Siyasi Aktüel Gazete
Yıl - 14 Sayı: 111 Ağustos-2016 -“ B i l g i O r d u s u B i z i m O r d u m u z , B i l d i ğ i m i z i Ö g r e t m e k B i z i m G ö r e v i m i z ”
Türkiye Yenikapı’da Tek Yürek Tek Bilek
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Güvenlik güçlerimize-MİT-Özel kuvetler, Başbakanımız ve Hükümetimize başsalığı ve Türk Dünyasına geçmiş olsun
M i l l i D a v a B i z i m D a v a m ı z d ı r. Bu Vatan Bizimdir
YENİKAPI’DA BU MİLLET FARKLI BİR DESTAN YAZDI
7 Ağustos Pazar günü Yenikapı’da yapılan mitinge R.T.ERDOĞAN; “Bu millet farklı bir destan yazdı. Aslında 21. asrın yeni kapısını açtı. Demokrasinin yeni kapısını açtı. 5 milyon kişinin katılımıyla orada kardeşlik vardı, orada beraberlik vardı. Rabbim birliğimizi beraberliğimizi daim etsin” dedi.
Emperyalizmin yarattığı her şey gibi terör de karşımıza kırk yüzlü bir cin gibi çıktı. Adı, PKK, FETÖ hainler çetesi, PDY, DEAŞ ve daha çok farklı kriptolu hain hareketleri olabilir. Olaylarda bunların hepsinin yaklaşık yarım asır önce topraklarımıza, bölgemize ve aramıza başkasını değil bizi yok etmek için saçtıklarını gördük. Hedeflerinde bizi “eğiterek”, bizi silahlandırarak, aramızdan “devrimciler, demokratlar, hocalar, imamlar, hacılar” yetiştirerek, devletimizin içine sızarak, hepimize dehşet yaşatarak, hayatımızı kabus ederek, bizi yok etmek vardı. Onların hesaplarına göre, 15 Temmuz 2016 katliam kalkışmasından sonra bizi birbirimize kırdırmaya, kantonlara bölecekleri topraklarımızı idare etmeye dış güçler davet edilecekti. Halkımız esir düşecek, milletimiz köleleştirilerek, vatanımız bir sömürge haline getirilecekti. Başımıza gelenlerin, verilmiş sadakamız varmıştan başka adı yoktur. “Türk milleti yenilmez!” diyenler bir daha haklı çıktı! 20. yüzyıl tank savaşları yüzyılıydı. Barış, vatan, demokrasi, özgürlükler ve cumhuriyet dava-
“Dost ve kardeş ülkelerimize her zaman yardıma koşmaya gayret ediyoruz.
B u r s a ’ d a n M a k e d o n y a ’ y a Ya r d ı m
Makedonya’nın başkenti Üsküp ile çevresinde meydana gelen sel felaketinin mağdurları için Bursa Büyükşehir Belediyesinin öncülüğünde, hayırsever iş adamlarının desteğiyle toplanan yardım malzemelerini taşıyan 4 tır, bölgeye gönderildi. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, 15 Temmuz Demokrasi Meydanı’nda düzenlenen uğurlama töreninde gazetecilere yaptığı açıklamada, Bursa olarak üstlerine düşen görevi yapmak için yardım tırlarını hazırladıklarını söyledi. Altepe, bu hizmetin bir “kardeşlik projesi” olduğunu ifade ederek, “Sel felaketinden dolayı bu kampanyayı acilen başlattık. İlk yardımın Bursa’dan gitmesi için bu konvoyu yolcu ediyoruz.” diye konuştu.
Bulturk Biz Tarafız, Türk Milleti Tarafındayız
SAYIN BULTURK YONETICI VE UYELERI,VATANIMIZA, DEMOKRASİMİZE, İRADEMİZE, KARDEŞLİĞİMİZE VE AL BAYRAĞIMIZA SAHİP ÇIKMAK ADINA HER AKSAM MEYDANLARDA MİLLETÇE TARİH YAZDIĞIMIZ DEMOKRASİ VE ŞEHİTLER NOBETINE KATILIMINIZDAN D O L AY I G Ö S T E R D İ Ğ İ N İ Z BÜYÜK GAYRET, DUYARLILIK, HAMİYET VE DESTEK İÇİN KALBİ ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM. RAFET ULUTURK BULGARİSTAN TÜRKLERİ
Kültür ve Hizmet Derneği
Genel Başkanı
sında hiçbir halk tankları çıplak ellerle durduramamıştı. Hiçbir halk geleceği söz konusu olduğunda, biz gibi, tek el, tek kol ve tek yürek olamamıştır. Ana-vatanı koruma davasına biz gibi katılırken yenilmez ortak ruh oluşturamamıştı. Çılgın Türklerin darbeyi kahretme şölenini yaşamamıştı. En önemli olansa, geçen yüzyılın başlarında omuz omuza olan Anadolu ve Rumeli Türkleri, Türkiye Cumhuriyetini seven ve Türk halkıyla kardeşçe birlik ve beraberlikte yaşamak isteyenlerin hepsinin yeni yüzyılda da ortak vatan ve demokrasi cephesinde buluşması oldu. Hiçbir halk el, kol, ayak, bacak kaybetmiş gençlerin böyle sürekli “Vatan Sağ Olsun!” deyişini görmemişti. Devamı 11’de
Bulgaristan Basın Mensuplarını Bilgilendirdi
Dostluğun zor günlerde belli olacağını dile getiren Recep Altepe, şöyle devam etti: “Dost ve kardeş ülkelerimize her zaman yardıma koşmaya gayret ediyoruz. Türkiye, sıkıntılı bir dönemi atlatmasına ve darbe dönemini yaşamasına rağmen yardım konusunda her zaman lider özelliği gösteriyor. Kardeş ülke Makedonya’da yaşanan felaketten dolayı can ve mal kayıpları oldu. Sel, çok büyük tahribat gerçekleştirdi. Bu kapsamda, özellikle Bursa olarak kardeş, dost ve akrabalarımızın yaşadığı bu bölgeye ilk yardımı yapmak bizlere yakışırdı. Bölgenin talepleri doğrultusunda daha çok gıda ve ev eşyası yüklü 4 tırı acil hazırladık. İrtibata geçtiğimiz tüm iş adamları, hemen cevap verdi. Kimse boş bırakmadı. Hayırsever iş adamlarımızdan topladığımız malzemelerle bu konvoyu düzenledik.” Altepe, tırlarda su, yağ, şeker, makarna, pirinç ve konserve gibi gıda ürünleriyle ev eşyalarından oluşan malzemelerin bulunduğunu, bu yardım tırlarının öncü olarak yola çıktığını belirtti. Tırlar daha sonra dualarla uğurlandı.
Türkiye Cumhuriyeti Bulgaristan Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe 15 Temmuz da Türkiyede yaşanan darbe girişimi ve sonrasında yaşanan gelişmeler hakkında , Bulgaristan’daki basın yayın kuruluşlarının yönetmen ve üst düzey yöneticilerini kabul ederek bilgilendirdi . Yemekli toplantıya ilişkin yapılan açıkla; “Bulgaristan’daki basın ve yayın kuruluşlarının genel yayın yönetmenleri ve üst düzey yöneticileriyle 3 Ağustos 2016 tarihinde Türkiyenin Sofya Büyükelçiliğimizde düzenlenen çalışma yemeğinde bir araya geldik.
Gülen Cemaati’nin “kasası” olduğu öne sürülen Abdullah Büyük’ü Türkiye’ye teslim eden Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov «Gerekirse hepsinin kellesini vereceğiz» dedi. Yeni Şafak’ın haberine göre, Boykov bu sabah NOVA tv kanalına yaptığı açıklamada, dün Türkiye’ıye teslim edilen ve Bulgar basınında eleştirilere yol
teslim edilmesiyle ilgili şunları söyledi: «Gerekirse hepsinin kellesini vereceğiz, yeter ki Türkiye bizi mülteci tehditi sunmasın. Biz Türkiye’ınin hükümeti ve Cumhurbaşkanıyla çok iyi ilişkiler sürdürmeliyiz, aksi taktirde oradaki mültecileri bizim sınırımıza akın edebilir.» Başbakan Borisov «Abdullah Büyük, Türkiye’ıye benzeri şekilde iade ettiğimiz 25 bin kişiden biri. Ankara ile iyi ilişkiler önemli olan. Türkiye istikrarsız ülke ilan edilip, 500 bin mülteciyi serbest bırakırsa, bu göçmenler ilk güvenli ülke olarak, bize girecek. İnsan hakları savunucularını da rahatlatmak isterim, Türkiye’ıde idam cezası yok.» ifadelerini kullandı.
Borisov: Gerekirse hepsinin kellesini vereceğiz! açan Abdullah Büyük’ıün Türkiye’ıye
16konuğumuzunkatıldığıtoplantıda, Türkiye’de 15 Temmuz’da meydana gelen, demokratik ve anayasal düzeni hedef alan darbe girişimi ve akabindeki gelişmeler bilgi paylaşarak, açıklamalarda bulunduk; soruları yanıtladık” .
Marmaray’dan Bulgaristan’a
İstanbul’la Edirne arasını 1 saate indirecek ‘Halkalı-Kapıkule Hızlı Tren’ projesi ile Halkalı istasyonundan başlayacak 11 duraklı hat, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’den geçerek Bulgaristan sınırına bağlanacak. Türkiye’nin Bulgaristan’a ve bu yolla Avrupa’ya açıldığı sınır kapısı Kapıkule’ye uzanan ‘Halkalı Kapıkule Demiryolu’ hattı, rotasına eklenen yeni duraklarla hızlı tren olarak yeniden hayata geçiyor. 2011 yılı yatırım programına alınan ancak aradan geçen zaman içinde hala ihalesine bile çıkılamayan hızlı tren projesinin teknik detaylarının yer aldığı Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu açıklandı. 2 milyar 750 milyon TL bedel biçilen proje gelecek ay ‘İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nda (İDK) değerlendirilecek.
2
agu st o s - 2016
Kim Önce Konuşacak???
Osman OKTAY Bizimle ilgili olan üyük gerçeklerin kabuğu henüz soyulmadı. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) partisi parçalandıkça, mısır koçanı gibi soyuluyor, fakat bu başak tanelerinin neden bozuk olduğunu tam olarak henüz anlatan olmadı. Bu partide Başkan Yardımcısı görevinde bulunan Osman Oktay, Kasim Dal ve Lütfi Mestan artık birbirini kürsüye davet etmeye başladılar. 3’ü de yeni parti kursa da anlaşılan birisi tutmadı ve bu gidişle tutmayacak, çünkü tarlaya tohum değil, kapçık ve püskül ekiyorlar. Anlaşıldığı üzere, taneler hep daha Ahmet Doğan’ın ambarında… Bugüne kadar gerçek durumu koklayan ve bir yere kadar bilenlerden hiç biri dobra dobra anlatmadı, maskeli balo devam ediyor. Bu arada, 11 Temmuz 2016’da eski Genel Başkan Yardımcılarından Osman Oktay, yine eski Genel Başkan Yardımcılarından Kasim Dal’ın “Lütfi Mestan içini döksün” sözlerine şöyle yorum getirdi: Geçmiş, adalet ve politik nezaket üstüne söylenmesi gereken sözler. Kasim Dal ve onun Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) içindeki rolünü bugüne kadar asla yorumlamadım. Onun, Lütfi Mestan hakkında yaptığı tandanslı konuşma, yeminimi bozmama neden oldu. (Konuşma yazının sonuna eklenmiştir.) Bu konuşma, Sofya Şehir Mahkemesi’nin DOST partisini tescil etmeyi kabul etmemesiyle ilgili yapılmıştır. Kasim Dal, Lütfi Mestan’dan konuşmasını “HÖH parti yönetiminde kulis ardı yapılan (gizli) görüşmelere katıldığı dönem için bildiklerini açıklamasını” istiyor. Bu davet kışkırtıcıdır, çünkü Dal, L. Mestan’dan açıklamada bulunmasını istemezden önce, kendisinin anlatmadığı ve gizlediği birçok soruya cevap vermelidir. O, Doğan’ın kirli işlerinin hepsinde maşa ve cellât rolü gördüğünden dolayı açıklamada bulunmak zorundadır. 1996’dan 2011’e kadar Hak ve Özgürlükler Partisinde “işkence” şubesini yöneten oydu. Kasım Dal daha komünizm yıllarından Ahmet Doğan yakın dostu olarak ün yapmıştı. Fakat neden 1990’da parti kurulurken Doğan onu yönetime neden davet etmedi de Varna’da bıraktı? Doğan’ın ona karşı olan tutumuna rağmen, 1993’te ben onu kendi ekibimden biri gibi, Merkez Operativ Büro üyeliğine çektim. Bunu yaparken hedefimde olan, Doğan’ın yakın bir yoldaşı olarak, Kuzey Doğu Bulgaristan’da başıma iş açmasını önlemekti. 1996’da, ilk kez Sofya dışında düzenlediğimiz HÖH Ulusal Konferansında – Kırcaali’de – parti için darbe gerçekleştirilmesini önleyen kişi o oldu. Ahmet Doğan’ın sadıcı olan, Albay Yordan Yordanov’la birlikte, “Multi Grup” sopacılarını kullanarak birçok kişiyi dayaktan geçirdiler. Ülkemizin değişik bölgelerinden gelen heyet başkanları ve sıradan üyelere baskı uygulayarak parti içinde darbe gerçekleştirdiler. Doğan’ın istediği gibi oy kullanmalarını sağlamak, partiyi liderin ve onun iplerini çekenlerin ayağına yatırmak için delegeleri kaçırdılar, dövdüler, sakatladılar, şantaj yaptılar. Hak ve Özgürlük Hareketi kurucularından 2 500 (iki bin beş yüz) kişinin karalanmasını ve parti saflarından uzaklaştırılması Doğan’ın isteği üzere K. Dal tarafından gerçekleştirildi. Bu kişiler, 5-6 yıl sonra demokratik halk topluluğu ile kaynaşmak amacıyla HÖH partisini Birleşik Demokratik Güçlerden bir parça haline getirdiler. Kırcaali darbesinden hemen sonra Doğanla birlikte Birleşik Demokratik Güşler’den ayrıldılar ve “Multi Grub” un bir siyasi tasarımı olan, Simeon Sakskoburggotski tarafından yö-
netilen ve Stoyan Dençev’in sekreteri olduğu Ulusal Kurtuluş Birliği (ODS) kurdular. Bu, İvan Kostov’un başbakan olacağı Birleşik Demokratik Güçlerin gelecek yönetimini kontrol etmek amacıyla oluşturulan bir biçimlenmeydi. 2000 yılında, Hak ve Özgürlük Hareketi ile Birleşik Demokratik Güçler yönetimlerinin Plovdiv buluşmasının ardından yakınlaşma ve ülkenin demokratik gelişmesi için ortak yol arama yoluna girildi. O zaman, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Ulusal Kültür Sarayı (NDK) Büyük Salonu’nda yaptığı kurultaya Ahmet Doğan ile Kasim Dal’ı davet etti. Bu ikili o zaman kurultay kürsüsünden delegelere o bilinen “Yoldaşlar!” hitabıyla alkışladılar. O vakit onlar, hiçbir başarı gösteremeyen sosyal-liberal yönetim platformuyla ortak BSP-HÖH yönetimine yelken açtılar. Bu yeni ve asla beklemediğimiz yeni siyasi çizginin açıklanmasıyla Belitsa kasabasında bulunan “Semkovo” sayfiye merkezinde Merkez Operativ Büro oturumu çağırdık. Bu toplantıda A. Doğan susarken, K. Dal herkesin önünde yüksek sesle şöyle dedi: “Ben ve Doğan, komünistlerin zulmünü görmüş ve hapishanede yatmış kişiler olarak, bize 5-6 bakanlık verirlerse, bugün artık BSP ile birlikte iktidar olmaya hazırız. Meslektaşlarım siz bu işe neden karşı çıkıyorsunuz?” Lütfi Mestan’ı bugün eleştiren biri olan Dal’ın bu sözlerine hayatta olan tanıklarımız var: Mustafa Karnobatlı; Kemal Eyüp; Remzi Osman vb. Biz bu yeni siyaset çizgisine kesin kararlı karşı koyduk. O zaman Dal kimin siyasi iradesini hayata çağırıyordu? Arkadaşlarım BSP ile herhangi bir yakınlaşmaya kesin karşı çıktılar. Doğan ile Dal’ın hezimete uğrayan komünistlerle ortak senaryosu, 2001’de başımıza, Ulusal Kurtuluş Birliği patronu Çarı getirdi. Simeon’la koalisyon kuran HÖH, son 16 yılda tüm olumsuzlukları ortaya çıkan, “Multi Grup” ve gizli güçlerin hükümetini kurdu. O zaman Kasim Dal, iki süre için, meclis devlet organları komisyonu başkan yarımcısı oldu. Bu görevde bulunduğu yıllarda, Ahmet Doğan’ın iradesine uyarak, Bulgaristan’da bir mafya hükümeti kurulmasını onaylamayanlara karşı zorlama ve işkence etme işlerini bizzat o kendisi yönetti. Bu zulüm devletin bütün güçleri kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bütün baskı ve zorlama Kasim Dal tarafından koordine edilerek, Ahmet Doğan’ı eleştiren partiyi kuranlara, Hak ve Özgürlük Hareketinden kovulanlara karşı sıkıştırma, soluk aldırma ve her bakımdan zorlama işleri Dal tarafından yönetilip yönlendirildi. Ben burada işkence etme değimini kullanıyorum ve bu biraz da şöyle anlaşılmalıdır. Doğan’a suikast hazırlıkları görüldüğüne ilişkin tamamen düzmece, yalan ve uydurma delillerle ve hatta Devlet Ulusal Güvenlik Ajansı (DANS) (karşı casusluk merkezi) idmanlarından da yararlanarak, kovuşturma, savcılık, polis ve vergi kurumları da kullanılarak eziyet edildi. Anlattıklarımla ilgili elimde birçok delil ve belge var. Ben, Kasım Dal ve arkadaşları ve siyasi partiyi kurarken kendisine baskıda bulunulmadığı görüşünde değilim. Fakat tüm bunlar onun kendi elleriyle HÖH içinde oluşturduğu ve 15 sene uyguladığı baskılı yönetim modelinden kaynaklanan ge-
Bulgaristan Türklerinin Sesi lişmelerdi. O, işte bu nedenler yüzünden de ettiklerinin bedelini ödemek zorundadır. Kanımca, bugün ülkemizin dört bir yanında, her düzeyde, partinin kurucusu, yerel yöneticisi ya da eylemcisi, militanı, başka hareketlerden olup taraftarı olan, fakat “Doğan” modeline karşı koyanlara karşı HÖH aparatının işkence etme düzeyindeki baskılarını Kasım Dal en iyi bildiğinden dolayı, L. Mestan’ın herhangi bir cevap hakkı doğmamıştır. Mafya yönetim yöntemleridir uygulanan. Şimdi ortaya çıkan şöyle bir soru var: Lütfi Mestan’a uygunsuz sorular soran Kasim Dal kimin kuyusuna su taşıyor? Dal, Doğan’ın koltuğu altına bir daha mı sokulmak istiyor, yoksa “Multı Grup” yıllarından kendisine ödenmemiş borçları olan, Stoyan Dençev’in siparişlerini mi yerine getiriyor? Ve Dal, “Doğan Modeli” ni reddederken samimiydiyse, Hak ve Özgürlük Hareketinden ayrıldıktan sonra, Doğan iradesine ve mafya çıkarlarına bağımlı kılınan, son 26 yılda ses çıkarmaya hakkı olmayan bir oy verme makinesi haline getirilen ve bugün hala kendi 10 Kasımlarını sabırsızlıkla bekleyen Bulgaristanlı Türkler ve tüm Müslümanların hak ve özgürlüklerini artık savunmaya başlaması gerekirdi. Ahmet Doğana ve onun iplerini çekenlere karşı olan her birimiz, bu insanların hak ve özgürlükleri mutlaka savunmak zorundayız. Lütfi Mestan’a olan kişisel münasebetine rağmen Dal, karma bölgelerdeki tekele karşı başkaldıran ve DOST partisi kurarak, farklı bir politik gelişme ve kendini ifade etme yolu arayan binlerce Bulgaristan vatandaşına karşı söz söyleme hakkına sahip olamaz. DOST partisi kurucuları arasında komünizme ve totalitarizme tekme vurdukları gibi “Doğan” ın mafya iktidarını ta tamamen reddeden Hak ve Özgürlükler Partisi kurucusu, yöneticisi ve militanı binlerce demokrat var. Mafya ve onun kollarına karşı ilk başkaldıran Mehmet Hoca’nıun adını anmam yeter de artar. Ben Kasim Dalın mevzilerini düzeltmesini ve Mestan’a basın aracılığıyla soru sormazdan önce HÖH partisinde kovulan, başlarına bin bir bela gelen, hayal kırıklığına uğraya binlerce arkadaşımıza ve bütün Bulgaristan toplumuna çok ağır cevaplar borçlu olduğunu unutmaması gerekir. Bunların dışında olan her bir şey binlerce vatandaşı siyasi alternatifsiz bırakılarak, “Doğal” modelinin betonlaştırılması ve bir asır yaşaması anlamındadır *** Dal: Mestan HÖH yıllarını anlatmak zorundadır. Biz, Özgürlük ve Şeref Partisi’ni tescil ettirmek için başvurduğumuzda, kaydetme işlemi bilinen ve bilinmeyen nedenlerle aylarca ertelenmişti. Amaçları, 2013 meclis seçimlerine katılmamızı engellemekti. Biz, politik parti tescil işleminin uzatıldığına önceleri de tanık olmuştuk. O zaman L. Mestan HÖH Genel Başkan yardımcısıydı ve daha sonra Genel Başkan atandı. O, bizim başımıza gelenler de bu arada, parti tescil ettirmek isteyenler, uygun olmayanların başına gelenleri bilmiyor mu? Şimdi o kendisi, gizli iktidarın balyozu altındadır ve konuşmak zorundadır! Anlatmalıdır! HÖH yönetiminde bulunduğu ve gizli iktidara aktif katıldığı yıllarla ilgili bildiklerini dökmelidir.
Hamiyet ÇAKIR Türkiye-Rusya ilişkileri
Osmanlı Dönemi 15. yüzyılda Karadeniz’den ticaret yollarıyla ve 1497’deresmenbaşladı.ButarihtensonraOsmanlıDevleti ile Rus Çarlığı arasında savaşlar, ittifaklar, yardımlar, dostluklarla, soğuk savaşla süren ilişkiler yaşandı. 1699 Karlofça Antlaşmasına kadar iki devlet üç kere savaştı. Osmanlılar batıda Kutsal İttifak ile savaşırken, Ruslar Azak ve Kırım’ı alarak güneye Boğazlar’a inmek politikasıyla hareket etti. Azak, iki taraf arasında birkaç kere fethedildi. 1700’deki İstanbul Antlaşması yla Ruslar İstanbul’da sürekli elçiliğe sahip oldu. Azak Rus hakimiyetine girdi, Ortodoksların Kudüs haccı serbest bırakıldı. III. Ahmet dönemindekiPrut Savaşından (1711) sonra yapılan Prut Antlaşmasıyla Azak Osmanlılara geçti. 1736’da Rusya Azak’ı aldı, Kırım’a girdi. 1739’da Belgrad Antlaşmasıyla Azak Rusların oldu.1769’da Osmanlılar Hotin’de yenildi, Eflak ve Boğdan Ruslara bırakıldı. 4 yıl sonra Çeşme’de Osmanlı donanması yok oldu, 8 bin asker öldü. 1774’de Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Ruslar Kırım’ı aldı, Osmanlı Ortodoksları üzerinde himaye kurdu, harp tazminatı aldı ve Boğazlar’a ticaret gemilerini gönderdi. 1787 savaşından sonra 1792’de Yaş Antlaşması yapıldı ve 1798’de iki devlet ittifaka girdi, ittifak 8 yıllıktı. Bu zamanda Fransa yükselişteydi. Rus donanması İstanbul Boğazı’ndan geçti. Akka’dan sonra 2. ittifak 1805’de yapıldı. Ancak barış uzun sürmedi, 1806’da başlayan savaş 1812’de Bükreş Antlaşmasıyla bitti. Devletler birbirleriyle savaşırken sadece iki devletin hareketliliği veya iç isyanları, padişah veya çarların değişmesi önemli değildir, dünya konjonktürü de ilişkileri etkilemektedir. Fransız İhtilali, Bolşevik İhtilali vb. Bu yüzyıllarda devletlerin modernleşme hareketleri önemlidir. 1827’de Osmanlı donanması Navarin’de Fransaİngiltere-Rusya ittifakınca yakıldı. 1829’da Ruslar batıdan Edirne’ye, doğudan Erzurum’a kadar Osmanlı’yı kuşattı. Edirne Antlaşması yla Osmanlı devleti Balkanlar’da topraklarını kaybetti, Yunanistan bağımsız oldu. Fransızların Cezayir işgali, Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanı Osmanlı’yı sarstı. Mehmed Ali Paşa savaşları kazanarak İstanbul’a dayandı. 1833 Kütahya barışı ile Osmanlı Devleti tavizler verdi ve Hünkar İskelesi Antlaşması ndan 6 yıl sonra Nizip’de yenildi. İngiltere-Rusya-Prusya-Avusturya ittifakı Mehmed Ali’yi yendi. 1841 barışında Osmanlı devletinin Boğazlar üzerindeki egemenliği kabul edildi. Avrupa’da devrimler olurken, Osmanlı’da Tanzimat hareketleri yapıldı. 1853’de İngiliz-Fransız donanması Boğazlar’a geldi. İttifak, Rusya’ya savaş açtı. 1856’da Paris Antlaşması yla savaş bitti. 1876’da Rusya savaş açtı, ikinci defa batıdan Edirne’ye doğudan Erzurum’a girdi. Plevne’de Gazi Osman Paşa uzun süre direndikten sonra yenildi. 1878’de Edirne Antlaşması ve üç ay sonraAyastefanos (Yeşilköy) anlaşmasıyla Osmanlı topraklarını kaybetti. İngiltere Kıbrıs’ı aldı. Sırbistan, Karadağ, Romanya bağımsız oldu. Kurtuluş Savaşı Türk Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü sırada, Afyonkarahisar’daMustafa Kemal Atatürk Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti heyetiyle çay molasında. Soldan sağa; Batı Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanı Asım Gündüz, Batı Cephesi Komutanı Tümgeneralİsmet İnönü, Sovyet Rusya temsilcisi K.K. Zvonarev, Sovyet Rusya büyükelçisi Semyon Aralov,Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti temsilcisi İbrahim Abilov ve Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, 31 Mart 1922 günü sabahı. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı dönemde Sovyet Rusya’sıyla diplomatik ilişkiler geliştirildi. Kurtuluş Savaşı’nı manevi düzeyde olduğu gibi, para ve silah yardımı gibi maddi düzeyde de destekleyen Sovyet Rusyası’yla Batılı emperyalist devletlere karşı savaşım noktasında işbirliği yapıldı.[1] Meclis’in açılmasından üç gün sonra Atatürk, Lenin’e bir mektup yazarak siyasi ve askeri nitelikli bağlaşmadan söz etti. Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin tarafından verilen yanıtlarda dostluk ve diplomatik ilişkinin kurulup geliştirilme dileği belirtildi. 11 Mayıs 1920’de TBMMMoskova’ya Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet gönderdi. Moskova’daki görüşmeler sonucu iki ülke arasında Mart1921’de bir Dostluk Antlaşması imzalandı. Kars ve Ardahan Türkiye’ye; Batum, Sovyetler Birliği’ne bırakıldı. Bu antlaşmanın siyasal yönden önemli noktaları şöyle sıralanabilir; Bu antlaşma yeni Sovyet rejiminin yaptığı ilk uluslararası antlaşmadır. İki ülke arasındaki ilişkiler resmileştirilmiştir.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
agustos - 2016
BAŞARAMADINIZ BAŞARAMAYACAKSINIZ HİÇ KİMSE BAŞARAMAYACAK Türk Milleti ve Devleti, karanlık odakların kirli planlarından birisini daha kararlı duruşu, birlik ve beraberliği ile elinin tersi ile bir kenara iterek Türkiye’yi daha önce yaşanmış karanlık dehlizlere sokulmaktan kurtuldu. Bu kalkışma esnasında şehid olan resmi ve sivil vatandaşlarımızın mekanları Cennet, ruhları şad olsun. Elim hadiseler esnasında yaralananlara Allah’tan acil şifalar diliyoruz. Devletimiz millete ve devlete karşı kin ve garezle dolu, ihtirasları insanlıklarını bir yana bıraktırmış, kardeş kavgası çıkarmak ve mil-
letin kanını akıtmak için gözlerini kan bürümüş hainleri millet cezalandırmış ve çetelerinin darbe teşebbüslerini akamete uğratmıştır. Bundan sonra yapılması gereken kanlı kalkışmanın müsebbiplerini adalete
tevdi etmek, en ağır ve caydırıcı şekilde cezalandırılmalarını sağlamaktır. UKİD olarak bu vesile ile Türk Milleti’nin artık darbelere papuç bırakmadığını görmekle geleceğe yönelik ümitlerimizin arttığını ifade etmek istiyoruz. Bu göstermiştir ki, demokrasi dışı yollara teşebbüs suretiyle seçimle işbaşına gelmiş meşru yöneticilere karşı darbe teşebbüslerinin Türk Milleti’nin kararlı tutumu karşısında hiç bir şansı yoktur, bundan sonra da olmayacaktır. Türk Milletine ve Devletine geçmiş olsun. Bu son olsun..
300 metre uzunluğunda cam köprü Türklerin Devasa Mitingi ÇinÇin’de dünyanın en uzun cam köprüsünü inşa etti. Çin’in Hu- fından günde 12 saat çalışılarak cam köprüye dönüştürüldü. Fransız Le Figaro gazetesi ise gelişmeleri internet sitesinde “İstanbul’daki devasa miting başladı” başlığıyla okuyucularına duyurdu. Haberde milyonlarca insanın darbe girişimine karşı son kez bir araya gelerek tepkisini dile getirdiği vurgulandı. France 24 haber kanalı da “Yüzbinlerce Türk, Erdoğan’ı desteklemek için İstanbul’da” başlığı ile verdiği haberde, Türk halkının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın birlik çağrısıyla darbe girişimine tepki göstermek için bir araya geldiğini kaydetti. Haberde mitinge Erdoğan yanlılarının yanı sıra muhalefet partileri CHP ve MHP’nin de kitleler halinde katıldığı vurgulandı. Fransız Le Point dergisi de internet sayfasında “Erdoğan yanlısı devasa miting başladı” başlığıyla verdiği haberde darbe girişimi sonrasında üç haftadır Türkiye’de süren gösterilerin son günündeki mitinge tüm siyasi liderlerin katıldığını belirtti. Bild gazetesi internet sitesinde “darbe karşıtı protestoda yüzbinler Erdoğan tezahüratında bulunuyor” üst başlığını kullandı. Spiegel online sitesinde ise “İstanbul’da büyük miting: “Türkiye kutluyor” başlığını kullandı. Frankfurter Rundschau gazetesi de internet sayfasında, İstanbul’da darbe girişiminin büyük bir mitingle protesto edildiğini ve muhalefet partilerinin de mitinge katıldıklarına dikkati çekti. Alman Rheinische Post gazetesi ise internet sitesinde yüzbinlerce insanın “başkomutanın” davetine icabet ettiğini yazdı. Gazete ayrıca bugünkü mitingin bu zamana kadar İstanbul’da yapılan “en büyük miting” olduğunu vurguladı.
nan eyaletindeki Şiniuzhai Ulusal Parkı’nda bir kanyon üzerinde inşa edilen cam köprü 300 metre uzunluğunda. Çin dünyanın en uzun cam köprüsünü inşa etti. Çin’in Hunan eyaletindeki Şiniuzhai Ulusal Parkı’nda bir kanyon üzerinde inşa edilen cam köprü 300 metre uzunluğunda. Yerden 180 metre yükseklikte bulunan cam köprünün inşasında 22 milimetrelik ikikatlı cam kullanıldı. Çinli yetkililer, söz konusu camın pencere camlarından 25 kat daha dayanıklı olduğunu belirtti. Çin’deki en tehlikeli köprüler arasında ismi sayılan bu köprü 11 mühendis tara-
Balkanlarda Yankılanan Ses Halil İNALCIK Balkanlar’da Yankılanan Ses
İnalcık’ın Balkanlar üzerine yazdığı makaleler ilim dünyasında yeni bir rüzgarın habercisiydi. Doğru bilinen yanlışları değiştirmek için yola çıkmış özellikle de Osmanlının Balkanlar’daki hakimiyetini konu alan makaleleri ile bu alandaki tarih öğretilerini değiştirmiştir. “Stefan Duşan’dan Osmanlı İmparatorluğu’na” adlı bu makalesiyle Avrupalıların, Osmanlılar aleyhine söyledikleri ve Osmanlı’nın 500 yıllık Balkan hakimiyetinin “Karanlık Devir” olduğu önyargısını büyük ölçüde kırmıştır. Türkçe yazılmış bu makale derhal Sırpça’ya çevrilmiş ve Balkanlar’daki tarihçilerin dikkatini çekmiştir. Bu makalede İnalcık Osmanlı’nın Balkan fethinden hemen sonra tutulmuş olan tahrir defterlerini yoğun bir şekilde inceleyerek , Osmanlı hakimiyetinin Balkanlarda zaten mevcut olan sosyal düzeni birdenbire değiştirecek radikal bir nitelikte olmadığını , aksine mevcut olan sosyal düzene ters gelmesinden kaçınılan
, muhafazakar denilebilecek ve gerçekçi bir hakimiyet olduğunu ispat etmiştir. Balkanlarla ilgili olarak yazdığı diğer önemli makalesi ise “ Osmanlı İmparatorluğunda Raiyyet Rüsumu”dır. Bu makalesinde yaklaşık olarak 5 hektarlık toprak parçasını bir çift hayvanla süren hür köylü tipini Osmanlı toplumunun temel sosyal sistemi olarak nitelemiş ve buna “çift-hane sistemi” adı vermiştir. İnalcık’a göre bu tip köylü ailesi, Bizans İmparatorluğu’nun “zeugarion”u hatta Roma İmparatorluğu’nun “ kolon”u ile aynı yapı ve tarzdadır. Bu sistem hür köylüleri feodalitelerin angaryası ve sömürüsünden muhafaza etmiştir. Osmanlı hakimiyetinin Balkanlar’da bu denli kalıcı olmasının başlıca etmeni feodaliter güçleri bertaraf ederek merkeziyetçi bir anlayışla köylüleri koruma altına almış olmasındandır. Osmanlı İmparatorluğu: Klasik Çağ adlı eserinde de Balkanlar’a geçiş sürecinde yaşanan kültürel karşılaşma ve iskan politikası üzerinde durmaktadır. Burada yaşayan halkların Osmanlı hakimiyeti öncesi ve sonrası durumlarını tahlil ediyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından 2015 yılında hazırlanan “Dini Özgürlükler” raporu
“Dini Özgürlükler” raporunda Rusya makamları Kırım’da Amerika, Rusya’nın din raporunu hazırladı ABD Kongresine sunulmak üzere hazırlanan ülkelerdeki dini özgürlük raporunda Rusya’nın Kırım’da dini azınlıklara baskı yaptığı belirtildi ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından 2015 yılında hazırlanan “Dini Özgürlükler” raporuna göre Rusya makamları Kırım’da Kırım Tatarları da dahil olmak üzere dini azınlıklara “aşırılığa karşı mücadele” bahanesi ile baskı, taciz, kaçırma, gözaltı ve kovuşturmayı devam ettiriyor. Raporda 2015 yılında Rus hükümeti Rus Ortodoks Kilisesine ayrıcılık tanıdığı halde Müslümanlar,Yehova Şahitleri ve başka dini gruplara çeşitli kısıtlamalar uyguladığı bildirildi. Buna ek olarak, Rus hükümeti aşırı faaliyetler ile mücadele yasasını kullanarak dini azınlıklara arazi edinme ve ibadethane inşası konularında engeller çıkartıyor. Rapora göre şu anda, Rus Savcılığı “aşırılık” suçlamasıyla Yehova Şahitleri dini gru-
bunun idari merkezi ve onlarca cemaatlerini ortadan kaldırma ile tehdit ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı dünyanın hemen hemen tüm ülkelerindeki mevcut dini durumu açıklayan bu raporları her sene ABD Kongresini bilgilendirmek için hazırlıyor.
Bulgaristan Ekonomi Bakanı, ülkesindeki silahların Irak ve Suriye’deki militanlara gidiyor olabileceğini, ancak bundan kendilerinin sorumlu olmadığını söyledi. Balkan ülkelerinden, Irak ve Suriye’deki cihatçı unsurlara silah gittiği uzun süredir biliniyor. Balkan Insight’ın haberine göre, Bulgaristan Ekonomi Bakanı Bojidar Loukarsky, bu silahlar nedeniyle Bulgar hükümetinin suçlanamayacağını, kendilerinin silah satışını uluslararası anlaşmalar çerçevesinde yaptıklarını savundu.
Yakın zamanda yapılan bir araştırma, Bosna, Bulgaristan, Çekya, Hırvatistan, Romanya, Sırbistan ve Slovakya’nın 2012 yılından bu yana, Suriye “muhalefetini” destekleyen dört ülkeye 1.2 milyar avroluk silah ve mühimmat satışı yaptığını ortaya çıkartmıştı. Satışların 829 milyon dolarlık kısmı Suudi Arabistan’aydı. Listede, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün ve Türkiye de yer alıyor.
Bulgar Bakan: Bizden Suriye’ye silah gidiyor olabilir
3
Rafet ULUTÜRK
Halk Şehit , Onlar Gazi
Yalancı pehlivan. İyi dost kötü günde belli olur. Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) Şumnu eski milletvekili ve tescilde hukuksal usul süreci çıtasını henüz aşamayan Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokrasi – DOST partisi Başkan Yardımcısı Aydoğan Ali Sofya “Ramada” otelinde aydınların Deliorman Türk sanatıyla buluşmasında Türkçe konuştu fakat 15 Temmuz 2016 Türk halkının başına gelen darbe faciası ve ana-vatanımızı istila edip emperyalizme yem etme denemesinin halk direnişiyle önlenmesine değinmedi. DOST yönetiminin temsilcisi, 7 Ağustos’ta İstanbul “Yeni Kapı”da düzenlenen, Türkiye Cumhuriyeti, devlet ve hükumet yönetimiyle birlikte Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları derneklerinin de yoğun katıldığı 5 milyonluk “Şehitleri Anma ve Demokrasiyi Koruma” mitingine de değinmedi. Yine DOST partisi kurucularından olan, şaire ve sanatçı Nurten Remzi de kürsüye çıktı, söz aldı, sanat etkinliğine katıldı, fakat o da Türk halkının ne yaşadığı trajediden, ne gösterdiği kahramanlıktan, ne şehitlerden ne de Türkiye’nin artık Balkan jeopolitiğini etki alanına tamamen alan Büyük Yeni Türkiye imajından bir söz bile etmedi. Sözde Aydınlar arasında gerçekleşen bu buluşmada, DOST partisi yönetiminden bir heyetin 7 Ağustos 2016 “Yeni Kapı” Türklüğün demokrasi için buluşmasına neden katılmadığı konu oldu. Mitingden önce, DOST Sofya merkez ofisi Birleşik Amerika’nın Bulgaristan Büyükelçisi tarafından ziyaret edildiği öne atıldı. Elçi, bu görüşmede, Türkiye’nin bölge siyasetindeki rolü ve Türk dünyasında birlik beraberlik ve uzlaşma hamlelerine ilişkin gerçekçilikten farklı görüşler dile getirmiştir. DOST yönetimini etkilemiştir. Türkiye Cumhuriyeti yönetimiyle DOST partisi yönetimi arasındaki ilişkilerin bir daha gözden geçirilmesi yönünde imada bulunan Amerikalı diplomatla DOST temaslarının devam etmesi noktasında anlaşma sağlanmış ve bunlar DOST partisinin İstanbul’da DÜNYA TÜRKLERİNİN BİRLEŞTİĞİ mitinge gitmemesine neden olmuştur, herhalde. Çünkü mitinge gelmediler. Bu yeni gelişmelerin Bulgaristan Türkiye ilişkilerinde yepyeni bir döneminde baş göstermesi ve DOST partisi ile ilgili umutları büyük ölçüde gölgelemesi, halkı çok düşündürdü, Bulgaristan Türk aydın kesimini de düşündürmüştür. 200 yıllık demokrasi birikimi olan Türkiye Cumhuriyeti “Darbeler devri 20. yüzyılda kaldı” derken, 15 Temmuz’da FETÖ hain çetesinin halkımıza, askeri darbe, ana-vatanımızı işgal etme, bayrağımızı gönderden indirme, parçalama, hepimize diktatörlük zulmü yaşatma denemesi yaşandı. Bu olay Dünyada kendini Türk hisseden her kişiyi üzmüştür. Bizim Türkiye’de özellikle de son 1989 sonrası gelenlerin 700 binden fazla yakınımız yaşıyor. Ortada bir kader birliği var. “Türkiye ile işbirliğini baş tacı etme” azmiyle kurulduğunu iddia ederek halkımızdan destek isteyen DOST partisinin birdenbire belirsizliğe çark etmesi dikkati çekiyor. Sözü geçen aydınlar “bir şeyler olmuş” demeye başlamıştır. Yeni dönemi belirleyen özellikler ise Bulgaristan Başbakanı B.Borisov’un “Her ne pahasına olursa olsun Türkiye ile en iyi ilişkiler geliştirmek zorundayız!” sözlerinde ifade bulmuştur. Adetimizdir, komşumuzun ayağına en küçük bir sarıdiken batsa hemen ateşlenir “Ne oldu?, Geçmiş olsun, yapabileceğim bir şey var mı?!” yardıma koşarız. Bu defa, birçoğumuzun kardeşi, kız kardeşi, anası babası, evladının, akrabalarımızın, dostlarımızın yaşadığı, ayakkabımız vursa derman için koştuğumuz anavatanımız tutuşturulmuş, yalnız evsiz barksız kalmamız değil, bir de vatansız kalmamız söz konusu olduğu trajik günlerde bir “Geçmiş olsun!” demekten sakınan HÖH’ü zaten biliyoruz da DOST liderliğinin ve bir temsilci dahi göndermeyen bu yeni tutumunu anlamak çok zor. Yoksa bu “arkadaş” bildiğimiz, kendilerine sincap rolünü uygun görüp, Genel Başkan olarak bir partiden başka bir partiye sıçramayı yakışır bulanlar bizi (halkı) hafife mi alıyorlar? Şahsen ben, bir daldan başka bir dala sıçrarken bir sincabın, uçuş esnasında durduğunu izlemedim. Uçuş esnasında yön değiştirme ancak kovandan çıkan arı topluluğunda izlenir. Arı oğlu, yeni kovan ve kendilerini oraya götürecek oğul otu kokusu ararken yön değiştir. Halkımız DOST’a yeni siyasi yuva ve oğul otu kokusu alamazsa, bu iş olmaz! Bu örnekte yeni kovan Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı yaşatacak ortamdır. Oğul otu kokusu da Türklüğün kültür dünyasından bir parça olma arzumuzdur. Eğer DOST-cu liderlerin kafasında, elle almaya çalıştıkları yarmadan, çapa-kürek sapı değil, sopa yapmak varsa, bu işten şimdiden var geçelim. Türkiye ile ilişkiler yeni siyasetin olmazsa olmazı, mihenk taşıdır. İşte bu ortamda, dikkatleri kilitleyen, HÖH partisinden soğumuş-kopmuş ve yeni bir siyasi tercihe yönelen insanlarımızın bugün yol ortasında durmasıdır. Ne pahasına olursa olsun (daha L. Mestan Genel Başkanken) HÖH’ten ayrılma kararı alan ve yeni atılıma bilinçli öncülük eden Kemaller (İsperih) yöre halkı bu bakıma da yeni örnekler sergiliyor.
Devamı www.bghaber.org
4
agu st o s - 2016 Levent
RASİM
Bulgaristan Türklerinden
Daha Ne İstiyorsunuz?
Konu: 138 yıldan beri gerilemeye zorlanıyoruz. En büyük Bulgar yalanı – tolerans. En büyük HÖH yalanı – “Bulgar Etnik Modeli.” Bulgaristan Türklerinden Daha Ne İstiyorsunuz?
“Türkler yenilebilir, ama esir edilemezler” sözünün sahibi Napolyon, bir savaş esnasında, emrindeki subaylardan birinden bir mektup alır. Mektupta, “Emir buyurduğunuz yerin alınması imkânsız” diye yazmaktadır. Napolyon’un cevabı şöyledir: “Siz mektubunuzda bunun bana ‘imkânsız’ olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözcük Fransızca değildir.” *** Napolyon Türklerin böyle insanlar olduğunu daha 1805’te anlamıştı. 200 sene sonra Bulgarlar hâlâ anlayamadılar. Ne yapalım başa gelen çekilir! Beyhan Mustafa “Ekip 7” gazetesinde Bulgarca çıkan yazısında olayları şöyle anlatıyor. Tercümesini size de sunuyoruz: Osmanlı idaresi 500 seneden uzun bir süre (1362’den 1913’e) Bulgarlara Bulgarca konuşmayı hiçbir yerde ve hiçbir zaman yasaklamamıştı. Hıristiyanların da İncil’den ayinleri ve duaları Arapça ya da Osmanlıca okumalarını asla istemedi. Ve siz, 1933 yılında bugünkü Razgrat şehir kütüphanesinin bulunduğu yerde (eski hastane ve “Kasım Paşa” cami bölgesinde) ülkenin değişik yerlerinden gönderilen, intikam köpüren, faşist Bulgar ordu mensuplarının, şu Srebnitsa örneğinde olduğundan beter, toplu soykırım yapmak ve barışçı sivil Türk ahalisini topluca gömmek amacıyla mezar kazdığını biliyor muydunuz? Hem de Razgrat gibi bir şehirde; 1989 “Mayıs Olayları” esnasında, şehrin tam merkezinde “İbrahim Paşa” camii önünde Bulgar ordusu (BA), devlet güvenlik güçleri (DS), kızıl bereliler ve itfaiye güçlerinin barışçı sivil gösteri yapan Türklerin üzerine tanklarla, zırhlı araçlarla, makineli tüfeklerle ateş açılarak ve içi çakıl dolu güçlü su püskürterek dağıtığı, yaraladığı ve tutukladığı bilinirken, bu yerde ne gibi toleranstan söz edilebilir. Yukarıda işaret ettiğim o sözüm ona birinci “tolerans” örneğinin durdurulmasında Mustafa Kemal Atatürk’ün yıldırım müdahalesini anımsayan ve hatırat anlatan yerliler hala tek tüm bulunabilirken, ikinci “tolerans” örneğinde sivil vatandaşların daha fazlası ömür boyu sakat kaldı, çünkü devlet güvenlik gücü (DS) özel bir emirle onlara ilk yardım gösterilmesini yasaklamıştı. Yine o karanlık dönemde (1985 – 1989), ölülerimiz akla çılgınlık veren çarpık ve uyduruk ateist komünist matem usulüyle “Kardeş mezarlarına” defnediliyordu. Ölülerimizin kemiklerinin bulunmasını engellemek ve bugün Bulgaristan ve Türkiye’den gelen yakınlarının bir demet çiçek koyup bir ibrik su dökerek bir Fatiha okunmasına izin vermemek için hepsi yok ediliyordu. Bu, ne Hitler, ne Stalin ne de hatta Karajiç tarafından yapılmıştır. Ölülerimizin mezarlarıyla doğrudan doğruya düpedüz alay edilmiştir. 20.yüzyılın 40’lı, 50’li, 60’lı yıllarında ayakta ve ibadete açık olan Razgrad’ın “Behram Bey”, “İskender Bey”, “Kasım Paşa”, “Ak”, “Hacı Müslüm”, “Muz” ve “Eski” camileri nerede? Güya kültür anıtı ilan edilen, “İbram Paşa” camii 50 yıldan beri kaderine terk edilmiş olup harap olmaya devam ediyor. Yıllar önce çevresinde 5 bin metre kare arazisi olan bu tarihi eserin dolayında halen 525 metre kare arazi kaldı. Razgrat Türk Pedagoji Enstitüsü neden kapatıldı: 20. yüzyılın 60-lı yıllarının sonuna kadar Razgrat şehrinde ve eyaletinde eğitim ve öğretim veren ilk ve orta laik medeni okullar nerede? Kurşunlu Han, şadravan, Türk Hamamları, türbeler, Müslüman Vakıf konak ve tesisleri, Türk kütüphanesi ve ona bağlı olarak etkinlik yürüten okuma evi nerede kaldı? Razgrat Türk Dram ve Müzikal Tiyatrosu neden kapatıldı ve “Razvitie” kültür merkezinde görevli olanlar neden işlerinden köpek gibi kovuldular. Tolerans denen bize karşı uygulanan canlı faşizm ve komünizmdir! Bu anlattıklarımız yalnız Razgrat olup bitenlerdir, Bulgaristan’ın diğer şehir kasaba ve köylerine atlarsak, 1879’dan başlayarak günümüze kadar uzanan bütün yıllarda Bulgar toplumunun faşistleştirilmiş ve komünizm artığı vurup kırıcı takımının uyguladığı zulüm üstüne Bulgar “toleransı” konulu yüzlerce kitap yazılabilir. Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Dünyadan Haber
En uzun orucu tutan Türk ailesiyolu ihtimali devam ediyor
Norveç’in Tromso kentinde yaşayan Konyalı Arıkan ailesi, 22 saatle dünyanın en uzun orucunu tutuyor. Cansu Arıkan, iftara dakikalar kala sofrayı hazırlıyor. İftar menüsünde mercimek çorbası, salata, kavurma ve pilavın yanı sıra kaşarlı mantar var. Eşi Azmi Arıkan ise 2 ortağıyla işlettiği restorandaki işini bitirip iftara dakikalar kala eve geliyor. Oğlu Efe, ortaklarından Ramazan Mümin ve bir üniversitede ders veren İranlı komşusu ile televizyon izlerken eşi de artık çorbaları masaya getirmeye başlıyor. İlk bakışta sıradan bir aile gibi gözükseler de aslında yaşadıkları yer ve tuttukları orucun süresi onları farklı kılıyor. İftar 23.22, sahur 01.22’de Cansu ve Azmi Arı-
kan yıllardır Norveç’in Tromso kentinde yaşıyor. 50 bin nüfuslu kuzeydeki en son şehirlerden olan Tromso’da güneş yazın iki ay boyunca hiç batmıyor. Batmayan güneşe rağmen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın imsakiyesine göre akşam vakti 23.22’de, imsak ise 01.22’de giriyor, böylelikle kentte oruç 22 saat sürüyor. Akşam ezanı vaktinin girmesiyle aile ve misafirleri oruçlarını açarken, kimi hurma kimi de suyla başlıyor yemeğe. Sahura kadarki kısıtlı sürede yemeğin ardından önce çaylar ardından gelen tatlı ve meyve tabağıyla sohbet de tatlanıyor.
Evlenince Norveç’e geldi Aslen Konyalı olan Ankara’da doğup büyüyen 30 yaşındaki Azmi Arıkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, evlendikten sonra Norveç’e geldiğini iki ayrı şehirde yaşadıktan sonra 2006 yılında Tromso’ya taşındıklarını söyledi. Ortaklarıyla bir restoran işleten Arıkan, «Norveç biraz soğuk bir ülke. Dayanması zor olsa da, yaşıyoruz, çalışıyoruz burada.» dedi.
Bulgar konsolosluğundan çifte vatandaşlara büyük kolaylık
Bulgaristan’ın Edirne Başkonsolosluğu, çifte vatandaş olanların pasaport başvurularını yapabileceği, randevularını ve pasaport durumlarını kolaylıkla sorgulayabileceği internet sitesini hizmete aldı. Bulgaristan’ın Edirne Başkonsolosluğu, hem Türk hem de Bulgaristan vatandaşı olanların işlemlerini kolaylaştırmak için yeni bir internet sitesini hizmete aldı. Başkonsolosluğun ‘ebds.perfectbg. com’ adresinde çifte vatandaş olanlar pasaport başvurusu, randevu talebi, kimlik başvurusu ve takibi ile Bulgaristan’da
oturum başvurularının sonuçlarını internet üzerinden takip edebiliyor. Ayrıca çifte vatandaşların pasaport başvuruları için gereken belgeler, ücretleri de detaylı olarak internet sitesinde yer alıyor. İnternet sitesi üzerinden yapılan başvuruların işlemleri hızlandıracağını ifade eden Bulgaristan’ın Edirne Başkonsolosluğu yetkilileri, “Edirne internet sitesi için pilot bölge olarak seçildi. Bölgede çifte vatandaş olanlar tüm işlemlerini bu site üzerinden yapabilir ve işlem hızını arttırabilirler. Bu açıdan internet sitesi gerekli belgeler, randevu talebi, oturum sorgulama gibi hizmetler veriyor. Konsolosluğa gelmek yerine artık internet sitesi üzerinden rahatlıkla işlem yapılıyor” dedi.
İşte Whatsapp’ın güncellenmesiyle birlikte gelen yenilikler.. Artık Whatsapp üzerinden emoji gönderdiğiniz anda çok daha büyük bir emojiyle karşılaşacaksınız. Metin içindeki emojiler küçük, sadece emoji gönderimi yapıldığında boyut olarak daha büyük görünecek. WhatsApp’ta video kaydederken yakınlaştırmak için artık parmağınızı ekranda yukarı ve aşağı kaydırabilirsiniz. Sohbetler sekmesinde en üstündeki Düzenle tuşuna dokunduğunuzda, silmek, okundu olarak işaretlemek veya arşivlemek için birden fazla mesaj seçebilirsiniz. W h a t s a p p ’ a b a kın başka neler geliyor neler? Facebook, Şubat 2014’te 19 milyar dolar karşılığında satın aldığı WhatsApp’ta kullanım deneyimi ve kullanıcı güvenliğini artırmaya yönelik gelişmeleri sürdürüyor. Geçen yıldan bu yana mesajlaşma hizmetinin yanında sesli arama özelliğini de sunan WhatsApp, yakın zamanda yine Office ve ZIP dosyaların uygulama üzerinden gönderimini sağladı. Whatsapp’a iki özellik birden geliyor Güvenlik noktasında uçtan uca şifreleme özelliğini devreye sokan WhatApp önümüzdeki günlerde ise iki aşamalı kimlik doğrulama sistemini platforma getirecek. Android WhatsApp Beta uygulaması bugün itibariyle yeni bir sürüme yükseltildi. 2.16.189 numaralı sürüme kavuşan uygulamaya iki yeni özellik dahil edildi. Eğer test kullanıcıysanız WhatsApp uygulamanızı güncelleyerek en yeni özellikleri test etmeye başlayabilirsiniz. Eğer test kullanıcıysanız WhatsApp uygulamanızı güncelleyerek en yeni özellikleri test etmeye başlayabilirsiniz. WhatsApp’a eklenen son iki yenilik sesli arama özelliğini geliştirmeye yönelik. Artık WhatsApp aramalarında yanıt alınma-
dığında ya da arama reddedildiğinde ekranda “Geri ara” uyarısı belirecek. Bir diğer özellik ise yine aynı ekranda “Sesli mesaj kaydet” uyarısı olacak. Kullanıcılar yanıt alamadıkları aramalara anında sesli mesaj gönderebilecek. Şimdi isterseniz Whatsapp’ta çok az kişinin bildiği o müthiş özelliklere bakalım. Bakın neler var neler? Dünya çapında bir milyardan fazla kullanıcısı olan WhatsApp’ı herhalde çoğumuz, günde en az bir defa kullanıyoruz. Kullanımı gayet basit bir uygulama olan WhatsApp’ın her yönünü bildiğinizi düşünüyor olabilirsiniz; ancak muhtemelen yanılıyorsunuz. Sohbet kısayolları oluşturun Eşinizle sıkça WhatsApp üzerinden mi görüşüyorsunuz? Cihazınızın giriş ekranına sohbet ekranını açmanızı sağlayacak bir kısayol ekleyebileceğinizi biliyor muydunuz? Teknolojiyle ilgili her şeyde olduğu gibi, konu WhatsApp olduğunda da faydalanabileceğiniz ipuçları, gizli işlevler var. Kardeşinizin doğum gününü unutmaktan endişe ediyorsanız, Android’de Seebye Scheduler ROOT gibi bir uygulamadan faydalanabilir, iOS’ta Message Scheduler for WhatsApp’ı indirebilirsiniz. Root’lu bir Android’e veya jailbreak’li bir iPhone’a ihtiyacınız olacak. Kendinizi kurtarmak için sessize almak istediğiniz sohbeti açın ardından Seçenekler > Sessize al seçeneklerine dokunun. Burada sohbeti sekiz saat, bir hafta veya bir yıl susturma gibi seçenekler bulacaksınız. Dilerseniz gruptan gelen uyarıları da kapatabilirsiniz.
TÜRKİYEM!
(Ganire Paşayeva) (“Neden Türkiyeyle bu kadar ilgilenirsiniz,nerden bu sevda diye merak içinde soranları,size ne Türkiyeden kendi Vatanınızla ilgilensenize diye yazan bazi insanları okumaya çağırıyoruz. Sorularının cavablarını bulacaklar”) Seni niçin bu kadar sevdiğimi soruyorlar, Uzak diyarlardan gelen kızına: - Bu sevginin kaynağı ne? - Neden? - Kimsin sen? - Sen nere, bu topraklar nere? “Aşkın sebebi sorulmaz”, Diyorum yüz bin kere… Çünkü ruhum yüzyıllar önce Gönül vermiş bir türküye “Sen benimsin, ben de senin”, Türkiye! Ahlat’ta mezar taşları tanırlar beni… Malazgirt’e Alparslan’la geldim ben, Vatan kılmak için bu güzel yurdu, Her fetihte yeniden Dirildim ve öldüm ben… Hani ferman buyurmuştu Karamanoğlu Mehmet Bey: “ Şimden geri kimse, Türk dilinden özge söz söylemeye!”
Bu kutlu fermanı ilk duyan benim! Divanda dergâhta, çarşıpazarda Sevinç ile yayan benim! Ertuğrul Gazi’nin yol yoldaşıyım Birlikte fetheyledik, bu yurt yerini… Osman Gazi’yle diz çöküp huzuruna, Dinledik Şeyh Edebali’nin öğütlerini… Orhan Beyle birlikte yürüdüm Diyar-ı Rum’a, Kılıç yoldaşımdır Hüdavendigar! Sorsalar, elbette anlatacaktır, Bursa’da, ulu cami avlusundaki çınar… Karadan gemiler indirdim, Sultan Fatih’le Değimli ki, cihan, cihangire dar? Bayrağı dikti Ulubatlı Hasan, biz yürüdük ardından… Sorsanız, hisarlarda taşlar anlatır size: İstanbul’un surlarında kanım var! Sevinçlerim kadar acılar da yaşadım, Vatan bildiğim bu topraklarda… Bazen yüzümüze gülmedi devir, Tersine de döndü, feleğin çarkı, Kıyasıya vuruşurken, iki cihangir… Bir tarafta Emir Timur, Bir tarafta Yıldırım… O günden beri öksüz Kerkük, O günden beri yetim Kırım! Kaç kez kan ile doldu, Kardeş kavgasını durdursun diye Tanrı’ya açılan elim… Ama sığamadılar bu yeryüzüne Şah İsmail ve Sultan Selim… Kardeşin kardeşle vuruştuğu gün; “Durun! Türk’e Türk’ten özge yanan bulunmaz! Kardeş kavgasında kazanan olmaz!” Diye feryadı arşa dayanan bendim… Çubuk Ovasına akan kanlar da, Çaldıran’a düşen canlar da benim… Üç yüz yılda döndüm, Viyana önlerinden. Vuruştum boğazda yedi düvele karşı… “Çanakkale içinde vurdular beni”, Bir gonca gül iken derdiler beni… Şimdi Gelibolu’da, “Bir ölür, bin doğarız!” diye seslenen, İsimsiz şehidin baş taşı benim… Oğulsuz anaların, dul gelinlerin Gözyaşı benim… Sarıkamış’ta bedeni donan, Yemen’de susuzluktan ciğeri yanan
Ve bir cepheden bir cepheye savrulan Ölmez Türk benim! İstiklal savaşına koştuk, sonradan, Atatürk’ün yanındaydım her zaman! Küllerinden yenden doğan bir milletin Övladıyım ben... Vatanın ufkunu sarınca melal Akif’in dizesiyle, dirildim yeni baştan Haykırdım bütün dünyaya: “Hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklal!” Türkiye’m! Ben senden hiç gitmedim ki! Ezelden ebede seninleyim ben. Uğrunda öldüğün Vatan, terk edilir mi? Ölesiye sevdiğin Vatandan gidilir mi? Senin nasıl sevdim, bir bilebilsen… Güneşe vurgun ayçiçekleri, Denize âşık martılar gibi… Ben seni, Kıyıya sevdalı dalgalar Yağmura hasret sahralar gibi sevdim. Bağlanıp kaldı ruhum bir tek sözüne, Sahibinden ayrılmayan bir gölge gibi Yıllar yılı yüz sürdüm ayak izine! Ben seni nasıl bekledim, bir bilebilsen… Üstadın dediği gibi: “Hastanın sabahı, mezarın ölüyü, Şeytan’ın günahı beklediği kadar”... Ve ben, bendeki seni bekledim her an! Kimsesiz evin, hiç gelmeyecek sahibini beklediği gibi... Ben seni ölümüne sevdim, Türkiye! Dudakta kalan son nağme, Gözde donan son damla Ve bir “Ah!” kadar! Nasıl özledim seni, bir bilebilsen Bebeğin anne sütünü, Annenin evlat kokusunu Üşüyen ellerin sıcacık bir ocağı Özlediği kadar… İçimde kanatlanan ve büyüdükçe büyüyen Bir özlemim var... Ben ki aşığım senin, baharına, yazına… Seni niçin bu kadar sevdiğini soruyorlar, Uzak diyarlardan gelen kızına: Oysa “Aşkın sebebi sorulmaz”, Aşk sebepsiz sevdadır” Diyor, Bizim Yunus! Sorulmasın bana artık bu soru, Çünkü sen Türkiye’msin! Vatansın! Vatan! Bense çılgın bir Türk’üm, Gökalp’in ruhunu yüreğinde taşıyan Ve Vatanı Turan olan... Canım Türkiye’m! Sen bensin, Ayağına taş değse, benim ciğerim yanar. Sen gönlümde umutsun, kalbimde ince sızı, “Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar!” İmza: Kardeşin Azerbaycan’ın, sana sevdalı kızı… (Ganire Paşayeva)
Bulgaristan Türklerinin Sesi
agustos - 2016
‘Tarihçilerin kutbu’ Prof. Halil İnalcık vefat etti Tükiye’nin yetiştirdiği en büyük tarihçilerden olan Halil İnalcık, 100 yaşında hayatını kaybetti.
Tarihçilerin kutbu’ olarak bilinen Prof. Halil İnalcık, uzun süredir tedavi gördüğü Ankara Güven hastanesinde 100 yaşında vefat etti. Eserleri onlarca dile çevrilen, «dünyanın en büyük Osmanist>i» olarak kabul edilen İnalcık; özellikle Osmanlı İmparatorluğu tarihi üzerine önemli çalışmalar yaptı. İnalcık, Osmanlı Devleti’nin de, yaygın olarak bilinen ve ders kitaplarında öğretilenin aksine, 1299’da Söğüt’te değil, Koyunhisar (Bafeus) muharebesinden sonra 1302’deYalova yakınlarında kurulduğunu ortaya koymuştu.
İSTANBUL’DA DEFNEDİLDİ
Çoklu organ yetmezliği nedeniyle tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren tarihçi ve yazar Prof. Dr. Halil İnalcık’ın cenazesi, 28 Temmuz Perşembe günü İstanbul’daki aile mezarlığına defnedilecek. Prof. Dr. İnalcık’ın cenazesinin 28 Temmuz Perşembe günü İstanbul’da defnedildi. Günhan İnalcık, «Babaannem Bahriye İnalcık’ın yanında aile mezarlığında defnedildi» dedi. Günhan İnalcık, Ankara’daki törenlerin ardından Prof. Dr. İnalcık’ın cenazesinin İstanbul’a nakledildi.
HALİL İNALCIK KİMDİR?
Eylül 1916’da İstanbul’da doğdu. Kırım göçmenidir. Çocukluğu savaş yıllarında geçti. İlktahsiliniAnkaraGaziMektebi’ndeyaptı.Ortaöğretimine bir yıl Sivas Muallim Mektebi’nde devam etti. Orta tahsilini 1931’de Ankara’da Gazi Muallim Mektebi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ilk öğrencilerindendi. Yakınçağ Bölümü’nde, doktorasını da tamamladıktan sonra, 1942-1972 yılları arasında öğretim üyeliği yaptı, Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü’ne Osmanlı tarihi dersleri verdi. 1993’te Bilkent Üniversitesi’ne
geçti. Bir çok Osmanlı tarihçisinin hocalığını yaptı. Uluslararası yayınevlerinden çok sayıda kitap yayımladı. Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2000 bilim adamı arasında gösterildi.
Başlıca Eserleri şunlar:
T h e O t t o m a n E m p i re , T h e C l a s s i cal Age, 1300-1600, London, 1973 Studies in Ottoman social and econ o m i c h i st o r y , L o n d o n , 1 9 8 5 The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire, Bloomington, 1993 Halil İnalcık Süleyman the second and his time, Istanbul, 1993. An Economic and Social History of the Ottoman Empire (Donald Quataert ile birlikte), Cambridge, 1994 From empire to republic: essays on Ottoman and Turkish social history, Istanbul, 1995 S o u rc e s a n d st u d i e s o n t h e O t t o man Black Sea, Cambridge, 1995 History of Humanity (editor, Peter Burke ile birlikte), 1999 Ottoman Civilization (Gunsel Renda ile birlikte), Ankara, 2003 Essays in Ottoman History, Eren Yayıncılık Makaleler 1: Doğu Batı, Doğu Batı Yayınları, 2005 Fatih devri üzerinde tetkikler ve vesikalar, Ankara, 1954 Osmanlı>daDevlet,Hukuk,Adalet,ErenYayıncılık,2000 Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 1 /1300-1600, Eren Yayıncılık, Prof. Dr. Donald Quataert ile, 2001 Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 2 / 1600-1914, Eren Yayıncılık, 2004 O s m a n l ı İ m p a r a t o r l u ğ u - To p l u m v e E k o n o m i , E re n Ya y ı n c ı l ı k Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Yapı Kredi Yayınları, 2003 Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Eren Yayıncılık ABD Tarihi, Allan Nevins/Henry Ste-
ele Commager (çeviri) Doğu Batı Yayınları, 2005 Şair ve Patron, Doğu Batı Yayınları, 2003 Balkanlar (Prof. Dr. Erol Manisalı ile) Atatürk ve Demokratik Türkiye, Kırmızı Yayınınları (1.Baskı: Temmuz 2007 - 2.Baskı: Aralık 2007) Devlet-i Aliyye (1.Baskı: 2009) Kuruluş - Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak Tanzimat, Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu (Mehmet Seyitdanlıoğlu ile birlikte) İş Bankası Kültür Yayınları, 2011. OSMANLILAR, Fütühat ve Avrupa İle İlişkiler Has-Bağçede <Ayş u Tarab - Nedimler Şairler Mutripler, İş Bankası Kültür Yayınları (2011) Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı O s m a n l ı l a r ( 2 0 1 0 ) Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı (2011) Rönesans Avrupası Türkiye’nin Batı Medeniyetiyle Özdeşleşme Süreci, İş Bankası Kültür Yayınları (2011) Osmanlı ve Modern Türkiye, Timaş Yayınları (2013) Devlet-i <Aliyye: Tagayyür ve Fesad, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar II, İş Bankası Kültür Yayınları (2014)
Altın Karagöz Türkmenistan’ın
Bursa Büyükşehir Belediyesince bu yıl 30’uncusu düzenlenen Uluslararası Bursa Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması’nda, birincilik ödülünü Türkmenistan ekibi kazandı. Bosna Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Cibuti, Gürcistan, Hindistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Karadağ, Kazakistan, Kore, Kırgızistan, Kolombiya, Kosova, Litvanya, Makedonya, Meksika, Polonya, Romanya, Şili, Tunus, Türkmenistan, Ürdün ve Yunanistan’dan halk dansları toplulukları, Kültürpark Açık Hava Tiyatrosu’nda son kez performanslarını sergiledi. Geleneksel kıyafetleriyle sahne alan katılımcı grupların, ülkelerinin dansları ve kültürlerini tanıttığı etkinliğe sanatseverler ilgi gösterdi. ciliği elde eden Türkmenistan ekibi, “Al- nun sahibi oldu. Yarışmada ikinciliği Jürinin değerlendirmesi sonucu birin- tın Karagöz Ödülü” ve 10 bin avro- Gürcistan, üçüncülüğü ise Şili ekipleri elde etti.
‘FETÖ finansörü’ Büyük’ün Türkiye’ye iadesini sorguladı ABD Hava Kuvvetleri 30 İHA daha alacak
Bulgaristan’da koalisyon hükümetinin küçük ortağı olan Reformcu Blok partisi, Abdullah Büyük’ün FETÖ/PDY’nin finansörü olduğu gerekçesiyle arandığı Türkiye’ye, Bulgar yargısının aksi yöndeki kararına rağmen iade edilmesinin sebeplerini sorguladı. Reformcu Blok partisinden yapılan açıklamada, “Büyük’ün Türkiye’ye iade edilmesi, hukukun üstünlüğü prensibine ve Bulgaristan’ın Avrupa-Atlantik bölgesine endeksli politikalarına aykırı” denildi. “Bulgaristan’a sığınmacı akını olması tehlikesi, Bulgaristan ve Türkiye arasındaki ikili anlaşmalara konu edilemez” diye devam eden açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Zira siyasal durumun değişmesi ve Bulgaristan sınırındaki sığınmacı baskısının artması nedeniyle, ilk sıralarda olan Bulgaristan
ve Yunanistan’ın çıkarlarının korunması için sığınmacı krizine karşı Avrupa’nın kendi içinde ortak bir tavır alması gerekiyor.” Daha önce Bulgaristan’da iki mahkeme, Türkiye’de siyasi zulme maruz kalabileceği gerekçesiyle Büyük’ün iade edilmesi talebini reddetmişti. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ise Büyük’ün mahkeme kararına rağmen iade edilmesi ile hükümetinin Türkiye’den Bulgaristan’a gelebilecek sığınmacı akınını önlemeye yönelik çabaları arasında doğrudan bir bağlantı olduğu suçlamalarını kabul etmemişti.
ABD Hava Kuvvetleri’nin 30 İHA daha alacağı açıklandı. ABD Savunma Bakanlığı, ABD Hava Kuvvetleri tarafından kullanılmak üzere 30 adet MQ-9 Reaper model insansız hava aracı alınacağını duyurdu. İHA’ların toplam bedelinin 370.9 milyon dolar olacağı açıklanırken, ABD’de Eylül 2015 itibariyle 93 Reaper model İHA bulunduğu belirtiliyor. MQ-9 Reaper’ın, uzak mesafeden hedefleri vurabildiği belirtiliyor. Günde 60 sorti yapan ABD Hava Kuvvetleri İHA’larının, 2004’den beri Afganistan’da 404-409, Pakistan’daysa 424 İHA saldırısı gerçekleştirdiği, İHA’larla en az 4,472-6,506 arasında kişiyi öldürdüğü söyleniyor.
5
Musa Vatansever Daha Derin Düşünmek Zorundayız
Konu: Ne ekersen onu biçersin. 15 Temmuz 2016 darbeci katliamı gecesinden bu yana kötülük ağacının kaç seneden yetiştiğini düşünüyorum. Bu defa zehirli meyveler Birleşik Amerika – “Pensilvanya” dan geldi. Müslüman alemi ele geçirmeden, boğazını sıkıp, suyunu çıkarıp kurutmadan, dünya egemenliği kuramayacağını anlayanlar, bu işi kendi ellerini kana bulamadan yapmaya sıvandılar. Kullandıkları güçlü silahsa saptırılıp çarptırılan Müslümanlık, İslam Dini oldu. Adolf Hitler’in Nazi iktidarı kurarken “gau” adıyla bilinen ve faşist toplumun temel taşları olarak tasarlayan “onbaşı” çeteleri gibi, bizi hedef alanlar da “imam” ihanet çeteleri oluşturmayı başarmışlar. Hitlerin ana hedefinde, önce Almanların yaşadığı toprak parçalarını birleştirmek vardı. Bizim “faşist imamların” ana hedefinde ise anavatanımızı parçalamak ve bir iç savaşta yurttaşlarımızı birbirine kırdırmak ve Anadolu muzu ve Trakya’mızı küresel sermayeye hibe etmek vardı. Yapamadılar. Halkımıza yenik düştüler, fakat tehlike savmamıştır, çünkü tekme yiyen it ne kadar uzağa kaçarsa kaçsın, aynı yere yine döner. Bu yakın zamanda olur, uzayabilir ama tıpış tıpış gelip bir tekme daha hak edene kadar mutlaka sümsükleşir. Onlar 15 Temmuz gecesi paylaşmak istedikleri gömüyü 40 yıl evvel gömmüşlerdi. Çıkaramadılar. Bu gömünün adı Türkiye devletidir. Dimdik yerinde duruyor! Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’ı öldürmek istediler, öldüremediler o da dimdik Ankara’da ve memleketimizi ve halkımızı yönetiyor. Türkiye halkının vicdanını oyup ruhunu köreltmek istediler. Onu da yapamadılar! Hepimiz meydanlardayız. Daha büyük, daha kararlı ve daha güçlüyüz. Kötülük ağacının Pensilvanya’da emperyalizmin bahçesinde dolarlarla sulanarak yetiştiği ortadadır. İslam, dış ülkelere dünyayı daha barışçı, daha yaşanası, halklar ve devletlerarasında daha iyi anlaşma ve uzlaşma yolları açmak için taşınmıştır. Bugün Müslümanlara ve İslam dünyasına kötülükler saçan, Pensilvanya FETÖ İslam Merkezi, İslam’la ilgili tüm gerçekleri çarptırma kurumu haline getirilmiştir. Birleşik Amerika’da ilk camiyi kuran ve ilk ezanı okutan Müslüman kimdir? Osmanlı devleti, Amerika’nın kuruluşunun 100. yılında yani 1876’da tertip edilen bir fuara II. Abdülhamit’in desteğiyle katılmış, bu fuarda Kuranı Kerim de dahil, değişik değerli değişik İslam eserleri sergilemiştir. Abdülhamit’in ikili ilişkileri geliştirme girişimleri karşılık görmüş, 1882–1885 yılları arasında Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı olan General Grat, II. Abdülhamit zamanında Türkiye’yi ziyaret etmiştir. General Grant, anavatanımıza gelmiş ilk Amerika Cumhurbaşkanı’dır. İkili ilişkilerin kültürel alanda da boy atmasına katkıda bulunmuştur. Amerika’nın keşfinin 400. yıldönümü münasebetiyle 1893’te Newyork’ta düzenlenen fuara, Osmanlı’nın son Sultanlarından Abdülhamit, içerisi çok kıymetli halılarla döşenmiş bir cami yaptırarak katılma fırsatını iyi değerlendirmiştir. O, yedi deniz ötesinde ilk defa ezan okunmasını sağlamış, namaz kılınmış, din dersleri verilmiş ve böylece İslamiyet’in bu çalışmaları Müslümanlara cesaret vermiş, yeni cami ve mescitlerin açılmasına, Müslümanların ibadetlerini rahatça yapabilmesine ve İslam kültür ve biliminin yayılmasına vesile olmuştur. Amerikalıların İslam’a olan ilgisinin giderek büyüdüğünü gören Osmanlı 1904’te, yine Abdülhamit zamanında Saint Louis’te düzenlenen uluslararası fuara binlerce kitapla katılmış, fuardan sonra bu eserleri oradaki kütüphanelere hediye etmiştir. İslam, bilim, kültür ve dünya görüşünün Birleşik Amerika’ya daha geniş boyutlu yayılması ise, Amerikalı yazar Brad Gooch’un, bin yıl düşünürü Celaleddin Muhammed Rumi’nin hayatını kaleme almasından, Tanrı ile Peygambere adadığı 3 bin şiir, 2 bin rubai ve 6 ciltlik MESNEVİ eserinin tercüme edilip okyanus ötesinden yayımlanmasıyla yeni sayfalar açmıştır. Böylece geçen yüzyıl Abdülhamit’in Amerika’da üst üste koyduğu taşlar üzerinde emsalsiz bir külliyat oluşmuştur.
Devamı www.bghaber.org
6
agu st o s - 2016
Başkanlık Sistemi -4-
Kökleri geleneklere dayanan ve orijinalliğinden ödün vermeyen Türkiye’nin Başkanlık yolu, uzak ya da yakın herhangi bir devletin yönetim sistemini kopyalama niyetinde olmadığından ve siyasi tarihte eşi olmayan bir yönelim simgeleyişiyle dikkat çekiyor. Bu, bir Yarı Başkanlık ya da şartlı başkanlık yolu değildir. Tek partili parlamenter sistemden çoğulculuğa başarıyla adımlayan ve geçen yüzyılın ikinci yarısında yeni sistemi yetkinleştirirken üç askeri darbe yaşayan Türkiye, olaya kesin çözüm bulma kararlılığıyla yanaşıyor. Parlamenter sistem, siyasi rejim ve demokrasinin sık sık kesintiye uğramasına ve kilitlenmesine hiç birimizin tahammülü kalmadı. 1973-1975 arasında önce 115 gün, sonra 206 gün olmak üzere toplam 321 gün Türkiye hükümetleri güven oyu alamamış, ülke hükümetlerle idare edilememiştir. 7 Haziran 2006 seçimlerinden sonra da meclis ve siyaset kilitlendi. Hükümet kurulamadı. 80 milyonluk Türkiye’nin böyle bir lüksü olamaz. Ardından muhalefetin önemsiz konularda “veto” sunarak mecliste çalışmaları ters yönlendirmesi, aksatıp duraksatması da sabır sınırını taşırmıştır. Parlamenter sistemin seçmenle bakanlar kurulu arasında aşılmayan bir set oluşturması, milletvekillerinin seçmene hesap verme zorunluluğu hissetmemesi, disiplinli ve verimli parlamenter çalışmaları doğru yoldan saptırıyor.. Türkiye’ye özgü bir Başkanlık Sistemi anayasası hazırlanmasını gerekli kılan bu gibi binlerce irili ufaklı ilkesel neden var. Bu gerekliliği Türk halkı gördüğünden dolayı Tayyip Erdoğan’ı % 52 oyla Beş Tepe’ye gönderdi. Bu bilinçli bir adımdı. Fakat bizdeki siyasi muhalefet liderleri her şeyde bir öcü görüyor. Bu konuda tutucu davranan siyasilerin tavrını belirleyen, midenin, dolunayda kabuğumu açarsam belki bir daha hiç kapanmaz korkusudur. Deneyimler çözülmeyen düğümleri halkın oyuyla kestiğine işaret eder. 29 Ekim 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal Atatürk’ü ilk Cumhurbaşkanı seçti. 10 Ağustos 2014’e halk Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a oy verdi. Bu iki seçim birbirinden niteliksel farklı olup demokrasimizin iki aşamasıdır. Halkın sandık aktifliği Türkiye parlamenter sisteminde ve özgürlükçü demokraside istenen yeni olana işaret etti. Seçmen kitlesi tek liderli yürütme organı; devlet gücünün güvenilir bir kişinin elinde toplanmasını istedi. Seçmen kurumsallaşma ve demokrasi kültüründe yetersizliklerin güçlü liderle daha kolay aşılabileceğine inandığını; meclis çoğunluğunu sağlayan parti liderinin aynı zamanda Türkiye Başkanı olmasını, bakanların doğrudan Başkan tarafından atanmasını ve Başkana direk hesap vermesi gerektiğini; yasama ve yürütmenin bağımsız kalmasını; güçler ayrımına daha sert uyulmasını vb değişiklikler beklediğini or-
taya koydu. Önemli olan bu istekler herhangi başka bir devlet pratiğinde kopyalanmadan ve halk iradesinin kesin ifadesi olarak günden oluşturdu. Bu gelişme dış ülkelerdeki örneklerden çok farklıdır. Bu konuda 50 yıldan beri yazılıyor, siyasiler görüş beyan ediyor fakat anlamak istemeyenlerin kulaklarını tıkadığı şu özellikler var: Birleşik Amerika’dan 248 sene sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde Başkanlık sistemine geçme tartışması bugün de kızışıyor. Konuyu açanlar, her fırsatta bu yıl görev süresi dolan 44. ABD Başkanı Barack Obama’ın Oval Ofisinden uzman kesiliyor. Doğrunun doğrusu, Başkanlık sistemi sanki ABD’den başka hiç bir ülkede başarılı işlemedi. Şili, Brezilya, Arjantin, Peru vb. Güney Amerika ülkelerine telkin edilen bu sistem her yerde otokrasi, diktatörlük ve keyfi idare doğurdu. Toplumda biriken “kara kan” hep askeri darbe yapılarak akıtıldı. Koltuk değiştiren diktatörler demokrasi anahtarını bulmakta zorlandı. Başkanlık gömlekleri topluma ya dar ya da geniş geldi. Türkiye siyasetinde geçerli görüş beyan eden siyaset adamlarından hiç biri Başkanlık Sistemimizin ABD Başkanlık Sistemi’nden kopyalanacağını vurgulamasa da, eleştirilerde yumuşak mide sanki hep o modelin bize uygunsuzluğu oluyor. Kuşkusuz, Amerika tarihini bilmeyenlere, Amerikan Başkanlık sisteminin doğuşunu değişimlerle biçimlenişini anlatmak zor olur. Buna rağmen, Anayasasında yalnız 7 madde olan bu dev devletin eyalet sistemine göre örgütlendiğini ve iki yüz yıldan uzun birleşme yolu yürümüş olmasına karşın, gazetelerin sıkça yazdığına göre, silikon vadisi bile birlikten kopmayı hala düşünüyor. Başkan olduğunda, ayrılmaz, kopmaz, bölünmez bir üniteden söz açmak bile bir yere kadar sanki anlamsız oluyor. Bir de, tüm demokrasilerin ve özgürlüklerin alt dokusunda toplumu bağlayan insan hakları var. Askeri ya da siyasi nedenleri ne olursa olsun, 1861-65 yılları arasında Kuzey Amerika’yı kan gölü haline getiren İç Savaş’ın insan hakları açısından o zamandan 150 yıl önce başlamış olduğunu hatırladığımızda, akla ilk gelen hep 4. Başkan Thomas Jefferson’un “İnsan Hakları Bildirisi” olur. Bu bildirinin birinci maddesinde, yarısı İç Savaşta kırılan siyah derili Afrikalıların insan hakları ve yasalar karşısında eşit haklılığı mücadelesinde elde edebildiklerine ışık tutan şu cümleyi unutmak mümkün değildir: “Ancak şimdiden sonra doğacak siyah derili Amerikan vatandaşlarına eşit vatandaş hakkı tanınacaktır.” Amerikan tarihinde, köle ve köle sahipleri arasındaki amasız kavga, insan hakları savaşçısı, zenci lider Martin Lüther King’in 4 Nisan 1968’de kurşunlana-
rak öldürülmesine ve bir Afrika kökenli olan Barack Obama’nın başkan seçilmesine kadar sürdü.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Tarih ve Eğitim
Roma İmparatorluğu’nun Sonunu Getiren Olay: Mülteci Akını
German ırkına ait olan ve Romalılar tarafından “barbar” olarak adlandırılan Gotler, Hun saldırılarına maruz kalınca evlerinden kaçmak zorunda bırakıldılar. Hunlar önüne gelen herşeyi yıkıp yakınca Gotlar da Doğu Avrupa’daki yerleşkelerini bırakıp güneye doğru akın etmeye başladılar. Hunlar büyük bir katliam yaşatıyordu bu nedenle de Gotların kaçışı çok hızlı oldu. Hızlı bir şekilde kaçan Gotlar Tuna kıyılarına yerleşmeyi doğru buldular hem Tuna nehri Hunlara karşı bir savunma duvarı görevi de görecekti. Yalnız tek bir sorun vardı. Burası Flavius Julius Valens Augustus yönetimindeki Roma İmparatorluğu’na aitti. Akın öyle kuvvetliydi ki kısa sürede Roma İmparatorluğu sınırlarındaki Gotların sayısı yüz binleri bulmuştu. Gotların önderi Fritigern, Roma İmparatorluğu’ndan kendilerini İmparatorluk tebaası olarak kabul etmelerini istedi. Roma İmparatorluğu bunu kabul etti ama ağır şartlarla. İmparatorluk Gotlar-
dan bulundukları toprakları işlemelerini ve gerektiğinde İmparatorluğa asker sağlamalarını istiyordu. Roma İmparatorluğu o dönemler heybetinin zirvesinde olduğundan her an yeni askerlere ihtiyaç duyuyordu. Bunun karşılığında da hem Gotlara yardım dağıtılıacak hem de onların bu topraklarda kalmalarına izin verilecekti. Anlaşma gereği dev bir Got akımı başladı ve kısa sürede sayıları 200.000’i buldu. Akın sırasında can havliyle botlara binen Gotlardan bazıları aşırı yüklemeden botların batması sonucu can verdiler. En sonunda sağ
Çankaya’dan Balkan Türkleri Gecesi
Çankaya Belediyesi Makedonya’nın Başkenti Üsküp’te “Balkan Türkleri Kültür Gecesi” düzenleyecek. Çankaya Belediyesi Makedonya’nın Başkenti Üsküp, Manastır, Ohri ve Struga kentlerinde bir dizi kültürel etkinlik düzenleyecek. 21-28 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilecek etkinlikler ikili ilişkiler adına önemli bir adım olacak. Çankaya Belediyesi Kardeş Şehir olduğu Üsküp Centar Belediyesi ile birlikte “Balkan Türkleri Kültür Gecesi” düzenleyecek. 21-22 Ağustos 2016 tarihleri arasında Makedonya’nın Başkenti Üsküp’te gerçekleşecek etkinliğe, Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen bizzat eşlik edecek. Milletvekilleri, işadamları ve gazetecilerin yer alacağı ziyaret, Türkiye-Makedonya ikili ilişkilerinin yerel düzeyde gelişmesine de fırsat sağlayacak. Üst düzey temasların gerçekleştirileceği programda Türk asıllı Makedonya Devlet Bakanı Furkan Cako, Alper Taşdelen başkanlığındaki heyeti kabul edecek.
Kardeş Şehir olan Centar Belediyesi’nin sosyal projeleri, halk sağlığı alanındaki çalışma ve uygulamaları yerinde incelenecek. Heyet, Yatırımlardan Sorumlu Devlet Bakanı Furkan Cako başkanlığında düzenlenecek İş Adamları Forumuna katılarak, iş birliği imkanlarına dair heyetler arası müzakereler gerçekleştirilecek. Türkiye’nin Üsküp Büyükelçiliği de ziyaret edilecek.
salim nehri geçmeyi başaranlar yeni hayatlarına başlayacaklardı. İlk başta Romalıların Gotlara karşı tutumu sağduyuluydu fakat bir süre sonra Romalılar arasında ahlaksızlık başladı. Gotlara yardım götüren Romalılar bunları kendi çıkarlarına kullanmaya başladılar ve Gotları açlığa mahkum bıraktılar. Sefalete bürünen Gotlar kendi imkanlarıyla Romalılardan köpek eti satın almak zorunda bırakıldılar. En sonunda da artık Romalı olmak değil Romayı yok etmeye karar verdiler. Bugün Edirne topraklarında bulunan Adrianopolis’de 100.000 kişilik Gotlar, 40.000 kişilik Romalılara karşı ayaklandı. İmparator Valens de Gotları küçümseyerek Batı Roma imparatoru Gratian’ın yardımını beklemeden Gotlara karşı savaşa girdi. Sonuç ise hezimetti. Gotlar 30.000 Roma askerini katlettiler. Bu noktadan sonra Roma İmparatorluğu’nun düşüşü başladı. 3 Ağustos 378’de yaşanan bu savaşın ardından Aziz Ambrose “tüm insanlığın sonu, dünyanın sonu” demiştir.
Türk işçiler için şirket sayısı artıyor
Rusya Çalışma Bakanlığı, Türk vatandaşı istihdam edebilecek şirketlerin listesini genişletmeye hazırlanıyor. Rusya Çalışma Bakanlığı, Türk vatandaşı istihdam edebilecek şirketlerin listesini genişletmeye hazırlanıyor. Rusya Çalışma Bakanlığı’nca hazırlanan tasarıya göre, listeye eklenmesi planlanan şirketler Automotiv Glass Alyans Rus, Trakya Glass Rus, Koluman Rus, Tirsan Kardan, LMR Plast, Plentamak, Martur ve Ozgur Briks olarak sıralandı. Rusya, 30 Aralık 2015’te yasağa başlamıştı.
Almanlar 1980’li yılları özlüyor Norveç benzin ve dizel ile çalışan otomobilleri yasaklayacak Terör korkusu ve ekonomik kaygılar Almanların geçmişe özlem duygusunu artırdı. Her iki Almandan biri gelecek konusunda da karamsar. YouGov kamuoyu araştırma enstitüsünün yaptığı anketin sonuçlarına göre geçmişe özlem duyan Almanların sayısı arttı. Geçen yıl yapılan bir ankette her dört kişiden biri (yüzde 26) “Her şey eskiden daha güzeldi” derken, bu oran son ankette yüzde 41’e tırmandı. “Eskiden her daha kötüydü” diyenlerin oranı ise yüzde 4’te kaldı. Ankete katılanların yüzde 47’lik bir çoğunluğu ise “Eskiden bugün olduğu gibi hem hey iyiydi” gibi tarafsız bir görüşü benimsiyor. Ankete katılanların yüzde 47’lik bir kısmı 1980’li yılların günümüzden daha iyi olduğuna inanıyor. 1990 ve 1970’ler için aynı kanıyı paylaşanların oranı yüzde 43’ü buluyor. 1960’lı yıllar için bu oran yüzde 31’e geriliyor. Almanların çoğunluğu 1950’li yıllar, 20’nci yüzyılın ilk yarısı ve 19’uncu yüzyıldaki hayat koşullarının günümüzden daha kötü olduğunu düşünüyor. Geçmişe en çok özlem duyan yaş grubu Anket katılımcılarından 50 – 59 yaş aralığına girenler geçmişe en çok özlem duyanlar oldu. Bu yaş grubundakilerin yüzde 51’i “Her şey eskiden daha güzeldi” görüşünü savunuyor. 18 – 29 yaş grubu ise buna karşılık daha iyimser. Bu yaştakilerden yalnızca yüzde 30’u geçmişin daha güzel olduğuna inanıyor. Gelecek konusunda karamsarlık Her iki Almandan biri gelecek konusunda karamsar. Ankete katılanların yüzde 49’u 50 yıl sonra hayatın günümüzden daha kötü olacağına inanıyor. “50 yıl sonra her şey günümüzden daha iyi olacak” görüşüne sahip olanların oranı yüzde 15’te kalıyor. “Günümüzde olduğu gibi, değişmeyecek” diyenlerin oranı ise yüzde 22 olarak saptandı. Almanya’da son dönem korkutan saldırılar Almanya’da geçtiğimiz haftalarda peş peşe saldırılar meydana gelmişti. Würzburg’da 18 Temmuz’da düzenlenen saldırıda, 17 yaşındaki bir mülteci banliyö treninde elindeki baltayla beş kişiyi yaralamış, saldırgan kaçmaya çalışırken polis tarafından vurularak öldürülmüştü. Münih’te 22 Temmuz’da meydana gelen olayda, 18 yaşındaki saldırgan elindeki silahla ateş ederek, dokuz kişiyi öldürdükten sonra intihar etmişti. Reutlingen’de 24 Temmuz’da 21 yaşındaki bir Suriyeli Polonyalı iş arkadaşını bıçaklayarak ölümüne yol açmış, olay yerinden kaçarken beş kişiyi daha yaralamıştı. Ansbach’ta 24 Temmuz’da 27 yaşındaki bir Suriyeli’nin müzik festivali sırasında sırt çantasındaki bombayı patlatması sonucunda 12 kişi yaralanmış, saldırgan ise ölmüştü. IŞİD, saldırganın kendi “askerlerinden” biri olduğunu duyurmuştu.
Norveç hükümeti iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında önemli bir karar almaya hazırlanıyor. 2025 yılı itibarıyla benzin ve dizel yakıt ile çalışan otomobil satışlarına yasak getirilecek. Norveç’in önde gelen partileri 2025 yılında petrolle çalışan otomobillerin satışını yasaklamak konusunda anlaşmaya vardı. Fosil yakıtla çalışan otomobillerin satışının yasaklanmasını öngören düzenleme, “Ulusal Ulaşım Planı” başlıklı yasa paketi kapsamında yer alıyor. Norveç Parlamentosu’nun ulaştırma komitesi başkanı Nikolai Astrup, bu konuda uzlaşma sağlandığını bildirdi. “Ulusal Ulaşım Planı”nın önümüzdeki yılın bahar aylarında parlamentoda ele alınması bekleniyor. Kara, deniz ve havayollarına çevreci yaklaşım “Ulusal Ulaşım Planı” karayollarının yanı sıra diğer alanlara da çevreci bir yaklaşım getiriyor. 2030 yılından itibaren denize indirilecek tüm yeni gemi ve feribotlarda elektrikli motor zorunlu tutuluyor. Uçak ve TIR’ların ise ağırlıkla biyoyakıta yönelmesi hedefleniyor. Yaklaşık 5 milyon nüfusa sahip Norveç, çevreci politikalarıyla dikkat çekiyor. Norveç, nüfusuna kıyasla en çok elektrikli otomobil satılan Avrupa ülkesi konumunda. Trafiğe çıkan otomobillerin yüzde 15’i elektrikle çalışıyor. Yüzde 100 yenilenebilir enerji Norveç, zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine rağmen elektrik ihtiyacının yüzde 100’ünü su ve rüzgar gibi yenilenebilir kaynaklardan karşılıyor. Elektrikli otomobillerin satışı uzun yıllardır Norveç’te devlet tarafından teşvik ediliyor. Bu kapsamda sağlanan vergi indirimleri elektrikli otomobil satışlarını ciddi oranda artırdı. Buna karşılık devletin gelir kaybı 243 milyon euroya ulaştı.
Teşvikler geri alınacak Norveç Parlamentosu’nun ulaştırma komitesi başkanı Nikolai Astrup devletin gelir kaybının hızla artışı nedeniyle elektrikli otomobile sağlanan teşviklerin 2017’den itibaren kademeli olarak geri alınacağını söyledi. Elektrikli otomobillere şimdiye kadar otobüs şeritlerini kullanma izni veriliyordu. Böylece elektrikli araç sahipleri, iş çıkışı yoğunlaşan akşam trafiğinde yolda harcadıkları süreyi yarıya indirebiliyordu. Artan elektrikli araç sayısı nedeniyle birçok belediye bu hakkı kısıtlama kararı aldı. Elektrikli araç sahiplerine sunulan bedava park yeri imkânının devam edip etmeyeceğine de yerel yönetimlerin karar vereceği bildirildi.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
agustos - 2016
Türk Tarihinde Ağustos Ayında Gerçekleşmiş 12 Önemli Askeri Olay 1. Malazgirt Meydan Muharebesi, 26 Ağustos 1071 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Arslan’ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, “Türklere Anadolu’nun kapılarında kesin zafer sağlayan son savaş” olarak bilinir. -------------------------------------------2. Otlukbeli Muharebesi, 11 Ağustos 1473 Osmanlı padişahı II. Mehmed ile Akkoyunlu Devleti sultanı Uzun Hasan arasında yapılmış ve Fatih Sultan Mehmedin kazandığı bir meydan muharebesidir. Türk iki hükümdarın Cihan Padişahlığı Mücadeleside denilebilir. Otlukbeli Muhaberesi birçok tarihçiye göre döneme oranla kullanılan taktik, teknoloji ve insan gücü bakımından 15. yüzyılın en büyük savaşı olarak kabul edilir. ---------------------------------------------------3. Çaldıran Meydan Muharebesi, 23 Ağustos 1514 Çaldıran Meydan Muharebesi, 23 Ağustos 1514.Osmanlı padişahı I. Selim ile Safevi hükümdarı Şah I. İsmail arasında 23 Ağustos 1514’te, günümüzde İran sınırları içinde olan Maku şehri yakınında yer alan Çaldıran Ovası’nda yapılan savaş Muharebe Osmanlı Ordusu’nun kesin zaferiyle sonuçlandı. --------------------------------------------4. Mercidabık Zaferi, 24 Ağustos 1516 Yavuz Sultan Selim, 5 Haziran 1516’da Mısır seferine çıktı. 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştı. Mısır Sultanlığı’na bağlı Antep (18 Ağustos 1516) ve Besni (19 Ağustos 1516) kaleleri birer gün arayla teslim oldular. Ancak asıl savaş 24 Ağustos 1516’da Mercidabık’da oldu. Mısır Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamadı. Mısır hükümdarı Gansu Gavri ölü olarak bulundu. Kazanılan Mercidabık zaferi sonunda Suriye’nin kapıları Osmanlılara açılmış oldu.
5. Belgrad’ın Fethi, 29 Ağustos 1521 1520 eylülünde I. Süleyman’ın Osmanlı Padişahı olmasının ardından Macaristan Kralı II. Lajos’a gönderdiği elçinin hakaret görmesi veya katledilmesi ve Macar kuvvetlerinin Knin’i ele geçirmesi üzerine Süleyman, Belgrad üzerine sefer düzenlemeye karar verdi. 18 Mayıs 1521 tarihinde Belgrad üzerine sefere çıkan Süleyman’ın önderliğindeki Osmanlı Ordusu, bir ay kadar süren kuşatma sonrasında aldığı Belgrad’ın yanında Böğürdelen, Zemun ve Salankamen şehirlerini Osmanlı topraklarına kattı. ----------------------------------------------------6. Mohaç Zaferi, 29 Ağustos 1526 Osmanlı İmparatorluğu ve Macaristan Krallığı orduları arasında meydana gelen ve Macaristan’ın büyük bölümünün Osmanlı hakimiyetine girmesiyle sonuçlanan savaştır. Savaş, sayıca üstün Osmanlı ordusunun hafif süvarileri, o zamana kadar Avrupalıların karşılaşmadıkları 300 seyyar top ve etkin tüfek kullanımı sayesinde, Macar ordusunun esas gücü olan ağır süvarilerini kısa sürede kaybetmelerini takiben, ağır bir Macar yenilgisi ile sonuçlanmış, Osmanlı Ordusu, Macar Ordusu’nu hezimete uğratmıştır. Savaş iki saat kadar sürmüştür. Dünyada en kısa sürede en ağır yenilgiyle sonuçlanan savaştır. ------------------------------------------------------7. Kıbrıs’ın Fethi, 1 Ağustos 1571 İnebahtı Deniz Muharebesinden sadece 1 yıl sonra Kaptan-ı deryâ Kılıç Ali Paşa, 13 Haziran 1572’de büyük bir donanmayla İstanbul’dan ayrıldı. İnebahtı’da gâlip gelmelerine rağmen, donanmaları çok yıpranmış ve bir hayli de asker kaybetmiş olan müttefikler, kendilerini toparlayıp galibiyetin meyvelerini toplamak niyetindeyken bu müthiş Osmanlı donanmasının Akdeniz’de görünmesi, büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. Müttefik donanması, Os-
manlı donanmasının karşısına çıkmaya cesâret edemedi. İttifaktan ayrılan Venedik, Fransa aracılığıyla barış istedi. 7 Mart 1573’te imzâladığı antlaşma ile Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine âit olduğunu kabul etti. Kânûnî devrinden beri vermekte olduğu yıllık 500 duka haraç, 1500 dukaya çıkarıldı. Ayrıca Kıbrıs Seferinin tazminâtı olarak üç senede ödenmek üzere üç yüz bin duka altını vermeyi taahhüt etti. --------------------------------------------------8. Erzurum Kongresi, 5 Ağustos 1919 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum’da toplanan kongredir. 17 Haziran’da Vilâyât-ı Şarkıye Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum şubesi tarafından toplanmıştır. --------------------------------------------9. Sevr Antlaşması’nın imzalanması, 10 Ağustos 1920 I. Dünya Savaşı sonrasında İtilâf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu hükümeti arasında 10 Ağustos 1920’de Fransa’nın başkenti Paris’in 3 km batısındaki Sevr (Sèvres) banliyösünde bulunan Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmış antlaşmadır. ------------------------------------------------10. Sevr Antlaşması’nı imzalayanların vatan haini ilan edilmesi, 19 Ağustos 1920 ---------------------------------------11. Sakarya Meydan Savaşı, 23 Ağustos 1921 -----------------------------------------12. Büyük Taarruz, 26-30 Ağustos 1922 Kurtuluş Savaşı, Büyük Taarruz ve Mustafa Kemal Atatürk. Kütahya’ya bağlı Dumlupınar yakınında 30 Ağustos 1922’de Türk ve Yunan orduları arasında meydana gelen savaştır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından şahsen yönetildiği için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak anılır. İstiklal Savaşı’nın kesin bir Türk zaferiyle sonuçlanmasını sağlayan bu çarpışmanın yıldönümü Türkiye’de ulusal bayram olarak kutlanmaktadır. Kurtuluş Savaşı’nın son evresi 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar - Kocatepe’de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922’de Türk Ordusu’nun İzmir’e girmesiyle sonuçlanmıştır.
Dünyada Türklerin Zaferler Ayı Agustos Ayı İşte bu zaferlerden bazıları;
Dünya milletlerine savaş sanatının bütün inceliklerini öğreten; kolunda bükülmez kuvvet,kafasında kudret ve ilim , yüreğinde fazilet ve enerji dolu büyük Türk Milleti’nin tarihi,vatanseverliğin , cesaretin ,şecaatın, faziletin ,çalışkanlığın ve insanlığın ihtişamlı mabedidir. Zaferler dendiği zaman Türk Tarihinde hep bu ayı akla gelir. Bütün kış ve bahar aylarında yapılan hummalı bir hazırlıktan sonra ordu bizzat padişahın komutasında sefere çıkar, düşmanla Ağustos ayında karşılaşır ve birkaç saat içinde kazanılan parlak bir zaferle başkente dönülürdü.
Engin denizlerin ortasından kopup gelen fırtınalar dalgalar gibi İç Asya Türk denizin26 Ağustos 1071 Malazgird Zaferi den kaynayıp gelen büyük Türk muhacereti 11 Ağustos 1473 Otlukbeli Zaferi dalgaları ,Anadolu yaylalarını vurmuştur. On23 Ağustos 1514 Çaldıran Zaferi lar büyük kafileler halinde Anadolu’ya ayak 24 Ağustos1516 Mercidabık Zaferi bastıktan sonra ; taşıyla , toprağıyla , ovaları 29 Ağustos 1521 Belgrad’ın Fethi ve yaylaları ile bu toprakları kazanmak ,ken29 Ağustos 1526 Mohaç Zaferi dilerinden sonra gelecek Türk nesillere bura1 Ağustos 1571 Kıbrıs’ın Fethi ları ikinci ve ebedi bir yurt ,bir cennet vatan 5 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi olarak armağan etmek istemişlerdir. 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması’nın imzaDoğu’da beliren Türk tehlikesinin Analanması dolu ve köhnemiş Bizans, hatta daha ge19 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması’nı imzala- niş bir ifade ile Batı Hırıstiyan dünyası için yanların vatan haini ilan edilmesi ne kadar ciddi bir tehlike oluşturduğunu 23 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Savaşı’nın anlayan Bizans İmparatoru Romen Diyobaşlaması jen; çok büyük bir ordu ile hareket ederek 11 Ağustos 1473 Otlukbeli Zaferi Doğu Anadolu’ya gelmiştir. Gayesi; İmpa23 Ağustos 1514 Çaldıran Zaferi ratorluğun kaybedilmiş topraklarını geri al24 Ağustos1516 Mercidabık Zaferi mak , Türk tehlikesini bertaraf etmek ve İs29 Ağustos 1521 Belgrad’ın Fethi lam Dünyası’na iyi bir ders vermekti. Doğu 29 Ağustos 1526 Mohaç Zaferi sınırlarının emniyeti de bu şekilde sağlan26-30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz mış olacaktı.
7
Prof.Dr.Erhan ARIKLI TÜRK’E İHANET EDENLERİN SONU
15 Temmuz darbe girişimi, bu millete bir ihanettir elbette. Amabilinizkineilktirnedesondurbuihanet. Türk Milleti tarih boyunca en çok ihanete uğrayan ve içinden pek çok hain çıkaran bir millettir. Hainlik, psikolojik bir olay olduğu kadar genetik bir olaydır aynı zamanda. Hainlerin kökenini araştırın. Mutlaka bir melezlikle karşılaşırsınız. Adının Türk olması veya bilinen anne babasının Türk olması, soy özürlü bir kişinin vatanına ve milletine ihanet etmesine engel olamaz. Ama bu millete ihanet edenlerin sonu hep korkunç olmuştur. Osmanlıyı arkadan vuran İngiliz işbirlikçisi Şerif Hüseyin’in, Kıbrıs sürgünün ardından ölüm döşeğinde oğluna “Oğlum biz Osmanlıya ihanetin bedelini ödüyoruz” demesi boşuna değildi… Rahmetli Necdet Sevinç ağabeyimden dinlediğim bir başka ihaneti anlatmama müsaade buyurun lütfen: Adı, Nuri Sait Paşa idi. Türk adı taşımasına rağmen Türklükle uzaktan yakından alakası yoktu. Buna rağmen son devir Osmanlı paşalarından biriydi. Bu herif de birçok Osmanlı yöneticisi gibi İngilizler tarafından ele geçirilmişti. Türkiye Cumhuriyetinin Musul ve Kerkük’ü kaybetmesinde, Misak-ı Milli sınırları içerisindeki o toprakların İngiliz hâkimiyetine geçmesinde bu hainin büyük emekleri vardı. Musul-Kerkük elimizden çıkınca ve bütün Irak İngiliz yönetimine geçince, İngilizler yukarda bahsettiğim Şerif Hüseyin’in oğlu II. Faysal’ı Irak’a Kral tayin etmişlerdi. Tescili vatan haini Nuri Sait Paşa da, Başbakanı olmuştu bu kukla yönetimin. Yeni efendilerine yaranmak için, Irak Türkmenlerine her türlü eziyeti yapmaktan çekinmiyordu bu hain. 1957 yılına gelindiğinde İngiltere, Irakta ki yönetimi değiştirme ihtiyacı hissetti. Londra’da yazılan senaryo şöyle gelişmişti… II Faysal, o esnada Osmanlı hanedanından bir hanımla evlenip tahtını sağlama almak istiyordu. Üstelik düğünün bir bölümü İstanbul’da yapılacaktı. Başbakan Nuri Sait, düğün hazırlıklarını gözden geçirmek için 13 Temmuz 1957 tarihinde İstanbul’a gelmişti. İngilizlerin kontrolündeki Baasçılar ise darbeyi 14 Temmuzda yapacaklardı. Nuri Sait Paşanın İstanbul’da olması hesapta yoktu. İstanbul’da kalacağı otele yerleşemeden, İngiltere’nin Bağdat Büyükelçisi tarafından çok acil olarak Bağdat’a dönmesi emredildi. Bağdat’a döner dönmez İngiliz Elçisini arayan Nuri Sait Paşa’ya Elçi ancak ertesi gün görüşebileceklerini söyleyince, Sait Paşa buna bir anlam verememişti. Gece yarısı ihtilal patlak verdiğinde bile efendilerinin kendisini gözden çıkarabileceğine ihtimal vermiyordu. Bu yüzden saklandığı evden Elçiyi arayarak kendisinin oradan alınmasını istedi. İngiliz Elçisi ise derhal ekip göndereceğini ve oradan ayrılmamasını söyledi. Birazdan kapıyı çalan ihtilalci Baasçılardı. Elçi, ihtilalcilere Sait Paşa’nın adresini vermişti. Nuri Sait Paşa teslim olmayı düşünmüyordu. Kadın kıyafeti giyerek gelen ihtilalcilerden kurtulmaya çalıştı. Başaramadı. İhtilalciler onu oracıkta kadın kıyafeti içinde öldürdüler. Bilmem ki 15 Temmuz darbe girişiminde bulunanlar veya bu darbe girişime destek olanlar, Nuri Sait Paşa veya Şerif Hüseyin gibi hainlerin hayat hikayesini okumuşlar mıdır? Biliniz ki, Allah bu milleti seviyor. Bu millete ihanet edenleri de bir şekilde cezalandırıyor. Demem o ki, bu millete ihanet edecek olanlar tarihi biraz karıştırsalar iyi olur.
8
agustos - 2016
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bulgaristan İstanbul Başkonsolosu ile birlikte
Azerbaycan Başkonsolosu ile birlikte
Altay Derneğini Ziyaret
Bulgar Ekzarhiyası’nda Bulga Cematinin Başkanı Va s i l LYA Z E E ş i i l e b i r l i k t e
Kubrat Belediye Başkanı ve Ekibi
Eyüp Bld.Bşk.Yrd. Makamında
Bulgar Ekzarhiyası’nda Bulga Cematının Başkanı Va s i l LYA Z E i l e b i r l i k t e
Bulgar Ekzarhiyası’nda Bulga Cematinin Başkanı Va s i l LYA Z E i l e b i r l i k t e Nahide DENİZ, Demet ONUŞ, Saniye Sütlü
Asparuh Han
agustos - 2016
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Türkiye’de Partiler İstanbul’da tek yürek tek bilek
9
10
agu st o s - 2016
Avşin BALKAN Direnme Hakkı Doğal Bir Haktır Konu: Azınlıktan bir vatandaşın evini yıkmak ırkçılıktır. Ağustos sıcağında yer gök kaynarken Plovdiv (Filibe)’in Stoliponovo (Yeni Mahalle)’da fokur fokur. Sosyal gerginlik yaşanıyor. Çingenelere “Evlerinizden çıkın, yıkacağız!” diyorlar. Stolipenevo’da 80 Bin kişi yaşıyor. Onlar; Romen – Müslüman Çingene! Ev, yer, yol, su, çeşme kavgaları hiç bitmiyor. 2007’den sonra bir kısmı Orta Avrupa’ya kaydı. Fakat yakında 100 Bin olmayı hedeflemişler. Durmadan plan kovalıyorlar. 11 çocuklu aileler var. Çingenenin en büyük zenginliği evlatları… Bizde bir değiş vardır. “Türk’ün karısına, Bulgar’ın parasına. Çingenenin de çocuğuna ilişme…” Yıllar önce mahallede elektrik çalma maceraları yaşanıyordu. ÇEZ –dağıtım şirketi, varını yoğunu cereyan tablosuna kilitledi, iletkenleri duvarsala sakladı, sayaçları uzaktan kumandalı yaptı. Prizlere dokunanlar birkaç kez “şok” geçirince ve ceza faturaları yağmaya başlayınca su yolunu buldu asayiş sağlandı. ÇEZ pireyi gözünden vurdu. Faturaya itiraz edenlere, belediye temizlik, kazım gibi iş bahaneleri gösteriyor ve para elektrik şirketine ödeniyor. Mahallede ev ve kulübelerin kurulduğu alanın mülkiyeti ya Osmanlı’dan kalma Müftülük malı, vakıf yerleri, eski Müslüman mezarlığı ya da boş alanların bir kısmına belediye “benim” diyor. Hasan Aliev, 20 asma çubuğu dikmiş, yolunu bulmuş tapu çıkartmış ve dozerler kapısına dayanıp kazacağız deyince dava açmış, kaybetmiş ve Strazburg İnsan Hakları Mahkemesi’nde hak arıyor. Kenar köşede eskiden sebze bahçesi olan Bulgarlar da mülkiyet hakkı iddia ediyor ama ellerinde tapu yok. Yaşadıkları kulübeleri savunmak onların doğal hakkı, dünyaya geldiklerinde hepsine soluma hakkı tanıyan Tanrı, mülk edinme hakkı da tanımış ama bir türlü gerçekleştirememişler… Belediye “mahallenin temizlenmesini”, Çingenelerin şehrin muhtelif yerlerine dağılmasını istiyor. Encümenlik planlar çizmiş yol geçirecek, park yapacak, apartmanlar dikecek fakat önce “sarıca arı kovanı” dedikleri şu Çingene Mahallesini dağıtacaklar, ardından da mali kaynakları bulup işe başlayacaklar. Meriç boyunca uzanan bu kadim şehirde 1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda minareleri göklere uzanan 32 cami, 100’den fazla vakıf mülkü, dükkân, bedesten, medrese ve hamamlar vardı. “Çifte Hamam” bugün de ayakta ve hiçbir Müslüman Çingene evinde hamam olmasa da, kapısında kafa kadar büyük kilit sallanıyor. UNESKO, “Çifte Hamam”ın göbek taşlarını çok beğenmiş ve “benimdir” demiş. 32 camiden 2’si ayakta kalabilmiş. Osmanlı kültür simgesi olan bu eserler, Birinci ve İkinci Murat zamanında dikilmiştir. 1360 yıllarında inşa ettirilmiş “Cuma Camii” bugün de şehrin incisidir. “Muradiye Camii” ise 1425’te inşa edilmiş ve 2008’de İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından onarılmıştır. Trakya düzlüğünün en gözde yöresi olan Filibe ovasında yaşayan 300 bin Müslüman Türk, Rus-Türk Savaşı’nda gelecek kültürel kıyımı sezerek 15 bin kişi kalmış. Göç etmişler, mezarlıkların üzerine bile apartmanlar oturtulmuş. Tüm kötülüklere rağmen, bugün de buram buram Türklük kokuyor bu kadim şehir… Nöbet Tepeye tırmanıp, Filibe Beylerbeyinin konağında bir kahve içerken tüm tarih perde perde canlanıveriyor. Yeni Mahalle’den tarihe kaymamın nedeni, 80 Bin kişinin yaşadığı bu semtte büyük bir camili alış veriş merkezi, manav, balıkçı, terzi, kuru temizlikçi, kadın ve erkek hamamı olan, içinde kahveler barındıran, dondurmacısı olan, pastahanesi ve düğün salonu olan bir tesis kurmayı düşünmeyen şehir yönetiminin saldırıları, ateşe benzin atmak değil de nedir, dersiniz? Belediyeciler sanki değişen dünyayı okumak istemiyor. 2007’de Bulgaristan AB’ye girerken, tüm Romenler, Müslüman ve Hristiyan Çingeneler de AB vatandaşı oldu. Anlaşma maddelerinde kimsenin vatan değiştirme ya da kendine yeni bir yaşam ortamı seçme şartı yoktu. Bu bakıma, her vatandaşın vatan bildiği bir karış toprağı bile savunması, uğruna direnmesi kutsal hakkıdır. Demokratik bir ülkede sorunların dozer gücüyle çözülmesi demokratik değildir. DEVAMI www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Dünyanın bir kol uzaklıkta bulunduğu Sofya’da ‘Sanal Gerçekler Geceleri’ Sahrada gezinmek, yüksek bir tepeye tırmanmak, ok atmak veya başka gezegenlerden gelen kötü adamlarla savaşmak isterseniz artık binlerce kilometrelik yolu katetmenizi gerektirmiyor. Çok sayıda benzer olanaklar dünya genelinde giderek büyük yaygınlık kazanan sanal gerçekler tarafından sunulur. Bu hafta Sofya’ya ‘Sanal Gerçekler Geceleri’ etkinliği misafir oluyor. Ücretsiz olan etkinlik sırasında ziyaretçilerin sanal dünyaya yüksek teknoloji ürünü gözlük ve miğferler kullanarak girmesi sağlanır. Gözlüğü takan kişi hemen bir sanal dünyaya dalıyor ve orada karşılaştığı gerçekler tamamen değişiyor. Bulgarların bu yeni teknolojilere ilgisi çok büyüktür. Etkinliğin düzenleyicisi Viktoria Viktorova, sanal gerçeklerin tam ne
olduğunu ve bu yeni dünyada bizi nelerin beklediğini anlatırken şöyle konuştu: “Bilgisayar oyunları oynayanlar sanal gerçekleri iyi tanıyor. Ama bu etkinlik sırasında miğfer ve gözlük takıyorlar. Öyle ki, vücudunuzu hareket ettirirseniz oyundaki karakteriniz de hareketlendiriliyor. Sanal ortamda, insanların reel dün-
yada yapmaya cesaret bulamadıkları sayısız şeyler yapılabilir. Etkinlik sayesinde insanlar bu yeni teknolojinin neler sağladığını şahsen görebilir. En çok sevdiğimiz, ziyaretçileri sanal dünyada çok yüksek kayalıklara tırmandırmaktır. Altlarında düz yerin bulunduğunu bilmelerine rağmen,onlar sanal kayalıkların tepesindeyken ileriye doğru bir adım atmaktan korkarlar. “ Sanal gerçeklerin şimdiye kadar yalnız bir oyun biçimi olarak algılanmış olmasına rağmen, bunlar artık çok yararlı biçimde uygulanabilir.
’Kuş Şehrinde’ dünyanın en eski altını bulundu
Arkeologlar,PazarcikvilayetiYunatsite köyü yakınlarındaki ‘Kuş Şehrinde’Varna nekropolü öncesinden altın bir boncuk buldular. Bu, bulgunun dünyanın en eski işlenmiş altını olduğu anlamındadır. Farklı dönemlerdeki arkeolojik çalışmalar sırasında ortaya çıkarılmış olan kuşinsan simalı çok sayıdaki zoomorfik seramik figürlerden dolayı boncuğun bulunduğu mekâna ‘Kuş Şehri’ ismi verilmiştir. Bulgular8bin yıldan daha eskidir ve besbelli Avrupa’nın bu en kadim şehrinin sakinleri en çok kuşlara tapıyormuş.Şehrin 6 bin yıl önce ilkel kavimlerin saldırısına uğrayıp yerle bir ayırdıkları varlıklı bir hayat sürüyormuş. topraklarının tarihini değerlendirme edildiği bir sırada sakinleri sanata da yer Yeni arkeolojik bulgunun Bulgar biçimini değiştireceği sanılmaktadır.
Terörizm Avrupa’da en yeni savaş şekli mi? Terörizm Avrupa’da yeni savaş şekli mi sorusu, Madrid’den İstanbul’a, Londra’dan Nice’ye kadar gittikçe daha sık duyulmaya başlandı. Bu sorunun esası ve yaygınlaştırılması ile ilgili cevapları “Terörizm. Soyutlamalar ve Gerçek” adını taşıyan yeni bir kitapta bulabiliyoruz. Kitabın yazarı Yarbay Dr. Petır Marinov’un, Bulgar ordusunun Irak veAfganistan’daki misyonlarına katılım da dahil güvenlik sisteminde 20 yılı aşkın bir iş tecrübesi var. Kendisine göre terör, sadece Avrupa topraklarında değil dünyada da yeni savaş şeklidir. Terörizmde klasik savaştan farklı olarak uluslararası yasal düzenlemelere uyma yoktur, tam tersi tüm eylemler kurallara aykırı olarak yapılıyor. Avrupa’daki terör saldırılarının amacı nedir? Bu soruya cevaben Dr. Marinov, şunları açıkladı: “Bence bunun başlıca amacı, kamu ve güvenlik sistemlerine güvenin zedelenmesidir. Bunun birkaç ikincil etkisi var. Ekonomi, diğer alanlardan kaynakların güvenlik sistemine yönlendirilmesi yüzünden zayıflıyor. Bunun yanı sıra artık var olan demokratik kuralları ve özgürlükleri sınırlandırma gereksinimi doğuyor. Ayrıca farklı etnik gruplar arasında güvensizlik yaşanmaya başlanıyor. Sık sık terör eylemleri devletlerin siyasetinin değişmesine de yol açıyor.” Teröristlerin sosyal-psikolojik profilini belirlemek zordur, ama son olaylar yeni bir tip ortaya çıkarıyor. Dr. Marinov, bu konuda şunları da belirtti: “Avrupa’da tam haklı vatandaş olan ikinci veya üçüncü nesil göçmenlerin, her şeyin haksız bir şekilde bölündüğü, toplumun kendilerine karşı eşit olmayan bir tutumu olduğu hissi var. Bunlar, genelde kapsüllenmiş bir ortamda büyüyen gençlerdir. Bu, onların radikalleşmesi için bir önkoşuldur. Bu gençler ayrıca manipülasyonlar için kolay bir hedef oluyor. Bu durum, güvenlik sistemi önünde büyük bir sorun yaratıyor, çünkü bu kişilerin kimliklerinin belirlenmesi neredeyse imkansızdır.” Söz konusu gençlerin radikalleşmesi için sosyal ağlar ve hatta terör örgütlerinin ellerinde kitlesel korku ve güvensizlik yaratmak üzere çok güçlü bir araç haline gelen medyalar da büyük bir rol oynuyor. Yarbay Marinov’a göre Avrupa’nın bu tehdide başarılı bir şekilde karşı çıkabilmesi için esnek bir güvenliksistemiyaratılmalı,kapsüllenmiştoplulukların bütünleşmesi sağlanmalı, resmi din kurumlarının rolü pekiştirilmeli, çağdaş toplumun demokratik değerleri konusunda uygun bir kampanya düzenlenmelidir.
Mars gezegeninde bir Bulgar üssünün kurulmasını istiyor
Yavor İvanov yeni dünyasını kurarken mimarlık diplomasını almış,daha çocukluğundan beri geliştirdiği astronomi ve uzaycılık bilgileriyle onu desteklemiştir. Bunun için hayal gücüyle artık Mars gezegenine kadar yolu katetmiş olması şaşılacak bir şey değildir. Kızıl gezegende bir üs oluşturmakla ilgili ‘Marsiyanets’ (Marslı) projesi, NASA’dan büyük beyinlerin önceliği olan çalışmalar ile boy ölçüşmenin yanısıra gerçekçi oluşu ile de dikkati çekiyor. Söz konusu üssün dış görünüşü, 550 gün içinde altı astronot sığdırabilecek bir arı peteğini andırıyor. Genç mimarın anlattığı gibi,üs, çapı 80 km. olan bir bölgede onlara bilimsel araştırma olanakları sağlayacak.Şöyle diyor: Снимка‘Üs 88 modülden ibarettir. Bunlar birer birer Mars gezegenine getirilecek ve kenetlenince daha büyük bir iç ortam oluşturacak. Üssün içinde bir laboratuvar, fitnes mekanı, mutfak, yemekhane, yatak odaları, roket yakıtı üretimi için mekanların yer almasını planlıyorum. Mars gezegeni için en değerli kaynak olan oksijen, elektrik ve su temini olacak, ayrıca üste yaşayanların kendi besinlerini sağlayacakları Aquaponic sistemi aracılığıyla bitkiler yetiştirilecek.’ Mars’ın İsmenius Cavus vadisi üssün yerleştirilmesi için en uygun mekandır. Astronotların günleri iç bilimsel araştırma çalışmalarıyla, Mars evlerine dönmeleri, laboratuvar çalışmaları ve Dünya ile iletişim içinde geçecek. İki gezegen arasındaki ‘Skype’ konuşmaları 12 dakika kadar gecikmeyle alınacak video ve yazılı mesajlarla gerçekleştirilecek. Kızıl Gezegen’deki gün 24 saatten biraz fazladır, atmosferindeki hava yo-
ğunluğu Yeryüzü’ndekinden azdır, sıcaklık eksi 63 derecedir ve sık sık toz getiren esintiler görülüyor. Yavor devamla şunları anlatıyor: ‘Mars’a yolculuk 210 gün, orada kalış 550 gün olacak ve dönüş yine 210 gün alacak. İki yılda bir Dünya ile Mars arasında mevcut bir devrede yararlı yüklerin gönderilmesi için uygun koşullar mevcuttur. Kızıl Gezegen’deki mürettebat uluslararası uzay istasyonunda olduğu gibi yeni üyelerle değiştirilecek. Radyasyona gelince üssün ve uzay gemisinin kaplamasında bulundurulacak özel tabaka astronotları tehlikeli ve zararlı uzay ve güneş ışınlarından koruyacak. ‘ Yavor İvanov’un projesi NASA kurallarına
göre tasarlanmış olup yakın 20 yılda modern malzemelerle gerçeğe dönüştürülebilir. Şöyle diyor:‘NASA’nın planlarına göre insan 2035 yılına kadar Mars’a ayak basacak. SpaceX gibi özel şirketler ise bunu daha erken gerçekleştirmeyi hedefliyor. Bence bu 2040 yılına doğru gerçek olacak ve 2055 yılına kadar Mars’ta üslerin bulundurulması mümkün olacak.’
Bulgaristan Türklerinin Sesi
i m a m M at u r i d i Türklerin dini?
Devamı-1 Böylece Allah kulunu denemiş(imtihan etmiş) olur. İnsanın kullandığı cüz-i iradeyi yok saymak demek, insanın yaptığı kötü ve yanlış eylemlerden Allah’ı sorumlu tutmak anlamına gelir. İşte, Eşari düşünce ile, Maturidi düşünce arasındaki paralelliği bozan en önemli kırılma noktası bu noktadır. Eşari düşünce, insanların yaptıkları her türlü eylemin, Allah’ın iradesiyle(yaratmasıyla) olduğunu söyler. Maturidi düşünce ise, Allah’ın insanlara akıl verdiğini, insanların, akıllarını kullanarak, olaylar karşısında kendi özgür iradeleriyle bir tercih yaptıklarını, dolaysıyla da yaptıkları tercihten dolayı sorumlu olduklarını, işte Allah’ın kullarını imtihan etmesinin de bu şekilde gerçekleştiğini söyler. İmam Maturidi’nin bu konudaki düşünceleri, “Tevhid” adlı eserinde şöyle izah edilmektedir: “…Maturidi iradeyi fiil ile birlikte mütalaa etmekte olduğundan, fiillerinde kişinin kendisinin serbest olduğu şuurunda bulunmasını hür iradesinin var olduğu sonucunda, delil olarak kullanmaktadır. (etTevhid, 225, 226; Te’vilat, vr. 231a.)”[8] “…Allah teala insanları yaratırken onlara iyi ile kötüyü birbirinden ayırd etme gücü de vermiştir. Alken güzel ile çirkini ayırd edebilecek, iyi ve kötü davranışları fark edebilecek güç ve bilgiye sahip olarak yaratılan bu insanların yaratılmasındaki gaye de onları denemektir… Allah tarafından, insanlara bazı şeylerden nefret eden ve bazılarına meyleden tabiatlar verilmiş ve onlara, nefret ettiklerinin bazen sonuçları itibarıyla güzel olduğu, meylettiklerinin de yine bazen sonuç itibarıyla kötü olduğu, akıllarına hitab edilerek, gösterilmiştir. Sonra sonucu iyi olan ve fakat tabiatlarına hoş gelmeyen şeyleri benimseyebilecek, tabiatlarına iyi, güzel geldiği halde sonucu iyi olmayan şeylere karşı koyabilecek kabiliyet de verilmiştir…. İmam el-Maturidi, insanın yaradılışı ve tabiatı konusunda yaptığı bu girişten sonra insanların tabi tutuldukları bu imtihanda eşit şartlar altında bırakıldıklarını, iyi ve kötünün onlara beyan edildiğini ifade etmektedir…(et-Tevhid, 221)”[9] İmam Maturidi, İnsanların özgür iradelerini kullanmaları hakkında yukarıdaki açıklamaları yaparken, insan iradesinin, bilgisi dışında olmadığını da vurgular. Ve bu fiil-bilgi ilişkisini şöyle açıklar: “Maturidi fiillerde insan düşüncesinin ulaşamadığı ve akılların değerlendiremediği durumların bulunduğunu ileri sürmektedir. (et-Tevhid. S.229) Maturidi’ye göre insan aklının, fiillerdeki bazı gaye ve maksatlara ulaşabildiği mümkün olabilirse de, fiillerin her yönünü ve ulaşacakları neticeleri bütün detayları ile bilmesi imkansızdır. Zaten insanlığa peygamberler gönderilmesinin sebeplerinden birisi de, insanların kavrayamayacakları, veya herkesin kavrayamayacağı, yanlışa düşeceği hususları onlara bildirmek olduğu da, Maturidi tarafından söz konusu edilmektedir. (et-Tevhid. S.229)”[10] İmam Maturidi’nin Eserleri: Maturidi’nin altmıştan fazla eser ortaya koyduğu bilinmekle beraber, bugüne kadar tespit edilebilen ve adları bilinen eserleri aşağıda sıralanmıştır. Bütün İslam dünyasını etkileyen bu büyük alimin bizlere bıraktığı tüm eserlerinin ortaya çıkarılması ve insanlığın bilgisine sunulabilmesi için, yeni yetişen nesiller içinden çıkacak ciddi araştırmacılara ihtiyaç vardır. Bu konuda en büyük sorum-
agustos - 2016
Tarih
Ertaş
Türkiye Yenikapı’da Tek Yürek Tek Bilek
Vatan cephesinin en kararlı, sağlam, cesur ve güvenilir mevzilerinde Trakya, Balkan ve Bulgaristanlı soydaş kitlesinin mevzi alması gurur verdi. 5 milyonluk “Yeni Kapı” “Şehitleri Anma ve Demokrasiyi Koruma” mitinginde milyonlarca bayrak dalgalandıran, ay yıldızlı bayrak altında tek yürekte ve iradede buluşan yepyeni ve çok güçlü bir siyasi atılımda kenetlenen “Büyük Türkiye Bayramı”nı kutladı. 79 milyonun ay yıldızlı gönül buluşması çağrısız bir davetti. Cumhurbaşkanı Sayın R.T. Erdoğan, Başbakan Sayın B. Yıldırım, Meclis Başkanı, Genel Kurmay Başkanı ve muhalefet liderleri konuşmalar yaparak 15 Temmuz kahramanı halkla kucaklaşıp kaynaştılar. Ne Avrupa’da ne dünyada Baş Komutanın bir telefon çağrısına uyarak 3 hafta boyunca tüm meydan, kavşak ve yolları
doldurup taşıran, demokrasi kavgası veren bir başka halk yoktur. Bu kavgada Bulgaristanlı soydaşlarımızı ve Bulgaristan Müslüman Türklerini temsil eden BULTÜRK -Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ile BGSAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi vardı. BULTÜRK bayrağı göklerde dalgalandı. 15 Temmuz gibi karanlık geceler yolların ayrıldığı gecelerdir. Türk milleti o gece “olsun bir şey olmaz” zihniyetinden kurtuldu. Üst akıl maskeli FETÖ, PKK, PDY ve PYD iç ve dış terör örgütleri, emil kulları bir yana, biz demokratik vatansever güçler bir yana çizgisi çekildi. Varsın Türkiye halkını dize getirmek isteyenlerin ABD-FETÖ-emperyalizm müttefikliği devam etsin! Washington’un FETÖ hain çetesinden vazgeçmeyeceğini biliyoruz. PKK bugün de ateş ediyor. Fakat hepsini pes ettiren, iç savaş davetli bir NATO ve Birleşmiş Milletler askerlerinin ana-vatanımızı işgal planının bozguna uğratılması oldu. Bu, Çanakkale Zaferi kadar görkemli bir zafer oldu. 50 yıl boyunca bir zehirli ağa gibi bütün Türkiyemizi kuşatanların PKK saldırılarını kışkırttığını; DEAŞ’ı destekleyerek Türkiye Cumhuriyetini rencide etmekten çekinmediğini görüyoruz. Büyük tehlike geçmemiştir. Ardıl kalkınmaları PKK üstlenmiştir. Yeni devlet
yapılanmasıyla dünyaya yeni bir örnek oluyoruz. Hiçbir devlet Türkiye Devletinin yaptığı; hainler, demokrasi düşmanları ve halk düşmanları temizliğini bu denli kararlı ve acımasız gerçekleştirmemiştir. “Yeni Kapı” bir adalet mitingi oldu. “Şok” geçiren Avrupa tarihinde, “Ben şehit olmaya gidiyorum!” deyip kurban olanların ne köprüsü ne de gökleri delen anıtı vardır. Ana-vatanımız bir hukuk devleti olmaya devam edecektir. Türk devletine güvenmeliyiz. Büyük bir felaketin, bir iç savaşın ve 20 yüzyıl boyunca bizi köle gibi sömürüp süründürmek, içimizi oyup bitirmek ve sağ kalanlarımıza “hadi geldiğiniz yere” demeyi planlamış bir küstahlığın eğişinden döndük. Türkiye olarak, Anadolu ve Trakya olarak birbirimizi yeniden bulduk. 21. yüzyılın da Atatürk ruhuyla yaşamak istediğine bir daha inandık. Biz bu davada varız. Şanlı 15 Temmuz destanımız, bizim de destanımızdır ve devam etmelidir. FETÖ’yü yendik, diğer terör örgütlerini de yok etmek zorundayız! Yaşadıklarımız bize emperyalizme, NATO’ya güvenerek iç ve dış terörle mücadele etmemizin başarılı olamayacağını gösterdi. Terörle mücadelede, NATO, AB ve ABD müttefiki olan Türkiyeyi anlamamıştır. Bir barış dini olan İslamı anlayamamıştır. Anlamak da istemiyor. DAEŞ İslamın temsilcisi değildir. İslam tarihi nice DEAŞ’larden arınmıştır. FETÖ ve DEAŞ, PKK ve PDY sapkın din anlayışı dayatmaya çalışan terör örgütleri olup gerçek İslamın düşmanlarıdır. Bu sözler, Bulgaristan’da ki cehalet ve sapıklık için de geçerlidir. Bu örgütlerin ana hedefinde, İslam dünyasını emperyalizm saldırılarına açmak, Müslümanları haçlılara kırdırmak var. Anaların ve bebelerin üzerine savaş uçaklarından atılan bombaları başka bir şekilde anlamak mümkün olamaz! Bulgaristan’da 1992’den beri FETÖ ile işbirliği yaparak kimliği olmayan, dini olmayan, diyalog zincirlerine bağlanmış, mekanik kafalı köle kadrolar eğiten HÖH partisi ve NATO deyip içi biçilen DOST partisinden pusulasını yeniden ayarlaması samimi ricamızdır. Biz ahlakımızla, tarihimiz ve bu günümüzle gurur duyarak yaşamak isteyen yeni bir kuşağız. FETÖ kanser hücreleri halkımızın bünyesine de yayılmıştır. Türkiye’deki temizlik bizde de yapılmalıdır. FETÖ kalıtı siyasi yapılarımızdan kesilip atılmalıdır. Halkımızı aldatmaya, kullanmaya ve ezmeye kimsenin hakkı yoktur. Bu vatan ve gelecek bizimdir!
11
ÇAKIR
Akılla Çözülecek olanı Ayakla Çözemezsin!
Konu: Köstebek hangi yumrunun altında? Geçen yüzyılın başlarında, Batı ve Doğu ağız birliği yapmış Osmanlıya “hasta adam” derken, Alman Başbakanı Bismark’ın II. Abdülhamit hakkında söylediği şu sözler ilginçtir. “100 gram aklın 90 gramı Abdülhamit Han’da, 5 gramı bende, 5 gramı da diğer siyasilerdedir.” Alman İmparatoru İkinci Wilhelm de: “Ben politikayı Abdülhamit’ten öğrendim.” demiştir. Bugün Türkiye’de en fazla tartışılan konu “istihbarat zaafı” paketine sığdırılmak isteniyor. Abdülhamit’in kurduğu Yıldız İstihbarat Teşkilatı, o dönemin iki büyük istihbarat teşkilatı olan, İngilizlerin “İntelligence Service” ve Rusların “Ohrana’sını her zaman dize getirmiştir. O zaman Ruslar gönderdikleri ajanlarla papazları, öğretmenleri ele geçirmişler, macera düşkünü Ermenileri silahlandırıp Osmanlı Devleti aleyhinde kışkırtmışlardı. Günümüzde FETÖ hainlerinin yaver, yüzbaşı, binbaşı, general, yargıç ve savcı kılığına girip devletimizi ve cumhuriyetimizi devirmek ve demokratların hepsini giyotine götürmeyi planladıkları gibi, o zaman da Ermeni asiler, köy basarak kendilerine yardım etmek istemeyen soydaşlarını öldürüp, sonra “Siz Sultan’a karşı birlik olmazsanız, Türkler sizi böyle keserler!” diyorlardı. 1876’da Bulgar’ı Osmanlıda yaşayan ama Sultan’dan memnun olmayan bir halk topluluğu olarak dünyaya duyuran Nisan Ayaklanması’nda asiler Bulgar köylerini yakmış ve “Türkler Bulgar köylerini yakıyor” yaygarası koparmayı başarmıştır. Ankara “Mithat Paşa”da bir berbere girdim saçımı kestiriyorum. Berberin makas tutması dikkatimi çekti. “Sen askerliğini nerede yaptın kardeş?” diye sordum ve “Tank şoförüyüm” cevabını aldım. İki haftadan beri ben de çıkıyorum meydanlara ve elimde bayrak, sırtımdaki termosta ılık çayımla canla başla katılıyorum “Türk Halkının Demokrasi Festivaline”. Ne kadar susamışız birlikte olmaya ve ne kadar susamışız hep bir ağızdan şarkı, türkü söylemeye… Meydandan meydana yürürken, “E 5” ve “Vatan Caddesi” kenarında soluğu kesilen ve olduğu yere saplanan tankları gördüğümde saçımı kesen tank şoförü berber sık sık gözlerimin önüne geldi. Gelmeyebilirdi, fakat ben “şoför” sözüne takıldım, çünkü sanki o gece o “katil” tankların “frenleri” tutmuyordu. Ben bir doktorum. Her gün muayene ediyorum, ilgileniyorum, kimlerin sağlığına kavuşmasına yardım etmedim? Fakat bizim toplumumuzda, eline halkın tankının dümeni, ayağına da freni emanet edilmiş bu denli çılgın, zihin düzensizliği bu denli bozuk olan gençler olduğunu bilmiyordum. Onlara vaat edilen neydi? Dünya dışında bir katmanda, en güzel kadınlarla en şirin yazlıklarda ebedi hayat mıydı! Bu ancak benim fikrimdir. Günümüzde Türkiye’de hakim olan ruh hali dışında bir müstakil ruhsal duruma kendini teslim etmiş gruplaşmalar gördük. Bu, bizim hepimizin “beni sokmayan yılan bin yaşasın” mantığına teslim olduğumuzun kanıtıdır. Bu, sözde uyurken büyümüş tümörün okullarımız, dershanelerimiz, ordumuz, polisimiz, jandarmamız, bakanlıklarımız ve hatta Cumhurbaşkanlığı Sarayı içinde en lüks ortamda beslendiğini ve düşmanımızın istediği anda ölüme uzanan bir harekette bulunmaya hazır bir ahtapottan söz ederken, düştüğümüz duruma inanmak bile istemiyorum. Şunu unutmayalım. Türk halkı böyle bir durumu tarihinde bir kez yaşamıştı. Yine Abdülhamit’te dönüyorum: 1877–1878 Osmanlı Rus Savaşı başlayınca Sadrazam (Başbakan) Mithat Paşa ve Serasker (Genel Kurmay Başkanı) Redif Paşa, 200 bin askerin silâhaltında olduğunu ve düşmandan gelecek her saldırıyı karşılayacak güçte olduklarını II. Abdülhamit’e rapor etmişlerdi. Bu bilgiler karşısında rahatlayan Sultan, Gazi Ahmet Muhtar Paşa’dan aldığı bir telgrafla hayal kırıklığına uğramıştı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa, kumandasındaki askerin 30 bin olduğunu bildiriyor ve bu kadar küçük bir kuvvetle ve düşmanın saldırısına dayanamayacağını haber ediyordu. Hemen Sadrazamı ve Seraskeri Saraya çağıran ve kendilerine telgrafı gösteren II. Abdülhamit, emrindeki askerin sayısını bilmeyen bir Sadrazamla çalıştığını şöyle açıklar:
12
agu st o s - 2016
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Osman BÜLBÜL Prof. Emiliya Ençeva kalp hastalıklarının tedavisinDüşünüyorum Da!
Konu: Her başlangıçta bir hayır vardır. Çiviyi çakanı mutlaka bilmeliyiz! Viyanada’yım. Tuna’nın suyu çekiliyor. Serinlik arayan balıklar dibe toplandı. Benim gibi yaşını almışlar için, balıkların dibe toplanmasının anlamı hatıralarla yaşamak gibi bir şey. Dibe çöken hatıralar tortulaşır. Çok sevdiğim sanatçılardan Soner Olgun, “Gül Harmanı” şarkısını söylerken beni Kazanlık Ovası’na atıyor. Dip anılarımı eziyor, presliyor, süzüyor. Gül Harmanı yoktur dilimizde, çünkü çiçekler hemen kazanlara dolar ve gülyağı işlemi başlar. Gül Kokusu Türk Kokusudur. İlk kökleri atalarımız getirdiği için, adetlerimizdendir kızlarımızın çeyizleri gül kokar. Misafire ikram edilen tatlı Gül Reçeli’dir. Son ayrılıkta ferahlatıcı kolonya Gül Suyu’dur. Hayatımız Gül Kültürü üzerine kurulmuştur. Tatlılarımız gül gibi açılır, kızlarımızın adı ya Akgül ya Morgül’dür. Gelinlerin yemenileri, mendiller, entari yakaları sümbül, menekşe değilse hep gül oyadır. Bizde sık anlatılan hikâyede, Fatih’in İstanbul’a girdiğinde “Aya Sofya”yı Kazanlık’tan Gül Suyu ile yık katıktan sonra yeni başkente ilk namazını orada kıldığı rivayet edilir. Saçın yüzüne perde Yüreğim düştü derde Ayaküstü duramam Seni gördüğüm yerde Ancak bizim Rumeli yüreğinde dile gelir bu denli etkileyici değişler. Burada Almanların kültürü “kiraz yanaklı”, “al dudaklı” felsefesi üzerine kurulmuştur. Avusturya’da güller bizdekiler gibi kokmaz, kokmadıkları bir yana, yağ da vermezler, ancak bizde var o uçsuz bucaksız gül bahçeleri, içinde gül toplayan kız sürüleri, Gül Bayramı bekleyen sevdalı yürekler… Dün Nikolayla görüştük. “Mocca caffe” ile birlikte sunulan “Strudel” pastasının üzerindeki eriklerin Bulgaristan’ın Troyan bölgesi eriklerinden olduğunu, ekşimsi tadın burada sevildiğini anlattı. Bizim ev kültürümüzde pasta işlerinde “erik tatlısı” olayı olmadığından pek dikkat etmemiştim fakat tekrarlanan ikramdan her gün bir dilimi kenarından azar azar koparıyorum. Sevimli genç misafirim bana bir fıkra anlattı: Duvarla Çivi Duvar onu delip içine giren çiviye seslenmiş, “Hey sen! Neden o kadar çok canımı acıtıyorsun? Sana ne yaptım ki?” “Benim suçum yok. Kabahat beni itende! Bu soruyu çekice sormalısın.” Diye cevap vermiş çivi. Düşündüm kaldım. O ise, “Benim Viyana Üniversitesi’ndeki ilk tezim bu fıkra üzerineydi.” Dedi ve devam etti: O yazımda, sosyalizm yıllarında elimizin kolumuzun bağlı oluşunu ve her şeyin Kremlin’den gelen emirlere uygun şekilde yapıldığını kanıtladım. “Duvar” Bulgaristan’dı, “çivi” de Bulgaristan’dı. “İten” ise elindeki çekiç, keser, tokmak ve balyozla hep Moskova’ydı. Biz tamamen esir düşmüş ve ezilmiş bir durumdaydık. Yazdıklarım üstüne konuşan Profesörlerim “büyük bir gerçeğin iki satır bir fıkra üzerindeki yansıması ancak bu olabilir” demişlerdi, dedi. Nikolay biraz övünerek anlatadursun, ben çiçeği burnunda DOST partisini düşünmeye başladım. Bu hafta D. Arda’da röportajlarının birinde bir video geldi. Daha parti mahkemece tescil edilmeden ama Sofya Kurucu Meclis toplantı ve kararlarından sonra Kırcaali’nin “Yedi Kızlar Camii” mevlidinden sonra çekilmiş. Anadili çözülmüş yeni başkan Lütfi Mestan’ı Türkçe dinledim. Fikirlerim size farklı ve çelişkili gelebilir. Çünkü ben Bulgarca, Almanca ve Rusça bilen biri olarak, kafamın içinde ana düşünme dilim Türkçemle öteki üç dilin devamlı aralarında yarış, kavga ve rekabet içinde olduklarını hissediyorum. Mesela Türkçe hazineme güzel ve anlamlı bir değim düşse, öteki diller sanki kıskanarak canlanıyor, hafıza tortumdan başkaldırım “aman fazla uğraşma, anlamını çıkaramıyorsan, bendeki şu” gibi suflörlük başlıyor. Benden kopya alsana diye el atıyorlar. Devam www.bghaber.org
de yeni bir yöntem bulduGülen’e yakınlığı ile bilinen bir kişinin sınır dışı edilmesini talep ediyor
Bizlere gurur duygusu veren yurttaşlarımızdan biri Prof. Emiliya Ençeva. Kendisi, Amerikan “George Washington” Üniversitesi’ndeki Optogenetik Laboratuvarını yönetmektedir ve yakınlarda prestijli “Nature Communications” dergisinde kalp hastalıklarının daha iyi teşhisi ve tedavisi için yenilikçi bir yöntem hakkında yazısını yayınladı. Bulgar Prof. Emiliya Ençeva’nın dünya tıbbındaki icadı, yosun, ışık ve genetik mühendisliği ile ilgilidir. Prof. Ençeva şunları açıkladı: “Benim laboratuvarım, yosundan ışığa hassas olan proteinleri çekebilen ve onları kalp hücrelerinde kullanmayı beceren ilk laboratuvarlardan biridir.
Biz bu hücreleri teşvik ediyoruz ve elektrik aktivitesini kaydediyoruz. Bu, bizlere ilaçları ve kimyasal maddeleri olası zehirliliği için çok hızlı bir şekilde test etmemiz için imkan veriyor. Şu an buna benzer bir sistem olmadığı için çalışmalarımıza ilgi pek büyüktür.” Yarım yıl önce Prof. Emiliya Ençeva, Washington Üniversitesi’ndeki optogenetik laboratuvarının başına geçiyor ve bu kısa zaman içerisinde iki yönde potansiyeli olan bir icat yapmayı başardı. Prof. Emiliya Ençeva, konuyla ilgili olarak şunları anlatıyor: “İcadın iyi yönlerinden biri, ilaçların toplu halde test edilmesi ile ilgili. Böylece onları zararsız ve yan etkisiz yapabiliriz. İcadın ikinci uygulanması ise daha düşük enerji kullanan yeni kalp pilleri ve defibrilatör geliştirmektir. Böylece hastalardaki aygıtların pilleri değiştirilmeyecektir. Yani biz kalp hastaları tedavi yöntemlerini değiştirmeyi umuyoruz.” New York’ta 15 seneden sonra Prof. Emilia Ençeva, oradan ayrılıyor ve ekibini buraya getirip Washington Üniversitesi’ne bağlı olan ve Beyaz Sarayı yakınında bulunan yeni biyo tıbbi mühendislik bölümünü kurmak için geliyor. Prof. Ençeva’nın Amerikan hayali ise 1994 yılında başladı. O zaman genç bayan bilim ile uğraşacağı niyetiyle Memphis’e gelmişti.
Kemancı Mila Georgieva’nın sezgi, özgürlük Kariyeri çok küçükken başladı. Eğitimini dünyaca ünlü pedagoglar yanında en iyi yüksek müzik okullarında aldı, önemli ödüller kazandı ve dünyanın en prestijli salonlarında konserler verdi. 26 yaşındayken Stuttgart’ta radyo senfoni orkestrasının bir kısmı oldu. Mila Georgieva, bu radyo orkestrasının tarihinde en genç konser maysteri oldu. Bugün kendisi aktif çalışmaya devam ediyor. Mila Georgieva, orkestradaki çalışmaları yanı sıra solo ve oda konserleri vermektedir. Mila Georgieva’nın evi Londra’dadır, ama durmadan Stuttgart’a ve Avrupa’nın farklı ülkelerine yolculuk ediyor. Her yıl yurdunda da konserler veriyor. Ülkemizde Mila Georgieva’nın sahnesinde çalmadığı prestijli bir müzik forumu yoktur. Bulgaristan’da ilk keman derslerinden fevkalade anıları olduğunu söylüyor. Mila Georgieva, şunları da paylaşıyor: “Müzisyen ailesindenim. Annem, “Lübomir Pipkov” Milli Müzik okulunda solfej öğretmenidir, babam ise “Sofiiski Solisti” oda topluluğunun kurucularından biri. Yine kemancı olan ve erken yaşından beri müzik ile uğraşan bir ablam var. Ben de hayali bir kemanda iki kalem ile “çalarak” ona taklit ediyordum. Dört buçuk yaşa girdiğimde bana sipariş üzerine bir keman yaptırdılar, çünkü normalden daha küçük bir çocuktum
ve en küçük kemanlar bile bana göre değildir.” Fotoğraf: özel arşiv Mila Georgieva, ABD’ye gittiğinde ancak 13 yaşındaydı. Kendisi orada yaklaşık 10 yıl ihtisas yaptı ve kendini geliştirdi. Bütün bu zaman diliminde kendisinin Chicago Orkestrası, Gewandhausorchester Orkestrası, Osaka Filarmoni Orkestrası ve Bamberg Orkestrası gibi prestijli orkestralarla ve ünlü orkestra şefleri ile çalma imkanı oldu. Bütün bu çalışmalarında kazandığı tecrübe Mila Georgieva’ya kendini bulmakta yardımcı oldu. Bu kendini arayışında Londra’daki ihtisas özellikle yararlı oldu. Mila Georgieva, şunları da paylaşıyor: “Yeniden Avrupa’da olmak istedim ve iki yıl için Guildhall School of Music okuluna İfra Neeman yanına gittim. Amerikan tecrübemden sonra orada daha sakin bir şekilde müzik yapma fırsatını yakaladım. Prof. Neeman’ın kendisini pedagojik çalışmalarında yöneten olağanüstü bir sezgisi vardı. Beni kendi sezgilerime bıraktı. Bu da, yeni kendimi bulmak, o anda benim için en iyiydi.” Sayılı günler önce Mila Georgieva, ünlü bir oda orkestrasının solisti ve konser maysteri olarak bir konser verdi. Kemancının çaldığı dörtlü ile birlikte diğer performansları da olacak.
Türkiye Bulgaristan’dan Fethullah
Dansçı ayılar
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Güney komşumuzun 15 temmuz tarihindeki başarısız darbeyi yöneten Fethullah Gülen’in terör örgütü ile yakınlığı ile bilinen bir kişinin sınır dışı edilmesini için Bulgaristan’a bir heyet göndereceğini açıkladı. Bakan Çavuşoğlu bu açıklamayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklemek amacıyla Antalya’da düzenlenen mitingte yaptı. Mevlüt Çavuşoğlu isim vermeden şunu söyledi: “Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’ı öldürmeyi amaçlayan darbecilerin bazıları kaçmayı başardılar, fakat gizlenmeyi başaramayacaklar, çünkü başta kurum, polis ve ordu olmak üzere tüm güçleri harekete geçirmiş bulunuyoruz. Onlar er geç tutuklanacak” dedi. Haberi, BNR’in İstanbul muhabiri Nahide Deniz aktardı. Bulgaristan Adalet Bakanlığı’ndan 28 Hazirandan sonra Türkiye’nin yetkili bir makamından, adı terör eylemiyle anılan bir yurttaşının teslim edilmesi konusunda başvuru yapılmış olmadığı duyruldu.
Belitsa’nın dansçı ayılar parkına giriş artık ücretli olacak, geziler yalnız kılavuz eşliğinde gerçekleştirilecek, parkın bazı kesimleri ziyaretçilere kapalı olacak. Yaz günlerinde park günde 300 kadar kişi tarafından ziyaret edilir ve bu koşullarda ayıların huzurlu yaşlanmasının sağlanması zordur. Bunun için ayıların tek başlarına kaldıkları mekanlar ziyarete kapalı olacak.Giriş ücretinden sağlanacak paralar, bu hayvanlara daha insancıl ve sorumlu tutum gösterilmesine yönelik eğitim programları için kullanılacak.Dansçı ayılar parkı 2000yılında ‘Çetiri Lapi’/Dört Pençe/ hayır örgütünün ve Fransız aktris Brigitte Bardot Vakfı’nın çabalarıyla meydana getirildi. Amaç, turistleri eğlendirmek için kullanılan ayıların kurtarılmasıydı. 2007’de Bulgaristan’da kullanılan son dansçı ayılara da barınak sağlandı. Bunun ardından Sırbistan’dan dansçı ayılar ile özel kişiler tarafından yasa dışı olarak yetiştirilen ve Bulgar hayvanat bahçelerinde bakılan bazı ayılar bu parka alındı
Dr.Mustafa KAHRAMAN
Ortak Ruh Konu: Mutlu gelecek ortak umudumuzdur. “Ne Mutlu Türküm Diyeme!” Bu sentez, Atatürk’ün bize büyük mirasıdır. Ortak ruhumuzun ifadesidir. Milli varlığımızı ve Türk millerine mensubiyetimizi dile getirir. Ortak ruhumuzu geliştirip zenginleştirmek, büyüterek devleştirmek bir halk olarak en önemli ödevimizdir. Bir halkın ORTAK RUHA sahip olması, en dehşetli, en ölümcül silahların yenemeyeceği bir güçtür. Ulusal Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal önderliğinde ortak ruhla zafer kazandık. Vietnam halkı Amerikan emperyalizmini ortak ruhla yenmiştir. İngilizler Avrupa Birliği’nden ortak ruhla ayrılmayı seçti. Dünyayı değiştiren en büyük güç halkların ortak ruhundan kaynaklanır. 15 Temmuz’da Türkiye’yi istila planları, askeri darbe girişimi ORTAK RUHLA boşa çıkarıldı. Ortak Ruhun ne olduğunu, biz dağdaki çobanla bilgisayar başında işine bakan bir aydınımızın vatan ve millet konusunda aynı noktaya bakmasında görebiliyoruz. Bastonlu dedelerin, kucağında bebeleri sokaklara dökülen, tanklar önüne yatan, kurşunlara siper olanlar kardeşlerimizin meziyetlerini birleştiren ve aynı yönde harekete geçiren ortak ruha sahip olmasıdır. Türk milleti için bu, Cumhurbaşkanımızdan bağ bekçisinden, şoföründen balıkçısına kadar kadın erkek, genç yaşlı, Türk, Kürt, Laz, Tatar, Anadolulu Trakyalı, yerli göçmen ayrımı yapmadan geçerlidir. Buna en büyük kanır, halkımızın 15 Temmuz mesajını doğru okumasında görebildik. 3 haftadan beri devam eden barışı, demokrasiyi, toprak bütünlüğümüzü, anavatanımızı koruma mitinglerinin başka anlamı yoktur. 15 Temmuz, bizi koyun gibi korkak sananlara sert bir ders oldu. Bizi uyutmak için yarım asır harcadıkları çabalar boşa çıktı. FETÖ denen alçak ve şarlatanın 40 yıldan beri yetiştirdiği ordu yenildi. Emperyalizmin Türkiye’yi içinden dinamitleme planları suya düştü. Buradan çıkarılacak derslerin başında olan, BİR HALKIN ORTAK RUHUNUN TANKLA TOPLA JETLERLE YOK EDİLEMİYECEĞİ GERÇEĞİDİR. Türk halkının sonsuz ruhsal ortaklığı “VATAN SİZE MİNNETTARDIR” mitinginde şahlandı. Yeni Kapı’da halkımız devasa bir mitingde tarihsel bir mitingde buluştu. Ne Avrupa, ne Asya, ne de Amerika böyle bir halk şöleni görmedi. Bu buluşma bir de demokrasiyi savunma buluşmasıydı. Demokrasi devletin halkın seçtiği liderler tarafından yönetilmesi anlama gelir. Egemenliğin demokratik biçimi bizim toprağımızda en iyi tuttu. “Ben demokrasi kalesiyim” diye hava atan eski kıtada, seçme hakkı olanların oylarının % 62’sinin oyuyla devlet başkanı olan tek bir lider yoktur. Demokraside halkın yönetime katılımını daha ileriye taşıyan seçme ve seçilme hakkını kullanmaktır. Demokrasi bu anlamda halkın ortak iradesinin ve ruhunun birleşmesinin çok büyük bir eseridir. Yeni Kapı devasa mitingiyle Türkiye halkı 21ç yüzyılda tüm ezilen halklara örnek ve emsal oldu. Emperyalizm saldırılarına 20. yüzyılda alınmaz kalesi, yıkılmaz kalkan olan Türkiye 21. yüzyılda aynı sinsi ve katil güçlerin taşeron hain çeteleriyle – FETÖ-PDY-PKK – kanlı darbe yapıp ülkeleri istila etmesinin mümkün olmadığını dünyaya gösterdi. Tunus, Libya, Irak ve Yemen örneklerinden sonra, Türkiye halkı aynı düşman bombalarıyla, aynı düşman kurşunlarıyla çıplak ellerle, halk iradesiyle ve Ortak Ruhla baş edilebileceğini örnekledi ve kanıtladı. Diğer halklar dostla düşmanı birbirinden ayıramazken Türk halkı bunu çok kararlı bir biçimde yaptı. İşte düşman “üst akılın”, istihbarat merkezi CİA haini, FETÖ-PDY katil çetesi diyebildi. Şimdi zaman hesaplaşma zamanıdır. Hainlerin kalesini koparıp evlatlarının eline vermek âdetimizdendir. 20. yüzyılın en kanlı askeri darbecisi Kenan Evren’e ömür boyu hapis cezası kesen Türk adaleti, FETÖ-cü generaller sürüsüne hak ettiği cezayı verecektir. “Yeni Kapı”da demokrasi düşmanlarının püskürtülmesi festivali, aslında 23. halk kutlaması olarak bir araya geliş oldu. Tarihinde ilk kez olmak üzere Türk bilincine, iradesine ve ruhuna sahip olan her vatandan buradaydı. Sen bakan, ben işçi, o sanatçı, onlar Anadolulu, bunlarsa Trakyalı göçmen olarak değil, her birimiz TÜR-
Bulgaristan Türklerinin Sesi
agustos - 2016
Ya t ı r ı m - Tu r i z m - S p o r
Sofya’da refakatsiz mülteci çocuklar sorunu tartışılıyor Sofya’da refakatsiz mülteci çocuklar için bir kamu tartışmasında şu an ülkede yaklaşık 150 refakatsiz çocuk olduğu, ama sayısının durmadan değiştiği bildirildi. Bu yıl Bulgaristan üzerinden 2 bin 300’den fazla refakatsiz mülteci çocuk geçmiştir. Çoğu halde onlara bir deklarasyon imzalamaları ve mülteci merkezlerinde yerleştirilmeleri
İttihat ve Terakki Kuruluşu
İttihat ve Terakki’nin kökeni 1860’lı yıllara kadar uzanır.Cemiyet’in düşünsel kökeni Yeni Osmanlılar‘a dayanır. 1860’tan 1918’e kadar uzanan süreçten sonra İttihatçılık ruhu miadını tamamlamış görünse de Cumhuriyet dönemi Kemalizm’inin ideolojisine esin kaynağı olmuştur. Biz burada örgütün mazisine fazla girmeyecek, 20. yüzyılın başındaki İttihat ve Terakki’ye ve onun yan kuruluşlarına kısaca değinmekle yetineceğiz. Rumeli, Avrupa’nın büyük devletlerinin çıkar çatışmasına girdiği, at oynattığı bir coğrafyadır.Buna, “Emperyalizmin Rumeli Programı” demek daha yerinde olur.Bu anlamda Selanik, Türk yenilikçi hareketlerinin yeşerdiği, doğduğu bir yerdir.Öyle ya, bu kötü manzara karşısında kim eli kolu bağlı durmak ister ki? Selanik, canlı bir ticari hayata sahip olduğu gibi, siyasal akımları tolere edebilecek bir kentti. İttihat ve Terakki Cemiyeti Eylül 1906’da, “Beş Çınar” denen bir bahçede “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” adı altında kuruldu.Kurucuların başlıcaları şunlardı: Mithat Şükrü Bleda Askeri Rüştiye Müdürü Bursalı Mehmet Tahir Bey Rüştiye Fransızca öğretmeni Naki Bey Rahmi Bey (Geleceğin İzmir Valisi) Kazım Nami Bey (Üçüncü Ordu Müşavirlik Yaveri) İsmail Canbolat Bey (Daha sonra Atatürk’e suikastten dolayı idam edilmiştir) Ömer Naci Bey (İttihat ve Terakki’nin ünlü hatibi) Yüzbaşı Edip Servet Bey ve Talat Bey (Geleceğin Osmanlısının Sadrazamı Talat Paşa) Cemiyet hücre tarzında örgütlenmişti. Hücre mensuplarının dışında kimse birbirini tanımıyordu. (Teşkilat-ı Mahsusa’daki aynı sistem) Cemiyete üye kaydı Masonik tarzda yapılıyordu. Önce kuruculardan biri üye yapmak istediği kimseyi merkeze tanıtıyor, merkezin bu konudaki kararını bekliyordu. Merkez gerekli incelemeleri yapıp o kişiyi üyeliğe kabul ederse, yemin merasiminin yapılacağı adayın gözleri bağlanıyor,şaşırtmak için aday biraz dolaştırılıyor,sonra da yemin merasiminin (buna tahlif deniliyordu) yapılacağı eve geliniyordu. Evin kapısında bulunan bir yetkili, kılavuzun “Hilal” parolasını duyunca kapıyı açıyor ve aday içeri alınıyordu. İçerde bir odada Cemiyet’e girip girmemekte ısrarlı olup olmadığı soruluyor, onay alındıktan sonra da yemin (tahlif) merasimi başlıyordu. Aday gözleri bağlı olduğu halde bir masanın karşısındaki iskemleye oturtulup, sağ eli Kur’an-ı Kerim‘in sol eli de tabancanın üzerine konarak yemin ettiriliyordu. Tören sırasında adayın karşısında kırmızı cüppeli beş kişi vardır. Ortadaki tok ses karşıdaki adayı tepeden tırnağa süzdükten sonra sorar: -Otuz üç senedir bünye-i milleti hain kurt gibi kemiren istibdad idaresine karşı mazlum milletin intikamını almaya hazır mısınız? -Evet, tamamı ile.. -Verdiğiniz sözü önünüzde gördüğünüz Kur’an-ı Kerim,tabanca ve hançerle teyit ve bunların üzerine yemin eder misiniz? -İşte Kur’an-ı Kerim’e el basarak yemin ediyorum ki sizlere ihanet edecek olursam hançer ve tabancanıza layık olayım. Meşrutiyet’i istihsal edinceye kadar Abdülhamit idaresine karşı gücümün yettiği kadar fedakarca itaat edeceğime; şayet bu mukaddes maksadın istihsalinden evvel tevkif olunursam, Cemiyet’in esrarına dair etlerim kemiklerimden ayrılıncaya kadar işkenceye maruz kalsam dahi hiçbir şey ifşa etmeyeceğime dinim,şerefim ve namusum üzerine yemin ederim. DEVAMI GELECEK SAYIDA
için öneri yapılıyor. Milli ombudsman Maya Manolova’ya göre bu uygulama yasa kenarındadır, çünkü yasaya göre çocuklar, yetişkin olmayanlar için özel şartlar öneren, ama ülkemizde mevcut olmayan yerlerde bulunmalıdır. Manolova, sivil toplum örgütlerine bu çocukların temsilcilerini belirleme izni verecek bir yasa değişikliği öneriyor.
ABDÜLHAMİD HAN’IN BÜYÜK SIRRI Türk Devlet Geleneğindeki Sembol: İç İçe Geçmiş Üç Ay Yıldız (Hilâl) Sultan’a bir zarf verilir. Zarfı açan Sultan, içindeki kâğıdı çıkarır. Kâğıdın üzerine çizilmiş; iç içe geçmiş üç hilâlî görür ama bu şekle bir anlam veremez. Bu iç içe geçmiş üç hilâlîn, ne manaya geldiğini düşünür, ancak bir neticeye varamaz. İlk önce aklına, Teşkilât-ı Mahsusa veya İttihat ve Terakki Cemiyeti gelir. Bu şeklin, onlarla bağlantılı olup olmadığını düşünür. Sultan’ın bu konular üzerinde fikir yürüttüğünü, biz Derviş’ten öğreniyoruz: Derviş, olayı bize şöyle nakleder: “Sultan beni çağırdı. Huzura vardığımda, Sultan’ı biraz düşünceli gördüm. Usulünce selâmımı verdim. Hareketlerinden aceleci bir tavrı olduğu hemen anlaşılıyordu. Hızlı bir şekilde selâmımı alıp, ‘gel derviş’ dedi. Elindeki kâğıdı göstererek; ‘bu ne ola ki, bir anlam veremedim?’ Dedi. Zarftan çıkan kağıtta, sadece bir sembol vardı. Sultan bana; ‘ bu yeni bir mesaj mı, yoksa tehdit mi, bir fikrin var mı?’ Diye sordu. Biraz tereddüt ve endişe ile Sultan’ın elindeki kağıda baktım. Gördüğüm sembol beni çok rahatlattı. Çünkü gördüğüm bu sembol, Türk Devlet geleneğinin bir nişanesiydi. Benim bildiğim; Bu sembolün kökeni, Hoca Ahmed Yesevi Sultan’a kadar gidiyordu. Muhakkak öncesi de vardı. Bu sembol, Türk Devleti’nin dünya hakimiyetini simgeliyordu. Türk Devleti’ni, dünya hakimi yapmak için; bu uğurda kendini adayanlara verilen ve manası anlatılan bir semboldü bu. Sultan’a durumu izah ettim. Sultan beni dikkatlice dinledi. Sonra şöyle dedi: ‘Neden ben bunu şimdiye kadar bilmiyordum? Bunu eğer daha evvel bana söyleseydiniz, Osmanlı Devlet Arması yerine bu sembolü kullanırdık’ deyince, Sultan’a şöyle cevap verdim: ‘Sultanım, bu sembol; bir Türk Devleti’nin arması olamaz! Sadece bir Türk Devleti’ni temsil edemez! Çünkü bu sembol, bütün Türk Devletleri’nin, ortak kuruluş ve beka felsefesinin sembolüdür. Dünya Türk hakimiyetini sembolize eder. Yani bir devlete mal edilemez. Büyük Bir Seçici Kurul’un yüzyıllar boyu süregelen bir geleneğinin izlerini taşır. Ahmed Yesevi ile yeniden bir anlam kazanan bu sembol, Gizli Kurul’un sembolüdür.’ Bunun üzerine Sultan, ‘iyi ama neden bana daha önce söylemediniz?’ Diye sorar. Derviş ise; ‘Efendim, demek ki nasip ve zaman bugüneymiş. Bu sırrı sizin bilmeniz bugün istenmiş. Bu sırrı sizin dedelerinizin çoğu öğrenemeden bu dünyadan göçtü gitti.’ Sultan tekrar şaşkınlıkla ve birazda kızarak sordu; ‘Ne yani, dedelerim de bilmiyorlar mıydı? Koskoca İmparatorluğun Padişahları da bunu bilmiyorlar mıydı? Kim bu teşkilat?’
Derviş, büyük bir saygıyla cevap verir: ‘Sultanım, bu teşkilat; Türk tarihi var olduğundan beri var. Benim bildiğim, en son Hoca Ahmet Yesevi’nin duasıyla, Anadolu’yu yeniden Türk hakimiyetine almak için, bu teşkilat faaliyete geçerek tekrar can buldu. Bunlar, herhangi bir Türk Devleti, yeryüzünde hakim konuma gelene kadar faaliyet gösterirler. Örneğin, Fatih devrinde, Kanuni devrinde bu yapı uyumaya geçmiştir. Çünkü istenilen hedefe ulaşılmıştır. Ne zaman ki Türk Devletleri zaafa uğrar, endişe hasıl olur, beka sorunu yaşar, bu yapı o zaman tekrar uykudan uyanır, faaliyete geçer. Dünyanın her yanına anında kök salar...’ Sultan, Dervişe dönerek, ‘bu sembolün bana gönderilmesi, yeni bir devletin alameti mi?’ Diye sorar. Derviş bunu üzerine; ‘İnşallah Efendim’ der ve Sultan’a, sembol ve bu yapıyla ile ilgili derünî bilgiler verir. Padişah gönderilen sembolden ve Derviş ile olan konuşmalarından şu sonucu çıkarmıştır; ‘öyleyse bugün uyuyan bu yapı uyanmış ve harekete geçmiştir.’ Sultan derin düşüncelere dalar ve aklına kendine daha önce söylenen şu kelimeler gelir: ‘Seni tahta padişah olarak oturtmuyoruz. Seni buraya yeni kurulacak Cihan Devleti’nin temellerini atman, Osmanlı’nın yıkılışını uzatman ve dünyayı oyalaman için Hakan olarak oturtuyoruz…’ Padişah Derviş’e şunları söyler; ‘bizler de zannederdik ki; bu saltanat, bu taht, bize babalarımızdan, atalarımızdan emanet edildi. Oysa ki, şimdi anlıyoruz ki, bu taht atalarımızdan emanet edilmemiş. Demek ki gerçekten bizi tahta oturtanlar varmış…’” (Konun ayrıntısı başka bir yazı dizimizde anlatılacaktır.) Yıllar sonra, Abdülhamid Han’ın büyük katkıları ile teşkilatın önü açılmış, bir çok büyük tarihi olaydan sonra, Gazi Paşa önderliğinde T.C Devleti Meclisi’ni kurmuş, Cumhuriyet’in ilanı vukuu bulmuş, ilk Meclis toplanmış, bir sene boyunca Meclis’in tüm faaliyetleri zapta geçirilmiş ve arşivi yapılmıştır. 1923- 24 yıllarındaki Meclis’in bütün zabıtları bir kitapta toplanmıştır. TEŞKİLAT gururla bu KİTAP’A sembolünü basmıştır. Aşağıda bu kitabın, içinden ve dışından fotoğrafları görüyorsunuz...
13
Murat ULUTÜRK 15 Temmuz Gür Sesi Konu: 5 milyon ruhundan fışkıran ortak irade. Türk halkı 15 Temmuzdan beri destan yazıyor. Gece festivallerinde şiirler okundu. Bu kahramanlıkta en büyük ozan halkın kendisiydi. Silkindi, söylendi, kınadı, lanetledi ve giderek duruldu. Demokrasi için tankın altına yatan insanların kahramanlığı çok uzun zaman yazılacak. Yazılmadan yapılması gerekenler var, belki de 2. Cumhuriyetin ilan edilmesi ve devletin yeniden yapılanması başta gelecek. Mahşeri kalabalık festivalleri anlatılacak. Kitaplar yazılacak. Hep anlatılacak. Biz Türk’üz kafamızı koruruz. Canımızı da koruruz. Ama ölümden korkmayız. İnsanlar kütüğü ve satırı odun kesmek için icat etmemiş, fakat ilk kesilen insan kelle olmuştur. Kellesi kesilmiş hükümdarların egemenlik ömrü uyuşuk davrananlardan çok daha uzun olmuştur. Topkapı’nın ana giriş kapısının sağ yanındaki örs- kütük odun değil, çeliktir. Tarihi bilen ve sağ yandaki peykaya oturan bir daha kalkamaz, çünkü kayan kellelerin her biri aklında sıra olup gözleri önünden geçer. Sultanlar geleceğe örs üzerinde su verilmesini uygun görmüşler. Kim ne derse desin, hukuk hayatın önüne geçmeden adalet sağlanması zor olur. Bizim gibi ülkelerde işi mahkeme heyetine de yükleyemeyiz, çünkü ruhumuz yumuşadı ve gözyaşına dayanamayız. Biz merhametli bir milletiz. Soru: Adaleti sağlayan lider midir yoksa millet mi? *** 15 Temmuzdan sonra kaleme alınan 2 şiir: Dostluk eli uzatacağız Kadın ya da erkek, Yaşlı ya da genç, Laik veya dindar, Başı açık ya da başı kapalı, Batılı ya da doğulu, Alevi ya da Sünni, Türk veya Kürt, Dost olunacaksa, Birbirimizi anlamaya çalışacak Birbirimize tekrar dostluk eli uzatacaksak, Bugün burada el ele vereceksek nihayet, Geleceğimizi mutlu ve baskı altında olmadan yaşayacaksak, Hür olabileceksek, Cumhurbaşkanının ve muhalefetin tutumu da bu yöndeyse, Bu bizleri sadece derinden mutlu eder. Gelin insanlar, gün dostluk günüdür, demokrasi birbirine hak tanımaktır, Aydınlıklara ulaşmak bizlerin elimizdedir, Gelin bu şansı kullanalım Bu bizim memleketimizin hayrınadır. Bu birlik bize moral verir. Esin kaynağı olur… Yorulmuştuk bu tartışmalardan Yorulduk her şeyden. Dost olalım. Kötü yıllar yaşadık. Bakın nerelere vardı memleket Gelin ellerimizi uzatalım insanlara ve uzatılan elleri de tutabilelim. Geleceğin ufkuna gururla bakabilelim.. Fazıl Say Sizinle bir yurttaş olarak gurur duyuyorum.
14
agu st o s - 2016
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Uluslararası İşgücü Kanunu Enver Paşa (1881 - 1922) Uluslararası İş gücü Kanunu Tasarısı önceki gün TBMM Genel Kurulu’nda
tamamlanan görüşmelerin neticesinde kabul edilerek kanunlaştı.Yabancıların kayıt dışı çalışmalarının önlenmesi, yerli-yabancı işgücü dengesi kurularak nitelikli yabancı iş gücünden yararlanmasını öngören Kanun, çalışma dünyasının beklediği düzenlemelerden birini teşkil ediyordu.Uluslararası İşgücü Kanunu ile;
1-) Kanun, uluslararası iş gücüne ilişkin politikaların belirlenmesi, uygulanması, izlenmesi, yabancılara verilecek çalışma izni ve çalışma izni muafiyetlerine dair iş ve işlemlerde izlenecek usulleri, yetki, sorumlulukları, uluslararası iş gücü alanındaki hak ve yükümlülükleri düzenliyor. 2-) Kanun, Türkiye’de çalışmak için başvuruda bulunan veya çalışan; bir işveren yanında mesleki eğitim görmek üzere başvuruda bulunan veya gören; staj yapmak üzere başvuruda bulunan veya staj yapan yabancılar ile yabancı çalıştıran veya çalıştırmak üzere başvuruda bulunan kişileri kapsıyor. 3-) Uluslararası İşgücü Politikası Danışma Kurulu kurulacak. Bu kurul, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı başkanlığında, Bakanlık Müsteşarı, AB, Dışişleri, Ekonomi, İçişleri, Kalkınma, Kültür ve Turizm bakanlıklarının müsteşarları ile Uluslararası İşgücü Genel Müdüründen oluşacak. 4-) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı; Uluslararası İşgücü Politikası Danışma Kurulu kararlarını dikkate alarak, uluslararası iş gücüne ilişkin politika belirleyecek, politikayı uygulamaya yönelik ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyette bulunacak. 5-) Konuyla ilgili kamu kurumları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile anayasal bir kuruluş olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’de temsil edilen işçi ve işveren konfederasyonlarının temsilcileri kurul üyesi olarak toplantıya davet edilebilecek. 6-) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı; yabancı istihdamı taleplerini almak, değerlendirmek ve uluslararası iş gücünün etkilerini izlemek üzere yabancı başvuru, değerlendirme ve izleme sistemi kuracak. 7-) Mesleki yeterlilik gerektiren sağlık ve eğitim hizmetlerinde çalışacak yabancıların çalışma izni başvurularının değerlendirilmesinde ön izin alınacak. Sağlık hizmetlerinde Sağlık Bakanlığı, eğitim hizmetlerinde Milli Eğitim Bakanlığı bu hizmetlerde mesleki faaliyette bulunacak yabancılara ön izin vermeye yetkili olacak. Yükseköğretim kurumlarında çalışacak yabancı öğretim elemanları için ise YÖK Başkanlığından ön izin alınacak. Ar-Ge merkezi belgesi olan firmalarda Ar-Ge personeli olarak çalışacak yabancıların çalışma izni başvuruları Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının olumlu görüşü olması halinde değerlendirilecek. 8. Uluslararası işgücü politikasına uygun olmayan, sahte veya yanıltıcı bilgi, belgelerle yapılan, gerekçesi yeterli görülmeyen, kamu düzeni, güvenliği veya sağlığı açısından Türkiye’de çalışmasında sakınca görülen yabancılar ile Türkiye’nin tanımadığı veya diplomatik ilişkisinin bulunmadığı ülke vatandaşları için yapılan başvurular reddedilecek. 9-) Eğitim düzeyi, mesleki deneyimi, bilim ve teknolojiye katkısı, Türkiye’deki faaliyetinin veya yatırımının ülke ekonomisine, istihdama etkisi doğrultusunda, Uluslararası İşgücü Politikası Danışma Kurulu’nun önerisiyle, başvurusu bakanlıkça uygun görülen yabancılara “Turkuaz Kart” verilecek. Turkuaz kart uygulamasında; akademik alanda uluslararası kabul görmüş çalışmaları bulunanlar, bilim, sanayi ve teknolojide stratejik kabul edilen bir alanda öne çıkanlar, ihracat, istihdam veya yatırım kapasitesi olarak ulusal ekonomiye önemli katkı sağlayan ya da sağlaması öngörülenler, “nitelikli yabancı” olarak değerlendirilecek. Ancak, geçici koruma sağlanan yabancılara, Turkuaz kart ile ilgili düzenlemeler uygulanmayacak. 10-) Çalışma izni alan yabancı, çalışma izninin geçerliliğinin başladığı tarihten itibaren 6 ay içerisinde Türkiye’ye gelmek zorunda olacak, bu süre içerisinde Türkiye’ye gelmeyen yabancının çalışma izni iptal edilecek. Çalışma izni muafiyetinden yararlanarak çalışan yabancılar, muafiyetlerini belirten bir belge ile kendilerine sağlanan ikamet izni gibi haklardan yararlanabilecek. 11-) Türkiye’de bir yükseköğretim kurumunda örgün öğretim programlarına kayıtlı yabancı öğrenciler, çalışma izni almak kaydıyla çalışabilecek. Önlisans ve lisans öğrencileri, öğrenimlerinin ilk yılının tamamlanmasından sonra çalışma iznine başvurabilecek ve kısmi süreli çalışabilecek. Örgün öğretim programlarına kayıtlı lisansüstü öğrenciler için bu sınırlamalar uygulanmayacak. Yabancı öğrencilere verilen çalışma izinleri, geçerli öğrenci ikamet iznini ve bu ikamet izninin sağladığı hakları sona erdirmeyecek. 12-) Öğrenimlerini Türkiye’de bir yükseköğretim kurumunun mühendislik ve mimarlık fakültelerinde veya yurt dışında Yükseköğretim Kurulu tarafından tanınan yükseköğretim kurumunda tamamlayarak mühendis ve mimar olan yabancılar, proje bazlı ve geçici süreyle çalışma izni alarak mühendislik ve mimarlık mesleklerini yapabilecek. 13-) Çalışma izni olmaksızın; bir işverene bağlı olarak çalışan yabancıya 2 bin 400 TL, bağımsız çalışan yabancıya 4 bin 800 TL, yabancı çalıştıran işverene veya işveren vekiline her bir yabancı için 6 bin TL tutarında idari para cezası verilecek. Aynı ihlallerin tekrarlanması durumunda para cezaları bir kat arttırılarak uygulanacak. 14-) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü kurulacak. Faydalı olamasını ümit eder,hayırlı günler dilerim. Av.Bülent TURAN Çanakkale Milletvekili AK Parti Grup Başkanvekili
1880’de İstanbul’da sıradan bir memurun oğlu olarak dünyaya gelenİsmail Enver için, yaşadığı dönemden bugüne kadar pek çok yorum yapılmış, her yönüyle inceden inceye işlenmiştir. “Enver Paşa” adlı eseriyle bu konuda inceleme yapan Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa’yı 1908-1914 arası döneme bakarak “1908’in Hürriyet Kahramanı Binbaşı Enver Bey, işte bu kısa devrede Enver Paşa, daha doğrusu imparatorluğun tek söz sahibi olan, genç, inançlı, muhteris, daha doğrusu hem kaderci hem de kaderini yaratan adam olarak sahnededir.” tanımlar. 1908’de Genç Türkler İhtilali ile yıldızı parlayan Enver’in hızlı yükselişi 1913’te Yarbayken yine aynı senenin sonlarında Albaylığa, 19 gün sonra 1 Ocak 1914’te Paşalığa yükselmesi ile başlar. Kabineye Harbiye Nazırı olarak girer; Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir süre sonra da Başkumandan Vekilliği yetkilerini de elinde toplar. Naciye Sultanla evlenip, saraya, Padişaha damat oluşu da bu safhaya rastlar. Enver Paşa kendini zirveye ulaştıran basamakları yine kendi elleriyle döşemişti. Enver Paşa’nın vatanseverliği ve bu topraklara olan bağlılığı gerçektir. Bunun yanısıra hayal gücünün genişliği ve gerçeklerle bu hayallerin zaman zaman birbirine karıştığı da inkar edilemez. Hayallerini süsleyen İran, Hindistan, Turan ve Kafkasya’ya hakim olmak düşünceleri o günün şartlarında gerçek temeller oturmaz. Örneğin Cemal Paşa anılarında “Hakikati söylemek gerekirse, bu birinci Kanal Seferi yaptığımız zaman hiç kimse bu Kanalın nasıl geçileceğini bilmiyordu...” der. Halbuki Enver Paşa bu görevi, IV. Ordu Kumandanlığı’nı, Cemal Paşa’ya teklif ettiğinde, Suriye’deki asayiş sağlama ve Kanal Seferini her ikisi de inanarak imzalamışlardı. Bu sefer gerçekleştiğinde ise Kanal Türk cesaretiyle dolmuştu. Kanal’dan önce Sarıkamış’ta yaşananlar ise tam bir felaketti. 90.000 askerden 10.000’in sağ kalabildiği, özellikle de donmaktan ve açlıktan kurtulabildiği bu sefer, sonuçları açısından korkunçtu. Hayatında Alay kumandanlığı dahi yapmamış olan Enver Paşa tecrübeden ziyade gençliğinin getirdiği coşkuyla kumanda edecekti ordusunu. Amaç 1878 Berlin Antlaşması’nda kaybedilen toprakları geri almaktı ve başarılı olacağına inanıyordu. Enver Paşa Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa’nın hava şartları, soğuk, karın şiddeti gibi uyarılarına kulak asmaz ve taarruz emri verir. III. Ordunun ölüm emridir bu. Enver Paşa Sarıkamış’ta “Hükümete” başlıklı bir vasiyet bırakır. Hükümete “Planım, Ruslara, hemen iki misli faik iki Kolordu ile arkalarına düşerek ricata mecbur etmek ve bu suretle XI. Kolordu ve Süvari Fırkasıyla takibolunan düşmanı karşılayıp, tamamıyla mahvetmekti. IX. Ve X. Kolordu ve Süvari Fırkasını bekliyorum. Gelir de yetişirse, düşmanı bozacağım. Fakat gelmeden düşman zayıflamış kıtaatımıza taarruz eder ve taarruzda muvaffak olursa o vakit Ordu mahvolmuş demektir. Şimdiye kadar asker ve zabitler hiç kusursuz harbettiler. Her manevrayı yaptılar. Eğer Allah da yardım ederse, muvaffakiyet katidir. Eğer muvaffak olmazsam, son neferimle beraber öleceğim. Bu halde vasiyetim: Ben
İbrahim SOYTÜRK Oyun Kurmadan Seçim Zaferi Olmaz
vazifemi yaptığımı sanıyorum ve öyle ölüyorum. Yaşasın dinim, vatanım, Padişahım. Eğer geride kalanlarıma yardım etmek isterseniz, refikam! Sultan Efendi hazretlerinin muhassısatı kafi değildir. Kendisinin müreffehen yaşaması için hiç olmazsa, Başkumandanlık muhassısatımın kendi muhassısatına zammı ve ebeveynimin temini refahı ile, rahmeti ilahiyeye mazhariyetim için birkaç hayır yapılmasını rica eder ve tealisine çalışmaktan başka bir maksat beslemediğim din ve milletimin tealisine dua eder, tanıyanlara selam ederim. Yaşasın Müslümanlık ve Osmanlılık ve Osmanlıların Padişahı Sultan Mehmet Han!” Enver “Servet namına bir şeyim yoktur. Mamafih ne varsa, Refikam Sultan Efendi hazretlerine bırakıyorum.” Enver Sarıkamış felaketinden sonra orduya katılıp görev almak için Sofya’dan gelenM. Kemal ile Enver arasında şu konuşma geçer : “Biraz sonra Enver Paşa ile karşı karşıya bulunuyorduk. Enver Paşa, zayıf düşmüş, rengi solmuş bir haldeydi. Söze ben başladım : Biraz yoruldunuz. Yok, o kadar değil. Ne oldu? Çarpıştık. O kadar... Şimdi vaziyet nedir? Çok iyidir!.. Enver’i daha fazla üzmek istemedim. Kendi işime sözü getirdim : Teşekkür ederim. Numarası 19 olan bir tümene beni kumandan tayin buyurmuşsunuz. Bu tümen nerdedir. Hangi kolordu ve ordunun emrinde bulunuyor? Ha, bunun için belki Genelkurmayla görüşürseniz daha kati malumat alabilirsiniz. Pekiyi, o halde siz daha fazla rahatsız etmeyeyim. Genelkurmayla görüşürüm...” Enver Paşa için söylenebileceklerin başında onun duygusal ve aceleci kişiliği bulunur. Ama şu gerçeği de belirtmek gerekir: Enver Paşa yetkili olduğu andan itibaren kimilerini de küstürerek bir çok subayı emekliye ayırmış ve orduya genç ve dinamik bir ruh getirmiştir. Gerek siyasi hesaplaşmalar nedeniyle, gerekse yeniden teşkilatlanma çalışmaları amacıyla yapılan bu işlemde yaklaşık 2000 asker ordudan ayrılmıştı. Balkan harbinden yenik çıkmış olan Ordu, tüm yetersizliklere karşın başarı ve inançla mücadele etmiştir. Osmanlı Ordusu bütün bu şartlara rağmen tam 4 yıl 10 ayrı cephede aynı güçle savaşı sürdürmüştür. Zaten bunun içindir ki yorumcular Enver Paşa’yı Büyük Kumandan olarak değil, güçlü bir Ordu teşkilatçısı olarak değerlendirirler. 1.Dünya Savaşı ardından, Almanya’nın yenilgisi ve Osmanlı’yı Sevr Antlaşması’na sürükleyen çöküşün ardından Kasım 1918’de Enver Paşa ülkeyi terk ediyordu. 1922 yılının 4 Ağustosu’na kadar yurt dışında çalışmalarını sürdürdü. Ve son gün Orta Asya’nın Pamir eteklerinde Çegan tepesinde vurularak öldürüldüğünde 42 yaşında yenik ve yalnız bir adamdı.
BULTÜRK-Dünyada’ki Temsilcilerimiz 1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 511 63 47 İmtiyaz Sahibi Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ
Ekonomi Müdürü:
Abidin KARASU Av. Hasan MOLLAOĞLU Müjgan DENİZ
İstihbarat Müdürü:
Hüseyin Y I L D I R I M
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı İbrahim SOYTÜRK
Eğitim Sorumlusu:
Filiz SOYTÜRK
Kültür-Sanat:
Avşin B A L K A N
Genel Yayın Yönetmeni Abidin KARASU
Spor Müdürü:
Serkan YILDIZ
İnternet Müdürü:
Murat ULUTÜRK
Genel Yayın Müdürü Raziye ÇAKIR
Halkla İlişkiler:
Neriman ERALP
Reklam Müdürü:
Mesut UĞURLU
Rafet ULUTÜRK
Yayın DanıSmanları: Prof.Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Doc. Dr. Sakin ÖNER Doc. Dr. Hasine ŞEN Doc. Dr. Müjgan DENİZ
Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı:
İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı
Tel: 0212- 5 11
6 3 4 7 - Fax: 0212 - 511 33 91 Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Star Medya, Akademi Yayıncılık A.Ş.
Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK
Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur. www.bulturk.net /www.bulturk.com
Avusturya -Viena Osman BÜLBÜL Almanya-Köln: Ünal G A Z İ Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevin BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan Kazakistan Türkistan: Erkan İsveç Seval ÖZTÜRK İngiltere London Ridvan Akay Riko
B u l g a r i s t a n - Te m s i l c i l e r i
Sofya: Hikmet EFENDİEV Blagoevrad: Bülent MURADOV Smolyan: Rufat FELETİ K ı r c a a l i : Mehmet R A S İ M Momçilgrad: Akif MEHMET Ardino: Aziz ŞAKİR Cebel: Erdal H. AHMET Plovdiv: Fikret SEPETÇİ Stara Zagora: Menderes KUNGÜN Loveç: Emine BAYRAKTAROVA Troyan: E r g ü l BAYRAKTAR Pleven: Rafet RODOPLU Şumen: İ r f a n ÖZGÜR Razgrad Levent RASİM
Tırgovişte:
Sevinc
YÜCE
Salih
POMAK
S i l i s t r a : Nermin ÇAKIR
Varna:
Dobriç:
Sebahattin AYYILDIZ
TÜRKİYE -Ankara: İsmail ÇİNGÖZ
ist. Trakya Bölgesi İst. Anadolu:Bölge- İst. Sultangazi: ist. G.O.P.aşa: ist. Bayrampaşa: ist. Zeytinburnu: ist. Avcılar: ist. Başakşehir: ist. Kağıthane:
Nedim BİRİNCİ Mahmut ORAL Seyhan ÖZGÜR Avşin BALKAN Raziye ÇAKIR Mustafa AKGÜN Ekrem SÜZEN Aydın FİDAN Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa- Ayşe HOCAOĞLU -Bursa Yıldırım: Turhan YAMAÇ -Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN -Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN -Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU -İzm.Görece: Mümin GÜNEY -İzm.Buca: Şevket YILMAZ -İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaş ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER Fethiye : Fatih AKSAK
Konu: Bok Böceği olalım! 6 Kasında yapılacak Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerine giderken şimdiye kadar kurulan seçim oyunları birer birer sıralanıyor akıllarda. Seçmenin azında, seçtik seçtik de ne oldu? “Bok böceği kadar olamadık işte!” sözleri dolaşmaya başladı. Bok böceğinin yumurtalarını o yuvarladığı topun içine sakladığını herkes bilse de, bok böceğinin asıl hünerini pek bilip anlatan ve önemseyen yoktu. Şunu hatırlatayım, Büyük Ramzes, en büyük askeri seferine giderken önüne topunu yuvarlayan bir bok böceği çıktığında ordularını durmuş, yol vermiş ve böcek geçtikten sonra seferine devam etmiştir. Onun bildikleri belki anlatmak istediğim masalda gizlidir. Neyse bir gün, o zamanlar Devnya Çimento Fabrikası’nda çalışan Hasan aga köye dönmüştü ve kuyu başına oturmuş eski pirincin taşını yeniden ayıklayanlara “Kartalla Bok Böceği” masalını anlatmıştı: Kartal tavşanı yakalamaya çalışıyormuş, derken sigarasını sarmayı tamamlayan Hasan aga, kibrit çaktı ve ilk çekimden sonra, ağzına bakanlara dönerek devam etti: Saldırılardan iyice şaşıran ve sağ sola sıçrayan tavşan yardım isteyecek başka birini bulamayınca bok böceğinden yardım istemiş. Bok böceği bir yandan tavşana cesaret verirken, diğer yandan da yaklaşan kartala tavşana kötülük etmemesi için yalvarmış. Küçük bok böceğinin söylediklerini umursamayan kartal, tavşanı yakaladığı gibi anında ağzına atıp yemiş. Bok böceği bunu hiç unutmamış ve kartalın yuvasını gözlemiş. O günden sonra kartal hep yumurtladığında bok böceği yuvasına uçup yumurtalarını iterek yere atmaya başlamış. Bu duruma çare bulamayan kartal savaş tanrısı Zeus’a gitmiş ve yumurtalarını koruyabileceği güvenli bir yer göstermesini rica etmiş. Ona acıyan Zeus kendi kucağında yumurtlamasına izin vermiş. Onları gören bok böceği tezekten bir top yaparak Zeus’un bulunduğu yere kadar uçmuş ve topu üstüne fırlatmış. Rahatsız olan Zeus silkinince kartalın yumurtaları yine yere düşmüş. O günden beri kartalın bok böceğinden kaçındığı söylenir. Bu masalı Bulgaristan’daki seçime 3 ay kala gündeme getirmemizin sebebi, siyasi işlerde kimsenin kimseyi küçümsememesi gerektiğini vurgulamak içindir. En güçsüz sayılan varlığın bile küçümsendiği zaman ne kadar tehlikeli olabileceğini tahmin etmek imkânsızdır. 1 Ağustos 1990’dan 22 Ocak 1997’ye kadar Bulgaristan Cumhurbaşkanı olan Jelyü Jelev’in hayat yolunun Şumnu’nun Veselinovo köyünde 3 Mart 1935’te başladığı dikkate alındığında, insanın aklına olmayacak bir şeyin olabildiği geliyor önce. Sofya Üniversitesi’nin Felsefe Bölümünden 1958 yılında mezun olduktan sonra akademik kariyer yapan Jelev, Lenin’in madde tanımını eksik bulup eleştirdiği için komünist partisinden atıldı. Köyüne sürgün edildi. Tabir yerindeyse 11 yıl soğan kazmak zorunda bırakıldı. 1982 yılında “Faşizm” adlı kitabını yazdı. Toplumda o kadar tecrit edilmiş ve yalnızdı ki, eserini bir Türk aydından aldığı daktilo ile yazmıştı. Bu eserinde, Bulgar devlet yapısının Nazi Faşizm’inin devlet bünyesine göre kurulduğunu ve 1944’ten sonra sosyalist toplum koşullarında sökülüp değiştirilmeden ayakta kaldığını açıkladı. Biz, BGSAM olarak, tüm yazılarımızda, 1970’ten sonra kemikleşerek totaliter baskı ve terör bünyesi haline gelen bu oluşumun, 1990’dan sonra yıkılamadığını, 2000 yılından sonra da bu totaliter-komünist kalıt yaşamak ve var olmak için çırpınırken toplumun demokratikleşmesini baltaladığını anlatmaya çalıştık. Ve belki de geçen sene hayata gözlerini yummayaydı Jelev’in de söyleyeceği birçok gerçeği aynı ruhta halka duyurmaya çalıştık. Jelev, komünizm döneminde Bulgaristan sağduyulu ve muhalif aydınlarını demokratikleşme mücadelesinde örgütlemeyi becerdi. O, Müslüman Türklere karşı uygulanan baskılara ve teröre, zulme ve asimilasyon siyasetine kararlı bir şekilde karşı çıktı. 1988’de Açlık ve Yeniden Yapılanma Kulübünü kurdu. 1989’da yeni kurulan Demokratik Güçler Birliği (CDC) halk örgütünün lideri oldu. Komünist rejimin sona ermesinin ardından demokratik yollarla seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Dünya
agustos - 2016
Basınından
Teşkilat-ı Mahsusa Kuruluş ve Seçkin Üyeler Teşkilat-ı Mahsusa’nın yakın ta- kar subayları sayesinde ayaklan-
rihimizde büyük işler yapTI. 1.Dünya savaşı’nın başladığı günlerde seferberlik ilan edilmiştir.Seferberliğin ilan edildiği 11 Kasım gecesi İttihat ve Terakki Teşkilatı Genel Merkezi‘nde tarihi bir toplantı vardı ve üyelerin hepsi hazırdı.Toplantı önemli bir karar gebeydi: Enver Paşa’nın önerisiyle Teşkilat-ı Mahsusa’nın temelleri atılacaktı.Alınan kararda şöyle deniliyordu: “İster savaşa katılalım, ister katılmayalım ordularımızın ileride düşman topraklarındaki hareketlerini kolaylaştırmak için bir Teşkilat-ı Mahsusa kurulmalıdır.Bu teşkilat sayesinde silahlandırılacak çeteler savaş sırasında düşman topraklarına girecekler, düşmanın hareketi ve sayısı hakkında ordularımıza gerekli bilgiyi vereceklerdir.” Teşkilat-ı Mahsusa yaptıkları, en zor şartlarda bile imza attığı inanılmaz eylemlerle bir döneme mührünü vuran bir örgüttür.Öyle ki dünyanın en gizli teşkilatları arasındadır.Hücre sistemiyle çalışmıştır ve hücre evleri günümüzde dahi belirlenememiştir.Teşkilat’ın kuruluş tarihi hakkında çeşitli görüşler vardır: Cemal Paşa hatıralarında Teşkilat-ı Mahsusa’nın 1913 yılında Batı Trakya’daki faaliyetlerinden söz eder.Doktor Philip Hendrick Stoddard (Teşkilat-ı Mahsusa kitabının yazarı) da Ağustos 1914’te Teşkilat-ı Mahsusa’nın illegal olarak çalıştığını 5 Ağustos 1914’te resmi bir kimliğe büründüğünü belirtir.Kaynakların ortak görüşü ise şudur: Teşkilat-ı Mahsusa Enver Paşa’nın ve mesai arkadaşı Binbaşı Süleyman Askeri‘nin yönettiği ve İttihat Terakki Genel Merkezi’nin Batı Trakya ile ilgili kararlarını uygulamakla görevli bir örgütün büyüyüp gelişmesiyle oluşmuştur.Kuşçubaşı Selim Sami ve Eşref kardeşler,Çerkez Reşit,Hüsrev sami gibi isimlerin aktif olarak çalıştığı teşkilat, yakın tarihimizin en başta gelen gizemli bir örgütüdür. Teşkilat’ın kuruluş amacı şuydu: -Bütün Müslüman alemini bir bayrak altında toplamak, yani İslam birliğini gerçekleştirmek.Bunun yanında bütün Türk Dünyası’nı da siyasi birliğe kavuşturmak, yani Turan Ülküsü’nü gerçek kılmak.Önemli bir İslam büyüğü Emiri efendi ve Türkçülük’ün ideologu Ziya Gökalp Teşkilat’ın fikirlerinden esinlenmiş, Teşkilat-ı Mahsusa Osmanlı coğrafyasında geniş bir yelpazeye yayılmış, büyük bir ümit kaynağı olmuştur. Teşkilat-ı Mahsusa başlangıçta oldukça iyi işler yapmış, ama Arap isyanları ve İngiliz altınları zamanla bütün dengeleri değiştirmiştir.Balkanlar’da ve Osmanlı’nın değişik yörelerinde İttihat ve Terakki’nin feda-
malar çıkmış, İtilaf devletleri’ni oldukça uğraştırmıştır. Enver Paşa’nın emri ile Teşkilat-ı Mahsusa’nın başına geçen Kurmay Binbaşı Süleyman Askeri’nin emrinde seçme subay ve askerlerden oluşan Osmancık Gönüllü Alayı vardı.Yüzbaşı Hayri,Filibeli Halim Cavit,Yüzbaşı Lütfü,Piyade Teğmeni Şehreminili Sadık gibi mümtaz subaylar, Binbaşı Süleyman Askeri Bey’in işini oldukça kolaylaştırıyordu.Burada Teşkilat-ı Mahsusa emrinde çalışan ve yakın tarihimizde önemli işler yapan bazı subayların listesini vermeyi faydalı görüyorum: Yüzbaşı Yakup Cemil
Emir Abdulkadir el-cezayir’in oğlu, Meclis-i Mebusan İkinci başkanı Emir Ali Paşa Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesi Abdulkadir Gannavi Dr.Abdurrahman Bey Yüzbaşı Ali Müstakbel İstiklal Mahkemesi Başkanı ve Cumhuriyet Dönemi Nafia Nazırı Miralay Ali Çetinkaya Başbakan Binbaşı Ali Fethi Okyar İşkodralı Ali Rıza Teğmen İskeçeli Arif Teğmen Atıf Kamçıl Binbaşı Mısırlı Aziz Ali Padişahın saray görevlilerinden Besim Ağa Gazzeli Cemal Bey Mustafa Kemal’in yaverlerinden Cevat Abbas Yüzbaşı Hacı Emin Geleceğin Harbiye Nazırı Enver Paşa Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Kıllıgil Enver Paşa’nın kayınbiraderi Yarbay Nazım Enver Paşa’nın amcası Kurmay Binbaşı Halil Kut Enver Paşa’nın yaveri İzmitli Mümtaz Trablus Mebusu Ferhat Bey Sapancalı Hakkı Türk Hava Kurumu başkanı Binbaşı Fuat Bulca Deli Fuat Paşa’nın oğlu Teğmen İslam Deli Fuat Paşa’nın oğlu Şehit Reşit Topçu Yüzbaşı İsmail Hakkı Jandarma Yüzbaşı Kadri Kuşçubaşı Eşref Miralay Neşet Ünlü Hatip Ömer Naci Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam Şeyh Salih eş-Şerif et-Tunusi Trablusgarplı Süleyman el-Baruni Askeri Temyiz Mahkemesi Başkanı Bingazili Yusuf Şetvan Halepli Ethem Paşa Şeyh Abdulaziz Savaş Yarbay Çorumlu Aziz Teşkilat-ı Mahsusa Siyasi Büro Müdürü Dr. Bahaeddin Şakir Teşkilat-ı Mahsusa Sİyasi Büro Müdürü Mithat Şükrü Bleda Dördüncü ordu müftüsü Esat Şukayr Ohrili Eyüp Sabri Ünlü komitacı Fuat Balkan Süvari binbaşı Eyüplü Hüsamettin Ertürk Manastırlı Hüsrev Sami Kızıldoğan Topçu Yüzbaşı İhsan Türkistan’daki Teşkilat-ı Mahsusa harekatının idarecilerinden Kuşçubaşı Selim Sami Kolağası Trabzonlu Rıza Balkan Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinden İsmail Canpolat TBMM üyesi Edremitli Necati Bey Yüzbaşı Kırkkiliseli (Kırklarelili) Ali Rıza Yüzbaşı Üsküdarlı Muhtar İstiklal Savaşı paşalarından Dağıstanlı Nuri Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Eğinli Hasan Rıza Meclis-i Mebusan Bursa Mebusu Talip Bey TBMM üyesi Yüzbaşı Giritli Ruşeni Fas’ta Ticani Hücresi Reisi Hoca Abbas Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba’nın babası Şerif Burgiba Arabistan’ın ünlü şeyhlerinden İbnü’r-Reşit İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mareşal Mustafa Kemal Paşa
BULGARİSTANLI ŞEHİDİMİZİN ADI SOKAĞINA VERİLDİ
Edirne Belediyesi Temmuz Ayı olağan meclis toplantısı Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan başkanlığında Edirne Belediyesi meclis toplantı salonunda gerçekleşti. Toplantıda birçok karar alınırken şehit polis memuru Nefize Özsoy’un adı evinin bu-
lunduğu sokağa verildi. Geçtiğimiz günlerde evinde ölü bulunan hakim Çağlar Işık’ın adı ise adliye önündeki caddeye verildi. Özsoy ve Işık’ın adı yaşayacak Gündemin 8’inci maddesinde ise, yaklaşık iki ay önce vefat eden Edirne Bölge İdaresi Mahkemesi Başkanı Çağlar Işık anısına, Edirne Adliyesi’nin önündeki caddeye, (İstasyon Mahallesi 301’inci sokak) “Hâkim Çağlar Işık Caddesi” olarak değiştirildi. Bir diğer isim değişikliği ise geçtiğimiz haftalarda Mardin’de görevi başında şehit düşen polis memuru Nefise Özsoy’un ailesinin bulunduğu evin önüne verildi. 168’inci sokağın adı, şehit polisin anısına “Şehit Polis Memuru Nefise Özsoy” olarak oybirliği ile değiştirilmesi kararlaştırıldı. Gündemin son maddesinde ise Ulaşım Komisyonunca alınan kararlar görüşüldü.
Sofya’da açıkhava kültür s a na t bu lu ş m a l a r ı
‘Sofya Nefes Alıyor’ Festivali, yedi yıldan beri yaz aylarında amblematik Sofya sokaklarına yeniden hayat verirken kentin çağdaş çokkültürlü ortamının bir heykeltraşına dönüşüyor.‘Sofya Nefes Alıyor’ Festivali etkinliklerinin Ağustos ayının bir Pazar gününde başlatıldığı ilk sokak ‘Tsar İvan Şişman’dı ve bu gelenek 7 yıldır sürüyor.Bu yaz şehir kültürü festivali her zamankinden görkemli ve kapsamlı olacak.Festivalin baş kuratörü ve koordinatörü olan Kristina Spasovska ayrıntıları anlatıyor: “‘Sofya Nefes Alıyor’ Festivali’nin Bulgaristan’da seyircileri çekmek ve geliştirmek yolunda bir olanak yarattığını düşünüyoruz. Festivalin düzenlendiği yedi yıllık dönemde seyircilerde ne kadar büyük ilgi uyandırdığı iyi görülüyor. Bu yıl Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Sofya Havalimanı festivalin yurt dışında tanıtımını destekliyorlar.Buna bağlı olarak bu yaz Sofya havaalanında giden ve gelen yolcuları eğlendirecek dansçılarımız var.” Böyle bir etkinlik düzenlenirken Bulgar mal üreticileri ile sanatçıların seyirci kitlesiyle buluşup neyin büyük talebi olduğu ve beğenildiğinin anlaşılması için iyi olanak yaratılıyor.
“Sanatçıları kent ortamı içinde sanatlarını göstermeye motive ediyor ve bu biçimde insanların şehirle bağları yeniden canlı yapmalarını sağlıyoruz. Festivale her hafta farklı sanatçılar katılacak. Bu yıl görsel sanatlardaki ağırlık ‘People Of Sofia’ projesi aracılığı ile ressam yapıtları , sokak fotoğrafları gösterilmesine veriliyor. ‘Kiril Alfabesi’ni kullan’ kampanyası çerçevesinde ise ünlü grafik tasarımcıları ve Kiril alfabesinin önceliklerine ilişkin görüşlerini tanıtıyoruz. Festival etkinliklerine Eli Tsonova’nın ‘Berlin ile Sofya arasında’ adlı fotoğraf sergisini de dahil ettik. İlk defa kısa metrajlı filmler de sunulacak.” ‘Sofya Nefes Alıyor’ Festivali’nin şimdiki etkinliklerinde farklılık çeşitli alanlardaki sosyal davaların güçlü desteğidir. Y i n e K r i st i n a Spasovska’yı dinliyoruz: “Örneğin festivale katılan çocuklar ‘Çocuk Şiddetine Hayır’ kampanyasını, sanatçılar- bazımsız sanatı, Bulgar malları sergileyenler- el işi örnekleri ile Bulgar üretimini, spor ile ilgili olanlar ise aktif yaşam tarzını destekliyorlar.”
15
Dr. Nedim BİRİNCİ Başkasının Dünyasında Kaybol-
Konu: Daha yüksek medeniyet projelerimizle gündeme gelmeliyiz. Hayatta bazı şeyler vardır geri sökemezsin. Mesela acem halısı, çorap söküğü gibi asla sökülemez, nice uğraş sonucu sökülebilse bile, toplanan içlik ya döşeğe ya yastığa dolar, başka bir şey yaramaz. Medeniyetlerde böyledir. Atatürk laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasaydı, 15 Temmuz 2016 gecesi biz hepimiz “ılımlı İslam” dalgasında boğulacak, kellelerimizle top oynanacaktı. Başımıza gelen rezilliği dünya alem görsün diye, mübarek yağmur da yağmıyor, kan lekeleri hala asfalt ve kaldırımlar üzerinde şakıyor olacaktı. Bir taraftan da iyi oldu. Silkindik. Uyuyan bir millet uyandı. Son hücremize kadar bizi esir almak isteyen Feto Terör Çetesi (FETÖ) illetinden kurtulur gibi olduk. Dünyada hayat çok garip kurulmuş. Sararan bir yaprağın sararmayı durdurup yeniden yeşeremediği gibi, canlı bir bünye olan devlet ve toplum yapısı da zehre, körelmeye, çökmeye alışıyor ve sanki yok olmada mutluluk bekler gibi bir duruma girmiş oluyor. Meyve vermez oluyor ve biz “Olur İş Allah!” ile durumu idare ettik. Bedbahtlaştığımızın, mutsuzluğumuzun farkında varamamamız, hele biz Bulgaristanlı Türkler için normal bir durum olarak algılanabilir, çünkü biz geçen yüzyıl çok ezildiğimizden ve 1990’da yeniden bir çuvala sokulmuş ve önüne gelenin tekmesine alışmış olduğumuzdan, yapılacak bir şey yoktu. Gerçekleri dobra dobra söylersek, şairlerimizden Durhan Hatipoğlu daha 1972’de kaleme aldığı “Derbeder” şiirinde şöyle der: “Bütün gece ölü yaprak hışırtısı …Ve uluyan kurtlar…” Aslında biz geçen yüzyılın çekisini yeni yüzyıla girerken aşabilseydik, şimdiye kadar birçok yaramızı sarmıştık. Ne yazık ki bunu yapamadık. Yine oyuna getirildik ve sürünmeye devam ediyoruz. Geçen hafta, tescil kararının Sofya birinci dereceli mahkemeden çıkması eli kulağında olan DOST partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan ve arkadaşları, totaliter rejimin zindan ve sürgünlerinde 24 sene kalan, Bursa’da kendini beğendiremeyen ve sonunda cebi tam takır köyünde vefat eden şairimiz Nuri Adalı mezarı başında anıldı. Bir şair nasıl anılır? Çimento duvara çiçek ve çelenk koymakla mı? Yoksa 10–15 okul öğrencisinin seçkin şiirlerini ölümsüze mezarı başında bir daha dinleterek mi? Anma törenine gelenlere Nuri Adalı derlemesinden birer kitap verilse çok mu olurdu acaba! Yoksa bir ulusal Türk şairin mezarı başında eserlerinin anısını sayanlara hediye edilmesi de mi suç bu memlekette! Tam böyle bir metinle herhangi bir yasa çıkmadı. Duyurulur! Bize Bulgaristan’da azınlık muamelesi yapılsaydı, yok olmaya yüz tutan kimliğimiz dimdik ayakta kalırdı. Fakat FETÖ’nün Sofya ve Plovdiv’teki “Drujba” okullarında okuyan Türk, Pomak ve Çingene kalburüstü kesimin çocukları etnik topluluğumuzun içinde bir azınlık oluşturmaya başlamıştı. Bu okullarda, erkek ve kız çocukların ayrı okutulması, farklı yaklaşıma maruz kalmaları vb. onların kafalarını çelebildi. Onlar ya polis, ya işkenceci gardiyan, ya savcı ya da hakim olmayı hedef etmişlerdi. Babalarının parasıyla toplumdan git gide kopmuşlar ve normal yurttaşların üstünde, onları idare edecek, ayrı ayrı her birinin kaderini belirlerken karartacak, hepimize baskı uygulayacak, adaleti belirleyecek bir tabaka oluşturmaya hazırlanmışlardı. Bu iki okuldan çıkanların arasından Ahmet Doğan’ın “Multi Grup” ve Avrupa Birliği Eğitim Fonu Paralarıyla Sofya’da kurdurduğu ve Bulgar gizli polisinin “Altıncı Şube” şefi, “gestapo” lakabıyla ünlü Albay Prof. Dimirır İvanov’un eline teslim edip halkımızı, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü ve kimliğimizi içinden oyacak yeni daha keskin çelik bilyeler hazırlandığını görmeyenlere veya görmek istemeyenlere, hey uyanın artık!, demek istiyoruz. Dünkü gün, haberleri gözden geçirirken, eski başbakanlardan ve 1989’da başımıza balyoz indiğinde Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı olan Mesut Yılmaz’ın FETÖ sisteminin 150 ülkeye yayılışı, 100 milyar US Doları bulan bir darbeci servete sahip olması konularında cumhuriyet savcısına verdiği ifadeleri okudum. “Ecevit’e sordum, dokunma, dedi” diyor. Feytullahçı asker kaçakları, sermaye kaçakçıları, ılımlı İslamcıları Sofya’ya toplanırken, “Bulgaristan Zaman” gazetesi ve “Ümit”
Filler tepişirken çimenler ezilir 1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
“Türk Dünyasını Bolu’da Buluşturmak İstiyoruz” kapsamında yapılan “Köroğlu Heykeli Yarışması” sonucunda Türk devletlerinin katkılarıyla Bolu’da yapılacak Köroğlu Parkı’nın ve Türk Dünyası’nın ortak simgesi belli oldu. Köroğlu Müzesi, Araştırma ve Kongre Merkezi ile boyu 30 metreyi bulacak olan Köroğlu heykelini içinde bulunduran projenin tamamlanması ile başta Türkiye, Balkanlar, Kavkaslar, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan olmak üzere kendisini Türk hisseden Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz tüm devletler ortak bir parka sahip olacak. Türk Dünyasını Köroğlu Festivali ile Bolu’da bir Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz, araya getirmek istediklerini söyleyerek, “Amacımız Türk dünyasının kültür bakanlarının, başba- yaptığı açıklamada, Köroğlu’nun Türk dünyasının kanlarının ve cumhurbaşkanlarının buluştuğu bir ortak kahramanı olduğuna dikkat çekerek, “Değiplatformu Bolu’da oluşturmak” dedi. Bolu Bele- şik yerlerde ufak tefek farklılıklar olsa da bu kahdiye Başkanı Alaaddin Yılmaz, Türk dünyasının ramanın özü değişmiyor. Her yerde aynı Köroğlu ortak kahramanı olan Köroğlu sayesinde, Türk ile karşılaşıyoruz. Biz de Bolu’da yaşadığını bilidünyasının kültür bakanlarını, başbakanlarını ve yoruz. Dörtdivan’da doğduğunu Bolu dağlarında cumhurbaşkanlarını Bolu’da buluşturmayı amaç- Köroğlu dağlarında yaşadığını Çamlıbel’de bulunladıklarını söyledi. Bolu’da bu yıl dördüncüsü dü- duğunu biliyoruz. Bunların hepsi Bolu’da.” şekzenlenen Marka Şehir Bolu ve Köroğlu Festivali linde konuştu.
İktidardaki GERB partisinin cumhurbaşkanı adayının henüz bilinmediğini televizyonda yorumlayan Başbakan Boyko Borisov, kaygılı bir ifade ile Bulgaristan’ın dış siyasette son derece karmaşık bir durumda olduğu vurguladı. Borisov, bu açıklamayı yaparken belki de bir sonraki cumhurbaşkanı ve silahlı kuvvetler başkomutanının ülkedeki güvenliğin ve huzurun garantörü olması gerektiğini telkin etmeye çalışıyor ve cumhurbaşkanı görevinde belki de kendini görüyor. Bunun böyle olup olmadığını söylemek henüz mümkün değil, kesin olan bir şey var, o da Borisov’un içinde bulnduğu jeopolitik durumdan gerek başbakan, gerekse cumhurbaşkanı olsun zarar görmeden zor çıkacağıdır.
Geçen hafta Sankt Petersburg’ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında uzun zamandır beklenen görüşme gerçekleşti. Artık 53 yıldır devam eden üyelik müzakereleri sürüncemedeyken Rus–Türk görüşmelerin sonucu, dolaylı şekilde olsa da komşu Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinin önümüzdeki dönemdeki seyrini belirleyecek. Sadece Brüksel’de değil, Sofya’da da gözler San Petersburg’a çevirildi, çünkü orada konuşulan enerji projeleri, Bulgaristan’ı doğrudan ilgilendiriyor. Diğer her devlet için olduğu gibi, Bulgaristan için de enerji tedariği kilit önem taşıyor. Dahası da ülkemiz enerji ihtiyacının yüzde 95 kadarını Rusya’dan karşılarken enerji tedariği, jeopolitik bir anlam da kazanıyor. Enerjideki bağımlılık ne Bulgaristan’ın, ne de Atlas Okyanusu’nun berisi ve ötesinde bulunan ortaklarının hoşuna gitmiyor. Bu bağımlılık, onyıllardır iktidarda sosyalist, yani Rus yanlısı veya muhafazakar, yani Batı yanlısı hükümetin olduğuna göre ülkenin izlediği enerji politikasında rota değişikliğine yol açıyor.
Bulgaristan’ın AB Dönem Başkanlığı, yaklaşık 75 milyon avroya mal olacak Eurostat: Romanya ve Bulgaristan için AB’de en büyük yoksulluk Romanya ve Bulgaristan AB’de yoksulluk ve sosyal dışlanma bakımından birinci sırada yer alıyorlar. AB’nin istatistik dairesi Eurostat’ın verilerine göre 2014 yılında bu iki devletin nüfusunun % 40’ı benzer durumda bulunmuştur. Araştırmaya göre, AB’nin fakirlik ve sosyal dışlanma ile yüzleşen nüfusu % 24,1’i teşkil ederken Çekya’da bu oran 14.8’dir.
2018 yılındaki Bulgaristan’ın AB Dönem Başkanlığı, yaklaşık 75 milyon avroya mal olacak. Bunu Dönem Başkanlığı’nın hazırlık merkezi müdürü Lübomir İvanov bildirdi. İvanov, Dönem Başkanlığı’nı hazırlayacak ekibin bin 200 kişiden ibaret olacağını açıkladı. Sözlerine göre bu kişileri ücretleri var olan ücretler çerçevesinde olacak. Eylül ayı itibariyle kadroların hazırlığı başlayacak. Bu sürecin 2017 yılının ortalarında tamamlanması bekleniyor.
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası öncesinde aday arayışı Yaz tatiline çıkmadan önce parlamento Bulgaristan’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 6 Kasım’da olmasını kararlaştırdı. Seçime kadar iki buçuk ay kalıyor, siyasi güçler ise adaylarını henüz belirlememiştir. Bazılarında adaylar pek çok, diğerlerinin ise henüz adayları yoktur. Bu gecikme, çok dikkat çekiyor ve bazı siyasetçilere göre toplumun zararınadır. Belli ki siyasi güçler, kendi üyelerinden adaylar belirlemekte zorluk çekiyor. Bu yüzden şimdiye kadar belirlenen adaylar arasında üç general da var. Bulgaristan Sosyalist Partisi ve ABV oluşumu, kısa bir süre öncesine kadar Askeri Hava Kuvvetleri’nin başkanı olmuş general Rumen Radev’in adaylığı etrafında birleşti. Demokratik Güçler Birliği
İstihbarat Dairesi’nin eski başkanı general Dimo Gyaurov’u aday gösterdi. İktidardakiler arasında ise cumhurbaşkanı adayının, eski general ve şimdiki Başbakan Boyko Borisov olması konuşuluyor. Bazı sosyologlara göre bu zor zamanlarda toplum istikrar ve milliyetçilik bekliyor, generaller ise tam bu hissi veriyor. Ama bu, gerçekten mi öyledir? Bu arada eski sosyalistTatyana Donçeva’nın “Hareket21”hareketi,solpartilerinortakcumhurbaşkanı adayı için görüşmelerden çekildi. ktidardaki güçler arasında durum çelişkilidir. Küçük koalisyon ortağı olan ve beş partiden oluşan Reformcu Blok, kendi adayı olacağı doğrultusunda ortak karar almıştır. GERB şimdiye kadar adaylar bildirmiyor ve bunu ancak Eylül ayında yapacağını söylüyor.
Bulgar kökenli akrabası olana Bulgaristan vatandaşlığı Bulgaristan Parlementosu’nda milletvekilleri yurtdışında ikamet eden ve Bulgaristan’da en az bir Bulgaristan vatandaşı akrabası olan kişilerin Bulgaristan vatandaşlığı alma yasa önergesini ön görüşmede kabul ettiler. Bu kanun önergesi dahilinde altıncı dereceye kadar Bulgaristan vatandaşı akrabası olan kişiler vatandaşlığa başvurma hakkını kazanmış olacak. Dört yıl önce Birleşmiş Milletler’in yayınlamış olduğu rapora göre 2050 yılına kadar nüfusu en fazla azalacak 12 ülkeden biri olan Bulgaristan ilk sırada yer almaktadır. Rapora göre 2 153 000 kişi nüfus kaybı olacaktır ve toplamda 7 545 000 olan nüfus 2050 yılında 5 392 000 gerilemiş olacak. Bu rapor doğrultusunda Bulgar kökenli
akrabası olan veya kendini Bulgar olarak tanımlamış ve benimsemiş kişilerin istekleri olması halinde Bulgaristan vatandaşlığı alabilme imkanından faydalanabilecektir.
Türkiye Yenikapı’da Tek Yürek Tek Bilek