Derrida'da Gramatoloji ve Gösterge Kavramları // Prof.Dr.Mustafa Durak

Page 1

1


Jacques Derrida’da Gramatoloji ve Gösterge Kavramları (ya da Dé-grammatologie) Mustafa Durak Giriş: Derrida, arkasında bıraktığı onlarca eseriyle ve öne çıkardığı kavramların uyandırdığı izlenimsel etkiyle ve gerek kullandığı terminoloji, gerek izlenmesi güç anlatımı ve mantığıyla aydınların tepesinde heyula gibi durmaktadır. Kimilerince yirminci yüzyılın büyük filozofu sayılan Derrida‟nın eserlerine göz atıldığında, felsefe, dilbilim, politika, estetik vd alanlara abandığı görülür. Filozof, her alandan konuşma gereği duymuştur. Ancak o, çalışmalarıyla pek çok alana yayılsa da, onu öne çıkaran belirli terimler ve onlara yüklediği kavramlaştırmalardır. Derrida‟yı herhangi bir konuda ele alma düşüncesi bile, bizi kavramsal arka planına gönderecektir. Onun terimlerini bilmek, onu anlamanın, yorumlamanın, eleştirebilmenin ilk koşuludur. Bu yüzden bu çalışmada, onun evrenine girişin anahtarı sayılabilecek terim/kavramların peşine düşülmeye çalışılmıştır. Derrida‟nın dünyasını çevreleyen elbette pek fazla terim vardır. Ancak onu Derrida yapan terimlerin başında yazıbilim (gramatoloji), 2


fArk ve yapı-çözüm gelmektedir. Bu yazıda bunlardan ilki ve ona bağlı gösterge kavramı üzerine durulacaktır. Bu konuda, bir bakıma, Derrida görüntüsü, onun terimiyle yapı-bozumuna uğratılmıştır. Yazıbilim (Gramatoloji) Derrida, yazıbilimi Saussure‟ün kullandığı „göstergebilim‟ ve Hjelmslev‟in kullandığı „glossematik‟e karşı, hem hepsini kuşatan, hem de diğerlerini silen, onların yerini alan olarak tasarlar. Saussure ve göstergebilim, dilbilim Saussure‟ün kitabının amacı, dilbilim‟i, dille ilgili hatalı yaklaşımlardan sıyırmaktır. Onun bilimsellik kaygısının altı mutlaka çizilmelidir. Yani onun titizlendiği öncelikle dilbilim‟i, felsefenin boyunduruğundan kurtarmak ve bağımsız bir bilim alanı haline getirmektir. Bu yüzden de dilbilimin sınırlarını da “dili kendisi olarak incelemek” diye çizer. Ve bu konuda kimi hatalı tutuma işaret eder: a) dilin bir sözcük listesi olarak görülmesi, b) ruhbilimcilerin, göstergeyi bireyde ele alması, c) göstergenin toplumsal olarak ele alınması savı (CLG; s: 34) yanlıştır. “Genel Dilbilim Dersleri”nde kısa da olsa „göstergebilim‟ tasarısından söz eder: “toplumsal yaşamın içindeki göstergelerin yaşamını inceleyen bir bilim tasarlanabilir. Bu bilim, toplum ruhbiliminin, sonunda da genel ruhbilimin bir dalını oluşturacaktır. Buna (yunanca „gösterge‟ demek olan „semeion‟dan semiologie) göstergebilim adını vereceğiz”( CLG; s: 33), der. Saussure‟e göre, “tümüyle nedensiz göstergeler, göstergebilimsel yöntemin ülküsünü diğerlerinden daha iyi gerçekleştirir. Bu yüzden en karmaşık ve en yaygın ifade sistemi olan dil, ayni zamanda hepsinin içinde, özniteliklerini en kolay ele verendir. Bu yönüyle dilbilim; dil özel bir sistem olsa da, tüm göstergebilimin genel patronu olabilir”( CLG; s: 101). Böylece dilbilimi de göstergebilim içine oturtmuş olur. Bağlanımlarıyla bu tutumunu şemalaştıralım: Genel ruhbilim  Göstergebilim  Dilbilim Onun, göstergebilime biçtiği görev de, göstergelerin neden ibaret olduklarını ve hangi yasalarla yönetildiklerini araştırmaktır. O, göstergebilimin bulguladığı yasaların dilbilime uygulanabileceğini düşünür. Saussure ve gösterge Saussure, dilin bir sözcük listesi olmadığını söyleyerek teolojik yaklaşımları yıkar. Reddettiği anlayışın yerine başka kuram getirir: “Dil göstergelerden oluşan bir sistemdir”. Gösterge kavramını da kendi içinde ayrımlar: gösteren ve 3


gösterilen. Anacak onun gösteren ve gösterilen kavramlarının ikisi de zihinseldir yani psikoloji ile ilgilidir. Gösteren, zihnimizdeki “işitsel imge” (image acoustique) dir. Demek ki zihnimizdeki işitim imgelerinden her biri bir gösterendir. Bu gösterenlerin işaret ettiği kavramlar da gösterilenlerdir. Ve gösteren ile gösterilen, onun benzetmesiyle paranın iki yüzü gibi, göstergeyi oluşturur: Gösterge = Gösteren + Gösterilen // Para = yazı kısmı + tura kısmı Böylece Saussure „bir şey‟in kendisi (nesne) ile „o şeyin adı‟nı gösterge kavramının dışına atar. Dili, giderek dilbilimi, adbilim (onomasiologie)‟den ve gönderilen dünyası olan dış dünyadan ayırır. Ve gösterge için iki nitelik saptar biri „nedensizlik‟ (keyfilik), ikicisi „çizgisel‟liktir. İşte bu iki niteliği anlamak için ister istemez gönderim dünyası ile adlandırmayı ve ifadeyi işin içine sokmak zorunda kalıyoruz. Her ne kadar Saussure, “ „kızkardeş‟ düşüncesi, kendisine gösteren olarak hizmet eden /k-ı-z-k-a-r-d-e-ş/ sesler bütünüyle bir iç ilişki içinde değildir‟(CLG; s: 100) dese de. Onun dikkate aldığı işitim imgesinin kaynağı „kızkardeş‟ adı olduğu için söz konusu edilebilecek asıl nedensizlik, iç ilişkisizlik şeyler dünyası ile sesler dünyası arasındadır. Saussure burada seslerden anlam çıkaran geleneğe karşı çıkmaya çalıştığı için böyle bir niteliği göstergeye yamamaya çalışmaktadır. Oysa onun tanımında gösteren ve gösterilen kavramlarının her ikisi de zihinsel olduğuna göre, ikisi arasında fiziksel bir nedenlilik ya da nedensizlik söz konusu değildir. Fiziksel olmayan bir nedenlilikten de zaten söz edilemez. Çizgisellik niteliği ise ister istemez göstergelerin dizilişini, yani farklı bir dilsel olguyu dikkate almaktadır. Bu da doğrusu biçimsel bir değerlendirme olarak kabul edilmelidir. Saussure‟ün yaklaşımlarını ve kendi eleştirel bakışımı kısaca aktardıktan sonra Derrida‟nın, Saussure eleştirilerine geçebiliriz. Derrida’ya göre Saussure’cü göstergebilimin iki yanı: Derrida, Saussure‟ün gösterge kavramını, giderek tasarladığı göstergebilimi iki “rol”lü bulur. Bu iki rollü oluş, iki yönlü olarak da okunabilir. Ona göre Saussure, hem metafizik geleneği eleştirir, hem de gelenekten aldıklarıyla bu metafiziğin içine yerleşir. 1. Geleneği eleştiren Saussure: Derrida‟ya göre bu, Saussure‟ün üstlendiği kararlı, eleştirel roldür. a) Geleneğe karşı, gösteren ve gösterilenin tek ve ayni üretimin iki yüzünü oluşturduklarını saptamıştır. Gelenekten ödünç aldığı gösterge kavramını metafizik geleneğin aleyhine çevirme yolunda önemli katkılarda bulunmuştur. b) İfade maddesinin töz çözümlemesini yapmış, maddesel öge olan sesin dile ait olmasının olanaksızlığını göstermiştir (GG). Bu değerlendirmesinde, Derrida şunları vurgular: 1. Saussure, gösterge kavramını metafizik gelenekten almıştır. 4


2. Gösteren ve gösterilen ayni üretimin iki yüzüdür. 3. Saussure, ifade tözünü sese bağlayamayacağımızı göstermiştir. * Bu noktada hem Saussure‟ün, hem de Derrida‟nın tutarsızlığına bir im koymak için şunları söylemeliyim. Saussure, her ne kadar göstergeyi fiziksel olgunun dışına çıkarsa da nedensizlik ilkesini anlatırken “ses”e başvurmak zorunda kalmıştır. Aşağıda göreceğiz, zaten Derrida‟nın gramatolojiye yönelmesinin gerekçelerinden biri, Saussure‟ü ses merkezli görmesidir. Oysa burada Saussure‟ün ses ile ifade tözünü ayırdığını haklı olarak kendisi söylemektedir. 2. Metafizik geleniğin içinde kalan Saussure: Derrida, Saussure‟ün gösterge terimini, metafizik gelenekten almış olmasını (Saussure, „günlük dil‟ diyor), metafizik geleneğin içinde kalmak olarak değerlendirir: “Ama bu kavramdan yararlanmaya, onu kullanmaya devam ettiği ölçüde bu geleneği onaylamaktan kaçınamamıştır. (..) Bu kavramdan yepyeni bir kullanım yapmak olanaklı değildir”(GG). Derrida‟ya göre Saussure, eleştirel bir tavır içinde olduğu halde, “yerine koyacak daha iyi bir şey bulunmadığı için gösterge sözcüğünü kullanmaya boyun eğmiştir. Gösteren gösterilen karşılığını ileri sürerek başlayınca göstergenin içini (metafizik kısmını) boşaltamazsınız. Zira, “Gündelik dil masum ve yansız değildir. O batı metafiziğinin dilidir” (GG). * Derrida, Saussure‟ün gösterge kavramını metafizik gelenekten aldığını ileri sürüyor. Burada Saussure‟ün çok haklı olarak işaret ettiği „gösterende oluşabilecek bir değişikliğin, gösterilende de değişiklik yarattığı‟ gerçeği ve bunun yanı sıra „çok anlamlılığın, ayni gösterene bağlı bir çok kavramlılık‟ olduğu hatırlanmalı. Burada kavram ve anlam arasında nasıl bir ayrım yapacağız. Bu önemli. Benim için anlam, öznenin, enerji harcayarak dilsel ögeler arasında kurduğu ilişkinin sonucudur. Yani bu tanımla anlam ile kavramı ayırıyorum. Ve göstergeye, daha genel söylersem dilsel ögeye anlamın sıfır derecesi, nötrlük kalıyor. Bana göre anlam, öznenin işletimiyle ortaya çıkıyor. Derrida‟yı eleştirme noktasında olduğum için asıl onun anlam yaklaşımını dikkate almalıyım. “Her deneyim, anlamın deneyimidir. Bilince görünen her şey anlamdır. Anlam, görüngünün (phénomène) görüngüselliğidir (phénoménalité)” (GG). Anlam, “bir gösterenin duyulur yüzü ile birleşebilen ama, kendisinin ona hiç gereksinimi olmayan, kavranabilir veya ruhsal bir idealitédir” (GG) İzlendiği gibi pek net olmayan bir tanımla karşı karşıyayız. Ama yine de eleştirimize malzeme olacak ifadeler var. Her deneyim, anlamın deneyimi ise belleğe yapılan her kayıt anlamdır. Her kayıt bilince yapılmıştır. Öyleyse her 5


yeni kayıt, anlamı değiştirecektir. Derrida bu tanımla anlam ile kavram ayniliğine düşmektedir. Bu durumda gösteren ayni olsa da, kavramsaldaki, Saussure‟ün ifadesiyle, gösterilendeki en küçük değişiklik kavram farklılığına yol açacaktır. Şuraya gelmeye çalışıyorum: Saussure, geleneksel felsefeden kavram değil, terim almıştır. Yeniden kavramlaştırdığı terimi metafizik bulaşıklıklardan arındırmaya çalışmıştır Saussure. Bilimselliğe de bu yüzden sarılmıştır. Derrida‟nın, Saussure‟ün gösterge kavramını metafizikle ilişkilendirmesi bir çarpıtmadır. Derrida önce terim ile kavramı karıştırmış, sonra da aşağıda daha açıkça göreceğiz, Saussure‟ün kavramlaştırdığını metafiziğe maletmiştir. Derrida‟nın konuyla ilgili öbür eleştirilerine de bakalım: a) O, gösteren ve gösterilen arasında kesin bir ayrım gözetilmesini kabul etmez. *Derrida, Jakobson‟dan alıntı yaparak, bu ayrımın stoacılardaki “duyulur” ile “kavranır” arasındaki ayrımı doğurduğunu ifade etmektedir. Oysa Jakobson ayni alıntıda ortaçağ düşünürlerinin ünlü gösterge tanımını, Latincesiyle veriyor: “aliquid stat pro aliquo”. Bu da “bir şey, bir şey için duruyor“ demektir. Bu noktada yorumlar işletilmektedir. “Bir şey, bir şeyi işaret ediyor”, “bir şey, bir şeyin yerini alıyor”. Ortaçağda bu ikinci anlamıyla kullanıldığı düşünülüyor. Aslında her iki halde de sözcük ile sözcüğün temsil ettiği nesne söz konusudur. Jakobson„un ileri sürdüğü gibi “duyulur” ve “kavranır” ayrımı değil. Derrida‟nın Jakobson‟a dayanarak gösterge kavramını ortaçağ felsefesine, metafiziğe bulaması haksız bir iddiadır. Zira ortaçağ felsefesinde Saussure‟ün ortaya attığı biçimde bir gösteren ve gösterilen ve onların birleşiminden oluşan bir gösterge kavramı söz konusu değildir. b) Derrida, gösterilen ile kavramın ayni şey olmasını da eleştirir: “Gösterilen ve kavram arasındaki denkliğin, bir kendisinde gösterilen kavramın, düşüncede yalın olarak bulunuşunda konuşulan dilden bağımsızlığı içinde, yani bir gösterenler sisteminden bağımsız olarak, düşünme olanağını ve hakkını bize açık bırakmaktadır” (GG). * Bu noktada dil olgusu ile düşünme edimini kavramsal düzeyde birbirinden ayırmak gerek. Düşünme edimi ve bunun sonucu düşünce, dil olgusundan kavramsal düzeyde ayrı iken, işlemsel düzeyde birbirinin olmazsa olmazıdır. Dolayısıyla Derrida‟nın yaptığı eleştiri bir düzlem değiştirme oyunu, gündelik dille bir ayak oyunudur. Derrida burada yaptığı oyunla düşünce karşısında gösterilenin durumuyla ilgili bir değerlendirme yaparak Saussure‟ün „gösterilen‟ine “aşkın gösterilen” adını verir. Oysa değindiğim gibi bir aşkınlık değildir söz konusu olan, bir işleme sorunudur. Kaldı ki düşünme, kavramsallardan zaman zaman destek alsa da, kavramsalların karşılığı olan gösterenlerle işler asıl. Zira kavramsallar daha sentetik, düşünme için daha 6


hantaldır. Oysa gösterenler daha analitik ve “arş”laştırılmış birimlerdir. Burada arş terimini hem soyutlanmış, hem de kavramsalın üstbirimi olmuş anlamında, özellikle morfolojide kullanılan “archi-“ ön ekinin „üst olan, baş olan‟ anlamıyla, Arapçadan aldığımız „en yüksek mekan‟ anlam birimiyle yaklaştırarak kullanıyorum bu terimi. Arş‟ın bir hiyerarşi, bir metafizik içerdiği ne kadar doğru kalabilir? Bu terimle dinsel “arşı âlâ” arasında bağ kurduğunuzda metafizik ilişki de kurulmuş olur, ama bu metafizik ilişki terimde bir iz olarak bulunsa da, zihninde “arş-ı âlâ” bilgisi olmayan ya da bu bilgiyle ilinti kurmayan için metafizik sorun yoktur. Demek ki metafizik sorun öznenin zihnindedir. Dil, tümden ne suçludur ne suçsuz. Zira metafizik olanı da, olmayanı da, dil aracılığıyla, biz (özneler) var ediyoruz. c) Derrida kendi kurduğu yapay/çarpıtılmış ögelere dayanarak akıl yürütmesini geliştirir. “Aşkın gösterilenin olanaklılığını tartışma konusu yaptığımız andan itibaren, tüm gösterilenlerin, gösteren konumunda da bulunduğunu tanıdığımız yerde, gösterilen ve gösteren ayrımı –gösterge- kökeninde sorunsal hale gelmektedir”, der. Ve şöyle bağlar: metafizik tarihin, “bütün bir göstergebilime aşkın gösterileni ve dilden bağımsız bir kavramı, temel bir gereksinim olarak zorla benimsetmiştir ve benimsetmekten geri kalmayacaktır” (GG). * Oysa gösteren ile gösterilen kavramı basit bir adlandırma değil konumsaldır. Göstergenin oluşması için işlevseldir. Bir ifadedeki temel konumlar gibi: özne, tümleç, ad, sıfat vb. “Taş köprü” örneğinde, nasıl “taş” artık ad değil sıfatsa, gösteren konumuna gelmiş bir gösterilenin de, kimlik ve nitelik değiştirmesi gerekir. İlk koşulu yerine getirirken dönüşüm zaten gerçekleşmiş olur. Kavramsal işitim imgesine dönüşünce artık kavramsal olmaktan çıkar. Gerçekleşen dönüşüm, salt bir yer değiştirme olamaz. Yani Derrida‟nın ileri sürdüğü gibi gösteren ile gösterilen arasında bir konum değişikliği olanaklı değildir. d) Derrida‟ya göre dilbilim, yalnızca göstergebilimin bir parçası olabilir. Ama modeli ve patronu değil: “Gösterge kavramı kendi içinde sescil tözü ayrıcalıklı kılma zorunluluğunu taşır ve dilbilimi göstergebilimin patronluğuna yükseltir” (GG). Böyle bir yaklaşımı, hiyerarşileştiren amaçbilim (“téléologie hiérarchisant”) olarak görür. Yukarıda alıntıladığım gibi Saussure, “Dersler”inde henüz rayına oturtmaya çalıştığı bir dilbilimden ve tasarı aşamasındaki bir göstergebilimden söz ediyor. Kaldı ki dilbilimin göstergebilime model olması, patronluğu konusu, Derrida itiraz etse de yirminci yüzyıldaki göstergebilim çalışmalarında, kendiliğinden gelişmiş bir olgudur. Bunu kendisi de olumsuzlayarak ifade eder. Saussure‟ün bir amaçlılık çerçevesinde belirlemeler yaptığı doğrudur. Ama hiyerarşileştirmekten ziyade sistemleştirme çabası içinde olduğu görülmelidir. Zira ikisi arasında hassas bir dönüşüm noktası vardır. Hiyerarşi, bir sisteme bağlıdır, ama her sistemleşme hiyerarşileşme değildir. 7


Doğrusu Derrida‟nın metafizikleşme ve hiyerarşileşme konusunda gösterdiği hassasiyet, uyanık olma çağrısı önemlidir. „Kendini örgütleyen bütün bir yapı ve bütün bir dönemin tuzağına‟ işaret eder o (GG). Ancak ayni konuda tutunması gerekene saldırması, hem de bunu yapay tutamaklar bularak yapması hatalıdır. İster istemez bu, onun kendi bakışını ben-merkezlileştirir. Bu da sakındığı, titizlendiği şeyin, içinde olduğu, boğazına kadar içine daldığı anlamına gelir. e) “Göstergenin ifadeselliğini indirgemek, göstergebilimsel uygulamada psişik olmayan her şeyi dışlamaktır” (GG). *Derrida‟ya göre Saussure, fonetik göstergeyi tüm göstergelerin patronu yaparak genel göstergebilimi bir psikolojinin içine kaydetmiştir. “psikolojizm, gösterge kavramının kendi içinde, (…) ikircikli bir şekilde kaydedilmiş, zorunlu kılınmıştır” (GG). Ancak bu noktada Saussure‟ün hem bilimselleşme, ve metafizik olandan ve bilimsel olmayandan sıyrılma, hem de bir bilimin temellerini atma çabası göz önünde bulundurulmalıdır. Derrida ile yollar tam da bu noktada ayrılmaktadır. Derrida, Saussure eleştirisini, bilimselleşmedeki tavrı, gösterge terimini – özellikle kavramını demiyorum- gelenekten alması ve de gösterge konusunda geliştirdiği açılımları üzerine oturtur. Saussure de Derrida da metafizik olandan kurtulma çabasındadır. Ancak bir ayrımla, biri bilimselleşmeye yönelirken, diğeri dilbilimi yine felsefi tartışmaların içine çekmeye çalışmaktadır. Üstelik yanlış çıkış noktalarından yol alarak. Hjelmslev ve glossematik: Hjelmslev, kendisinden önceki dilbilim çalışmalarından farklılığını ortaya koymak ve de kendi çalışmasının, dil üstü (extra-linguistique) töz konusunda, ilke olarak bağımsızlığını göstermek için “glosematik” (glossématique) adını verdiği dil kuramını geliştirir. Ve bu alanın birimine de „terimbirim‟ olarak türkçeleştirebileceğimiz “glossème” adını verir. Bu „glossem‟ler, indirgenemez sabitler, açıklama temelleri olarak, bu kuramın en küçük biçimleridir. Hjelmslev bu terimi Saussure‟ün “biçim” ve “töz” arasında ortaya koyduğu ayrımın sadece dil açısından haklı olabileceğini, ancak genelleştirmeye kalktığımızda “biçim” ve “töz “ kavramlarının kararacağını düşünerek, ileri sürer. Töz ile işlev kavramlarının karşıt olmadığını belirtir. “Bu da tözde yalnızca işlevsel bir bütünlüğü işaret edebilir”. “Ancak diğer bilimlerin gerçekleştirdiği anlamın dilbilimsel olmayan çözümlemesi, şeylerin doğası gereği, dilsel “biçim”le karşılaştırılabilecek bir “biçim”i, kabul etmeye götürür. Bu yüzden Hjelmslev yalnızca dilbilim için değil, tüm bilimler için geçerli olacak “her çözümlemede işlevlerin mutlak yetkinliği ilkesine dayalı” bir dil kuramına yönelir. “Bir açıdan bakınca “töz” olan, başka bir açıdan bakınca “biçim” olur” (Pr s: 102-103). Hjelmslev‟in “diğer nesnelerle ilişkili olarak bir işleve sahip olan nesne” olarak tanımladığı, yani işlevli bir şey olan „fonktif‟ler, işlevlerin arakesit noktalarını ya da sonuçlarını gösterir yalnızca. “Ve de tek bağlantıların işlevsel 8


şebekesiyle bilgiye erişilebilir ve bilimsel bir varlığa sahiptir. Oysa ontolojik anlamda “töz”, metafizik bir kavram olarak kalır.” (Pr s: 103-104) Hjelmslev‟i ilginç kılan da, anlaşılmasını güçleştiren de “tanımlar”ıdır. “Tanımlar”ında 108 madde verir. Burada tanımlanmış olanlar birbiriyle ilintili ve göndermelidir. Bu yanıyla adım adım bir kuram geliştirmeye, arada boşluk bırakmamaya çalışır. Nesnelliğe önem verir. Savaşımı, metafizik olanladır. Ancak o da Derrida‟nın gözünde metafiziğin tuzağındadır. Burada şunu hatırlamakta yarar var. Eğer metafiziği çok geniş anlamda ele alırsak, onun tuzağından, metafiziği oluşturan araçların etkisinden ne denli kurtulabiliriz? Derrida ve Gramatoloji: Derrida, Saussure‟ün yazıyı indirgemesinin, dilbilimin dışına atmasının, Platonda, Aristoteles‟te, Rousseau‟da, Hegel‟de, Husserl‟de vb.‟de de görülen “geleneksel bir işlem” olduğunu belirtir. Dolayısıyla bu düşünürlerin farklı bakışlarındaki farkları indirgemiş olur. O, Saussure‟ün yazılı olanı, dil alanı dışına çıkarmasına bir tepki olarak yazıyı ön plana çıkarır. Ona göre, “Mutlak fonetik bir yazı olmadığı; sesçiliğin; bir kültürde belli bir etik veya değerbilimsel deneyim olduğu gösterilebilir” (GG). “Alfabetik yazı, gerçekten sözü temsil eder ve ayni zamanda onun karşısında kendini siler gibidir” (GG). “Fonetik yazı modeli ile kendimizi sınırlandırmaktan vazgeçersek, göstergelerin, noktalama işaretlerinin, aralıkların, çizgi işaretlerinin vb işleyişinin kaçınılmaz ayrımlarının zorunlu kıldığı mekanlaşma (espacement) olgusunun doğurduğu nedenlerden dolayı sonuçlarını da çıkarırsak sescilci ve söz merkezci tüm mantık sorunsal hale gelir” (GG). Derrida‟nın gramatolojisi, “yazı bilimi” (De Grammatologie; s: 13) demektir. Bu konuyu açımladığı oylumlu bir kitap yayınlamıştır (1967). Derrida için gramatoloji, hem Saussure‟ün göstergebilimi, hem de Hjelmslev‟in glosematiğinin yerini alacak bir alandır. Bu yazı bilimi, kararlı çabalar sayesinde özgürlüğünü hissettirir. Dolayısıyla o, Saussure‟ün tersine özne kavramını, başkaca kendini daha işin başından ortaya koyar. “Yazı ile söz arasındaki ilişkileri” dikkate alarak Saussure ile bilim olma savındaki dilbilimi, “metafizik bir önkabul” içinde görür. Bunun, yazı bilimi için de bir engel olup olmadığını sorar. Ve bu önkabulün kaldırılmasının bir körleşmeye (en kötüsü) ve üretimselliğe (en iyisi) yol açabileceğini düşünür. Bu konuda Saussure‟ü çelişkili bulur. Ve aslında kendisine ait olmayan bu terimin (gramatolojinin) içini (giderek „yazı bilimi‟) yazı ve ses arasındaki ilişkiden yola çıkarak doldurmaya (/kurmaya) çalışmaktadır.

9


Onun için Saussure de Hjelmslev de metafizik tuzaktadır: “Göstergebilimsel araştırmaların bütün önermelerinde, bütün sistemlerinde (..) metafizik varsayımlar, eleştirel motiflerle yan yana yaşar” (GG). Metafizik düşünceden değişik nedenlerden dolayı kurtulamayacağımızı bildiğine, “kurtulacağımıza inanmadığına” (GG; T.Akşin s: 29, 30) göre, özellikle bu yolda atılan adımlara destek vereceğine zihinleri bulandırma yoluna giderek yerleşik metafizikçi, sermayeci düzene hizmet etmeye başlaması anlaşılır gibi değildir. Metafizik olanın temizlenmesi, tarladan zararlı otların korunması gibidir. Sürekli bir eğitim, bakım, dirençli bir bilinç ister. Her ne kadar metafizik olmayan bir gerçeklik ise de, kolay etkilenebilir varlık olarak insan için, metafizik olmayan doğal bir olgu değildir. Sorun eğitim, sistemleşme, dayanışma, koruma sorunudur. Bugün somut olarak toplam insan varlığı içinden bireyin hakkını koruyabilecek, insan odaklı, gerçekten etkin, ne kurum, ne de devlet kalmıştır. Para ve silah gücü iktidarı, eğitim biçimlerini ele geçirmiştir. Suçu göstergeye, göstergebilime yüklemek aldatıcı bir oyalamadır. “Gramatoloji, bilimsellik kavramını ve normlarını, onto-teolojiye, sözmerkezliğe, seselliğe bağlayan her şeyi yapı-bozumuna uğratmalıdır. Bu çalışma (..) hem pozitivizmin ya da metafizik bilimciliğin ötesine gitmeyi gerektirir, hem de nelerin (..) bu bilimin, metafizik bağlardan kurtulmasına katkıda bulunduğunun altını çizmeyi gerektirir. Bilimsel pratik içinde nelerin sözmerkezli sınırlama‟dan (daraltma‟dan, kapatma‟dan) kalmaya başlamış olduğunu izlemeli ve pekiştirmelidir. İşte bu yüzden gramatolojinin bilim olup olmadığı sorusuna yanıt yoktur” (GG; s: 70). Derrida‟ya göre, her bilimsel göstergebilim çalışması “gramatoloji”ye hizmet eder. Ancak metafizik söylem ve varsayımlar içine düştüğünde eleştiriye hazır olur. Bu metafizik kavramsallık içinde “ifade/içerik”, “uygulanan biçim/töz” ve “görgül ilke” ona göre metafizik kavramsallık içindedir. Dolayısıyla Hjelmslev ve Saussure‟e karşıdır. Gösterge kavramının dönüşüme uğratılmasını, “bu kavramla birlikte doğan “ifadecilik”ten koparılmasını ister ve “ifadesel olmayan” (non-expressive) bir göstergebilim olarak düşünür gramatolojiyi. İzlendiği gibi bu açıklamalarla gramatoloji, metafizik denetçisi, savaşçısı olarak kişileştiriliyor ve öne çıkarılıyor. Gramatolojiyi amaçlandırıyor, ideolojik ve idealist bir varoluşa yöneltiyor. Ve gramatolojiyi tayin edici kılıyor: “Gramatoloji klasik bilimsellik anlamını çerçeveleyen sınırları çizer ve ayni zamanda da bu sınırları gevşetir” (GG; çev: T.Akşin s: 71). * Sınırları çizme ve gevşetme imgesini, yani hem başka bakışlara, eleştiriye kapalı, hem de açık, fırsat veren olma özelliğini, Derrida, eleştirdiği Saussure‟cü göstergebilim için de kullanmıştır (bak: GG; s: 30. Ve şu alıntılarla itiraz 10


noktalarımız çoğalmaktadır: “Yapı kavramının durumu daha belirsizdir. Her şey ona yaptırmak istediğimiz işe bağlıdır. Gösterge kavramı gibi- ve dolayısıyla göstergebilim gibi- ayni anda sözmerkezli ve ırk merkezli dayanakları hem destekler, hem sarsar” (GG; s: 43-44)). “Bu kavramları ıskartaya çıkarmak istemedik, zaten bunu yapabilecek bir durum da yok. (..) göstergebilimin içinde kavramları dönüştürmek, onların yerlerini değiştirmek, varsayımlarına karşı çıkmak, onları başka zincir halkalarına kaydetmek, çalışma alanını azar azar değiştirmek ve böylece yeni biçimlenmeleri üretmek gerekir (GG; s: 44)). . Öncelikle bu „sıkma ve gevşetme‟, görüldüğü gibi Derrida‟da takınağa dönüşmüş durumda. . Göstergebilim ile gramatolojinin işleyişi ayni ise, ikisi de sıkıp gevşetiyorsa, gramatolojiye ne gerek var? . Eleştiri göstergebilimden ve de gramatolojiden de önce vardır. Sınırların ister bilimsellik alanında, ister bilimsellik karşıtlığında sıkılması ve gevşetilmesi konusu; bu olgunun yaşandığı dönemin öznelerine bağlı bir edimdir. Bu unutulmaktadır. Derrida özneyi bir kenara bırakıp, sistemi, çalışma alanını öne çıkarmaktadır. Oysa sistemin oyuncuları, sistemden önemlidir. Zira sistemi işleten de bozan da, değiştirecek olan da sistemin oyuncularıdır. Sistemi benimseyenlerle, sistem karşıtları çatışması, sistemin içine hapsedilemez . Madem söz konusu ettiği terimleri ıskartaya çıkarmayacak, çıkaramayacak ne diye Saussure‟ün gösterge terimini, (o, “kavram” diyor) metafizik gelenekten aldığını öne sürerek, Saussure‟ü, metafizik geleneğe bağlayıveriyor? . Derrida‟nın, yazılarında söz-merkezli, ses-merkezli, ırk- merkezli, fallusmerkezli yaklaşımlara karşı eleştirel bir tavır içinde olduğu anlaşılıyor. Bunun demokrasi-merkezli bir politik tavır olduğu görülmeli. Bugün görüyoruz ki demokrasi kavramı, ütopik, kullanmalık bir kavramdır. Dünya, amerikan demokrasisinden, dersini ve nasibini almıştır. Ama ne yazık ki, bu, yine de insanlığın tutunabileceği önemli bir daldır. Diyeceğim şu: herhangi bir konuda x-merkezliliğe soyunmadan, galiba özne, bir özeleştiriye tabi tutmalı kendini, hatta bunu, eleştiriyi sapkınca kılmadan, süreklileştirmeli. Gösterge kavramının gevşetme özelliği Derrida‟ya kavramın kendisini eleştirme hakkı tanır (GG). (Burada bir ayraç açıp „bir kavramın hak tanıması‟ kavramı üzerinde durmak gerekir. Zira bunu başka yerde de kullanmaktadır. Saussure‟ün gösteren ve gösterilen terimleri arasındaki gözettiği ayrıma dikkat çekerken, „burada bir temel ve hukuki ayrım‟ bulunduğundan söz eder. Dolayısıyla yaptığı kişileştirmeyle, kendi söylemine metafizik biçemin ögelerini nasıl soktuğu konusunda bir kanıt olarak ilginçtir. Burada metafizik söylemden amacım, sıçramalı dil kullanımıdır. Bu noktada şiire, masalsı, yazınsal, ve teolojik anlatılara tanınan mantık sınırlarını aşmanın, felsefeye tanınmayacağını 11


söylemek istiyorum. Eğer felsefe onlarla ayni dili kullanırsa metafizik söylem içine düşer. Zaten Derrida‟nın yazıları biçem açısından, en azından metafizik olan olmayan ayrımında, sıkı bir incelemeye alınırsa kanımca, onun söylemi kuşkuya yer bırakmayacak biçimde metafizik söylem alanı içinde kalacaktır. Bunun başka kanıtlarını yazı içinde vereceğiz. Hemen unutmadan gösterge kavramının sınır ipini sıkma ve gevşetmesi imgesi de, bu kavramın kişileştirilmesi ve edimselleştirilmesidir. Derrida, kavramı edimbilim (pragmatik) alanına alarak da metafiziğin sınırlarındadır. Şunu açıkça belirtmekte yarar var; demek ki özne -kim olursa olsun- metafiziğe karşı çıkış ifadesinde bile metafiziğin içinde olabilir. Elbette bu noktada iki şeye dikkat çekmeliyim: Sadece dil bakımından değil, ilişkisel davranışlar bakımından da metafiziğin içindeyiz. Eleştiri bilinci ile söylem kurma ve davranabilme bilinçlerini ayırmak gerek. Burada sadece belirgin baskı değil, model olarak başkasının dili ve davranışı, giderek kendi dilimizin ve davranışımızın yinelenen modelliğinin baskısı da söz konusudur). Derrida, Gramatolojiyi oluşturucu parçalara ayırıp anlaşılırlığını ve uygulanabilirliğini artıracağına, onu bir inceleme alanından çok eleştiri alanı haline getirir gibidir. Onun için gramatoloji bilinçliliktir: “Gramatoloji, (..) dokusal, metinsel payın uyanık olarak işlenişidir” (GG). Derrida, Saussure‟ün bir ifadesinde „göstergebilim‟ yerine „gramatoloji‟ getirerek, postmodern biçimde ifadeyi hem saptırır, hem de özneleri (Saussure ile kendisini) biniştirir: “ Biz buna [göstergebilim / gramatoloji] adını vereceğiz… Henüz varolmadığını dikkate alıp, bunun olacağını söyleyebiliriz; ama onun varolma gerekçeleri var, yeri önceden belirlidir. Dilbilim, bu genel bilimin bir parçasıdır, [göstergebilimin/ gramatolojinin] ortaya koyacağı yasalar, dilbilime uyarlanabilir olacaktır” (Saussure; CLG s: 33; Derrida; Gr s: 74). .Böylece ruhsal eleştiriye, yani babayı öldürme, babanın yerine geçme olgusuna, yorum olarak elverişli hale gelir. .Bu noktada dilbilim, göstergebilim ve yazıbilim arasında bir kapsama ilişkisi bir de modellik sorunu gündeme gelmektedir. Saussure ve Barthes‟ın farklılaştığı noktada, Derrida her ikisine gidip gelmektedir. Derrida‟ya göre “bu yer değiştirme yalnızca, söz-merkezliliğin baskısına ve dilbilime bağımlı oluşa karşı, yazı kuramına istenen açılımı vermekle kalmayacak ayni zamanda, kuramsal enginliğine karşın, dilbilimin buyruğunda kalan, hem dilbilimin merkezinde hem de amacında olarak dilbilimde düzenlenen bizzat göstergebilim tasarısını özgürleştirecektir. Göstergebilim gerçekte dilbilime göre daha genel ve 12


daha kapsayıcı olmasına karşın, dilbilimin bölgelerinden birinin önceliğini kendine örnek almayı sürdürür. Dilsel gösterge, göstergebilim için örnek olarak kalır. Bu gösterge, efendi-gösterge olarak ve üretici model: ”patron” olarak ona egemen olur” (Gr s: 74). * Derrida‟nın, gramatoloji için “De Grammatologie” kitabında yaptığı benzetme çok ilginçtir. Altını çizmek istiyorum: “Bu durumda, sınır dışı edilmiş olan [gramatoloji], dilbilimin sürgün gezgini, dilin ilk ve en temel olasılığı olarak hep dille beraber olmuştur”(De Gr; s: 64). Benzetmedeki ilginçlik “sürgün gezgin”in, hem İsa‟yı, hem de kendisini (Derrida‟yı) imlemesidir. Hatırlatalım: Derrida, Fransız vatandaşı olarak Cezayir‟de doğmuş bir yahudidir. Yani sürgün (yasaklı) ve gezgindir. Tıpkı İsa gibi, tıpkı gramatoloji gibi. [Bu noktada İsa‟nın gerçek isminin bilinmemesi bunun yerine, İsa‟nın (ya da İsa adına yorumcularının, savunucularının) İSİS (JESUS) adını kullanmasıyla, dinsel, tarihi bir arka plandan yararlanma, İsa‟nın yargılanması olguları, dinsel inanışla alt üst edilen gerçeklikler (cesedinin bulunmayışı, dolayısıyla İsa /Barabbas ilişkisi ve çarmıha gerilme cezasından affedilme olayındaki düğüm ve giz perdesi, affedilmeyle birlikte İsa adının kullanılmasının yasaklanması, ve bir süre sonra yine takma adlı –yine asıl ismi bilinmeyen- Paulus‟un Konya ve Efes‟ten kovulması, İtalya‟da öldürülmesi dikkate alınırsa İsa /Barabbas, İsa / Paulus, İsa /Meryem, Paulus /Meryem ilişkileri… İsa‟ya atfedilen “gezgin yahudi” imgesi dikkate alındığında bedensel varlık (physis) ile ad (nomos) arasındaki ilişkinin nasıl karmaşıklaştığı ancak sunumun sözde nasıl berraklaştırıldığı (nasıl yönlendirici bir biçimde yorumlanarak çözümlendiği), hem Yahudilerin, hem de Romalıların (İtalyanların, giderek Avrupalıların, yani hristiyan dünyasının) İsa /Paulus katili, suçlusu olduğu ve bu kimlik karmaşasına gönderme yoluyla bir de Derrida‟nın kendini eklediği dikkate alınmalı. Ve, -dil aracılığıyla- anlatı ve gerçeklik arasındaki ilişki üzerinde durulmalı. Burada dil ile anlatıyı özellikle ayırıyorum. Daha sonra anlatı ve anlatıcıyı ayırmak için, araç ile kullanıcıyı özellikle aklama ya da suçlama noktasında karıştırmamak için. Burada, demek ki bir aynileşme, içselleştirme söz konusudur. Tıpkı Baba, Oğul, Kutsal Ruh birleştirimi gibi. Böyle bakıldığında Derrida için, gramatoloji, bir varlık savunması olarak yorumlanabilir. Bu yüzden yazıyı dilin kaynağı olarak görür o. Şöyle sorabiliriz: “sürgün (yasaklı) gezgin” olma, Derrida olma, dinin, felsefenin, yaşamın kaynağı, ta kendisi midir? GÖSTERGE Derrida‟nın temel sorunlarından biri metafiziktir. Ama o, ne yapılırsa yapılsın insanlığın metafizik düşünceden kurtulabileceğine inanmaz. Zira “gelişim eşitsizlikleri (bunlar her zaman olacaktır) ve bazı bağlamların zorunluluğu, bir başka yerde, araştırmanın en örtük, gizli, söylenemez bir noktasında, bir engel olarak işlev göreceği anlaşılmış olan bir modele başvurmayı, strateji açısından 13


vazgeçilmez kılmaya devam edecektir” (GG s: 30). Bu ifadesini Saussure ile örnekleyecektir. Ona göre Saussure, „gösteren‟ ve „gösterilen‟i oluşturduktan sonra başka seçeneği olmadığı için, bu metafizik terimi (Derrida „kavramı‟, diyor) seçmek, kullanmak zorunda kalmıştır. İşte ona göre bu durum, sözünü ettiği modele, metafizik bir ögeye boyun eğmek zorunda kalış noktasıdır. Böylece Derrida, sözde bağlantılı olarak, Saussure‟ün gösterge kavramının, metafiziğe ait olduğunu ileri sürer: “kökü ve içerdiklerinden ötürü metafizikse, sistematik olarak stoik ve ortaçağ tanrıbilimleri ile dayanışma içinde ise, onun bağımlı kaldığı – garip bir şekilde aleti de olduğu- „yer değiştirme‟, „sınırçöz(ül)meler‟ etkilerini oluşturmuştur (GG s: 29). Şimdi bu noktada Saussure‟e başvurmak kaçınılmazdır. Evet Saussure tam da onun alıntıladığı gibi şöyle diyor: “Göstergeye gelince biz bununla yetiniyoruz, çünkü gündelik dil bize bir başkasını esinlemediği için onun yerini ne ile değiştirebileceğimizi bilmiyoruz” (Genel Dilbilim Dersleri –fr: CLG-)). Ancak Derrida‟nın burada bir ifadeyi bağlamından kopardığına dikkat edilmeli. Saussure‟ün, buradaki kaygısı, terimin metafizik yükünden dolayı değil de, üst terim olan gösterge‟nin, kendi alt terimlerinden biri olan (gösteren) anlaşılması kaygınsı taşır Saussure. Onun gösterge terimine yüklediği yeni kavramsalın tasarladığı gibi anlaşılmama tehlikesi vardır. Ne yazık ki çoğu kişi için bu karışıklık sürdürülmüştür, sürdürülmektedir. Onun kaygısı, insanların, gösterge denilince günlük dildeki gösteren şeyi anlamaları tehlikesidir. Onun kavramsallaştırdığını değil. Kaygısı budur (bak: CLG s: 99-100). Derrida‟nın sözünü ettiği “metafizik yük”, „sınır çöz(ül)me etkisi‟ gibi bir sorunu Saussure konu etmemektedir. Zira, ortaya attığı kavramsallaştırma yenidir. Kaldı ki dil için konuşursak bir terimin genel dildeki kullanımıyla uzmanlık alanını ilgilendiren kullanımı arasında gönderilen ve gösterilen olarak farklılığı en azından dil kullanımı için doğaldır. Derrida metafizik olandan kurtulmayı, tüm göstergelerin kapsayıcı üst terimi olarak „gösterge‟yle hesaplaşmasında görür gibidir. Onu tüm metafizik birikimden kurtararak, kapsadığı öbür varolan göstergelerin tümünü temize çıkaracak bir tutum içine girer. Oysa gösterge bir soyutlamadır. Bir indirgemedir. Olumlu olanı da, olumsuzu da içerir. Eğer metafizik olana karşı eleştirel bir tavır alınacaksa, bir savaşıma girilecekse adının doğru konması, hedefin doğru saptanması gerekir. Bir kavramı, haksız olarak suçlamak onu günah keçisi göstermek demektir. Derrida için „gösterge‟, günah keçisinden başka bir şey değildir. Günah keçisi de, pek çok suçlunun göz ardı edilmesi demektir. “Saussure‟deki göstergenin nedensizliği konusuna gelince, eşsüremlilik ve art süremlilik zıtlığı da sapmıştır. Bu zıtlık gramatolojiyi yetkinlikle yönlendiremez. İz‟in nedensizliği, şimdi bir durum olarak değil de, bir işlem olarak, verili bir 14


yapı olarak değil de, etkin bir eylem olarak, çözülmüş bir nedenlilik (démotivation) olarak anlaşılmalı. Göstergenin keyfiliğinin bilimi, iz‟in nedensizliğinin bilimi, sözden önce ve sözün içinde yazının bilimi, gramatoloji böylece en geniş alanı kaplayacaktır. Bu alan içinde dilbilim soyutlamayla, Saussure‟ün kendi iç dizgesinde belirlediği sınırlarıyla kendi yerini çizecektir. Ve evrende ve tarihte her söz/yazı dizgesi içinde[kini] sakıntıyla yeniden incelemek gerekecektir. Hiç de sözde kalmayacak bir yer değiştirmeyle gramatoloji, Saussure programında göstergebilimin yerini alacaktır” (De Gr; s: 74) *Derrida parça bütün ilişkisini yani retorik olguyu tüm dilsel olgularda işletir. Dili, toplumsal ve tarihsel özellikleriyle birlikte ele almaktan yanadır. Saussure‟ün özneden, tarihsellikten arındırarak ne olduğunu anlamaya çalıştığı dili tüm bulaşıklarıyla, tüm kurumlarıyla birlikte, ancak bu kurumların adını netlikle anmadan, tüm olumsuz değerleri dile, adlara, kavramlara yükler. Hem de genelleyerek. Örneğin din kurumu, siyasi ve ekonomik yapılanmalar, doğal ve idari her türlü güçten etkilenen öznenin durumu dikkate alınmadan tüm suçun dile yüklenmesi doğru değildir. Bu noktada “Toplumsal Dilbilime Giriş” kitabının yazarları J.B.Marcellesi ve B.Gardin‟i anmak gerek: “dilin bir bakıma üstyapıyla belirlenmediği doğru değildir; ama dilin salt üstyapı olduğu da doğru değildir”, “dilin salt sınıf olayı olduğu doğru değildir, ama dilin sınıf çıkarlarına hizmet etmediği de doğru değildir”. Burada dikkat edilmesi gereken, dilin, gerek dış (başkasıyla) iletişimde, gerek iç (kendimizle) iletişimde araç olma temel niteliğidir. Bir suça karışan araca ceza kesilemez. Ne denli varlığıyla etkileyici, kışkırtıcı olursa olsun. Aracı üretenler, ve o aracı kullananların durumu, toplumsal ve siyasi erk, giderek bu erki yönlendiren ekonomi çıkışlı toplumsal ve ruhsal yönlendiricilik ve/ya edilgenlik aracın kışkırtıcı varlığı konusunda önemli, karmaşık ve örtük bir neden oluşturur. Asıl yapılması gereken çözümleme bu karmaşıklaş(tırıl)mış olgunun etmenleri üzerinde olmalıdır. Yani sorun bir etmen çözümlemesi sorunudur. Örneğin Ortaçağdaki din savaşlarıyla ilgili kimi terimin üzerinde oyalanarak, bu terimler günah keçisi kılınarak sorun çözülemez. Sorun dilin değil, öznenin sorunudur. *Hjelmslev ile hesaplaşan Derrida, onun “kuram, deneyimden bağımsız olmalı” ilkesinde söz konusu olan deneyimin tüm deneyimi kapsamadığını, tüm deneyimin (tarihsel, ruhsal, bedensel, toplumsal vb) her zaman olgusal ya da bölgesel belirli bir tipteki deneyime denk geldiğini, böyle olunca da kesinlikle dilbilimin dışında bir bilime, olanak verdiğini ifade etmektedir. Derrida‟nın derdi konuyu üst-yazı (archi- écrtiture) kavramına getirmektir. Oysa Hjelmslev, bizi bir dil kuramına hazırladığı kitabında, dil kuramını şöyle ifade eder: „dil 15


kuramı, nesnesini hem nedensiz(keyfi), hem de uygun bir işlemle, önermelerini kurarak tanımlar‟ (bk: Prolégomènes à une théorie du langage). „Keyfi (arbitraire) niteliği baskın olduğunda kuram gerçeklik dışı, uygun(luk) (adéquat,e) niteliği baskın olduğunda ise, kuram gerçekçidir‟. Tam da bu noktada kuram (dil kuramı) yerine gönderen (bu terimi dilin beden bulmuş her türlü hali (kipi) için kullanıyorum) giderek gösterge, kavram terimlerini yerleştirdiğimizde Hjelmslev kaynaklı bir bakış açısıyla şunu söyleyebiliriz: Gönderen ve/ya kavram arkasına gizlenen öznenin niyeti çok önemlidir. Gerçeklik ile gerçekliğin yerine geçirilen sunum malzemesi (gösteren, gösterilen, gösterge, gönderen, gönderilen, gönderge ve gösterilenle aynileştirilen kavram her neyse –ki bu saydıklarımın ayrı bir soyutlama ve birer üst-terim olduğunu unutmamak gerek), bir kullanmalık olarak göreli güçlü öznenin buyruğundadır. Soyutlanmış dil, gösterge ile gerçeklik arasındaki sapma tekil iken bu sapma, özne ve deneyim kavramları dikkate alındığında üslü (exponentiel) olarak artar. İnsanlık için en önemli sorun bu noktada başlar. İnsan odaklı filozofların, siyasetçilerin, bilim adamlarının, her tür etkin bireyin yönelecekleri nokta burasıdır. Ancak günümüzdeki öne çıkmış kullanmalık dil ve söylemlerle, reklam diliyle, gerçeklik ile gösterge arasındaki sapma hep sermaye lehine işletilmekte, dolayısıyla bu sapma büyümektedir. Reklam dili, siyasi ve genel olarak kültürel dil ile gelenekselle, giderek yine genel olarak tutuculuğun diliyle bütünleşmektedir. Dalga kuramı; sermaye güdümündeki, himayesindeki uzmanlar nezaretinde elden geldiğince ekonomik sermaye lehine işletilmekte, yönlendirilmeye çalışılmaktadır. YENİ BİR GÖSTERGE KURAMI Saussure‟ün gösterge kavramı bir ölçüde analitik bir kavramdır. Bir ölçüde diyorum zira gösterilen kavramına gelindiğinde sentetik bir kavramla karşılaştığımızı görürüz. Zira işitim imgesi (image acoustique) karşısında yer alabilecek tüm imgeler „kavram‟ ya da gösterilen zarfı içine tıkıştırılmış durumdadır. Kavram, işitim imgesine karşı, tüm imgeseli kapsadığına göre kolayca çözümlenebilir, diye düşünüyorum. Zaten insan belleği yalnızca işitim imgeleriyle dolu değildir. Kokuları hatırlayabildiğimize göre koku imgelerine sahibiz. Tat konusunda imgelerimiz olmasa, tatları nasıl ayırt ederiz? Ayni şey diğer duyularımıza bağlı imgeler için de geçerlidir. Böyle olunca duysusal imgeleri şöyle sıralayabiliriz: görsel imge (image visuel), koku imgesi (imge odoratif), dokunma imgesi (image tactile), tat imgesi (image dégustatif). Duyulara denk düşen bu imgelere, bir de düşünsel imge (image imaginaire)‟yi eklemeliyiz. Son imge türü her türlü doğal olmayan kültürel imgeyi, yaratıcı imgeyi içerir. Doğal olarak grafik imgeler, görsel imge sınıfı içinde yer alır. Duyusal imgeler anlatım düzeyinde kendi aralarında 16


çevrilebilirdir. Duyulara ait imgeler kavramsal (notionel)‟dır, düşünsel imgeler tasarımsal (conceptuel)‟dır. Burada bu iki terimin yabancı karşılıklarını kullanılan anlamlarıyla kullanmadığımın altını çizmeliyim. Gerek kavramsal imgeler, gerek tasarımsal imgeler cins ve tür olarak bulunabilirler. Türsel imgeler kendi içlerinde, ayrıntılarda farklı pek çok benzeş imgeyi barındırır. Türsel „çocuk‟ imgesi, belleğimize depoladığımız nice çocuk imgesini içerir. Bir imge, hem cins tür ilişkisi içinde kendi aralarında ilişkilidir. Diyelim görsel imge olarak „ev‟ imgesi, hem öbür evlerle, hem diğer görsel imgelerle, hem duyusal imgelerle ilişki içindedir. İmgeler bir hiyerarşi içinde değil, „ihtiyaç‟ gereğince işler. İmgelerin işlemesi beynin komutuna göre açılıp kapanır. Kullanıma kapatılan imgeler işlem hızını, düşünme hızını artırır. Saussure‟ün göstergeyi oluşturduğunu söylediği gösteren ve gösterilen kavramları önemlidir. Ancak bu iki oluşturucu kavram, paranın iki yüzü gibi birbirine kapalı değildir. İşitim imgesi bir soyutlama olduğu için daha kullanışlıdır. Bu yüzden özne tarafından kullanım sıklığı bakımından işitim imgesi diğerlerinin çok önündedir. Ve ayni nedenle işitim imgesi, arş-imgedir. Göstergelerin üretimi konusunda, özne, varolan göstergelerden etkilenir. Herhangi üretilmiş bir ifade, yani öznenin her türlü dışavurumu, kendi içinde barındırdığı göstergelerin dışa vurumlarıyla, gerek ayni özne için, gerek farklı özneler için model olarak sunar kendini. Yani belirli göstergelerin yaygınlaşmasına hizmet eder. Gösterge dışavurum sıklığıyla varlığını sürdürür. Bu nedenle dışavurulmamış bir gösterge ancak varolduğu özneye özgü kalır. Etki gücü sınırlanmış olur. Özne gereksinmediği imgeye başvurmaz. Düşünme, işitim imgeleriyle hız kazanır. Zira daha analitiktir. Diğer imgeler işitim imgesine göre daha sentetiktir. Düşünme, işitim imgeleri yanı sıra öbür imgelerden de yararlanabilir. Öznenin çağrışım yoluyla başvurduğu imgelerin sıklık derecesi (fréquence), özneyi belirli imge tipine yöneltir. Bu, öznenin ruhsalıyla, zihinseliyle ilgilidir. Bu çözümlemede bile Saussure‟ün gösterge kavramının genel hatlarda geçerliğini koruduğu söylenebilir. Ancak şimdilik dilin, ya da tüm sistemlerin göstergelerden oluştuğunu söylemekten uzak durduğumu belirtmeliyim. Salt gösterge kavramı için şöyle bir şema oluşturabiliriz: Gö(n/s)Terge = gönderge + gösterge G Ö N D E R İ

Gerçekleşmiş İFADE (yazı, ses, görsel, jestüel, durumsal)

Gösteren

( İşitim imgesi)

Gösterilen

(Kavramsal imge / Tasarımsal imge

GÖSTERGE

17


L E N Dış dünya ile varolduğumuzu, doğal göstergeleri dış dünyadan kopyaladığımızı düşünürsek, göstergelerin ayni zamanda ifade içinde varlıksal bir alanla ilişki kurduğunu söylemeliyiz. Bu durumda ifade söz konusu olduğunda, gösterge başka bir kavaramla ilişki kurmaktadır: gönderge kavramıyla. İşte bu durumda ifade içinde bir şeye denk düşen gerçekleşmiş, dışa vurulmuş gösteren, gönderen durumuna gelmektedir, ister dış dünyada varolsun ister varolmasın, ilettiği şey de varlık alanında bir „gönderilen‟dir. Dışa vurulmamış göstergelerde gösteren içte gerçekleşmiş olduğundan yine gönderen konumuna gelir. Elbette ayni gösteren/gönderen için bir gösterilen çeşitliliği olduğu gibi, farklı gösteren/gönderenlerin, özne için, ayni gösterileni işaret ettiği de olur. Göstergelerin üretimi ve kullanımı söz konusu edildiğinde, özneler arası ilişkinin tam ortasındayız demektir. Saussure‟ünkine benzer bir amacımız olmayınca, göstergenin, özneyle ilişkisini dile getirmek kaçınılmaz olur. Hoş, Saussure‟ün özneyi dışladığını söyleyebilmek saf dillik olur. Saussure‟ün dışlaması bir öne çıkarma (mise en relief) kaygısındandır, dilin neliğini gösterme kaygısındandır. Onun göstergebilimi genel ruhbilime bağlaması da bunu göstermektedir. Bitirirken şunu da belirtmeliyim. Burada sunmaya çalıştığım gösterge kuramı, her alanın sistem(ler)i dikkate alınarak, başka oluşturucularla zenginleştirilebilir. Bu noktada Hjelmslev‟in işlev-birim “fonctif” kavramını (yeniden gözden geçirilebilir ama çok) önemsiyorum. Bu açıdan gösterge kavramı indirgenmiş tek birimlikten çıkmış olacaktır. Aslında belki de Derrida‟nın, Saussure‟de metafizik temelinde eleştirmesi gereken nokta, birimin tek‟e (yalnızca göstergeye) indirilmesi sorunu olmalıydı. Zira evreni tek olanla açıklama, metafizik bir yansımadır: tek Tanrı, aşkın Varlık anlayışının bir yansıması. Kaynaklar: Jacques Derrida; De Grammatologie; Ed. De Minuit; Paris; 1967 Jacques Derrida; Göstergebilim ve Gramatoloji; çev: Tülin Akşin; Afa Felsefe yazıları Ansiklopedisi; İstanbul; 1994 F. De Saussure; Cours de Linguistique Générale; Payot; Paris; 1982 Louis Hjelmslev; Prolégomènes à une theorie du langage; Ed. De Minuit; Paris; 1966 Jakobson; Essais de Linguistique Générale; Ed. De Minuit; Paris; 1963

18


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.