Izlenimlerin derinliği ile okuyorum_1

Page 1


Seneler önce bir konuyla ilgili araştırma yapmak üzere internetin başına geçtiğimde tesadüfen hiç tanımadığım bir kişinin blogunda gezinirken bulmuştum kendimi. O kadar keyif almıştım ki o ziyaretten sonrasında da olanlar olmuştu işte. Kendi blogumu yapmak üzere kolları sıvayıvermiştim. İzlenimlerin Derinliği her ne kadar 2007 yılından bu yana aktif bir blog gibi olsa da, açıkçası mazisi oldukça eskiye dayanan bir blog. Zira şu anki blogumun temelini bilmeyenler için hemen söyleyeyim blog dünyasına ilk adımımı seneler öncesince herhangi bir temaya dayatmadığım Cicho’nun Dünyası ile atmıştım. Bana kazandırdığı onlarca şey olmuş olmasına rağmen demirbaşlarım arasında gösterebileceğim unsurların başını ise edindiğim yeni arkadaşlıklar ve bilmediğim konular hakkında fikir sahibi olmam çekmişti. İşte seneler seneleri kovaladı ve ben şu an İzlenimlerin Derinliği ile her geçen gün büyümeye devam ediyorum. Burası benim adeta mabedim gibi! Sıkıldığımda, üzüldüğümde, mutsuz olduğumda ama en önemlisi de mutlu olduğum her an içimi döktüğüm yer oldu. Bunu da okuduğum kitaplar, izlediğim filmler aracılığıyla yaptım. Halen de büyük bir keyif alarak yapıyorum o da ayrı mesele… Peki blogu bu denli severken bu dergi formatı da nereden çıktı diye merak edenlere şu kadarını söyleyeyim. Sadece merakımdan! Evet, evet sadece merakımdan. Oldukça amatör bir tasarımdan yola çıkarak, 2013 senesinden bu yana kaleme aldığım tüm yazılarımı “İzlenimlerin Derinliği ile Okuyorum” da derleyip, toparladım. Bir hatam da olduysa şimdiden affola diyor ve yorumlarınızı merakla beklemeye geçiyorum! Mutlu, huzurlu ve herşeyden önemlisi de sevgiyle kalın, Ebru ALTIN


KİTAP TANITIM

Ben

Okunmayı bekleyen kitaplarım bu aralar epeyce fazla. Gözüme takılanları veya bir şekilde okumak istediğim kitapları görünce dayanamayıp aldığımdan olsa gerek, çalışma masamın üzerinde şimdiden kocaman bir kitap kulesi oluştu bile... Ehh bu durumda yapılacak şey ise son derece basit. O kuleyi oluşturan kitaptan katları bir bir azaltmak! Sonrası malum... Yeni bir kule için yeni kitapların alınması şeklinde bu süreç böylelikle sürüp, gider nasılsa... Kitap kulelerine neden değindiğime gelince... Elimde o kitap kulelerinin oluşmasına katkı sağlayan bir kitap duruyor da ondan :) Yaklaşık 1 ay öncesinde kitap kuleme dahil olan "Ben"i en sonunda okuma fırsatı bulabildim. Tatil olması dolayısıyla da rahat rahat okudum açıkçası. Okuyanus Yayınları tarafından çıkartılan "Ben" 20 bölümden oluşan bir kişisel gelişim kitabı niteliğinde. Bildiğimiz kişisel gelişim kitaplarından bir farkı var mı derseniz kısaca yok derim. Kaldı ki kişisel gelişim kitaplarından pek hazetmesem de bu kitabı bitirmem öyle çokta uzun sürmedi doğrusu. Toplamda 162 sayfadan oluşan kitabın içerisinde rutin günlük hayatta karşılaştığımız birçok soruna da parmak basılmış. Birçok kısma değinmekle birlikte, yazarla uyuşmadığınız taraflarda çıkmıyor değil hani... Kişisel gelişim kitaplarına karşı bir ilginiz varsa, mutlaka göz atın derim. Şimdiden iyi okumalar...


HABERLER

İyi edebiyat beyin açıyor!

"Liverpool Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada, deneklere William Shakespeare, T.S Elliot, William Wordsworth, John Donne gibi önemli yazarların kitapları okutuldu. Bu okuma eylemi sırasında deneklerin vücuduna beyin dalgalarını ölçen tarayıcılar yerleştirildi. Daha sonra deneklerden yine aynı yöntemle daha düz, modern dilde yazılmış, görece basit metinler okutuldu. Sonuçta anlaması daha zor olan, daha çok zaman alan metinlerin, beyin dalgalarını, kolay kitaplara göre daha fazla harekete geçirdiği ve böylece zihin gelişimini olumlu yönde etkilediği anlaşıldı."

Frankfurt Kitap Fuarı Başladı Bu yıl 65.si düzenlenen ve önceki gün başlayan Frankfurt Kitap Fuarı, 100’den fazla ülkeden yayın ve elektronik yayıncılık alanında faaliyet gösteren yaklaşık 7 bin yayıncı ile 300 bin kitapseveri buluşturuyor. Fuarın bu yıl ki onur konuğu ülkesi ise Brezilya.

Türkiye standında aralarında Boyut, İletişim, Metis, İthaki ve Timaş’ın da bulunduğu 22 yayınevi, çocuk yayınları standında da aralarında Damla, Final, Günışığı, Mavi bulut ve Redhouse’nin de bulunduğu 10 çocuk ve gençlik edebiyatı yayıncısı kendilerine ayrılan sergi ve görüşme ünitelerinde eserlerini tanıtarak, telif görüşmelerini yapacaklar. Türkiye ulusal standında ise ayrıca panel, söyleşi ve geleneksel Türk mutfağı sunumundan oluşan 5 etkinlik ve bir de sergi gerçekleştirilecek.


FİLM KRİTİK

Kıyamet Günü

Kıyamet Günü sözü kulağa ne kadar da ürkütücü geliyor değil mi? Ölümün soğuk nefesini ensenizde hissedip, elinizden hiçbir şeyin gelmediği ve sadece korku dolu gözlerle başınıza nasıl bir felaketin geleceğini düşünüyor olmak bile insanın tüylerini adeta diken diken etmeye yetiyor. Bu sözleri bana söyleten The Orphanage'nin yönetmen koltuğuna oturan J.A Bayona'nın son filmi Kıyamet Günü / The Impossible oldu aslında... 1999 senesinde Marmara depremini bizzat yaşayıp, korku duygusunun gözlerdeki yansımasını gören birisi olarak filmi hem korku hem de büyük bir duygu yoğunluğu içerisinde izlediğimi söylememe gerek yoktur sanırım. Gerçek bir hikayeye dayanan film, binlerde yabancı insanın arasında, zamanımızın en büyük doğal felaketlerinden birinin ortasında kalan bir ailenin unutulmayacak bir hikayesini anlatıyor. Hatırlarsanız 26 Aralık 2004'te dünyanın en büyük tsunamisi, Güneydoğu Asya kıyısını vurmuş ve yaklaşık 300.000 insanın ölümüne sebep olmuştu. İşte tam da o felaketin ortasında kalıp, mucizeyi gerçekleştiren Maria Belon'un hikayesinden yola çıkarak senaryolaştırılan film, tek kelimeyle insanı inanılmaz bir duygu seline sürüklüyor. Kış tatillerini tropikal bir cennette geçirmek isteyen Maria ve Henry, çocuklarını da yanlarına alarak Tayland'a giderler. 26 Aralık sabahı, tam da Noel kutlamalarının ertesi günü, ailece havuz başında dinlenirlerken, dünyanın merkezinden gelen korkunç bir gürültüyle irkilirler. Maria korkudan donakalmışken, otelin duvarları ardından kara bir su üzerlerine doğru yükselmektedir. Sonrası malum...


Geçmişe doğru küçük bir yolculuk yapmamı sağlayan Kıyamet Günü'nde Naomi Watts ve Ewan McGregor'un performansları gayet yerindeyken benim gözde oyuncum ise filmde, evin en büyük çocuğunu canlandıran 13 - 14 yaşlarındaki Thomas'tı doğrusu. Küçük oyuncu rolünün hakkını o kadar güzel bir şekilde veriyor ki, hayran olmamak elde değil... Gerçek bir hikayeden yola çıkarak beyazperde'de hayat bulan Kıyamet Günü'nü vaktiniz olursa izleyin derim.


KİTAP TANITIM Aklındakini Okuyabilirim Reel anlamda beni tanıyanlar en büyük zevkimin bir kitapçıda saatlerce vakit geçirmek olduğunu çok iyi bilir. Aslına bakılırsa bu durumun sadece bana mahsus birşey olmadığını çok iyi biliyorum. Zira iyi bir kitap okurunun mutlak payda da soluk alabileceği yegane yerdir kitapçılar...

Hüzün dalgaları ruhunuzu sarmaya başlamışken, mutluluktan ayaklarınız yerden kesilmişken, öfke patlamasına ramak kalmışken, eşinizi dostunuzu beklerken, bulunduğunuz yerde bir kitapçı varsa eğer soluğu hep orada alırsınız nedense. Hele de yaşadığınız şehirde Alkım, Kabalcı, İnkılap, Dost ve Ada kitabevi gibi mabetler yoksa eyvah eyvah... İçiniz kararır, kasılır kalırsınız... Ne aradığınız şeyi bulursunuz, ne de içinde bulunduğunuz şehir size güzel gelir... Tabii böyle şehirlerde yapabileceğiniz en iyi şey büyük alışveriş merkezlerinde konuşlanan marketlerin içerisindeki kitaplara göz atmak olur. İşte o anlarda gözünüze çarpanları da atıverirsiniz çantaya ve evin yolunu tutuverirsiniz :) Böyle anlardan birisinde karşılaştım işte bir çırpıda okuduğum bu kitapla... Aklındakini Okuyabilirim! diyordu... Okuyabilir miydi gerçekten? Neden olmasın? Pek tabii ki okuyabilir, okunabilirdi... Sadece uygun yöntemi bilebilmek, tekniğe dair bilgi sahibi olmak yeterliydi.


Dr. David J. Lieberman'ın kaleme aldığı kitaptaki çoğu bilgiler, beden dili, sezgi veya tahminlere dayanmayan, psikoloji temelli bir sistem olan S.N.A.P (Stratejik Dolaylı Analiz ve Profil) baz alınarak hazırlanmış. Toplamda 15 bölümden oluşan kitap kendi arasında da 2 temel kısıma ayrılarak ele alınmış. Temel sorular ve Zihnin Planı... Bu iki temel kısımdan illa ki ilginizi çekecek bir kısıma denk geleceğinizden eminim. Açıkçası ilgimi çeken birçok bölüm olmuş olmasına rağmen temelde en fazla odaklandığım kısımdaki satırları aşağıda sizinle paylaşıyorum. Bakalım siz nasıl bulacaksınız? "İnsanların içinde genellikle birbirleriyle çatışma halinde olan üç güç vardır. Ruh (bilincimiz), ego ve beden... Ruh, doğru olanı yapmaya çalışır. Ego (alt ruh) haklı olmak ister. Beden ise sadece hepsinden kaçmaya çalışır. Kolay veya rahat olanı yapmak, bedenin istediği şeydir. Bu dürtüye kendini aşırı kaptırma örnekleri, aşırı yeme veya aşırı uyuma olarak verilebilir. Sonuç olarak yapmamız veya yapmamamız gerektiğini bildiğimiz bir şeyi yapmak yada yapmamak bununla ilgilidir. Ego dürtüsü, başka birini küçük düşürmek pahasına şaka yapmaktan, gücümüzün ötesinde kalan gösterişli bir arabayı satın almaya kadar gidebilir. Temelde, bu başkalarına nasıl göründüğümüzle ilgilidir. Egomuzun etkisinde kaldığımızda, doğru imajı yansıttığına inandığımız şeyleri yaparız. Bu tercihler iyi olana değil, bizi iyi gösterene dayanır. Son olarak, bir ruhun tercihi, kendimizi nasıl hissettiğimize bağlı olmaksızın doğru olanı yapmaktır. Kısacası, beden kendini iyi hissettiren şeyleri yapmak ister, ego iyi görünen şeyleri yapmak ister, ruh da iyi olanı yapmak ister. Sabah alarm saati çaldığında, hepsi birbiriyle savaşa girişir. Eğer on dakika daha uyumak için erteleme düğmesine basarsak, sizce ilk raundu kim kazanmış olur? Gerçek özgürlük, canımızın istediği herşeyi yapabilmek demek değildir. Daha ziyade o anda canımız ne isterse istesin gerçekte yapmak istediğimizi yapabilmektir."


Bu denli kitap sevdalısı olup da D&R ve Kitapyurdu’nun sitelerine bakmazsak işimiz rast gitmez değil mi ama… Bakalım çok satanlar ve yeni çıkacak olanlar arasında neler varmış, gelin birlikte göz atalım!

Çok Satanlar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9.

Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda – Yılmaz Özdil Ve Dağlar Yankılandı – Khaled Hosseini Bukre – Kahraman Tazeoğlu Bir Psikiyatristin Gizli Defteri – Gary Small Tek Kanatlı Kuş – Yaşar Kemal Kardeşimin Hikayesi – Zülfü Livaneli Soğuk Kahve – Ahmet Batman Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali Devrim Ayetleri – Eren Erdem

--------------------------------------------------------------------------------------Yeni Çıkanlar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8.

Sevgilimden Son Mektup – Jojo Moyes Daha – Hakan Günday Tahta Bir İhtiyarın Karmakarışık Dosyaları – E.L Konigsburg Hayatınıza Yeni Bir Sayfa Açın – Dr. John Izzo Beyoğlu’nun En Güzel Abisi – Ahmet Ümit Aklını Kullanma Sanatı – David J. Lieberman Şans Bilekliği – Cathy Lamb Uyanış Kursu – Joe Vitale


FİLM TANITIM

Zim Zalla Bim Dediğimde Zümrüt Şehrine Gidebilsem N’olurdu Sanki!

Küçüklüğünde Oz Büyücüsü isimli kitabı okumayan veya bir şekilde adını duymayan yoktur herhalde. Sizi bilmem ama benim için özel bir anlamı olan kitaplardan birisidir Oz Büyücüsü... Kitabını bu kadar severken filminin vizyona girdiğini görünce dayanamadım ve iş yerinden bir arkadaşımla birlikte sinemanın yolunu tuttum. Sizi bilmem ama fantastik türdeki hemen her film beni başka diyarlara götürdüğü için o noktadan sonra ben filmi izlemek yerine kendimi bizzat olayın içerisinde buluveriyorum. İzlemiyorum adeta yaşıyorum o anları. Açıkçası çokta keyif alıyorum...

Filmimize gelirsek... Her kadına aynı numaraları çeken iflah olmaz çapkın, yakışıklı üçkağıtçı, bir panayır sihirbazı olan Oscar Diggs, iri bir adamın hışmından kaçarken, fırtınada sepetine atladığı balonla hortumun içine girerek Oz Ülkesi'ne düşer. Oscar'ın buradaki başlıca iki dostu ise kanatlı maymun Finley ve porselen kız olur.


Oscar, ülkeyi kralı öldürdükten sonra tek güç sahibi olmak için planlar yapan cadı Evanora ve sonradan kendinden de kötü bir cadıya dönüştürdüğü kardeşi Theodora'nın elinden kurtarmak için iyi cadı Glinda ile işbirliği yapar. Doğrusu filmin siyah beyaz başlayıp, renkli ve geniş perdeye doğru geçişi açıkçası insanda tam bir ferahlık hissi veriyor. Ben izlerken inanılmaz keyif aldım. Fantastik filmlerden hoşlananlar ve içindeki çocuğu her daim yaşatanlar için kaçırılmaması gereken filmlerden bence Muhteşem ve Kudretli Oz...

OKUMAYANLAR İÇİN!


MUTLULUK

Ben çocukken annem bana hep hayatın anahtarının mutluluk olduğunu anlatırdı. Okula gitmeye başladığım zaman, sınavda bana 'Büyüyünce ne olmak istiyorsun?' diye sordular. Ben de onlara 'Mutlu olmak istiyorum' diye cevap verdim. Onlar bana, soruyu anlamadığımı söylediler. Ben de onlara, hayatı anlamadıklarını söyledim. John Lennon.


KİTAP TANITIM LA: Sonsuzluk Hecesi Nazan Bekiroğlu ile tanışıklığınız oldu mu yoksa olmadı mı bilemiyorum ama benimkisi geç gelen bir tanışma şeklinde olmuştu kendisiyle... Ancak geç olmuş olmasına rağmen peşinden sürüklenip, gitmeden de yapamamıştım hani... Öncesinde Bakü, Trabzon, Tiflis, İran, İstanbul derken uzun bir yolculuğa çıkmış, ardından da Nar Ağacı'nın altında oturup yolculuğu sonlandırmıştık yazarla birlikte. O tadı alabileceğim başka bir kitap bulabilir miyim acaba diye araştırma içerisine girdiğimde ise olan olmuş ve La Sonsuzluk Hecesi ile başka bir yolculuğa çıkıvermiştim. Nasıl başladığını anlamadığım bir yolculuktaydım sanki... Yok, yok büyülü bir dünyaya geçiş yaptığım, kelimelerin gücü karşısında kendimi kaybettiğim bir hikayenin içerisindeydim bu sefer... Daha öncesinde duyduğumuz, bildiğimiz kişiler vardı bu sefer kitapta. Ancak o kadar güzel ve etkileyici bir şekilde anlatılmıştı ki, bildiklerimden bile şüphe eder olmuştum kitap bitip de kapağını kapattığımda...


Hikayenin ismi düştü dilime bir gece: "La" "İlla" dedim. Bir ömür boyu aradığım hece harfinin "La" olduğunu bildim. Sonsuzluk Hecesi ve La... Kuldu Adem, fıtratındaki merak hissi fazla taşmış, kalbini delip, tenini bile istila etmişti. O ağaç ve bilmek merakı bir ağaç kurdu gibi oydu beynini Adem'in... Oysa ki kutsal ruhla balçık arasında geri dönen bedeniydi yalnızca... Adem ilklerin insanıydı ancak bu ilk sınav hiçbir kula nasip olmayan ağırlıktaydı. Bu kadar çok hayır diyebilmek için ne kadar büyük bir evet demiş olmak gerekirdi acaba? Hikayeyi anlamak için insanın kendisini biraz zorlaması gerektiğini baştan söylemekte yarar var. Zira bilinen tüm dillerin ve tüm insanlığın hikayesi olan Adem ve Havva hikayesi, her dilde başka başka yazılıyor ve herkes kendi dilinde biliyor bu iki ismi... Evet, bu iki ismi! Yani Adem ve Havva'yı! İlk insan, ilk aşk, ilk yasak ve kovuluş... Eğer Filbahar ağacının gölgesinde filbahar çiçeğinin kokusuyla başlayan ve yine filbahar çiçeği kokusuyla sonlanan böylesi bir hikayenin içerisinde yer alma gibi bir düşünceniz varsa La Sonsuzluk Hecesi'ne bekleriz efendimm :)


Birbirinden G羹zel Kitap Ayra癟lar覺n覺 Kim Sevmez ki!


FİLM KRİTİK G.I:Joe Misilleme Kötülüğün kol gezdiği dünyamızda bir süper gücün ortaya çıkıp da bizi kurtarması kadar doğal bir şey olmasa gerek. Bu süper güç an gelir Süperman, an gelir Iron Man olur. Aksi düşünülemez bile... Ehh malum beyazperdenin sihirli dünyası, olmazsa olmazı oldurabilecek kapasiteye sahiptir. Hele de mevzu bahis unsurlar Hollywood'tan çıktıysa üzerinde konuşmak bile çoğu zaman anlamsız kalır. Bu sefer ki kahramanımız kim mi? Pardon, pardon! Kimler desem daha doğru olacak sanırım... Hızla geri alıyorum...

Açıkçası filmin kendine özgü tadını Ninja Savaşçıları ve yüksek dağların huzurunda, baş döndürücü bir atmosferde gelişen ve her biri akrobatik özellikli ve Uzakdoğu'nun dövüş sanatlarıyla bezeli sahneleri veriyor. Uzun lafın kısası, maceraya hazırsanız G.I.Joe'larla tanışmaya hazır olun :)) Macera başlasın ve dünyadaki kötülükler son bulsunnn...


Kim Korkar Umacı’dan Mizah yüklü kıvrak kalemiyle, edebiyatımızda kendine has bir üslup geliştiren sıradışı yazar Hanzade Servi’den, geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan umacılık efsanesinin hiç bilinmeyenlerini açığa çıkaran acayip bir roman! Umacıların hayali yaratıklar olduğunu sananlar, nihayet gerçekleri öğrenecekleri bir kaynağa kavuşuyor. Okuyunca anlayacaksınız ki hiçbir yazar bu kadar acayip şeyleri uyduramaz.

Yıllar yılı, dünyanın dört bir yanında, yaramaz çocuklar en çok umacılarla korkutulmuştur. Kural böyle olunca, unutkanlığı ile nam salmış bir annenin ve sürekli kendi çocukluğundan örnekler vererek onu kötü şeylerden korumaya çalışan bir babanın sekiz yaşındaki biricik oğulları Topaç da umacıların anlatıldığı gibi korkunç yaratıklar olduğunu düşünüyordu. Taa ki bir gece ansızın dolabından fırlayan sevimli umacı Gırrgor’la tanışana kadar... Tanışma dedikse öyle el ele tokalaşıp tanışma zannetmeyin sakın. Topaç her çocuktan bekleneceği üzere Gırrgor’u görür görmez koca bir çığlık attı. Gırrgor da diğer tüm umacıların yapacağı gibi çareyi yatağın altında saklanmakta buldu. Pek de güzel bir karşılaşma sayılmaz, ama olsun. Umacistan’ın meşhur Umacılık Okulu’nun 150 yıl kadar süren zorlu eğitimini bin bir güçlükle tamamlayan Gırrgor’un yeni görevi, dolabına gönderildiği Topaç’ı korkutup ona sürekli huzursuzluk vermekti. Oysa, binlerce yıllık umacılık tarihinde ‘omlet pişirme’ dersini seçerek bir ilke imza atan böylesi yeniyetme bir umacının değil bir çocuğu korkutmak, bir kediyi korkutmaya bile gönlü el vermiyordu.


Umacılık geleneğini alaşağı edecek devrimci düşüncelere sahip Gırrgor’a göre umacıların asıl görevleri çocukları korkutmak yerine onlara yardım etmek olmalıydı. Peki, gün boyu dolapta saklanarak akşam vakti çocukları korkutmak için türlü oyunlar peşinde koşturmak üzere eğitilmiş bir yaratık nasıl olur da böylesine iyi niyetli bir girişime ayak uydurabilirdi? Yoksa, yıllardır umacılara öğretilen her şey koca bir yalan mıydı? Topaç’la Gırrgor’un sıra dışı dostlukları umacılar hakkındaki tüm fikirlerinizi değiştirecek. Hem de kökleri Umacistan’a kadar uzanan ünlü çocuk psikoloğu Nadir Oynak’ın verdiği garip egzersizleri denemek için içinizde yanıp tutuşan o büyük isteği bastırmak için sarf ettiğiniz çabaya rağmen. İddia ediyoruz, bu kitabı okuduktan sonra gözünüz bir an olsun odanızdaki dolabın kapağından ayrılmayacak!.. Kirpiklerinizi her kırpıştırdığınızda sevimli umacınızın dolaptan fırlayıp ışık hızıyla dizinize yattığını ve sizin de usul usul onun renkli pofuduk tüylerini fırçaladığınızı hayal edeceksiniz… Hanzadevari mizahi öğelerle bezeli keyifli bir okuma deneyimi sunan Umacı, her yaştan okurun kalbinde yatan küçük çocuğu uyandıracak güçte etkileyici bir roman.

Çocukların hayal dünyasının kapısını sadece kalemlerinden çıkacak renkler açabilir!



KİTAP TANITIMI

Dostluk Ekmeği Tam tarihini hatırlamamakla birlikte bundan seneler önce bir arkadaşım heyecanlı bir şekilde bir poşet içerisine koyduğu hamuru elime tutuşturmuş ve ne yapmam gerektiğine dair detayları da üzerine yazıp, gitmişti.

İtiraf etmem gerekirse eğer gözlerim bir optik tarayıcı edasıyla arkadaşıma odaklanmış ve aklından zorunun olup olmadığına dair sinyalleri toplamaya başlamıştı. Tabii ki sinyaller sonucunda arkadaşımın aklından bir zorunun olmadığı ortaya çıktı. O zaman sorun kimdeydi diye soracak olursanız hemen söyleyeyim. Sorun kısaca bendeydi. Çünkü yoğun çalışma süreci içerisinde ben bu ritüelleri çoktan kaçırmıştım. (Kaçırmamış olsaydım da ilgimi çeker miydi, hiç sanmıyorum doğrusu!) Velhasıl üzerinden seneler geçti, gitti. Ama o da ne? Kader de seneler önce dolaylı yollarla mutfağıma giren, hamurla okuduğum kitap aracılığıyla tekrardan karşılaşmak varmış meğerse...


Julia, Livvy, Hannah ve Madeilene... Yolları bir şekilde Avolan'da kesişen 4 kadın! Bu 4 kadını bir araya getirerek, hiç bitmeyecek bir dostluğun oluşmasına yardımcı olan şey ise kısaca Amiş Dostluk Ekmeği'ni oluşturan hamur... Buradan da anlayacağınız üzere hikaye bir ekmeğin etrafında dönüyor. Bir ekmeğin etrafında dönüyor dönmesine ama bu öyle basite alınabilecek bir ekmek de değil tabii ki... Neden diye soruyorsanız eğer hemen söyleyeyim. Çünkü Amiş Dostluk Ekmeği'nde tüm olay ekmek pişirmekten ibaret değil. Ekmek sadece bir araç niteliğinde bu hikayeyi anlatmak için... Hikaye Avalon adında küçük bir kasabada geçer. Julia kızı Gracie ile birlikte eve geldiğinde kapısının önünde bir tabak bulur. Amiş Dostluk Ekmeği tarifiyle birlikte hazır olarak pişmiş biraz ekmek, bir de "Umarım Beğenirsiniz" yazan bir not vardır. Julia ve kızı ekmeğe tek kelimeyle bayılırlar ve ekmeği denemeye karar verirler. Ancak bunun için bir şart vardır. Hamuru mayalamanız durumunda bunu üç eşit parçaya bölüp, bu parçaları başka insanlara dağıtmanız gerekmektedir. Ekmek, kasabada hızla yayılır. Bu ekmeğin insanların hayatlarına girmesiyle birlikte ise herkesin hayatı değişir. Olay yalnızca bir ekmek değil, paylaşmak ve dostluk adına da birşeyler yapmaktır aslında... Darien Gee'nin ilk roman denemesi olan ve Arkadya Yayınları'ndan çıkan Dostluk Ekmeği, sizi iyi şeylerin hala var olduğuna inandırmak isteyen sımsıcak romanlardan bir tanesi niteliğinde. Ya kapak tasarımı... Tek kelimeyle müthiş. "Koyu renkleri açık renklerden, açık renkleri de koyu renklerden ayırmaya devam edip, en iyisinin olmasını umut etmekti hayat..."


Kumdan Salıncak

Ürkütücü ve gizemli olayları mizahla harmanlayarak, kendine özgü bir edebiyat tarzı yaratan Hanzade Servi'den, ağırlaşan sırların, sessizliğe gömülmüş acıların, keşke ben de aralarında olsaydım diyeceğiniz türden yakın dostlukların ve yıllardır hiç dağılmadan duran bir kum yığının yürek burkan hikayesi: Kumdan Salıncak... Kumdan bir salıncak ve her sallanışında uçuşup giden kum taneleri ile birlikte yavaş yavaş yok olup sonsuzluğa karışan küçük bir kız... Öyküleri ve romanlarıyla büyük bir okur kitlesi yakalayan Hanzade Servi, terk edilmiş bir oteli merkez aldığı Kumdan Salıncak adlı kitabında, önemli bir soru üzerine düşünmeye yönlendiriyor okurlarını: "Bir kitap, kaderi değiştirebilir mi?" Yazara göre eğer kum taneciklerinin sonsuzluğa taşıdığı yalnız bir kızın hazin öyküsünü okuyan iki kardeşin değiştirmeyi başardıysa bu düşünce mümkün olabilir. Ancak yine de buna inanıp, inanmamak sizin elinizde. İyi mi bu gerçeği keşfetmek için yazarın büyük bir ustalıkla üzerini örttüğü sırların bir bir açığa çıkmasını bekleyelim...


Sırlar her zaman çekicidir. İnsan her ne kadar sakladığı gerçeklerin bir gün su yüzüne çıkacağından korksa da sırlarından asla vazgeçmez. Oysa saklanan şeylerin en sevdiği oyun, bir gün ortaya çıkmaktır. Peki, bir kum yığını, içindeki sırları ne kadar tutabilir? Anadolu'nun küçük bir kasabasında kaderine terk edilmiş Salkımsöğüt Oteli, geçmişte yaşadığı görkemli günlere inat, dimdik ayakta durmaya çalışırken, boş koridorları Kartal, Yaşın ve Örsay adındaki üç yakın arkadaşın ayak sesleri ile yankılanıyor. Yaşın'ın, odalardan birinde yer alan gizli bir oyukta bulduğu 8 yaşındaki işitme engelli küçük biz kızın günlüğü, peşi sıra gelecek gizemli olayların istemeden de olsa açığa çıkmasına ön ayak oluyor. 1963 yılında kaleme alınmış bu günlük, içerisinde iki farklı ailenin hayatını alt üst eden ve yazgısını değiştiren pek çok sır barındırıyor. Küçük dilsiz bir kızın yıllarca gizlediği hazinesini gün ışığına çıkarmanın heyecanı içerisindeki Yaşın, kendini tutamayarak, günlüğü okuyor. Üstelik, günlükte yazılanların kendi anne babasının geçmişi ile kesişen yakınlığını hiç tahmin etmeden... Okurlar, günlüğün sahibinin gizli hazinesini bırakıp, nereye gitmiş olabileceği üzerine kafa yorarken, başka bir şehirde Yıldız adında dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünen bir kız çocuğu doğum gününü kutlamaya hazırlanıyor. Kendisinin davet etmediği misafirler nedeniyle doğum günü partisi berbat olmaya yüz tutmuşken, Salkımsöğüt Oteli'nin gizleri de bir bir açığa çıkmaya başlıyor. Aslında gerçek şu ki, Anadolu'daki bir kasabada ıssızlığa mahkum edilmiş bir otelle, şehirli zengin bir ailenin güzel malikanelerinde yaşanan olaylar, birbirlerine çok uzak görünseler de bir günlüğün sayfalarında yazan gerçekler kadar yakınlar... Salkımsöğüt Oteli, karanlık geçmişine kalın bir sünger çekip, eski misafirlerini ağırlamak için gün sayıyor: Zamansız ölümlere, vazgeçişlere, hayal kırıklıklarına, büyük aşklara, ayrılıklara, güçlü dostluklara ve asla unutulmayacak kötü anıların bile engelleyemediği umut dolu gelecek düşlere ev sahipliği yapan bu gizemli otel sizleri çağırıyor. Bu kitabı okuduktan sonra, kum yığınlarının yanından öylece geçip, gidemeyeceksiniz...



Başka Gezegenin Çocukları Çizgi roman dünyasının yetenekli yaratıcıları Nykko, Bannister ve Jaffré’den, içindeki yaramaz çocuğun sesine kulak veren her yaştan okurun büyük keyif alarak okuyacağı yepyeni bir çizgi roman dizisi: Başka Gezegenin Çocukları. Sürükleyici öyküsü ve gerçekçi çizimleriyle “yaşayan” bir çizgi roman deneyimi sunan Başka Gezegenin Çocukları, sizi bambaşka dünyalarda gezintiye çıkarırken, önyargılarınızdan sıyrılarak özgürleşmenizi sağlayacak; hüznü ve neşeyi bir arada tutarken, sizi kendi büyülü dünyasının içine alacak.

Geçit, Gölgeler ve Gölgelerin Efendisi isimli üç değişik macera 144 sayfalık tek bir kitapta buluşuyor! Noé, Théo ve Maxime, okul dönüşünde uğradıkları mezarlığın duvarına oturup gizemlerle dolu Gab Baba’nın cenaze törenini seyrederken, birkaç saat sonra başlarına gelecek garip olayları hayal bile edemezlerdi. Rebecca isimli esrarengiz ve tatlı üvey torunu, üç kafadarın hayatını değiştirecekti... Kahramanlarımız, Gab Baba’nın hayaletli olarak anılan korkutucu evine girmek için sabırsızlanıyorlardır. İçlerindeki bu merakı daha fazla bastıramayan çocuklar, soluğu yeni arkadaş oldukları Rebecca’yı da yanlarına alarak Gab Baba’nın evinde alırlar. Ama evdeki kimliği belirsiz gizemli gölgelerin bu davetsiz misafirler için bazı küçük sürprizleri olacaktır…


Gab Baba’nın göz kamaştıran kütüphanesinin tam ortasında, üzeri çarşafla örtülü dev bir makine yer almaktadır. Adeta bir film projeksiyon makinesini andıran bu esrarengiz nesnenin, Gab Baba’nın kütüphanesinde ne işi vardır? Evin genelinde yaşanan gizemli olayların bu sıra dışı makine ile nasıl bir ilişkisi olabilir?.. Meraklarına yenik düşen dört kafadarımız, bu aletin de yardımıyla, kendilerini bambaşka bir gezegene doğru, bilinmeyenlerle dolu bir yolculukta bulurlar. Evlerinden çok çok uzakta, ait olduğumuz dünyaya bir daha geri dönememe tehlikesi ile karşı karşıya kaldıkları bu serüvende onları gerçeküstü pek çok olay beklemektedir. En zorlusu ise “Gölgelerin Efendisi” ile giriştikleri zorlu mücadele olacaktır… Başka Gezegenin Çocukları, gerçeklik olgusunu, espriyi ve yer yer hüznü bir arada tutan fantastik öyküsü ve çizimleriyle hayal dünyasının sınırlarını zorlamayı seven okurlara heyecan dolu bir maceranın kapılarını aralıyor.


KİTAP TANITIMI

Yahudi Dükkanı Blogum aracılığıyla sizlerle paylaştığım bu kitabı planlarıma göre daha önceden tanıtma gibi bir düşüncem olmuş olsa da ülkemizde yaşanan olaylardan dolayı yazma işlemini ancak bugün itibariyle gerçekleştirebiliyorum. Bu gecikmeden dolayı lütfen kusuruma bakmayın demeyi de ihmal etmiyorum tabii. Kitabımızın ismi Yahudi Dükkanı… Adını daha önce duymuş muydunuz bilemiyorum ama bir kitap alışverişi sırasında öncelikle isminin, ardından ise kapak tanıtım yazısının ilgimi fazlasıyla çekmiş olmasından dolayı dayanamayıp aldığım kitaplardan birisiydi bu kitap.

Kitabın içeriğine tam girmeden önce Yahudilere dair şu detayı, ön bilgi mahiyetinde vermekte yarar görüyorum açıkçası. Çeşitli kaynaklarda Yahudiler için yüzyıllarca oradan oraya sürüklendikleri ve çektikleri eziyetlerden sonra da vahşice öldürüldükleri yazar. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış bilemem tabii ki…

Ancak yüzyıllar süren sürgün hayatları boyunca Yahudiler’de ister istemez kendileri için bir koruma mekanizması geliştirmişlerdir. Zaman içinde de dünyanın çeşitli yerlerine dağılıp, mevcudiyetlerini sürdürmek adına gizli bir örgütlenme içine girişmişlerdir. Zeki olanları bulunduğu yerlerde yönetim kademesine yakın yerlerde bulunurken, ticaretle uğraşanlarda kısa sürece zengin olmuşlardır zaten.


Dolayısıyla geçmişin acı tecrübelerini her zaman hatırlarında tutup, mevcudiyetlerini sürdürmek adına daima güçlü olabilmenin yollarını da arayıp, durmuşlar her zaman. Kitabın arka kapağında “Gerçek bir kelepir arıyorsan, hayatı kazanırken yaşamalısın,” sözüyle karşı karşıya kaldığımda açıkçası aklıma ilk gelen Yahudilerin bu zamana kadar çektikleri sıkıntılar oldu. Vay be dedim kendi kendime, bilmediğimiz yada daha önce yüzeysel bir şekilde duyduğumuz ama bir şekilde boşvermişlik içerisinde oralı olmadığımız ne hikayeler varmış. Tanıtım yazısına hızla göz gezdirdikten sonra sayfaları hızla çevirmek suretiyle kendimi bir anda hikayenin içerisinde buluverdim. Ne yalan söyleyeyim benim için film tadında olan kitaplardan birisi oldu Yahudi Dükkanı… İnsanın doğup büyüdüğü, alıştığı topraklardan göç etmesi ve toplum içinde azınlık olarak hayatını sürdürmesi belki de başa gelebilecek en büyük zorluklardan biri. Çünkü türlü engellerle kabul görme mücadelesini de beraberinde getirir bu durum. Tıpkı daha iyi bir yaşam rüyasını gerçeğe dönüştürmek için yollara çıkan Bransonların göze alabildikleri gibi… Publisher Weekly’nin de dediği gibi Yahudi Dükkanı, kimi zaman yürek burkan, kimi zaman da tebessüm ettiren bir ailenin anılarının gün yüzüne çıkarılmasıdır. Umutların, yenilgilerin, zaferlerin bir arada olduğu bu hikaye, hayatı olduğu gibi kabul ederken, bir yanımızın da umuda tutunması gerektiğini bizlere hatırlatmadan edemiyor.


Hayalet: Benim Adım Grimalkin

İngiliz yazar Joseph Delaney'in, milyonlarca okuru peşinden sürükleyen Wardstone Günlükleri, Katil Cadı Grimalkin'in şeytanın hizmetkarlarına karşı giriştiği amansız mücadelenin konu edildiği dokuzuncu kitapla devam ediyor. Hayaletler, cadılar, hortlaklar, şeytani yaratıklar, karanlık ve dehşet... Tüyler ürperten bir efsanenin kapılarını aralayan Wardstone Günlükleri, korkunun soğuk gölgesini ensenizde hissettirmeye devam ediyor. Serüvenin bir önceki halkasında, şeytana karşı giriştikleri amansız mücadelede Hayalet, Tom ve Grimalkin güç birliği yaparak şeytanı çivilemeyi başarmış, kafasını da bedeninden ayırmışlardı. Tom, şeytanı sonsuza kadar yok etmenin yollarını ararken Grimalkin'de şeytanın başının, Karanlık'ın hizmetkarlarının eline geçmemesi için çalışacak. Çünkü baş ve beden tekrar birleştirilebilirse şeytan tekrardan vücut bulacak. Görev ölümcül... Karanlık'ın en güçlü hizmetkarları ve sadece Grimalkin'i yenmek için yarattıkları korşak, Grimalkin'in peşinde... Ancak "Katil Cadı" ünvanına sahip olmak da o kadar basit değil. Yardımcısı Thorne ile birlikte bu ölüm kalım mücadelesinde galip çıkmak zorunda! Dünya çapında elde ettiği büyük satış başarısı ile çağdaş, fantastik ve korku edebiyatının klasikleri arasında gösterilmeye başlayan ve film yapımcılarının dikkatlerini çekerek, ödüllü Rus yönetmen Sergey Bodrov tarafından Seventh Son adıyla sinemaya uyarlanan Wardstone Günlükleri'nden kanınızı donduracak yepyeni bir hikaye daha: Benim Adım Grimalkin


KİTAP TANITIMI

Hayalinizdeki Erkeği Bulmaya Ne Dersiniz? Hayalinizdeki erkeği satın alabileceğiniz bir mağazanın açılış haberini almış olsaydınız ne yapardınız? Peki ya böyle bir mağazanın açılışı için erkenden yollara düşüp, sıraya gireceğiniz söylenseydi?


Aman canım, sözkonusu hayalimdeki erkeği satın almaksa işi gücü bırakıp, kör sabahta yollara düşerdim diyenlerdenseniz bingo! Le Chic Butik tam da size göre bir mağazanın kapılarını sonuna kadar açıyor. Tek yapmanız gereken nasıl bir erkeğe sahip olmak istediğinizi kararlaştırmak! Hepsi bu kadar! Aslına bakılırsa böylesi uçuk kaçık bir fikir kulağa hoş gelmiyor da değil hani. Seçeceğiniz erkeğin fiziksel ve kişilik özelliklerine bir de istediğiniz meslek bilgisini eklediniz mi ohh tadından yenmez doğrusu! Böylelikle hazır paket sevgilinizle yeni maceralara doğru yelken açabileceğiniz gibi en güçlü rakiplerinizden kadın arkadaşlarınıza da haa-hayy yapabilirsiniz :) Yalnız tekdüzelikten çarçabuk sıkılanlardansanız o zaman en yakınınızdaki yangın alarmını kırıp, olanca hızınızla uzaklaşmanız gerekmekte. Çünkü işiniz çok zor, benden söylemesi... Göz alıcı güzelliğe sahip olan bu sıradışı mağazaya yolculuk yapmadan önce, kitabevinin çok satılanlar bölümüne uğramanız şimdilik yeterli. Aman canım onca kitabın arasında bulabilir miyim diye de sakın ola ki düşünmeyin. Çünkü kitabın diğerlerine oranla sıradışı bir rengi mevcut. Dolayısıyla pembe bir kitap size bir köşeden göz kırpıyorsa anlayın ki Le Chic Butik'e bir adım daha yaklaşmış bulunmaktasınız. New York'ta üç arkadaş... Dori, Jesi ve Irene... Her şeye hazırlar ve sürekli bay doğruyu aramaktalar. (Laf aramızda hangimiz bay doğruyu aramıyoruz ki :)) Nitekim bu üçlü Le Chic Butik'in açılışına davet edildiklerinde kendilerini bir sürprizin beklediğini de biliyorlardı. Çünkü Le Chic'in devrim yaratacak yeni bir konsepti vardı. Sıkı durun! Erkek satıyorlardı! Hem de her biçimde, her bedende, her renkte ve her kişilikte erkekleri vardı. Kadınlar müstakbel eşlerini hazır alabilirler yada kendilerine uyacak şekilde özel yaptırabilirlerdi. Her ne kadar alışılmadık bir durum olsa da üçlümüz hemen istedikleri erkekleri aramaya koyuldular. Ancak dikkatli olun her zaman istediğiniz yada ihtiyaç duyduğunuz herşeyi satın alamazsınız. Kimbilir belki yanlış beden seçmişsinizdir, o renk size pek gitmiyordur yada aldığınız belki hiç de sizin tarzınız değildir. Çoğu kez olduğu gibi aldıklarımızın bize uygun olup olmadığını ancak eve getirdiğimizde anlayabiliyoruz. Bizim üçlünün tercihlerine gelince. Ee o kadarı da sürpriz olsun değil mi ama :))


Tami Newton'un kaleme aldığı Le Chic Butik, açıkçası yaz ayı için çerezlik bir kitap olmakla birlikte, gereksiz yere uzatılan diyaloglarıyla da hadi açılsın artık şu butik dedirtecek kıvamda bir kitap. Askıda kalan birçok unsura sahip olması da cabası. Nitekim bu adamlar satılık iyi güzel anladık da, gerçek mi yoksa robot mu belli değil. Gerçekse eğer o fiyonklu paketlerle nasıl kapıya kadar getirilebiliyorlar. Paketi kapıya kadar getiren kargocu, ceset mi var bu kolide diye hiç mi sormuyor? Yok yani bizimkiler olsa hemen sorarlardı da o bakımdan... :) Velhasıl eğlenceli bir kitap olmakla birlikte yukarıda saydığım unsurlardan dolayı vasata düşmüyor da değil hani... Şu sıcak günlerde kafa yormadan, sadece gülmek ve eğlenmek adına okuyacağınız bir kitap arayışındaysanız buyrun Le Chic Butik sizi bekliyor :)) Gönlünüzdeki erkeği bulmanız dileğiyle, şimdiden iyi alışverişler...


Altı Çizilesi Cümleler

Düşünüyorum da eskiden okuduğum kitaplara tek bir çizik dahi atmaya elim gitmezken, şimdiler de ise kalem elimden düşmüyor. Yeni bir bilgiyle karşılaştığımda veya ilgimi çeken bir cümle olduğunda hemen altını çiziveriyorum. Geriye dönüp neleri çizmişim diye göz attığımda da ne yalan söyleyeyim o satırları tekrar tekrar okumak bana acayip keyif veriyor. Tabii ben tercihimi satırların altını çizmekten yana kullanırken kimisi de not defterine yazmayı tercih ediyor. Bu da bir alternatif sonuçta! Peki başka ne alternatifler olabilir derseniz bakın size iki tane daha alternatif önerisi...



Evrenden Torpilim Var

Siz de Aykut Oğut gibi zaman zaman da olsa evrenden torpiliniz olduğunu düşünüyor musunuz? Ne yalan söyleyeyim ben kitabı okuyana kadar pek düşünmüyordum. (Şimdi daha farklı düşünüyorum, o ayrı mesele!) İnanmadığımdan değil. Kesinlikle yanlış anlaşılmasın! Sadece hayatta yaşadığımız tüm iyi ve kötü şeylerin tamamen niyetimizle alakalı olduğunu düşündüğüm içindi, inanmama faktörüm. Çünkü bana göre insanoğlunun nefes alıp verdiği süre içerisinde, başına gelecek her şeyden öncelikle kendisinin sorumlu olduğunu düşünürüm. Dolayısıyla kötü bir şeyle karşılaştığında baş edebilme, altından kalkabilme gibi özellikleri de ancak bu şekilde öğrenebileceğini düşünürüm. Veya tam tersi çok istediği bir şeye ulaşmada engellerle karşı karşıya kalıyorsa bunda bir bloke olmasından ziyade, canı gönülden istememesine yorumlarım, ki benzer yorumu kendim içinde rahatlıkla yapabilirim. Nitekim yapmacık ve samimiyetsiz pozitif davranış içerisinde bulunup, öncelikle insanların kendisini kandırmaktansa, bunu yaşam biçimi haline getirmesinin daha mantıklı (sağlıklı) olacağını düşünürüm. Dolayısıyla lafta söylenen bir takım pozitif cümlelerin ışımasını gözlerde göremiyorsam, ne yalan söyleyeyim pek de inandırıcı gelmez bana bu pollyannacılık oyunu... Çünkü duyguların en bariz yansımasını öncelikle insan, gözlerde görür. O anlarda etrafına yaydığı aurasının rengi bile pozitif olduğunda daha farklı yansır ne de olsa... Kitaba geri dönecek olursam eğer; Aykut Oğut'un adını yayınladığı kitaplardan dolayı az buçuk biliyordum. Ama okumamakta ısrar ettiğim için almaya yönelik herhangi bir teşebbüste bulunmuyordum. Nedeni malum! Bugüne kadar okuduğum kişisel gelişim kitaplarının hemen hepsi birbirinin aynısı. Dolayısıyla kasmaya gerek yok diyordum.


Ta ki bir arkadaşımın Esra & Aykut Oğut çiftinin katıldıkları programın linkini bana göndermesine kadar. Ne yalan söyleyeyim program boyunca bu çiftin söylediklerini dinledikçe, aslında bildiğim ve inandığım birçok şeyi yapmadığımı fark ettim. Bu çiftin o kadar güzel enerjileri vardı ki, resmen ekranın bir ucundan bana doğru akıyordu. Abartısız, çok net bir şekilde hissedebiliyordunuz bu dediğimi.

Akabinde de kitaplarını okumayı ısrarla reddeden ben, hemen ertesi gün bir kitapçıda aldım soluğu. Merak duygum işbaşına geçmişti çünkü bir kere... Bakalım benimde evrenden torpilim varmıymış diyerek, kitabı aramaya koyuldum. Ama gelin görün ki o gün gidebildiğim 2 kitapçıda da kitabı bulamadım. Modumun düştüğünü, omuzlarımın çöktüğünü düşünenlere dipnot. Bulabilme umudumu yitirmemiştim ki omuzlarım çöksün :) Akşamına bir arkaşımla konuşurken onda kitabın olduğunu öğrenince deyim yerindeyse ağzım kulaklarıma vardı. Hemen okumak için istedim ama o da ne arkadaşım bulamadığını söyleyince, yine bir hüsran. En sonunda beklemek yerine almak en mantıklısı dedim kendi kendime. Vee tararammm! Ertesi gün 3 günlüğüne gittiğim arkadaşımın kitaplığında ne duruyor dersiniz :)) Tabii ki Evrenden Torpilim Var! O bana bakıyordu, ben de ona! Tahmin edeceğiniz gibi o gün yemedim içmedim ve kitabı bir solukta bitiriverdim. Okuduğumda da hayatımla ilgili yanlış yaptığım şeyleri gördüm. Özellikler de parasal konularda... Ama her şeyden önemlisi de silkelenip kendime geldim. Asıl gücün orada, burada olmadığını, aslında kendi içimizde olduğunu gördüm. Şükretmenin çok güzel bir şey olduğunun bir kez daha farkına vardım. Ve her şeyden önemlisi de beklenti haline getirmeden alabildiğince istemek gerektiğini gördüm. Ve bir şeyi istemeden önce hayal etmenin, istemenin ön adımı olduğunu, dolayısıyla başarının daha kolay geldiğini gördüm.


İşaretlere her zamankinden daha dikkatli bakmaya başladım. Baktığım ama göremediğim şeylerin daha kolay farkına varmaya başladım. Enerjimizi sömüren insanları etrafımızda bulundurarak, kendimize kötülük yaptığımızı gördüm. Zaman zaman kaybeder gibi olduğumuz motivasyonumuzu yükseltmenin aslında çok kolay olduğunu tüm hücrelerimde hissettim. Son olarak aslında her şeyin beyinde bittiğini bir kez daha gördüm... İşte bu kadar basit! Kalben inanın ve isteyebildiğiniz kadar isteyin... Kalben istediğiniz her şeyin tez zamanda gerçek olması dileğiyle...


Şefin Önerisi: Kitabınızı Okuduktan Sonra Yiyebilirsiniz

Biz kitap kurtlarının mutlak payda da karşılaştıkları yegane cümle nedir diye sorsam herhalde büyük bir çoğunluk "N'apıyorsun, yiyor musun onca sayfayı?" cevabını verir. Tabii bu cevap alternatifine yeni kalıplarda illa ki eklenecektir. Ama izninizle ben bu soru kalıbı üzerinden bugünkü yazımı kurgulamak istiyorum. Evet, söyle bakalım. "N'apıyorsun, yiyor musun onca sayfayı?" Açıkçası bu soru kalıbıyla her karşılaştığımda içimden çoğu kez "Evet yiyorum, sen de ister misin?" ifadesini kullanmak geçse de, susup gülümsemeyi tercih ediyorum. O an da biraz dalgacı, biraz da muzip bir gülümseme oturuveriyor yüzüme... Nedenini düşünmeye gerek dahi yok. Çünkü bu kalıp hayatımda duyduğum en saçma ve gereksiz cümlelerden birisi! Aslında bu "birisi" kelimesini "birisiyle" değiştirsem daha doğru olacak sanırım. Nedeni malum! Tezim The Real Cookbook kitabıyla birlikte yerle bir oldu da, onun için... Evet, evet yanlış duymadınız. Tezim yenilebilir bir kitapla yerle bir oldu. Rezalet!


Alman tasarım firması Korefe, dünyanın ilk yenilebilir kitabını üreterek adına da The Real Cookbook ismini verdi. Hepimizin gözü aydın. Artık yenilebilir bir kitabımız olacak :) Bu eğlenceli ve yenilikçi kitap tasarımının makarna hamurundan yapılmış sayfaları, adım adım lazanya yapmak için size yol gösterirken her yaprağını da yemek malzemesi olarak kullanabilme imkanını size sunuveriyor. Ehh artık fırsat ayağınıza kadar gelmişken mutfağa girip, hünerlerinizi gösterirsiniz değil mi :)) Mutfak ve sanat kitapları konusunda uzman yayınevi Gerstenberg Publishing House için özel olarak tasarlanan kitap, umarım bizim yayınevlerine de ilham kaynağı oluşturur. Yalnız özel bir rica. Ola ki bu yaratıcı fikirden yola çıkarak siz de birşeyler yapmayı planlarsanız lütfen fiyatını fahiş oranlarda tutmayın. Bize de yazık, o kadar kitaba ne can ne de para dayanmıyor artık :)) Kaynak: www.psfk.com


KİTAP TANITIMI

Aklını En İyi Şekilde Kullan

Beyninizin uyuyan bir dev olduğunu biliyor muydunuz? Ee tabii ki biliyorsunuz, benimki de laf işte... Hemen her gün gazetelerin sağlık sayfalarında beyinle ilgili haberlere veya bir şekilde İsveçli bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göz atıyorsanız eğer beyninizin uyuyan bir dev olduğunu da biliyorsunuzdur. Nitekim Tony Buzan'ın da dediği gibi "Beyniniz uyuyan bir dev gibidir!" Peki kimdir bu Tony Buzan derseniz hemen söyleyeyim. Psikolog, eğitimci ve şair olan Tony Buzan'ın adını açıkçası daha öncesinde ben de sizin gibi duymamıştım. Ta ki geçtiğimiz güne kadar!


Aslında kitabevine gitme amacım aklımda olan başka bir kitabı almak içindi. Aradığım kitabı bulamayıp da kitaplar arasında dolaşmaya başladığım sırada karşılaşmıştık Tony Buzan'la! Bir köşede eğri büğrü durmuş, adeta birisinin kendisiyle ilgilenmesini bekler gibi bir hali vardı. Üzerinde de söylemesi ayıp en sevdiğim renklerden birisi olan Fuşya tonlarında bir kapak bulunuyordu. Üzerinde de aynen şu yazıyordu. Aklını En İyi Şekilde Kullan! Bir an için bu bana ilahi bir mesaj mı acaba diye düşünmeden edemesem de elim bir an da kitaba doğru uzanıvermişti işte. İç sesim gayet etkileyici bir başlık yorumlarıyla beni gaza getirmeye çalışırken, içimdeki bir başka ses de acaba ne anlatıyor diyordu. Bir insan aklını en iyi şekilde nasıl kullanabilirmiş bir bakalım dediğim an da o da ne! Elime almamla kitabın ilk 15 sayfasını geride bırakıvermiştim birkaç dakika içinde. Sonrası malum! Bir kitap, daha kasadan geçmeden ilk 15 sayfasını bana geride bıraktırıyorsa sınavı çoktan geçmiş demektir zaten. Dolayısıyla hiç aklımda olmayan bir kitapla yani Tony Buzan'la böylece kitabevinden ayrılmış oldum. Hayret verici bilgilerle bezeli olan bu kitap, beynin sağ ve sol yanının yanısıra beynin alt ve üst kısımlarına, hızlı okuma ve not tutma tekniklerinden de özel hafıza sistemlerine kadar örneklerle birlikte oldukça kapsamlı bilgilere yer veriyor. Tüm bu bilgilerin yanısıra beyninizin en çok ne tarafını kullandığını öğrenmenizde cabası tabii. Matematik, dil, mantık, irdelemek, yazmak gibi faaliyetler sırasında beynin sol tarafı kullanılırken, hayal gücü, renk, müzik, ahenk ve hayal kurmak gibi yetiler içinde beynin sağ tarafını kullanıyormuşuz. Sizi bilemem ama ben sağ tarafı sanırım çok daha fazla kullanıyorum. Tabii sözkonusu gündelik yaşam ve iş olunca devreye direkt olarak sol taraf giriyor ki, ehh bundan alası can ve akıl sağlığı diyelim. Aklını En İyi Şekilde Kullan beynindeki uyuyan devi uyandırıp, daha etkili düşünmek, öğrenmek, okumak ve ezberlemek için vazgeçilmez bir rehber niteliğinde, benden söylemesi... Unutmadan sahi siz beyninizin en çok ne tarafını kullanıyorsunuz?


Gelin Çocuklar Birlikte Düşünelim

"Düşünceler Özgür, Düşünmek Özgürlüktür" Gelin Çocuklar Birlikte Düşünelim! Çocuk ve yetişkin hakları, şiddetin olmadığı bir dünya, kadın - erkek eşitliği, medya bilinci, çevre ve demokrasi... Tüm bunlar çağdaş toplumun temel kavramlarından sadece bazıları. Peki bu kavramların ne kadarını biliyorsunuz, ne kadarı günlük yaşantınızın bir parçası olarak sizinle yaşıyor? Bu sorulara yanıt vermekte zorlanıyorsanız, Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu'nun Gelin Çocuklar Birlikte Düşünelim adlı yardımcı uygulama kitabı tam size göre! Öğrencilerin yeni öğrendikleri ama anlamlandırmakta zorlandıkları toplumsal kavramları mercek altına alan bu kaynak kitap sayesinde hem çocuklar hem de eğitimciler düşünce denizinde özgürce yüzmenin tadını çıkaracak! Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu ve annesi Nazan İpşiroğlu'nun proje mimarlığını üstlendiği Gelin Çocuklar Birlikte Düşünelim'in çıkış noktası, günlük yaşamda sıklıkla karşılaşılan olaylara dayanıyor. Kitabın özgün kurgusu ise gerçek ve kurmacanın iç içe geçtiği yepyeni bir yönteme göre hazırlanmış. İkilinin okurlarına bir de küçük sürprizi var: "Konuk Okuyucu". Kitapta düşünceden düşünceye konan Lale ve Murat adında beşinci ve altıncı sınıfa giden iki farklı öğrencinin kavramları anlama ve öğrenme serüvenlerine biri daha eşlik ediyor. Kim mi? Tabii ki siz... Bildiğimizi düşündüğümüz kavramların üzerinden bir daha geçmek, onları yeniden inşa etmek ve dünya algımızı yeniden şekillendirmek için Gelin Çocuklar Birlikte Düşünelim!


Romanlardan Uyarlanan Yemek Masamıza Buyurmaz mıydınız? Evet, evet yanlış duymadınız! Romanlardan Uyarlanan Yemek Masamıza Buyurmaz mıydınız, dedim :) Eğer ki böyle bir yemek daveti kaçmaz diyenlerdenseniz ve hafiften midenizden de sesler gelmeye başladıysa Dinah Fired'in romanlarda geçen yemeklerden esinlenerek çektiği fotoğraf serisine buyruns :)) Şimdiden afiyet olsun...

Çavdar Tarlasında Çocuklar


Alice Harikalar Diyar覺nda

Oliver Twist



KİTAP TANITIMI

İMZA: KARIN En son ne zaman birisine mektup yazdığınızı hatırlıyor musunuz? Peki yazdıktan sonra ya o meraklı bekleyişe ne demeli? Salt duyguların kelimelerle adeta dans ettiği ve el yazısında hayat bulduğu o satırları okumak kimbilir birçok insanı zamanında ne kadar da mutlu etmiştir? Yazmak! Birisine zamanınızı ayırmak! Onun için birşeyler yapıyor olmak! Duygularınızı en yalın haliyle paylaşmak! Ya da kimbilir belki de yüzyüze söyleyemediğiniz şeylerin satırlarda dile gelmesi... Okuyan kişinin ruhunun derinliklerine kadar işleyip, onu bambaşka bir diyara sürükleyebilme gücünüzün var olduğunu görebilmeniz... Kulağa hoş geliyor değil mi? Her ne kadar şu an bunların hiçbirisi yapılmıyor olsa da o mektubu elinize alıp da, kalp ritminizin ruhunuzun derinliklerindeki kişiyle dans etmeye başlama duygusu bile emin olun size inanılmaz bir haz yaşatmaya yetiyor da artıyor bile... Dijital çağın bütün nimetlerinden yararlanırken mektuplara kafayı neden bu kadar taktığımı merak edenler için hemen söyleyeyim. Aslında bu satırları bana yazdıran sevgili arkadaşım Banu Özkan Tozluyurt'un yayına hazırlamış olduğu İmza: Karın kitabı oldu. İmza: Karın farklı sosyokültürel yapılardan 100'ü aşkın kadının hayatlarında yer etmiş ve hali hazırda edecek olan erkeklere yazdığı mektuplardan oluşuyor. Dolayısıyla kadınların gerçekten bir ilişkiden ne beklediğini çok farklı yönlerden gözler önüne seriyor. Yaşı, mesleği ne olursa olsun, kocası kim olursa olsun, kadın her yerde kadın ve beklentiler aslında çok da farklı değil. Sadece bu beklenti ve istekleri ifade edişi farklı, hepsi o kadar... İmza: Kızın kitabından sonra raflardaki yerini alan ve ilk haftada 10.000 baskı yapan bu muhteşem kitabın içerisinde kimler yok ki... Lale Manço, Berna Laçin Eşiz, Burcu1Anne, Cemre Birand, Derya Coşkundeniz, Nilgül Doğan ve daha niceleri... Her biri en saf, en yalın halleriyle duygularını kaleme almış kadınlar. Kimi öfkesini, kızgınlığını paylaşmış, kimi kırgınlığını, kimisi de seneler geçmiş olmasına rağmen kalbine gömdüğü aşkını...


Bazen gözleriniz dolarak okuyorsunuz, bazen de yüzünüzde kocaman bir tebessüm yer ediveriyor. Mutluluğun ve sevmenin aslında ne kadar da size yakın durduğunu anlayıveriyorsunuz. Hayat her şeye rağmen güzel ve yaşanası demeden de edemiyorsunuz tabii...

Aynı Lale Manço'nun satırlarına yansıttığı şu sözlerde olduğu gibi... "Sen buraya geldikten sonra 'Japonya'da ruhun yaşamaya devam etsin' diye bir Sakura ağacı dikmişler. Şimdi bir gör, dev bir ağaç olmuş. Seni burada kolay bulabileyim diye vasiyet etmiştim. Beni o sakuranın dibine gömün diye..." Destek Yayınları'ndan çıkan İmza: Karın kitabının tüm gelirinin STET yani Sınır Tanımayan Ebeveynler Topluluğu Derneği'ne bağışlanacağını da dipnot olarak geçmekte yarar var. Siz de dernek adına destekte bulunmak isterseniz kitabı alarak, işe başlayabilirsiniz.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.