Siyasi Aktüel Gazete
Yıl - 12 Sayı:100 Eylül - 2015
Bilgi Ordu s u Bizi m Ordu mu z, B i l i p Ög r e t m e k B i z i m B o r cu m u z
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Moskova Merkez Cami’nin Açılışında
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Akdeniz’de, Ege’de ölen, mağdur olan, zarar gören insanlığın vicdanıdır, insanlığın ta kendisidir’ dedi.
Erdoğan, Moskova Merkez Camisi’nin açılışı için düzenlenen törendeki konuşmasına, caminin Moskova’ya kazandırılmasında emeği geçen herkese şükranlarını sunarak başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Türkiye Diyanet Vakfının caminin inşasına katkı sağlamasının millet açısından bahtiyarlık vesilesi olduğunu belirten Erdoğan, şöyle devam etti: “Camimizde yapılacak ibadetlerin, edilecek duaların Allah katında makbul ve karin olmasını diliyorum. Moskova Merkez Camisi’nin bugün insanlık olarak ihtiyaç duyduğumuz barışa ve dayanışmaya katkı sağlamasını Allah’tan temenni ediyorum. Burada hep birlikte şahit olduğumuz dostluk ve güven ortamını Rusya’nın ayrılmaz bir parçası olan Müslüman nüfusun ülkedeki huzurlu geleceğinin sembolü olarak görüyorum.
Rusya’daki Müslüman kardeşlerimiz ile aramızdaki kadim tarihi bağlar ve karşılıklı muhabbet Türkiye-Rusya dostluğuna ciddi katkı sağlıyor. Bizleri daha güçlü ilişkiler için teşvik ediyor.” Erdoğan, farklı inanç ve kökene sahip insanların aynı çatı altında yaşama tecrübesine Rusya’nın çok önemli bir örnek olduğunu vurgulayarak, şu ifadeleri kullandı: “Ortak değerler etrafında buluşarak, tüm farklılıkların ötesinde müşterek hayat alanı oluşturabilmenin ve gelecek tasavvuru kurabilmenin mümkün olduğuna, bugün burada, Moskova’da bir kez daha şahit oluyoruz. Biz bu güzel manzara karşısında memnuniyetimizi ifade ederken, maalesef dünyanın pek çok yerinde tam tersi görüntüler yaşanıyor. İsrail’in Filistinlilere uyguladığı ayrımcı politikalar, Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın kutsiyeti ihlal edilerek tehlikeli bir yere doğru götürülüyor. Devamı 5’te
Başsavcı Tsatsarov Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildi
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Bulgaristan Başsavcısı Sotir Tsatsarovu kabul etti. Görüşme başsavcının Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret çerçevesinde gerçekleşti. Başsavcılıktan, görüşmede ele alınan konular arasında iki devletteki durum ve mülteci akını ile ilgili olarak iki devletin aldığı önlemler konuları yer aldığını bildirdiler.
Kadın Girişimcilik Kampı Ödül Töreninde BULTÜRK Bulgaristan, Trans-Hazar’dan Umutlu başarılı proje sahiplerine plaket ve sertifikalarını vermesi -Toplu fotoğraf çekimi Kadın Girişimcilik Kampı Ödül Töreni- KADEM Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Erdoğan: – “Genç nüfusumuzla attığımız her girişimcilik adımı, Türkiye‘nin büyümesi yolunda daha ileri hedeflerin tohumu olacaktır ve kadınlarımız da geleceğin Türkiye‘sinde daha görünür bir yer alacaklardır” – “Başarılı girişimcilik faaliyetleri ülkede istihdam alanları var edilmesine, ekonomik büyümenin hızlandırılmasına, yeni endüstrilerin ortaya çıkmasına ve böylece toplumun değişim ve gelişimine katkı sağlayacaktır” Kadın ve Demokrasi Derneği Sümeyye ERDOĞAN (KADEM) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Sümeyye Erdoğan, “Genç nüfusumuzla attığımız KADEM B a ş k a n Y r d . her girişimcilik adımı,Türkiye‘nin büyümesi yolunda daha ileri hedeflerin tohumu olacaktır ve kadınlarımız da geleceğin Türkiye‘sinde daha görünür bir yer – KADEM Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı alacaklardır” dedi. Erdoğan, Kadın Girişimcilik Kampı Sümeyye Erdoğan‘ın konuşması-Sümeyye Erdoğan’ın Ödül Töreni’nde yaptığı konuşmada, KADEM ve TÜ-
Provadiya yakınında
6300 yıllık altın takılar bulundu
Varna’ya bağlı Provadiya kasabası yakınında bu yaz 6000 yıllık ilk işlenmiş Avrupa altını takı bulundu. 2 gram ağırlığındaki başlık, kentin antic tuz yatağunda bulundu. Bular Bilimler Akademisinden arkeolog prof. Vasil Nikolov, Varna etrafında bakır ve altın üreten bir merkezin bulunduğunu iddia etti. Dünyanın en eski işlenmiş altını M.Ö 4 300 yılından, yanı 6 300 yaşında olduğu biliniyor. Prof. Nikolov’a göre, antic kentin digger kesimlerinin işlemi için yaklaşık bir milyon euro gerekiyor.
Müezzinoğlu, Bulgar Mevkidaşıyla Görüştü
Bulgaristan Sağlık Bakanı Dr. Petar Moskov’un konuşması- Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun konuşması Müezzinoğlu, Bulgar mevkidaşıyla görüştü- Sağlık Bakanı Müezzinoğlu: – ” (Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi arazisinin satılacağı iddiası) Burası BakırköyRuh ve Akıl Hastalıkları olarak daha modern ve daha vizyoner bir projeyle geleceğe taşınacaktır. Dolayısıyla ağaç kesmek değil, mevcut fiziksel mekanı modernizasyonlarıyla, akıl hastalarımızın en çağdaş ve en modern koşullarda tedavi olması lazım. Dolayısıyla bu dönüşümü mutlaka gerçekleştireceğiz”- Bulgaristan Sağlık Bakanı Moskov: – “Suriye’de önlem alınmazsa çok yakın zamanda biz bu sorunla baş edemeyeceğiz. Bu savaştan, terörden kaçan insanlar için daha kötü olacak onları kabul eden ülke bulamayacaklar.
Borisov ile Berdimuhamedov Aşkabat’taki görüşmesinde iki ülke arasındaki enerji ilişkilerini değerlendirdi.
Türkmenistan ‘a ilk ziyaretini gerçekleştiren Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, enerji kaynaklarının çeşitli yollarla dünya piyasasına ulaştırılmasında Trans-Hazar doğalgaz boru hattının önemli bir adım olabileceğini kaydetti. Avrupa Birliği’’ Avrupa Birliği ‘nin büyük uğraş verdiği Trans-Hazar doğalgaz boru hattı, Türkmenistan ile Azerbaycan gazının Avrupa ‘ya ulaşması açısından önemli bir proje. Bulgaristan Başbakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Trans-Hazar doğalgaz boru hattının inşa edilmesi Türkmenistan doğalgazının Bulgaristan ‘a Türkiye veYunanistan üzerinden ulaştırılmasına imkân sağlayacak. Bu da Bulgaristan ‘a doğalgaz sevkiyatında alternatif bir güzergâh anlamına geliyor. Borisov ile Berdimuhamedov Aşkabat’taki görüşmesinde iki ülke arasındaki enerji ilişkilerini değerlendirdi. Bulgar Başbakanı, Bulgaristan da dahil olmak
üzere Avrupa Birliği’ Avrupa Birliği ‘nin enerji güvenliğinin sağlanmasındaTürkmenistan ‘ın büyük bir öneme sahip olduğunu belirtti. Borisov, Bulgar şirketlerinin Türkmenistan ‘da doğalgaz ve petrol arama ve üretme çalışmalarına katılmak istediklerini kaydederek, bunun yanı sıra elektrik, doğalgaz ve petrol altyapısının inşasında da görev alabileceğini ifade etti. Bulgaristan Başbakanı, 24-25 Ağustos tarihlerinde Türkmenistan ‘ı ziyaret etti. Konuk Başbakan, Türkmenistan ‘ın Hazar Denizi kıyısındaki Türkmenbaşıkentinde deniz limanı ve petrol rafinerisinde incelemelerde bulundu.
Bulgaristan’ın yeni Ankara Büyükelçisi Nadejda Neynski
Efsane şehri Kabile’nin yükselişi ve çöküşü
Türk-Bulgar Sanayi ve Ticaret Odası- Bulgaristan‘ın yeniAnkaraBüyükelçisi Nadejda Neynski’nin açıklamalarıBulgaristan‘ın yeni Ankara Büyükelçisi Neynski: – “Ekonomi alanında ikili ilişkilerin gelişmesi için elimden gelen her şeyi yaparım” Eylülde göreve başlaması beklenenBulgaristan‘ın yeni Ankara Büyükelçisi Nadejda Neynski, “Ekonomi alanında ikili ilişkilerin gelişmesi için elimden gelen her şeyi yaparım” dedi. Devamı 6’da
Şehrin, Traklar arasında Ana Tanriça olarak bilinen Kibela’nın ismini taşıdığına dair tahminler yapılıyor. Antik “Zayçi vrıh”ta kaya tapınağının üzerinde Kabile Tanriçanın kabartması bulunuyor. Söz konusu antik gözlemevinin eteklerinde o dönemin eski Trakya topraklarında en büyük tücaret ve kültür merkezi ortaya çıkıyor. Kabile aslında son inceliklerine kadar araştırılan tek Trak şehridir ve kalıntıları, bugün Yambol şehrinin çevresinde bulunur. Eski Kabile kentin temelleri üzerine yeni bir şehrin kurulmaması, arkeologların çalışmalarını ve kazılarını kolaylaştırıyor. Uzmanlar, temellerinin MÖ 2.asrın sonlarında atıldığını tahmin eder. Zamanla şehir genişler, kalın kale duvarları ve savunma kuleleri, evler, sokaklar ve tapınaklar inşaa edilir. MÖ 341 yılında Büyük İskender şehri işgal eder. Kabile, 3. asrın sonlarında ve 2. asrın başlarında Avrupa’nın bu bölgesinde en gelişmiş şehri konumuna gelir ve nüfusu 7 bini bulur. Arkeologlar, Artemida Tanrısına adanan tapınağın temellerine rastladı, ki Artemida’nın yerli halkın koruyucusu kabul edilirmiş. Bu arada aynı temellerde, Apolon’un mihrabı, ticaret ve konut temelleri, büyük bir şehri meydanından kalıntılar, zahire deposuna da rastlanıldı. “Büyük ihtimalle, bunlar Avarlar, Islavlar veya erken Bulgarlarmış. Bu dönemlerde büyük bir derpem de meydana gelmiş, hatta yakınlarda akan Tunca deresinin yatağını bile değiştirmiş. Dere yatağının 2 kilometre değişmesiyle, şehrin son derece karmaşık olan kanalizasyon sistemi çalışmaz hale gelmiş ve burada yaşayan nüfus yavaş yavaş göç etmeye başlamış.” şte efsanevi şehri Kabile’nin sonu böyle gelmiş, ki bu şehrin ünü tüm antik dünyaya yayılmış durumdaymış. Bugün eski kültür ve ticaret merkezinden arda bir tek kazılar sırasında meydana gelen eserler kalmış, ki bugün bütün bunları Arekoloji müzesinde görebilirsiniz.
2
Rüstem Avcı
Bulgaristan Asıllı TRT Türk H a l k S a n a t ç ı s ı R ü st e m Av c ı : “Rumeli Türküleri, Acizliğin Değil Dirilişin Sesidir.” Bizim türkülerde acizlik yok, bir diriliş bir uyanış var
bunun için devletimiz bu bölgeye acilen el atmalıdır. Çünkü Türkülerini kaybeden milletlerin var olması mümkün değildir.
Sayın AVCI; Yine son yıllarda türkü müzikleri içerisinde batılı kaynaklı enstrümanlar sıkça kullanır oldu. Bu da bir dejenerasyon mu? Cevap: - Müziğimiz her türlü saza müsait. Ama tabi ki Sayın AVCI sizce müzik nedir? mesela Balkanlarda ne çalınıyor biliyormusunuz. Bağlama Cevap: - Rüstem AVCI; Mü- var, klarnet var, akordeon var, davul var, zurna var, kaval zik, hiç şüphesiz insanları birbirle- var... Mesela ilginçtir Bulgaristan’da sadece kaval üreten fabrikalar var, rine yaklaştıran, yücelten, zengin- gayet iyi eğitim veren okullar var ve muazzam müzisyenler yetiştiriyorlar. Sayın AVCI; Son yıllarda ortaya çıkan bazı genç kuleştiren önemli bir hazinedir. Daha doğrusu medeniyetlerin, kavimlerin, toplumların or- şak sanatçılardan dinlediğimiz türkülerle sizlerden dintak bir aynasıdır müzik. Yaşlısına-gencine, yabancıya- lediğimiz türkülerden aynı zevki alamıyoruz... Cevap:- Onlar türküleri yaşamadan, türküleri kaynağınyerliye her kesime hitabede bilen nağmeler zinciridir. Dilini anlamadığımız, kültürünü benimsemediğimiz millet- dan dinlemeden, bazıları da sırf ticari amaçla yani şahsi gelerin bile müziğinin ritmine kaptırabiliyoruz kendimizi zaman lir getirsin diye söylüyorlar. Biz ise TRT olarak havasını zaman. Diğer bir deyişle uluslararası bir köprüdür müzik. . ve hakkını vermeye çalışıyoruz. Şimdi ben kalkıp bir Tunceli yöresi türküsü okursam, Tuncelili gibi okuyamayaSayın AVCI sizce yöre müziği önemi var mı? Cevap:- Elbette var, insanoğlu kendi yöresinin, kül- cağım kesin, işte bu yöneticilerimiz tarafından çok iyi bitürünün, dilinin ve melodilerinin motiflerini taşıyan mü- linmelidir ve her sanatçıyı ona göre görev verilmelidir. Sayın AVCI; Siz kendinizi nereye koyuyorsunuz? ziğe ayrıcalıklı bir yer ayırmakta hiç tereddüt etmez. Cevap: - Tabi ki, kendimi öncelikle Bulgaristan ve BalÇünkü o türkülerde adeta kendini görebiliyor memleketinde bir gezintiye çıkabiliyor çoğu zaman. Hele gurbette kan türküleri üzerine geliştirmiş bir sanatçıyım. Tabi ki söyyaşayanlar için özel bir yere sahiptir memleket türküleri. lediğim yörelerin en güzel havasını vermeliyim. Orada «bre» Ana-babaya kimi zaman yar’a ve memlekete duyulan has- diyorsa «bre» demeliyim. «Be» diyorsa «be» demeli-yim, o retten dolayı değişik bir duygu yoğunluğuyla dinleniyorlar. bile çok önemli. Mesela, «Aman bre deryalar» derler, hâlbuki Bulgaristan’da bana «bre» kullanılmaz «be» kullanılıyor. Sayın AVCI sizce Balkan-Rumeli müziği önemli mi? Cevap:-Bizler de değişik müzikler dinleriz belki ama, Yani bunlar önemli, dikkat edilmeli ve bunlar araştırılmalıdır. Sayın AVCI; Balkan türkülerinin en fazla derlendiği kültürümüzü, yöremizi, duygularımızı anlatan o Balkan türkülerinin yeri bambaşkadır hayatımızda. Bizi bir anlık bile bölge veya ülke neresidir? Cevap: - Tabi ki, ait olduğum Bulgaristan. Balkanolsa memleketimize götürüp hasretimizi dindirebiliyor, kavuşma hayaliyle günlerimizi daha bir heyecanlı geçirtiyor. larda en çok araştırılmış Bulgaristan var. Çünkü KomüSayın AVCI: Balkan türküleri deyince neyi anlamak nizm döneminde bile Türkçe plaklar olduğunu araştırmalarımla tespit ettim. Mesela, bir dönem Sofya radyosu lazım, bu türküler hangi coğrafyayı kapsıyor? Cevap: - Rüstem Avcı: Balkan türkülerinin haritasını çı- Türkçe yayınlar yapmış. Neden? Çünkü Türkiye’yi etkilekartacak olursak şöyle bir sıralama yapmalıyız. İstanbul’un mek için, Komünizm propagandası yapmak için. Türkçe Avrupa yakasından alıyoruz, Balıkesir, Çankırı, Ege’nin yayınları o türkülerle süsleyerek dinleyici çekebilmiştir. Sayın AVCI; Kaynak nereden alınmalı neye inanmalıyız?? bir kısmı ardından Yunanistan, Bulgaristan, Eski YugosCevap:-Mesela, Bulgaristan türküsü yerine kalkar bize lavya, Kırım ve Romanya. Balkan türküleri benim anladığım bu harita içerisinde kalan ülke ve yörelerden oluşuyor. Antalya türküsünü verir. Bunlar hep TV’lerin etkisinde kalanlardır. Ama eskiler öyle değil. Yaşlılar kendi yörelerinin türküSayın AVCI bunu neye bağlıyorsunuz? Cevap: - Şuna bağlıyorum. Bulgaristan ve Batı Trakya’da lerini söylerlerdi. Başka yerden gelmesi de mümkün değildi. Sayın AVCI; Mesela Kırcali’den derlenen bir türyaşayan insanlarımız bugün de incelendiğinde okuma yazma oranı diğer yörelere göre daha yüksek. Kültür insanı fazla... küyü aynen geldiği şekliyle mi okumak lazım? Cevap: - O ayrı bir konu. Bakın B.Trakya’ya gittiğimde Buralarda ayrıca Osmanlı’nın izlerini çok rahat görebilirsiniz. Sayın AVCI;Genel olarak baktığımızda Rumeli tür- Yunanca şarkılar söyleyen sanatçılar dinledim. Bizim Urfa külerinde ana tema veya temalar nedir? Gurbet, hüzün, bölgesinde söylenen türküyü Yunanca olarak okudular, ben şok oldum. Çok güzel söylediler ve hoşuma da gitti. acı, kahramanlık v.s. Cevap: - Sadece hüzün, acı, gurbet değil. Bunlar da var, Yani benim kültürüm olan türküyü Yunanca Yunanlı bir saama Balkan-Rumeli türkülerinde bir hareketliliğin olduğunu natçı söylüyor. Ve bunun da epey örnekleri olduğunu biligörüyoruz. Türkülerde sadece bir aşk sunuşu da yok. Me- yoruz. Kültür etkileşimi toplumlar arasında tabi ki olacak. sela yakın zaman şarkılarına baktığınızda bir aşk sunuşu var Ama ben araştırmacı olarak, bir Kırcali türküsünü bir İsdevamlı. Oysa eski türkülere baktığınızda bir olay var. Ge- keçe bir Gümülcine türküsünü ayırt etmeliyim ve edebilirim. Sayın AVCI; Peki şu an Bulgaristan Türküleri renelde acı, hasret, yaşanmış ve ayrılık olanı var. Zaten türküler olaylar üzerine çıkıyor. Her türkünün hikâyesi var. Kimi pertuarı kaç türküden oluşuyor? Cevap:-Fazla değil. 500 türhikâyeler günümüze kadar gelmiş kimisi de türkü olarak kalmış. Mesela bir türkü dinletiyoruz TRT’de «gitme art- küyü geçmez. Bu çok az bir rakam. Sayın AVCI; 500 deyince sanki büyük bir rakam gibi…? lim gitme sen bugün oduna» diyor. Türküyü incelediğinizde Cevap:-Hayır değil. Neden değil? Binlerce türkü, on binbaştan sona ağıt olduğunu görürsünüz. Hamdi öldürülmüş, ona yakılmış bir ağıt. Ama söylerken, dinlerken oynayası lerce türkü keşfedilmemiş. Demek ki araştırmacıların zayıfgeliyor insanın ve oynanıyor da. Demek ki Balkanlar insanı lığı ve yöneticilerimizin de buraya dikkat etmeli ve BÜYÜK hüznü ve sevinci yaşamayı birleştirebilmiştir. Bu çok önem- TÜRKİYE’ye ulaşmak için her bölgenin türküleri önemli ollidir bence. Başka yörelerde ise bazen bakıyorsunuz adam duğunu bilmelidirler. Maalesef yeteri kadar araştırmacı yok. Sayın AVCI; Değişik sanat dallarda Bulgaristan’da öyle bir dövünüyor ki sizin de ağlayasınız geliyor. Ama Bizim türkülerde acizlik yok, bir diriliş bir uyanış var. Evet yetişmiş eleman yok denecek kadar az. Bu konuda isbalkan ülkelerinin bir çoğunda insanlar baskılar görmüş, tekli kişiler nasıl teşvik edilmeli? Cevap: - Seve seve yardımcı olurum. Hem de doezilmiş, horlanmış ama hiçbir zaman ümitlerini yitirmemişler Hem hareketlilik hem de ezikliği hissetmek mümkün. kuz elle sarılırım. Bakın 2000 yılında akitli olarak BulgaSayın AVCI;Peki Balkan müziğini kategorize etmek ristanlı Sabriye Sayın kazandı. Bir ara TV’lere de çıktık. Sabriye hanım geldiğinde Anadolu türküleri söylüyordu. mümkün mü? Cevap: - Evet mümkün. Ben Balkanlardaki müziği üçe Şimdi İstanbul radyosunda balkanların türkülerini okuayırıyorum. 1) Osmanlı dönemine ait müzik 2) Komü- yan bayan sanatçı olarak anılıyor. Bu benim desteğimle nizm dönemine ait müzik. Buna Bulgaristan ve Yugoslavya gi- oldu. Ayrıca BULTÜRK Derneği çatısı altında bunu yariyor. Ve o dönemlerde Komünizmi öven türkülerin olduğunu ben gör- pabiliriz, ben bunu yapmaya hazırı hem de hiçbir karşıdüm ve inceleme fırsatım da oldu. 3) Komünizm sonrası türküler. lık beklemeden bedava bu işi yaparım. BULTÜRK BaşTürküler yaşamaya devam ediyor ve ben bu şekilde bir kanımdan bu konuda yetki istiyorum ve bana bu imkânı gruplandırma yapabileceğimizi söyleyebilirim. Klasik mü- verirse hemen Ekim ayı içerisinde buna başlayabiliriz. Sayın AVCI; Bundan sonra yapmayı düşündüğünüz zikten etkilenmiş türküler var, Anadolu’nun devamı gibi. Mesela, komünizm sonrası «Safiye ve Karyola» türküsünü ben araştırmalarım ne gibi çalışmalar var... Cevap: - Bizim kültürümüzü radyoda korumaya ve yasonucunda ortaya çıkardım ve bu türkü mükemmel bir Deliorman türküsüdür ve epey de beğenildi. Yine «zilli maşa darbuka» o da bana aittir. şatmaya devam ediyoruz. TRT vasıtasıyla Bulgaristan ve Sayın AVCI; Eskiden kaynak kişilere ulaşılmış, derle- Balkan müziğini hem yaşatmaya hem de tüm dünyaya dumeler yapılmış. Günümüzdeki kaynak ve derleme çalış- yurmaya devam edeceğiz. Bundan sonraki hedefim CD ve Kaset yapmak. Bunları da Bulgaristan’da dağıtmak için maları konusunda neler söylemek istersiniz? Cevap: - Kaynak bitmez, halk müziği zaten çağ de- BULTURK Başkanımdan da yardım istiyorum BULTÜRK ğiştikçe o uyumu sağlar, eskiden at arabalarıyla gidili- Derneği ile birlikte bunları yapalım onlarda derneğimizi tayordu, şimdi artık son model arabalarla gidiliyor. Ula- nıtmış olurlar. Bu arada dernek çok önemlidir bu güne kaşım çok daha kolay. Yalnız halk müziği için iyi olmayan dar Balkan Türkleri Derneği bu görevi yapardı amma o taraf şu bence, TV’ler zaman içinde dejenere edebiliyor müziğimizi. Gü- kapanalı kimse kalmadı şimdi bu görevi BULTÜRK aldı nümüzde bunu yaşıyoruz. Bazı özel TV kanalları bunu yapıyorlar maalesef. ve laikiyle yapmaktadır. Bu arada insanlarımıza da seslenmek isterim bu kurumlara sahip çıkın. Bu kurumlar yok olSayın AVCI; Peki Ne yaptılar örnek verebilirmisiniz? Cevap: - Batıdan uyduruk müziklere söz ekleye- duğunda toplum çok şey kaybedeceğini bilmenizi isterim. rek bize orijinalini değil de bozulmuşunu verdiler. Ma- Bu kurumlara bizim ihtiyacımız var çünkü onlar bizim sealesef günümüzde yaşanan olaylar bunlar. Ama türkü- simizdir, bizim her şeyimizdir. İnanın bu hayatınızda herlerde öyle bir şey söz konusu olamaz. Türküler çünkü şeyi etkiler. Bu kurumlar nekadar güçlü olursa o kadar söz temiz, halkın ürettiği, mutlaka besteleyeni belli ol- sahibi olur bu toplum. Komünist döneminden kalan olummayan ama mutlaka da besteleyeni olan türkülerdir. suzlukları içimizden atalım her zaman olumlu şeyleri konuÖrnek, «Kahve koydum fincana» türküsünü sırf mey- şalım çünkü bu toplumun temsilcisi bu kuruma karşı konuşhanede prim yapar düşüncesiyle «rakı koydum fin- mak bu topluma karşı konuşmaktır, bunu bilmeniz yeterli. Sayın AVCI;Bize zaman ayırıp türküler ve Bulgacana « şeklinde tamamen otantik yapısının dışında nabza göre şerbet verme mantığıyla hareket edenler var maalesef... ristan ve Balkan Türküleri üzerine çok önemli bilgiler Şimdi bakın. Ünlü düşünür Konficius demiş ki; « Bir mil- verdiğiniz için size teşekkür ediyoruz. Cevap: - Ben teşekkür ederim. Bu arada BULleti eğer yıkmak istiyorsanız sazından bir tel alın veya bir tel ilave edin.» Bu çok ağır ve çok önemli bir söz. İşte, biz- TÜRK Gazetesini kutluyorum ve başarılarınızın devaden bir tel değil birkaç tel alınmış yozlaşmış. Özellikle Bulgaris- mını dilerim. Her zaman. Okurlarınıza ve Bulgaristan Türkülerinden orjinallerini bilenler bile çok az kaldı. İşte tanlı kardeşlerimize en derin sevgilerimi sunarım.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Dr. Nedim BİRİNCİ
Toparlanma Z a m a n ı Konu: Geleceğimizi aynı örs üzerinde biçimlendirmek zorundayız. Sözüm hepinizedir sayın soydaşlarım. 1 Kasım seçiminde oyumuzu AK Partiye verip, Türkiye’de güçlü bir huzur, güven ve istikrar hükumeti kurulmasına destek olmalıyız. Yeni iktidarda YENİ TÜRKİYE’de biz de olmalıyız. Zaman toparlanma zamanıdır. Hak verilmez alınır. Bize tepside sunulan bir şey olmadı. Seçim hak almanın en güçlü aracıdır. Seçim iktidar kavgasında en güçlü silahtır. Şu an Türkiye durdu, yerinde saymaya zorlandı. İlerlememiz yada parçalanıp bunalım bataklığına itilmemizi önlemek sizin bizim elinizdedir. Bu bakıma, 1 Kasım erken meclis seçiminde vereceğiniz her oy belirleyici olacaktır. Yeni büyük bir hamle yapmak zorundayız. CHP. MHP ve HDP üçlüsünün bize dayatmak istediği hain oyunları bozmak ve önümüze gerilmek istenen duvarı yıkmak en önemli vazifemiz oldu. 1 Kasımda kaderimize sahip çıkıp sağduyumuza dayanarak zekâ ve akılla hareket ederken Türkiye’nin umudu olan AK Partinin yolunu açmalıyız. BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği İstanbul / Bayrampaşa merkezinde düzenlediği son geniş oturumunda 1 Kasım 2015 erken Genel Seçimleri ve Bulgaristan Türklerinin Türkiye’de sosyal ve politik yaşamına daha etkin katılma ve söz sahibi olma konularını tartıştı ve bütün üye ve yandaşları için geçerli kararlar aldı. Türkiye genelinde, İstanbul, İzmir, Bursa, Kocaeli, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de örgütlenmiş olan BULTÜRK Derneği AK Parti seçim listelerine genç 15, toplamda 50 soydaşımızı milletvekili aday adayı olarak gösterdi. Bu bir ilktir. Bulgaristanlı soydaşlarımızın güçlü Sivil Toplum Örgütü adaylarımızın İstanbul ilk 5’te, İzmir ilk 3’te ve Bursa ilk 3’te yer almasında ısrar ediyor. BULTÜRK bir Sivil Toplum Örgütü (STÖ) olarak 2002’den beri Büyük Türkiye davasına dört elle sarılmıştır. Bu atılım AK Partinin 13 yıl önce ilk kez iktidar olmasıyla başladı. BULTÜRK “Büyük Göçle” gelen soydaşlarımızın problemlerini büyük politikaya dahil etmeyi başaran bir dernektir. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan arasındaki ilişkilerin daha verimli ve devamlı gelişerek derinleştirilmesinde de köprü rolü üstlenmeye çaba harcıyor. Göç esnasında arkamızda kalan taşınmazlarımız, mal-mülk, tarihi eserlerimiz, sosyal, sağlık ve emeklilik haklarımızın savunulmasını bu dernek günlük çalışmalarına kattı. 600 yıllık Osmanlı dil, din, kültür, sanat ve yüksek mimar mirasına sahip çıkan ilk STÖ – BULTÜRK oldu. Her bir eserin onarılarak ayakta kalmasına, etkin kullanımına, bir de anadilimizde yaratığımız özgün kültür, edebiyat ve sanat dallarında yeni boyutlara yükselmesine el uzatıyor. Soykırımı lanetleyen, Bulgaristan’da ve Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan alnı açık, dili bir, dini bir kardeşlerimizin aynı soy ve boydan olduğunu kanıtlayan etkinliklerine her dönemde ağırlık verdi. Derneğin 7 Haziran seçiminden sonra 1 Kasım erken seçimine de AK Parti listesinden bir grup adayla katılma hamlesi soydaşlarımızın Türkiye politikasına kendi ağırlıklarını koyma çabalarında bir taçtır. BULTÜRK’ün 50 kişilik aday adayı listesinde, iş çevrelerinde ve kamu görevlerinde başarılı toplumsal yapılanmamızda yer yapmış genç kadrolar öne çıktı. Bunlar arasında, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğimizin Genel Sekreteri Dr. Gülten Erdem Ünlü; İstanbul Büyük Şehir İl Meclisi üyesi makine mühendisi Mehmet Çakır, Çanakkaleli Psikolog Elif GÜNEŞ, İzmirli sevilen toplum eylemcisi Kenan Özgür, TRT Ses Sanatçısı Rüstem Avcı ve daha birçok yüksek öğrenimli temsilci hemen destek buldular. Dernek, AK Parti merkezinde aday listelerinin kesinleşmesiyle her yerde her soydaşımıza ulaşmayı amaçlayan çok yoğun ve farklı bir kampanya başlatacaktır. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi Eylül ve Ekim sayılarını 1 Kasım erken seçime ağırlık verilecektir. Seçim toplantılarında gazete ve BULTÜRK kitapları katılımcılara dağılacaktır.“www.bghaber. org” ve “www. bulturk.net” yayınları ve “facebook” ile hepinize ulaşılırken, anlamlı derin bir diyaloga katılmanızı bekliyoruz.
1 Kasım 2015 seçim kampanyasında ele alacağımız ana konular:
* Soydaşlarımızın temel sosyal hakları. “Büyük Göçle” geleli 26 yıl oldu. Gençliği Bulgaristan’da kalanlar Türkiye’de yaşlandı. Emekli olma zamanı geldi. Artık Bulgaristan’dan emekli maaşı alan 26 bin kardeşimiz var. Sosyal primlerini düzenli ödemiş ve sağlık hizmeti ve emekli olmayı hak etmiş neredeyse 300 bin soydaşımız sorunlarına çözüm bekli-
yor. Bulgar tarafı emekliliklerimizin ödenmesine gelince arabayı yokuşa sürüyor. Dernek ve muhtar kapısı çalma, makamlara evrak sunma problemi kendiliğinden çözmüyor. Bu olayın bir de devlet boyutu var. Seçeceğimiz milletvekillerinin birinci ödevi şu olacaktır: “Bekletme politikasına son verip aktif katılım ve olayları sorunlarımızı çözme siyasetini başlatmak!” Adaylarımız arasında hazırlıklı kadrolarımız var. Bu dava bizim davamız ve başarmamız için hepinizin onuna ihtiyacımız var. Bu sorunu AK Partiden başka hiçbir siyasi parti çözemez. * Bulgaristan’da kalan haklarımızı NOY –Ulusal Sigorta Şirketi’nde, eskiden çalıştığımız kurum, tarım kooperatifi, madenler, fabrikalar ve firmalarda aramak zorundayız. Gidip görenler anlatıyor: Tufan geçmiş ve başvurulacak yerlerin yerinde sanki yel esmiş, askerlik evrakı almak için on defa mektup yazıp aylarca bekleniyor, tercümeler, noter tasdikleri, bakanlıktan kaşe alınca bekleyenin canı çıkıyor. Hepsi para tuzağı! İşler gittikçe zorlaşıyor. Bu işlerimizi görsün diye 26 yıldan beri DPS – Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne oy veriyoruz. Sofya’da el ele vermişler olurun önüne taşlar yığıyor. Önümüze gerilen DPS bendini yıkmak zorundayız. Haklarımızı söke söke almak birinci vazifemizdir. Bulgaristan’da çalışmış olanların hepsi emekli maaşı hak etmiştir ve almalıdır. Yol 1 Kasım seçim sandığından geçiyor. * Avrupa Birliğinden (AB) gelen sosyal yardımlardan Bulgaristan’daki kardeşlerimize ve yakınlarımıza daha büyük bir pay ayrılması, köylerin sosyal ve alt yapı sorunlarının çözülmesi, okul e camilerin onarımı, çatısı çökmüş yaşlılara ödenek ayrılması, kış aylarında odun ve kömür dağıtılması için birlik olup ısrarlı bir mücadele vermek zorundayız. Bu ancak meclise göndereceğimiz vekillerle yürütülür. Dernek çalışmalarımızın bir kısmını doğup büyüdüğümüz köy ve kasabalara taşıyarak, ortak davamızda aynı örs üzerinde aynı demiri istediğimiz gibi biçimlendirmek zorundayız. Zaman toparlanmamız zamanıdır. Bu işlerde, şimdilik tek olan BULTÜRK Derneğinin örneği genişletilirken desteklenmelidir. Benzer etkinlikler Bulgaristan’da yapılacak 25 Ekim muhtar ve belediye başkanı ve meclis üyeleri seçimleri arifesinde önem kazandı. Yeni milletvekillerimiz Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimize, oradaki taşınmaz mülklerimize sahip çıkılmasında, Türk ocaklarının tütmesine yardım etme davasında da her bakıma el uzatmaya gayret göstereceklerdir. Bu seçimlerde farklı olan nedir? 1950 göçünden beri derneklerimiz var. Eski dernekler, hak ve özgürlüklerimiz için devrimci dayanışmada sivrilen dorum olmaya çalışırken, kahvelerde şiir okumaktan ileri gidemedi. Türkiye’den Bulgaristan’a Türk kimliği, kültürü, ruhu taşıma yolları hep kapalı kaldı, anahtar bulup açılamadı. Hep “giden kurtuldu” havası esti. Ana-vatana ayak basanlarsa “kafamı çevirip arkama bakmam” laneti savurdu. Böylece kardeşler bile zamanla birbirlerinden uzaklaştıkça aralarında uçurum belirdi. Bulgaristanlı Türkler Türkiyelilerle, Türkiye politikasıyla iyi kaynaşamadı. Buna parlak örnek, 1990’da 150 bin kardeşimizin Türkiye kültürü, ahlak ve yaşayış tazına ayak uyduramayıp geri dönmesidir. 1 Kasımda ilk kez, yıllarca yapamadığımız bir şeyi gerçekleştiriyoruz. Dernek temelinde olmakla birlikte, politik boyutta birliğe uzanıyoruz. Bu siyasi bir kaynaşma olacak ve özünde hepimizin, kendimiz için olmak üzere AK Parti listesine oy vermemiz olacaktır. Biz Bulgaristan Türkleri Türkiye’ye muhalefet yapmak için göç etmedik. Ankara hükümeti bizim de iktidarımızdır. Politikada yerimizi bulmalıyız. Son 65 yılın göçmenleri Türkiye’de düze çıkana kadar zorlu bir yol yürüdüler de politik bir nüve etrafında toparlanamadılar. Atatürkçülüğe sarıldık. 21. yüzyıl politik arayışımız kısır kaldı. Aradıklarını bulamadılar. 1960–1990 yılları arası 3 defa tekrar eden askeri darbeler bize de hayal kırıklığı yaşattı. Çoğulcu bir siyasi yapılanmanın bu denli budanması bizi de ürküttü. Göçmenlerin siyasi biçimlenmesi bu yüzden hep güdük kaldı. 2002’den sonra AK Parti Türkiye’yi gerçek anlamda demokratikleştirdi. Kürtleri bile politik sahneye davet eden o oldu. Çoğulcu demokrasiye Adnan Menderes ve Turgut Özal’dan sonra Sayın R.Tayyip Erdoğan öncülük etti. Demokrasi üzerindeki asker gölgesini kaldıran da o oldu. Şimdi sıra bizde, Bulgaristanlı ve Rumeli-Balkan göçmenlerin Türkiye Cumhuriyetinin politik sahnesinde özgün rol alması zamanıdır. Bu anlamda toparlanmamız gerekiyor. MHP-CHP gibi geleceği olmayan, iktidar olmaktan korkan partilerin kuyruğundan artık ayrılmalıyız. Sandıkta onlara verilen her oy Türkiye politikasını tıkamak isteyenlere yani dış güçlere güç veriyor. Onları desteklerken Büyük Türkiye yolunu kapatıyoruz. Kabuğuna sığınmış bu iki partinin Türkiyeyi dünyanın büyük devleri arasında götürecek bir plan ve programı yoktur. 7 Haziranda Türkiye meclisini siyasetsizliğe kilitleyen CHP ve MHP’nin politik mumu sönmek üzeredir.
Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 3
Radyosuz Olamayız! Konu: Bulgaristan Türkleri Radyo Sever Bir Halk Topluluğudur. Selçuklular Çağından (940 – 1157 ) Balkanlar’da görülen; Osmanlı Çağında (15. – 20. yy) yarımadaya ilerlerken medeniyetle yerleşen, bugünkü Bulgaristan Türkleri, geleneklerini Türk-Müslüman kültürü ve eski kıta uygarlığı ile iç içe yaşayan köklü bir halk topluluğudur. 93 Harbi’nde, (1877–1878 Rus-Türk Savaşı’nda) Osmanlı ümmetinden kopan ve Bulgaristan’da Türk varlığı olarak yeni bir kimlik oluşturan halk topluluğu, ilk egemen oldukları topraklarda artık 136 yıldır azınlık durumundadır. 1878’den beri yok ediliyoruz. Bu tarihsel olayın Bulgaristan Türkleri için büyük bir trajedi olduğunu anlatabilmek için şöyle örnek yeterli olabilir. 1877–78 Savaşı Osmanlıya karşı bir saldırı savaşıydı. Rus ordularıyla çarpışmalar Bulgaristan topraklarında yürütüldü. Rus İmparatoru bu savaşı “ırklar ve yok etme”, Osmanlıyı tok etme saldırısı olarak yürüttü. 1. 230. 000 (bir milyon iki yüz otuz bin) Türk Rumeli’den Anadolu’ya kovulurken muhacir durumuna düşürüldü. 20. yy’da Balkanlardan Türkiye’ye 39 göç olurken, bunların 6 (altısı) Bulgaristan’dan oldu. Bu arada 261. 937 (iki yüz altmış bir dokuz yüz otuz yedi) kişi de savaş sırasında ya da göç yollarında hayatını kaybetti. Öz kültürümüz ölümcül darbeler aldı. Ayrıca, Bulgaristan topraklarındaki Türk-Müslüman kültürel mirası ağır darbeler aldı. O dönemde Sofya’da 72 cami vardı, bugün 1 cami kaldı; Filibe’deki 33 camiden 2 cami kaldı. Türklüğe darbeler eğitim-öğretim alanında derinleştikçe derinleşti. Rahat dönemlerimiz de vardı. 1919 – 1923 yılları arasında Bulgaristan’da Aleksandır Stamboliyski hükümeti vardı. O kısa dönemde Türkler rahat günlerini yaşarken, 1921 – 1922 ders yılında Türk azınlık okullarının sayısı 1 712’ye (bin yedi yüz on ikiye) çıkmıştı. Bu, Bulgaristan Türkülüğünün ilk uyanış dönemidir. Onlar anadillerinde Prenslik Dönemi (1878 – 1908); Krallık Dönemi (1908 -1944) ve Komünist Dönemde (1944 – 1989) toplam 200 gazete ve dergi çıkardılar. Şumen, Razgrat, Rusçuk, Kırcaali ve Haskovo’da tiyatro sahnelerini açtılar. Razgrat, Rusçuk, Kırcaali, Sofya’da vb öğretmen okulları ve liseler kurdular. Sofya Üniversitesinde 4 fakülte Türkçe tedrisatlıydı. Sofya Radyosu Türkler için büyük bir kazanımdı. Bu kazanımlara 1947’de bir yenisi eklendi. SOFYA RADYOSUNUN BULGARİSTAN TÜKLERİNE MAHSUS TÜK DİLİNDE ÖZEL GÜNLÜK RADYO YAYINLARI Başladı. Radyo kültürel kaynaşmamızda, lehçelerimizin edebiyat Türkçesinde birleşmesinde, bir azınlık olarak beraberce haberleşmemizde OLAĞANÜSTÜ BÜYÜK ROL OYNADI. Bulgaristan Türklerinin eğitip yetiştirdiği en gözde aydınlarımız bu yayınlarda yazar, yayımcı, çevirmen ve sunucu olarak yıllarca çalıştı, halkımıza hitap etti, gönül kaynaşmasında öncelik etti. 1974 yılından başlayarak Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türklerine Mahsus yayınları 5 saate çıktı. Haber ve yorum, bilgilenme, dünyaya açılan büyük pencere olan Sofya Radyosu susmadı, sabah, öğle ve akşam her an, her fırsatta halkımızın gönül dostu oldu. Radyomuz halkımızla birlikte soludu. Gün geldi Bulgaristan Türklüğünün inandığı tek haber ve bilgilenme kaynağı oldu. 1985 Şubatında kapatıldığında Bulgaristan Türkleri “kimlik davamızda en büyük şehidimiz düştü” dediler. Ağır bir suskunluk dönemi yaşandı. Sofya Radyosu bizim ana kültür kaynağımızdı. Sofya Radyosu Bulgaristan Türklerine Mahsus yayınlarının işlevsel ödevi yalnız Bulgar Haber Ajansı’ndan (BTA), Sofya hükümeti; Bulgaristan Komünist Partisi (BK) veya Bulgar Çiftçi Halk Partisi (BÇHP) propagandasına alet olmak değildi. Bunu böyle düşünenler yanılgı içindeydi. Radyo Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerde hayatın nabzını tutuyordu. Yönlendirme ve kontrol fonksiyonu görüyor, ada-
letsizlikle, rüşvetçilikle, yolsuzluklarla savaşıyor, her sinyale dikkat çeviriyordu. Bununla birlikte, o Türk azınlığın sözlü ve yazılı edebiyatını, şarkı, türkü, ninni, mani ve taşlamalarını; şiirlerini, masallarını, efsanelerini, halk hikâyelerini, öykülerini, fıkralarını, taşlamalarını, çocuk edebiyatını; atasözlerini, taşlamalarını, tekerlemelerini vs canlı yaşatan bir kaynaktı. Radyo piyesleri, radyo romanı, radyoda edebiyat vb programlarla halkımızın kültürel yaşamından bir parça olmuştu. Radyodan hava durumunu dinlemeden kimse evinden çıkmazken, tütün sırıklarının güneşe çıkarılması ya da toplanması, bitkilerin sulanması ya da harmanda kurutulan hasadın örtülmesi ya da açılması hep bu bilgilenmeye göre yapılıyordu. Radyo halkın işini kolaylaştırıyordu. Sofya Radyosu Bulgaristan Türklerinin ahlakında namus, kültüründe ölçüt, anadilinde edebiyat düzeyi idi. Can kulağıyla dinleniyor ve seviliyordu. Radyo arşivindeki binlerce şarkı ve türkü, sanat eseri yaşamamıza tat ve tuz oluyordu. Kültürel soykırımın hedefi kimliğimizdi. “Soya dönüş” saçmalığı, isim ve soy isimlerimizin değiştirilmesi, Türk kimliğimizin Bulgarlaştırılması, Müslüman yaşayış şeklimizin yok edilmesi zulmü son doruğuna tırmanmadan, özgün radyo yayınlarımız tam 43 yıl sürmüştü. Radyomuzun kapatılması, Türk’ten korkanların Türk dilinden, anadilimizden de korktuğunu ortaya koydu. Kimliğimizi belirleyen Türk kültürü eritilip asimile edilmemizin olmasızlığını gün gibi ortaya koydu. Türklük ruhunun Türk dilinde söylenen ninnilerle mayalandığı ortadaydı. Türkçe düşünme, konuşma, yazılma, radyo programları hazırlama, gazete çıkarma, kitap basma bilincine ulaşan bir kimliği köreltmek en ağır yasaklarla bile kolay olmadı. Aydınlar, öğretmenler, mühendis ve doktorlar, yazar ve şairler, tarih bilen, dünyayı algılayabilen Bulgaristan Türkleri sürüldü, hapsedildi ama yılmadı, hapishanelerde Türk kaldı. Yasaklamalarla Türklüğü yok etmenin mümkün olmadığı zihniyete iyice yerleşti. Tarih hafızayı yok eden beyin ameliyatı bilmiyordu. Yakın tarihte Yahudiler gaz kamaralarında yakılmışlar ama yine Yahudi kalmışlardı. Bulgaristan Türklerine yapılan zulmün zirvesinde bir radyo gazetecisi şöyle dedi: TÜK DOĞDUK TÜRK ÖLDÜK! SOFYA RADYOSUNUN BULGARİSTAN TÜKLERİNE MAHSUS GÜNLÜK RADYO YAYINLARI’NIN YASAKLANMASIYLA Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı yok edebileceklerini düşünenlerin yanlış hesap peşinde olduğu hemen anlaşıldı. İbreler “Deutsche Welle”, “Amerika’nın Sesi”, “Ankara Radyosu” ve “BiBiSi” programlarını buldu. 1989 Mayısında isyanının örgütlenmesinde ve patlamasında radyolar büyük rol oynadı. Hayat Bulgaristan Türklerinin kulağının hep radyoda olduğunu kanıtladı. Radyo yayınlarımızı yeniden canlandırma çabalarımız. 10 Kasım 1989 günü BKP ve totaliter devletin politik sahneden çekilmesiyle başlayan “Geçiş Döneminde” hak ve özgürlüklerimizin yasal yollardan geri verileceğine, bu arada Sofya Radyosu’nda BULGARİSTAN TÜRKLERİNE MAHSUS TÜRKÇE YAYINLARIN yeniden başlayacağına umut bağladık. Bulgar devletinin, bir bir ardından iktidar olan güçlerin Bulgaristan Türklerinin en doğal hakları olan radyo ve TV yayını, gazete, dergi ve kitap basma
hakkı, devlet okullarında anadilde eğitim alma hakkımız gibi en doğal haklarımız yerine getirilmedi, kabul edilmedi, yasallaşmadı. Hatta yasal sınırlamalar sertleşti. 2005 yılında Sofya Radyosu’nda 3 saatlik bir yayın “Bulgaristan” (Balgaria) programına bağlı program sunmaya başladı. 20 yıllık unutturma döneminden sonra yayına başlanması ilgi uyandırdı ve dinleyici kitlesi buldu. 2015 yılının Mart ayında Kırcaali Belediye Başkanı mühendis Hasan Aziz (3.dönem) , Kırcaali yöresi için 3 saatlik Türkçe yayın lisansı istemesi ancak 3.dönemin sonunda aklına gelebildi. Yayın Kırcaali, Haskovo, Güney Doğu Rodop bölgesinde Smolyan (Paşmaklı) ve Plovdiv (Filibe) köylerine kadar işitilir güçte olacaktı. Kısa adı SEM olan Bulgar Kitle İletişim Araçları Başkanlı ve Sofya Radyosu Başkanlığı konuyu birkaç defa gündeme getirdi. Bulgar aşırı milliyetçi ve ırkçı zihniyeti (VMRO, PF, “Ataka” vb) dışında Kırcaali’de Türk dilinde 3 saatlik bir radyo yayını başlaması, haber ve yorumlar dışında, ahlak bilgileri ve Bulgaristan Türklerinin sanat ve kültürünü konu etmesi büyük tepki uyandırmazken, zehiri keskin milliyetçiler büyük güçlük çıkararak Türk Radyosu Planını suya düşürmüş oldular. Türkçe radyo yayınları konusunda toplum ikiye bölündü. Olaya gerçekçi bir yorum getiren SEM Başkanı Georgi Lozanov Türkçe radyo yayınlarının arttırılmasını isteyen entelektüellerden biridir. O, Yakın Doğu Savaşı, ardı görülmeyen göç dalgası, Ukrayna’nın parçalanması, Kırım Yarımadasının ilhakı ve Bulgar toplumunun NATO ve AB üyeliğiyle başlayan iç toplumsal parçalanma sürecinin derinleştiğine dikkat çekerek, Bulgaristan Türkleri için günde 3 saat değil 18 saat anadillerinde yayın yapacak bir radyoya ihtiyaç olduğunu vurguladı. Yeni kuşağın ABD askeri güçlerinin ülkemize ağır silahlarla üslenmesini, Moskova yanlıları ve Batı taraftarları arasındaki kapışmayı anlamakta zorlandığı gün gibi ortadadır. Türkiye ile devlet sınırımıza gelen 3 metre yüksek dikenli tel gerilmesi, 25 Ekim yerel seçimleri propagandasının ana dilimizde yapılması yasağının sürmesi, Türklerin bilgi karanlığında tutulduğuna işarettir.
Kültür ocakları kapanan köyl e r d e ç o c u k s e s i i ş i t i l m i y o r.
15 Eylülde 2015 /16 DERS YILI BAŞLIYOR, anadilimizin zorunlu okutulması tedrisata alınmadı. Karanlıkta yaşamak istemeyen Türkler çocuklarıyla birlikte memleketimizi terk ediyor. Suni-Hanefi mezhepten Müslümanların Baş Müftüsü olan Prof. Dr. Nedim Gençev’in Razgrad’a bağlı Glodjevo’daki İngilizce tedrisatlı okuluna yeni ders yılında öğrenci toplanırken güçlük çekiyor. Köyler boşalşmış. İnsanlarımız kültürel harcı olmayan köylerde ömür geçirmek istemiyor. “Boğulacaksak, başımızı taşlara vura vura susuz köy deresinde değil, denizde boğulalım!” deyip çekip gidiyorlar. HÖH yönetiminin ilgisizliği. Hak ve Özgürlükler Hareket, (DPS) bu konuda susuyor. Bizim özgün kültürümüzün can çekişmesine seyirci bile olmak istemiyor. Kuşkusuz Allah hainleri kendi elleriyle cezalandırıyor. İçki kadehi elinden düşmeyen Ahmet Doğan’ın karaciğeri tamamen bitmiş, kalın basağındaki olumsuz tümör de kanserleşip 25 santimetreden fazla uzamış. Halkın lanetine saraylarda yaşamak mehlem olmuyor. Seçtiğimiz milletvekillerinin ruhlarını satmış, anadilini unutmuş tipler olduklarından radyo yayını derdi yok. SEM toplantılarından hiç birine gelmediler. Yerel ve ulusal radyo programları istiyoruz. Yazılar ölülerin dilidir. Biz canlı, yaşayan insanlarız. Anadilimiz Türkçedir ve Türkçe Radyo programı istiyoruz. Vergimizi Sofya devletine ödediğimiz için bu programları Bulgar hükümetinden, meclisinden ve toplumundan istemek öz hakkımızdır. Olmuyorsa, hayatımızı yeni baştan örgütlemek, biçimlendirmek ve yaşatmak zorunda olduğumuzun bilincindeyiz. Biz Radyosuz olamayız!
4
Bulgaristan Türklerinin Sesi
O ğ u l l a r b a b a l a r ı g i b i o l m a k i s t e r m i a c a b a ? Irkçılık ve Antikomünizm Arasında Bulgaristan Göçü ve Romanlar Gülizar MERCİMEK
Devamlı değişen dünyada bir de değişen hayat var. Onu yüzen bir gemi olarak kabul ettiğimizde kaderci oluyoruz. Çünkü son hedef olan son durak her defasında aynıdır. Gidişi kürek çekerek ve dümenle yönlendirirsek o zaman kaderin işine karışmış oluruz. Başımıza gelen “Büyük Göç” gibi sosyal facialara halkımız “kaderde o da varmış” derken avunuyor. Hayat ırmağının şelalesinden düşerken, sağa sağalım kaldık. “Burada da yiyecek ekmeğimiz varmış” ise, ayın yazgımızın başka bir ayarıdır. Hayat yolunu nesillerin yuvarlanarak ilerlemesi olarak görüyorum. Dışardan iten biri yoksa sanki herkes aynı hızla yuvarlanıyor. Evden işe, işten eve uzayan bir yol. Gidişi bir çember olarak gördüğümüzde, dededen babaya ve gençlere geçen bir benzerlik var. Hayat sanki nesiller değiştikçe kendini aynı monotonluğa teslim ediyor. Yeni zamana ayak uydurmak zor ama her şeyden fazla gerekli! Sürekli geri bakarak ileri yürüyemeyiz. Olaya vatanımız Bulgaristan’ı unutma ya da unutmama açısından baktığımızda Büyüdüğümde Ben De Senin Gibi Olmak İstiyorum Baba öyküsüne saplandım. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yıllar yılı parçalanmış yaşayan bizleri anlatıyor. Kimimiz oradakimimiz burada veya bambaşka bir yerde,beraberliğimiz hem son derece gerekli,hem git gide daha zor oluyor. Aşılmasıgereken güçlükler var. Gurbet hen-değini mutlaka aşmalıyız. Yürekolarak, ruh ve umut olarak hep beraberolmak zorundayız. Bizi ayıran, ayrı dü-şüren, birbirimizden u z a k l a ş t ı r m a kisteyen güçleri neye mal olursa olsunyenmeliyiz. H i k â y e m i zşudur: Bir gün, çocuğumdoğdu. O dünyaya geldiğinde, yetişme-me gereken işlere ve ödemem gereken fa-turalarla meşguldüm. İşin biri bitti derkenyeni bir çıkardı ve böylece zamanımızıtükettiğimizin farkında bile değildik. Oğulum ben uzak-lardayken yürümeyi öğrendi, konuşmayıda öyle. Ve biraz büyüdü-ğünde, “Senin gibi olmak istiyorumbaba” demeye başladı. “Ben debüyünce senin gibi olacağım.” İşyerine telefonaçıp “Baba, eve ne zaman geleceksin?”diye sorardı ikide bir. “Ne zaman gele-ceğimi bilmiyorum oğulum. Ama gel-diğimde güzel vakit geçireceğimizdenemin olabilirsin.” Yıllar öylecegeçip gitti. Oylum 10 yaşına geldi. Onagüzel bir top aldım. “Top için teşekkürlerbaba!” dedi, “Hadi oynayalım!” “Bu hafta sonu,t a m a m l a n m a s ı gereken işlerim var”dedim. “Bugün olmaz haftaya tamammı?” “Tamam” dedi,
fakat yüzündeki gülümseme eksilmedi. “Büyüyünce baba” dedi, “ben de senin gibi olmak istiyorum.” Yıllar böyle geçip gitti. Oğulum önce ilkokuldan, sonra liseden, sonra da üniversiteden mezun oldu. Bu durumda, başka birçok baba gibi, benim de söylemem gereken bir şeyler vardı. “Seninle gurur duyuyorum oğulum” dedim. “Gel şöyle biraz oturalım, sana diyeceklerim var.” Başını salladı ve gülümseyerek: “Arkadaşlara sözüm var baba” dedi. “Sen arabanın anahtarlarını verebilir misin baba? Sonra görüşürüz, oldu mu?” Yıllar öylece gelip geçti. Emekli oldum. Artık bol bol vaktim vardı. Oğlum ise, başka bir şehirde iyi bir iş bulmuştu, orada yaşıyordu. Bir gün ona telefon ettim: “Eğer sence de uygunsa, hafta sonu buraya gel de hasret giderelim” dedim. “Sevinirim baba” dedi. “Bir bakayım, müsait bir vakit bulabilirsem, gelirim. Ama şu sırada çok yoğunum. Fakat seninle görüşmeyi ben de istiyorum, baba” dedi. “Peki, ne zaman gelirsin oğlum?” “Ne zaman olur vimliyorum, baba. Şimdi bir iş görüşmem var, ona yetişmem gerek. Sonra ararım seni. Geldiğimde birlikte güzel vakit geçireceğimizden emin olabilirsin.” Ve telefonu kapattığımda oğlumun çocukluk hayalini gerçekleştirdiğini anladım. Çocukluk hayalini gerçekleştirdiğini… Örnek aldığı babasına benzediğini… Büyüyünce tıpkı babası gibi olduğunu… İşte böyle, biz de, nasıl dağıldığımızı, nasıl paramparça olduğumuzu, bir gidenin bir daha yıllarca geri dönemediğini, evden kaçıp gidenleri düşündükçe kalbim duruyor, kafam zonkluyor. Sofya’da bir arkadaşım, “Arıcılık” kitabı tercüme etmiş. Herkesin anlayabileceği bir dille anlatırken, anlattığı aslında arıcılık değil, tek bir arının en büyük kovanda yaşasa bile bal yapamadığı, yapamayacağı gerçeği. Dağılan soylarımızın da eski gücünü kaybettiği, birbirini görmeyen gözlerin gitgide yabancılaştığıdır. Tek arılı bir kovan etrafında en güzel çiçekler de açsa, beş para etmez. Kovan ailedir, soydur, kültürdür, iş bölümüdür, gelenektir, hürmettir, kavgadır evet bir ailedir, bal gibi tatlı bir yaşayış biçimidir. Arıların çiçek polenlerini karıştırmadan toplaması, renkleri birbirine asla karıştırmaması, “buket bal” karışımının bizim icraatımız olduğunu düşünmek bile, yukarıdaki hikâyemize döndüğümüzde, şu koşuşturmalı yaşamda devamlı düzen bozduğumuza bir kanıttır. Devir dönüyor. Göçler bizi yurdumuzdan sökerken aslında bu devresel dönüşün kurallarını, zaman kesimini, ahlakını vs tamamen bozarak değiştirdi. Köy mezarlığına uğramayalı kaç yıl oldu? Kimsenin unutulmak için yaşadığına inanmıyorum. Herkesin her işinin değerli olduğuna inanmak istiyorum. Yeni bir yola açılmak hevesiyle yola devam, diyorum.
“Bir takım gizli maksatlar” ve “vazifeli ajanlar” Bayram zamanı Romanya Tulcea'da "Türk Çingeneler", 1912 civarı İlk Bulgar notasının hemen ardından, daha herhangi bir sınır krizi yaşanmadan evvel gazeteci ve Demokrat Parti Ankara milletvekili Mümtaz Faik Fenik, hükümetin de korkularına tercüman olarak şu satırları yazar: “Bulgaristan bu hareketi ile insan hakları beyannamesini tamamiyle ihlâl etmekte ve Türklere zulüm yapmaktadır. Bu hususta üç nokta hatıra gelebilir: 1- Bulgaristan bu tehcire, ya Türkleri tasfiye için başvurmuştur ki, bu düpe düz bir ırkçılıktır. Ve Hitlerin takip ettiği ‘Rasizm’in komünist sisteminde bir tezahürüdür. 2- Bu hareketle, Türklerden bir intikam almak arzusu görülmekte ve bu da şu aralık ayrıca bir siyasî manevra olarak kullanılmaktadır. 3- Veyahut bu 250 bin Bulgar Türkü içinde Türkiyeye geniş ölçüde komünist sokmak arzusunu gütmekte, ve bu arada masum Türkleri de ayrıca çok kuvvetli bir baskı altında bulundurmaktadır.”[9] Göç hareketinin başlamasının üzerinden henüz bir ay geçmiştir ki, 12 Eylül 1950 tarihli bir Milliyet haberine göre “Bulgar hükûmeti bir kaç gün evvel bir grup çingeneyi vizesiz olarak Türkiyeye göndermek istemiştir. Bunun üzerine alâkalı makamlar göçmen sıfatını taşımalarına rağmen vizesi olmayan bu grubu olduğu gibi Bulgaristana aynı trenle iade etmiştir. Bulgarlar bu defa aynı grupun üstüne bir misli daha ilâve ederek tekrar vizesiz olarak memleketimize sokmak istemişlerse de bu da geri çevrilmiştir.” Hatta “Bulgarların bir takım gizli maksatlarla tuttukları bu yol” Yunanistan’ın Bulgar sınırını ve Simplon (Şark) Ekspresi’ni 24 saatliğine kapamasına yol açar. Aynı gün, Başbakan Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Edirne milletvekili Rükneddin Nasuhioğlu’yla görüşmesinin ardından Edirne Valisi Emin Akıncı, “Memleketimize mültecilerle birlikte muzır unsurların da girmesi pek muhtemeldir. Bunlara karşı en önemli mesele vatandaşlara düşüyor. Vatandaşların gayet uyanık olmaları lâzımdır,” diye beyanat vererek açıkça halkı seferberliğe davet eder.[10] Cumhuriyet gazetesi ise “Göçmenler arasında bir takım vazifeli ajanlar bulunması ihtimali de daima göz önünde tutulmaktadır” diyerek, Edirne’de Bulgaristan’dan gelmiş “700 ü mütecaviz kıpti” bulunduğunu, “esas göçmenevinden 300 metre kadar uzakta bir binada muhafaza altında” tutulduklarını bildirir.[11] Bu arada “hemen hemen ekserisini Bulgar çingenelerinin teşkil ettiği” vizesiz göçmenler sınıra gelmeye devam eder, bir kısmı anında geri gönderilirken iadesi planlanan vizesiz Romanların sayısının 1100’e ulaştığı belirtilir.[12] Bulgaristan’ın 22 Eylül 1950 tarihli ikinci notası hakkında da bir başyazı kaleme alan Mümtaz Faik Fenik “bir takım iğrenç politika manevraları” olarak nitelediği gelişmelere dair, daha önce dile getirdiği tahminlerini detaylandırır. Fenik’e göre Bulgaristan’ın gayeleri arasında “Bir takım kızıl ajanları da memleketimize sokarak, beşinci kolu faaliyete geçirip, tahrikler yapma”nın yanında “Müstahsil olmıyan bir takım kıptileri, bu arada Türkiye’ye göndererek bizim başımıza belâ etmek” de vardır.[13] Selim Ragıp Emeç de aynı minvalde, “Bulgaristanı terketmek isteyen halis Türk unsurunun içine Bulgarlar tarafından hususî maksatla sokulan bir takım komünist elemanları, fırsattan istifade memleketimize geçirmek istediklerinden emin bulunmaktayız. (...) Rus bolşeviklerinin emrinde oldukları ve memlekete tezyir yaymak için geldikleri şüphe götürmiyen çingenelerle belirsiz kimseleri yüzgeri etmekle çok doğru hareket etmiş bulunuyoruz” diye yazar.[14] Bu arada “Hükûmetimizin Kıpti dâvasındaki azimli hareketi karşısında Bulgarlar, Türk-Bulgar hududunun Kapıkule yakınlarında Bulgar topraklarında derinlemesine olarak binlerce çingene” yığdığı, asıl amaçlananın “umumî bir göçmen akını esnasında, hususî surette yerleştirilmiş olan ve her biri bir Bulgar ajanı bulunan bu çingeneleri göçmenler arasında yurdumuza sokmak” olduğu bildirilir. 6 Ekim 1950’de Bulgaristan’dan gelen trende 97 Roman daha bulunmaktadır. Edirne’deki yetkililer geri göndermeye çalışmışsa da Bulgaristan onları kabul etmemiş, tren Yunanistan’ın Bulgar sınırındaki Dikea istasyonunda gecelemek zorunda kalmıştır. Bu son olayın ardından Türk hükümeti 7 Ekim’de Türkiye-Bulgaristan sınırını kapatma kararı alarak[16] Bulgaristan’a vizesiz şahısları ve Romanları geri almak için 10 Kasım’a kadar mühlet verir,[17] ama bu esnada trenden başka vasıtalarla ve geçerli vizelerle gelen göçmenlerin kabul edileceğini açıklar. [18] Yeni İstanbul gazetesi sınırın kapandığını duyururken Bulgaristan’ı topa tutmaktan, bunu yaparken de Romanları töhmet altında bırakmaktan kaçınmaz: “250 bin ırkdaşımızın 3 ay gibi pek kısa bir zaman içinde Türkiyeye kabul edilmesini isteyen Bulgar notasının bu çelimsiz Rus peyki devletin hariciyesinden ziyade Kremlin tarafından kaleme alınmış olduğu zaten bilinmekte idi. Vakarlı ve katî bir lisanla yazılmış olan Türk notasının Bulgarlara kâfi bir ders olacağını tahmin eden Türkler son notaya hâkim olan küstahça edaya ve onu takip eden hudut hâdiselerine bakarak dersin yeter derecede tesiri olmadığı kanaatine varmıştır. (...) Bulgarlar (...) mahiyetleri meşkûk çingeneleri vizesiz olarak akın akın Türkiyeye göndermeye devam etmek istemişlerdir. (...) Türk Hükûmeti vize verilmeden şüpheli maksatlarla hudutlarımıza sokulmak istenen haymatlosları katî surette kabul etmemek kararında olduğunu son hudut kapatma kararı ile bir kere daha ispat etmiştir.”[19] Bulgaristan Ahtopol'de göçebeler, 1949 Erken Cumhuriyet nüfus ve iskân politikalarını “Balkanları tükenmez bir Türklük ambarı farzedip kapılarımızı açtık ve gelişi güzel herkesi (Evlâd-ı fâtihan) diye içeri aldık” sözleriyle eleştiren, Avrupa göçmenleri yerine Ortadoğu’daki Türkmenlere yönelinmesi gerektiğini savunan İsmail Hami Danişmend ise sınırın kapatılmasına istinaden “nihayet Bulgar hükûmeti çingene sürülerini bile Türk diye hudutlarımızdan içeri salmıya başlayınca aklımızı biraz başımıza toplar gibi olduk” diyordu.[20] Türk ve Bulgar yetkilileri sınırın iki aya yakın bir süre boyunca kapalı kalmasının ardından bir anlaşmaya varırlar. Mutabık olunan koşullar, giriş vizesi uygulamalarına ilişkin hükümlerin yanı sıra “Evvelce Bulgaristandan vizesiz gelmiş olup hâlen Edirnede bulunan ve çingene oldukları anlaşılan 67 aileden 360 nüfusu”n geri alınması taahhüdünü de içermektedir.[21] 28 Eylül tarihinde zikredilen 1100 sayısıyla aradaki farkı oluşturan 700’ü aşkın kişinin akıbeti ise meçhuldür. Türk-Bulgar sınırı 2 Aralık 1950’de açılmış, kriz –şimdilik– çözülmüştür çözülmesine ama, bu sefer de sınırdan alındığı iddia edilen bir haber gazetelere yansır. “Pençe” mahlaslı, kaleminden kesif bir ırkçılık damlayan bir yazarın köşesinde, 1950 Ağustosundan o yana dillerden düşürülmeyen “gizli maksatlar” artık şüpheden ibaret olmayı aşıp bizzat Romanlarda vücut bulmuştur adeta:
Bulgaristan Türklerinin Sesi 5
Neriman E R A L P O Sizi Tespih Boncuğu Gibi Dizer Konu: Kıskançlık bir hastalık mıdır? Bir tanıdığım ve sevdiğim. İsminin açıklanmasını istemeyenlerden, bir deneme göndermiş, diyor ki: Uç… her şeye rağmen dene. Bin kere düşsen de yere. Yine dene… Bir gün sen de Öğreneceksin uçabilmeyi. Kısa bir yaşam seninki Ve başkaları karar veriyor senin adına. Hangimiz öyle değiliz ki? Ama vazgeçme uçmayı denemekten Bir gün sen de alacaksın beyaz bulutları altına Uç… Her şeye rağmen dene. Bin kere düşsen de yere. Yine dene…
Şiiri okuduktan sonra, gönderenin ne demek istediğini çözmeye çalışırken, (T haber net. bg.) sitesinde yazar İsmet TOPALOĞULU’nun “Unutulmaz şairimiz Nuri Turgut ADALI” yazısını ve ekinde çıkan 19 yorumu okudum. Güzel bir yazı, kaleminize sağlık, sizi kutluyorum İsmet Bey. Bir nebzecik de, olsa rahmetlinin Bursa’da olağanüstü ilgisiz karşılanmasına da değinseydiniz. “Bal Göç” yönetiminin, 23 yıl hapiste çürütülen bir kahramana ilgisiz kalmasını anlatsaydınız. Türklük için yanıp tutuşan bu şairimizi Mestanlı’ya döndüren içsel boğuşmaya da azdan aza değinseydiniz. Dikkatinizi çekerim, Mestanlıya döndükten sonra şairimizin ruhu karardı. Yeni iki satır yazamadı. 23 yılını verdiği hürriyet Türkler için çehresizdi. Tablonuzda farklı renkler aradım… Mestanlı Belediye yetkililerinin şairi 150 yıllık baba evi harabeliğinden çıkarıp el uzatmaları iş, daire ve belediye yemekhanesinde sıcak yemek… Birkaç ay da olsa sıcak ilgi! Bunu da yapan daha sonra Bulgaristan’da ilk Türk Cumhurbaşkanı adayı olan Sali ŞABAN idi, işte ilk Türk Cumhurbaşkanı adayı olmayı bu davranışı ile hakketmişti. Fakat yönetime HÖH gelince! Yani yönetim değişince ellindeki baston ve sırtındaki kamburla yine sokakta! Bu tüm yazar, şair, ressam vb sanatçılarımızın ortak kaderidir. Bu tavrın ardında “Bulgaristan Türk kültürüyle işim yok!” küstahlığı var. Vurguladığınız ölüm tablosu, kimsesizlik, büyük şairin feci sonu ayrı bir trajedi. Bir halkın şair ve yazarlarına sahip çıkması için önce edebiyatına sahip çıkması lazım. Bu ise sanat bilinci denen boyutta yaşayan başka bir şey. Yıllar sonra Türkiye’de ve Bulgaristan’da dikilen anlamlı anıtlar. Kurulan çeşmeler. Düzenlenen anma törenleri ve geçen sene verilen devlet nişanı vs bunlar da işin püskülü… Bir şair nasıl yaşar? Şiirleri şarkılaşınca, değil mi? Anma törenlerinde nutuk değil, öğrenciler şiirlerini okudukça, şarkılar gönüllere dolup taşarken… HÖH / Hak ve Özgürlük Partisi Bulgaristan Türkleri Edebiyatının orta direği olan şair Nuri Adalının toplu eserlerini 100’er sayfalık 10 cilt, el kitabı vb halinde bastırıp, hiç olmazsa anma törenlerine gelenlere birer nüsha dağıtmayı gelenek haline getirse, yine de olaya bakış açımız değişirdi. Eli kalem tutan genç ressamlara şiir şarjlarını yapmaları havale edilse, ne güzel olurdu. Değerli olan hem geçmişe hem de geleceğe hitap edendir. Türk ressam Abedin Dino’ya Paris merkezindeki küçük bir parkların birinde dikilen görkemli anıtta, 50 yıl önce Nazım Hikmet’in tüm eserlerinin Sofya baskısında “İnsan Manzaraları” destanına yaptığı şarjları bronz figürler halinde hayat buldu. Hücrede yatmayan karanlığın zifiri rengini bilmez. O kadar karanlıkta Nuri Adalı gibi aydınlığı yaşatanları anlayamaz. Onun için okunan Adalıyı çizip yaşatmak lazım. Sofya’da çıkan “SABAH” gazetesi onu, en büyük okyanusun en deli dalgalarının çarptığı bir deniz fenerinin içine kapanmış ve parmaklıklara sarılmış aydınlık arayan bir mahkûm olarak çizmişti. Ne yazık ki, şu cahil güruh Bulgaristan Türk ailelerinin evlerinde bir tek Türkçe gazete ve kitap olmaması konusunda sanki yemin etmişler. Okurlarınızın Sayın İsmet Bey, daha doğrusu takipçilerinizin paylaştıkları görüşlere gelince, olumlu ve olumsuz enerji taşıyan tipler olarak, müsaadenizle onları ikiye ayırmak istiyorum. Olumsuz enerji yüklü olanlar, ruhu kararmış tipler gibi nitelendirirsek, gökten yıldız düşse, onların negatif tutumu değişmeyecektir. Bizim 1200 okulumuz kapanmış 720 Türkçe öğretmenimiz dersten, köyünden, şehrinden ve memleketinden kovulmuş, onlar “hareket” ve harekât” kakasıyla ateş yakmaya çalışıyorlar. Bilenleri kıskanacak kadar küçük düşmek ne garip… Tolstoy gibi çok kalın kitaplar yazıp bu tiplerin kafasına vura vura hepsini paralamak, belkide, Bulgaristanlı Türk aydınların son kuşağı olan bizlerin, fazla zorlanmadan yapabileceğimiz en hayırlı iş olacaktır. Ben bu tiplere “cam gözlüler” demek istiyorum. Çünkü dünyada olup biteni ters gördükleri için, yaratan onların gözlerini bir gece uyurken almış ve yerine iki kara cam göz takmış. Ve onlar şimdi ne hafızalardaki geçmişi ne de bugünü veya yarını görebiliyorlar. 19 yazıda Bulgaristan Türklüğünün onuru şair Adalı hakkında dört satır yok. Hiç birinin şairin bir tek şiirini okumadığı hemen seziliyor. Sorsan hepsi onunla birlikte “Belene Ölüm Kampı”nın 4. barakasında kalmışlardır. Nuri ağabey kendilerine gece boyu şiir okumuştur. Tuna’nın gece uğultusunda birbirlerine sokulurken şiirler yüreklerini ısıtmıştır vs. vs. Gerek Türkiye’de gerekse Bulgaristan’da hanginiz bir sınıf odasına girip çocuklara “Belene Ölüm Kampı” hatıraları anlat-
tınız? Cevap: Hiç birimiz…Soruyorum: “Nasıl deneyecek uçmayı şu afacanlar?…” Hele bazıların cam gözlerine kara boya çalınmış. Yazar Topaloğulu’nun ulusal şairimiz Adalı’yı anlatan yazını okurken onlar hep BULTÜRK Balkanı, soydaşlarımızın Osmanlı Ocakları Başkanı, Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi ve www.bghaber. org sitesi imtiyaz sahibi vb. Sayın Rafet Ulutürk kardeşimizi düşünüyor olmaları gariptir. Hepsinin başı Rafet Beyle dertte… Onlar sanki “DS” ya da “DANS” tarafından maaşa bağlanmışlar. Belki de Sofya’dan aldıkları emekli maaşlarına özel birkaç yüz levacık eklenmiş gibi bir tavır alıyorlar. İşleri kıskandıkları Rafet Ulutürk’e kuyu kazmak. Onun yaptığı her şey kötü. Doğru ve haklı olan hep onlar, boş boş eleştirenler, tatminkarsızlar, köylü keleşler. Bir de şu var, Sofya’dan aldıkları emekli maaşları HÖHDPS liderliğince her ay yemleniyor olabilir. İsimlerini gizleyen bu şerefsizler, herhangi birimizin, yukarıdaki şiirde dendiği gibi, “uçmayı denememize” bile karşı çıkıyorlar. Uçmak isteyenlerimizin kanatlarını kesen onlardır. Birimiz birazcık başarılı olsak hemen kuduruyorlar. Bulgaristan’da Türkçe kitap basılmasına izin vermeyeceklermiş. Halkımıza ana dilde kültürel hizmet sunulması hepsini çıldırtıyor. Türk dilinde çıkan doğru dürüst bir analiz yazısına, bir öyküye bile tahammülleri yok. Gazetelerin yazdığına göre, 2003’te kurulan BULTÜRK derneğimizden önce var olan İstanbul / Çemberli Taş Merkezli Kültür Derneği’nin başkanı Çavuş “ikili ajan”imış, ondan sonra aynı göreve atanan İsmet Bey de “ikili ajan” olduğu açıklandı. Balkan Türkleri Derneği yok oldu onunla birlikte Bulgaristan Türkleri de yok oldu artık merkezleri kalmadı. Ondan sonra istanbul’da BULTÜRK Derneğini başarıyla yöneten, Osmanlı Ocaklarını soydaş mahallerinde tütmeye başlatan, dürüst, saygın, becerikli ve başarı yolunu açma yeteneğine sahip bir kişi çıktı ve Sayın Rafet Ulutürk’e aç keneler gibi saldırmaları bu yüzdendir. “Kravat takıyormuş, takım elbise giyiyormuş, içtiği kahveyi kendisi ödüyormuş”… Size ne! R. Ulutürk Bey Türkiye vatandaşı olarak tüm insan ve soydaş haklarına en az sizler kadar sahip olan biri değil mi? Yoksa kimin nasıl yaşayıp nasıl çalışacağı sizden mi soruluyor? Belediyelerde, Bakanlıklarda ve Cumhurbaşkanlığında ilgi hak etme uzun bir yol yürümeden, dürüstlük kanıtlanmadan mümkün olamaz…İnsanın aynası boyu değil, işidir. Ne yazık ki, cam gözlüklülerin bunu görebilmesi asla olanaklı olamaz. Bu tipler, Sofya’ya gidip sorup soruşturmuşlar. R. Ulutürk adında bir Bulgar ajan dosyası araştırmışlar, bulamamışlar. Bulgar İç İşleri Bakanlığı hafiye arşivinde özel arama yaptırmışlar, oradan da bir şey çıkmamış. Bu gerçekler, soydaşların yüzünün gülmesine, örgütlenmelerine, artık “uçmaya hazırlanmalarına” engel olmaya çalışanların içini iyice kemiriyor. Düşman aramızda ve içimizdedir. İnsana yakın olan biri de, en büyük düşmanı olabilir. Olay budur! Son dönemde, Rafet Bey etrafında dolaşan kıskanç hafiyeleri erken sezdi. BULTÜRK yönetim kurulu üyelerinden bazılarını tavsiye etti. “Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi” köşe yazarı bir daha değerlendirildi. Derneğin güçlenmesine pranga vurmaya çalışanlara yol gösterildi. Yolun dik olduğunu görenler davadan kendileri vazgeçti. Halkı bilinçlendirmek devrim yapmaktan çok daha önce yapılması gereken zor ve uzun zaman isteyen bir iştir. Bu iş genelde en az üç nesil sürer de, Türkler kimlik davasında bilinçle değil, hisleriyle davrandıkları için zafer çok yakındır. Yuvasında kalan kuş yüktür, yükseklik korkusu olanları anneleri yuvadan iter. Kanat açınca uçtuklarını fark ederler. Eksiklerimiz cesaretimiz ve özgüvenimizdir. Hepimiz uçacağız! Rafet Beyin Filibe Müftülüğü’nde Vakıf müdürü olarak görev almış olması ve bazı cami onarım işlerine ödenek bulması, ne yazık ki, savmayan bir yara halini aldı, görüldüğü üzere bugün de kaşındıkça kaşınıyor. Fakat daha o zamanlarda Türk-İslam Eserlerini Koruma araştırma vakı – UFUK Vakfını kuran da o olmuştu. Osmanlıdan kalan tarih ve sanat eserlerimizi yaşatmak öz davamız oldu. Mahkemeler devam ediyor. Bu davada başarılı olmamız için çok güçlenmemiz gerekiyor. Karşımızdaki güçler Müslüman dünyası bunalımlarından yarar sağlamaya çalışıyor, yeni saldırılar için fırsat gözlüyorlar. Bu noktada Rafet Beye dil uzatılması doğrudan doğruya kıskançlık, hainlik ve küstahlıktır. Günümüze kadar, bir Bulgaristanlı Türkün Bulgar istihbaratına hizmet etmiş olması en büyük yüzkarası ve suçtu. Sanki söz konusu şahıs Rafet Bey olduğunda kıstaslar, yargı değerleri değişiyor ve onun böyle bir alçaklık yapmamış olması neredeyse suç olarak gösterilmeye çalışılıyor. Yukarıdaki şiirde bu işlere “başkaları karar veriyor” dense de, alçaklığın şu seviyesi insanı düşündürüyor. Ben artık, kanatlanıp uçmayı denememizi engelleyen saldırıların hep aynı düşmanlık ininden geldiğine inanıyorum. “T haber net bg” sitesine katılanların yüzleri bugün görünmese bile, şairin “bir gün sen de alacaksın beyaz bulutları altına” dediği gibi, gerçekler mutlaka gün yüzüne çıkacaktır. Biz artık HÖH partisinin gerçekçi yayın yapan soydaş gazetelerine karşı yazı yazan, replikte bulunan, elektronik yayınlarda olayları tersyüz göstermeye çalışan kadrolar atadığını haber aldık. Onları korkutan Başkan Rafet Ulutürk’ün soydaşlarımızın gönlüne giden yolu açması, herkese hizmet davasında git gide daha büyük başarı elde etmesi; Osmanlı Ocaklarıyla Türklüğü yeni bir bilinç olarak uyandırması ve birbirlerine ısınırken hedef birliğinde kenetlenerek yüreklenmemizin yeni ajanları iyice rahatsız etmeye başlamış olmasıdır. Aklınızda olsun, halk kitlelerini ardına alan Başkan Rafet Ulutürk sizi tespih boncuğu gibi dizecek kabiliyet ve güce sahiptir. Uç… Her şeye rağmen dene. Bin kere düşsen de yere. Yine dene…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Moskova Merkez Cami’nin Açılışında Bilhassa Suriye, Irak, Mısır, Libya, Yemen gibi yakın çevremiz ile bu bölgelerden kaçan insanların yöneldiği Avrupa sınırlarında tüm insanlığı utandırması gereken hazin manzaralar yaşanıyor. İnançları, kökenleri ve bölgelerinin ötesinde insanların bizatihi bu sıfatla sahip oldukları haklardan dahi mahrum bırakıldıklarını görmekten dolayı üzüntülüyüz. Akdeniz’de, Ege’de ölen, mağdur olan, zarar gören insanlığın vicdanıdır, insanlığın ta kendisidir.” “Ortadoğu’daki ateşi iyilikle, adaletle, vicdanla söndürmeye çalışmalıyız” Rus yazar Tolstoy’un “Hayatta en önemli uğraş iyiliktir” sözüyle Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyaya, devletlere ve halklara seslenen Erdoğan, “Tolstoy, başka bir hikayesinde, ‘Art niyetle yakılan ateşin, o evle birlikte tüm köyü de yok edebileceğini’ söylüyor. Bölgemizde yaşanan hadiselere de bu açıdan bakmalıyız. Ortadoğu’daki ateşi, orada yaşayan insanların kendi tarihi, kültürel, sosyal gerçeklikleri çerçevesinde iyilikle, adaletle, vicdanla söndürmeye çalışmalıyız. İşte biz bunun için Irak’tan, Suriye’den sınırlarımıza gelen 2 milyon mağduru hiç tereddüt etmeden kabul ettik. Bunun için 4 yıldır bu insanlara her türlü yardımı yapıyor, onları ülkemizde barındırıyoruz. Mülteci sorununun çözümü, sınırları kapatmaktan veya bu insanları denizlerde ölüme terk etmekten değil, ülkelerini onlar için yeniden yaşanabilir yerler haline dönüştürmekten geçiyor” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin tarih boyunca farklı inançlardan insanların hoşgörü içinde bir arada yaşadığı ülke olduğuna dikkati çekti. Erdoğan, şunları kaydetti: “İstanbul başta olmak üzere pek çok şehrimizde camiler ile kiliseleri, havraları yan yana görebilmek mümkündür. Birlikte yaşama tecrübesi konusundaki zenginliğimiz Türkiye ile Rusya’nın önemli bir müştereğidir. Bugün açılışını yapmak üzere bir araya geldiğimiz Moskova Merkez Camisi bunun en son ve en somut örneklerinde biridir. İstanbul ve Antalya başta olmak üzere ülkemizde yaşayan on binlerce Rus vatandaşını, inanç özgürlüğü başta olmak üzere her bakımdan kendi vatandaşlarımızdan ayrı tutmadığımızı özellikle belirtmek isterim. Biz onları ülkemizde misafir ediyor olmaktan dolayı memnunuz. Moskova’da ve Rusya’nın çeşitli bölgelerinde yaşayan çok sayıda vatandaşımızın, soydaşımızın ve dindaşımızın da aynı duygular içinde olduğuna inanıyoruz. Avrasya’nın iki kadim kültürünün temsilcileri olarak bizim ortaya koyabileceğimiz samimi işbirliği ve dayanışma, kendi halklarımızla birlikte tüm dünyanın da hayrında sonuçlar doğuracaktır. Bu duygularla açılışını yaptığımız Moskova Merkez Camisi’nin Rusya Müslümanlarına, Rusya’daki tüm dost ve kardeş topluluklara, İslam alemine hayırlı olmasını diliyorum. Yapımındaki himayeleri sebebiyle değerli dostum Sayın Putin’e özellikle teşekkür ediyorum.” “İslam Rusya’nın ayrılmaz bir parçası”
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de İslam’ın Rusya’nın “ayrılmaz bir parçası” olduğunu belirterek, Müslüman kanaat önderlerinin barışın ve toplumsal anlayışın gelişmesine önemli katkı sağladığını söyledi. Açılışı yapılan caminin farklı dinleri bünyesinde barındıran Rusya’ya yakışır bir eser olduğunu ifade eden Putin, başta Türkiye ve Kazakistan olmak üzere cami inşaatına katkıda bulunan herkese teşekkür etti. İslam’ın Rusya’nın “ayrılmaz bir parçası” olduğuna vurgu yapan Putin, Müslüman kanaat önderlerinin, Rusya’da barışın ve toplumsal anlayışın gelişmesi ve aşırılıkla mücadeleye önemli katkılarda bulunduğunu söyledi. Putin, “Hayır yolunda yarışın” ayetini örnek verdiği konuşmasında, “Rusya her zaman çok dinli ve çok milletli bir ülke oldu. Rusya’nın bu yapısı bizim gücümüzü bir araya getiriyor” diye konuştu. Aşırıcılıkla mücadelenin, dinin siyasi amaçlar için kullanılmaya çalışıldığı bu dönemde daha da önem kazandığını kaydeden Putin, Müslüman gençliğin İslam dininin özüne göre yetiştirilmesinin önemine vurgu yaptı. Putin, terör örgütü DAEŞ’in ideolojisinin “çarpıtılmış yalanlar üzerine kurulu” olduğunu belirterek, Rusya Müslümanları dini liderlerinin bu tarz propagandalara karşı “cesurca ve erkekçe” karşı koyduğunu ifade etti. Abbas’tan dünya kamuoyuna Mescid-i Aksa çağrısı Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da Filistin halkı adına Moskova Merkez Camisi açılışında bulunmaktan memnuniyet duyduğunu söyledi. Abbas, Moskova Merkez Camisinin, mimari özellikleri açısından Moskova’nın sembol yapıları arasına gireceğini ifade etti. Abbas, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik ihlallerine değinerek, dünya kamuoyuna Kudüs’teki kutsal mekanların korunması çağrısında bulundu. Müslümanların, Mescid-iAksa’ya gitme ve orada ibadet etme hakkı olduğuna vurgu yapan Abbas, İsrail’in Mescid-i Aksa’nın statüsünü değiştirmeye yönelik faaliyetlerini kınadıklarını söyledi. Moskova Merkez Camisi Rusya’nın başkenti Moskova’da Rusya Müslümanları Dini İdaresi tarafından inşa ettirilen caminin iç dekorasyonu Klasik Osmanlı sanatı üslubuyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfınca yaptırıldı. Aynı anda 10 bin kişinin namaz kılabileceği caminin kubbe yüksekliği 46, minarelerinin uzunluğu ise 81 metre.
6
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bulgaristan’da bulunan Malkoç Bey’in türbesi restore edildi
Akıncı bir sülale olan Malkoçoğulları sülalesinin soyatası olan Malkoç Bey, Sultan I. Murat ve Yıldırım Beyazid zamanının komutanlarındandır. 1389 yılında 1.Kosova savaşında sağ cenah okçu kumandanı olarak savaşmış bu savaşta oğlu Mustafa Bey de sol cenah okçu kumandanı olarak görev yapmıştır. Tarih sayfalarında bu savaşta adı Hamidoğlu Malkoç olarak geçmiş olan Malkoç Bey’in Hamidoğulları Beyliği’nin komutanlarından olduğu Hamidoğulları’nın Osmanlı Devleti’ne ilhakıyla Osmanlı Devleti’ne hizmete devam eden beylerden olduğu düşünülmektedir. 1396 yılında Niğbolu Savaşı’nda da Türk Ordusu’nun sol kanadında komutan olarak görev yapmıştır. Padişah I. Beyazid (Yıldırım) Han, Avrupa devletlerinin oluşturduğu yüz bin kişilik Haçlı Ordusu karşısında altmış bin kişilik Türk Ordusu’na kumanda ederek yaptığı Niğbolu Meydan Savaşı’nı 25 Eylül 1316 tarihinde kazanmıştı. Bu savaşta, Türk cephesinin sol kanadında, akıncı Malkoçoğlu ailesinin atası, kumandan Malkoç Bey, büyük kahramanlıklar gösterip Padişah Yıldırım Beyazid’in takdirlerini almıştı. Malkoç Bey’in türbesi şu an Bulgaristan Sevlievo bölgesi Burya köyündedir. (eski adıyla Malkoçova). Restorasyon çalışması 1-12 Temmuz 2015 tarihleri arasında yapılmıştır.
Restorasyon süreci ve aşaması: mümkün olduğu kadar aslına sadık kalmaya çalıştık. Kesme taşlardan olan çatı kiremitle değişti. Gerekçesi: taşlar gereksiz bir ağırlık yapıyordu. Taşları indirip, çatıyı sökerken çatı arasında domuz kafatasları ve derileri beni çok üzmüştü. Çatı tamamen söküldü ve her şeyiyle yenilendi, daha sonra türbe içine girdik. Duvarlara sıva ve boya, içeride yerlere yeni fayans döşeme, yeni bir giriş kapısı. Türbenin cam çerçeveleri de yoktu. 6 adet ahşap kapak olan cam çerçeve yerlerine, plastik doğrama koydum (sebebi içeriyi mümkün olduğu kadar temiz tutmak) Ahşap kapakları da yenileyip boyadım. Sökmeye kıyamadım. Bazılarının üzerlerinde çok eski ay yıldız çizimleri vardı. Bunları da muhafaza ettim. Aynı şekilde kapı yanı ve eşiğini aydınlatması için yapılan duvardaki oyuğu küçük camla kapattım. Dışarıdan içeriye herhangi bir hayvan ve haşeratın girmesini mümkün olduğunca engellemek için. Dahası, içeride Malkoç Bey’in çok eski, kısmen yanmış (mumlardan ötürü) bir tac- şerifi vardı. Bunu temizleyip, cam fanus içine aldım ve duvarda bulunan iki adet mumluk oyuntusunun içine sabitledim. Duvarlardaki eski taş işçiliğini bir nebze olsun göstermek için, içeride iki yerde çerçeve şeklinde yerleri sıvamadım taşlar ve işçilik gözüksün diye. Belki bizden sonrakiler yapıyı merak eder inceler diye böyle bir şey yapmaya karar verdim. Çok eski iki adet su testisini güzelce temizledim
ve diğer mumluk oyuntusunun içine bıraktım. Üzerlerinde harika desen ve boyamalar var. Tam bir el emeği. Eskiden ne zanaatkâr ve sanatkâr milletmişiz. Kapı ve kiriş üstlerindeki ağaç kirişleri zımparalayıp vernikledim. Aynı şekilde; dışarıdaki, girişteki payandalar, içerideki çatıyı tutan ahşap omurgalar hepsi zımpara ve verniklendi. Tabut! Kayından yapılma çok ince fakat esnek ve sağlam. Güzelce zımparaladım sonra yeşil yağlı boya ile boyadım. Yerde, tabut etrafındaki tuğlaları güzelce tamir edip temizleyip boyadım. Tabut örtüsü, yeni tac-ı şerif ve duvarlara asılacak dua çerçevelerini hepsini Türkiye’den oraya taşıdık. Kafa tarafı ve ayakucu taşları: köylülerin söylediğine göre, bunlar çok eski Roma kalıntılarından buraya taşınan taşlar. Bunları da güzelce temizledim. Tac-ı şerifin konulduğu ağaç kütüğü de(mumlardan kısmen yanmıştı) güzelce temizleyip boyayıp kafa tarafındaki taşa sabitledim. Tüm bunlarla meşgul olurken, diğer yandan da malzeme satın almaya 40 km uzaklıktaki Sevlievo’ya (Selvi) gidip geliyordum her gün ve bazen de 2-3 kez. Sabah saat 7.30 da başlayıp akşam 8’e kadar çalışıyorduk. İnce işçiliklerle bizzat ben uğraşmıştım, kimseye el sürdürtmüyordum. Çatıdaki kesme taşlardan iki tane seçtim. Birinin üstüne Malkoç Bey Türbesi yazıp, ay yıldız çizdim, diğerinin üstüne de ustalarımın ve kendi adımı yazıp, duvara yapıştırdık. Dua çerçevelerini duvarlara astık.
Bulgaristan’ın yeni Ankara Büyükelçisi Nadejda Neynski
Türkiye ile Bulgaristan Arasında Gençlik Zinciri” Projesi
Bulgaristan’da faaliyet gösteren Türk ve Bulgar iş adamlarını birleştiren Türk-Bulgar Sanayi ve Ticaret Odasının (TBSTO) ev sahipliğinde başkent Sofya‘da düzenlenen bir çalışma yemeğine katılan Neynski, Ankara‘da yapacağı görevin önceliklerini açıkladı.Türkiye ve Bulgaristan‘ın arasındaki ekonomik ilişkilerinin önünde bugüne kadar değerlendirilmemiş büyük bir potansiyel gördüğünü belirten Neynski, şunları kaydetti: “Bu yeni görevimi profesyonel bir sınav olarak görüyorum. GeçmişteBulgaristan‘ın dışişleri bakanı olarak komşu Türkiye ile karşılıklı temasları en üst düzeye çıkartmaya çalıştım. Eski mevkidaşım İsmail Cem ile birlikte oldukça verimli bir işbirliği yaptık. Ortak çıkarların birleştiği konular kolayca ön plana çıkarılabilir. Bu toplantıyı ikili ilişkilerde yeni bir başlangıç olarak görüyorum. Ekonomi alanında ikili ilişkilerin gelişmesi için elimden gelen her şeyi yaparım. AB üyesi olan Bulgaristan, bir yatırım alanı olarak Türk iş adamlarının önünde yeni fırsatlar yaratabilir. Son derece iyi olan BulgaristanTürkiye iş ilişkilerindeki yasal sorunları ortadan kaldırmamız gerekiyor.”Büyükelçi Neynski, TBSTO üyelerini tek tek dinledi ve kendisine verilen bilgileri BulgaristanHükümeti üyelerine aktaracağını söyledi.
şılması halinde Türkçe dersinin seçmeli olarak okutulduğunu ifade en Acar, “Bu durumda da İngilizce, Fransızca gibi farklı bir dili öğrenme imkanı sağlayacak dersi seçememe sıkıntısıyla karşılaşmaktadırlar. Bu temel sorunu çözmek, anadillerini sahiplenmelerini, geliştirmelerini sağlamak;
Türk kültürüyle bütünleşebilme, tarihsel ve kültürel etkileşimlerle, Türk kültürünü sahiplenme duygusu kazandırmak amacıyla BFG tarafından bu proje hayata geçirildi” diye konuştu. Öğrenciler, İznik Kaymakamı Ali Hamza Pehlivan ve Belediye Başkanı Osman Sargın‘ı da ziyaret etti.
İşin en başı; nasıl oldu da orayı buldum? İzinler? Gidip gelmeler… Her şeyi bir kenara bırakıp, Şubat 2015 dehşetli bir kışında, arabam ile Şipka Geçidi’ni tırmanıp kendimi bir anda köyde buluverdim. Bomboş, hemen hemen hepsinin yaşlı olduğu ve yaklaşık 30 kadar Türk’ün yaşadığı Burya’daydım. Hemen türbeyi bulup, bir an önce görüp kavuşmak istedim. Köyün en hatırı sayılır Mümin (Mutishev) amca ile tanıştım. Kendisi beni Veliko Tarnovo müftüsü ile telefonda konuşturdu. Daha önce de pek çok kişi gelmişti ziyarete ve aynı vaatlerle. İki ülke kültür bakanları ve politikacılar, çeşitli ziyaretçiler… İzin süreci… Sağ olsunlar Bulgaristan’da tanıdığım birkaç kişi vasıtasıyla yerel yönetimden ve çeşitli kurumlardan bir sürü arama, gerekçe izah etme ve yapılacak işleri güzelce anlattıktan sonra artık ben de o köyün bir kayıtlı sakiniyim ve yenileme iznim var…
Başbakanlık Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının desteği, Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu (BGF) organizasyonuyla Bulgaristan‘dan 30 öğrenci, “Türkiye ile Bulgaristan Arasında Gençlik Zinciri” projesi çerçevesinde, İznik ilçesine geldi. Bulgaristan‘da Türkçe’yi seçmeli ders olarak tercih eden öğrenciler, 1-13 Eylültarihlerinde Çanakkale, İzmir, Manisa, Bursa, Yalova ve İstanbul‘da eğitim seminerleri ve kültür gezilerine katılacak. Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği (BAL-GÖÇ) İznik Şube Başkanı Serkan Acar, yaptığı açıklamada, Bulgaristan’daki eğitim sistemi nedeniyle Türk ve Müslüman öğrencilerin okullarda kendi dil ve kültürlerine ilişkin eğitim alamadıklarını söyledi. Sadece belirli öğrenci sayısına ula-
Bulgaristanlı Türk Öğrenciler Vali Bektaş’ı Ziyaret Etti Balkan Türkleri Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu’nun Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından desteklenen “Türkiye ile BulgaristanArasında Gençlik Zinciri Projesi” kapsamında Bulgaristan‘dan Manisa‘ya gelen öğrencilerManisa Valisi Erdoğan Bektaş‘ı makamında ziyaret etti. Ziyarete Manisa Balkan Göçmenleri Derneği Başkanı Mustafa Kader, İzmir Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği Proje Koordinatörü Gülseren Bilgiç, Kırcaali Ömer Lütfi Derneği Başkanı Seyhan Mehmet ve Bulgaristan‘dan gelen proje yetkilileri ile 30 genç katıldı. Ziyarette konuşan Manisa Balkan Göçmenleri Derneği Başkanı Mustafa Kader, “Bulgaristan’daki Türk çocuklarının Türkçeyi ve Türk tarihini daha iyi öğrenebilmeleri ile ilgili bir Proje. Dış Türkler Akraba Toplulukları ile yapılan bir proje. Projenin içerisinde ayrıca Manisa Balkan Göçmenleri Derneği, İzmir, Bursa ve İstanbul BALGÖÇ Dernekleri de yer alıyor. İzmir‘den başlayan gezi Manisa, Bursa, Kocaeli ve İstanbul‘da sonuçlanacak. 13 günlük bir program, özellikle lise son sınıf ve üniversitede okuyan Türk çocuklarının Türkçe’yi
daha iyi öğrenmeleri, geliştirebilmeleri, Türk tarihini öğrenebilmeleri ile ilgili yapılan bir proje. Özellikle Bursa ve İstanbul‘da 4 günlük Türkçe’yi geliştirme adına bir eğitimleri olacak. Gelen misafirlerin hepsi Türk çocuğu ama Bulgaristan‘da Türkçe eğitimi gündemden kaldırıldı. Türkçe seçmeli ders olduğu için biz bu projeyi yaptık” dedi. Vali Erdoğan Bektaş da konuşmasında şunları söyledi: “Sizleri burada görmekten gerçekten çok mutluyuz. Bizim komşularımızla çok eskiye dayanan bağlarımız var. Bu bağlarla hem sizler bağlısınız hem bizler. Bunları kolay kolay kesip atamayız. Doğrusu biz bu bağlardan dolayı mutluyuz, hiçbir şikayetimiz de yok, hatta giderek bu bağları geliştirmek de istiyoruz. Dünyada çok çeşitli sorunlar var,
her ülke, her millet sorunlar ve sıkıntılarla boğuşuyor. Ama dünya daha çok enternasyonal kardeşliğe doğru da gidiyor, insanlar yakınlaşıyor, problemler azaltılmaya çalışılıyor. Daha az gelişmiş yörelerde de sizin de izlediğiniz birçok sorun var, bu sorunlarla insanlar boğuşmak zorunda kalıyor. Biz Türkiye olarak istiyoruz ki yakın çevremizde eski bağlarımızı değerlendirerek onlara fırsat verip yeni bağlar oluşturarak bir huzur adası oluşturalım. Dünya herkese yeter aslında. Hepimize yetecek kadar zengin, bol, geniş bir Dünyada yaşıyoruz. Yeter ki birbirimizin önünden çekiştirmeyelim. Bizim yakın coğrafyalarımız var. Bulgaristan bu coğrafyalarımızdan biri, onlarla diyalog çok önemli. Çünkü kökleri burada dalları orada, ağacı orada dalları burada. Hep bir ilişki içerisinde olmuşuz. Bizim bu bağlarımız çok önemli. Bir son radde vardır, işte orada elimizde kalacak olan bu yakınlığımızdır. Oralara yaslanarak geleceğe bakacağız. Tabii ki herkesle diyalog, herkesle bağ kuracağız. Biz aynı dilden konuşuyor, aynı kökten geliyor, aynı hatıraları yaşıyor, aynı kültürü paylaşıyoruz. İşte bütün bunlar bizim sağlıklı bir gelecek kurmamıza bir altlık oluşturacak. Ben geldiğiniz için teşekkür ediyorum.”
Bulgaristan Türklerinin Sesi 7
Yeni Tablodaki Yerimiz
Konu: Sosyolojik analiz Bulgaristan nüfusu yedi (7) dakikada bir (1) kişi azalıyor. Her sene seksen bin (80 000) kişi azalıyoruz. Yakın zamanda nüfusun % 60’ının altmış (60) yaş üzerinde olacağı resmen açıklandı. Baba ocağını terk edip dış ülkelerde geçim bulunca yerleşenlerin oranı artıyor. Batı üniversitelerine okumaya gidenlerin ancak % 22’si geri dönüyor, hayal kırıklığına uğrayanlar alıp başını okudukları ülkelere geri dönüyorlar. Bu sayı son yıllarda sabitleşti – yılda yirmi beş bin (25 000) kişi sakırgadan kaçan kuşlar gibi kaçıp gidiyorlar. Yeni tabloda üç eğilim var. Çingene nüfus artıyor, 2030’larda ulusal nüfusun % 51’ini aşacak. Etnik Bulgarlar eriyor ve azalıyor. Türk nüfus ise yavaşça da olsa çoğalmaya devam ediyor, Bulgaristan vatandaşlarının % 14’nü oluşturuyor. Bu konular üzerinde kitaplar yazan ve görüşlerini basında açıklayan akademisyen Prof. Petır İvanov nüfusun azalmasından sorumlu olarak Hak ve Özgürlük Partisi milletvekillerinden Sosyalist Parti hükümetinde Başbakan Yardımcısı olan Emel Etem ile Sosyal Sorunlar Bakanı olan Dr. Hasan Ademov’un “bizzat sorumlu olduğunu” vurgulamaktan geri durmuyor. Bu gidişle son dönem Kültür Bakanı olan Vejdi Raşidov’un da Bulgar kültür ve sanatının bunalım dönemecinde olmasından suçlandığını işitirseniz, lütfen şaşmayınız. Bu asırlık bir aksi sedadır ve uzun zaman yankılanacak benziyor. Ulaştırma Bakanı olan Vidin’li Roman Dimitrov’un da demiryollarının durumu üstüne bilgi alması için trene bindirildiğini gördük, çünkü feci durumdan o sorumluymuş. Profesör İvanov’un kanısına göre, “nüfus hareketleri” devletin en gizli sektörlerinden biri olduğundan dolayı, “Türklerin yönetimine ve kontrolüne bırakılması stratejik yanlıştır” diyor. Yıllardan beri bir Bulgar aile 1 evlat yetiştirirken, Çingene gettolarında her hanenin en az 3 – 4 evladı var. 1965 – 1990 resmi istatistiklerinde Bulgaristan’da ne fazla, ne az, hep üç yüz kırk bin (340 000) Çingene vardı. Yalan istatistiklerle durum değişti mi? Genç Türk aileler ise çocuklarını Türkiye’de eğitmeyi istiyorlar. Yaz aylarında Türk bölgelerinde nüfus % 14 oranında çoğalmaya başladı. Emekli göçmenler yazı kendi öz evlerinde, memleketlerinde geçirmeye alışıyorlar. Bu nüfus hareketi genel statiğe henüz yansımıyor. Yeni eğilimde bazı illerde etnik Bulgar nüfusun tamamen yok olduğu dikkati çekiyor. Bulgar nüfusu azınlıkta kalan ilk il, Kuzey Batı yörede Tuna ili Vidin oldu. Burada Romen nüfus artık nicel çoğunluğu elde etmiş, sosyal ve politik yaşamdaki nitel değişikliklere uzanmaya çalışıyor. Nüfussuzlaşma eğiliminde başı çeken illerimiz ise genellikle Pomakların yaşadığı Smolyan (Paşmaklı) ile Türk nüfusun ağırlıklı olduğu Razgrad öncülük ediyor. Eski bir madenci, orman işletmeciliği ve hafif sanayi merkezi olan Orta Rodop bölgesinin insansızlaşması 26 yıldan beri hızla devam ediyor. Burada Rudozem ve Madan yöresindeki kurşun çinko madenleri ile uranyum ocaklarının kapanması, tarımsal üretimin omurgası olan tütüncülüğü unutturma siyaseti ve patates üretimine de AB’den sübvansiyon sağlanamaması geçim kaynağı olarak yalnız hayvancılığı ve şifalı bitki, yaban meyve gibi yan gelir kaynaklarını bıraktı. Bir yandan köylerden çekilen nüfus 1990’dan sonra ilk yıllarda olduğu gibi Sofya, Plovdiv, Varna, Burgas ve Rusçuk gibi büyük kentlere akımını artık değişti. İç göç genelde ana yollar boyundaki kentlere, demir yolu kavşağı şehirlere yöneldi. Bu yerleşim yerlerinin hizmet sektöründe iş olanakları sanki daha geniştir. Örneğin Kırcali ilinde Mestanlı (Momçilgrat) yeni bir hafif sanayi ve eğitim-kültür merkezi oldu. Tırgovişte ilinde Omurtak şehrinin bu gibi önem kazandığı gözleniyor. Razgrat ilinde ise, nüfus İsperih, (Kemaller) ve Dulovo (Ak Kadınlar) dolayında toplanıyor. Batı Rodoplar’da Bansko şehri kış turizmi, Sandanski ise ticaret merkezi olarak önem kazandı Son dönemde ülkede geçimin üç ana kaynağı oluştu. Birincisi, küçük ölçekli sanayi üretimleri dışında, asgari ücret bazında inşaat (konut ve yol yapımı) ve turizm gibi sektörlerde asgari iki yüz elli- üç yüz elli Euro (250 -350) işçi ücreti ödeyen sektör.
Devamı www.bghaber.org
N i ş a n Te p s i s i N e d i r ? Kurdelelerle süslü, çiçeklerle bezeli, taşlı makasların süslü yüzük kutularına eşlik ettiği bir nişan tepsisi tüm çiftlerin hayali. Bir nişanın olmazsa olmazı nedir? Tabii ki en afillisinden bir nişan tepsisi. O en özel anın en yakın şahididir. Çiftlerin olduğu kadar ailelerin de, arkadaşların da hısım akrabaların da ilgi odağıdır, en merak edilenlerdendir. Eski zamanlarda evdeki sıradan bir tepsi sıradan bir makas, tepsinin içine serilen dantel bir örtü bu işi gayet iyi görürken, gelişen ve değişen dünyayla birlikte nişan tepsileri de bir dönüşüme uğradı ister istemez. Bir kere nişan tepsileri artık farklı materyalleden yapılıyor, ahşap olanı var, aynalı olanı var, metal olanı var, daha hafif malzemelerden yapılanları var, kullan atlık olanları var. Sonra kenar süslemeleri ayrı bir önem taşıyor. Kimi tepsinin kenarları kendinden işlemeli, asil bir duruşu var dedirten cinsten, onlar ağırlığınca altın sayılıyor, pek el değmiyor. Ama diğerlerine öyle mi ya… Nişan tepsisi deyince kimilerinin tercihi kurdele olurken, kimileri tülden olsun şanımız yürüsün diyor. Çiçeklerle süslü olanlar romantizm tutkunu çiftlere hitap ederken, gül her zamanki favoriliğini koruyor. Sıra sıra incilerle süslü olanlar ise sadeliği ve zerafeti aynı anda sunmak isteyenlerin tercihi olarak baş köşede yer alıyor. Renk renk tüylerle bezeli olanlar biz farklıyız diyenlerin tercihi olurken, kenarları taşlı olanlar ihtişamı seviyoruz diye bağıranların sesi oluyor. Tepsinin şekli şemali de ayrı bir öneme tabi. Köşeli, yuvarlak, oval, kalp ne isterseniz mevcut. Diagonal şekiller bile var.
2015-nişan-tepsisi-söz-tepsi-modelleri-8 Peki bir nişan tepsisinin içinde neler olur? Öncelikle yüzeyini örtecek şık bir örtü. Artık eski günleri yad edelim der dantelden mi gidersiniz, yoksa saten yapalım havamız mı olsun dersiniz, orası size kalmış. Örtüyü serdiniz mi, tamam gelelim üstüne neler koyacağınıza. Öncelikle kallavi bir makas şart. Bu makas sadece makas değildir, illaki ya süslüdür ya süslenir. Taşlı makas modelleri son dönemin trendi olurken, o kadar da abartmayalım diyenler, kurdele, tül, tüy ya da püskül gibi seçenekleri değerlendiriyorlar. Nişan tepsisi içinde nişanlanacak çiftin baş harflerinin yazılı olduğu isimlikler çeşitli şekil ve dokularda arzı endam ederken, içine günün en bekleneninin en merak edilenin saklandığı yüzüklerin konduğu envai çeşidi olan yüzük kutuları da tepsiyi şenlendiriyor. İsteğe göre tepsiye gelin damat aksesuarlarıyla bezeli kadehler de eşlik ediyor. Hepsi bu kadar mı diyorsanız, genel itibarıyla bu ama kuş konduranlar, çiçek bahçesine çevirenler, boncuk yığınağı yapanlar, tüy yumağı haline getirenler de yok değil. Ancak şu bir gerçek ki size hitap eden bir nişan tepsisini bulmak hiç de zor değil, yeter ki ne istediğinizi bilin.
SSözötepsisi,z sadece Tsıradanebirptepsisdeğili s i
mutluluğa adım atmaya kendini hazır hisseden iki aşk dolu insanı birbirine bir ömür boyu bağlı tutacak yüzükleri içinde taşıyan bir simgedir. Söz Tepsisinin Anlamı Nedir ve İçinde Neler Bulunur? Söz tepsisi, iki genç insanı birbirine hem gönül hem de simge olarak birbirine bağlayacak olan yüzükleri taşımaya yarayan bir simgedir. Söz tepsisinde gelin ve damada ait iki yüzük ve bu yüzükleri birbirine sımsıkı bağlayan bir kurdela olması gerekir. Bu kurdeleyi kesmek için şık ve süslemeli bir adet küçük makas da söz tepsisine yerleştirilir. Söz Tepsisi Nasıl olmalıdır? Söz tepsisi, iki gencin de hayallerinden izler taşıyan bir nitelikte olmalıdır. Bazı gençler söz tepsilerine isimlerinin baş harflerini ve tanıştıkları günün tarihini işlemeyi tercih ediyor. Sizin için önemli olan simgeleri kullanarak tepsiyi hareketlendirebilir ve daha dikkat
Nedir?
çekici bir hale getirebilirsiniz. Söz tepsisi için çok para harcamanıza da gerek yok. Kendi hayal gücünüzü ve emeğinizi de katarak tepsiyi şık ve gösterişli hale getirebilirsiniz. Söz tepsisine, boncuklarla be dantel işlemrlerle daha zarif bir görünüm katabilirsiniz. Söz tepsisi içine yerleştireceğiniz makas ve küçük çiçek aksesuarların da tepsi ile uyumlu olmasına özen göstermelisiniz. Dilerseniz sade dilerseniz de çiçeklerle süslenmiş gösterişli bir tepsiyiok uygun maliyetlerle oluşturabilirsiniz.
8 bin yıllık şehir Sofya’da turistleri ağırlayacak Sofya’nın doğusunda bulunan Slatina semtinde 8 bin yıllık neolit çağına ait yerleşim yerin kalıntıları keşfedildi. Uzmanların, kalıntıların kesin turisitik atraksyona dönüşeceğini söylüyor. Burada ilginç olan da şehirde 9 çok büyük bina temellerinin keşfedilmesidir. Bir zamanlar burası 80 dekarlı bir alanmış. Elde edilen eserler arasında yüzlerce bıcak,
deriyi temizlemek için aletler, oraklar ve dokuma tezgahları için ağırlıklar yer alıyor. Bütün bunlar kapılarını yeni açan Sofya Tarihi Müzesinde sergilenmektedir.
Amerakalı öğrencilerini taşıyan “World Odyssey” gemisi Varna limanına demir atacak “World Odyssey” gemisinde yer alan “De- ram çerçevesinde üniversiteliler, 20 dalda niz Üniversitesi” Varna yolunda. Eylül sonunda Varna limanına demir atacak olan gemi, Bahama adaları bayrağı altında yüzüyor. Gemide 600 kişi rahat bir şekilde yolculuk yapabiliyor. “Denizde sömestre” prog-
öğrenim görüyor. Bu programa ABD’nin 300 kolejinden gençler katılıyor. ABD Virginia Üniversitesi söz konusu deniz yolculuğunun da sponsorudur.
Geleneklere Dönüş Konu: Kültür deyip de geçme!
Kaynaklara Dönme Gereği Ne Zaman Doğar? Bir: Kim olduğu bilinmeyen bir kişinin ve ne zaman diktiği de bilinmeyen çamların gökyüzünü kuyruğundan tutmaya çalıştığı yüksek tepelerin arasına yayılmış şu vadinin Bulgar adı “Rojen.” Buralarda Osmanlıca konuşulurken “Çayır Bayır” imiş. “Rojen” farklı anlam taşıyor: Anlamı, Yeni olanı doğuran yer! 1970’ler’de şu geniş kırsalda kuzukların otladığı koyunların sütünden yapılan yiyecekler Sovyet uzay gemilerine gönderiliyordu. Teleskop kapağı hala açık rasathane bugün de karşı tepeden yıldızları saymaya devam ediyor. Temmuz ve Ağustos aylarında burada “Kaba Kayda Festivali” yapılıyor. Eskiden burada yapılan hayvan pazarı geleneklerinin devamıdır. Bu yaylada 100 gaydacı sabahtan akşama aynı melodileri çalsa da, yerle göğün arası gayda sesiyle bir türlü dolmuyor. Bu festivalde başka müzik aleti olmadığına, kulak kaba gaydaya tez doyuyor, lüks bir ses ararken, tepelerden dönen sedalara sanki alışıyor. Gaydacıların uzağına yakılmış büyük ocaklarda adını Türkçeden almış “çevirmeler” sıra sıra dönüyor. Geleneksel giysilerle bezenmiş kız ve gelinler oyun meydanında delikanlıların etrafında dönüyor. Bu bir halk töreni olsa da herkes katılamıyor. Yerliler ve bu yörede doğup da, iç göçlerle Bulgaristan geneline dağılmış aileler özel davet ediliyor. Buluşup dertleşen, yiyip içerken kaynaşan soylu yaşlılar gibi afacanlar da aba poturlu, kuşaklı, çarıklı ve kalpaklı – “Bulgar Halk Giysileriyle” boy atıyorlar. Tepelerde rüzgâr bol, yüzlerce bayrak dalgalanıyor. Yolları kesen polisler davetli olmayanları kaba gayda dinletisine bırakmıyor. “Bulgar Halk Müziği” nin en son doğaçlaması olan “Çalga Müziği” ustaları, hatta büyük yıldız AZİZ bu festivalde yok. Herkesçe sevilen sanatçılardan Lili İvanova, Orlin Goranov, Vasil Naydenov vb gibi ses sanatçıları, 5 top sahasından büyük meydanları taşıran Sırp müziğinin ünlü doğaçlamacısı Glorya bu festivale katılmıyor. Çıkardığı ses “la” ile “sol” olan kaba gayda ritmine uygun oyun yapan folklor grupları iki ileri bir geri ya da bir ileri iki geri tepiyor. Bulgarların kartal gibi tepelendiği “rıçenitsa” burada oynanmıyor. Çalınan müzik ve oynanan oyunlar yalnız bu yöreye özgü. İki: İki hafta önce, mertekli taş duvarlı, çardaklı ve damlalık altları çiçek demedi süslü, sokakları Arnavut kaldırımı, meydanları ise çeşmeli Koprivştitsa kasabasında “Bulgar Halk Sanatı Festivali” düzenlendi. Örgütleyici olan belediye, şenlik günlerinde kasabayı daveti olmayanlara kapadı. Resim çekenlerden 50 leva, film çekenlerden ise 500 leva harç topladı. Çarıklı ve kalpaklı, gaitan yelekli ve sırma mendilli sanatçılar aralarında yarıştılar. Solo ve koro şarkılar dinlendi. Başarılı olanlar ödüllendirildi. Burada da “çevirmeler” döne döne kızardı. Koku dağa taşa yayılsa da hiçbir Çingene, hiç bir Türk ve başka bir etnikten herhangi bir kimse bu sanat festivaline de bırakılmadı. Bulgarlar kendi çaldı, kendi söyledi, yiyip içerek aralarında neşelendiler. Radyolara ve TV yayınlarına düşen açıklamalarda Bulgar milli duygularının “biz bize ortamlarda” en güvenli uyandığına işaret edildi. Üç: Bu hafta sonu da, Sofya ile Botevgrad (Orhaniye) yolunda eskiden bir han olan “Jerevna” köyünde halk giysili sadece Bulgarlara açık bir “çevirmeli” tören düzenlendi. Çalınan müzik aleti kemençe idi. Davul zurna yoktu. Buluşma sık meşeli bir koruda kem gözlerden uzakta düzenlendi. Ortam Osmanlı devrinin son yıllarında avarelerin ve haydut komitaların kol gezdiği kışkırtmayı andırdı. Görüş: Almanya’da falan insanlar yılın belirli günlerinde taşımaktan usandıkları elbiseleri çamaşır sepetine fırlatarak, tanınmayacakları giysilerle alem edip gerginlik atmaya özenirken çılgınca eğlenirler. Bulgarların Osmanlıda yaşadıkları 19. yüzyıl UYANIŞ ÇAĞI giysilerine dönme özlemini, kendi içlerine çekinmelerini, özel çekilmelerini anlamakta güçleniyorum. Devamı: www.bghaber.org
8
B U LT Ü R K
Bulgaristan Türklerinin Sesi
FA ALİYETLER
SARSILMAZ - Sahibi Nahmut Naci İ N C İ ’ Y İ M A K A M I N D A Z İ YA R E T
Bayrampaşa Emniyet Müdürümüze Hoşgeldin Ziyaretinde bulunduk
Bulgaristan Türklerinin Sesi
9
Marmara Teknokent A.Ş. Genel Müdürü Dr.Orhan Çömlek Beyefendi ve kıymetli eşleri ile birlikte
TÜBİTAK Marmara Teknokent ve KADEM ile birlikte düzenlenmiş Girişimcilik Kampında BULTÜRK Yönetimi Sn.Sümeyye ERDOĞAN ile birlikte
BULTÜRK Başkanı ve Genel Sekreteri Dr.Gülten Erdem ÜNLÜ
Gaziosmanpaşa Belediye Başkan Yardımcısı Zekeriya Eroğlu'nun makamında ziyaret etti.
10
Ş a k i r A R S L A N TA Ş
Anavatanımızı
Hak
Edelim
Konu: Kahramanlarımız sağ olsalardı hangi partiye oy verirdi? Yaz çarşıları, güneşli günleri tezgâh altına iterken, yağışlı rüzgârlı günlere davet gönderdi. Mevsim değişecek ama anılarım hep aynıdır. Ne güneşin yakıp kavurduğu günler ne de çadırımın savrulduğu ve soğuk damlaların yüzüme vurduğu anlar “ölümü çağırdığımız geceleri” belleğimden silemez. Benden ayrılmayan hatıralarım, geldim geleli sohbet ve tartışmalarıma hep konu oldu. Bazen yumruk bile sıktığım bu temaslarımda asla son çay veya son kahve olmadı. Yeniden buluşmak ve tartışmak umuduyla ayrıldık hep birbirimizden. Bulgaristan anılarımız, Türkiyeli soydaş kimliğimizin ruhuna şekil veren oldu. Kimse geçmişinden vazgeçemez. Komünist toplum seçimlerinde gidip oy verir, başkalarının gösterdiği adayları seçerdik, onlar da başkalarından aldıkları emirlerle iş görürlerdi. Bizim işimiz onları seçmek, onların işi ise bizimle uğraşmaktı. Öyle oldu da, kaşıya kaşıya önce sivilce, ardından da her yerimiz yara bere oldu. Bulgar uyuzuna tutulduk. Verilmiş sadakamız varmış, zar zor kurtulabildik. Bizim kültürümüzde övünmek yoktur. Kendini yani başından geçenleri anlatanlara “guvalak” denir. Ardından kendini gene “göklere çıkardı” gelir. Daha ileri gidilince “ağzı laf yapıyor da, kendini övüyor, sanki aynı çileyi hepimiz çekmedik!” gibi tepkiler gecikmez. “Herkes kendini bilir” deyip ağzını bıçak açmayanlar, 26 yıldan beri sustular. Bu susmayı çözenler ve çözemeyenler var. Susanlar anlatacak bir şeyleri olmadığı için susmuyorlar. Anlatılması sakıncalı olan gerçekler olduğundan ses çıkarmıyorlar. Zindanın zindanı içinde kalmış, çilelerin çilesini çekmiş düşünürlerimizden Deliormanlı Ahmet Şerif Şerefli “TÜRK DOĞDUK TÜRK ÖLDÜK” kitabında hapishanelerde geçirdiği ağır günlere ayırdığı sayfalarda iki tip insan anlatıyor. Gerçek kahramanlarımızın hayatından bir anı. Ölümü Çağırdığım Gece Kimi kez ölüme “Gel artık!” dediğim doğru. Ama ‘Ne şehit oldu ne Gazi’ dedirtmek istemiyordum. Halide Edip Adıvar, “Kendime güzel bir ölüm saklayacağım!” demişti. Kimi kez avucumu açıyor, çok değerli bir nesneymiş gibi bakıyordum ona. Acılarım dayanılmaz olunca son çare olarak bu sırça parçasıyla pisipisine ölümü tercih edecektim. Çok acı duymayayım diye bilek damarını kesince sidik kovasının içine sokacaktım kolumu. Sıcakkan suyun içinde acı vermiyormuş o kadar. Ceza evinde ölümün en kolay çaresi buydu işte. Yedinci koğuşta kalanlar, hücrelerinde yattıkları döşek üzerinde yemeklerini yiyorlardı. Ekmek kesmek için kesici alet kullanmamıza izin vermedikleri için kimileri konserve kapaklarından bıçak yapıyorlardı. Tenekeyi taşa sürerek keskinleştiriyorlardı. Gardiyanlar bunu bildiklerinden arada bir arama yapıyorlardı. Gardiyan elini cebime sokunca işte bu ufak cam parçasını bulup çıkarmıştı. “Bu ne?” “Şey. Tırnak kesmek için kullanıyorum bunu!” “Bu tırnak keser mi?” “Ben kesmeye çalışıyorum işte! Tırnak makasımı aldınız ne yapabilirdim?” Sırça parçasını alıp götürmüştü. Sanki değerli bir taş alınmıştı benden. Beni en çok dayaklayan, paramı çalan, çorbamı eksik veren, banyoya götürüp yıkanmadan getiren hep aynı gardiyandı. Burnumu da o kırmıştı. Gardiyanda acıma duygusu yoktu. Bir köpekte ondan daha çok insanlık olabilirdi. Gardiyanların suya attıklarını köpekler kurtarmaya çalışıyor, biliyorum. Bizim işte bu örnek, ÖLÜMÜ YENEN ÖLÜMSÜZLERİMİZ var. Sayılarını henüz kesin bilemiyoruz, listelerini hazırlayıp yayınlayama-
dık, çünkü aynı hapishanelerde sahtecikten yatan vicdansız hainler de vardı. Sahte “kahramanlarımız”– “DS” ispiyoncuları. İçeride onlar da bizimle beraberdi. Onlar da ayakkabı dikiyorlardı; demir dökümde kapıl dolduruyor gibi görünüyorlardı; marangozhanelerde kereste taşıyormuş gibiydiler; yonga süpürüyor, talaş topluyor, ağaç ununu sandıklara dolduruyorlardı ya da taş ocağında çakıl kırıyormuş gibi yapıyorlardı. Bazıları hem cezaevlerinde hem de “Belene” Toplama Kampı’nda koğuş sorumlusu, kâtip, depocu, alet edevatçı, kütüphane süpürücüsü gibi işleri elle koymuş gibi kapıyordu. Dükkânda gofret ve kullanım tarihi geçmiş balık ve domuz konservesi satıcısı olanlar bile vardı. Biz işe giderken onlar sıra dışı kalmayı her zaman becerdiler. Yemekhanede de öyleydi. Hep toktular. Hep iştahtan kesilmişlerdi. Üzerinde beyaz kurtlar yüzen siyah erik hoşafı geldiğinde ama “ben almayayım, teşekkür ederim” deyenlerin özel vazifeli olduğu 10 yıl önce gün yüzüne çıkmıştı. “Belene” kampında ayakaltında dolaşanların 52 kişi olduğu açıklandı. Memleketimizde, hem de burada soydaşlar arasında, sıktıkça çıbanbaşından yayılan sarı irin ve kara kan gibi akan bir yara var. Uzaktan bakınca görünmeyen, fakat soydaşlarımızın göz göze gelmesine engel olan bir geçmiş sızısı dinmedi gitti. Basında çıkan son açıklamalarda, Bulgar gizli polis dairesi, aksi istihbarat genel merkezi “DS” ajan dosyaları arasında “Ahmet Doğan, yani Medyo Doğanov, yani Sava, yani Sergey, yani Dönek, yani Andrey” dosyası 10 cilt üst üstte duruyor. Oturup okudum. Bu dosyaların içindeki pislik bir şey değil, dışarıdaki bulaşık suyu deresi şarıl şarıl akmaya devam ediyor. Dosyası açılmayan, dışarı kaçan, göç eden, saklanan, geçmişinden utandığı için yaşar yaşamaz hayat sürdürenler var. Eşine, çocuklarına, anasına babasına, akrabalarına geçmişini anlatamayanlar var. Onların geçmişi beyin ameliyatı geçirseler bile görülemeyecek. Bellek okuma makinesi henüz düşünülemedi. Dosya Şubesi Eski Başkanı, halen iktidar olan GERB partisi milletvekili Metodi Andreev son açıklamalarında, HÖH partisi kurucu başkanı ve hali hazırda “fahri” başkanı olan Ahmet Doğan sözde “gizli Türk partisi kurmak” suçundan yatarken, siyasi polisten 9 739 (dokuz bin yedi yüz otuz dokuz) leva para almış, deniyor. Bu nasıl iştir, bir türlü aklım almaz! At imzayı al parayı… Bir yandan, Sofya, Stara Zagora ve Pazarcık hapishanelerinde muhbirlik ve jurnalcilik için maaş alırken, üstünü tepegözlük edip kendini ağırdan satıyordu. Türklerden bu denli kaşarlı bir ikiyüzlü çıkması da başlı başına bir olaydır. Genelde Türkler sökülmeyen bir millettir. Ona, “baş hain” deyenler haklı, püsküllü hain bu adam. (Paraları hangi isimle aldığı önemli değildir.) Ahmet Doğan “hapis yatarken” gizli çalışan makamdan sürekli para sızdırmıştır. “Hapis” yıllarında, o Sofya ile Filibe arasındaki İhtiman kasabası Demir Döküm İşletmesi’nde döküm ustası olarak maaşlı işte göründü. Yine aynı yıllarda Sofya ili dahilinde, Sırbistan sınırı yakınlarındaki Dragoman kasabası lisesinde Marksizm-Leninizm yani Sosyal Bilimler Öğretmeni olarak da sözde görevde bulundu ve maaş aldı. Bu yerlerin her ikisinden de devamlı ve aksatmadan maaş aldı. Ben şahsen bu örneklerin daha da fazla olduğuna inanmaya başladım. Çünkü yılların geçmesiyle BÜYÜK HAİNİN DÖRT BİR YANI iyice kokuştu. Batan “BTK” bankası çöplüğüne Ahmet Doğan çevresindeki şirketlerin parasından 50 000 000 (elli milyon) leva kayıplara karıştı. Benzer örnekler çoktur. Hepsi şok edicidir. Budaikincitipkahramanlarımızaliderörneğidir. 1 Eylülde Sofya’da meclis açıldı. İlk 3 gün “Rüşvetçilerle Mücadele” kanunu tasarısı görüşüldü. Reformcu Blok (RB) Başkan Yardımcısı ve Başbakan Yardımcısı M. Kuneva hazırlamıştı. Tartışmalar, bağrışmalar, kakışmalar, birbirlerini lanetlemeler ve iş oylamaya geldiğinde sonuç: Devamı : www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Topraktan Akvaryum Aksesuarı Üretiyor
Bursa‘da yaklaşık 40 yıldır geçimini çömlekçilikten sağlayanBulgaristan göçmeni Fikret Tuna’nın kurduğu, kendisi ve eşi dahil 7 kişinin çalıştığı atölyede, suda çözülmeyen topraktan akvaryum aksesuarları üretiliyor. Merkez Yıldırım ilçesindeki atölyede, Bilecik‘in Pazaryeri ilçesi Kınık köyünden getirilen topraklar şekillendirilerek, güveç, çömlek, dekoratif ev ve bahçe eşyaları ile kumbaralar üretiliyor. Bir kısmı kalıplara döküldükten sonra kurutulup zımparalanıyor ve temizlendikten sonra fırınlanıp sırlanıyor. Üretilen aksesuarların bir bölümü de çömlekçi tornasında çamurun elle şekillendirilmesiyle ortaya çıkıyor. Atölyede, balıklar için mantar, köy evi, gemi, peri bacası, şato, kale ve deniz kabuğu gibi çeşitli şekillerde yuvalar üretiliyor. Topraktan ve elde üretilen akvaryum aksesuarları, gereken ısıyı sağlayan fırınlarda pişirildiği için suda salınım yapmıyor, çözülmüyor. Tuna, AA muhabirine yaptığı açıklamada, meslek lisesinin seramik bölümünden mezun olduğunu söyledi. Atölyelerinde, Anadolu’daki en eski meslek-
lerden biri çömlekçiliği yaşatmaya devam ettiklerini anlatan Tuna, ürünlerini Türkiye‘nin çeşitli illerine gönderdiklerini bildirdi. Toprağı şekillendirdikten sonra ortaya çıkan ürüne önce rötuş yapıldığını, sonra çapaklarının alındığını kaydeden Tuna, ardından güneşte kurumaya bıraktıklarını anlattı. Tuna, kuruduktan sonra elektrikli fırına dizilen ürünlerin önce “bisküvi pişim” denilen bir yöntemle 900 derece ısıda pişirildiğini, daha sonra sırlı fırında bin 50 derecede tekrar pişirme işleminden geçtiğini ifade etti. Tuna, “Bunun suda çözülmemesinin püf noktası, ürünün istediği sıcaklık derecesinde pişmesidir. Daha aşağı bir ısıda pişerse pişmemiş sayılır ve suda çözülür” dedi. Tam ısısında pişmeyen akvaryum aksesuarlarının suda eriyeceğine dikkati çeken Tuna, çamurun kıvamının da bu ürünü sağlam bir şekilde elde etmek için çok önemli bir unsur olduğunu aktardı. Tuna, insan doğasına uygun toprak ürünlerin yaşam alanlarında kullanımının yaygınlaştırılmasını amaçladıklarını kaydetti.
Edirne – Haskova İş Forumu’ Edirne’de Yapıldı Edirne Valiliği ve Bulgaristan Valiliği işbirliğinde ‘Edirne-Haskova İş Forumu’ EdirneTicaret ve Sanayi Odası‘nda (ETSO) gerçekleştirildi. ETSO Toplantı Salonunda Haskova ve Edirne arasındaki iş ilişkilerinin geliştirilmesi adına düzenlenen ‘Edirne-Haskova İş Forumu’ toplantısına Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, Haskova Valisi Dobri Belivanov, Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, ETSO Başkanı Recep Zıpkınkurt ve Haskova Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Yancho Yanev’in yanı sıraEdirne ve Haskovalı iş adamları katıldı. Vali Dursun Ali Şahin, yaptığı açılış konuşmasında, Bulgaristan‘da iş yapan Türk iş adamı sayısının azlığına dikkat çekti. Bu kadar yakın olan iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesi için daha fazla ticaret yapıl-
ması gerektiğini ifade eden Vali Şahin, iki ülkenin ilişkilerindeki yakınlaşmanın sadece ticarette değil sağlık alanında da olması gerektiğini vurgu yaptı. Vali Şahin, “Bizim Bulgaristan‘a açılan 2 sınır kapımız var. Bu sınırlardan günde 3 bin TIR geçmektedir. Ama Bulgaristan‘da iş yapan Türk iş adamı maalesef yok. Bu kadar yakın olan iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesi için daha fazla ticaret yapılmalıdır. Biz Edirne‘yi tarif ederken tarım ve turizm şehri olarak ifade ediyoruz. BugünEdirne‘de kullanılan tarım teknolojileri ve traktör sayısını söylediğimizde diğer illerde şaşkınlık yaşanıyor. Bu teknolojiyi Haskovo bölgesinde de kullansak her iki tarafın da menfaatine olacağını düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
Bulgaristan’da
Bulgaristan‘ın Varna Şehrinde düzenlenen ‘9. Balkan Folklor Festivali’ne katılan Bartın Üniversitesi Türk HalkMüziğiKorosuverdiğikonserlebüyükilgigördü. Bartın Üniversitesi bu yıl 9’uncusu düzenlenen ‘Balkan Folklor Festivali’ne katıldı.Bulgaristan‘ın Varna şehrinde düzenlenen festivale Türkiye, Bulgaristan, Yunanistan,Makedonya ve Romanya‘dan halk oyunları ekipleri ve müzik koroları yer aldı. Katılımcı ülkelerden ekiplerin gösteriler sunduğu festivalde, Bartın Üniversitesi Türk Halk Müziği Korosu bir konser verdi. Bartın Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Öğretim Elemanlarının öğrencilerden oluşturduğu koro izleyicilerden tam not aldı. Konsere yerli halk ve yabancı turistler büyük ilgi gösterirken, izleyiciler seslendirilen türkülerle doyasıya eğlendi.
Alkışlandı
BARTIN ÜNİVERSİTESİNE PLAKET Bartın Üniversitesi konser sonunda dinleyiciler tarafından uzun süre alkışlanırken, Festival Düzenleme Kurulu tarafından Bartın Üniversitesine bir de plaket verildi. Öğretim Görevlisi Reha Sarıkaya, Övgü Özparlak ve Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi Başkanı Halil İbrahim Yıldız alınan plaketi Bartın Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ramazan Kaplan‘a sundu. Rektör Kaplan, Türkiye‘yi ve Bartın‘ı başarılı temsillerinden dolayı tüm ekibe teşekkür etti. Bulgaristan‘daki etkinliğe Batın Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Elemanlarından Yrd. Doç. Dr. Süreyya Genç, Yrd. Doç. Dr. Ferhunde Kuçükşen Öner, Öğr. Gör. Hüseyin Uysal, Öğr. Gör. Reha Sarıkaya, Öğr. Gör. Övgü Özparlak, Arş. Gör. Barış Çukurbaşı, Sağlık, Kültür ve Spor Dairesinden Ekrem Kayış ve Üniversitenin Türk Halk Müziği Korosu ekibinden 18 öğrenci katıldı.
Başkan Altınok Öz’e Bulgaristan Varna Üniversitesi Öğrencilerinden Ziyaret Avrupa Birliği sosyal, kültürel faaliyetler kapsamında Kartal‘da bulunan Bulgaristan Kırcaali Varna Üniversitesi’nden gelen 30 öğrenci KartalBelediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz‘ü makamında ziyaret etti. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı tarafından finanse edilen ve İstanbul KartalBalkanlılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği organizasyonu ile Kartal‘da bulunan üniversite öğrencileri Başkan Altınok Öz ile bir araya geldi. Başkan Op. Dr. Altınok Öz, üniversite öğrencilerine İstanbul, Çanakkale, Bursa, Yalovave İznik ile ilgili tarihi yerler hakkında bilgiler verdi. Başkan Altınok Öz, öğrencilere Edirne‘nin gezilmesi gerektiğini, Beyazıt Külliyesi’nin önemini öğrencilere anlattı. Kartal Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz, “Beyazıt Külliyesi 14. yüzyılda yapıldı. Cami, okul ve hastanenin bir arada olduğu bir külliyedir. 14 yüzyılda Avrupa‘da ortaçağ karanlığını yaşıyor. İnsanların içine cin-şeytan
girdi diye, kafalarının giyotinle kesildiği dönemde bizim ecdadımız ruh hastalarını müzik ve su sesiyle tedavi ediyordu. Bizler Avrupa‘dan ilerde bir medeniyete sahiptik. Şimdi ise Avrupa‘dan çok daha gerideyiz. Çünkü Avrupa 180 yıl süren din savaşlarını yaptılar. Din ile devlet işlerini ayırdılar. Biz de 90 yıldır din ve devlet işlerini ayırmaya çalışıyoruz. Ama ayıramadık. Kanun olarak din ile devlet işlerini ayırdık da; bunu düşüncelerimizde ve beynimizden ayıramadığımız için Avrupa‘dan gerideyiz. Kartal Belediyesi olarak sizleri Kartal‘da ağırlamaktan mutlu olduk. Burada yaşayan kültürün devamısınız. Eğitim hayatınızda başarılar diliyorum” dedi. Bulgaristan Varna Üniversitesi öğrencileri de Başkan Altınok Öz‘e kendilerine gösterdikleri ilgi ve alaka için teşekkür etti. Varna Üniversitesi adına Başkan Altınok Öz‘e Kırcaali’yi simgeleyen medrese resminin olduğu bir plak takdim edildi.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 11
Alptekin CEVHERLİ
Ta m D e m o k r a t i k S e ç i m S i s t e m i Bilinen fıkradır: 1950 Seçimleri’nde oyunu kullandıktan sonra, köylü seçmen bir an duraklar ve sandık başkanına döner: – Bey pusulamı geri istiyorum. – Geri verilmez, niçin istiyorsun? – Adres yazacağım – Adres yazılır mı be adam!… – ‘Geçen seçimde’ adresi yazmadık da oylar başka partiye gitti de… *** 7 Haziran’da bir genel seçim atlattık. O veya bu partiden ziyade hiç kimse seçimin galibi olarak çıkamadı. Ama bütün bir ülke kaybetti. Diğer yandan şu da bir gerçekti ki; % 41 oy alan bir parti dahi tek başına iktidar olacak milletvekili sayısına ulaşamamış oldu. Oysa daha önce bu ülkede % 35 ile hem de açık ara sandalye sayısı ile pek çok hükümet kurulmuştu. Öyleyse şu bir gerçektir ki; mevcut seçim sistemimizde ciddi bir sorun var demektir… Bunu incelemeye başlamadan önce bir bilgiyi daha siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum: Eğer İstanbul ya da Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerimizden birinde yaşıyorsanız ne yazık ki oyu daha az değerli vatandaş oluyorsunuz. Ama buna karşın Hakkâri veya Burdur gibi az nüfuslu bir ilimizde yaşıyorsanız oyunuz İstanbul’daki bir seçmene göre en az 5 – 6 kat daha fazla etkiye sahip! Nasıl mı? Türkiye’deki seçmen sayısı: 53 milyon 765 bin, Yurt dışından seçmen sayısı ise: 2 milyon 868 bin Toplam 56 milyon 633 bin seçmen ve 550 milletvekili koltuğumuz var. 56.633.000 / 550 = 102.969 ortalama ile milletvekili başına düşen seçmen sayısı çıkıyor. Buna göre, basit bir aritmetik hesapla her bir milletvekilimizin 102.969 oyla seçilmesi gerekir, değil mi? Ama bu basit hesaba rağmen İzmir’de bir kişinin milletvekili çıkabilmesi için 155.967 oy gerekirken, Tunceli’de 27 bin oy alan kişi milletvekili olabiliyor. Ve 1 Kasım’da da muhtemelen böyle olacak. Ya da İstanbul 2 numaralı seçim çevresinde 164 bin oy alan kişi ancak milletvekili olabilirken Hakkari’de ise 40 bin oy alan kişi milletvekili olabilecek. Elbette hesaplar bu kadar basit değil, kat sayılar, barajlar vb. pek çok öğe var. Ama gerçek sonuç bu… 4 İstanbullu bir Hakkârili oy gücüne ancak ulaşabiliyor. Bu da temsilde adalet ilkesinin resmen gaspı anlamına geliyor. Eğer 550 milletvekili çıkacak ise bu durumda her milletvekilinin ortalama 103 bin oy alması gerekir ki adalet olsun. Diğer yandan mevcut sistemde nüfusu az olan bazı vilayetlerimizde terör örgütü halkın üzerinde baskı oluşturarak 27 bin oyla bir milletvekili çıkarırken, İstanbul, İzmir veya Bursa gibi şehirlerde 150 – 160 bin oyla ancak bir milletvekili seçilebilmekte. Bu ise Mecliste Milletimizin iradesinin aslında temsil edilip edilmediği gerçeğini sorgulamaya neden olmakta! Yani; Bir Tuncelili ya da Batmanlı vatandaşımızın oyu 6 İstanbullu’nun oyuna eşit oluyor. Böyle bir durumda temsilde adaletten kim nasıl bahsedebilir? Ya da çıkan sonuç gerçekten Türk Milleti’nin iradesi midir? Eğer mecliste dirlik, düzen ve güçlü hükümetler istiyorsak öncelikle, seçim sistemindeki bu yanlışa çok hızlı bir şekilde son verilmesi gereklidir. Aksi halde yüce meclis, küçük bir bölgenin ve grubun çoğunluğa tahakkümüne aracı olmaktan başka bir anlam ifade etmez. Ondan sonra da gelsin şehit cenazeleri ve hamaset nutukları… Eğer 103 bin oy üzerinden vilayet tabanlı değil, nüfus tabanlı bir seçim sistemi oluşturulursa (yani bazı vilayetler birleştirilip 103 bin nüfuslu tek seçim bölgesi haline getirilirse) hem temsilde nispeten adalet sağlanacak, hem de terör örgütünün güdümünde siyaset yapmak zorunda olanların etkinliği azaltılacaktır. Öte yandan; aslında bu hata düzeltilse bile sistemde yine de çeşitli yanlışlar sürmeye devam edecek elbette… Çünkü bir diğer sorun da politik hayatımızda bir virüs gibi parti liderlerini ele geçiren lider sultası hastalığıdır. Bunun tedavisi ise asıl olan milletin, kendi vekilini gerçek anlama seçmesi, yani tanıdığı, bildiği insanlara oy vermesidir. Kısacası Tam Demokratik Seçim’dir. Kısacası partisiz demokrasi ya da diğer adıyla “Doğrudan demokrasi” uygulamasıdır. Ancak bu, temsilde adaleti ve milletin gerçekten kendini temsil edebildiği bir sistemi getirecektir. Fakat bu ise başlı başına başka bir yazının bir konusudur…Not: Hakkâri Dağlıca’da ve Iğdır’da kalleş tuzaklarla şehit edilen Mehmetçiklerimize ve polislerimize rahmet, gazilerimize de acil şifalar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun…
Kazanlık Gorno Sahrane köyünde kültürel çeşitlilik festivali
6 Eylül – Bulgaristan’ın Birleşmesi Gününde “Benim etnik kültürüm” başlıklı Ulusal Festivalin altıncısı düzenlendi. İlk başta Pavel Banya belediye merkezinde yerel bir bayram olarak başlayan festival daha sonra Gorno Sahrane’ye devrediliyor. Kazanlık yakınlarında Koca Balkan’ın eteklerinde gizlenen bu küçük köy, aslında buna benzer etkinlik için ideal ev sahibi olduğunu ispatladı. Yıllardır bu köyde yerli Hıristiyan Bulgarların yanısıra Makedonya’dan göçmenler, Karakaçanlar, Türkler, Romanlar ve Bulgar Müslümanları beraber yaşıyor. Festival köydeki “Svetlina-1905” isimli okumaevi tarafından düzenlenirken yarışma niteliği taşımaktadır. Bu büyük etkinliğin ardında bir isim varokumaevindeki kütüphaneci ve okumaevi sekreteri Yana Trendafilova. Yana, festivalin gerçekleşmesi için büyük çaba sarfederken tüm zorlukları aşıyor ve katılımcıları ve konukları yüzündeki gülümsemeyle ağırlıyor. Yana için festival, şenlik ve mutluluk getiren büyük bir bayramdır. Gelecekte etkinliğin sadece bölge için değil tüm ülke için büyük bir festivale dönüşceğini ve daha
Dr. Gülten
ÜNLÜ
fazla popülarite kazanacağını düşünüyor. Bu yılki festivale Karakaçan kiyafetleri, süsler ve günlük hayattan eşyaların oluşturduğu sergi, damgasını vurdu. Eserlerin büyük bir kısmı, eski Karakaçan sülalesinden gelen Elena Dzupova tarafından sağlanmıştır. Bu yıl festivale Bulgaristan’ın 19 farklı bölgelerinden 300’den fazla sanatçı geldi. Köyün kadın foklor grubu “Perunika”, bir bayram programı sunarken Karakaçan çocuk grubu ise seyircileri zengin Karakaçan kıyafetleriyle ve oynadığı horolarla etkiledi. “Romano ilo” grubundan kızlar, hareketli danslarıyla herkesi etkilerken yarışmada 3. ödülü aldılar. Komşu Asen köyünden “Kızlar” topluluğu, Türk düğün geleneklerini sergilediler. Belogradçik’in Stakevtsi köyünden Torlaklar en otantik kıyafet ve şarkı yarışmasında büyük ödülü aldılar.
hev ile 1 yıllık sözleşme imzaladık. Genç bir arkadaşımız. Takıma çok katkısı olacağı kanaatindeyim. İnşallah Penchev ile beraber lige çok güçlü şekilde başlayacağız. Hedefimiz ligin ilk sekiz takımı arasına girmek. Ancak üst sıralar olursa da sürpriz olmaz. Çok iyi bir takım kurduk” diye konuştu.
Yakında Burgas ve Sofya biletleri akıllı telefondan Seedstars World uluslararası girişimcilik yarışmasının milli aşamasında kazanan şirket, toplu taşıma araçları için elektronik biletler projesiyle birinciliği kazandı. Yazılım şirketinin kurucusu ve icra müdürü Dimitır Dimitrov, Tickey adını taşıyan yeni geliştirilmiş uygulamanın, yakınlık algılayıcıları vasıtasıyla çalıştığını, bunların da birinin otobüste veya metroda bulunduğunu bildiğini, ekrana bir dokunmayla biletini ödeyebildiğini söylüyor. Ödeme, banka kartıyla yapılabiliyor, tüketiciler de verilerini önceden vermeli. Diğer seçenek, mobil operatörün telefon hesabı üzerindendir. Biletler satın alındığında bu, mobil telefonun hesabında belli olacak. Uygulamanın, Burgas şehrinde Eylül ayında, Sofya’da ise yılın sonuna kadar kullanıma açılması bekleniyor. Uygulama tamamen ücretsiz olacak. Tüketiciler ancak biletin fiyatını ödeyecek ve fiyat şim-
diki fiyatlardan farklı olmayacak. Ara sıra kağıt bilet veya kartlara nazaran daha ucuz biletler için imkanlar da olacak. Uygulama, Bulgarca’dan başka İngilizce’de ve diğer yabancı dillerde olacak mı? Sofya’daki yabancılar ve turistler için güzergah ve geçme listesi gibi ek bilgiler öngörülüyor mu? Bu soruya cevaben Dimitır Dimitrov, şunları söyledi: “Şu an uygulama Bulgarca’da ve İngilizce’de. Ama şimdi mesela Stockholm’de de projeler için görüşmeler yapıyoruz, uygulama hemen hemen bütün Avrupa dillerinde olacak. Böylece insan hangi ülkede bulunursa bulunsun kendi ana dilinde kullanabilecektir. Uygulamada, güzergah planlama modülü, insanın bulunduğu şehrin haritası, toplu taşıma araçlarının geçme listesi olacak. Başkentteki turistler, görülmeye değer yerler ve bazı diğer ilginç yerleri belirlemek için Sofya’nın haritasını kullanabilecektir.
Yunanistan 150 adayı satmaya hazır Yunanistan‘ın, borçlarını kapatmak için liyor. İyonya Denizi’nde bulunan adada sa-
bazı adaların satılabileceğini duyuran Alman Bild gazetesi, yaklaşık 600 adadan 150’sini özelleştirmek için hükümetin strateji hazırladığını duyurdu. Yunanistan, 3 bin 54 adaya sahip ve bu adaların sadece 87’sinde insan yerleşimi var. 3 bin adanın önemli bölümü ise kamuya ait. Yunan Devleri’nin krizden çıkış için adaları satmasına pek ihtimal verilmiyor ama söylentiler bile piyasanın canlanmasına yetti. Piyasayı yakından takip edenler Yunan adalarını ‘maliyete değer’ olarak tanımlıyor. Yani 2 milyon dolara 12 hektarlık bir ada bulabilmek mümkün. Yunanistan’da 1200 ile 6000 arasında ada bulunuyor. Private Island Online adlı bir site, en ucuz Yunan adalarını sıraladı. Bazı adaların fiyatı, Londra’da sıradan bir evden bile ucuz. İşte o adalar… Omfori Adası. 4,5 milyon metre kare. (4,5 km kare) 50 milyon Euro’ya alıcı bek-
dece bir bina bulunmasına rağmen, adanın yüzde 20’sinin inşa izni bulunuyor. Dulichium Adası. 5,4 milyon metre kare. 40 milyon Euro’ya alıcı bekliyor. Yunanistan’daki en büyük özel ada olarak bilinip, 4 bin kadar zeytin ağacı ve çalılar dışında bir yapılanması yok. Northern Aegean Adası. 348 bin metrekare. 35 milyon Euro’ya alıcı bekliyor. Atina’ya 30 dakika yakınlığı ile ünlü olduğu için yatırımcıların oldukça ilgisini çekiyor. St. Thomas Adası. 1,21 milyon metre kare. 15 milyon Euro. Nafsika Adası. 5 milyon metre kare. 6,9 milyon Euro. Yakında satılan bu ada, 360 derecelik panoramik görüntü sağlayan yerleriyle ünlü. Kardiotissa Adası. 1,13 milyon metrekare. 6,5 milyon Euro. Ege Denizi’ndeki bu ada inanılmaz ulaşım bağlantıları var ve plaj yapma dışında farklı su sporları yapma olanağı tanıyor.
Süt sektörüne 6 milyon euro Avrupa desteği
Bulgaristan süt sektöründe krizin çözümü için Avrupa’dan 6 milyon euro destek alacak. AB’nin Luksemburg’ta Tarım ve Balıkçılık Konseyi’nin toplantısından bu haber geldi. AB üyesi ülkeler arasında süt sektötü için 420 milyon
hip çıkarak yükselebiliriz
Tokat Belediye Plevnespor’a Bulgar Smaçör Erkekler Voleybol 1. Lig ekiplerinden To- tan Milli Takımı’nın smaçörü Rozalin Penc-
kat Belediye Plevnespor’un asbaşkanı İsmet Yiğit, Bulgaristan Milli Takımı’nın smaçörü Rozalin Penchev’i kadrolarına kattıklarını bildirdi. Yiğit, AA muhabirine yaptığı açıklamada, takıma 3’ü yabancı 8 oyuncu transfer ettiklerini söyledi. Penchev’in çok yetenekli olduğunu belirten İsmet Yiğit, ” Bulgaris-
Özümüze sa-
euro tahsis edilecek.Tarım Bakanı De-
sislava Taneva “Çiftçilerimizi ve tarım sektörünü ek kaynaklarla yardımlayacağız. Süt sektöründeki krizi biz bildirdk ve o yüzden yardım çok önemli” dedi.
Dr. Gülten Erdem ÜNLÜ
Bir hastalığın tedavisinde, etkili bir sonuç elde edebilmek için doğru teşhis çok önemlidir. Teşhisin ardından başlayan tedavi ise ; söz konusu hastalık vücuttan atılana kadar titizlik ve kararlılıkla devam ettirilmelidir. Aksi halde hastalığın nüks etmesi kaçınılmazdır. Aynı anlayış toplumsal hastalıklar için de geçerlidir. Herhangi bir toplumsal sorunla mücadele ederken, öncelikle yapılması gereken o sorunun ortaya çıkış nedenlerinin belirlenmesi olmalıdır.Yoksa alınan önlemler geçici olacaktır. İnsanların, toplumsal sorunlar karşısında köklü çözümler üretememelerinin nedeni bu nedenlerin doğru tespit edilememesidir. Yüzyılımızın en önemli toplumsal sorunlarından biri, tüm insanlarda , sevgi , birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularının hakim olduğu doğru ahlaki tavırlar ile Toplumsal olarak birleşeceğimize inanmaktayım. Bizler ancak kendi özümüzdeki değerlere sahip çıkarak yükselebiliriz. Bu değerlerin en önemli olanı da toplumsal birlik ve beraberliğimizdir. Bu birlik ve beraberlik yani tüm ümmetin birliği gerçek manada sağlanmalıdır.Ancak bu şekilde ; demokratik , insan haklarına değer veren,ifade özgürlüğünün hakim olduğu, Musevilerin, Hristiyanların, her inançtan insanın veya inançsız veya ateist olanların haklarının korunduğu, herkesin birinci sınıf insan muamelesi gördüğü bir yapıya sahip olabiliriz. Gerçek ahlak,gerçek insan ve İslam ahlakı,farklı dinden ve inanıştan olan tüm insanlara sevgi, şefkat,hoşgörü ve merhametle yaklaşmayı emretmektedir. Hepimiz farklılıklarla yaratıldık.Kimimizin gözü renkli,kimimizin boyu uzun kimimizin kısa,kimimizin cildi esmer,kimimizin teni beyaz ,bunun için şükrediyorum. Bu farklılıklar birer çatışma ve husumet konusu değil,inanılmaz zenginlik ve çeşitliliktir. Ve Cenabb-ı Allah ; Rum Suresi 22 ‘de ,’Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması O’nun ayetlerindendir.Şüphesiz bunda Alimler için gerçekten ayetler vardır. ’buyurmuştur. Evet farklıyız,ancak bu farklılıklar ruhlarımızda bir olduğu gerçeğini değiştirmez . Peygamber Efendimiz (SAV) Veda hutbesinde, Ey insanlar, muhakkak ki Rabbiniz bir ve atanızda birdir.Hepiniz Ademden, Adem de topraktandır. Allah’ın yanında en üstün olanınız, O’ndan en fazla korkanınızdır. Arabın aceme, Acemin Arap ‘a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur, demiştir. Bir insan, her ne olursa olsun, hayatını doğru yola vakfetmiş, bunu tüm tavır ve davranışları ile ispatlıyor, Allahın rızasını ve rahmetini gözeterek güzel davranışlarda bulunuyorsa, diğer tüm insanlar o kişiye karşı derisinin rengi, ait olduğu milleti, dini, dili, maddi imkanları ve mevkisini kıstas olarak değerlendirmez. Sadece sevgi, saygı, samimiyet ve hürmet duyarlar. Toplumumuzda kişilerin birbirine bakış, bakış açısı , birbirleri ile olan ilişkilerinde temel ölçü, karşısındaki kişinin ırkı, etnik kökeni, dili,dini, sahip olduğu imkanları, makamı , mevkisi değil, davranışları, imanı ve güzel ahlakıdır. Çok varlıklı ancak güven vermeyen hatta ahlaken mazbut olmayan bir insanla kimse yan yana olmak istemez. İşte , bu güzel ahlak ile Biz; tüm Avrupa orta çağın karanlığında iken, Dünyaya bilimi, akılcılığı, tıbbı, sanatı, şefkati, temizliği ve bir çok hasleti öğretmiştik. Kur’an nurundan ve hikmetinden kaynaklanan bu yükselişi tekrar başlatmak için, geçmişte olduğu gibi bugünde bizlerin Kuran ahlakı ve Peygamber Efendimiz (SAV)in sevgi şefkat, samimiyet, adalet, hoşgörü ve tüm sünnetini temel alan bir yol göstericiliğe, rehberliğe ihtiyacımız vardır. Tüm bu konularda ülkemize çok büyük bir rol düşmektedir. Çünkü Türkiye, hem tarihi ve sosyolojikalt yapısının gereği olarak hem de Peygamber Efendimizin hadislerinde müjdelediği gibi çok büyük ve önemli sorumluluklar üstlenmektedir. Bu sorumlulukların en başında Dünyada barışın, kardeşliğin ,birliğin sağlanması için öncülük etmek gelmektedir. Unutmamak gerekir ki, Türkiye; sözünü ettiğim manada Türk, Kürt, Çerkez, Laz , Gürcü, Ermeni, Müslüman, Hristiyan, Musevi ve tüm insanları kucaklayan bir ümmet birliği kurmuş ve beş yüz yıldan uzun bir süre başarıyla idare etmiş Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısıdır. Bu sorumluluğu tekrar üstlenebilecek, toplumsal alt yapıya ve devlet geleneğine sahiptir. Dahası Türkiye İslam Dünyasının, Batı ile ilişkileri en gelişmiş ülkesidir.Bu da Batı ile İslam Dünyasının sorunlarının çözümünde ara buluculuk yapabilmesine olanak sağlar. Türkiye’nin tarihsel olarak anlayışlı ve mutedil olması ve Türkiye’nin İslam Dünyasında , Müslümanların büyük çoğunluğunun izlediği ehli sünnet inancını temsil etmesi de önemli bir vasıftır. Altı yüzyıl boyunca yaşadığımız bu çok kültürlü ve değerli medeniyet tüm dünyaya barış, adalet, hoşgörü, kardeşlik, yardımseverlik, birlik ve beraberlik getirmiştir. Günümüzde tüm dünya insanları böyle bir kültürün özlemi içindedir. Ve böyle bir kültürün oluşmaması için ortada hiç bir neden yoktur. İnanıyorum ki, bu kültürün yaşatılması ile; en üst kademedeki yöneticilerden en alta kadar herkesi adaletli merhametli, hoşgörülü, sevgi dolu, saygılı, affedici, dürüst, birlik, beraberlik ve kardeşlik duyguları ile bir bütün olacak .Ve toplumumuza huzur ve barış gelecektir.
12
Gönüllüler, evsiz kalan insanlara yardım eli uzatıyor
Evsiz barksız insanlara her gün rastlıyoruz. Onlar, çöpleri tarıyor, param parça ve kirli elbiselerinde geceleri alt geçitlerde ve bahçelerde geçiriyor. Onları fark ettiğimizde toplumumuzun durumu hakkında soru işaretleri ortaya çıkıyor. Sıklıkla çalışabilen bir insan niye hayatını bu duruma getirmiştir sorusunu soruyoruz kendi kendimize. Bu soruya “Şehir Göçebeleri” projesine bağlı gönüllülerin Sofya’da onlarca evsiz insan arasında yaptığı bir anket cevap veriyor. Ülkemizde sokaklarda geçiş yıllarındaki koşulların kurbanı olan insanlar yaşıyor. Onlardan hiç kimse evsiz olarak dünyaya gelmemiş, ama mülk dolandırıcılığı, aile veya sağlık problemleri yüzünden desteksiz kalmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre evsiz insanların dörtte biri yüksek eğitimli insanlardır, büyük bir kısmı ise artık var olmayan fabrika ve işletmelerde yıllarca çalışmıştır. Buna rağmen bu kişilerin devletten yardım veya emeklilik maaşı alması çok nadirdir. Son 25 yılda bu insanların çoğu, adalet mücadelesini ve layık hayat hakkını kaybetmiştir. “Şehir Göçebeleri” projesini başlatanlar arasında olanlar-
dan biri Mia Agova, “Ülkemizde istediği için sokakta yaşayan insanlar söz konusu değildir. Bu yüzden onlar her şeyi yapabilir yeter ki hayatını değiştirsin” diye düşünüyor. Mia Agova ve arkadaşları, bu insanların yaşam şartlarını iyileştirmeyi amaç gütmektedir. Onlar, evsiz insanlar için küçük mobil evler inşa edecek ve banyo ve çamaşır yıkama ile ilgili başlıca sorunlarını giderecek. İlk küçük mobil evler artık gerçek oldu. Evler, başkentlilerin çöp kenarında bıraktığı malzemelerden oluşturulmuştur. Evciğin maliyeti 150 avro, ama küçük ve sade olmasına rağmen evcik artık sahibi Bobi’nin hayatını değiştirmiştir. Bobi, kendisine iş bile bulmuştur. Mia Agova’nın sözlerine göre “Şehir Göçebeleri” girişimi hakkındaki fikir, evsiz insanlara yiyecek, elbise ve ilaç ile yardım eden kişilerin tesadüf görüşmeleri sonucu ortaya çıkmış.
Bulgaristan’daki yabancı yatırımlar önündeki sorunlar ve perspektifler
Bulgaristan’daki doğrudan yabancı yatırımlar, 2015 yılının ilk yarısında yüzde 1.9 oranına, yani yaklaşık 800 milyon avroya artmıştır. Bulgaristan Radyosu’na verdiği bir demeçte Bulgaristan Yatırımlar Ajansı İcra Müdürü Stamen Yanev, “Bu sonuçlar, ülkedeki iyi makroekonomik durumdan ve siyasi istikrardan kaynaklanıyor” şeklinde konuştu. Kendisine göre şu an yatırımcıların farklı sektörlere ilgisi var ama büyük otomobil fabrikaları için parça üretimi ile ilgili endüstriye ve kimya endüstrisine ilgisi üstün gelmektedir. Yatırımcılar ayrıca, İT endüstrisine, turizme, hizmetler sektörüne, lojistik dalına, ulaşıma ve saire endüstri dallarına ilgi gösteriyor. Bulgaristan, geleneksel Avrupa yatırımcılarından başka hangi diğer ülke ve bölgeye bel bağlayabiliyor? Stamen Yanev’e göre bu soruya cevap şöyle: “Bulgaristan’daki en büyük on yatırımcının sıralamasının değişmesini umuyorum. Tabii Bulgaristan ile sabit ilişkileri olan Almanya ve İtalya gibi geleneksel ortaklarımız var. Biz ama Asya’dan yatırımcılar çekmek için çaba gösteriyoruz, çünkü mali piyasalardaki sarsıntılara rağmen şu an büyük
para Asya’da. Bu yüzden Çin’den daha fazla yatırımcılar çekmeye özen gösteriyoruz.” Stamen Yanev, Juncker adlı yeni Avrupa Yatırım Planı’nın her tür işin finansmanı için imkan verdiğini düşünüyor. Kendisine göre bu plan çerçevesinde finansman almak için şirketler, doğrudan Avrupa Yatırım Bankası önünde başka yerden finansman alamayan ve onlardan hızlı kazanç beklenemeyen ilginç projelerle başvuru yapmalı. Yabancı yatırımcılar önündeki en büyük engeller hangileridir? Bu soruya cevaben Stamen Yanev şunları açıkladı: “Yakında hükümet, Maliye Bakanlığı’nın bir raporunu kabul etti. Raporda Bulgaristan’da dışarıdan gelen yatırımları engelleyen 10 faktör içeriliyor. Oysa olumlu yanlar ortada – ülkemizde düşük vergiler var, ülkemiz coğrafi açıdan iyi konumda, Bulgaristan’ın ayrıca üçüncü ülkelere kanalları var. Tabii bazı sorunlar da var. Bazı izinlerin çıkarılması için sürelerin kısaltılması yerine onlar uzatılıyor. İş dünyasının ise uzun beklemek için zamanı yoktur. Bu yüzden idari yükünün azaltılması için çok önlem alındı.” İşsizlik oranının yüksek olduğu bölgelerde mesela devlet, artırma veya yarışma olmadan arazi elde etme konusunda teşvik önlemleri almıştır. Bunun yanı sıra yeni istihdam edilen kişilerin eğitimi ödenerek de devlet mali yardımının verilmesi için de çalışılıyor.
Rusya, Bulgaristan’dan Gıda İthalatını Yasakladı
Rusya bitki sağlığı denetimi servisi Rosselhoznadzor tarafından yapılan açıklamaya göre,1 Eylül‘den itibaren Bulgaristan‘dan Rusya‘ya ithal edilecek her türlü “Bulgaristan bitki sağlığı sertifikalı” gıda ürünlerinin girişi yasaklandı. R o s s e l h o z n a d z o r, Bulgaristan‘dan Rusya‘ya ithal edilen gıda ürünleriRusya, 1 Eylül tarihinden geçer- nin bitki sağlığı sertifikalarının sahte li olmak üzere, sertifika sahteciliği olduğunu iddia ettiği için ürün ithalanedeniyleBulgaristan‘dan yapılan gıda tına yasak getirildiği bildirildi ithalatını yasakladı.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Türkiye Hükümetsiz Kalmaz
Çocuk katili Öcalan: “Türk Ordusu Yenilemez!” demişti. 100 yıldan beri seçim yapan, 1950’den sonra çok partili demokrasiye geçen Türkiye’de 7 Haziran 2015 genel seçimi sonrası, halk iradesinin doğru algılanmadığı; koalisyonda buluşamama ise, uzlaşma kültürümüzde yetersizliklerimiz olduğu görüldü. Son 2 ayda her birimiz Türkiye’de siyasi sistemin tıkandığına; parlamentonun yerinde saydığına; yürütmeyi tek elde toplama çabalarınınsa keçi inadıyla yokuşa sürülmek istendiğine işaret oldu. Politikanın kilitlenmesi terörü tırmandırma ve hatta bir isyana fırsat verdi. Seçimle ortaya konan halk iradesi neden doğru algılanmadı? Olay güncel siyasete şu şekilde yansıdı. Seçmen, 2002’den beri AK Parti öncülüğünde gerçekleşen ekonomik, sosyal, iç ve dış politikada atılımlarına CHP, MHP gibi muhalefet güçlerini de katmak istedi. Seçim sonuçlarına yansıyan kırgınlıkları bir yana bırakıp birlikte ilerleyelim dendi. “Çözüm Süreci” de bu planın bir parsçıydı. Özlenen, sorunların ortak çabalarla aşılmasıydı. Seçimde, toplum birlikte mutlu olma aşısı alsa da, bu bilinci anlayamadılar. Oysa HDP partisinin meclise girmesinin politik anlamı tam buydu. Biraz daha derine inilirse, maalesef ne CHP Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu ne de politikadan silinme paranoyası yaşayan MHP Başkanı Devlet Bahçeli seçimin çizdiği tabloyu çözemediler. 7 Ağustosta kesilen koalisyonda buluşma görüşmelerinde bu kanıtlanır iken, iktidarda yanlış yapmaktansa muhalefette beklemeyi yeğleyen zihniyet sezildi. Bu iki politik parti liderleri unutulmak istenen zamanların bazı yüklerini sırtlarından indirmekte zorluk çekiyor. Öyle ki görüşme esnasında kararsızlıkta boğuldular. Cumhuriyetin ilk yıllarından, tek partili sistemden, bir diktatörün 35 yıl evvel hazırlattığı anayasada yer alan batıl takıntılardan günümüz politikasına kıstas üretmeye çalışan bu iki politikacı tarafından sergilenen tavrın kısırlığından güç alan PKK, KDC ve HDP üçlüsü tüm sınırları aşarak hükumetsiz Türkiyeyi yakmaya kalktılar. Egemenliğimizi, Cumhurbaşkanımızın meşruluğunu ve demokratik sistemimizi silahlar elde sorgulamaya kalkınca, terör ateşi her gün kurban aldı, isyan patladı. 9 il ve ilçemizde otonomi ilan etmeye kalktılar. Bu feci durum bile, uzlaşıp birlikte hükumet kuralım görüşmelerinde Kılıçtaroğulu ile Bahçeliyi hayal dünyasından gerçekliğe döndüremedi. Karanlıklar ışığı görmek istemeyenlerin körlüğünde başlar. Yanlış anlaşılan bir başka durum daha var. Bir defa seçimden önce netleşen şöyle bir gerçek vardı: 10 Ağustos 2014 seçiminde Sayın R. Tayyip ERDOĞAN’IN başkan olmasına % 52 oranda ezici bir çoğunluk EVET demişti. Böylece Türkiye yürütmesinin tek elde toplanmasına yeşil ışık yakılmıştı, kıvılcım ateşi yakmıştı. Halkımız devlet yapımızı güçlendirilerek daha ileri geliştirilmesini, herkes için demokrasinin yetkinleştirilmesini ve AK Parti öncülüğünde 13 yıldır ivme toplayan istikrarlı kalkınma, herkese huzur ve güven politikasını 7 Haziran’da halk tarafından da onaylanmıştı. AK Parti hükumeti Türkiye Cumhuriyetini baştan başa değiştirdi. Ülkemizi dünyada liderler grubuna kattı. Türkiye devlet sisteminde değişiklikler başlattı. “EVET” in anlamı budur. Türkiye devleti, Cumhurbaşkanı ve onun kullandığı erk meşrudur gerçeği asla sorgulanamaz. Başbakanımız Prof.Dr. Ahmet Davutoğulu’nun yeni hükumet kurma çabaları Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın görevlendirmesiyle ve anayasal yetkiler çerçevesinde yürütülüyor. AK partiden ve Sayın T. Erdoğan’dan Türkiye’nin yol haritasının değiştirmesi beklenmiyor. HDP Başkanı’nın erken seçimi Türkişye Cumhurbaşkanının saygınlığını ve halkımızın Başkanlık sistemi seçeneğini sorgulamak için kullanma çabaları dikkate alınmamalıydı. Çünkü 10 Ağustos 2014 seçim sonuçları geçerlidir. Uzlaşma kültürümüzde yetersizliklerimiz var. Aslında olmama-
sı gerekirdi. Biz dünyada en eski diplomasiyi yaşatmışız. Ahlakımızda da uzlaşma var. Bayramlarımız uzlaşma günlerimizdir. El öper sarılırız, kırgınlıklar aşılıp, kardeşlik ve saygı devam eder. Bu, ödün vermek anlamına gelmez. Uzlaşma hoşgörümüzün de özüdür. Ne var ki, yıllar yılı muhalefette kalan ve rahatına alışan CHP ve MHP gibi politik partilerimiz artık kaskatı katılaşmışlar. İki artı iki dört eder gibi bazı formülleri öyle ezberlemişler ki, iki damla su ile iki damla suyu toplasak bir damla su olur desek, ya dayak yeriz ya da kapıdan kovarlar. Sayın Başbakanımız bu ince ayrıntıları bildiğinden olacak, olağanüstü net ve nazik ifadelerle görüşse de sonuç alamadı. Bizim anavatan topraklarımızda yaşamış olan Demokrit, “bir ırmağa iki defa girilmez” derken, politika da her gün değişir, her durumun çözümü yeni bir çözüm formülü getirir, demiş olsaydı, belki bu çözümsüzlük yaşanmazdı. Şu da var tabii, bazı liderler olumlu ve olumsuz çözümlerden her zaman kendi aleyhlerinde sonuç çıkarmada ustalaşmışlardır. Başka ne diyeyim ki! Yanan memleketimiz, vatanımız, geleceğimiz iken, onların derdi olan, iki artı ikinin bir, birlik, birliktelik ve dünyada birinci olmak olduğunu anlamak o kadar mı zor!? Bu yetersizliğimizi aşmak zorundayız… Önce “Çözüm Süreci” dinamitlendi. Politik deneyimi sıfır olan HDP önce kendi bindiği dalı kesti. Terörü ateşleyip “Çözüm Süreci” ni suya düşürdü ve kapıları kapattı. Türk ve Kürt halkları arasında tarihsel uzlaşma ve sonrası barış arayışını baltaladı. Seçimle yasal siyasete giren HDP farklı niyetler peşinde olduğunu, demokrasi ve barış maskesi takmış bir soytarı rolü üstlendiğini gizleyemedi. Belki de mecbur bırakıldı bilemeyiz. İsrail ve Amerika çıkarlarına uygun siyasete soyunduğunu herkes gördü. Emperyalizmin Kürt maşaları bugün seri katliamlar yapıyor, isyan başlattı, siyaseti kilitledi, bayram ediyorlar. Ne var ki aslında hiçbir başarıya ulaşamadılar. Onlar, Türk halkının iyi niyetini geri teptiler, hoşgörüsüne sarılmadı, uzattığı barış ve birlik dallarını kırdılar. Son ana kadar şu yaptıklarımızın hepsi yanımıza kalır hesabı yapanlar, daha ilk Jetlerin Diyarbakır’dan havalanmasıyla yutkunup kaldılar. Başbuğları olarak bilinen Bese Hozat, Cemil Bayık, Karayılan, Selaatin Demirtaş Washington’dan arabuluculuk rica etmişler. Apar topar Avrupaya merkezde soluğu aldılar. Oysa yapacakları ilk iş kayıtsız şartsız ateş kesip teslim olmalarıydı. Türkiye devleti gibi dünyanın en güçlü devletlerinden biri herhangi bir terör örgütünün ister PKK, PYD ister YPG, ister HDP olsun boyunun ölçüsünü her an ve her yerde verebilir ve verecektir. İngiltere’den, Avrupa’dan medet ummalarının nedeni, kesin yok olmalarını artık sezmiş olmalarıdır. Çocuk katili Öcalan: “Türk Ordusu Yenilemez!” demişti, unutmuş olabilirler. Hatırlatması bizden! Politika kumarbazlık değildir. Ankara bu defa yılanın kuyruğuna değil, başına bastı. Yılan bu defa ezilecek ve ini betonlanacak ve yerle bir olunacaktır. Asilerin yaratmak istedikleri kâbusu Türkiye halkı bastırıyor. On binler HDP merkezlerine yöneldi, şehitlerimizi uğurlayan alayların kararlılığına bakınız. Şu satırları gönül hoşluğuyla yazmıyorum. Eğer CHP halkımızın huzur içinde yaşama hakkını savunanlar ordusunda yerini almada gecikirse, yakın ya da uzak bir tarihte yapılacak muhtemel bir seçimde yıllar önce defalarca silkinip unutulduğu yazgıyı bir daha yaşayabilir. Türkiye’nin egemenliği, devleti, bayrağı, toprak bütünlüğü ortak paydamızdır ama hiçbir kimseye peşkeş çekilemez, öz değerlerimize el uzatanlara arka olan, bu arada şimdiki vahim olaylara pasif ve seyirci kalanlara siyasi yaşam hakkı asla tanınamaz ve tanınmayacaktır. Türkiye seçmeninin sandıkta sıfırladığı politik partilerin sayısı tarihte büyüktür. www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 13
Dr. Mustafa KAHRAMAN Burnundan Kıl Aldırmayanlar
Konu: Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının gerçek temsilcisi kimdir? Bulgaristan siyasetine atfen söyledikleri doğru çıkan, bulunduğu öngörüler gerçekleşen, vurgulamalarına dikkat edilen politikyorumculardan biri, yaşı hayli ilerlemiş olan Petır Buçarov adlı bir kıdemli gazetecidir. O, “bTV” stüdyosunda “yeni yüzyılın başında Bulgaristan’ın en önemeli sorunu nedir?” sorusuna şöyle cevap verdi: “Statüko” (var olan durum) ve ilave etti: “Bulgarlara şöyle diyorum: SSCB’den sonra vatanımız ‘starüko’ ile lanetlendi. Var olan durumun neresi en ağır beddua aldı diye soruyorsanız: “Kamuoyu Rusçu (Rusofiller) ve Rus aleyhtarı olan (Rusofoblar) olarak ikiye bölünmeye hazır duruma geldi. Bu, kötülüklerin içinde en kötü olanı oldu. Neden mi? Ülkenin bölünmüş durumu yabancı çıkarlara hizmet ediyor.” Dikkat çekici bir saptama! İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Rusya Federasyonuna ihracatımız tamamen durdu. Moskova’dan yalnız doğal gaz ve ham petrol alıyoruz. Karadeniz’e gelmez oldular. 26 yıl önce okullarımızda Rusça ikinci zorunlu dildi. Bugün ders programlarından kaldırıldı. Rusya ile ilgili tutum kamuoyunu ikiye böldüğü gibi, iletişim ortamında “Ben Ruslara karşı cepheye gitmem!” kulağı deliyor. Tecrübeli gazeteci Buçarov’a “HÖH-DPS liderleri Bulgaristan azınlıklarının gerçek temsilcileri değildir, kanısı güç topluyor, bu konuda fikriniz nedir?” sorusuna verdiği yanıt şöyle oldu: “Gerçek” olanlar hangileri? Ya şu şirketler çemberi; Ya şu “Tsankov Kamık” milyonu; Ya bunlar iktidar sofrasında çok şiştiler, patlayacaklar… Ve daha bir iki bilinen şeyi sürekli önüme atıyorsunuz. Bunlar hepsi boş tenekeden çıkan sestir… Politik iktidara ”sürtünen” parmağını yalar…” Vatandaş ne zamana kadar aldatılabilir? Yukarıdaki yanıt, ipleri elde tutan kulisin, A. Doğan ve L. Mestan tarafından temsil edilen ve halktan, Türkler, Pomaklar ve Çingenelerden tamamen kopmuş olan grubun, ülke olanaklarını talan etmeye devam etmesine sanki göz yumacağına yeni bir işaret. Son zamanda HÖH kadrolarının devlet makamlarından kovulması durduruldu. Yine bu arada yolsuzluklara karışmış olan pek çok HÖH lider takımına yakın kadro hakkında açılan davalara bakılmıyor. BTK bankası skandalında portföyünden 4.2 milyar leva çalan ve olayda ismi en sık zikredilen HÖH milletvekili D. Peevski’nin sorgulanmak üzere savcılığa çağrılmaması dikkat çekti. Tatilden önce politik iktidarın ayakları iyice sallandı ki, Türklerin kurduğu partinin meclis desteğine can simidi gibi sarılırken, araba devirmeyen yolsuzluklara göz yummayı gündeme aldılar. Deneyimli gazeteci iç siyaseti harmanlarken dedi ki: “Şimdiki politik ortamda iktidardaki GERB ile HÖH / DPS arasında resmi koalisyon kurulmasına gerek yok. Bu adım atılırsa, çalgıcılara fazla para verilmiş olur. L. Mestan ve etrafındakilerin kırmızıçizgiye aşmadan ve B. Borisov’la olan bağlaşıklıklarından başka birine değil, Bulgaristan’a hizmet veriyoruz inancıyla mutlu olmaları yeterlidir.” Yorumun yorumunu yaparken bizdeki Moskov kafalar rahmete kavuşmadan memlekette suların durulmayacağı sonucu çıkarılabilir. Moskovacılardan kurtulmamızla yerleşik anti-Türk, anti-İslam, “ötekileştirici”, korkutma, huzursuz etme ve güvensizliğe itme siyaseti arınıp durulur mu, dersiniz? İnanmıyorum! Çünkü HÖH-DPS lideriyle kahve içen ve gizli paylaşım yapan GERB lideri, Türklerin ve Müslümanların özgün hakları konusunda burnundan kıl kopartmıyor. Bu tespiti partinin tüm çakma liderleri hakkında da söyleyebiliriz.
AB uyanmaya başladı. Geçen yazımda işlediğim “insansız kalma” konuda gelişme var. Kuzey Batı illerimizden Vidin’de nüfus çoğunluğu Çingenelere geçti. Tuna incimiz Vidin Çingene nüfusun % 50 çıtasını atladığı ilk ilimiz oldu. Ülkemizdeki ana çelişkinin Moskova yandaşları ve hasımları arasında kızışan kapışma olduğuna işaret ederken Buçarov, Bulgaristan nüfusunun önü alınmaz bir şekilde Çingeneleştiğini vurgulamıyor. Başka bir Tuna şehrimiz olan Rusçuk belediyesine bağlı Slivo Pole muhtarı Georgi Golemanski, yeni evli çiftlerin, büyük ailelerin ve soyların çocukları ve yaşlılarla birlikte ülkeyi terk edip Almanya, İtalya ve İspanya’ya yerleştiğine, gidenlerin arkada kalanların gidenlerden gelen parayla yaşadıklarını anlatıyor – 17 Ağustos 2015 tarihli “Trud” gazetesi. Benim dünya görüşüme göre, en temel çelişki, dolayısıyla esas sorun yerleşim yerlerinin insansız kalma eğiliminin hız almasıdır. İnsan olmayın yerde toplum olmaz yani sorun olmaz. Bu konuda Bulgaristan makamlarına itimadı tamamen yitiren AB Genel Kurulu “NENEMİN KONAĞI” adlı bir girişimle 15 Batı Avrupalı genci Rodop Dağlarında bulunan Dryanovo, Manastır, Yugovo ve Curkovo köylerine göndermiş, yaşlıların sosyal sorunlarını araştıran gençler, bir köyde en fazla 5-7 yaşlı kadın kaldığını, gençlerin büyük kentlere yerleştiğini ya da dış ülkelere çıktığını ve yıllardır geri dönmediklerini tespit etmişler. Rodop dağları insansız kalıyor. Buçarov bu duruma işaret etmiyor. Politikayı perde ardından ayarlayanlar, okuma yazma bilmeyenlerin seçime katılmasına müdahale etmeyi düşünüyor. Mesela seçim günü, oy kullanmaya gelen vatandaştan, kimliği ile birlikte ilkokul diploması da istense, Çingenelerin yarısı ve Rodop dağlarını bekleyen 90’lık ninelerin hiç biri oy kullanamayacak. Partiler artık seçmenden korkuyor. Okuryazar olmayan kitlenin oyunu kime atacağı öngörülemez iddiası ağır basıyor. Oysa oy kullanmak her vatandaşın anayasal hakkıdır. Bunu anlatanlar boşuna yırtınıyor, çünkü Borisov ile Mestan burunlarından kıl aldırmıyor. Çingene nüfusun yarısı okuryazar olmadığından sandıktaki durum güvenli değil. Köylerde iş olmadığına herkes muhtar olmak istiyor. Makreş belediyesinin Kireevo köy nüfusu 21 kişiyken Temmuz ile Ağustosun 15’i arasında 2 200 kişi olmuş. 5 muhtar adayının her biri Çingene gettolarından otobüslere doldurduğu vatandaşların eline birkaç para, bir sandviç, bir bira tutuşturup köy nüfusuna kaydediyor. Nüfus kayıt defteri dolmuş. Polis bir eve 10 haneden fazla kaydedilemez emri verince, köy çıkışından sonra olmayan yirmi adrese de kayıt yapılmış. Bu gidişle 25 Kasım yerel seçimlerinde Bulgaristan nüfusunun 10–15 milyona çıkması bekleniyor. Brüksel sosyal yardımları sefil sayısına göre verdiğinden “pasta dilimlerini” dağıtan “saray garsonları” yılbaşına doğru işten baş kaldıramayacak benziyor. Saray etrafında kuş uçurtmuyorlar, nedeni iyice belli oldu. Müsaadenizle bir olay daha anlatmak istiyorum: Bugün aldığım haberlerden biri, adaletin mutlaka tecelli ettiğini doğruladı. Karlova kentinde Filibe il mahkemesi kararına rağmen “Kurşun Cami”mizi gasp etmek isteyen, şehirde dazlak kafalı gösterileri düzenleyen, Türk düşmanlığı kışkırtan, bağırıp çağıran, artık dedesinin eski faşist subayı ve brannik olduğunu öğrenebildiğimiz ve (yazacağım şu satırlardan utanıyorum) Bulgaristan Demokratik Güçler Birliği (CDC) Başkan Yardımcısı olan Belediye Başkanı D-r Emil Kabaivanov kelepçeleri takın diye bu sabah bileklerini uzattı. Ya şu savcılık ufak ufak bir iki adım atsa ne güzel olur. Yerli Türklerin taşınmazlarına, şehir ve köylerdeki Baş Müftülük malmülküne el koymaya çalışırken yasaları tanımayan Belediye Başkanı Kabaivanov, ne yazık ki, Türklere yaptığı zulümden ötürü tutuklanmadı.
Devamı www.bghaber.org
Dayak Gerek
Konu: En eski masallar bile bugünü anlatır. Okul kitabımda ÇOCUK VE RÜZGÂR masalı vardı. Kaç defa okuduğumu bilmiyorum ama kitabımın o sayfası hep açıktı. Şimdi okul kitaplarındaki masallar değişmiş. Biraz karıştırdım “TOKAT BABA CEBİNDE masalı zamanın istemlerine ve okul havasına uygun düzülmüş. Başkahraman olan oğlan okumuyor, uyumuyor, yemek de yemiyor, gözü oyunda, babası onu mecbur etmek için, anadilimizde “beşkardeşi görüyor musun?” dediğimiz gibi, “tokat cebimde, şimdi çıkaracağım!” diyerek durumu idare ediyor. Baba evde olmayınca anne de “tokat babanın cebinde, o şimdi geliyor!” şeklinde tehdit ediyor. Öyle ama masalın sonuna kadar tokat cepten çıkmıyor ve afacan sürekli tokat tehdidi altında olsa da, bir tokatçık yemeden bildiğini okumaya devam ediyor. Bu, daha kısa olsun diye “babanın tokadı” diyeceğim masalı, “Çocuk ve Rüzgâr” masalının yerine okutuyorlar. Size iki masal arasındaki farlı ve uyanan çağrışımları anlatabilmem, için bildiğim masala giriyorum. Kalbur saman içinde, eski zamanlardan birinde, yoksul bir kadın, onun da bir oğlu varmış. Günlerden bir gün ekmek pişirmeye niyetlenen anası oğlanı un almaya ambara göndermiş. Oğlan tavaya un doldurmuş, annesine götürürken aniden esen sert rüzgar unu uçurup savurmuş. Ambara dönen oğlan tavayı yine doldurmuş, fakat bu defa daha hızlı esen rüzgar unu yine savurmuş. Yine dönmüş, ambarın dibinde ne varsa elleriyle toplamış, tavayı bir yere kadar yine doldurmuş, ne ki, iyice şiddetlenen rüzgâr, amansız davranarak, unları bu defa da hemen alıp götürmüş. Oğlan öyle kızmış ki, anlatılacak gibi değil. Öfkesine yenik düşmüş oğlan unlarını isteyip geri aşmak için rüzgârı aramaya koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş ve nihayet rüzgârın inine bulmuş. Günaydın, Rüzgâr Hazretleri, demiş. Hoş geldin, diye cevaplayan rüzgâr, şen bir edayla: Ne işin var buralarda? Çaldığın unlarımı geri almaya geldim! Demiş oğlan. Biz zaten çok yoksuluz, sen bizim son yedeklerimizi aldın ve bizi aç bıraktın!” diye eklemiş. Evet, geri verebilirdim ama bende un yok. Benim yüzümden aç kalmanızı da istemem. Al şu masa örtüsünü! O size ne kadar isterseniz yiyecek verecek. Hadi örtücüğün, VER! Demen masanın üstünün dolmasına, Hadi örtücüğüm sofrayı kaldır! Demen de masanın temizlenmesine yeterli olacak, demiş. Oğlan örgütü için teşekkür etmiş ve eve doğru yola düşmüş. Yorulmuş ve gecelemek üzere bir hana girmiş. Akşam yemeği zamanı gelince örtüyü açmış ve Hadi, örtücüğüm VER! Demiş. Son söz ağıcından çıkmadan, önü birbirinden leziz yiyeceklerle dolmuş. Hancı ile eşi gördüklerini çok kıskanmışlar ve zahmet çekmeden yolcuları doyurup para kazanmak geçmiş akıllarından. Oğlan yiyip içtikten sonra uzanıp uykuya daldığında, hancının eşi sihirli örtüsü usulca çekip almış ve yerine kırıntısı bile vermeyen başka bir örtü sıkıştırmış. Eve dönen oğlan anasını da çağırmış, örtüyü sermiş ve önce anasına Anacığım, unumuzu geri istemek için rüzgârın yanına gittim, o da bana un yerine, isteyince yiyecek veren şu örtüyü verdi, bak şimdi: Hadi, örtücüğüm, VER! Demiş. Öyle ama örtünün üstünde bir yudum ekmek bile belirmemiş. Bir hile var bu işin içinde, yol göründü, ben rüzgârın yanına döneceğim. Örtü beni yalnız bir defa dinledi. Demiş. Ertesi sabah yola düşmüş ve soluk soluğa vardığında hemen rüzgârın kapısını çalmış. Günaydın, Rüzgâr Hazretleri, demiş yine. Hoş geldin, hayır ola! Diye cevaplayan rüzgâr: Neden geldin? Unumu almaya geldim. Bir defa yemek
Filiz SOYTÜRK verdi, artık vermiyor. Dinlemiyor beni! Bende un olmadığını söyledim sana. Öyleyse, sen şu keçiyi al! “Hadi, keçiciğim VER! Dediğinde avucun altın dolacak. Demiş. Oğlan teşekkür etmiş ve dönerken gece konaklamak üzere aynı handa durmuş. Bu defa han yemeğinden yemiş. Ödeme vakti gelince, keçiye dönerek: Hadi, keçiciğin VER! Der demez, avucu altın dolmuş. Ödemiş ve uykuya dalmış. Paragöz olan hancı ile eşinin gözüne uyku girer mi? Gece yarısı sihirli keçiyi çalıp, yerine sıradan bir keçi bağlamışlar. Sabah erken, bu defa olsun anasını sevindirmek isteyen oğlan hemen yola düşmüş. Avluya girerken, anasına şöyle haykırmış: Annem, anneciğim, sana avuç dolusu para veren bir keçi getirdim. Görelim bakalım! Demiş annesi. Hadi, keçiciği VER! Demiş olan, avucunu açmış ama içine bir altın bile düşmemiş. Rüzgârın yanına üçüncü defa gideceğim! Demiş oğlan. Hemen yola çekilmiş ve gün batmadan kapısına dayanmış. – Örtünü de al, keçini de! Ben unumu isterim, demiş. Rüzgâr örtüyü eline almış, ardından keçiye de bakmış. Oğlana verdikleri olmadığını anlamış. Kapı ardına uzanmış ve dış görüşü bir sıradan değneğe benzeyen bir sihirli sopayı oğlana uzatmış. Al! Bu da işine yaramazsa, ilelebet yoksul kalacaksın! Demiş. Oğlan dönerken, aynı handa mola vermiş ve gecelemiş. Alaca karanlık bir köşeye oturmuş ve rüzgârın kendisine bu sopayı neden verdiği üzerinde kafa yormaya başlamış. Acaba bu sopada sihirli olan ne olabilir? Mücevher verme hüneri olabilir mi? O düşüne dursun, aynı şeyler üzerinde kafa yoran hancı da, alıvereyim de hünerini sonra öğrenirim! Demiş ve sopayı alıp mutfağa eşinin yanına götürüp masanın üzerine koymuş ve: Hadi, sopacığım VER! Demiş. Yerinden fırlayan sopa hancı ile eşinin sırtına, eline, koluna, başına, neresine gelirse yüklenmeye başlamış. İkisi de kapıdan çıkıp kaçmak isteseler de soba arkalarını bırakmamış, yetiştiği yerde indirmiş. Kurtuluş olmadığını gören hancı, oğlanı çağırmaya başlamış: Hadi, be oğlan gel, durdur şu sopayı! Örtünü de keçini de vereceğim? Bağırış çağırıştan uyanan oğlan, işi anlamış, hancıların felaketini biraz daha seyrettikten sonra: Hadi, sopacığım yetsin artık! Demiş. Hancı keçiyi, eşi de örtüyü getirmiş, oğlan eve dönmüş ve annesini sevindirmiş. İşte bu masalda herkes muradına ermiş, ama okul kitaplarına yeni giren birinci masalda tokat babanın cebinden çıkmıyor. Bir düşünürsek, Bulgaristan’daki, duruma tamamen uyuyor üç kişiden biri hırsız, rüşvetçi, dolandırıcı ama tutuklanan, sorgulanan, içeri giren yok. Tokat hep cepte duruyor. Bu da genç kuşağa, devlet babanız gibidir, toleranslıdır bildiğinizi okuyun demiyor mu? Trafik kazalarının % 17’sini ehliyetsiz, 7 yaşın altında lise öğrencileri yapıyor. Başka erkekler de var. Büyükler ise, Avrupa Birliğinden gelen yardım ve sübvansiyonların büyük kısmına yol boyunda el atıyorlar. Hancı ve eşinin oğlanın sihirli masa örtüsünü ve keçisini çaldıkları gibi. Birinci masaldaki sopa harekete geçmiyor, bu da yaşadığımız devrin en büyük özelliğidir. Avrupa Birliğinden gelen paralar “saraylarda” ve “konaklarda” daha yol boylarında çalınıyor. Masallar günümüzü algılayabilmemizin anahtarıdır, günümüzün sırlarını anlatıyor. Masalları çarpıtılan, değiştirilen toplumlarda adalet duygusu körelir, hatta tamamen ortadan kaldırılır. Masal okumaya devam edelim.
14
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Yeni siyasi sezon iktidar formulü açısından sınama niteliğinde olacak
Parlamento’da yeni oturum dönemi, kader belirleyici siyasi kararların alınacağı sözü verilerek ve aslında bundan önce de gördüğümüz türden tavırlar sergilenerek başladı. Tatil öncesinde” tarihi taviz DPS’yi iktidardakilerle bir masaya oturturken yeni oturum döneminin ilk gününde Lütvi Mestan, dolaysız bir şekilde Başbakan Boyko Borisov’a yönetim programını revize etmesini teklif etti. Borisov teklifi cazip bulmadı, yerel seçimlerin GERB ve Reformcu Blok oylarının sayılmasına münasebet olacağı, alınacak sonuçların ise hükümetin çalışmaları açısından değerlendirme niteliği taşıyacaklarını öne sürdü. “Bölgelerde seçimleri hangi parti kazanırsa kazansın genel sonuç, bir yandan istikrar sağlayıcı nitelikte olmalı, diğer yandan ise şu anki iktidarın alternatifsiz olduğunu orta-
ya koymalıdır. ” Siyasi formülde değişiklik olup olmyacağını seçim sonrasında göreceğiz, fakat “seçim formulü” deyimini hem iktidarda olanlar, hem iktidarda olmak için can atanların ağızlarından düşmez oldu. “Önümüzdeki dönemde iktidar formülünün ne kadar verimli olduğu, kimin reformlar yönünde, kimin ise ters yönde çalıştığı açıkça görülecek, şeklinde konuştu GERB Meclis Grubu Başkanı Tsvetan Tsvetanov ve şöyle devam etti: Bazı siyasetçilerin kameraların karşısında takındıkları ucuz, solo ve popülist tavırları ve modern ve çalışan mevzuatın aşamalı, fakat kararlı bir şekilde getirilmesi gibi zorlu bir yolda yürümeyi göze alanların sorumlu tutumu arasında fark yapmanın zamanı gelmiştir”.
Bulgar Renkleri Kuşadası’nda’ Aydın’ın Kuşadası Belediyesi İbramaki Sa- gi Günü olarak kut-
nat Galerisi, bu hafta sekiz Bulgar ressamın resim ve grafik çalışmalarından oluşan karma bir sergiye evsahipliği yapıyor. “Bulgar Renkleri Kuşadası‘nda” ismini taşıyan sergi, 21 Eylül 2015 tarihine kadar gezilebilecek. Serginin açılışında konuşan Belediye Kültür Sanat Koordinatörü Nurten Helik, Kuşadası’nı Bulgar kültürü ve Bulgar sanatçıların dünyaya bakış açısıyla tanıştırma amacı taşıdıklarını söyledi. Helik, “Bulgar ressamlar, kendi ifadeleriyle sınır tanımayan sanatın inanç, umut, sevgi taşıdığını göstermek istiyor ve her insanın sahip olması gereken bu değerlerin paylaşılması gerektiğine inanıyorlar. Kuşadası’nda Bulgar sanatçılar tarafından açılan bu sergi, iletmek istediği mesaj kadar zamanlaması açısından da özel bir anlam taşıyor, çünkü 17 Eylül Bulgaristan’da İnanç, Umut ve Sev-
lanıyor. Sanatçılar da sergilerini, evrensel bir anlam taşıyan bu özel güne adadıklarını belirtiyorlar. Dörtbir yanımızı savaş ve düşmanlığın sardığı böylesi bir süreçte bu sergiye evsahipliği yapıyor olmaktan dolayı ayrı bir mutluluk içerisindeyiz.” dedi. Bulgar ressamlar Gabriel Panen, Hristo Panen, Radka Zhekova, Ekatarina Stoicheva, Lina Dimitrova, Petar Yankov, Galina Naydenova Mittermann ve Lyuba Chachan’ın yağlı boya, akrilik ve grafik tekniğiyle yaptığı eserler, bir hafta boyunca Kuşadası Belediyesi İbramaki Sanat Galerisi’nde görülebilecek.
UNESCO Genel Müdürü İrina Bokova: Kültür anıtlarının yokedilmesini durdurmak gerekir
UNESCO’nun himayesinde Sofya’da “Suriye kültür mirasının yağmalanması ile mücadele” konulu bir konferans düzenlendi. Norveç Krallığı Büyükelçiliği ve Norveç Kültür Mirasını Araştırma Enstitüsü tarafından düzenlenen konferansa katılan UNESCO Genel Müdürü İrina Bokova radyomuza verdiği demeçte şunları belirtti: Kıymetli eşya kaçakçılığı ve kültür mirasının tahrip edilmesinin militanların Irak’ta ve halen Suriye’de uyguladıkları terör stratejisinin bir kısmı olduğunu hep söylüyorum. “İslam Devletini” durdurulmasının yollarından biri finansmanının durdurulmasıdır, ki kültür kıymeti ticareti bu finansmanın bir bölümünü sağlıyor. “BM Güvenlik Konseyi tarafından Şubat ayında onaylanan kararnamenin anlamı da budur. Palmira
neden tahrip ediliyor? Kültürlerarası diyaloğun sembolü ve kültürlerin etkileşim içinde olma kabiliyetinin maddi bir kanıtı olan Palmira’nın yokedilmesi, medeniyete karşı işlenen akıl almaz bir suçtur” diyen İrina Bokova şöyle devam etti: Militanlar tam bu yüzden bu anıtları yerle bir etmeye çalışıyorlar. Onları durdurmak için biz Interpol, Uluslararası Gümrükler Örgütü ve Viyana’da bulunan BMT Suç ve Uyuşturucularla Mücadele Ofisi ile birlikte, birçok ortağımız ve hükümetle birlikte onların finansmanını durdurmaya çalışıyoruz.”
Barış yolu düşmanı yenmekten geçer!
Konu: Barış yolu düşmanı yenmekten geçer! Bugün dünya barış günü. Bizim için barış henüz ufukta. Kocaman bir güneş gibi her an doğacak. Huzurluyuz bugün. Dün öldürenler bugün artık “Barış” diye feryat ediyor. Tek taraflı ateş keseceklermiş, silahlarını gömmeden, beton lamadan ve tetik çeken parmaklarını kendileri kesmeden, kez alan gözlerini kendi elleriyle oymadan. İsteyen yok böyle bir barışı. Gidin başkasına satın! Biz güneşin doğduğu toprağın evlatlarıyız. Barış güneş gibidir. Ne tutulur, ne bölünür ne de ışık ve sıcağını birilerine fazla diğerlerine eksik gönderir. Anavatanımız hepimize vatan, Güneş de hepimize doğandır. Başka bir semada değil bundan böyle de ancak bizim vatanımızın semasında doğacaktır. Ve ö n c e A l b a y r a ğ ı m ı z ı s e l a m l a y a c a k t ı r. Güneş hainler için doğmaz! Hep şehitlere doğmayacaktır. Dünya Barış Gününde şehitlerimizi saygıyla anıyoruz. Bayrak İnmez, Vatan Bölünmez Köyümdeki kardelenler, menekşeler açmıştır ana, Mezarıma çiçek getir, köyümün kokusu gelsin bu yana, Yârim anavatanımdır, adını yazdım tüfeğimin kabzasına, Vatan bölünmez, Bayrak inmez, hain artık anlasana! Deliormanlı Ahmet Pehlivan şehitlik mertebesine ulaştı, Anavatan için can veren kardeşleriyle cennette kucaklaştı.. Anam kına yakmıştı elime, kurban olayım diye anavatana, Fatiha gönderin dostlar, anavatan için toprak altında yatana, Sahip çık ülkene, bırakma hainlere, layık ol Atana, Vatan bölünmez, Bayrak inmez, hain artık anlasana!
Sevilcan
YÜCE
Gerlovolu Hasan Kayın şehitlik mertebesine ulaştı, Anavatan için can veren kardeşleriyle cennette kucaklaştı. Bayrak için evladını kurban veren babaya feda olsun canım, Yedi şehit değil, yetmiş şehit versem de bitmez kanım, Geçmişimize bir bak, buna benzer çoktur benim anım, Canım feda olsun, emanettir Atamdan cennet anavatanım! Rodoplu Ali Ayazma şehitlik mertebesine ulaştı, Anavatan için can veren kardeşleriyle cennette kucaklaştı. Bizim orada güneş erken ve hüzünlü battı o gün, Trakya’da Hikmet Devtürk de toprağa verildi bugün, Tuna boyundan Mustafa Arslan da Allah’a varmış dün, Yürekler yandı ama sakın bekleme hain, bir ödün! Dobruca’dan İlham Türk şehitlik mertebesine ulaştı, Anavatan için can veren kahramanlarla cennette kucaklaştı. Anavatanımın her köşesinde şanlı bayrağım gururla dalgalanır, Türkiye’mi bölmek, bayrağımı indirmek isteyenler hep aldanır, Bayrağım namusumdur, onlar namus çiğnetilir mi sanır? Tarihe şöyle bir bak bre hain, bizi tüm dünya tanır! Filibe’li Hilmi Vatansever şehitlik mertebesine ulaştı, Anavatan için can veren ölümsüz kardeşlerine cennette kavuştu.
BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 418-89-89 İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı İbrahim SOYTÜRK Genel Yayın Yönetmeni Ridvan TÜMENOĞLU Genel Yayın Müdürü Dr. Nedim BİRİNCİ
Yayın DanıSmanları:
Prof.Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Doc. Dr. Sakin ÖNER Doc. Dr. Hasine ŞEN D o c . D r. A z i z Ş A K İ R
Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:
Abidin K ARASU Av. Hasan MOLLAOĞLU Sevilcan YÜCE Hüseyin YILDIRIM Filiz SOY TÜRK Pervin MAŞAOĞLU Serkan YILDIZ M u r a t U LU T Ü R K Neriman ERALP Mesut UĞURLU
İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 418 89 89 / 511 63 47 - Fax: 0212 511 33 91
Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.
Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.
www.bulturk.net
Avusturya -Viena Almanya-Köln: Amerika-New York: Belçika-Antwerpen: İspanya-Madrid: Kazakistan İsveç
Osman BÜLBÜL Rafet DAL Alaattin Gokay Nevi BEYTULLAH Hüseyin Hasan Türkistan: Erkan Seval ÖZTÜRK
Bulgaristan - Temsilcileri Sofya:
Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:
Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ
TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU
ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa AKGÜN ist. Avcılar: Erol KETENCİ ist. Başakşehir: Aydın FİDAN ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa- Ayşe HOCAOĞLU Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER Fethiye : Fatih AKSAK
Adres: Hürriyet Mah. Şakir Kabaağaç Sk. Şebnem Apt. No:1 Süleymanpaşa Tekirdağı Emniyet Müd.Yolu
Tel: 0282 264 23 05 / Cep: 0539 329 44 36
Bulgaristan Türklerinin Sesi 15
Türk Kızılayı 18 Ülkeye Kurban Bereketini Taşıyacak
Halterin Şampiyonlarını Yetiştiriyor
olarak bunu sağlıyor” şeklinde konuştu. Et ve Süt Kurumunun modern kombinalarında veterinerler, gıda mühendisleri ve din adamlarının gözetiminde kesilen kurbanlıkların, yine aynı tesislerde işlemden geçirildiğini, kuşbaşı ve kıyma olmak üzere kavurma yapılarak konserve haline getirildiğini anlatan Akar, şunları kaydetti: “Konserveleme işlemi bittikten sonra Et ve Süt Kurumundan teslim aldığımız kurban etlerini Türkiye genelindeki yaklaşık 700 şubemize gönderiyoruz. Her konserve kutusu 800 gram ağırlığında. Şubelerimiz tespit ettikleri ailelere bu kutulardan dağıtıyorlar. Vatandaşlarımız bu etleri kullanarak onlarca çeşit yemek hazırlayabiliyorlar. Modelimiz sadece Türkiye’de değil, diğer Müslüman ülkelere de örnek oldu. Modelimizi uygulamak isteyenler var ve önümüzdeki yıllarda daha fazla dikkat çekeceğini düşünüyoruz.” Yurt dışında 18 ülke Türk Kızılayı’nın her yıl olduğu gibi bu yıl da yurt dışında kurban kesimi gerçekleştireceğini aktaran Akar, “Afrika’dan Asya’ya, Ortadoğu’dan Balkanlara 18 ülkede kurban kesimi gerçekleştireceğiz. Türk Kızılayı olarak şimdiden ihtiyaç sahibi ailelerin tespitine başladık. Bosna Hersek, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Karadağ, Bangladeş, Pakistan, Kırgızistan, Filistin, Suriye, Etiyopya, Somali, Senegal, Nijer, Moritanya, Çad ve Orta Afrika’da kurban kesimi yapacak olan Kızılay, yüz binlerce insanın sofrasına kurban bereketini taşıyacak” diye konuştu. Türk Kızılayı’nın, kurban kesiminin hemen ardından vekalet sahiplerine SMS ile geri bildirimde bulunduğunu hatırlatan Akar, “Yurt içinde kesimi yapılan kurban etlerinden ise vekalet sahiplerine bir kutu konserve, kurban faaliyeti film DVD’si ve teşekkür belgesi gönderiyor. 168 Çağrı Merkezinden günün tamamında bağışları alıyoruz” dedi.
Spor salonundan detay- Antrenör İbrahim Elmalı röportaj- Semih Yağcıröp- Detaylar Halterin şampiyonlarını yetiştiriyor- Bulgaristan‘dan göç eden Halil Mutlu ve Semih Yağcı gibi isimleri uluslararası turnuvalarda şampiyonluğa ulaştıran halter antrenörü İbrahim Elmalı, yeni yetenekleri keşfetmek için okulları geziyor- Halter antrenörü Elmalı: – “Türkiye’de birçok Halil Mutlu var ama bunları arayıp bulmak lazım. Önemli olan bu. Antrenör arkadaşlarım okulları gezsinler. Arasınlar, araştırsınlar, yetenekli sporcularla çalışsınlar. Benim tavsiyem bu” İBRAHİM YOZOĞLU – KariyerindeHalil Mutlu ve Semih Yağcı gibi şampiyonları halter sporuna kazandıran antrenör İbrahimElmalı, okul okul gezerek minik sporcular arasından yeni yetenekler keşfediyor.Elmalı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1989’da Bulgaristan‘ın Kırcaali şehrinden Türkiye‘ye geldiğini ve Sakarya Demirspor’da işe başladığını söyledi.Zamanın yöneticilerinden destek gördüklerini ve halterin Türkiye‘de çok yüksek seviyelere ulaştığını belirten Elmalı, “O zaman Sakarya Gençlik ve Spor İl Müdürü bize çok sahip çıktı, bize yol gösterdi, destek verdi ve onların sayesinde mücadelemizi devam ettirdik. Halil Mutlu, ilk yıl gençler şampiyonu oldu. 1993’te dünya şampiyonu oldu. 1994’te İstanbul‘da, 1995’te Çin‘de dünya şampiyonu oldu. 1996’da da olimpiyat şampiyonu oldu. Halil Mutlu‘nun başarıları çoktur saymakla bitmez” dedi.Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını ve şampiyonlar yetiştirdiğini ifade eden Elmalı, Halil Mutlu, Semih Yağcı, Samet Keleş, Gökhan Kılıç ve yıldızlardan Burak Balta gibi birçok yetenekli sporcu yetiştirdiğini anlattı.Yetiştirdiği sporcularla her zaman gurur duyduğunu dile getiren Elmalı, Halil Mutlugibi sporcuların çok nadir yetiştiğini, Mutlu’nun 20 yıldır halterin içinde olduğunu ve hiçbir zaman pes etmediğini aktardı.- “Türkiye’de birçok Halil Mutlu var”Uluslararası turnuvalarda başarılı olacak yeni sporcuların yetişmesinde antrenörlere büyür görev düştüğünü vurgulayan Elmalı, şöyle devam etti: “Türkiye’de birçok Halil Mutlu var ama bunları arayıp bulmak lazım. Önemli olan bu. Antrenör arkadaşlarım okulları gezsinler. Arasınlar, araştırsınlar, yetenekli sporcularla çalışsınlar. Benim tavsiyem bu. Ben okulları geziyorum. Bizim sporcu kaynağımız okullar. Bizim okullarla samimi olmamız lazım. Aileler halteri sevsinler. Belki çok reklamımız olmuyor. Halter sporların babasıdır, ben bunu böyle biliyorum. Halterde tekniği güzel kullandığın zaman sakatlık oranı neredeyse yok denecek kadar az. Herkese tavsiye ediyorum. Gelsinler halter yapsınlar, vücutla-
Sozopol yakından Antik Yunan gemisi bulundu
Bulgaristan, Avrupa’da otel temizliği açısından ikinci sırada yer alıyor. Bu gösterge açısından ülkemiz, İsviçre, Avusturya, Hırvatistan, Almanya ve Portekiz’in önüne geçiyor. Veriler, 6 milyondan fazla kullanıcısı olan holel.de adlı en büyük Alman otel rezervasyonu internet sitesi
Türk Kızılayı, Afrika’dan Asya’ya, Ortadoğu’dan Balkanlara toplam 18 ülkede kurban kesimi gerçekleştirecek. Türk Kızılayı Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türk Kızılayı’nın ihtiyaç sahibi insanlara yıl boyunca yardım elini uzattığını, yurtiçinde ve yurtdışında başarılı insani yardım operasyonları yürüttüğünü belirtti. “Kurban’da Kızılay Modeli” ile 2007 yılından bugüne kadar vekalet sahiplerinin bağışladığı kurbanlıkların etinin ihtiyaç sahiplerinin sofrasına yıl boyu ulaştırıldığını anlatan Akar, “Kurbanlıkların etlerini işleyerek konserve kuşbaşı ve kıyma haline getiriyor, bunları ülkemizin dört bir tarafındaki ihtiyaç sahiplerine, şubeler aracılığıyla dağıtıyoruz” dedi. Akar, 2007 yılından bu yana başarılı bir şekilde uygulanan “Kurban’da Kızılay Modeli”nin tesadüfi bir proje olmadığını, vekalet sahiplerinin güvenli bir yöntem arayışına cevap olarak ortaya çıktığını ifade ederek, “Üç gün içinde kurbanın kesilmesi şart. Kesimin hemen ardından ise ya ihtiyaç sahibine ulaştırılması ya da soğuk hava depolarında stoklanması gerekiyor. Stoklama yapmak pek mümkün değil çünkü Türkiye’de böyle bir sistem henüz mevcut değil. Çözüm, kurbanda kesimi yapılan kurbanlıkların etlerini işlemek ve yıl boyunca ihtiyaç sahibine dağıtmak. ‘Kurban’da Kızılay Modeli’ tam
rını güçlendirsinler, Türkiye Cumhuriyeti‘ni güçlendirsinler. Bayrağımızı göndere çeksinler.Türkiye‘nin gençleri çok inançlı ve güvenilir insanlar. İyi bir sporcu olma kapasitesine sahipler ama bu spordan nedense hep çekiniyorlar. Gelsinler, halter sporunun gerçeklerini hocalardan öğrensinler.”Elmalı, kendisinin okulları gezerek yetenekli öğrencileri keşfetmeye çalıştığını, Semih Yağcı‘yı da bu yöntemle keşfettiğini belirterek, “Ben Semih Yağcı‘nın okuluna gitmiştim. O okuldan yaklaşık 20 kişi seçtim. Aralarından eleme yaptım. Semih Yağcı‘nın süratli ve yetenekli olduğunu gördüm. Yüksek seviyede sporcu olacağına inandığım için elimde tutmaya karar verdim. Yaklaşık 15 yıldır Semih Yağcı‘yla çalışıyoruz. Bu sporcu, olimpiyatlarda madalya alacak tek kişi diye düşünüyorum. Halil Mutlu büyük sporcu, onun gibi olması zor ama Halil Mutlu‘yu örnek alırsa yoluna devam eder. Semih’in sıkı sistemle çalışmasıyla olimpiyatlarda ilk üçe gireceğine inanıyorum” ifadelerini kullandı.- “Tek hedefimiz olimpiyatlar “Semih Yağcı ise haltere antrenör Elmalı ile başladığını söyledi. Elmalı‘nın deneyim ve profesyonellik olarak çok önemli bir antrenör olduğunu dile getiren Yağcı, başarılarındaki en büyük pay sahibinin 15 yıldır birlikte çalıştığı İbrahim Elmalı olduğunu vurguladı.Birçok başarıyaElmalı‘nın sayesinde imza attığını aktaran Yağcı, 2002’den 2014 yılına kadar birçok uluslararası yarışmaya katıldığını, bu turnuvaların çoğundan madalya aldığını anlattı.Profesyonel spor yapan her oyuncunun en büyük hedefinin olimpiyatlar olduğunu söyleyen Yağcı, şunları kaydetti: “Avrupa ve dünya şampiyonalarında madalya aldım. Her sporcunun hayali olduğu gibi şimdiki hedefim olimpiyatlar. Orada da ülkemi en güzel şekilde temsil edip ilk üçe girmek istiyorum. Kasım ayındaki dünya şampiyonası olimpiyat kotası için önemli bir yarışma. Geçen yıl Kazakistan‘da yapılan dünya şampiyonasında kota sıralamasına giremedik ama Amerika‘daki bu şampiyona bizim için çok önemli. Umuyoruz ki ülkemizi orada en iyi şekilde temsil edeceğiz.”
Bulgaristan Avrupa’da otel temizliği açısından ikinci sırada yer alıyor
tarafından yapılan bir araştırmadan kaynaklanıyor. Sıralamanın birinci sırasında Slovakya bulunuyor. Portalın sıralaması, araştırmaları ve otellerin yabancı konuklarının yorumları ve görüşlerine dayanıyor.
4. Klarnet Festivali’nde Kültürler Müzikle Buluştu
Sozopol yakınında Sveti İvan adası sularında su altı turları yapan bir dalgıç antik bir Yunan gemisi buldu.Gemide kil ve seramik kısımlarının iyi korunmuş olmasından dolayı, Karadeniz’de M.Ö. 6. asır eski Yunan işgalinin ilk yıllarına ait olduğu tahmin ediliyor. Gemi içindeki yük de ilginç- kalker, kireçten dikdörtgen taşlar var. Milli Tarih Müzesi Müdürü Bojidar Dimitrov, antik Apoloniya (şimdiki Sozopol’un antik ismi) tam böyle taşlardan kurulduğunu öne sür-
dü. Şimdiye kadar bu kireç yapıların Karadeniz’in Kuzey kıyılarında Balçık’tan getirilmiş olduğu düşünülse de, bulgu sayesinde malzeme ve taşların Ege denizinden gelen gemilerle getirdiliği sonucuna varıldı. Ege’den gelen gemiler, bu taşları getiriyor, Apolonya’da onları yerli halka satarak, dönüşte bu toprakalrdan ekin, buğday ve kereste aldıkları tahmin ediliyor.Geminin turizm açısından da önemi olacak, çünkü bu dalgıç severler için atraksyon olarak kullanılabilir.
“istanbul Nefes Alıyor” sloganıyla gerçekleştirilen 4.Uluslararası Klarnet Festivali son akşamında İstanbullu müzikseverlere unutulmayacak bir gece yaşattı. BBC tarafından verilen “R3 Awards for World Music” ödülüne sahip olan ve Bulgaristan‘ın tanıtım yüzü olmaya layık görülen m İVO PAPAZOV ve Trakia Band, sonrasında Klezmer ile gypsy jazz müziğinden etkilenerek yola çıkan ve altı farklı kültürü altı farklı ülkeden müzisyen ile bir araya getiren BARCELONA GIPSY KLEZMER ORCHESTRA’nın sahne aldığı gece Cemal Reşit Rey’de yapıldı. Doğuş Grubu’nun ana sponsorluğundaki festivale yaklaşık 2 bin kişi katıldı. Balkan ritmlerine dayanamayan seyirciler mü-
ziğe eşlik ettiler. İVO PAPAZOV’DAN ‘UZUN İNCE BİR YOLDAYIM’ Sahneye ilk sırada çıkan İvo Papazov ve Trakia Band, duygusal şarkılarıyla izleyiciyi Balkan topraklarında bir seyahate çıkarırken, Papazov, ‘Biraz Bulgaristan‘a geçeceğim şimdi. Bu şarkı Bulgaristan göçmenleri için. En çok da Gaziali ve Silistre’ sözleriyle hemşehrilerine selam gönderdi. Sanatçının klarnetiyle çaldığı ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’ şarkısı, dakikalarca alkışlandı.
Cumhurbaşkanımıza Açık Mektup Sayın Cumhurbaşkanımız,
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
Pirin dünyanın en güzel dört doğa parkı arasında yer alıyor
Uluslararası Condé Nast yayınevi “Pirin” Milli parkını dünyanın en güzel parkları lisetesine alarak “insanın çlmeden önce görmesi gereken parklar” cetveline dahil etti. The New Yorker, Vogue, Wire ve benzeri yayınlarıyla ünlü basımevi, en güzel parkı Kuzeydoğu İngiltere’de Nerwberland’da bulunduğunu yazdı. Pirin dağı parkı için yüzlerce nadir bitkinin bulunduğu, 70’ten fazla eski buzul gölleri, yaban hayvanları, kurt, ayı, baykuş, ağaçkakan gibi nadir hayvanlarıyla da ünlü olduğunu belirtti.
Türkiye Genelinde, İstanbul, İzmir, Bursa, Kocaeli, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de temsilcilikleri bulunan,genel merkezi İstanbul olan ve Bayrampaşa İlçesinde faaliyet gösteren derneğimiz; Başta Bulgaristan Türklüğü olmak üzere, Balkanlar ve Türk Dünyası konusunda gerekli araştırmaları yapmak ve sonuçlarını kamuoyunun yarararına sunmaktadır. Bunun için bünyemizde,konusunda uzman olan akademisyenler ve bölgeyi iyi tanıyan kişilerden oluşan, geniş bir kitlemiz bulunmaktadır.Derneğimizin tüzüğündeki;üstlenmiş olduğu sorumluluk-
ları ve görevleri gereğince, soydaşlarımıza oturma izni ve kimlik işlemleri süreçlerinde yardımcı olduğundan, göçmenler tarafından iyi tanınan ve yoğun olarak Bulgaristan muhacirlerinin yaşadığı bölgelerde kitleleri harekete geçirebilme gücü bulunmaktadır. Ayrıca; Basında Türkiye’de ve Bulgaristan’da geniş kitlelere seslenen ve sosyal medya gücü çok yüksek olan BULTÜRK Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi www.bulturk.org , www.bgbulturk.net ve İnternet haber sitesi devamı www.bghaber.org sitesinde
Bulgaristan’ın, Rus Uçaklarına Geçiş İzni Vermedi Kremlin Basın Sözcüsü Dmitriy Peskov, Bulgaristan’ın Suriye’ye yardım götürecek Rus uçakları için hava sahasından geçiş izni vermemesi nedeniyle Sofya‘dan açıklama beklediklerini söyledi. Moskova‘da gazetecilerin konuyla ilgili sorusuna cevap veren Peskov, “Bulgaristan’dan açıklama bekliyoruz. Girişimler Dışişleri Bakanlığı kanalıyla yapıldı. Şimdilik buna ekleyeceğim başka bir şey yok” ifadelerini kullandı. Peskov, Bulgaristan‘ın Rus askeri kargo uçaklarında silah taşındığı yönünde istihbarat alındığı için geçiş izni verilmediği şeklindeki açıklamasına ise yorum getirmedi. Rusya Acil Durumlar Bakanlığı Uluslararası Faaliyetler Departmanı Direktör Yardımcısı Aleksandır Tomaşov, Suriye‘ye insani yardım göndermeye devam edeceklerini belirtti.
Tomaşov, “Suriye’ye yardım konusundaki çalışmalarımıza takvime uygun şekilde devam ediyoruz. Yeni insani yardım malzemelerini yakın zamanda göndermeyi planlıyoruz” dedi. Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı, Suriye’ye yardım götürecek Rus uçakları için hava sahasından geçiş izni vermediğini bildirmişti. Bakanlık sözcüsü Betina Joteva, yapılan analizlerin, insani yardım olması öngörülen uçaklarda bulunacak yükün “önceden belirlenmiş olan türden farklı olabileceğini” gösterdiğini söylemişti. Savunma Bakanı Nikolai Nençev, basına yaptığı açıklamada, Suriye’ye insani yardım götürmek amacıyla Bulgaristan hava sahasını kullanmak isteyen ancak ülkesinin izin vermediği Rus uçakları için silah taşıdıkları yönünde istihbarat geldiğini belirtmişti.
Putin ve Erdoğan, Türk Akımı THY, Kafkasya’da hedeflerine ulaştı Türk Hava Yolları (THY), Rusya’nın güTHY Stavropol Müdürü Hasan Basv e S u r i y e ’ y i g ö r ü ş t ü l e r neybatısında Kafkasya bölgesinde yer alan ri Coşkun, dünyanın çeşitli kentlerinde en Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Moskova’da doğalgaz konusunu masaya yatırdılar. Rusya Devlet Başkanı’nın Basın Sözcüsü Dmitri Peskov gazetecilere yaptığı açıklamalarda, “İki lider görüşmelerinde doğal gaz konusunu masaya yatır-
dılar. Türkiye’de 1 Kasım’da seçimler olacağı için işler biraz yavaşlıyor” dedi. “Türk Akımı”nın gerçekleşmesi konusunda anlaşmaya varılıp varılmamasına ilişkin soruya Peskov, “Çalışmalar devam ediyor. Bu gerçekten çok zor bir iş” şeklinde cevap verdi. Peskov, Putin ve Erdoğan’ın Suriye krizini de görüştüklerini, bu konuda fikir ayrıcalıklarının hala olduğunu fakat durumun kötüye gittiğinin farkında olduklarını belirtti. Peskov şu şekilde devam etti: “Putin ve Erdoğan Suriye konusunda fikir alışverişi yaptılar. Eskiden de olduğu gibi fikir ayrıcalıkları var. Fakat iki tarafta Suriye’de durumun maalesef normale dönecek halden çok uzak olmasından hatta daha da kötüye gitmesinden endişe duyuyorlar. İki liderin toplantısında Suriye krizi detaylı bir şekilde görüşüldü. “
Stavropol Kenti’ne İstanbul’dan başlattığı seferlerde hedeflediği doluluk oranına ulaşmayı kısa sürede başardı. Açtığı her yeni destinasyonunda kısa sürede başarıyı yakalayan THY, İstanbul -Stavropol hattında da geçen yılın ortalarından bugüne kadar, haftada 3 gün karşılıklı olarak gerçekleştirdiği seferlerde 50 bini aşkın yolcu taşıdı. Şirket, başta Stavropol bölgesinde yaşayanlar ve bu bölgeye daha önce aktarmalı seyahat etmek durumunda olan Türk yolcuların, hava ulaşım sorununa çözüm oldu.
fazla noktaya uçuş düzenleyen THY’nin, Kafkasya bölgesinin önemli bir şehri olan Stavropol’u da uçuş ağına almasının, iki ülkenin ve ticari, ekonomik, turistik ve kültürel ilişkilerin gelişimine büyük katıklar sağladığına inandıklarını söyledi. THY uçuşlarının, yalnızca Türkiye ve Kafkasya bölgelerinde yaşayanlara değil, bu bölgeye ulaşmak isteyen tüm yabancı yolcunun ulaşım sorununa da bir alternatif olduğunu dile getiren Çoşkun, kısa sürede ulaşılan yüzde 70’leri aşan dolululuk oranının bunun en somut göstergesi olduğunu söyledi.
..09.10.2015 Cuma SAAT 19.00 Rezervasyon için Tel: 0212 418 89 89..... Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Sn.Hasan Tahsin USTA'yı makamında ziyaret