Ödevimiz, Dünyada Büyük Olmaktır Bulgaristan’da AB Parlamento Seçim sonuçları sında şu yanıtı verirmiş. Ders kitabı bir havuz, matematik
Siyasi ve Aktüel Gazete
Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Olaylara bir de Türk Gözüyle bakmalıyız Okuldan kovulmuş bir matematik hocası tanıdım. Kovulma sebebi, matematik derslerinde öğrencilerini ders kitabına ve ödevlere sıkıştırılmış dünyadan çıkarıp rakamların sonsuz deryasında gezdirip yüzdürüp eğlendirmez iğmiş. Bunu neden yapıyorsun? Sorusuna, o her defa-
ise bir deniz hatta bir okyanus, onları çocuklarımızı bu kâinatta yüzmeye alıştırıyorum. 2018 Hon Kong Dünya Matematik Olimpiyatlarında altın madalya alan öğrencilerden dördünün de hocası olduğunu öğrendiğimde çok etkilendim. Araştırdım ve hocanın öğretmenlikten uzaklaştırıldığını, serbest matematik dersi veren bir dershane kurduğunu, Birleşik Amerika ve Kanada’dan öğrencilerine internet üzerinden ders verdiğini ve uyguladığı yöntemi öğrendim. Dünya şampiyonları yetiştiren bu üstat, öğrencilerine ödev çözmeyi değil, ödev kurmayı öğretiyormuş.İlkesi ise:Kuran her zaman bozabilir mantığından hareket edermiş. Biz, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği – BULTÜRK olarak bir Bulgaristanlı soydaşlar derneğiyiz. Büyük milletlerin milli şuurunun en önemli kaynaklarının başında tarih şuuru gelir inancı ile büyüdük.
Bulgaristan Merkez Seçim Komisyonu’nun açıklamasına göre, Bulgaristan’da kullanılan oyların sayımı
AP seçimlerine toplam katılım oranı yüzde 33,27 olup geçerli oy oranı da yüzde 36,71 olarak görülmektedir. İktidardaki GERB partisi yüzde 31,07 oyla birinci olmuştur. Bulgaristan’da Seçmen Sayısı – 6.419.472 Oy kullananlar–2.095.575 kişi Genel olarak %32.64% oy kulanılmıştır. 2017 yılı –TR + DOST + HŞHP Birlikte Toplam – 100 bin oy almışlardı %2.94 2019 yılı – DOST Tek başına 7130oy aldı Bulgaristan genelinde % 0.36
NOT: 2011 yılında BULTÜRK
Derneği tek başına 50.000 oy almıştı
Devamı 6’da
Aylık
Yıl - 16 Sayı: 144 Mayıs - 2019
“Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Ögretmek Bizim Görevimiz“
Türk Dünyası’nda Soykırım Konferansı BULTÜRK Merkez’de BULTÜRK Genel Sekreteri Elif GÜNEŞ Bulgaristan’da 1984 yılında, Sov-
toplantının açılışında bir şiir ile başladı; yet Rusyanın icraatının olduğunu Osmanlı zamanında Bulgaristan’da Biz Bulgaristanlı Türkleriz Adından, dilinden, dininden mahrum bir millet, yaşayan Bulgarların, mecburen HrisNeremize baksanız, tiyanlıktan çıkıp Müslümanlığı kaBir yara göreceksiniz kanayan bul ettikleri ve Türk olduklarının idAğlayan bir yüreğin dökülüşünü göreceksiniz dia edildiğini bu icraat kapsamında, Damla damla gözlerimizden. Komünist Parti’nin, Bulgaristan’da Evet Bulgaristan’ın 1984-1989 yıl- yaşayan Türklerin, Bulgarlığa dönları arasında Türklere yönelik uy- mesi için isimlerinin değişmesini guladığı asimilasyon politikasından ve böylelikle tek millet, tek ulus, kaçan yaklaşık sadece 3 ayda 350 tek dil olarak ulus devlet oluştubin kişinin “zorunlu göçü “nün rulmasının istendiğini. üzerinden 30 yıl geçti. Devamı 13’te
Bulgaristan’da Atatürk’ün sevdiği şarkılar resitali
BAŞKENT Sofya ve Filibe’de 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı etkinliklerle kutlandı. Sofya Büyükelçiliği Resmi Konutu’nda, piyano ve keman resitalinde Cumhurbaşkanlığı
E d it ö r
Sanatçılar insanda umut üretirler. Bu işte, politikacılar sanatçılardan sonra gelir. 1990’dan beri Bulgaristan Türk nüfusundan büyük bir sanatçı çıkmadı. Ne bir yazar, “soya dönüş/diriliş” çilesini romanlaştırdı ne de bir şairimiz 1989 Ayaklanmamızın destanını yazdı. “Aliş’imin kaşları” gibi bir Türkü bile dağlamadı içimizi. Dolayısıyla ruhumuza ben kötü olanı değiştirebilirim tohumları henüz ekilmedi. Çok arkadaşım var. Hiç biri doğan kızına BARIŞ adını verip, “Bütün insanları dost bil, kardeşin bil kızım… Ve zulmün önünde dimdik tut onurunu, sevginin önünde eğil kızım!” demedi. Sanki kızlarımız Ayaklanan bir kuşağın torunu değil! Bu sabah (01.06 2019), Tuna’nın sesini dinleyen üstat Naim Bakov şöyle demiş: SEVMEK VE SEVİLMEK Sevmek yetmez kardeş, sevilmektedir mesele Karşılıklı saygıdır ömür’ün diğer aslı ! Fazla gurur kurban eder seni azgın sele –
Devam 11’de
Senfoni Orkestrası Başkemancısı Jülide Yalçın Dittgen, piyanist Elif Önal ve şef-kemancı Volkan Mete Yalçın sahne aldı. Bu arada Türkiye’nin Filibe Başkonsolosluğunun himayesinde düzenlenen kutlama programı kapsamında kente bağlı Kızılağaç köyünden “Türkan” topluluğu ve Türkiye’deki Trakya Üniversitesi Viyolonsel Topluluğu Mustafa Kemal Atatürk’ün sevdiği şarkılarından oluşan resital sundu. Programın devamında Filibe kentindeki Paisii Hilendarski Üniversitesi Türk Dili Bölümü öğrencileri şiir dinletisi ile sahne aldı.
Edirne Valisi Ekrem Canalp Filibe’yi Ziyaret Etti Edirne Valisi Ekrem Canalp Filibe’ye yaptığı ziyaretinin ilk durağ Başkonsolosluk oldu. Filibe Başkonsolosu Hüseyin Ergani ile görüşen Vali Canalp, daha sonra Filibe Valisi Zdravko Dimitrov’la makamında görüştü. Vali Canalp ve Başkonsolos Ergani Filibe Bölge Müftülüğü’nü de ziyaret ettiler. Aynı gün düzenlenen “Türk Sanat Günü” etkinliklerine de iştirak eden Vali Canalp ve Başkonsolos Hüseyin Ergani, Edirne Valiliğinin desteğiyle Bölge Müftülüğü tarafından Filibe İmaret Camii’nde düzenlenen iftara katıldılar.
Binlerce kişi Dambalı Tepesi’nde şifa aradı
Sayfa 2’de
Sayfa 3’de
Sayfa 4’de
Sayfa 5’de
Sayfa 7’de
Sayfa 10’da
Sayfa 10’da
Bulgaristan AP Seçim Sonuçları – 26 Mayıs 2019 Sayfa 11’de Milletvekili
Sayısı
6 5
Sayfa 13’de
3 Bulgaristan’ın her bölgesinden ve yurtdışından gelen binlerce kişi, Momçilgrad (Mestanlı) kasabasına yakın Dambalı Tepesi’ne şifa aramaya geldi. İnsanlar, asırlardan beri 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağ-
layan gecede gün doğmadan önce tepeden taş kütlesine aşağıya dökülen suyun şifalı olduğuna ve kekeleme, tutulma, egzama ve başka hastalıkları iyileştirdiğine inanıyorlar. Devamı 5’te
1
Sayfa 15’de
2 Sayfa 15’de
2 Sayı 144 - Mayıs 2019 2
Bulgaristan Türklerinin Sesi Tarihten Notlar
Çocuk gözüyle ‘Bulgar zulmü’
“Polis ne derse onu yapardık” Eski milli sporcu Halil Mutlu, baskı döneminin başlamasıyla sokaklarda polislerin ve köpeklerin çok fazla olduğuna dikkati çekti. Kasabada bir yurtta kaldığını dile getiren Halil, “Oradan köyüme döndüğümde babam bana isimlerimizin değiştiğeni söyledi. Tekrar yurda döndüğümde her şey değişmişti. Bizim yurda polisler yerleşmiş. Polis ne derse onu yapardık. Köpekten çok korkan biri olarak benim için zor dönemlerdi. Sadece bizim için değil, aynı sıkıntı Bulgar çocukları için de vardı. Adım başı köpek, polis, sıkıntılı ve gergin bir dönemdi.” değerlendirmesinde bulundu. O günleri düşündüğünde ana, baba ve diğer aile büyüklerinin, büyük badireler atlattığını anlatan Halil, “Mestanlı kasabasında gerçekleşen büyük olaylar, halkın sokağa dökülmesi, tankların meydana inmesi, halkın bu tanklara karşı durması, verilen şehitler, köylerden trenlere binerek insanların kasabaya gelmeye çalışması, o tren yollarının kapatılması farklı bir resimdi. Bunlar aklımda kalmış.” ifadelerini kullandı. Azınlıkların olduğu yerlerde bu tür olayların olduğunu ancak kendilerinin bulunduğu bölgede azınlık olmadıklarını anlatan milli sporcu, “Ancak okula gidip gelebildim. Sadece eğitim alabildim. İsimler değiştirilerek sorun bitmedi. Halter sporundan beni uzaklaştırdılar. Sosyal hayattan soyutladılar. Spordan kopmam Türk olduğum içindi.” şeklinde konuştu. Eylül ayında antrenör Enver Türkileri’den bir mektup aldığını anlatan Halil, şöyle devam etti: Kendisi Türkiye’ye ilk gidenlerdi. Bana giderken ‘seni bir şekilde Türkiye’ye alacağım’ demişti. 16 yaşındaydım. 18 yaşında olmadığım için tek başıma yurt dışına çıkamıyordum. Ancak bir aile ile çıkabiliyordum. Seni getirecek aileye iş garantisi verilecek yazıyordu mektupta, Ben hemen köyden kasabaya koştum ve İbrahim hocamın ailesine yanına gittim. İbrahim hoca Rusya’da çalışıyordu. Ben de eşine gittim. Yenge hanıma gittim ve bir mektup var dedim. İbrahim hocam ve eşi de benimle geleceğini söyledi. Herkes gelmek istiyordu. İbrahim hocanın Rusya’dan gelmesi yaklaşık 1 ay sürdü. Sanırım aralık ayı ortalarında pasaportlar toparlandı ve her şey hazırlandı.” “Sınırı, 29 Aralık 1989 tarihinde gece geçtim” diyerek sözlerine devam eden Halil, “İstanbul’a geldik. İstanbul’dan otobüse bindik. İbrahim hoca ve ailesini Adapazarı’na bıraktık. Biz aynı otobüsle “Türk olmak suçtu” Halil Mutlu, olayların yaşandığı Ankara’ya devam ettik. 1 Ocak 1990’da Ankara’ya geldönemde 12-13 yaşlarında olduğunu ve zor bir süreçten dim. Cebeci Stadı’nın altında lojmanlarımız vardı. Yeni geçtiğini ifade etti. yıla orada girdik.” diye konuştu. Halil, sözlerini şöyle sürdürdü: “Zor bir süreçten geç“1 Ocak 1990’da yeni bir dönem başladı” Annesi tim. 12-13 yaşında bir çocuk olmama rağmen bunları yaHatice ve babası Ali’nin Bulgaristan’da kaldığını belirşadım. Yurda gittiğim gün bu yaşlarda copla tanıştım. Lise ten Halil, “1 Ocak 1990’da yeni bir dönem başladı.” dedi. düzeyinde bir yurttu. Yurdun kapandığını görünce 200Ailesinin orada kaldığını ifade eden Halil Mutlu, “Tam 300 metre mesafeden seslendim kapıdakine. ‘Ey çömez, yalnızlığın göbeğine düştüm. Tek başına geldim. 1994 kapatma.’ Birinci sınıflara orada çömez denirdi. Hakaret yılında İstanbul’da dünya şampiyonu olduğumda ilk deanlamı taşımazdı. Samimiyetten dolayı söyledim. Yurda mecim ‘ailemi istiyorum’ demiştim. Yarışma 1994 yılının kapanmadan gittim. Bir baktım oradaki bana ‘sen kime sonundaydı. Sağolsun o zaman Tansu Çiller hanımefençömez’ diyorsun deyince, ‘kusura bakma seni arkadaşımla diyle rahmetli Bülent Ecevit ikili kararnamesiyle aileme karıştırdım’ dedim. Orada ilk kez copu gördüm. Coptan 1995 yılının şubat veya mart aylarında kavuşmuş oldum. dolayı yeni yurtta kaldığımı öğrendim. Ondan sonra gölAilemi getirmek için sesimi duyurmam lazımdı. Sesimi gemizle bile konuşurken dikkat etmeye başladık. Türk duyurmam için de şampiyon olmam lazımdı. Bu hedefe olmak suçtu.” “Keşke o süreci yaşamamış olsaydık” diulaşmam lazımdı.” görüşlerini paylaştı. Türkiye’ye geyen Halil, “Çünkü aile bağlarımız koptu. Herkes bir tarafa lince kendisine güzel imkanlar sunulduğuna dikkati çegitti. Göç farklı bir olay.” görüşlerini paylaştı. ken eski milli halterci, şunları kaydetti: “Ailem geldikGöç dönemi Halil Mutlu, o günlerden en iyi hatırla- ten sonra onları İzmir’e yerleştirdim. Annem ve babam dığı zamanın göç dönemi olduğunu söyledi. Göç döne- hayatta, orada yaşıyorlar. Babam 1942 doğumlu, annem minde herkesin bir telaş içinde olduğunu anlatan şampi- de 1945 doğumlu. Onlar şu anda 6 ay İzmir’de, 6 ay da yon halterci, “Arkadaşlarımız, hocalarımız, komşularımız Bulgaristan’a git gel yapıyorlar. 16 yıllık kısa bir geçmihepsi bir telaş içinde. Herkes Türkiye’ye gelmek isti- şim olmasına rağmen bana sorsalar en çok neyi özlüyorsun yordu. Gelebilmek içinde bazı şartlar vardı. Büyük bir deseler, ‘köyümü özlüyorum’ her hafta gitmek isterim, her kargaşaydı. Sevdiklerimizi yolcu ediyorduk. Onlar bize, ay orada olmak isterim her sene orada olmak isterim ancak biz onlara bakıyorduk. Hep acabalar vardı. Kaldığım sü- 3-4 senede bir gidebiliyorum. Akrabalarımız, arkadaşlarırece halter yapamayacağımı biliyordum. 1989 yılı mayıs mız, yeğenlerim var. Artık bir yabancı gibiyiz.” ayında sınır açıldı. Sanırım 3 ay kadar açık kaldı. Ge“Bendeki bayrak sevgisi çok çok farklı” Olimpiyat, len geldi, kalan kaldı. Sınır kapandı. Annem ve babaDünya ve Avrupa Şampiyonu eski milli halterci Halil mın bir müracaatı yoktu. Abim askerdeydi. Bizler sınır Mutlu, Seher Mutlu ile evlendiğini ve 2 erkek çocuğu olsürekli açık kalacak gibi düşündük. Ondan dolayı biraz duğunu ifade etti. Eşinin evlendiği dönemde Türkiye’nin ağırdan aldık. 3 ay sonra sınırlar kapanınca biz de orada en başarılı cimnastikçilerinden biri olduğuna vurgu yapan kaldık.” diye konuştu. Halil, “Eşim Seher Mutlu. Sadece güzel diye almadık, Halter sporuyla tanıştı Sakarya’da yaşayan antrenör başarılı diye de aldık. İki oğlum dünyaya geldi. Büyük İbrahim Elmalı’nın sayesinde 10 yaşında haltere baş- oğlum 2004 doğumlu Tuna. İsmi nereden geliyor? Beladığını anlatan Halil, “Bilerek değil ama kandırılarak nim eşim Deliormanlı. Tuna Nehri boylarından. Bu nehalter sporuyla 1983 Ekim ortalarında tanıştım.” ifade- denle büyük oğlumun ismini Tuna koyduk. Küçük oğsini kullandı. Olayların 1984 yılı ve sonrasında başladı- lum da 2007 doğumlu ve ismi Arda. Ben arda boylarında ğını dile getiren Halil, şöyle konuştu: “12 yaşlarınday- dünyaya geldim. Bu nedenle bu ismi koyduk. Atalarının dım. 1985 yılında isimler değiştirildi. Hala zorlanıyorum nereden geldiğin bilsinler istedim. İkisi de eskrimle uğama ‘Huben’ ismini almıştım. Benim adım Halil Aliyev raşıyor. Ülkelerine en iyi şekilde hizmet etmelerini isteHalilov’du. 1989 yılına kadar hayatımızı idame ettirdik. rim. Elimizden geldiğince peşlerinden koşuyoruz.” diye Sadece isimden bahsediyorum ama Türkçe konuşmalar konuştu. 10 yaşında köyünden uzaklaştırıldığını, 16 yada yasaklandı. Özellikle annem Bulgarca konuşmayı hiç şında da memleket değiştirdiğini belirten Halil Mutlu, bilmez. Babam da kasabalara gidip geldikçe ancak yol sözlerini şöyle sürdürdü: “Ailemden uzak kalmışım. Hatarif edebilirdi. Bulgarca konuşmaya başlasa zaten 2 ki- yatın ne getireceği belli değil. Sporcu bir eşim olmasını lometre öteden Türk olduğu belli olur. Neredeyse hiç istemişimdir. Hayat beni bir şekilde doğru insanlarla taBulgarca bilmezlerdi. Bulgarca bilmeyen büyüklerimiz nıştırdı. Ben sporcu ararken, o topraklardaki insanlardan bayağı bir sıkıntı çekti. Bunun yüklü miktarda para ce- birine denk geldim. Hayat beni doğru bir şekilde, doğru zası da vardı.” bir insanla tanıştırdı. Olimpiyat, dünya ve Avrupa şampiyonu eski milli halterci Halil Mutlu, “Belli bir nüfusa ulaşınca belli haklara kavuşuyorduk. Ana dilde eğitim gibi. Bunu engelleyebilmek için Rusya’nın emir ve talimatlarıyla bu kararı aldılar.” dedi. Bulgaristan‘ın 1984 yılında ülkedeki Türkler ve Müslümanlara karşı başlattığı asimilasyon politikasıyla aileler parçalanırken, insanlar yerlerinden ve yurtlarından edildi. Bulgaristan’ın 1984-1989 yılları arasında Türklere yönelik uyguladığı asimilasyon politikasından kaçan yaklaşık 350 bin kişinin “zorunlu göçü”nün üzerinden 30 yıl geçti. Türkiye’nin 1989 yılından itibaren sınır kapılarını açmasıyla göç başlarken, yaklaşık 350 bin kişi Türkiye’ye giriş yaptı. Dönemin Devlet Başkanı Todor Jivkov’un liderliğindeki politikada, Türk isimlerinin Bulgar adlarıyla değiştirilmesi, Türkçe konuşmanın yasaklanması, Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerden koparılarak, Bulgarların yoğun yaşadığı yerlere yerleştirilmesi, Türkçe eğitim kurumlarının ve Kur’an kurslarının kapatılması, Bulgar ve Türkler arasında karma evliliklerin parayla teşvik edilmesi, alınan kararlara uymayanların para ve hapis cezasına tabi tutulması şeklinde uygulamalar gerçekleştirildi. Bulgaristan’ın Kırcaali kentinin Uzuncalar köyünde, 14 Temmuz 1973 tarihinde dünyaya gelen Olimpiyat, dünya ve Avrupa Şampiyonu eski milli halterci Halil Mutlu, yaşadıkları o günleri bir çocuk gözüyle AA muhabiriyle paylaştı. Asimile olayının daha öncesinde 1975 yıllarında olduğunu hatırlatan Halil, “O zaman Bulgaristan’da 2 milyona yakın Türk yaşıyordu. Bulgaristan’ın nüfusu da zaten 6-6,5 milyon civarındaydı. Belli bir nüfusa ulaşınca belli haklara kavuşuyorduk. Ana dilde eğitim gibi. Bunu engelleyebilmek için Rusya’nın emir ve talimatlarıyla bu kararı aldılar. Bu isimleri değiştirdiler. Burada asıl olan ‘biz de Türk yoktur’ demek istediler.” değerlendirmesinde bulundu. Türklere karşı baskı dönemini başlatan o rejimden sonra sınırların kalktığını anlatan eski milli halterci, “Göç olayından sonra aileler bir tarafa dağıldı. Özellikle gençler köylerinden koptu. Farklı memleketlere gitti. Köyler boşaldı. Köylerde sadece dedelerimiz, anne ve babalarımız kaldı. Aileler parçalandı. Aileler eskisi gibi değil. Göçün bedelini düşündüğümüzde hala ödüyoruz.” görüşlerini aktardı
Prof. Dr. Hasine ŞEN
Sınırın “Öteki Tarafı” 1 Prof. Dr. Hasine ŞEN KARADENİZ Göç ve Bulgaristan Türkleri Göçler, Bulgaristan Türklerinin tarihinde her zaman önemli bir olgu niteliği taşımıştır ve Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bir göstergesi olmuştur. Sosyalist rejimin çöküşü, küreselleşme sürecinin hızlanması, Avrupa Birliği tartışmalarının yükselmesi ve benzer siyasi ve iktisadi olayların gölgesinde gerçekleşen son göç hareketleri (1989 göçü ve sonrası), daha önceki göç hareketlerinden belirgin bir farklılık göstermekte ve gerek Bulgaristan’da yaşayan Türklerde, gerekse 1989’da Türkiye’ye yerleşmiş Bulgaristan Türklerinde kimlik, kültür, aidiyet, vatan gibi kavramların sorgulanmasına ve güncel gelişmeler doğrultusunda yeniden oluşturulmasına neden olmuştur. Bulgaristan ile Türkiye arasındaki vize uygulamalarına getirilen rahatlıktan sonra iktisadi ve toplumsal açıdan her iki ülkeye de bağımlı olan ve iki ülke arasında sürekli hareket halinde yaşayan bir grup oluşurken, 1989 göç hareketinden sonra Türkiye’ye yerleşen Bulgaristan Türkleri’nin ise tersine göçü gündeme gelmiştir. 1989 Göçü ve Bulgaristan Hükümeti Politikaları 1989 göçünden söz ederken 1989’un yaz aylarında ve 1990 yılında yaşanan yoğun göç süreci kast edilmelidir, çünkü daha sonraki göç olayları farklı ortamda ve farklı nedenlerden doğmuştur. Hatta daha sembolik bir çizgi belirlemek gerekirse belki bu Berlin duvarının yıkılması olabilir, çünkü Berlin duvarının yıkılmasıyla yeni bir dünya görüşü de ortaya çıktı ve yeni gelişmeler doğrultusunda Bulgaristan’da da 10 Kasım 1989’da totaliter rejimin yıkılmasıyla demokratikleşme süreci başlamış oldu. Yeni yasalarla Bulgaristan Türklerine isimleri geri verildi ve birçok hakkı iade edildi. Buna rağmen göç, farklı yöntemlerle (vize almanın yanı sıra sahte pasaport yoluyla veya sınırı yasal olmayan yollardan geçerek) devam etti. Türkiye’ye Bulgaristan’ da zulmün söz konusu olmadığı bir dönemde gelen bu göçmenler için Türkiye, 1989’un yaz aylarında olduğu gibi Bulgaristan Türklerine kucak açarak onları totaliter rejimin zulmünden kurtaran Anavatandan çok, ekonomik açıdan daha rahat bir hayat vaat eden ülkedir artık. Bulgaristan’ın, yeniden yapılanma sürecinde ciddi bir kriz yaşamasından dolayı, bu dönemde birçok Bulgaristan Türkü, Türkiye’nin yanı sıra, Yunanistan, Hollanda, Almanya, İsrail gibi ülkelerde de iş imkanı aramaktadır. 1989’da gelenler kısa sürede Türk vatandaşlığına alınırken daha sonraki göçmenler “yabancı” statüsündedir (sigortasız çalışırlar ve hiçbir sosyal haktan yararlanamazlar) ve Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne girmesi kesinleştikten sonra yoğunluk kazanan “tersine göç” ü oluşturan ağırlıkta bu konumdaki insanlardır. Türk vatandaşı olup Türkiye’ye hem sosyal hem kültürel anlamda daha iyi uyum sağlayan Bulgaristan Türklerinin tersine göçü ise fiziksel değil, daha çok hukuki ve sosyal anlamda Bulgaristan vatandaşlığının verdiği haklardan ve ayrıcalıklardan – örneğin serbest dolaşım hakkından – yararlanmaya yöneliktir. 1989’da göç edenlerin Türkiye ile olan ilişkisi daha sonraki dönemlerde gelenlere nazaran daha
duygusal zemine oturmaktadır. Seçtikleri soyadları bile bu milli duyarlılığı göstermektedir. Vatansever, Yurtsever, Öztürk, Öztoprak, Yılmaz, Yiğit, Mutlu 1989 Bulgaristan göçmenlerinin en çok tercih ettiği soyadlarıdır. Bunun nedeni de 1989 göçünün daha önceki ve sonraki göç hareketlerinden birçok açıdan farklı olmasıdır. Her şeyden önce ortaya çıkış nedeni ve gerçekleşme biçimi onu ne bir göç, ne de bir sürgün olarak tanımlamamıza izin veriyor. 1989 yılının yaz aylarında Bulgaristan medyası, “göç” kavramından kaçınmak için olayı “büyük gezi” olarak isimlendirdi. Türk tarafında da, olaydan göç olarak söz edilse de, 1989’un yaz aylarında akın eden Bulgaristan Türkleri için, onları daha önce resmi antlaşma sonucu Türkiye’ye yerleşen muhacirlerden ayıracak soydaş terimi yaygınlaştı. Bu kavram belirsizliği söz konusu hareketin aslında yarı göç – yarı sürgün olduğunu gösterirken, Bertold Brecht’in “Göçmenler” şiirinde açıklanan durumu akla getiriyor: “Göçmenler./ Göçedenler anlamına geliyor bu: Ama biz /Göç etmedik, özgür irademizle/ Başka bir ülke seçmedik. Orada yerleşmek amacıyla/ Başka bir ülkeye gitmedik ki, orada kalmak için belki de sonsuza dek./ Hayır, biz kaçtık. Kovulduk biz, sürgün edildik.” Edward Said de ülkesini terk etmek zorunda kalanların iki ülke arasında kalma durumunu dile getirir bir çalışmasında: “Sürgünlerin çoğu için güçlük sadece yuvadan uzakta yaşamak zorunda bırakılmaktan kaynaklanmaz,…günlük hayatın size eski yerinizle sürekli ona ulaşacak gibi olduğunuz ama bir türlü ulaşamadığınız bir temas halinde tutulmasından kaynaklanır. Bu yüzden sürgünler… ne yerli ortamla tamamen birleşebilir, ne de eskisinden tamamen kopabilir, ne bağlanmışlıkları tamdır ne de kopmuşlukları.” Said’in düşünceleri tam olarak 1989 Bulgaristan göçmenlerinin duygularını yansıtırken Brecht’ in şiiri yetersiz kalıyor çünkü yeni ülke onların durumunda herhangi bir yer değil, Anavatan Türkiye’dir. Türkiye’ye gelme nedeni olarak Parti Sekreteri Todor Jivkov’un uyguladığı asimilasyon politikasını gösterirken bir taraftan Bulgaristan’dan kovulduklarını ifade etseler de, 1989 göçmenleri diğer taraftan kovuldukları yere karşı derin bir özlemin de etkin olduğunu vurguluyor. 1989’un yaz aylarında gerçekleşen göçün, göç ve sürgün kavramlarının ortasında bir yerde kaldığını göstermek için hemen göç öncesi cereyan eden, yakın Bulgar tarihinde “Mayıs olayları” olarak yer alan olayların incelenmesi son derece yararlı olacaktır.a 1985 yılında, Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesi ve temel haklarının ellerinden alınmasıyla ifade edilen ve Parti yöneticileri tarafından “Soya Dönüş” olarak isimlendirilen sürece tepki olarak Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketi adı altında illegal bir örgüt kuruldu. Bu örgütün rejim aleyhtarı çalışmaları 1989 yılının Mayıs ayında, Mayıs Barış Yürüyüşleri ‘nin düzenlenmesiyle doruk noktasına ulaştı. Mayıs hareketleri ülkenin farklı yerlerinde yapılan açlık grevleriyle başladı. Türklerin yaşadığı bölgelerde 25 Mayıs 1989’da toplu barış yürüyüşlerinin yapılması kararlaştırıldı ancak yürüyüşleri düzenleyenlerin tutuklanıp Avusturya ve başka Avrupa ülkelerine sınır dışı edilmeleri sonucunda halk gösterileri daha erken başladı. Ülkenin birçok yerinde “Biz Türküz” ve “İsimlerimizi İstiyoruz” gibi sloganlar atılarak yürüyüşler yapıldı.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 144 - Mayıs 2019 Güncel haberler
Rusçuk Bölge Müftülüğü iftar yemeği verdi
Rusçuk Bölge Müftülüğü, 19 Mayıs 2019 tarihinde (Pazar akşamı) bölgede ikamet eden Müslüman topluluğa verilen Ramazan ayı özel iftar yemeğine ev sahipliği yaptı. Bu güzel iftar yemeği, şehirde bulunan ve hala mülkiyet sahipliği hususunda davaların yürütüldüğü muhteşem bir vakıf malı olan mekânda yapıldı. Bu Ramazan etkinliğinin resmi misafirleri Burgaz’da ki Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğu Sosyal Faaliyetler Sorumlusu Ataşe Şemseddin Şimşek, Rusçuk İmam Hatip Lisesi Müdürü Tuncay Şerif, Rusçuk Bölge Müftülüğü bünyesinde Türkiye’den gelen ve geçici olarak görev alan misafir imamlar, bölge imamları, Müslüman encümenlik temsilcileri ve bunların yanı sıra bölgede ki bilinen önder ve saygın şahsiyetler oldular.
Misafirler iftar sofrasına gelip oturmadan önce Rusçuk Bölge Müftülüğünde görev yapan misafir imamlar tematik bir dini program sundular. Rusçuk Bölge Müftüsü Yücel Hüsnü ev sahibi olarak, tüm konuklara hitaben, yapmış olduğu konuşmada davetine saygı gösterip icabet ettikleri için teşekkürlerini sundu ve Ramazan ayı içerisinde sosyal faaliyetlerimizi artırmamız gerektiğini vurguladı. Burgaz’da ki Türk Konsolosluğu temsilcisi Şemseddin Şimşek ise gerçekleşen bu iftar yemeği için ev sahibine bu resmi davetinden dolayı şükranlarını sundu. Rusçuk şehrinde ki bu manidar iftar yemeği sağlık, bereket ve refah için yapılan dua ile sonlandırıldı.
Bulgaristan’dan Türklerin ‘zorunlu göçü’ 30’uncu yılında
BULGARİSTAN’ın ülkede yaşayan Türklere yönelik uyguladığı asimilasyon politikası ile göçe zorlanan ve ülkeden kaçan yaklaşık 350 bin kişinin zorunlu göçünün üzerinden 30 yıl geçti. Bulgaristan’da komünist lider Todor Jivkov döneminde, 1984 yılında Türklere yönelik başlayan asimilasyon politikası 1989 yılına kadar sürdü. 20 yıl önce 29 Mayıs akşam saatlerinde dönemin komünist lideri Todor Jivkov, Bulgar Devlet Televizyonu’ndan yaptığı açıklamayla, Türkiye’nin sınırlarını açması ve ülkede yaşayan Türk’lerden isteyen herkesin Türkiye’ye göç edebileceğini duyurdu. Ülkede 1984- 89 yılları arasında süren asimilasyon kampanyası ve isim değiştirme sürecine isyan eden Türkler, Türkiye’ye göç etmeye zorlanmaya başlamıştı. Bulgaristan’da Türk kimlikleri ellerinden alınan 350 bin kişi 1989 yaz aylarında göçe zorlanmıştı. Bulgar yeni tarihinde bu süreç ‘Büyük gezi’ adıyla anılmaktadır. Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesi lideri Todor Jivkov, televizyon konuşmasında, “Bulgaristan’ı kendi vatanı olarak görmeyen ve dış güçlerin müdahalesiyle ülkelerine karşı koyan, komünist partisine itaat etmeyen, kendini Bulgar hissetmeyen vatandaşlar Bulgaristan’ı terk edebilir” demişti. Türkiye’ye de çağrıda bulunan Jivkov, “Bulgaristan’dan gelecek bütün Müslümanlara sınırları açsın. Türkiye’de geçici veya kalıcı olarak yaşamak isteyenlere sınırlar açılsın” demişti. Jivkov rejimi komünist dönemde giriş- çıkışların yasak olduğu Bulgar-Türk sınırındaki bariyerleri kaldırarak, 30 Mayıs 1989 yılından sonra ‘Büyük gezi’ adı verdikleri zorunlu göçün temeli atılmıştı. Bu çağrı üzerine Türkiye’de 3 Haziran’da Kapıkule Sınır Kapısı, Bulgaristan’daki soydaşlarına açmış ve dev bir göçmen akını yaşanmıştı. 1989 yılı itibarıyla ülkede bir milyona yakın Türk yaşamaktaydı. Onların büyük kısmı evini, varlıklarını bırakarak Anavatan’a göç etmişti. Bu göç olayı büyük bir yolsuzluk ve haraç dalgasına da yol açmıştı. FIRSATÇILAR İŞ BAŞINDA Türkler göç için valizlerini ve temel ihtiyaçlarını paketlerken, bu durumdan yararlanmak iste-
yen Bulgarlar, trajediyi paraya ve kazanca çevirmişti. Eski Lada ve Moskviç otomobillerinin fiyatı 40- 50 bin leva gibi rekor fiyatlara çıkmıştı. Yeni araba 6- 10 bin leva iken, insanların trajedisinden yararlanan fırsatçılar bununla on binlerce leva kazanç sağlamıştı. Kapıkule’ye taksiler 1000 leva alırken, insanlar ev, daire, arsaları ve mal varlıklarını satamadan bölgeden ayrılmak zoruna kalmıştı. Aylar sonra emniyet, parti, savcı, yargı gibi üst düzey kurumlardan komünist bürokratlar pasaport çıkartma, eski otomobil satma veya Kapıkule’ye ulaşım sağlamak için rüşvetler aldığı ve bu insanlık dramını fırsata çevirdiği anlaşılmıştı. Kapıkule, Edirne, Bursa İstanbul’da oluşturulan göçmen çadır kampları on binlerce Bulgaristan Türk’ünü toplamakta zorlanmış; 21 Ağustos 1989’da Ankara geçici olarak sınırın kapatılmasını kararlaştırmıştı. ÜÇ AYDA 360 BİN KİŞİ GÖÇ ETTİ 3 Haziran- 21 Ağustos 1989 tarihine kadar gayri resmi verilere göre 360 bin Bulgaristan Türkü Türkiye’ye göç etti. O dönem 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük zorunlu göç dalgası olarak tarihe geçen göçte, 40 bin kişi Jivkov rejiminin sona erdiği, 10 Kasım 1989 tarihine kadar geri döndü. Daha sonraki dönemlerde de 100 bine yakın soydaşın Türkiye’den Bulgaristan’a geri döndüğü tahmin ediliyor. BULGARİSTAN BU KARA SAYFALARLA YÜZLEŞMEDİ 1989 yılının acı dolu yazında binlerce aile sınırın iki tarafında parçalandı. Bulgar tarihçileri bu yeni dönemle ilgili olayları objektif bir süzgeçten geçirmedi, komünist dönemin zulmüyle ilgili ise tek bir suçlu yargı önüne çıkarılmadı. Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) devamı ve şu ana ana muhalefet olarak ikinci büyüklükteki parti olan Bulgar Sosyalist Partisi’nde (BSP), Jivkov’un ve yönetimde bulunan kişilerin torunları yer alıyor. Komünistlerin devamı olan bu Sosyalist yapıdan Bulgaristan Türklerine yönelik hala özür dileyen olmadı. Göçten geriye özellikle Rodoplar ve Kırcaali bölgesinde ıssızlaşan köyler, terk edilmiş evler, sahiplerini bekleyen kırık pencereler ve çocuklarından uzak kalan yaşlı insanlar kaldı.
Mestanlı Belediyesi’nden kardeş belediye ziyareti
Bulgaristan’ın Mestanlı Belediyesi Başkanı Sunay Hasan ve Belediye Meclis Başkanı Ömer Hüseyin, Bornova Belediyesi Başkanı Dr. Mustafa İduğ’u makamında ziyaret etti. Sosyal medya üzerinden açıklamada bulunan Başkan İduğ, “Bornovamızın kardeş belediyesi olan Bulgaristan Mestanlı’nın Belediye Başkanı Sayın Sunay Hasan ve Belediye Meclis Başkanı Sayın Ömer Hüseyin’e dostça yapmış oldukları ziyaretleri ve samimiyetleri için teşekkür ederiz” dedi.
Öylesine yakından ve derinden tanıyoruz ki birbirimizi, öylesine ortak bir umut ve bilinçle paylaşıyoruz ki iyi ve kötü günleri, öylesine inanıyoruz ki dostlukların, soydaş olarak birlik olmanın, ortak özlemlerimizin sonsuz gücüne, omuz omuza attığımız her adımın önemine…. Bu duygularla Ramazan Bayramınız mübarek olsun! Tüm Türk-İslam Alemine hayırlara vesile olsun! Kader kardeşliğimizin daha iyi günleri birlikte devam etsin… NİCE HUZURLU BAYAMLARA! BULTÜRK DERNEĞİ VE BGSAM OLARAK HEPİNİZE Şeker tadında bir Ramazan Bayramı geçirmenizi diler, her şeyin gönlünüzce olmasını temenni eder. Bu bayramda yüzünüz de hep gülümseme, kalbinizde huzur olsun. Ramazan Bayramınız kutlu olsun. BİRLİK VE BERABERLİK ÖLÜMDEN BAŞKA HERŞEYİ YENER. En iyi günler Türk-İslam halkının olsun! Bayramdan bayrama bir yıl geçti. Şu güz günlerinde tohum eksek bir yıl sonrasını düşünürüz. Bayram günlerinde fidan diksek on yıl sonrasını düşünürüz. Biz bir kültür ve hizmet derneği olarak 100 yıl sonrasını düşünmek için bir araya geldik. Bir kuşak sonrasını düşünürken eğitim, öğretim okul, lise, üniversite, meslek eğitimi deriz. Bizler hayatın özündeki gerçekte bir kez ürün verir ektiğin tohum, on kez meyve verir ektiğin fidan ve yüz kez olur bu ürün, eğitirsen halkını… Daha da büyük konuşursak bir bireyin bilincindeki değişim tüm halkta, hatta tüm dünyada değişim yaratabilir. Biz hepimiz 2003’te BULTÜRK’ü kurduğumuzda uzun bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğun adı: KENDİMİZİ GELİŞTİRİP HEPİMİZİN DEĞİŞİMİMİZİ GELİŞMEMİZİ SAĞLAMAKTIR. Birlikte başarmak ve birlikte zafere ulaşmaktır. Bizi başarıya götüren inançlarımız vardır. Biz her şeyin bir sebep ve bir amaç için var olduğuna inanıyoruz. Bulgaristanlı soydaşlar olarak büyük ve inançlı bir sosyal topluluğuz. Birimiz hepimiz için hepimiz birimiz için yolunu seçmemiz isabetli oldu. Yakınlarımızın daha büyük kısmı Bulgaristan’da kaldığından ve biz de gelirken vatandaşlığımızı koruyabildiğimizden daha da büyük, güçlü ve etkin bir topluluğun ayrılmaz oluşturucu bir parçasıyız. Emel ve hedeflerimiz bazı noktalarda artık tamamen kesinleşti ve netleşti. Bilirsiniz sınırlı inançların sınırlı insanları olur. İçine kapanmış topluluklardan pek fazla bir şey beklemek yanlış olur. Biz hepimiz Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşı olarak farklı bir bilince ve sorumluluğa ulaşmış bulunuyoruz. Birçokları için hayal olan emeller bizim için reel edinimdir. Başka bir değişle biz sınır engelini fersah fersah aştık. İki ülkede ve 28 üyelik bir uluslararası birlikte politik, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşama katılma olanağı elde ettik. Yıllar içinde farklı yollar aradık ve dar göçmen imkânlarına rağmen örgütlendik, sivil toplum örgütlerimizde birleştik, kendi gazetemizi, elektronik iletişim olanaklarımızı geliştirdik, kültür merkezimizi açtık, Türkiye makamlarıyla yerli ve merkez yönetim düzeyinde sesimiz duyulmaya başladığı gibi, Bulgaristan politik yapısında da yankılandı bunlar. Her durumda başka olasılıklar arıyoruz. Şimdi AB merkezinden soydaşlarımızın eğitimsel ve kültürel gerekleri için özel ödenekler çıkarmaya çalışıyoruz. Bu etkinlikler BULTÜRK yönetimince disiplin ve istişare kurullarımızca yönlendiriliyor. Sivil toplum örgütümüzün kolektif yönetimi lider rolü oynuyor. Bu anlamda, bizler için liderlik eğer biri liderse çölde bile bahçe görebilen insandır. Biz dağının arkasını görenlerdeniz. Bizim inancımızda başarısızlık diye bir şey yoktur. Bizlerde her işten, başarılı veya başarısızlık, bizler bunlardan tecrübe alır geleceğe daha güvenle bakmamızı sağlar. Son çeyrek yüzyılda BÜYÜK GÖÇE zorlanmış olmamıza rağmen, köpek havlamasına pabuç bırakıp kaçanlardan olmadık. Bize uygulanan zulüm dayanılacak gibi değildi, onun için acıyı orada bıraktık ve kendimizi Ana Vatan’a attık. Bu bizim Vatan sevgimizi azaltmadı, öz yurdumuzu daha gelişmiş ve mutlu bir düzeye getirme azmimizi kırmadı, biz emellerimizle geldik ve umutlarımızla yaşıyoruz. Bu bakıma kutsal inancımızda başarısızlık diye bir şey yoktur. Totaliter baskı ve terör rejiminden sıyrılmaya yanaşan, fakat içine sıkıştığı dar boğazda bocalamaya devam eden Bulgaristan’da Pazar gün AP seçimleri geçti. Halk siyasilere güvenmediği ortaya çıktı.
3 3
Rafet ULUTÜRK Birlikte Nice Bayramlara… Kim ne derse desin bu önümüzdeki seçimlerde Bulgaristan’da büyük değişimlere yol açacağı ortaya çıkmıştır. Bizler Bulgaristan Türkleri bu davamızı yeni kuşağa devretmek bizim öz vazifelerimizden biridir. Bu bakımdan her yerde ve her zaman örnek olmalıyız. Bu öz hakkımızı elimizden almak için göz dikenler o kadar çok ki, dış etkenlerin hiç biri tarafından etkilemeden, elimizdeki imkanı kullanıp oyumuzu verip varlığımızın sesini devamlı yükselteceğiz. Bazen insanın kime oy verdiği hiç önemli değildir. Bu önümüzdeki seçimler çok anlamlıdır. Bu AP seçim sonuçları bir sosyal anın aynada yansıması olsa da, seçimin kendisi bir toplumsal sürecin gelişim anıdır. Yukarıda da işaret ettiğim gibi, bizdeki gelişim süreci totalitarizmden sıyrılma ve kurtulma gidişidir. Bu süreçte ben, sen, biz değil sayın okurum, ama bizi temsil ettiklerini iddia eden HÖH-DPS yöneticileri, başta hain-Ahmet Doğan artık Bulgaristan iktidarına uzaktan bakacaklardır. Sebebi, ölümü ilan edilen, yassı tutulan totaliter rejime 30 yıldan beri hastabakıcılık yapmalarıdır. Bilirsiniz naaş defnedilince hasta bakıcı ve hademelerin de işi biter. Durum budur. HÖH-DPS liderlerinin belediyeleri bayrakları birer ikişer dürülecektir. Bu durumda HÖH-DPS partisini kuran Türk ve Müslüman kitle eski yönetimi kusma ve yeniden örgütlenme yollarını aramaya başlayacaktır. Bu da size Bayram müjdemiz olsun. Ne olursa olsun sorumluluğu üstlenmeye hazırız. Yeni bir döneme giriyoruz. Sorumluluk her alanda başarının destekleyicisidir. Unutmayalım hepimiz her şeyden sorumluyuz. Bizler yerel seçim gününden sorumluyum elimden geleni yapacağım bilinciyle hareket etmeliyiz. Soydaşlarımızın büyük bir aldatılmışlık, olan bulutu içinde olduğunu defalarca yazdık söyledik. Senin, benim, hepimiz in şimdiye kadar 30 yıldan beri bir an düşünmek bile istemediler. Biz eminiz ki, önümüzdeki seçimlerde bu kopma kesin ve sonuç belirleyici olacaktır. Çünkü bu kopan oyların arasında KARA FATMELERİN KARA AYŞELERİN, KARA HAMDELERİN oyu da var yani KARA KOYUN suyu geçecek ve durum kökten, kesinlikle ve dönüşümsüz değişecektir. Onların alacağı oylar korkuyu yenememiş, korkuya esir olmuş olanlarıdır, Ama Bulgaristan’da yaşayan yakınlarımıza zarar verilmesin, işten kovulmasınlar, çocukları okuldan atılmasın hesaplarıyla verilen oylardır ve bu noktada demokrasi ölüdür. Ancak hepimiz sorumluluk alarak sonuçları değiştirebiliriz. Bizler büyük düşünen sizlerin, öz güven ile yaşayan hepimizin, ilke ve değer bilinci olan, Ata Vatan sevgisi sönmeyen soydaşlarımızın, etkili iletişim kurarak gerçeği görebilenlerin başarılı olacağına inanıyoruz. Bizim hedefimiz Bulgaristan’daki hak ve özgürlüklerimizi ne pahasına olursa olsun elde etmek, demokratik adil bir ortamda yaşamak ve bize çektirenlerin, zulümcülerin mutlaka cezalandırılması, bizi aldatanların, halkımızı oyalayanların, totaliter katillere yardım edenlerin, hainlerin, jurnalcilerin, ajan bozuntularının hak ettiklerini bulmasıdır. Bizim bu davamızda, bu mücadelemizin başlangıç noktası vardır, ama son noktası yoktur. Kendi planı ve hedefi olmayanları, amaçları uğruna kitleleri yüreklendirecek örgütü olmayanları başkaları aldatabilir, kandırabilir, kendi karanlık hedeflerine alet edebilirler. Bu 30 yıldan beri böyle oldu, artık değişim zamanı. Mübarek Ramazan Bayramını sevdiklerinizle beraber sağlıklı ve huzur içinde geçirmenizi diler, tüm insanlığa hayırlı olsun! Ramazan Bayramı’nın milletimizin diriliğine, mazlumların kurtuluşuna, Türk-İslam Alemine huzur, barış ve hidayetine vesile olmasını dileriz. Nice Bayramlara!
4 Sayı 144 - Mayıs 2019 4
Yüzsüzler Dünyası
Yazan: Nedim AKIN Konu: Seçimler, soygunun devam ettiğine ve bizimle oyun oynandığına işarettir. Parayı veren, düdüğü çaldı. Pazar gün Bulgaristan’da ve diğer 27 Avrupa Birliği (AB) ülkesinde Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri yapıldı. Ne yerel taktik ne de uluslar arası strateji yoktu. Birbirine yaklaşsınlar ve birleşsinler diye FEDERAL BİRLİK ve ULUSAL DEVLET bayrağı kalktı. Bir işlerin bu kadar karmakarışık olduğunu şimdiye kadar görmemiştim. Çok ince ve halktan tamamen gizli planlar çizmişler. Yalana ceza yok. Aldat aldata bildiğin kadar… Avrupa Konseyi (AK) genel seçim yapılmasına kaç para döktüğünü açıklamıyor. Devletler susuyor. Partilerse dut yemiş bülbül. Olayı, Ramazan Sofralarından (iftardan) okuyanlar dillerini yuttu. Bu ikrama göre, “hadi bizden geçsin” deyip plan değiştirenler oldu. Kimseye oy yok yemini edenlerden bazıları yine de sandığa gitti. DPS ilk aşk gibi, çok sevsen olmaz, uzak kalsan hiç olmaz… Nasrettin Hoca’nın dediği gibi “Parayı veren, bu defa da düdüğü çaldı.” Öyle olsa bile, stres büyüktü. Oy hakkı olanların dörtte biri Kara Suyu geçse de, dörtte üçü derenin yamacında kaldı. Bu gelişme ve oluşan yeni durum pek çok kişiyi çok düşündürdü. Hak ve Özgürlük Davamızın Gazileri, ayaklarının süründüğünü ve gitmek istemediğini iyice hissetiler. Nasıl olur da Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) seçmene İyi Günler, İyi Akşamlar, Her şey Gönlünüzce olsun, Bulgaristan Müslümanları ve Bulgaristan Türkleri demeden vatandaştan oy isteye bildi? Şaşılacak iş! Pazar gün gerçeği bize acı veriyor. Yılana sarılmış durumdayız. Parti halkımızdan tamamen kopmuştur. Başkan Karadayı ise, eli kolu, ağzı burnu, ayak parmakları ve popo su bile ipe bağlı artistlik yapıyor. Son sahne oyununda Peevski ile ikisi, Siyam ikizi gibi seçildiler. Ardından Brüksel meclisine gitmekten vazgeçtiler. Yine de beraberce Belçika’ya gidip biraz kumar oynayacaklarmış. Bu halktan oy dilenmek ve seçmenin iyiliğini kötüye kullanmaktır. Şu unutulmamalıdır. Oy alıp satmak yasaktır, ne ki seçilenlerin yerlerini satması da yasaktır… İpi elinde tutan, istediği anda ipi çekmesini çok iyi bilir. Doğan’ın figüran olarak sahnede belirmesi de şaşırtıcı oldu. 2 yıl önce öldü ve külü denize savruldu sözleri dolaşmıştı. Ve herkes artık kesin inanmıştır ki, bu kişi sararıp solmuş ve boyasının karası yüzüne vurmuş ve o bilinen Ahmet Doğan değil. Seçim sabahı korumalarıyla siyah Mercedes’e binmezden önce koluna bacağına “kuvvet inesi” yapılmış de, buna rağmen, sandığa giderken sekteleşmiş, bülteni alırken elinin titremiş, perdeyi çekmeye kolunu kaldırdığında bir karışıklık belirince hemen korumanın koşması ilgi çekmiştir. Olayın ayrıntılarını görev gereği defalarca izleyenler Ahmet Doğan’a konuşma yasağı konduğu sonucuna varmışlar. Adam put gibi, gazetecilere de konuşmadı. Bulgaristan Türk dünyasına “lidersizlik” oturdu. İşi izleyenler karabatak gibi sayıklıyor. İki söz tekerlemeden olmaz ki! Zavallı, ölü bakışlarla “Ne yapayım, durum bu!” diyebildi. Bulgaristan’da psişik-analiz yöntemleri Rus sisteminden kopyalanmıştır. Bir insan en lüks ortamda, her gün yağlı ballı böreklerle beslense bile, bir tek noktaya baktığında delirebilir. Onun açılmayan penceresi de Kara Deniz’in hep aynı noktasına bakıyormuş ve tam o noktada her gün bir girdap dönüyor, döne döne sahile yaklaşan bu burgaç, gırtlağı varmış gibi değişik sesler çıkardıkça Doğan artan bu uğultuyu “seni yemeye geliyorum” şeklinde idrak ediyormuş. Yalnızlık zor tabi. Onun, bunu paylaşacak kimsesi de yok. Korumalarına “durdurun şu su çevirisini, huzur istiyorum, rahatlamak istiyorum” dese de onların da elinde bir imkan yok. Bazen uğultu sıkmaya başladığında karşısına canına kıyılan Ahmet Emin dikiliyor ve “hadi gel artık da hesaplaşalım!” diyormuş. Ahmet’in yüzünü her an kaydeden kamaraları an an analiz edenler ise, burgacın şiddetlenmesiyle her defasında Ahmet’in karşısında beliren simanın erkek olmadığını, genç kızların da belirdiğini, “hadi gel artık, gel de hesabı keselim” tehdidi savurdukları ve Doğan’ın ruh halini allak bullak ettikleri saptamış. Bu yeni bilgiler A.Doğan “Sava” ajan dosyasına alınmıyor tabii. Yeni dosyalar açılmış. Rus profesörler gelmiş, onlar da “korku insanı yener” hatta “delirtir” demişler ve gitmişler. Gerekli ilaçlar Bulgaristan’da olmadığından dolayı reçete yazmamışlar. Bu durumda, Doğan, Dostoevski’nin o bilinen “Suç ve Ceza” romanına satılmış. Hep defasında, faizci kadının ölüm sahnesini okuduğunu, analiz notlarına eklemişler. İzlenimler, gençlikte işlenen suçların ve cana kıyma olaylarının insan hafızasından asla silinmediğini, her an canlanıp hesap sorma ve son adalet sayfası açıldığını doğruluyor.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Tarih ve edebiyat
Bireysel hesap sorma olaylarının dışında bir de kolektif hesaplaşma sahneleri yine aynı anlarda belirmeye ve korku rengi olan koyulaşan siyahın fırça darbeleri ile gelişi beyinsel durgunluk getirdiği için, en yakın koltuğa oturup nöbetin geçmesini sapsarı sararmış benizle bekleyişi rapor edilmiştir. Doğan’ın bu seçim arifesinde, “kırılmış ve gönül acısı çekenlerden” 1984-1989 yılları arasında gizli polise jurnal ettiklerinden, içeri düşenlerden, yargısız infaz edilenlerden, sınır tellerinde asılı kalanlardan başka, 1990’dan sonra kendilerine zulüm uygulananlardan da “özür” dilediği düşünüldü. Ne ki bu olay çok derin. En az 50 bin Türkün alın yazısı karartılmış ve silinmiştir.. Acıları silmek ve unutmak asla mümkün olamaz. Öç almak isteyen öfke çok büyük ve çok güçlü. 500 bin Müslüman çocuğun cahil bırakılması ve hayattan silinmesi söz konusudur. Ümit ruhlarını budadığı Bulgaristan Türk militan aydın kadrolarından ve ak yüzlerini kara ettiği yakınlarından özür dilemesine bıyık altından gülmeyen ve sıra küfür savurmayan kalmadı. Onlar, bu oğlanın “şopar” soylu olduğunu bilseler de, gönül kırmayalım, büyüklük bizde kalsın diye yüzüne söylemeyenler, “bu defa pusula şaştı, Türk oğlu Türk özür dilemez, yanlış tığında yanlışını düzeltir ve yola devam eder” dediler ve bakışları sertleşti. Doğan, bu defa seçim sonuçlarına çok üzülmüş. 2014’ten beri Türklerin DPS siyasetinden geri durduğu, vaatlere yalan dediği ve gerileme, pasifleşme, ümitsizlik devri yaşadığı biliniyordu. İki kişi görüşse, selam sabahtan sonra göz göze bakışarak “sakla samanı gelir zamanı” faslına geçiyorlar. Köylerde DPS için yeni bir dörtlük düzmüşler. Selam versen selamını alırım. Ama el bağlayıp divanına durmam. Akıbeti dava yolunda ölürüm. Benden oy isteme, bir ömür küserim. DPS siyasette ipe un serdi. Özünde halkı aldatmak, dolandırmak ve yalandırmak varsa siyaset zor iştir. Siyasette ipe un sermek ise, parti liderlerinin, siyaset adamlarının seçim meydanlarında iftarda ve yıldönümü anma törenlerinde ya da muhalefette iken vermiş oldukları sözleri tutmaması ya da aksini yapmasıdır. Bu durumda, bizde 30 yıldan beri olduğu gibi, halk ile siyasetçi arasında güvensizlik ve kandırma, bunalım yaşanmakta ve kandırma dümenleri dönmeye başlamaktadır. Bugün dünyada, özellikle de AB ülkelerinde siyasi bunalım yaşanmayan ülke yok gibidir. Bizde bile BSP Başkanı Kurnelya Ninova istifa etti. Avusturya’da hükümet düştü. Başbakan Kristiyan Kurt erken genel seçime gidiyor. Fransa’da Cumhurbaşkanı Em. Makron seçimden beklediğini elde edemedi. Brüksel’de oylar yeşillere kaydı. Romanya’da adalet için referandum yapıldı vs. Dünya seçim meydanları kaynıyor. Her yerde ipe un seriliyor da, Hocanın öyküsü şöyle: Hocanın ödünç aldığı eşya yahut araç gereci geri getirmekte ihmalkar olan, unutturabilirse hiç geri getirmeyen yahut o kadar hoyrat kullanırmış ki ne alırsa bozuk, kırık delik, kopuk, sakat olarak iade eden bir komşusu varmış. Hoca bu komşusuna önceleri hatırını kırmayayım diye bir şey söylememişse de içten içe öfkelenip artık ödünç bir eşya vermemeye ahdetmiş. Münasebetsiz komşusunun hemen her gün olur olmaz bir şeyler istemesinden bıkmış. Her istenen şeye, vermemek için, bir yalan uydurmaya başlamış. Ertesi gün komşusunu kapıda görünce “tamam, demiş içinden, bu sefer ne istese vermeyeceğim.” Adam her zamanki pişkinlikle, Nasrettin Hoca’nın kapısını çalmış. Hocam demiş karım çamaşır yıkadı. Çamaşırı asmak için, çamaşır ipi verir misin?… Nasrettin Hoca komşudan bir şey istemenin böylesine rastlamadığı için, kızgınlıkla: İp boş değil, üzerine un serdim, demiş. Komşu, hayretle sormuş: Amma yaptın Hoca? İpe un serilir mi? Nasrettin Hoca dayanamamış: İnsanın vermeye gönlü olmayınca, ipe un da serer, demiş. Şimdi bir DPS partisi imkanlarını, halkımızın namusunu ve iradesini kullanıp kendilerini AP milletvekilli seçtiren ve sonra bu işten vazgeçiyoruz deyip, MİLLETVEKİLLİKLERİNİ KAÇA SATTILAR (satıyorlar) dersiniz. Biz bu soruyu sormakta haklıyız. Başka kim ne derse desin kimse inanmaz. İnanırdık inanmasına da, seçim arifesinde “Bivol” yayını Mustafa Karadayı sülalesinin AB Köy yörelerini geliştirmek için Brüksel’den gelen paralardan 10 milyon Euro çalmasaydı, Ahmet Doğan da içinde “altın kafes” içinde serçe gibi titrediği Deniz köşkünü yine Avrupa Birliği Fonlarından çaldığı 38 milyon Euro ile kurdurup donatmasaydı…. Ötesi yalan, dolan ve onların tek umudu kaldı: Kertenkelenin (mancarak) kuyruğu kopar ve yerinde yenesi biter, biz işimize bakalım ve yağmur yağarken bakırlarımızı dolduralım…
Eskiden bayramdı; şimdi ise sadece tatil. Bayramlar çocuklar içindi de, biz mi büyüdük? Yoksa gerçekten de kaybettiğimiz değerlerin arkasından üzülmekten başka çaremiz mi yok? Siz de derin bir ah çekip, “Nerede o eski bayramlar” diyenlerdenseniz, biraz hatırlayalım, biraz da hatırlatalım istedik… Siz de ah çekip eski geleneksel bayramları özleyenlerdenseniz, sizin için nerede o eski bayramlar dedirtecek detaylar sizin de yüzünüzü gülümsetmeye yetecek. Hep söylenir, “nerede o eski bayramlar” ve iç çekilir. Peki, ne vardı o eski bayramlarda? Eskiden bayramdı, şimdi sadece tatil… Akıllı telefonlar yoktu. Bayram mesajı diye bir kavram yoktu; hele akıllı telefonlarla kameralı görüşme yapma fikri hiç yoktu. Eskiden el öpmek, bayramlaşmanın tek yoluydu. Eskiden bayram telaşı olurdu. Bayram gelmeden hazırlıklar başlar, arefe günü bayram gibi karşılanırdı. Günler öncesinden temizlik yapılır, tatlılar hazırlanırdı. Şimdilerde sıradan bir gün bekler gibi karşılanıyor maalesef. Herkes evde misafir beklerdi. Şimdilerde fırsat bulan tatile kaçıyorken eski bayramlarda herkes evde misafir beklerdi. Bayramda ekmek çıkmaz, fırınlar çalışmazdı. Tek bir Bayram Gazetesi çıktığından gazeteciler de bayram tatili yapardı. Büyükler evlerinde yalnızca misafir bekler, küçükler ziyaret için gezerdi. Bayramlar tatil değildi; tatile gitmek yerine büyükleri ziyarete gidilirdi. Komşular gezilirdi. Sadece akrabalar değil komşuları da ziyarete gidilirdi. Mahalle büyüklerinin kapısı çalınır teker teker elleri öpülür, şeker toplanırdı. Ne güzel sevinç, ne güzel heyecan kaplardı içimizi bayram yaklaştıkça, sabahı zor ederdik. Babalar gelirdi bayram namazından, evde herkes sıralanır bayramlaşırdı, evdeki o bayram havası anlatılmaz harikaydı. Bir huzur eserdi ılık ılık, içler sıcacıktı, o bayram kahvaltıları unutulmazdı… Bayramlıklar hevesle hazırlanırdı; büyük küçük demenden, herkes yeni kıyafetle bayramı karşılardı. Herkesin yeni kıyafet alacak durumu da olmadığında, bayramlık almak da giymek de fazlasıyla kıymetliydi. Bayramlıklar başucunda saklanırdı. Eskiden her şeyin, bir çift ayakkabının bile kıymeti vardı; yeni alınmış bayramlıklar başucunda beklerdi. Bayram kırmızı rugan pabuçlarla başlardı. Arife gecesi yeni pabuçlarla beraber uyunurdu, annenin tüm kızmalarına aldırmadan, gizlice…Sabah erkenden kalkılır, bayramlıklar giyilir; ardından ailece kahvaltıya oturulurdu. Bayramlar bayramdı. Annelerin bütün yavrularını ak pak yapıp, tertemiz bayramlıkları giydirip yolcu etmesi bile ne kadar duygu doluydu. Çocukluk ne güzel, hele o zamanda, sokaklar cıvıl cıvıldı, çocuklar her kapıda “Bayramınız mübarek olsun yengeciğim, amcacığım!” der çantalarını şekerle parayla doldururdu… Saydıkça coşardı akşama kadar… Harçlık heyecanı olurdu. Harçlık vereceği bilinen akrabalara gitmek için can atılırdı. Avuç avuç yenen şekerler yetmez; bayram harçlıklarıyla pamuk helva, kağıt helva, elma şekeri, macun sırasına girilirdi. Yine bayram günü baba evinde toplanılırdı, o zaman, yine ayrı bir sevinç, bir yandan kardeşler, bir yandan yeğenler, annelerin gözleri sevinçten dolu dolu, en büyüğünden en küçüğüne yavrular, torunlar etrafta, içlerinde, yüreklerinde hiç bitmeyen dua : “ Ya Rabbim, bu bayramlara yine kavuştur bizi”. Biraz misafir ağırlanır,
Nevzat ÖZTÜRK
Eskiden Bayramlar Bayramdı! biraz hazırlanılır, kardeş kardeş hep beraber ailece çıkılırdı komşuları, dostları ziyarete, ne kapı kapalı dururdu ne telefon sesi biterdi… Şimdi mi? Şimdiyi hiç sormayın…Anne, baba buradaysa gidiliyor tabii ama yine de kardeşlerin kaçı bir arada? Biri giriyor, diğeri girenin çıkmasını gözetliyor girmek için adeta. Doluşulmuyor, doluşulamıyor eskisi gibi, gelenler sırayla geliyor, üstelik gelmeyenler de var yoktan bahanelerle… Annelerin gözleri dolu dolu, hiç susmuyor, devamlı akmaya hazır, ama bu defa kederden, üzüntüden bu dağınıklıktan dolayı. Hüzün en iyi dostu olmuş, yerleşmiş yüzlerine. Ne gidilen yerde tat var, ne de bizlerde… Kardesle karşılaşıyorsunuz, sımsıkı sarılsanız ya! Gönülden bayramlaşsanız ya! Yok! Anne ve babaların gözleri yollarda, “Gelen de sağolsun, gelmeyen de.” diyorlar. Takmıyormuş gibi göstermeye çalışıyorlar ama aslında gözleri kapıda ve her yerde olmayanları arıyor, içlerinde yalvarmalar; “Gelin artık, baba evinizi böyle sessizlikte bırakmayın…” Böyle dağılmak için mi büyüdü çocuklar? Elbette hayır! Evliliğin de işte öylesine! Gelinin de işte öylesine! Damadın da! Kardeşleri birbirinden ayıran, anneleri yasa boğan her şeyin herkesin işte öylesine! Üç beş günlük dünyanın neyi bizi birbirimizden böyle uzaklaştırıyor? Hepimizin canının aslında tek bir can olduğunu ne zaman anlayacağız? Birimiz bu dünyadan göçünce mi? Birimiz bu dünyadan gidince, kabre girince mi anlayacağız, pişman olacağız? Aslında heyecanlı bir şeydi bayram… Bayramlıklarımızı alır, sıraya girer, büyüklerimizin ellerinden öperdik. Çocuktuk, mutluyduk. Ne zaman değişti, hangi ara “bayram”dan uzaklaştık, bilmiyorum. Bayramın asıl eğlencesi, bayram yeriydi… Bir dönem öyleydi en azından. Herkesin eşit olduğu yer. Şehirde, pazarın kurulduğu caddenin sonundaki açıklıkta tezgahlar kurulur, ortada da bir lunapark olurdu. Pamuk şeker satanlar, baloncular, seyyar oyuncakçılar derken panayır alanını andıran bayram yerleri en büyük eğlencemiz olurdu. Orada belediye başkanıyla da karşılaşılırdı. Şimdiki gibi korumalarla dolaşmazdı “başkan”lar ve gösteriş olsun diye top dağıtmazlardı. Bayram yerleri çok zamandır kurulmuyor. İnsanlar kendilerine benzeyenlerle “kutluyor” artık “bayram”ı. Oysa eskiden komşuda pişen mutlaka size de düşerdi…Komşuluk vardı çünkü. Yan yana kapılarda yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmesin diye paylaşılır, komşunun tabağı asla boş gönderilmezdi geri. Çocuklar için mutlu olmak daha kolaydı. Eskiden çocuklar için “mutlu olmak” kavramı çok daha büyük anlamlar taşıyordu; şimdilerde hiçbir şey onları mutlu edemiyor. Onlar için en büyük mutluluk konsol oyunları, bilgisayarlar, akıllı telefonlar değil; mahalleye gelen salıncaklara binmekti. Bulgaristan Türklerinde, Ramazan Bayramı ya da Kurban Bayramı öncesi arife gününde “kolaş” denilen börek, saç kokutması denilen bir başka börek, tatlı olarak da öküzünü, muska tatlı, baklava ya da lokma yapılır . Yapılan börekler veya lokma eğer bunlar yapılamamışsa hazır alınan lokum yedi kapıya dağıtılır. Arife gününün özelliği evi ertesi gün yaşanacak olan bayrama hazırlamaktır. Bunun için yapılan tatlılar kadar ev temizliği de çok önemlidir. Bayram temizliği, diğer temizliklerden çok daha detaylı olarak yapılır. Yine arife günü gidilebilecek yakınlıktaki mezarlıkta yatan yakınların mezarları ziyaret edilir. Arife günü gidilmemişse, bayramın ilk günü gidilir. Genellikle de erkekler kabir ziyareti yapar. Bayramlaşma da bayram sabahı bayram namazının kılınması ile başlar. Erkekler ilk bayramlaşmayı namaz kılındıktan sonra camideki cemaat ile yapar. Sonra eve gelen erkekler, ev halkı ile bayramlaşır. Bayramlaşmanın esası mutlaka küçüklerin büyüklere bayramlaşmaya gitmeleridir. Bu gidiş de kendi içinde hiyerarşiye sahiptir. Bayramlaşma önce evin erkeğinin ailesinden başlanarak yapılır. Ardından kadının yakınlarına bayramlaşmaya gidilir.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 144 - Mayıs 2019 Türk Dünyası
Entelektüellerimiz -1 Binlerce kişi Dambalı Tepesi’nde şifa aradı
Yazan: Şakir Arslantaş
Konu: AP milletvekilleri entelekt sınavından geçirilseydi. Bazı kavramlar Türkçemize giriyor da, halkımızın bağrından gelmediğinden dolayı, derin kök salmadan süs çiçeği gibi yaşıyorlar. Bunlardan biri entelektüel olabilir diye düşünüyorum. Anlamında, kendi aydınlanmış olduğu için çevresini de aydınlatabilecek nitelikte olan kimse yer alır. Önceleri bu kişilere mektepli diyorlardı. 1924’te Şumnu (Şumen) şehrinde Medresetü’n NÜVVAP açıldıktan sonra, ilk mezunlarına nüvvaplı dediler. Razgrad, Stara Zagora (Eski Zara), Kırca Ali, Şumen ve Sofya’da Türk pedagoji okullarını bitirenlerle aydınlar geldi. Azerbaycan’dan gelen okutman profesörlerle aydınlık lambamızın fitili uzadı. İlk Yüksek Öğrenimlilerimiz – entelektüellerimiz – gururla halka karıştı. Onlar bizim halk aydınlarımızdı. Bugün ülkemizde bu kavramlar kullanılmaz oldu. Çünkü yasaklı ortamda yetişmiş bir kuşağız. Özellikle ana-fili yasak bir ortamda yetişenler saldırgan, kırıcı, sevgisiz ve kıyıcı olduğunu görebiliyoruz. Bu yılın iftar sofralarındaki suskunluk bunu ispatlarken, tamamen farklı bir sosyal ortama girdiğimiz dikkat çekti. Nüvvab’ı bitirip hoca ve öğretmen olarak köy ve kasabalarımıza dağılan ve irfan meşalemizi yükselten gençler sarıklı da olsalar öğrenim görmüş, halk dilimizde mürekkep yalamış ya da rahlede potur eskitmiş oldukları hepsinin davranışlarından, konuşmalarından, yürüyüşlerinden belli oluyordu. Bizim Kozluca (Suvorovo) İmamı İdris Hoca da onlardın biriydi. Bu kişilerde okumuş olmanın, Türkçe, Arapça ve Bulgarca bilmenin ötesinde, ileri ve açık düşünceli oluşları ahaliyi etkiliyordu. Halkı aydınlatabilmek, insanların beyinlerindeki kapalı hücreleri açıp içine en büyük zenginlik olan bilgiden damlatmak ve onları aynı şekilde düşünmeye öğretmek başarıların başarısıydı. 20. Yüzyılda bir millet olarak yeniden doğarken tarihte yaşadığımız sorunların çok daha zorlarını yeniden yaşayacağımız bilincindeydik. İşitmişinizdir, Arapça yatay bir dildir. Şiirseldir, kulağa hoş gelir. Ne var ki, Arapça öğrenmiş bir gencin anlattıklarını, kuran okusa bile insanımız kendiliğinden etkilenmez, imana gelmez, beyini açılmaz, hatta devamlı tekrardan kapanabilir. Türk hoca, öğretmen, aydını olmanın en büyük özelliği düşünceleri, değerleri, ölçütleri ve düşünme yöntemlerini halk diliyle halka indirmek ve halkın zekâ bahçesini yeniden ekmektir. Bizim halk kimliğimizi, formatımızı, gök kubbemizi çizen, halk bilgeliğimizi aşılayanlar onlar oldu. Hepsi Türk’tü. Onlar, insan sever ve kitle yolunu açanlardı. Aydın ocaklarımızın ilki Deliorman’da kuruldu. Şumnu’da yetişen aydınlarımızın, daha öncesine kıyasla, farklı diyerek tarif etmek istediğim, yeni bir enerjiyle yüklü zengin birikimle köy ve kentlerimize yayılarak ahaliye inmeleri, Bulgaristan Türküne aydınlatma çağı açtı ve yaşattı. Halk kaleme kitaba sarıldı. Bu devir, Türkiye Cumhuriyeti’nde büyük önder Mustafa Kemal Atatürk yönetiminde gerçekleşen dil ve yazın reformu, halkın bağrından Yeni Türkçenin doğuşu ve yerleşmesi, yeni düşünme tarzı ve çağdaş Türk Kültürünün yeşerdiği yıllara rastladı. Bizdeki uyanış paralel gelişti. Latin harfleri bizim okullarımıza da girdi. Müftülüklerimize, camilerimize çöreklenmiş yobazlık, gericilik, Türklüğün Yeni Çağına kelepçe olan eski harflerle okuyup yazmayı zorla yaşatma ve Bulgaristan’daki Türkleri Türkiye öncülüğünden koparma zorbalığıyla mücadele verildi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra topluma gelen güçle önünde giden kendi aydınlarımızdı. Onlara herkes umut taşıyan, güzel insanlar olarak bakıyordu. Halkımızın kullandığı Türkçeden ilham alarak edebiyatımızı yaratan onlar oldu. Halk onlara, denetim altına girmeyen, bağımsız ruhlu, özgür kişiler olarak baktı. Aslında şair ve yazarlar politik kişilerdir. Has yazar ve şairin eleştiri kalemi keskindir. Eskiyi yıkıp yeniyi yaratmak onların öz ödeviydi. Türk kimliği oluşurken usta ve üstatlarımız onlardı. Ümmetten Türk olarak çıkarken bizi başka dil ve dinle tozlaştırmadan dimdik yetiştirdiler, toplumsal ruhumuzu oluşturdular ve Bulgar devletini toplumsal sözleşmeye davet ettiler. Birinci maddesinde, Türk olduğumuzu, insan haklarımızı ve kendi dili, dini ve yaşam biçimi olan bir topluluk olduğumuzun kabul edilmesi gereken bu toplum sözleşmesi 2019’da hala imzalanmamıştır.
Havanın alacakaranlık olduğunda bile çok sayıda kişi şifa bulmak için yollara düştü. İnsanların en yoğun olarak akın ettiği saat ise 22.00 civarında idi. Arabaların Dambalı Tepesi’ne hareketi sınırlıydı. Çocuklar, hastalar ve yaşlılar, Momçilgrad Belediyesi ve gönüllüler tarafından sağlanan ulaşım araçlarıyla taşındı. Çocuklar için sandviç ve alkolsüz içecekler sağlandı. Dambalı Tepesi’nde, Momçilgrad Belediye Başkanı Sunay Hasan, Belediye Meclis Üyesi Akif Akif ve belediye yetkilileri hazır bulundular. Gece tam saat 24.00’de şifa aramaya gelenler, buzlu su dolu havuzlara atladılar. Orman, çocuk ağlamaları ve bağırmalarla yankılandı. Sudan çıkınca ebeveynleri çocuklarını kurulayıp, giydirdi ve özel sağlanan araçlarla taşıdılar. Momçilgrad Belediye Başkanı Sunay Hasan, bu yıl iyi bir organizasyon yaptıklarını belirterek, “Büyük insan kalabalığına rağmen istenmeyen olayları önledik. Yeni
asfalt yol nedeniyle bu baharın Dambalı Tepesi’ne yoğunluğun önceki yıllardan çok daha büyük olacağını biliyorduk. Düzen ve organizasyonla ilgilenen gönüllülere, polislere ve belediye yetkililerine teşekkür ediyorum” dedi. Son aylarda erişim kolaylığı nedeniyle Dambalı Tepesi’nin turistler tarafından çok daha fazla ziyaret edildiğini söyledi. Sözleri, Gruevo köyü Muhtarı Ahmed İbrahim tarafından da doğrulandı. Muhtar, bu yıl geçen yıllara nazaran ulaşımın çok daha hızlı olduğunu belirtti ve Dambalı Tepesi’ndeki şifalı suya her hafta sonu turistlerin geldiğini sözlerine ekledi. Belediye Başkanı Sunay Hasan, “Turizmin gelişmesi ekibimizin önceliğidir. Dambalı Tepesi, dini turizminin ana bölgeleri arasındadır. Bölge aynı zamanda doğa severler için de caziptir. Buraya yatırım yapmaya devam ediyoruz. Bu yıl da çeşmenin etrafını yeniledik ve kayalardan ikinci çeşmeyi besleyecek yeni bir rezervuar yaptık” diye ifade etti.
Albena,Avrupa’daenyenilikçiSPAmerkeziödülünüaldı Hırvatistan’da yirmi dördüncüsü düzenlenen Avrupa SPA Merkezleri Kongresi’nde Karadeniz beldesi Albena, en yenilikçi SPA merkezi ödülünü aldı. Albena’da bulunan dört SPA merkezi, sundukları hizmetlere ilişkin birçok kalite sertifikasına sahip. Albena’daki kaplıca suyunun doğal sıcaklığının 30 derece civarında olması, hareket aygıtı ve sinir sistemi hastalıklarına çok iyi geliyor. Bazı prosedürlerde Albena’ya yakın bulunan “Tuzlata” yöresinden getirilen şifalı çamur kullanılıyor.
Antalya’da halter salonuna şampiyonun adı verildi
AY yıldız formayı giyebilmek için 20 yıl önce Bulgaristan’dan Türkiye’ye otomobil bagajında kaçak giriş yapıp, halter sporunda dünya ve Avrupa şampiyonluğu yaşayan Ekrem Celil’in adı Antalya Spor Salonu’ndaki antrenman salonuna verildi. Bulgaristan’da, geçim sıkıntısı yaşayan 9 çocuklu ailenin 7’nci çocuğu olarak Kırcaali’de dünyaya gelen Ekrem Celil, 7 yaşında haltere başladı. Türk olduğu için Bulgaristan’da uğradığı ayrımcılıktan dolayı genç yaşta sporu bırakan Celil, gazinoda paspasçılık yaparak geçimini sağladı. Zamanın Türkiye Halter Federasyonu Başkanı Kenan Nuhut, 1998 yılında Türk asıllı Celil’i, 19 yaşındayken Türkiye’ye getirdi. Bulgaristan sınırından otomobil bagajında Türkiye’ye giriş yapan Celil, turist vizesiyle Ankara’da 2 yıl ikamet edip halter milli takımıyla şampiyonalara katıldı. Celil, 2000 yılında 68 kiloda gençler dünya şampiyonu, 2001 ve 2004’te büyükler Avrupa
şampiyonu, 2005’te Akdeniz Oyunları’nda şampiyonluk kazandı. AY YILDIZLI FORMAYLA MADALYA AŞKI Türk halter sporunun efsane ismi Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu ile milli takımda podyuma çıkan Celil, kazandığı başarıların ardından 7 yıl önce aktif sporculuğu bırakarak, Antalya’da antrenörlüğe başladı. Antalya Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü bünyesinde antrenörlük yapan ve günde 10 saat çalışan Celil, hayatını başarılı sporcular yetiştirmeye adadı. Çoğu bedensel engelli gence halter sporunu sevdiren Celil, ailesinin maddi durumunun iyi olmaması nedeniyle okuldan sonra kaportacıda, hurdacıda çalışan öğrencilere ve işsiz gençlere şampiyonluk yaşattı. ADINI TAŞIYAN SALON Spor hayatındaki başarılarından dolayı Ekrem Celil’in adı Antalya Spor Salonu’ndaki halter antrenman salona verildi. Günün büyük zamanını sporcularıyla antrenman yaparak geçiren Celil, “Uzun yıllar ülkem adına başarılar kazandım. Şampiyonluklarım, yetiştirdiğim sporcuların altın madalya kazanması beni hep gururlandırdı. Halter salonuna adımın verilmesi benim için ayrı bir gurur oldu. Bu salonda daha fazla şampiyon sporcu yetiştirip, ülkeme hizmet edeceğim” dedi.
Huzurevinden yaşlı kadınlar “Masalcı Nine” oldu
Yaşlı, kimsesiz, yalnız, ancak kalpleri geniş ve iyilik vermek için daima açık gönüllü hanımlar. Plovdiv “Sveti Vasiliy Veliki” Huzurevinden yaşlı kadınlar her hafta ellerinde kitapla minik afacanlar arasına oturup, onlara masallar okuyor. Şehrin anaokulu ve kreşlerine giden yaşlılar, onların deyimiyle “Masallarla sözcükleri yavaş yavaş sihirli bir kilimi dokuyor. Çocuklar da bu kilime oturarak, masal dünyalarına taşınıyor”. “Nesiller yan yana” vakfının “Babaanne, bana masal anlat” projesi huzurevinden yaşlıların “Zornitsa” anaokulu müdürüyle bir görüşmelerinde fikir olarak doğar. Vakfın başkanı Margarita Gançeva “Kurumlara yerleştirilen yaşlı insanlar kendilerini dışlanmış ve gereksiz hissediyor, kimseye yararı dokunmadığı düşüncesiyle
özgüvenleri kalmıyor”. “İlk başta yaşlı hanımların çocuklara masal okumalarına karar verdik. Fakat zamanlar çocukların sohbet, ilgi ve karşılıklı temaslara ihtiyaç duyduğunu fark ettik. Nineler her zaman önce masalla başlıyor, anlatırken çocuklar sık, sık onları bölüyor, sorular soruyor, merak ettikleri farklı şeyler oluyor. Sarılmalar var, gülüş, kahkaha ve güzel bir ortam oluyor. Öğretmenler bu saatlere “Hayat okulu” adı verdi. Kadınlar çocuklarla hayatın farklı alanlarından konuları anlatıyor, paralarını nasıl tasarruflu kullanacakları, dükkandan neyi nasıl almaları gibi konularda ipuçları veriyorlar. Bazen beraber hamur yoğuruyor, resim çiziyorlar, hesap yapıyor veya müzik dinliyorlar. Gerçekten bu hem yaşlı kadınlar için, hem çocuklar için çok değerli bir zaman dilimidir”.
5 5
Abdullah OĞUZ
Doğu Türkistan’daki Soykırım
Türk Dünyası’nda Soykırımlar” Konferansında “Doğu Türkistan’da Soykırım” konusunda – Doğu Türkistan Vakfı Mütevelli heyeti Sn. Abdullah Oğuz’un konuşması; Dünyanın şu anda içinde bulunduğu siyasî ve askerî durum ve sahip olduğu ekonomik güç nedeniyle kendisini durduracak kimsenin kalmadığını düşünen Çinliler; 2016 yılından itibaren Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk kimliğini tamamen yok etmek için, tarihte eşine az rastlanır bir soykırım uygulamaya başlamıştır. Tam anlamıyla bir açık hava hapishanesine dönüştürülen Doğu Türkistan’ın dışarıyla irtibatı koparılmış, bazı bölgelerde neredeyse sokakta erkek kalmayana kadar herkes tutuklanmış, milyonlar “İdeolojik Terbiye Kampları” adı altında Hitler ve Stalin dönemlerindeki gibi toplama kamplarına atılmıştır. İnsanlar yıllar önce katıldıkları bir dinî faaliyet bahane edilerek uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Bütün bu yapılanlardan daha kötüsü Çinliler ile Uygurlar, zorla “akraba” ilan edilip, çoğunlukla erkek kalmayan Uygur evlerinde birlikte yaşamaya zorlanmıştır. Günümüzde Doğu Türkistan’da uygulanmakta olan soykırım ve devlet terörünü aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür. Temel İnsan Hak ve Özgürlüklerine Yönelik Kısıtlamalar İşkence, yargısız infaz, Milyonlarca insanın, hiçbir yargılamaya tabi tutulmadan, Nazi Almanyası, Stalin Rusyası ve Mao döneminde görülen “toplama kamplarına” atılması, Hayatın en alanında sürekli gözetim altında yaşamaya mecbur edilme, neredeyse her köşe başında polis kontrolü, her yerde yüz tanıma ve diğer yöntemlerle takip altında tutulma Hukuksuz ve keyfi tutuklama, tutukluları halkın içinde teşhir etme, Gizli ve/veya göstermelik (karar önceden ilgili komünist parti teşkilatı tarafından belirlenmiş) yargılama, kanunsuz, keyfi ve orantısız cezalandırma, İlham Tohti gibi, bütün faaliyetlerini yasalar çerçevesinde yürüten, sadece Uygurlara eşitlik isteyen akademisyen, sanatçı ve aydının tutuklanması ve bir kısmının ömür boyu hapis cezasına çarptırılması, Ceza kanununun en evrensel normu olan, ağırlaştırıcı kuralların geriye yürümemesi ilkesinin yok sayılarak, geçmişte serbest bırakılan eylemlerin suç sayılması ve cezalandırılması, Uygur kültür ve dilinin ortadan kaldırılmasına yönelik faaliyetler kapsamında, aralarında sanatçı ve yazarlarında bulunduğu, hiçbir yasadışı faaliyeti olmayan binlerce aydının toplama kamplarına atılması, Anne babaları kamp veya hapiste olan çocukların, ailelerinden zorla alınarak yetimhane adı altındaki tecrit kamplarında Çin örf ve adetleriyle yetiştirilmesi, Anayasal hakları olmasına rağmen anadilde eğitimin fiilen ortadan kaldırılması, Seyahat özgürlüğün kısıtlanması, yurtiçi ve özellikle yurtdışı seyahatin sıkı kontrole tabi tutulması, İletişim özgürlüğünün kısıtlanması, insanların yurtdışındaki akrabaları ile görüştü diye tutuklanması, cep telefonlarının özel yazılımlarla kontrol edilmesi Zorunlu kürtaj uygulanması, Evlerde sözde Çinli akraba ile yaşama zorunluluğu. Dini İnanç, İbadet ve Kılık Kıyafet Kısıtlamaları. Kuran-ı Kerim dâhil olmak üzere bütün dini içerikli kitap bulundurmanın ağır suç sayılması, Namaz, Oruç gibi temel dini ibadetlerin yasaklanması ve bu durumun sürekli kontrol edilmesi, Ramazan’da herkesin öğlen yemek yemeğe zorlanması ve içki içme festivalleri düzenlenmesi, Dini nikâh, sünnet gibi sosyal hayata ait bütün dini eylemlerin yasaklanması, İnsanların kendi öz çocukları da dâhil olmak üzere herhangi bir kişiye dini eğitim vermesinin yasaklanması, İçki, domuz eti gibi dinimizce tüketilmesi haram olan gıdaları tüketmeye zorlama, bütün restoran ve dükkânların domuz ve alkol satmaya mecbur edilmesi, Ramazanda içki içme yarışmaları düzenlenmesi,
6 Sayı 144 - Mayıs 2019
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Güncel
6
Furkan GÖK
Bu da bir çocuk hikâyesi Tarih: 30.05.2019 Sakarya Savaşları’nın ilk günleriydi. İstanbul büyük bir heyecan içinde savaşın sonunu bekliyordu. İstanbul Hilâl-i Ahmer Şubesi (Kızılayı), kendiliğinden İstanbul’da birkaç yerde Anadolu’ya bir yardım kampanyası başlattı. Şubelerin önünde uzun kuyruklar oluşuyor, herkes gönlünden ne koparsa veriyordu. “Yaz Tüccar Mehmet Bey, on lira lira.!”, “Yaz, Tapu Katibi Süleyman Efendi, yirmi lira.!”, “Yaz Defterdar Hasan Paşa, elli lira.!” Diyerek herkes birbiriyle yarışıyordu. Bu şubelerden birinde, sıraya on bir, on iki yaşlarında bir de simitçi çocuk girmişti. O gün bütün simitlerini satmış, koltuğunun altına tablasını koymuş, diğer elinde de tablayı koyduğu sehpayı tutuyordu. Sıra ona geldiğinde yardımları toplayıp kaydeden Hilâl-i Ahmer memuru; “Sen ne arıyorsun burada. Çık sıradan.!” Diye çocuğu kovaladı. Çocuk sıradan çıkıp, gene en arkaya geçti. Sıra gene ona geldi. Hilâl-i Ahmer memuru gene: “Oğlum ne işin ver burada. Çık sıradan.!”diye bağırdı. Çocuk gene en arkaya geçti. Sıra gene ona geldiğinde; memur; “Gene mi sen ?” diyerek yüzüne sert sert bakınca; çocuk bu sefer gururla başını dikerek bağırdı; “ Yaz Simitçi Ali, on kuruş..!” Hilâl-i Ahmer memuru kalktı, göz yaşları içinde, o günkü bütün kazancını, bütün servetini ordusuna yollayan, o küçücük çocuğun ellerini öperek bağrına bastı… Kimse endişelenmesin, Simitçi Ali’ler var oldukça bu millet yok olmaz…!!!! Bu hikayeleri unutmayalım unutturmayalım. Paylaşmayı da unutmayınız.
Mladost Atletizm Yarışmaları’nda Yıldız Millilerden 4 Altın Madalya
Bulgaristan’ın Ruse kentindeki Uluslararası Mladost Atletizm Yarışmaları’na katılan U18 yaş grubundaki milli atletler, girdikleri 6 branşın 4’ünde birincilikleri elde ettiler. Bulgaristan Atletizm Federasyonu’nun davetiyle Uluslararası Mladost Yarışmaları için Ruse kentine giden Türkiye, 6 atletle katıldığı müsabakalardan 4 birincilik çıkardı. 16 yaşındaki sprinter Simay Altıntaş, 100 metre kızlarda seçmede 12.35, finalde ise 12.29 koşarak birinciliği elde ederken, cirit atmada da Selma Davulcu, 50.06’lık derecesiyle ipi göğüsledi. 1500 metre erkeklerde 3: 58.17 koşan Mehmet Eren Cantürk, en iyi derecesini bir saniyeden fazla geliştirerek birinci olurken, gülle atmada da Furkan Şimşek, PB derecesini 16 santimetre yükselterek 17.95’e ulaştı. Furkan, gülle atma mücadelesinde birinciliği kazandı. Dört birinciliğin yanı sıra 400 metre kızlarda yarışan Zehra Oral 57.61 ile ikinci sırayı alırken, 800 metrede en iyisini koşan Elif Poyraz ise 2: 13.98 ile dördüncü oldu.
Ö d e v i m i z , D ü n ya d a B ü y ü k O l m a k t ı r
1989’da Bulgaristan’dan kovulan soydaşlarımızın orada zorla belleğinden silinen Türk tarihine ve Türk milletine Türk gözüyle bakmayı sağlamak için çabalarımız 2002’den beri arasız devam ediyoruz. “BGHABER.ORG” güncel haber ve siyaset İnternet sitemizin ve aylık “Bulgaristan Türklerinin Sesi” BULTÜRK Gazetemizin ve yazıp bastığımız yüzlerce kitabın, düzenlediğimiz uluslararası sempozyumlar, konferanslar, forum ve panellerin, TV Medya ve basın söyleşilerimizin, binlerce görüşme ve sohbetlerimizin bir tek amacı bir tek hedefi vardı: “Dünyayı Türk gözüyle algılayan gençler yetiştirmek.” Çalışmalarımızın başında bizden önce kovularak veya göç anlaşmalarına göre Türkiye’ye gelen soydaşlarımızla yürütülen dernek çalışmalarını araştırıp inceledim. Yazar ve şairlerimizin kalem ateşiyle halkın memleket hasret ve sevgisini yaşatma gayretlerine tanık oldum. Soydaşlarımızda silkinemeyen ruhsal eziklik izleri buldum. Bir göçmen derneğinin yüksek kulelerinden tarihte Türklerin akılcılığı, her şeyden önce yola çıkarken aklı öne koymamız gerektiğini, Bulgaristan Türklerinin yaratıcı özü ve umutları pek görülememişti. Biz Türklerin din anlayışlarımız bile akılcılığa dayanıyordu, bizim (Mâtürîdî‘nin Eş’arî’den) İslam anlayışımız bile tarih boyu akılcıydı da, gölgede kalmıştı. Türklerin dünyanın üçte ikisini yönetmesinin ana unsurlarından birisi, akılcı, gelişimci, özgür düşünceli ve inançlı oluşlarıydı. Bu yedi bin yıllık dünya tarihinde kurulan imparatorluklar ve devletler buna açık kanıttır. Toplumsal gelişmeyi tabiatın doğal gelişmesinden esinlenerek algılayan Türkler, baharın açması ve güzün yaprak dökümü nasıl doğalsa, toplumsal düzen, imparatorluk ve devletlerin değişmesini de, doğal görüp kabul etmişlerdir. Dünya Devlet kurmayı Türklerden öğrenmiştir. Aslında bizi dünyadan farklı ve üstün kılan da budur. Ne var ki biz yıllarca gelişen olayları, hiç bir şeye sığmayan acı ve çekileri, susarak hafızamıza depolayan ve oluşacak yeni şuurun kanatlanmasını bekleyen soydaşlarımızı yorgun bulduk. Hele yakın geçmişimizde nasıl oldu da bu büyük tuzağa nasıl düştüklerine yanıt ararken zorlanıyorduk. Derneğimizdeki aydınlanma çalışmalarımızı, bugün yaşadığımız tüm sorunlar tarihte yaşadığımız sorunların devamıdır, esası üzerinde, ilkesel bir yaklaşımla işi başlattık. Tarihte Türk Varlığına karşı devam eden savaşlar halen içeride ve dışarıda en şiddetli bir biçimde devam etmektedir. Buna en kesin örnek bizim memleketimiz Bulgaristan’da 140 yıldan beri başımıza sarılan küstahlıklar, din ve dil yasağı, isim ve kimlik silme, asimile edip Bulgarlaştırarak yok etme süreçleridir. Tarihte iz bırakan cami, medrese, hamam ve dükkânlar yıkılırken, kaldırım taşlarının bile sökülmesi, çeşme kurnalarının kırılması, kuyulara domuz başı atılması vs. bunlar hep bu sürecin devamıdır. Onlar Bulgarlar için biz hep Doğulu kaldık. Dilimizi, dinimizi, geleneklerimizi ve yaşam biçimlerimizi öğrenip farklılıklardan demet yapmak için değil, mal mülk güzel olan neyimiz varsa çalmak için sürekli ilgilenip öğrenmek istediler. Söz gelimi, Büyük İskender Doğuya uzanan seferine çıkarken, ele geçireceği yerlere ilişkin bilgi edinmek amacıyla yanında bilginler topluluğu da görülmüştür. Napolyon, Mısır’a Paris’in bütün genç bilginleriyle birlikte çıkmıştı. Anadolu Batı için bugün de halen bir gizemdir. Bugün de onların uğraş alanlarından biri yine biziz. Asırlar süren bu irdelemenin içinde en çok Türkler yer aldı. Bulgaristan’da Türk ruhunu bunaltmak için 100 yıl süren çalışmalardan sonra, öncü, vasıflı, düşünen ve ruhunun kanatlarıyla hepimizi kucaklaya bilenlerimizin tümünün kamplara kapanmış olduğu bir anda, 1989 Mayısı’nda Türk kadınların Bulgar tarihinin en görkemli ve en etkin, rejimini deviren ayaklanması, yalnız Bulgarları değil, Batı dünyayı bile sarstı. Ama bu, yeni devirde, Türk Dünyasının neden olduğu birinci sarsıntı değildi. Yeni devir de-
diğim, çok asırlı imparatorlukların yıkıldığı ve milli devletlerin doğduğu devirdir. Bu imparatorlukların en büyü ve içinden 56 devlet çıkan Osmanlıydı. 1824’ten sonra Osmanlı’dan koparılan her parçada özgür ve bağımsız milli devlet değil, emperyalizme kukla Türk ve Türkiye düşmanı çakallar sürüsü belirdi. Ve örneğin Bulgaristan’da bu düşman çakal sürüsü de hiç arasız hep havladı. Biz kendimizi tekrar-yeniden tanzim edebilmemiz için tarihe ihtiyacımız olduğu bilincinde birleştik. Bu büyük çınarın köklerine su vermeye başlandı. Bu bilgi, bize ana-vatanımızda yaşayan tüm kardeşlerimizin birlik halinde olmalarını sağlamak ve Türk dünyasında yaraları kanayan kardeşlerimizin yaralarına merhem olmak için gereklidir. Biz BULTÜRK olarak bu yola 2002’de baş koyduğumuzda Türkiye Cumhuriyetinde AK Parti yeni iktidar olmuştu. “Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.” diyen ve hem Sultanlığın hem de emperyalizmin pençesinden koparıp aldığı vatan toprağımızda, İslam bir ülkeden, yeni bağımsız ve egemen modern bir devlet, Türkiye Cumhuriyetini kuran büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN asil ve kutsal davası gerçekten yürekten devamcılarını o zaman bulabildi. Biz de tüm Türk Dünyası yüreklenerek bu sefere katıldık. Aynı yönde birlikte yürüyebilmemiz için ana-vatanımızın Cumhuriyet tarihini seminer konusu etmemiz gerekiyordu. Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Bulan Adam” eseriyle başladık. Tuna boyundan gelen eski göçmen ailelerinde olan ve milli kurtuluş mücadelesi ateşinde şehit düşen kardeşlerinin de acısıyla kaleme aldığı olağanüstü değerli eserinde ilk kez derin bir gururla Türk milleti adına suyu bulan adamla, Atatürk’le tanıştık. Batı Dünyası ile Türk milleti arasındaki amansız mücadelede bir halkın yediden yetmişe gönüllü olduğunu yaşadık. Birlikte Çanakkale Şehitliğini ziyaret ettik. Kuvveyi Milliye destanıyla Türkiye halkının yenilmezliğiyle yüzleştik. Yaşar Kemal’in “İnce Mehmet” inden Türkün özünde yaratıcı ve yenilikçi güç taşıdığına inandık. Bu arada, “Bu ülke, bizim olduğu için, bizim” gibi tezlerden etkilendik. Türk milleti, İslam ümmeti ve Batı medeniyeti tezleri, “siz İslamlaştırılmış Bulgar’sınız” gibi düşman iddiaları kendiliğimde çözüldü ve zamanla çürüdü.. Türk milletinin oluşumu, politik sahnede yer alışı, demokrasiyi benimsemesi, tek partili siyasi sistemden çok partili sisteme geçiş, NATO ve ABD destekli baskısıyla vesaitten orduya gelen davranış serbestliğinden kaynaklanan bir sürü askeri baskı, özgürlüklere darbeler ve umutları budama, algılama açımızı değiştirdi. Bu zorlu yolda ve bu çalışmalar sonucu, 15 Temmuz 2016’da emperyalizmin devlet sistemimize kümelediği FETO – NATO hain ordusunun askeri darbe denemesini bertaraf ettik. Bu haberi alan dernek üyelerimizin, soydaşlarımızın Başkanımız-Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısına uyarak sokakları doldurduk. Daha o gece AY-YILDIZLI sancağımızla yan yana dalgalanan BULTÜRK dernek bayrağımızla İstanbul/Bayrampaşa Meydanına yürüyüp dolmamız, “Ne mutlu Türküm diyene!” Sloganlarımızla tempo tutmamız ezgin kimliğimizin değiştiğine, soydaşlarımın kalbine Çanakkale ruhu, yenilmezlik ve zafer ruhu dolduğuna tanık olduk ve bundan gurur duydum. Türk halkının Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra, Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi, hukukun üstünlüğü ve halkın iradesine dayanarak devleti yüceltme azmine sahip akılcı ve dönmez iradeli bir önder yaratması, değerine paha biçilmez bir edinimdir. Türk düşmanlığının küstahlıkta eşi olmayan numunesi olan ve Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın Sofya ziyaretlerinin birinde Halk Meclisi kapısında yolunu kesip esasız isteklerde bulunan, “Ataka” (Saldırı) partisi lideri V. Siderov, bu sabah (12 Haziran 2019) Bulgar “NOVA” TV kanalında yap-
tığı konuşmasında, “8 adet Amerikan F-16 uçağı almamız boş iş. Kime karşı kullanacağız. Türkiye Hava Kuvvetlerinde aynılarından 1000 adet var. Erdoğan C 400 füzesavarları almakla akılcı iş yapıyor. Örnek almalıyız!” dedi. Bu sözler, dünyanın ne kadar değiştiğine ve sözde müttefik düşmanlarımızın çıldırdığına en kesin kanıtların başında gelmektedir. Türkiye’de M.K.Atatürk’ten sonra, dost ve düşman dünyanın örnek aldığı, ikinci bir devlet lideri yetiştiren Türk halkını kutluyorum. Söz konusu olan en değerli varlık olan insanların güvenliğini garanti altına almaktır. Türk milletinin ve Türk devletinin en büyük özelliği ve hüneri insan yetiştirmektir. Bir asırda 8 milyondan 80 milyon olan Türk halkıdır. Büyün Avrupa’da tek bir ülke bunu gerçekleştirememiştir. “Sığınmacılar kapımıza gelirse” endişesinden bütün Avrupa halkları korku ve stres geçirirken, hükümetler düşüp, AB birliği parçalanırken, 4 milyar sığınmacıya yıllardan beri ev sahipliği eden Türkiye halkı ve devletinin, Ramazan Bayramı’nda Suriye’ye yakınlarıyla bayramlaşmaya giden mağdurlara sınır kapısında 1 000’er Amerikan Doları harçlık vermesi, dünya tarihinde emsali olmayan bir olaydır. Berlin Duvarını yıkan insan sevgisiyse tüm insanların yarının meşalesini yakan da yine İnsan Sevgisi ve İnsana saygı olacaktır. Sayın Erdoğan’ın Atatürk’ten alıp bu bayrağı ve bu milleti daha da yücelttiği en büyük erdem işte bu sevgidir. Türkiye Cumhuriyeti arkada kalan 97 yılda çok engeller aştı, uzun yol aldı. Bunların en önemlilerinden bazıları, Çanakkale ve Sakarya Zaferlerinden sonra, Cumhuriyetin ilanı, Sevr Anlaşması’nın çöpe atılması, gözlerini Anadolu’dan ayırmayan küresel dünya güçleriyle geçici yeni dengenin Lozan’da kurulması ve ardından emperyalist çemberin perde perde kaldırılması oldu. Birkaç gün önce “Osmanlı’nın bir şeker fabrikası yoktu” saldırılarıyla bunalımda dalgalandırma yaratma çabası, bana dedemi hatırlattı. Hacı Murat dedem, “şu koskocaman Osmanlı nasıl oldu da çöktü, bir anlatsana” diyenlere, malını mülkünü “şekerli çavdar kahvesiyle” içmiş, cevabını veriyordu. Burada önemli olan Türk milletine kalan Osmanlı mirasının hacmi değil, bir asırda eriştiği doruk ve açtığı ufuktur. Yapılanlar fabrika ve Üniversite sayısıyla, Boğazda dünyayı bir birine bağlayan son Yavuz Sultan köprüsüyle, Boğazın altından geçitler, köprüyolları ve iki taraflı gidiş-geliş otobanları, modern hastaneler, okullar, barajlar, ısı, su ve 3 atom elektrik santrali, savaş sanayi, uçak ve insansız hava uçakları ile vs. sayısıyla ölçülecekse, işlerin hep sıfırdan başladığını asla unutmayalım. Tüm bu tesis ve sistemlere katılan kadroların Türkiye’de eğitilmesi de olağanüstü önemlidir. Rusya’dan C-400 füzesavar sistemlerinin devamı C 500 sistemleri artık Türkiye’de üretilecektir. Oyun kuruculuk işte budur. Matematik ödevlerini artık biz kuruyoruz. Bugün Türk halkının büyüklüğünü ancak Türk halkının zekâsı, her konuda akılcı davranışları ve yenidünya düzeni kuran bir motor durumuna gelmiş olmasıdır. Bu motorun düzenli çalışmasını 23 Haziran’da yapılacak İstanbul Belediye Başkanı seçimleri asla ve hiçbir surette değiştiremez ve etkileyemez. Olacak olan değişiklik olursa bir arabanın çamurluğunu değiştirmesinden öteye gitmez. Bizim için önemli olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin daha da büyümeye güçlendirmeye devam etmesine destek olmaktır. 2019’da soydaş olmanın anlamı da budur! Ödevimiz Büyük ve Güçlü Türkiye projesini çizmektir. Oluşturmaktır, yeni yeni fikirler üretmektir. Hepinize başarı dilerim. Anlaşılmayan bir şeyler kaldıysa BULTÜRK Derneğinin kapısı tüm Türk Dünyasına açıktır. Her şey gönlünüzce olsun. Allah Türk Milletine yar ve yardımcı olsun. Bilgi paylaştıkça çoğalır. İnsanlar birlik oldukça güçlenirler. Saygılarımla, Dostlarınızla Paylaşmayı sakın unutmayınız.
“Filibe’deki Cuma Camii ve İmaret Camii” adlı kitap Sofya’da tanıtıldı Bulgaristan Başmüftülüğü Yayınlar Dairesi, 8 Nisan 2019 Pazartesi günü Sofya’da Prof. Dr. Lübomir Mikov’un “Filibe’deki Cuma Camii ve İmaret Camii” isimli kitabının tanıtım etkinliğini düzenledi. Etkinlik, Sofya Kültürel Etkileşim Derneği’nin merkezinde gerçekleşti. Kitabın tanıtımı, değerlendirme yazısı yazanlar tarihçi Kemal Raşit ve Sofya Sveti Kliment Ohrdski Üniversitesi’nde tarih üzerine yüksek lisans yapan Sunay Mazgalciev tarafından yapıldı. Etkinliğin moderatörlüğünü Sofya Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi Necdet Ridvan yaptı.
Başkentte yapılan kitap tanıtım etkinliğinde Yüksek İslam Şura Başkanı Vedat Ahmet ve Sofya’da yaşayan Müslüman aydınlarının temsilcileri hazır bulundular. Prof. Dr. Lübomir Mikov’un Bulgarca yazılı “Filibe’deki Cuma Camii ve İmaret Camii” isimli kitabında Filibe kentinde bulunan eski Osmanlı eserlerinden Cuma Camii (Murat Hüdavendigar Camii), İmaret Camii ve Meriç Nehri üzerindeki taş köprü yakındaki Taşköprü Camii’nin (Orta Mezar) mimari özellikleri ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Bulgaristan Başmüftülüğü
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 144 - Mayıs 2019
24 Mayıs Bulgar Aydınlanma Günü Raziye ÇAKIR
Konu: Bilginin sırrı okumakta saklıdır. Her yılın 24 Mayıs günü Bulgaristan eğitim, kültür ve İslav yazım günü olarak kutlanır. Bu kutlama, IX. yüzyılın sonlarına doğru bulunan ve X. ve XI. yüzyıllarda devlet ve dini belgelere giren Alfabe Günü törenidir. Kiril ve Metodiy kardeşler tarafından yaratılan bu yazımda önce 44 harf varken, bugün Bulgarcada yalnız 30 sesli ve sesiz vardır. İlk zamanlar bu alfabede her harf bir söz andırıyordu. Günümüzde Kiril Alfabesi Bulgarca ve diğer İslav dillerinden başka Kazak, Kırgız, Tatar vb dillerde de kullanılıyor. Kiril Alfabesinin bulunuşu Bulgar topraklarında ilk defa 22 Mayıs 1813’te; 11 Mayıs 1851’de Filibe’de (Plovdiv) kutlanırken, 1857 yılında İstanbul’da Haliç kenarındaki “Ts. Stefan” kilisesinde de tören düzenlenmiştir. 1863 yılından başlayarak 11 Mayıs Bulgar Alfabe günü olarak Şumen, Sofya, Lom ve Üsküp’te düzenli olarak kutlanmıştır. XVIII. yüzyıldan başlayarak, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarların KİLİSE BAĞIMSIZLIĞI mücadelesi başlamıştır. Bu davada Kiril ve Metodiy kardeşlerin getirdiği ruhsal aydınlık, kilise olarak Rum Fener Patrikliğinden kopma davasında önemli rol oynamıştır. Daha sonraki yıllarda komitacılığın da gelişmesiyle Hristo Botev’in yazdığına göre, Alfabe günü törenleri Bulgar bağımsızlığı sembolü haline gelmiştir. Gitgide Alfabe törenleri okul ve kilise kapılarından çıkıp bütün halkı kucaklayan ulusal bayrama dönüşüyor. 1872’de Doğu Ortodoks Kilise bağımsızlığına kavuşan Bulgarlar, Rum papazları manastır ve kiliselerden kovup okullarda ve kilisede Kiril harfleriyle yazıp okumaya başlıyor. Osmanlı Tazminattan sonra (1839) Bulgarlara kendi ana dillerinde ilkokul, ortaokul ve lise kurmalarına göz yummuş, “Rila Manastır“ı gibi en büyük aydınlık ocaklarını inşa etmelerine para vermiş ve kilise ve manastırlara geçimini sağlamaları için vakıf mülkü sahibi olma hakkı tanımıştır. 1878’de Bulgar Prensliği kurulması ve Osmanlı topraklarından kopmasından sonra Kiril ve Metodiy bayramı, bir taraftan okul bayramı olarak kutlanırken, aynı zamanda Makedonya ve Edirne yöresindeki Bulgarlar arasında Osmanlı yönetimine karşı Bulgarlık mücadelesi günü olarak korunuyor. Özellikle belirtilmesi gereken husus, bu anma törenlerinin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir güçle ve milliyetçi ruhta alevlenmesidir. 1916’da Bulgarlar “Grigoryan Takvimi“ni kabul etmiştir. Bu takvime göre, Alfabe günü 24 Mayıs olarak kabul edilirken, 1969’da Bulgaristan’da kilise ve devlet anma günlerinin birbirinden ayrılmasıyla, kilise törenleri yine 11 Mayısta yapılmaya devam etmiştir. 30 Mayıs 1990’da meclis kararıyla 24 Mayıs Ulusal Bayram ve tatil günü ilan edilmiştir. Demek oluyor ki, Osmanlı döneminde Bulgarların dini bayramlarını ve Bulgar okullarının da Alfabe Günü kutlamasına Padişah ve yönetimi asla engel olmamıştır. Bulgar anı kitaplarında Diyarbakır’a sürülen Bulgar komitaların da Kiril ve Metodiy gününü anmasına engel olunmamıştır. Dil ve din azınlıklarına her zaman ve her yerde hoşgörülü yaklaşan Osmanlı, azınlıkların kendi dillerinde yazıp çizmesine, okuyup yaratmasına büyük bir anlayışla yaklaşmış ve ilk Bulgarca gazetelerde İzmir ve İstanbul’da okurlarına kavuşmuştur. Bugün Plevne’deki 1977-78 Osmanlı Rus Savaşı Panoramasını ziyaret edenlere sunulan geniş anlatımda, bu yörede Osmanlı döneminde Bulgarca ders veren 323 köy ve kasaba okulu olduğu, manastır ve Kiliselerde Bulgar dilinde ayin ve dua edildiği anlatılır. Üstüne bu şehri basan Rus İmparatoru ordularından kaşan Hristiyanların, Papaz başkanlığında aralarında 3 torba altın toplayıp “ama bizi şu barbarlardan koruyunuz” ricasıyla Osman Paşaya verdikleri anlatılır.
Spor ve Eğitim
Şampiyonluk hikayeleri zorunlu göçle başladı
7 7
Galip Sertel Bir Başka Göç
Bulgaristan’ın 1980’li yıllarda yoğunlaşan asimilasyon politikaları yüzünden Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Bulgaristan Türkleri arasında yer alan sporcular, milli formayla özellikle halter ve güreşte önemli başarılar yakaladı. Bulgaristan’da 1984-1989 yılları arasında dozu artan asimilasyon politikaları nedeniyle Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Bulgaristan Türkleri, spor alanında özellikle halter ve güreş branşlarında önemli başarılara imza attı. Bulgaristan’ın 1984-1989 yılları arasında Türklere yönelik uyguladığı asimilasyon politikasından kaçan yaklaşık 350 bin kişinin “zorunlu göçü”nün üzerinden 30 yıl geçti. Dönemin komünist diktatörü Todor Jivkov liderliğindeki rejim, Türk ve Müslüman azınlığa isim değiştirme ve anadilde konuşma zorunluluğunun da içinde bulunduğu baskıcı politikalar uyguladı. Asimilasyon yüzünden doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalan yaklaşık 350 bin Bulgaristan Türkü, Türkiye’ye göç etti. Bunlar arasında özellikle halter ve güreş branşlarında ayyıldızlı formayla yakaladığı başarılarla adından söz ettiren birçok sporcu da yer aldı. Olimpiyat şampiyonları Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu, halterde kazandıkları madalyalar ve kırdıkları rekorlarla spor tarihine geçti. Naim, Türkiye’ye getirildi Bulgaristan’ın Kırcaali kentinde 23 Ocak 1967’de dünyaya gelen Naim Süleymanoğlu, ülkesindeki baskılardan kurtulmak ve Türkiye adına müsabakalara katılmak için 1986 yılında Avustralya’da düzenlenen Halter Dünya Kupası sırasında Türk Büyükelçiliğine sığındı. Naim Süleymanoğlu, 1986 yılında dönemin Başbakanı Turgut Özal ve ilgili birimlerin başarılı operasyonuyla Türkiye’ye getirildi. 1988 Seul Olimpiyatları’na Türkiye adına katılabilmesi için Türk hükümetince Bulgaristan’a 1 milyon dolar ödenerek, gerekli izin alındı. O tarihten itibaren Naim Süleymanoğlu, şampiyonalara milli mayoyla katıldı. Milli halterci, 1988 Seul, 1992
Barcelona ve 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda üst üste 3 kez şampiyon olarak tarihi bir başarıya imza attı. “Cep Herkülü” ayrıca 7 dünya şampiyonluğu elde ederken, Avrupa şampiyonalarında 7 altın madalya kazandı. Kariyerine 46 dünya rekorunu da ekleyen ve elde ettiği başarılarla dünya çapında bir üne kavuşan Naim Süleymanoğlu, 18 Kasım 2017 tarihinde karaciğer yetmezliği nedeniyle vefat etti. Halil, Naim’in unvanına ortak oldu Bulgaristan’daki baskılar nedeniyle Türkiye’ye göç eden Halil Mutlu, Türk halterine ikinci altın çağını yaşattı. Halil Mutlu, 1996 Atlanta, 2000 Sidney ve 2004 Atina Olimpiyatları’nda altın madalya kazanarak Naim Süleymanoğlu’nun 3 olimpiyat şampiyonluğu unvanına ortak oldu. Ayrıca 5 dünya ve 10 Avrupa şampiyonluğu bulunan milli halterci, çok sayıda da rekora imza attı. Halterde Türkiye’ye olimpiyat şampiyonluğu kazandıran Bulgaristan doğumlu bir diğer sporcu ise Taner Sağır oldu. 2004 Atina Olimpiyatları’nda 77 kiloda kürsünün zirvesinde yer alan milli sporcu, aynı zamanda Avrupa ve dünya şampiyonluğu sevinci de yaşadı. Milli haltercilerden Reyhan Arabacıoğlu olimpiyat üçüncülüğü elde ederken, Sunay Bulut ve Fedail Güler de Avrupa ve dünya şampiyonalarında madalyalar kazandı. Güreşte gelen başarılar Bulgaristan doğumlu sporcular, halterde olduğu gibi güreşte de aldıkları başarılarla adlarından söz ettirdi. 1992 Barcelona Olimpiyatları’nda bronz madalya alan Ali Kayalı, Avrupa şampiyonluğu ve dünya ikinciliği de elde etti. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden güreşçilerden Zekeriya Güçlü, dünya şampiyonluğuna ulaştı. Avrupa şampiyonalarında Remzi Musaoğlu, İlyas Şükrüoğlu, Efrahim Kamberoğlu kürsüde yer alma başarısı gösterirken, Behçet Selimoğlu 1991 Atina Akdeniz Oyunları’nda birinci oldu.
Tansel Umut, Bulgaristan’da başpehlivan oldu
BULGARİSTAN’ın Burgaz kentin bağlı Ruen kasabası Belediyesi’nce düzenlenen güreşlerde, Edirne Belediyesi pehlivanı Tansel Umut başpehlivan oldu. Bulgaristan’ın Burgaz iline bağlı Ruen Belediyesi’nin 40’ncı kuruluş yıldönümü nedeniyle, Ruen Belediyesi tarafından etkinlikler kapsamında minder ve yağlı güreşler düzenlendi. Türkiye’den Edirne Belediyesi güreşçilerinin yanı sıra Bulgaristan, Moldova, Ukrayna, Rusya ve Romanya’dan toplam 187 güreşçinin katıldığı müsabakalar minder ve yağlı güreş olarak iki ayrı etapta gerçekleştirildi. Yağlı güreşlerde, Edirne Belediyesi pehlivanı Tansel Umut başpehlivan oldu. Bu kategoride
Edirne Belediyesi güreşçisi Ali Rıza Özkayalar ikinci, Serkan Üğdüller üçüncü oldu. Başaltı güreşlerinde ise Bulgaristan’dan Ömer Fevzi birincilik elde etti. Başaltında Edirne Belediyesi güreşçisi Umut Geleç ikincilik, Yiğit Gider de üçüncülük elde etti. Güreşlere Edirne Belediyesi davul-zurna ekibi eşlik etti. Etkinliklere Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan ile birlikte, Bulgaristan Hak ve Özgürlükler Hareketi Genel Başkanı Mustafa Karadayı, Yalova Belediye Başkanı Vefa Salman, Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Siyam Kesimoğlu ve çok sayıda bölge belediye başkanı ve Hak ve Özgürlükler Partisi milletvekilleri katıldı.
“İnanıp da hicret eden ve Allah yolunda cihat edenler,barındıranlar,yardım edenler,işte gerçek müminler bunlardır” Kur’ân-ı Kerîm, Enfâl sûresi,74.ayet Haziran güneşi Silistre şehrinin tren garına sıcak sıcak oturmuş, dargın dargın bakıyor coplu,köpekli,kalaşnikoflu polislere,eski sobalara,isli borulara,kırık dökük mobilyalara,eşya kap kacak,giyim, ayakkabı dolu bavullara,çuvallara ve binlerce Türk’ün ruhunda bir bıçak yarasının derin izleri gibi gözün gördüğü yerlere kadar uzayıp giden raylara… Göç buradan başlıyor… Tarihin ne garip cilvesi ki, yüz yıl önceleri “Vatan yahut Silistre” diye haykırmış büyük üstad Vatan Şairi Namık Kemal ve işte,yine yüz yıl sonra, o Tuna dilberi,İslam’ın koruyucu şehri Silistre’den başlıyor “Vatan! Vatan!” diyerek, hayallere sığmayan,akıllara durgunluk veren zoraki bir göçün acı serüveni…Zaten Türkün bir ayağı hep üzengide diyor eskiler ve rastgele mi tarihimizin ötesinden,çok derinlerinden gelen, yüreği dağlayan Göç Destanındaki o çığlık.: “Bütün kuşlar,hayvanlar,memedeki çocuklar”Göç,göç,göç!” diye bağırmaya başladı…” Göç deyince, Dobruca’nın ünlü şairi,rahmetli Aliosman Ayrontok’un hüzün verici “tutulmuş milletim göç sellerine” mısrası, kuduz deniz dalgası gibi yıkıp geçiyor sağduyunun sessiz duvarlarını ve şair var gücüyle haykırıyor: Ayrantok,bir dert var gizli,dilinde Açık yaz bu şirin ecdat ilinde Kardeşin gidiyor hicran selinde Âkıbet ölümden beter mi dersin? Anlatıyorlar,o göç başkaydı,bu başka…O zaman yıl 1950,şimdi ise 1989…Kırk yıl geçti üstünden,kırk yıl hiç bir şey mi değişmedi?…Değişmesin olur mu!.. Hükümetler,siyasetler,siyasetçiler, tekezeseler(tarım kooperatifleri), hamlecil er,”gelişmişsosyalizm””glasnost”(şeffavlık ,açıklık),”perestroyka”(yenilenme) ve saire ve saire…Değişmeyen tek bir şey var bu topraklarda…Türk düşmanlığı,aman Türkler geliyor paranoyası,öteki kavramı,biz ve onlar burgacı… Şurada 93 Harbinden beri, yüz yıldır Bulgaristan Türkleri üzerinde planlı ve programlı bir şekilde uygulanan “geceleri ürküt,gündüzleri malını zapt et” haydut anlayışı, bugün bir Komünist rejimin devlet iç politikasına dönüşmüş. Failleri ise,yirminci asrın”en insancıl”,”en çağdaş”,en-en- enler gibi sıfatlarla tarif edilemez övgülerle süslü,sözde “Marksizm ideolojisi” otoriteleri.Bir üst düzey Bulgar Komünist Partisi yöneticisi televizyonun mavi görüntüsünde memnuniyetle sırıtıyor: “Şu anda görünen bu olay, göç değil,bir “turizm” hizmeti…Biz, taraf olduğumuz Viyana İnsan Hakları Sözleşmesi ruhunda,Hükûmet ve Halk Meclisin aldıkları insancıl bir kararı uyguluyoruz… Günde bir, iki tren değil,dört,hatta altı,sekiz tren,on,on iki bin ” turizmci” yollamaya göre çalışmalarımızı planlayıp ayarladık, bütün imkanlarımızı yurttaşlarımızın seyahat isteklerini gerçekleştirmek için seferber ettik.” Oysa otuz-otuz beş yaşlarında bir köylü kadını,iri,tombul yanaklı,kırmızı benizli,toprak,ter kokusu üst başı…Dobruca köylerinden…Kocasını, bir gece gelip, yaka paça evden almışlar,götürmüşler milis güçleri…O gün bu gün ne ses,ne seda…Suçu Türk doğduğu,Türk olduğu ve Mayıs 1989 barış yürüyüşlerine katılması…Hanıma: “Kocan Mayıs yürüyüşlerine katıldı,devlete karşı suç işledi.Çok Türkçüydü ya,Türkiye’ye yolladık…Topla tasını tarağını,çoluk çocuğunu,al şu kırmızı pasaportunu,yolcusun”- demişler il emniyet müdürlüğünde…
8 Sayı 144 - Mayıs 2019 8
Bulgaristan Türklerinin Sesi
BULTÜRK ETKİNLİKLERİ
Türk Dünyasına ve Bulgaristan Türkleri için yapmış olduğunuz Özverili Çalışmalarınızdan dolayı Sizleri Taktir ederiz
Bulgaristan Türklerinin Sesi Sayı 144 - Mayıs 2019
9 9
Prof.Dr. Yüksel ÖZKAN CHP Milletvekili BULTÜRK’te
10 Sayı 144 - Mayıs 2019
Bulgaristan Türklerinin Sesi Balkanlar
10
Şimdi Nereye? Not: “ARDA – KIRCA ALİ” “A” Gruba sıçramış. Tebrikler! Geçen Pazar – 26 Mayıs 2019’da – yapılan olağan Avrupa Parlamentosu seçimleri Bulgaristan siyasetini karıştırdı. Elleri çaprak tutanlar, büyükçe etli bir kemik yakalamak için derin karıştırdılar. Bunu diyenlere tam olarak katılmak istemiyorum. Bizim göllerde irice balıklar derinde ve büyük yengeçlerin kök inlerinde olduğu doğrudur da, Bulgar siyasetinde nimetten olan her şey zaten onların sofrasındaydı. Sol eli balda, sağ eli tere yağda olan onlardı. En tepe zümreden – GERB başkan yardımcısı, milletvekili, meclis grup başkanı, 2006’dan beri Borisov’un gölgesi, 2009-13 yıllarında İç İşleri Bakanı, 2014’te FBR (istihbarat teşkilatı) özel kurslarını bitiren, GERB’i yatay olarak FBR isteğince örgütleyen, 240 bin kişiyi fuzuli maaşa bağlayan ve Başbakan’ın güya en güvendiği adamı olan Ts. Tsvetanov GERB partisindeki tüm görevlerinden alındı. Sebep gösteren çok! Gerçeği bilen yok. GERB ile yürütmenin birleştiğini gören DeliormanDobruca seçmen, totalitarizm geliyor endişesiyle GERB’den çekildi. Batı Rodoplar’da GERB’e oy verenler Türk AP milletvekili adayı A. Ahmedov’un ismini işaretledi. GERB’in en güvendiği adaylardan eski BSP MK Politik Büro üyelerinden önde gelenlerden birinin torunu L. Pavlova seçilmedi. GRRB Brüksel’de bir sandalye kaybetti. İkinci olarak da Sosyalistlerin (BSP) Başkanı Kurnelya Ninova, 5 kişi çıkarsa da, vaatlerinin altında kalınca istifa etti. Bunlar derin analiz gerektiren konular, bu yazımda olara tutuculuk ve – yeni-liberalizm “çarpışması” açısından bakmak istiyorum. Bu seçim kazanını karıştıran çaprak Avrupa Halk Partisi (ENP) sofrasına Bulgaristan’da 2 kemik birden çıkardı: Birincisi: Bulgar siyasi tutuculuk temsilcileri: GERB ve VMRO. İkincisi: Bulgar yeni- liberalizmi temsilcisi: DPS. 26 Mayıs 2019 tarihine kadar Bulgar tutuculuğunu temsil eden, siyasette sağ merkeze oturan Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar GERB bulunuyordu. 2006’da kurulan bu parti, AP’unda en büyük siyasi grup olan ve bu seçimde 182 milletvekili çıkaran Avrupa Halk Partisi (EPP) grubuna üyedir. Şu yeni gelişme oldu: Avrupa Konseyi (AK) yönetiminin 2014 yılında özel bir kararla “aşırı milliyetçi, ırkçı, faşist” olarak nitelediği 3 Bulgar partisinden (“Ataka”, VMRO” ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe”) den biri olan İç Makedon Devrim Hareketi –VMRO partisi 2 milletvekili çıkardı. Birisi VMRO Başkan Yardımcısı, tutucu, genç faşistlerin azgın öncüsü Angel Cambazki, ikincisi ise, VMRO listesinde 4. yerde olan fakat solliberal siyasi görüşleriyle bilinen, ( sol devrimci, Çe Gevaracı) sevilen sahne oyuncusu – Andrey Slabakov oldu. Bundan böyle biri faşist (Cambazki), ikincisi de neo-liberal (Slabakov) Avrupa (EPP) partisindeki 182 milletvekilinden ikisi olacak ve yan yana oturacaklar. (Nasıl olacak bilmiyorum) fakat aynı görüşleri savunmak zorunda kalacaklardır. Çok tuhaf bir gelişme. Şuna da vurgulamamız iyi olur. VMRO 17 kişilik listesinde sadece 6 adayı faşist partiden, diğerlerini aşırı sol ve aşırı sağ siyasi çizginin en ucundan seçmişti. Belki de bu yaklaşım sürpriz oldu. Çünkü bu partide en fazla (tercih edilen siyasetçi) ödülü alan kişilerden biri Leh asıllı Pan Şparek oldu ki, bu da faşistlerin Bulgaristan’daki Leh asıllı vatandaşları ve Katolikleri seferber edip kazanma çalışmalarını ele verdi.
İğneada deniz polisinden Bulgaristan sınırında sıkı denetim
Karadeniz’e kıyısı, Bulgaristan’a ise sınırı bulunan Demirköy ilçesinde, İğneada Deniz ve Liman Şube Müdürlüğü ekipleri son teknolojiye sahip teknelerle Karadeniz’de çalışmalarını yürütüyor.Kısa bir süre önce İğneada beldesinde kurulan Deniz ve Liman Şube Müdürlüğü ekipleri görevlerine başladı. Kırklareli Valisi Osman Bilgin de İğneada Deniz ve Liman Şube Müdürlüğünde incelemede bulundu.Daha sonra tekneyle denize açılan Vali Bilgin, İl Emniyet Müdürü Erkin Adalar’dan bilgi aldı. Vali Bilgin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, deniz polis ekiplerinin gece gündüz demeden Karadeniz’de denetimlerini sürdürdüğünü söyledi.
Türkiye’nin artık her alanda geliştiğini ifade eden Bilgin, “Türkiye artık hem sahil güvenlik, hem de deniz polisi ve aynı zamanda iç güvenlik hizmeti sunan kurumları ile 24 saat esaslı olarak denizle-
rimizde kamu düzeninin sağlanması için aktif bir rol üstleniyor. Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi değil.” dedi. İğneada’nın Bulgaristan’a 10 kilometre uzaklıkta olduğunu anlatan Bilgin, özellikle Türkiye’den Avrupa’ya kaçak yollarla gitmeye çalışan göçmenlerin deniz yolunu kullanmaya çalıştığını ifade etti. Deniz polislerinin denetimleri ile bu geçişlerin engellendiğini aktaran Bilgin, “İğneada’da son teknolojiyle donanımlı teknemizde polisimiz görev yapmakta. Deniz polisimiz kısa bir süre önce burada kuruldu. Burada aynı zamanda gümrük teşkilatımız da var. Özellikle vatandaşlarımız turizm sezonunda deniz yolu ile Kırklareli ‘ne gelebilecek. Türkiye artık her yönüyle daha güçlü bir ülke. Güzel çalışmalar yapıyoruz. Burada görev yapan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ederiz.” diye konuştu.
Sredkovec köyünde yeni inşa edilen caminin açılışı yapıldı Şumen bölgesinde bulunan Sredkovec köyünün yeni inşa edilen camisinin açılışı 12 Mayıs 2019 tarihinde (Pazar günü) yapıldı. Bu Müslüman mabedi, köylülerin ortak çabalarıyla, infak ehlinin bağışlarıyla, Kaolinovo Belediyesi, Şumnu Bölge Müftülüğü ve Başmüftülüğün yardımları ile inşa edildi. Yeni inşa edilen caminin yerinde, çatlamış duvarları olan eski bir cami vardı – bu sebepten dolayı yıkıldı ve bir yıllık bir zaman zarfı içerisinde yerine yenisi inşa edildi – diye bildirdiler Şumnu Bölge Müftülüğünden.
Kaolinovo Belediye Başkanı Nida Ahmed, milletvekilleri, toplumun manevi önderleri Yeni inşa edilen caminin açılış töreninde ve çevre köylerden vatandaşlar da törene Yüksek İslam Şura Başkanı Vedat Ahmed, katılan isimler arasında oldular. Bulgaristan Cumhuriyeti Başmüftüsü Dr. Açılış töreninin hemen ardından, SredkoMustafa Hacı, Şumnu Bölge Müftüsü Mevec köy halkı, hazırlamış oldukları ikramsut Mehmed ve Aytos, Tırgovişte, Razgrad ları – iftar yemeğinde tüm katılanlara ikve Silistra’nın Bölge Müftüleri onur konukram ettiler. ları oldular.
Bulgaristan’da 19 Mayıs Olayları
Konu: İşte Size Rus Tuzaklarından Bir Örnek. Yüzyıl Avrupa’sında, ensesinde faşizm kokan, ilk sağcı hükümet neden düştü? Biz de tuzak içindeyiz. Hain dediklerimiz aslında bir KATİL. Ramazan-ı Şerifiniz Mübarek Olsun! 19 Mayıs 100 yıldan beri Türk dünyasının en büyük bayramlarından biridir. Zekasında ve yüreğinde bağımsızlık ve egemenlik ateşi taşıyan Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı ve Anadolu’da Kuvayi Milliye çırasını yaktığı gündür. Kuvayi Milliye, Türk halkının milli kuvvetlerinin gönüllü olarak örgütlenmesi ve anavatanımızı işgal eden İngiliz, Fransız ve Yunan düşmana karşı silahlı ayaklamada galip gelmesidir. Kuvayi Milliye, Türk halkının Ulusal Kurtuluş Savaşıdır. Dünya Mazlum halklarının emperyalizmin kölelik zincirlerini kırarak kurtuluşuna yön gösteren meşaledir. Kuvayi Milliye, 20 asrın en büyük ve dünyaca etkin olaylarının en önemlisidir. Türk halkının Osmanlıyı olumsuzlaması, emperyalist düşmanı yenmesi, Türkiye Cumhuriyetini kurması ve bugünkü 82 milyonluk dünya öncüsü anavatanımızı yaratma sürecinin adı Kuvayi Milliyedir. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun. 19 Mayıs Bulgaristan Türkleri için de bayramdır. 19 Mayıs 1989 Bulgaristan Türklerinin totaliter komünist Bulgar diktatörlük rejimine karşı ayaklanma günüdür. 30 yıl önce yaşanan bu olay, 1879’da kurulan Üçüncü Bulgar devletinin tarihindeki en büyük ayaklanma olup,tek uluslu Bulgar devletine, atavatan topraklarında yaşayan etnik, dil, din azınlıklarının hak ve özgürlüklerinin anayasa ve yasalarla tanınmasının devlet düzeninin ayakta durabilmesi, toplumda adalet ve demokrasi kurulmasında kaçınılmaz zorunluk olduğuna kesin bir ihtar olmuştur. Komünist düzeni deviren, Todor Jivkov’un Totaliter rejimini düşüren, anayasa değişikliğine zorlayan bu Ayaklanma, 1989 yazında gerçekleşen zorunlu göç sonucu yarım kalmış, nihayi hedeflerine ulaşamamıştır. Buna rağmen, 21. Yüzyıl Bulgaristan’ında en önemli toplumsal gücün Müslüman Türkler olduğunu, onların aktif katılımı olmadan hiçbir dönüşümün ve gelişmenin gerçekleştirilemeyeceğini herkesin anlayabileceği bir şekilde ortaya koymuştur. Son 30 yıl buna kanıttır. Türkler Bulgaristan’dan kovuldu, fakat Bulgarlar ve diğer azınlıklar da onların peşinden ülkeyi terk ettiler. Bulgar devletinin siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal çöküşü 19 Mayıs 1989 Türk Ayaklaması’nın devam eden etkisi sonucudur. Bulgar milleti ve devleti, insan hak ve özürlüklerini, azınlıkların özgün hak ve özgürlüklerini tanımadan, bugünkü aşırı milliyetçi, sinsi, ötekileştiren siyasetine devam ettikçe, Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in işaret ettiği “bataklıktan” Bulgaristan asla çıkamaz. Şu unutulmamalıdır, 1878’de Ruslar tarafından işgal edilen Bulgar topraklarında bir milli devlet kurulabildiyse, bu ancak yerli Türklerin razılığıyla ve Osmanlı devletinde olduğu gibi hoşgörünün gölgesinde gerçekleşmiştir. Bugün Rusya’ya gülümserken, Batı ile kaynaşmak isteyen Bulgaristan, ancak batı Avrupa’ya gitme hevesli 4 milyon göçmen, sığınmacı ve savaş kaçağı Tirkiye devleti himayesinde olduğundan dolayı nefes alabiliyor.
BULTÜRK - Dünyada’ki Temsilcilerimiz
Siyasi ve Aktüel Gazete
İbrahim SOYTÜRK
www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 511 63 47
İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK
Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: Yazı İşleri Müdürü İstihbarat Müdürü: Alptekin CEVHERLİ Dini Eğitim Sorum Genel Yayın Yönetmeni Eğitim Sorumlusu: Kültür-Sanat: Raziye ÇAKIR Genel Yayın Müdürü Spor Müdürü: Halkla İlişkiler: Ergül BALKAN
Yayın Danışmanları: Prof.Dr.Ali FUAT ÖRENÇ
Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Prof. Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Seçkin DİNDAR
Dr. Erdal KARABAŞ
Elif GÜNEŞ Av. Hasan MOLLAOĞLU Zihni KARPAT Hüseyin YILDIRIM Nevzat ÖZTÜRK Avşin BALKAN İbrahim SOYTÜRK Serkan YILDIZ Neriman KALYONCUOĞLU
İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST.
Bayrampaşa - Adaparkın üstü - H.TÜRKOĞLU Spor Komp.Karşısı Tel: 0212- 5 11 6 3 4 7 - Fax: 0212 511 33 91 Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Akademi Yayıncılık A.Ş.
Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK
Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.
www.bulturk.net / www.bulturk.org.tr
Avusturya -Viena Almanya-Köln: Almanya - Frankfurt Amerika-New York İspanya-Madrid İsveç İngiltere London
: Osman BÜLBÜL : Ünal G A Z İ : Seniha R.SABRİ : Alaattin Gokay : Hüseyin Hasan : Seval ÖZTÜRK : Raziye ÇAKIR : Ridvan Akay Riko
Bulgaristan - Temsilcileri Sofya
:Hikmet EFENDİEV Blagoevrad :Bülent MURADOV Smolyan :Rufat FELETİ P a z a r c i k : M e h m e t B AY R A M Kırcaali :Mehmet TEFİK Ardino :Aziz ŞAKİR Cebel: :Erdal H. AHMET Loveç: :Emine BAYRAKTAROVA Pleven :Rafet RODOPLU Şumen: :Sezgin YILMAZ Razgrad :Levent RASİM Ruse :Zeki İsmail
Varna :Mustafa İSMAİL
T Ü R K İ Y E -Ankara: İsmail ÇİNGÖZ İst. Anadolu:Bölgesi İst. Trakya Bölgesi ist. G.O.Paşa: ist. Bayrampaşa: ist. Zeytinburnu: ist. Başakşehir: ist. Kağıthane: İst.Fatih İst. Esenyurt Kocaeli:
Bursa-
Nuh Mete DENİZ Nedim BİRİNCİ Seydullah HALAÇ Vildan ARDA Halil Zeytinburnu Aydın FİDAN Nazım ÇAVUŞ Murat KAYNAK Mustafa ÖZSOY Alptekin CEVHERLİ
Ridvan TÜMENOĞLU
- Bursa Yıldırım: - Bursa-Hürriyet: - Bursa-Yenibağlar: - Bursa-İnegöl
Turhan YAMAÇ Üzeyir AKGÜN Cevat ÇALIŞKAN Bayram BAYRAM
- İzm. Sarnıç: - İzm. Buca:
Durmuş HATİPOĞLU Şevket YILMAZ
İzmir- Edirne:
Tekirdağ: Balıkesir-Bandırma: Eskişehir: Erzurum Mersin : Fethiye :
Kenan ÖZGÜR
Nadir ADLI Ertaş ÇAKIR Güner BAŞARAN Sevgin GÖKÇE Berkay MUTLU Ferda ER Fatih AKSAK
Bulgaristan Türklerinin Sesi 11 Sayı 144 - Mayıs 2019 kucaklaşmak şu ömrün kısa faslı ! Editör Köşesi Kardeşçe Boş alanda nefes alışımızı yansıtan sanatçı or-
dusu belirmeyince sıradan politikacılar çıktı. Değişikliklerle mayalanmayı uzun zaman bekleyen Bulgaristan Türkleri “…sonunda kız davulcuya kaçtı” misali, kapımızı çalana damat dedi. Öyle ama gelen ne davulcu ne zurnacı, ne imam ne de derviş, yalancı tohumdan politikacı kopyası çıktı. Ve halkımızda yıllarca değişim bilinci belirmeyince, bir asır süren zulümden hesap sorulmayınca ve en kötüsü hanenin ekmek teknesi kırılınca ve ocağı tekmelenince umutsuzluk ve hayal kırıklığı belirdi. İnsanoğluna onun derdini anlatmak çok zor. Bu konuda İslam Tarihi Profesörü Fuat Sezgin şöyle demiş: “Medeniyetimizin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak, Batılılara anlatmaktan daha zor.” Hele Bulgaristan’da birisinin kafasına bir şey sokmak ne kadar zor bir bilseniz… Umudumuz yaşıyor. Umudu besleyen yaşlıların “yakındır aklı başına gelir” telkinleri de kimi defa tutmaz oldu. Sanatçı olmayan yerde politikacı doludur, diyenlerin umutları boş çıktı. 1990 ile 2019 yılları arasında Bulgaristan Türklerinin yazgısını bu git gel ile anlatmak mümkün gibi. Türk kitlesine ekilen ama tutunamayınca tekleşen Ahmet Doğan sarayda köşkte olta atıyor. Yazarken beynimi şişleyen şu sorular var. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) dölsüz bir yumurta mı? Bu soruya cevap getiren olmadı. Gerçekten boşsa, DPS’yı dağıtmak için yıkıcı bilinç yaratmaya gerek yok. Kavga teorisi de gerekmez, çünkü zaten gidici… Öyleyse, insanlarımızın umudundan doğan DPS bilincini karartmamıza da gerek yok… Yaşamımızın içinden türediğini iddia ettiğimiz nedir? Kendimizi sorgularken, acıyan yaramıza tuz basan biziz. Hepimiz üzgünüz. Halkımızın iradesiyle kanatlanmış, inandığı politikanın aktif bir militanı, gerektiğinde kuramcısı, bazen sıra neferi, her an hayatını feda etmeye hazır bir lideri, ne yazık ki kendimiz yetiştiremedik onu. Fidan değil dibini kazıp su gübre dolduralım. Elimizde olsa… diyenlere katılıyorum. Herkes her çalıdan düdük olmadığını bilir. Önemli olan öten söğüt dalını bulmak, kamışı dile getirmektir. Bu ise bir ümit, bir beklentidir. Haber aldık, 15 Haziran’da Plovdiv (Filibe) şehrinde Hak ve Özgürlük Hareketi‘ne (DPS) muhalif olan seçkinlerin milli buluşması (konferans) toplanacak. Hayırlı olsun. Ben önce, şu bizim DPS karşıtı olanlar kavramına açıklık getirmek istiyorum. Seçkinlerim, DPS arabasından düşen ya da DPS sofrasından kaldırılanlardır. Hiçbir kimse, vişne tatmadan, ekşi diyemez. Bizde şu, arabadan düşen veya sofradan çekilme zorunda kalma meselesi 30 yıldır devam ediyor. Âdetimizdendir, bizde kapı dışı kalanlara ve sonradan yetişenlere de sofra açılır da, bunların sedir yastığı ve sofra başı olmaz. Yeni politik proje: “Hepimiz DPS’ye karşı!” Sofra başı olmak isteyenlerin listesi: Adem Bayraktar, Mehmet Hoca, Güner Tahir, Osman Oktay, Mehmet Dikme, Kasim Dal, Lütfi Mestan, 1990’da Varna’da ve Sofya “Banya Başı Camiinde” DPS kurucu meclislerine katılanların hepsi ve 26 Mart 2017’de erken genel seçimlerinde milletvekili adayı gösterilen toplam 359 kişiden, Türk ruhu taşıyan 1989’u ve Avrupa Parlamentosuna gönderilen Türk milletvekilleri, parti koordinatörleri, il ve ilçe teşkilat başkanlarının hepsinin kalbinde BAŞKAN olma ateşinden bir kıvılcım vardır. Hele de şimdiye kadar seçilen DPS milletvekillerinden çok büyük bir kısmının devlet güvenlik örgütüne gönüllü ajanlık yaptığı dikkate alındığında ve ajanlığın parti içi merdivenini çıkma yolu olduğunu öğrenince umut çok büyüdü. Bugüne kadar bu hevesli kardeşlerimizden hiç biri, sadet yolunun minare merdiveni olmadığını, Ahmet Doğan’ın şerefeye yukardan indirildiğini anlayamadı. Filibe’de toplanmayı kabul edenleri masaldaki “Kel Oğlana” benzettim. Hepsi şunu iyi bilmelidirler ki, Padişahın kızını alabilmesi için, Keloğlan’dan saray karşısına sırmalı köşk dikmesi istenmiştir. Günümüzde lider olabilmek için şartlar değişti. Dil dökmek, “gerçekleri” anlatmak yetmiyor. “Suşenskoe” köyünde bir tırpancı kulübesinde saklanırken “Pravda” (Gerçek) gazetesine diz üstü kaleme aldığı bir yazıyla 1917 Ekim Devrimi kıvılcımlarını çakan Vladimir İ. Lenin devri geçti. Gerçekleri söyleyen dil, gerçekleri ters yüz de edebilir. Lenin, 1856’da “toprak köleliğinden kurtulan ama toprak sahibi olamayan köylülere, toprak vereceğim, askerlere ise, savaşı durduruyorum, evlerinize döneceksiniz” demişti ve kazandı. Ondan önce, halkın yükseliş dalgasına atlayan ve köpüklerinde yüzen, krallık zulmüne karşı demokrasiyi savunan, kadınların da katılacağı genel oydan yana çıkan ve Paris’in Sena nehri köprülerinden fahişelere konuşmalarında hepsine zengin birer koca vaat ederek seçim kazanan Robespierre (M. Robespier) bile yalan umut doğurup hayal kırıklığı yarattığından dolayı 1794’te aynı kadınlar onu giyotinle idam etmiştir. O zamandan (1795) bu güne bütün dünya devletlerinde toplum sözleşmesi imzalandı – anayasa kabul edildi. Sofya meclisinde 1991’deki Anayasa tartışmalarına, 140 yıllık Bulgaristan tarihinde ilk kez Hak ve Özgürlükler hareketi nezdinde Bulgaristan Müslüman Türkleri de, kendilerini siyasi olarak temsil eden milletvekilleriyle katıldılar. 15 Haziran 2019 günü Filibe’de yapılacak olan toplantı, 30 yıl önce beliren ama gerçekleştirilemeden havada kalan umudu yaşatma isteğimizin devamıdır. Bu umutta, azınlıkların kimliklerinden, gül demedi gibi bir birlik ve güllerin Bulgaristan kokusu vardı. Öncelikli sorun İNSAN sorunudur. Biz yaşadığımız çağın tanığıyız. Hem tanığı hem de yaşananların içindeki en önemli faktörüz. 1991 Anayasası Bulgaristan’da İNSAN sorununu çözmedi. Daha önceki anayasalar da insanımızı insan yerine koymamıştı. Yaşadığımız sorunlar, bitmeyen dertlerimiz hepsi anayasa ve yasalarda eşit haklı özgür insan yerine koyulmamamızdan kaynaklandı. Bizde, bunu görenler alçaldı, görmek istemeyenler yükseldi. Şimdiye kadar yazılan en derin ve detaylı analizlerimizden şöyle bir gerçek çıktı. Geçimsizliğin, memnuniyetsizlik ve umutsuzluğun başat nedenleri: Ahmet Doğan’ın kişiliği. Partideki hainlik. “Soya dönüş/diriliş” süreci katillerinin cezasız kalması. Partinin zulüm rejimine tepki göstermemesi. Reformları engellenmesi. Hapiste, sürgünde çeken, işkenceden sakat kalan, iş bulamayan, sosyal “yardımlarla” ilaç bile alamayan, kıt kanat geçinen yaşlı ve mağdurlarımıza el uzatmaması. Kimsesizlere ilgisiz kalması. İmkân olmasına rağmen, Türk dilini okullarda zorunlu ders olması için ısrar etmemesi. Türklerden kadro yetiştirmemesi için çalışması. Aydınlatma ve kültürel etkinliklerden uzak kalması. Seçmenden kopması. Tütün üreticilerini aç bırakması, işsizliğe karşı önlem almaması, köy ve kasabaların boşalmasını için göçü özendirmesi. Huzur ve refah umudu taşıyan projeler hazırlayıp uygulamaması vs. Ne var ki, bu sorunlardan hepsi bir sihirli değnekle bir anda çözülebilir. Bilinçli olarak çözülmedi.
Filibe toplantısını toplayan L. Mestan bir öğretmendir ve 18 sene Sofya meclisinde Eğitim Öğretim Komisyonunda Başkan ve Başkan yardımcısı olarak maaş almış, ama bir Türk Çocuğumuza Türkçe okutulması için yasa önerisi hazırlamamıştır. Ona inanmamız için değişen nedir? Tekrar ediyorum. Sorun İNSAN sorunudur ve bu Anayasa ile Bulgaristan’da İNSAN sorunu çözülemez, yaramıza tuz basmak zorundayız. Problem nedir? ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ Ana ve temel, hatta başat olan ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ sorunudur. Bu bilincin temelinde olan Bulgaristan’da EŞİTLİK meselesidir… Problem, 1990’da da nasılsa, 2019’da da aynıdır, hatta daha kötüye doğuru gitmektedir. Biz yaşadığımız ülkenin yalnız ve ancak kağıt üzerinde, fiktif (sahte) eşit haklı vatandaşlarıyız. Devlet, medya, partiler ve kamuoyu tarafından ötekileştirilen insan ve oluşturduğu topluluk eşit olamaz. Bulgaristan’da önce eşit vatandaş olmayışımızın bilincine varmalıyız ki, hedefin adı ÖZGÜRLÜK BİLİNCİDİR. Bu bilincin oluşması için, maddi hayattaki özgürlüklerle birlikte, manevi hayatın da hiç engelsiz özgür olması gerekir. Manevi hayatın oluşmasının temelinde anadil, dil, resmi dil, kültür bulunur. Türkçe konuşması yasak bir Türk, özgür olamaz. Alfabesi olmayan bir Çingene özgür sayılamaz. Kimliği tanınmayan bir Makedon özgür vatandaş değildir. Biz eridik gittik, dilsiz ve dinsiz kaldık diye diz döven Ulahların verdiği özgürlük savaşımı değil de nedir? Dil olmayan yerde düşünce olamaz yani özgürlük yoktur. İnsanın yaşayabilmesi için düşünmesi şarttır. Düşünemeyen özgür sayılmaz. Ne yazık ki ülkemizde anadilini konuşamayan yani düşünemeyen insanların sayısı sürekli artıyor. Milletvekili Prof. İvo Hristov’a göre nüfusumuzun % 80’ini düşünemiyormuş. Bu vatandaşlara o “debil” (çaresiz) demekle yetindi. Debiller devleti olduğunu işitmedim. Bu nedenle olabilir, Avrupa’nın en sefilleri biziz. Özgürlük Bilinci (fikir özgürlüğünden farklı bir şeydir) hem ahlak ilkesi hem de yaşam tarzında belirleyici olandır. Müslüman ahlakıyla ve Türk gelenek ve törelerine göre yaşamamızı istemeyenler ahlakımızı ve yaşam tarzımızı yasaklayarak, özgür yaşama hakkımızı elimizden alarak, kendi Hıristiyan ya da ateist dünya görüşü ve yaşam şeklini bize dayatıyorlar. Onlar, bize kendi ahlaklarını dayatmakta özgür, fakat biz bize dayatılanı kabul etmemekte özgür değiliz. Eşitsizliğimizin anlamı budur. Önemli olan düşünen insanlar topluluğu oluşturabilmemizde gizlidir. Düşünce hiç bir yasa veya anayasanın hiçbir şekilde yasaklayamayacağı bir şeydir. Beynimizi açsalar, her hücreyi ayrı ayrı mikroskop altına alsalar, hiçbir cerrah düşünceyi bulamaz. Allah’ın insana verdiği en büyük sihirli güç düşünme özgürlüğüdür. Kudretini insanın varoluşundan alır. Düşmanlarımız Türkün düşüncesinin derin ve isabetli olduğunu bildiğinden, bizim DÜŞÜNCEMİZİ ANLATMA VE ANLATILAN DÜŞÜNCELERİ ANLAMA ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ KATLETMEYE ÇALIŞIYORLAR. Anadilimizde konuşma yasağının özündeki budur. A.Doğan’ın bu vahşete seyirci kalmasına, cebimi doldurun susarım, deyişine biz HAİNLİK dedik. O aldırmadı, aldırmıyor… Mestan da yıllarca “bana ne?” dedi. Kısıtlanan ve yasaklanan düşüncemizi, tarihimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi anlayabilmemizin engellenip köreltilmelidir ki, olanların herkesin anlayabildiği bir dilekleri var. İNSANI KÖLELEŞTİRMEKTİR.“Büyüyeceğiz çoğala çoğala! Bir gün mutlaka yeneceğiz!” ruhu, tepki olarak doğmuştur. Çünkü kölenin bir adı da HAYVANDIR. Hayvanlaşmayı asla kabul edemezdik. Düşünemeyen, düşüncesini anlatamayan veya anlatılan fikirleri kavrayamayanlar hayvanlardır. Düşünme yeteneğini yitirmek. Düşüne bilmemize inen ilk darbeden doğan şu oldu: Kavgaya tüm gücünle, gövdenle, çekiç kafanla, çelik yumruklarınla, yenilmez tutkunla gireceksin! Şu nokta, arz ettiği tehlike bakımından çok önemlidir. Düşünme (fikir) özgürlüğünün kısıtlanması ya da yasaklanması, bu özgürlükten yoksun kalan insanların düşünme yetilerini yitirmelerine yol açar. Bizde açmıştır. Düşüncemizin kısırlaştırılacağını, şuurumuzun karartılmak istendiğini hisseden insanımız Mayıs 1989’da ayaklandı. Bize ayaklanma gibi bir kolektif hak tanınmamıştı. Birlikte duyumsadığımız tehlikeden ayaklanma kıvılcımlandı ve alevlendi. Bize hiç kimse hiçbir şey vaat etmemişti. Karşımızdaki yalan makinelerinden ne Lenin, ne Robespier,ne Jivkov, ne de Doğan vardı. Karşılarında düşünme yeteneklerini yitirmek istemeyen Türkler vardı. Araçsallaşmak ve bağımlılaşmak, sıfırlanmak ve kimsizleştirilmek istemeyen bir halkın içinde parlayan ateşin söndürülemez gücü alevlenmişti. Avrupa Birliği üyesi bir ülkede, Bulgaristanlı Türklerin düşünme özgürlüğünün XXI. Yüzyılda yasaklanmış olmasını utanç verici buluyorum. Bu konuda L. Mestan hep kapsız yumurtladı. Çok konuştu ama davaları kazanamadı. Onun bilmesi gereken şudur… Batı’daki Aydınlanma yüzyıllarının ana sorunu düşünme özgürlüğü olmuştur. Ne yazık ki, bu can alıcı problem Bulgar devlet yönetimi ve halkının ruhuna ve damarına hala işlememiş Bulgar devlet yönetimi de şunu iyi bilmelidir: “İnsanların düşüncelerini açık açık başkalarına iletme özgürlüğünü ortadan kaldıran (anadil yasağı) bir dış gücün (bizdeki dış güç Bulgar devleti ve kamuoyudur), kendilerinin düşünme özgürlüğünü de ortadan kaldırır.”Yani biz yok olursak, onlar da mutlaka yok olacaktır. Bu alıntı Kant’in “Aydınlanma Nedir?” eserinden alınmıştır. Bu alıntı, Bulgar halkı, devleti ve ülkede yaşayan azınlıkların tümü için geçerlidir. Kısacası insanı yok eden ve yücelten ÖZGÜRLÜK BİLİNCİDİR. Kavgamızın stratejisini belirleyen bu çıbanbaşı problemin aşılmasında HOŞGÖRÜ (Tolerans) çoğulluk, çoğulculuk, dolayısıyla düşünce özgürlüğü ve aydınlanma belirleyici olandır. Bulgaristan’da İNSAN ve ÖZGÜRLÜK probleminin bir başka yönü daha var: KİMLİK, TÜRK KİMLİĞİ VE AB İNSAN KİMLİĞİ Kimliğimizin başına bu kadar çok kötülük geldiği halde aksakallarımızın tutumunu yine N. Bakov’tan okuyoruz: Boş ver, dedikodu cahilin tek ürünüdür Kulağını tıka, gözünü kapa, geç gitsin ! Hoşgörü mahsul öncesi tarla sürümüdür Azat et gönlünü, sevgi ürününü biçsin ! Tüm aydınlar gibi, ben de, en yüksek kimliğin, son hedefin, İnsan Kimliği olduğuna inanıyorum. Bugün Bulgaristan’da Müslüman Türk Kimliğimiz için mücadele veriyoruz. Kuran kurslarında Türkçe öğretilmesinde, çocukların okullardaki seçmeli Türkçe derslerine kaydında ısrar ediyoruz. Türk öğrencilerin yaz aylarında Türkiye Cumhuriyetini ziyaret etmesinde, bir iki ay oradaki yakınları yanında misafir kalmasında, sinema, tiyatro, müze görmesinde, Türkçe kitap okuma etkinliklerinde ısrarcıyız.
Ayrıca DOST partisinin Türk Kimliği Bildirisini de doldurup imzaladık. Türk bilinci davasında yoldaşız kardeşlerim ama buna rağmen, söyleyeceklerimiz var. Bizim eşit haklı Bulgaristan vatandaşı olabilmemiz için, önce Türk kimliğimizi yaşatıp güçlendirmeliyiz. Bulgaristan Türklerinin çocuk sevgisi, okuma hevesi, çalışkanlığı, alicenaplığı mert ve cesur oluşu her yerde vurgulanmalıdır. Bulgaristan’da birden bire “milletim, insan türüdür, yurdum yeryüzüdür!” bayrağı kaldırıp, gölgesinde toplanmaya kalksak, Türk olarak kimliksizleşiriz. Bir defa, “enternasyonalim ve insan kardeşliği” yalanlarına inandığımız yıllarda, derimizin yüzüldüğü, Türk özümüzün sökülüp kuduz köpeklere atıldığı yılları, sürüngen yerine konduğumuz geçmişimizi, tuz bastığımız yaralarımızı asla ve asla unutamayız, unutmamalıyız. “Soya dönüş/diriliş” masallarıyla zorla kandırılmamız, verdiğimiz şehitler ve suçlulardan hiç birine dokunulmaması, tutuklanıp cezalandırılmaması ve bize dayatılan “oldu-bitti, geçmiş olsun” tuzağı hafızamızda canlıdır. Hiçbir şey unutulmamıştır. Avrupa Birliği (AB) vatandaşı Bulgaristan Türkü olarak bizim soy (öz) kimliğimiz Türk’tür. Bulgarların soy kimliği de Bulgar’dır. AB üst kimliğinde bir AB vatandaşı İNSAN ise, eşit vatandaş olarak Bulgar Bulgar’dır, Türk Türk’tür, Makedon Makedon’dur ve Çingene Çingene’dir. Bu tanınmadığı halde AB üst kimliği havada kalır. AB katında bir Bulgar Bulgar da, bir İspanyol İspanyol da, bir Bulgaristanlı Türk neden Türk olmasın. Son hesapta, bir buçuk asır geriye baktığımızda Bulgarlar, Türkler, Makedonlar ve Çingeneler Osmanlı ümmetinden çıkmışlardır. Onları Bulgar, Türk, Makedon, Çingene yapan farklılıkları – dilleri, dinleri, yaşam tarzları ve gelenekleridir. Bugünkü farklı etnik kültürler bu farklılık temeli üzerinde yetişmiştir. Bu süreç tamamlanmış mıdır? Hayır tamamlanmamıştır. Bulgarlar, milliyet olarak devlet kuracak kadar Miletleşemedikleri için, bu memlekete devlet başı olarak Al. Batenbergler, Koburglar vs. gönderildiler. Bulgaristan’da yaşayan Türkler kendi kültür ve uygarlıklarıyla millet olarak olgunlaşsalar bile egemenlik ve bağımsızlık hakları olmadığından dolayı otonom bir bölgede toplanmayı dahi başaramamışlardır. 28 yıl önce devletlerini ilan eden Makedonlar hala Devlet adı tartışmalarını aşamadılar. Çingenelerse devlet ve otonomi oluşturma derdinden uzak, geçmişi sorgulamadan, kolsuz bacaksız kalmış öz kültürlerini yaşatmaya çalışıyorlar. Bu bakıma biz, soy kimliği Türk olan bir öncü ve devletçi ırk kişiliğiyle ortadayız. Bulgar vatandaşlığından AB kimliğine yükselirken bütün vasıflarımızı ve niteliklerimizi kapsayan bir eşit haklı kimlikten yanayız. Bu bir ideoloji ve politika meselesidir. İkinci sınıf kimliği, yaralı kimliği, budanmış Türk kimliği kabul edemeyiz. Bu, Bulgarlar da dahil herkes için geçerli olmalıdır. Bütün azınlıkların kolektif hakları, azınlık hakları topluluk hakları anayasada sıralanmalı ve her azınlık devletle şaşmaz bir toplumsal sözleşmeyle bağlanmalıdır. Bu durumda en aranan, en kolay öğrenilen ve en geniş kültürel alanı olan dillerden birinin resmi dil, başka birinin ikinci resmi dil ve her dile kültür, edebiyat ve sanat yaratma hakkı tanıyacak bir halk oylamasına gidilmelidir. Bu olmadan, ulusal mutabakat sağlanmadan, Bulgaristan yeni bir yola açılamaz. Demek oluyor ki, bizim Bulgar vatandaşı olarak Türk kimliğimizle AB kimlikli olmamız yasallaşmalıdır. Başka bir konu da lider konusudur. Yukarıdaki isim sıralamaları Bulgaristan Türkleri arasında Liderliğin siyasi salgın haline geldiğine işarettir. Atanma lider kabul edemeyiz. Geçmişi karanlık lider kabul edilemez. 26 Mayıs 2019’da 7 200 oy alan Lütfi Mestan ile 3 bin oy alan Orhan İsmailov da liderlik denemelerine devam ediyorlar. Biz, lider halktan çıkar derken, topraktan biten bir bitkiyi toprak nasıl besliyorsa, halktan çıkan bir lideri de halkımız besler, demek istiyoruz. Ben, Ahmet Doğan gizli servisin perde arkasındaki hükümeti tarafından DPS lideri atandığında, Sofya’da “Al. Stanboliyski” 45/A adresindeki parti merkezini temizleyen hademe bayanlara aylarca maaş ödeyemediğini biliyorum. Fakat o, “ben Bulgaristan Türklerinin bağrından gelmedim” politik bilincinde olduğundan dolayı, halka inip para istemedi. Halk da onu kendinden bilmediği için “al şu parayı” demedi. Ankara’dan para alıp da yarısını yolda harcayanların kurdukları partilerin de hepsi köylerimizdeki dereler gibi kurudu. Son 30 yılda taşıma suyla ne fidan büyüdü ne de değirmen döndü. Naim der,, sev ki, seni de sevsinler kardeşim Gönül bahçende şen bülbüller dile gelsinler ! Bir gün Musalla taşında bittiğinde işin Arkandan ”Gerçekten iyi İNSANDI” desinler !! Durum buyken, Bulgaristan Türklerini küçümsemeyi meslek haline getiren, büyük siyasetçi Aziz Pabuççu geçen ay mikrofon kaptığı yerde, “Bulgaristan Türkleri lider çıkaramıyor, lider problemi yaşıyor” demeye devam etti. Liderliğe mayalanmış kadrolarını 1950’de, 1970’lerde ve 1989 göçünde kaybeden bir milli azınlığın parçalandıkça ruhen kırıldığını görmek istemiyor. Milli kimliğimiz oluşturan simge bir tavuk, bir ördek bir kaz olsa, yumurta tam kabuk bağlayacağı zaman tavuk, ördek ve kaz hep kesildi. Millet olamadıkları için kendi kapsız yumurtalarına bizim kapsız yumurtamız da karıştırıldı ve onlar da bizden, işte bakın yumurtaları dölsüz ve kapsız, onlar da Bulgar soylu masalları yayıldı. Doğal lider oluşturma süreçlerimizi zorla kestiklerini asla itiraf etmediler. Kümese bir gece Horoz diye atılan da ne öttü ne tavuklara tünedi. Olay budur. Ve bu büyük siyasetçi ile birlikte bir defada 5 konferans düzenleyen ve Türkiye kamuoyuna kül yatımızda olmayan masallar anlatan 95’şe tırmanan İsmail Cambazov’a da selamımız olsun. Atalarımızın sözü ile cevap verelim “Akıl yaşta değil baştadır, halkımızın yaşamadıklarını yaşanmış gibi anlatmaksa, günahtır.” Tabi günah ne olduğunu bilenlere… Şimdi Filibe’ye toplanmak isteyenlerimiz hepsi aynı kümesten Horozlardır. Lütfen önce, ellerini yüreklerine koysunlar ve “Allah’ım hainliğin tövbesi var mı?” diye sorsunlar. Sofraya oturacaklarsa otursunlar. Ve şunu da iyi bilsinler ki, başkasının parasıyla kurulan sofralardan, iftar “misafirliği mitinglerinden” bir şey çıkmaz. O serinlik, yağmurdan sonra esen yeldendir. Önce bu işin ideolojisi tartışılmalıdır. Formülü bulunmalıdır. Gök kubbesi çizilmelidir. Formatı belirlenmelidir. Hedefleri, araçları ve yöntemleri, dostları ve düşmanları görülmelidir. Bu yapılmadan eski günahların affı ve lekelerin temizlenmesi mümkün değildir. İmparatorluklar kurmuş bir millerin kaderi, askerde onbaşı olamamış kendini beğenmiş perçemli ve keçi sakallar tarafından belirlenemez. Önce temel sorunlarımızı ve ödevlerimizi belirleyelim, sonra lider ve milletvekili olursunuz… Saygılarımızla, Son
12 Sayı 144 - Mayıs 2019 12
Bulgaristan Türklerinin Sesi BULGARİSTAN’DAN HABERLER
Şeker hastalığından kurtulmak için Bulgaristan’dan Bursa’ya geldi Sağlığına kavuşmak için Bulgaristan’dan Bursa’ya gelen 66 yaşındaki Sevdie Hayrieva İslyamova, şeker hastalığından da kullandığı ilaçlarından da bir ameliyatla kurtulmuş oldu. Bulgaristan’da yaşayan Sevdie Hayrieva İslyamova, 15 yıldır çektiği diyabet sorunundan bir ameliyatla kurtuldu. Yüzünden gülücükler eksik olmayan Sevdie Hayrieva İslyamova, bundan sonraki hayatını sağlıklı bir şekilde sürecek olmanın mutluluğunu yaşıyor. Hastanın diyabet
sebebiyle Bulgaristan’dan geldiğini ifade eden Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Evren Dilektaşlı, “Yaklaşık 15 yıldır diyabet ve metabolik sendroma bağlı diğer hastalıkları ve tansiyonu ritm bozuklukları olan hastamızın operasyonunun gerçekleştirdik. Bugün ameliyatımızın ikinci günündeyiz. Şeker oranlarında düşmeleri görüyoruz. Metabolik cerrahi operasyonlarıyla çok başarılı sonuçlar elde ediyoruz. Kilo ve şekerden aynı anda kurtulma şansı tanıyor. Bu ameliyatın son dönemlerde gündemde olmasının sebebi, bir çok ilaç kullanan hastaların tüm ilaçlarından kurtulma şansını sağlıyor olmasıdır” dedi.
Frankfurt am Main Belediye Başkanı: Bulgaristanlılardan Gurur Duyuyoruz “Frankfurt Bulgaristan vatandaşlarının yaşamak ve kariyerlerini geliştirmek için elverişli bir yer. Burada yaşayan Bulgaristanlı sakinlerimizle gurur duyuyoruz. Onlar kendi özelliklerini koruyor ve aynı zamanda çevreye uyum sağlıyorlar.” Frankfurt am Main Belediye Başkanı Peter Feldman Cumhurbaşkanı Yardımcısı İliyana Yotova’yı bu sözlerle karşıladı. Resmi verilere göre Almanya’da 300 000 Bulgaristan vatandaşı yaşıyor. Frankfurt’ta yaşayan Bulgaristan va-
Bulgaristan’dan gelip, Denizli’de şifa buldu BULGARİSTAN’da yaşayan Nesrin Salim İlieva’nın (47) sağ kolunda atardamarı saran 15 santimetre çapındaki tümör, Denizli’deki Pamukkale Üniversitesi Hastanesi’nde ameliyatla alındı. Ülkesinde riski olduğu gerekçesiyle ameliyat edilmeyen İlieva, yapılan 1 saatlik operasyonun ardından sağlığına kavuştu. Nesrin Salim İlieva, sağ kolunda oluşan kitle sebebiyle Bulgaristan’da hastaneye başvurdu. Doktorlar, kolundaki 15 santimetre çapındaki tümörün atardamar, toplardamar ve kola giden sinirleri sardığını belirledi. Ancak, alınması riskli olduğu gerekçesiyle ameliyatı yapılmadı.
Bunun üzerine araştırma yapan İlieva, bu tür ameliyatların Türkiye’de, Pamukkale Üniversitesi Hastanesi’nde yapıldığını öğrendi. Denizli’ye gelen İlieva, Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilgin Emrecan ile görüşüp, bilgi aldıktan sonra, ameliyatla kolundaki kitlenin alınmasını kabul etti. İlieva, Prof. Dr. Emrecan ve Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Dr. Kadir Çekirdekçi tarafından ameliyat edildi. İlieva’nın kolundaki tümör, 1 saatlik operasyonun ardından tamamen temizlendi. 1 gün gözetim altında tutulan İlieva, ertesi gün hastaneden taburcu edildi. ‘HAYATINI KAYBEDEBİLECEĞİ SÖYLENMİŞ’
Mineralni Bani 19.Uluslararası Çocuk Etnik Azınlıklar Festivali tandaşlarının sayısı 130 000 civarında. Yotova Essen Eyaleti Federal ve Avrupa Konularından Sorumlu Bakanı Lucia Pautrich ile AP seçimlerini ve AB önündeki yeni sorunları görüştü.
Yotova, yurtdışındaki Bulgarlar için İnternet platformu öneriyor
Cumhurbaşkanı Yardımcısı İliyana Yotova, Frankfurt’ta Pazar okullarının temsilcileriyle düzenlenen görüşmede, yurtdışındaki Bulgarlara yönelik izlenen politikanın odağında dilinin korunması ve yayılması olduğunun altını çizdi. Genel görüşe göre, Bulgar dili eğitiminin daha üst sınıflarda ikinci bir yabancı dil olarak devam edilmesi, yabancı üniversitelerde Bulgarca derslerin ve öğretmenlerin artırılmasının teşvik edilmesi gerektiği yönündedir. Cumhubaşkanı yardımcısının, dünyanın her yerinden Bulgarlar ve Bulgar devleti arasındaki temaslara dair bir İnternet platformu projesi memnuniyetle karşılandı.
Haskovo (Hasköy) iline bağlı kaplıcalarıyla ünlü Mineralni Bani (Meriçler) ilçe merkezinde düzenlenen 19.Uluslararası Çocuk Etnik Azınlıklar Festivali’ne Bulgaristan’ın 16 ilinde yer alan 38 yerleşim yerinden 2000’e yakın çocuk, 80 amatör sanatçı grubu, 72 bireysel yetenek, ikili ve üçlü grupların yanı sıra yurt dışından 18 dans grubu katılacak. Festivale ev sahipliği yapan Mineralni Bani Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’nden yapılan açıklamaya göre festival, 31 Mayıs 2019 Cuma günü başlayacak. Programa yurt içinden ve Bosna-Hersek, Gürcistan, Makedonya, Moldova, Sırbistan ve Türkiye’den çocuklar katılacak. Çocuklar, yurt içi ve yurt dışından 80’in üzerinde okulu, halk toplum merkezini, birleşik çocuk merkezlerini (ODK), anaokullarını, kültür merkezleri ve sanat okullarını temsil edecekler. Festival, Bulgaristan Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu (KNSB) ve Prof. Dr. Jelyazko Hristov Hayırseverlik Fonu Derneği’nin desteği ile organize edilmektedir. Uluslararası Çocuk
Bulgaristan Filibe’de İmaret Camii’nde iftar
Radev: Seçimlere katılım oranının düşük olması düşündürücü 2019 AP seçim sonuçları ile ilgili gazetecilere konuşan Cumhurbaşkanı Radev, “Katılım oranının düşük olması, siyaset sınıfına atılan bir tokat olmaktan öte demokratik Avrupa’da katılım oranının neden iki kat büyük olduğu üzerinde düşünmemize vesiledir” sözlerini kullandı. Rumen Radev’e göre sonuçlar, Bulgaristan’ın Avrupa’dan sadece yaşam ve yönetim kalitesi olarak değil, diğer Avrupa devletlerinde seyreden süreçlerin dinamiği olarak da Avrupa’dan uzaklaşmaya devam ettiğini gosteriyor.
Bulgaristan’da Yahudi turistik yerlere Turizm Bakanlığı ve Bulgaristan’da Yahudilerin Şalom Örgütü, ülkedeki başlıca Yahudi yerlerinin ünlenmesi için özel gezi turnun hazırlanmasını görüştüler. Gezi ülke genelinde 13 belediyede bulunan Yahudi diasporası için önemli yerleri kapsayacak. Proje, Yahudi cemaatinin Bulgaristan’ın kültürel ve tarihi gelişimine katkısından dolayı büyük bir saygı işareti ve sadece İsrail’den değil, Avrupa’dan ve dünyadan gittikçe daha fazla turist ve Yahudiyi çekme çabaları yönünde bir adımdır. 245.000 turist ile İsrail, 2018’de Bulgaristan’a gelen konuk sayısında % 17 artış ile sıralamada 11. yeri aldı.
Etnik Azınlıklar Festivali, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanı Biser Petkov’un himayelerinde gerçekleştiriliyor. Sanat, hayatın güzelliği ve tadıdır ve dans, ruhun gizli dilidir. Müzik, şarkı ve dansın evrensel dili, mesaj göndermenin ve kültür, gelenek ve değerler hakkında bilgi vermenin en anlaşılır yoludur! Nakış, dikiş, örgü, yün ürünler, foklorik bebekler ve takılar, seramikçilik, el boyaması kumaşlar, boyalı kaplar ve başka zanaat alanında ustalar, uyguladıkları el sanatlarını tanıtacaklar. Bulgaristan Trafik Kazası Mağdurları Derneği, katılımcıların ve festivalin konuklarının yollarda trafik güvenliği konusunda farkındalıklarının artmasına katkı sağlayacaktır.
Filibe’de ki “İmaret Camii” geçen hafta 25 Mayıs 2019 tarihinde Cumartesi akşamında Ramazan ayına özel olarak verilen iftar yemeğinde 200 kişiden fazla kişiyi ağırladı. Bu kapsamlı iftar yemeği Bulgarisan’da ki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nin sponsorluğu altında ve Filibe Bölge Müftülüğü’nün yardımları ile düzenlendi. Filibe şehrinin merkezinde bulunan bu küçük camide verilen iftar yemeği, Müslümanlar için çok kıymetli olan bu
Ramazan ayı boyunca Bulgaristan’da ki Türkiye Büyükelçiliği’nin verdiği bir çok iftar yemeğinden bir tanesidir. Bu vesileyle gecenin resmi misafiri Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy oldu. Başmüftülüğü temsil eden misafirler arasında ise – Başmüftü Yardımcısı Birali Mümün Birali vardı. Etkinliğe, saygı gösterip katılan isimler arasında – Filibe Belediye Meclis Başkanı Savina Petrova, Belediye Yönetim Kurulu üyesi ve Genel Sekreteri Borislav Dimov, bunların yanı sıra şehir halkından farklı etnik ve dini toplulukların temsilcileri de katılanlar arasında oldular. İftar yemeğinde misafirlere hitaben selamlama konuşmaları – Başmüftü Yardımcısı Birali Mümün Birali tarafından, Türkiye Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy ve Filibe Belediye Meclisi Başkanı Savina Petrova tarafından yapıldı. Bulgaristan Başmüftülüğü
Filibe’de Düzenlenen “Türk Sanat Günü” Etkinliğinden
Avrupa Kültür Başkenti Filibe’de dün “Türk Sanat Günü” etkinliği kapsamında tanınmış Türk ressamlardan Hikmet Çetinkaya ve Şükran İstanbullu’nun “Aspekt Sanat Galerisi”ndeki sergilerinin açılışı yapıldı. T.C. Filibe Başkonsolosluğunun desteği ile gerçekleşen etkinliğin açılışına Edirne Valisi Ekrem Canalp’ın eşiyle birlikte katıldı. Açılışta ressamların galeri önünde açık alanda icra ettikleri canlı performansa Filibelilerin ilgisi yoğundu. Daha sonra konuklar Trakya Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan piyanist Işıl Dağlar ve Flüt Sanatçısı Burcu Coşkun’un “Radyo Plovdiv”in konser salonundaki
konserine katıldılar. Başkonsolos Ergani etkinlikle ilgili, “Edirne Valimizin Edirne’den gelen sanatçılarımızın konserine katılması da güzel bir tesadüf oldu.” diye ifade etti.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 13 Sayı 144 - Mayıs 2019 Bulgaristan ve Türk Dünyası
Ertaş ÇAKIR Halkımı Kutluyorum Konu: Analizlerimiz: Her şeyi dert eden halkıma 2014’te , “Ocaklarına incir ağıcını, kendi elleriyle diktiler, sonları yakındır!” demiştim. İşte o gün geldi! 1990’dan beri, her sabah ama hiç istisnasız her sabah açan Umut Çiçeğimizin yapraklarından çiği damlacıklarını çalan DPS, 26 Mayıs 2019 sabahı dallarımıza uzanamadılar. “Kalemiz” dedikleri “Güzel şehir Kırca Ali’mizde” ancak 38 284 oy alabildiler. 4 191 vatandaş “size verecek oyumuz yok” dediler. Razgrad ve Tırgovişte aynı tepkiyi verdi. Türk kent ve köylerinde üç kişiden biri sandığa gitmedi. Teklif edilen paraları almadılar. Her yerde “boş vaatlere doyduk” sözleri işitildi. Son seçime kıyasla Silistre’de oylar % 10 azaldı. Smolyan (Paşmaklı), Pazarcık (Tatar Pazarcık) ve Blogoevgrad (Yukarı Cuma) yüz çevirdi. Türklerin DPS partisine güveni ve itimadı kalmadı. “Bir yalan 30 yıl uzar mı?” sorusu dolandı durdu. “Siz şerefimizle oyun oynadınız!” diyenlerin sesi sertti. Halkımız gerçekleri bilmezmiş gibi yapsa da, “sözlerin, vaatlerin boş olduğunu, aldatıldığını, onurunun satıldığını” kesin anladı ve kendi sezgilerine inandı. Bu bilinçlenme yolunda atılan yeni ve büyük bir adımdır. Hepimizi kutlarım. Ahmet Doğan “aç sülük sürüsünün” kardeşlerimize karşı izlediği siyasi çizgi mutlaka yargılanmalıdır. 10 binden fazla Bulgaristan Türk aydınlarını ezerek yok etmiş, vatanımızdan kovmuş, zulüm uygulanmış, kabalığı sınır tanımamıştır. 8. Kongrede Doğan’ın kürsüden atılması, genç mühendis Oktay Yeni Mehmedov’un tepkisi, halkımızın tepkisiydi, susal ve dayanan kitle tarafından yüzde yüz desteklendi ve özendirildi. Doğan’ın ensesine yapışan Osmanlı Tokatı halkımızın bilinçlenme kapısını açtı, uyuyanlar uyandı ve değişim bilinci egemen olmaya başladı. Susan kitlemiz, Ahmet Doğan’ı parti ve siyaset sahnesinden indirdi, saray dedikleri kiralık “altın kafeslere” kapadı, nefes almasının 20 korumadan izin almaya bağladı. Fakat o kötülüklerine devam etti, külüstür “saraylarda” Ahmet Emin’in kurşunlanması, çocuklarının başka Türk aydının manen yara alması, partiden atılması, tartaklanması, cezalandırılması vs. keyfi hareketlerdir, adli suçtur, insanlar ve yakınları tehdit edildikleri için yardım aramamışlar, sorguya çekilmemişler, dava açılmamıştır. Zaman gelecek bir yandan “koltuk değneği” siyaseti, Bulgaristan Trükleri’nin hak ve özgürlük davasına ihaneti ve DPS yönetiminin tüm hareketleri mahkemelerin duruşma odalarında çok ciddi yargıçlar ve savcılar tarafından görüşülecektir. Suçlular hak ettikleri cezayı bulacaktır. İzninizle bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum. DPS her adımında, kör cahil, bilgisiz, siyasette gön surat gibi hareket ediyor. Halkımızın adalet davasıyla, dürüstlüğüyle alay etti ediyor. Soruyorum. 26 Mayıs AP milletvekili seçimlerinde sahnelenen bu trajik-komik oyun neydi? Mustafa Karadayı (ona da bundan sonra DPS Başkanı demeyeceğim, çünkü bu görevi hak etmediği gibi, kötüye kullanıyor, onurumuzu mafyaya pazarlıyor, bizimle alay ediyor, palyaçoluk yapıyor. Bulgar Merkez Seçim Komisyonu 30 Mayıs günü M. Karadayı’nın Avrupa Parlamentosu milletvekili seçildiğini açıkladı. O da, hemen ardından “gitmeyeceğim” dedi. Herkes bu işin içinde ve ardında bir şeyler olduğundan haklı olarak kuşkulandı. Bu şahısın köyünde ve başka yerlerde 10 yıldan beri soygun, vurgun, rüşvet işleri bataklığında ördek gibi çırpındığı ortaya çıktı. Sosyal basın sülalesinin, uzak ve yakın akrabalarının şirketler ağı kurduğunu ve 10 milyon Avro’dan fazla dolandırıcılık ve kendilerinin olmayan paralara el atma gibi işler yaptığını resmi mali evraklar ve fotoğraflarla kanıtladı.
Türk Dünyası’nda Soykırım Konferansı BULTÜRK’de 1946 yılında Bulgaristan’da oylama ile krallık kaldırılmasından ve cumhuriyet ilan edilmesinden sonra, 27 Ekim 1946’da yapılan seçimleri Komünist Parti kazandı. Ardından 4 Aralık 1947’de komünizm esaslarına dayalı yeni anayasa kabul edildi. Bu Bulgaristan için bir dönemin başlangıcı oldu.“Yeniden Canlanma”nın ilk aşaması Ocak 1985’e kadar sürdü. Bu noktada güneydoğu Rodop Bölgesinde yasayan bütün Türklerin ve Pomakların isimleri zorla Bulgar ismi ile değiştirildi. 1984-85 yıllarında resmi rakamlarda toplam 2.800.000 pa-
Murat MURAT Ramazan Bayramımız Mübarek Olsun
dar gerçekleşen en büyük göçtür. Bizler Ana-Vatana müteşekkiriz. Bizler göçmen değiliz, bizler öz ve öz Anadolu Türküyüz Anadolu Türkmenlerindeniz.
saport değişimi yapılmıştır. Burada Bulgarların da değiştirildiğini düşünelim 150.000 civarında kaldı 2.650.000 kişi. Burada Pomak Kardeşlerimizin isimleri 1972 yılında değişti ve Roman (Çingene) kardeşlerimizin de 1970 yılında değişmişti yani bunlar hesapta yoklar. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük kitlesel göç olayı olan 1989 Bulgaristan’dan Zorunlu Göç’ün 30.yıl dönümü sebebiyle bu gün “Türk Dünyasında soykırımlar” adında bu konferansımıza katılımınız için teşekkür ediyorum hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Ardından Protokol konuşmaları başladı. Rafet ULUTÜRK’ün Açılış konuşmasından sonra kürsüye CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Yüksel ÖZKAN’ı davet etti.Y. ÖZKAN;
Anadolu’nun her köşesinden Osmanlının iskan politikaları çerçevesinde bizler oralara gidenlerdeniz.” Dedi. Ardından MHP İstanbul Küçükçekmece Başkan Yrd. Ercan TAŞ sözü aldı. konuşmasında: “Biz Türklerin tarih boyunca göçlerle ilgili yaşanmış büyük acıları vardır. Balkanlardan yaşanan göçler yakın tarihimizin en fazla kan ve gözyaşının döküldüğü, en büyük acıların yaşandığı göçlerdir. dedi. CHP İstanbul İl Meclis Üyesi ve Bulgaristan Türkleri Evladı Fatihan Platformu Genel Başkanı Sn. Orhan ÇAKIR Bulgaristan’da yaşanan bu utanç verici asimilasyon çalışmalarını haklı gösterme çabasında olan bazı girişim, söz ve eylemleri tasnif etmek mümkün değildir. Zorunlu Göç ile ilgili bilgilerin
“Ben öncelikle beni davet eden Rafet kardeşime teşekkür ediyorum. Hangi sivil toplum örgütü olursa olsun ülke yararına katkı koyan temsil ettikleri kitle yararına katkı koyan herkesi saygıyla selamlıyorum. Bu STK’larda çalışanlar büyük bir öz veride bulunduklarını da çok iyi biliyorum. Konferansınızın konusu 89 göçünün 30.yılı Aslında bu bir kutlama değil bu acı gününü anmadır. Unutulmamalıdır ki davaları uğruna kimliklerini koruma uğruna Türk ve Müslüman oldukları için gerçekten acımasız bir asimilasyon politikalarına tabi tutan Bulgaristan Türklerinin 89 yılında Anavatan kapılarını sonuna kadar açmıştır. O dönem 70 günde 370.000 kişi yani 2.Dünya savaşından sonra o tarihe ka-
tarih kitaplarında yer almadığını belirtti, tarihte yer almamız için herkesi göç anılarını yazmaya davet etti.Dünyada tarih bilimiyle uğraşan bütün bilim adamları, hem fikirlerdir ki Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığın mensupları Osmanlılar döneminde balkanlara yerleştirilen Türklerdir, Tarihimizin kayıt altına alınması sizlerin bu değerli bilgileri aktarmasına bağlı. Göç öncesi, göç sırasında ve göç sonrası yaşananlar aklımızdan silinmeyecek, bunları genç kuşaklara aktarmamız gerekecek. Göçler bir daha yaşanmasın, toplumlar barış içinde yaşasınlar” dedi. ÇAKIR’ın konuşmasından sonra iftara geçildi. İftardan sonra Konferans’a devam edildi;
Soydaşlarım, Ülküdaşlarım, Yoldaşlarım, Bir dağ var! Bulgaristan’ı ikiye bölen Adı Koca Balkan. Koca Balkan’ın şanlı tepesi ŞİPKA’dan sert rüzgâr eser, alır götürür TÜRKÜN SESİNİ, taa Rodop dağına ulaştırır. Bir derya var! Adı TUNA, Hatırlatır cihana Türk’ü. Üç de nehir akar hep birlikte anavatana, Tunca, Meriç ve Arda Kıvrım, kıvrım akarak Ana-Vatana doğru hızla ilerler Selam getirir Akıncılar yurdu, Evlad-ı Fatihandan. Tuna Karadeniz’e akarak İstanbul’da BULTÜRK’e ulaşır. NEDEN BULTÜRK; Başarıya giden yolu gösterdiği için, Gelecekte huzura mutluluğakoştuğu için, Doğruyu eğriyi anlamamızı sağladığı için, Değerlendirme olanağını doğru verdiği için, Yaşanılan tüm olayları önceden görmemi sağladığı için, Savaşmaktan ve doğruları söylemekten çekinmediği için, Yaşanılan tüm duyguları önceden tablolara döktüğü için, Yaşamın her döneminde, savaşmam gerektiğini öğrettiği için, Her dönemde bizlere gençlere UMUT IŞIĞI’nı gösterebildiği için, AHLAKTAN, ADALETTEN, HAK ve HUKUKTAN Ayrılmadığı için, Hayatımızın gayesi her şey BÜYÜK TÜRKİYE HAYALİ OLDUĞU İÇİN, Bulgaristan, Bir gülü var! KAZANLIK diyarında, Dünyada benzeri bulunmaz. Bir de SİZ GÜZEL DOSTLARIM ve SEVDİKLERİM var, BULTÜRK Leventleri Böyle güzel bir günde nasıl unutulur ki? Tüm okuyucularımıza, *HEPİNİZE TÜM DOSTLARIMIZA* *HAYIRLI MUTLU VE HUZURLU BAYRAMLAR DİLERİZ*
BULTÜRK’te Bir Konferans Sonrası
14 Sayı 144 - Mayıs 2019 14
Bulgaristan Türklerinin Sesi
BULGARİSTAN’DAN HABERLER
Şakri ARSL ANTAŞ
Bulgaristan’da ağaçlandırma alanları % 15 oranında artış
Oyuna Bak, Oyuna! Konu: Bu seçimde de hakkı yenen, aldatılan, oyuna getirilen ve hiçe sayılan biz olduk. Bizim hangi işimiz doğru da, bu işimiz dürüst olsun. Seçimler bir hafta önceydi. 318 adaydan 17’sini seçtik ve Avrupa Parlamentosuna (AP) gönderiyoruz. Listeye bakalım: Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşları – GERB– 6 Bulgaristan Sosyalist Partisi – BSP – 5 Hak ve Özgürlükler Hareketi – DPS – 3 İç Makedon D.Hareketi – VMRO – 2 Demokratik Bulgaristan – DB – 1 TOPLAM – 17
Alınan oylar: GERB % 31, 07; BSP % 24,26; DPS 16,55; VMRO % 7,36 ve DB % 6,06.
Oy kullananlar % 33,28. (Kaynak: BG. Merkez Seçim Komisyonu) Seçilenlerin toplu fotoğrafı yayınlandı. Farklı yönlere bakan, ne için seçildiklerini bilmeyen gençler.(Kaynak – BG. sosyal medya), En fazla oy alan GERB dendi de inanmıyorum, çünkü Demokratik Güçler Birliği (SDS) adayı Aleksandır Yordanov, GERB listesinde olmayaydı, BSP birinci parti olacaktı. Alç Yordanov neredse 2 kişilik oy toplamış. Onu izleyen de Türk aday, öğretmen, halk aydını Adem Ahmedov. O da yaklaşık 2 kişilik oy almış. Bu durumda GERB gitti, çöktü deyenler aslında haklıymışlar. Ama artık bu konu açılmıyor. Kayan kelleler var. Bulgaristan’da seçilen AP milletvekillerini Avrupa şampiyonluğuna katılacak bir Bulgar milli futbol takımı olarak görürsek, yorumcular şu yorumu yapmaz mıydı? “Birbirini tanımayan, hünersiz ve hangi çıtaya göre hazırlandıkları bilinmeyen, taraftar ve toplum eleştirisi, yuhalanma nedir bilmeyen, rastlantı seçilmiş, derme çatma bir takım.” Bu sözler benim değil. Evropa TV sunucusu G. Kuritarov böyle bir mukayese yaptı. Biz de katılıyoruz. Ben 8-10 gün önce memlekete idim, Varna’da, Suvurovo (Kozluca) ve Drındar (Halaçlı) köyündeki görüşmelerimde , “bu adaylar halkı ve Bulgaristan’ı Avrupa Birliği katlarında temsil edebilecek hazırlıkta kişiler değil, bizden istenen tanımadığımız kişileri kendimize ve vatanımıza temsilci olarak seçmek.” Dediler ve seçmen bu nedenle de sandığa soğuk baktı ve gitmedi. Todor Jivkov vaktinde de bazı kişiler fabrikadan, tarladan, inek çiftliğinden alınır, işçi sınıfı ve köylülük temsilcisi olarak Sofya Halk Meclisine gönderilirdi. Okuma yazması eksik bu insanlar, Bulgarca derdi de bir başka, iyice zahmet çekiyor, sıkıntı yaşıyorlardı. İyiyi de kötüyü de yaratan insan kuramınca, ben seçilenlerimizi halkımızın kamburu olarak görmek istiyorum ama bu benim acizane hayalim. Hiçbir kimseyi kötülemek istemem çünkü insanoğlu düş gördükçe insandır. Seçilenler için Brüksel bir düştür. Uçabilenler Batıya uçakken biz neden uçmayalım? Can çekişen Bulgaristan’dan neden kaçmayalım? Fırsat fırsattır, fırsatı değerlendirmek, bilinçli yurtseverin öz ödevidir. Kuşkusuz olanlara böyle de bakılabilir. Anlaşılan seçilenlerin hepsi sıkışmış, Bulgar savcılığı her birine dosya açmış, insan sıkışınca bir düş dünyası, bir mit yaratır, 5 bin Avro maaşlı, ekmek elden su gölden, uçak biletleri devletten cennet kapısı açılırken, yaşanan gerçeklik ve mit dünyası kesişmediğine göre, her kişi istediği kadar hayal edebilir. Belki de, “gerçek” özgürlük budur. Toto-loto, şans oyunlarına katılırken de hayal etmiyor muyuz? Hayal etmenin cezası yok. Hayal edenden iş isteyen de yok. 2007’den beri Avrupa Parlamentosuna milletvekili gönderiyoruz. 12 senedir oynana bir Avrupa Birliği – Bulgaristan oyunu var. Gönderdiğimiz milletvekillerinin oradaki işi “baraj kapakları bekçiliği” gibi bir şey… Kapaklar açılırken, Sofya’ya telefon açıp “su salınacak, hayvanları, balıkçı çocukları, kum, kaya yükleyen vinç ve kamyonları dere boyundan çekin” uyarı haberini iletiyorlar ve sonunda “şu an dereye inin ve balıkları toplayın” haberini veriyor. Benim köydeşim Ahmet Doğan’ın işi de susuz derede çırpınan balıkları toplamak, irilerini kodamanlara, orta boyları kendi adamlarına, minikleri de Pomak ve Romen köylerine “gelecek defa daha büyükçe olacak” haberiyle birlikte göndermekti.
Orman İcra Ajansı (OİA) yönetiminin, OİA, bölge orman müdürlükleri, Sofya ve Filibe kentlerindeki orman ağacı tohumu kontrol istasyonlarında görevli ağaçlandırma alanında önde gelen uzmanlarla gerçekleştirdiği çalışma toplantısında devlet ormanlarında ağaçlandırma alanlarının arttırılacağı ve % 10-15’inin bal veren ağaç türleriyle ağaçlandırma yoluyla ağaç türlerinin çeşitlendirileceği açıklandı. Devlet ormanlarında bal ve-
ren ağaç türlerinin artırılması imkanları ele alındı. OİA İcra Müdürü Miroslav Marinov’un ifadesine göre, faaliyetin uygulanmasının önündeki idari engellerin önüne geçmek için yasal çerçevede gerekli değişiklikler yapılacaktır. Uzmanlar, ağaçlandırma alanlarını artırmaya ve mevcut olanların yetersiz olduğu durumlarda tohumluk üretimi ve bal veren ağaç türlerinde fidan yetiştirmeye hazır olduklarını ifade ettiler. Mevcut akasyaların ve diğer yoğun olarak bal veren ağaç türlerinin yeniden canlandırılması için programlar da geliştirilecektir. Toplantıda bal üreticileri derneklerine ve diğer ilgili örgütlere ücretsiz olarak bal veren ağaç türlerinde fidan sağlama imkanı da ele alındı.
Mestanlılı, Snejanka ve Persenk tepelerine
Momçilgrad (Mestanlı) Belediyesi tarafından düzenlenen geleneksel doğa yürüyüşüne 51 Momçilgradlı katıldı. Bu yılki rota Rodop Dağları’ndan manzaralar içeriyordu. İlk olarak Smolyan (Paşmaklı) yakınlarındaki şelalelere uzanan parkurda yürüyüş yaptılar. Daha sonra grup Smolyan Göllerini ziyaret etti ve yüksekliği 1926 metre olan Snejanka (Karkızı) Tepesi’ne tırmandı. Grubun son durağı Smolyan’ın Zabırdo köyü ya-
kınlarında bulunan Harika Köprüleri oldu. Turist grubu ertesi gün Persenk Zirvesi’ne çıktı ve daha sonra Rodop Dağları’nın en yüksek şelalesi olan Slivodolsko Padalo’yu ziyaret etti. Grup, Momçilgrad kasabasına dönüşte Baçkovo Manastırı’nı gezdi. Doğa yürüyüşü, geleneksel olarak her yıl düzenleniyor. Doğa yürüyüşü, Momçilgrad Belediyesi’nin spor etkinlik takviminde yer alıyor.
Bulgaristan Türklerinin Ana-vatan’a göçünün 30.yıl
Sadabad Site Yönetimi ve Rumeli Balkan Trakya Platformu birlikteliğinde düzenlediğimiz Bulgaristan Türklerinin Anavatan”a göçünün ” ANAVATAN’DA 30.YIL ” Moderatör’lüğünü yaptığım 30.yıl etkinliğimizi değerli sunumları ile anlamlandıran birbirinden kıymetli Araştırmacı Yazarlar Erkan Trükten ve Hüsnü Yöneten’e teşekkürlerimizi sunarız.
Bizlere vermiş öldüğü değerin bir göstergesi olarak bürokratik olarak en üst düzeyde katılımı sağlayan Tarım ve Orman Bakanı Hemşerimiz Sayın Dr. Bekir Pakdemirli’ye , Temsilen katılan Bakan Yardımcımız Akif Özkaldı’ya ve çok güzide üst düzey bürokratlarına , Kâğıthane Balediye Başkanımız Sayın Mevlüt Öztekin’e,Ak Parti Skm Başkan Yrd Fazlı Kılıç’a,Ak Parti İlçe Başkanı Serkan Cantürk’e,MHP İlçe Başkanı Barış Çatalbaş’a Belediye Başkan Yardımcılarımıza,,Belediye Meclis üyelerine katılımlarından ötürü teşekkürlerimizi arz ederiz. Özellikle etkinliğimize katkı ve desteklerini esirgemeyen Kâğıthane Balediye Başkanımız Sayın Mevlüt Öztekin ve değerli ekibine hassaten teşekkürlerimizi arz ederiz. Rumeli Balkan Trakya Platformu Genel Başkanı
Plastik atıksız Karadeniz adaları!
Sveti Anastasiya Adası’nda büyük çevre kampamyası başlıyor. Aslında Bulgaristan Karadeniz sularında ada sayısı hem çok az, hem de mevcut olanlar küçük. Belki de bundan dolayı bu adalar, turistler, çevreciler, sporcular ve sanat adamların uğrak yeri. Bulgar sinema filmlerinde Karadeniz adaları, kahraman korsanların, özgürlük savaşçıların veya maceraperestlerin baş kahramanı oldukları romantik filmlere sahne olmuştur. Sveti Anastasiya Adası geçmişte fırtınalı tarihe sahip olurken bugün Burgas limanının en roman-
tik yerlerden biridir ve burada ayakta kalmayı başarmış Bulgaristan’ın tek ada manastırı bulunuyor. Yaz sezonunun arifesinde çevreyi koruma konusu gündeme geldi. 1 Haziran’dan itibaren Burgas Belediyesi, adada tek kullanımlık plastik ürünlerin kullanımını kısıtlama kampanyası başlattı.Tüketime evet, ancak sadece cam, metal ve kağıt ürünler kullanılacak. Kampanyanın başlangıcı 1 Haziran Çocuk Bayramına denk geldiği için Sveti Anastasiya Adası’nda gün boyu eğlence var. Burgas “Deniz dostları” Dalgıç Külübü üyeleri adanın çevresindeki denizin dibini temizleyecek. Herkes hep birlikte konserlerle, show programlarla ve yemek sergileriyle eğlenecek. Özel çocuklar için “Çilgın laboratuvar” show-programı, midye üzerine resim yapma çocuk atölyesi, “Ada ve temiz deniz” konulu resim yarışması vs sürprizler olacak.
Nedim BİRİNCİ
Bizden Özür Dileyemezsin Konu: “Ben hayatınızı garanti ediyorum ama aç yaşayacaksınız.” Hain Doğan Daha ilk görüşte (05 Ocak 1990) Ahmet Doğan’ı Bulgaristan Türklerinden biri olarak kabul etmedik. Kırca Ali meydanında Türklerle Bulgar milliyetçileri yüz yüze gelmiştik. Onlar isimlerimizi, kimliğimizi, din hak ve özgürlüklerimizin iade edilmesini kabul etmiyorlardı ve ayaklanmışlardı. Daha doğrusu hepsi birden kudur-muşlardı. Onların isyanı bir yandan “hadi siz de gidin de kurtulalım ve taşınmazlarınızın üzerine oturalım” işareti iken, aynı zamanda o ayların salanan yönetimine de “Müslüman Türklere teslim oldunuz, gerelediniz, alacağınız olsun”, yeminiydi. 1990’ın ilk günlerinde Sofya hükümeti Bulgaristan Müslümanları karşısında 3. defa geriliyordu. Birinci defa: 1913 yalında Pomakların isim ve dinleri değiştirilmişti. Vasi Radoslavov hükumeti (1913-1918) Pomakların haklarını ve kimliğini iade etmek zorunda kaldı. İkinci defa: 1934-1944 yılları arasında isimleri ve dinleri değiştirilen Pomakların hakları da 1945’te geri verildi. Üçüncü defa: 1972-1973 yıllarında Pomakların ve 1984-1989 arasında Türklerin değiştirilen isimleri ve din hakları da 1989 Aralığının sonunda geri verildi. Bu bakıma ayaklanan katiller öç alınır diye korkuyor ve hükumete de “bizden hesap sorulursa” ne olacak diyorlardı. Gözleri kızaranlar hükumet kararının uygulanmasını engellemek istiyorlardı. Kimsenin beklemediği bir anda Türk kitlenin karşısında, kimsenin tanımadığı, direnişimizi kırmak için gizli özel eğitilmiş bir kişi belirdi. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) maskesi bürünmüştü. Türklere propaganda yaparak haklı mücadelemizin yolunu kesmek için gönderilmişti. Birinci cümlesi, “Ben Ahmet Doğan, 04 Ocak 1990’da bir parti kurdum, adı Hak ve Özgürlük Hareketi, Başkanıyım” dedi ve oldu. Bu, birinci yalandı. Yapmaya çalıştığı propagandasında “isim ve din haklarımızın geri verilmesine” değinmeden, “haklarınızı garanti ediyorum” dedi. Fakat bunu neye karşı yaptığını söylemedi. Bizden istediklerini öğrenemedik. Yani “aç yaşayacaksınız”, “bulgar devletinden öteki haklarınızı istemeyeceksiniz”, ben “Bulgar iktidarına aç, haksız ve özgürlüksüz yaşayacağınıza” dair söz verdim, yemin ettim, demeden, bizi yalandırmış kandırmıştı. Bu ilk görüşmemizin üzerinden neredeyse 30 yıl geçti. İlk karşılaşmamızda, o bizi yalandırmıştı da bizim bu bilince varmamız yıllar aldı. Uzun zulüm, ayaklanma ve derin acılar bırakan büyük göçten, diktatör T. Jivkov’un devrilmesinden sonra Kırca Ali meydanındaki olay, Bulgar milliyetçilerinin ilk hortlamasıydı. Bu ilk yüzleşmede, hain A. Doğan’ın düşman ininden yeni çıkmış bir it olduğunu görememiştik. Aslında o, Kırca Ali’de bizi dağıtıp köylerimize yollamak için gönderildiği gece Bulgar milliyetçilere misafir olmuştu. Bizim Direniş ruhumuzu kırma hazırlıklarını birlikte yapmışlardı. Aslında o bir “aracı, aldatıcı, olta çengelinde yem” olduğunu gizlerken, kendini “iş bitirecek kişi” şeklinde tanıtmıştı. Bulgar medyası fırsatı kaptı ve bir zavallıdan “lider” yaratmak için kolları sıvadı. Medya, onun “hain” kılığını gizlemek için çok çalıştı. Hayatta hiçbir şey gizli kalmadığı gibi, Doğan gerçek yüzü de git gide gün ışığına çıktı. Maske indiğinde halk karşısında kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırmış bir “it” olduğunu görebildi. 30 yıl önce, biz, Bulgaristan Türkleri, çok bitkindik, çok ezgindik, kan dökmüş ve davamız yarım kaldığından ve müttefik de bulamadığımızdan dolayı olacak, Doğan’ın “değersiz ve terbiyesiz bir kimse” olduğunu, daha kesin bir ifadeyle “bizden biri olmadığını” hemen göremedik. Oysa itlerle ilgi bizim çok anlamlı atasözlerimiz var. Onlardan birinde “it kimin çanağını yalarsa, onun borusunu öttürür.” İt, bir kurt değildir. Kurt aç kalır ama köpekleşmez. Bu adam doğuştan it olup, daha 1990’da köpekleşmişti. Burada hapiste beraberdik diyenlere de sormak gerekir onlar da bu oyunun bir parçası mıydılar… Yani belirsizlikler çoooookkk…. Son 30 yılı özetlersek, Doğan Bulgaristan Türk mahalesine bekçi it olarak düşünülmüştü. Ne ki, o arsızlık etti ve bütün köyün köpeği olmayı üslendi. Ne ki bu toprakları besmele çekerek alan ve yerleşen ve islah edenlerin soyundan biri değildi.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 15 Sayı 144 - Mayıs 2019
Raziye ÇAKIR Biz yasaklı bayramların çocuklarıyız Biz yasaklı bayramların çocuklarıyız. Bayram şiirleri seçerken zorlandım bu defa. Siz yaşlılara, ana babalara seçerken hep çocukları düşündüm. Bayram şekeri verirken şiirler dinlesek onlardan veya biz onlara okusak. Bir iki dörtlük olabilir… Şiiri dinleyen annemin güzelliği gözümde… Onlar gittiler, bayramlar kaldı. Bayramlarımız, ilk ve son gün arasında ebedi. Kokusu değişiyor biraz. Güllerin bahardan bahara azdan az fark attığı misali… Gül kokusunun çiğ yememiş halini severim…
Elimdeki, şairlerimizden 1 000 (bin) sayfa şiir. 200 ozan yazmış. Gönlü şarkı söylemeyen şiir yazamaz diyenler haklı. Hepsinde melodi var. Kimisi beklerken, kimiz uğurlarken, kalem elde Bayram anlatmış. Şair Haşim Akifov İbrahimov BAYRAMLAR demiş: BAYRAMLAR Uzanarak umutlarla beklerken sabahları En mübarek duyularla gönülleri okşamak Yüzlerdeki o tatlılık süslerken insanları Sevilerle mutlu olur umut dolu yaşamak. Coşarak bir kuş gibi göğe yükselmek dolaşmak
Ovalardan bulutlara imgelerle ulaşmak Küçüklere sevgi, büyüklere saygı sunarken Sevilerle mutlu olur umut dolu yaşamak. Bir bereket yağmurudur, işte böyle cömert Hak Bayramlarda mutluluğu aramızda paylaşsak Kötülükten kıskançlıktan hırçınlıktan çok uzak
Sevilerle mutlu olur umut dolu yaşamak. *** 200 şair birer kibrit çaksa aydan görünür. BAYRAM SOFRASI kursa asır boyu konuşulur. Kardeşlik sofraları gibi… Şiirimizde değişen bir hava var. Bayramlarda olduğu gibi… Eskimeyen ve solmayan bir yüzyıl saklı özlerinde! Türklük kokusu. Vatan sevgisi. Sevda rengi, yaprak yaprak güzellik dallarında… Halkımız Türklüğü tanımazken, onlar Türk Türklüğünün ne olduğunu taşıdılar kentlerimize, köylerimize, gönlümüze… Onların şiirleriyle besledik ruhumuzu. Yüreklerimiz aynı hisle çarptı Bayramlarda. Kendi şiirimizi okudum, kendi ozanlarımızı dinledik, kendi şarkımızı söyledik. Türk kokusu değişir mi? Birleşince yeni bir niteliğe sıçrama gücü gizli kokularda! Onlardaki, neden yok şairlerde? Şair kongrelerinden neden yeni bir atılım çıkmıyor? Bugün de Tuna gibi akıyor şiirimiz. Kıyısını yıkmak istemiyor. Her satırında Vatanımıza, Kimliğimize, Bayramlarımıza, geleneklerimize sahip çıkıyor. Şairimiz Derhan Mahmu Ali 1993’te şöyle dedi: BİZİM DORUKLAR Evreni cennet köşesi Özlemler memleketine götüren tüm yollar. Kenetlense de volkanlar ruhunda Bir anlık ömrün Kapanmaya hazır ümit kapısından… Son adımla bile hücum edilmesi Hedef tutulan Uzak doruklar Bizim doruklar. Yenileye-bilseydik doruklarımızı ve hedeflerimizi, bayramlarımız da bir başka olurdu. Kara kayada çiçek bitmez. Bulgaristan’da HÖH de kara kaya çıktı: Düşünüyorum: Bayramsızlıkların mutluluğu, ya da çilelerimizin hakkı helal olur mu hainlere? Bayramdır. Güzel yüzlü bir halkımız var. Konuşmak ve susmak hakkımızdır. Bayramlar küsleri unutmak içindir. İhanet edenlerin ders alması için vardır. Hain günahları af edilir mi bilinmez…
Milli Savunma Üniversitesi öğrencileri, Varna’da MİLLİ Savunma Üniversitesi öğrencileri, ‘Açık Deniz Eğitimleri’ kapsamında Bulgaristan’ın Varna limanına geldi. Milli Savunma Üniversitesi’nin Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu Komutanlığı’ndan 506 birinci sınıf öğrencisi, ‘Açık Deniz Eğitimleri’ programı kapsamında Eğitim Filotillası Komodoru Deniz Albay Erol Küçük komutasındaki TCG Osmangazi ve TCG Cezayirli Gazi Hasanpaşa gemileriyle Varna limanına geldi. Eğitim gezisinde öğrencilerin, gemi ve deniz şartlarına alışkanlık kazanmalarını sağlamak, mesleki bilgilerini sahada pekiştirmeleri, yurtiçi ve yurt dışı liman ziyaretleri ile görgülerini
Edinimlerimiz-den
Asla Vazgeçemeyiz
arttırmaları ve temsil yeteneklerini geliştirmeleri amaçlanıyor. Öğrenciler 10 Mayıs’a kadar Varna’da kalacak. Öğrenciler, 25 Mayıs’a kadar da Romanya’nın Köstence, Samsun ve Çanakkale limanlarını da ziyaret edecek. Sevda Dükkancı, DHA
Kubrat okullarından öğrencilere “Örnek öğrenci” ödülü Çocuklarda ve Gençlerde Antisosyal Davranışlarla Mücadele Yerel Komisyonu’nun düzenlediği yarışmada Kubrat’ta altı belediye okulundan toplam 38 öğrenci ödül kazandı. Komisyon sekreteri Dr. Nadi Karagözova ödüle layık görülecek öğrenci teklif eden okulların Kubrat’taki “Hristo Botev” lisesi, “Hristo Smirnenski” Ortaokulu, Kubrat Meslek Lisesi ve Yuper, Bisertsi ve Belovets köyleri okulları olduğunu bildirdi. Yarışma “Mutluluk saati” eğitici ve önleyici programı kapsamında gerçekleştiriliyor. Karagözova, konunun en iyi eğitim araçlarından birinin yaşıtları ve sosyalleşme olduğunu
açıkladı. Sözlerine göre yarışma öğrenciyi aktif pozisyona getirmeyi ve açık tartışmada çocukların örnek çocuk, kendilerine göre eğitim yılı boyunca iyi davranış sergileyen, eğitim sürecine ve okul hayatının tüm alanlarında çaba gösteren öğrencileri seçmelerini sağlamaktır. Yaşlılara ve yaşıtlarına karşı iyi davranan, şiddetten uzak duran, yardımsever projeler veya fikirler organize eden, kendisine uymak istediğimiz, onunla arkadaşlık kurmak istediğimiz, ondan öğrenmek istediğimiz ve tam da böyle, erdem ve olumlu yönler taşıyan bir öğrencinin arkadaşımız olmasını istediğimiz biri.
Mestanlı’da dünya halter şampiyo Naim Süleymanoğlu’nun anıtı dikilecek Momchilgrad’ın (Mestanlı) Fahri Vatandaşı aynı zamanda Dünya ve Olimpiyat şampiyonu eski milli halterci Naim Süleymanoğlu’un anıtı Temmuz ayı sonunda açılacak. Açılış töreni “Mestanlı Daima Kalbimde” başlığı altında düzenlenen bir haftalık 10. Dünya Mestanlılar Buluşması programı kapsamında yapılacak. Anıt, Naim Süleymanoğlu adındaki spor kompleksinin önüne yerleştirilecek. Çelik beton levhası şimdiden hazır bulunmaktadır. Halterin figürü 2.20 metre yüksekliğinde olacaktır. Anıtın kaideyle birlikte yüksekliği yaklaşık 3 metre olacaktır. Oturma yeri gri taşlanmış mermer ile kaplanacaktır. İş insanı Sebahatin Vattanser, Momçilgrad Belediye Başkanı Sunay Hasan ve anıt projesini tanıtan Belediye Meclisi Başkanı
Ömer Üsein ile görüştükten sonra mermer bağışında bulundu. Momçilgrad Belediye Başkanı Sunay Hasan, “Naim Süleymanoğlu, Bulgaristan, Türkiye ve de tüm dünyada başarılarıyla ünlü, ün kazanmış Momçilgrad vatandaşıdır. Momçilgrad halkı için yapabileceğimiz en az şey Momçilgrad’a bir anıt yetiştirmektir. Anıt montaj girişimine katılan herkese son derece minnettarım. Bir kez
Naim Süleymanoğlu Halter Spor Kulübü, ilk madalyalarını kazandı Bir grup vatandaş, uzun yıllardan beri süregelen geleneği devam ettirmek için Momçilgrad’ta (Mestanlı) halter sporunu yeniden canlandırıyor. Geçen yılın sonunda kurulan Naim Süleymanoğlu Halter Spor Kulübü’nün yarışmacıları artık ulusal şampiyonalarda madalya kazanmaya başladı. Kulüp, “Meatsa”, “Makaza”, “Max 2000”, “Erastroy” şirketleri, Ustra Otel Kompleksi ve Belediye Başkanı Sunay Hasan’ın şahsında Momçilgrad Belediyesi tarafından desteklenmektedir. Kulübün antrenörü, birçok Olimpiyat, dünya ve Avrupa şampiyonu yetiştiren antrenör Valentin Gemeciev’dir. Naim Süleymanoğlu Halter Spor Kulübü Başkanı Kemal Mustafa,” Ulusal şampiyonlar turnuvalarına katılım kriterlerini yerine getirmekle kalmayıp madalya sahibi de olduk” diye ifade etti. Kemço lakabıyla bilinen Kemal Mustafa, mayıs ayının sonunda Haskovo (Hasköy) şehrinde düzenlenen Bulgaristan Ferdi Halter Şampiyonası’nda ku-
Oya CANBAZOĞLU
lübün yarışmacıları Ayşe Mehmedova ve Anife Behçet’in altın ve gümüş madalya kazandıklarını belirtti. Kızların, Sliven (İslimye) şehrinde düzenlenen Bulgaristan Takım ve Ferdi Halter Şampiyonası’nda da altın ve gümüş madalya kazandığı, kulüp takımının ise nihai sıralamada altıncı olduğu anlaşıldı. Kemal Mustafa, “Takım henüz tamamlanmadı, ama iki kız şampiyon olma potansiyeline sahip” diye vurguladı. Kulüp Başkanı, Naim Süleymanoğlu’nun adı verilen spor salonunda antrenman yapma imkanı sağlanmasından dolayı teşekkür etti. Kemal Mustafa,” Sorun şu ki, spor ekipmanlarımız yok. Kadınlar için 7, erkekler için 7 ekipmana ihtiyacımız var” dedi. Şehrin ulusal turnuvalar için mükemmel bir spor salonuna ve otellere sahip olduğunu belirten kulüp Başkanı, spor salonunun donatılması için sponsor arandığını ifade etti.
Konu: Biz anadilimizi yol boyunda çalılık içinde bulmadık.İçi gizli polis dolu DPS-HÖH kamuflajı kulis dağılmalıdır. Bizden önce yazıp çizenlerden bir armağan seçtim bu defa sizlere. Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver, Ama sırrını verme. Günlerini say, servetini say, büyüklerini say Ama yerinde sayma, Ekmek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiçbir zaman boş verme, Satıcı ol, alıcı ol, bulucu ol ama bölücü olma, Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama kendini beğenme, Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama kin besleme, Davet et, hayret et, affet, tövbe et ama ihanet etme, Hedefe koç, cihada koş, yardıma koş ama ortak koşma Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama ağzını açma Okumaktan zarar gelmez, oku ama lanet okuma Rakibini geç, sınıfını geç ama gülüp geçme Ev al, araba al, abdest al ama bedua alma Zulmü devir, nefsi devir ama çam devirme Yaklaş, konuş, tanış ama uşaklaşma Doğrul, devril ama eğirimle Seslen uslan ama yaslanma İtil, atıl ama satılma… Bu sunum Türk Kimliğimizin ahlakımızın özüdür. Bu özün içi sevgi doludur. Başka dillerde hümanizm, insan sevgisi ve sevgi gibi sözlerle anlatılan bu gerçek, bizim Öz kültürümüzün özünden gelendir. Kültürümüzün kaynağı ise dinimizdir. Türklüğümüz dür. Anadilimiz, Türkçemiz olmadan, başka hiçbir dilde biz bu ahlakı ve bilgeliği yaşatamayız. Bu çok iyi biline. Fransa’da Fransızcayı koruma kanunu var. Bu kanun, “Fransız dili, Fransız kişiliğini ve ata mirasını gösteren temel edinimdir, esas unsurdur.” Eğitim, öğretim, edebiyat ve sanat için kullanılacak dildir.Fransız dili, Fransızca konuşan ülkeleri, ayrıcalıklı bir şekilde birbirine bağlar.Halkı bilgilendirme amacıyla yapılan çalışmaların Fransızca yapılması gerekir. Bulgar koşullarında hele de eğitim, öğretim, edebiyat, sanat ve kültür dallarında çöküş yaşandığı şimdiki ortamda köklerimize, dilimize, dinimize kültürümüze dönmemiz, okullarda seçmeli ders olarak sunulan anadilimiz Türkçeyi zorunlu ders olarak seçmemiz ve öğrenmemiz kaçınılmaz oldu. Bulgar devletinin, belediyelerdeki yetkililerin yumuşak yaklaşımına, Avrupa Birliğinden para geleceğine inanırsak, aldanıp, tuzağa düştüğümüz ve Türk milleti olarak öldüğümüz gündür. Ne var ki, şimdiki dönem, içine düştüğümüz tuzaktan uçup yükselme zamanıdır. 1950’li yıllarda Bulgaristan Türkleri altın çağ yaşamışlardı. 1989 Ayaklanmamızda öne sürdüğümüz temel isteklerden biri, 1950-60 yıllarındaki kültürel edinimlerimizi söküp almak, okullarımıza, sanat ocaklarımıza, tiyatrolarımıza, öz kültürümüzü kendimizin geliştirdiğimiz çağa dönmekti. Nesiller değişiyor. Yaşadığımız gerçekleri herkesin bilmesi gerek! Tarihimizi biliyor muyuz? Bu günümüzün sorusu oldu. BULTÜRK ve BGSAM ekibi olarak biz elimizden geldiğince ülkem insanını, soydaşlarımızı aydınlatmaya çalışıyoruz. Anma geceleri, konferanslar, forumlar, paneller düzenliyoruz. Bulgaristan Türklerinin Sesi gazetemizi her haneye iletmeye çalışıyoruz. 60’dan fazla kitap bastık. Tanıtma geceleri düzenliyoruz. Ancak, halen çok kişi gerçekleri görmek istemiyor. Bunu da yazılarımızın paylaşılmasından ve tıklanmasından anlıyoruz. Bizler köklerimize su salarak yeni filizlenmelerini yeşermelerini izliyoruz… Türkçeyi öğrenmek Türkün görevidir. Türkçe bayramlaştık. Çocuklarımız elimizi Türk onuruyla öptü. İftar sofralarında bazıların yalnız ağız şapırtısı Türkçeydi. Avrupa Birliği parlamentosu seçim kampanyası Ramazan ayına rastladığından dolayı görüşmelerimiz iftar sofralarında oldu. Türkün iftar sinisi-sofrası yuvarlak, sofrası herkese açık ve bereketlidir. Komünizm devrinde oruç yasaklanmış, iftar sinisi kırılmış, bayramlaşmamız da yasaklanmıştı.1990’da çok heyecanlıydık ve hayallerimize inandık ve yeniden tuzağa düştük. İktidarın Bulgaristan’da Türkçe konuşan Müslüman bırakmama planları değişmemişti. 1991 Anayasasına kolektif haklarımızı, Türk kimliğimizi işleyemedik ve saldırılar yeni biçimlerle devam etti ve hatta Türkçe konuşma kesinlikle yasaklandı. Türkçe’ye ceza kesildi 1984-1989 yılları arasında Türkçe konuşana ceza 5 leva iken, 2014’ten sonra seçim toplantılarında kesilen Türkçe cezaları 2 000 (iki bin) leva oldu. İnsan haklarımız arasında, en kutsal erdemimiz anadilimiz yasaklanırken, memleketimizde Bulgaristan’da Türkçe konuşan elit kadro oluşması önlenmeye çalışıldı, çalışılıyor. Bu saldırı uzun bir süre Hak ve Özgürlük DPS ileri gelenlerine dokunmazken, Türk azınlığın aydın tabakasını önce partiden attı, devamında ülkeden de kovdu, Türkiye’ye okumaya giden gençlerin çoğu geri dönmediler. Özünde Müslüman düşmanlığı olan gelişmeler yayıldıkça düşmanlık sevgi ve hoşgörü bohçasının ağzını sımsıkı sıktı. Ne var ki suçlu aşırı milliyetçilerden, ırkçılardan, eli sopalı top serserilerden cezalandırılan, hatta uyarılan bile olmadı. 1989’da diktatör T. Jivkov’u deviren bir güçle ortaya çıkan Türklerin 30 yıldan beri Türkçenin Bulgar okullarında zorunlu ders olması konusunda, nasıl oldu da “seçmeli derse” takılıp kaldık ve bir türlü ileri tek adım atamadık, beynimi devamlı tırmalıyor.
Siyasi ve Aktüel Gazete
Türk Dünyasında Soykırımlar Konferansımıza Gelenlere Teşekkürler
Kırcaali Arda Futbol Takımı, Birinci Lig’e Yükseldi!
Kırcaali Arda Futbol Spor Kulübü takımı, tarihinde ilk kez Bulgaristan Profesyonel Birinci Ligi’nde oynayacak. Dün akşam Filibe kentinde Lokomotiv Stadı’nda oynanan baraj maçında Stamen Belçev’in antrenörlüğünü yaptığı Arda takımı, Sofya Septemvri takımını 1-0 yenerek, Birinci Lig’e katılma hakkı kazandı. Tartışmalı anlar yaşanan karşılaşmada uzatmalara gidildi. 111.dakikada skoru belirleyen gole imza atan takımın
genç futbolcusu Ahmet Osman, maçın kahramanı oldu. Karşılaşmanın hakemi, oyunculara birçok sarı kart ve üç kırmızı kart gösterdi. Septemvri takımının oyuncuları Asen Çandırov ve Boris Galçev ve Arda takımının oyuncusu Ahmet Osman kırmızı kart cezası aldılar. Art arda 2.Lig’den Birinci Lig’e yükselme maçını kazanan Arda takımı, yeni sezonda ilk defa elit takımların yer aldığı Birinci Lig’de mücadele edecek.
Tırgovişte ve Şumen’de 146 şifalı bitki alım merkezi
Şumen Bölge Çevre Müfettiğliği’nden verilen bilgide, Şumen ve Tırgovişte illerinde 146 şifalı bitki alım merkezi ve deposunun kayıtlı olduğu açıklandı. Müfettişlik ıhlamur toplama kampanyasında kontrolleri yoğunlaştıracak, ıhlamur dalı koparanlar ve ihlamur tozu süpürenlere ceza kesilecek. Bir günde bir kişinin yarım kilogram ıhlamur çiçeği toplama hakkı olacak.
BULTÜRK Derneği olarak düzenlemiş olduğumuz “TÜRK DÜNYASINDA SOYKIRIMLAR “ konulu konferansımıza katılan ve konuşmacı olarak katılım göstermek için Türk Dünyasının geniş coğrafyasından gelerek bizleri onurlandıran, Öncelikle CHP Bursa Milletvekili Büyüğümüz Abimiz Prof. Dr. Yüksel ÖZKAN Beyefendiye, MHP İstanbul Türk Dünyasından sorumlu İl Başkan Yardımcısı Bülent Maşaoğlu’na, Sınav Dershanesi Sahibi Hasan MUTLU, MHP 3.Bölge Başkanı Sevim AVCI, BAYRAMPAŞA – Şehit Büyükelçi İsmail Erez Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Müdürü Sn. Cemalettin KOÇAK, Veysel DEMİR- Nogay Türkleri Derneği Başkanı, Yeni Çağı Gazetesi yazarı Arslan BULUT, Osmar CRYSTAL-O s m a n DUMAN, Ercan TAŞ-Egeliler Eğitim Kültür Yardımlaşma Dayanışma Derneği Başkanı, Agil Sametbeyli-Tüm Azerbaycanlılar Derneği Başkanı, Vedat MOL-Rumeli Trakya Balkan Derneği Başkanı, Necdet ERTUĞRUL – Gagauz Derneği Başkanı, Bayrampaşa Gündem gazete sahibi Mehmet CEYLAN ve Bayrampaşa Haber gazetesi sahibi Yılmaz BİRİNCİ, BGSAM Başkanı Erdal KARABAŞ, Kağıthane Temsilcimiz Nazım ÇAVUŞ, Düzce Temsilcimiz Nevzat ÖZTÜRK’e katılımlarından dolayı teşekkür ederiz.
Genel Sekreter Elif GÜNEŞ
Konuşmacılar; “Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye Göçler” konusunda – Sn. Abdullah Oğuz – Doğu Türkistan Vakfı Mütevelli heyeti, Bulgaristan’dan Moldova’ya Gagauz göçleri – Necdet ERTUĞRUL – Gagauz Derneği Başkanı, Balkanlardan Kafkaslara Nogay GöçleriVeysel DEMİR- Nogay Türkleri Derneği Başkanı, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler konusunda BULTÜRK Genel Sekreteri Elif GÜNEŞ. Toplantımıza katılım gösteren tüm dostlarımıza teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca da Osman DUMAN Abimizin Aksakalımızın kısa konuşmasından sonra Türk Dünyası Adına Başkanımıza kupa vermesi bu güzel sürprizi için kendilerine teşekkür ederiz. Sağ olun, Var olun…
Filibe–Edirne tren seferleri başladı
Bulgaristan pasaportları 10 yıl geçerli olacak
Uluslararası pasaportların geçerlilik süresinin 5 yıldan 10 yıla uzatılmasına ilişkin kanun tasarı teklifi Bulgaristan Parlamentosu’nda ilk oylamada onaylanmıştır. Önerilen kanun tasarısına göre İçişleri Bakanlığı, 10 yıl süreli pasaportların çıkarılması için gerekli tek-
nik altyapı ve şartları 1 Ocak 2021 yılından önce sağlayacaktır. Yasa tasarısında ayrıca Bulgaristan kimlik belgelerinin yenilenmesi için İçişleri Bakanlığı’nın elektronik olarak internet üzerinden yeni başvuru prosedürünün oluşturulması beklenmektedir.
TCDD Taşımacılık AŞ ile Bulgaristan Demiryolları arasında varılan mutabakat kapsamında, Bulgaristan’ın Filibe şehrinden Edirne’ye tren seferleri başladı. Filibe’den saat 08.40’ta hareket eden tren, Dimitrovgrad, Svilengrad ve Kapıkule istasyonlarından geçerek 12.20’de Edirne Garı’na ulaştı. Edirne Garı’na gelen trendeki yolcular kendilerini görüntüleyen gazetecileri vagonlarda selamladı. Edirne’den Filibe’ye dönüş için tren saat 17.00’de kalkacak. Tren, 184 kilometre katederek Filibe’ye saat 21.15’te varacak. Cumartesi ve pazar günleri düzenlenecek seferlerde ücretler kişi başı 6,86 – 10,36
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Prof.Dr. Seyit SERTÇELİK’le Birlikte
avrodan satılıyor. Filibe’den gelen Elif Radeva, gazetecilere yaptığı açıklamada, rahat bir yolculuk geçirdiklerini söyledi. Daha önce otomobille geldiğini ifade eden Radeva, “Yaz aylarında yurt dışında yaşayan Türkler sınır kapılarında yoğunluk oluşturuyor, gümrük daha sıkı. Trenle trafiğe takılmadan gelmiş olacağız, gayet güzel düşünülmüş.” dedi. Bir gazetecinin, “Trenin Edirne’ye varması ve kalkış saati arasındaki süre burada size yetecek mi?” sorusuna Radeva, “Tabi Edirne’ye ne için geldiğinize bağlı. Pazar için biraz zaman kısa ama bir kahve içmek için ya da gezmek için bu süre yeterli.” yanıtını verdi.