul‐ ları çalmamız gereken bölümde gardiyanların aralarında geçen konuşmaları mutlaka dinleyin. Gerçekten de çok eğlenceli! Dudak senkronizasyonları da oldukça iyi. Grafikler ise kesin‐ likle harika. Gerek şehrin genel görümü, gerek gece gündüz de‐ ğişimi ve çeşitli hava muhalefet‐ leri gerekse de karakterlerin ve araçların modellemeleri kelime‐ nin tam anlamıyla bir sanat eseri. Oyunda üç farklı radyo is‐ tasyonu mevcut. Bunlar sıra‐ sıyla Empire Classic, Empire Central ve Delta Radio. Empire Classic adından da anlaşılabile‐ ceği gibi genel olarak o döne‐

min klasikleşmiş parçalarını ça‐ larken Empire Central o döne‐ min hit parçalarını, Delta Radio ise Blues ve Jazz ağırlıklı parça‐ ları çalıyor. İstasyon sayısı ilk başta göze az görünse de çalan şarkıların kalitesi ve çeşitliliği kısa zamanda kulağınızın pa‐ sıyla birlikte tüm olumsuz dü‐ şüncelerinizi siliveriyor. Şarkıcılara örnek olarak Buddy Holly, Chuck Berry, Dean Mar‐ tin, Howlinʹ Wolf, Muddy Wa‐ ters, The Ink Spots’u, şarkılara örnek olarak ise Rock Around the clock, At the hop, Count every star, Boom boom, Let it snow, Mr Sandman, Did you ever loved a woman, Sing sing sing gibi parçaları sayabilirim.

Madalyonun öteki yüzü Empire Bay oldukça geniş ve güzel tasarlanmış bir şehir. Gidip gezebileceğimiz onlarca farklı mekân ve mahalle var oyunda. Bir deniz feneri, yat li‐ manı, yeni yeni inşa edilen bir mahalle, hatta bir stadyum bile var oyunda… Hepsi de çok güzel modellenmiş ve gezmek‐ ten keyif alacağınız yerler. Fakat ne yazık ki bu yerlerin büyük bir çoğunluğunun oyundaki gö‐ revler ile alakası yok. Çünkü

oyun bizi sürekli bir görevden bir göreve ilerleyecek şekilde yönlendiriyor. Oyunda hiç yan görev bulunmaması da bu gü‐ zelim mekânları dolaşmayı ma‐ nasızlaştırıyor. Şehirde pek çok telefon kulübesi mevcut fakat görev icabı arayacağımız hiç kimse yoksa bunları kullanamı‐ yoruz. Kendimize yeni kıyafet‐ ler alabileceğimiz mağazalar var fakat kıyafet seçenekleri pek fazla değil. Silah alabileceğimiz dükkânlar da mevcut fakat düş‐ manlarımızdan düşen silah ve mermiler bize fazlasıyla yetiyor. O yüzden şehrin gereğinden fazla boş kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü çok fazla içerik oyundan çıkarılmış du‐ rumda… Evet, doğru okudunuz. Oyun içerisinde olması gereken pek çok şeyin yerinde yeller esi‐ yor. Çünkü yapımcı firma yan görevler dâhil olmak üzere pek çok şeyi oyunun içinden çıkart‐ mış durumda. Örneğin daha ilk görevlerde Joe bizi Mike Bruski adında bir hurdacı ile tanıştırı‐ yor ve onun adına görevler ya‐ parak para kazanabileceğimizi söylüyor. Hatta Bruski bizi de‐ nemek için bizden bir araba çal‐ mamızı istiyor ve bunun ilk görevimiz olduğunu söylüyor. Fakat daha sonra Bruski’nin ye‐ rine gittiğimizde adam bize “daha fazla” görevi olmadığını söylüyor. Aynı şekilde limana gidip Derek isminde bir adamla tanışıyoruz. Bir‐iki ufak görev‐ den sonra Derek bize onun için çalışabileceğimizi ve bizim için bazı görevleri olduğunu söylü‐ yor. Ama o görevleri oyun bo‐

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 45


OYUN

yunca hiç göremiyoruz. Hele bir de oyundan çıkarılmış Sicilya Haritası var ki sormayın gitsin. Oyunun başında sadece 10 da‐ kika gibi kısa bir süre bulundu‐ ğumuz Sicilya koskocaman bir oyun alanına sahip ve burası için tasarlanmış fakat sonradan oyundan çıkarılmış 8 görev ol‐ duğu iddia ediliyor. Google’dan “Removed missions of Mafia 2” diye bir aratın ve bakın karşınıza neler çıkıyor. Oyun süresi de çok çok kısa. İlk tanıtımlarında 180’e yakın görev içereceği söylenen oyunda sadece 15 görev bulunu‐ yor ve ortalama oyun saati 8 ila 10 arasında değişiyor. Peki, neden böyle bir şey ya‐ pılmış? Cevap basit; bir avuç dolar için… 2K Games çıkardığı bu içerikleri bize indirilebilir içe‐ rik olarak satmaya çalışacak. Hatta ben bu satırları yazarken piyasada yeni görevler içeren 3 adet DLC mevcut. Bunlardan “Jimmy’s Vendetta” isimli olanı bu bahsettiğim yan görevleri içe‐ riyor üstelik. Biz “oyuncuları sa‐

>>Oyun İnceleme: Mafia II

stratejisinden dolayı yılın oyunu hatta yıllar geçse de unutulmaya‐ cak bir klasik olmak yerine indi‐ rilebilir içeriklerle desteklenecek iyi bir oyun olmakla sınırlı kal‐ mış. Notu da sırf bu yüzden 10 yerine 8,5 ile sınırlı kaldı. Oyunla Sonuç olarak Mafia 2 gerçek‐ kalın… ten de çok kaliteli ve çok eğlen‐ celi bir oyun. Tüm eleştirilerime rağmen herkese tavsiye edece‐ ğim ve kaçırılmaması gereken bir yapım olmuş. Bir kez başladı‐ nız mı bitirmeden başından kal‐ kamıyorsunuz. Fakat ne yazık ki yapımcı firmanın yanlış satış /10,0 ğılacak inek gibi görmeyin!” diye bağırdıkça yapımcılar üzerimize güğümlerle koşuyor maalesef. Yakında “Vito’nun askerlik ma‐ ceralarını anlatan” bir DLC ile karşılaşırsak şaşırmayın.

NOT:

9,5

KÜNYE Yapımcı: 2K Czech Tür: Aksiyon ‐ Macera Grafik: Ses: Oynanabilirlik: Eğlence:

46 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

Artılar: Muhteşem grafikler, harika seslendirmeler, eğlenceli görevler, Empire Bay, klasik ara‐ balar, klasik şarkılar ve geri kalan her şey Eksiler: Oyun resmen kırpılmış durumda. Vaat edilen yan görevler ve çok daha fazlası oyunda yok! MİNİMUM SİSTEM GEREKSİNİMLERİ nVidia GeForce 8600 / ATI HD2600 Pro ekran kartı 1.5 GB RAM, 8 GB boş hard disk alanı


OYUN

>>Ayın Mini Oyunu: Haunt The House

AYINMİNİOYUNU

Haunt The House

B

elki biliyorsunuzdur, geçtiğimiz aylarda pek çok ülkede Cadılar Bayramı kutlandı. Her yıl Cadılar Bayramında âdet olduğu üzere bir sürü de oyun çıktı bu bayram ile ilgili. Bunların çoğu oldukça sıradan şeyler olurlar fakat bu sene özellikle bir tanesi aralarından başarı ile sıyrılmayı ve bizim dikkatimizi çekmeyi becerdi; Haunt the House. Oyunun mantığı ve konusu çok basit. Biz fani bedenini çoktan kaybetmiş bir hayaletiz ve eskiden bize ait olan bir köşkte yaşıyoruz. Bir gece yarısı sonsuz uykumuzdan uyandığımızda evimizin parti meraklısı insanlar tarafından basıldığını ve umar‐ sızca eğlendiklerini görüyoruz. Ama evimizi baş‐ kalarıyla paylaşmak gibi bir niyetimiz kesinlikle yok! Hemen kolları sıvıyoruz ve bu 30 davetsiz mi‐ safiri kaçırma çalışmalarına başlıyoruz. Oyunun konusu basit olsa da sunduğu eğlence oldukça fazla. Öyle ki ekran başında kıkırdamadan ve minik hayaletimizin yaptıklarına ağzınız açık ba‐ kakalmadan edemiyorsunuz. Oyunun kontrolleri çok basit; ok tuşlarını ya da WASD kombinasyo‐ nunu kullanarak hareket ediyor, Space / boşluk tu‐ şunu kullanarak da eşyaların içine girip çıkıyoruz.

Oyundaki hemen hemen her nesneyi ele geçirebili‐ yoruz. İletişime geçebildiğimiz nesnelerin üzerine geldiğimizde hafif bir ışık yayıyorlar zaten. Boşluk tuşuna basıp içine girdiğimiz her nesneyi farklı bir şekilde kullanıp evdeki insanları kaçırmamız lazım. Mesela piyanonun içine girip kendi kendine çalma‐ sını, sandalyelerin havalanmasını, dondurulmuş hayvanların hareket etmesini sağlayabiliyoruz. Bunu yapmak içinde tek yapmamız gereken yön tuşlarından birine basmak, o kadar. Her nesnenin en az 2‐3 farklı animasyonu var ve hepsi de özenle hazırlanmış, eğlenceli şeyler. Her nesnenin her ha‐ reketini görebilmek için elinizden geleni ardınıza koymayacaksınız, inanın bana. Oyunun ilk başla‐ rında eterince korkutucu olmadığımız için her ha‐ reketi hemen yapamıyoruz. Evdeki kaos atmosferi artıkça ekranın altındaki bar dolmaya ve biz de daha fazla hareket yapabilmeye başlıyoruz. Evde tam 30 kişi var ve amacımız tüm bu insan‐ ları evden kaçırmak. Korkutmak da o kadar çabuk olmuyor. Önce şöyle bir bakıyorlar, sonra biraz iş‐ killeniyorlar, ardından ürpermeye sonra da çığlık çığlığa kaçmaya başlıyorlar. Evin içinde sağa sola koşuşan ve çığlık atan (özellikle çığlık atan) onlarca insanı görmek ve kovalamak çok ama çok zevkli. İnsan deli gibi sırıtmadan duramıyor. Yalnız çok fazla korkutmamaya bakın yoksa intihar etmeye kadar varan saçma sapan şeyler yapabiliyorlar. Unutmayın amacımız herkesi evden kaçırmak, öl‐ dürmek değil. Eğer birinin ölmesine sebep olursa‐ nız oyunu kaybetmiyorsunuz ama oyunun sonunda ufak bir sürpriz sizi bekliyor. Sevimli havası, hoş müziği ve eğlenceli oynanışı ile gönlümüzde kendisi ayrı bir yer edindi Haunt the House. Yarım saatlik hoş bir eğlence için oyu‐ numuzun adresi; http://superflashbros.net/2010/10/27/haunt‐the‐ house/

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 47


OYUN

Son zamanlarda Adventure türü oyunlarda güzel bir hareketlilik başladı. Sierra ve Lucas Arts zamanında tavan yapan, 90’lı yılların sonuna doğru ise düşüşe geçen ve hemen hemen kaybolan tür, bu aralar tekrar yükselişe geçiyor sanki. Bu da benim gibi macera oyunu tutkunları için oldukça sevindirici bir durum elbette. Bu yeniden yükselişin son halkalarından biri de The Lost Horizon.

48 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


>>Oyun İnceleme: Lost Horizon

Film tadında macera 1936 yılında, Hong Kong’da başlıyoruz oyuna. Küçük bir grup İngiliz askeri bilinmeyen bir düşman tarafından köşeye sı‐ kıştırılmış ve oldukça zorlu daki‐ kalar geçirmekteler. Onlara yardımcı olmaya çalışan tek kişi ise yaralı ve yaşlı bir rahip. Yaşlı rahip ve sağ kalan son iki asker can havli ile kendilerini eski tapı‐ nağın kollarına atarlar ve yaşlı adamın açtığı gizli bir geçit saye‐ sinde paçayı son anda kurtarır‐ lar. Fakat askerlerden biri daha kapıdan geçemeden vurulur ve gizli kapı insafsızca kapanır. Artık sadece rahip ve Richard adındaki asker kalmıştır. Rahibin dakikaları sayılıdır üstelik… O kısacık anda rahip Richard’a önemli bir sırdan bahseder ve bunu hayatı pahasına koruma‐ sını söyler. Sır, düşmanın eline geçmemelidir. Eski bir İngiliz askeri olan şimdi ise hayatını kaçakçılıkla

karşımıza çıkmış bir konu ama yine de ilginizi uyanık tutmayı başarıyor oyun. Hikâyenin bu derecede iyi yazılmış olmasının iki sebebi var; birincisi Lost Ho‐ rizon aslında 1933 yılında James Hilton tarafından yazılmış bir roman. Romanın konusu ise Shangri‐La… Fakat oyun bu ro‐ mandan konusu haricinde çok da bir şey almamış. İkincisi ise oyunun senaryosunun Claudia Kern adında gerçek bir yazar ta‐ rafından yazılmış olması. Zaten oyun sırasındaki diyalogları okurken, karakterlerin ilk başta puslu olan ve yavaş yavaş açılan Aşağı yukarı böyle bir hikâ‐ geçmişlerine şahit olurken bunu yesi var Lost Horizon’ın. Olaylar sonuna kadar hissediyorsunuz. tam olarak benim anlattığım şe‐ Özellikle her karakterin bir geç‐ kilde gelişmiyor elbette, arada mişi olduğu hissini çok iyi yansı‐ ufak bulmacalar ve gelişen bir‐ tıyor. kaç küçük ayrıntı daha var ama keyfinizi kaçırmamak için oraları Indiana Stobbart es geçiyorum. Çünkü gerçekten Fenton Paddock tam bir kla‐ de iyi yazılmış bir hikâyeye sahip sik bir macera oyunu kahramanı; Lost Horizon. Evet, kesinlikle yakışıklı ama fakir, zeki ama orijinal bir kurgu değil, Sham‐ şanssız, pratik çözümler üret‐ bala miti daha önce pek çok kez sürdürmeye çalışan Fenton Pad‐ dock, Richard’ın en eski dostla‐ rından biridir. İngiliz ordusu onu Richard’ı aramaya dağlara göndermek ister. Paddock başta buna gönülsüz olsa da Ric‐ hard’ın hayatının tehlikede oldu‐ ğunu öğrenince göreve balıklama atlar ve Tibet’e doğru yola çıkar. Ya da en azından çık‐ maya çalışır. Çünkü gideceği yer daha önce hemen hemen hiç kimsenin gitmediği ve haritası çizilmemiş topraklardır. Bunun için eski bir dostun yardımına ih‐ tiyacı olacaktır.

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 49


OYUN mekte üstüne yok ve aşırı dere‐ cede geveze bir karakter. Öyle ki en sıkıntılı zamanlarda bile bir espri patlatmadan duramıyor. Bu haliyle Broken Sword’den ta‐ nıdığımız George Stobbart’ı an‐ dırıyor ve bir anda kendinizi karaktere ısınmış hissediveriyor‐ sunuz. Bir de yanına Çinli bayan karakterimiz Kim katılınca ve bu ikisi arasındaki eğlenceli atışma‐ lara şahit oldukça bu his daha da kuvvetleniyor. İşin içine bir de Naziler giriyor (Naziler olmasa oyun dünyası ne hale gelirdi dü‐ şünemiyorum.) ve bu kez de oyun bir Indiana Jones filmi ha‐ vasına bürünüveriyor. Yani ha‐ vaya girmemek için bir sebebimiz yok.

mizdeki nesneleri etraftaki diğer şeylerle veya envanterimizdeki öteki nesnelerle birlikte kullan‐ mak sureti ile çözüyoruz. Bulma‐ calar genel olarak mantıklı şeyler olsa da bazen o mantığı kavra‐ manız zor oluyor. Hatta bir bul‐ macayı çözdükten sonra çoğu zaman “Hmm, tabi ya…” diyor‐ sunuz. Sorun şu ki çözümler mantıklı olsa da genellikle insa‐ nın aklına gelecek en son şeyler oluyorlar. Kesinlikle mantıksız değiller ama biraz… Nasıl desem? Garipler…

Bulmacaların güzel yanı hiç‐ bir zaman bizi piksel avlamak zorunda bırakmamaları. Oyuna eklenen faydalı bir özellik saye‐ sinde tek tuşa basarak ekranda Fenton oyun boyunca Hong etkileşime geçebileceğimiz nok‐ Kong başta olmak üzere Tibet, taları görebiliyoruz. Bu sayede Kuzey Afrika ve Hindistan gibi bir yerde gereksiz yere sıkışıp pek çok yere gidiyor. Macera bo‐ kalmamız engellenmiş oluyor. yunca gerek Fenton’ı gerekse ya‐ Bazı bulmacaları ise iki farklı şe‐ nına katılan karakterleri kilde çözme imkânımız oluyor. kullanarak karşımıza çıkan bul‐ Örneğin oyunun başındaki şar‐ macaları çözmeye çalışıyoruz. kıcı kadını tavlayabilirseniz bir Bulmacaları genellikle envanteri‐ sonraki bulmacada size yardımcı

50 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

oluyor. Tavlayamadığınız tak‐ dirde ise başınızın çaresine bak‐ manız gerekiyor. Çinli şarkıcıdan bahsetmişken söyle‐ diği şarkının uzun süre aklınızda kalacağını da söyleyeyim. Şar‐ kıyı Conny Kollet seslendirmiş (bu bilgiye ulaşmak için göbe‐ ğimi bayağı bir çatlattım. Kendisi daha önce Spellforce 2 başta olmak üzere farklı oyunlarda da seslendirme yapmış aynı za‐ manda. Oyunun el çizimi grafikleri gayet başarılı. Gittiğimiz her mekân, gezdiğimiz her bölge göze oldukça güzel görünüyor. 3 boyutlu olarak tasarlanan karak‐ terlerin animasyonları kadar ko‐ nuşma metinlerinin yanında beliren el çizimi portreleri de ol‐ dukça başarılı. Oyunun bir diğer beğendiğim özelliği sanki bir si‐ nema filmi izliyormuşuz hava‐ sını vermesi. Örneğin başlangıç menüsü bir sinema salonunun önü gibi tasarlanmış ve başrol oyuncusu Fenton Paddock ola‐ rak görünüyor. Pause menüsüne


>>Oyun İnceleme: Lost Horizon

Oyunun unutulmaz şarkısı girdiğimizde ise bir sinema salo‐ nunun içini görüyoruz. Seslen‐ için; http://lost‐horizon.deepsil‐ dirmeler de gayet iyi. Her milleti kendi aksanı ile konuşması çok ver.com/us/game/musik/ büyük bir yenilik değil belki ama atmosfere sağladığı katkı tartışıl‐ maz. Sonuç olarak Lost Horizon klişelerle dolu olmasına rağmen eğlendiren bir yapım olmuş. Bazı bulmacaları çözerken saçınızı ba‐ şınızı yolmanız olası ama her ad‐ venture oyununda bu yok mudur zaten. Film tadında bir oyun arayanlara ve eski point‐ and‐click macera oyunlarını öz‐ leyenlere tavsiye olunur. Oyunla kalın…

KÜNYE Yapımcı: Animation Arts Tür: Aksiyon ‐ Macera Grafik: Ses: Oynanabilirlik: Eğlence:

NOT:

8,0

/10,0

Artılar: Güzel animasyonlar, el çizimi grafikler Eksiler: Bazı bulmacaların mantığını ancak çözdükten sonra anlayabiliyorsunuz. MİNİMUM SİSTEM GEREKSİNİMLERİ Windows XP/Vista/Win 7 işletim sistemi 2.0 GHz Pentium IV veya dengi işlemci 512 MB RAM; 64 MB DirectX 9.0c uyumlu ekran kartı 4.5 GB boş hard disk alanı

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 51


OYUN

Aynı Anda Tüm Platformlarda Yalanı Assassin’s Creed: Brotherhood’u duymayanınız kaldı mı? Hani Assassin’s Creed 2’nin devamı olan, oyuna bir sürü yeni özellik ile birlikte multiplayer modunu da ekleyecek olan ve 16 Kasım’da “PC dâhil” tüm platformlara aynı anda çıkacak olan oyunu? Takvime şöyle bir bakarsanız tarihlerin 16 Kasım’ı çoktan geçtiğini göreceksiniz. Peki siz PC sahipleri oynadınız mı bu oyunu? Oynamadınız mı? Neden ama? Bakın PlayStation 3 sahipleri oynuyor, XBox 360 sahipleri de öyle… Aaa, doğru ya “söz verildiği halde” oyun PC’ye çıkmadı değil mi? Ne demiş peki Ubisoft? “PC için geliştirmeye devam ediyoruz, önümüzdeki yılın Şubat ayında piyasada olacak.” Eh be güzel kardeşim, baştan söylesenize şunu! Ne diye duygularımızla oynuyor, aptal yerine koyuyorsunuz ki bizi? Bir benzer gelişme de Fable 3 cephesinde. Oyun Ekim sonunda konsollarda satışa çıktı. PC’ye de çıkacağı açıklanmıştı ama üzerinden 2 ay geçmesine rağmen resmi bir açıklama yapılmadı. Fable 2’den çoktan umudunu kesen PC oyuncuları ise “Bu da mı iptal oldu yoksa?” diye sorup duruyor birbirine. Neyse ki Lionhead yapımcıları lütfedip bir açıklama yapma zahmetine katlandılar geçen hafta; “PC için yapımı halen devam ediyor.”

Yıllar önce Valve yetkilileri artık hiçbir dağıtıcı ile anlaşmayacaklarını ve oyunlarını Steam adını verdikleri dijital dağıtım kanalı ile satacaklarını söylediklerinde oyun camiasının büyük bir çoğunluğu buna gülmüştü. Şimdi ise herkes Steam’in büyük başarısını konuşuyor. Hatta sadece konuşmakla kalmıyor ona rakip olmaya da çalışıyorlar. Bunlardan biri de her pastadan pay kapmaktan geri kalmayan Microsoft. www.gamesforwindows.com adresi altında dijital olarak oyun satışına başlayan Microsoft herhangi bir üyelik de istemiyor. Tek ihtiyacınız olan şey bir WindowsLive (yani Msn) hesabı. Sitede sadece

Games for Windows oyunlarının satılmayacağı, 2K Games, Capcom ve Rockstar gibi yapımcıların oyunlarının da site üzerinden dağıtılacağı gelen ilk haberler arasında.

52 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

M. İhsan TATARİ / yorgun‐savasci.blogspot.com

Hoş geldin Games for Windows Marketplace


>>Oyun Haber

Command & Conquer Yeniden Biliyoruz, Command & Conquer 4 serinin son oyunu olacak denilmişti fakat görünen o ki EA Games bu oyunun kolay kolay unutulmasına izin vermeyecek. Bu, serinin hayranları için güzel bir şey elbette... Bu kez oyunun başına sürpriz bir isim, Dead Space ve Dante’s Inferno oyununun yapımcısı olan Visceral Games olacak. Oyun hakkında bilinen tek şey ise yapılacağı… Fakat işin içinde Visceral Games olduğuna göre birinci şahı kamerasından oynanacak güzel bir oyun gelebileceğini tahmin edebiliriz. Renegade günlerine geri mi dönüyoruz dersiniz? Bekleyip görececeğiz.

F.E.A.R. 3’ün Çıkmasına Daha Var Day 1 Studios tarafından geliştirilen ve küçük kızımız Alma’nın maceralarını konu alan korku-macera oyunu F.E.A.R.’ın son oyununun çıkış tarihi geçtiğimiz ay içerisinde belli oldu. Oyun 22 Mart’ta Amerika’da, 25 Mart’ta ise tüm Avrupa’da satışa çıkmış olacak. Oyunun aynı anda tüm platformlara birden çıkması bekleniyor.

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 53


OYUN

Bioshock 2’de Sürpriz Gelişme Hatırlarsanız geçen ay BioShock 2’nin indirilebilir paketlerinin PC’ye çıkmayacağı haberini yazmıştık. Pek çok PC kullanıcısı da haklı olarak bu olaya tepki göstermişti. Gösterile bu tepki işe yaramış olacak ki 2K Games tüm DLC’lerin PC’ye de çıkacağını resmen duyurdu ve bir nevi geri adım atmış oldu. Hatta bir adım daha ileri atarak Protector Trials'ın Aralık ayından sonra ücretsiz olarak sunulacağını da belirtti. BioShock severlere duyurulur.

Shogun 2: Total War Total War serisinin hayranlarına müjde. Serinin yeni halkası olacak olan Shogun 2: Total War için resmi çıkış tarihi resmen duyuruldu! Sega tarafından yapılan açıklamaya göre oyunun 15 Mart 2011 tarihinde raflardaki yerini alması bekleniyor. Serinin bu oyununda da bir önceki Total War oyunu olan Napoleon’da olduğu gibi hem kara hem de deniz savaşları bulunacak. Japon savaş taktiklerinin oyuna eklendiği haberi ise bir diğer sevindirici gelişme. Şimdiden taktiklerinizi hazırlayın.

54 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

Zenimax Media Büyümeye Devam Ediyor

Daha önce sadece Bethesda’yı bünyesinde bulunduran, sonra da yanına id Software, Arkane Studios ve Tango Gameworks’u katan Zenimax genişlemeye devam ediyor. Şimdi de bünyesine Chronicles of Riddick oyunlarının yapımcısı olan Machine Games (eski adı ile Starbreeze)’i de kattı. Böylelikle firma piyasadaki yerini iyice sağlamlaştırmış oldu. Hayırlısı olsun, ne diyelim? Belki bu sayede Riddick tadında ve kalitesinde daha çok oyunla buluşma fırsatı buluruz.


>>Oyun Haber

Metal Gear Solid: Rising Ertelendi Metal Gear serisinin son oyunu olan ve serinin hayranları tarafından her zaman üvey evlat muamelesi gören Raiden’ı yöneteceğimiz Rising’in çıkış tarihi ertelendi. Oyunun geliştiricileri hemen hemen her şeyi kesebileceğimiz, bir karpuzu istersek ince ince doğrayabileceğimiz hatta ve hatta hiç kimseyi öldürmeden oyunu tamamlayabileceğimiz gibi ilginç ve heyecanlandırıcı haberleri üzerimize boca ettikten sonra “Ama 2012’de” diyerek arkalarına bakmadan kaçtılar. Eh, Metal Gear severler bu tür ertelemelere alışık ne de olsa. Yeter ki kaliteden ödün verilmesin, biz bekleriz. Ühü!

Steam’e Yeni Bir Özellik Daha Valve firmasının başarılı oyun dağıtım aracı olan Steam geçtiğimiz ay ortasında yeni bir hizmeti daha oyun severlerin beğenisine sundu; öneriler… Bu yeni öneri sistemi sayesinde Steam artık oyunculara yeni oyunlar önerebilecek. Bunu yaparken de son satın aldığımız oyunlar ile son incelediğimiz oyunları göz önünde bulunduracak. Ayrıca istersek biz de sevdiğimiz oyunlar hakkında yorum yapabileceğiz ve bu oyunları arkadaşlarımıza tavsiye edebileceğiz. Siysem şimdilik çok yeni olduğundan ne kadar sağlıklı olacağını söylemek zor ama şahsen benim her zaman eksikliğini hissettiğim bir şeydi. Bu uygulamanın ne kadar tutulacağını ise zaman gösterecek.

Witcher 2’nin Çıkış Tarihi Belli Oldu CD Projekt RED tarafından yapılan açıklamaya göre merakla beklenen Witcher 2: Assassin’s of the Kings, 17 Mayıs 2011 tarihinde sevenleri ile buluşacak. Oyunun hâlâ cilalanmaya ihtiyacı olduğunu ve çıktığında mükemmel olmasını istediklerini söyleyen yapımcılar beklediğimize değeceğini de garanti ediyorlar. Eh, böyle ertelemeye can kurban… Ayrıca oyun Steam üzerinden ön satışa sunulmuş durumda. Ön sipariş yolu ile satın alanlar %10’luk bir indirimin yanı sıra oyunun soundtrack albümüne, yapımcının günlüğü (videolar, röportajlar vs) albümüne, oyun dünyasının özel bir haritasına, iki adet oyun rehberine, bir adet oyun içi itemlerden birine ait tanıtıcı broşüre ve biri Geralt’a ait olmak üzere iki kağıt modele sahip olacak.

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 55


TV SERİLERİ

The Perfect Neighbor: Ya yan komşun şahane biriyse? Bazı diziler vardır; insan ilk gördüğünde “işte ben bunu izlemeliyim”, “bu tam bana göre bir dizi” derler ya hani, işte bu dizi de tam olarak bende aynı etkiyi yarattı. 2007 yılı Güney Kore yapımı olan, SBS kanalında yayınlanan 20 bölümlük Mükemmel Komşu, şüphesiz o yılın en iyi dizilerindendi. Bir kere alıştığınız Kore dizi kalıplarını unutun. Bu diziyi diğerlerinde ayıran bazı özellikler var. Ama öncesinde konusuna bakalım. İyi dizi yapmanın önemli sırlarından biri olan gizem katmanını keşfeden Koreliler, bu dizide gizem unsurunu ustaca kullanmışlar. Ortaya da hem büyük bir zevkle, hem de büyük bir merakla izleyeceğimiz bir yapım çıkmış. Can Akbulak / metropolgunlugu.blogspot.com

Baek Soo Chan: Kadınların aradıkları her şeyi buldukları bir erkektir. Yardımseverliği, çekiciliği, yakışıklılığı, centilmenliği göz doldurur. Gözüne kestirdiği her kadına av olarak bakmaktadır. Bu durum başına ne gibi işler açacaktır? Kadınlar kolayca Baek Soo Chan’ın büyüsünün etkisine girerken, o bu yeteneğiyle övünmektedir. Geldiği konum dahi, bu yeteneğinin meyvesidir. Hayattaki amacı bir sonraki kadını gözüne kestirmekten ibaret olan Baek Soo Chan’ın karşısına hiç beklemediği şeyler çıkacaktır... Dizinin konusu kabaca böyle diyebiliriz. Zıt karakterlerin harika uyumu ile keyifle izlenen bir dizi haline gelmiş. Sizi hiç bir şekilde sıkmıyor, su gibi akıp gidiyor dizi. Esas oğlanımızın başına çeşitli belalar geldikten sonra kendisini toplaması ve çevresin56 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

dekilere “gerçek” Baek Soo Chan’ın göstermesini izleyeceğiz. Tabi işin için “aşk yarışları” da yok değil! Soo Chan’dan yeterince bahsettiğim için diğer karakterlere geçmek istiyorum.

Jung Yoon Hee: Daha önce The Host filminde izlemiştim Du Na Bee’yi. Kore’nin en çok izlenen filmi olan The Host’taki performansı göz dolduruyordu. Bu dizide esas kız olan Yoon Hee karakterini ustaca canlandırmış. Şimdi ise uzun soluklu Gloria dizisinde boy gösteriyor. Yoon Hee içmeyi çok seven, annesi, ablası ve yeğeniyle beraber yaşayan sıradan bir kız. Tamamen tesadüf ve cesaret örneği bir olaylar büyük bir şirketin genel müdürünün sekreteri oluyor. Genel müdür aniden hastalanınca boşluğu oğlu dolduruyor ve onun hizmetine giriyor.


>>The Perfect Neighbor

Yoo Joon Suk: Büyük bir şirketin tek varisi. roller çok yakışıyor; çünkü hakkıyla yerine getiriyor. Altında başarıyla kalkıyor. Aslında Go Hye Mi karakteri için kötü biri diyebilir miyiz bilmiyorum. Gerçi ilk bölümde arabanın Kamboçya’da denize uçmasından sonra gelişen olayları göz önüne alırsak, bayağı bayağı kötü diyebiliriz. Annesinin babasının baskısıyla Joon Suk ile evlendirilmek isteniyor. Zamanla ondan hoşlanmaya başlayan Hye Mi, sevdiği adamın aklının kendisinden daha alt kademede yer alan birinde olduğunu öğrendiğinde ise hırs yapmaya başlıyor.

Babası hastalanınca işleri devralıyor. Soğuk bir ailede yetiştiği için çevresindekilere duygularını göstermede başarısız bir karakter. Park Si Hu’yu Haru: An Unforgettable Day in Korea izleyip beğendiğim halde, en güzel rolünün Prosecutor Princess’teki rolü olduğunu düşünüyorum. Bu dizideki gibi soğuk nevale haller ona yakışmıyor. Joon Suk’un annesi oğlunun bir an önce evlenmesini istiyor. Bunun içinde kendisine sorulmadan bir aday bile belirlenmiş: Go Hye Mi! Şirketi babasıyla beraber büyüten müdürün kızı ile bir evlilik yapmasını istiyorlar. Joon Suk bu isteği yerine getirecek mi? Yoksa ilk iş gününde görmüş olduğu kız aklına mı takıldı?

Yang Duk Gil: Çeşitli olayların gelişmesinden sonra evlat edindiğinde oğlu ile beraber Soo Chan’ın evine yerleşiyorlar. İyi, yardımsever ve biraz da safça biri. Köyden Seul’e geldiğinde için kendisine köylü deniyor. Dizinin en güzel sahneleri Duk Gil ve Yoon Hee’nin ablası arasında geçen olaylar bana göre.

Go Hye Mi: İşte favori karakterim. Wang Ji Hye kesinlikle Kore’nin en iyi oyuncularından biri. Kötü karakterlerin bir numaralı oyuncusu. Bu kadına kötü

> Notlar.. >Neleri Sevdim? ipucu veriliyor. Yoon Hee’nin ablasına aşık olan dedektif sağ olsun, bizi olayı aydınlatma konusunda bilgilendiriyor. Cinayetle başlayan bir Kore dizisi, ender görülen bir şeydir. Komedinin yanında gizem unsuru çok iyi bir şekilde yedirilmiş.

Baek Soo Chan karakterinin değişimi gerçekten görülmeye değerdi. İlk başlarda hiç kimseyi umursamayan, ama darbe üstüne darbe yedikten sonra aklı başına gelen Soo Chan, gerçekten de “mükemmel komşu” olmuştu. Dizi bir cinayetle başlıyor. Genç bir kadın öldürüyor ve biz bütün dizi boyunca katilin kim olduğunu çözmeye çalışıyor. Her bölüm ufak ufak

Yoon Hee salak, saf ana karakterlere benzemiyor. Oldukça iyi içici, kendini kaptırmayı sevmeyen, yeri geldi mi karşısındakine dur diyebilen bir kız. Doğal olarak Kore dizilerini izleyen insanlar için bulunmaz Hint kumaşı gibi! İlk bölümle beraber Kamboçya’yı görüyoruz. Zaten dizinin gidişatında Kamboçya büyük rol oynadık. Duk Gil çocuğuna bakması için bir evlilik ajansıyla anlaşarak Kamboçya'ya gelini getirmeye gidiyor. Soo Chan ve avlarından biri olan üniversitedeki profesör kadın da toplantı için aynı ülkeye www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 57


TV SERİLERİ

gidiyor. Baştan beri Soo Chan’a aşık olan Yoon Hee’nin turizm ofisi sahibi ablası ise kardeşiyle beraber tatil rotalarını Kamboçya olarak belirliyor. Ji Hye ise ayrılmaya çalıştığı sevgilisi ile evet, yine bu ülkede!

bolurlar. Böylece evinden olan Duk Gil ve oğlu kendisine abi diyen ve zamanında aynı köyde yaşayıp büyüdükleri Soo Chan’ın evinde yaşamaya başlarlar.

Bütün karakterlerin Kamboçya’ya değişik yollardan toplanması aslında güzel olmuş. Ji Hye ve sevgilisinin olduğu araba kaza yapı denize uçar. Ji Hye kurtulur ama çırpınan sevgilisini kurtarmaz (kötü işte) Soo Chan Ji Hye’yi kurtardığında bizim kötü tek başına olduğunu, araba başka kimsenin olmadığını söyler. Aynı şekilde Yoon Hee Kamboçya’da turistik yerleri gezerken Ji Hye’yi görür. Buralar evet biraz karışık ama anlatmasam olmazdı. Çünkü ileriki bölümlerde olaylar çok güzel bir şekilde bağlanıyor.

Hani dizinin adı Mükemmel Komşu ya, birazda sokaktan bahsedeyim. Bu sokakta çoğunluk olarak Yoon Hee’nin çalıştığı şirketten çalışan kişiler ve aileleri yaşamakta. 3 yıl şirkette çalıştıktan sonra, oturdukları evler kendilerinin oluyor. Bu sokaktaki her aile ayrı çatlak! Sabah Soo Chan işe gitmiş için çıktığında, diğer evdeki kadınlar türlü türlü, hatta saçma bahanelerle sokağa çıkıp günaydın diyorlar. İki dakika konuştuklarında mutlu oluyorlar. Genci, yaşlısı, güzeli, çirkini her sabah Soo Chan’a günaydın diyor, ona hediyeler alıyorlar, doğum gününde kocalarına bile almayacakları hediyeleri bizim adama veriyorlar.

Dizi hakkında az da olsa önbilgi verme niyetimdeyim. Böyle güzel dizi izleyince, ister istemez en güzel sahneler anlatılmadan olmuyor. Ama bomba etkisi yaratan kısımlardan bahsetmeyeceğim. Duk Gil yeni eşiyle beraber Kore’ye döner, ama aslında bunların hepsi bir kandırmacadır. Kamboçyalı kız ve ajansın sahibi Duk Gil’e tuzak kurarak parasını alırlar ve kay-

Yoon Hee ile Soo Chan arasındaki kavga, gürültü, ilişki.. Kısaca her şey süperdi. Kızımız Soo Chan’a kötü davrandığı için, intikama maruz kalıyor. Taktiklerini kullanarak Yoon Hee’yi ağına düşürmeye çalışıyor. Gerçekler anlaşıldığında ise, varın oluşan durumu siz düşünün.

58 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


>>The Perfect Neighbor

Gil’e ulaşamadığı için cep telefonu satın alıyor, ona iş yerinde iş veriyor filan. Süper!

Joon Suk ile Yoon Hee’nin kimyası her ne kadar birbirine zır olsa da, çok güzeldi. Joon suk yavaş yavaş sekreterinden hoşlanmaya başlarken, Yoon Hee’nin de kendine boş olmadığını görüyor. Ama önlerinde gene aynı engel var: Go Hye Mi. Müstakbel kocasının bir “sekreter parçasına” gönlünü yavaş yavaş kaptırdığını gören Hye Mi, Yoon Hee’yi psikolojik olarak yıkıntıya uğratmaya çalıyor. Kötü davranıyor, her gördüğünde eziyor, hakaretler ediyor.. Soo Chan ile ilgili bütün gerçekler öğrenildikten sonra, yeni yaşamaya başladığı yere bayıldım. Tam delilerin arasına düştü! Bu arada Yoon Hee’nin annesi ile ilişkisi bir harika. Kadın kızına neler neler diyor. Yeğeni ise tam bir cadı. Anneannesinin tam da istediği cümleleri kuruyor o yaşta. Çokbilmiş velet! Olan Yoon Hee’ye oluyor, gece ışıklar kapandığında yeğeniyle aynı odada yatıyor aha. Dizinin müzikleri oldukça güzeldi. Sahnelere uyan şarkılar seçmişler. Albümü gerçekten dinlenmeye değer. Sizi alıp götürüyor uzaklara.

Yeterince bahsettim ama son olarak bahsetmek istediğim bir sahne var. Joon Suk’un oldukça soğuk bir ailede yetiştiğini söylemiştim. Annesi ile babası mantık evliliği yapmış ve aralarında hiç bir şekilde aşk yok gibi. Doğal olarak soğuk kalpli biri gibi yetişen Joon Suk, zincirlerini kırmak istiyor. Fakir olmasına rağmen kızımızla beraber olmak gibi elinden geleni yapıyor ama bir yandan da büyüdüğü ortamın getirdiği şartlar, Yoon Hee’ye de uygulatmak istiyor. Arabayla gittiği sahnede kırmızı ışık yanıyor. Bu sırada önünde yaşlı bir karı koca var. Adam el arabasını taşıyor, eşi de arabaya oturmuş gidiyorlar. Yaşlı adam yorulduğu için arabayı yere bırakıyor, kadın da elinde mendille kocasının yüzünü siliyor. İki elini yanaklarına koyup gülüyor. Yanağında öpüyor ve yolculuklarına devam ediyorlar. Joon Suk bu sahneyi gördüğünde çok etkilenmişti. Onlar gibi olmak istiyordu. Yoon Hee ile bu şekilde yaşayıp yaşlanmak istiyordu. Ama önlerinde yine, yine aynı engel vardı. Go Hye Mi ve asalak babası. Mükemmel Komşu kısaca böyle bir dizi. Eğer siz de Joon Suk ve Yoon Hee arasındaki macerayı, Hye Mi ile babasının hain planlarını, mükemmel komşu Soo Chan’ı ve favori çift abla ile Duk Gil’i izlemek istiyorsanız, (tabi bir de cinayetimiz var), bu diziye başlayın derim. Bir şey kaybetmezsiniz, aksine harika şeyler kazanırsınız.

3 kez evlenen Yoon Hee’nin ablasına ilk başlarda sinir olsam da, daha sonra favori karakterim o oldu. Duk Gil ile olan bütün konuşmaları o kadar güzeldi ki, tekrar tekrar izledim. Kesinlikle Kore dizi aleminde, birbirine en yakıştırdığım çift bunlar. Bayılıyorum hallerine. “O bir köylü neler yapıyorum ben böyle” derken, bir başka sahnede gidip Duk www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 59


VİZYONDAKİLER

Av Mevsimi Gösterim tarihi: 03 Aralık 2010 Yönetmen: Yavuz Turgul Tür: Gerilim, Macera, Polisiye Oyuncular: Şener Şen, Cem Yılmaz, Çetin Tekindor, Melisa Sözen, Okan Yalabık.

Afişlerin üzerine tıklayarak film fragmanlarını internet üzerinden izleyebilirsiniz...

Tecrübesi, sezgileri ve takipçiliğiyle tüm teşkilatın “Avcı” olarak bildiği Ferman ile Deli İdris cinayet ma‐ sasında görevli, baba‐oğul kadar yakın iki polistir. Antropoloji mezunu, sessiz sakin Hasan ise bu ikiliye yeni katılmış bir “Çömez”… Öldürülen genç bir kız onları uyuşturucu taciri Asit’le, kızın ağabeyleri Abbas, Vakkas ve daha birçok farklı insanla karşı kar‐ şıya getirecektir. Hayatını eşine adayan, onun hasta‐ lığıyla boğuşan Ferman, boşandığı eşi Asiye’ye tutkuyla bağlı İdris, yeni mezun ve bu dünyaya ya‐ bancı Hasan… Çözmeye çalıştıkları cinayet, bu üç po‐ lisin hayatını değiştirecektir.

Turist (The Tourist) Gösterim tarihi: 10 Aralık 2010 Yönetmen: Florian Henckel von Donnersmarck Tür: Gerilim Oyuncular: Angelina Jolie, Johnny Depp, Paul Bettany, Timothy Dalton, Steven Ber‐ koff Frank, kırık kalbinin acısından kurtulmak için İtal‐ ya’ya giden Amerikalı bir turisttir. Trende Elise adında olağanüstü bir kadınla tanışmasıyla gezisi bambaşka bir boyut kazanır. Ancak Frank’ın Elise ile karşılaşmasının aslında tesadüf değildir. Arka planda Paris ve Venedik’in nefes kesen manzaraları eşliğinde Frank, bir ilişkinin ardından koşarken etrafında teh‐ likeli entrikaların döndüğünü fark eder. 60 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


Narnia Günlükleri: Şafak Yıldızı'nın Yolculuğu Gösterim tarihi: 10 Aralık 2010 Yönetmen: Michael Apted Tür: Macera, Aile, Fantastik Oyuncular: Ben Barnes, Skandar Keynes, Georgie Henley, Will Poulter C. S. Lewis’in büyü ve mucizelerle dolu dünyasına dönüş, rüya gibi bir Narnia gemisi olan “Dawn Trea‐ der / Şafak Yıldızı” ile başlıyor. Dünyada büyük il‐ giyle izlenen ve gişe rekorları kıran “Narnia Günlükleri” serisinin bu yeni filminde Edmund ve Lucy Pevensie, kuzenleri Eustace ve sadık dostları King Caspian kendilerini bir tablonun içine yerleşti‐ rilmiş halde Şafak Yıldızı gemisine konmuş olarak bulurlar. Kaderlerini etkileyecek bu inanılmaz keşif yolculuğuna doğru yelken açarken, hayal bile edeme‐ yecekleri engellerle karşılaşırlar.

Çakal Gösterim tarihi: 17 Aralık 2010 Yönetmen: Erhan Kozan Tür: Aksiyon, Dram Oyuncular: İsmail Hacıoğlu, Uğur Polat, Erkan Can, Naci Taşdöğen, Cüneyt Türel, Damla Sönmez, Çetin Altay İstanbulʹun yoksul mahallelerinden birinde yaşayan Akın’ın hayatı, annesinin ölümüyle şekil değişti meye başlar. Çalıştığı marangoz atölyesinden ça dığı parayla yeni bir hayat kurmayı planlarken, sevgilisi Deniz’in bu planı saçma bulup onu terk etmesi, a kadaşı İdris’in yaptığı teklifi kabul etmesine sebep olur. Bu teklif ona yeni bir başlangıç fırsatı sunar Kaybedecek hiçbirşeyi olmayan Akın’ın, gerçek dünyadaki umursamaz ve korkusuz duruşu, patro‐ nun gözünden kaçmaz. Fakat bu yeni başlangıç yeni düşmanları da beraberinde getirir. www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 61


VİZYONDAKİLER

Çakallarla Dans Gösterim tarihi: 17 Aralık 2010 Yönetmen: Murat Şeker Tür: Komedi, Macera, Romantik Oyuncular: Şevket Çoruh, İlker Ayrık, Timur Acar, Murat Akkoyunlu, Tuba Ünsal, Kemal Uçar, Hakan Bilgin, Cengiz Küçü‐ kayvaz, Erdal Tosun, Sevinç Gürşen... Büyük bir şirketin muhasebecisi olan Servet, karısının gazına gelerek, şirketin internet hesapları üzerinden hatırı sayılır miktarda bir parayı patronundan çalma plânı yapar. Bu plânın bir parçası da en yakın arka‐ daşı olan Gökhanʹdır… Diğer iki arkadaşı da bu hain plânın figüranı olacaklardır. Ama unuttuğu iki şey vardır; birincisi, kendisi gibi kurnaz ama saf olan ar‐ kadaşları, ikincisi ise; çakallık yapmaya çalışırken zaten çakalların oyunlarının tam ortasında olmaları.

Çapkın (Spread) Gösterim tarihi: 24 Aralık 2010 Yönetmen: David Mackenzie Tür: Erotik, Komedi, Romantik Oyuncular: Ashton Kutcher, Anne Heche, Margarita Levieva, Sebastian Stan, Rachel Blanchard, Maria Conchita Alonso Nikki hayatının devamını kadınların istediklerini vere‐ rek sağlayan yakışıklı seksi bir dolandırıcıdır. Nikkiʹnin son zaferi hiç sahip olmadığı kadar çok şey vadeden orta yaşlı avukat Samanthaʹdır. Ancak daha sonra Nikki, güzel garson Heather ile tanışır. Samanthaʹnın yurt dışında iken Heather, Nikkiʹyi ziyarete gelir. Nik‐ kiʹnin bilmediği şey ise Heatherʹın da kendisi gibi oyun oynadığıdır. Samantha eve döndüğünde Nikkiʹnin ken‐ disini aldattığını görür ve her şey bundan sonra başlar. 62 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


Hırsızlar Şehri (The Town ) Gösterim tarihi: 24 Aralık 2010 Yönetmen: Ben Affleck Tür: Dram, Gerilim, Suç Oyuncular: Ben Affleck, Blake Lively, Re‐ becca Hall, Jeremy Renner, Chris Cooper, Jon Hamm, Pete Postlethwaite... Polisiye Dram. Dough MacRay (Ben Affleck) banka soyguncularından oluşan bir grubun lideridir. Haya‐ tında kimseyle yakınlaşmadığından kimseyi kay‐ betme korkusu da yoktur. Ancak bu durum son işlerinde banka müdürü Claire Keesey’yi (Rebecca Hall) rehin almaları ile değişecektir. Claire’e ilgi duy‐ maya başlayan Dough’ın hayatı da bu doğrultuda de‐ ğişecektir.

Kukuriku: Kadın Krallığı Gösterim tarihi: 31 Aralık 2010 Yönetmen: Serkan Ok Tür: Komedi Oyuncular: Levent Ülgen, Didem Erol, Ali Düşenkalkar, Serap Aksoy, Ceren Soylu, Ayşen Gruda,Çağıl Taşbaşı, Necip Memili,Cenk Gürpınar, Melike Öcalan Adem ile Havva’dan bu yana uğruna kavgalar edilen, destanlara, edebiyatın unutulmaz yapıtlarına konu olan, sinemada her türlüsü işlenen kadın‐erkek ve aralarındaki iktidar savaşı, filmimizin ana temasını oluşturuyor. Bu savaş bazen komik, bazen traji‐ komik, bazen de trajik sonuçlar doğurmuştur. Kuku‐ riku: Kadın Krallığı bunların hepsini içerir. www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 63


MÜZİK

Müzik Kutusu

İbrahim MUMCU / Gecenin ismi ise Justin Bieber oldu. Yılın sanatçısı ödülüyle birlikte toplam 4 tane ödül aldı. Böyle bir şeyin olacağı belliydi aslında. Sene içerisinde özellikle genç kızların kalbini kazanmış olması ve sosyal medyanın da desteğiyle popülaritesini yeterince artırmıştı. Hatta bir ara Twitter’da “turkeywantsbieber” etiketiyle Türkiye trendi olmuştu. Tabii bazı genç kızlarınki özentilikten başka bir şey değil ama başarısı da inkâr edilemez.

Müzik piyasasında son birkaç güne damgasını vuran bir olaydı bence 38. Amerikan Müzik Ödülleri. Rihanna’nın harika şarkılarıyla açılış yapıldı, New Kids on the Block ve Backstreet Boys'un performansıyla son buldu. Törende bir sürü canlı performans sergilendi. Özellikle Rihanna ve Pink’in şovlarını çok beğendim. Zaten çıkardıkları yeni albümlerden seslendirdiler parçalarını.

Bir de şovu canlı olarak izleyemedim. Malum gece 3’te yayınladı Türkiye saatine göre. 1-2 gün sonra internet aracılığıyla ancak izleyebildim. Töreni baştan sona düşünürsek bence çok eğlenceliydi. Kısa kısa şovlar, popüler sanatçılar ve beraberinde popüler şarkılar dinleyenleri eğlendirmeye yetti doğrusu. “Adamlar biliyor abi ya!” demek istiyorum. Gerçekten de böyle bu durum.

AMA - Ödül Alan Sanatçılar T-Mobile Yeni Sanatçı Yılın Sanatçısı En İyi Erkek Sanatçı: Pop/Rock Pop/Rock Albüm:My World 2.0

Justin Bieber

En İyi Grup: Pop/Rock

The Black Eyed Peas

En İyi Erkek Sanatçı: Soul/R&B En İyi Kadın Sanatçı: Pop/Rock

Lady Gaga

En İyi Erkek Sanatçı: Rap/Hip-Hop En İyi Albüm: Rap/Hip-Hop – Recovery

Eminem

64 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

En İyi Albüm:Soul/R&B – Raymond V. Raymond En İyi Erkek Sanatçı – Country : Brad Paisley En İyi Kadın Sanatçı – Country : Taylor Swift En İyi Grup – Country : Lady Antebellum En İyi Albüm – Country : Carrie Underwood – Play On En İyi Kadın Sanatçı – Soul/R&B: Rihanna En İyi Kadın Sanatçı – Latin Music: Shakira En İyi Grup – Alternatif Rock Music: Muse Soundtrack: Glee: The Music, Volume 3 Showstoppers En İyi Sanatçı, Contemporary Inspirational: Mercyme

Usher


>> Müzik Kutusu

KISA KISA

Michael Jackson'ın resmi internet sitesinde, 'One More Chance' isimli şarkıya 2003'te Las Vegas’ta çekilen klibin yarım kalmış görüntülerinden derlenen bir video yayınlandı. Klipte Jackson'ın yüzü net olarak görünmüyor ancak klip bu haliyle bile hayranları için büyük önem taşıyor. Jackson'ın 'Michael' isimli albümü 10 yeni şarkıyla 14 Aralık'ta piyasaya çıkacak.

Metallica 2011'de yeni albüm çalışmalarına başlayacaklarını açıkladı. Lars Ulrich bir radyo şovunda 2011 için yeni albüm hazırlıklarına başlayacaklarını söyledi. Ulrich kendisini en fazla heyecanlandıran şeyin yeniden şarkı yazmak olduğunu belirtti.

ABD’li country müzik şarkıcısı Taylor Swift’in üçüncü albümü, piyasaya çıktığı ilk hafta tam 1 milyon 47 bin adet satarak, ABD’de son beş yıl içinde, piyasaya çıktığı ilk hafta en çok satan albüm oldu. 20 yaşındaki Swift’in 'Speak Now' adlı albümünden önce 2005 tarihli 'The Massacre' adlı albümü de ilk hafta 1 milyon 141 bin adet satmıştı. Swift, bu performansıyla ünlü 50 Cent’i de yakalamıştı. Swift’in bir önceki albümü 'Fearless' ise tam 11 hafta boyunca müzik listelerinin zirvesinde kalmıştı.

Ünlü rock grubu Redd, son dönemde popülaritesini iyice artırdı. Yönetmen Çağan Irmak'ın, grubun 'Prensesin Uykusuyum' adlı parçasını dinledikten sonra 'Prensesin Uykusu' adlı filmi çekmek istemesi, grubun isminin daha da duyulmasına neden oldu. Redd, Türkiye'den sonra 'Prensesin Uykusu' isimli filmin galasının yapıldığı İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya, Danimarka, İrlanda ve Norveç gibi ülkelerin müzik listelerinde de hızla yükselmeye başladı.

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 65


MÜZİK

>> Müzik Kutusu

Rock’ın en büyük isimlerinden bazıları Klasik RockN Roll Onur Ödülleri için Londra’da bir araya geldi. Alice Cooper, Ronnie Wood ve Slash kırmızı halıda yürüyüp eski dostlarıyla sohbet ettiler. Black Sabbath’tan Joe Eliot’ın da katıldığı gecede ödülleri Alice Cooper dağıttı. Törende yılın albümü ödülü Slash’e verildi. Gecenin en çok konuşulan olayı ise kimin tam anlamıyla klasik rock yaptığı konusuydu. Tabii buna da ödülleri veren organizatörler karar vermişti.

Robbie Williams’ın müzikte 20. yılını kutlamak adına oldukça geniş kapsamlı bir içeriğe sahip “In And Out Of Consciousness” adlı greatest hits albümü müzik marketlerdeki yerini aldı.Robbie Williams’ın 39 en önemli hit’inin (Take That’le beraber ‘Everything Changes’, George Michael’ın ‘Freedom’ cover’ı, ‘Angels’, ‘She’s The One’, ‘Feel’, ‘Bodies’ ve yepyeni parçası ‘Heart and I’ ile daha niceleri) toplandığı bu albümde sanatçının hayranlık uyandırıcı, rekorlarla bezeli 20 yıllık müzik kariyerinde bir yolculuğa çıkma fırsatı elde edeceksiniz.

Ayın Albümü

Ayın Şarkısı

Rihanna – Loud (2010) 1. S&M 2. What's My Name (Feat. Drake) 3. Cheers (Drink To That) 4. Fading 5. Only Girl (In The World) 6. California King Bed

7. Man Down 8. Raining Men (Feat. Nicki Minaj) 9. Complicated 10.Skin 11.Love The Way You Lie (Part II) (Feat. Eminem)

66 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

Pink:

Raise Your Glass


KISA BİR MOLA

Kısa Bir Mola

Rahim AYTUNÇ aytuncrahim.com

Arçelik Demek, Yenilik Demek rçelik'in şu aralar ekranlarda dönen, son derece sade, iddiasız, güzel reklamına muhakkak denk gelmişsinizdir. Hani Nevra Serezli'nin oynadığı reklam filmi var ya, işte ondan bahsediyorum. Reklam, klasik kaynana kıskançlığını ekran önüne sevimli bir şekilde getirmiş. Yalnız reklamda bir eksiklik var. Çünkü reklam boyunca Çelik Robot'un ekranın bir yerinden

A

hemen çıkıp, gözlerini melül melül açıp kaparken "Arçelik Demek, Yenilik Demek" diye konuşacağını, el sallayacağını bekliyordum ama öyle olmadı. Hani Çelik'e bu kadar alışmışken, reklamda yer almaması biraz şaşırtsa da, bence reklam bu beklenti içinde bitmesine rağmen güzel olmuş.

TTnet Mümkünlü Köyü TNET'in geçtiğimiz aylarda, "EVET" sloganıyla "ağza alınamayacak büyüklükte harcamalarla" yaptığı reklamları, sandık dönemine denk gelince yerle bir olmuştu. Tüm emeklerini, tüm çabalarını bir kenara atmak zorunda kalan TTNET "EVET" sloganından vazgeçip, bütün reklam mecralarındaki çalışmalarından kaldırmıştı. Sandıktan EVET çıkmıştı çıkmasına

T

ama asıl kaybeden TTNET'ten başkası değildi. Herkes "acaba ne olacak" diye bekleyiş içindeyken, yeni reklam teaserı ekranlarda dönmeye başladı. Şener Şen ve Olgun Şimşek'in oynadığı reklam filminden nasıl bir reklam olduğu şimdilik pek anlaşılamasa da, teaserı izleyen çoğunluk reklamın kalitesinde hem fikir.

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 67


KİTAP

Aşkın Celladı / Irvin D. Yalom Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri İrvin D. Yalom

O

lgunlaşma dediğimiz, başkalarını için beklentide olduğumuz ve beklentilerine cevap verme sorumluluğunu üzerimize yapıştırdığımız sonucunda ise ölüm anının dehşetiyle nasıl yaşadım ki endişesi duyduğumuz şey mi? Doğmak, olgunlaşmak ve yitip gitmek. Kitap baştan sona kesinlikle benim cümlelerimi anlatmıyor. Bu sadece benim okurken düşündüğüm ve bir yanı ile kendimi yaraladığım sonra tekrar tekrar iyileştirdiğim düşüncelerimin minicik bir bölümü. Yine çok başarılı ve yine sorgulatıcı yanı ile baskın, kendine dokunan tarafı ile kendisiyle konuşkan ve tabi ki Yalom. İçinde birbirlerinden farklı kişiliklerin farklı hikayeleri bulunuyor. İçlerinden bazılarından çok etkilendim. Yanlış çocuk öldü sözüyle Penny’nin durumu, lösemiden kaybettiği kızının gölgesinden kurtulamaması bu hikaye de beni de hırçınlaştırdı. Aşk mektuplarının derdine düşen Dave, hızla zayıflayan Betty ve değişim süreci gibi birçok çarpıcı anlatımla kitaba tutunuyorsunuz. Ama genel olarak her şeyin altında yatan ölüm korkusunu buluyorsunuz. Özellikle belli yaş ortalamasına gelmiş bireyler için bu korkunun dökülme süreci düşündürücü. Sonuçta herkes öleceğini bilse bile gitme anını kendi için hayal edemez gibi geliyor. Bende düşündüm. Birçok defa her kişilik temelinde bu duyguyu çıkarttıkça Yalom, ben de bendekini çıkarttım. Sonuçta herkes gibi yalnız olmak istemediğim en net kararım. Bu pek yapmadığım ama üzerinde ki etkisine önem verdiğim ender paragraflardan biri olduğu için paylaşmak istedim. Birazdan okuyacağınız paragraf sonrası gerçek ölümümün kimin elinde olduğunu merak ettim. Ne zaman öleceğim nasıl öleceğimden daha çok gerçek ölümün kiminle olacak. Doğdu mu doğacak mı ve ben gerçekten ölümünden kaç yıl sonra öleceğim gibi. İfadem de çok fazla ölüm geçse de kitap böyle değil belirteyim. Kendim için çok keyifli kitaplardan oldu sizin için de aynısı olacağına eminim. “Ancak, tıraş bıçağının soyu tükenmiş değil. Benim düşüncelerim sayesinde hala yaşıyor. Biliyor musunuz, ben çocukken yetişkin olan hiç kimse şimdi hayatta değil. Bu durumda ben de, bir çocuk olarak, ölüyüm. Yakında bir gün, belki kırk yıl sonra beni tanımış olan hiç kimse sağ kalmayacak. İşte o zaman gerçekten ölmüş olacağım. Hiç kimsenin belleğinde var olmadığım zaman. Çok yaşlı bir insanın, bir kişiye ya da bir grup insanı tanımış son yaşayan birey oluşu üzerine epey düşündüm. O yaşlı insan öldüğü zaman bütün grup da ölür, yaşayan belleklerden silinir. Benim için o insanın kim olacağını merak ediyorum. Kimin ölümü beni gerçekten öldürecek?”

68 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


>>Kitap Tanıtımı

Dur Bir Mola Ver / Tom Robbins

F Serap KAZANCI / tuykalem.org

arklı bakmak ve bunu yansıtma işinde oldukça usta bulduğum isimlerden. Karakter analizlerinde söylemek istediklerini normal sıralama ile söylemediği için seviyorum. Aslında birazda benim yazı dilimi buluyor olmak ona bir kez daha bağlanmama sebep oluyor. Ama Tom Robbins denildiğinde illa erotizm, illa küfür, illa koku, illa kadın erkek, illa en kötü zamanların bile mutlu beklentisi, illa mükemmel gözlem akla gelir. Aslında bugüne kadar okuduklarım farklı karakterler olsa bile benzer birçok nokta buldum. İdrarın bekleme süresine göre değişen amonyak kokusunu özellikle vurgular. Paldır küldür çiftleştirir ve ön sevişme kurallarına ait hiçbir beklentiyi bulamazsınız. Küfür illa vardır ki karakterlerini zaten bununla çok rahat bağdaştırabilirsiniz. Kapana kısılmışlık duygusu ve çaresizlik vurgulanır. Zordur onun kaleminden çıkan karakterlerin yaşama şekilleri. Bolluk, bereket, ferah hayat pek yoktur; umurlarında değildir, daha çok istediklerini istedikleri kadar elde eden aykırılardır onlar. Zekidirler. Ama en kötünün bile doğru biri olduğunu bulabilirsiniz. Söylemenin şeklini böyle seçse de düşündürür ve sorgulatabilir de bir yandan. Dur Bir Mola Ver Çingene ruhlu vejetaryen Amanda ile Müzisyen Ziller’in arasında geçer. Dışarıdan katılımcıları vardır tabi. Olaylar akarken Robbins düşüncelerini felsefi cümleleri ile yorumlar ve hadi düşünün der. Sirk çadırından sosis dükkanına uzanır. Okumak isteyenler için kitabı deşmemeye çalışarak belirtmeliyim ki konusu size cazip gelmeyebilir ama yazı dili ve cümle betimlemeleri on üzerinden iyi derede alır. Kaldı ki yazar kadar dilimize çeviren kişiyi de tebrik etmek gerekiyor. Ayrıca kitabın günümüze gelme süresine bakıldığında çok daha değerli ve anlatım olarak özel buluyorum. Sonuçta bahsedilen kişi Robbins yani… Kitaplığımda. www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 69


MİZAH

>>Düz Yazı

Düz Yazı Onur GÜRLEYEN / komikliklerim.blogspot.com Neden çalışmıyorum? İşte tüm soruların aslı bu, tek bir cevap var ve ona giden tek yol da bu soruyu takip etmek, neden çalışmıyo‐ rum? Notlarım iyi değil, sebebi ne peki, çalışmamam. Oysa hiç de zengin ailele‐ rin milyarlarca liraya okuttuğu bir özel okul öğrencisi değilim ki öyle olsaydım bile bu durum beni çıldırtırdı herhalde. Şimdi okuluma yıllık bir buçuk milyar gibi bir meblağ öderken bile kaybettiğim her dönem için “ulan ül‐ kenin gayrı safi milli hâsılasını ne gibi olma‐ dık şeylere harcıyo‐ rum” diye kederleniyorum. Ödedi‐ ğim harcın on yedi mil‐ yar gibi bir miktar olduğunu hayal bile ede‐ miyorum. Zaten öyle tiplere de kafam basmı‐ yor bir türlü, o kadar ya‐ tırım yapıp (bunun adı yatırımdır başka bir şey değil) okul bitiriyorlar ki ellerine aldıkları dip‐ loma çoğu zaman adı sanı duyulmamış garip bir meslekten oluyor. Sonra ne peki? Yine aile işine devam ediyorlar. E ödediğin onca pa‐ raya ne oldu. Onunla çok da güzel işlere girilebilirdi gayet. Neyse canım bana ne milletin mendil niyetine kullandığı yüz dolarlardan. Benim derdim neydi, şey, evet neden çalışmadığım sorunsalıydı. Zamanın ol‐ madığı için mi? Hayır. Gayet de çoğunu boşa harcadığım bir dolu zamanım var. 70 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com

Hatta bazen bu zamanı bir yerlerde de‐ ğerlendirsem mi diye düşünmeden ede‐ miyorum. Acaba yarı zamanlı bir şeyler mi yapsam, hatta gizli kapaklı şeyler. Hani olur ya filmlerde falan, resmi haya‐ tında vergilerini ödeyen, yerlere çöp atma‐ yan, iyi bir vatandaş olan Onur, sadece geceleri yaşadığı diğer bir hayatında tam bir magandadır, hatta apaçidir. Zaten anca o olur benim ikinci hayatım, apaçi‐ lik ve her türlü öküzlükler. E ikinci bir gizli hayat yaşayacak kadar zamanım bile varsa neden derslerime çalışmı‐ yorum ben, neden neden? Uygun bir yerim olma‐ dığı için mi? Belki, ama yok ya! Ailemle yaşıyo‐ rum. Mis gibi evim var, ne‐ redeyse bir odam bile var. Neredeyse diyorum çünkü ben odayı her ne kadar benim diye tanımlasam da aile eşrafı, özellikle annem odanın kamuya açılması konusunda ısrarlı. Ne ara sokuşturuyor o ütüyü, o çamaşır askısını odanın bir yerlerine bilmiyorum ama sürekli odaya birilerinin girmesi gerekiyor. Amma ve lakin ders çalışmak istesem kimse rahat‐ sız etmez herhalde, hem okulda da gayet çalışılacak yerler var. O halde mevzu yer olmaması da değil, Peki neden ders çalışmıyorum ben. Hey bir dakika nedenini buldum ga‐ liba, evet evet buldum. Ben bir tem‐ be‐lim ve bundan nefret ediyorum.


>>Karikatürler

MİZAH

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 71


ALTIN YUMURTALI BLOGLAR

Blogunuzun altın değerinde olduğuna inanıyoruz! Ve her ay bu sayfadan sizlere Altın Yumurtalar dağıtıyoruz… Bir blogunuz varsa, sitemizdeki başvuru formunu doldurarak veya iletisim@blogdergisi.com adresine mail atarak blogunuzu “Altın Yumurtalı Bloglar” listesine ekleyebilirsiniz ve bloglarınızın Blog Dergisi’nde yer almasını sağlayabilirsiniz.

72 | BLOG DERGİSİ 12/2010 www.blogdergisi.com


rsskitap.com

aslihangunduz.blogspot.com

fatihyildiz.info

girisimdunyasi.com

ftcetinhan.blogspot.com

zeynepinyeri.com

www.blogdergisi.com 12/2010 BLOG DERGİSİ | 73


www.blogdergisi.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.