Çorlu CHP’de “Türkan Bebek ve Kimlik Sorunu” Konferansı 25.12.2017 son günlerinde bu denli sıcak ve kalpten duygularla dolu bir buluşmaya Çorlu CHP İlçe Başkanlığı Kadın Kollarının düzenlediği konferastan
Siyasi ve Aktüel Gazete
Değerli Başkanım, Sayın Nesibe Hanımın daveti üzerine bu gün aranızdayım. Sevgili anneler, bacılarım, kız kardeşlerim. Sayın konuklar ve misafirler, 2017’nin son günlerinde bu denli sıcak ve kalpten duygularla dolu bir buluşmaya Çorlu CHP İlçe Başkanlığı ve Kadın Kolları Başkanı Hava ÇOLAK hanımefendiye ve Nesibe hanım tarafından davet edilmem beni çok onurlandırdı. Size, derneğinize ve ailelerinize Başkanı olduğum Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) İstanbul / Bayrampaşa dernekçi yazar ekibimiz, arkadaşlarım ve derneğimizin üyesi olan soydaş bayanlarımızdan kucak dolusu, sağlık, başarı ve mutluluk dilekleri getirdim. Hedefimizde birlik, dünya görü-
Yıl - 15 Sayı: 127 Aralık - 2017 -
şümüzü değiştirme, yeni irade ve fikir birliği, eylemde beraberlik, TÜRKİYE projelerinde buluşma dilekleri var. Cumartesi ve Pazar günleri Bulgaristanlı soydaşların büyük kalesi Yeşil Bursa’da idim. Orada, en büyük soydaş dernek ve federasyonlarımızdan Balgöç Kan tazeledi. Soydaşımız, Prof. Dr. Yüksel ÖZKAN yeniden Genel Başkan seçildi. Pomaklar da yalnız irade ve amelde birlik değil, dil, din, gelenek, kültür ve yaşam tarzında da beraberlik yolunda yeni adımlar atıldı. Yani sizin bugünkü değerli buluşmanıza Yeşil Bursa’dan da başarı ve sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir 2018 dilekleri getirdim. Ayrıca Eski Konfederasyon başkanı Turan GENÇOĞLU Bulgaristan Türklerini birliğe davet etmesini anlayamadık. Devamı 8’de
Türkan Çe şme
“Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Ögretmek Bizim Görevimiz “ Kırcali Türkan Çeşme Anıtı
sınırları 780 bin km2 yüzölçümünden ibaret değil BALGÖÇ Derneği’nin 17. Olağan Kongresi yapıldı Türkiye’nin Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, BAL-
Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği 17. Olağan Kongresi 24.12.2017 tarihinde Yıldırım Yunusemre Kapalı Spor Salonunda gerçekleştirildi. Eski Başkanlarımızdan Prof. Dr. Emin Balkan’ın divan başkanlığını yaptığı kongrede divan heyetinde BGF mensubu İzmir Bal-Göç, Yalova Bal-Göç Genel Başkanları ile 2 adet Bal-Göç Şube temsilcisi görev yaptılar. Bal-Göç Genel Başkanı Prof. Dr Yüksel Özkan’ın açış konuşmasından sonra sırasıyla Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, Bal-Göç Onursal Başkanı
Turan Gençoğlu, Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey , CHP Bursa Milletvekili Erkan Aydın, MHP İl Başkanı Tevfik Topçu katılanlara yönelik birer selamlama konuşması yaptılar. Kongre esnasında Orhangazi Belediye tarafından BalGöç Orhangazi Şubesine tahsis edilen 1500 metrekarelik 3 katlı sosyal tesisin devir protokolü Orhangazi Belediye Başkanı Neşet Çağlayan tarafından Bal-Göç Genel Başkanı Prof. Dr. Yüksel Özkan’a teslim edildi.
GÖÇ’ün 17. Olağan Genel Kurulunda; Türkiye’nin her geçen gün bölgesinde güçlendiğini belirten Çavuşoğlu, özellikle son 16 yılda önemli bir değişim, dönüşüm ve gelişim süreci yaşandığını vurguladı. Türkiye’nin her zaman mazlum ve mağdurların yanında olduğunu. Türkiye’nin sınırları 780 bin kilometrekare bir yüzölçümünden ibaret değil, bizim sınırlarımız resmi sınırlarımızı aşan gönül sınırlarımıza tekabül eden bir hinterlanda sahip. Dolayısıyla biz ülke olarak güçlü olmak zorundayız. Kardeşlik hukukumuzu muhafaza ederek, hem gücümü tahkim etmek hem de bizlerden aman dileyen, derman bekleyen insanların bulundukları yerlerde güven içinde yaşamlarını sürdürmelerini temin etmek zorundayız. Bulgaristan ile ilgili somut adım atmamız lazım Balkan coğrafyasının ilkeleri, değerleri, gelecek nesilleri için çok bedel ödediğinin altını çizdi. Balkan coğrafyasında bugün eğer bazı şeyleri aşabilmişsek baktığı-
mız zaman 1980’li yılların ortasından başlayan asimilasyon ve baskı politikalarına karşı gelişen ruhun beraberinde getirdiği imkanlar olmuştur. Şimdi bize düşen bir şey var. Bugün Bulgaristan’daki genç nüfus ekonomik sebeplerden dolayı bir başka ülkeye göç etmek zorunda kalıyor. Ekonomik olarak sıkıntılar var. Şimdi bir araya gelerek somut adım atmamız gerekiyor. Bulgaristan’da soydaşlarımıza ve orada yaşayan insanlara istihdam sağlayacak nasıl bir yatırım yapabiliriz bunun arayışı içinde olmamız gerekir. Artık söz söyleme, hamaset yapma dönemi geçti, adım atmak, elimizi taşın altına koyma vakti geldi.
Madan’dan Edremit’e kardeş ziyareti Büyükelçi H.Ulusoy, Yardım Kampanyasında Üç günlük resmi ziyaret için Balıkesir’in Edremit ilçesine gelen Bulgaristan’ın Madan Belediye Başkanı Fahri Ademov Molaysenov, Bulgar Milletvekili Hayri Sadakov, Madan Meclis Başkanı Behcet Sirakov ve 30 kişilik heyet gezilerinin son gününde kardeş kent Edremit’in Belediye Başkanı Kamil Saka’yı makamında ziyaret etti. Belediye Başkan Yardımcıları Fatma Özgirgin, Mehmet Ertaş ve Metin Tunçer’in de bulunduğu ziyarette Başkan Saka yaptığı açıklamada, “Kardeş kentimiz Madan’dan gelen konuklarımızı kentimizde ağırlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Karşılıklı diyalog içerisinde kardeşlik ilişkilerimizi geliştirmeye devam
Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Hasan Ulusoy, Cumhurbaşkanlığı himayesinde gerçekleşitirilen ‘Bulgar Koledası’ adlı yardım kampanyasına katıldı.
edeceğiz.”dedi. Yapmış oldukları 3 günlük ziyaretten duydukları memnuniyeti dile getirdi. Madan Belediye Başkanı Fahri Ademov ise”Burada bulunmaktan dolayı mutluyuz. Kentinizin güzelliklerini ve yaptığınız çalışmaları yakından görme fırsatı bulduk. Barış ve kardeşlik bağımızın daha da güçlenmesini diliyor, sizleri de kentimize bekliyoruz.” dedi.
Sağlık sorunları yaşayan küçük çocuklara yardım amacıyla organize edilen ‘Bulgar Koledası’na katılan Büyükelçi Ulusoy, bağışta bulundu.
asgari ücret 510 leva olacak Türkiye’nin en başarılı kadın girişimcisi Bulgaristanlı Bulgaristan’da 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren asgari saat 1 Ocak 2018 tarihi itibariyle asgari işçi üc-
Garanti Bankası’nın, Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) ve Ekonomist dergisi iş birliğiyle 11. kez düzenlediği, “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’nın” kazananı, 1K Kimya’nın kurucusu “Sevginar Baştekin” oldu. Türkiye’deki kadınların ticari ve sosyal “girişimci ruhunu” ortaya çıkartarak, kadın girişimci sayısının gelişmiş ülkelerin seviyesine yükselmesine katkıda bulunmak amacıyla gerçekleştirilen “Türkiye’nin Kadın Girşimcisi Yarışması”nın sonuçları 28 Kasım’da düzenlenen bir törenle açıklandı. Yarışmaya yıllık cirosu 40 milyon liranın altında kalan 34.284 kadın girişimci başvurdu. Dört kategoride ödüllerin verildiği yarışmanın ana kategorisinde, finale kalan 5 kadın girişimci arasında 1K Kimya Kurucusu Sevginar Baştekin 2017 yılı Türkiye’nin Kadın Girişimcisi seçildi. Bu yıl ilk kez ana kategoride iki kazanan oldu. Sosyo Plus Bilgi Bilişim’in (Insider) kurucusu Hande Çilingir ile birlikte ödülünü Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Cemal Onaran’ın elinden alan Baştekin konuşmasında; ‘sıfırdan değil eksiden başladım” dedi.
reti 510 leva olacak. Hükümet, önümüzdeki ücreti 3,07 leva olacak. yıl asgari işçi ücretinin bu yıla göre yüzde 10,9 oranında artırılması kararı aldı. Asgari ücret tutarının yükseltilmesi iş arayanları motive edecek ve çalışanlar arasında yoksulluk riskini azaltmaya katkıda bulunacaktır. Bu zam, hükümetin sürdürülebilir bir şekilde yaşam standardını yükseltme yönündeki önceliğini yansıtıyor. Asgari ücretin 510 levaya yükseltilmesi, ekonomik büyüme, son yıllarda sürdürülebilir bir şekilde gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) büyümesi, istihdam edilenlerin artması ve ülkedeki ortalama ücretin artışıyla kolaylaştı.
Sayı 127 - Aralık 2017 2 2
Bulgaristan Türklerinin Sesi AKTÜEL - Tarih
Soykırıma karşı ilk ayaklanmaların kurbanları
Alptekin CEVHERLİ Toplumsal Başkalaşım Kıskacında…
24 Aralık 2017 Eskiden sokakta bir şey yemek ayıp sayılırdı. Olur, imkânı olmayan biri görür de canı çekerse diye düşünülür, sokakta oynarken dahi bir poğaçayı ya da içine bir şeyler konmuş bir parça ekmeği dahi annelerimiz elimize vermezdi. – Gel içeride yemeğini ye, sonra çıkıp oynarsın, arkadaşlarına ayıp olmasın, denirdi. Lokantaların camlarında içerisi görünmeyecek şekilde tel üzerine gerilmiş tül perde olurdu. Böylece içeride kim ne yemek yiyor görünmez, sokaktan geçenlerin canı çekmesin diye azami gayret gösterilirdi. Ya da bir yere gittiğinizde, orayı eşinize dostunuza anlatırken, yeme içme konusuna girerseniz edeplice uyarılırdınız: – Yediğin içtiğin senin olsun, sen gördüklerini – gezdiklerini anlat diye… Yemek yerken ekmek kırıntısı ya da eski adıyla ‘furda’ yere dökülmesin, sonra bereketi kaçar denirdi. Bu nedenle de sofra bezi veya peçete benzeri büyükçe bir örtü üzerinde yemekler yenilirdi ki, ekmek kırıntıları yere dökülmesin de, yiyeceklerimizin bereketi kaçmasın. Yemeğe oturmadan mutlaka eller yıkanırdı ki, günlük iş gailesi içerisinde pis bir şeyleri tuttuysak yiyeceklerimize o ellerle dokunduğumuzda mikrop kapmayalım da hasta olmayalım denirdi. Bu arada bunun töresel ve dini olarak yemeğe oturmadan ve yemekten sonra da mutlaka ellerin yıkanacağı kuralı vardı. Vardı diyorum, çünkü artık yok… Bunlar geçmişte kaldı. Geçmiş dediğim de öyle Osmanlı – Selçuklu dönemi filan değil ha, 15 – 20 yıl kadar öncesinden bahsediyorum. Şu an yaşı 35 ve üzeri olanlar sanırım bu dediklerimi hatırlamışlardır… Eskiden sokakta açıktan simit yemeği dahi ayıp gören ve 1 lira 25 kuruşluk simidi alamayan olabilir, canı çeker de ayıp olur diye düşünen milletin çocukları artık, yol kenarlarında kaldırım üzerine atılmış masalarda yanından gelip geçenlere aldırmadan kebaptır, köftedir lupur lupu mideye gönderiyor. Fakir fukaradan biri ya da bir dilenci yanına geldiğinde de önce azarlayıp, ardından garsonlar vasıtasıyla gereği yapılıyor… Lokantaların yerini ‘Restoranlar’ alınca, camlar fora olduğu gibi, binaların dış cephesi ve vitrinleri de tok adamı bile acıktıracak enfes yemek fotoğraflarıyla donanıverdi… Artık gezilen yerlerin fotoğraflarını facebuk’a, integram’a ve tviter’e atarken en önemli ayrıntı: Yenilen yöresel yemeklerin başında, fotoğraflar oluyor… Görgüsüzlüğün bu kadarına pes dedirtircesine de; ‘Soframız hazır, buyurun’ diye de sanki 500 kilometre ötedeki ahbaplar gelebilecekmiş gibi bir de ukalalık yapılıyor. Şimdi ayakta gezerken bir şey yemek artık ‘in’ olunca, mecburen sofra bezleri de ‘out’ oluyor. Bu arada ekmek kırıntısının bereketi, bunların sofradan özenle toplanıp kuşlara verilmesi filan da tarihteki yerini alıyor. Bereket mi? O da neymiş, kaldı mı ki? Artık yemekten önce eller yıkanmıyor, ama yemekten sonra ıslak mendille kibarca dudaklarda kalan yağlar temizleniyor. Bu da bir şeydir tabii. Avrupalıların tuvalet kültürü olmadığı için parfümü icat etmeleri gibi bir şey, ama olsun… İş vatan millet, din iman, insan hakları eşitlik konularına gelince mangalda kül bırakmayan bir toplum için bu da bir şeydir. Biz mi başkalaştık, yoksa her şeyi boş vere, boş vere bu hale mi geldik? Hani eski bir şarkı derdi ya: “Boş vere boş vere ne hale geldik?” “Her yüze güleni biz dost bildik” “Geçti aylar, geçti, geçti yıllar…” “Neredeydik, nerelere geldik!”
Plevne’de Asal Altay kontrbas resitalinde
Edirne’nin en genç virtüözü, yaşından büyük başarılara imza atan Kontrbasçı Asal Altay, ilk yurtdışı kontrbas resitalini geçtiğimiz günlerde Bulgaristan’ın Plevne şehrinde verdi. Kontrbasın genç yıldızının, Svetlin Rusev Donative Exhibition Sanat Merkezi’nde verdiği konser, sanatsever seçkin bir topluluk tarafından izlendi. Konseri izleyen sanatseverler arasındaki soydaşlarımız da duygularını, “Çok beğendik, gurur duyduk” sözleriyle dile getirdi. Trakya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sanat Eğitim Merkezi Konser Salonunda 4 Aralık 2017 günü verdiği ilk kontrbas resitalinin ardından ilk yurtdışı kontrbas resitalini Plevne’desunan genç virtüöze Edirne’nin
genç piyanisti Akansu Eray eşlik etti.Büyük beğeni kazanan resital sonrası izleyenler beğenilerini coşkulu alkışlarla ve yoğun tebriklerle gösterdi. Konser sonrası Asal Altay Sofya’dan ve Plevne’den yeni konser davetleri aldı. Ülkemizi Bulgaristan’da başarıyla temsil eden, Trakya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı lisans dördüncüsınıf öğrencisi olan 21 yaşındaki Asal, Edirne’nin en genç virtüözlerinden. Kontrbas eserlerinin en seçkin örneklerini, kontrbasın sınırlarını zorlayan eserleri ve kendi düzenlemesi olan klasik eserleri içeren zenginbir repertuvarı Plevne’de de başarılı bir performanslasunan Asal genç yaşına karşın büyük başarılara imza atan bir sanatçı.
Asırlara meydan okuyan tarihi köprü: Volçan Köprüsü
Rezve Deresi üzerine kurulu ve Osmanlı dönemine ait bir ayağı Türk, bir ayağı ise Bulgar tarafında bulunan üç kemerli Volçan Köprüsü, içinde bulunduğu doğaya adeta kenetlenmiş durumda. Boztaş Köyü’nün 5,1 km kuzeybatısında, İncesırt Köyünün 4,7 km kuzeydoğusunda Bulgaristan sınır hattını oluşturan Rezve Deresi üzerinde bulunuyor Volçan Köprüsü… Orman içerisinde bulunan köprüye araçla ulaşım sağlanamıyor. Kırklareli’nin İncesırt köyünde başlayıp yine bu köyde tamamlan yedi saat boyunca yapılan yaklaşık 17,5 kilometrelik doğa yürüyüşü ile köprünün olduğu yere ulaşabiliyorsunuz. Yol, doğa gezginleri için vazgeçilmez bir serüven vaat ediyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Alman ordusunun işgali ihtimali nedeniyle Türk tarafınca bir kısmı yıkılan köprü, yılın bazı za-
manlarında Türk ve Bulgar doğaseverlerin ortak buluşma alanı oluyor. Kesme taş ile üç kemerli olarak yapılmış köprünün günümüzde sadece tek kemeri sağlamdır. Kuzeybatı, güneydoğu istikametindedir. Güneydoğu tarafı Türkiye kısmındaki kemer ayaktadır. Diğer kısım çökmüş, taşları etrafta dağınık durumdadır. Köprünün sağlam olan kısımlarını incelendiğinde 5 metre eninde, orta kemer açıklığının yaklaşık 10 metre, kenar kemerlerin de yaklaşık 7 metre açıklıkta olduğu görülmektedir. Yıkılmış olan kemerlerin ayakları da görülebilmektedir. Yüzyıllara meydan okuyan Volçan Köprüsü, Türk ve Bulgar tarafınca oluşturulacak ortak bir proje ile yeniden eski haline kavuşacağı günü bekliyor. Köprü Rumeli’de asırlara meydan okuyor.
Kırcaali’nin Ardino (Eğridere) ilçesinin Mleçino ( Sütkesiği) köyünde 24 Aralık 1984 yılında komünist totaliter rejimi tarafından başlatılan Türklerin isimlerinin değiştirme kampanyasına karşı ilk büyük yürüyüşün düzenlenmesi münasebetiyle köy meydanında bu yıl da geleneksel olarak anma töreni yapıldı. 24 Aralık 1984 tarihinde meydana gelen olayların 33. yılı anılırken, törene katılanlar bu tür olayların bir kez daha yaşanmaması arzusunu dile getirdiler. 33 yıl önce soğuk aralık gününde Tosçalı, Ahmatlar (Dolno Prahovo), Hallar ve Karamusollar (Çernigovo) köylerinden yaklaşık 3 bin kişi Sütkesiği köyüne toplanıp isim değiştirme kampanyasına karşı çıkıyorlar. Olay sırasında çok sayıda Türk tutuklanıp Belene kamplarına gönderiliyor. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Eğridere İlçe Başkanlığı tarafından organize edilen anma etkinliğine bu yıl da çok sayıda soydaş katıldı. Törende HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı yanı sıra HÖH Avrupa milletvekilleri, Bulgaristan Parlamentosu Milletvekilleri, Belediye Başkanları, Kırcaali ili il ve ilçe belediye ve Meclis başkanları, Türkiye’den bazı dernek temsilcileri yer aldı. Anma etkinliği çocukların 24 Aralık 1984 yılı olaylarına adanmış şiirlerle başladı. Çocuklar ülkemizde ve tüm dünyada barış olması için havaya güvercinler saldı. HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı yapmış olduğu konuşmasında partisinin ülkeyi yönetmek için hazırlandığını belirterek, hükümette aşırı milliyetçi ve faşist partiler yer aldıkça gensoruların da sunulacağını söyledi. Karadayı partililere Bulgaristan’ı yönetmeye hazır olun çağrısında bulundu. Tören, HÖH partisinin etkin üyelerin, yurt içinden ve yurt dışından gelen duyarlı konukların ve yerli halkın köy meydanındaki 24 Aralık 1984 yılı anıt çeşmesine çelenk ve çiçek koyarak saygı duruşlarıyla son buldu. 1984 Sütkesiği ayaklanmalarının organizatörlerinden RıfatYağcı,KırcaaliHaberGazetesineşuaçıklamayıyaptı: “24 Aralık 1984 Sütkesiği ayaklanmalarının organizatörlerinden Rıfat Yağcı, olaylarla ilgili şunları söyledi: “Bizler bugün 33 yıl öncesini anmak için geldik. 24 Aralık 1984 dönemin komünist rejiminin Bulgaristan Türklerine yönelik asimilasyon kampanyasına karşı, Bulgaristan tarihindeki ilk direnişin anısına… Şehitlerimizi anmak, kahramanlarımızı alkışlamak, o günleri anlatmak için buradayız. O günler ki, acı ve ıstırap dolu o günler… Bulgaristan Türklerine yönelik baskılar 1984 yılından çok daha önceden başlamıştı. Önceleri dilimize ve dinimize müdahale ettiler. Daha sonra ise geleneklerimize… Bir yıl var ki 1984 sonbahar ayları, komünist rejimin kuklaları isimlerimizi değiştirmeye kalkıştılar. Geceleri köyler basılıyor, zorla isimler değiştiriliyor ve karşı gelenler akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz bırakılıyordu. Yaptıkları zulüm ve işkencenin şahidi olmasın diye de geceleri basılıyordu, köyler ve de toplu direnişe neden olmasın diye bu akşam bir köyde 2-3 aile, yarın ise başka birinde 3-5… Halkımız ise evlerine giremiyor, genç, yaşlı, çoluk çocuk dağlarda yaşıyordu. Soğuk kış gecelerine üşümemek için ormanlarda kulübeler yapıyor, kuyular kazıyor ve oralarda kalıyordu. Biz gençler ise halkımızın bu acı ve ıstırap dolu durumdan nasıl kurtulacağını tartışıyorduk. Geceleri toplanıp durum değerlendirmeleri yapıyor, halkımız baskın yemesin diye geceler boyunca nöbet tutuyorduk. Çember daralıyor, sinirler iyice geriliyordu. Çare bulamadık. Dur demeliydik. Ve 23 Aralık 1984 Pazar günü “Birlikten güç doğar” parolasıyla topluca hareket etme kararı aldık. Akşamüzeri köyümüzden 20 kişi Tosçalı’dan bizlere katılan 7-8 arkadaşımız, Hallar köy meydanında açık hava toplantısı yaptık ve tarihi bir karar aldık. Bir miting yapacaktık, barışçıl bir miting. Bütün köye haber yaydık. Birkaç dakika içerisinde 300 kişi köy meydanında toplandı ve kararımızı bildirdik. Ertesi sabah yani 24 Aralık 1984 sabahı erkenden yollara çıkıp Sütkesiği meydanında toplanacaktık. Burada netice alamazsak Kırcaali, orada da olmazsa Filibe’ye yürüyecektik. Çıktık bir kez bu yola, yoktu bu işin dönüşü, sesimizi duyurana kadar devam edecektik. Ancak milis işbirlikçileri de boş durmuyordu, bu nedenle çabuk hareket etmek zorundaydık. Aynı gece Hallar’dan ve Tosçalı’dan birer grup kendi köylerini haberdar ettiler.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 127 - Aralık 2017 Bulgaristan
2017’de Filibe, en çok Türk turistler tarafından ziyaret edildi
2019 Avrupa Kültür Başkenti olacak Plovdiv’i (Filibe) 2017 yılında en çok ziyaret eden yabancı turist Türkler oldu. Filibe Başkonsolosu Hüseyin Ergani, 2017’de 20 bin Türk turistin Filibe kentini ziyaret ettiğini söyledi. Ergani,
Türk turistlerinin Bulgaristan’a büyük ilgi göstermesine rağmen, vize sorunun engel oluşturduğunu ifade etti. 2007 yılında AB üyesi olan Bulgaristan hala Schengen ağına üye değil ve Türk vatandaşlarına vize uygulaması devam ediyor.
Breznitsa, ‘Kurtuluş Bayramı’nı kutladı
Breznitsa’da geleneksel olarak her yıl kutlanan ‘Kurtulaş Bayramı’ şenlikleri düzenlendi. 1989 yılında Müslüman isimlerinin geri verileceği açıklandığı gün her yıl Blagoevgrad’a bağlı Breznitsa kasabasında kurtuluş bayramı olarak kutlanıyor.
Breznitsa muhtarı İsa Sakali “Her yıl Breznitsa türküleri eşliğinde eğlenip oynuyoruz. 29 Aralık 1989 tarihinde isimlerimizin geri verilmesini her yıl bayram olarak kutluyoruz” dedi. Ajans Bulgaristan
TOLL otoyol ücreti sistemi projesine yine engel Rekabetin Korunması Komisyonu, kamu ihalesine itiraz edilmesine rağmen yol ücretleri tahsil edilmesine ilişkin TOLL sistemi kurma projesinin uygulanmasına başlanmasına izin verdiği bildirildi. Ancak projeye yine başlanamayacak, çünkü komisyonun buna ilişkin kararına da Yüksek İdare Mahkemesi önünde itiraz edildi. Konuyla ilgili 24 Çada gazetesine mülakat veren Bölgesel Kalkınma ve Bayındırlık Bakanı Nikolay Nankov, mahkeme kararının yıl sonuna kadar veya Ocak ayının başında çıkmasını beklediğini dile getirdi. Mahkemeden çıkan kararın davacıların lehine olmadığı takdirde yol ücretleri tahsil edilmesine ilişkin TOLL sistemi kurma projesi kapsamında düzenlenen kamu ihalesini
kazanan müteahhit firma ile sözleşme imzalanmasına imkan vereceğini söyledi. Bakan, TOLL sistemi kurma çalışmalarının yaklaşık 7 ay süreceğini ifade etti. Nankov, Trafik Kazası Mağdurları Derneği ile anlaşmaya göre 2018 yılında 55 km’lik karayol kesiminin tamir edileceğini ve güvenlik altına alınacağını bildirdi.
Bitcoin piyangosu Bulgaristan’a vurdu! Bulgaristan’da Mayıs ayında yapılan bir yolsuzluk operasyonunda ele geçirilen kripto para Bitcoin’in fiyatının artmasıyla birlikte toplam değerinin 3.3 milyar euroya ulaştığı belirtildi. Son haftalarda dünyanın konuştuğu kripto paraBitcoin‘in fiyatındaki dalgalanmanın en çok faydalananlardan biri de Bulgaristan hükümeti oldu. Ülkede Mayıs ayında yapılan yolsuzluk operasyonunda ele geçirilen Bitcoin’lerin fiyatının yaklaşık 3 milyar dolara ulaştığı farkedildi. Bulgar polisi, Mayıs ayında bir organize suç örgütüne yönelik operasyon başlattı. Polis yetkililerine göre, suç örgütü ülkeye gıda ithalatı yaparken gerekli gümrük ücretlerini ödememek adına Bulgaristan gümrüklerindeki bilgisayarlara girdi. Çete üyelerinin, bazı
gümrük görevlilerine rüşvet vererek, virüs içeren bir dosyayı bilgisayarlara yüklettikleri ve bu yolla gümrük sisteminin içine sızdıkları belirtildi. Bulgaristan’ın dışında, Makedonya, Yunanistan, Romanya ve Sırbistan’da da bağlantıları bulunan örgüte yönelik Mayıs ayında düzenlenen operasyonda 100’den fazla adrese baskın yapıldı, 5’i gümrük memuru 23 kişi gözaltına alındı. Polis, iletişim araçları, bilgisayarlar, tabletler ve banka dökümanlarına el koydu. Polisin el koydukları arasında tam 213 bin 519 Bitcoin de vardı. Ele geçirildiği dönemde, bir adeti 2354 dolar olan Bitcoin’lerin toplam değeri yaklaşık 500 milyon dolardı. Ancak aradan geçen 7 ayda Bitcoin’de yaşanan yükseliş Bulgar hükümetini de adeta ‘zengin’ etti.
Politik Not: Tarihsel Geleneklerimize sahip çıkalım. Bulgaristan Türklerinin kendi özlerine ve tarihlerine dönme zamanı geldi. Türkiye’de Bulgaristan Dernekleri Federasyonu kurma zamanı geldi. Bu yazımı kaleme almama vesile olan 24 Aralık 2017 (Pazar gün) Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı olarak katıldığım Bursa – BALGÖÇ Kurultayında Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turhan Gençoğlu’nun, Bulgaristan’da soydaşları temsil eden siyasi partilerin birleşmesi… ve Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar (DOST) Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca’nın “birleşim” çağrılarının çok yanlış olduğu cevabıdır. *** 2017 yılı siyasi bir atılım yılıydı. Todor Jivkov dikta rejimi yıkılandan beri bu kadar sert bir yüzleşme yaşanmamıştı. Yarısı Türkiye’de, yarısı Bulgaristan’da veya gurbette Bulgaristan Türk topluluğu da, tüm azınlıklar ve Bulgar halkıyla birlikte yenilik ve dönüşüm isteyen bir dip dalgası olarak uyandı ve hareketlenerek siyaset sahnesine çıktı. Bu uyanışın itici gücü olarak genç kuşağı ve komünizmi, bizde baskı, terör ve zulüm rejimini olarak ne varsa hepsini olumsuzlama ve yerine adil, insan haklarına saygılı, azınlık haklarını tanıyan, demokratik ve özgür bir sivil vatandaş toplum düzeni çağıranların gür sesini herkes işitti. Bizim yeniden uyanışımız Dobruca’da başlandı. Bu, aynı neden ve hedeflerle ikinci şahlanışımızdı. Birincisi 1984-1989’te totaliter devlet zulmüne karşıydı. İsimlerimizi, din ve kültürel haklarımızı, 1950 yıllarındaki kültürel otonomi statüsüne dönüş istekleriyle 1989 Mayısındaki ayaklanmamız bu direnişlerin zirvesi oldu. Bulgaristan Türkleri demokratik dönüşüm dalgasının ana taşıyıcı gücü, örgüt omurgasını oluşturan yapılanma olarak 1990’da kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketini 20. yüzyılda gördüğü eziyet ve çekilen zulmün bir eseri olarak kabul etti. 1984–1989 yıllarında totaliter devlet karşımıza kolluk kuvvetleriyle çıkmış, birçok kurban alarak ve her köyü, her hanemizi basarak Türk kimliğimize saldırmış, tüm aydın ve öncüler içeri atıp sürgün ederek, 500 bin Türk’ten de göçe zorlayarak kurtulunca “bu işi bitirdim” hesapları yapmıştı. Bu planlı ve örgütlü ırkçı devlet saldırılarının en yakın hedefinde “Türklerin Türk olduklarını asla kabul etmeyip” ülkede yaşayan tüm Müslüman azınlıklarla ilgili faşist ve totaliter komünist devlet siyasetinin özünü oluşturan “İslamlaştırılmış Bulgarlar” siyasetini sürdürmek vardı. Türk kimliğimize karşı aralıksız ve planlı devam eden siyasi saldırılar. 1912’de Osmanlıya saldırıp Edirne’de Selimiye Cami minarelerine Bulgar bayrağı diken Bulgar Çarlığı’nın da burnu dikilmişti. Bulgar milliyetçiliği 1913’te Batı Rodoplar’daki Müslüman Pomak kardeşlerimize “siz İslamlaştırılmış Bulgarlarsınız” saçmalıyla saldırdı. İsimlerini değiştirip, minarelerini yıktığı camileri kiliseye çevirdi. Evlerinden süngüyle çıkarılan köylülere vaftiz ettirerek Hıristiyanlaştırmaları denendi. Müslüman Pomakların başına kalpak geçirilmesi Hıristiyan ve Bulgar oldukları anlamına gelmedi. İsim ve din değiştirerek Kimlik aşılama siyaseti daha aynı yıl yenilgi alırken, 1918’de saldırgan Bulgar siyaseti iflas etti. Ardından çoğunun isimleri geri alındı. Fakat şu asla unutulmamalıdır Bulgar Çarlığının ilk yenilgisi 1913’te Batı Rodoplar’da yaşanmıştır. Ne var ki 20. asrı belirleyen tek dilli ve tek uluslu Bulgar devleti kurma siyaseti 100 yıl boyunca azınlıkları eritme, asimile ederek Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetinden asla vazgeçmemiş, hiç aralıksız ve şiddetlenerek devam eden bu yanlış politik uygulamaları günümüze kadar getirmiştir. Bulgaristan’da kimlik belirleme siyasetinin birkaç aşaması vardır. Pomak Kardeşlerimizle 1913’te başlayan bu iğrençlik 1934’ten 1944’e kadar şekil değiştirerek sürdürülürken, bu gün %60 lara varan oranda Pomak kardeşimizin Hristiyanlaştığı ortadadır. 1944’ten sonra Makedonlara, Ulahlara, Çingenelere, Tatarlara ve Türklere sıçramış, süreğen bir baskı, kırım ve kimsizleştirme zulmü halini almış, Çingene cephesinde 1964 ve 1972’de Pomak Cephesinde, 1984 – 1989 yılları arasında da Türklerin üzerine balyoz gücüyle inmiştir. Evet bu gün Osmanlı Türklerinden bile %10 civarında insanımız Hristiyan isimleri ile yaşamaktalar. 1990’da sonra şekil değiştirip “Bulgar Etnik Modeli” olarak eğitim öğretim ve kültürel yaşamımızı, Türk yaşam tarzımızı ve geleneklerimizi yasaklayarak ve özellikle de Türk diline saldırarak süregelmiştir. Evet bunu düzeltmek istemediler yine her zaman yaptıkları tuzaklarına devam ettiler. 1989’da halkımızın önderleri bu ülkeden kovulmasalardı bu isim değiştirme 1990 yılında REESEN OLACAKTI ve Bulgaristan kurulduğundan günümüze kadar Bulgar devletinin değiştirdiği Müslüman isimleri otomatik olarak herkesin ismi geri dönecekti… Ha yeniden Bulgar ismi almak isteyen olursa o başka bir konu, onları da serbest bırakmalıydı. Gelişmelerin niteliğinde birkaç özellik vardır. Bunlardan birincisi, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davası olarak alevlenip gelişen kimlik mücadelesinde 1985’ten sonra illegal ve yarı legal siyasi öncülerin belirmesidir. Bunların halkın birlik ve beraberliğini, koşulsuz dayanışmasını sık dokumayı ve ruhunu şahlandırmayı başarmasıdır. Türklük için ölünceye kadar mücadelede yılmazlık ve zafere inanç da hapishane koğuşlarında, sürgünlerde ve işkence odalarında devrimci su almıştır. Bir halk ayaklanmasının başarılı örgütlemesi de önemle vurgulanmalıdır. Çünkü halk ayaklanması bilinç
3 3
Rafet ULUTÜRK
Bulgaristan
Türk Kurultayı
Ne var ki 1990’da Bulgaristan’da çok önemli birkaç olay yaşandı. Devlet Türklerin etnik kimliğini, yani isim ve dini haklarını iade ederek Müslümanlar olarak tanıdı, fakat Türklerin kolektif haklarının hiç birini tanımadı. Türklere belleklerini ve tarihlerini unutturma siyaseti devam etti. 20. Yüzyılda Bulgar devletini gelişmesi ve ilerlemenin gelenekleri ve ilerleme atılımlarından güç aldığını tanımadı. Böylece kalkınma yolları kesildi. Biz Bulgaristan Müslümanları daha 1878’de esaret altına düştük. 1919’da tüm Müslüman dünyası esaret altındaydı. Fakat kölelik ve esaret zincirlerini kırıp egemenliklerini elde ettiler. Türkiye Cumhuriyeti kurulana ve Atatürk devrimi meyvelerini vermeye başlayana kadar Bulgar iktidarı İslam dinini boş bir ses olarak kullanarak uyanışımızı engelledi. Eğitim ve öğrenim olanaklarımızı kısıtlayarak güç tazelememize olanak vermedi. Müslüman kitlelerin ağır hareketliliğini, güçsüzlük ve takatsizlik olarak korumaya çalıştı. 1923 ve 1934 askeri darbelerinden sonra öğretmen birliklerimizin, sportif ve Turan derneklerimizin, kültürel derneklerimizin yasaklanmasının tek anlamı budur. Korkmaz, gözü pek, etnik bilinçli ve atılgan kadrolar yetişmesi engellendi. Bu öncülerle temas kurdukları halk katmanları arasında uzlaşma, uyum ve fikir birliği oluşmasını yani halkın bilinçli dirilmesini önlemekti. Çünkü halkın davasıyla yücelen önderler halkın iradesi ve fikridir. Her bir derin halk hareketinin kalbi ve damarında dolaşan kanıdır. Vurdumduymazlık, ilgisizlik ve güçsüzlük ancak baş gösteren tehlikelere karşı savaşıma katılmakla aşılabilir. Bulgaristan Türkleri kimliklerini korumak ve yeni vasıflarla bina etme mücadelesinde temel rol oynayan 2 faktör vardır. Bunların birincisi Şumen Türk Öğretmen okulunun açılması, ikincisi de yine Şumen’de Nüvvap Okulu’nun açılmasıdır. Bu okul din adamlarıyla birlikte şeriata göre hüküm veren kadılarda yetiştirmiştir. Nüvvap okulunun 5 ile 8 yıl arasında Türkçe eğitim öğretim vermesi ve yetiştirdiği kadroların çalışmaları Bulgaristan Türklüğünde köklü değişime neden olmuştur. Bulgaristan’da 1926 – 1947 döneminde yetişen 677 öğrenci bütün Bulgaristan’a Türklük ışığı dağıttı. Bulgaristan’da ilk ulusal Müslüman örgütlenmesi olan Baş Müftülük sistemi bu kadrolarla kurulmuştur. O dönemde çıkan Türkçe gazeteler halkımızın uyanarak örgütlenmesinde olağanüstü büyük rol görmüştür. Atatürkçü yani devrimsel dönüşümcü, reformcu Türk aydın ordusu oluşmuştu. 1906 – 1933 yılları arasında etkinlik gösteren, 23 kurultay yapabilen, Türk öğretmenler birliği bu uyanış ve dirilişte çok etkin olmuştur. Birer sivil toplum örgütü niteliğinde etkin örgütlenme etkinlikleriyle memleketi saran Türk Spor Birliği “Turan” da aralarında cemaat çalışmaları üstün başarılar elde etmiştir. Bulgaristan’da Birinci Türk Kurultayı 31 Ekim – 3 Kasım 1929 tarihleri arasına Sofya’da Bulgaristan Türk azınlığının ilk kurultayı toplandı. Bu forumun çağrılmasında o zaman başı çeken şahıs, Sofya’da “Rehber” adlı bir Türkçe gazete çıkaran, Dobriç’li Mehmet Celil Efendi oldu. Sofya parlamentosundaki milletvekilleri milli kurultay fikrini benimsediler. Ve desteklediler. Bu milletvekillerinin isimlerini anımsayalım: Şumnu’dan (Şumen) Mehmedali Giray; Eskicuma (Tırgovişte) Mehmet Sait, Rusçuk’tan Hafız Sadık ve Paşmaklı’dan (Smolyan) Ağuşoğlu Hafız Emin Bey. O zamana kadara geçen 50 yıl içinde Bulgaristan Türkleri bir genel toplantı yapmamıştı. Her Türkü bağlayıcı ortak kararlar almamıştı. Bu kurultay bir parti, sınıf, mezhep, zümre, aydın grubu, çıkarcı kişilerin çete kurultayı değil, Bütün Bulgaristan Türklerinin sorunlarını görüşecek ve menfaatlerini kapsayarak problemlerini dile getirecek ve çözüm sunacak bir etkinlik toplanmıştı. İlk kurultayda gündemi 3 sorun belirlemişti: Bulgaristan Türk azınlık okulları Türklerin Dini Kurumları ve Vakıfları Hayır dernekleri. O zaman Bulgaristan’da 780 bin Türk yaşıyordu. Kurultaya 460 delege katıldı. Bu kurultay bir özel kararla etnik azınlıklar üzerindeki zulmün durdurulmasını ve göçe zorlama siyasetine de son verilmesini istedi. Kurultayın tarihsel önemi BULGARİSTAN TÜKLERİNİN MİLLİ OLDUNLUĞUNU VE SİYASET SAHNESİNE KENDİ ÖRGÜTÜYLE ÇIKMA HAZIRLIKLARINI TAMAMLADIĞINI göstermesi oldu. *** 1990 yılından sonra, HÖH 9 Kurultayı, Ulusal Konferansları, DOST partisi kurultay ve forumları; Halkın Hürriyet ve Demokrasi Hareketi (HHDH), “Demokratik Kanat” partisi ve “Ulusal HÖH” hareketinin forumlarının hiç birisi Birinci Türk Kurultayı kararlarıyla karşılaştırılamaz, çünkü bu siyasi oluşumların her biri kendini devlete hizmet etme ve yaranma hırsına kaptırdılar ve Bulgaristan Türklerinin davasını unuttular. Birinci Türk kurultayı totaliter faşizm ve III. Boris döneminde Bulgar devletinin şu fikrini yenip yok etmek için toplanmıştı. Yukarıda sıraladığım 5 “Türk” partisinin kurultaylarında “Türk”, “Müslüman”, “azınlık hakları”, “Kültürel otonomi”, “gerçek demokrasi”, “halka adalet ve özgürlük”, “kültürel kıyım”, “baskı, terör, zudüzeyinin yüksek doruklarından biridir ve irade birliği ve lüm” sözleri geçmiyor, su taşınarak Türk suyu ile Bulvicdan temizliği simgesidir. gar değirmeni döndürülmeye çalışılıyor.
Sayı 127 - Aralık 2017 4 4 Neriman E. KALYONCUOĞLU
Zulmü Kınama Günleri Tarih: 26 Aralık 2017 Konu: Belene kampı ve Bulgaristan Türk Protesto Şiiri 1984 -1989 Bulgaristan Türklerine karşı totaliter zulmün, Todor Jivkov diktatör rejiminin isim değiştirme, din yasaklama, Müslüman gelenek ve yaşam biçimini çarpıtma ve Bulgaristanlı Türklerin öz kimliğini yok etme denemesi halkımızın tek yumrukta birleşen tepkisiyle karşılanmış, yolu kesilen baskıcı düzeninin devrilmesiyle sonuçlandı. Bu çarpışmadan her iki taraf ağır yaralar aldı. İki büyük dalganın nasıl yüzleştiğini unutabilmem olanaklı değildir. Bu dalgaların birisi gericiliğin, tutuculuğun, devletin tepesine oturmuş saldırı emirlerini veren, göz kör olmuş ne yaptığını bilmeyen bir zümre ve karşısında da özgürlük, adalet ve demokrasi bayrağı yükselten, sokaklarda ve meydanlarda savaşım yolunu seçmiş ve devrimci ruhun taşıyıcısı olan büyük halk dalgasıydı. Halkın uyanışı dipte olmuş ve toplumsal düzeni kökten değiştirmeyi, yaşamı yenilemeyi ve adil bir düzen kurmayı amaçlıyordu. Direnişçilerin öncü müfrezelerini, özgürlük idelerinin taşıyıcısı olanlar mahpushanelerde, toplama kamplarında bulunsa, ülkenin en uzak ve ısız yerlerine sürgün edilmiş olsalar da, zulüm her saat şiddetlense, tehditler kat kat artsa da direniş dalgası asla durdurulamadı, bütün ülkeye yayılarak ulusal nitelik kazandı. Yüreklenmiş özgürlükçüler dalgasını zırhlı güçler bile durduramıyor, kolluk kuvvetlere ateş emri verenlerin gözü kararmıştı. Aynı dönemde “Belene” Ölüm kampında zulüm gören Türk aydınlar devrimci kalkışmanın başını çekiyordu. Onlar direnişimizi kanatlandırırken, yürekli kalemleriyle devrimci coşkuyu ölümsüzleştiren şiirler, destanlar şarkılar yazdılar. Şükrü Esen BELENE Vahşetler, cinayetler adası Belene, Ortaçağ tarihinde belli olmaz yerin Oysa ki, o Bulgar’ın düşmüyor dilinden, Eşitlik, kardeşlik kavramı, Marks ve Lenin. Kadınları kocasız kaldı, çocuklar babasız, Akan gözyaşları koca bir Tuna’ya bedel. Kıydığın o garip Türkler günahsız Kan, kanı çağırır insafa gel!… Yakında Niğbolu anımsatıyor sana? Haçlılar özentisi, kahpe Belene. Bugün birse, yarın yüz bin el yapışacak yakana, O günü sen düşün, düşün sen Belene!…
Bu kadar büyük acıdan sonra toplumumuz “Belene” Ölüm Kampını hatırlamak istemiyor. Her yıl Mayıs ayında şehitleri anma törenlerine katılmıyor. Bizden giden yok. Hiç kimse kahramanlar listesinde, anıt levhasında ismini aramıyor. Zulmün yarattığı büyük gerçek bu… Gidenler haftalarca baş ağrısı yaşıyor, istifra ediyor. Şairler şiirler yazıyor. Azı döküyor. Fakat “Belene” romanları yazılmadı. Çıkan kitaplar üstün üstün anlatımlı hatıra notları. Bulgaristan Türk topluluğu, Müslüman azınlıklar “Belene” zamanlarının dönmesini istemediği gibi, acı günleri işitmek, hatırlamak bile istemiyor. Bu olay İkinci Dünya Savaşından sonra Nazi “Toplama Kamplarında” yaşananları Almanya’da hiçbir kimsenin anlatamadığı ve yazamadığı gibi. Toplama kamplarındaki vahşet Amerika’da İngilterede beyaz kağıt üzerine döküldü. Yaralı bir ruhun kendisini anlatması çok zor… Nebiye İbrahim Akbıyık BELENEDEN MEKTUP Basri Tata’ya Bir kuş uçuyor üzerimde, Kanadında özgürlük. O aşıyor tel duvarları, Ben aşamıyorum. Bir çimen büyüyor Baharda yazda
Putin
Bulgaristan Türklerinin Sesi KÜLTÜR-SANAT
ve
BGSAM Tarih: 01 Ocak 2018 Konu: – Bulgarların Bulgaristan ve Bulgaristan Türkleri stratejisi nedir? – Rusçular şunu unutmasınlar: Bulgaristan batının güvenini yitirdiğinde, Türkiye’ye kalacaktır! – Birleşik Amerika ve Batı Avrupayı “canlarından can” olduğumuza ve bir Rus ya da Türk bölgesi olmak istemediğimize ikna etmeliyiz. Putin ve Erdoğan Nikolay VASİLEV,Politolog Kaleme alan. Bulgaristan’ın eski Moskova Büyük Elçisi, Sofya’daki ABD Vakfı tarafından finanse edilen “Faktor. bg” elektronik yayınında politika yazarı Nikolay Vasilev. BGSAM 2018 yılında Bulgaristan, AvrupaBirliği BulgaristanBaşkanlığı ve Bulgaristanlı Türkler konularında çıkan yorum, yazıları ve söyleşileri Türkçeleştirerek okurlarına sunacaktır. Bu yazı bir stratejik değerlendirmedir ve Bulgaristan Türkleriyle ilgili Bulgar kamuoyunda egemnen görüşlere yer verdiği biçin seçilmiştir.
Erdoğan
*** 2017’de “Faktor. Bg” okurlarıyla Modern Bulgaristan tarihi; Bulgaristan’ın ceo-politik konumu; Geçiş Döneminin özü; dünya birincileri arasında ilk sıra devletlerinden biri olabilme şansını nasıl kaçırdık gibi konuları işledik. Analizlerimiz farklı konularda olsa da, hedefimizde Bulgaristan’ın geçmişine, bugününe ve geleceğine ilişkin görüşleri sistemleştirmeye çalıştık. Bu sistemleştirmeye “ulusal doktrin” diyenler de var. Nacizhane görüşüme göre, içine kapanmış bir köylü, “kuru kara toprak”, “Doğulu” halktan dünyaya açılmış, “Batı tipi” bir sivil toplum ulus, tüccar, denizci bir halka gönüşmemiz için sürekli çaba göstermeliyiz. Anlam veremediğim yasağa rağmen, kahve ve çayhanelere bacak bacak üstüne oturmuş sigara içmekten keyif alan abdallar ulusu olmaya lanetlenmiş olduğumuza inanmıyorum. Böyle olsaydık, interneti en iyi ülkeler sıralamasından ilk sıralarda yer alabilirmiydik?
“Aile güçlü olursa toplum da güçlü olur” ‘Aile ve Dini Rehberlik Büroları Koordinatörleri Çalıştayı ve Aile Okulu Eğitici Eğitimi’ programının açılışına katılan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, aile yapısının güçlenmesiyle toplumun da güçlü ve ideal bir toplum olacağını söyledi. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, ‘Aile ve Dini Rehberlik Büroları Koordinatörleri Çalıştayı ve Aile Okulu Eğitici Eğitimi’ programının açılışına katıldı. Din Hizmetleri Genel Müdürlüğünün Rıfat Börekçi Eğitim Merkezi’nde düzenlediği programın açış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, aile yapısının güçlenmesiyle toplumun da güçlü ve ideal bir toplum olacağını söyledi. İnsana bahşedilen nimetlerin en güzidesi, rahmet ve meveddet yurdu bir aile olduğunu ifade eden Başkan Erbaş, “Halkımızın büyük teveccühünü kazanan Başkanlığımızın, yaptığı en önemli hizmetlerden biri, sevgi, fedakârlık ve anlayışın hâkim olduğu huzurlu bir ailenin inşa edilmesi ve sürdürülmesi adına yapılan çalışmalardır” dedi. Başkan Erbaş, aileye yönelik yürütülen çalışmaların önemine vurgu yaparak, “Bir aileye kattığınız huzur sizin huzurunuz olacaktır. Sorunlarıyla, dertleriyle gelen bir aileye karşı gösterdiğimiz ilgi ve alakamız, nice günahsız yavruların anne baba sevgisinden uzak kalmadan yetişmesine vesile olacaktır” diye konuştu. Ailenin yaşayacağı sıkıntıların topluma olumsuz yansıyacağına işaret eden Başkan Erbaş, konuşmasında şu başlıklara değindi; “Aile tükenirse, umutlarımız ve geleceğimiz de tükenir” Aileler tükenirken, umutlarımız, geleceğimiz ve yarınlarımız da tükeniyor. Ailede yaşanan çözümsüzlük ve tükenmişlik hali, kılcal damarlarda dolaşan bir virüs gibi yayılarak bütün bir toplumu etkisi altına alabiliyor. Aile ve Dini Rehberlik Dairemizin illerde organize ettiği ‘aile okulu’ eğitimleri, özel gün ve haftalarda icra edilen panel, forum ve seminerler, sizlerin sahada yaptığı ziyaret ve programlar toplumda aile bilinci farkındalığının oluşmasına, aileyi tahrip eden yaklaşımların ortadan kalkmasına ve ailede huzuru sağlayan değerlerin yaşanmasına önemli katkılar sunmaktadır. “Gençlerimize sağlıklı aile kurma açısından reh-
berlik etmeliyiz” Aile bilincini geliştirmek ve gençlerimizi aile kurmaya teşvik etmek amaçlı çalışmalarımız olmalıdır. Evlenme kararını veren gençlerimize yönelik, sağlıklı aile kurma açısından rehberlik etmeliyiz. Kurulan ailelerin huzurlu şekilde devam etmesine yönelik hizmetler sunmalıyız. Diğer yandan sorun yaşayan ailelere doğru bir rehberlikle katkı sunmalıyız. Karşılaşılan sorunların çözümü, krizleri yönetme becerisi, vazifemizin en temel niteliklerinden olmakla birlikte, öncelikle ailenin sağlıklı kurulması ve devam etmesi alanında yapacağımız hizmetler büyük önem arz etmektedir. Sorun en son raddesine gelmeden önlem alarak, adeta bir paratoner vazifesi görerek hizmet sunmalıyız. “Yarının mutlu ve huzurlu aileleri sizlerin emeklerinin eseri olacaktır” Ülkemizin çeşitli yerlerinde görev yapan ve bu işi dert edinen hocalarımı yürekten kutluyorum. Yarının mutlu ve huzurlu aileleri sizlerin yorgun günlerinizin, uykusuz gecelerinizin ve paha biçilmez emeklerinizin eseri olacaktır. Unutmayalım ki, aile yapımız güçlü olursa toplumumuz güçlü ve ideal bir toplum olur. Geleceğimizin varisleri olan çocuklarımız şiddetten uzak, sağduyunun hâkim olduğu huzurlu ailelerde yetiştiklerinde medeniyetimizi yeniden inşa etmek imkânına kavuşmuş olacağız.
İstanbul’daki Bulgar okulunun 35 öğrencisi var
İstanbul’daki Sveti Kiril i Metodiy Bulgar Okulu’nda 35 öğrenci eğitim görüyor. Hafta sonu okulunda (nedelno uçilişte), normal derslerin yanı sıra Hristiyan dini bayramlarda törenler düzenleniyor. Fotoğrafta birinci sınıfta onuncu sınıfa kadar öğrencisi bulunan Bulgar okulunun öğretmeni Nevin Çalışkan görünüyor.
Bizden olmayanlar hain mi?
Kutuplaştık, yetmedi daha da kutuplaştık. Bizden olmayana hain dedik, bozguncu dedik çokta kolay söyledik bu ifadeleri…siyasi rekabetin yerine düşmanlık tohumları ektik. Öyle bir hale geldik ki; şehitlerimizin mezarlarına hep beraber gidemedik. Sizler şehit oldunuz ama bakın bizler sizi unutmadık, hep beraber karşınızdayız işte diyemedik. Bebek Türkan’ın karşısına bir olup çıkamadık. *** Bu sert ve huzursuz eden siyasetten bıktı herkes, beyler farkında mısınız bilmiyorum ama ”Kırcaali düşüyor, kayıyor elimizden yavaş yavaş…” Önümüzde ki yada bir sonraki yerel seçimlerde Gerb adayının belediye başkanı olarak seçilmeyeceğini kim söyleyebilir bana? Türk nüfusu giderek azalıyor Kırcaali’de… ekonomik çıkmazlar yüzünden gurbette gençlerimiz, inançları yok artık sizlere… Çeşitli arayışlara girilmiş ama onlarda da hep kandırılmışız biz. Tüm bu umutsuzluk ve hayal kırıklıkları ile beraber, beyler bilmiyorum farkında mısınız ama Kırcaali düşüyor… *** Bir anne düşünün; kocası gurbette para kazanmak için. Eşinin annesi Türkiye’de hasta kardeşinin yanında,bir anne düşünün gece vardiyasında işe gitmek için çocuğunu evde yalnız bırakmak zorunda. Ve sabah eve geldiğinde çocuğu boğularak öldürülmüş. Hepimiz üzüldük bu habere, kahrolduk kahrolduk…Bizde olmazdı böyle haberler… Parçalanmış, dağılmış aileler ve maddi imkansızlıklar ile boğuşurken bu insanlar; kim takar sizin ucuz siyasetinizi. Elbet yanınıza şakşakçı bulmakta zorluk çekmeyeceksiniz ama beyler asıl problemleri görmeyerek sizler bu halktan gitgide uzaklaşıyorsunuz… *** Bir birleşme furyası aldı başını gidiyor. Kısaca anlatayım; -Önce, Aziz Babuşçu’nun Sofya’da Höh yetkilileri ile görüştüğü haberleri yayılıyor -Ardından, Ahmet Doğan; Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya mecburuz diyor -Ve Bal-Göç Kongresinde Turhan Gençoğlu; Geçmişi unutun, gün birleşme zamanıdır diyor. -Bal-Göç Başkanı Yüksel Özkan; Gençoğlu’nun sözlerine tam destek veriyor. -Dost Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca; birleşme olamaz diyerek, bu tezi savunanların farklı gezegenlerde yaşadığını söylüyor. -Hşhp Kurucu Başkanı Kasım Dal; Birleşme fikrinin spekülatif bir amaç taşıdığını belirterek karşı çıkıyor. -Höh Genel Başkanı Mustafa Karadayı; İkiyüzlülere partimiz kapalı ancak; yanıldım diyenler partimize geri dönebilir diyor. Ateş olmayan yerde duman tütmez diyerek, bu ifadeler önümüzde ki sürecin nasıl gelişeceğine dair bizlere ipucu veriyor. Ancak birleşme tarafında olanlar; önce neden ayrıldığımızı bir güzel anlatsın bize…bu ayrılık zamanında kendilerinin ne yaptıklarını da anlatsınlar bir zahmet. *** En büyük ipucu ise; Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Hasan Ulusoy’un Türkan Bebek’i anma etkinliklerine hiçbir siyasi partinin yanında yer almadan katılmasıdır. Önceki yıllarda bu durum farklıydı. Daha önceki yazılarımda Türkiye’nin değişen uluslararası konjonktür ile beraber Balkan politikasının da değiştirmesi gerektiğini ifade etmiştim. Tabi politika ile beraber bürokratların değişimi daha da isabetli olacaktır. Balkan insanını tanıyan, havasını içine çekmiş, Balkanlar ile ilgili altyapısı, bilgi ve birikimi olan bürokratlara ihtiyacımız vardır. Bugün, bir şeylerin yanlış gitmesinin,aynı su ile iki defa abdest almamızın en büyük sebebi; yanlış bürokratlar ve yanlış yönlendiren bürokratlardır. Umut edilir ki; üçüncü abdestimizi alırken aynı suyu kullanmayız. *** Her ne olursa olsun, biz elbet bir olmasını biliriz. Farklı siyasi düşünceleri benimsesek bile, son deminde yaşarken benliğimiz, Kırcaali düşmeden, biz gene siyaset üstü aklımızla bir oluruz… Erdoğan Doğu, Ajansbg
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 127 - Aralık 2017
5
Spor - BİLİM
Seyid Ahmet ARVASİ Siyah beyaz fotoğraflarda ve anılarda Şumen Türk Tiyatrosunun tarihi
Türk-İslâm Dâvâsı’nın büyük eğitimcisi ve mütefekkiri
HER devirde nesiller, farkına varılmadan bazı yüksek şahsiyetler tarafından eğitilir ve yoğrulurlar. Hatta bu şahsiyetler, o dönemde yaşayanlardan da olabilir, ölmüşlerden de... Sonradan topluma hâkim olan çoğu fikirlerin kaynağı da o üstün insanlardır aslında. Bu genellikle bilinmez. Bazen de o kişilerin ağızlarından çıktığında anlaşılamayan, topluma uçuk ve radikal gelen birçok fikir ve anlayış çok sonraları tabii bir hâl alabilir. Bu, toplumun farkına varmadan gelişiminin ve değişiminin bir sonucudur. Sağlıklı olan da budur. Çünkü onlar toplumun gerçek önderleridir. Toplumlara ufuk kazandırırlar. Toplumların göremedikleri gerçekleri önceden görür ve dillendirirler, dirençle karşılaşacaklarını bilseler dahi... Toplumlar o şahsiyetlerin değerine ne kadar çabuk vakıf olurlarsa, o derece hızlı gelişir ve yüksek toplum seviyesine ulaşırlar. Türk milleti tarih boyunca nice önder şahsiyetler çıkarmış, fakat bunların büyük kısmı ancak kaybedildikten sonra anlaşılır olmuşlardır. Bugün için, Türkiye’de on binlerce aydın insanın yetişmesinde, biliyoruz ki, Seyit Ahmet Arvasi’nin çok büyük emeği vardır. Bizim neslin tabiriyle “Arvasi Hoca” bir mütefekkir, eğitimci, pedagog ve bir eğitim sosyoloğu olarak genç nesillere yaklaşmış, Türk-İslâm kültür ve medeniyeti davasını kafalara ve gönüllere nakşetmiştir. Buna rağmen, bizim nesil onu yeterince anlayabildi mi, diye de sormadan edemiyorum. Rahmet-i Rahman’a kavuşmasının üzerinden yaklaşık 21 yıl geçmesine ve Türkiye’nin o günden bu güne çok hızlı değişmesine rağmen, birçok konuda bugünlere ışık tutan ve eskimeyen fikirlerinden dolayı yazılarını daha çok okumaya ve daha iyi anlamaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Çok şükür ki, onu yakından tanıma şerefine nail olmuş ve kitaplarının çoğunu adeta hıfzetmiş birisi olarak, onu, sadece inandığını söyleyen ve inançlarını hayatına yansıtan, günümüzde yaşamış bir asr-ı saadet Müslüman’ı gibi gördüm daima. Sizler de inanıyorum ki; yazılarını okuduğunuzda, her satırında bu samimiyet ve ihlası buram buram hissedersiniz. Sizi bütün ruhunuzla sarar götürür. Ümit ve dinamizm aşılar her an. Müthiş bir aksiyon ve mesuliyet hissiyle ayrılırsınız o satırlar arasından. Onu okuduğunuz zaman inandığınız değerler için daha çok şey yapma gereği hissedersiniz. O bir pedagog olarak adeta sizi ve fikirlerinizi şekillendirmekte, yoğurmaktadır. Kitaplarında hayatın bütün yönlerine dair sizi harekete geçirecek fikirler bulabilirsiniz. Onları yeterince okuma fırsatı bulamayanlara bazı konulardaki görüşlerine dair bir miktar özet yapmak arzusundayım. Görürüz ki; karışık kavramlar onun dilinde ne derece açık ve net hale gelebiliyor. Ama onu daha iyi anlayabilmek için mutlaka aslından okumayı da tavsiye ediyorum. Eğitim ve Deha Arvasi, kitaplarında bir mütefekkir, pedagog ve bir eğitim sosyologu olarak eğitimi, millî savunmanın bir parçası olarak görür. Çağımızda emperyalizmi engelleyecek en büyük gücün millî ordulardan ziyade iyi yetişmiş aksiyoner kadrolar olduğunu söyler. Bir toplumun bağımsız kalabilmesi için çocuklarını millî ve evrensel şartlara uygun yetiştirmesi gerektiğini ifade eder. Bir ülkenin gelişmişlik seviyesini gösteren en önemli kıstas, insan unsurunu değerlendirme meselesidir. Yabancı emellere ve niyetlere göre tasarlanmış sömürge eğitimi, bir milleti esir, zelil ve şerefsiz kılar. Arvasi’ye göre çağımızda artık milletler arasındaki yarış ve savaşlar, dehalar ve çeşitli alanlarda yetişmiş uzman kadrolar arasında olmaktadır. Dehasını yetiştiremeyen toplum, çok şey kaybetmektedir. Çünkü deha doğurmayan toplumlar seslerini dünyaya duyuramazlar, evrensel mesaj veremezler. Deha toplumla, toplum da deha ile hayat bulur. Deha, millî ham maddeyi evrensel ölçülerde işleyendir aynı zamanda. Millî temellere sahip olamayan insanlar ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar dâhi olamazlar. Bugün Türkiye’de, maalesef halen Millî Eğitim Bakanlığı bu gerçeği kavrayamamıştır. Bu yüzden, kendi haline bırakılmış üstün zekâlı, dâhi çaplı çocuklarımız üzerinde yabancıların oyunları çok bariz olarak görülebilmektedir. Oysa onlar milletimizin en büyük hazineleridir.
Bu sebeplerle, eğitimde insanlar arası ferdî farkların önemi oldukça büyüktür. Bu farklar toplumlar için rahmet ve iyilik kaynağıdır. “Millî Eğitim’de bütün mesele, çocukları ve gençleri objektif tekniklerle, çeşitli açılardan ölçüp değerlendirdikten sonra tasnif etmek ve bu beşerî potansiyeli en verimli bir şekilde işleyerek millî ihtiyaçlara göre yoğurmaktır” der Devamı Gelecek Sayıda
Şakir ARSL ANTAŞ Doğan Yine Hava Kaçırdı
Bulgaristan Türklerinin geçmişte en büyük, en köklü tiyatrolarından biri olup çok değerli sanatçıların sahne aldığı Şumen Tiyatrosunu anlatıyoruz siyah beyaz fotoğraflarla…1952 yılında temelleri atılan Şumen Tiyatrosunun 12 kurucusu arasında yer alan Emine Enverova ve Enver Celilov’un kızı Sema Celil Hakioğlu, Ankara’da başarılı bir viola ustasısıdr.
Kendisi, tiyatronun bir taraftan müzikli, danslı, türkülü şarkılı, diğer taraftan da büyük zorluklarla ve fedakarlıkla dolu yıllarını anlatıyor. O yıllarda at ve öküz arabalarıyla köy köy gezen tiyatro sanatçıları, meydanda toplanan köylülere ilk tiyatro temsillerini vererek yeni bir dünyanın “perdelerini” açmıştır. Şevkiye Çakır, BNR
Şikayet yüzünden Bulgaristan – Rusya anlaşması askıda Bulgaristan Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov, Ukrayna’nın Ukroboronprom şirketinin şikayeti nedeniyle Rusya’ya olan MiG-29 anlaşmasını askıya aldıklarını belirtti. Bulgaristan’a ait 15 savaş uçağının onarımıyla ilgili Rus şirketi RSK MiG ile anlaşmaya varıldıktan sonra Ukraynalı şirketin Bulgaristan Rekabeti Koruma Komisyonu’na başvurduğunu belirten Karakaçanov, bu başvuru üzerine onarım sürecini durdurmak zorunda kaldıklarını anlattı. Ukroboronprom şirketinin Bulgaristan’ın ihtiyaç duyduğu onarım ve bakım hizmetleri için gereken lisansa ve imkanlara sahip olmadığını kaydeden Karakaçanov, “Bu şirketin yaptığı, bakanlığın
doğrudan RSK MiG ile görüşme kararını sabote etme” dedi. Bakan, anlaşmanın askıya alınmasının Bulgaristan’ın askeri havacılığını felç edeceğini vurguladı.
Gelişen ve yeni yatırım imkanı veren şehir Sofya Sofyalılara geçen yıl şehirde neler değiştiğini sorsak, çok farklı ve çelişkili cevaplar alırız. Şehir içi ulaşımla yolculuk yapanlar açısından en iyi edinim yeni ve konforlu otobüs ve tramvaylar oldu. Artık çok daha dakik ve güvenilir oldu şehir içi toplu ulaşımı. Başkentin eski, soğuk ve gürültülü otobüslerin yerine en modern teknolojiyle üretilmiş araçlar getirildi. Merkezde ücretli park alanın genişlemesi yaya kaldırımlarını arabalardan boşalttı ve bazı başkentlilere göre bu “yılın kazanımı” oldu. Sofya’da merkez caddelerde kaldırımları kapatan park halindeki otomobiller artık tarihe karışacak. Park alanlarının hatları yeniden belirlendi, yollara paralel bisiklet parkurları çizildi. Metronun üçüncü bölümü için inşaat çalışmaları da yıl içinde başladı ve birçok yolda trafik güzergahları yeniden belirlendi. Sofya’nın bütün bütçesi hava kirliliğine müdahale ve hava kirliliğini önlemeye yönelik olacak, diyor Büyükşehir Belediye Başkanı Yordanka Fandıkova. Belediyenin 2018 mali kaynaklarını tanıtan Başkan Fandıkova, yeni yılda toplam bütçenin 1.43 milyar leva olacağını ve bu miktarın 2017 kaynaklarından 100 milyon leva fazla olacağını duyurdu. Belediye vergileri ve ücretleri, öğretmen, sosyal hizmetler çalışanları ve anaokullarında hemşirelerin maaşlarında devlet ödeneklerinin artması sonucu Başkent belediyesinin gelirleri de artmış oldu. Sofya’da yerel vergiler 2009 yılından beri değişmiyor. 2017 yılında idari hizmetler ücretleri değiştirildi. Sofya açısından olumlu bir haber de bir hafta önce geldi. “Standard&Poor’s” derecelendirme ajansı Sofya’nın uzun vadeli kredi reytingini BB+’den BBB’ye yükseltti. Başkent bu derecelendirmeden nasıl yararlanabilir. Belediye Başkanı Yordanka Fandıkova anlatıyor:
“Reyting ajansının raporunda ciddi mali disiplin ve yatırımların celbedilmesinin Sofya’nın gelişmesi için önemli önkoşul olacağı yazıyor. Başkent Belediyesi ve burada iş yapan büyük yatırımcılar için bu derecelendirme çok önemli. Daha ucuz mali kaynaklar celbederek, şehre daha büyük yatırımlar getirebiliriz. Bu not da doğru yolda olduğumuzu kanıtlıyor- sadece yatırım amaçlı borçlar almaya yönelik muhafazakar politikayla, şehri ileride de geliştirmeye devam edeceğiz”. Şehir alt yapısını iyileştirme, çevre ve eğitim Yordan Fandıkova’nın en büyük öncelik verdiği görevlerin başını çekiyor. Sofya’da otomobil sayısının çığ gibi artması hem park sorunlarını arttırdı, hem de çevre kirliliğini yükseltti. Sofya’da çevre temizliği ve havadaki zararlı emisyonları azaltmak belediyenin en önemli işi olacak. Bütçeden daha fazla para sokakların yıkanması için sağlanacak. Bu da hava temziliği açısından iyi bir tedbir olacak. “2018’in en büyük stratejik projesi metro olacak.Onun inşaatı için anahtar önem arz eden bir yıla giriyoruz. Metronun üçüncü hattının devreye girmesiyle yıllık 90 bin ton zararlı hava emisyonlarından arındıracağımızı umuyoruz. 2018 yılında yeni 144 şehir içi otobüs satın alacağız, 20 elektrikli otobüs sipariş edeceğiz. Tramvay hatlarında da genel tamirler yapılacak. “Graf İgnatiev” sokağı ve “Slaveykov” meydanı tamamen yeni bir çehreye kavuşacak. Köprüler, sokaklar, meydanlar ve kaldırımların yanında, Bankya semtindeki eski kaplıca binası da yenilenecek. Geçen asrın başında kurulan ve şehir banyosu olarak kullanılan kaplıca merkezi kültür anıtı statüsüne sahip, ancak bakımsız ve virane bir halde”
Tarih: 21 Aralık 2017 Konu: Bulgaristan Türkleri arabasına supapsız lastik lazım… Düşmanına hayat hakkı tanıyan kendi mezarını kazar. Bulgar ahlakına ve Bulgaristan anayasası ve yasalarına göre ihanet edene, yalan söyleyene ve büyük çalanlara, halkın hak ve özgürlüklerine, demokrasiye ihanet edenlere ceza öngörülmüyor. Adalet, özgürlük ve demokrasiye balta vurmak, halk kitlelerini aldatabildiğince aldatmak sanki siyasetçilerimizin birinci işi ve ustalığı oldu. Ne zaman mı yalan söylüyorlar? Ne zaman mı ihanet ediyorlar? Ne zaman mı bozulmuş kaşar peyniri gibi kokup hayatı yaşanmaz hale getiriyorlar? Bunların hepsinin zamanı var tabii. HÖH eski başkanı Ahmet Doğan yıllandıkça gerçek boyası ve kokusu ortaya çıktı. Şoparmış. Kokusu burun direği kırıyor. Düzen öylesine bozuldu ki, zavallı vatandaşlarım yalanı bekler oldular, hani yılbaşı, hani lotarya çekilişi, hani çocukların bayram şekeri bekler gibi yalan bekliyorlar…Boştan boşa sıçrarken telef oluyoruz. Yalan dünyada yalanla avunmaya alıştırdılar bizi. Açın tükürükle doyduğu gibi. Yalancıların arasında en büyük yalancının bizim “Drındar” köyünden şopar Ahmet olması gerçeğinden hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da iyice utanır oldum. Bulgar devlet zihniyetinin “başlarında bir Türk olmasın da kim olursa olsun!” fikrinden iyice utanır olduk. 1958’ senesinde, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesinde, “Türk Şübesi” şefi Ali Rafiev’in “Türk ilk ve ortaokullarının, pedagojilerimizin kapatılması ve Türk Okullarının devletleştirilerek Bulgar okulu yapılması” programına itiraz ettiği için, Todor Jivkov’un “bitirin işini” yani “yok edin” dediğini hatırladıkça, bir daha başımıza aklı başında ve bizden biri olan, hainlik nedir bilmeyen, Türk gelmedi geçiyor sürekli aklımdan. O zaman, bu yargısız infaz yerine getirilmiş olsaydı ki, bu katliamı önleyen SSCB Devlet Başkanı Podgorni oldu. Türk kimliği davamızın ilk kurbanlarının başında 2 yıl önce Allahın rahmetine kavuşan Ali Rafiev olacaktı. Sofya mezarlığında yattığı yer nur olsun. O gün bu gün bizi birer birer ve hissettirmeden güverteden atma taktiği uygulanıyor. Yalana dolana ve boş vaatlere doyduk. Etraf bataklık ve göl oldu. *** Yakın geçmişte, yollar kuruyken, “Dede Ağaç” sınır kapısından geçerek, deniz boyuca Varna’ya ve oradan da köyüme uğradım. Bulgaristan Türklüğü kadar eskidir benim köyüm. Şimdi 350 haneden 150 hane kalsak da, bir kükrersek köy meydanı dolar da taşar. Cami çıkışı komşularımdan Koca Hasan: ”Şakir çocuğum sen bu işleri neye benzetiyorsun?” diye sordu. Ve “şimdi yoldan gelmişsin ve bizim buraların değişen kokusuna henüz alışamamışsındır, ben kendim olayları şöyle görüyorum, kısaca bir anlatayım da bakalım sen ne diyeceksiné dedi ve kızılcık bastonuna hem dayandı, hem de ağar ağar anlattı: “Ben,” dedi, “Bulgaristan’ı bir kokuşmuş göl gibi görmeye başladım. Baharda bataklıklarda bol kurbağa ve sivrisinek, akort tutturamayan orkestra gibi ses, yaklaşsan bol koku olur, işte öyle bir şey. Suyundan içsen içilmez, tarla sulasan buna da yaramaz. Kaldık iki ortada. Senin fikrin nedir!?” Yaşlı komşumun derdi büyüktü. Vicdanı ve ruhu temiz insanımız yaşlandıkça sosyal ve siyasal kirliliği düşündükçe, rüyasında yaşadıkça manevi baskı altında ezilmeye başlamış Yıllardan beri gençlerin köyümüzü terk etmesinden, köyümüz kenarına Ahmet Doğan’ın yetenekli çocuklar için kurdurduğu ama bir türlü açamadığı, odalarında İngiliz şato cadılarındaki gibi şeytanların dolaştığı söylenen sözde okul” da köydeşlerimi huzursuz kılmaya başladı. Hayal etmek başka, iş yapmak başka… Takkesi yanda, başını dikmiş ne diyeceğimi bekleyen Hasan aganın sırtını avucumla sararak şöyle dedim: “Bilirsin bizim toprağımızda göl olmaz. Olsa bile, ya toprak suyunu çeker, ya da yaz sıcağına dayanamaz buharlaşır da kurur. Buharlaşan bataklık suyu rüzgarla, kara bulutlarla, gök gürültüsü ve yıldırımlarla boğuşurken temizlenir, arınır ve rahmet olup düştüğünde yumuşak yağmur suyu olarak içilir. Toprakta kaybolan bataklık suyu da öyledir, toprak onu yine içilir kıvama getirir ve bir ayazma, bir dere kaynağı olarak bize geri gönderir.” Sıkma canını sıkma sen, en eğiri yollar bile gide gide ip olur, yılan bile kıvrım kıvrımdır da deliğinden çıkarken mum gibidir” dedim ve yaşlı komşumu bahçe kapısına kadar uğurladım. Bakıyorum herkesin bir beklentisi var. “Aman düzelsin şu işler artık. Biz de bir nefes alalım” demek istiyorlar da sabırsızlandıklarını ele vermemek için susuyorlar. Onların canını sıkan bir de şu Ahmet Doğan’ın yılbaşı arifesi mesajları. Bulgar’ın Noel Bayramı öngünlerinde supabına (ventiline) basıp gazını alıyorlar ve “ama bu yıl da Türk korkusu yok, yiyin için, şenlenin, bayram edin” diyorlar. İnsanların yılda bir gribe yakalandığı gibi o da yılda bir halkımıza, demokrasi ve özgürlük davamıza ihanet etmeye devam ettiğini yüksek sesle halka duyururken etrafına topladığı beslemelerine “açık büfe siz de tıkının” diyor. Bu sene etrafındaki tosunlar azalmış, yaşlılar seyrelmiş, fahişe sürüsünü de devet gitmemiş. Eskiden bu törenlere Abbaz da davet edilir ve klarneti şişirirdi, fakat “Bulgaristan Etnik Modeli” balonu patlayalı çağırmaz oldular. Meclis sofrasında ucuz köfte yemeye alışmış olan milletvekilleri Mart seçimlerinden beri 21-inci yüzyıl faşist sürüsü dediğimiz sahte “yurtseverleri” Üçüncü Borisov hükümetinden sökmeye çalışsalar da, adamlar 7 aydan beri devlet memesinden aç kene gibi emiyorlar. Tüyleri iyice şakıdı. Takım elbiseler, kravatlar her gün değişiyor. Her hafta birini “Kanal 3” TV programında “Benatova Soruyor” köşesine çekiyorlar. Söyleşiden sonra, terlediyseniz “eve dönünce değiştirirsiniz, terinizi alır” temennileriyle birer “T-Schort” hediye ediyorlar ve “Okumadınızsa okuyun, aklınızı devşirin!” dilekleriyle hepsine birer 126 sayfalık el kitapçığı dağıtıyorlar. Bu kitabın kahramanı Ahmet Doğan. Adı “Kim Kimdir?”
Sayı 127 - Aralık 2017 6 6
Bulgaristan Türklerinin Sesi AİLE
Avşin BALKAN Başka Bir Bulgaristan Hayal Etmek de Mümkündü
Tarih: 14 Aralık 2017 Konu: Kahramanlarımız Yaşıyor ve Yaşayacaktır. Pes etmek yok! Softa Belediye Mahkemesinin işine bakmadığı için Bulgar Baş Savcılığını 100 bin leva cezalandırması tarihsel bir karardır. Alman “Deutsche Welle” (Almanya’nın Sesi) radyosunun Sofya muhabiri Bayan Tatyana Wacksberg bu mahkeme kararıyla ilgili yazdığı bir yazıda aynen şöyle diyor: Bu tarihsel bir karardır. Güya “soya dönüş süreci” (Bugarlaştırma” zulmü ilk yarayı almıştır. Bu karar Bulgaristan adalet sistemi tüm aşamalarda ve katlarda adalet için mücadele eden adil bir hukuk sistemi olsa Bulgaristan’ın nasıl bir ülke olabileceğine ilk kesin işarettir. Softa Bölge Mahkemesinin kararı basın ve yayında hak ettiği yeri alamadı. Fakat bu mahkeme kararından sonra sözüm olan “ soya dönüş süreci” yalnız bir katliam olarak gösterilmekle kalmayıp artık parasal değer olarak da sayılabilir. Türklere yapılan zulmün Bulgaristan için maddi değerini yazar Pumen Avromov bu yılın Ocak ayında yayınladığı eserinde Halka açıkladı. Bulgar devleti çöktü. Totalitarizm uzantısı basın gerçekleri anlatmak ve olaya dikkat çevirmek istemese de olacak olan oldu: Sorgulama ve araştırma yaparak gerçekleri su yüzüne çıkarmak istemeyen Bulgaristan Baş Savcılığını kınayıp 100 bin leva cezalandıracak onura ve vicdana sahip bir yargıcın, bu mahkeme kararının altında imzası olan, Sofya Belediye Mahkemesi yargıcı Dayana Topalova şu değerlendirmede bulundu: “Bulgaristan Türkleri zor kullanılarak asimile edilmiştir; Bu uygulama hukuk dışıdır, adil değildir, zorla yapılmıştır, kanun uygulamamıştır.” Devlete karşı daha açan, ismini, baba adı ve soyadının ilk harfleri Ş.S.M. olan Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşına, Bulgaristan Baş Savcılığı 100 000 (yüz bin leva) ödeme cezasına çarptırılmıştır. Mahkeme evraklarında isim Ş.S.M. olarak geçen vatandaşımızın öz geçmişi şöyledir. Ben şahsen, Ş.S.M. isimli vatandaşı tanımıyorum. Fakat onun 1991’de Bulgar devletini yargılamak için mahkemeye sunduğu dilekçeyi mahkemenin dava dosyasında buldum ve okudum. Şöyle yazıyor: “Ben bir Türküm. 1984-1985 yıllarında silahlı Bulgar ordusu ve Bulgar milisi mensupları evimi basarak, zor kullanarak ismimi, baba adımı ve soyadımı zorla değiştirdiler. İsmimi vermedim. Direndim. Yakalandım, Dövüldüm. Tutuklandım. “Benele” ölüm kampına kapandım. Oradan çıkarıldıktan sonra Bulgaristan’ın en uzak ve ısız köylerinden birine sürüldüm. Bu köyde yalnız Bulgar yaşıyordu. Köyden çıkmam yasaktı.” “Todor Jivkov’un düşmesinden sonra, Ş.S.M. Bulgaristan Türklerine karşı işledikleri zulümden ötürü Todor Jivkov ve BKP MK Politik Büro üyesi birkaç kişi hakkında açılan davayı dikkatle ve yakından izledim. Ş.S.M. bu davaya savcı tanığı olarak çağrılmıştır. Fakat sorgulamanın bir netice alınana kadar süreceğine asla inanmamış. Bu yıllarda, o sanıkların birer bire hayattan gittiğini, vefat edenlerden bazılarına büyük anıtlar dikildiğini, kahraman ilan edildiklerini, bazılarının da kitap yazarak, işledikleri cinayetleri, soykırımı haklı göstermeye çalıştıklarını izlemiştir. Adına “soya dönüş süreci” denen ve bir baskı, terör ve zulüm düzeni olan komünizmin kelepçelerinden kurtulunca devlette adalet egemen olacağına, hak ve özgürlüklerin, adaletin gömüldüğünü gözleriyle görmüş.” Özetlersem: 1991 yılında savcılık benim dilekçemle ilgili soruşturma başladı ve yıllardan 2017 oldu ve henüz bitiremedi. Her şeyin çok mürekkep olduğunu ve bu yüzden sonuç elde edemediklerini iddia ettiler. Ne ki, mahkeme başkanı yargıç Topalova için, “işlenmiş olan cinayetle ilgili yürütülen bir sorgulamanın cezayı tahkikatın sona ermesi greken yasal, mutlak süresinden hemen hemen 2 defadan fazla uzaması için geçerli özür olamaz.” Çünkü davanın geçerli bir gerekçe gösterilemeden sürüncemede bırakılması, mağdurun haklarını bir ömürde elde edebilmesini imkansızlaştırıldığından dolayı, bunun tek bir anlamı kalmıştır, bu da adaletten vazgeçmektir.” Cezasız kalan suçlar. Ben, ve Bulgaristan kamuoyu sonuçlanan bu dava ile ilk haberleri günlük “Sega” gazetesinde çalışan Doroteya Daçkova’dan öğrendik. Birkaç gün sonra bu haber “Dnevnik” gazetesinde de basıldı. Ve herşey ansızın durdu. DPS milletvekili olan D. Peevski’nin gazeteleri bu habere yer vermedi. Sanki 26 yıl devam eden bu tarihsel dava ile ilgili söylenecek bir şey yoktu. Bu dava 1984-1985’te isimleri değiştirilen 1 milyon 235 bin Bulgaristan Türkünü direk olarak ilgilendiriyor. Burada söz konusu olan bütün Bulgaristan’ı her Bulgar vatandaşını 1984’ten beri ilgilendiren bir olaydır. İsim değiştirme ve Bulgarlaştırma saldırılarında toplan 140 Türk öldürülmüştür. Çünkü Bulgaristan’da komünizm suçlarından ötürü yargılanmış ve içeri atılmış bir tek kişi yoktur. Bugün Bulgaristan’da Bulgarlarla tüm azınlıkların arasını açan olay budur. Bu mahkeme kararıyla Sofya Bölge Mahkemesi bir ipotez, (varsayım) sunuyor, fakat buna ilgi göstermek isteyen henüz yok. HÖH ve DOST partileri de susuyor. Kulak veren yok.
Ergene’de Türkan anıtı açıldı
Bulgaristan’da totaliter yönetim döneminde isimleri değiştirilerek asimilasyon uygulanan Türklerin direnişi sırasında, Kırcaali’nin Kırkovo ilçesine bağlı Mogilyane köyünde askerler ve milis kuvvetlerin açtığı ateş sonucu 17 aylık Türkan Feyzullah, annesinin kucağında yaşamını yitirdi. Tekirdağ’ın Ergene ilçesi Yeşiltepe Mahallesi’nde belediye tarafından Türkan bebeğin anıtı ile park yapıldı. Anıtın bugün yapılan açılışına Ergene Kaymakamı Fatih Kızıltoprak, TekirdağBüyükşehir Belediye Başkanı Kadir Albayrak, Ergene Belediye Başkanı Rasim Yüksel, Çorlu Belediye Başkanı Ünal Baysan ile vatandaşlar katıldı.
Şehit polis için Bulgaristan’da çeşme yaptıracaklar!
Onun ailesi de Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, Bulgaristan’daki bu Bulgaristan göçmeni bir ailenin kızı olan şehit zulüm politikaları nepolis Nefize Çetin Özsoy adına Kırcaali’nin deniyle Türkiye’ye göç Çiftlik köyünde çeşme yaptırılacağını söyetmek zorunda kalmıştı. ledi. Muhacir olmuştu. BuGürkan, Bulgaristan Türklerine yapılan rada babası ve annesinin zulmün, vahşetin ve neredeyse bir katliagayretleriyle eğitimini mın sembol ismi haline gelen şehit Türkan tamamlamış, öğretmen bebeğin rahmet, minnet ve şükranla yad edilolmuş ama atanamadığı diğini ifade etti. için polisliği seçmiş ve Türkan bebeğin aziz hatırası önünde saypolislik sırasında anavagıyla eğildiğini söyleyen Gürkan, konuşmasını tanını terörün hain kurşöyle sürdürdü: “Yine bugün her ikisi de yaşunlarından korumaya şasalardı Türkan bebekle aynı yaşta olan evçalışırken vatan toprakladımız, kızımız şehit Nefize Çetin Özsoy’u ları için kendi bedenini, da bir kez daha rahmet ve minnetle yad edikendi canını gözünü kırpyorum. Nefize kızımız da Türkan bebek gibi o zumadan kahpe kurşunlarına karşı siper ederek anavalümden bir şekilde nasibini almış evladımızdı. tanda şehit olmuş ve Edirne’ye defnedilmişti.
Türklerde ağaç süsleme geleneği
Nuray Bilgili Türkler “Yılbaşı” olarak kabul ettikleri, Nevruz, Hıdırellez gibi “Mevsim Döngüsü” bayramlarında, ağaçları süsler. Hayat Ağaçları tüm Evren’i simgeler. Ulu ağaçlar, Türklerin mitolojileri ve bu mitolojilere bağlı olarak uygulanan ritüeller içinde önemli bir yer tutar. Söz konusu olan, ağaca tapınma değildir, ağaçlar kutsalın bir tezahürüdür. Orta Asya’da özellikle yaz kış yeşil kalan ağaçlar “Hayat Ağacı” ile özdeşleştirilir ve kutsanarak Dünya Ağacı olur, bu ağaca tırmanan Şaman, gerçekte, Tanrıya ulaşır. Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, ağaç, açık hava ve doğa. Bu yolculuk bazen şamanın ağaca ritüel olarak tırmanması veya ağacın etrafında yedi – dokuz kez dönmesi şeklinde olur. Ya da bu ağaca renkli kurdelalar bağlanır. Bu renklerin her biri bir gök katını ifade eder. (Venüs beyaz, Mars kırmızı vs.). Dilekler bu şekilde iletilir. Ağaç üç kozmik bölgeyi (Tanrısal bölge, Yeryüzü ve Yeraltı) birbirine bağlar. Tanrı ve insanlar arasında iletişimi sağlar. Türk mitolojisinde çam ağacının en tepesinde “Kutup Yıldızı” olduğu varsayılır. Kutup Yıldızı Tanrının kapısıdır. Şamanlar ancak Kutup Yıldızına kadar yolculuk yapabilir. Bu yolculuklarını ise göksel binekleri olan “GEYİKLER” ile gerçekleştirirler. Otomatik alternatif metin yok. Kutsallığı olan özel günlerde ağaçların süslenmesi ve dileklerin dilenmesi gibi ritüeller, eski Türk Kozmoloji düşüncesi ile alakalıdır. Bizler hala Hıdrellez Nevruz vb. gibi bizim için “Yeni Yıl” olan, yani mevsim döngüleri ile bağlantılı günlerde ağaçları “SÜSLERİZ”. Tüm EVREN Tanrının makamı olan Kutup Yıldızı etrafında döner. Bir anlamda onu TAVAF eder. Kanımca bu düşünce, Türk Tasavvuf felsefesindeki Kutup-Gavs kavramı ile de bağlantılıdır. İslami düşüncede Ağaçların süslenmesi, Kandillerin ya da Işıkların Yakılması vb. ritüeller yoktur. Ama bunlar Türklere ait çok önemli KÜLTÜR KODLARIDIR ve Kolektif Bilinçaltında devam eder. Nuray Bilgili
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 127 - Aralık 2017
7
Aile Spor
Bulgaristan ve Makedonya ilişkileri anlaşmayı solladı
Bulgaristan ve Makedonya Başbakanları Boyko Borisov ve Zoran Zaev Ağustos başında Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Anlaşmasını imzalarken, bazı gözlemcilerin onların kağıtta kalabileceğinden şüphelendi. İki hükümetin dün Strumitsa’da yaptığı ortak toplantı bu kaygıların yersiz olduğunu gösterdi. Hükümetler arası dokuz sözleşme imzalandı, oysa İyi Komşuluk Anlaşması hala onaylanmadı. Bulgaristan ve Makedonya ilişkileri Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşmasının önüne geçti, yani bir nevi iyi ilişkiler anlaşmayı solladı. Altyapı projeleri, enerji, yatırımlar, turizm, afet durumunda müdahale gibi alanlarda işbirliği geliştirilecek. Bulgaristan’ın AB Konseyi Dönem Başkanlığının başlamasına bir ay kala, Makedonya’dan uzmanlar Sofya’ya gelecek ve ülkenin Avrupa fon kaynaklarını kul-
lanım mekanizmasıyla ilgili bilgi alış verişinde bulunacak. Siyasetteki iyi ilişkiler kiliseler arasındaki temaslarda da iyi yanısma buldu. CumhurbaşkanıRumen Radev ve Patrik Neofit Sofya’da yaptıkları görüşmede, devlet ve Ortodoks kilise olarak Makedonya ile ilişkilerin gelişmesinden yana ortak tavır beyan ettiler. Taraflar İkili İşbirliği ve Dostluk Anlaşmasına yüksek değer biçti ve onu karşılıklı güven, ilişkilere ivme kazandırma, Makedonya’nın Avrupa entegrasyonunu
teşvik etme yolunda önemli bir adım olarak nitelediler. Patrik ise, Ohri Piskoposluğu temsilinde Makedon Ortodoks Kilisesi’nin Bulgar Ortodoks Kilisesiyle birlik ve bütünlüğü yenileme teklifini değerlendireceğini ve olumlu çözüm arayacağını belirtti. Makedonya Ortodoks Kilisesi’nin özerklik sorunu ise diğer Ortodoks kilise temsilcileri taraflarla incelenecek. Bu sorunu Sinod önümüzdeki Pazartesi inceleyecek. Çok hassas olan konuyu çözmek için iyi niyet mevcut. Yakına kadar problemli olan Makedon-Bulgar ilişkilerinin iyi gelişmesi ülkemizin AB Konseyi Dönem Başkanlığı arifesinde gelişmesi de anlamlı. Makedonya’nın isim sorunu için diy Makedonya ve Batı Balkanların Avrupa ve Atlantik yapılarıyla entegrasyonu da yeni boyutlar kazanacaktır.
Egiad Bulgaristan’da B2b Görüşmeleri Gerçekleştirdi Ege Genç İşadamları Derneği, Rusya ve düzey bürokratların ve yöneticilerin konuşSlovenya’dan sonra bu yılki üçüncü yurtdışı gezisini Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya düzenledi. Union for Private Economic Enterprise’ın davetiyle EGİAD Yönetim Kurulu ve üyelerinden oluşan bir heyetin gerçekleştirdiği ziyaret kapsamında, Bulgaristan ekonomik ve yatırım ortamı hakkında bilgi alındı. Ayrıca Avrupa Fon, Rekabet ve Tarım Programı hakkında ayrıntılı bilgi alışverişinde bulunularak iki ülke işadamları arasında B2B görüşmeleri gerçekleştirildi. Ege Genç İşadamları Derneği bu yıl üçüncü yurtdışı gezisini Bulgaristan’a düzenledi. Gezinin ana görüşme odağı, Bulgaristan’daki yatırımcılara sunulan Avrupa Birliği fonları, Bulgaristan’ın 2018 yılında 6 ay süreyle yürüteceği Avrupa
Birliği başkanlığı ve Avrupa’da pazar payını arttırmak isteyen firmalara yönelik tarım, turizm ve lojistik avantajlar oldu. Ziyaret kapsamında Bulgaristan’ın Başkenti Sofya’da Bulgar-Türk İş Toplantısı’na katılım sağlayan EGİAD heyeti, iki gün boyunca Bulgaristan ekonomik ve yatırım ortamı hakkında bilgi aldı. Toplantı çerçevesinde Bulgar firmalarla ikili görüşmelerde bulunan EGİAD’a üye işadamları, işbirliklerine yönelik ön görüşmeyi sağlamış oldu. Ana ekseni Türk Bulgar İş Forumu olan gezide, Union for Private Economic Enterprise’ın organize ettiği, üst
Balkanların Türkiye’ye çok ihtiyacı var Rumelili Yönetici İşadamları ve Sanayiciler Derneği (RUMELİSİAD) Başkanı Erol Kılıkçıer, ”Balkanlarda Türkiye’ye duyulan ihtiyaç, her zamankinden daha fazladır” dedi. Kılıkçıer yaptığı açıklamada, Balkan ülkeleriyle olan güvene dayalı ilişkilerin sürekli kılınmasının hem yerel yönetimler açısından hem de iş dünyası açısından çok önemli olduğunu kaydetti. Ülkelerarası dostluk, iş birliği ve birlikte kalkınma çalışmalarının sürmesini önemsediklerini dile getiren Kılıkçıer, ”Bugün gelinen noktada, Balkanlarda Türkiye’ye duyulan ihtiyaç, her zamankinden daha fazladır. İş dünyası temsilcileri olarak bizler, Balkanlarla olan ilişkilerde gereken desteği her zaman verdik, vermeye de devam edeceğiz” ifadelerini kullandı. Kaynak: Balkanların Türkiye’ye çok ihtiyacı var İLİŞKİLER DAHA DA ARTMALI Türkiye’deki yerel yönetimlerin uzun yıllardır Balkan ülkelerinde gerçekleştirdiği yatırımların ve desteklerin de mevcut ilişkilere önemli katkılar sağladığına vurgu yapan Kılıkçıer şöyle devam etti: ”Uzun yıllardır Balkan ülkeleriyle kültürel, sosyal ve ticari yönden gerçekleştirdiğimiz dayanışma ruhu, her iki tarafa da büyük katkılar sağlamaktadır. Bugün, hangi Balkan ülkesine giderseniz gidin; Bursa’nın ve dolayısıyla Türkiye’nin ne kadar çok sevildiğini görmeniz mümkün. Orada yaşayan dostlarımızın Bursa’da mutlaka bir akrabası ya da yakını bulunuyor. Bölgeye yapılan destekler
sayesinde Balkanlar’ın her köşesinde çok büyük bir Bursa ve Türkiye sevgisi oluştu. Bu yüzden de mevcut ilişkilerin daha da geliştirilmesi ve karşılıklı yatırımların daha da artırılması gerekiyor. Bu noktada RUMELİSİAD olarak, Türkiye ile Balkanlar arasında dostluk köprüsü kurma çalışmalarımız, ilk günkü kararlılıkla devam edecektir.” BİZİM EBEDİ DOSTUMUZ Erol Kılıkçıer, Balkanlar’ın son derece stratejik bir konuma sahip olduğunu belirterek, BM oylamasında Bosna Hersek’in aldığı karara da değindi. Kılıkçıer konuyla ilgili şu bilgileri verdi: “Orada ülke yönetim sistemiyle alakalı farklı bir yapı söz konusu. Bosna Hersek 3’lü sistemle yönetildiğinden dolayı 1 Boşnak, 1 Hırvat ve 1 Sırp yetkilinin yer aldığı konseyden, Bosna Hersek adına bir karar çıkabilmesi için 3’ünün de aynı yönde oy vermesi gerekiyor. Boşnak lider İzetbegovic’in ‘Evet’ oyunun aksine, Sırp ve Hırvat liderin ‘çekimser’ oy kullanmasından dolayı oybirliğine varılamadığı için Bosna Hersek’in kararı da bu yönde olmuştur. Bu kararı buna göre değerlendirmek gerekiyor. Ancak diğer Balkan ülkelerine baktığımızda hepsinin ‘Evet’ oyunu kullanarak, Türkiye’nin yanında yer aldığını görmekteyiz. Balkanlar bizim ebedi dostumuzdur. Balkan ülkelerindeki tüm kardeşlerimiz, Kudüs kararında kalben Türkiye’nin yanındadır. Bundan kimsenin şüphesi olmamalı.”
Birleşme çağrıları çok yanlış Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turhan Gençoğlu’nun Bulgaristan’da Türklerin kurduğu siyasi parti başkanlarına seslenerek ‘Birleşin’ çağrısına DOST Partisinden cevap geldi. Dost Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca, çağrının çok yanlış olduğunu belirtti. Hoca, HÖH’ün Türklerin ulusal azınlık statüsü almasına karşı olduğunu kaydederek, birleşmenin söz konusu olamayacağını ifade etti. Mehmet Hoca: “Yanlış, yanlış, yine yanlış. Sayın Turhan Gençoğlu, baska bir gezegende yaşıyor. Genelde ticaret adamları din, dil, hak, hukuk ve etnik kimlikle pek ilgilenmezler. Onlar icin en önemli
değer paradır. HÖH yönetimi, Türklerin ulusal azınlık statüsü almasına karşıdır. HÖH, Anadili Türkçemizin çocuklarımıza zorunlu ders olarak devlet okullarında okutulmasına dakarşıdır. Birleşmeye evet, ancak DOST çatısı altında.”
macı olarak katıldığı programda genel ekonomik ve ticari bilgilendirmelere ilaveten, Avrupa Birliği fon destekleri, çeşitli yatırım programları, sektörel bazlı olarak da tarım, turizm ve lojistik sektörlerine ait sunumlar paylaşıldı. EGİAD Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Buğra İlter de EGİAD, İzmir ve Türkiye ekseninde bir açılış konuşması yaptı. Konuşmasında İzmir’in yetişmiş işgücü potansiyeline değinen İlter, yabacı yatırımcılar açısından önem arzeden İzmir’in mukayeseli üstünlüklerini anlattı. Ayrıca, EGİAD heyetinde bulunan Günaydın Lojistik yöneticisi Taner İzmirlioğlu da Türkiye’deki lojistik sektörü hakkında bilgilendirmelerde bulunduğu bir sunum ile iş forumuna katkı sağladı.
İsim Denklik Belgesini nasıl alırım? İSİM DENKLİK BELGESİ
1- İsim denklik belgesi taleplerinin doğrudan ilgilinin yerleşim yerinin bulunduğu Nüfus Müdürlüğüne yapılması halinde, Nüfus Müdürlüğünce, talepte bulunan kişinin Türk vatandaşlığını kazanmadan önceki ad ve soyadının nüfus kaydında bulunup bulunmadığı incelenir, var ise denklik belgesi düzenlenerek verilir. 2- Talepte bulunanın Türk vatandaşlığını kazanmadan önceki ad ve soyadının kaydında bulunmaması halinde, İsim denklik belgesi talepleri, Genel Müdürlüğümüze intikal ettirilir. Genel Müdürlüğümüzce ilgilinin dosyası üzerinden yapılacak inceleme neticesi, kişinin önceki ad ve soyadı bilgilerine ilişkin dosyada yeterli bilgi ve belge bulunması halinde denklik belgesi düzenlenerek verilir. Kişinin önceki ad ve soyadı bilgilerine ilişkin dosyada yeterli bilgi ve belge bulunmaması halinde ise denklik belgesi düzenlenmesi mümkün değildir. Aşağıdaki dosyayı indirerek örnek dilekçeye ulaşabilirsiniz. İsim Denklik Belgesi https://www.nvi.gov.tr/
Tarih Bilinci ve Rafet Ulutürk
Bir milleti millet yapan hasletler vardır. Bu hasletlerin başında tarih bilinci gelir. Nasıl ki; bir birey geçmişte yaptığı hatâları, yaşadığı felaketleri unutur, iyi ya da kötü, başına gelenler üzerinde kafa yormaz, onlardan ders almadığında kendi geleceği açısından kabul edilemez ve sakıncalı bir durum meydana gelecektir. O bireyin kafasında ve ruhunda bir bilgi, duygu ve deneyim birikimi oluşmayacaktır. Dolayısıyla yaşamı boyunca aldığı kararlar, yaptığı girişimler çoğunlukla isabetsiz olacaktır. Sık sık başarısızlığa uğrayacaktır. Hep aynı hatâları işlemeye devam edecektir. Çünkü tutum ve davranışlarında sağlam bilgiye, denenmiş, doğruluğu daha önce kanıtlanmış bilgiye dayanmamaktadır. Nadiren isabetli kararlar, başarılı işler yapmış olabilir; ancak bunlar ağır maliyetlerin, büyük zaman kayıplarının pahasına elde edilmiştir. Milletler için de durum aynıdır. Tüm milletler, öncelikle, belli bir kimlik altında, kendi kültürel sistemi içinde, dünyayı anlayan ve yorumlayan kurumlarıyla varoluşunu sürdürmeye mecburdur. Bunu başarabilmenin yolu tarih bilincinden geçer. Kendi kültürel zemininin mücadeleye dayanıklı kısımlarını keşfetme, onu güçlendirme ve gerekli olan yanlarını yenileme ancak tarih bilinciyle mümkündür. Milletlerin varlığını sürdürebilmeleri, büyük ölçüde geleceği iyi planlamalarına bağlıdır. Bunu başaramayan millet ve toplumlar, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Günümüzde her şeyden şikâyet eden, sadece bireysel yaşamları önemseyen tutumun toplumsal sorunların çözümünde yetersiz kalışının bir nedeni de, tarih bilincine sahip olmayışımızdır. Bu nedenle, özellikle genç kuşaklarda tarih bilinci oluşturulması ve güçlendirilmesi son derece önemlidir. Bunu, millî bir hedef haline getirmeliyiz. İşte bu amaca hizmet edeceğine inandığım, okurken zaman zaman gözyaşlarıma hâkim olamadığım bir eser. “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türk’ü RAFET ULUTÜRK” kitabı…Sadece bir hayat hikâyesi değil, yaşanmışlıkların dile geldiği, dava adamının davası uğrunda yaptığı fedakârlıklar anlatılıyor. Rafet ULUTÜRK, Bulgaristan Türklerinin baskıcı, zorbacı rejimin zulmüne rağmen, Türklük ruhunu kaybetmeyen, İslam’la yoğurulmuş ruhların cihadını ele alıyor. Türkiye ve Atatürk sevgisinin tüm asimilasyon çabalarına rağmen Bulgaristan’daki Türk kardeşlerimizin ana karakteri olduğunu, zihinlerin inşasında Türkiye ve Atatürk ile ilgili anlatılanların büyük rol oynadığını tarihi süreç içinde sade, samimi bir üslupla anlatıyor. Büyük Önder’in Kurtuluş Savaşı’ndaki siyasi ve askeri dehası, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki liderliği ve Türk Milletine olan güveni sayesinde kazandığı zaferlerin Bulgaristan Türkleri için kimlik mücadelesinin meşalesi olduğunu dile getiriyor. Kitap, aynı zamanda soydaşlarımıza karşı görevlerimizi hatırlatıyor. Bulgaristan Türklerinin yıllarca dininden, dilinden ve kültüründen uzaklaştırılmaya çalışıldığı, cehaletin dayatıldığı, ana dillerinin unutturulduğu gerçeği gözler önüne seriliyor. Ancak, kitapta sadece yaşananlar kronolojik olarak sıralanmıyor. Aynı zamanda, Büyük Türkiye ile özdeşleşerek her alanda söz sahibi olmanın yollarını da gösteriyor. Rafet ULUTÜRK, bu eseriyle, en önemlisi kendi hayatıyla, azim ve asrın enstrümanları ile hareket edildiği takdirde başarının kaçınılmaz olduğunu zihinlere kazıyor. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşabilmek için yılmadan, bıkmadan, birlik ve beraberlik içinde ulaşılabileceğinin müjdesini veriyor. Bilge insan Nasrettin Hoca’nın dile getirdiği, “damdan düşen adam” misali bir dava adamının mücadelesini en güzel şekilde bizlere sunuyor. Kimliğimi ve kişiliğimi oluşturmada en önemli süreç olan İmam Hatip’te okuduğum yıllarda Bulgaristan Türkleri’nin, soydaşlarımızın, evlerini barklarını bırakarak Türkiye’ye geldiklerini, gözyaşlarını çok iyi hatırlıyorum. Müslüman bir beldede doğmuş, büyümüş bir Türk evladı olarak, bu kitabı okuyunca bir kez daha sorumluluklarımızı yerine getirememenin mahcubiyetini yaşadım. Rabbimden niyazım odur ki; her şeye rağmen kimlik ve kişilikleri ile ayakta kalmayı başarabilen Bulgaristan Türklerine hizmet etmeyi nasip eylesin. Ömrün olduğu müddetçe, bu uğurda çalışmayı bir görev olarak değerlendireceğimin bilinmesini isterim. Rafet ULUTÜRK’e bu vesileyle, şahsım başta olmak üzere, bir uyanışa vesile olduğu için minnettarım. Kendisiyle tanışma bahtiyarlığa eriştiğim için şükrediyorum. Kendi imzasıyla şahsıma takdim ettiği, “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” kitabını keyifle okumaya, notlar almaya devam ediyorum. İnşaallah onu başka bir yazımda değerlendirmeye çalışacağım. Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinin sembolü, hizmetkârı! Unutmayın ki; Türk Milleti yanınızdadır, Yüce Mevla’nın yardımı sizinledir. Nevzat ÖZTÜRK Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Maarif Müfettişi,Eğitimci Yazar
Sayı 127 - Aralık 2017 8 8
Bulgaristan Türklerinin Sesi
BULTÜRK ETKİNLİKLERİ
Çorlu CHP’de Türkan Bebek ve Kimlik Sorunu Konferansı Köylerimizi terk ettik. Evlerimiz, köylerimiz, topÇünkü 1989 yılından günümüze zaten birlik ve beraberlik var. Problem bu birlik ve beraberliği kimler kullanıyor ve ne için kullanıyorlar. Bizler toplum için biraraya geldik fakat bunu kendilerini lider diye halkın karşısına çıkanlar suistimal ettiler. Bizler birlik ve beraberlikte bahsederken, geçmişte olanlar geçmişte kalmıştır diyecek kadar ileri gitmesini tüm camiamız adına esefle kınıyoruz. Bizler birlik ve beraberliği HAİNLER ve AJANLAR için istemiyor istiyemiyoruz hatta düşünemiyoruz. Buradan da sizin anladığınız birliği kabul etmediğimizi beyan ediyoruz. Değerli kardeşlerim, İstanbul, Bursa ve Çorlu – Trakya göçmenlerinin birlik ve beraberlik kurması, tek yumrukta birleşmesi, aynı atılımlarla yücelmesi ne kadar önemli ve değerli bir bilseniz. Aslında biz böyle geleneklerinden geldik ve onları devam ettirerek yaşatıyor ve güçlendirmeye çalışıyoruz. GÜÇ yalnız boğazdan gelmez bir de BİRLİK’ten gelir. Bunu bildiğimiz için buradayız. Aynı dünya görüşünde fikir birliğinde buluşup kaynaşmamız için güçlü ve azimliyiz. 1984’ten beri yıl sonu BOCUK (NOEL) günleri Biz Bulgaristanlı Türkler ve soydaşlar için önemli tarihsel anma ve BULGARİSTAN TÜRK KİMLİĞİ DAVAMIZI yaşatma günleridir. Biliyorsunuz her yılın Aralık ayında Kırcaali ilinin Ardino(Eğridere) Belediyesi Tosçalı Köyü’nde ışık yakıldı, ilk kalkışma burada başladı, isimlerimizin ve Türk – Müslüman kimliğimizin değiştirilmesine karşı 1984 Ayaklanmamızın ilk şehidi ise Türkan bebek oldu. Bulgaristan’da totaliter baskıcı rejim tarafından Türklere yapılan zulümde annesinin kucağında 17 aylıkken vurularak hayatını kaybedenTürkan bebek 33. ölüm yıldönümündeyiz. Bulgaristan Türklerine yapılan zulmün, vahşetin ve neredeyse bir katliamın sembol ismi haline gelen şehit Türkan bebeği rahmet, minnet ve şükranla yad ettiğimizi ve Türkan bebeğin aziz hatırasının önünde saygıyla eğiliyoruz. Kısacahikâyesi–Kızılağaç’ın(Kirkovo)Kayaloba,Kitna–Sütkesenköyü Katledildiğivakit17aylıktıhenüz.NeTürklükbiliyordu,neBulgarlık… Ne milletten anlıyordu, ne milliyetçilikten… Nevatanseverlikduygusundantatmıştı,nedeihanetetmişti… Kendisi kadar küçücüktü dünyası… Doğduğudağınhavası,suyu,bağrıyanıkannesiningözyaşlarıgibitemizdi… Evet, adını biliyordu. Türkan deyince, hemen kulak veriyor, şakıyarak pıtıl pıtıl çağırına varıyor, boynuna sarılıyordu. Emeklemeden yürümüş, kekelemeden anne, baba demişti. Süt gibi beyaz, tombul bir yüzü vardı. Henüz bitmiş saçları sarıya bakıyordu. Gözleri, annesininkilere çekmişti, çakır ve pırıl pırıl parlıyordu. Sağ olsaydı hani, 33 yaşında akıllı ve güzel olacaktı şimdi. Belki bir işletmenin öncüsü. Belki bir akademisyen olurdu. Maalesef, on sekizinci ayı bile tamamlamamıştı!… Ebeveynleri, protesto yürüyüşüne hazırlanıyorlardı. Türkan kıpırdamalarındanişianladıvevardınenesininşalvarındanyakaladı. -Bununeyapacağız?diyesorduFatmaeşine.Baksananasılsarıldıbana. -Götüreceğiz tabii, dedi Feyzullah dedesi de. Zaten bırakamayız ki. Mahallede kimse kalmıyor. Fatma, gitti dolaptan yün bir giysi aldı, acele sırtını giydirip Türkanı sırtladı. Kapıda amcasıyla karşılaştılar. -Nereyekızım,diyereksorduamcasıminikyeğeniniokşayarak. Nereye götürüyorlar seni ? Evden çıktılar yola koyuldular. Mahalleden indiler, Kayloba’lılara katıldılar. Kayaloba (Mogilyane) Türkan’ı kah annesi taşıyordu kah babası. Mogilane’ye yaklaşınca, ırkçılar belki çocuk ve kadın isyancılara dokunmazlar ümidi ile anasının sırtında kaldı. Kayloba’lılar, Mogilyane ve Kitna halkını gergin bir durumda buldular. Bir yandan isyancılar birleşmeye, diğer yandan da milis ve iç müdahale askerleri, onların bu özenini engellemeye çalışıyorlardı. Çarpışma başladı, iki taraf bir birine girdi. Asker ve milis, eli boş insanları gaddarca dövüyordu. Türkanın dedesi Feyzullah, duramadı, komşularının yardımına koştu, ama bir gurup asker ve milis onun üzerine de atılarak cop, tekme ve yumrukla vurmaya başladılar. Bunu gören ninesi Fatma, küçük Türkan sırtında “Bırakın kocamı katiller, biz Türküz, bize dokunmayın!” diyerek hemen sıçradı ve eşini kurtarmak üzere ileri atladı. Ve silahlar takırdadı, birden bire bir kaç kişi yere yuvarlandı. Fatma, hala ne olduğunu anlayamamış, eşini savunmaya çalışırken yandan biri: – Kan, kan akıyor Fatma abla! diye bağırdı biri. Sizden akıyor. Fatma, panik bir şekilde bakındı, onda bir şey yoktu, hemen sırtından küçük kızını kucağına aldı ve ne görsün! Katil, kurşunlarını onun omuzu üzerinden sırtındaki küçük kızının tam alnına rastlamıştı, üstü başı kan içindeydi…
Zulüm döneminde çekilen tüm acıların sembolü olan minik şehidimiz Türkan, “Türkan Çeşmesi” anıtında yatıyor ve artık anılarımızda büyüyor. “Ancak bu yaşananlar hiçbir millete zorla benliğinin unutturulamayacağını gösterdi. Buraya yapılan anıtın neyi temsil ettiği, gelecek nesiller tarafından iyi bilinmelidir” Bu gün ise 17 aylık Türkan bebenin düştüğü yerde, anıtı, çeşmesi, anıt kompleksi başında ve Mestanlı merkezinde de Kahramanlarımızın aziz hatırasını yaşatan büyük anıt önünde anma törenleri düzenleniyor. 1984–1985 direnişlerimizde totaliter rejim asker ve baretleriyle çarpışmalarımızda 37 şehit verdik. 19841989 yılları arasında gece gündüz verdiğimiz kavgada 140 kardeşimiz şehit düştü. Şehitlerimiz arasında yine ilk çarpışmalarda kurşunlanarak öldürülen Ayşe Mollahasan, Nazife Osman, Asiye Deliosmanova, Fatme Şakirova ve Pembe Aşikova’yı saygıyla anarken, ruhlarına Fatiha ve yattıkları yer nur olsun, diyorum. Hepinizim hatırlayacağı üzere 1985 yılında Bulgaristan Türkleri için açılan Tuna nehri ortasındaki Persin adası “Belene Ölüm” kampına dönüştürüldü ve oraya 517 kardeşimiz hapis edildi. Onların arasında da birçok öğretmen, hemşire ve Doktor Bulgaristan Türk kadını vardı. Yeri gelmişken önemle belirtmek istediğim bir isim “Belene” Ölüm Kalım savaşı kahramanı Mestanlı kasabasından öğretmen Hüsniye Necati’dir. Hepinize hatırlatıyorum. Bütün, baskı, terör ve zulme karşın, işten atılmasına, Kırcaali polis müdürlüğü mahzenlerinde aylarca tutulmasına, yargılanmadan “Belene” Ölüm Kampına sürülmesine, orada özellikle 1985 kışının dondurucu soğunda çok sert işkence görmesine, Milisler öldü zannedip Derin Dondurucu Kamarasına atılıp, orada günlerce tutulup dondurulmasına rağmen, ölmüştür kağıdı çıkartılıp morga atılmasına karşın yaşayan, bizim Türk Kimliği Davamızı yaşatan, ismi, baba adı ve soyadı değiştirilemeyen tek ablamızdır. Morarmış etleri dökülmüş olsa da dayanmış ve Bulgaristan Türk kadınlarının, Türklüğümüzün, Müslümanlığımızın ve Türk Kimliği ile var olan ruhumuzun ve davamızın bayrağıdır. 1989’da o da Türkiye’ye geldi. Bursa’da hayata gözlerini yumdu. Ruhuna Fatiha. Değerli büyüklerim. Biz Bulgaristan Türkleri bir anaerkil toplumuz. Bu geleneğimiz devam ediyor. Bunu en anlaşılır bir şekilde şöyle anlatabilirim. Biz Bulgaristanlı Türk erkekleri köyde, kasabada, tarlada fabrikada, uzakta yakında nerede çalışırsak çalışsak paramızı aldık mı eve gidip eşimize veririz. Bizim ailemizde belirleyici olan, davranış ayarını veren kadındır. 1984-1989 zulüm yıllarında 12 bin 500 Türk erkeği yargısız hapseden, süren, ıssız Bulgar köylerine göndererek totaliter rejim başı Todor Jivkov, erkeklere zulüm etmekle hiçbir sorunu çözemeyeceğini, Türk ailesinde Türklük ruhunu yaşatanın erkek olduğu kadar kadın da olduğunu, erkeklerin direniş saflarında birbirine kenetlendiği, Türk ruhundan güç ve kudret aldığı gibi, kadınlarında ayaklanabileceğini ve tarih yazacağını düşünemedi, öngöremedi ve yenildi. 1989 Mayısında kadınların açlık grevleriyle başlayan ve Cebel, Koşukavak, Bohçalar, Prestoe, Ablanovo, Akkadınlar ve Kemaller’de aynı anda başlayan ve yarısı kadın olmak üzere 72 bin Bulgaristan Türkünün katıldığı BÜYÜK AYAKLANMA’da, ellerinde çapa kürekle başı çeken güç kadınlarımızdı. Onlar devrim okulu görmemiş, ilhamı hayattan almışlardı. Bulgar tankların üzerine çıktılar. Jandarma, polis, bereliler ve askerlerin yolunu kestiler. Silahlarını ellerinden aldılar. Bu 1909’da kurulan Üçüncü Bulgar devleti tarihinde en büyük Ayaklanmadır ve diktatör Todor Jivkov’un devrilmesiyle taçlanan büyük zaferimizdir. Bugün Bulgar okullarında bu isim değiştirme faciasından, devlet teröründen, ayaklanmamızdan, zaferimizden ve ardınızdan Bulgar devletinin çöküşünden söz edilmiyor, ama inanın bana yakın zamanda tarih yazanlar değişecek. Sofya Mahkemeleri isim değiştirme yıllarında sakat kalan, kötürüm olan kardeşlerimizin, “Belene” mağdurlarının, hapishanelerde veya sürgünde çürütülenlerin davalarına yıllarda beri bakmıyordu. Meclis onlar lehinde karar ve kanun çıkarmıyordu. Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı ve sağır ve kör kalıyordu. Davalar üzerinde Başsavcılık ve aramızdaki hainlerin ve adaletin üstün gelmesini, açılan davaların sonuçlanmasını engelleyen siyasi şemsiye vardı. 27 yıldan beri ilk defa Sofya Belediye Mahkemesinde yargıç Bayan Dayana Todorova bu şemsiyeyi kenara itti ve “Belene” ölüm kampında kendisine işkence yapılırken parmakları kesilen bir kardeşimizin davasını sonuçlandırırken mahkeme karara şunları yazdı: “1991 Yılından başlayarak Bulgaristan Müslümanlarının açtığı hak arama davaları üze-
rinde şemsiye açan ve adaletin sağlanmasını engelleyen Baş Savcılığı 100 000 leva cezalandırıyorum.” Zehir küpü patladı. Kadınlarımızın motor olduğu hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi, Bulgaristan’da yaşayan Türklere ve tüm diğer etnik azınlıklara “kültürel otonomi” davamız devam ediyor ve edecektir. Bu şanlı davamızı 1989 Mayısında Mayıs Ayaklanmasıyla taçlandıran sizler, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, insan hakları, sivil toplum örgütü, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü, eşit haklı insanların yaşadığı adil devlet ve toplum hedeflerine doğru bugün de başarıyla yürütüyorsunuz. Bir defa 1989Ağustosunda “Büyük Göçle” Bulgaristan’da topluca sökülüp anavatanımıza akmamız, olayları kökten değiştirdi. Özlediğimiz Türk dünyası denizinde artık 28 yıldan beri yaşıyoruz. Bulgaristan’da Komünist rejim ve totaliter diktatör yıkıldı. Bulgaristan’ı terk edenlerin sayısı giderek arttı ve artık 3 milyon kişiyi buldu. Bunun anlamı şudur. Bulgar soyu, Bulgar kavmi azaldıkça azaldı, gençsiz kaldı ve nüfus ve kültür olarak kendisini yeniden üretemez duruma geldi. Bulgaristan 2004’te Türkiye’nin garantörlüğünde NATO’ya ve 2007’de Avrupa Birliğine girdi, fakat oraya modern kültür taşıyamıyor, uygarlığı sönmüş ve yeni bir şeyler yaratamayan, sofrasında sarmalar, dolmalar, turşular, sırtında aba potur, kuşak çadır, sırtında davul, ağzında kavalla–Biz Bulgarız diyor. İşte böyle bir hamleyle, kapısı porta, yolu Arnavut kaldırımı, avlusunda çeşme, evi çardaklı, yorgan, döşek ve çullu bir ortamda 2018’de ilk 6 ay Avrupa Birliği Konseyi toplantılarına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Son aylarda Sofya merkezine Türk kahvecisi, baklava, su böreği, künefe sunan yerler açmışlar, İskender Kebabı pişiren Türk lokantaları ve dönerciler açmışlar. Bunların hepsi daha 14. asırda dedelerimizin oralara taşıdığı medeniyet nimetleridir. Altı asır geçti, yeni olan ve beğenilen hiç bir şey icat edemediler. Kısaca değindiğim medeniyetimizi kuşaktan kuşağa taşıyan siz bacılarımız, analarımız, gelinlerimizsiniz. Biz çekilince meydan boş kaldı. Bulgar biz yaparız dedi, baklava ağdasına kıvam vermeyi bilmediği için bezelerin arasına bal döktü. Ama olmadı yapamadı. Büyük bir kültürün, yaşayış tarzı ve ahlakın belkemiği ve motoru olan siz Bulgaristan Türk kadınlarını kutlarken, şu an gurur duyuyorum, sağ olun var olun. Şimdi ben konuşmamı burada da noktalayabilirdim. Fakat izninizle Bulgaristanlı Türk Kadınının toplumdaki rolüyle ilgili birkaç hususa daha değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, Komünist rejimi deviren Büyük Ayaklanmamızdan sonra Bulgar devleti isimlerimizi ve din haklarımızı iade etti. Fakat bunlar bizim isteklerimizin yalnızca ikisidir. Biz Türk dilinde okullarımızı, tiyatrolarımızı, sanat topluluklarımızı yeniden açmak, evde işte ve toplumda Türkçe konuşmak, anadilimizde anaokulu, ilk ve ortaokul, lise açmak istiyorduk, gazete, dergi ve kitap çıkarmak, anadilimizde kendi Televizyon yayınlarımız olmasını istiyorduk. Bunları ne yazık ki henüz elde edemedik. Hatta seçim mitinglerinde Türkçe demeç vermemiz bile cezalandırılıyor, çember sıkıştırılmaya devam ederken, camilerde Türkçe konuşmayı yasaklanmaya çalışılıyor vs. Demokrasi beklerken faşistler iktidar ortaklığına tırmandı ve son nefes alırmış gibi, azdıkça azıyorlar. Bütün engelleri aşmamız siz anaların elindedir. 1989 Haziran’ında bizim haklı davamızı desteklemek için, Bulgar demokratik kamuoyu ve kadınları adına Paris’te toplanan İnsan Boyutları Konferansı (AGİT’de) okunmak üzere bir BİLDİRİ götüren; bir yıl sonra 1990 Haziranındaki Büyük Millet Meclisi seçimlerinden sonra Demokratik Güçler Birliği’ni (CDC) adına Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilen şaire Blaga Dimitrova, kanın hayattaki rolünü anlatan “KADIN OLMAK” şiirini sanki sizin için yazmış ve şöyle diyor. KADIN OLMAK Kadın olmak bir acıdır. Kız olduğunda, acır. Sevgili olduğunda, acır. Anne olduğunda, acır. Fakat şu dünyada tahammül edilemeyen Bir acı varsa, O da, bu acıların her birini Yaşamamış olmaktır. Bu kısa şiiri seçmemin sebebi. Siz Bulgaristan Türk kadınlarının tüm acıları tatmış olmanızdır. Ama baş eğmeden, dimdik kalarak ve yarına adımlayarak… Yukarıdaki örnekler bunları doğruluyor. “Kadının işi bitmez!” dir bu çile dizisinin özeti. Ve şimdiki büyük ödeviniz şudur sevgili Bayanlar: Bir çocuğun anadili, evde anasının öğrettiği dildir.
rağımız yağmura değil, Türk sevgisine susamıştır. O topraklarda Türklüğümüzü yaşatan bizim burada genç kuşağı iyi birer Türk olarak yetiştirmemize bağlıdır. Bütün dereler dolar boşalır, dalgalar dökülür çekilir, kuşlar bile gidip gelir. İnsanlar da öyledir. Ben cennetin apartman dairesinde olduğuna inanmıyorum. Bizim cennetimiz atalarımızın cennetinden başka bir yerde olamaz. Bundan 6 asır önce Balkanlara taşan ve oraları vatan yapan Türkler yine taşacaktır. Büyük Türkiye büyük yuvasına taşacaktır. O akıncıları yetiştirme onları ruhlandırma ödevi siz analarındır. Biz vatan ettiğimiz topraklara dinimizi ve kültürümüzü, yaşam tarzımızı Türkçemizle taşıdık, bu açıdan anadilimizi her gün beslemek, geliştirmek ve en cömert bir şekilde öğrenme imkânı olmayanlara bahşetmek zorundayız. Biz Bulgaristan’da alfabesi olan, 2700 okulu ve 2353 cami ve mescidi olan, 167 gazete ve dergi çıkarmış, kendi sözlü yaratıcılığına dayanarak yazılı edebiyatını yaratan bir halk topluluğuyuz. Bunu feda edemeyiz. Biz kendi kültürü olan, mutfağında tarhanası, kapaması, böreği, yastığında nakış, başında yemene ve örtüsü olan bir kültüre sahibiz. Hoşgörülükomşuluğumuzveyardımlaşmamızdilleredestandır. Balkanlarda bu nitelikleri taşıyan başka bir millet yok. Her ana kahraman yetiştiremez. Bu vasıf sizde var. Her ana lider yetiştiremez Bu vasıf da var sizde. İşte Trakya kadınının doğurup eğittiği dünya lideri Mustafa Kemal Atatürk’tür. Şöyle bir düşünün 1919’da Türk Müslüman âlemi sömürgeleştirilmiş, bağımsızlığını yitirmiş, boynunda esaret zincirleri ve Trakyalı, bir annenin doğurduğu bir Mustafa, önce Çanakkale’de, ardından Sakarya boyunda, İzmir’de ve daha birçok cephede düşmanı ezip TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KURMUŞ VE BİR MİLYARDAN FAZLA MÜSLÜMAN’A İLHAM VE ÖRNEK OLMUŞ. Bugün sizden istenen sanki çok önemsiz, çocuklarınıza Türkçenin en ağlasını öğretmek ve Bulgaristan’da anadilinden mahrum bırakılan kardeşlerine birer Türkçe kitapçık götürüp HEDİYE ETMEK. Ateşi yakan çalı çırpıdır sayın bayanlar. Hodri meydan… 21. yüzyıl yeni liderini sizlerden bekliyor. Bunu doğuracak ve eğitecek olan ise siz Türk analarısınız. Bu bakıma biz burada Çorlu’dan “Türk kadını evlatlarıyla ancak Türkçe konuşur” – “Türk mutfağının dili Türkçedir” gibi hareketler başlatıp Bulgaristan’a taşımak ve bu eylemleri beslemek zorundayız. Bu atılımlarımızda dün olduğu gibi bugün de devletimiz ardımızdadır. Bulgaristan’da lise bitiren her Türk çocuğu Türkiye devlet Üniversitelerine kaydını yaptırıp burslu okuyabilir. Sis kalkıyor. Yol açılıyor kardeşlerim. Ben son yıllarda BULTÜRK ve BGSAM çerçevesinde, “bghaber.org” üzerinden yaptığımız günlük haber ve yorum, edebiyat eseri ve kültürel etkinlik yayınlarımızın paralelinde 2 kitap kaleme aldım. Gelirken ikisinden de örnekler getirdim. Birincisi “50 yıllık mücadele”. Bu eserimde Bulgaristan Türk Kimliği yaratma, geliştirme ve Türk Dünyasına tanıtma çalışmalarımı ve BULTÜRK’ün forum, seminer, bilgi şöleni ve diğer etkinliklerini anlattım. Derneğimiz 2003’te kuruldu. Tüm çalışmalarımızı, yaratıcılığımızı 17 cilt halinde topladık ve basmaya hazırlanıyoruz. Bu arada, geçen ay “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” eserim de çıktı. Onu da getirdim. İlgi gösterirseniz büyük miktarda gösterebilirim. Bu çalışmam daha derin ve daha esaslı ve 1990’dan beri verdiğimiz sert kimliğimizi koruma davamıza da ışık tutuyor. Biliyorsunuz bir polis ajanı olan ve artık Bulgar milliyetçilerine hizmetlerinden dolayı korumalı sarayda yaşatılanların kimliklerine de tam ışık tutuyor. Adına “soya dönüş süreci” denen zulmün özü de tam olarak bol açıklanmıştır. Bulgar tarihi ve siyasi toplumsal görüşü kesikin eleştiri altına alınarak yenidünya görüşümüzün pencereleri ardına kadar açılmıştır. Yeni çıkan bu kitaba ilgi çok büyük… İşte böyle, sizi tanıma imkânı sunan Çorlu CHP ilçesinin Kadın kolları Başkanı Hava ÇOLAK Hanımefendiye ve Nesibe Hanıma tekrar huzurunuzda teşekkür ederim. Çağırdığınızda her zaman gelmeye hazırım. Ayrıca kitaplarımı tartışma toplantıları da düzenleyebiliriz. Yaklaşan yeni yılınızı önceden kutlarken hepinize mutlu ve huzurlu yıl getirmesini diler bir daha en iyi temennilerimi ve bol şans dileklerimi de sunuyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim, Saygılarımı sunarım, Sağ olun.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 127 - Aralık 2017 BULTURK ETKİNLİKLERİ
BULTÜRK’ün Faaliyetlerinden
9
Sayı 127 - Aralık 2017 10 10
URAL-BULTÜRK’ün Faaliyetlerinden
Bulgaristan Türklerinin Sesi STK
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 127 - Aralık 2017 11 YAŞAM
Din nedir?
Din, Allah’ın Peygamberi vasıtası ile, insanlara ilettiği içinde eksiği ve fazlası olmayan, içinde geçmiş ve gelecek yaratılış gayesi ve kulluk esaslarının öğretildiği O’nun açıklanmış rızasını beyan edendir.. Din, Allah, resul ve kitapdan ibarettir. Mezhepler, tarikatlar, bilim, sanat, felsefe, ideolojiler hepsi dinin yorumudur.. Din fıtri bir hakikattir ve hayat boşluk kabul etmez. Dini kaynaklarından alarak hayatınızın merkezine yerleştirmez iseniz, hayat boşluk kabul etmez, o zaman da ya mezheplerinizi, ya tarikatlarınızı, atalarınızın dinlerini, geleneği, yaşam koçlarınızı ilah ve Rab edinir, onu dinleştirirsiniz.. Onun için Kur’an-ı Kerim, bizi “Atalarımızın dinleri” konusunda uyarır. “Din büyüklerimizi ilah ve Rab edinmememizi” emreder. Ve yine “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” der! Şeytan, “ağuyu altın tas içre sunacaktır ve onu bala karıştırıp, bize ikram edecektir.. Hakikatı yanlışla kirleterek hakikat namına bize kendi zehrini içirmeye çalışacaktır.. Bakın, dinin esasları ve usul bilmeden hiçbir yola girmeyin.. Yoldan çıkarsınız.. Şeyhinize göre bir din icad etmeyin, dininize göre şeyhinizi ölçüp tartın.. Unutmayın, peşine takıldıklarınız da insan ve Peygamberler müstesna hiç kimse mutlak anlamda masum değildi, gaybı bilmezler ve kurtarıcı da değildirler.. Hatta Peygamberler de kurtarıcı değiller. Onlar kurtuluşa çağıranlardır sadece. Yoksa öyle olsaydı, her namazda salatu selam getirdiğimiz Hz. İbrahim babasını kurtarır, torunu Yakub Yusuf’una kavuşur, hatta çocuklarının yanlışına mani olurdu.. Ali İmrana da selam olsun. Kendi özelinde eşsiz bir Peygamber olan Hz. İsa kavmini hidayete erdirirdi.. Devam eden bir tasarrufu olsaydı, kendi şeriatını saptırıp, kendini sevenleri yoldan çıkaranlara engel olurdu.. Şüphesiz ki, Allah’a her şeye kadirdir, ama bir de Sünnetullah var! Bakın, siyaset yapacaksanız siyaset; ticaret yapacaksanız ticaret; ne yapacaksanız, o konuda önce Allah’ın emirlerini bilmeniz ve hükmederken usule uygun davranmanız gerek.. Aksi halde kim vahye şahidliği bırakır, ona bir şey eklemeye ya da çıkarmaya kalkarsa din aradan çekilir ve kişi eklediği ve çıkarttığı ile baş başa kalır.. Akaid bilmiyorsanız, zaten “mümin olduk demeyin, müslim olduk diyin”. Vahye şahidlik etmeden hayatın sırrını anlamaya çalışırsanız NLP’cilerin oyuncağı olursunuz, yaşam koçları size yoldan çıkarır, nereye sürüklendiğinizi anlayamazsınız bile.. “Yeryüzünde bir cennet, ebedi bir hayat, mutluluk vaadiyle sizi kendi dünyasına çekerler.. Artık gözleriniz var görmez, kulaklarınız var duymaz, kalpleriniz var hissetmezsiniz. İstişare ve şûradan kopar, farklı bir dünyada yaşarsınız.. Artık “münevver” değil “aydın” olursunuz.. Usul bilmiyorsanız akıl sizi fıtrat vadisinden savurur, Şeytanın avukatı olursunuz.. Ku’an’ı okuyacaksınız. Okumak yetmez, anlayacaksınız. Anlamak yetmez, yaşayacaksınız.. Onu doğru anlamak için “usulü tefsir” okuyacaksınız.. “Kur’an” “oku” diye başlar.. “Kur’an” demek, “okunan kitap” demek aslında.. “Amenna ve saddakna” derken “okudum, anladım, kabul ettim” diyorsunuz. Gerçekten bunu yaptınız mı? Kur’an’ı en iyi anlayan, anlatan, yaşayan kişi Peygamberdi. O zaman sünneti resulü de bileceğiz. Hadislerin uydurmasını doğrusundan ayırt etmek için usulü hadis de okuyacağız.. Sonra da bir fıkıh ve bir de usulü fıkıh okuyacağız ki, yaşadığımız zamana, mekana, nefsimize karşı kendi sorumluluklarımızı akladebilelim.. Tabii bu akletme eylemi için bir de kelam okumamız gerekiyor.. Hz. Adem’den Peygamberimize kadar hepsi aynı dinin tebliğcileri olduğuna göre bir de Peygamberler tarihi okumamız gerek.. Yine bir de mezhepler, tarikatlar nasıl doğdu, dünden bugüne ne oldu anlamak için bir de İslam tarihi okumamız gerekiyor.. İşte o zaman Müslümanca bir hayat yaşayabilirsiniz. “İman ettik demekle yakanızın bırakılıvereceğini mi sanıyorsunuz siz”, “sizden öncekilerin başınıza gelenlerin sizin başınıza gelmeden cennete girdirilivereceğinizi mi sanıyorsunuz..” Aklınızı kiraya vermeyin, din büyüklerinizi ilah ve Rab edinmeyin.. heva ve heveslerinizin peşine takılmayın, kendinize plesebo dinler edinmeyin.. Unutmayın, cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir..Hint mistizimini, Yunan sofistikelerinin akıl yürütmelerini sufilik sanmayın.. Hz. Ali taraftarlığı bilinen Şia Esed’e sadakat, İhvan’a ihanet değil, Selefilik Sisi’ye iteati Mursi’ye isyanı öğütlemez..
11
Pakistan Milli Kütüphanesi’ne Türk Köşesi Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı tarafından başkent İslamabad’da bulunan Pakistan Milli Kütüphanesinde Türk Köşesi kuruldu. TİKA Pakistan’da eğitimin geliştirilmesine ve Türk kültürünün tanıtılmasına yönelik önemli projeler gerçekleştirmeye devam ediyor. Bu kapsamda, TİKA tarafından 500 okuyucu kapasitesine sahip Pakistan’ın en büyük kütüphanesi olma özelliği taşıyan Pakistan Milli kütüphanesinde Türk Köşesi kuruldu. Türk Köşesinin açılış töreni İslamabad Büyükelçisi Sadık Babür Girgin, Türkiye Milli Kütüphanesi Başkanı Zülfi Toman, TİKA İslamabad Koordinatörü Mehmet Emre Aktuna ve Ulusal Tarih ve Yazınsal Miraslar Bölümü Müsteşarı Aamir Hasan’ın katılımıyla yapıldı. Açılış töreninde konuşan Büyükelçi Girgin, Türk Cumhuriyeti tarafından Pakistan’da ilk kez kurulan bu Türk köşesiyle Pakistan halkının Türk kültürünü daha yakından tanıma fırsatı bulacağını ve köşenin iki ülke halkı arasında iletişimin artırılmasında katkıda bulunacağını ifade etti. Ulusal Tarih ve Yazınsal Miraslar Bölümü Müsteşarı Aamir Hasan konuşmasında Türk Devletine modern ekipmanlarla donatılan ve 2000 adet kitabın bulunduğu Türk Köşesi için teşekkürlerini
sundu ve köşenin Pakistanlı öğrenciler ve araştırmacıların Türk kültürü ve tarihi üzerine yapacağı çalışmalar için çok önemli bir başvurusu noktası olacağını vurguladı. Türkiye Milli Kütüphanesi Başkanı Zülfi Toman ise açılışta bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek Türk köşesinin kurulması kapsamında 2000 adet kitabın Milli kütüphane tarafından temin edildiğini belirtti. Toman ayrıca, köşenin kurulmasında emeği gecen tüm kurumlara teşekkür etti. TİKA İslamabad Koordinatörü Mehmet Emre Aktuna ise 2017 yılının Türkiye Cumhuriyeti- Pakistan İslam Cumhuriyeti arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 70. Yılı olduğunu belirterek, 70.yıl etkinlikleri çerçevesinde TİKA tarafından kurulan köşenin iki ülke arasındaki kültürel ilişkilerin gelişimine hizmet edeceğini vurguladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sevakin Adası’nda
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El-Beşir ile Sudan’ın Kızıldeniz kıyısındaki Sevakin Adası’nda incelemelerde bulundu. Afrika ziyaretinin ilk durağı Sudan’da, ikinci günde resmi temaslarını sürdüren Erdoğan, beraberindekilerle Port Sudan kentine geçti. Özel uçak “TUR” ile Port Sudan Havaalanı’na gelen Erdoğan, burada ElBeşir tarafından karşılandı. Havalimanında tekbirlerle karşılanan Erdoğan, buradan makam otomobiliyle Sudan’ın Kızıldeniz kıyısındaki Sevakin Adası’na hareket etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, güzergah boyunca ellerindeki Türkiye ve Sudan bayraklarıyla kendisine sevgi gösterisinde bulunan Sudanlıları selamladı. Sevakin Adası’nda incelemelerde bulunan Erdoğan, buradaki Hanefi ve Şafi camileri ile gümrük binasını gezdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, beraberindekilerle Hanefi Camisi’nde namaz kıldı. Osmanlı, güvenliği Sevakin’den sağlıyordu Sevakin, geçmişte Nubye bölgesinin en önemli limanı olarak biliniyordu. Osmanlı döneminde ise denizden gelecek tehlikelere karşı Kızıldeniz ve Hicaz’ın güvenliği Sevakin Adası üzerinden sağlanmaktaydı. Afrika’nın dünyaya açılan kapısı konumundaki adada, tarihi Osmanlı limanı ile gümrük binası, Hanefi ve Şafi camileri, muhafaza binası gibi önemli eserler bulunuyor. Sudan’ın turizm sektörünün gelişmesine katkı sağlanması amacıyla 2011’de başlayan çalışmalarla Osmanlı dönemine ait Hanefi ve Şafi camileri ile gümrük binası TİKA tarafından restore edildi. Öte yandan, 2016’da başlayan muhafaza binasının restorasyon konusundaki çalışmaları devam ediyor.
Siyasi ve Aktüel Gazete
BULTÜRK - Dünyada’ki Temsilcilerimiz www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 511 63 47
İmtiyaz Sahibi
Haber Sorumlusu:
D r. N e d i m B İ R İ N C İ
Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü:
Av. Hasan MOLLAOĞLU Nedim AKIN
Alptekin CEVHERLİ
İstihbarat Müdürü:
Hüseyin Y I L D I R I M
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı İbrahim SOYTÜRK
Eğitim Sorumlusu:
Ay n u r F İ L İ Z
Kültür-Sanat:
Avşin B A L K A N
Spor Müdürü:
Serkan YILDIZ
İnternet Müdürü:
Muhammet ULUTÜRK
Halkla İlişkiler:
N e r i m a n E . K A LY O N C U O Ğ L U
Reklam Müdürü:
Seydullah H A L A Ç
Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü
Genel Yayın Yönetmeni Abidin KARASU Genel Yayın Müdürü Raziye ÇAKIR
Yayın Danışmanları:
İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - H.TÜRKOĞLU Spor Komp.Karşısı
Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Tel: 0212- 5 11 6 3 4 7 - Fax: 0212 511 33 91 Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Prof. Dr. Hayati DURMAZ Akademi Yayıncılık A.Ş. Prof. Dr. Seçkin DİNDAR Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Dr. Erdal KARABAŞ Yazarlar yazılarından sorumludur. Metin KARAN w w w. b u l t u r k . n e t / w w w. b u l t u r k . o r g
Avusturya -Viena Almanya-Köln: Amerika-New York Belçika-Antwerpen İspanya-Madrid Kazakistan İsveç İngiltere London
: Osman BÜLBÜL : Ünal G A Z İ : Alaattin Gokay : Nevin BEYTULLAH : Hüseyin Hasan : Türkistan: Erkan : Seval ÖZTÜRK : Ridvan Akay Riko
Hikmet EFENDİEV
Rufat FELETİ
Bursa-
B u l g a r i s t a n - Te m s i l c i l e r i Sofya:
Blagoevrad:
Bülent MURADOV
Kırcaali: Ardino: Cebel: Plovdiv:
Mehmet TEFİK Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET İsak Yusuf KARAALİOĞLU
Smolyan:
Stara Zagora: Menderes KUNGÜN Loveç: Pleven: Şumen: Razgrad Ruse Silistra:
Emine BAYRAKTAROVA Rafet RODOPLU İrfanÖZGÜR Levent RASİM Zeki İsmail Nermin ÇAKIR
Dobriç:
Sebahattin AYYILDIZ
Varna:
T Ü R K İ Y E -Ankara: İsmail ÇİNGÖZ
İst. Anadolu:Bölgesi İst. Trakya Bölgesi İst. Sultangazi: ist. G.O.Paşa: ist. Bayrampaşa: ist. Zeytinburnu: ist. Avcılar: ist. Başakşehir: ist. Kağıthane: İst.Küçükçekmece İst. Eyüp
Mustafa Varna
Kocaeli:
- Bursa Yıldırım: - Bursa-Hürriyet: - Bursa-Yenibağlar: - Bursa-İnegöl İzmir- - İzm. Sarnıç: - İzm. Görece: - İzm. Buca: Edirne: Tekirdağ: Balıkesir-Bandırma: Eskişehir: Erzurum Mersin : Fethiye :
Sabri İSKENDER Nedim BİRİNCİ
Raziye ÇAKIR Murat AKÇALI Vildan ARDA Mustafa AKGÜN Ekrem SÜZEN Ceyhun AYGÜN Nazım ÇAVUŞ Hasan H.KÖK Müjgan DENİZ Alptekin CEVHERLİ Ayşe HOCAOĞLU Turhan YAMAÇ Üzeyir AKGÜN Cevat ÇALIŞKAN Bayram BAYRAM Kenan ÖZGÜR Durmuş HATİPOĞLU Mümin GÜNEY Şevket YILMAZ Nadir ADLI Ertaş ÇAKIR Güner BAŞARAN Sevgin GÖKÇE Berkay MUTLU Ferda ER Fatih AKSAK
Osman BÜLBÜL Bulgaristan’ın Çökmesinden Kim Sorumlu?
Tarih: 24 Aralık 2017 Konu: Biz neden fakiriz? Aramızdaki şeytanlar. 85’ini sürdürdüğüm şu “kısacık” ömrümde Bulgaristan’da 2 çok önemli dönem yaşadım. Birisi bundan 70 yıl önce 23 Aralık 1947’de ülkedeki tüm sanayi işletmeleri ve madenlerin ve 5 gün sonra da 50 bankanın birden devletleştirilmesi oldu. Devlet mandıralara, değirmen ve esnaf dükkânlarına da kilit vurmuştu. Bu işten değirmenci, darakçı, fırıncı, yağcı, kasap, dükkân sahibi, celep ve zanaatçı Türkler de zarar görmüştü. Daha 1944 yılının sonunda ve 1945 yılı başında hisse senetleri Almanların ve Macarların elinde bulunan, karlı çalışan 200 sanayi işletmesi Sovyet işgal güçlerinin eline geçti. Bunların arasında 18 tütün işletmesi, Kırcaali Kurşun Çinko fabrikası ve madenler de vardı. Devletleştirme ve özel mülkleri gasp etme işleri o dönem Moskova emriyle yapılıyordu. Bulgaristan’da rejim değişikliği oldu. Faşist diktatöre yıkıldı. Sosyalist düzene geçildi. Devletleştirme bağımsız var olabilecek, çalışabilecek bir tek sosyal katman bırakmadı. Toplumsal mülkiyet köleleştirildi. “Halk Mahkemesi” kuran komünistler iri sanayicileri, bankacıları ve siyaset adamlarını yargıladı, müebbet hapis veya ölüm cezası verdi. Mallarına kondu, ailelerini sürdü ve pek çoğunun da hayatına kıydı. O zaman devletleştirmeden sonra özel kanunlar çıkarıldı. Yolsuzluklarla ilgili savcılığın dava açması yolu yasalarla kapandı. Devletleştirici soyguncuların hiç biri içerisini boylamadı. 3 yıl sonra tarımda kooperatifçilik başladı. Köylünün elindeki koyun, keçi ve öküzler, saban, pulluk ve arabalar toplandı, tarlaların arasındaki sınırlar kalktı. Karşı koyanlar sürüldü. “Belene” kampı hala kan kokuyor. 1950’lı yılların sonunda Bulgaristan iflas etti. Moskova’dan yeni kredi alabilmek için devletin altın rezervi trenle Moskova’ya taşındı ve “Gostbank” korumasına teslim edildi. SSCB’den alınan kredilerle üretimine sürüm olmayan fabrikalar kuruldu. 1978’te Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksey Kosigin Bulgaristan Komünist Partisi MK’ne gönderdiği bir mektupta, “malı satılmayan yeni fabrika kurmayın” dedi. Sonuçta Bulgar ekonomisinin döviz kaynağı yalnızca Sovyet doğal gaz ve petrol ürünleri oldu. Rusya’da aldığımız ham petrolü Varna, Vratsa, StaraZagora ve Dimitrovgrad suni gübre tesislerinde veya Burgaz “Neftohim” petrolkimya tesisinde işlenip T.C. “Pektim” şirketi üzerinden Türkiye’ye ya da Batı ülkelerine satarak kazanıyordu. Bu gelişmeler seyrinde, Bulgaristan, özellikle “soya dönüş süreci” adlı isim değiştirme ve Türk Müslüman kimliğini zorla yok etme döneminde ve özellikle 1988’de yeniden iflas etti. Sosyalizm yıllarında yaratılan devlet ve kooperatif mülkünün özelleştirilmesi ise 1992’de tarımda ve 1997 – 2001 yılları arasında sanayi ve bankacılıkta gerçekleştirildi. 2017 yılında Bulgar devlet ve hükümet yönetiminin, meclisin ele aldığı, kamuoyuna sunduğu ve şu an “spot” etmiş, derin derin inceleyeyim mi incelemeyeyim mi diye üzerinde kösteklendiği ana konu oldu. 1997 – 2001 yılları arasında (İvan Kostov hükümeti dönemi) yapılan özelleştirme esnasında işlenen suçları, torbalanıp çalıp kapılanı, suçluları, devleti talan edenleri, yurtta ve dış ülkelerde daire, saray, köşk ve deniz villası ve dağ evi sahibi olanları, ayrıca bu yasa dışı işlerden zengin olanları tutuklatıp mal-mülküne el atıp hırsızları yargılayarak içeri atalım mı? Atmayalım mı? gibi sorular aktüel siyaseti belirledi. Sofya 46. meclisinde oturan kadroların % 80’den fazlası tartışma konusu “özelleştirmelerden” parmağını yalamış ve zengin olmuş kişilerdir. Fakat bunların arasında “sular akarken bakırlarımı doldurayım” yaklaşımıyla dozu iyice kaçıranlar bu defa çok fazla göze çarpıyor. Aralarından “Ne oluyor? Deyip uyananlar Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) saflarındandır. İşte böyle bir siyasi ortamda, deprem olacağına haber veren farelerin kocuştuğu günleri yaşamaya başladık. Bu depremin ilk çıtırtılarını 2016’da Cumhurbaşkanı seçimleri öncesinde duyumsamıştım. Tam olarak 14–15 yıl sonra ortaya çıktı. Pek geçerli ve inandırıcı olmayan sebeplerle istifa eden 2. Borisov hükümetinin aslında bu adımı “devlet olarak iflas etme ve bu yükün altında kalma” tehlikesini gözle gördüğü için yaptığı öğrenildi. Bunu öğrenirken, bir de 2014’te iflas eden “KTB”nin – (Bulgar kooperatif Ticaret Bankası) devleti de peşinden sürükleyip çökertecek büyüklükte olduğunu öğrendik. Bankalar arasındaki büyüklük sıralamasından üçüncü sırada olan KTB için hazırlanan uzman raporu 15 bin sayfa, portföyünden çalınan para bir hesaba göre 4. 700 000 000 (dört milyar yedi yüz milyon) leva, başka bir uzman hesabına göre ise 7 500 000 000 (yedi milyar beş yüz milyon) levadır. Sofya’da şatosu, birkaç süper lüks dairesi, Karadeniz kıyısında 2 köşkü, dağ evleri, İsviçre’de sarayı ve daha birçok gayrı menkulü olan bu bankacımız şimdi Belgrat’ta firarda. Sofya’da açılan davaya gelmiyor.
Sayı 127 - Aralık 2017 12 12
Bulgaristan Türklerinin Sesi Dünya
B U LT Ü R K ’ t e n
AK
Toplantılarımızdan
Sn. Menderes DEMİR’e Kitabımızı taktim ettim
BULTÜRK Yönetiminden
BULTÜRK Yönetimi ŞUMNU’da
Filibe Camisinin Kafesinde
Bulgaristan Türkleri Kültür Ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) başta Genel Başkan Rafet Ulutürk İle Yönetimi AK Parti Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Sn. Av.Şahin PİRDAL’ı makamında ziyaret etti. Bu ziyareti anlamlı kılan ise ziyaretin içeriği ve varılan sonuçlar olmuştur. BULTÜRK Derneği olarak, yıllarca ifade etmeye çalıştığımız ve içerisinde hiçbir arka plan hesabı olmayan gayet açık ve anlaşılır fikirlerimizi yinelemek ve bu düşüncelerimizin artık anlaşılıyor olmasını da görmek bizleri Bultürk olarak ziyadesiyle mutlu etmiştir. Bu ziyareti oldukça önemsiyoruz çünkü, hiçbir ön yargıya meydan vermeden en samimi duygu ve ifadelerimiz karşılık buldu. Siyasi parti hassasiyeti yerine, devlet ciddiyeti tüm görüşme sürecine hakim oldu. Bizleri ise bu davranış biçimi çok mutlu etti. Bu gibi ziyaret ve istişare toplantıların kısa aralıklarla devam edeceği konusunda mutabık kalınarak toplantıya son verildi. Bu toplantı bir şeyi daha gösterdi ki, istişare ederek çok meseleler kolayca hal yoluna girer.
Parti’ye
Not; Toplantıya katılanlar Genel Başkan Rafet ULUTÜRK, Genel Başkan Yardımcısı Dr. Nedim BİRİNCİ, Yönetim kurulu üyelerinden Murat AKÇALI ve Seydullah HALAÇ Gaziosmanpaşa, Murat AKÇALI
Glojen Manastırı” Aziz Muzaffer GeGlojen manastırı Stara Planina Dağının Ka-
menen Lisets tepesinin eteklerinde bulunuyor. Kayalar ve Lisets tepesinin dik taşları üzerinde yükselen manastır, ibadet merkezinden ziyade kale surlarına benziyor. Sofya” Sveti Kliment Ohridksi” Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde eğitim görevlisi Doç. Dr. Pavel Pavlov şunları anlattı: “Bu en etkileyici ve en güzel Bulgar manastırlarından biridir. Tarihiyle ilgili en eski kaynaklar, asırlar öncesine dayanıyor. Rivayetlere göre geçmişi 13. yüzyıla, Prens Georgi Gloj dönemine uzanıyor. Tırnovo Bulgar devletinin en parlak yıllarını yaşadığı 2. İvan Asen zamanında yapıldığı tahmin ediliyor. Bulgaristan’da birçok manastır o dönemde inşa edilmiş, var olanlar ise büyük gelişim kaydetmiş. Kilise kitaplarından elde edilen bilgiye göre, Kiev Knezliği’nin dağılmasından sonra Tatarlardan kaçan Prens Georgi Gloj Bulgaristan’a sığınır. Vit nehri boyuna Glojene adlı köyün kurucusu olur. Bu tenha ve sessiz yerin seçimi ise, karşıdaki kayalara birkaç kez göründüğü rivayet edilen Aziz Georgi ikonuyla bağlantılı. İkonun büyüklüğü manastırın ebatını belirleyen unsur olmuş. Tapınak küçük bir avlu içinde bulunsa da, güzelliği dillere destan.” Manastırın Bulgar yazısı ve aydınlatıcı faaliyetlerini de Doçent Doktor Pavlov’dan öğreniyoruz: “Bütün Bulgar manastırları dini ibadetler dışında, kitap, yazı ve aydınlatıcı çalışmalarda bulunur. Kitap basımı dönemine kadar bu rolü daha da belirgin. Bu dönemden kitaplar sayı ve içerik olarak çok az olsa da, hepsi manastırlarda yazılmış. Hat sanatı okulları, yazı, tercüme veya el yazısıyla kopyalama çalışmalarının tümü manastırlarda gerçekleşir. 13.- 14. asırda bütün manastırlarda olduğu gibi, Glojen’de de bu tür etkin-
likler yoğunlukta. Osmanlı’nın geç döneminde orada birkaç küçük sınıf ??????kurulur, kilise okulları açılır, rahiplerden oluşan öğretmenler maarif faaliyetlerini genişletir. Kitap basım ve yayıncılığının başlamasından sonra bile, Stara Planina manastırlarında el yazısı çalışmaları sürer. Glojen ve Etropole Manastırlarının son Bulgar el yazısı merkezleri olduğu düşünülüyor”. 19. asır başlarında büyük depremler meydana gelir. Özellikle Çirpan depreminde temeller 13. asırdan kalma manastır yıkılır. Onun yerine yenisi kurulur ve 1930 yılında kapılarını açar. Eski tapınaktan Sveti Georgi, Sveti Trifovn ve Sveti Pantaleymon’un naaşlarından birer parça muhafaza edilmiş. Bağış kutusu ve iki eski mühür de 13. yüzyıldaki eski manastırdan günümüze ulaşmış. Eski ikonlar ve duvar fresklerinden neredeyse eser kalmamış. Manastır kompleksi içinde Vasil Drumev Müzesi bulunuyor. Bu Kliment Turnovski, Kliment Drumev veya yaygın ismiyle anılan Vasil Drumev. Son zamanlarda adını Tırnovo Mitropliti Kliment Tırnovski olarak yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Başbakan Stambolov’un yönetim dönemi sonlarında (1893 yılı), iktidarın hoşuna gitmeyen bir konuşma yaptığı için bu manastıra sürgün edilmiş. Kliment Tırnovski kısa dönem başbakan görevinde de bulunmuş. Politik hayattan ve etki alanlarından uzak bir yıla yakın burada sürgün hayatında yaşaması onun için çok güç olmuş.
Sayın İrfan BOZKUT Beyefendiye Kitabımızı taktim ettim
URAL-BULTÜRK Konferanslarından
Ziyaret
Ayrılırken AK Parti İlçe Başkanı Av. Şahin PİRDAL’a BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Türklerine yapmış oldukları hizmetlerden dolayı kendilerine bir plaket taktim etti. Ardından BULTÜRK Genel Başkanının kendisinin yazdığı iki kitabı da taktim etti. Av.Şahin PİRDAL Plaketi ve kitapları kendilerinden alırken çok mutlu olduğunu ve BULTÜRK Derneğini ayrıca ziyaret edeceğini ve imkanlar dahilinde herşey yapmaya hazır olduklarını belirtti. Bu vesileyle tüm misafirlerimize bu ziyaretlerinden dolayı AK Parti adına da teşekkürü bir borç biliriz. dedi. Rafet ULUTÜRK konuşmasında: “Artık Bulgaristan Türkleri Türkiye siyasetinde var olacaklarını, çünkü Türkiye genelinde 10 milyonu aştıklarını belirterek. Bizler bu güne kadar toplum gücünün ne işe yaradığını bilmeyenlerdeniz, amma artık bunu çok iyi gördüklerini ve bu konuda çok başarılı olacaklarını da belirtti. Bizler artık birlik ve beraberliğimizin ne işe yaradığını kendi insanlarımıza anlatmaya başladık. Bu konuda çok yakında sadece Bulgaristanlıların bir federasyon çatısı altında toplanacaklarını ve bu federasyonla artık yanlış anlaşılmaların önüne geçileceğini. Bundan sonra Bulgaristan konusunda tek muhatabın federasyon olacağını söyleyerek” sözlerine son verdi. Son olarak -Yapılan konuşmaların ardından Sn.Şahin PİRDAL parti merkezlerinin ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek teşekkür etti. Ardından getirilen hediyeler taktim edildi ve toptan bu günün anısına hatıra resmi çekildi. Ardından samimi bir şekilde ayrıldılar.
Avcılar Balkan Türkleri Derneğinde
Bursa Pomak Türkleri Derneğinden
Tarih 23.12. 2017 Bursa Pomak Türkleri Kongresine Değerli Fehmi Başkanım, Sevgili kader kardeşlerim, Öncelikle Fehmi Başkanımızın bizleri bu toplantıya davet ettikleri için huzurunuzda teşekkür etmek isterim. Bulgaristan Müslüman Türklerinin kutsal davasını Türkiye’de de hararetle yaşatan sizleri Yeşil Bursa’da Bultürk – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği adına selamlamak, benim için şereftir. Bulgaristan Türk Kimliği bilincini ayakta tutmak için geçen yüzyıl en ağır ve en büyük mücadeleyi yürütürken, en fazla kurban veren sizleri İstanbul / Bayrampaşalı kardeşlerim adına bağrıma basıyor, sağlık ve başarı dileklerimiz sunarken, kurultayınıza da en isabetli kararları almasını temenni ediyorum. Değerli Başkan ve yöneticiler, delegeler ve konuklar, 20.y.yılda Bulgaristan’da ve Balkanların birçok yerinde en ağır zulüm ve Baskılara rağmen, Türk Pomak kimliğini beş defa kendinizi yenilemeyi başarmış olmanız vesilesiyle, derin dayanışma ve dava ortaklığı ruhu ve duygularıyla sizi bir daha kutluyorum. En iyi günler sizin olsun! Yüzyıl boyunca biz hepimiz Bulgaristan’da dil, din, kültür, geleneksel yaşam tarzı, sanat ve uygarlık gibi en doğal haklarımız uğruna arasız kavga verdik. Bu kavgayı daha 1912-13’te siz başlardınız. Karasu (Mesta) nehri boyu ve Pirin köylerinde verdiğinin şanlı mücadele, sırtı yere gelmez bir ruh sahibi olduğunuzu, Müslüman Pomak Türk kimliği için, din için, dil için can feda etmeye hazır olduğunuzu, görmeyen, işitmeyen, sizinle gurur duymayan kalmadı. Şiirleşen, efsaneleşen Pomak kimliği davanız Pomak Türkü halk ruhunu doğurdu, sizi Müslümanlık etrafında kenetledi. İnsanlara Allahü teâlânın insana verdiği en büyük nimet olan Kimlik, Biz Balkan insanlarında birçok çizgiyle ortaya çıkıyor. Biz dinsel kimlik olarak Müslümanız. Etnik kimlik olarak ise Pomak Türkleriyiz. Şu kurultayınızı yaptığınız Ege İncisi Bursa da dâhil, Rodoplara, Balkanlara, Struma, Mesta ve Vardar boylarına nereden ve nasıl geldiğiniz hiç önemli değil. Bir atasözümüz “İnsanlar aralarında yaşadıkları ağaçlara benzerler” der. Benim de memleketim olan Bulgaristan’da sizin Ardıçlar, çamlar, sedef ağaçları arasında yaşadığınızı biliyorum. Bu ağaçların ortak bir özelliği var. Büyüdükçe gövdesini daldan-çöpten temizler. Yüzlerinizdeki beyazlık, gözlerinizdeki beyazlık ve ellerinizdeki nasırlar bu büyük gerçeğin yansımasıdır. Siz yürekleri, vicdanları, iradesi, geçmişi ve geleceği tertemiz-parlak, onurlu ve şerefli insanlardınız ve bugün de öylesiniz. Sizinle beraber olmak, Kurultay kürsüsünden sizi kutlamak ve en kalpten temenniler iletmek, beni gururlandırıyor. Sizi tanımakla mutluyum. Bizi birleştiren Müslüman Türk kimliğimiz, anadilimiz Türkçemiz, ortak geçmiş ve geleceğimiz var. Bizi birleştiren 100 yıl dövülen ve pekişen Müslümanlık ve Türklük ruhumuz var. Bizim kimliğimiz bir elmanın iki yanı gibidir. Belirleyici olan özelliğimizde, bir yanımızın Müslüman bir yanımızın Pomak Türkü ve bütünümüzün de XXI. yy. Türkü olmamızdır. Yani biz bir damlanın iki yarısıyız. Bu iki yarının her biri aynı olanın ta kendisidir. XX.yüzyılda bizler medeniyet değiştirdik. Osmanlı medeniyetinden Türk Cumhuriyet medeniyetine geçtik. Cumhuriyet Türkiye’sinin tüm özelliklerini öz kimliğimize işledik. Modern kişilik sahibi olduk. Bulgar devletinin 1913’te; 1934-44 yılları arasında, 1964’te ve 1972’de Nevrekop – Kornitsa olayları unutulabilir mi? Köy minaresine ve muhtarlığa Ay Yıldızlı Türk Bayrağı dikince, çocuklara ve kadınlara, yaşlılara yaylım ateşi açan kudurmuşları nasıl unutalım? Dipçik ensede tutuklandığımızı, sürüldüğümüzü, birçoklarımızın yollarda yargısız infaz edildiğini, sorgu odalarını, elektrik şokunu, hapishaneleri, zindanları, koğuşları, “Belene” Ölüm Kampını nasıl unutabiliriz? Mezar taşı olmayan, bir Fatiha okumadan gömülen kardeşlerimizi unutmak mümkün olabilir mi? Bizler garezli, öfkeye yenik düşen bir millet değiliz. Aramızda kinden kuduran yok. En büyük vasıflarımızdan biri aralarında yetiştiğimiz çamlar gibi kalbimizi kanatan hayat ceplerini içimizden atabilmemiz ve kimseye hissettirmeden kendimizi aklayabilmemizdir. Bu nedenledir ki, 20. Yüzyıl bizim hepimiz için IRKÇILIK yüzyılıydı. Biz ırkımızdan, dinimizden ve kimliğimizden asla utanmadık ve utanmıyoruz. Bize üstünlük taslayan, kimliğimizi, geçmişimizi aşağılayan herkse her zaman karşı durduk, bizi ezmek isteyen, kimliğimizi değiştirip asimile ederek yok etmek isteyenlere karşı her zaman başkaldırdık. Kuşkusuz hayat deniz gibi dalgalıdır. Bu ezenler ve ezilenler arasında bir kavgadır. Ezilenlerin haklı olduğunun kanıtlanması bazen çok uzun sürebilir, fakat halkın haklı davası için her zaman her şey onurludur, şereflidir, kutsaldır. Biz hiçbir zaman Bulgar devletine borçlanmadık, yani özgürlüğümüzü satmadık. Para ve mevki için bunu yapan-
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 127 - Aralık 2017 13 Balkamlar
B U L G A R İ S T A N ’ D A M Ü S L Ü M A N Dr. Nedim BİRİNCİ TÜRKLERİN KİMLİK MÜCADELESİ Siyasetten Korkan
Rafet ULUTÜRK, bu kitabında; Bulgaristan Türlerinin Kimlik Mücadelesini, tarihi dönüm noktalarını esas alarak onyedi bölüm halinde ele almış, günümüze kadar olan süreci açık, net ve siyasi analizlerle okuyucularına sunmayı başarmıştır. Yazar, eserinde sadece geçmişi ele almamış, mevcut sorunlara, çözüm önerilerine, “Gelecekte Bulgaristan”(s:329) hayaline yer vermiştir. Ayrıca vefa örneği göstererek “Bulgaristan’da Türk Ruhu Yaşatanlar”’ ”(s:381) başlığı adı altında, eserde isimleri geçen ve Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesinde önemli katkıları olan, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ruhunu oluşturan, kanaat önderleri, aydınlardan bazıları hakkında kısa bilgiler vermeyi tercih etmiştir. Yazar, kitabında “Manifesto” başlığı altında(s:379) “Ölenle ölünmez! Tarih geri sayıyor. Beklenen Büyük Türkiye Güneşi doğuyor. Türklüğün birleşerek büyümesi tarihin buyruğudur” diyerek Türk dünyasının tarihi tekerrür ile yeniden cihana hâkim olabileceğini hatırlatı“Varolma Mücadelesinin Tarihi” yor. XXI.yüzyıl Bulgaristan Türk Kimliği Manifestosu, Dr.Nevzat ÖZTÜRK Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü Maarif Müfettişi Avrupa Birliği vatandaşı olup Bulgaristan ve Türkiye’de İlahiyatçı-Eğitimci-Yazar – e-mail:nevzati52@gmail.com yaşayan soydaşlarımıza bir çağrıdır diyerek; “Ana Ödevşöyle açıklıyor: Osmanlı Devleti’nin bölgesel bir güç olmaktan çıkıp lerimizi” 1-Ne mutlu Türküm diyene onuruyla yaşamalıyız. cihan devleti olma stratejisindeki en önemli paramet- 2-Bin yıllık kültürümüzün dimdik ayakta durduğu, yakınlarımıreyi Balkan coğrafyası oluşturmaktaydı. Devlet otorite- zın ikamet ettiği, sabırla bizi bekleyen, doğduğumuz ve anılarıyla sinin bölgedeki etkisinin ve kalıcılığının sistematik ola- yaşadığımız kutsal topraklar ebedi vatanımızdır. rak gerçekleşecek bir İskân Siyaseti’nin varlığına bağlı 3-Vatanımıza olduğu gibi, dilimize, dinimize ve geleneklerimizle olması, Anadolu’dan Rumeli’ye kitlesel göç hareketleri- kültürümüze her yerde ve her zaman sahip çıkmalıyız. Türk kimnin temelini oluşturmuştur. XIV. yüzyılın ikinci yarısın- liğimizi oluşturan niteliklerimizden asla vaz geçemez, ödün veredan itibaren söz konusu coğrafyada siyasi egemen güç meyiz. olmaya başlayan Osmanlı Devleti, uyguladığı politikalar 4-Türk kimliğimiz uğruna can veren, hapis yatan, sürgün gören, sonucunda demografik dengeleri kendi lehine çevirmeyi göçe zorlanan kardeşlerimize saygımız sonsuzdur. Kimlik davamıza başarmıştır. Bu durum salt Balkanlar genelinde kendi- saldırılara karşı can vermeye hazır olmalıyız. 5-Evlatlarımızı Türk kimliğiyle eğitip yetiştirmek ve Türk topsini göstermezken, bölgenin küçük örneklemi durumun- luluğumuzu geliştirmek, birlik olmak için her yerde yeni olanakdaki Bulgaristan’da da aynı hususla karşılaşılmaktadır. lar yaratmalıyız. Osmanlı Devleti’nin sosyolojik çerçevede yönetim fel- 6-Yakın hedefimiz, çok etnikli, ve çok kültürlü bir Bulgaristan’da sefesini oluşturan hoşgörü, adalet ve barış kavramları- anadilimde eğitim, öğretim, iş ve yaşam haklarımızı elde etmek ve nın Balkanlar’daki hâkimiyeti, 1789 Fransız İhtilali’nin Türkçemizin ikinci resmi dil olmasını sağlamaktır. Her fırsatta vasosyal psikoloji üzerinde yarattığı milliyetçi, özgürlükçü tan yuvamıza dönerek oradaki kardeşlerimize manevi destek verve bağımsızlıkçı tepkilerin bölge halkları üzerindeki et- meliyiz. Bir Türkün yaşadığı yer de Türk Dünyasıdır. 7-Değişmez hedefimiz, evlatlarımızı Türk kimliği ve Türkiye sevkilerinin ortaya çıkışına kadar devam etmiştir. Ülkemizin son dönemde iç ve dış politikadaki yo- gisi ile eğitmektir. ğun gündemi, içten ve dıştan meşru iktidarı ne pahasına 8-Bulgar devletinden isteklerimiz, “Soya Dönüş Süreci” katilleolursa olsun yıkma/devirme gayreti, darbe teşebbüsü ve rini cezalandırıp, tüm biçimlerini kesin yasaklaması ve yasaklanan dergi, radyo ve televizyon yayınlarımızı iade etmesi ve edebu minvaldeki gelişmeler dünyanın değişik yerlerinde gazete, biyat ,sanat ve kültürümüzün ulusal ve Avrupa kültüründe hak etTürk kimliği ile ayakta durmayı başarmış soydaşları- tiği yeri almasına olanak ve kaynak sağlamasıdır. Türk kimliğimizi mız tarafından dikkatle takip edilmektedir. engelleyici önlemlerin hepsini kesin durdurmasıdır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra bölgedeki şanlı 9-Bulgaristan Türk kimliği edinimlerinin yeni uygarlık demeti ama bir o kadar da hüzün dolu bir geçmişin mirası olan içinde yer almasını ne pahasına oluşa olsun sağlamalıyız. ve günümüzde “Müslüman Türkler” olarak bölgede 10-Türkiye halkının, Büyük Türkiye hamleleri her yerde ve büvarlığını sürdürmeye çalışan Bulgaristan Türklerinin tün gücümüzle destelenmelidir. “kimlik mücadelesi” ibretlik olduğu kadar onurlu bir 11-Bulgaristan Türklerinin 15 Temmuz 2016’da oluşan yeni Türk ruhuyla duruşun göstergesidir. Bulgaristan Türklerinin kimlik- kaynaşması sağlanmalıdır. Ne mutlu Türk kimliği yaşayana!… sel anlamda sıkıntılarla karşı karşıya bırakıldığı, yok Rafet ULUTÜRK, kitabında, “Kimlik Mücadelemizin edilmeye çalışıldığı aşikârdır. Millet olarak varlıklarını en güçlü silahı bilgidir. Türk Tarih bilgimiz arttıkça ülkesürdürmelerinin en önemli unsuru olarak kabul edilen mizde ve dünyada söz sahibi olabiliriz” diyerek bizlere dil ve dinlerinden mahrum bırakılmak istendikleri, an- yol gösteriyor. Hâsılı, kitap okunmaya değer olduğu gibi, cak her şeye rağmen Bulgaristan Türklerinin dil ve din- okutulmayı ve tanıtılmayı da fazlasıyla hak ediyor. lerine sahip çıktıkları ve bu sayede ayakta kalabilmeyi Ayrıca; bir zamanlar Doğu ile Batı’nın sınırı kabul başardıkları görülmektedir. Bulgaristan Türkleri Kül- edilen Tuna’nın güneyinde, Romanya’nın küçük bir kötür ve Hizmet Derneği(BULTÜRK) Genel Başkanı yünde doğan ünlü tarihçi Kemal H. Karpat, hocamızın Rafet ULUTÜRK’ün Bulgaristan Stratejik Araştırma “DAĞI DELEN IRMAK” kitabının da okunmasını şidMerkezi(BGSAM) tarafından yayınlanan “Bulgaristan detle tavsiye ediyorum. Türkleri Kimlik Mücadelesi” kitabı, Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesini, sistematik, tarihi gerçeklikle örtüşen realist yaklaşım ve karşılaştırmalı olarak okuyuculara sunmaktadır. Bulgaristan Türklerini tanımak, destansı mücadeleyi öğrenmek isteyenler açısından son derece faydalı bir çalışmadır.Sınırımızın hemen ötesindeki, komşu Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımız, Müslüman Türk kimliklerini canları pahasına korumayı başarmışlardır. Güzel dilimiz ve dinimizi yaşama gayretleri asimile olmadan varlıklarını sürdürmelerini sağlamıştır.
Siyasetçi
Tarih: 22 12 2017 Konu: Dervişe Gitme Zamanı. Yoksa kulis merkezini mi arayalım? Kısa bir süre önce duayen yazarlarımızdan büyümüz Osman Bülbül “Kasaplık Koyun Damızlık” başlıklı yazısında, 2018 siyasetinin kapısını aralamış ve ilgilenenlere koklatmıştı. Bu öyle çal kalem yazılmış bir köşe yorumu değildi. Bir yandan işin acemisi Türkiyeli serüven meraklısı Aziz Babuççu’nun Sofya sokaklarındaki çöp tenekelerinden siyaset kırıntısı toplayışını anlatırken, onun mimarlığında başlayan 25 Aralık 2015 Hak ve Özgürlük Partisini bölüp malaz posasından yağ çıkarma denemesinden sonra da, kulisler ve dervişleri birbirine karıştırdığını görüyoruz. Bana bu gidiş geliş, siyaset suyuna yeni düşmüş ve henüz suyunu alamamış HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı ile 2 defa art arda görüşme, yeni bir tehlikesi serüven’in başlayacağına işaret ediyor. Aklıma gelen ilk şey, bir masalımız oldu. Sultanlardan birinin işleri pek gitmiyormuş. Yanına bir süsü danışman toplamış. Her kafadan bir ses… Yap boz yap-boz. Netice sıfır elde sıfır… Günlerden bir gün akıl hocalarından biri. “Haşmetlim işi sözdüm” demiş. “Bir derviş gördüm, ne derse doğru çıkıyor.” Kimmiş o diye sormaya kalmadan, “Hemen git getir demiş!” son hükmü veren. Çarşı pazar dolaşan, mevlit kaçırmayan eşeği nalsız, çulu tozlu, kuyruğu pıtraklı bir boz eşek üzerinde seyrek sakalı ağırmış, altı yok çarıkları ipsiz yaşlı başlı bir dervişi bulup yaka paça getirmişler. Olayı gören haşmetli, yarından sonra her gün buradasın, şimdi git karnını doyur ve yorgunluğunu üzerinden at buyurmuş. Huzura çekilen derviş önce tozunu silkmiş, sonra hamama girip ferahlamış, karnı doyunca gözü açılmış, uykusunu da alınca çağırmalarını beklemiş. Akıl hocaları heyeti sürekli tartışıyor, benim dediğim tutsa da büyük lokmayı ben yutsam diye hesaplar peşinde boğuşup didişirken, derviş de ara sıra aklına geleni söylüyormuş. Onun dediğine kuşak veren haşmetli, ondan işittiklerinin hemen yapılmasını emrediyor ve işler yoluna girdikçe gönlü ferahlıyormuş. Bir gün beş gün bir türlü durulmayan sular durulmuş, sen yapacağını yaptın, şimdi artık huzura çekil, gerekince biz seni yeniden ararız derken, “hiçbir şeyini eksik edilmesin” buyrulmuş. Derviş, şırıl şırıl akan ırmak kenarında, söğüt gölgelerinin koyu olduğu bir yerde güzel bir eve yerleştirilmiş. Haşmetli bir gün kendisini ziyarete gelene kadar yıllarca orada hayatından memnun huzur içinde yaşamış. Haşmetli kimi defa ondan ilgilendiğinde, “bir şikayeti yok, beş vakit namazında, ne var ki abdest alınca dış kapıya gidip çöp deliğinden dışarı bakmadan secdeye durmuyor” bilgilerini alıyormuş.. Ha, öyle mi deyen Haşmetli, bir gün uğrayıp bir bakayım şu kapı deliğinden dışarı… demiş ve dervişe hal hatır sormuş, hiçbir konuda yakınma almayınca, “canın sıkkın değilse şu çöp deliğinde dışarı bakman ne iş?” diye sormuş. Derviş, “kapı şurada, delik orada, buyurunuz” cevabını almış. Haşmetli kapıya yaklaşmış, gözünü deliğe götürmüş ve bir de ne görsün, karşıda bir çift altı yok bir çift çarık. “Bu ne iştir?” demiş. “Geldiğim yeri unutmayayım diye, her gün 5 defa bakarım!” demiş. Bulgaristan Türklerine bir türlü ısınamayan, Bayram namazını Sofya “Banya Başı Camiinde” kılacağına Plovdiv Camini şereflendiren Büyükelçi Süleyman Gökçe de gitmesine rağmen, Bulgaristan’ı hiç tanımayan Babuççu Sofya’ya gelip gitmeye devam ediyor. Siyaset “mühendisi” olarak kurduğu Bulgaristan politikası 26 Mart 2017 seçimlerinden toslayan Trabzon’lu Aziz Babuççu’nun ayağını inciten nasırın ne olabileceğini bir az düşündük. Çünkü o işleri karıştıran biz Bulgaristanlı Müslümanlar ve Türkler ise sırtımızda çekenleriz. Bir defa Bulgar par-
lamentosunda 10 Türk milletvekili kaybına neden oldular, ama başkasının sırtında 10 sopa azmış. Bulgaristan küçük ülke olduğuna biz her şeyi idare ederiz havalarına girdiler. O, 2016 yılında birkaç Bulgaristanlı Türk’e Anadolu ve Trakya Belediyelerinde çay kahve içmesini siyaset eylemi olarak göstererek Ankara yüksek makamları aldata-bildi. Bu sahneleri biz daha önce de görmüştük. Şöyle bir 15 – 20 yıl önce, o zamanın iktidar partisinden Başkan Yardımcısı Yalçın Koçak Bulgaristan Türkleri işlerine çok meraklanmıştı. Hatta L. Mestan Gibi o da HÖH-DPS yönetiminden olan Osman Oktay bir sürü adamla İstanbul Yeşil Yurt’ta devlet köşkünde kaldıklarını, sonra bir gece “hadi artık toplayın palanızı pırtınızı ve gözümüz görmesin diyene kadar, birkaç gün yaşattıklarını” yazdığı kitapta anlatır. Ama bizim Lütfi Bulgarca köy öğretmeni, Oktay ise köy sağlık memuru ve kültürel düzeyleri deneyim değişiminden ders çıkaracak kadar gelişip olgunlaşmamış olduğundan aldandılar ve sonunda her ikisi de sokakta kaldılar. Türkiye’de bu başarısız oyunların ve Bulgaristan Türkleri arasından kadroları tuzağa düşürmenin iyi ödenir bir meslek olduğunu bilenler, “kovan bozan parmak yalar” misali 2017’yi iyi geçirdiler. L. Mestan “Audi” sürüyor, Şabanali Ahmet “Mercedes”ten inmiyor, daireler, köy evleri, Türkiye’de daireler derken yakaları oldukça genişledi. İşte bu iş bir yere kadar yukarıdaki masaldaki dervişin işine benziyor, fakat olanlar kapı deliğinden dışarı bakmadıklarından kısa bir süre sonra Aziz Babuççu tarafından “kasaplık koyun” ilan edileceklerini ne yazık ki hiç düşünemediler ve bu defa da boşa bastılar. Lütfi Mestan ve arkadaşlarını HÖH yönetiminden tekmeleyerek atan “fahri” başkan Ahmet Doğan, yıl başından önce bir demeç vermeyi 3 yıldan beri gelenek haline getirdi. Bundan 28 yıl önce Ahmet Doğan bir kış günü siyaset alanına çıktığı günden beri Bulgaristan halkı bu “köylü şopar” kimin adına ve kimden akıl alarak konuşuyor? Gibi sorusuna yanıt arıyor. Günümüz Bulgaristan siyaset sahnesinde “TV +” gibi kanal sahibi olan, demokrasiden önce “Deitsche Welle” – “Almanya’nın Sesi” mikrofonlarında sözcülük yapan gazeteci Georgi Koritarov, boş boş gidip gelerek mekik dokuyan A. Babuççu’nun nafile çabalarına ilişkin şöyle dedi: “Eski imparatorluklar pınarlar kuruyor. Ahmet Doğan konuşuyor. Bulgar politik eliti onu hiç düşünmeden alkışlıyor. Halk ise çok derin uykuda.” Koritarov yazısında aynen şöyle diyor: “Ahmet Doğan’ın Noel Bayramı demecine bu yıl Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) partisi ile bu partiden ayrılan ve kuranların yakınlaşıp birleşmeleri için aktif çaba gösteren Ankaralı emi sarın (Aziz Babuççu) ciddi politik ısrarı ve etkinlikleri üzerinden girmeliydi. Önce Doğan’a yakın olan ardından da onu sert eleştiren kitle iletişim araçları DPS parti yönetimi ile AK Parti milletvekili Aziz Babuççu arasındaki görüşmeleri ateşe aldı. Anlaşılan DPS, DOST (Lütfi Mestan partisi) ve HDHP ‘ni (Kasim Dal Partisi) yakınlaştırıp birleştirme formülü aranmıştır. 2015 yılına kıyasla yepyeni bir durumla yüzleştik. 2 yıl önceki Noel demecinde Doğan “NATO” bunalımda, Avrupa uyuyor, dev güç Rusya” demişti. Demek oluyor ki, o zaman Ankara NATO lehinde konuşur, Doğan Kremlin gölgesindeydi. Bir yıl sonra, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a karşı 15 Temmuz darbesi yapılırken, darbecilerin yolu kesilip hainlerden hesap sorulmaya başlandı an DPS-partisi “Türkiye’de demokrasi tehlikede” dedi. Ne var ki, aynı zamanda Ankara-Moskova ilişkilerinde ısınma başlamıştı. Putin’le Erdoğan arasındaki ilişkiler partnerlik aşamasını fersah fersah aşarak Moskova ile Ankara Avrupa Birliği’ne karşı değer yargıları sistemi oluştururken ve yakında NATO’ya da bir sürpriz sunabilecekken, Ankara’nın Sofya merkezli bu 3 siyasi partiyi birleştirme çabasının bir Atlantik tasarımı olmadığını düşünmek zorundayız.”
Sayı 127 - Aralık 2017 14 14
Bulgaristan Türklerinin Sesi Geziler Türk Dünyası
Konseyi Dönem Başkanlığı, 75 Milyon Euro İbrahim SOYTÜRK Ab Yeni yılla birlikte Avrupa Birliği (AB) Konseyi Dönem BaşEuro Bölgesi’ne kaTotaliter Kemik Erimeye
Tarih: 27 Aralık 2017 Konu: 2017 defterini dürmeye hazırlanırken kalemime takılanlar. 2017 yılında Bulgaristan soysal ve siyasal yaşamını birkaç ana konu belirledi. Bunların başında gelen durgunluktur. İleri gitme ve geri bakma korkusunun stop ettiği ruh hali. Jivkov’un korucu başı olan Başbakan Boyko Borisov 10 Kasım 1989 sıkıntılarına bir daha teslim oldu. O zaman gençti. Koruduğu “lider” devrilmişti. 28 yıl sonra aynı duyguları kendisi için yeniden yaşıyor. Sıkıldıkça sıkılıyor. Toplumsal çöküş nereden başlar? Sosyal sosyoloji uzmanları hiç düşünmeden KÜLTÜRDEN diyor. Bizde de öyle oldu. Kültür yaratan, eleştiren ve yok edenlerin birbirinin suratına tükürdükleri bir gazete olan “Kultura” (Kültür) “gelecek yılın 6. ayında” kepenkleri salacağını herkese duyurdu. Meclis Kültür Komitesi Başkanı Vejdi Raşidov (eski Kültür Bakanı) “okuyucularını kaybetti, nefes alamıyor, kültürsüz yaşayacağız” dedi. Eski Bakan’ın anlattıklarına bakılırsa, “Kultura” (Kültür) gazetesinin yazı işleri Müdürü Koprika Çervenkova, 28 yıl evvel çöken komünist rejimin yetiştirdiği bir kadro imiş ve okurlar “demokrasi” döneminde komünist totaliter kültürü özümsemek istemediklerinden gazeteyi okumuyorlarmış. Oysa şimdiye kadar aynı kişi aynı gazete için “60 yıldan beri entelektüel ve özgür ruhun kürsüsüdür.” diyordu. Komünist-totaliter kemiklerin henüz çürümediği ülkemizde, nasıl olur da, aydınların özgürlük ruhu can verir, akıl erdirilebilecek gibi değil! “Kultura” gazetesinin kapanmasıyla, Bulgaristan’da 27 yıldan beri nefes almaya devam eden komünist ruh mu öldü, yoksa totaliter-komünist dünya görüşünü reddetmek için doğmasını beklediğimiz demokrasinin özgürlük ruhu “ben geldim” demeden can mı verdi.!? Bunu birisi açıklasa, iyi olacak!? Aslında bir totaliter komünizmin kemiklerinin çürümesini bekliyorduk… “Kultura” gazetesinin parası “dış kaynaklardan” geliyormuş. Besbelli dış kaynaklar Bulgar kültürüne gerek olmadığını anlamışlar ve banka havalelerini durdurmuşlar. Birleşik Amerika’da “başbakan kurslarını” bitiren, memlekete dönünce haciz zincirleriyle kıskıvrak bağlanan iri sermaye temsilcisi Prokopiev de “yok artık kültür işlerine para vermem” demiş. Kültürsüz demokrasi olur mu? Bizde Çingenelerin, Pomakların, Tatarların, Ulahların, Gagavuzların ve Türklerin kültür yayını zaten yok, şimdi Bulgar yayınları da art arda kapanırsa iyice karanlıkta kalacağız. *** Eski Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’e göre, 1991 Anayasasıyla sözde “gömülen” komünist totaliter düzen kemiklerinin erimemiş, bir de devlet ve toplumda günlük hayatı belirleyen olmasıdır. Plevneliev, 2017 sonunda da devlet kurumlarında görev alan ve hayatın her dalında söz sahibi olan siyasi polis “DC” /DS/ ajanı 10 800 (on bin sekiz yüz kişi/ iş başındadır. Bunların80’ni 240 sandalyeli Sofya meclisinde oturuyor. Hükümetin her bakanlığında söz sahibi konumlarda görev alıyorlar. Cumhurbaşkanı Plevnelief’in işaret ettiğine göre, Bulgaristan’da 27 yıldan beri devam eden geçiş dönemi bitmemiş, halk totaliter komünist düzenle ilgili farklı değerlendirmeler ve görüş ayrılığı içinde bocalamaktadır. Yüzyıl tarihini farklı bir derlendirme ve bakış açısından yazıp 21. yüzyıl nesillerine bırakmamız gerekiyor, fakat toplum totaliter komünist cesedin kemiğini çıkarıp yel değirmenlerinde öğütüp karanlık bir ormana rüzgârlı bir gecede saçamıyor. *** Fakat bazı işler var ki onları ne yapacağımızı bir türlü bilemiyoruz. Örneğin biz Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği zamanından (SSCB) lisansla “Kalaşnikov”, “tank savar”, “uçak savar” vb silahlar üretip Amerikan Casusluk Örgütü (CİA) üzerinden satıyoruz. Lisansı geçmiş silahları ürettiğimiz ya da onardığımız veya modernleştirerek üretime devam ettiğimiz için Rusya Federasyonu Bulgar devletini devletler hukukuna göre uluslararası mahkemeye verebilir. O zaman ne yapacağız? *** Yazılarımızda birçok defa belirttiğimiz üzere, sorun bazı ajan dosyalarının açılmasıyla noktalanmamalıdır. Önemli olan bu dosyaların irdelenmesinden, derin analizden sonuç çıkarmak, açılmamış olan ajan dosyalarının ve toplama kampları ve hapishanelerde tutulan kayıt dosyalarının da açılması ve işlenmesidir. Bu yapılmadan Bulgaristan’da demokrasi kapısı asla açılamaz, yerimizde saymaya devam ederiz, çünkü topluma korku hakim. Totaliter zulmün zehri bu dosyalarda gizlidir. Canlıdır. Sökülüp yok edilmeden toplumun huzura kavuşması asla olanaklı olamaz. Burgaz’da bir bayan şehir merkezindeki “Alyoşa Anıtı” önünü ölmek için en güvenli yer olarak seçmiş. Bu konu düşündürücü olmalı… *** Eski sosyalist ülkelerden birçoğunda totaliter rejim söküldü. Kemikleri müzeye kondu. Bulgaristan’da bu olmadı. Halk yalandırılmaya devam ediyor. Örneğin 2017’de işsizlik “azaldı” diyorlar. İşsizlik azaldı, çünkü 250 bin kişi iş aramak, birkaç para kazanıp yakınlarına göndermek için gurbetçiliği seçti. Gitmezden önce kendini işsizler cetvelinden sildirdi. Vatandaşın geçim derdinden evini barkını terk edip dış ülkelere gitmesini işsizlikle mücadelede başarı olarak gösteriyorlar. *** Çingene çocuklarının okula gitmesi için ana-babalarına para ödeniyor. Kör cahillikle mücadeleyi çocuğun okul başarısıyla değil ana babaya ödenen sosyal yardımlarla ölçüyorlar. Nüfusun büyük bir kısmının hele azınlıklardan vatandaşların sağlık sigortası yok, doktora gidemiyorlar, aile hekimlerini eve çağıramıyorlar, sağlık sigortası olmayanlar hasta bakımı dışında bir de otelde yatarmış gibi geceleme parası ödüyorlar. Ne ki ödeyemedikleri için hastaneye gitmiyorlar, ölümü bekliyorlar. Köylerin boşalmasının bir sebebi iç ve dış göçler, bir de yaşlıların birer ikişer başka dünyaya göç etmesidir. Çaresizliktir. *** Tüm bu örnekler totaliter, yani parti ile devletin kaynaştığı, günümüz değimleriyle GERP ve aşırı milliyetçileri ele geçirdikleri Bulgar devletinde birlikte kestiğim kestik biçtik siyasetidir. 10 800 eski gizli polis ajanının (yenileri üstüne püskül tabii) devlet enstitü ve kurumlarında, meclis, bakanlık, belediye, polis ve orduda, okul ve hastanelerde kilit noktalarda görev alması totaliter kemiğin boğazımıza durmuş ve bizi ölüme zorladığı anlamındadır. 27 yılda 10 yeni fabrikanın kurmadan; yol ve benzinci inşaatıyla ya da en fazla sosyalizm döneminden kalan beton panel yapılara manto kaplama yapmakla övündüğümüz son yıllarda insanların mantalitesinin (anlayış, kavrayış ve düşüncesinde) hiçbir şey değişmediğini görüyoruz. Sofya’ya son gittiğimde bir kitapçı vitrininde “20. Yüzyılın Bulgar Şahsiyetleri” kitabı dikkatimi çekti. Kapağından zalim diktatör Todor Jivkov’un resmi sırıtıyor. Bir insan kasabını, yargısız idamla yüzlerce kişinin hayatını karartan, bugün artık toplam 3 milyondan fazla vatandaşın memleketi terk etmesine neden olan bir soykırım katilini yüzyıl kahramanı yapan bir zihniyet son 27 yılda yerinde saymakla kalmayıp çok gerilere de gitmiştir. *** Kişisel kanımca, düşünen insanlar, ileri görüşlüler, yenidünya görüşünün duyumsayanlar ülkeyi terk ettikçe geriye kalan tortu totaliter-komünist kemikleşmeyi korumaya devam ediyor. Bu koruyuculardan biri “saray” bekçisi Ahmet Doğan’dır. O, Bulgaristan Türklerinin kalkınma, bilinçlenme ve medenileşme yolunu kesti. Halkımızı cahil bıraktı. Korku sisinin kalkmasına mani oldu. Etrafımızı düşmanlarla, aşırı sağcı milliyetçi şovenler ve faşistlerle doldurdu. Türklere saldırılarda 2005’ten beri iktidar ortağı olduğu ortaya çıktı. Son günlerde “Ataka” gibi faşist partilerin bakan ve bakan yardımcılarının aynı zamanda DPS adamı oldukları anlaşıldı. Günümüzde aşırı sağcı, şoven, Türk ve azınlık düşmanı faşizan güçlerle sarmaş dolaş olup birlikte iktidar kuran
Boyko Borisov’un GERB partisi, Doğan’ın razılıyla hareket etmiştir. Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları adıyla bilinen GERB partisi aslında bir siyasi parti değildir, çünkü ideolojisi ve siyasi programı yoktur. 2009’dan beri belirli aralıklarla iktidarda olan GERB, 2001 ‘de Madrid’den Bulgaristan’a dönen II. Simeon’un kuyruklu yalanlarla kurduğu ve saflarına İkinci Dünya Savaşı öncesi faşist zihniyetin taşıyıcıları olan komünist milliyetçilerin uzantısı olan 500 bin kişiyi toparlayan II. Semeon Ulusal Hareketi (NDSV) partisinin 7 yılda çökmesiyle (2008) ortada kalanları topladı. Günlük hayat yaşayan bu parti bir kadro hareketi olmadığı gibi, yatay ya da dikey bir örgütsel yapısı da değildir. Seçimden seçime toplanan bir oluşumdur. Bu partinin üyeleri güya “soya dönüş sürecinde” isimlerimizi değiştirmek için kapı-
mıza dayanan milisler, gönüllü vurup kırıcılar, köy meydanında okul ve cami duvarına şarjör boşaltan silahlı berelet, zırhlı araçları ve tankları üzerimize süren asker, subay ve as subaylardır. Şimdi iktidarda olan partililer polis karakollarındaki sopacılar, ceza evleri, sürgün, hapishane kovuşları ve işkence odalarında kemik kırıcılar, tırnak sökücüler, saç yolucular, Türklerin ve Pomakların kafatasını mengenede sıkanlardır. Bulgaristan’da hukuk düzeni, hukukun üstünlüğü olsa garantili hepsinin yeri hapishane koğuşu olan suçlular, katiller ve içerde olması gerekenlerdir. GERB partisi bu güçlere siyasi şemsiye açmıştır. Bu şemsiyeyi tutan elin biri ABD ve (CİA) casus örgütüdür.
kanı olan Bulgaristan’ın 6 ay sürecek başkanlığı boyunca düzenleyeceği etkinlik, toplantı ve konuk edeceği delegeler için yaklaşık 75 milyon Euro harcamaya yapacağı belirtildi. Yeni yılla birlikte Avrupa Birliği (AB) Konseyi Dönem Başkanı olan Bulgaristan’ın 6 ay sürecek başkanlığı boyunca düzenleyeceği etkinlik, toplantı ve konuk edeceği delegeler için yaklaşık 75 milyon Euro harcamaya yapacağı belirtildi. 1 Ocak 2018 tarihi itibariyle AB Konseyi Dönem Başkanlığı koltuğu Türkiye’nin sınır komşusu olan Bulgaristan’a geçti. Başkanlık süresince 25 binden fazla yabancı konuk ve delegeyi misafir etmeye hazırlanan Bulgaristan hükümeti, yaklaşık 150 milyon Bulgar levası yani 75 milyon Euro’luk bütçe hazırladı. Bu sürede Brüksel, Lüksemburg ve Sofya’da 2 binden fazla toplantı ve etkinlik yapılması bekleniyor. Avrupa Birliği içinde üye devletlerin ulusal çıkarlarının temsil edildiği organ olan konsey başkanlığında 18 aylık süre için görev yapacak 3 üye devletten oluşacak. Başkanlık 6 aylık dönemlerle üye devletler arasında el değiştirecek. Bu anlamda Bulgaristan görevi Estonya’dan devralırken, 6 ay sonra Avusturya’ya teslim edecek. Bulgaristan’ın dönem başkanlığı bütün Avrupa için güç bir zamanda gerçekleşecek. Ortak göç politikası ve Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması (Brexit) yeni yılın ilk 6 aya damga vurması beklenen konular arasında yer alıyor. Ayrıca Schengen ve
tılmak isteyen Bulgaristan bu zorlu konularda başkanlık yapacak.Bulgaristan’ın AB Konseyi Dönem Başkanlığı’ndan sorumlu bakanı Lilyana Pavlova, 2020 bütçesi ve Brexit görüşmelerine bağlı olan genç insanla-
rın geleceğinin önemli olduğunu ifade etti. Programda ayrıca Batı Balkan ülkelerinin AB perspektifleri, mülteci ve göç kapsamında güvenlik ve istikrar, ortak bir savunma ve ekonomik büyüme ile AB’nin dijital pazarına odaklanmış konular yer alıyor. İLK ETKİNLİK KONSER Bulgaristan’ın en önemli gündem noktaları arasında göç politikasına yönelik bir ‘göç paketi’ hazırlaması da bekleniyor. AB Konseyi Dönem Başkanı olarak Bulgaristan, ilk etkinliği bu akşam AB Dönem Başkanlığı Sorumlusu Lilyana Pavlova ve Kültür Bakanı Boil Boev’in himayesinde düzenlenecek ‘Avrupa’nın ruhu’ konseri olacak.
Piyano Dahilerinin Avcısı Elena
RUSYA’da, piyano eğitimi alan ve katıldığı uluslararası yarışmalarda birçok ödül kazanan Elena, tatil için geldiği Türkiye’de tanıştığı Tarık Çekiç’e aşık oldu. Müzik kariyerini ve ailesini ülkesinde bırakan Elena, Tarık Çekiç ile Bursa’da evlendi. İki yıldır piyano kursu veren Elena Çekiç, Suriye’deki iç savaştan kaçıp gelen 16 yaşındaki Tambi Asaad Cimuk’a verdiği eğitim ile ABD, Rusya, Bulgaristan, İspanya, İsveç ve Almanya’daki toplam 8 yarışmanın 5’inde birincilik, ikisinde ikincilik, birinde de beşincilik kazanmasını sağladı. Çekiç>in diğer öğrencileri Mert Hakan Şeker, İspanya, Almanya, İsveç, Bulgaristan ve Roma’da birincilikler, Arya Su Gülenç ise Bulgaristan ve italya’daki yarışmalarda birinci oldu, ABD ve Fransa’da ise ikincilik elde etti. Elif Sinan adındaki genç yetenek ise New York’ta Long Island Konservatuarı’na yarı burslu olarak piyano dersi alıyor. Rusya’da yaşayan ve annesi müzik öğretmeni olan Elena, piyano ile 4 yaşında tanıştı 1 yıl sonra sahneye çıktı. Geçen yıllarda piyano ustalarından özel kurslar alan Elena, liseyi tamamladıktan sonra konservervatura gitti ve katıldığı birçok uluslararası yarışmalardan birincilikle ayrıldı. Yaklaşık 7 yıl önce tatil için Antalya’ya gelen genç piyanist burada Bursa’da Mali Müşavirlik yapan Tarık Çekiç ile tanışıp iki yıl sonra da evlendi. Müzik kariyerine son veren, ailesini ülkesinde bırakan Elena Çekiç daha sonra
eşinin görev yaptığı Bursa>ya yerleşti. Evliliklerinden iki çocukları olan Elena, eşinin kendisine piyano almak için gittiği Mix Müzik & Akademix Güzel Sanatlar’ın sahibi Rüstem Avcı’dan piyano eğitimi vermesi için iş teklifi aldı. Bu teklifi kabul eden Elena Çekiç önce Suriye’deki iç savaştan kaçarak Bursa’ya yerleşen Tambi Asad Cimuk’u piyano dünyasına kazandırdı. 37 yaşındaki Elena Çelik, akordeon eğitimi almak için kendisinden yardım isteyen Tambi Asad Cimuk>u piyanoya yönlendirdi. Bu konuda hiç bir becerisi olmayan Tambi Asad Cimuk’a zor parçaları çaldırarak piyanoyu sevmesini sağlayan Rus eğitmen, Suriyeli gencin ABD, Rusya, Bulgaristan, İspanya, İsveç ve Almanya’daki toplam 8 yarışmanın 5’inde birincilik, ikisinde ikincilik ve bir de beşincilik kazanmasını sağladı. Uludağ Üniversitesi’nde konservatuar eğitimi alırken kendisine ders verdiği 20 yaşındaki Elif Sinan ise İspanya, Almanya ve İsveç’te katıldığı uluslararası yarışmalarda 2’ncilik ödülleri alırken kendisini izleyip hayran kalan New York>ta yaşayan ve Long Island Conservatory>nin sahibi olan Tamara Poddubnaya>nın yüzle 50 burslu teklifi üzerine 4 ay önce ABD>ye gitti. Elif Sinan iki aylık bir çalışmanın ardından ABD>de katıldığı iki yarışmadan birinde ikinci oldu, diğerinde ise şubat ayında yapılacak finale kalmaya hak kazandı.
Ya b a n c ı l a r i ç i n G e n e l S a ğ l ı k S i g o r t a s ı
Genel Sağlık Sigortasından yararlanacak yabancı uyruklular kimlerdir? Karşılıklılık esası dikkate alınmak şartıyla; •Oturma izni almış, • Yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında sigortalı olmayan ve sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan, • Türkiye’deki yerleşim süresi kesintisiz bir yılı geçen ve bu tarihten itibaren talepte bulunan yabancı ülke vatandaşları genel sağlık sigortasından yararlanacaktır. Yabancı uyruklu vatandaşların genel sağlık sigortasına başvurması zorunlu mudur? Hayır,yabancıuyrukluvatandaşlartalepetmelerihalindegenelsağlıksigortasıkapsamındatesciledilirler. Yabancı uyruklu kişilerin genel sağlık sigortasından yararlanmak için nereye başvuru yapması gerekmektedir? Yabancı uyruklu kişilerin adreslerinin bulunduğu yere en yakın sosyal güvenlik il/merkez müdürlüklerine başvurmaları gerekmektedir. Yabancı uyruklu kişilerin genel sağlık sigortasından yararlanmak için hangi evraklar ile başvuru yapması gerekmektedir? •İkamet izin belgesi, • İlgili yabancı ülke sosyal güvenlik kurumundan ya da çalışma ataşeliğinden alınan genel sağlık sigortası uygulaması bakımından sosyal güvenlik durumlarını gösteren yazının aslı veya fotokopisi, •Taahhütname formu - Yabancı uyruklu kişiler hangi sağlık hizmetlerinden yararlanabilir? Yabancı uyruklu kişilerin; genel sağlık sigortalısı veya genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi sayıldığı tarihten önce mevcut olan kronik hastalıkları dışında kalan diğer hastalıklarının tedavisi genel sağlık sigortası kapsamında karşılanmaktadır. Genel sağlık sigortası kapsamına alınan yabancı uyruklu kişilerin bakmakla yükümlü olduğu kişiler de sağlık hizmetlerinden yararlanabilir mi? Yabancı uyruklu kişilerin, yurt dışında öğrenim görenler hariç olmak üzere, yurt içindeikameteden,ülkemizveyabaşkabirülkemevzuatıkapsamındasigortalıolmayan •Eşleri, • 18 yaşını doldurmamış çocukları, •Lisevedengiöğrenimgörmesihalinde20yaşınıdoldurmamışveevliolmayançocukları •Yükseköğrenim görmesi halinde 25 yaşını doldurmamış ve evli olmayan çocukları, • Yaşına bakılmaksızın malûl olduğu tespit edilen evli olmayan çocukları, • Geçiminin yabancı uyruklu kişi tarafından sağlandığı Kurumca belirlenen kriterlere göre tespit edilen ana ve babası, sağlık hizmetlerinden yararlanabilir. Yabancı uyruklu vatandaşların genel sağlık sigortalılıkları nasıl sonlandırılır? Bu kapsamda tescil edilen yabancı uyruklu genel sağlık sigortalıların, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün sayfasından alınmıştır. Yayınlanan pdf dosyasını indirmek için tıklayınız… http://www.goc.gov.tr/files/files/SGK_KITAPCIK_tr-1.pdf •Oturma izinlerinin sona erdiği, • Yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında sigortalı oldukları, • Başka bir kapsamda genel sağlık sigortalısı sayıldıkları, • Genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi sayıldıkları tarih itibariyle genel sağlık sigortalılıkları sonlandırılır.
Uluslararası koruma başvurusu veya statüsü sahibi ve vatansız olarak tanınan kişiler nasıl genel sağlık sigortalısı olurlar? İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından, uluslararası koruma başvurusu veya statüsü sahibi ve vatansız olarak tanındıkları tarihten itibaren herhangi bir sağlık güvencesi olmayan ve ödeme gücü bulunmayan kişiler 1 ay içerisinde Kurumumuza bildirilerek genel sağlık sigortalısı olarak tescil edilirler. Bu kişilerin genel sağlık sigortası primleri ilgili kurumlar tarafından ödenir. Yabancı uyruklu öğrenciler genel sağlık sigortası kapsamına girer mi? Ülkemizde öğrenim gören yabancı uyruklu öğrenciler 1 yıllık ikamet etme şartı aranmaksızın öğrenim kurumuna/okula ilk kayıt tarihinden itibaren üç ay içinde talepte bulunmaları hâlinde genel sağlık sigortalısı olurlar. Bu sürede talepte bulunmayanlar hakkında öğrenimleri süresince genel sağlık sigortası hükümleri uygulanmaz. Yabancı uyruklu vatandaşların ödeyecekleri genel sağlık sigortası prim oranı nedir? Yabancı uyruklu vatandaşların ödeyecekleri prim oranı asgari ücretin % 24’ü kadardır. Yabancı uyruklu öğrencilerin ödeyecekleri genel sağlık sigortası prim oranı nedir? Yabancı uyruklu öğrencilerin ödeyecekleri prim oranı asgari ücretin 4’üdür. Bu kapsamda genel sağlık sigortalısı sayılanların bir öğretim dönemine ilişkin genel sağlık sigortası primlerinin tamamı tescil tarihinden itibaren bir ay içinde Kuruma ödenir. Asgari ücrette meydana gelecek değişiklikler nedeniyle oluşacak prim farkları, değişikliğin uygulanmaya başlandığı ayın sonuna kadar Kuruma ödenir. Her Ocak ayında asgari ücret değişikliği yapılmakta olup öğrencilerin bu zaman diliminde ödeyecekleri prim tutarlarını takip etmeleri gerekmektedir. Öğrencileriçinbiryıllıktescilyapılmaktavebiryıllıkprimtutarınınödenmesigerekmektedir. 18yaşındanküçükyabancıuyrukluöğrencileringenelsağlıksigortalılıklarınasılbaşlatılır? Bu öğrencilerin genel sağlık sigortası tescil işlemleri, yabancı uyruklu öğrenciyi getiren kamu idareleri, kanunla kurulan kurum ve kuruluşlar ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında yapılacak protokoller çerçevesinde yürütülebilir. Ayrıca; yabancı uyruklu öğrencilerden gerek 18 yaş altı gerekse diğer öğrencilerin tescil işlemlerine ilişkin talepler veli/ vasi ya da Türkiye’ye getiren kurum/kuruluşlarca yerine getirilebilir. Yabancı uyruklu öğrencilerin genel sağlık sigortalılıkları nasıl sonlandırılır? Yabancı uyruklu öğrencilerin genel sağlık sigortalılıkları, öğrenimlerinin sona erdiği, genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi veya başka bir kapsamda genel sağlık sigortalısı sayıldıkları tarihten itibaren sona erer. Yabancı uyruklu vatandaşların asgari ücretin % 24’ü oranında prim ödemeleri gerekmektedir. 1/1/2014-30/6/2014 arası ödenecek prim tutarı 257,04 TL 1/7/2014-31/12/2014 arası ödenecek prim tutarı 272,16 TL Yabancı uyruklu öğrencilerin asgari ücretin % 4’ü oranında prim ödemeleri gerekmektedir. 1/1/2014-30/6/2014 arası ödenecek aylık prim tutarı 42,84 TL 1/7/2014-31/12/2014 arası ödenecek aylık prim tutarı 45,36 TL Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün sayfasından Yayınlanan pdf dosyasını indirmek için
alınmıştır. tıklayınız…
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 127 - Aralık 2017 15
Siyasi ve Aktüel Gazete
Balkantürksiad’ın Son Durağı Bulgaristan Oldu
Balkan Rumeli Sanayicileri ve İş Adamları Derneği’nin iş gezileri kapsamında sürdürdüğü yurt dışı ziyaretlerinin son durağı Bulgaristan
BULTÜRK’ten Gaziosmanpaşa Belediyesine Ziyaret
Bursa ve Balkanlar arasında yaptığı başarılı çalışmalara bir yenisini daha ekledi. BALKANTÜRKSİAD, son dönemlerde Balkanlarla kurulan ekonomik iş birliklerinde büyük pay sahibi oldu. 1 Ocak’tan itibaren Avrupa Birliği (AB) dönem başkanlığını üstlenecek olan Bulgaristan’a iş gezisi düzenleyen BALKANTÜRKSİAD heyeti, ekonomik ilişkilerle birlikte Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri geliştirmek anlamında önemli kurum ve kişilerle bir araya geldi. BALKANTÜRKSİAD heyetinde, Başkan Berat Tunakan, Başkan Yardımcısı Fatih Şakir, BALKANTÜRKSİAD üyesi ve Nilüfer Belediye Başkan Vekili Fırat Emiroğlu, Yönetim Kurulu Üyeleri Olcay Özgön ile Hakan Kızılırmak, Denetim Kurulu Üyesi Mahir Korkmaz ve üye Müşfik Çırpanlı yer aldı.
Heyet, Bulgaristan iş gezisi kapsamında ilk olarak Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odası’nı ziyaret ederek Başkan Tsvetan Simeonov ile görüştü. Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odası’nın ardından Bulgaristan Ekonomi Bakanlığı’nı ziyaret eden heyet, Ekonomi Bakan Yardımcısı Aleksandar Manolev ile bir araya geldi. İş gezisi kapsamında ayrıca T.C. Sofya Ticaret Müşavirliği de ziyaret edildi. Bu ziyarette Ticaret BULGARİSTAN TİCARET SANAYİ ODASI Baş müşaviri M. Emrah Sazak tarafından BALKANTÜRKVE EKONOMİ BAKANLIĞI ZİYARET EDİLDİ SİAD heyetine Bulgaristan ile ilgili detaylı bir sunum yapıldı. Bulgaristan Türkleri Kültür Ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) başta Genel Başkan Rafet Ulutürk İle Yönetimi Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Sn. Av.Şahin PİRDAL’ı makamında ziyaret etti. Bu ziyareti anlamlı kılan ise ziyaretin içeriği ve varılan sonuçlar olmuştur. BULTÜRK Derneği olarak, yıllarca ifade etmeye çalıştığımız ve içerisinde hiçbir arka plan hesabı olmayan gayet açık ve anlaşılır fikirlerimizi yinelemek ve bu düşüncelerimizin artık anlaşılıyor olmasını da görmek bizleri Bultürk olarak ziyadesiyle mutlu etmiştir. Bu ziyareti oldukça önemsiyoruz çünkü, hiçbir ön yargıya meydan vermeden en samimi duygu ve ifadelerimiz karşılık buldu. Bu gibi ziyaret ve istişare toplantıların kısa aralıklarla devam edeceği konusunda mutabık kalınarak toplantıya son verildi. Bu toplantı bir şeyi daha gösterdi ki, istişare ederek çok meseleler kolayca hal yoluna girer. Belediye Başkanı Muh.Hasan Tahsin USTA’ya BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Türklerine yapmış oldukları hizmetlerden dolayı kendilerine bir plaket taktim etti. Ardından BULTÜRK Genel Başkanının kendisinin yazdığı iki kitabını da kendilerine verdi. Muh.Hasan Tahsin USTA Plaketi ve kitapları kendilerinden alırken çok mutlu olduğunu ve BULTÜRK Derneğini ayrıca ziyaret edeceğini ve
imkanlar dahilinde herşey yapmaya hazır olduklarını belirtti. Bu vesileyle BULTÜRK Yönetimine bu ziyaretlerinden dolayı kendilerine teşekkür etti. Rafet ULUTÜRK konuşmasında: “Artık Bulgaristan Türkleri Türkiye siyasetinde var olacaklarını, çünkü Türkiye genelinde 10 milyonu aştıklarını belirterek. Bizler bu güne kadar toplum gücünün ne işe yaradığını bilmeyenlerdeniz, amma artık bunu çok iyi gördüklerini ve bu konuda çok başarılı olacaklarını da belirtti. Bizler artık birlik ve beraberliğimizin ne işe yaradığını kendi insanlarımıza anlatmaya başladık. Bu konuda çok yakında sadece Bulgaristan Derneklerinin tek bir federasyon çatısı altında toplanacaklarını ve bu federasyonla artık yanlış anlaşılmaların önüne geçilececeklerini. Bundan sonra Bulgaristan konusunda tek muhatabın federasyon olacağını söyleyerek” sözlerine son verdi. Son olarak Yapılan konuşmaların ardından Belediye Başkanı Müh.Hasan Tahsin USTA Belediye Başkanlığı ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek teşekkür etti. Ardından getirilen hediyeler taktim edildi ve toptan bu günün anısına hatıra resmi çekildi. Ardından samimi bir şekilde ayrıldılar. Gaziosmanpaşa, Murat AKÇALI
Bulgaristan’ın tek Türk valisi, Günay Hüsmen Razgrad Valisi Günay Hüsmen, Bulgarisran’ın tek Türk kökenli valisi. Hüsmen, Razgrad’ı altyapısıyla, eğitimiyle, hayat standardıyla yaşanası bir yere dönüştürmek için, önce insanların güvenini yeniden kazanmaları gerektiğini belirtti. “Mayıs ayından beri bu görevdeyim. İşimiz çok zor, çünkü yıllarca bu güzelim ilimiz bakımsız ve hizmetsiz kalmış. Devlet bir nevi elini buradan çekmiş olmalı ki, sağlık, eğitim ve istihdam, maaşların düzeyi gibi konularda Razgrad ülkenin en son yerinde, yani dibinde bulunuyordu. Bütün bunların telafi edilmesi için gerçekten çok, çok çalışmak gerekiyor. Razgrad’ın yöneticileri şimdiye kadar belki istememişler, iddialı olmamışlar, hatta hizmetlerin gerçekleşmesi için devletten talepte bulunmamışlar. Benim için şimdi en önemli olay, Razgrad halkının devlete ve valilik makamına güvenini geri kazanmaktır. Razgrad’ı altyapısıyla, eğitimiyle, hayat standardıyla yaşanası bir yere dönüştürmek için, önce insanların güvenini yeniden kazanmalıyız”. Günay Hüsmen, gelecek neslin daha kaliteli bir eğitim alması için, Razgrad ili çocuklarının öğretiminde daha iddialı olması için de çalıştıklarını belirtti:
“Bizim bütçemiz belediyelere göre çok daha az. Ancak farklı yerlerden tasarruf yaparak, eğitime yatırımda bulunmak istiyoruz. Okullara, öğretmenlere yardım ediyoruz, bunun önemini anlıyoruz. Razgrad son eğitim sıralamasında ülkede listenin en sonunda bulunuyordu. Genel sınavlarda en düşük not alan il olarak anılıyoruz. Şimdi İl Eğitim Müfettişini değiştirdik, eğitime öncelik verdik ve önümüzdeki ders yılında yapılacak genel sınavlarda bu çabaların olumlu neticeler vereceğine inanıyorum. Bunu Razgrad halkı da çocuklarımızın alacağı not ortalamasında görecek. Bölgenin bütün okullarını gezdim, okul müdürleriyle görüşüyorum,
Cami Minareleri İçin Alemleri Yurt Dışına Satıyor Bansko’ya ikinci teleferik geliyor
AYDIN’ın İncirliova ilçesinde, bakır ustası Kenan Çalışkan (63), cami minareleri için yaptığı alemleri Türkiye’nin yanı sıra yurt dışında da pazarlıyor. Bakırcılığın dedesinden babasına, babasından da kendisine kaldığını belirten evli ve 2 çocuk babası Kenan Çalışkan, askerliğini yaptıktan sonra bakırcılık geleneğini sürdürdüğünü söyledi. Kendisini geliştirerek, 1983 yılından itibaren camilerin minarelerine alem yapmaya başladığını anlatan Çalışkan, “O gün, bugündür pek çok camiye alem yaptım. Kahramanmaraş ve Manisa’nın Kula ilçesinden aldığım bakırlarla alemleri büyüklüğüne göre, 1 ile 15 gün arasında bir sürede yapıyorum. 3 metrelik bir alemi yapmak, ortama 15 gün sürüyor. Sabır isteyen bir iş. Tamamen el dövmesi ile yaptığımız parçaları birbirine birleştiriyoruz. Alemin özelliği, dizaynını çok
iyi ayarlamaktan geçiyor. Çok emek isteyen bir iş” dedi. Türkiye’nin her iline alem yapıp, yolladığını vurgulayan Çalışkan, “Yurt dışında Almanya, Irak, Bulgaristan, Gürcistan, Rusya, Polonya, İngiltere ve Danimarka gibi çok sayıda ülkedeki caminin minaresi için alem yapıp, kargoyla yolladım. İleriki yıllarda bu işin fabrikasyona döneceğini düşünmüyorum. Bakırdan alem yapımının fabrikasyona dönmesi, çok zor görünüyor. Kromdan belki yapılabilir; ama bakırdan yapılması zor. Çünkü bakır, tamamen el işçiliği gerektiriyor” diye konuştu. Her ülkeye üretim yapmaya başladık. Talep de çok arttı. Bu işi severek, zevk alarak, yapmak gerekiyor. Yoksa başarılı olman mümkün değildir.”
Hükümet bu yılda yaptığı son oturumunda Pirin dağında Bansko şehri yakınında ikinci kabinli teleferiğin kurulmasına izin verdi. Çevre Bakanı Neno Dimov, bu kararı bölgede ve bütün Bulgaristan’da kayak sporunun gelişmesi açısından iyi bir sinyal olarak değerlendirdi. Hükümet, projenin uygulanmasının güneydoğu
Bulgaristan’ın ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacağı düşüncesinde. Karar öncesi projeye “hayır” ve “evet” protestoları yapıldı. Sofya’da çevreciler yeni teleferik kararını doğa için feci bir karar olarak değerlendirdiler. Çevreci protestosuna karşılık olarak Bansko sakinleri Simitli’nin yakınındaki E-79 anayolunu trafiğe kapattılar.
R.ULUTÜRK’ün Ural Derneğinde Konferanstan Bulgaristanlı Yazarlar ile Birlikte Avcılar’da