Sayfiye Raporu

Page 1

1


2


SAYFİYE RAPORU Borga Kantürk - Özge Calafato

3


Sayfiye Raporu Fotoğraflar Borga Kantürk Metinler Özge Calafato Üretim Yılı 2011 Gözden Geçirilmiş Basım 2018

4


Okura “Sayfiye Raporu” ; taşra sıkıntısı / taşra sıkışması, orta sınıf nostaljisi, çocukluğa ve yeniyetmeliğe övgü, taşra yalnızlığı, yalnız bırakılmışlık gibi çeşitli fiziki ve duygusal durumlar çerçevesinde yorumlanabilecek 36 fotoğraf ve onlara eşlik eden 36 adet kısa metinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Proje, bu sayfiye şehrinde yaşayan ve üreten bir sanatçının uzun soluklu tekrarlanan kısa şehir içi yolculukları süresince 2011 yılı boyunca ürettiği fotoğrafların rotasından hareketle, bu şehirde uzun yıllar yaşamış ve göç etmiş bir yazarın kendisine ulaştırılan bu görseller üzerine anımsamalara dayanan metinler üretmesine dayanmaktadır. Borga Kantürk - Özge Calafato

5


‘Burada söz konusu edilen; denizin hemen kenarında fakat sen tadını çıkaramadan çok önce tüketilen ve senin bunun bilinciyle yaşamaya çabaladığın hayalet bir sayfiyedir.’ Borga Kantürk 2011

6


SAYFÄ°YE RAPORU

7


8


1. yalnız telefon kulübesi Palmiyelerin etnisitesi ait oldukları denizle belirlenir. İzmir’in etnisitesi Egeliliktir. Yani Akdeniz’in taşrası. Dağlardan başlamak üzere, katman katman doğa: Dağ (Yunanistan ya da değil), deniz (tuzlu ve dalgalı Akdeniz), plaj (çakıllı ve dikenli), hasır şemsiyeler (şemşiye değil), palmiye ağacının gövdesi, telefon kulübesi ve palmiye ağacının yayvan yaprakları. Tuşlu telefon. Telefon numaraları kayıtlı değildir, ya ezberden ya da bir kağıttan bakarak çevrilir. Karşındaki seni sesinden ve konuşmandan tanımakla yükümlüdür, kayıtlı numarandan değil. Bu da her seferinde zihinsel bir kitlenme anı yaratır. Palmiye sıcak ve can sıkıcı imbatla süprülüyor. Telefon kulübesinin camları pis. Jetonlu makine cep telefonlarının gelişiyle birlikte tedavülden kalktı. Artık telefon numaralarını ezbere bilmiyoruz, tuşlamıyoruz. Yanımızda fihrist yok.

9


10


2. minibüs çantacı Seyyar çantacı ve minibüsü. Taşranın eskiden siyah, 80’lerin sonlarından itibaren mavi önlüklü bir örnek ilkokul (ya da şimdi ilköğretim okulu) öğrencilerinin kolalı yakaları ve plili etekleriyle sırtlarına yüklendikleri çantalar. 5 lira olanlar. Taşranın devlet ilkokullarında tek sıraya üç kişi oturur, okullarda bit ve süslü kalem hırsızlığı yaygındır. Sekiz liralıklar ise Nike taklitleri. Bedenlerinin fitliğini otorite malzemesi olarak kullanan beden eğitimi hocalarından yüksek not almak için uğraşılan beden dersi. Seni, tüm gününü geçirdiğin dört duvardan çıkarıp atlayıp sıçratan tek ders. Sekiz liralık çanta işte beden dersinin olduğu günler yanında taşıdığın eşofmanlar (eşortman değil) için biçilmiş kaftan. Yavaş geçen günlerin yavaş geçen hafta içlerinden birinde bir öğleden sonrası rehavetinde seyyar dükkan.

11


12


3. reno O yıllar, 80’ler. Ama TOFAŞ’ın bir gömlek üstü 1982 Renault ne 90’larda ne 2000’lerde girdiği tedavülden kalkmadı taşrada. Sene 2011’de bile. Tepesinde sıkı sıkı denk edilmiş yatak yorganıyla Renault geniş aile. Yazlıklara, pikniklere böyle gidilir. Tepede denkle. Tüplerin üzerinde çaydanlıkta çay kaynar, şişler köfteler çıkar, yanına salatalık, domates ve biber evden ayıklanmıştır. Elma ve armut doğranmıştır. Üzerine iki litrelik plastik şişelerde koka kola fanta sprayt. İflah olmaz bir eşya taşıma hali vardır taşrada. Hep bir güvensizlik, seferberlik, neme lazımcılık hali vardır. Gidilen yer iki adım ötesi olsa bile uzaktır. Hazırlıklı gidilmelidir, tabak çanak çatal bıçak hep alınmalıdır evden. Ne plastik makbuldür ne de süpermarket iş görür bu tip durumlarda. İşte Renault bu anlarda devreye girer, iki litrelik plastik koka kola şişeleri, buzluk içinde ancak bir steyşın vagona sığabilir. Öyledir ki, sanki ne araba yenilemeye ihtiyaç vardır, ne de kilo kilo denklerden bir şekilde kurtulmaya taşrada.

13


14


4. simitçi bisikletleri Taşranın dilini konuşabilmek için taşra tozu yutmak gerekir. Simit, ne kadar metropolse gevrek de o kadar taşra. Ama taşranın da arka sokakları var. Fırın ne kadar yerleşik hayatsa gevrekçi arabaları da o kadar göçebe. İki raflı, üç tekerlekli, çarpık, parlak teneke objeler bunlar. Kendi kentlerine o kadar aşinalar ki başka coğraflarda karşılaşabilecekleri herhangi bir asimetrik yabancılık onları hiç alakadar etmiyor. Gevrekçiler özellikle pazar sabahı tembelliğinde kulak kirişte aç mideyle beklenir. Tıpkı seyyar süt darıcılar ya da süpürgeciler gibi gevrekçilerin tam olarak ne bağırdığı çoğu zaman anlaşılmaz ama bağlamdan çıkarılır.

15


16


5. çöp torbaları Pembe günbatımına karşı yarı insan yarı bomba, sürü sürü çöp torbaları. Doğunun çöp ve yağ koktuğu söylenen pis kentlerine karşı sürülmüş bir tez olarak İzmir. Çöp torbalarının içinde ne olduğunu bilmiyoruz. Taşra sakinlerinin ne yediği ne kadar yediği hep çöplerinden belli olur. Buruşuk ve kapkara, plastik çöp torbaları sokaklara bırakıldıktan sonra birbirlerine sıkı sıkıya tutunurken bile yapayalnız, kaderlerini öylece beklerler. Kent silüetine eklemlenip. Sokak peyzajının görünmez bir parçası olarak. Toplanıp atılana dek kışın ortasında bile bir ceketle durulan İzmir’in günbatımının tadını çıkaracaklar ve sokağın tanığı olacaklar. Çöpler gecenin geç saatlerinde toplanır. Çöp kamyonu geçerken kötü koku yayar, sonra o çöp kokusu sıcak havada genleşir, öylece asılı kalır. Ama sonra dağılır ve İzmir çok geçmeden kokusuz sükunetine geri döner.

17


18


6. kapalı gişe Sayfiyede zaman 7/24 işlemez. Durmaz ama her zaman da akmaz. Koyu bir balın akışı gibi ya da salyangoz izi gibi, yavaş yürür. Plaj, güneş yağı ya da bikini gibi, sayfiyenin elinin değdiği her şey sezonluktur sanki. Sayfiye, yaşama akıyormuş izlenimi vermeye yeten günlük rutinini (bayat haber yayımlasa bile her gün hiç şaşmadan basılan günlük gazeteleri gibi) ancak kotarıp hayati olmayan bütün diğer gereksinimlerini askıya alabilir. Sayfiyede yaşam yılın belli günleri yaşanır. Sezon dışında gişeler kapanır. Bazen bir daha hiç açılmamacasına. Açılma zamanları hiç kestirilemez. Ama kapalı oldukları da söylenemez nedense. Çünkü önünden her geçişimizde bize hemen o an açılıverecekmiş vaadiyle bakarlar, süzgün. Belki de kapalı gişeleri örten kartonların ardında gişe memurları her an çalışmak üzere hazırda bekliyordur, kim bilir. Görmüyoruz ki.

19


20


7. balkondaki palmiye Balkon bir apartman dairesinin kamusal alanıdır. Kapalı kalan küçük odalarda kokan nefesin kapıdan giren sıcak havayla temasıdır. Ege’nin ve Akdeniz’in kışı ılık, yazı klimalı sayfiyelerinde her apartmana kaba hesapla bir palmiye düşüyor. Geniş yapraklaryla palmiyelerin gölgesinden ve mahremiyetinden istifade edilir. Akdeniz sayfiyesinde her balkonun panjuru palmiyesidir. Palmiyeler yavaş büyür, geç yaşlanır. Ve uzun ömürlü bir ağacın insanlığı yargılayacak çok zamanı vardır.

21


22


8. halkın ikiz nesneleri Şeylerin şahıslaştığı kamusal alanda karşılaştığımız nesneler sokaklara her ihtimale karşı depolanmış hissi veriyor. Yaşam çifte çırpılmış, ikiye katlanmış. Evden farklı olarak sokak, hiç kimseye ait olmadığından ve mahremimizi temsil etmediğinden sokaktaki gelişigüzel nesneleri gönül rahatlığıyla es geçebiliyoruz. Kamusal alanda sokağa çivilenmiş bir bank, uyandırdığı oturma isteğiyle var olur. Sokağın ortasına monte edilmiş alttan damlatan bir pis bir lavabonun konu dışılığı üzerine düşünmek için de belki yalnızca susamış olmak gerekir.

23


24


9. kışlık şemsiye Yazlıktan alınıp kışlık balkona taşınmış şemsiyeler. Yaz güneşi altında solmuş, şezlonglara bulaşan kum ve deniz tuzuyla kavrulmuş yazlık ev şemsiyeleri sezon dışı deplasmanları olan kışlık sayfiye apartmanlarının balkonlarına özenle yerleştirilir. Yazdan kalma birer hediyelik gibi. Evden taşan ve yer olmadığından anne direktifi üzerine “balkona koy”ulan başka bir sürü ıvır zıvıra gölge etmek üzere işlevleştirilir. Ev kadınlarının ve öğretmen çocuklarının yaz tatilleri uzun olduğundan, onların şemsiyelerinin rengi daha uçuktur.

25


26


10. servis dışı Sürekli sezon bir dışılık içinde yaşayan taşranın kentleri, mahalle ile metropol arasında dalgasız bir deniz gibi titrek bir yol çizer. Toz bağlamış bir tedavül dışılık bu. Yalnız bir öğle sonrasının güneşinde boş otobüs, hangi sezonun dışında olduğunu bilmeden, hafta içlerinin görünmez caddelerinde turluyor. Taşrada hep bir antrenman havası var. Maçın ne zaman başlayacağı, başlayıp başlamayacağı meçhul. Belki de maç çoktan bitti, bunlar uzatmalardı. Muğlak bir geçmişin altın çağı gerçekten yaşandı da, şimdi bir kenarda mi dinleniyoruz? Ekarteye çıkarılmış bir sayfiye kenti donmuş bir zamanda, kendi mesut bulutu içinde bir gün (yeniden) star olacağı günlerin hasretini çekiyor.

27


28


11. triportör Üç tekerli devşirme triportörler küçük esnafın taşra hakimiyetinin bayrakları. Siftahını bekleyen tezgahlar, mütavazı ekmek tekneleri. Bir kaplumbağa sabrındaki asimetrik objeler sokakları bir hayaletin zarafetiyle istila ediyor. Benim açlık lüksüm, bir başkasının nimeti. Köfteciler, kokoreççiler, yufkacılar, midyeciler, acıbadem kurabiyecileri, durgun, unutulmuş, insan kadar sıkıntılı, insan kadar kaderci.

29


30


12. spotçular Birilerinin elden çıkardığını, başkaları alır, öbürleri satar. Taşranın devridaimi, elden düşmüş, ihtiyaçtan çıkmış ikinci, üçüncü, dördüncü el malların hikayesinden anlaşılır. Kaldırımları vitrin edinen bozuk buzdolapları, eski model elektrik süpürgeleri, kullanılmayan fırınlar, bir dönemin modernitesinin antika değeri taşıyamayacak denli gözden düşmüş sembolleri ancak taşrada alıcısını bulur. Spotçu mağazaları, tefeciler, eski kitapçılar da taşranın şemalsiz yaşam döngüsünün kahramanları.

31


32


13. turnike ile derin münasebetler Üzeri mavi plastik kaplı vapur turnikeleri, nereye ve neden yetişileceği bilinmeyen istikametlerin baş durakları. Turnikenin çevrilme anı, bir jeton üzerinden verilen karar: yetişme ile yetişeme hissi arasındaki sükunetimiz. Yavaşlatılmış bir kış sayfiyesinde tarifeli seferler kimi zaman yolcusuz, bir iskeleden diğerine bir turist gamsızlığında yıl boyu seyreder. İki turnike arasında bazen bir sevgiliyle geçirilecek bir vapur yolculuğu vardır sadece. Ya da gün batımını denizden seyredebilmek için alınır jeton. Taşrada turnike münasetleri ayak sürümek, basireti bağlanmak ve bir gayret sürdürmek arasında incecik gidip gelir.

33


34


14. açık hava dükkanı Yırtık bir sandalye ve yuvarlak bilet sehpasından kurulu açılmayı bekleyen bir dükkan. Ilık bir kış sayfiyesinde bir açık hava dükkanının ısıtılması bir kazak, kavuran sıcaklarda soğutulması bir yelpazeyle geçiştirilir. Bir sokak piyangocusu yerleştiği her köşe başında, vatandaşına verdiği huzur ve ümitle hizmet eder. Kaybetmek de kazanmak de hiçbirimizin hakkı değil. Ama boş sehpaya sabahın erken saatlerinde özenle dizilecek piyango biletleri ve kazı-kazanlar, piyangocu dahil herkesin iştahını açmaya yeter.

35


36


15. dolgu beton Toprak arazinin cömertçe kullanıldığı dağ başlarına dikilen birbirinin aynı izbandut beton yapılar, beyaz sıvaları, dikdörtgenlikleri ve sıkışık tavanlarıyla taşra bürokrasinin gururu olarak kayıtlara düşüyor. Haritalara girmeyen, tabelasız, girişsiz, asansörsüz heyulalar. Taşrada her ilçe ve her kaza, unutulmuşluğunu kamufle edeceği abidevi merkezlere ihtiyaç duyar. Aidiyet duygusunu perçinlemek için yollara, köprülere ve devlet dairelerine ihtiyaç duyar.

37


38


16. benzin istasyonları Otobanlar üzerinde birbiriyle yarışan steril benzin istasyonları asfalt ağlarla örülmüş bir coğrafyanın vazgeçilmez abideleri. Shell üstüne binmiş BP, yol üzeri su ve gıda ihtiyacını bastıran bakkaliyeler ve para ihtiyacını bastıran bankamatikleriyle otoban vahaları benzinciler, kent sınırları içinde başlı başına birer mikrokosmos. Benzin istasyonları yola çıkmak üzere, yolun ortasında ya da bazen de yolun sonuna gelmiş olan, gitmekle kalmak arasında yalpalayan nice yolcuya gaz, kahve ve kolonya kokulu bir avuç metropol tesellisi veriyor.

39


40


17. yürüyen merdivenler Yürüyen merdivenler taşra modernitesinin mihenk taşları. Batılı bir alışveriş merkezine kavuşmak, taşra için metropole bir adım daha yaklaşabilmekle eşdeğer. Binmesek de inmesek de çağdaş uygarlığın malzemesi yürüyen merdivenler, bir bant üzerinde yalnız, ağır aksak ve gıcırtıyla bir uçtan başka bir uca gün boyu döner durur. Tembelleşen ayaklarımıza (iyi) gelen hizmet. Sinek avlayan dükkanların, iş saatlerini sohbet, çay ve tavlayla doldurmaya çalışan esnafının göz zevki.

41


42


18. çöp kovaları Halkın çöp kovaları kentin birlik ruhunu pekiştiriyor. Varlıklarını çıkardıkları kötü kokuyla hissettiriyorlar. Dingince kent silüetine eklemlenen çöp kovaları terk edildikleri köşelerinde gelen geçeni gözleyerek soluklanıyor. Onların dayanmışma ruhumuz için ne kadar vazgeçilmez olduklarından haberimiz yok.

43


44


19. bitmiş tören 29 Ekim, 10 Kasım ve 23 Nisanların üniformalı, bayraklı, rondolu törenleri, ezberlenen şiirleri. Müzik öğretmeni eşliğinde çalışılan koro şarkıları. Düşen beyaz çoraplar, diz üzerine çekilen ekose lise etekleri, kaygan kurdelalar, fiyonklar, beyaz yakalar. İster ilçe çapındaki halk oyunları gösterileri, ister il çapındaki basketbol turnuvaları, ister bölge çapındaki yılın öğrencisi ödülleri olsun taşrada her törenin bir VIP merdiveni vardır. Belediye yetkililerinden okul müdürlerine taşra erkanı, ne kızgın güneşe ne de sağanak yağmura aldırış etmeden raks edip şiir okuyan öğrencileri oturdukları tenteli, kadife koltuklu yüksek platformlardan belli bir tebessümle her an alkışlamaya hazır olarak izlerler. Bitmiş tören sonraları kurulan merdivenler derisi yüzülen hayvanlar gibi süslerinden arındırılır, dımdızlak, çırılçıplak bırakılır. Bu hayalet gri demir iskeletler taşranın ne yazıya ne de söze değen tarihinin fotoğraflarıdır.

45


46


20. sokak salonu Mahremin sokağa taşınmasıyla oturma odaları halka açılıyor. Taşranın avuç içi sokaklarında duvarların içiyle dışı arasındaki ayrım kıl kadar ince. Kaldırımları mesken tutmuş şişman ev hanımı teyzeler ve memur emeklisi göbekli amcalar çekirdek çıtlayarak ya da tavla oynayarak boğucu mahalle içlerinin ağdalı cümbüşlere çeviriyorlar.

47


48


21. dinlenen ambulans Aciliyetin dakikalara, saatlere ve giderek günlere yayıldığı bir coğrafyada, sayfiyenin ambulansı, iş yokluğunda zamanın ritmine uyup bir kuytuda kalp atışlarını yavaşlatıyor.

49


50


22. eski esnaf Yırtık ve topal plastik taburelerden ezilmiş izmaritlere, patlak su borularından sönük bisiklet tekerleklerine sokağın natürmortları, bir dondurucuda yüzyıllardır bozulmadan kalmış gibi pastel bir tazelik içinde. Hanların, kervansarayların memleketleri buraları. Arnavut kaldırımlarına sıralanan Osmanlı kunduracıları, kuyumcuları, sahafları, bakırcıları, demircileri, aktarları, havlucuları, marangozları, terzileri, kasapları, kıraathaneleri, fırıncıları, berberleri. Elle renklendirilmiş kartpostal kıvamında küçük esnaf, bir sarayın dev sütunları gibi diri kanlı tutar taşrayı. Esnaf çökse biz nereye gideriz buradan?

51


52


23. kaynak ekibi Bir uzay gemisi kadar geçmişten ve gelecekten bağımsız, kendi kaynağını yapamayan bir kaynak ekibi. Belediyelerin tasnif dışı demirbaş malzemesi, yedeğe alınmış bir oyuncu gibi işe yarayacağı anın gelip çatmasını bekliyor.

53


54


24. sezon dışı Katlanmış ahşap bahçe sandalyeleri, kilit vurulmuş dükkan, nemlenmiş beton, Kordon’a taşan dalgalı deniz, rüzgar, ağırlaşan bulutlar: ait olduğu sezonu bir türlü kestiremeyen bir sayfiyede sezon dışını anlamanın yolu çay bahçelerinin halet-i ruhiyesini anlayınca açılıyor

55


56


25. asmalı kafeterya Bir film seti kadar kusursuz ve resim derslerinde boyanan yapraklar kadar sepya bir aile çay bahçesi. Okul kıran liseli aşıklar, ev hanımı arkadaş grupları, iş arayan işsizler, meşgale arayan emekliler, rahatsız sandalyeler üzerinde domatesli çift kaşarlı tost yiyip demli çay içiyorlar. Zaman tosttan taşıp pörtleyen, çektikçe uzayıp incelen ama bir türlü koparılamayan bir kaşar dilimi kadar inatçı, bir türlü sıvılaşamıyor.

57


58


26. tozlu altın araba Bir zamanlar sıkıca sarılıp zamanı gelince düşünmeden vazgeçiverdiğimiz bütün nesneler gibi, hurda arabalar da kentin silüeti içinde toz, asfalt, sıva ve güneş içinde bir bukalemun gibi eriyip gidiyor.

59


60


27. çiçekçi ve tezgahı, sabah Siftah öncesi damacanaları geceden hazır edilmiş çiçekçi. Sökülmüş şemsiyesi, cılız demir raflarıyla sahipsiz, başı boş bırakılmışlığıyla tuptuhaf bir çiçekçi tezgahı. Görünmezliği içinde kimsenin el sürmediği bir başka hayalet iskeleti. Yalnızlıktan bile daha yapayalnız.

61


62


28. çiçekçi ve tezgahı, öğleden sonra Özenle dizilmiş çiçekleriyle sahipsiz, başı boş bırakılmışlığıyla tuptuhaf bir çiçekçi tezgahı. Okul tabelası ve işlevsiz geri dönüşüm konteynırları arasındaki sudan çıkmış balıklığı, sürprizli bir tahayyüle davet: solmayı beklemeden solmaya mahküm mor sümbül demetleri, gelen geçerken her yayanın aklını çeliyor. Halk çiçek.

63


64


29. alışveriş puseti Yürüyen merdivenler gibi alışveriş arabaları da taşra modernitesinin gurur nesneleridir. Her gün yüzlerce el kirinin değdiği bu kullan-at, savur-at özneler, evde yenen ve içilenin, bütçe hesaplarının, yaşam alışkanlıklarımızın, çocuk kaprislerinin ya da irade zayıflıklarının obur tarihleri.

65


66


30. deniz süpürgesi Her an misafir gelecekmiş titizliğinde taşra, “dışarı”dan gelen yabancının önüne en temiz ve bakımlı haliyle çıkmak için hummalı bir çalışmaya girer. Misafire temiz pak çıkacaksın, ayıp. Gırgır sonrası arap sabunuyla silinen ve bir türlü kurumayan halıların ıslak kokusu, vitrinli büfelerden çıkan düğün hediyesi tozlu porselen çay takımları, televizyonun üzerine örtülen çeyizlik dantel, sehpalara yeniden yerleştirilen biblolar, tazelenen akide şekerleri, seksen derece Selin limon kolonyası, parlatılan gümüş vazolar, yapma çiçekler, sandalyeye çıkıp silinen kristal avize, kolalı Amerikanın üzerine çekilen kuru temizleme kokulu perde, kolayda hazır tutulup gerektiğinde hemen açılmak üzere ayarlanan eğlence kanalı. Hantal ve mağrur deniz süpürgeleri Körfez’i işte böyle bir halet-i ruhiye içinde temizliyor.

67


68


31. sarı gişe Otomatik bir hayatın yalnız, şaşkın, çıplak, eğreti, hüzünlü, sahipsiz, isimsiz kulübeleri. Bir taşra büyükşehrinde kartlı toplu taşıma. Otobüsten arabaya bir türlü geçememişliğin verdiği meşru utangaçlık. Paslı demirlere tutunmamaya ve başkalarının kıymalı, soğanlı ter ve ağız kokusunu burna çekmemeye çalışarak diken üstünde gidilen uzun dakikalar. On kilometrenin ağır aksak ESHOT otobüsleriyle bir saatte alındığı bir Bornova-Konak, Karşıyaka-Konak, Güzelyalı-Konak hatları. Bol kepçe kaybedilen ve asla yerine konamayacak bir dilim zaman. Gaza basmayan, mesai bitişinden özge yetişeceği hiçbir durak olmayan belediye şoförlerinin aynasında otobüslerde cömertçe harcanan bir yaşam.

69


70


32. yufkacı Miş gibi yapan sayfiyenin minyatür yaşamında görünürlüğü misli misli katlanan modern ucubeler.

71


72


33. evim Taşra sokaklarında defileye çıkmış çok tekerli asimetrik objeler: pastacı arabaları, yufkacı tezgahları, pizzacı motosikletleri, çırak bisikletleri, kumpirci fırınları, midyeci tepsileri, bir köşesi çarpık, eksik, şemalsiz, yabancı cisimcikler.

73


74


34. koltuklar 70’lerin 35 mm solgunluğunda mavi bir devlet koridorundan bir polaroid. İnsansız bir manzaraya bakarak sohbet eden iki koltuk. Karabağlar işi, tüylenmiş, kumaşı patlamış, kadifesi delinmiş, yayları çıkmış, ayakları bükülmüş, lekeli, kokulu, basık iki koltuk. Çevrelendikleri duvarlar gibi bakımsız, tamirsiz, tadilatsız. Belki de taşrayı tadilat dışı bırakan, ömrümüzün bir anında hepimizin oturduğu bu koltuklarda biriken kolektif hafızanın derinliğidir.

75


76


35. sarı minübüs Tombul köşeli beslenme çantası sarı minibüs. Sok-çıkar tabureli seyyar büfe, hayali kurulan bir karavan yaşamı. Ölgün salam ve turşu dilimlerinin beyaz ekmeğe ketçapla sıvandığı ucuz sandviçler ve soğuk ayrandan oluşan piknik mönüleri. Bir vosvos şirinliğinde ve ortaokul servislerinde kasetten dinlenen şarkılar kadar şen şakrak bir sarı minibüs. Göçebelikten gelip göçebeliğe giderken yerleşikmiş gibi yapan bir kültürün seyyarlık güzellemesi yüzer büfeler. Aidiyetsiz, standartlaşmamış, logolaşmamış, zincirleşmemiş bir işletmede huzurlu bir atıştırma hali.

77


78


36. çocukluğun akülü arabaları Akülü araba satan oyuncakçılar, taşranın sokaklarına az mı çocuk yağdırdı. Hava yeterince ısınır ısınmaz sokakta oyun mevsimi gelirdi. Mayıs sonu, Haziran başı. Zaten oyun mevsiminin gelişi sokaklarda artan çocuk seslerinden anlaşılır. Artık dışarıda oynayan yok. İstop, saklambaç, yakalamaç, seksek, tilki tilki saatin kaç, ön dö truva bir ki üçle bağrışan çocuklar kalmadı. Yerine, ev içlerinin güvenli ve tembelleştiren kutuları televizyonlar, bilgisayarlar ve play station’lar çocuk seslerini sokaklardan aldı, akülü arabaları garajlara çekti. Çocukluğumuzun tedavülden kalkan oyunları, oyuncakları ve oyuncakçıları. Çocuklar arabalarını hep bir yerlere park edip toza terk etti, sayfiyeden göçtü, metropol kadar büyüdü. Sayfiye çocuksuz kalınca, sayfiye de artık burada biter.

79


80


Borga Kantürk 1978’de İzmir’de doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde lisans, yüksek lisans ve sanatta yeterlik eğitimini tamamladı. 2000’lerin başından bu yana çok sayıda yerel ve uluslararası sergide sanatçı / küratör olarak yer aldı. La Friche, Sextant Et Plus (Fransa) ve HIAP (Finlandiya) sanatçı misafir programlarına katıldıktan sonra, 2015 yılında Slovenya’dan SSCA’in davetlisi olarak SKUC galeride bir kişisel sergi gerçekleştirdi. K2 Sanatçı İnisiyatifi ve “KUTU” Taşınabilir Sanat Mekanı’nın kurucuları arasındadır.

Özge Calafato İzmir’de doğdu. Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararasi İlişkiler, ardından Londra Westminster Üniversitesi’nde Gazetecilik okudu. 1999 yılından bu yana Geniş Açı, Jazz, Travel+Leisure ve DOX gibi dergilere yazı ve çevirileriyle katkıda bulundu. Öyküleri altZine, Hayalet Gemi, Eşik Cini ve Notos gibi dergilerde yayımlandı. Konuşmayan Adam (2000) ve Tutkunlar - Kült Kitap (2012) adlı iki romanı, Su Eleştirmenleri (2013) ve Çekilir Dert Değil (2014) adlı iki öykü kitabı, Caz Kadınları (2011) adlı bir deneme kitabı var. Halen altZine.net ve altKitap. net’in yayın kurulu üyeliğini yapmaktadır.

81


AÄ&#x;ustos, 2018, Ä°zmir

82


83


84


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.