BULTÜRK’te “Dünden bügüne Balkanlar’da ve Bulgaristan’da, Gagauz Türkleri” Türk Dünyası ve Gagauz Türkleri
Açılış: Bultürk Genel Sekreteri R.Oya CANBAZOĞLU
Siyasi ve Aktüel Gazete
Sayın Başkan, çok değerli üyelerimiz ve misafirlerimiz BULTÜRK Derneğimizin geleneksel olarak düzenlemiş olduğuğu etkinliklerden bu günkü konferansımız “Dünden bu güne Balkanlar’da ve Bulgaristan’da Gagauz Türkleri” konulu konferansımıza Hoşgeldiniz sefalar getirdiniz. Konferansımızın açılış konferansını yapmak üzere BULTÜRK Derneğimizin Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK’ü kürsüye davet ediyorum, buyurunuz. Başkanımıza yapmış olduğu konuşmasından dolayı bizlere BULTÜRK’ün kuruluşundan bu günlere kadar bir gezi yaptırdı. Böylece derneğin diğer derneklerle farklılıklarını ortaya koymuş olduğu için teşekkür ederiz. Toplantımıza katılan: Aramızda bulunan önemli kişileri tanıtmak isterim; Türk Dünyası’ndan sorumlu MHP İstanbul İl Başk Yard. Sn. Bülent Maşaoğlu’na,
Azerbaycan Türk Birliği Başk Sn.Agil Samedbeyli’ye, Esenyurt AK Parti Belediye Başkan A.Adayı Arif KALMAZ’a, İstanbul Üniv. Tarih Bölümü- Prof. Sn. Ali Fuat Hocamıza, BGSAM Başkanı Sn. Dr. Erdal Karabas’a,Tek Rumeli Tv Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Atilla Baykal’a, Hepiniz hoşgeldiniz bizi onurlandırdınız. Hepsi kısa bir selamlama konuşması yaptılar. Genel Sekreter R.Oya CANBAZOĞLU; Değerli konuşmacılarımıza teşekkür ederiz: Sevgili konuklar, Gördüğünüz gibi, BULTÜRK etkinlikleri sonu gelmez bir konu, BULTÜRK Derneğimizin bu artık bir derin bilgi ve deneyim hazinesi oldu. Bölgesel edebiyatta, Gagavuzlar, Batı Karadeniz kıyısına serilmiş inci taneleri olarak anlatılır. Benim soyum da Türkiye’ye Bulgaristan Karadeniz’in incisi Varna bölgesinden gelmiş olduğundan dolayı, ben de kendimde Gagavuzlarla ilgili işittiklerimden kısaca söz etmek Devamı 7’de istiyorum.
Yıl - 15 Sayı: 135 Ağustos - 2018 -
“Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Ögretmek Bizim Görevimiz“
Malazgir t’i Unutursak Geleceğimiz Olmaz Ergenekon’dan Ç ı -
Başkan Erdoğan,Malazgırt Zaferi’nin 947’ncı yıldönümü töreninde konuştu: Anadolu bir benttir. Bu bent yıkılırsa ne Ortadoğu, ne Asya ne de Balkanlar kalır. Mesele Tayyip Erdoğan meselesi değil, Türkiye meselesidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Malazgirt Zaferi’nin 947’nci yıldönümü dolayısıyla Muş’ta düzenlenen anma törenine katıldı. Resmi rakamlara göre törene 75 bin kişinin katıldığını duyuran Erdoğan, Malazgirt Zaferi’nn önemine işaret ederek şu mesajları verdi: «Malazgirt>te kazanılan zafer Avrupa>nın ortalarına giden yolu açmıştır. Malazgirt demek öncesine baktığımızda Mekke, Kudüs demektir. Sonrasına baktığımızda Bursa, Edirne, İstanbul, Rumeli, tüm Balkanlar demektir. Şayet Malazgirt ruhunu unutursak ne öncemiz kalır ne sonramız. Biz Malazgirt’e sadece bir zafer kazanmakla kalmadık aynı zamanda millet olduğumuzu hem de fere dönüştürdüysek Haçlı Seferleri>nin de Mo- Şayet Malazgirt ruhunu yaşatmayı başaramaznasıl bir millet olduğumuzu cümle aleme ilan et- ğol istilasının da dört bir yandan uğradığımız tüm sak geçmişimizle birlikte geleceğimizi de kaytik. Malazgirt’i nasıl bir millet haline gelerek za- saldırıların da üstesinden aynı hissiyatla geldik. bederiz. BİZE YAŞAMA FIRSATI VERMEZ-
Gazi Kırcı Ali’nin kabri türbe oluyor Kırcaali Belediyesi’nin kayıtlarında Gazi Kırcı
Bulgaristan’da Türklerin en yoğun yaşadığı yer olan Kırcaali şehrine adını veren Gazi Kırcı Ali’nin mezarı üzerine türbe yapılıyor. Kırcaali’deki Merkez Camii avlusunda bulunan Kırca Ali’nin kabri, türbe haline getirilecek.
Ali hakkında şu bilgiler yer alıyor: „Kırca Ali hakkında birçok efsane ve rivayet vardır. Kırcaali şehri adını ondan almıştır. Yaşlılar Kırca Ali’nin doğum yerinin Buhara veya Konya vilayetinde bulunan sahil kasabası Alanya olduğunu iddia etmektedirler. Hicri takvime göre 1310 (1892) yılına ait Edirne vilayeti Salnamesinden yapılan bir tercümeye göre Sultan Murad zamanında (1360-1389) Türkler Rodoplara Kırca Ali komutasında akın etmiştir. Kırcı Ali, bir çatışmada şehit düşmüş ve şehit düştüğü bölgede oluşan yerleşim yerine deonun adını verilmiş.“ Kırcaali Bölge Müftüsü Beyhan Mehmed, Gazi Kırcı Ali’ye yakışır Osmanlı mimarisinde bir türbenin inşaa edileceğini söyledi. Ajans Bulgaristan
LER Malazgirt’in sadece bir başlangıç değil, hiç sönmeyecek istiklal ve istikbal ateşinin kıyamete kadar yanacağının alametifarikasıdır. Malazgirt’i hatırlamak demek kim olduğumuzu hatırlamak demektir. Kim olduğumuzu hatırlamak demek, ne için burada bulunduğumuzu hatırlamak demektir. Ne için burada bulunduğumuzu hatırlamak, tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet ülkümüze sıkı sıkıya sarılmak demektir. Rabia’mıza sıkı sıkıya sarılmak, 2023 hedeflerimize ulaşmak için daha çok çalışmak demektir. 2023 hedeflerimize ulaşmak demek, 2053 ve 2071 vizyonlarını hayata geçirebilecek büyük, güçlü, müreffeh, itibarlı bir Türkiye’nin inşası demektir. Görüldüğü gibi her şey zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Bu zincirden hangi halkayı çıkarırsanız çıkarın sadece Türk milletinin değil koskoca bir medeniyetin geleceği tehlikeye düşecektir.
58. Yılında Kerkük Katliamı ve yaşanan
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı BULTÜRK Ankara temsicisi İsmail Cingöz, Kerkük sorununu Kerkük Türkü ve şu anda Avrupa vatandaşı olan bir hanımla gerçekleştirdiği mülakatla ele aldı. Eurasia Diary bu özel mülakatı sizler için sunuyor: 2017 Temmuz başında bir dost meclisinde tanıdım S. M. M. Hanımefendiyi. Kendisi hali hazırda bir Avrupa devleti vatandaşı ama aslen Kerkük Türklerinden olduğunu beyan etti. Kerküklü birisi ile bir araya
gelince tabii konunun; bölgede Türk tarihi sürecine ve Ortadoğu’da yaşanan olaylara, Türklere yapılan zulüm ve katliamlara gelmemesi imkânsız. Sohbette bizzat şahit olduğunu söylediği öyle konular anlattı ki S. Hanım, kanımız dondu desek yeridir. Anlatılanları hemen orada not almaya başladım. Bu anlatılanların unutulup gitmemesi, tarihe not düşülmesi için yazılı, hatta bir TV stüdyosunda görüntülü kayıt altına alınmasını teklif ettim. Sağolsun kabul etti ve bir TV kanalının Türkiye/Ankara temsilcisi dostum ile irtibat kurarak konuyu kısaca anlattım. “Hocam ne demek, derhal stüdyoyu hazırlatıyorum, buyurun gelin” dedi. Yalnız S. Hanımın güvenlik kaygıları nedeniyle “Göktürk Çelikkol” kod ismi ile 10 Temmuz 2017 günü; Kerkük özelinde Irak Türklerinin yaşadığı zulüm ve baskılar hususundaki canlı şahitliğinde veya birinci kişilerden alıntıladığı anılarını TV kameraları Devamı 5’te önünde “
Sofya Büyükelçimiz Baş Müftülükte Bulgaristan Madan’da Kitap Tanıtımı
Mübarek Kurban Bayramı vesilesiyle Başmüftülüğü ziyaret ettik.
Soydaş ve din kardeşlerimizin bayramını kutladık.
Madan’dan gelen davet üzerine İstanbul’dan Madan’da Rufat FELETİ Beyefenyola çıkarak Filibe, Smolyan ve Madan’a diye bu organizasyonu yaparak bizulaştık. Bizleri Madanın girişinde karşıla- lere bu fırsatı verdiklerinden dolayı yan dostlarımız bizi ilk önce otele yerleştir- kendisine teşekkür ederiz. diler. Sizler bir saat dinlenin ve ondan sonra Dr.Nedim BİRİNCİ bu bölgede köyleri gezelim dolaşalım dediBULTÜRK Bşk.Yrd ler. Bizlerde hemen birer duş alarak yollara koyulduk. Tüm bölgeyi köyleri tek tek bizi gezdirdiler. Gittiğimiz her yerde çok sıcak karşılandık. Herkes Türkiye ve Recep Tayyip ERDOĞAN sevdalısıydılar. Gittiğimiz yerlerde “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” kitabını ve BULTÜRK Gazetesini dağıttık. Tüm bölge insanları bizi çok sıcak karşıladılar hepsine teşekkür ederiz.
2 Sayı 135 - Ağustos 2018 2
Bulgaristan Türklerinin Sesi AKTÜEL
Oya CANBAZOĞLU
B U LT Ü R K T Ü R KS O Y F O T O G R A F S E R G İ S İ N D E
Bultürk Toplantısından Gagavuz toplantısı BULTÜRK Merkez Sayın konuklar, Gördüğünüz gibi, BULTÜRK etkinlikleri sonu gelmez bir konu, BULTÜRK Derneğimizin bu artık bir derin bilgi ve deneyim hazinesi oldu. Sayın Başkanımız Rafet Beyin, GAGAVUZLAR konusuna siyasi bakış açısı sözlerimi doğrular niteliktedir. Bölgesel edebiyatta, Gagavuzlar, Batı Karadeniz kıyısına serilmiş inci taneleri olarak anlatılır. Benim soyum da Türkiye’ye Bulgaristan Karadeniz’in incisi Varna bölgesinden gelmiş olduğundan dolayı, ben de kendimde Gagavuzlarla ilgili işittiklerimden kısaca söz etmek istiyorum. Gagavuzlar paylaşılamayan bir millettir: YUNANLARA göre onlar:“Türkçe öğretilmiş Ortodoks Yunan’dır.” Bulgarlara göre onlar: “Türkçe öğretilmiş Ortodoks Bulgar’dır.” Romenlere göre onlar: “Türkçe öğretilmiş Ortodoks Romen’dir.” Türklere göre ise onlar:“Türkçe konuşan Ortodoksluğa Geçmiş Türklerdir.” Benim şahsi kanımca Gagavuz kimliği son iki asır içinde kendini inşa etme süreci geçiriyor. Ortodoks Hıristiyanlığı kendilerine yamamış olan Rumlar, Bulgarlar ve Romenler, Gagavuzlara kendi dillerini ve kültürlerini dayatmaya çalışırken, resmi dil ve ulusal kültür gerekçeleriyle Gagauz Türkçesini eritmeye ve Oğuzların ve Selçukluların adet ve geleneklerine dayanan Gagauz ahlakını yok etmeye çalışıyorlar. Gagavuz Türkçesi kesin söz dizimi kurallarına uymayıp, cümle içinde serbest söz dizimi benimsemiş, 49 Türk lehçesinden, Tuna Türkçesinin Karadeniz ağızlarından biridir. Devrim cümle önceliklidir. Farsça ve Arapçanın etkisiyle yaşattığı ünlü sesliler yazı dilinde 29 Ocak 1993’ten sonla Latin harfleriyle ifade ediyor. Gagauz Türkçesinin birçok özellikleri var. Bunlardan birisi de Gagauz yerinde yaşayanların Rusça’nın etkisiyle dillerine “dişil” takısı olarak “ciykayı” almalı olmuştur. Örneğin, bağabahçe işinde çalışan kadınlara “bağacıyka”, bostan işinde çalışan kadınlara “bostanciyka”, tütün üretici bayanlara “tütüncüyka” vs dendiği gibi. Konuşmacımız Sn.Doc. Dr. Olga Hanım bunlara daha geniş değinecektir, Gagauzlar zengin ve düzenli halk kültürü olan bir halktır. Gelenekleri halk edebiyatında işlenmiştir. Gagauz dilinin Türkçe özelliğini ve melodisini hissettirebilmek için sizin için bir Gagauz halk şiiri seçtim. İzninizle okumak istiyorum:
Ay, Petri, Petri, sereyli Petri Çok çalıştı evladın, çok kazandın. Posta da kalsın senin çalıştığın, Açan yok senin candan evladın, Candan evladın, erkek evladın… Petre ise eşini rahatlatmaya çalışarak şöyle der: …Ay, Lenkam, Lenkam, Ben gidecem kuyumculara, Yaptıracam altından evlat Gümüşten de lülka (beşik) Sen de üç gün üç gece sallayacan Mamu (anne) de diyecek, Tatü (baba) da deiyecek…
Petri dediği gibi altından bir bebek, gümüşten de bir beşik yaptırıyor. Lenka da 3 gün, 3 gece beşiği sallıyor, fakat bebekten çıt çıkmadığını görünce, Yine Petri’nin kazançlarını nafile bulup, şöyle der: ….Altında kalsın altından aulların Gümüşten de tokatların Açan yok senin candan evladın.
25. Yılında TÜRKSOY Fotograf Sergisi Yalova’da Uluslararası Türk Kültürü TeşkilatıTÜRKSOY’un yirmi yılı aşkın süredir katılım sağladığı ve YAFEM tarafından gerçekleştirilen Türk Boyları Kültür Şöleni başladı. Şölen kapsamında, TÜRKSOY’un 25 yıllık çalışmalarının fotoğraflarla özetlenmeye çalışıldığı sergi, Yalova Belediyesi Başkan Yardımcısı Jülide GÜNER, YAFEM Başkanı Özer KOYUNCU ve TÜRKSOY Ge-
nel Sekreterliği Daire Başkanı Sancar MÜLAZIMOĞLU tarafından Türk Dünyasının dört bir yanından gelen kültür ve sanat insanlarının katılımlarıyla gerçekleşti. TÜRKSOY Genel Sekreterliği Daire Başkanı Sancar MÜLAZIMOĞLU’na BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK’ün Kitabını taktim etti. Sancar MÜLAZIMOĞLU ‘Türk Dünyası’nın UNESCO’su’.. TÜRKSOY Genel Sekreterliği Daire Başkanı Sancar Mülazımoğlu, Türksoy hakkında katılımcıları bilgilendirdi. Mülazımoğlu, şu şekilde konuştu: “Türk Dünyası’nın UNESCO’su olan TÜRKSOY, 1993 yılında, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanları tarafından imzalanan anlaşmayla kurulmuştur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan, Başkurdistan, Altay, Saha, Tıva, Hakas Cumhuriyeti ve Moldova’ya bağlı Gagavuz Yeri TÜRKSOY’a gözlemci üye olarak katılmışlardır. TÜRKSOY; kurulduğu günden buyana Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmaktadır. TÜRKSOY’un çalışmaları, kuruluşundan bu yana üye ülke devlet başkanlarının himayelerinde yürütülmüş ve takdirlerini kazanmıştır.”
BULTÜRK’ten Fatih Belediyesine Ziyaret
BULTÜRK Genel Başkanımız Rafet ULUTÜRK ile birlikte İstanbul’un Fatih ilçesinde Fatih Belediye Başkan Yrd. Sayın Necati SELVİ’yi makamında ziyaret ettik. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ve Türkiye’ye göç etmiş soydaşlarımızın durumları, sosyal ve kültürel sorunları ile çözüm önerileri görüşüldü. Derneğimizin kısaca tarihçesini bu güne kadar ki faaliyetlerini anlattık. Eylül-Ekim aylarında eskiden yaptığımız gibi birlikte uluslararası bir sempozyum yapabilirz bu konuda da bir proje sunacağımızı söyledik. Sayın Necati SELVİ Başkan da bu konuda projenizi oluşturun ve tekrar bir araya gelir ne yapılması gerekir onları konuşuruz. Biz bu konuda STK’lar ile çalışmak isteriz. Bu konuda bize ne düşerse yapmaya hazırız. Bu konularda değerlen-
dirmelerde bulunuldu, birlikte belediye ve dernek el ele verip ne gibi projeler yapabiliriz konularda görüşmeler yapıldı. Birkaç proje üzerinde duruldu ve bu projeleri bir ay içerisinde somut hale getirerek tekrar bir görüşme yapılması kararlaştırıldı. Sn. Sayın Necati SELVİ Bey’e bizleri bu sıcak karşılamaları, nazik ve güzel sohbeti İçin Kendisine ayrıca Teşekkür ederiz. Ayrılmadan kendisine Genel Başkanımızın kendi yazmış olduğu “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” kitabını taktim etti. Tekrar görüşmek üzere diyerek ayrıldık ve bir ay içerisinde projelerimizle birlikte görüşmek üzere… Saygılarımızla, Oya Canbazoğlu DİRİER BULTÜRK
Bulgaristanlı iş adamlarımıza ziyaretler
Bulgaristanlı iş adamlarımızdan bu gün de Sayın Niyazi GÜLER’I makamında ziyaret ettik. Bulgaristan’ın Kırcaali şehrinden 1989 yılında gelen Niyazi GÜLER’in iş yerine giderek kendilerini ziyaret ettik. Bulgaristan Türklerine maddi ve manevi hizmetlerinden dolayı kendilerini teşekkür ettik. Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi kita- BULTÜRK’e hizmetleri için tüm Bulgaristan bımızı taktim ettik. Türkleri adına teşekkür ediyoruz. Güzel bir sohbetten sonra kahvelerimizi de iç- Saygılarımızla. tikten sonra kendisine başarılarının devamını di- Oya CANBAZOĞLU DİRİER leyerek ayrıldık. BULTÜRK Genel Sekreteri
Neriman E.KALYONCUOĞLU Kurban Bayramımız kutlu olsun! Tarih: 20 Ağustos 2018 Konu: Kurban Bayramımız kutlu olsun! Bayram Zirvesinden Kâinat ın yaratıcısı yüce Mevla’m merhamet sunsun Birlik beraberlik içinde kurban bayramınız kutlu olsun. Biz Bulgaristanlı ve Bulgaristan’daki Türkler, Müslümanlar alicenap insanlarız. Bu duygusallığımız, hele Kurban bayramı gibi ulusal geleneksel manevi yakınlaşma günlerimizde iyilik, güzellik, saygılı olma ve doğru davranma şeklinde ifade buluyor. Köylerimizde ve kasabalarımızda Bayram gününde yardımseverlik, herkesin yaratanla aynı yakınlıkta olmaya gayret etmesi, bayram günüyle uyanan ödev bilinci, bayram günündeki kişisel sorumluluk ve insan sevgi ve saygısı kendini gösterdi. Doğru ahlaksal eylemleri sezinleyen insanlarımız bu defa da ben daha büyük kurban kestim yarışına girmedi. Erkekler bayram selamını Allah Evlerimizden aldı ve ailelere taşıdılar. Sıcak kucaklayışlar dualarla karıştı, çocuklar, gençler el öptü, bayramlık hak etti ve yaratan huzurunda birlikte ve beraberce, en temiz yürekle olma hummalı çalışmaları başladı. Kurban bayramınız mübarek olsun Halil İbrahim’den bize emanet olan Kestiğimiz kurbanlar mübarek olsun Bu bayram da iyi niyetimiz, ilhas ve samimiyetimizle dualarımızla kurbanlarımız kabul oldu. Kurban kesmekle Allah’a olan bağlılığımız ifade edildi. Kurban ibadetinin her anında Allah’ın adı anıldı. Okunan hutbelerde barış, huzur, iyi komşuluk ve hoşgörü dileklerimiz ifade buldu. Bizim bayram algımızda, kurban Bayramı bütün insan alemine bir hediyedir, aynı zamanda tüm kırgınlık alametine bir feyzi-rahmet bağıdır, kesilen her kurban insanları birbirine yakınlaştırır, müminlerin yüreklerine çözülmez birlik kelepçeleri takar, Müslümanlar mutlu hayrı-seyir yolunda birleşir ve her birimizin yüreğinde sevgi ve saygı kurban olur. Kurban Bayramı dostluk ve kardeşlik bağlarının tazelendiği günüdür. Dört bayram günü boyunda sohbetlerde herkesin gönlünde sevgi, barış ve huzur çiçekleri açar çevresini güzelleştirdi. Bulgaristan’da yıllarca Bayramlarımızı yasaklayanlar, kurban bıçaklarımızı çalan, kurban kazanlarımızı delenler bu yıl da fakir, yoksul ve yetimlerin haklarının dağıtılmasını engellemeye çalıştılar. Bayram günü kasaplarda helal kesimlerin durdurulmasını istediler. Sofya’da Bulgaristan Türkleri Diyaneti ve Baş Müftülük önüne toplanarak kurban kesilmesine yasak getirilmesini isteyerek, akla karayı yeniden birbirine karıştırdılar. Küslüklerin bitmesini engelleyip, kırgın kalplerin barışmasına engel olmaya çalışırken, aydı zamanda bu memleket bir Hristiyan alemidir, ve biz ne buyurursak o olacak demeye çalıştılar. Bulgar makamlarının benzer olaylara seyirci kalması ülkede demokrasinin oturmadığına, çok kültürlü ve çok dinli, farklı yaşam kuralları olan bir toplumsal düzenin oturmadığına yeni kanıtlar getirdi. Günümüzde çevreci veya hayvan severler gibi isimlerle meydanda dolaşan ve tören arifemizde kol gecen bu tipler, aynı ortamda yaşayan insanların dil, din ve kültürel özelliklerindeki farklara saygının, toplumda bütünleştirici rolünü, vatandaşların birbirinin gelenek ve adetlerine, bayramlarına saygı gösterdikçe, toplumun huzur bulacağını anlamak istememeleri her gün biraz daha düşündürücü olmaya başlıyor. Kurban bizim ibadetlerimizden biridir. Yaratanın adı anılarak yapılır. Bununla birlikte uygulanan kurban bayramı düzenimiz, kural ve ilkelerimiz vardır k bayram günü hayır elimizle gönlümüz açılır ve din ve etnik ayrım gözetmeksizin herkes payını alır, kurban kazanlarından yükselen koku bütün gönüllere dolar. Bu bereket, dostluk, kardeşlik ve anlaşarak yaşama, beraber olma özlemi ifadesidir. Kurban kesmek, bayramlaşmak, kurban sofrasında birlikte olmak, infak etmenin ve sehâvetin tadını yaşamaktır. Kurban, küslerin barışma günüdür. Kurban, yoksulları, garipleri ve muhtaçları sevindiren, akraba ve komşular arasındaki irtibatı ve sıla-ı rahmi temin eden kutsal ibadetlerimizden biridir. Türk – İslam Aleminin bayramı kutlu olsun! Sevgili okurlarım, Sizleri, Kurban Bayramı ile ilgili ahlaki ve felsefi düşüncelerini paylaşan, eli öpülesi, üstat şairimiz Naim Bakoğlu baş başa bırakıyorum:
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 135 - Ağustos 2018 3 Haberler
Nevzat ÖZTÜRK
Kurban İbadeti ve Hikmeti Kurban kelimesi sözlük anlamı olarak yaklaşmak, yakınlık, Allah(c.c)’a manevi yakınlığa sebep olan şey demektir. Kurban, Arapça “yaklaşmak, yakın olmak” mânalarına “kurb” gelen kelimesinden gelir. Terim anlamında ise, Kurban Bayramı günlerinde Allah Teâlâ’ya yaklaşmak maksadıyla kesilen ve belirli şartları taşıyan hayvana verilen addır. Kurban, Allah Teâlâ’ya yaklaşmak maksadıyla yapılan bir ameldir. İnsan, psikolojik olarak önce kendine, ailesine, akrabasına, komşularına, arkadaşlarına ve tanıdıklarına yakın olmayı ister. Aslında insanların menfaat beklemeksizin birbirlerine yaklaşmak için gerçekleştirdiği faaliyetler, Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için birer basamak teşkil eder. Ancak bütün bunları yaparken en büyük ve üstün yakınlığın Allah’a olan kurbiyet(yakınlık, yakınlaşma) ve bağlılık olduğu unutulmamalıdır. Kurbiyet, Allahu Teâlâ hazretlerine, O’nun ibadet ve taatine ve neticesinde Hakk’ın tevfîkine(ihsanına, merhamemetine,yardımına) ve inayetine yakın olmak demektir. Yakınlık ise karşılıklıdır. Kul Rabbine yakın olduğu gibi Rabbi de kuluna yakın olur. Kendisine bir karış yaklaşan kuluna Allah-u Teâlâ bir kulaç yaklaşır. O, kuluna şah damarından daha yakındır. Rabbi ile kulu arasındaki yakınlık zaman ve mesafe itibariyle değildir. O kuluna muhabbeti ile, rızası ile, yardımı ve lütfu ile yakındır. Kul ise Rabbine farz ve nafile ibadetlerle ve en önemlisi de bu ibadetleri îfâ(yerine getirirken) ederken ki edebiyle yaklaşabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’in iki oğlunun Allah Teâlâ’ya kurban takdim ettiklerinden şöyle söz edilir: “(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.” (Mâide, 5/27) Âyette açıkça ifade edildiği gibi Allah Teâlâ, muttakilerin/Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınanların ve O’na derin saygı duyanların, yalnızca O’nun emrine itaat ve rızasına ermek maksadıyla kurban kesenlerin kurbanını kabul etmektedir. Sırf O’na yaklaşmak, rızasına ermek, O emrettiği için kesilen kurbanlar Allah katında makbuldür. Kurban ya da diğer amellerin bir bakıma kabul olmasının temel kuralı; niyet, ihlas ve samimiyettir. Kurban, sadece dış görünüşü, et veya derisi ile değerlendirilmemelidir. Allah(c.c) her şeyden münezzehtir. Allah(c.c), kurbanın etine, kanına, dersine, hasılı hiçbir şeyine muhtaç değildir. O’nun, kulunun hiçbir ibadetine, yalvarış ve yakarışına, zikir ve tefekkürüne ihtiyacı yoktur. Esas bunlara ihtiyacı olan kuldur. Bu yüzden mümin, kurban kesmekle Allah’a olan bağlılığını ifade etmiş ve O’na olan derin saygısını ortaya koymuş olur. Kurban ibadetinin özünü takvâ, yanî Allah’tan korkma ve O’na olan derin saygı teşkil eder. Nitekim bu konuda; “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi…” (Hac, 22/37) buyurulmaktadır. “Biz her ümmete (Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi meşrû kıldık…” (Hac, 22/34) âyeti, insanlık tarihi boyunca ilahî dinlerin hepsinde kurban uygulamasının var olduğunu göstermektedir. “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser, 108/2) ilâhî fermanı ile de ümmeti-i Muhammed’e kurban kesmek meşru kılınmıştır. Kurban’ın, peygamberlerin sünneti/ yolu/uygulaması olduğunu hadislerden de anlamaktayız. Ashâb-ı kirâm, kurbanların kesilmelerinin sebeb-i hikmetini Peygamber (s.a.v)’e sorduklarında Hz. Peygamber “Bu, babanız İbrahim (a.s)’ın sünnetidir” buyurmuştur. (İbn Mâce, Edâhî, 3). Hicretin ikinci yılından itibaren kurban kesmeye başlayan Peygamber Efendimiz, hayatı boyunca kurban kesmeyi hiç terk etmemiştir. (Ali Bardakoğlu, DİA, Ankara, 2002, XVI, Kurban maddesi, s. 436; Diyanet İlmihal, Ankara, 2001, s. 2).Demek ki, kurban peygamberlerin bizzat yaptıkları bir ibadettir.
Sliven’in yakınındaki “Tuida” kalesi yakınında yeni bulglar
Sliven’in yakınındaki “Tuida” adlı Geç Antik Çağ ve Orta Çağ kalesinde yapılan arkeolojik kazılar sonucu duvar kalınlığı yaklaşık 80 santimetre olan masif bir bina bulundu. Kalenin VI. yüzyılın sonu ve VII. Yüzyılın başında yakılarak tamamen yok olduğu bilinmekte. Daha sonra yeniden inşa edilen kale, varlığını sakinleri tarafından terkedildiği 13.-14. yüzyıla kadar sürdürdü. Bulgular arasında gümüş küpe, madeni paralar ve günlük yaşam nesnelerinin yer alması, büyük sayıda insanın yaşamış olduğu kalede ekonomik hayatın yoğun olduğuna işaret ediyor.
Rafet ULUTÜRK
Maskeli Liderlik Nereye Kadar http://www.bghaber.org/bghaber/maskeli-liderlik-nereye-kadar/
Roma imparatoruna ait olduğu sanılan heykel başı bulundu Arkeologların Pleven’in Gigen köyü yakınında Ulpia Oescus antik kentinde yapılan kazılarda rastladıkları ilginç bulgulara. En yeni bulgular arasında korunmuş mermer kolonlar ile kolon başlıkları ve onların yakınındaki antik höyükte balçıktan yapılmış heykelin başı yer alıyor. Kazıların yöneticisi doç. dr. Gergana Kabakçieva’ya göre heyel, büyük ihtimalle III. yüzyılın ortası veya ikinci yarısında yaşamış olan ve “asker imparator” denen imparatorlardan birine aittir. Yeni bulgular Ulpia Euscus kentinin merkez binasının şimdiye kadar düşünülenden çok daha büyük olduğunu gösteriyor. Bundan 50 yıldan uzun zaman önce binanın yatakhanelerinden birinde bulunan ünlü “Eski Yunanlar” mozaiği, Pleven Müzesi’nde muhafaza ediliyor.
Sofya Üniversitesi’nde 2018/2019 ders yılı için 850 boş kontenjan Ülkemizde en köklü ve otoriteli yüksek okulu olan “Az.Kliment Ohridski” Sofya Üniversitesi üç başarı sıralamasından sonra 850 boş kontenjanın kalmasından dolayı ek kabul ilan etti. Bunu Rektör Yardımcısı Doçent Georgi Vılçev bildirdi. Geçen yıl Sofya Ünüveristesi’ 348 boş kontenjan vardı. Şu ana kadar yenşi kabul edilen öğrenci sayısı 4 486. En fazla boş kontenjan “Tarih” bölümünde var. “Psikoloji” bu yıl da yine en çok aranan bölüm oldu.
Antalya Uluslararası Kum Heykeli Festivaline ev sahipliği yapıyor
Türk turizmin gözdesi Antalya bu yıl 12. düzenlenen Uluslararası Kum Heykel Festivaline ev sahipliği yapıyor. 10 bin metrekarelik alan bakımından, katılan sanatçı sayısı ve 10 bin ton kum kullanılan festival, dünyanın en büyük ve prestijli kum heykel etkinlikleri arasında yer alıyor ve 365 gün ziyarete açık. Bu yılki festivalin teması efsaneler. Aralarında Bulgaristan olmak üzere Brezilya, İtalya, İspanya, Rusya, landa gibi ülkelerden 20’yi aşkın profesyoUkrayna, Letonya Fransa, Macaristan, Hol- nel kum heykel sanatçısı katılıyor.
Başkent Belediyesi, çağdaş sanatı yeni bir programla teşvik edecek
Başkent Belediyesi’nden yapılan açıklamaya göre “Sofya – sanat başkenti” stratejisinde yer alan “Navın” (Dışarı) adlı yeni programı açık alanlarda sanat eserlerinin sergilenmesini destekleyecek. 2019 yılından itibaren, Sofya’da eski mazolenin yerine sergilenecek çağdaş görsel sanatlar eserle-
3
rinin yapım ve tanıtımına destek sağlanacak. Program bütçesi 100 bin leva olup, 3- 9 ay arasında süre için şehir merkezinde sergilenecek 2 projenin gerçekleştirilmesi için yeterli olacak. “Navın” programı ile ilgili kamu istişareleri 17 Ağustos 2018 tarihinde sona erecek, projeler ise 1 Ekim – 15 Kasım 2018 tarihleri arasında kabul edilecek. Önerilen eserlerin yüksek sanat değeri olmalı ve Sofya’nın kültürel hayatına çeşitlilik ve hareketlilik katmalı. Diğer önemli bir koşullar kolay erişimin ve güvenlik önlemlerinin alınmış olması ve reklam içermemeleri.
Liderlik -1Tarih: 22 Ağustos 2018 Konu: Aslanın ensesi özgür olduğu için kalındır. Bin Bir Gece Masallarında, Birinci Dervişin Öyküsünde, Allah’ın emri buymuş, ne denir ki!.. Konumuza ilişkin en güzelini şair söylemiş: Bırak alınyazısı tamamlasın kendini Ve yalnız şu yeryüzündeki yargıçların hatlarına çare düşün! Hiç bir şey karşısında sevince kapılma Ve keder de duyma hiçbir şey karşısında… İçin daima rahat olsun: Şunu iyice bil ki Bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir! Talih’in her birimiz için çizmiş olduğu Yoldan yürümekteyiz biz yavaş yavaş… Ve bu yoldan sapmak söz konusu olamaz, Çünkü Talih o yolu bütün her şeye egemen olan Ulu Tanrı’nın emriyle çizmiştir. İngilizce bir söz olan ve ÖNDER anlamına gelen LİDER, yukarıda yazılandan farklı olarak, büyükbabası Türk olan Johann Wolfgang von Goethe’nin (1749-1832) “Garplı Müellifin Şark Divanı’nın – Doğu Batı Divanı – “Sıkıntı Kitabı”nda şöyle ifade ettiğine göre, “Yalnız başına akıldır muktedir.” Goethe bu fikri, Hafızı okuyup Alman diline tercüme ettikten, Kuran’ı Kerim’in Baron Joseph HammerPurgstall (1774-1850) tarafından Farsça ve Arapçadan yaptığı Fransızca tercümesini Almancaya çevirdikten sonra yazmış ve Divana almıştır. Bu konuda Kuran iktibas ederken: “Onlar eskiyi konuşur, yeniyi ilave ederler; Şaşkınlık günden güne büyür böylece Ey kutsal Kuran! Ey ebedi huzur!” Ve konuya karışan “Timur der ki!” “Allah beni solucan yaratmak dileseydi, Elbette solucan olarak yaratırdı beni.” Türkler ve liderlik, Müslümanlar ve Liderlik gibi, tarihsel ve aktüel olağanüstü önemli bir konuya devam edebilmem için, ek bir açıklamada bulunarak, biz Türkler neye öncülük ve önderlik yaptık, tarih katlarında hangi katların yerini değiştirdik vs gibi birkaç soruya yanıt aramam gerekiyor. Doğa’daki bilgiler hikmetlerini, daha iyi anlaşılsın diye efsane, masal, hikâye, vecize ve atasözleriyle süslerler. Yazıma “Bin Bir Gece Masalları”ndan bir alıntıyla başlamamın nedeni burada gizlidir. Onlar hikmetli sözleri kafiyeli söylemeye önem verirler. Öyle ki, bilim insanları, doğal bilimleri öğretirken bile hikmetli ve kafiyeli sözlerle iddialarını savunmaya ve temellendirmeye gayret etmişlerdir. Bu yüzden Araplar, Allah’ın kendilerine böyle bir üstün kabiliyet bahşettiğine inanmışlardır. Bunun haricinde dört hususta Allah’ın kendilerini diğer halklara üstün kıldığını savunurlar. Birincisi türban ki, kralların taçlarından daha çok kendilerine yakıştığına ve süslediğine inanırlar. İkincisi olarak çadır kurma kabiliyeti. Araplar, kendi çadırlarının fevkalade mimari eserlerden ve binalardan daha güzel göründüğüne inanırlar. Araplar, kılıç yapmayı da çok önemserler. Birer sanat eseri olan kılıçlarının kendilerini, muhkem kalelerden ve hisarlardan daha iyi koruduklarını iddia ederler. Ve son olarak şiir konusunda aşılamaz olduklarını, kendi şiirlerinin başka halkların tüm yazılarından ve kitaplarından üstün olduğunu iddia ederler. Dünya görüşünü belleğine çizip Arap’ların kutsal sayıp övündükleri değerleri Anadolu’ya, Rumeli’ye ve Batı’ya taşıyanlara önderlik eden, türbanı bin bir renkli baş örgüsüyle değiştiren; çadırların yerine saraylar, köşkler, cami, medrese, hamamlar ve köprüler yapan; kılıçı -ateşli silah, topu- tüfekle değiştiren; Arap şiirini, Divan şiiriyle, tasavvufla, Arap müziğini yüzlerce yeni makam ve ritimle zenginleştiren ve Batı’ya yeni bir uygarlık olarak taşıyan kim? Biz Türklerizdir. Bu bir toplumsal önderliktir. Pek tabi ki bu evrim ve devrimler, sosyal gerekler Alpaslan, Sultan Mehmet, Atatürk ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi ulusal ve uluslararası liderlerin öncülüğünde gerçekleşmiştir. Bu bakıma Türk milletinin liderlik gelenekleri başka hiçbir halkta rastlanmayacak kadar zengin ve erdemlidir. Bu anlamda öze sadık kalarak şekilsel değişikliklerle kendilerinin yetiştirdikleri liderlerin önderliğinde tarihi bugünlere taşıyan bin yıllık serüveni gerçekleştiren de Türklerin ta kendisidir. Bu istidadın içinde belirleyici olan Türklerin devlet kurma becerisi başta gelir. Bu bakıma 2018 yılı çok anlamlıdır. Sayın Recep TAYYİP ERDOĞAN liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti devlet sistemi çok partili parlamenter düzen içinde BAŞKANLIK SİSTEMİNE yükseltilmiştir.
4 Sayı 135 - Ağustos 2018 4
Bulgaristan Türklerinin Sesi BİLİM KÜLTÜR-SANAT
Bulgaristan’ı Daha Yakından Tanıyalım -3-
Oya CANBAZOĞLU’nun Rafet ULUTÜRK ile reportajı Bulgaristan’ı daha iyi tanıyalım -3- Bölüm Oya CANBAZOĞLU: Üçüncü ve son bölüme geçiyoruz Rafet Bey. Bu bölümde ana konumuz olan siyaset tenceresinin kapağını bir daha kaldırmazdan önce, bir nebze de olsa İstanbul’da bulunan derneğinizin, etkinliklerinizden, planlarınızdan, halk kitlelerine inmenin yollarından, gelecek müjdeleyen tohumlardan ve kısacası “işler nasıl gidiyor?” sorusuna cevap arayalım mı? Rafet Ulutürk: Yayının başından beri anlatmaya çalıştığımız nedir! Bulgaristan’ın az nüfuslu, adaletli kamu düzeni yerleşmemiş, iç dinamikleri açılmamış, kendi içinde huzur sağlayamamış, Balkanlara göre büyükçe, ama genelde küçük ve genç bir devlet olduğu, çok etnikli bir coğrafyada, tek uluslu rejim kurmaya çalıştığı için ağırlaşan problemler yaşadığı gerçeğidir. İki, Bulgaristan üzerinde her gün üç gölgeli olan bir ülkedir. Sabah güneş doğarken bu gölge Doğu’dan, yani Türkiye üzerinden gelir. Öğleden sonra Batıdan uzanan bir başka gölge AB ve gün boyu Rusya esintisi hissedilir. Üç, Bulgaristan diye bir devlet yaratan, Bulgarların kendisi değildir. Bulgaristan devleti aslında bir dış tasarımdır. Mayalamayı misyonerler yapmıştır. Bulgaristan’da okurken ve gençlik yıllarında bunun böyle olduğuna ben de inanmak istemezdim. Bulgaristan’la ilgili ağır söz işitmem ağırıma gidiyordu. İçimde memleket sevgisi vardı. Oradaki Türk toplumu kapalı yaşasa da, Prens ve Çarların dışarıdan geldiği ortada, yalan dumanından çıkıp gerçekleri görebilmek uzun zaman alıyor. Şimdi iletişim ve haber araçları çok gelişti, fakat sosyalizm yıllarında ülkeye çökmüş bir sis dalgası vardı. Yalan karanlığından herkes çıkamıyordu. Oya CANBAZOĞLU: Hayat durgundu demek istiyorsunuz. Rafet Ulutürk: Eskiden Bulgaristan’da yabancı radyoları dinlemek yasaktı. Bulgaristan kendisi radyo üretmiyor, kısa dalgalı radyo da ithal etmiyordu. Sofya Radyosu devlet ağzıyla konuşuyordu. Haftalık çıkan “Yeni Işık” gazetesi Komünist Partisi Merkez Komitesi yayın organıydı. Uyanan kamuoyu oluşmasında, memleket içinde çalışan işçiler, Türkiyelilerle görüşme ya da Batı Radyolarını dinleme olanağı yakalayabilenler önemli rol oynuyordu. Rodoplarda İstanbul Radyosu Orta Dalga üzerinden de işitiliyordu. Oya CANBAZOĞLU: Uyanış bilinci birikimi çok uzun bir sürede biçimlendi, öyle mi? Rafet Ulutürk: Evet öyle. Örneğin okullarda Rus ve Batı klasiklerinin eserleri görülüyordu. Lev Tolstoy’un “Diriliş” romanı, okunması zorunlu kitaplar listesindeydi. Bu roman Rusya’da toprak köleliği devrinde bir toprak kölesi kızı ile bir toprak ağası oğlunun birbirlerine sevdalansalar da evlenmelerinin ve mutlu olmalarının tamamen imkânsız olduğunu anlatırdı. Bu engelin bir Çar direktifi (buyruğu) ile kaldırılabilmesinin de imkânsız olduğunu, toplumda köklü hukuk reformu, kilise, yargı sistemi, zengin zümre ve Çarın toplum ve devletteki rollerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğine işaret ederdi. Fakat sorunlar asla öyle görülmüyordu. Fransız Devrimini anlatan Viktor Hügo, Batı’nın aydınlığı Doğu’dan aldığını anlatan Göte ve diğer yazarların hepsini okuduk, ama hiçbir şeyin özüne adil bir düzen nasıl kurulur basamaklarınca inilmediğinden, hak ve özgürlük ışığını ararken hep kendi çöplüğümüzde eşelendik. Herkesin kafasına tıka basa doldurulan olmayan “sosyalist adaleti” ve parti sekreterinin her konuda haklı olduğu idi. Bunu aşmak çok zor oldu ve çok kurban aldı. Doğu Blok’u ve sosyalizm çökmeseydi, Bulgar halkı kendisi bu karanlıktan uyanamazdı. Çakmağı çakıp, kavı yakan Türkler oldu. Oya CANBAZOĞLU Bu açıdan baktığımızda, 1989 Mayıs Ayaklanması öncesi sizin orada kurulan ve ön temaslarımızda değindiğimiz 28 direniş örgütünün kurucuları, devrim hareketinin örgütleyicileri, bilgisizlik karanlığını yırtmış aydın kişiler olmalı… Rafet Ulutürk: Evet öyle, bizde öğretim yılında Medresetü’nnüvvâb’ın tâlî kısmı açıldı. Şumnu’da kurulan Türk Öğretmen Okulu ve Yüksek İslam Enstitüsü (Nüvvab) ışığıyla aydınlandık. Türklüğün duygu ve bilgi birikimi oldu. Nüvvab’ın eğittiği Müftüler, kadılık da yapıyordu. Bilgili kişilerdi. Halkın arasından yetişmiş, toplum öncüsü, saygın aydınlarımızdı.
1930’larda kurulan Turan, sanat ve sportif sivil toplum örgütleri Türklük ateşini yaktı. STK’ların Türk bilincine kenetlenmedeki rolü son derece büyük oldu. 1929’da Sofya’da İlk Milli Türk Kongresi toplandı. Bulgarlarla hır mır çıkarmadan barış içinde yan yana yaşama kapısı açıldı. Türklüğün ve Bulgar vatandaşlığının temel ilkeleri Kongre kararlarıyla devlete ve halka duyuruldu. Her şeyi yasaklayan 1934 askeri darbesinde büyük yara aldık. Sağ kalan aydınlarımızın çoğu Türkiye’ye sığındı. Okullarımızın sayısı 1200’den 500’e düştü. Sert baskı şeklinde beliren Bulgar faşist zulmü ilk kez o zaman zalimce hortladı. Halkı korkutmak için, kitle öncüleri, kanaat önderleri, öğretmenler sürgüne gönderilmeye o zaman başlandı. Çarlık döneminin kin ve nefret katmanları Bulgaristan Türklerinin belleğinde çok kalındır ve asla silinmez. Oya CANBAZOĞLU: Burada dış etkenlerin rolü büyük tabi! Yıllar, Nazi Almanya’sının ateş püskürdüğü yıllar. Siyasi akımlar hep dışardan gelip, içerisini kasıp kavuruyor, diyorsun: Rafet Ulutürk: Bulgaristan güçlü fırtına, yeni akım ve siyaset boynuz doğan ne bir deniz ne de bir okyanus. Rüzgâr hangi yönden gelirse gelsin, memleket kapısı hepsine açık bir ülke. Siyasetle örneklersk, 1878’den yani halk arasında “93 Harbinden” beri Bulgaristan üzerinden ikisi Kuzeyden yani Rusya’dan ikisi de Batıdan yani Avrupa’dan olmak üzere, 4 rüzgâr esmiştir. Bulgar halkı, bu hava dalgaları için “gelip geçer” ya da Büyük Atatürk’ün deyimini kullanırsak “geldikleri gibi giderler” diyor. Korkuları var. Güneyden bir şey gelmesinden korkuyorlar. Mart ayında Avusturya Başbakanı’nı Sofya’da konuk eden Başbakan Borisov “Güneyden gelenler 500 sene kalıyor, çok uzun bir süre” dedi. 30 yıl öncesine kadar Sovyetler Birliğine 16. Cumhuriyet olarak katılmak isteyen Bulgaristan, bugün Avrupa Birliği’ne sarıldı, Şengen’e katılmak istiyor, ülkeye 3 Amerikan askeri üssü konuşlandı… Oya CANBAZOĞLU: Rafet Bey, siz bir dernek Genel Başkanı, stratejik araştırma merkezi kurucusu ve soydaşlarınıza hitaben yayın yapan iletişim aracı sahibi, hatta 2 kitabı çıkan bir yazar olarak, Bulgaristan’da tutacak tohum üretip ekmeye çalışıyorsunuz. Bu konuda ne dersiniz. Rafet Ulutürk. (Eliyle gösterir) “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü ve Elli Yıllık Mücadele” ve Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” kitaplarımın konusu da, Bulgaristan Türkleri ile ilgili klişeleri yıkmak ve yok etmekti. “Bulgaristan’da Türk Yok “ dediler. Dünya Türk Gençlik Birliği üyesi olarak 24 ülke gezdim, Türkiye’nin yaptığı Türk Dünyası Kurultaylarının tamamına katıldım, yapılan tüm forumlara katıldım ve Bulgaristan’da Türk ve Müslümanlar yaşadığını, onların kimliğini, tarihini, kültürünü edebiyatını, savaşımlarını ayaklanmalarını ve “Büyük Göçte” vatanlarından kovulduktan sonra yerleştikleri Türkiye’deki etkinliklerini BULTÜRK Faaliyetleri olarak anlattık. “İslamlaştırılmış Bulgarlar” dediler, onun öyle olmadığını, Rumeli-Balkanlara Osmanlı ile birlikte geçtiğimizi, Türk-Müslüman olarak geldiğimizi ve burada İslam âleminin en güzide eserlerini yarattığımızı anlattım. “İsimlerini kendi istekleriyle değiştirdiler” dediler. İsim, dil, din, gelenek ve göreneklerimiz için verdiğimiz kavgada kurşuna dizilen, tutuklanan, dayaktan ölen, toplama kamplarına, “Belene” Ölüm Kampına, tutuk evlerine, zindana düşen, idam edilen, sürgünde kalan kardeşlerimizi, Mayıs 1989 Ayaklanmamızı anlattım. Oya CANBAZOĞLU: “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” eserinizde işlediğiniz konu da ilginç… Rafet Ulutürk: Bu eserim 2017’de çıktı. Okur kitlem dernek ve federasyon başkanları, Bulgaristan’la yakından ilgilenen aydınlar, üniversite öğrencileri, Bulgaristan’da kalan ve şimdi yeni yeni örgütlenen geniş kitlelerdir. Burada işlediğim konular orada seminer konusu oluyor. Biz yayınlarımızla, bize öz haklarımızı, bir azınlık olarak temel insan haklarımızı, hele de kollektif haklarımızı tanımak istemeyen oradaki aşırı milliyetçi, devlet destekli güçlere karşı sürekli mücadele veriyoruz, onları göğüslüyoruz. Bir denge sağlanabilmesi için bizim insanlarımızı bilinçlendirmemiz gerekiyor, yıkmamız gereken putlar, asla hayat hakkı tanınmaması gereken peşin hükümler var, onları kırmak, tuzla buz etmek için yazılmış bir kitaptır bu…
Bu eser, hem Bulgaristan tarihinin, hem de Bulgaristan Türkleri tarih taşının arka yazısıdır. Her okuyan kim olduğumuzu, neyi savunduğumuzu, olmazsa olmazlarımızı ve tarihteki yerimizi öğrensin diye. Daha da önemli olan Üçüncü Bulgar devletini ve bu devletin geleceğinin neden gölgelendiğini, halkının neden yok olma trendini seçtiğini öğrensinler… Oya CANBAZOĞLU: Bir azınlığın çoğunluğu nasıl yendiğine ilişkin çok ilginç bir analiz sunmuşsunuz, dileyicilerimize okumalarını tavsiye ederim. Şu tohum yaratma konusuna az buçuk dönebilir miyiz? Rafet Ulutürk: Evet, biz tohum yaratıyoruz. Bulgaristan Türklerinin beynine ekilecek tohumları yetiştiren fabrika bizimdir. Amacımızda herkesin seveceği tutacağı ve bağrına basacağı tohumları yaratmak var. Bunlar memleket ve vatan sevgisi tohumları, insanların kardeşçe yaşayacağı bir toplum yetiştirmek içindir bu tohumlar. Bizim tohumlar, Amerikalıların fitne yaratma, “ayır buyur” siyaseti tohumlarından ya da Rusların kurtarma bahanesiyle “kendine köle etme” tohumlarından çok çok farklıdır. Biz, Bulgaristan vatandaşlarını eşit haklı insanların adaletli düzeninde, özgür, demokratik ve adil toplum vatandaşlığında buluşturmak istiyoruz. Yani biz OSMANLI’NIN ADİL YÖNETİM DÖNEMİNİ TEKRAR YAŞAMALARINI ARZU EDİYORUZ. Biz, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunacak tohumların ne Batı’dan ne de Doğu’dan gelmeyeceğine inanıyoruz. Her toplumun değiştiği gibi Bulgaristan toplumunun da daha iyiye değişeceğine aslında gelişeceğine (bildiğiniz gibi gelişmek iyidir) inanıyoruz ve en insancıl ilkeler temelinde, ayrım tanımayan bir toplumsal düzende yeniden buluşacağımıza inanıyoruz. Oya CANBAZOĞLU: Bu asil işte “Bir arpa boyu yol alabildiniz mi?” yoksa o gün bu gün 28 yıl gelip geçti ve siz hep yerinizde mi sayıyorsunuz? Rafet Ulutürk: Bu gibi soruları sormak kolay da, kısa cevap vermek biraz zor. “Doğada olmayan bir şeyin, toplumda benzeri bulunamaz” diyenler haklı. Sosyal olayları okumak çok zor! İki haftadan beri mevsimler bahara ulaştı. İzninle, memleketimin Doğasında baharın gelişini anlatan, şairlerimizden Hocamız İsa Cebeci’nin iki dörtlüğünü okumak istiyorum. Hem de, işittiğime göre, hastanedeymiş, bir geçmiş olsun selamı olur: Oya CANBAZOĞLU okuyor Bahar kokuyor tüter ovada Yeşiller bürünür Tuna boyları Bu kaçıncı cemre titrer havada Renkler sarılır Tuna boyları Mavi atlas gerilmiş de göğüne Güneş dolmuş bahçesine bağına Börtü böcek, kuşlar gelmiş düğüne Soğuktan arınır Tuna boyları İsa Cebeci Bir şair bu tabloyu her bahar için çizebilir. Fakat sosyal sahada periyodiklik kuralı farklıdır. Her sene “evrim”, “devrim” olacak diye bir şey yoktur. İnsanları “güneş toplamaya” çağırmak kolay. Fakat biz dernekçilerin, fikir emekçilerinin, kalem tüketenlerin işi sanki daha zor bizim işimiz “deniz dalgası köpüğü” toplamaktan farksızdır. Toplar toplar, bir bakmışsın kovanın dibinde bir avuç su. Yukarıda anlattım gibi. Bulgaristan Türkleri 1878’de RusTürk harbinden sonra sökülmeye başladılar ata topraklarından, o günden bu yana biriken öfke, bir asrın çilesi göçlerle sel olup aktı aktı da, sonunda 1989 Mayıs Halk Ayaklanması olarak patladı. Halk İsyanı yapraklanan bir goncadır. Direniş suyu halkımızın bağrından 100 sene toplandı. Birikti. Her yıl mutlaka açan baharla benzerlik bulmak kolay değil. Periyodiklik aramak zor olduğu kadar, Doğa bize mutlaka olacak iyi şeylere ancak ümit ve işaret veriyor. Oya CANBAZOĞLU: Sizi dinlerken birden bire “git gel” yasallığını düşündüm. Rafet Ulutürk. Örnekleme olarak “Büyük Göçü” alırsak, geri gidecek olanlar 1989’da buraya gelenler olmayacak. Kuşak büyük ölçüde değişti. Sahneye yeni bir nesil çıktı. Bizim vazifemiz “dünü bugüne, bugünü de yarına bağlamaktır”, eğer biz geçmişimizin temel değerlerini bugünkü genç nesle aktaramazsak, bu iş biter. Bizim, Yeni Pazar yöresindeki “Kız Ana” tekkesinde Osmanlı şehitliği var. Anlatılan efsaneye göre, yılda en az bir defa buraya uğrayan ve bir Fatiha okuyan olmazsa, KABİR TAŞLARI TOPRAĞA BİR SANTİMETRE BATARMIŞ, DUA EDEN OLURSA, BİR SANTİMETRE BÜYÜRMÜŞ. Demek istediğim bizleri orada Bulgaristan’da bekleyenlerimiz var. Onlar bize “Asıl yar Vatandır, Gerisi yalandır” hatırlatması yapanlardır. Bu işler, “Ben postumu Türkiye’ye attım, gitsem de olur, gitmesem de” meselesi değildir. İşte bunun için buradan herkes payına düşeni alsın. Bizleri bu topraklarda bekleyen atalarımız var, bizlerden mezar başına gidip bir FATİHA okumamızı bekliyorlar, bunu çok görmeyiniz. Oya CANBAZOĞLU: (Müzik ve Bulgaristan’dan fotograflar, Karlovo, Köstendil, Sofya, Plovdiv, Şumnu, Balçık.) Atalarımız Balkanlara insanlık tarihinin birçok şaheserini bırakmıştır. Bulgaristan’da kalan 2 binden fazla cami ve medresenin hiç biri birbirine benzemeyen birer numune eserlerdir. Osmanlı Beylerinden Karlı Bey 15. asrın ortalarında Meriç Boyundan “Soğuk Su” (Stryama) ırmağı boyunca kuzeye yönelmiş. Aylardan Mayısmış. Dorukları kar şapkalı, eteklerinde akasya ve ıhlamur baharı, kanatları bal yüklü arıların bayram ettiği bu diyara gönül vermiş. Yola çıkmadan 5 kuzu kestirmiş. Balkan’dan yan yana ama deli dolu inen suların kenarına kuzular asılmış. Dönüşte 7 gün sonra hangisi kokuşmamışsa, şehri oraya kurdurmuş. Köp-
rüler gerilmiş. Uçuruma – şelaleye bakan bele çardaklı evler dizilmiş. Sedir, kestane ve ceviz ağaçlarının göğe en fazla yaklaştığı yere, göz kamaştıran güzellikte, bir Allahın Evini kurmuşlar. Yıl 1475. Adı “Kurşun Cami”. Kuşaklarında getirdikleri çubukları dikmişler, gül bahçeleri çevrelemiş camiyi. Karlıova olarak ünlenen şehirde hayır işleri hep bu camide görülmüş. Okumak isteyen çocuklara “Adın ne?” diye sormadan göndermişler okullara. Komitacı Levski’ye Müze Evi yapılırken bile, “hemşerimizdir” deyip, harcına altın dökmüşler. Geleceğin pusu kurduğunu hiç düşünmemişler. 70 yıldan beri “Kurşun Cami” kapısı ibadete ve ziyarete kapalı. Ezanların sesi kesilen bu şehirde Türk evleri birer ikişer boşalmaya başlamış. Burada kırmızı güller sahiplerini arıyor. Akasya ve ıhlamur kokusuna hayran gönül kalmamış. Arılar eskisi gibi uçuşmuyor. Arı su içer bal akıtır; Yılan su içer zehir akıtır. Karlıova şimdi KARLOVO Camisi sahiplerine iade edilsin davası 20 sene sürdü. Çıktı, şimdi de uygulama yolu kesildi. İbadet hakkı eli sopalı ruhu bozukların saldırına uğradı. Müslümanlar da ayaklandı. Allaha inancın kurşuna dizildiği bir ülkede ne adaletten, ne hukuktan, ne saygıdan, ne de insanlıktan söz edilemez. Bahar geldi Bulgaristan’a diyemeyiz, çünkü cemre ne havada titredi, ne suya ne de toprağa düştü. Oya CANBAZOĞLU: (Köstendil, müzik, video, Fatih Sultan Camii) Kısa bilgi: Osmanlı döneminin en seçkin mimari eserlerinden olan, 1530–1531 yıllarında inşa edilmiş Fatih Sultan Mehmet Camii Kuzey Batı Bulgaristan’ın Makedonya sınırı yakınlarında Köstendil şehrinde bulunuyor. Bulgar topraklarında Osmanlı mimari eser mirasının en nadide örneklerinden biridir. Sözüm ona “Soya Dönüş Süreci” (1984–1989) öncesine kadar burası ibadete açıktı. Şehirdeki Türklüğün son, dimdik duran, canlı kalelerinden biri olan İzzettin Ali, son imamın oğlu. O, kubbelerden 20 ton kurşun kaplaması gece gece patır patır sökülüp hurdaya satılmış, polisler olaya seyirci kalmış, kilimler toplanıp yakılmış, minderler didik didik edilişmiş, cami içinde gömü arayanlar gece kazılarına, altın arıyoruz gerekçesiyle duvarlardan taşların sökülüşüne tanık yok. Yılların çilesine dayanamayan saçı sakalı ağırmış, şehirdeki son Türklerden biri olan İzzetin Ali, sesi hüzünlü anlatıyor: “Bu kış kuzey rüzgârları sert esti, minarenin tenekelerini kopardı. 112’ye telefon edenler olmuş, Acil Servis geldi. Minareye çıkamadılar. Tehlikeli, yıkılacak, diyorlar. Tadil-tadilat yapılmıyor. Bekliyoruz. Küstendil Fatih Sultan Camii 500 yıl sonra FATİHİNİ BEKLİYOR. Türklerin, Pomakların ve Müslüman Milletin gözleri Büyük Önder Sayın Recep Tayyip Erdoğan’da. Hepimiz ümitle yaşıyoruz. Dua ediyoruz”. Köstendil bir yol kavşağı, Müslümanların uğrak yeri, Kosova’dan, Makedonya’dan geliyorlar, Bosna’dan gelenler var. Şehrin tam merkezinde, secdeye kapanıp dua ediyorlar. Farklı mimari süslere sahip minaresine bakıp üzülüyorlar. Bu İslam ve Türklük kalesini Müslümanlığı Balkan halklarının ortak şaheseri olarak yaşatmak istiyor. Oya CANBAZOĞLU: Aldığım son bilgilere göre Razgrad’daki Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damat İbrahim Paşa Cami’nin onarım işleri de belirsiz bir halde bulunuyormuş: (Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damat İbrahim Paşa Camii’nden fotoğraflar gösterilir) http:// dunyacamileri.blogspot.com.tr/2011/08/ibrahim-pasa-camiirazgrad-bulgaristan.html Rafet Ulutürk: Çatısı akıyordu. Son seçimde 120 bin Deliormanlı Türk seçmen GERB partisine oy verince, onların doğal lideri olan Sayın Güney Hüsmen Razgrad Valisi atandı. Biliyorsunuz seçimler geçen yılın 26 Martında yapılmıştı. Hemen ardından şehrin tam merkezinde bulunan 402 yıllık Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damatİbrahim Paşa Cami’de çatı onarımı başladı. “Hürrem Sultan” gibi filmlerden sonra ününe ün katan tarihi Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damat İbrahim Paşa simasını herkes öğrendi, sevdi, camiye olan ilgi birden arttı. Deliorman’ın eski adı Orman Denizi’dir. Razgrad’ın eski adı ise Hazargrat’tır. Yerli halk son dönemde Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damat İbrahim Paşa Camii’nin neden tam da bu yere yapıldığını öğrendi. Bulgaristan Bilimler Akademisinden Lübomir Mikov uzun bir araştırmadan sonra “Razgrad’da İbrahim Paşa Cami ve İbrahim Paşa’nın Razgrad’daki Camisi” başlıklı bir kitap yazdı. (Kitabın sonundaki ekte 50–60 fotoğraf ve resim var) Bu şehirdeki “İskender Bey Camii”, “Mustafa Çelebi Camii”, “Behrem Bey Camii”, Üç Kurnali Mahallesi Camii” ve Saat Kulesi hakkında da bilgi verilen 200 sayfalık eserinde Mikov, Razgrad’da 2 Pargalı İbrahim Paşa Camii olduğunu, fakat birisinin henüz esaslandırılamayan nedenlerle 17. yüzyılda yıkıldığını anlatıyor. Ayakta olan camii Pargali İbrahim Paşa vakfı tarafından inşa edilmiştir. Şumnu’daki Tombul Cami ile birlikte 600 yıldan beri Deliorman’da Türklüğe nefes aldıran en önemli kaleler olarak bugün de ayaktadır. Oya CANBAZOĞLU: (Pargali cami fotoğrafları) 1927 yılından beri Pargalı İbrahim Paşa Camii müze hüviyetindedir. Bu durum hala değişmemiştir. Son dönemde Vejdi Raşidov 2 defa Kültür Bakanı olmuş olsa da, eski durum korunmuştur. Bulgaristan Kültür Bakanlığı nezrindeki bölge tarih müzesine bağlı caminin restoreden sonra cami olarak açılıp açılmayacağı da belirsizliğini koruyor. Pargalı İbrahim Paşa Camii ile Sofya’daki “Büyük Camii” Kültür Bakanlığının elinden alınmalı ve kapılarını ibadete açmalıdır. Önce bu yapılmadan Bulgaristan’ın Balkanların manevi merkezi olma hayali asla gerçekleşemez.” Oya CANBAZOĞLU: Onarımı tamamlanmış camiler var mı?
Devamı 6’da
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 135 - Ağustos 2018 5 5
Spor - sağılık
Yılında Kerkük Katliamı ve yaşanan .58 vahşetlerin tanığı ile mülakat – ÖZEL
Şimdilik yayınlanmamak ve tarihe not düşmek adına arşive almak maksadı ile” mülakat formatında derleyerek stüdyoya girdik. Okuyucularımıza şu hususu hatırlatmak isteriz ki; biz Irak/Kerkük bölgesinde yaşayan kardeşlerimize ayrım yapıyormuşuz hissi yaşanmasın diye “Türkmen” demiyoruz. Sohbetimizde ve bu mülakatta da “Türk” olarak belirttik. Sayın Çelikkol mülakatımıza başlamadan önce kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? Ben Irak Kerkük Türklerindenim. Kerkük Türklerinin köklü ailelerinden biri olarak 1949 yılında Şaturlu Begler Bölgesi’nde doğmuşum. 1991 yılına kadar burada yaşadım ve 1991 yılında ailemle birlikte Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldık. 1993 yılında ise Birleşmiş Milletler (BM) vasıtasıyla Avrupa’ya göç etmek durumunda kaldık. Güvenlik sorunu yaşadığım için hangi ülkede yaşadığımı söylemesem daha iyi olur. Irak Türklerinin Osmanlı Devleti sonrası Türkiye’ye bağlanamaması ve Misak-ı Milli dışında kalması ile orada yaşananları özetleyebilir misiniz? Musul Vilayeti’nin 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması ile Irak’a bağlanması sonrasında Kerkük başta olmak üzere Irak Türkleri adeta sahipsiz kalmıştır. Bu dönemden sonra zaman zaman Türklere karşı zulümlerin yaşandığı olaylar olmuştur. Ben de ilerleyen yaşımda bu zulümlerin bir kısmına bizzat şahit olduklarım olmuştur.\ Irak Türkleri bu zulümlere elbette sessiz kalmamıştır. Direnme ve mücadele için örgütlendiklerini görüyoruz. Bu örgütlenme içerisinde Babanız Merhum M. M. E. Bey de yer almıştır. Bu hususta da bize bilgi verebilir misiniz? 1946 yılına gelindiğinde Kerkük Türkleri tarafından “Milli Hareket Partisi” kurularak ortak mücadele ve hareket edilmeye başlanmıştır. Bu parti, Şaturlu semtinde kurulmuştur. Kurucuları içerisinde Babam dışında; – Babamın amcası ve Çanakkale Şehidi Mehmet’in babası olan A. Beg, – Amcam Osmanlı Subayı Ş. Beg, – Şükrü Emin, – Molla Mahmut Şaturlu, – Hürmüzlülerden İbrahim Beg ilk aklıma gelenlerdir. Türklerin bir parti kurarak örgütleniyor olması, bölgedeki Ermenileri rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığın ilerleyen zamanda bir sonucu olarak, 1947 yılı sonlarında Ermeniler Kerkük Gavurbağı Parkı’nda Kur’an okuyan bir Türk gencini vurarak şehit ettiler. Bu olay zaten var olan ama henüz fiili bir çatışmaya dönüşmemiş gerginliği, Ermeni-Türk çatışmasını fiili çatışmaya dönüştürdü ve her iki taraftan da birçok kayıplara sebep oldu. Babam 1948 yılına kadar 45 yıl süre ile Irak İngiliz Petrol Şirketi’nde çalıştı. 1948 yılında Turancılık suçlaması ile bütün hakları gasp edilerek ve tazminatı da ödenmeksizin işten çıkartıldı. Hak ettiği maaşını da bağlamadılar. Buraya kadar anlattıklarım babam başta olmak üzere yakınlarımdan ve komşularımdan dinlediğim birincil kişilerin yaşadıklarını anlatımlarından dinlediklerimi içermektedir. Ayrıntıları ve teyitleri farklı kaynaklardan da görülebilecek bilgilerdir. 1953 yılında başa geçen Melik (Kral) Gazi’nin oğlu Melik (Kral) Faysal, II. Faysal ünvanı ile Irak Krallığı’nın başında bulunuyordu. Melik Faysal, Solcu Kürtler tarafından 14 Temmuz 1958’de Bağdat’ta öldürüldü. Bu dönemde Faysal’ın çok genç olduğunu biliyoruz. Annesi Türk’tü ve İstanbullu bir kız ile nişanlı olduğu duyulmuştu. Faysal’ın yerine geçen Arap asıllı General Abdulkerim Kasım devlet başkanı oldu ve Cumhuriyet ilan edildi. 1959 yılına gelindiğinde yeni bir takım olaylar yaşanıyor Kerkük’te. Bu defa Irak’ta Kürtler tarafından Türklere karşı saldırılar gerçekleşiyor. Siz bu olayların bir kısmına şahit oluyorsunuz. Bu olaylar hakkında bilgi verebilir misiniz? Irak Kürtleri içerisinde sol/Komünist görüşlü olanların başı çektiği Molla Mustafa Barzani1 liderliğinde kurulan ve “Rabıtalar” denilen gruplar tarafından 14-17 Temmuz 1959 tarihlerinde Türklere saldırıldı ve katliam yapıldı. Ellerinde Türk Begleri’nin listelerinin olduğu halde belli bir düzen içerisinde gerçekleşti bu saldırılar. Öncelikle liderlik özelliği olan Türk Begleri’nin en önemli hedefler olarak belirlendiği anlaşılmaktadır. Boyunlarına ip geçirilerek arabaların arkasına bağlanan Türkler ölünceye kadar sürüklendiler. Kasım Beg, Nazım Beg, Ali Beg isimli önde gelen Türk önderler arabaların arkasında etleri kemiklerinden ayrılana kadar sürüklenerek şehit edildiler. Bu arada asılarak şehit edilen Türkmen Ata Hayrullah’ın etleri el kadar parçalara bölünerek her bir parçası 2 Fils2 para tutarı karşılığı satış yapıldı. Ben bu vahşetleri bizzat gördüm. Kerkük Kalesi’ndeki Türkler kaleden çıkartıldı. Kaçamayanlar şehit edildi.
Olayların 3. günü bir grup Kürt bizim evi bastı. Babam bunların başında lider durumunda olan şahsı tanıdı ve O’na hitaben; – Oğlum ben seni okuttum, öğretmen oldun, yakışır mı sana beni öldürmek?
Bulgaristanlı iş adamlarımıza ziyaretler Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet
AKAD Construction sahibi Sayın Müh. İlhan KADIOĞLU’nu 50. yılında makamında ziyaret ettik. BULTÜRK üyelerimiz Bulgaristanlı İş adamları ziyaretlerimizden bu gün Şumnu’lu Sayın Müh. İlhan KADIOĞLU’u 50. yılında iş yerine giderek kendilerini makamında ziyaret ettik. “Yılların sormadığı, yolların yormadığı, dostların unutmadığı bir ömür için, bu doğum günün bir başlangıç olsun, Bütün hayalleriniz umutlarınız birlik olsun, dilekleriniz, dualarınız kabul ve doğum gününüz kutlu olsun”.
derneğimize maddi ve manevi hizmetlerinden dolayı kendilerini ONUR Belgesi taktim ettik. “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” kitabımızı da kendilerine verdik. Güzel bir sohbetten sonra kahvelerimizi de içtikten sonra kendisine mutlu, huzurlu günler ve bu güne kadar ki başarılarının devamını dileyerek ayrıldık. Kendileri de doğum günümde bizleri ziyaretiniz için teşekkür eder BULTÜRK Derneğinin de başarılarının devamını dilerim dedi. Bizlerde; Doğum günün kutlu olsun, yarın bugününden daha mutlu olsun. Bu güne kadar BULTÜRK’e hizmetleri için tüm Bulgaristan Türkleri adına teşekkür ediyoruz. Saygılarımızla.
BULTÜRK Merkezimize Düzce’den Ziyaret
Düzce BULTÜRK Temsilcimiz Sn. Özcan FİDAN Genel Merkezimizi ziyaret etti. BULTÜRK Temsilcisi olan Sn. Özcan FİDAN kardeşimize bu ziyaretlerinden dolayı şahsım ve yönetimim adına teşekkürlerimi sunarım… Saygılarımızla,
Kamellia ilk romanında eve varan uzun yolculuğunu anlatıyor
Uzun seyahat yıllarından sonra, genç yazar Kamellia Kutcher Bulgar okurlarının önüne ilk romanı “Yuva” ile çıkıyor. Kader kendisine ömrünün uzun bir bölümünü Rusya, İsviçre, İspanya ve Fransa’da geçirmesini takdir görmüşse de, Kamellia Bulgaristan’da kalmayı tercih ediyor, çünkü yuvan akşam dönüp huzur içinde nefeslendiğin o yerdir. Aslında, Rusya’dan dönüp yoğun bir şekilde tenis antremanlarına başlayıp yarışçı kariyerine karar verdiğinde Bulgaristan bir defa evi olmuştu artık. Annesi Rus olduğundan dolayı o zamana kadar doğduğu şehir olan Siktivkar’da yaşıyor. Fakat 14 yaşında iken sporun ciddi zorlukları ile karşı karşıya geldiğinde tenis kortunu Jenevre Gölü kıyısında lüks bir İsviçre terasına tercih ediyor. Karşısındaki romantik Fransız sahilini izlerken ilk şiirlerinin ilhamı da geliyor.
Okumayı tek başına çözmesinin ardından Kameliya kelimelerin büyüsünü çok küçük yaşta keşfediyor ve o zamandan beri onların büyüsünde kalıyor. İsviçre yatılı okulunda İngilizce öğretmeni Miss Baret’e yazdıklarını gösterme cesaretinde bulunan Kameliya yazma yeteneğine inanan öğretmeninden destek alıyor. Romanının ilk birkaç sayfasını sekiz sene önce yazıyor, fakat insanının yolunun kişisel bir hissiyat aynasına dönüştüğü bu hikayeyi yazmak için kendisini hazır hissedene kadar onları bir kenarda tutuyor. “Bu yaşanmış bir hikayedir, benim hayat hikayemin bir parçası... Olay Fransa’da geçiyor, İsviçre’nin Fransız bölgesinde okuduğum için sıkça oraya seyahat ederdim, Fransa’da yaşadım, Fransız dili konuşuyorum ve bu ülkeye karşı bir özlem hissi besliyorum. Roman kahramanlarım Said ve Fatima’nın Cezayir’den gelmelerinden dolayı da Marsilya çok kültürlülük konusunu ele alabileceğim en uygun yer olarak göründü gözüme. O sebeple de hikayenin bir bölümü içinde çok farklı kültürleri taşıyan bu liman şehrinde gerçekleşiyor” diyor yazar Kamellia Kutcher.
Bulgaristan ihracatında katma değer yükseliyor
Bulgaristan İktisat Odası’nın, Cenevre Uluslararası Ticaret Merkezi baz alınarak yaptığı 2017 dış ticaret analizine göre, Bulgaristan’da son yıllarda katma değeri yüksek olan mal ihracatı artıyor. Ülkede toplam ihracatın dörtte birini artık bu kategorideki mallar oluşturuyor. Hem bu orana silah ticareti dahil değil. Geçen yıl Bulgaristan bir basamak yükseldi ve dünya ihracatçıları arasında 61. yere geldi. Toplam ihracat hacmi 30.2 milyar dolar oldu. Burada 3 milyar dolar ile en büyük pay elektronik, ardından 2.7 milyar dolar bakır ve bakır ürünleri, makine ve cihazların ihracatından ise 2.4 milyar dolar elde edildi. Son beş yılda elektronik ve elektroteknik ürünlerin ihracatında %5 yıllık artış gözleniyor. Bulgar İktisat Odası bu olumlu eğilimleri küresel piyasada Bulgar ürünlerinin rekabet gücünün yüksek olduğu ve bu sektörde başka tedarikçilerin yerini aldığının göstergesi olarak yorumladı. Dünya ihracatında bir kımıldama yaşanmazken, Bulgaristan’dan yurtdışına makine ve cihaz ihracatında %2 artış kaydediliyor. Askeri teçhizat ve silahta 1.15 milyar dolarlık ihracatı da 30.2 milyar dolara eklersek, Bulgaristan dünya ihracat listesinde Yunanistan’a iyice yaklaşmış olacak. Ülkenin dünya piyasalarına çıkardığı malların çeşitliliği nispeten
istikrarlılık gösteriyor. Ancak Bulgar ihracatı “piyasaların çeşitlendirilmesi” olarak tanımlanan büyük bir problemle karşı karşıya kalıyor. Bulgaristan’ın export listesindeki 4800 üründen 570’i sadece tek ülkeye çıkarılıyor. Örneğin maden ve kıymetli metal ihracatı genelde Almanya’ya yapılıyor. Belçika ve Almanya’ya bakır, Türkiye’ye otomobil kablo demetleri, Rusya’ya çelik doğalgaz borular ihraç ediliyor. Bulgaristan 199 ülkeye mal ihracatında bulunuyor. En önemli ticari ortakları ise Almanya, İtalya, Romanya, Türkiye ve Yunanistan. Toplam ihracatın %44’ü bu ülkelere gerçekleşiyor. Bu devletleri %16.4 ile Belçika, Fransa, İspanya, Rusya ve Hollanda takip ediyor. Bulgar İktisat Odası analizinde ülkenin büyük şirket ve global tedarikçi zincirlerine taşeron konuma gelerek, daha büyük ihracat gerçekleştirebileceği kaydedildi.
Oya CANBAZOĞLU Of be, demeden
yetiştik
www.bghaber.org/bghaber/of-be-demeden-yetistik/
Tarih: 15 Ağustos 2018 Konu: Ana ve Vatan sevgisi bir bütündür. Biz insan haklarımızı eksiksiz istiypruz. Bizim şu Bulgarlarla aramızdaki fark o kadar derinleşti ki, ortak çizgide bir türlü buluşamıyoruz deyip defalarca neden acaba düşüncesine dalmışımdır. Ortak varoluşumuz hiç de küçük bir zaman dilimi değil – 600 senelik birliktelik – iyi kötü komşuluk – hoşgörülü yıllar – gelip geçenden, arkada kalan hatıralardan sapsarı bir yaprak… Bir gün İstanbul’da Bulgar arkadaşlarla ileri geri sohbet ederken sordum: “Anaya of denmez!” veya “Anaya el kalkmaz!” hayat ölçümüzdür bizim. Bulgar ahlakında var mı bu? Kadına kıza şiddeti yasaklayan anlaşmayı da imzalamadınız. Ne olacak şimdi? Susup bakındılar. “Türk ahlakının sağlam temelidir bu kıstaslar. En şiddetli depremler bile bir milim oynatamaz temel kıstaslarımızdan” dedim. Anaya, babaya, yaşlılara saygımızın ayarlı ve sonsuzdur: Anaya el kalkmaz! Anaya bağırılmaz! Anaya küfür edenden hesap sorulur! Gerektiğinde kan dökülür. Türklüğün özüdür bunlar! anlatmaya devam ettim. Türk olabilmek için bilinmesi gereken ve uyulması zorunlu olanlar var. Kimlik özelliklerimizi bilmeyen, bilip de dikkate almayan, saymayan bir kişinin Türk’le dostluğu tökezler, istenmedik durumlar yaşanabilir. Bulgarların anadilimize dil uzatması, okullarımızı yasaklaması, camilerimizi taşlaması, lehimizde çıkan mahkeme kararlarına uyulmaması ve birçok başka örnek hep bu cümledendir. Türk olan Türkün özelinde anası ile birlikte bir de Vatanı vardır. Biz Bulgaristanlı Türkler Bulgaristan’da doğduğumuz ve yetiştiğimiz için Bulgaristan’ı Vatan biliriz. Totaliter – komünist diktatör Todor Jivkov’un 1989’da vatanımızdan terör ve zulümle söküpkovduğu kardeşlerimiz, bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Türkiye bizim Ana-vatanımızdır. Biz, Bulgaristanlı Türklerin tümü, Bulgaristan Cumhuriyeti’nin 2007’de Avrupa Birliği üyesi olmasıyla, AB ülkelerinde -27 ülke – serbest dolaşım ve iş hakkına da sahibiz. Bulgaristan’a giriş çıkışımız vizesizdir. Bulgar Anayasası’nın orada yaşayan kardeşlerimize tanıdığı haklar çalışma hakkı da elde ettik. Bulgar yerel seçimlerine, meclis ve Cumhurbaşkanı seçimlerine ve referandumlara katılarak sözde oyumuzu kullanıyoruz. Haklarımız sınırlıdır. Sözde diyorum, çünkü AB Anayasasında, yasalarında birinci ve ikinci derece vatandaş yok. Fakat Bulgaristan’daki yerel yasalarda Türkiye’de yaşayan biz soydaşların seçme ve seçilme haklarımız sınırlarıdır. Toplam sayımız artık 1 milyonu aştı. 620 binimizin oy verme hakkı var. Bir seçim sandığında bin dolayında oy versek, Türkiye’de yaşadığımız yerleşim merkezlerinde 500-600 seçim sandığı açılması gerek. Oysa bu rakkam halen 38 ile sınırlanmış, oy kullanmaya giden soydaşlarımız baskı altındadır ve saldırıya maruz kalıyor. 19 Mayıs 2019’da Avrupa Birliği Parlamento seçimleri var. Biz soydaşlar, derneklerimizin öncülüğünde bu seçimlerde MEKTUPLA oy kullanmak istiyoruz. BU Avusturya ve Almanya gibi büyük ülkelerde böyledir. AB ülkelerinin hepsinde aynı sistemin uygulanmasında ısrar ediyoruz. Her vatandaşa engelsiz bir şekilde oy kullanma hakkı yasalarla sağlanmadan ve sandık başında güvenlik garanti altına alınmadan, eşit haklı vatandaş toplumu, adil demokratik düzen kurulamaz. Biz seçme ve seçilme haklarımızın eksizsiz tanınması için mücadele etmekte kararlıyız. Biz Bulgaristanlı soydaşlar ve memlekette kalan kardeşlerimiz Brüksel’e bir iki değil, 10-15 kişilik bir milletvekili heyeti gönderebiliriz. Bu konuda, seçme hakkımızı kusursuz kullanabilmek için Bulgar partileriyle işbirliği yapabiliriz.
6 Sayı 135 - Ağustos 2018 6
Bulgaristan Türklerinin Sesi Türk Dünyası
Şakir ARSL ANTAŞ İlk Kırlangıçlar Uçuşuyor www.bghaber.org/bghaber/ilk-kirlangiclar-ucusuyor/
Tarih: 17 Ağustos 2018 Konu: Vatan toprağımızda her taşın altında biz varız. Okunası bir kitap kaç yılda yazılır? Bilemiyorum! 7 cilt olarak düşünülen, 3 cilt halinde Bulgarca çıkan “Balkan İnsanı” 3 bin sayfadan taşmış. Okumaya başlayınca Orta Çağlarda kaybolma endişesine kapılan çekingenler korkmasınlar. XIV. ve XVII. yüzyılların arasına yayılmış huzurun 300 yılık hikâyesi… Şehir öykülerinden doğmuş bir eser. Elinler devrinde uygarlıkla barbarlığı birbirinden ayıran sınır nehir Meriç’in (Maritsa) iki yakasına serilmiş, 7 tepeli mihveri çok kültürlü uygarlıklar taşımış. Balkan İnsanı tiplemesini yaratan bu külliyede Yeni Çağın 2 000 yıllık tarihini anlatılan efsane, masal, atasözleri ve öyküler bulacaksınız. Yazar Yordan Belçev, bir Bulgar. Filibe’nin ünlü Nöbet Tepe Osmanlı evlerinden birinin penceresinden bakarak 7 bin tanığın yaşantısını eserine örmüş, her söz kolayca anlaşılsın diye her sayfaya kalın bir alt çizgi çekmiş, binlerce belgesel ayrıntıyı alt dolgu yapmış. Mesela Filibe kalesi kapıları 1 363’te Lala Şahin Paşa akıncılarına kendiliğinden açılınca hoşgörülü bir yaşam başlamış. Şehrin fethinden sonra geçen 655 yıl, 30-35 kuşağın çok kültürlü bir yaşam içinde kaynamasından günümüz “Balkan İnsanı” oluşup biçimlenmiş. Yapıtın her sayfasında ya “atalarımız neymiş” geçiyor okurun aklından. Belçev, “Türkler kesti biçti katletti” demiyor. 300 yıl Bulgaristan topraklarında ve Balkanlarda savaş olmadığını, soykırım yaşanmadığını ve insanların toplu katledilmediğini, göçe zorlanmadığını, din, dil, isim, soyadı değiştirilmediğini, din yasaklanmadığını hukuk düzeninin, adaletin egemen olduğunu anlatıyor. Bulgarların kaçı okur bu eseri bilemem. Okusalar iyi olur. Okurlar arasında tartışma görüşmeleri, yazarla görüşmeler, konferanslar düzenlense çok iyi olur. Özellikle de yazarın tarih öğretmenleri, tarih fakültelerinden öğrencilerle konferanslar düzenlemesi de olağanüstü önemli. Bu eseri soydaş Türk aydınları olan bizlerin de mutlaka okumamız lazım. Bu feneri elimizde yolumuza ışık verecektir. Yeni değerlendirmede Osmanlı ve Türk konusundaki okul ders kitaplarındaki bilgilere de farklı bir açıdan ışık tutuluyor. Bu tarihi sırtlayıp belleğimize çizmeden, yuttuğumuz lokmadaki tuzun değerini bilemeyiz. Bu açıdan, en büyük gurur kaynağımız tarihimizdir. Eserin yazarı Filibe’nin (Plovdiv) yerlisi. Çocukluğu Meriç (Maritsa) sularında alabalık avlarken, gençliği Nöbet Tepe’ye sabah koşusuyla çıkıp Güneşin konduğu şehre kuş bakışı atarken geçmiş. Daha sonraki yıllarının üçte biri şehir kütüphanesinde, üçte birini hala solumaya devam eden Osmanlı Filibe’sine bakan pencerenin ardındaki yazı masasında, diğer kısmı da tarih çukurunda geçirmiş. Filibe’nin tarih çukuru çok tabakalı ve çok derin. Roma, Bizans ve Osmanlı Çağları üst üste yatmış, şehrin görülecek yerlerinin başında da antik tiyatro, kilise ve cami-
BRafetuUlutürk: l g Sofya’daki a r i“Banyabaşı s t aCamii”, n ’Filibe’deki ı D a h a Ya k ı n d a n Ta n ı y a l ı m - 3 “Muradiye Camii” ile Kırcali’ye bağlı Podkova – Nalbantlar “Yedi Kızlar” camileri ve bazı başka eserlere el atıldı. Oya CANBAZOĞLU: Metin okuyan: (Yedi kızlar camii videolar) “Yedi Kızlar Camii” 1428’de inşa edilmiştir. İsmini de, sevdikleri askere giden ve dönmeyen yerli yedi kızın çeyizlerini satarak yaptırmasından almıştır. Çivi çakılmadan yapılmış bir yüksek mimari eserdir. Güney Doğu ve Batı Rodoplara açılan yol kavşağında ve ırmak boyunda inşa edilmiş olması ve güzide minaresiyle ünlü olan, bu Allah mekanı hiçbir dönemde cemaatsiz kalmamıştır. Yasakların en şiddetli olduğu dönemlerde, Bulgaristan Türk azınlığı milli ve dini aidiyetini bu mabetlerde koruyabilmiştir. Kimliğini yaşatırken köklerine dönmüş ve sığınmıştır. İnsanlarımız camilerimize ilgili ve kenetlidir. Aynı sözleri soydaşlarımız için de söyleyebilirim. Cami törenlerine, mevlitlerimize İstanbul ve Bursa’dan yoğun katılım oluyor. Kısacası, Camiler, mescitler, türbeler Bulgaristan Türklerinin Müslümanlık ve Türklük tapusudur. Oya CANBAZOĞLU: Benzer örnekler başka bölgelerde de var mıdır? Rafet Ulutürk: Bizi fazlasıyla inciten bir örnek de Karadeniz kentimiz Balçık’ta var. Oya CANBAZOĞLU: (müzik, deniz, video ve fotoğraflar – Balçık., Dobruca videoları) “Kumasalın tam önünde, asırlık çınarların ve çiçeklerle bezenmiş zümrüt yeşil bir parkın içinde birbirine yapışmış bir cami ve kilise… Bu emsalsiz tarihsel eser de müze olarak kullanılıyor. Öykülenmiş… Bu evin yarısının cami olduğunu ele veren çatısındaki minare ve yan yana dizilmiş taş koltukların birindeki ay yıldızlı kabartmadır. Burası aslında Romanya Kraliçesi’nin “Tenha Yuva” adlı yazlığı! Kraliçe Marie’nin sarayı olarak bilinir. Mariye bir Türk denizciye aşık olmuş, koca Avrupa’da eşine rastlanmayan bu şaheseri yaratmış, kavuşamayınca kalbinin buraya gömülmesini vasiyet etmiştir. Ancak yıllar sonra kalbinin gömülü olduğu özel mezar Bükreş’e götürülmüş ve orada vücutla birleştirilmiştir. Yazlık Saray’da camiye yapıştırılmış bir de kilise var “Stella Maris” 1929’da inşa edilmiş. Ustalar bu kiliseyi Kıbrıs Magosa’daki bir camikilisenin ikizinden kopyalamışlardır. Balçık, 1913’te Romanya’nın toprağı olmuş ve 1940’ta yine Bulgaristan’a geçmiştir. Kilise-camii 1987’den beri kültür anıtı olarak kullanılıyor. Ne var ki, Kilise tarafı onarılmış, cami tamir edilmemiş, duvarların sıvası dökülmüş, kiremitler çatlamış, oluklar dökülmüştür. Ayrımcılığın bu kadarı artık fazla… Balçık yöresi Dobruca’nın çevre köylerinde Türklük tüten yerdir. Köylüler Kraliçe Marie öyküsünü biliyor. “Denizciye gönül mü verilir” deyip, defteri kapıyorlar. “Kuma baksana, kumda iz yok” diyenler var. Yakan sevdanın tek taraflı olduğuna işaret ediyorlar. Gerçekten burası Kuzey Karadeniz, doğası koyu yeşil, renkler net, dalgalar ve taşıdıkları köpük halı geniş, sahil taşlık ve hiçbir yerde hiçbir iz yok. Ne ki, bu anlatılanların tam da efsanedeki gibi olmasını isteyenler git gide çoğalıyor. Mariye zamanında olduğu gibi şimdi de aşkın sonunun nasıl olacağını kestirmek mümkün olmayanların sevilen kahramanıdır. Burada da her an doğa değişiyor. Değiştikçe de yeni umutlar doğuyor.” Oya CANBAZOĞLU: Rafet Bey, bizde balık baştan kokar derler, burada balık baştan kuyruğa kokuşmuş bir durum var. İzlenim bu. Osmanlıdan kalan 2 binden fazla camiden yalnızca 5-6’sını görüntülediniz, hüzünlü bir tablo, beliren ya da sezilen çözüm alternatifleri var mı? Rafet Ulutürk: Türkiye İktisadi Kalkınma Ajansı (TİKA) bizde de aktif bir kurum olarak çalışamıyor. Bulgar devleti buna hala izin vermiyor. Her şeye rağmen Türkiye Bulgaristan’da kendini hissettiriyor. Çekiç ve keser sesleriyle hiç kimseyi rahatsız etmeden, yaratıcı bir yaklaşım ve geleneksel bir ustalıkla Osmanlıyı uyandırıyor. Bulgaristan Müslümanları çakılacak her çiviye çekiç vurmaya hazır, camilerin hepsinden birden ezan sesi işitmek istiyorlar. Memlekette toplumun baştanbaşa ve dipten tepeye değişip yenileceğine inanıyorlar. Tabi bunları yaparken insan yetiştirmeyi de unutmamalıyız, çünkü insanın olmadığı bir yerde hayat yok demektir. Oya CANBAZOĞLU: “genel Bulgaristan videoları, şehirler, dağlar ovalar) “Bulgaristan Türkleri son 30 yıldan beri çocuklarına “”hak”, “özgürlük”, “adalet” ve “demokrasi” sözleri ezberletiyor. Demokratik Bulgaristan davasının en büyük demircilerinin Türkler, Müslümanlar olduğuna herkes inanmış. Tamamlanamayan dönüşümleri başlatan onlar. Bulgaristan toprağında devlet kurma istidadına sahip iki millet var. Türklerle Bulgarlar. Ne var ki son yıllarda Bulgaristan toplumu çok ciddi bir stres yaşıyor: Bulgarlarda kendi geleceklerine ilgi yok!!! Gençler pasif. Gözleri dışarıda. Ucuz uçak biletine bakıyorlar. Ne diyorsunuz: Rafet ULUTÜRK: Bulgarlar övünmeyi seven bir millet. Şan şerefi sadece kendi geçmişlerinde arıyorlar. Bugünümüze ilişkin olan kamuoyu tartışmalarının daha fazlası yakın ve uzak geçmiş üstünedir. Bu tartışmalar henüz TV stüdyolarına taşınmadı. Çünkü alevlendikçe toplumun yeni parçalanmalarına neden yaratıyor. Oysa Bulgar toplumu zaten gereğinden fazla parçalanmış durumda ve durmadan dalgalanıyor. Bazı günler sabah % 60’ı Batıcı, öğleden sonra bakmışsın % 80’ni Moskovacı. Avrupa Konseyi dönem Başkanlığının Sofya’da yapılması durumu pek etkileyemiyor. Bulgaristan’da, GEÇMİŞLE GELECEĞİMİZ arasında bir bölünmüşlük, derin bir kopukluk var. Bu gerçek, kazıbilimciler ve gelecek bilimciler arasındaki didişme ve kavgadan çok daha derin bir şey. Geçmişten çıkan malzemeyle gelecek bina edilemiyor. Toplumun tarihsel geçmişinden yalnız peşin hükümler seçiliyor, klişeler kullanılmak isteniyor ki, bunlar toplumu daha da parçalıyor, tarihten geleceğin ortak olacağı ruhu doğmuyor. Oysa geçmiş ortaktı.
Bu kabul edilmedikçe ortak gelecek kurulamaz. Tarih, hele ülkede yaşayan azınlıklar konusunda yalan yanlış iddialardan arınmadıkça, ortak bir gelecek parlayamaz. Kazıbilimciler ile geçmişi eşeleyen siyasetçiler, Bulgaristan’daki Türklerle ilgili “93 harbinden” derine inmek istemiyorlar. Onlar için Bulgaristan Türkleri “Plevne Savaşının” yetim evlatlarıdır. Bulgar’a emanet edilmişler sanki. Osmanlıda yaratılan, şair Naim Bakov’un “Hoşgörüden yararlanan yağmacılar” dedikleri Türklere miras kalan her şeyi bizim olmaktan çıkardı ve onların oldu. Müslümanlar, ucu sınır dışına çıkan bir karanlığa itildi. Maddelerinde Türklerin adları geçmeyen 1879 Tırnova Anayasası onlara “eşit haklı vatandaş” olabilirsiniz, dedi ama arkasını getirmedi. Birlikte yaşamanın ve ortak bir devlet kurmanın yolları aranacağına “siz bizi 500 sene ezdiniz” dediler. Değer yargıları yer değiştirdi. Osmanlıdan kopanlar “Türklerden kurtulduk” havasına girdi. Sonra da “kurtarıcı Rus’un” bu işi hayrına yapmadığı, “Türklerle birlikte onları da esir edip köleleştirmek istediği” anlaşıldı amma geç olmuştu. Artık Kurtuluşlarından utanıyorlar. Değişen kurtarıcıların kâh birini kâh ötekini övüyorlar. Mağrurluk aranan zamanda yaşıyoruz. Milli duyarlılığın çöktüğü bir ortamda, ulusal kimliğin derin bunalımı içinde iftihar edilecek kırıntılar bile bulunamıyor. Dipte pes etme durumu Bulgaristan’da daha önce de yaşanmıştı. 3 Mart 1878’de Yeşilköy’de masaya davet edilmedikleri gibi Sözleşmede “Bulgar” ve “Bulgaristan” sözleri yer almadı. Büyük bekleyişe karşın Berlin Konferansı’na da davet edilmediler. Özgürlüğü “kurtarıcının” gölgesinde arayacaklardı. Bulgaristan’ı kim ve neden kurtardı tartışması 140 yıldır kızışıyor. 3 Mart’ın iftihar edilecek bir tarih olmadığını anlamayan kalmadı. Milli bayram günü toplumu param parça ediyor, “Kurtarıcı” Şipka tepesinde lanetleniyor. “Sizi biz kurtardık” hatırlatmasını yenilemek için özel olarak gelen Moskova Baş Piskoposu Kiril, bu defa Cumhurbaşkanı Radev’e gözdağı verdi. Başbakan Borisov resmi törene gitmedi. Halk bu bayrama anlam veremediği için yeni Milli Bayram günü istiyor. Demokratik Kamuoyu bir dünya egemeninden kopup diğerine bağlanma övgülerini 21. yüzyıl köleliği olarak kabul ediyor. Bulgar kibri Birinci Dünya Savaşından sonra da sönmüştü. İftihar edilecek hiç bir şey kalmamıştı. Köylülere sabanı nadasa saplatan, toprağa tohum saçtıran ve orakçılara koumalarını bileten büyük önder, Çiftçi lideri Aleksandır Stanboliyski katledilince halkın ruhu yeniden kırılmıştı. O ağır açlık yıllarında Bulgarların bir halk ve devlet olarak birleşmesi olanaklıdır fikri tartışıldı. Bu birleşmenin ancak azınlıklarla birlikte olanaklı olabileceği sonucuna varıldı. Toplumun sosyal dokusunda azınlık renkleri işlenecekti. Bir daha bütünleşemeyecek şekilde dağılmış olan Bulgar ruhunun azınlıklarla birleşince yeniden uyanabileceğine inananlar artmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşundan ve devletin ilk başarılarından ilham alan Bulgaristan Türkleri Birinci Türk Milli Kongresine yelken açmışlardı. İki Büyük Savaşın arasında 2 askeri darbe ve 3 ayaklanma yaşadı Bulgaristan. Toplumda denge bozulmuş, diyalog kesilmişti. Atalarımız o ağır yıllarda Bulgar milletinin yeni tarihin kolay uyuyan, kolay aldatılabilen, fakat zor uyanan bir kundak çocuğu olduğuna inanmış ve yardım eli uzatmıştı. Ne yazık ki, onlar bu meme çocuğunun kendi ana sütünden fazla sütanneden emmek istediğini görememişlerdi. Bu sütannesinin Rusya ya da Batı olması çocuğu rahatsız etmiyordu. 37 yaşına kadar emen bir Çin Kralı gibi Bulgar devleti de 140 yaşına girdi ama yabancı memeden vazgeçemedi. Dıştan gelen her şey haramdır deyip azınlıkların akrabalık bağlarını dahi koparırken, kendisi güçlendi ve hırçınlaştı. Bundan dolayıdır ki, Osmanlı döneminden sonra Bulgaristan Türkleri hiçbir dönem Bulgarlarla aynı zamanda uyumadılar. Su uyur düşman uyumaz bilinciyle, hep kuşku duydular. Birlikte olmak için Bulgarların tek ulus tek devlet ülkü ve rejim anlayışından vazgeçip tüm vatandaşların kabul ettiği bir değer sisteminde, kollektif bir irade ile güçlü bir inançta buluşmaları şarttı. Ne yazık ki, tarihinin büyük bir kısmı uykuda geçen Bulgar’ın Türkler, Müslümanlar, İslam dini ve uygarlığı kâbuslu rüyası devam ediyor. Hayat öyle bir şey ki, düşe kalka çocuğun etrafında birleşenler ancak ona yardım etmek için oradadır. Gelişmeler minnettarlık duygusu olmayana yardım etmekten kötülük doğar dersini çıkartı. Çünkü her şeyi yanlış yapan, fakat kendi doğruluğuna yüzde yüz inananlardan ancak amansız düşmanlık doğar. 20. yüzyılda ve günümüzde Bulgarlara en yakın olan topluluk Türklerdir. Bulgaristan Müslümanlarının 20. yüzyılda yaşadığı derin acının kökünde onların ruhunda olan kardeşçe yakınlaşıp yardımlaşma çabalarımızda, yani kendimizde aramalıyız.
Kendi içinde de huzur sağlamayı başaramayan bu toplumun Çarlık dönemi tarih dolabında elinde parlarken iftihar edebileceği hiçbir şeyi maalesef yoktur. Oya CANBAZOĞLU: Bulgaristan’da sosyalizm ağacı neden meyve vermeden kurudu? Rafet ULUTÜRK: Bu sorunun tek bir yanıtı var: Çünkü sosyalizm yıllarında yaşayanlar faşizm döneminde doğmuşlardı. 1944–1949 yılları arasında sosyalizm fidanı dikilirken köküne su değil, 10 bin kişinin kanı döküldü. Toprağı Rus çizmesiyle çiğnendi.156 bin kişinin toplama kamplarından geçmesi, birçoklarının geri dönmemesi. Büyük Savaş yıllarında Türklerin araçsız göç etmesi. Büyük sayıda kurban alan sözüm ona “soya dönüş süreci” zulüm ortamında toplumun kanının donması. 20 bin Yahudi ve Romen’in gaz kamaralı “Treplika” kampına gönderilişinin unutulmayan acısı. 48 bin Yahudi’nin Bulgaristan’ı terk etmesi, bugün 3 milyondan fazla vatandaşımızın ekmek teknesini sırtlayıp gurbeti seçmesi, düşünenleri düşündürmelidir. Bir toplum için en büyük tehlike düşünenlerin düşünemez duruma gelmesidir. Fikir üretiminin durması ve toplumun et yığınına dönüşmesidir. Tablo budur. Sosyalizm yıllarında doğan ve artık 40 yaşlarındaki, yani olgunluk çağını yaşayan kuşak boş bir sahnede ölü ışıklı bir lamba rolü görüyor. % 40 okul görememiş, % 60’ı okuduğunu anlayamayan, % 80’ni ise “debil” – yani takatsiz olan bir toplumda, her kafadan bir fikir çıkan ve kaynadıkça kaynayan bir yaratıcı ortam yaratmak olanaklı olamaz. Avrupa doldursun ve biz de nemalanalım bekleyişi boşunadır. Çünkü Avrupa bu defa hiçbir şeye gebe değildir. Üstelik olmuş olsa bile, Türklerin ve Pomaklarla Çingenelerin de bu yaratıcı ortama kabul edilmesi tamamen imkânsız görünüyor. 1000 adet Çingene doktor ile 1000 adet mühendis yaratmakla toplumsal buluşma ve kaynaşma sorununu çözmeyi düşünenlerin seçeneği de yanlıştır. Balık çiftliğinde birkaç balık semizletmekle, deniz suyunun değişeceğine ve balıkların irileştiğine kimseyi inandıramazsıbız. Çingeneler getto-mahallelerde, Türkler ve Pomaklarsa atalarından kalan köylerde, aynı dere ve tepelerin arasında yaşamaya devam ediyorlar. Toplumsal diyalog başlayamıyor. Azınlıklarla Bulgar ulusu arasındaki temas kanalları kapalıdır. Çocuklarına 70 yıldan beri devlet anaokulunda ders görme hakkı tanınmayan azıklıklar yeni yalan işitmek istemiyor. Sosyalizmdeydi o, kötü şartlarda yaşarken ve ağır koşullarda çalışırken aydınlık kapısının açılacağını ve bir adım ötedeki cennete geçmeyi hayal etmek. Bugün hayal gücünü yitiren yalnız azınlıklar değil, genç kuşak da rüyalara dalmak istemiyor. Siyasi alanda köklü sistem değişikliği isteyenler 16 Kasım 2016 ’da halk oylamasına katıldılar. 2.5 milyon kişi politik sistemin değişmesini, seçimlerde parti listelerindeki adaylara son verilmesini, halkın göstereceği adaylara majoriter oy verilmesinde birleştiler. Seçimlerin zorunlu olmasını, oy veren seçmen için partilere bütçeden para ödenmesine son verilmesinde kesin ısrar ettiler. Türkiye’deki ve diğer ülkelerdeki seçmenlerin oy verme ve yüzde yüz katılımını sağlamak için dış ülkelerdeki vatandaşların genel seçimlere posta ile oy vererek katılmalarını Büyük Elçiliklere giderek anlattılar. Bugün artık memlekette kalan seçmenlerin dış ülkelerdekilerden daha az olduğunu herkes kabul ediyor. Bulgaristan Türklerinin siyasi yaşamdaki rollerinin arttırılması için ruhlarını satarak Sofya meclisine giren milletvekillerinden kurtulması gerekiyor. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), Özgürlük, Hoşgörü ve Sorumluluk için Demokrasi (DOST) ve (Halkın Hürriyet ve Demokrasi Partisi (HHDP) gibi Bulgaristan Müslümanlarını temsil ettiklerini ifade eden siyasi kuruluşlar, Türklerin hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi ve Türk kimliği ile yaşama davasını engellemek için görev başındadır. Bu partilerin üçünün de programında “Türk kimliğini yaşatma”, “kültürel otonomi” Bulgaristan’ın imzaladığı uluslar arası insan hakları, azınlık hakları antlaşmalarının kusursuz imzalanması cümleleri yoktur. Bu üç partinin siyaset sahnesine çıkalıdan beri Bulgaristan Türklerinin siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal, eğitim ve sağlık haklarında hiçbir edinim elde edilememiş, durum daha da kötüleşmiş ve hayat yaşanmaz hale gelmiştir. Sözde Türk partileri, Bulgaristan Türklerinin kimlik davasından ödün vere vere onları zayıf düşürmeyi başarmış ve tek uluslu, bir tek Bulgar dili konuşulan, Bulgar kültürü yaşatılan, yeni sosyal ve ekonomik haklar elde etme davasının yolları tıkalı, faşizme yelken açan milliyetçi bir rejime karşı göğüs germe güçleri azalmış ve tükenmek üzere olan bir duruma gelmiştir. Bu partiler ancak kendi çıkarları peşinde koşan bir siyasi zümre tarafından yönetilirken, halkın menfaatleri tamamen unutulmuştur. 2018 itibarıyla bütün sorunların başında bugün de kadro sorunu geliyor. Eğitim sorunları geliyor. Türkiye’deki yakınlarımızla daha sıkı kaynaşıp birlik olmamız gerekiyor. Türk Kimliğimizle yücelmemiz geliyor. Her yıl en az bin evladımızı meslek okullarına ve üniversitelere yerleştirme davamız geliyor. 2019’da yerel seçimlerden ve Avrupa Birliği parlamentosu seçimlerinden önce bu yılın güz aylarında yapılması öngörülen erken genel seçimlerde buluşmamız zorunlu olmuştur. Sofya meclisindeki oranları değiştirmeliyiz. Şu iyi bilinmelidir. Bulgaristan Türklerinin parçalanması Bulgaristan’ın çökmesinin hızlanması anlamına geliyor. Bulgarlarla diyalog kurarak anlaşarak haklarımızı elde etmemizin ve toplumu dönüştürebilmemizin yolu birlik ve güçlü olmamızda düğümlüdür. Doğansız, Mestansız ve Dalsız bir Ulusal Konferansa yelken açmalıyız. Bulgaristan Türklerinin ilk birleşmesi Birinci Milli Kurultay’da olmuştu. Şimdiki 3 siyasi parti dışında 2. Milli Türk Kurultayını toplayıp birleşmemizin yol haritasını kabul etmeliyiz. Bu kurultaya 30 yıl davamıza yerinde saydıran siyasetçilerden hiç biri katılmayacak, genç kuşak siyasete davet edilecek ve öncelikli olacaktır.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 135 - Ağustos 2018 7 7
Aile Spor
BULTÜRK’te “Dünden bügüne Balkanlar’da
ve Bulgaristan’da, Gagauz Türkleri”
1977 yılının köy odasından günümüze “Sofya Radyosu” sevgisi
Yusuf Öztürk ve Nebahat Öztürk çifti Konya, Ereğli’den emekli bir öğretmen aile.1977 yılında Konya’nın küçük bir köyüne öğretmen olarak tayini çıkan aile, dış dünyayla bağlantılarını kesmemek üzere “Delta” markalı bir radyoyu da beraberinde götürür. Elektrik ve televizyonun olmadığı köyde can yoldaşı bu radyodan o zamanlar “Sofya Radyosu” adıyla bilinen yayınların müdayimi olur. Bulgaristan radyosu Türkçe Yayınlar Bölümüne mektuplar yazar, programlarda yapılan farklı yarışmalara katılır ve yayın saatini sabırsızlıkla bekler olur. Köydeki okulun iki odadan ibaret olduğunu anlatan Nebahat Öztürk “Bir odasında öğrenciler okuyor, öteki odada biz yaşıyorduk. Radyomuzu ise ortaya koyup, yayın başlayınca sesi iyice açıyorduk” diye hatırlarını tazeliyor. Özellikle Kadriye Latifova gibi yerli sanatçıları ve onların deyimiyle “yanık sesli” türküleri çok sevdiklerini dile getiren aile, Sofya Radyosu dünyayı bizim o küçük köydeki okul odasına getiriyordu, diye anlattı.
Emekli öğretmen Yusuf Öztürk ise, özellikle piyesleri, kültür programlarını ve o zamanlar Türkiye’de yasak olan Nazım Hikmet şiirlerini radyomuzdan sabırsızlıkla beklediğini anlattı. Bu günlerde Almanya’dan Türkiye’ye giderken Sofya’dan geçen aile, özellikle oğullarına rica ederek “Bizi Sofya Radyosu’na” götür, der. Yusuf ve Nebahat Öztürk yaklaşık yarım asır geçse de, asla unutmadıkları Bulgaristan Radyosu’nu yeniden anılarında ve gönüllerinde canlandırdılar. Konya’da Ereğli ilçesindeki o küçük köyün karanlık odasında “Delta” vericisinden Sofya Radyosu’nun yayın yaptığı yere gelerek “Adeta kutsal bir vazifeyi yerine getirdik” dediler.
Kötü durumda olan otoyol köprüleri 2020 yılına kadar onarılacak
Gagavuzlar paylaşılamayan bir millettir: YUNANLARA göre onlar:“Türkçe öğretilmiş Ortodoks Yunan’dır.” Bulgarlara göre onlar: “Türkçe öğretilmiş Ortodoks Bulgar’dır.” Romenlere göre onlar: “Türkçe öğretilmiş Ortodoks Romen’dir.” Türklere göre ise onlar:“Türkçe konuşan Ortodoksluğa Geçmiş Türklerdir.” Benim şahsi kanımca Gagavuz kimliği son iki asır içinde kendini inşa etme süreci geçiriyor. Ortodoks Hıristiyanlığı kendilerine yamamış olan Rumlar, Bulgarlar ve Romenler, Gagavuzlara kendi dillerini ve kültürlerini dayatmaya çalışırken, resmi dil ve ulusal kültür gerekçeleriyle Gagauz Türkçesini eritmeye ve Oğuzların ve Selçukluların adet ve geleneklerine dayanan Gagauz ahlakını yok etmeye çalışıyorlar. Evet şimdi geldik asıl konumuza ve bu konunun uzmanı sözün sahibi çok değerli hocamız Tarihçi, Etnolog, Yazar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Misafir Öğretim Görevlisi Sn. Doc. Dr. Olga RADOVA’yı alkışlarınızla kürsüye davet ediyorum. Evet Yunanistan’dan başlayarak Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Moldova ve Ukrayna’ya kadar Gagauz Türklerinin durumunu bizlere anlattı için kendisine teşekkür ederim. Şimdi de Genel Başkanımızı Kürsüye davet ediyorum; Konuşmacımız Sn. Doc. Dr. Olga RADOVA’ya bu günün anısına bir plaket taktim edildi. Ardından Modarötörlüğünü yapan BULTÜRK Derneğin Genel Sekreteri Oya CANBAZOĞLU’na da bu organizasyonu başarıyla yaptığı için bir plaket taktim edildi. Ardından BGSAM Başkanı Erdal KARABAŞ da Oya CANBAZOĞLU’na yazılarından ve internet sayfasını başarılı düzenlemesinden dolayı bir plaket de o verdi. Konferansın sonunda tüm katılımcılar kürsüye davet edildi ve birlikte resim çekilerek bu günü tarih sayfalarına kazımış olduk..
Bölgesel Kalkınma Bakanı Nikolay Nankov, kötü durumda olan bütün otoban köprülerinin, iki yıl içinde onarılacağını açıkladı. Yol tesislerinin bundan 45 yıldan uzun zaman önce kurulduğunu hatırlatan bakan, işletme süreleri dolmak üzere olan 17 köprüden beşinde onarım çalışmalarının sürdüğü, önümüzdeki günlerde ise diğer üç köprüde 2020 yılına kadar aşamalı olarak onarılacak. onarıma başlanacağını belirtti. Geri kalan köp- Cenova’da köprü çökmesi faciasından sonra rüler, bütçenin sağladığı imkanlar dahilinde Başbakan Borisov, riskli olan bütün kara ve demiryolu köprülerinin aynı zamanda ona-
Romanya sınırındaki koruma amaçlı tel örgünün inşaatı tamamlandı
Tarım, Gıda ve Ormanlar Bakan Yardımcısı Yanko İvanov’un yaptığı açıklamaya göre, yabani hayvanların hareketini sınırlamak amacıyla Bulgaristan - Romanya toprak sınırındaki koruma amaçlı tel örgünün inşaatı tamamlandı. İvanov, bugüne kadar ülkemizde hiçbir Afrika domuz vebası vakası olmadığını söyledi. Ancak salgınla ilgili son bilgiler son derece endişe verici, çünkü salgın kaynakları arasında Romanya’da büyük bir domuz çiftliği yer alıyor. Çiftlik, yakla- laşık 50 km uzaklıkta. Romanya topraklaşık 140 000 hayvan sayısı ile Avrupa’nın en rında doğrulanan Afrika domuz vebası vabüyük ikinci çiftliği ve Bulgaristan’dan yak- kası sayısı, 150’den fazla bölgede 700’den fazla olarak bildirilmiştir.
Momka Peeva’nın masalsı cam dünyası
Torununa yakın olmak için ABD’ye göç eden bir Bulgar kadını sayesinde cam süsler, sanat objeleri ve eserleri bir ressamın zengin paletini andıran renklerle parıldıyor. Fakat 20 yıl sonra camın zengin tonları ve dünyanın dört bir yanından gelen sanatçıların güzel çalışmaları sayesinde Seatle yakınlarındaki “cam rengi” şirketi büyük bir gelişim kaydediyor. 57 yaşında, elinde bir tek kimya mühendisliği tecrübesiyle, Momka Peeva Okyanus’un ötesinde buluyor kendini. İngilizce bilgisi, ehliyeti olmadan öyle küçük ve içten bir arzusunu gerçekleştirmek üzere yola çıkıyor. “Bulgaristan’dan ABD’ye gitme kararım orda ticaret yapmakla değil, torunuma yakın olabilmekle ilgiliydi” diye anlatıyor Momka Peeva. “Ama Seattle’da cam işçiliği ile ilgili iyi iş imkanı buldum. Burada birçok özel galeri var. Dünyaca ünlü sanatçı Dale Patrick Chihuli (Deyl Çihuli) de burda. Bu arada
çevreye uyum sağlayabilmek için İngilizce öğrenmeye başladım. Ve çok geçmeden de Portland’da yeni açılan bir şirkette kimyacı olarak çalışmaya başladım. Bu şirket borosilikat camından renkler yapmamı istedi. Böylece sadece birkaç ay sonra ABD için muhteşem bir şey yapma imkanım oldu – çok parlak renkler yarattım.” Momka, cam çubuklar şeklinde canlı renkler elde ediyor ve bunları daha sonra sanatçılar kendi eserlerinde kullanıyor. Ve çok geçmeden onun gibi mühendis olan oğlu Geo ile kendi şirketini açıyor. Arlington’daki aile şirketinde Momka işin kimya tarafı, oğlu ise teknik tarafı ile ilgileniyor ve çok geçmeden kaliteli ve çeşitli renkler ileyerel şirketlerin rekabetini aşmayı başarıyorlar. Sadece internet üzerinden satış yaparak pazarları Avustralya, Japonya ve birçok Avrupa ülkesine kadar genişlemiş durumda. Momka’nın fabrikası 98 benzersiz renk sunuyor. Bu “cam renklerinin” yardımıyla sanat insanları hayal güçlerini serbest bırakıp onları heykeller, kolyeler, hayvan figürleri ve bardaklar yapmak için kullanıyorlar. İki yıl önce Geo Peev şirketin bir şubesini açmak için ülkeye dönüp Belovslav’ta bulunan eski cam fabrikasının bir bölümünü kiralıyor. Avrupa piyasasının borosilikat cam ürünleri için henüz açılmaya başladığı görülüyor ve Amerika’dan artık sipariş için Bulgaristan şubesini aramaya başlıyorlar. O yüzden belki de ailenin yurda dönüp tekrar bir arada toplanacağı gün uzak değildir.
Nedim AKIN Vatan, her bireyde ayrı tarifi olan özel bir kavramdır.
http://www.bghaber.org/bghaber/vatan-her-bireydeayri-tarifi-olan-ozel-bir-kavramdir/ Tarih: 16 Ağustos 2018 Konu: Sönmeyen Vatan sevgisi. Şairlerimizden Mehmet Ahmedov Eminov için de geçerlidir bu. O 1964’ün alaca karanlık bir bahar akşamında Razgrad’a bağlı Ağmaç (Murtagonovo) köyündeki evine dönerken tutuklandığında, yakasına yapışanların onu doğup büyüdüğü ocaktan, köyünden, yakınlarından, geçmişi ve gelecek özlemlerinden koparıp sınır dışı etmek istediklerini düşünememişti. O, inşaatlarda çalışan, gönlüne dolanı şiirleştiren bir gençti. Yazmak yasak değildi. Yasak olan Vatan bildiği toprağı herkesten fazla sevmesiydi. Bu sevgiyi evlatlarına ve köyündeki çocukların hepsine aşılama arzusuydu. Bilincinde sevgi aşılamanın suç olabileceği gibi bir kuşku yoktu. Yurdunu başkalarından çok sevdiği için içeri düştü. 2.5 sene yattı. 1968 göç anlaşmasından yararlanarak sınır kapısına doğru itelendi. Yaklaşık 50 yıl pişmanlığın boyutu ile boğuştu. 1 Mart 1968’de lambayı söndürmeden evinden çıkarken ocaktaki son közler sönmüş mü diye aş odasına girdiğinde Deliorman ocağı başında kaleme bir daha sarıldı, “BEN KAYBOLUYORUM GENÇLİĞİMİN KAYBOLAN YILLARI İÇİNDE şiirini yazacaktı, cebindeki not defterine düşen satırlar şu oldu: DELİORMAN Ecdadımın yerisin sen Aliş’lerin terisin sen Gözlerimin ferisin sen Sen böylesin Deliorman. Gönlümdesin Deliorman. Deyince durdu. “Her arzu içimde kaldı,” desem mi diye düşündü. Vatansız yaşanır mı? Ben öldüm mü yoksa demek istedi. Kalemi şöyle devam etti: Köşe bucak bentler açtık Karış, karış yollar açtık Asırlarca çağlar açtık Sen bizdensin Deliorman Sevgimdensin Deliorman. O yaptıklarımızı, inandıklarımızı, gerçek olanı anlatmayı seçti. Aldatıldığını, tuzaklara düşürüldüğümüzü kabul edip, yerip lanetlemek istemedi. Her başa gelen çekilmeli miydi? Sevgiyle yapılan her şey bir gün hiç bir şey olmamış gibi arkada kalsa da sanki helaldi. Kabul etmek istemediği, vatan sevgisinin onu hataya düşürebileceği, düşlerinin onu yanlış bir yola saptırmış olabileceğine ısrarlı inanmayışıydı. Hayat çelişkisini açıp iğrenç özü görmek isterken kalemi gönlünü, yüreğindeki anıları anlatmaya devam etti: Ana gibi göğüs gerdin Gönül dolusu sevgi verdin Bir istedik bin verdin Sen definesin Deliorman Sözümdesin Deliorman Belirmeye başlayan hasreti asla yenemeyeceğini duyumsuyordu o. Vatan toprağından daha cömert bir yer bulamayacağını hissediyordu. Yağış dolu, kar kış ama kaç nesildir hepsini besleyen, adam eden acı dili, uzun sopası olmayan o topraktı. Ailesiyle birlikte onu köyünden kovanlar Vatan hakkına el uzatıyorlardı. Toprağın kendisi ve üzerindeki her şey onun vatanıydı. Deliorman’daki sık Türk dokusunu seyreltmek isteniyordu. Düşmanları, giderken onun ve onun gibi yola zorlananların Deliorman ateşini birlikte götüreceğini düşünemiyorlardı. Karşılarına dikilen devletti. Deliorman insanının gönlünde taşıdığı ateş olmadan her şeyin çökeceğini düşünecek durumda değillerdi. Deliorman bir iman yeri, ibadet evi, ilham dolu bir yaşam bilinci olmuştu. Ormanların kendiliğinden sıklaştığını da düşünememişlerdi. Sana karşı sızlar benlik Doludizgin gelir benlik Çeşmen köprün bin esenlik Sen tarihsin Deliorman Gözümdesin Deliorman Bulgaristan Türklerinden göçe zorlanan her fert ve ailesi derin bir tarihten sökülmüş, kökleri koparılmış, kuruyup yok olsun diye sınır dışı edilmiştir. Ne var ki açılan yara da asla kapanmamıştır. Ne dev ağaçlar ayakta ölmüş, ne kökleri kurumuş, sınır ötesine atılan dallar ve budaklar da anavatan toprağında yeşerdikçe yeşermiştir. Artık dallar birbirini arıyor, çiçekler çiçekle tozlaşıyor. Hasretim sen, özlemim sen Tarihim sen, talihim sen Nefesim sen ferahım sen
8 Sayı 135 - Ağustos 2018 8
Bulgaristan Türklerinin Sesi BULTÜRK ETKİNLİKLERİ
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 135 - Ağustos 2018 9 BULTURK ETKİNLİKLERİ
9
10 Sayı 135 - Ağustos 2018
Bulgaristan Türklerinin Sesi reportaj
10
BULTÜRK Ankara Temsilcisi İsmail CİNGÖZ’ün Yeni Kitabı Yayınlandı Türkiye Suriye İlişkilerinin
Dönüşümüne Işık Tutan Eser
SEDA TOLMAÇ / Ticari Hayat Gazetesi
BULTÜRK Ankara Temsilcisi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Uzmanı İsmail Cingöz’ün yeni çıkan ‘Türkiye Suriye İlişkilerinin Dönüşümü: Arap Baharı ve Hatay Faktörü’ isimli kitabı, Ortadoğu Bölgesinde yaşanan “Arap Baharı” adı verilen olayların temelinde, Türkiye-Suriye ilişkileri ve Hatay faktörüne ışık tutuyor. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz’ün, geniş bir alan araştırması ve arşiv belgeleri ile ortaya koyduğu çalışması, ‘Türkiye Suriye İlişkilerinin Dönüşümü: Arap Baharı ve Hatay Faktörü’ isimli kitabı geçtiğimiz hafta çıktı. Cingöz’ün yaklaşık 1,5 yıl süren ve Ortadoğu Bölgesinde “Arap Baharı” adı verilen olaylar yaşanırken gerçekleştirdiği çalışmayla ortaya koyduğu, Türkiye-Suriye ilişkilerinde Hatay faktörünü ele aldığı kitabı, tarihsel süreçleriyle Türkiye – Suriye ilişkileri, Hatay faktörü ve Arap Baharı konularına değiniyor. Ticari Hayat Gazetesi olarak, aynı zamanda konuyla ilgi yazılarına gazetemizde de devam eden, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Yazar İsmail Cingöz ile bir araya gelerek, yeni çıkan kitabı hakkında konuştuk. Çalışmanın belge ve beyanlara özen gösterilerek, alan araştırmaları ile ortaya konulduğundan söz eden Yazar Cingöz, okuyucunun kitapta TürkiyeSuriye ilişkilerinde yaşanan dönüşümü göreceğini vurguladı. Cingöz, kitapta ayrıca, Hatay’ın Türkiye’ye katılışından sonra Suriye ile ilişkilerde yaşanan sorunların ele alındığını ve anlatıldığını ifade ederek, ‘1957 Krizi’, ‘Su Sorunu’, ‘PKK Sorunu’ ve ‘Suriye Türklerinin Sorunları’ olarak ortaya çıkan bu sorunların özellikle incelenmesi gerektiğini belirtti. İşte! İsmail Cingöz’ün yeni çıkan kitabı ‘Türkiye Suriye İlişkilerinin Dönüşümü: Arap Baharı ve Hatay Faktörü’ ile ilgili merak edilenler; Öncelikle, okuyucu bu kitapta ne bulacak? Hangi konularla karşılaşılacak? Okuyucu bu kitapta, temelde bu coğrafyada Türk tarihinin başlangıcını bulacak. Suriye’de 11. Yüzyıldan itibaren kesintisiz bir Türk varlığı var. Ortadoğu coğrafyasında Türk varlığının 11. Yüzyıldan daha önce başladığını ama kesintisiz olarak 11. Yüzyıldan itibaren Türklerin bu coğrafyada olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun yanın da Hatay’ın ne kadar önemli ol- farklıysa, Ortadoğu’su da farklı. Bu nedenle, duğu görülecek. “Ortadoğu neresi?”, “Kime göre Ortadoğu?”, “Hatay’ın önemli olduğu görülecek” dedi- “Kimin Ortadoğu’su?” diyoruz. niz. Hatay’ın önemi nedir? Hatay’ın ekonomik yönden önemine bakacak olursak, coğrafya olarak Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılması için kilit nokta. Ortadoğu’ya kara yoluyla açılan ticari yollar buradan geçiyor. Kara yolunu kapattığımız zaman, deniz yoluyla olan ulaşım ticari olarak da sekteye uğruyor. Ve pahalı hale geliyor. Hatay’ın demografik ve etnik yapısı da çok önemli. Arap, Kürt, Ermeni, Ezidiler ve bir de mezhepler var. Bu nedenle de kardeşçe yaşayan bir kozmopolit nüfus var. Ve bu nüfus, Hatay 1939’da Türkiye’ye katılırken, nüfusun hepsi Türkiye’ye katılım kararı almış. Oy birliği ile Türkiye’ye katılım kararı var. Herkesin kardeşçe yaşadığı bir yer. Bu açıdan önemli. Hristiyanlar için de kilit nokta. Hristiyanlara ilk ‘Hristiyan’ ismi burada verilmiş. Üç dinin bir arada bulunmasından dolayı önemli. Üç dinin barış içerisinde yaşadığı bir şehir. Dolayısıyla Hatay’ın bu özellikleri nedeniyle Hatay’da karışıklık çıkarmak isteyenler, mezhepsel karışıklık yaratmaya çalışıyor. Fakat halk, karışıklıklara meydan vermiyor. Hatay, büyük Kürdistan, büyük İsrail’in kurulması, İsrail’in güvenliği gibi amaçlarla da karışıklık yaşanmasının istenildiği bir bölge. Hatay, Kürdistan hedefiyle Akdeniz’e açılma kapısı olarak görülüyor. Bu amaçlarla da herkes için önemli bir bölge haline geliyor. Hatay, Suriye’nin de bırakmak istemediği bir yer Önemli bir nokta daha var. Hatay’a 1918 Mondros Mütarekesi ile Türkiye oradan çekildiğinde, biz orayı Fransızlara teslim ettiğimizde, bölgeyi fiilen 1946’ya kadar Fransa, ‘manda yönetim’ şeklinde yönetti. Ve Fransa oradan çekilirken, Suriye’ye bağımsızlığını verirken, Suriye yönetimiyle bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmada yer alan; “Mandater Fransa Devleti’nin bu dönemde imzaladığı bütün anlaşmaları Suriye Hükümeti kabul eder” cümlesi önemli. Bunu Suriye imzalıyor. Biz Hatay’ın Türkiye’ye devrini Fransa ile imzaladık. Dolayısıyla Suriye, Hatay’ın Türkiye’ye devrini o maddeyi imzalayarak mecburen kabul etmiş oluyor. Uluslararası hukuk açısından hiçbir boşluk yok. Ama sonra Suriye yönetimi “Siz bizi kandırdınız” diyor. Yani, Hatay Suriye’nin bırakmak istemediği bir yer. Kitapta ayrıca, ‘Arap Baharı’ olaylarının Türkiye’ye yansımaları, ‘Hatay’a Gelen Geçici Koruma Statüsü Altındaki Suriyeliler ve Sorunları’ konularını değerlendirerek “Hatay bölgesini kapsayan haberler…” konusunu ele alıp “Basında Arap Baharı ve Hatay” başlığına yer veriyorsunuz. Bu noktada basının olaylara yaklaşımını nasıl değerlendirdiniz? Çalışmayı oluştururken yaptığım incelemelerde, basının taraflılığı söz konusuydu. Hükümet tarafında olan basın farklı, muhalif tarafta olan basın farklı yazıyordu. Yani bir şeyler cımbızla çekiliyordu. Bu nedenle de halk biraz yanlış yönlendirilebiliyordu. Haberler ağırlıklı olarak; sınır geçişleri, Suriye’de halkın dramı, Suriyeli sığınmacılar ve olayların mezhepsel boyutları olarak işleniyor. Zaman zaman da halkı etnik ve mezhepsel boyutlarda kışkırtıcı haberlere de rastlanıyor. Bu noktada çalışmamı oluştururken hem bölgesel hem ulusal hem de uluslararası basından her görüşün olaylara bakışını yansıttım. Çalışmanın bu noktasında da objektif olmaya ve farklı görüşlere yer vermeye özen gösterdim. Okuyucu kitapta “Ortadoğu neresi?” “Kime göre Ortadoğu?” sorularıyla da karşılaşıyor sanıyorum. Bununla ilgili nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?
Dolayısıyla okuyucu kitapta, son bin yılın oradaki Türk varlığından günümüze kadar, Suriye coğrafyasını inceleme imkânı bulacak. Daha sonra Hatay üzerinden Hatay’ın Türkiye’ye katılış sürecine bakacağız. Ve Hatay’ın Türkiye’ye katılma sürecini ele alarak, Türkiye – Suriye ilişkilerinin dönüşümlerini göreceğiz. Bunun dışında, 2000’lere kadar biz Suriye ile düşman kardeşler olarak yaşamışız. 1957’de savaşın eşiğine gelmişiz. Kitabın içerisinde ‘1957 Krizi’ Şimdi, Ortadoğu deyip geçiyoruz. Kime göre de anlatılıyor. Ama 2000’den sonra oğul Esad Ortadoğu? Kimin Ortadoğu’su neresi? Mesela ile ilişkileri toparlamaya başlamışız. Ancak, birinin Ortadoğu’su Fas’tan başlıyor. Hindistan’a ‘Arap Baharı’yla her şey bozuluyor. kadar gidiyor. Başka birinin Ortadoğu’su Mısır’dan Dolayısıyla okuyucu tüm bu bilgi ve geliş- başlıyor, İran’a kadar gidiyor. Yani, herkesin meleri kronolojik olarak kitapta bulabilecek. Ortadoğu’su farklı. Aslında kimin siyasi hedefi
Kitapta, “Suriyeli mülteci sorunu sadece Türkiye’yi değil, Avrupa Birliği ülkelerini de ilgilendirmektedir” diyorsunuz. Bu cümleyi de geniş bir perspektiften açıklarsanız, neler söyleyebilirsiniz? Suriye’nin Arap yönetimlerinden farklı bir yönetimi var. Ve Arap yönetimi içerisinde laik yönetimle yönetilen tek devlet. Yönetim şeklinin en yakın olduğu ülke de Türkiye.
Bölge, Doğu Akdeniz bölgesine sınır. Doğu Akdeniz bölgesinin de zengin doğalgaz yatakları olduğu biliniyor. Bunun dışında İsrail güvenliği, hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Avrupa Birliği ülkeleri için önemli. O nedenle onlar, Suriye’yi asla bırakmıyorlar. Ayrıca, Arap Baharı ile birlikte terör örgütleri tarafından ‘vekâlet savaşları’ diye bir şey ortaya çıkarıldı. Emperyalist devletler, birbirleriyle mücadelelerini doğrudan yapmak yerine, bunu kendi finanse ettikleri örgütlerle gerçekleştirirdi. Her devlet, kendi örgütünü sahaya sürdü ve birbirleriyle savaştı. Suriye, Ortadoğu’nun ve İsrail’in güvenliğinin kilit noktası olması açısından ve Doğu Akdeniz bölgesinin yer altı kaynaklarına hâkim olunabilecek bir coğrafya olması bakımından önem taşıyor. “Hatay’ın Türkiye’ye Katılışı Sonrasında Suriye ile İlişkilerde Yaşanan Sorunlar” başlığı altında, ‘1957 Krizi’, ‘Su Sorunu’, ‘PKK Sorunu’ ve ‘Suriye Türklerinin Sorunları’ konularından söz ediyorsunuz? Kitapta bu sorunları nasıl ele aldığınıza kısaca değinebilir misiniz? Su sorunundan bahsedecek olursak, Türkiye’den Asi Nehri hariç bütün nehirler Suriye’ye doğru akıyor. Her ne kadar bugün Dicle, Fırat, Asi nehirleri öne çıkmış olsa da daha fazla su Suriye’ye akıyor. Suriye diyor ki; “Bu sular uluslararası sulardır. Türkiye bizim suyumuzu kesmez” diyor. Bununla birlikte GAP Projesi’nin ortaya çıkmasıyla, Türkiye’nin güçleneceğini düşünen devletler de bu projenin engellenmesi için Suriye’yi kışkırtma amacı taşıyor. Dolayısıyla su sorununu bu açılardan genel bir perspektifle ele alıyorum. Bunun dışında, Suriye’deki Türklerin sorunu var. Fransa ile Ankara Hükümeti arasında imzalanan 1921 Ankara Antlaşması ile belirlenen sınırın öbür tarafında kalan ve Türkmen olarak tanımlanan Türk varlığı, Suriye Türkleri ya da Suriye Türkmenleri olarak anılır. Suriye’nin hemen hemen her yerinde Türkmen nüfusu bulunur. Bizim Doğu – Batı bloklarında yer almış olmamızdan ve ilgilenememiş olmamamızdan dolayı oradaki Türklerin bize bir kırgınlıkları var. Ve Türkiye’den beklentileri var. Şu son dönemde de o Türkler, Türkiye’nin Suriye’ye gönderdiği yardımlar konusunda da bir ayrıcalık beklentisi içinde. Bir de oradaki Türkler, Bayır-Bucak Türkleri olarak geçiyor. Farklı bir Türk’müş gibi algılanıyor, ancak öyle değil. Ayrı bir ırk değiller, tamamen Türklerdir. Yaşadıkları coğrafyadan dolayı isimleri Bayır-Bucak olmuştur. Dolayısıyla tüm bu sorunları kitapta daha geniş bir şekilde ele alarak anlatmaya çalıştım. ile röportajı.
Sofya’nın Lozenets-
“Bir zamanlar onu Paris’in Montmartre semtiyle kıyaslıyorlardı, bana ise Prag’ın Mala Strana’sına benziyor. Bir yabancıya Sofya’da 20. yüzyıl başlarından Bulgar sanatı ve edebiyatını göstermek istiyorsanız, onu Lozenets semtinin dar sokaklarında gezdirmelisiniz. Onlar tam bir ansiklopedi gibi. “Kim kimdir?” Bu evlerde yaşamış kişileri ve hikayelerini bilmen yeterli…” Gazeteci, gezgin, ünlü Bulgarların unutulan hikayeleri ve gizemli olayların araştırmacısı ve fotoğraf ustası Magdalena Gigova Sofya’nın Lozenets semtiyle ilgili yazısına bu sözlerle başlıyor. Günümüzde başkentin en seçkin ve lüks semtlerinden olan Lozenets, romanlara konu olabilecek yaşanmış hikayeleri içinde gizliyor. Hükümetin ve Başkent Belediyesinin 1921 yılında o zamanlar Kurubağlar adı taşıyan mevkiiye imar ve inşaat izni verilmesiyle, bölgede ilk yerleşim başlar. Hükümet kararıyla Kurubağlar’dan 550’şer metre karelik bir arsa aydınlara ve emekli subaylara tahsis edilir. O dönemde Kurubağlar 3. şehir dışı alan kapsamında bulunduğu için, su ve kanalizasyonu yoktur. 1928 yılında mühendis Nikola Seliminski sayesinde bölgeye su ve kanalizasyon ağı kurulur. Yeşil alan ve dokunun bozulmaması için arsaların sadece 250 metre karesine inşaat, diğer alanı yeşil bırakma talimatı verilir. 1920’li yıllarda Avrupa’da eğitim görmüş mimarlar bu semtin mimarlık ve imar projesini hazırlar. Dönemin en seçkin mimarları bu yeni yerleşim alanına imzasını atar. Günümüzde “Jurnalista”(Gazeteci) Meydanı etrafında 1920- 1938 yıllarında güzel, şık binalar ve muhteşem bahçeleri olan evler kurulur. Ünlü mimarlardan Georgi Ovçarov ve Yordan Milanov her eve farklı bir tarz, farklı bir zarafet katmak için elden gelen çabayı sarf eder. O yüzden Lozenets’te yapı duvar ve çatılarda taş kabartma çiçek motifleri, ahşap oymalı çardaklar, süslü balkonlar, sıra dışı şekilde pencereler görmek mümkün. Bir zamanlar Mosul adındaki “Yordan Milanov” sokağında saray bahçıvanı ve seçkin yeşillendirme danışmanı Anton Kraus’un çiçek serası bulunurmuş. Kurubağlar semtine ilk yerleşenler arasında yazar Elin Pelin ve oyuncu Krıstö Sarafov. Kısa öykülerin ustası Pelin’in evi Ruhban Okulunun yamacında bulunuyor. Ünlü yazar, tiyatrocu, profesörler, bilim adamları eve gelir. Hatta yazarın mütevazi evinin kapısına sık, sık Çar 3.Boris de tek başına, koruması olmadan gelip, Elin Pelin’i ziyaret eder. “Bir yabancı Elin Pelin’in kim olduğunu bilmese bile, onu “Pod Lipite- Ihlamurlar altında” restoranına götürüp, yazarın nasıl bu yerin isim babası olduğunu anlatırsan, o hikayeyi anlayıp, etkilenecektir. Oraya ünlü Bulgar yazarları, aydınlar ve sanat adamları toplanırmış. Mekanın sahibi ise General Stefan Tasev imiş”. Hava güzelse Lozenets semtinin dar sokaklarında ağaçlar arasında yürümek ayrı bir zevk olacaktır. Semtin aşk hikayeleri de sonsuz, diye anlatıyor Magi. Yazar Dora Gabe ve şair Peyo Yavorov bu lokantanın üst katında görüşüyormuş. Onların arasında hem ateşli aşk, hem de ortak değerlerin paylaşıldığı beraberlik varmış. Gazeteciler semtinde 1925 yılında Bulgar gazeteciliğin “tarihçisi” sayılan Georgi Nikolov ve eşi, İtalyan Eliza, ilk kedi ve köpek barınağını açar. Onların evini Mustafa Kemal Atatürk de ziyaret eder. Askeri militer ataşe olan Mustafa Kemal o zamanlar bu ailenin kızlarının arkadaşı MaraMiti Kovaçeva’ya aşıktır. Miti ve Mustafa Kemal işte Kurubağlar’daki bu evde buluşur. Besteci Paraşkev Haciev, opera yıldızı İlka Popova, oyuncu İrina Maleeva da geçen asır Lozenets sakinlerinden bazıları. İlka Popova Paris Gran Opera, Milan La Scala’yı fethettiği gibi, Şalyapin’in kalbinde de taht kurmayı başarmış bir opera sanatçısı. Oyuncu İrina Maleeva da Kurubağlar’ın ünlü isimleri arasında yer alır: Снимка“İrina, Fellini’nin dört filminde rol almış tek Bulgar oyuncudur. 15 yaşındayken Roma’ya gidiyor. Orada okuyor ve resim yapıyor. İtalya’da ünlü yönetmen ile tanışıyor ve onun filmlerinde oynuyor. İrina Maleeva, meşhur Viyena’lı ressam Hundertwasser’in Balkanlarda resmini çizdiği tek kadındır”. Lozenets tarihçesini anlatırken Magi bir sırrı da paylaşıyor. Rimska Stena- Roma Duvarı olarak bilinen o duvar kalıntısı aslında Roma döneminden değil, burası eski Osmanlı namazgahından geri kalan bir yapı. Namazgahtan geri kalan duvarda, mimber hala duruyor. Burası bölgeden bütün Müslümanların toplanıp, Hacıları Mekke’ye uğurladıkları yermiş.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 135 - Ağustos 2018 11
S t a r o s e l k ö y ü n ü n Bulgaristan’dan Türk Akım hamlesi Oxford Enerji Enstitüsü Doğalgaz Araştırma Bölümü cekse Yunanistan doğru bir tercih olur. Ancak Merkez ü ç t u r i s t i k d e ğ e r i Başkanı Prof. Dr. Jonathan Stern, Bulgaristan ile Tür- Avrupa pazarını hedef alacaksa Bulgaristan daha iyi bir
Alevi Babası Halil İbrahim11 Koz ile Alevîlik üzerine
Starosel köyü Sredna gora ve Trakya ovası arasında bulunmaktadır. Köyün en büyük özelliği çok değişik zevki olan, seyahat tarzı olan insanları çekmesi. Örneğin eski Tıraklar’ın tarihine ilgi gösteren buraya gelebilir. Yerli şarapları sevenler de buyursunlar. SPA turizmi meraklıları için şifalı maden suyu bulabilir burada. İnsan hayret etmeden edemez. Küçücük, ilk bakışta sıradan basit bir yer, Bulgaristan’ın tam coğrafi merkezinde bulunup nasıl olur da bu kadar ilginç şeyleri bir arada barındırmaktadır? Yakına gelene kadar Starosel ünlü Hisarya SPA beldesine olan yakınlığından dolayı onun gölgesinde kalmıştı. Ancak günümüzde başarılı bir rakibi dönüştü. Starosel hayranları maden sularının özelliklerini, hidroterapinin faydalarını ve mineral havuzlarından aldığı zevki sözle anlatamıyor. SPA turizmi kalkınmakta ve Starosel>deki açık ve kapalı havuzlardan birinde yüzme yapan ve sağlıklı su prosedürlerinden memnun olmayan yerli veya yabancı yoktur. Mevcut harika otellere, yakın zamanda yeni turistik tesis eklenecek. Çünkü talep büyük. Rezervasyonlar dopdolu. Turistik kompleksinin iç avlusunda ise ünlü “Starosel” şarap izbesi bulunuyor. Uyanış dönemine özgü mimarisiyle dikkat çeken mekan meraklılar tarafından ziyaret edilebilir ve yerli şaraplardan tadılabilir. Starosel köyündeki izbe 8 üzüm çeşidinin yetiştirildiği 200 hektarlık bir alanda kendi üzüm bağlarından yılda 1 milyon şişe beyaz, roze ve kırmızı şarap üretiyor. İzbe aslında sadece 15 yıllıktır, ancak şarap üreticiliğinde eski geleneklere çok titiz bir şekilde uymaktadır. Usta şarapçılar buranın üzüm kalitesini belirleyip her bir rekolte için en uygun teknolojiyi önerirler. “Starosel” izbesinin özellikle kırmızı şaraplarının artık dünyanın dört bir yanında hayranları bulunmaktadır. Starosel köyünün üçüncü turistik değeri - Tıraklar. Köye bir kaç kilometre uzaklığında dikkate değer anıtlar, höyükler, yerleşim yerlerinden kalıntılar keşfedildi. Bu değerli tarihi, kültürel ve mimari miras ülke içinden ve yurtdışından bir çok turisti çekmektedir. Kalıntılar gerçekten çok iyi korunmuş. Ve ziyaretçilere ilginç bir şekilde tanıtılmaktadır. Her durumda, antik ve modern dünya arasında görünürde çelişki işaretleri yoktur. Başarılı bir şekilde bir arada yaşarlar ve bu, değere ve gerçeğe değer veren modern insanlar için faydalıdır.Turizm endüstrisinin aşırı işgali burayı fazla etkilemedi. Yerliler gelenekleri korumak için çaba göstermektedirler. Sonuçlar da memnun edici. Starosel köyünün turistik değeri artmaktadır.
Halil İbrahim Koz, elinde ihramı, yüzünde sevinci ile karşıladı beni. İlâcını çantasına, duasını kalbine koyup çıkmıştı Mekke yoluna. O gün 64 yaşına girdiğini söyledi. Belediye otobüsü sürmüş uzun yıllar, sonra hastalık sebebiyle emekli olmuş. Ve ondan sonra eşi Necmiye Koz ile köylerinde Hakka ve halka adamışlar kalan günlerini. Hac yolculuğu için çok heyecanlı ve çok mutlu. Hac, önce istemektir derler, belli ki çok istemiş Halil İbrahim Baba. Ve sonra da Allah’ın nasibidir, aynen Halil İbrahim Koz’un dediği gibi. Kendisi bir Alevî önderidir, Alevî babasıdır. Bulgaristan’ın Dulovo belediyesine bağlı Çernik köyündendir. O yörede yaygın olan Babaî alevilerindendir. Babaî alevileri Şücaeddin Veli dergâhına, Eskişehir’de bulunan Mehmet Demirtaş Dedeye bağlı olduklarını söylerler. Kendisi uzun yıllar Alevî cematinin hizmetinde bulunmuş, 2007 yılında “Alevî babası” seçilmiş. “Nedir Alevî babası?” diye soruyorum kendisine. “Önce insanız” diyor Halil İbrahim Koz ve devam ediyor “babalarımızın biri Hakka gider, onun yerine başka oturturuz.” Ve anlatmaya başlıyor Alevî babası olmak için hangi özelliklerin gerektiğini. “O kişi bilgi sahibi olmalı önce, kendisinde musahiplik bulunmalı, hizmeti olmalı, ahlâkı bulunmalı, ibadetini yerine getiren biri olmalı” diye sıralıyor şartları. Dahası da var, “Bu baba postuna getirilen bir kimse çok gayretli olmalı, çabuk efkârlanmayacak, her şeye anlayış gösterecek…” Çernik köyünde dedikleri gibi: “Bir babanın gönlünde böyle “serenli araba” dönecek.” O kadar geniş gönüllü olmalı yani! Alevîlerin hayatını, kültür yaşantısını soruyorum kendisine. “21 Martta Alevîler Nevruz kutlar.” diyor ve devam ediyor: “21 Martı Hz. Ali Efendimizin doğumu diye bilmekteyiz. Kurban getirilir, yumurta pişirilir. Yumurtalar toplanır bir kazana konur, su içinde pişirilir. Yapılan her şeyin bir kuralı, kanunu var. ” diyor Alevî önderi. Nevruz’da bütün talipler “ticarete salınır”, 7 Kasım’a kadar cem yapılmaz. Bağda, bahçede çalışırlar. Cem evlerine toplanmazlar. Sadece Cuma ve Pazartesi akşamları babanın evinde bir çıra (çerağ) uyarılır, mum yakılır, o yanar. Снимка7 Kasımda her babanın talibi toplanır. Kurban getirir. Harman kurbanı derler, bazı yörelerde tavuk getirilir, harman tavuğu derler. Kurbanlar bir kazanda akşama kadar pişer. Bu hizmeti, aşı yapanlara hâdim denir. Aş piştikten sonra akşam bütün talipler toplanır, muhabbet olur, dua edilir. Baba “ticaretiniz kabul olsun, toplanan mahsul bereketli olsun” sözleri ile dua eder. Ve böylece akşamları cem devam eder diğer Nevruz’a kadar… СнимкаBabaî tarikatı çift menzillidir, diye anlatıyor Halil İbrahim Koz. Tek menzilli olanlar da vardır, onlara sadece erkekler katılır. Çift menzilli olanlara kadınlar da katılabilir. Erkekler, halife babanın tarafına, kadınlar da halife ana bacının tarafına otururlar ve cem başlar. Alevîlerin Pazartesi ve Cuma akşamları toplanmalarının sembolik manaları var. Kâbe’de doğan ilk kişinin Hazreti Ali olduğu rivayet edilir. O da tam Cuma sabahına karşı doğduğundan Aleviler Cuma akşamı (Perşembeyi Cumaya bağlayan akşam) toplanırlar. Pazarı Pazartesine bağlayan gecede de Peygamber Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.s.)’in dünyaya geldiği rivayet edilir. O yüzden Pazartesi akşamı da toplanırlar. Alevîlerde ikrar olayı vardır, diyor Mekke-Medine yolcusu Halil İbrahim Koz. İkrar olması için bu kişiler evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş kişiler olmalı. İkrarda kurban kesilir ve bu yolda ömür boyu devam edeceğine dair söz verilir. Daha sonra ikrarlı aileler kendilerine başka bir kardeş aile seçer ve musahip olurlar. Снимкаİkrarlılar ve musahipliler cemevine toplanır. Herkes toplandıktan sonra üç çıra (mum) uyarılır (yakılır). Birinci mum Allah’ın adı ile, ikinci mum Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.s.)’in adıyla, üçüncü mum da Hazreti Ali (r.a.)’ın adına uyarılır. Dua okunur. Akşam namazı kılınır. Ondan sonra saka suyu içilir. Bu suya dua okunur, su şifalı olur. Herkes üç yudum içer. Bu su, cemde bulunan canlara İmam Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edildiğini hatırlatır. Daha sonra Kur’ân okunur. Sonra nefesler, ilâhiler okunur. Her cemde bir zâkir bulunur. Zâkir saz çalar, cemin “hareketine” göre nefesler söyler. Zâkir, zikreden manasındadır da aynı zamanda, Allah’ı, Yaradan’ı anan…
kiye arasındaki enterkonnekte doğalgaz boru hattının kapasitesinin 15,7 milyar metreküpe yükseltildiğini belirterek, “Bu adımın Bulgaristan tarafından TürkAkım’ın Avrupa’ya ulaşacak 15,75 milyar metreküp kapasiteli ikinci hattı için atıldığını düşünüyorum.” dedi. STERN, AA muhabirine Bulgaristan-Türkiye arasında yeni açılan 20 kilometrelik doğalgaz boru hattına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. TürkAkım’ın Avrupa’ya gaz transferi sağlayacak ikinci hattının ilk gideceği ülke olarak Yunanistan ve Bulgaristan’ın öne çıktığını hatırlatan Stern, “Eğer Gazprom boru hattıyla İtalya’yı ana pazar olarak benimseye-
Ralista Agayn istifa etti Finansal Denetim Komisyonu Başkan Yardımcısı Ralitsa Agayn, istifa etti. Parlamento kulislerinde istifa ettiğini bildiren Agayn, bunun kuralların ihlalinden dolayı değil, duygularının gerektirdiği bir şey olduğunu belirtti. Ralitsa Agayn, “Olympyc” sigorta şirketi ile 10 Mayıs tarihine kadar yapılan mali sorumluluk sigortası sonucu doğan zararların Garanti Fonundan ödeneceğini belirtti. “Olympic” iflasının yol açtığı krizin sorumlusu olarak gösterilen Agayn’ın görevden alınması yönünde hükümet tarafından Parlamento’ya teklif sunuldu.
Büyük Birlik Partisinden BULTÜRK’e Ziyaret Büyük Birlik Partisi İstanbul İl Başkanlığından BULTÜRK Genel Merkezimize ziyaret ettiler. BBP’den Sayın Mustafa AKDAĞ Türk İslam Dünyasından Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Dernek genel merkezimize gelerek bizlerin sorunlarını dinledi. Bizlerde kendisine dernek olarak çıkartığımız kitaplardan ve dernek tanıtımı broşurlerden kendisine taktim ettik. Kendisi de çok memnun kaldığını ve önümüzdeki günlerde İl Başkanları ile bir randevu alarak birlikte ziyaret etme fırsatını oluşturacaklarını soylediler. Bizlerde kendilerine Bulgaristan ile ilgili bir rapor vermek istediğimizi söyledik. Genel Başkanımızın Türkü” ve “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” kendi kitaplarından da “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan kitaplarını da taktim ettik.
Bursa Misyon Gazetesi Sahibi BULTÜRK’te
Bursa’da çıkan Misyon Gazetesi Sahibi Mümin TOPÇU BULTÜRK Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi imtiyaz sahibi Rafet ULUTÜRK’ü Makamında
Siyasi ve Aktüel Gazete
Haber Sorumlusu:
D r. N e d i m B İ R İ N C İ
Av. Hasan MOLLAOĞLU
Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü:
Z i h n i K A R P AT
Alptekin CEVHERLİ
İstihbarat Müdürü:
Hüseyin Y I L D I R I M
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Abidin KARASU
Eğitim Sorumlusu:
Avşin B A L K A N
Kültür-Sanat:
İbrahim SOYTÜRK
Spor Müdürü:
Serkan YILDIZ
İnternet Müdürü:
Muhammet ULUTÜRK
Halkla İlişkiler:
N e r i m a n E . K A LY O N C U O Ğ L U
Reklam Müdürü:
Seydullah H A L A Ç
Yazı İşleri Müdürü
Genel Yayın Yönetmeni Oya CANBAZOĞLU Genel Yayın Müdürü Raziye ÇAKIR
Yayın Danışmanları:
ziyaret etti. BULTÜRK Sahibi Rafet ULUTÜRK’ün kendisinin kaleme aldığı “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” kitabını taktim etti.
BULTÜRK - Dünyada’ki Temsilcilerimiz
www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 511 63 47
İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK
seçenek olacaktır.” değerlendirmesinde bulundu. Stern, TürkAkım’ın ikinci hattı konusunda AB ile de bir anlaşmaya varılmadığına dikkati çekerek, “Bulgaristan’ın bu konudaki adımı AB ile varılacak anlaşmaya ve AB içinde gaz transferine onay verilmesine de bağlı olacaktır. Bulgaristan ile Türkiye arasındaki enterkonnekte doğalgaz boru hattının kapasitesi 14 milyardan 15,7 milyar metreküpe yükseltildi. Bu adımın Bulgaristan tarafından TürkAkım’ın 15,75 milyar metreküp kapasiteli ikinci hattı için atıldığını düşünüyorum. Bulgaristan, TürkAkım’ın ikinci hattındaki kapasitesinin tamamına sahip olmak isteyebilir.” diye konuştu.
İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - H.TÜRKOĞLU Spor Komp.Karşısı
Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Tel: 0212- 5 11 6 3 4 7 - Fax: 0212 511 33 91 Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Prof. Dr. Hayati DURMAZ Akademi Yayıncılık A.Ş. Prof. Dr. Seçkin DİNDAR Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Dr. Erdal KARABAŞ Yazarlar yazılarından sorumludur. Metin KARAN w w w. b u l t u r k . n e t / w w w. b u l t u r k . o r g
Avusturya -Viena Almanya-Köln: Amerika-New York Belçika-Antwerpen İspanya-Madrid Kazakistan İsveç İngiltere London
: Osman BÜLBÜL : Ünal G A Z İ : Alaattin Gokay : Nevin BEYTULLAH : Hüseyin Hasan : Türkistan: Erkan : Seval ÖZTÜRK : Ridvan Akay Riko
B u l g a r i s t a n - Te m s i l c i l e r i Sofya:
Hikmet EFENDİEV
Blagoevrad:
Bülent MURADOV
Kırcaali: Ardino: Cebel: Plovdiv:
Mehmet TEFİK Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET İsak Yusuf KARAALİOĞLU
Smolyan:
Rufat FELETİ
Stara Zagora: Menderes KUNGÜN Loveç: Pleven: Razgrad
Emine BAYRAKTAROVA Rafet RODOPLU Levent RASİM
Silistra:
Nermin ÇAKIR
Dobriç:
Sebahattin AYYILDIZ
Ruse
Varna:
Zeki
İsmail
Mustafa İSMAİL
T Ü R K İ Y E -Ankara: İsmail ÇİNGÖZ
İst. Anadolu:Bölgesi İst. Trakya Bölgesi İst. Sultangazi: ist. G.O.Paşa: ist. Bayrampaşa: ist. Zeytinburnu: ist. Avcılar: ist. Başakşehir: ist. Kağıthane: İst.Küçükçekmece İst. Eyüp
Kocaeli:
Bursa-
- Bursa Yıldırım: - Bursa-Hürriyet: - Bursa-Yenibağlar: - Bursa-İnegöl İzmir- - İzm. Sarnıç: - İzm. Görece: - İzm. Buca: Edirne: Tekirdağ: Balıkesir-Bandırma: Eskişehir: Erzurum Mersin : Fethiye :
Sabri İSKENDER Nedim BİRİNCİ
Raziye ÇAKIR Murat YILDIZ Vildan ARDA Halil Zeytinburnu Ekrem SÜZEN Aydın FİDAN Nazım ÇAVUŞ Hasan H.KÖK Nuh Mete DENİZ Alptekin CEVHERLİ Ayşe HOCAOĞLU Turhan YAMAÇ Üzeyir AKGÜN Cevat ÇALIŞKAN Bayram BAYRAM Kenan ÖZGÜR Durmuş HATİPOĞLU Mümin GÜNEY Şevket YILMAZ Nadir ADLI Ertaş ÇAKIR Güner BAŞARAN Sevgin GÖKÇE Berkay MUTLU Ferda ER Fatih AKSAK
12 Sayı 135 - Ağustos 2018 12
Bulgaristan Türklerinin Sesi Dünya
Bulgaristan’ı Daha Yakından Tanıyalım -2-
Bayrampaşa’da bulunan BULTÜRK Derneğinin Genel Merkezinde Oya CANBAZOĞLU DİRİER’in BULTÜRK Genel Başkanı Sn.Rafet ULUTÜRK ile Derneğin Genel Merkezinde yaptığı röportajı sizlere sunuyoruz.
Bulgaristan Türklerini daha yakından tanıyalım -2- Bölüm
Sunucu Oya CANBAZOĞLU: Bulgaristan üstüne bol bilgi aldık, şimdi de sizi, Bulgaristanlı Türkleri biraz daha yakından tanıyalım. Siz Kırcaali’ye bağlı Köseler doğumlu olduğunuzu söylediniz. Bahar açmıştır şimdi Vatan bağrında, değil mi? Rafet Ulutürk: Taşların kuytusunda açmıştı kardelenler son gidişimde. Biz kardelene “akça bardak” deriz. Çiğdemler, menekşeler, sümbüller tütün fideleriyle birlikte boy atar. Biz Güney Doğu Rodoplular “tütüncü çocuklarıyız”, tarlada yetişmişiz. Ben de ilk ayakkabılarımı Bayırda, Arda boyunda ve davar ardında eskittim, okuduğum ilk kitapları Arda boyu patikalarında kaybettim. Arda sularının Kırcaali Barajına dolduğu yüksek vadidedir köyümüz. Köyümüzden baktığınızda Kırcaali ayaklarının altında kalır. İnsan özlüyor tabi ki. Sıla hasreti geçmeyen bir yara… “Arda ile Kırcaali’nin arası, saat sekiz arası” Türküsü bizim oraların acı bir yankısıdır. Bir dinleyelim isterseniz: Video (Arda ile Kırcaali arası.) 3.5 dak. Oya CANBAZOĞLU: Yakınlarınız kaldı mı oralarda? Rafet Ulutürk. Evimiz tarlalarımız boş da olsa duruyor. Annem babam, gidip geliyorlar. Bahar yaz oradalar. 1952’de Büyük Nazım gelmiş bizim oralara. Ben o zaman hayatta yokmuşum. Gezip gördükten sonra olacak ki, “Memleket isterim” şiirini kaleme almış: (“Memleket isterim Şiiri” N. Hikmet. Okuyan: Cahit Sıtkı Tarancı. Fideo –birinci dörtlük) Video – (ilk küplet – doğa çiçeklerle bezeli) https://www.youtube.com/watch?v=t7UW21rXyBk “Memleket isterim, Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun! Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim, Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun! Kardeş kavgasına bir nihayet olsun!”
Oya CANBAZOĞLU: Memleket isterim ne zengin fakir, ne sen-ben farkı olsun. Rafet Ulutürk: Memleket isterim yaşamak sevmek gibi gönülden olsun. Olursa bir şikâyet ölümden olsun. Oya CANBAZOĞLU: Sizin orada da, “yârin yanağından” sonra en paylaşılmaz duygular, VATAN sevgisi, değil mi. Bildiğim kadarıyla, bu konuda Bulgaristan Türkleri çok duyarlı. “Büyük Göçle” gelen, arkadaş olduğum, Mehmet’le çok yakınız, evine davet etti. Sehpa üzerindeki televizyonun yanında, içi toprak dolu bir kavanoz, dikkatimi çekti. – Bu ne dedim? – Dedem getirmiş, rahatsız, öteki odada yatıyor. “Mezarıma serpersiniz!” diyor. Büyük ricası ve bizden son isteği bu! Mezarında Vatan toprağı kokusu içinde olmak istiyor… Rafet ULUTÜRK; Bunun bir de tersi de var; Bir arkadaş Türkiye’ye kaçak geliyor ve Türk Polisi sınırda tutukluyor bunları. Üzerini ararken cebinde toprak buluyor. “Bu ne diye bağırıyor yüksek sesle. Kendin geldin yetmedi toprak da mı getirdin buraya.” Adamcağız “yok o toprak buradan Türkiye’den” diyor. “Peki neden ne yapacaksın bu toprağı” diye yine bağırıyor. “Eğer beni geri gönderirseniz mezarımın üzerinde Türk toprağı olsun diye cebime aldım” diyor ve sessizlik sarıyor etrafı. Tabi Türk polisi özür diliyor ve bunları İstanbul’a kadar götürüyor ve onlara yardımcı da oluyor. – Burada aklıma gelmişken bir örnek daha vermek istiyorum; Bir gün bir Bulgaristanlı Ankara’da önemli bir kurumu ziyaret ediyor. Orada ziyaret esnasında 3 kişi giriyor ve onları tanıştırıyor “Bulgaristanlı arkadaş” diyor ve acil dışarı çıkıyor. O gelen kişilerden biri soruyor; “Bulgaristan’dan geldiğine pişman mısın” diyor; Bulgaristanlı ufak tefek birisi hemen cevap veriyor; “Evet pişmanım” diyor. Hemen arkasından; “peki niye dönmüyorsun Bulgaristan’a seni Türkiye’de zorla tutan mı var” diye cevabı yapıştırıyor.
video – Bulgaristan’dan genel görünümler – tarafsız fon müziği) Oya CANBAZOĞLU: Tabii burada “cennet insanın doğup büyüdüğü” yerdir anlayışı ağır basıyor. Anlaşılan Bulgaristan Türklerinin yurt ve vatan sevgisini en net ifade eden söz – memleket, memleketim, değil mi? Rafet Ulutürk: Lehçelerimizde “memleket”, “köyüm”, “bizim oralar” ve benzeri sözler sıcaklık, saygı ve gönül okşayan anlatılabilmesi zor bir eda ile yüklüdür. Bulgaristan’da kalan yaşlılarımız son yıllarını orada geçirmek istiyorlar. Vatan konusu Bulgaristan Türklerinin hak yaratıcılığında, şarkı, türkü, şiir ve destanlarında işlenerek geliştirilmiş bir konudur. Bulgaristan Türkleri arasından geçen yüzyıl, 100 şair ve 10’dan fazla hikâye, uzun öykü ve roman yazarı yetişmiştir. Tüm yasaklara rağmen, Bulgaristan Türk edebiyatı oluştu. Recep Küpçü, Osman Aziz, Naim Bakov, Faik İsmail Arda ve başka şairlerimiz, Ahmet Tımış, Ömer Osman ve Halit Aliosman Dağlı ve başka yazarlarımız Vatan duygu ve anlayışını biçimlendirip beslerken, hiçbir zaman, hiçbir eserde “Kalın komşular göç etmeyelim!” demediler. Kovulmasaydık gelmezdik. Dara düştük, çok sıkıştırıldık, zorbadan kaçtık. Biz Bulgaristan’da Vatan kavgası verdik. Vatanımız o topraklarda yaşayanların ortak değeridir. Birinci dünya savaşında Bulgaristan Türkleri “O Vatan bildiğimiz toprak uğruna” 9 653 şehit verdi. O kahramanların, orada, VATAN UĞRUNA SAVAŞTA ŞEHİT DÜŞEN KAHRAMAN BULGARİSTAN TÜKLERİ”nin anıtı ve şehit isimlerinin altın harflerle yazılmış olduğu bir anıt levhası olmasa da, onların hepsi, egemen sınıfın ve zümrenin değişmesine rağmen Bulgaristan Türklerinin yaşadığı toprakların her karışının VATANIMIZ olduğunun kanıttır. Bizim orada, 140 senedir süregelen bir Vatan Kavgası yaşanıyor. “Bulgaristan” şiirinde şairimiz Recep Küpçü Türklüğümüze net renkler veriyor: Oya CANBAZOĞLU okuyor: (fon müziği ve “Bulgaristan” şiiri) BULGARİSTAN
Ufak tefek genç “NEDENİNİ SORSAYDIN DAHA İYİ OLURDU” diye cevaplıyor. Yanında diğer memur “peki neden pişmansın” diye soruyor. “Bakın beyefendi ben Bulgaristan’da doğdum orada büyüdüm ve ben orada yaşarken benim gönlümde BÜYÜK BİR TÜRKİYE VARDI. Bu gün dünyayı yöneten ABD olduğunu 7 yaşında çocukta biliyor artık. Amma benim ve benim gibi Bulgaristan’da yaşayan Türkler biz çocukken kavga bile etsek biriyle. O da Türkiye için bir kötü laf söylediği an hemen arkasından yapıştırırdık. Bu söylediğin kötü lafı Türkiye kaydetti bunun cevabını ve faturası sana geç de olsa kesecektir. Bunu unutma derdik ve buna inanırdık. Şimdi buraya geldik sizleri de gördük ne yaptığınızı ve benim içimde olan BÜYÜK TÜRKİYE KÜÇÜLMEYE BAŞLADI, İŞTE BUNUN İÇİN PİŞMANIM”. Diye yapıştırıyor cevabı. Tabi bunun karşısında hepsi şok oluyor. İşte biz Bulgaristanlıların düşüncesi budur bunu anlamak bu kadar mı zor bilemiyorum. Oya CANBAZOĞLU: Rafet Bey Sofya Büyükelçisini ziyaretinizi anlatır mısınız? Rafet Ulutürk: Evet Şubatta Sofya’daydık. BULTÜRK, Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi – BGSAM ve “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetemizden 10 kişilik bir heyet oluşturduk, Yeni Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy’un yeni görevini kutlamaya ve çalışmalarında başarılar dilemeye gittik. Bulgaristan Müslümanları Diyaneti – Baş Müftülük ve orada aktif etkinlikler yürüten “Kültürel Etkileşim Derneği” ziyaretlerimizden, ruhumu sarsan ve beni çok üzen bir izlenimle ayrıldım. Görüştüğümüz kişiler, Bulgaristan Türkleri arasından yetişmiş aydınlardı. Aralarında profesörler, doktorlar, yazar ve gazeteciler, yaşlı ve gençler, yıllardan beri bir sorunu çözemediklerini anlattılar. Mezarlık ve mezar yeri sorunu! Sofya merkez mezarlığındaki Müslüman parseli dolmuş. Yıllar önce 25 dönüm bir mezarlık yeri almışlar. O da dolmuş, çünkü Sofya Romanları da Müslüman kabristanlığına ve dini ritüelle defnediliyor. Baş Müftülük ata mirası vakıf mülklerinden 52 dönümlük bir araziyi yeni mezarlık için tesis etmiş, fakat tarla kom“Bulgaristan şusu Bulgarlar, birlik olmuşlar ve “etrafımızda Türk Yabancı değilim mezarlığı istemeyiz” eylemleri başlatmışlar. Sorun bir Bulgaristan türlü çözülemiyor. Komşular “itirazımız yok” imzası Yabancı değil tozduğum atmıyor. Yerli Türk kanaat önderleri yaşlıların girişiYollarım miyle bu arazinin dört yanından ikişer dönümü başka Mezarlarına ellerimle Müslüman mülkleriyle takas edip, yeni mülk sahipİndirdiğim leri, yeni bir engel çıkmazsa, imza verecekler. Takas Babam ve annem edilen 8 dönüme de mezarlık etrafına çepçevre sedir Senin toprağındadır ağacı dikerek, mezarlığımızı kem gözlerden korumak Bulgaristan istiyorlar. Duyarlı şairlerimizden Ak Kadınlı Ali BayYabancı değilim ben ram “Küçük Bulgar Mezarlığında Büyük Türkler YaTürkoğlu Türk’üm.” tıyor” şiirinde şöyle diyor: Oya CANBAZOĞLU: Bulgar devleti, makamları ve Oya CANBAZOĞLU okuyor, şiir (fon müziği aşırı milliyetçi kesim Türkleri yasa dışı ve yasal yolve Bulgaristan’dan mezarlık görüntüleri) lardan sıkıştırarak Vatanlarından, ata ocağından söküp atarken, ana dil ve kültür konularına en şiddetli saldı“KÜÇÜK BULGAR MEZARLIĞI” rıyordu. 21. yüzyılda, Avrupa Birliği üyesi ve uluslaBu karşıda gördüğüm küçük Bulgar Mezarlığı rarası insan hakları ve azınlık hakları sözleşmelerinin Soykırım devrinin acı hatırasıdır. her birini imzalayan bir ülkede, hiçbir azınlığa anaKabirler üstündeki soygun açan çiçekler dilde konuşma, yazıp okuma, eğitim alma olanakları Bulgar adı altında yatanların yasıdır. verilmemesi, değişik engelleme yollarına başvurulBuna benzer mezarlık görmedim hiçbir yerde. ması, bu konuda hiçbir önerinin dikkate alınmaması Ne İsa’nın haçı var, ne ağacı ne gülü… dikkat çekicidir. Bu mezarlık kanayan bir yaradır yüreklerde. Bu gün Bulgaristan’da son durum nasıl Rafet Bey? Toprağında yatanlar kalbimizde gömülü. Rafet Ulutürk: Anadil konusunda yasaklı duMezar taşlarındaki eski Bulgar adları, rumda değişiklik yok. Devlet etnik azınlık, kültürel Biz Türklerin gözüne bir ok gibi batıyor. azınlık, anadilde eğitim, “kültürel otonomi” gibi 21. Istıraplar içinde geçmiştir hayatları, yüzyılın olmazsa olmaz olan insan haklarını işitmek Küçük Bulgar mezarlığında koca Türkler yatıyor.” istemiyor. 2018’in Şubat ayında Kırcaali ilindeki 7 Rafet Ulutürk: Konumuz, Sofya’daki Müslüman Belediye Başkanı toplandılar, Eğitim ve Teknoloji bamezarlıklarında yer kalmamış olmasıydı. Ki bu şehirde kanına Türkçe eğitimin zorunlu ders programına alın25 bin Müslüman yaşıyor. Bu rakam yalnız vasiyet- masında ısrar ettiler. Türk dili bizim anadilimiz, günleri “Beni Türk Mezarlığına gömün” olan ve sayları lük iletişim dilimizdir. Biz Türkçe ’siz edemeyiz. Türk dili ders programında son ders olamaz! 1994’ten beri 200 bine yaklaşan Romanların dışındadır. Türk dili ders kitabı basılmamıştır. Yeni ders kitapOya CANBAZOĞLU: Sorun çok ciddi diyorsunuz. ları hemen basılmalı ve bedava dağıtılmalıdır. Ek kiBizim diyanet Başkanlığı bu işe el atmıyor mu? taplar yayınlanmalıdır. Bu konuda Bulgaristan TürkRafet Ulutürk: Olayın ciddiyeti herkesçe anlaşıl- lerini desteklemek gerek. mış gibi. Bulgaristan’a tam teşekkül 14 cenaze aracı Son yıllarda Bulgaristan Türkçe Öğretmenler Sengöndermişler. Bunlardan birisi Sofya’da Naaşları baş- dikası. Genç yazar ve şairler derneği kuruldu. 40 adet kent hastane, bakım ve huzur evlerinden memleketle- Türk Kültür Derneği tescil edildi. Bir yeşermedir gerine götürüyor. Fakat bu sorunu orada çözmek gerek. liyor bu baharla. Köylerde halk sanat toplulukları beSofya’da bir de binlerce Müslüman Arap yaşıyor. Onlar lirdi. Bulgar Türklüğünün yeni ruhu doğuyor. Çok çareyi Bulgar mezarlıklarından mezar yeri satın alarak değerli hikâye ve roman yazarlarımız da var. Halk çözmeye çalışıyorlar, ne var ki Bulgar mezarlıklarında edebiyatımız sonsuz bir kaynak. Müslüman defin ritüeli ve merhumun kıble yönünde Sazlarımız yine çalmaya başladı. O sayfaları hiç defnedilmesi yasak. Sofya’daki özel Hıristiyan meaçmadan bugün Şiirle başlayalım Birkaçını birlikte zarlıklarında Türklere de Mezar yeri satılıyor. dinleyelim: İşte Türkiye Devleti bunlara yardım etBir mezar yeri 5 bin leva yani 2 500 Euro. Sofya’daki meli bunların önünü açmalı. Müslüman emeklilerin aldığı emekli maaşı 200 leva Oya CANBAZOĞLU: Hayhay… yani 100 Euro. Şimdiki durumda evlatlarına yük olmak istemeyen bir Yaşlı Müslüman’ın 250 emekli Oya CANBAZOĞLU Okuyor: (fon müziği – maaşını biriktirip, kendine mezar yeri alması müm- Anadilimiz) kün değil. Yemek, içmek, ilaç, huzur evi ve başka Ahmet Şerif – ANADİLİMİZ masrafları dışında 20 ay tüm gelirini biriktirmesi anTürk milleti dilini lamına gelir ki, bir de buna, 1 200 leva defin parası Asırlardır işlemiş, eklemesi gerekiyor… fazla konuşmak istemiyorum… Toprağını, ilini Bu sorunu mutlaka çözmemiz gerek. / 15-20 saniye Türk ruhuyla süslemiş!
Annem bana bir yürek Bir ezanlı ad vermiş, Dil kitaptır, hak çare Varımıza nur katmış! Ezanına minare Türkiye saz taratmış, Dil kitaptır, hak çare Varımıza nur katmış! Dilim bayrak, hasretim, Milletimin incisi; Kutsal milli servetim Türklüğümün Türkçesi! Semiha Yılmaz Bekir – BENİM TÜRKÇEM Ne tatlısın anadilim, Varım yoğum, gerçeğim, İlk aşkım, büyük sevgim, Dillerin Güldür Anadilim! Türkçem benim, benliğim, Seninle “ana” dedim. Seninle gözüm açıldı, Yaşamayı seninle sevdim! Varsam ben seninle varım, Anadilimsiz ben yarımım. Sen ruhumun gıdası, Türkçemsiz ben ne yaparım? Türklüğümü sende bildim, Sensin yarınım geleceğim. Mutluluğum, ümitlerim. Anadilimle ben yüceyim!
Oya CANBAZOĞLU: İsim değiştirme sürecinde, o karlı kışlı zulüm günlerinde, ismi değiştirilmeyen kaldı mı? Rafet Ulutürk: Yok, kimse kurtulamadı. 1 milyon 53 bin 563 Türkün ismi Aralık 1984 ile 1985 Mart sonu arasında değiştirildi. 37 şehit verdik. Kurşuna dizilen kızlarımız, gelinlerimiz var. 17 aylık Türkan kızımız Birinci kurban düştü. Silahla vuruldu, Her sene “Mleçino” ( Sütkesiği ) köyünde şehitlerimizi anma ve terörü lanetleme, Türk kimliğimizi bileme ve hak ve özgürlük davamıza devam mitingleri düzenliyoruz. Soydaşlarımızdan da çok katılımcılar oluyor. Kahramanlık şiirleri söylüyoruz, Türk ruhumuzu kabartan şarkı ve türküler söylüyoruz. Türkan Çeşme Anıtı’na çiçek ve çelenk koyuyoruz. Bultürk derneği olarak bu anma törenlerine, Mestanlı anıtı önünde “safları yoklama” mitinglerine devamlı katıldık, katılıyoruz. Sorunuzu cevaplayayım, adı değiştirilmeyen kalmadı, fakat 72 bin kardeşimiz, çok değişik nedenlerden dolayı Türk isimlerini geri alamadılar. Bu yöndeki çalışmalarımız devam ediyor. Bazı evrakları Bulgar ismiyle, Türk vesikaları ise Türk ismiyle olan büyük bir kitle var. O ağır yıllarda, biz genç kuşağın Vatan’ına küsmemesi için çalıştık. Şairlerimizden bazıları şu mısralarla çıkmıştı ortaya: “Benden nasihat olsun sana, Yerle gök birbirine karışsın ister Köksüz bir ağaca dönme Unutma sakın, sarıl VATANA!”
İşte bu dörtlük gibi mısralar tutmuştu. İkilik oluştu. Sele kapılıp Türkiye’ye gelseler de, bazılarının aklı orada kaldı. İkilik oluştu. Sonuçları ortadadır. Bu sorunlarla ilgili ayrı bir inceleme ve araştırma yapmak istiyoruz. Oya CANBAZOĞLU: Kuşkusuz biz maneviyata ilişkin konularda, pürüzleri aşarken, “Türklerin en az geçmişleri kadar büyük gelecekleri olacak ve bu gelecek, o geçmişe dayanacaktır.” diyoruz. Rafet Ulutürk: Öyle de milleti ayakta tutan inanç birliğidir. Bir ileri, bir geri bakanlar doğru yolu bulamaz. Milletim Türk’tür. Bulgaristan Türkleri Büyük Türk milletinden kopmaz, bölünmez bir parçadır. Tüm kapılar kapansa Türkiye kapısı açıktır, dediğimizde, çok uluslu, çok etnikli, çok kültürlü bir yapılanmayı kabul etmeyen bu ülkede, atılım gerçekleştirmek çok zor bir iş. Bu ortamda Türk ülküsüyle yaşamak, ancak kişisel bir hak düzeyinde kalıyor. Kollektif eylem hakkı olmaya ortam bulamıyor. Azınlıklara ortak (kollektif) hakları tanınmayınca, sivil toplum örgütleri hedeflerinde başarılı olamaz. Bulgar dilinde “hükümet dışı” ya da “siyaset dışı” adıyla bilinen, sivil toplum kuruluşlarıyla geleneksel dünya görüşünü yaşatmak ne kadar zorsa, yenisini aşılamak da o kadar zordur. Hayat bize birçok şeyi öğretti. Bunlardan biri, sürgün edilmenin, içeri düşmenin, “Belene” gibi toplama kamplarında yıllarca ezilmenin ancak büyük bir toplumsal boşluk oluşturduğunu ve bu boşluğun Bulgar devleti ve makamlarıyla – Türk halk topluluğu arasında derinleştiğini gösterdi ve bizi buna inandırdı. Ne yazık ki, Türkçe kitaplarından yastık yapma hareketi doğmadı. 72 bin Türk sokaklara döküldü. Meydanlar doldu. Her yer gösterici doldu, taştı. Bulgaristan tarihinde Bulgaristan Türkleri ilk kez ayaklanmıştı. Bu bir devrim değildi. Çünkü siyasi hedefleri yoktu. Komünist iktidarın devrilmesini isteseler de, iktidar olmaya şahlanmamışlardı. Gelinler eşlerinin sürgünden, hapisten salıverilmesini, kitle Türk isimlerinin geri verilmesini, yaşlılar camilerin ve tekkelerin açılmasını, hak ve özgürlükler kapsamında anadil ve anadilde, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite özgürlüğü, Devamı 14’te
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 135 - Ağustos 2018 13 Türk Dünyası
BULTÜRK’te Konferans
KONFERANS: “Dünden Bu Güne Balkanlarda ve Bulgaristan’da Gagauz Türkleri” Konuşmacı: Doç. Dr. Olga RADOVA, Tarihçi, Etnolog, Yazar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Misafir Öğretim Görevlisi. Organizatör: BULTÜRK DERNEĞİ, İSTANBUL, 16 AĞUSTOS 2018 YIL Doç. Dr. Olga RADOVA’nın “BULTÜRK” – Bulgaristan Türkleri Derneğinde, 16 Ağustos 2018 tarihinde, Konferans konuşması: Sayın konuklar, çok değerli Türk kardeşlerim, konferansımıza hoş geldiniz! Böyle bir günde sizinle birlikte olmamız, bizi onurladıyor, mutlu ediyor! Konferansımızın konusuna geçmeden, önce, söylemeliyiz ki, Moldova Cumhuriyeti’nde ve Gagauziya Özerk Bölgesi’nde yaşayan vatandaşlarımdan, soydaş – Gagauz Türklerinden, sizlere selâmlâr getirdim, onlar dediler ki, “Söyleyiniz Türkiye’yedeki Türk kareşlerimize, dostlarımıza, biz onları çok seviyoruz, mayıl oluyoruz, ne kadar Türkiye Türkleri çalışkan, insanî ve çok cömert insanlar, bizden uzakta da olsalar, yine de, bizleri de düşünüyorlar. Biz de onların her zaman iyiliklerini ve güçlü olmalarını diliyoruz, sağ olsunlar, var olsunlar!” Bugünkü konferansıma bildirimi, Türkiye Türkçesinde hazırlamağa çalıştım, fakat biraz da siz işidesiniz ki Gagauz Türk kardeşleriniz nasıl bir Türkçe konuşuyorlar-söyleşiyorlar, bilesiniz, ona göre de biraz da Gagauz Türkçesi ile de söyleşeceğim. Söhbetimizde, olabilir işidâsiniz, çok eski, Balkan, bütün Güney-Doğu Avrupa bölgesinin Türkçesinden – benim kendi ana dilimin, Gagauz Türkçesinin sözlerinden. Türk Dünyası coğrafyasında, Gagauz Türkleri ve onların dedeleri, M.Ö. (Milâdî Önce), çok evvelki zamanlardan itibaren, çok geniş yerlerde yerleşmişler – Anadolu’da, Balkanlar’da, Güney-Doğu Avrupa’nın çeşitli tarihi bölgelerinde – Dobruca’da, Trakya’da, Makedonya’da, Bucak’ta, Orta Volga’da vb. Gagauzlar, bütün Türk Dünyasının, Türk Milletinin bir parçasıdır, onun için, bukadar kısa bir süre zaman içerisinde, hepsini tarihi konuları anlatabilmek mümkün değil. Burada başlasak hepsi Türklerin, tarihi ve kültürü ile ilgili konuları açıklamağa, zaman yetmez ve kaç vakıt sürer. Ama bir iş belli ki, Türklerin tarihi ve kültürü, medeniyatımızın çok evvelki, dedelerimizden kalma, çok zengin bir kültür mirasıdır (varlığıdır) ve geniş coğrafyada var olduğunu görüyoruz. Onun için, bugün, konumuza göre, Bulgaristan’da ve Balkan Yarımadası’nın diğer devletlerinde bulunan, Gagauz Türkleri için söz gidecektir. Gagauzlar Türk(tür), onların dedeleri, İslam’dan/İslamyet’ten önce, Hıristiyan dinini kabul ediyorlar ve binlerce yıl, hangi coğrafyada da yaşasalar, diğer karddeş Türk toplulukları ile her zaman dostluk içersinde yaşamışlar ve bu gün de Allah’a şükür ki, hep öyle devam ediyorlar. İslamyet’ten itibaren (VI-VII yüzyıllar) Türk’lerin büyük bir kısmı Müslüman dinini kabul ediyor. Ancak bugün dünya üzerinde, buddist, hıristiyan, müslüman ve şaman Türkleri var. Zaman geçtikçe, herbir Türk soylu insanlar, kültürlerini ve adetlerini, kendi dinlerine temellenerek, yaşatmaya devam ediyorlar. Fakat islamyet ve hıristiyan dinlerinin öncesi, kültür mirası – Türk’lerin ortak bir kültürü, çağadaş zamana kadar korunulmuş. Bilimsel araştırmalarımız gösteriyorlar ki, o ortak Türk kültür mirası, bugüne kadar çeşitli Türk soylu milletlerde korunulmuş – Azerbaycan Türklerinde, Gagauz Türklerinde, Bulgar-Türk’lerinde (bugün “Slavlaşmışlar”), Türkiye Türklerinde, Tatar Türk’lerinde, Uy-
gur Türklerinde, Nogay Türklerine, Türkmen Türklerinde, Kırgız Türklerine ve diğer Türk boylarında. Gagauzlarla ilgili hangi bilimsel konuyu da alsak – tarihi, dili, dini, folkloru, adetleri, yerleşim yerlerini – Gagauzların etnik topraklarını, genelden söylesek – Gagauz Türklerinin kültür mirasını oluşturan konuları, hepsiciği çok önemli ve stratejik konulardır. Çünkü onlar çağdaş zamandaki, çeşitli etnosların veya halkların/milletlerin tarihlerine, ister-istemez söylemeliyiz ki, Güney-Doğu Avrupa ve diğer tarihi topraklarda bulunan devletlerin, jeopolitik ve stratejik projelerine de dokunuyorlar. Burada söylemeliyiz ki, kendim de bir Gagauz Türkü/Türki olarak, Gagauzların tarihi, kültürü, yerleşim yerleri, göçleri, folkloru ve etnogenezisi ile ilgili konuları, yaklaşık otuz yıldır araştırmaktayım ve bugün de bilimsel çalışmalarım, bu alanda devam ediyor. Bilimsel araştırmalarım Balkan Yarımadasında, Güney-Doğu Avrupa’da ve diğer bölgelerde bulunan ülkelerde – Almanya, Bulgaristan, Makedonya, Romanya, Moldova, Rusya, Türkiye (iç Anadolu’da, İstanbul’da Karadeniz’in taraflarında vb.), Beyaz Rusya, Ukrayna, Kafkas – KabardinBalkarya ve Kuzey Osetya ve Kırım’da vb. yerlerde oldular. Gagauz Türkleri ile ilgili çok cevap bekleyen bir takım sorular var; Kim miş, Gagauzların dedeleri? Neredeymiş, onların yerleşim yerleri? Neden, hererde Gagauzlar ve onların dedelerini, hep bir göçmen gibi göstermişler? Neden onların ana dillerini (Gaguz Türkçesini) okullarda öğretmemişler? Neden Gagauz Türklerinin, gerçek soy kökleri ve tarihlerini saklamışlar?
Ama nesoy öyle büyük sevgi Gagaulara karşı var da, hepsiciği, onların etrafında bulunan insanlar, kendi soylarından Gagauzları görmeğe istiyor? Neden çeşitli devletlerin kaynaklarında, sadece kendilerinin bakış acısıyla, Gagauzlara türlü-türlü soy adı vermişler veya yeni adlar takmışlar; Gagauzların soy kökleri ile ilgili çeşitli hipotezler çıkarmışlar? Acaba hagisi doğrudur? Neden, dünyada bir avuççuk kalmış, Gagauzlara bu kadar sevgi ve dikkatler herbir taraftan? Değerli konuklar, Soruşlar çok daha var, ama artık geçelim açıklamalarımıza, gösterelim ve anladalım, bilimsel araştırmalarımız, ne yeni bilimsel açıklamalarına getirdiler, belki de, kısmet(d)imize, inşallah, bu bilimsel açıklamalarımdan, hepsine fayda olur, Gagauz Türklerine de, Bütün Dünnya Türklrerine de, başka soydan halklara da.
Gagauz Türkleri Balkanlar’da, Bulgaristan’da, Güney-Doğu Avrupa’nın diğer tarihi topraklarında çok evvelki ve yerli/avtohton insanları Gagauzlar bir halk olarak, GüneyDoğu Avrupa’da–Balkanlar’da, Dobruca’da,
Dr. Nedim BİRİNCİ Günden Değişiyor Bucak’ta ve diğer tarihi topraklarda oluştular. Gagauzların soyları veya etnogenezisleri, çeşitli Türk boylarından oluştuklarını görüyoruz. Bugün Gagauz Türklerinin soy kökleriyle ilgili, 22 hipotez var, fakat bilimsel araştırmalarımız gösteriyorlar ki, %70-80 Gagauzların soy köklerine, Oğuzlardan=İskitlerden geliyor. Bilimsel, temelli/esaslı araştırmalarımızın sonuçları, Gagauzların ve onların dedelerinin, daha evvelki vakitlerden itibaren, Güney-Doğu Avrupa’da ve o bölgeye giren Bucak’ta ve diğer tarihi topraklarda, XVIXVII-XVIII yüzyıllarda ve daha evvel de, onların dedelerinin 2500-3000 seneden önce de o topraklarda (bölgelerde) yaşadıklarını ve yerli/avtohton olduklarını gösterdiler. Değerli konuklar, Bugün, konumuza göre, ağılık Bulgaristan’da yaşayan Gagauz Türklerine verilecektir, yanında diğer Balkan Yarımadası ülkelerinde de – Makedonya’da, Yunanistan’da, Romanya’da yaşayan Gagauz Türkleri için de, söz gidecektir. Büyük – Rum, Bizans, Osmanlı Devletlerinde, Rusya Çağırlığı ve Sovyetler zamanında, Gagauz Türkleri Gagauz Türklerinin dedeleri Bizans döneminden daha evvel, GüneyDoğu Avrupa’da, Anadolu’da ve diğer tarihi bölgelerde yerleşiyorlar. Bizans ve Osmanlı devletleri zamanlarında, Gagauzlar ve dedeleri, bu devletlerin bölgelerinde serbest gezerek, hayvanları otlad (t) ıyorlardı, aynı zamanlarda, bulundukları yerlerde buğday, darı, zarzavat, meyva, üzüm, coğrafyaya göre, diğer malzemeler (tarım gıdalarını da) de ekip, yetiştiriyorlardı. Orta çağ zamanlarında ve daha evvel de, Gagauz Türklerinin dedeleri, Anadolu’da, Balkan Yarımadası tarihi topraklarda – Trakya’da, Makedonya’da, Dobruca’da; Güney-Doğu Avrupa’nın diğer tarihi bölgelerinde – Bucak’ta, Özi (Özi kırlarında), Orta Volga’da; Kafkas’da ve başka yerlerde toplu yaşıyorlardı. Gagauzlar, Osmanlı Türklerinden de, Selcuk Türklerinden de önce Güney-Doğu Avrupa’da yerleşiyorlar. Osmanlı döneminde ve daha evvel de, Gagauz Türklerinin yaşadığı yerler hiç bir sınırla bölünmezdiler ve onlar bütün GüneyDuğu Avrupa’da serbest gezerdiler. Osmanlı Devleti’nin kuvedi yufkalandıkça (XVIII. yüzyılın sonu – XIX. yüzyıl) ve hepten çökünce (XX. asırın başlantısında), daha sonra da Sovyetler Birliği dağlınca (XX. asırın sonunda), Güney-Doğu Avrupa’da yeni bağımsız devletler kurulu(şu)yor, Gagauzlar ister-istemez çeşitli devletlerin sınırları içerisinde yaşamağa kalıyorlar – bugünkü Makedonya’da, Moldova’da, Ukrayna’da, Romanya’da, Türkiye’de, Bulgaristan’da, Yunanistan’da, Rusya’da (önce de Osmanlı ve Rusya Çağırlığı devletlerinin sınırları içerisinde) çünkü onların (Gagauz Türklerinin) yaşadığı tarihi toprakları bölündüler ve yeni kurulmuş devletlerin sınırları içerisinde kaldılar. O zamanlar (XVIII. yüzyılın sonu – XIX. yüzyılda), Gagauzların bir kısmı, Balkan Yarımadası’ndan ve Güney-Doğu Avrupa’nın diğer bölgelerinden, Rusya’nın güneyine ve Besarabya’nın güney tarafına – Bucak isteplerine (kırlarına) göç ediyorlar, diğer kısmı da, Prut nehri boylarına ve oralarda yerli Gagauzların ve Moldovanların içinde yerleşiyorlar ve yeni köyler de kuruluyor. Osmanlı Devleti çöktüğü zaman ve Sovyetler Birliği dağıldığı zaman, ayni paralel olayları görüyoruz. Gagauz Türklerinin topraklarını yine devlet sınırları bölüyor ve onlar yine ayrı devletlerin sınırları içerisinde olmak zorunda kalıyorlar. Besarabya’nın güneyinde, iki nehirin – Prut ve Dnesrtr’ın arasında bulunan tarihi topraklara Bucak deniliyor. Bucak – o bölgenin çok evvelden kalma eski tarihi Türkçe adı, fakat 1806-1812 yıllardaki, Rusya ve Osmanlı harbinden sonra, 1813 yılında, Bucak’a – bugün de Gagauz Türklerinin yaşadığı yerlere/topraklara, Besarabya adı koyuluyor. Devamı 15’te
Tarih: 17 Ağustos 2018 Konu: Yeni atılımlara hazırlanıyoruz. Bulgar tarihçiler ve diğer bilim insanları tarihte daha uzun ve derin izler bulmak için eşelemeye devam ederken, kimi defa istemeye istemeye olsa da önemli gerçekleri ifade etmek zorunda kalıyorlar. Bulgar halk psikolojisinin önemli bilginlerinden olan Prof. Dr. Lübomir Georgiev – Sofya “Kl. Ohridski Üniversitesi Psikoloji Fakültesi Dekanı – “Poglem Video” söyleşisinde “500 yıl süren Osmanlı devrinde Bulgar nüfus 2 milyon kişi artmıştır. Kölelikten söz etmemiz söz konusu olamaz. Son 30 yılda ise nüfusumuz 2,5 milyon kişi azaldı.” dedi. 2,5 milyon Bulgar vatandaşına Türkiye’ye kovulan 500 bin “Büyük Göç” mağduru katılmamıştır. Dünya istatistiklerine göre, sansür uygulayarak halkın beynini karartma işinde, 179 ülke sıralamasında, 111. yerde olan Bulgaristan’da, 1 650 000 (bir milyon altı yüz bin) yaşlı vatandaş sefalet çıtasının altında çok derin bir mağaraya tıkılmış ve can çekişmeye devam ediyor. Bu konuda hükümet makamları sürekli yalan haber üretiyor ve halkı kandırmaya çalışıyorlar. Yabancı ülkelerde çalışanlardan gelen yardım paraları olmasa bu kategorinin yok olması birkaç ay meselesi olmuştur. Bunun sebebi ise, ihtiyarların birçoğunun sosyal yardımlarla (135 leva) geçinmek zorunda olduğu ve bu paranın ilaç için bile etmediğidir. Bulgar basını durumun gerçek yüzünü açıklamaya çalışırken “Türk esaretinde bile bu kadar çekmemiştik” ifadesini kullanıyor. Sözde Türklerle yaşarken zorluk çekmişlermiş… En büyük işçi konfederasyonu olan (KNSB) son açıklamasında, “çalışanların % 72’sinin geçinebilmeleri için gerekli olan asgari gelirin altında aylık ücret aldığını” duyurdu. Konuya değinen tanınmış gazeteci – yazar Kivork Kivorkiyan, “oligarşiyi temsil eden üst yapının tüm çabalarıyla Bulgaristan halkının geçmişi karartılmaya ve tamamen silinmeye çalışıyor. Vatandaşlar boş bellekle bırakılmak isteniyor. Belleksiz – hafızasız – bir halk yaratılarak pastelin gibi yoğuracaklar, ezip bükecekler! İstedikleri şekle sokmak istedikleri bir halk yaratmak istiyorlar!” diye yazdı “Fakti.bg” yayınında. (17 08 2018) Yazar Kivork Türklerden Çingene ve Pomaklardan söz etmese bile, bizim üzerimizde son 70 yılda çok yoğun bir çalışma var. 6 ay Sofya’da çalışan Avrupa Konseyi’nde, bu memlekette Türk, Pomak, Çingene, Ulah, Yahudi, Ermeni, Gagauz ve Tatar da yaşıyor tümcesinin kurulmadan yazılıp çizilmesi herkese dudak ısırttı. Hep Balkanlardan söz edildi ama Balkanlarda 80 halk azınlığı yaşıyor ve bunların kimlik, din, anadil, kültür vs hakları var bunlar nasıl sağlanacak ve geliştirilmesine imkân sunulacak mı denmedi. Herkes dilini yutmuş maaş gününü bekliyor… Bulgar halkının ve bu halkı oluşturan Bulgarlar dışındaki etniklerin dinsel ve kültürel zenginleşerek gelişmesine gereksinim var. Batı dünyasında din solmuş kuruyor. Bu arada XX. yüzyılda İslam dini yeşerip dallanıyor, bu gerçeğe de değinen yok. Türkiye, tarih değiştiren adımlar atıyor. Başkan Sayın R.T. Erdoğan’ın Amerikan Başkanı D.Trump’un yaptırımlarına, ekonomik ve mali saldırılarına göğüs gerdi. Ödün vermeden durumdan çıktı. Mağdur hakların hepsine örnek oldu. Ama değinen yok. Akıllarına ilk gelen Kırım Savaşı’nda zorlanan Osmanlı’nın 1876’da dış borçları 200 milyon Sterlin olduğunda “iflas ettiğini açıkladığı” gibi, Büyük Başkan Sayın Erdoğan yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti’nin de “iflas” demesini gece gündüz beklediler. Filibe (Plovdiv) döviz bürosu 14 Ağustos’un akşam saatlerinde “YTL almıyoruz!” dediğinde sanki bayram ettiler. Gazeteciler “Düyünü Umumiye” nin Bulgarcasını aramaya koyuldular. Bir gün sonra faiz ve kur sisi kalkmaya başlayınca şaşırıp kaldılar. Türkiye’nin eski Türkiye olmadığını, kökten değiştiğini, güçlendiğini, farklı bir dayanıklılık sergilediğini bütün dünya gördü. Herkes güçlünün yanında yer almaya sıraya durdu. 1959; 1970; 1980; 1990 ve 2001 darbeli, parası dalgalı, ekonomisi sallantılı, halkı tedirgin ve umutsuz Türkiye tarih oldu. D. Trump ve ardındaki tuzakçı soyguncular ile darbeciler el uzatsa Türkiye’de tutacak olmadığı ortaya çıktı. Eskiden istedikleri an Generallere askeri darbe yapıp kasalarını doldurup kaçıyorlardı. 10 yılda bir aynı tuzağı kurmaya alışmışlardı. Sayın Erdoğan’ın dünya düzeninde köklü değişikler gerektiğine işaret eden “Dünya beşten büyüktür” sloganı dünyaca destek buluyor. Kamuoyunda tartışılan ana konu Başkan Sayın Erdoğan’ın öngörü derinliği oldu. Katar’dan, Rusya’dan, Almanya’dan sonra Çin de Türkiye’nin yaptırımlı saldırıya karşı aldığı tedbirlere ve izlediği isabetli siyasete destek geldi. www.bghaber.org/bghaber/gunden-degisiyor/
14 Sayı 135 - Ağustos 2018 14
Bulgaristan Türklerinin Sesi Geziler Türk Dünyası
İbrahim SOYTÜRK
Dokuz Yüz Yıl (900) http://www.bghaber.org/bghaber/dokuz-yuz-yil-900/
Tarih: 21 Ağustos 2018
Konu: Kaynağından Güç Alan Berrak Serüven!
Geç orta zamanda ve yeni zamanlardaki tarihsel maceramız Balkanlar’da – Trakya ve Ege’de geçti. Çavdar ve nohut kahvesi ile başladı. Kahveli medeniyet doğdu ve yaşamaya devam ediyor. Batı uygarlığı köpüklü kahveyi ve telvede fal bakmayı öğrenemedi. Beğendiği her şeyin adını değiştirip özümsedi. Rengini, kokusunu ve tadını bilmediği “Yemen kahvesine”, “Viyana Kahvesi” dedi. Kanaya koydu “Mocca”, makinada süzdü “Filtreli” ekledi. Şekerli şekersiz sonradan geldi. Bir parça şeker özünü iki diş arasına alma kültürünü öğrenemedi gitti. Türk İslam kültür ve medeniyeti Rumeli’ye eşeksırtında gelmedi, sırtta taşıyanlarca temsil edildi. Unutulmamalıdır! Biz bu coğrafyada İstanbul’un fethinden önce de vardık. Bu fetihle doğan Yeni Çağın yarattığı binlerce manevi eserde biz de vardız. İslam’ın Balkanları fethetmesinde yer aldık. 100 makam ve 300 ritimle geldik. Olayın yankılanması devam ediyor. Akıncı ve Mohaç türküleri yaşıyor. Asırlar önce Avrupa’ya akan ve Viyana Kalesi’ne çarpan dalga geri dönmek üzeredir. Yukarı Tuna boyunda her gün “Kaffe Zeit” – Kahve Vakti – geldiğinde fincanına bakıp kabarcık sayanlar o dalganın dönüşü hayaline ürperiyor. Uygarlaştırma serüvenimizin Batı macerasında 300 yıllık kahve huzuru bireyden kişi yaratan anlayışın biçimlendiği döneme rastlanır. Türk milleti olarak biz, İslam medeniyetini yoğururken içine kendi tuz, renk ve zevklerimizi de katabildiğimiz inancıyla yaşıyoruz. Üstelik Balkan İnsanı Kimliği ve Batı medeniyetini mayalayıp biçimlenmede çok önemli katkılarımız olduğuna inanıyoruz. Ve yine altını çizmeden geçemeyeceğimiz, İslam’ın taşıyıcısı olan Türklük Balkanlara derin kökler salarak Batıya doğru uzanışı gerçekleştirmeseydi, bugün yerel, ulusal, bölgesel, kıtasal ve küresel tarihte gündem olamazdık. 900 yıldan beri içtiğimiz suyun berrak kaynağı, Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulması ve Hilafeti sözü geçer duruma getirmesiyle akmaya başladı. Yoluna bent çekmek isteyen geçmişi zengin, sınırları Balkanlar’da Tuna’ya, güneyde Suriye’ye dayanan Bizans 1071’de Malazgirt’te ezildi. 26 Ağustos 2018’de yıldönümü kutlamaları var. Olayın önemi üstüne Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN konuşacak. Ezilen (1071) – Bizans – çok büyük, tecrübeli, azametli, lakin yorgun ve belki de şevksiz ve heyecansızdı. – Bu tespit, o zamanlar nargile falına bakanların fokurdayış sesinden okuduklarıydı. Malazgirt fetihten iki önemli şey doğmuştur: 1) İSLAM COĞRAFYASINDA SİYASİ BİRLİK
2) BATI FETHİ AKINI BAŞLAMIŞTIR. Fetih hareketinin asıl hedefi, kitleler halinde Batıya akan Türkmen boylarının yerleşik düzene geçeceği yerlere yönelmesi oldu. Tarihin kon göç sayfası kapandı. Yeni coğrafyanın bir kısmı yol boyunca Anadolu ve yolun ucuna yayılmış, bozkırın şartlarıyla mukayese edilemeyecek kadar zengin ve yaşamaya cazip imkânlar barındıran Rumeli enginiydir. Akınlı hareketlilik ve yığılan birikim Bizans üzerinde son derece büyük bir baskı uyandırdı. Zamanını dolduran dev Bizans’ı yıpradı. O zaman Konstantinapol’de Türk Kahvesi kaymağının özelliğini henüz bilmeseler de, tarihin çöküşü anlamında kullandığımız kaymak dönüşü, cezvenin üzerinde artık biçimlenmeye başlamıştır. Güneşin battığı yere yönelen akıncılar her zaman akarsu vadilerince ilerlediler. Sarp dağ geçitlerinden geçerek de üstlerine geri döndüler. Esas amaç, fethe hazır hale getirilmek istenen bölgelerdeki direniş unsurlarını yumuşatmak ve orayı muntazam ordunun fethinden sonra anavatan edinerek yerleşebilecek ve ebediyen kalınacak bir yer haline getirmekti. Akınlar başarılı, her an olabilir nitelikteydi. Düşman yavaş yavaş ama sürekli bir şekilde aşındırılıyor, psikolojik gücü ise Türk akınlarına karşı ümitsiz ve çaresiz bir noktaya doğru itiliyordu. Selçukluların dev gücü Doğu’da Bizans sınırlarını her gün biraz daha aşındırıp aşıyordu.
Bulgaristan’ı Daha Yakından Tanıyalım -2-
Türkçe radyo ve televizyon, basın yayın– kısaOlmadı işte! Yeni gelen kuşağın büyük bir kısmı cası “kültürel otonomi” istemişlerdi. Kimse dünya- “al bebek, gül bebek” yetiştiler. Kimlik Mücadelenın geri dönmesini istememişti, herkes birlikte ileri mize dolgu bile olmaz birçoklarından. Ama ne yagitmek istiyordu. palım? Davanın durumu bu!. Oya CANBAZOĞLU: Rafet Bey, çok etkileyici anlattınız. 1984–1989 zulmünden önce, daha doğrusu 1985’te Bulgaristan Todor Jivkov hükümeti Helzinki Senedi’ni imzalamıştı, değil mi? Rafet Ulutürk: Evet, Ardından Hollanda’nın Maastricht şehrinde 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanan Manstriit ardından Kopenhag ve Viyana sözleşmelerini de imzaladı ve bu evrakların hepsinin altında “değiştirilmeden, kısaltılmadan ve ek yapmadan onaylanır” notu olmadığını bildiği için, devletler hukukuna göre imzalanmış bu uluslararası sözleşmelerine birer “Deklarasyon” eki takarak hepsini rafa kaldırdı. Bu eklerle, hep azınlık haklarının tanınmasını engellemiştir. Örneğin İnsan Hakları Cenevre Antlaşması, HÖH Başkanı Ahmet Doğan’ın sosyalist parti BSP ile birlikte hazırladığı ve halk meclisine sunduğu bildiride “BİZDE ÇÖZÜLMEMİŞ ETNİK SORUN YOKTUR” dediler ve imzaladılar. Sosyalistler, II. Simeyon ve HÖH’ün iktidar olduğu 2001-2008 döneminde, Bulgaristan Avrupa Birliğine üye olduğu 2007’de, yine Ahmet Doğan, Avrupa Konseyine bir bildiri göndererek “Bulgaristan Cumhuriyeti’nde Çözülmemiş Etnik Sorun Yoktur” dedi ve tüm umutlarımızı yine söndürdü. Tabii, anlaşılan Avrupalılar da artık bazı kurnazlıkların farkına vardı ki, bir ay önce Sofya’da “İstanbul Sözleşmesi” onaylanmak üzere meclise sunulunca, “değiştirilemez, ek yapılamaz, kısaltılamaz” maddesi dikkatlerini çekti ve hemen geri çektiler. Oya CANBAZOĞLU: Siz Avrupa Birliği’ne girince etnik azınlık haklarınız, kollektif haklarınız ve özellikle de kültürel haklarınızı elde etme davasında bir arpa boyu yol alamadınız değil mi? Rafet Ulutürk: 1 Nisan Pazar günü Berlin’de Katalunya Bağımsızlık Mitingi yapıldı Bulgar medyalarında “çıt” yoktu. Kanımca, 21-inci yüzyıl “azınlıklara haklarının tanınması yüzyılı” olacak. Avrupa Birliği’nde 35 azınlık dili ölecek diyorlar. Buna yol vermemek gerekir. Bulgaristan’da Türkçeden, 4 lehçemizden başka 10’dan fazla azınlık dili, yalnız Romence’de 20-den fazla lehçe var. Avrupa Birliği en kısa bir sürede “Azınlık Hakları Bildirisi”ni kabul etmeli ve bunu topluluk Anayasasına işlemelidir. Oya CANBAZOĞLU: Rafet Bey, siz, bundan 30–35 yıl önce yeni bir ruh oluştu Bulgaristan Türklüğünde dediniz, bunu biraz açabilir misiniz? Rafet Ulutürk: Benim bir şey yapmama gerek yok. Belene’de yatan ve Bulgaristan “Resmi Gazetesinde” 517 kişi oldukları isimleriyle açıklansa da, 200 de kayıtsız kalmış içerde ve bu kahramanların yarattığı bir “Belene” ölüm kampı edebiyatı var. Biz Bulgaristan Türkleri 20-inci asrın sonunda çok ağır bir trajedi yaşadık. Kırıldık, yıkıldık, parçalandık, 30 yıl geçti, yeni bir kuşak yetişti, hala toparlanamıyoruz. Bizi birbirimize kilitleyecek formülü henüz bulamadık. Buraya 1989’da ilk 3 ayda gelen 400 bin kişinin bagajında gelen kitap sayısı yüzü geçmez. Onların yarısı da Kuranı kerimdir. Kuşkusuz burada TÜRKLÜK DENİZİNDE yüzdük. Türkiye’yi tanıdık. Sevdik. Alışamayanlar döndü. Memleket sevgisini evlatlarına aşılamak isteyenler onları Sofya, Filibe ve Varna’ya okumaya gönderdiler. Gönderirken de, tekrar tekrar “aman hiçbir şeye bulaşmayın” diye tembihlediler. Bu neye benzedi biliyor musunuz: Demirci dükkânı: Ocak yanıyor! Kofa su dolu! Örs ve çekiç! Bir de sen! Kofaya girsen ıslanmaktan, Ateşe atsalar kızarmaktan, Örse yatsan çekiçten ve ezilmekten korkuyorsun.
Oya CANBAZOĞLU: 1989 Mayıs Ayaklanmasında Bulgaristan Türklerine çok güçlü uluslararası destek geldi değil mi? Rafet Ulutürk: En büyük destek Türkiye’den geldi. Üç ayda 400 bin kişiye kucak açmak, her yiğidin işi olamaz. O dönem Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın olimpiyat şampiyonumuz Naim Süleymanoğlu’nu Avustralya’dan aldırması, isimleri geri alma ve Türk kimliğimizi yaşatma mücadelemize yenilmez ruh aşıladı. Türk kimliğimizin olmazsa olmaz ateşi tabana indi. Direnişlere akan kitle psikolojisi düşmanı tankı, topu, zırhlısı, keleşçisi, sopacısı, polisi ve gardiyanlarıyla birlikte hipnoz etti. Komünist Parti ve “DS” bile dış dünyaya duyarsız olmuştu. Asimile ederek yok edici güçlerin nefesini kesen, “ama bir gün gelir, her şey ters döner ve bizden hesap soran olur!” korkusu oluştu. Oya CANBAZOĞLU: Hesap soran, hiçbir suçu olmayan kardeşlerimizi kurşunlayarak öldürenleri tutuklayan, sorgulayan, yargı huzuruna çıkaran olmadı tabi? Bu, nasıl önlendi? Rafet Ulutürk: Bulgar yargı sistemi Bulgar katillere karşı işlemiyor. Kemikleri kırılmış, tırnakları sökülmüş, parmakları kesilmiş, gözü oyulmuş mağdurlarımız var. Recep aga diye birisi, soyadı şimdi aklıma gelmedi, “Belene” ölüm kampında kolunu kaybetmiş. Nasılsa elinde bir de adlî uzman doktor incelemesi rapordu vardı. 1992’de Todor Jivkov zulmüne karşı dava açıldığında Savcılık Tanığı olarak çağrıldı. Katil diktatör 2 sene yargılandı yargılanmadı delil yetersizliğnden serbest bırakıldı. Tanığın hak arama davası 26 yıl devam etti. Birinci dereceli mahkemede bu davaya bakan Yargıç Yordanova, “davanın sonuçlanmasının engelleme ve belge karartma” suçundan Başsavcılığa 150 bin leva ceza kesti. Hak arayan Recep aga davanın sonuçlanmasını bekleyemedi, yılbaşında öldü. Fazla anlatmama gerek yok. Bu kokuşmuş iğrençlik bataklığında, HÖH yönetimi katiller ve suçlular tarafında yer aldı. Birçok kişinin ölümüne, vatandan kovulmasına neden olan ihbarcı, jurnalci, muhbir, ajan, kışkırtıcı-ajan ve hainlerden hiç biri hakkında dava açılmadı. Ajan dosyaları açıldı. Suçsuz insanların zindanlarda çürümesine ve ölümüne sebep olanlardan hiç biri hakkında dava açılmadı. “Belene” kampında kalmış bir Bulgar, “ben içerdeyken benim adımdan 10 sene ihbarda bulunulmuş ve 2 aile yok edilmiş” gerekçesiyle bir dava açtı. O da sonuçlanmadan kaldı. Çünkü taraflardan birbirini tanıyan olmadığı saptandı. Oya CANBAZOĞLU: Bu ajan dediklerinin sayısı ne kadar, açıklandı mı? Rafet Ulutürk: Şu, dosyası açılanların hepsi ajan değil tabii. Adam fişlenmiş ve dosyası var. Rejim düşmanıymış, yine dosyalı. 11 bölüm ve bilmem kaç kat dosya toplanmış 45 yılda. Sayıları bilinmiyor. Çalışan ajan dosyalarının içi boş! Lütfi Mestan ve başkaları gibi, “ajan değildim” diyenlerin esamesi okunmaz oldu. Genç kuşakta, “ajan olmanın neresi kötü?” sorusunu soranlar belirdi. Nefes almakta zorlanan alt tabaka, onları yemleyen üst tabaka ve dosyaların üstüne oturan üst tabaka? Tabaka değiştirmek yok. Şimdi yeni bir zümre belirdi: “Yalnız dosya kapakları korunmuş olanlar.” Toplam sayıları bilinmiyor. Gazetelere göre, 80’ni mecliste ve 11 bini de devlet kurumlarındaymış. Toplam 15 686 ajandan 3 016’sı Türk’müş. Bu rakamlar 1985’ten, son 33 yılda ne gibi değişikler oldu bilen yok. Tartışılan soru: “Ajanların hepsi dış ülkelere çıksa, sular durulur mu?” Oya CANBAZOĞLU: Türklere karşı çalışan ajanlardan yargılanan oldu mu? Rafet Ulutürk: Bulgaristan’ın hukuk devleti olması en az 100 yıl ister. Avrupa kanunlarının kopya edilmesiyle adalet sağlanamıyor. Ticaret Bankası “BTKBank” iflas etti. 7 milyar 200 milyon leva uçtu gitti. Bugünkü hükümet 4 milyar leva dış borç alarak, sigortalı hesaplardaki paraları ödedi. Şimdi halktan vergi topluyor dış borcu ödemek için. Avrupa’nın en fakir, ölüm oranı en yüksek, doğum durdu duracak, yeniden üretim hayal olmuş memleketimizde, milletvekili Profesör sosyolog İvo Hristov, nüfusun % 40’ı okuryazar değil, % 60’şı okuduğunu anlayamıyor, % 80’ni “debil” yani her bakıma yetersiz açıklamasında bulundu ve neredeyse linç edilecekti. Maskeleri düştükçe kuduruyorlar. Oya CANBAZOĞLU: Sayın seyirciler Rafet beyle su tatlı sohbete doyum olmuyor. Çok birikimli bir konuk ağırlıyoruz. BULTÜRK Genel Başkanı, Stratejik Araştırma Merkezi kurucusu ve “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesinin imtiyaz sahibi, dinlemeye doyum yok. Üçüncü bölümde günce siyasete döneceğiz. Sakın ayrılmayınız…
Mehmet ÇAKIR Bugün Dünün İkizi Mi?
İlinden Ayaklanması: Tarih: 02 Ağustos 2018 Konu: Laf lafı açar. 1877/78 Osmanlı-Rus savaşından sonra yapılan 03 Mart 1878 Ayastefanos (İstanbul / Yeşilköy) Antlaşması’yla kurulan “Büyük Bulgaristan,” Makedonya bölgesini de büyük ölçüde içine almaktaydı. Bir tutanak olan bu sözleşmenin hazırlanmasına hiçbir Bulgar katılmadığı gibi hiçbir Makedon da katılmamıştır. Aynı yıl imzalanan Berlin Antlaşması, daha önce imzalanan Ayastefanos Protokolü’nün 3 ay sonra rafa kaldırılıp geçersiz kılınmasına neden olurken, Büyük Bulgaristan’ı da üçe bölmekteydi. Berlin Antlaşması ile Bulgaristan Prensliği kurulurken, Doğu Rumeli adı altında bir de özerk bir eyalet oluşturuldu. Osmanlı’nın Balkan Yarımadası topraklarından Makedonya bölgesini kapsayan kısım ise reformlar yapılması şartıyla Osmanlı idaresi altında bırakıldı. Bulgaristan Pensliği 1885’te Doğu Rumeli vilayetini ilhak etti. Bulgar siyasetinin bundan sonraki hedefi ise Makedonya’yı ele geçirmekti. Bunun için ilk önce Makedonya’daki Bulgar varlığının güçlendirilmesi gerekiyordu. *** 2 Ağustos 2018 Makedonya’da milli bayram günüdür. Aynı tarihte 115 yıl önce İlinden Ayaklanması patlak vermiştir. Makedonya Başbakanı Zaev milli bayramı bu yıl Bulgaristan’ın Yukarı Cuma (Blagoevgrad) kentinde Başbakan Boyko Borisov ile birlikte kutladı. Bulgaristan 6 aydan beri Makedonya’yı NATO ve Avrupa Birliği üyeliğine çekmeye çalışıyor. Bu süreçte iki ülke arasında dostluk işbirliği ve yardımlaşma antlaşması imzalandı. Bu yılın ilk 6 ayında yapılan Avrupa Konseyi’nin Sofya dönem başkanlığında Batı Balkanlar konusu aktüel leşti. Bulgar hükümeti de bu bütünleşme sürecinde önemli ödevler üstlendi. Gelişmelerin yakın tarihinde Makedonya 1991’de Yugoslavya Federatif Cumhuriyetinden ayrıldı. Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan ön sıralarda olmak üzere birçok ülke ve Birleşmiş Milletler tarafından bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanındı. Bu süreçte sorun çıkaran ülke Yunanistan oldu. Atina bir defa Makedonya bayrağına (Büyük İskender’in babasının mezarında bulunan Vergina sembolünü koyarak), parasına, üzerine (Selanik Kulesi’ni basarak Yunan toprakları üzerindeki “ideallerini” gün yüzüne çıkarmış oluyor) itiraz etti. Şu an bu itirazlarla ilgili çözüm, siyasi muhalefetin ve Cumhurbaşkanının itirazlarına rağmen, Makedonya Cumhuriyeti isminin “Kuzey Makedonya” olarak değiştirilmesi referandumuna düğümlenmiş bulunuyor. Bu değişikliği halk kabul etmezse ülkenin NATO ve AB yolu kapalıdır, çünkü Yunanistan “veto” hakkını kullanmada kararlıdır. Bu kargaşa içinde Bulgaristan Makedonya’ya “İlinden Makedonya’sı” adını önermişti. *** Bugün hala Makedonya Cumhuriyeti olarak belirlenen topraklar önceleri çok sayıda devlet ve eski imparatorlukların bulunduğu bir alandı. Bu topraklar üzerindeki ilk resmî devlet Payonya Thraco-İllyrian krallığıydı. Kalıtlarına daha fazla Arnavutluk ve Hersek’te rastlanır. Yine bu toprakların bir kısmı eski Makedon (bugünkü Yunanistan Makedonya’sı), Roma Cumhuriyeti, Roma İmparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu, Sırp İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun silsilesel bir geçiş yoludur. Makedonya’daki varlığı 1389’lara dayanır. 1382’de Sofya merkezli Rumeli Beylerbeyliğine bağlı kalmış. 1826’da Manastır Beyler Beyliği kurulmuştur. Osmanlı’da, Makedon, Makedonya, Batı Balkanlar ve Balkan sözleri geçmez, herkes Osmanlı’nın Rumeli eyaleti tebaasıdır. *** Başbakanı, ülkesinin milli bayramını komşu bir ülkede kutlayan Makedonya’nın Bulgaristan’la sınırı 148 km, yüzölçümü 25.333 km2, % 66’sı Ortodoks, % 30’u da Müslüman olan nüfusun % 22’i Arnavut ve % 4’ü de Türk olup, toplam nüfus 2 milyon dolayındadır. *** Makedonya Başbakanı son konuşmalarından birinde şöyle demişti: (Fakti bg’de yayınlanmıştır.) “İlinden Makedonya’sının, tarihte var olabilmesi ve gelişmesi için özgürlükleri ve bağımsızlıkları uğruna Makedonların, ve Arnavutların, ve Türklerin, ve Sırpların, ve Ulahların, ve Çingenelerin, ve Bosnalıların mücadele ettiğini biliyorum.” 2017’de Dostluk…antlaşmasının imzalanmasından önce “Makedonlar ve Bulgarlar bir halktır” diyen Başbakan Zaev, şimdi Bulgarların İlinden Ayaklanmasına katılışlarını unuttu. “Makedon Kimliğinden” söz etmeye başladı. Hatta Bulgaristan’da kutladığı “İlinden Ayaklanması” yıldönümünde Bulgarların rol ve katılımını, ölü ve yaralı sayısını vurgulamadı.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 135 - Ağustos 2018 15
BULTÜRK’te Konferans
Bucak – köşe anlamına geliyor, Prut ve Dnesrt nehirleri Karadenize akıyor ve onların aralarında, deltalarına doğru topraklar daralıyor, bir köşe gibi oluyor. 1940 yılında Bucak toprakları bölündü, bir kısmı Moldova sınırları içerisinde kaldı, diğer kısmı/payı da Ukrayna’ya eklenildi, öylelikle, Gagauz Türklerini Sovyetler zamanında da, Bucak’ı da böldüler. Dobruca da ikiya bölündü – Kuzey Dobruca, bugün Bulgaristan sınırları içerisinde bulunuyor ve Güney Dobruca – Romaya sınırları içerisinde bulunuyor. Makedonya da bölündü ve çağdaş zamanda bu tarihi topraklar birkaç devletin sınırları içerisinde bulunuyor – Yunanistan’da vb., eski adıyla da bağımsız Makedonya devleti temellendi. Trakya, Lozan Barış Anlaşmasına göre, 1923 yılında üç paya bölünüyor, şimdi Doğu Trakya, Edirne şehiriyle beraber Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunuyor. Batı Trakya – Yunanistan’da, Kuzey Trakya da – Bulgaristan’da. Coğrafi tarafından baksak, Trakya’nın merkezinde Edirne’de bulunuyor, burada Gagauz Türklerinin yaşadığı yerlerdi, Edirne’de ve onun dolayında bulunan köylerde vb. Bulgaristan’da ve Balkan Yarımadası’nın diğer ülkelerinde, Gagauz Türklerinin asimilyasyon olmaları Osmanlı Devleti ile Rusya Çağrlığı çöktüktden sonra ve Sovyetler Birliği dağıldığnda, yine önce de belirttiğimiz gibi, Gagauz Türkleri yeni bağımsız devletlerin sınırları içerisinde yaşamalarını devam ettirmeye mecbur kaldılar. Çünkü onlar bağılıydı dedelerinden kalma topraklarına. Gagauz Türkleri bugünkü Bulgaristan’da, Türkiye’de, Makedonya’da, Yunanistan’da, Romanya’da, Moldova’da, Ukrayna’da, Rusya’da vb. yerlerde tarihi topraklarında yaşıyorlar ama bölünmüş ve parçalanmış olarak. Bu yeni devletlerin içinde, Gagauz Türklerinin nüfüsları, artık azınlık grubuna kaydıkları sebebiyle ve devletlerin çeşitli sosyal ve siyasi hareketleri de, Gagauzları çok hızlı asimilyasyon ettirdiyor. Zaman geçtikçe, çok hızlı asimilyasyon hareketleri başlıyor, kimi devlet politikaları da, bu asimilasyon proseslerini daha da çok hızlandırıyor. Öylelikle, Gagauz Türklerinin psikolojisinde, alt beyinlerinde, kendi soy kökleriyle ilgili, ikilikli etnik (veya soy) kimliği oluşmağa başlıyor. Bu nasıl oluyor? İlkin soy kökleri ile ilgili, uzun bir süre, Gagauz Türklerinin alt beyinlerinde ikilikli soy kimliği oluşturuluyor. Hangi yeni bağımsız devletlerin sınırları içerisinde yaşamağa kaldıysalar, ona göre de onlara demişler: Bulgaristan’da – “BulgarGagauz” veya “Gagauz – Bu(o)lgar”, veya hangi devlette yaşadıklarını göstermek için de “Bulgaristan Gagauzları” denilmeğe başlanılıyor, Bulgarlar (çağadaş zamandaki, artık kendileri Slav sayan Bulgarlar) sa Gagauz Türklerinine “Bulgar-Slav” soylarından olduklarını iddia ediyorlar ki, bu problemin dolayında, bugün de çok dartışmalar gidiyor, daha detayli bu konuyla ilgili bir başka çalışmamızda açıklayabiliriz; Yunanistan’da yaşayan Gagauzlara – soy olarak, Yunan deniliyor, Gagauzlar sa kendilerini etnik olarak, Gagauz biliyorlardı. Fakat zaman geçtikçe, yeni kuşak boyları, kendilerinin soylarını ikilikte görmeğe başlıyor, nasıl “Gagauz-Yunan” veya “Yunan-Gagauz”, Yunanistan’da da yaşadıklarını göstermek için, “Yunanistan Gagauzları” denilmeğe başlanılıyor. Asimilatsyon hareketleri kuvvetlendikçe, artık Gagauzların çocuklarına ve torunlarına, onların gerçek soylarını, Gagauz Türk soylarından oldukları değil, soy olarak kendilerini artık Bo(u)lgar, Yunan, Rumın, Moldovan, Ukrain, Rus vb. türlü görüyorlar, hangi devletlerde yaşıyorlar ise, o devlete isim veren milletin soyunu artık taşımağa başlıyorlar, bu asimilatsyon hareketleri bugün de çok hızlı devam ediyor. Gagauz Türkleri, hangi devlette yaşarlar ise, ona göre de onlara yeni etnonim (soy kimliği) adı vermişler – Bolgar, Yunan, Rumın, Moldovan, Ukrain, Türk, Rus vb. Çeşitli tarihi dönemlerde Gagauz Türklerinin soylarını resmi belgelerde “Tatar”, “Rumeli” gibi de yazılarda gösterilmiş, fakat Gagauz Türkleri, “Biz Gagauz’us” hep demişler. Bilimsel araştırma ve incelemler yapmak üzere gittiğim Bulgarya, Moldova, Ukray-
na, Makedonya, Yunanistan, Rusya, Kafkas, Kırım’ vb. yerlerde, yaşlı insanlar bugün de, hep Gagauz Türkçesinde konuşuyorlar, yeni kuşaklar ise kendileri konuşamazsalar da, aklılarına getiriyorlar, nice onların nineleri konuşuyorlarmış. Bulgaristan’da 2011, 2015, 2016 yıllarda Gagauz Türkleri ile buluşmalar Gagauz Türklerinin bir kısmı, XVIII-XIX. asırlarda Bulgaristan’dan Rusya’nın güney taraflarına ve Besarabya’nın güneyine Bucak’a göç ediyorlar. Diğer kısmı da kendi doğuma yerlerinde, şehirlerde ve köylerde yaşamağa kalıyorlar. Fakat zamanla, Gagauzların çoyu asimilyasyon oluyor ve bugün gençler – Gagauzların torunları, kendilerini artık Bo(u) lgar sayȇrlar. Ama yine de, Gagauzların birazı – büyük yaşta insanlar, kendi kültür miraslarını – Gagauz Türkçe dillerini canlı olarak, korumuşlar. Bulgaristan’da, 2011, 2015, 2016 yıllarda, Gagauz Türkçesinde konuşan Gagauzlarlan ve onların torunlarıyla – artık çağdaş Bolgarca dilinde (Slav dilinde) konuşan gençlerlen, buluştum. Büyük yaşta insanlar hem Bolgarca (bugünkü Bolgar-Slav dilinde), hem de Gagauzça – Gagauz Türkçesinde konuşuyorlar. Gagauzların tarihi boyunca yaşadığı şehirlerin, kasabaların ve köylerin adlarının birazını sıralayabiliriz – Varna, Kavarna, Balçik, Silistra, Şümen; tarihi Kırcali bölgesinde çeşitli Türk boylarıyla (soylarıyla) komşu olarak yaşamışlar; köylerde – Bılgarevo, Yılanlık, General Kantarjievo, Hırsovo ve başka yerlerde. Dünya çok hızlı deyşiyor, 35-40 sene önce Bulgaristan’da ve Balkan Yarımadası’nın diğer ülkelerinde, Gagauz Türkleri okadar kolay-kolay söyleyemezdiler kendilerinin, gerçek soylarının kim olduklarını. Ama XXI. asırın başlantısında, yine de kısmet oldu, Bulgarya’da Gagauz Türkleri ile buluştuk ve Gagauz Türkçesi ile konuştuk. Yaşlı insanlar haliz Gagauzça lafederler, sölpet ediyorlar, bana öyle geliyordu, sansın ben kendi köyümde, sokağa aykırlamışım da komşumlarımlan sölpet ediyorum (lefederim). Uşakları (çocukları) ve evlat boyları (torunları) ise Gagauz Türkçesinde hiç konuşmazdılar, ama belliydi, ani biraz anlıyorlar ne sölpet ediyoruz, fakat konuşamazdılar. Buna benzer asimilyasyon haraketleri, Balkan Yarımadası diğer ülkelerinde de olmuş. Romanya’da, Yunanistan’da, asimilasyon olup, bir etnos – halk gibi, kayıp oldular, yer üzünden silindiler. Böyle, ayni durum, bugün Moldova’da da oluyor, burada Gagauz Türklerinin pasaportlarında kendi gerçek soyları – Gagauz oldukları yazılı, fakat Moldova’da ve Gagauzya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi’nde, Ana Dilimiz – Gagauz Türkçe Dilimiz, çocuk başçelerinde ve okullarda vaktinde öğretilmediği için, ya da hiş öğretilmediği için, bizim çocuklarımızı ellerimizden alıyorlar ve artık çok aldılar da, Gagauz Türklerinin geleceğini – çocuklarını ve topunlarını çok hızlı hareketle asimilasyon ediyorlar. Ayni durum Kavkaz’daki Gagauz Türklerinde – oradada büyük yaşta insanlar Gagauzça konuşuyorlar, çoçukları biraz anlıyorlar ve çok az konuşabiliyorlar, torunları ise sadece Rusça konuşuyorlardı, Gagauzça hiç anlamazdılar (ekspeditsiyaya Moldova Bilimler Akademisi Gagauzoloji Bölümü’nün tarafından, görevli, 1989 yılında Kabardin-Balkarya’ya ve Kuzey Osetya’ya gitmiştim). Ama belediyelerde ve insanların pasaportlarında, Gagauz Türklerini hangi soydan olarak, “Bolgar” yazılıydılar/ kağıt ediliydiler. O zaman Nalçik şehirinde ve Mozdok, Malgobek, Suhotskoye köylerinde Gagauzlarlan buluştuk. Mozdok ve Malgobek köylerinde evden eve gezdim da sordum insanlarin kim olduklarını. İnsanlar dediler, ani onlar Gagauz, “Ozaman neçin pasaportlarınızda “Bolgar” yazılıysınız”, – sordun, insanlar cevap ettiler ki, bilmiyorlar. 2011 senesinde, Bulgaristan’da, ilk sefer geçtim o topraklardan, nerelerde benim dedelerim – Gagauz Türklerinin büyük bir kısmı yaşıyorlardı, fakat XVIII. yüzyülün sonunda – XIX. yüzyılın ilk çereğinde ve 1856 yıllarda, bir kısmı tarihi Besarabya’yanın güneyine – Bucak’a göç ediyorlar ve oradaki yerli Gagauzların içinde yerleşiyorlar. 2015 senesinde Bulgaristan’a Uluslararası Bilim Forumuna gittim ve ozaman yine Gagauz Türkleri ile buluştum, etnografya malzemelerinden – folklor, adet, yemek kültürü vb. topladım.
2016 yılında Bulgaristan’da, Balçik’ta, Uluslararası Sempozyuma katıldım, orada hepsi Bulgarca konuşuyordu, ilk günü okadar belli etmediydiler ki, onların içinde çok Gagauz var. Bu Sempozyumda bana sadece üç dakika söz verdiler. Bü üç dakikanın içinde acaba ne yetiştire bilinirde Gagauz Türklerinin tarihi ile, kültür mirasınla ilgi söylemeğe, 30-35 senenin içinde yaptığım bilimsel araştırmalarımın sonuçları için, yeni açıklamalarım için, anlatmağa. Ama şimdi, düşünüyorum ki, yaşadığımda, bu hen az bana verilen 3 (üç) dakikakın içinde, hen çok söyleyebilmişim, çünkü bildirimi daha sunarken, salonda beni dinleyiciler artık seslen söylerdiler: “Ben de Gagauz”, “Benim ninem Gagauzça konuşuyordu”,- ve başladılar aklılarına getirmeğe neleri çocukluk yaşlarından beğeri aklılarında tutuyorlar. Elbet, kendim etnolog olduğum için, bu fırsat(d)ı kaçırmadım, hemen söylediklerini yazıverdim. Bir örnek olarak, anladacam. Penka Dimitrova (doğumuş 10.12.1942 yılda Hırsova-Şumensko köyünde, köy bulunuyor Plicka’nın 20 km. Kuzey tarafında). Penka bugün Balçik’te yaşıyor, onun yeşi arheolog Marin Dimitrov (2004 yılda geçindi), o anlatıyor ki, onun varmış anneannesi (veya babaannesi), adı Neda Georgieva (1882-1972), küçük yaştayken, anneannesinden (Neda Georgieva’dan) işitmiş, nice o komşuykasınnan konuşuyormuş ve hatırladıkça, Penka gülüyor: “- Mari gelin… (Mari gelin…) – Ne var? (Ne var?) – Senin….teleto, yedim bizim zeleto. (Senin danan, yemiş bizim eşillikleri.) – Mari, sen deli mu? (Mari, sen deli mi?) – Ni delik var, ni dupka var, ama preskoçil da go imiş”. (Ne delik var, ne meşe (fidanı) var, ama geçmiş da yemiş). İnformatorun, Penka Dimitrova’nın yaşına göre, bu sölpet, 70 yıl önce olmuştur. Bu iki komşuykaların sölpetlerinden belli ki, burada iki Gagauz Türkü lafediyor (sölpet ediyor) ve anlaşılıyor, ani daha ozamanlar, slav kelimeleri Gagauz Türkçe Diline artık katılmış. Bulgaristan’da Gagauz Türklerinin yerleştiği yerleri ve kültür miraslarının izleri Orta çağ zamanında ve çok daha evvel, Gagauz Türklerinin dedelerinin yaşadığı tarihi topraklar – Trakya, Makedonya, Dobruja bölünüyorlar ve bugün Bu(o)lgariya, Makedonya, Türkiye, Yunanistan, Romanya sınırları içerisinde bulunuyorlar ve o yerlerde Gagauz Türklerine ait kültür miraslarının izlerini görüyoruz. Gagauz Türklerinin dedeleri, kendi tarihi olaylrının izlerini kültür miraslarında – folklorda, dinlerinde, dillerinde, maara kiliselerinde, manastırlarda, bayır taşlarında eskiden kalma resimler ve yazılarda bırakmışlar. Bulgaristan’da, Gagauz Türklerinin kültür miraslarına ait sadece birkaç örnek, hiç detaylara girmeden, vereceğiz: Gagauz Türklerinin canlı kürltür mirasları – Gagauz Türkçesi bugüne kadar korunabilmiş (az insan konuşsa da, yine ne izleri kalmış). Bugüne kadar Gagauz Türkçesi Bulgarya’da köylerde korunabilmiş ama çok az insan bu dilde konuşabiliyor. 2016 senesinde Bulgariya’da, Balçik’te, Uluslararası Folklor Festivali ve onun çerçevesi içerisinde, Tarih ve Kültür Sempozyumu gerçekleşti. O zaman, Bulgaristan’da, soydaşlarımlan, Gagauz Türklerinlen buluşmak ve sölpet etmek ve konuşmak çok güzel ve faydalı oldu. Balçik’te ve onun etrafında bulunan köylerden 3-4 büyük yaşta Gagauz kadını buldular ve getirdiler, onlar Moldova’dan gelen Gagauz Türkleri ile (bizinlen) buluştular ve kendi ana dillerinde Gagauz Türkçesinde konuştular. Aklımda ne kaldı: üç nineyi bizlen buşulturmak için getirdiler, biz onların ellerini öptük ve Gagauzça konuşmağa başladık, şimdi ikisi Gagauz Türkçesinde konuşuyor, üçüncüsü susuyor, konuşmuyor, sadece bakıyor, öyle bir 30-40 dakıkadan sonra, o da Gagauz Türkçesinde rahat-rahat konuşmağa başladı … ve bildirdi, ani kendisi Gagauz. Bulgaristan ve Moldova Gagauz Türklerinin buluşma gününde, 2016 sene. Fotoda: 80 yaştan fazla ninemiz (fofoda, ortada), Gagauz “Kadınca” havasını (müziğini) işidince, elindeki bastonunu bıraktı ve başladı, bizimlen birlikte, kadınca oynamağa, o sansın yeniden gençleşmişti, üzü-gözü gülüyordü, seviniyordu. Gagauziya (Gagauz Yeri) folklor ansamblisinin solistleri, Bulgaristan’da,
Gagauz ninelerimize, Gagauz Türkçesinde türkü çalıyorlar. 2016 sene. b.) Gagauz Türklerinin evvelki zamanlardan kalma kültür müraslarını Madara Atlısı’nda Madara Rider ya da Madara Horseman Kuzeydoğu Bulgaristan’da, Şumnu şehrinin Madara köyü yakınlarındaki doğu Madara platosunda oyulmuş. Ä°lgili resimhttp://www.infobg.ru/madar_ horse.htm (14.08.2018 yılında bakıldı) Atın ardından köpek (kurt) koşuyor, simvol olarak Türklerin izlerini gösteriyor. 2011 senesinde kendim de Madar Atlısını ziyaret ettim ve bayırın (dayın) tepesine çıktın. v.) Alaca Manastır da Gagauz Türklerinin evvelki kürtür mirasıdır. Manastırın adı da Gagauz Türkçesinde. 2016 senede Bulgaristan’da, Balçik’te Bulgarlara sördum bu manastırın adının mağnasını bana açıklayabilir misiniz? Ama neye geler mahanası, biriciği açıklayamadı, bilmezdiler, sadece dediler ki, bu manastırın adı Osmalı döneminden kalmış. Bulgarların bu cevaplarına birden şaştım ve dedim: “Nice öle olur? Osmanlılar müslüman. Ne onlar geldi yaptı manastırı da adını Alaca Manastır mı koydular? Düşünseneniz, bu iş olur mu?”. Onlar bana cevap verdiler: “Hayır, olamaz, ama biz bunu daha ileri hiç düşünmemiştik”,- dediler. Elbetki, Alaca Manastır’ın adını Gagauz Türklerin dedeleri vermiş olabilir ve bu manastır da bugünkü Gagauzların kültür mirasıdır. Moldova Cumhuriyeti ve Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi Harıtası Gagauziya’nın sınırı. Gagauz Yeri Moldova Cumhuriyeti’nin Güney tarafında bulunuyor Bugün Gagauz Türkleri toplu bir halk olarak, tarihi topraklarda Besarabya veya Bucak’ta yaşıyorlar, çağdaş zamanda o topraklar Moldova Cumhuriyeti’nin güneyinde ve bağımsıaz Ukrayna devletinin (Odesa oblastinde, Moldova’nın sınırlarına çıkıyor) içerisinde bulunuyorlar. XX. asırın sonunda, 19 Ağustos 1990 tarihine Gagauz Tğrkleri Gagauz Respublikasını temelledi. Dört buçuk yıldan sonra da (de-dakto, beş yıldan sonra), 23 Aralık 1994 senesinde Moldova Cumhuriyeti sınırları içerisinde Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi kuruldu. Bugün Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesinde Rus, Moldovan ve Gagauz dillerinin resmi statüsleri var. Çok değerli Türk kardeşlerim, hepsi konuklar, Konferansımıza katıldığınız dolayı, sizlere teşekkür ediyorum! Umarım ki, bugünkü konferansımızda, sunduğumuz yeni bilimsel açıklamalarımız, Gagauz Türklerinin Geleceği, Bütün Türk Dünyasının geleceği için, faydalı olur. Sağ olunuz, var olunuz! İstanbul, 16.08.2018 yıl
BULTÜRK’te “Dünden bügüne Balkanlar’da
ve Bulgaristan’da, Gagauz Türkleri”
“Dünden bügüne Balkanlar’da ve Bulgaristan’da, Gagauz Türkleri”