1913 Sofya
Yıl: 6
Sayı: 47
Mart-Nisan 2010
Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz.
Fiyatı: 1 TL
Bulgaristanlı aydınlar Boğaz’da buluştu Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, İstanbul’da bulunan Bulgaristanlı aydınları biraraya getirdi. Seyhan Özgür Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin İstanbul Üniversitesi Baltalimanı Sosyal Tesisleri’nde düzenlediği geleneksel “Dünya Kadınlar Günü ve Aydınlar Gecesi” muhteşem oldu. Kadınlar kolu Başkanı Sayın Müzeyin Çolak’ın konuşması: Kadın erdem abidesidir, asla nesne ve obje değildir. Sayın Genel Başkanım, Değerli misafirleri, Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler, Sözlerime başlarken Bulgaristan Aydınları ve 8 mart Dünya Kadınlar Günü Gecemize hoş geldiniz diyor, Tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum. DÜNYA, kadınların eli ile değişmektedir. Dünyanın en önemli gelişmelerine, özel ve anlamlı günlerine bakarsanız hepsinde kadınların verdiği mücadeleyi, çektiği acıları ve sonunda elde ettiği başarıyı görürsünüz. Özellikle, Milletimizin verdiği o büyük mücadele de; Kurtuluş Savaşımızın destanlarında da hep kadınlarımızın ön planda olduğu hepimizce bilinmektedir. Devamı s. 9’da
Bulgaristan Başbakanı Borisov Türkiye’de Hocalı katliamında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ile biraraya geldi kardeşlerimiz Londra’da anıldı ulusal marşlarının çalınmasının ardından Borissov.
Hocalı bölgesinde şehit edilen kardeşlerimiz, İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen bir etkinlikle anıldı. Ermeniaskerleri tarafından 25-26 Şubat 1992 tarihinde YukarıKarabağ’ınHocalı bölgesinde şehid edilen kardeşlerimiz, İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen bir etkinlikle anıldı. Organizasyona Azerbaycan’ın İngiltere Büyükelçisi Fahreddin Kurbanov ile Azerbaycanlı ve İngiliz toplumundan temsilciler katıldı. Avrupa Azerbaycan Derneği tarafından düzenlenen etkinlikte konuşan Azerbaycan’ın İngiltere Büyükelçisi Fahreddin Kurbanov, bugünün Azerbaycan tarihinde bir kara gün olduğunu söyledi. Yüzlerce masum insanın hunharca katledildiğini belirten Kurbanov, ülkesinin bu günü asla unutmayacağını dile getirdi. Her yıl Hocalı katliamını andıklarını söyleyen Kurbanov, bu yıl farklı bir şeklide, hayatını kaybedenleri güller ve gökyüzüne salacakları balonlarla kutlayacaklarını anlattı. Bu arada anma etkinliğinin yapıldığı vapurda açılan sergide Hocalı katliamını anlatan fotoğraflar da yer aldı.
Prof. Dr. Hayati Durmaz
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı
Bayram Mesajları Toplumların da bu türden mutluluklarını hatırlayıp kutladıkları önemli bayramlar vardır. Mart ayı içerisinde Dünya Kadınlar Günü’nü tüm kadınlarımız adına kutlar, Tıp Bayramı’nı Türk Doktorları ve tüm sağlık personeli adına tebrik eder, Çanakkale Zaferi, büyük Türk Dünyasına, Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir. Türk bağımsızlık savaşında şehit düşen tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diler, Tüm Türk Dünyası bu zaferimuzu unutmamasını temenni ederiz. Türk Dünyasının Nevruz Bayramını kutlarız.
Başbakan Erdoğan’ın resmi davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Bulgaristan Başbakanı Boyko Borissov, Ankara’daki temaslarına başladı. Başbakan Erdoğan, Borissov’u Başbakanlık Merkez Bina’ya gelişinde resmi törenle karşıladı. Törende iki ülke
Türkçe ‘Merhaba asker’ diyerek tören kıtasını selamladı. Başbakan Erdoğan, konuk başbakana tören kıtasını selamlaması sırasında sağına geçerek yardımcı oldu. Karşılama töreninde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da hazır bulundular. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ve beraberindeki heyet, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı ziyaret etti. Ankara’da bulunduğu resmi temasların ardından İstanbul’a gelen Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı ziyaret etti. Başbakan Borisov Saraçhane’deki belediye başkanlığı binasında resmi törenle karşılandı. Başkan Kadir Topbaş tarafından kapıda karşılanan konuk başbakan Borisov, daha sonra şeref defterini imzaladı. Başbakan Borisov, Topbaş’la makamında yaklaşık bir saat görüştü. Devamı s. 2de
Doğuş, Sofya’da metro inşaatının temelini attı
Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da düzenlenen törende, Doğuş İnşaat’ın ihalesini kazandığı metro genişletme projesinin temeli atıldı. Toplam 185.2 milyon Euro değerinde, kentin Nadejda semtini merkeze bağlayacak 5 yeraltı metro istasyonunu içeren projenin temel atma törenine, Sofya Belediye başkanı Boyko Borisov, Ulaştırma Bakanı Petar Mutafçiev, ve Avrupa fonlarının değerlendirmesinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Miglena Plugçieva katıldı.
Polonya’da kaza şoku
Türkiye’den Dünya’ya açılan pencere TRT Türk kanalında yapım ve yönetmenliğini Sibel Urgancıoğlu, sunuculuklarını Şeniz Özmert ve Serhat Akça’nın üstlendiği Haberdar programı tüm dünya’dan önemli gazete haberlerini seyircileriyle paylaşıyor. Bu haber programında Bulgaristan’dan haber yetersizliği sebebiyle Bultürk Gazetesi artık her ayın birinci haftasında TRT Türk kanalına tarafımızdan gönderilecektir. Ümit ederiz ki, bu programda gazetemizde gündeme alınarak siz değerli program yöneticileri vasıtasıyla seyircilerimize ulaşacaktır. Türkiye saati ile 08.0010.00 arası yayında olan “Haberdar” isimli program tüm dünyadan haber akışını mükemmel şekilde sağlamaktadır. Tüm “Haberdar” çalışanlarını tebrik eder, başarılarının devamını dileriz. Saygılarımla... Hayati Durmaz (Bultürk Derneği Genel Başkanı)
Bosna Hersek Konsolosluğu açılıyor Bulgaristan Konsolosluğu`nun ardından Bosna Hersek Konsolosluğu da Kamber Parkı`nda açılıyor. Bosna Hersek Konsolosluğu, Bosna Hersek’in Türkiye’den vize istememesi sebebiyle ticari ve kültürel boyutta hizmet verecek. Bursa’ya ikinci konsolosluk binasını kazandıracak olan Osmangazi Belediyesi, iki ülke arasındaki ilişkileri ticari ve kültürel boyutta geliştirmeyi hedefliyor. Belediye meclisi kararıyla Kamberler Parkı’ndaki binalardan birisi Bosna Hersek Konsolosluğuna tahsis edildi. Devamı s.5’te
Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski`nin uçağının Rusya`nın batısındaki Smolensk havaalanı yakınlarında düşmesi sonucu 132 kişinin öldüğü bildirildi. Feci kazadan kurtulan olmadı. Uçakta, Dışişleri Bakan Yardımcısı, Genelkurmay Başkanı ve Merkez Bankası Başkanı. Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski`nin uçağının Rusya`nın batısındaki Smolensk havaalanı yakınlarında düşmesi sonucu 132 kişinin öldüğü bildirildi.
Yılların Eskitemediği Şarkıcılar
4’te
Sarı Saltuk
6’da
Malkoçoğulları
8’de
Balkanların Tarihi Kronolojisi
10’da
Tıbbi İstihbarat
10’da
İstiklâl Marşı Hikayesi
11’de
Dünya Siyaseti Yeniden Şekilleniyor
12’de
Karşı Devrim mi?
15’de
İşbirlikçi Türkler
15’te
2
47 - Mart-Nisan Sayı 2010
Mustafa Yücefer
Devlet - Mafya Savaşı - I Geçen yüzyılda Bulgaristan pek çok savaş gördü. Bunlardan bazıları haklı ve kimileri de haksızdı. Olabilir ya geleneğin devamı ve uzantısı olarak XXI. asrın 10. yılında ülkede yeni bir savaş başladı, Devlet Mafya Savaşı ilan edildi. Bulgar halkı bu gelişmeyi haklı bir iç savaş olarak kabul ediyor ve başarıyla sonuçlanması için hükümet güçlerini arkalayıp destekliyor. Avrupa tarihinde, hatırası hala sönmemiş yakın geçmişte yürütülen iç savaşlar arasında İtalya’da devlet mafya kapışması uzun yıllar sürdü ve sonunda dünyaya “temiz eller” dersi verdi. Federal Almanya’da kimi militanları hala ceza evlerinde bulunan “Kızıl Cephe” ile devlet arasında süren gizli açık didişme pek çok kurban alarak ibret olmuştu. Şimdi kaynayan mafya kazanının kapağı Bulgaristan’da açıldı. 8 ay önce “mafyayı yok etme”, “rüşvet olaylarını tarihe katma” ve demokratik rejimin kaçınılmaz gereği olan “hukuk sistemini” ve “tarafsız yargıyı” çalıştırma vaatleriyle tek başına iktidar olan Boyko Borisov’un GERP partisi, kamayı kılıftan çıkardı ve ilk iki vuruşunu artık yaptı. Önce, aileleriyle birlikte arabalarıyla Bulgaristan güzergâhından geçen Türkleri kaçırıp para ve değerli eşyalarını soyduktan sonra kurda kuşa yem olsunlar diye dağ başlarında dere boylarında ağaç bellerine kıskıvrak bağlayıp terk eden “insan kaçırma mafyası”na darbe vuruldu. Bu olaylar genellikle Bulgar-Sırbistan sınır kapısı “Kalotino” yakınlarında ve Sofya Plovdiv oto yolunun İhtiman belediyesi kesiminde meydana geliyordu. Son 3 yılda iyice gemi aza alan bu mafyanın adı “küstahlar” (naglite) olarak açıklandı. Küstahlar yine son 3 yılda büyük sayıda Bulgar iş adamını, kimisinin eşini ya da çocuğunu da kaçırıp kurban başı 1 milyon Euro dolayında fidye istemiş ve almıştı. Fidye için kaçırılanların Sofya Pernik ve Sofya Pirdop yollarının sağ ve sol yanlarında bulunan terkedilmiş köy evlerinde eli kolu bağlı aylarca tutuldukları tespit edildi. Bu vahşi olaylarda can veren ya da hayatlarına kıyılan vatandaşların mezarları devam eden soruşturma esnasında açıklandı ve bulundu. Bulgar mafyasına B.Borisov hükümetince indirilen bu ilk darbede ortaya çıkan büyük gerçek, “küstahların” eski “baret” – özel çevik kuvvet mensubu olmaları ve kendilerine polis ve güvenlik dairesi içinden yardım eden görevlilerin de olmasıdır ki, bunlardan bazıları da tutuklandı. Halen içerde olan “küstahların” duruşması henüz başlamadı, soruşturma devam ediyor. Bulgaristan’da yol üstünde güpegündüz insan katletme, kurşunlama, öldürme olayları yıllardan beri devam ediyordu. Bu olaylar belki de “küstahlar” dışında var olan başka bir mafya grubu işiydi. Sofya’da, Varna’da, oto yollarda, evinde, lokantada, evinin önünde katledilen 90 kişiden hiç birinin katili henüz bulunamadı. Kiralık katil kurbanları arasında eski başbakan Andrey Lukanov, işadamlarından “Multigrup” şefi İliya Pavlov, banka ve sigorta şirket şefleri, Savcı Nokolay Kolev, yargıç ve avukatlar v.b. önemli isimler var. Yeri gelmişken s.o araba kazasında ölen, kaza nedeni açıklanmayan ve katili bulunamayan Hak ve Özgürlük milletvekilini ve yine s.o. intihar eden Ahmet Doğan’ın politik yardımcısı, HÖH merkezinde ölü bulunan, katili bulunamayan Ahmet Emin’in aziz hatırasını unutmuyoruz. 8 yıldan beri kaynayan ve kimi gün birkaç kurban alan bu cadı kazanı devletin, politik sistemin, demokrasi seferimizin başına bela oldu, oluyor, her şeyin son bulmasını gerçeklerin görülmesini, katillerin tutuklanmasını, yargılanmasını isterken, inanıyoruz ki bu cadı kazanının kapağı hala kaldırılamadı, kazan kaynamaya devam ediyor. Evet, B. Borisov hükümeti şubat başında “Devlet Mafya Savaşı”nın ikinci perdesini açtı. Fakat içinden çıkarılan katillerin “kiralık katiller” grubundan olmadıkları, ekonomik dolandırıcılar olduğu göründü. Bu yeni operasyona “Ahtapot” (oktopod) operasyonu adı verildi. Tüm ülkeyi sarmış olduğu açıklandı. Aleksey Petrov adında, kırk tarakta bezi olan, mafya başı olarak yine eski bir “baret”, T. Jivkov zamanında VI. Şube görevlisi, Türkleri Bulgarlaştırma işinde de parmağı olan, 1990’dan sonra çelişkili iddialara göre Ulusal Güvenlik Dairesi (NSS) gizli ajanı, Ulusal ve Dünya Ekonomisi Üniversitesi’nde (UNSS) ve İçişleri Bakanlı Yüksek Okulu’nda tayinli güvenlik dersi kıdemli hocası, bazı iddialara göre paralel İç İşleri Bakanlığı (MVR) şefi, birkaç sigorta şirketinin sahiplerinden biri, yerli basının yazdığına göre Başbakan S. Stanişev ile Ulusal Güvenlik Devlet Ajansı (DANS) eski şefi Sertov’un özal danışmanı, aynı sistemin değişik kademe ve mevkilerinde görev alan sözü geçen bir yetkili olup büyük sayıdaki sıraladığımız görevlerdeki etkinliklerini aynı zamanda ve birlikte “başarılı” yürüten ve pek çok kişinin takdirini kazanırken “pek çok kişinin de kanını emiş ve canına okumuş” standart dışı çağdaş bir Bulgar vatandaşının kimlik tablosu ortaya çıktı. Devamı var
Bulgaristan Başbakanı Borisov Türkiye’de Görüşmede Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Tsevetan Tsevetanov ve Sofya Belediye Başkanı Yordanka Fındıkova da hazır bulundu. Görüşme sonrası basın mensuplarına ziyaretle ilgili bilgi veren Başkan Topbaş, konuklarına İstanbul’la ilgili bilgiler verdiğini belirtti. Sofya’yla karşılıklı bilgi ve deneyim paylaşımı yapmayı kararlaştırdıklarını kaydeden Topbaş, “Sofya’yla 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmamız kapsamında da bir takım çalışmalar yürütülecek. Kendilerine ziyaretlerinden dolayı teşekkür ediyorum.” dedi. Konuk başbakan ve beraberindeki heyeti İstanbul Valisi Muammer Güler ve askeri yetkililer Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi’nde karşıladı. Bulgaristan Başbakanı Borisov’da başkan Topbaş’ın İstanbul’a son 5 yılda büyük alt ve üst yapı yatırımları yaptığını belirterek tebrik etti. Bu çalışmalarla ilgili İstanbul’un deneyimlerinden faydalanmak istediklerini dile getiren Borisov, “Sofya’ya yetkilileri davet ettim. Deneyimleri bizim için büyük fırsat olacak.” dedi. Başkan Topbaş ziyaret sonunda misafir başbakana Topkapı Sarayı’nda yer alan bir vazonun imitasyonunu hediye etti. Topbaş, ayrıca Bulgaristan’ın ilk kadın belediye başkanı Fendakova’ya da lale figürlü bir plaket takdim etti. Başbakan Borisov’un da hediyesini sunmasının ardından ziyaret sona erdi. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ve Bulgar Kilisesi’ni ziyaret etti. Borisov, beraberindeki heyetle önce Fener Rum Patrikhanesi’ne gelerek, Patrik Bartholomeos ile bir süre görüştü. Ziyarete ilişkin bir açıklama yapan Bartholomeos, konuk Başbakan ve beraberindeki heyetin Türkiye’yi ziyaret etmesinin her iki ülke açısından da yararlı olacağını tahmin ettiğini ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Patrikhane olarak Bulgar halkına selamlarımı ve dualarımı gönderiyorum. Patrikhane olarak Bulgar Patriği ile aramızdaki ilişkiler çok iyi devam etmektedir. Bulgaristan Başbakanı’na içerideki görüşmemizde bir ricada bulundum. Burada basın mensuplarının karşısında da bu ricamı yineliyorum. Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olması konusunda Bulgaristan’dan destek olmalarını istiyorum.” Bulgaristan Başbakanı Borisov, daha sonra Bulgar Kilisesini de ziyaret etti. Ziyarette kilise hakkında bilgi alan Borisov’a, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de eşlik etti. Başkan Kadir Topbaş, misafirlerini kapıya kadar geçirirken Bulgar heyet yine resmi törenle uğurlandı.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Irak Parlamentosu’nda 5 Türk ITC’nin 5 adayının milletvekilliğinin kesinleştiği belirtildi. ITC’nin Musul’dan aday gösterdiği Nebil Harbo ve İzzettin Dola, Kerkük’ten aday gösterdiği Erşet Salihi ve Jale Neftçi ve Selahattin’den aday gösterdiği Ali Haşim Muhtaroğlu’nun gerekli oyu alarak milletvekiliği kesinleşti. 7 Martta yapılan Irak parlamento seçimlerine El-Irakiye listesi ile ittifak yaparak giren Irak Türkmen Cephesi’nin 5 adayının milletvekilliğinin kesinleştiği belirtildi. El-Rai Televizyonu’nun haberine göre ITC’nin Musul’dan aday gösterdiği Nebil Harbo ve İzzettin Dola, Kerkük’ten aday gösterdiği Erşet Salihi ve Jale Neftçi ve Selahattin’den aday gösterdiği Ali Haşim Muhtaroğlu’nun gerekli oyu alarak milletvekiliği kesinleşti. 2005 seçimlerinde parlamentoya 1 milletvekili gönderebilen Irak Türkmen Cephesi (ITC)’nin bu seçimde taktik değiştirerek El-Irakiye ile seçime girme çabalarının sonuç verdi. ITC’nin altıncı bir milletvekili kazanması bekleniyor. Nefi Demirci-Erbil
Burgaz-Dedeağaç boru hattı durduruldu.
Rusya’nın Türkiye’yi devre dışı bırakarak petrol boru hattı kurma teşebbüsü sonuç vermedi. BurgazDedeağaç petrol boru hattı projesiyle ilgili tartışmalar Rusya’da büyük bir hızla devam ediyor. Rus Vedomosti gazetesi Transneft petrol şirketinin Başbakan Yardımcısı İgor Seçin’e gönderdiği mektupta boru hattının sorunlarıyla ilgili detaylı bilgi verdi. Haberde, devlete ait olan Transneft Petrol Şirketi Genel Müdürü Nikolay Tokarev’in Başbakan
VATİKAN, Meryem Ana hayaletinin peşine düştü... Bosna Hersek’in kentinde 1981’den beri Her gün, “Meryem Ana’yı Gördük” diyenler kenti hac merkezi haline getirdi. Vatikan Komisyon Kurdu... Vatikan, Meryem Ana’nın her gün Bosna Hersek’in Medjugorje kentinde göründüğü iddialarını araştırmak üzere bir komisyon kurduğunu açıkladı. Haziran 1981’den bu yana bu kentte göründüğü bildirilmesine ve kenti şimdiye dek 30 milyon insanın dini turizm için ziyaret etmesine karşın, burası Katolik Kilisesi tarafından henüz resmen tanınmadı. 20 üyeli kurul, gerekli incelemeyi yaptıktan sonra Vatikan’ın en yüksek öğreti kurumu İnanç Öğretisi Cemaati’ne kararını sunacak. 30 yılı aşkın süredir Meryem Ana’nın Bosna Hersek’in Hırvatların yaşadığı Medjugorje kentinde, bazen gri bir elbise ve başörtüsü ile bazen de yıldızlarla çevrili altın biçiminde bir bulutun üstünde görüldüğü söylenegeliyor. Meryem Ana’nın Hırvatça, “Buraya geldim, çünkü burada çok inançlı var. Sizinle birlikte tüm dünyanın inancını sağlamayı diliyorum” dediği anlatılıyor. Katolik Kilisesi uzun süredir bu iddiaların inanılırlığını tartışırken kısa süre önce Viyana’dan bir kardinal kenti ziyaret etti. Komşu Mostar’ın piskoposu ise iddiaları sürekli eleştirmeyi sürdürüyor. Kurul kararını verinceye dek Katoliklerin, şimdiden bir hac merkezi haline gelen bu küçük kente yoğun ziyaretlerini de sürdürmeleri bekleniyor.
4 bin yıllık bor mucizesi Kütahya’daki Seyitömer Höyüğü’nde yapılan arkeolojik kazı çalışmaları sırasında bulunan ve yaklaşık 4 bin yıllık oldukları belirlenen insan beyini kalıntılarının, bölgedeki bor madeni sayesinde günümüze kadar bozulmadan geldiği bildirildi. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde (DPÜ) düzenlenen “3’üncü Uluslararası Arkeoloji Sempozyumu”nda konuşan DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nejat Bilgen, geçen yıl Ağustos ayında Seyitömer Höyüğü’nde yürüttükleri kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkardıkları 6 insan iskeletinin kafataslarının içinde beyin kalıntıları bulduklarını belirtti. Höyükteki Orta Tunç Çağı’na ait tabaka kazısı sırasında rastladıkları beyin kalıntılarından aldıkları örneklerin bir kısmını incelenmesi için İstanbul Acıbadem Üniversitesi ile Haliç Üniversitesi’ne gönderdiklerini kaydeden Prof.Dr. Nejat Bilgen yapılan incelemede bölgedeki bor madenlerinin beyin kalıntılarını bozulmadan günümüze kadar gelmesini sağladığının ortaya çıktığını söyledi. Prof.Dr. Nejat Bilgen 4 bin yıllık beyin kalıntılarının Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Aydın Sav ile Haliç Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğretim görevlisi Dr. Meriç Adil Altınöz tarafından incelendiğini ve bor madeni sayesinde bozulmadıklarının belirlendiğini açıkladı.
Yardımcısı Seçin’e petrol boru hattı için gerekli kaynağın bulunmadığı ile ilgili tespitler yer aldı. Proje Ekonomik Değil - Mektupta, BurgazDedeağaç boru hattının ekonomik verimliliğinin projenin başlatılmasından sonra öğrenilebileceği belirtilerek, “Proje ekonomik olmaktan ziyade daha çok jeopolitik amaç taşıyor” ifadesine yer verildiğini belirtildi. Tokarev, mektupta projeye katılan Rosneft ve Gazpromneft’in ekonomik sorun olarak sivrilen ulaştırma maliyeti gibi problemleri halletmek istediklerini belirtiyor. Ayrıca yeterli petrol sirkülasyonunun sağlanamayacağını ifade ediyor. Bulgaristan Suçlandı -Haberde, Bulgaristan’ın Burgaz Karadeniz Limanı’ndan Yunanistan’ın Dedeağaç’taki Limanı’na kadar uzanacak boru hattının Türk Boğazları’nı devre dışı bırakmak için planlandığı hatırlatılıyor. Gazete, 280 kilometrelik boru hattının inşası konusunda Rusya, Bulgaristan ve Yunanistan 1995’te anlaştığını ve 2006 yılında planladıklarını ancak projenin henüz başlatılmadığını kaydedildi. Rusya’nın bu durumdan Bulgaristan hükümetini suçlu olarak gösterdiği ifade edildi.
Kar Gıda Kar Gıda Otomotiv İnşaat San. ve Tic. Ltd. Şti.
Kuaför Sevcan Küçük
Halil Özgür
Uğur Mumcu Mah. N Caddesi No: 42 (BİM Karşısı) Sultançiftliği-Sulatngazi/İstanbul Tel: (0212) 476 06 44 Fax: (0212) 476 11 28
Eski Edirne Asfaltı No: 244 Daire: 2 Yıkıcı Durağı (Gülmar Hipermarket Yanı) 500 Evler - G.O.Paşa / İst. Tel: (0212) 538 47 77
Bulgaristan Türklerinin Sesi Bulgaristan Belediyelerin AB projeleri Tarım Bakanlığı, AB’nin “Lider” programı çerçevesinde kaynaklar için başvuru yapan 28 Bulgar belediyesi ve 4 yerel sivil toplum örgütünün proje tasarılarını onayladı. “Lider” programı kapsamında ülkenin kırsal kesiminin canlandırılması için önerilen imkanlar büyüktür, ancak bunun farkına varan belediyeler henüz çok az. “Lider” programı, kırsal kesimi rekabetini artırması için teşvik ediyor. Bunun için yaşlayan nüfus, düşük kaliteli hizmet, sınırlı istihdam imkanları ve saire gibi sorunlara çözüm bulunmalı. Bu şekilde “Lider” programı, kırsal kesimdeki yaşam kalitesinin iyileştirilmesini sağlayacak. Projeleri Tarım Bakanlığı tarafından onaylanan 28 belediye, yerel gelişim stratejileri geliştirmek, yerel girişim grupları oluşturmak üzere Avrupa Birliği’nden kaynaklar ve milli eş finansman için başvuruyor. Kırsal kesimdeki belediyelerin 2013 yılına kadar “Lider” programı kapsamında benimseyebildiği karşılıksız olarak verilen kaynaklar, yaklaşık 5 milyar leva tutarında. Tarım ve Gıdalar Bakanı Miroslav Naydenov, belediye temsilcilerine hitap ederek bu kaynakların, dürüst ve şeffaf bir şekilde benimsenmesini diledi ve şunları söyledi: “Bu en önemlidir. Çünkü kaynakların benimsenmesinde dürüstsüzlük ve şeffafsızlık olduğunda sonuçların da ne olduğunu iyice biliyoruz. SAPARD programı kapsamında tespit edilen ihlallerden dolayı bazı belediyeler, Kırsal Kesim Gelişim Programı çerçevesinde tahsis edilen kaynaklardan mahrum kaldı. “Lider” programı sayesinde bize verilen imkan kötüye kullanılmamalı, bu kaynaklar gerçekten dürüst ve şeffaf bir şekilde benimsenmeli. Bunun sorumluluğunu bilinçli olarak üstlenmeliyiz.” Lom şehrinde faaliyet gösteren ve belediyedeki işsizlikle mücadele eden Sivil Toplum Örgütleri Birliği Başkanı Nadejda Petrova, Bulgaristan Radyosu’nun mikrofonuna şunları söyledi: “Kazandığımız ilk projeyle fizik tedavisi ve engelli insanların sosyal entegrasyonu merkezini açtık. Bunun yanı sıra eğitim ve çevre sağlığı alanlarında da çalışıyoruz ve şu ana kadar Sırbistan ve Romanya’dan ortaklarla 3 sınır ötesi proje hayata geçirdik. Geçen sene de AB’nin “İdare Kapasitesi” operatif programı kapsamında 18 aylık “Avrupa Diyaloğu ve İşbirliği için Ortaklar” projesini bitirdik. Bu proje sayesinde Avrupa entegrasyonu, yapısal fonlardan kaynakların benimsenmesi ve proje geliştirmesi konularında çok tecrübe kazandık. Proje çerçevesinde ayrıca Belogradçik, Lom ve Berkovitsa şehirlerinde danışma grupları oluşturduk. Belediye temsilcileri, iş çevreleri ve uzmanlarla beraber Avrupa standartlarına ulaşmak isteyenlere yerel gelişim stratejisi geliştirerek yardım etmeye çalışacağız.”
Katolik Roma Katolik Kilisesinin lideri Papa 16. Benediktus, bazı papazların küçük çocuklara yönelik taciz ve tecavüz vakalarının ABD, İrlanda ve Almanya gibi ülkelerde skandala neden olmasının derin üzüntü yarattığına değinerek, olanlardan dolayı kilise adına özür diledi. Papa 16. Benediktus, İrlandalı Katolik Piskoposlara hitaben yazdığı mektupta, skandala neden olan papazları kastederek, “Tacizciler, Tanrı ve mahkeme huzurunda hesap vermeli” ifadesini kullandı. Papa, mektubunda, papazların tacizine maruz kalmış mağdurlar ve ailelerine de, “Çok büyük acılar çektiniz, bundan dolayı gerçekten üzgünüm. Çektiğiniz acıları hiç bir şeyin unutturamayacağının bilincindeyim. Güveniniz ihanete, onurunuz tecavüze uğradı. Kiliseyi affetmenizin ya da kiliseyle barışmanızın zor olduğunu düşünmeniz anlaşılabilir bir şeydir. Ama
Sayı 47 - Mart-Nisan 2010
Muradiye veya Cuma camisi Unesco Kültür Mirasında
Başbakan Boyko Borisov, iki günlük Türkiye ziyaretinin son gününde Filibe camisini Unesco Dünya Kültür Mirası’na alınması için teklifte bulunacaklarını kaydetti. İstanbul’da bulunan ve Demir Kilise diye de bilinen Bulgar Kilisesi’nin kaymasını önlemek için teknik çalışmaların yapıldığını duymaktan çok mutlu olduğunu ifade eden Boyko Borisov; “Unesco Kültür Mirası’na girmesi için Bulgaristan Filipe’de bulunan Camiyi önereceğiz. İstanbul’da Unesco Kültür Mirası’na girmesi için Demir Kilisesi’ni önerecek. Ve bu girişim dünya için iki ülke arasında yapılmış çok güzel bir örnek olacak.” dedi. Muradiye Camii Osmanlı`yı yaşatmaya devam ediyor. Osmanlı döneminden günümüze ayakta kalan en önemli tarihi eserlerden biri olan Muradiye Camisi, en çok rağbet edilen ibadethanelerden biri olma özelliğini koruyor. Her zaman büyük bir ilgi gösterilen cami günümüzde de vatandaşların ibadetlerini yerine getirmek için en çok tercih ettikleri tarihi mekanlardan bir olurken, turistlerinde Bursa`ya geldiğinde gezmeden gitmediği bir tarihi şaheser olarak asırlara meydan okuyor. Muradiye Camisi Sultan II. Murat tarafından 1425 yılında yapımına başlanıp, 1426 yılında tamamlandı. Son cemaat yerinde, 4 yığma ayak ve 2 granit sütun birbirine kemerlerle bağlanmış olan cami Osmanlı döneminden günümüze kalan en önemli şaheserlerden biri olarak ziyaretçilerini bekliyor. 2 yan çapraz tonozla, diğerleri sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş kubbelerle örtülü olan Muradiye`nin kapısı ise ahşap işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Ayrıca kapı tabanları rumi ve hatai süslemeli çinilerle kaplı olan Muradiye Camisinde pencere alınlıklarında ise, aynı bezemelerden bulunmakta. Muradiye Camisi 2 büyük kubbe ve
Papa
yanlarda 2 küçük kubbe ile örtülmüş geniş birer eyvandan ibaret. Mihrap ve minber 1790 yılında yapılmış rokoko üslubunda mihrabın solundaki duvarlar altıgen lacivert ve firuze çinilerle kaplıdır. Eyvan kemerinde ise altıgen firuze çiniler gözlere ziyafet sunmakta. Asma kata sağ eyvandaki kapıdan girilen Muradiye`de duvarlar 3 sıra tuğla, bir sıra moloz yığma ve birer dikey tuğla ile örülmüş. Kasnakları ustaca yapılan bir tuğla işçiliğine sahip olan camide, pencerelerin üst kısımları da sivri kemerlerle bitmekte. Kapı kemeri üzerinde mermer sülüs harflerle Arapça yazılmış 3 satırlık kitabe bulunmakta. Kanatlı camiler grubundan olan Muradiye Cami planı, Orhan Cami planına benzemektedir. Ard arda 2 büyük kubbeli, geniş eyvanlı kanatlı bir camidir. Asıl ibadet alanına giriş kapısı Bursa kemerli, ayaklar niş ve yedi sıra mukarnaslı yan hücrelere sahiptir. Kemer alınlığında lacivert, firuze, beyaz ve sarı renkte yapılan bitkisel motiflerle süslü bezeme bulunmaktadır. Kapı giriş eyvanının tavanı, geometrik motiflerle süslü çini ile kaplanmıştır. Kapı önündeki yıldız ve geometrik motifli ahşap tavan eski müezzin mahfilinden alınarak buraya yerleştirilmiştir. Kapının yatay ve dikey söveleri mermerle kaplıdır. Asıl ibadet alanı art arda iki büyük kubbe ve yanlarda daha küçük kubbelerle örtülü geniş bir eyvandan ibarettir. Topuzlu demir parmaklıkları, orijinal olan pencere alınlıkları genişletilerek yükseltilmiştir. Muradiye camisindeki doğu ve batıdaki kapılar ise 20. yüzyılda yapılan onarımlarda açılmış olup, 19. yüzyılda da yıkılan minaresi yeniden örülmüş. Revak cephesinde tuğla ile yapılan ve arabesk motifler görülmeğe değer güzellikte olan Muradiye camisi Bursa`da dini ve tarihi bir ziyafet sunuyor.
özür
ben olanlardan dolayı kilise adına utanç duyduğumuzu açıkça ifade ediyorum” diye seslendi. Çocuk tacizciliğiyle mücadele çerçevesinde alınan önlemleri yeterli bulmadığını belirten Papa, İrlandalı Katolik piskoposlara şu cümlelerle hitap etti: “Ülkenizdeki pek çok kişi, küçükleri suistimalin, salt İrlanda’ya ve salt kiliseye özgü bir sorun olmadığına dikkati çekti. Ancak şu an yapmanız gereken, İrlanda Katolik cemaati içindeki suistimal sorunuyla yüzleşmek ve bunu cesaret ve kararlılıkla yapmaktır. Hiç kimse bu içler acısı duruma kısa sürede çözüm bulunabileceğini sanmasın. Önemli adımlar atıldı, ama hala atılması gereken pek çok adım bulunuyor.” Papa, kilisede çocuk tacizciliği sorununun kökeninde, rahip adaylarının seçiminde özenli davranılmamasının ve eğitim eksikliği-
diledi
nin yanı sıra “kilisenin imajını zedelememek ve skandallara mani olmak için kilise hukukundaki cezai müeyyidelere başvurmaktan genelde kaçınılmasının” önemli bir rol oynadığını da savundu. Çocuk tacizciliği skandalının kiliseye ağır bir darbe indirdiğini de hatırlatan Papa, “Küçükleri suistimal vakaları, mağdurlar ve ailelerine son derece trajik sonuçlara yol açtığı gibi, İncil’in ışığını da karartmıştır. İncil’e takibat ve zulüm dönemlerinde bile böylesine bir zarar verilmemişti” değerlendirmesini yaptı. Roma Katolik Kilisesinin lideri Papa 16. Benediktus, tacizci papazları bu büyük günahtan tövbe etmeye, mağdurlar ve ailelerini ise kiliseyle barışmaya çağırdığı mektubunda, çocuk tacizciliğiyle mücadele konusunda yapılanları inceleme ve görüş alışverişi amacıyla bir temsilcisini İrlanda’ya göndermeyi planladığını da belirtti.
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetlerinden Görüntüler
Yönetim Kurulu üyemiz Dr. Nedim Birinci, İkitelli Göçmen Konutlarında ücretsiz sağlık taraması yaparken
İstanbul Üniversitesi’nde Doç. Dr. Kutluk Kağan Sümer’i makamında ziyaret
Dünya Türk Gençler Birliği ile birlikte Bakü’de
Gagauz Türkleri Day. Dern. Başk. Necdet beyi ziyaret
İsmail Erdem, Bulgaristan Başmüftüsünü makamında ziyaret etti.
Bakü’de Azerbaycanlı milletvekilleri ile birlikte
3
Tarih Penceresinden Rafet Ulutürk Bulgaristan’da Türk Öğretmenler Birliği - II Osmanlı İmparatorluğu’nun önemle değerlendirdiği meselelerden birisi maarif meselesi olmuştur. Bu meselenin çözümlenmesinde, etnik gruplar arasında ayrıcalığa meydan verilmemiş, imparatorluk sınırları dâhilinde bütün milletler maarif meselesini garantiye bağlanmıştır. Mesela Bulgaristan’daki Bulgar okulları, “Gabrovo Bulgar Lisesi”ne varıncaya kadar imparatorluğun maddi desteğiyle kurulmuş ve birer bilim ocağı haline getirilmişlerdir. Bulgar okullarına hazırlıklı öğretmen kadrosu sağlamak amacıyla her yıl yüzlerce Bulgar gencin, İstanbul, Edirne ve İzmir’in çeşitli okullarında öğrenim görmeleri için bütün imkânlar sağlanmıştır. Türk, bulgar ayırımı yapılmamış, hatta Bulgarlar tarafından faaliyetleri, eylemleri tepkiyle karşılanan ve “zararlı” görülen Bulgar aydınları (papaz, öğretmen, yazar, siyasetçi… vb) imparatorluğun göbeği İstanbul’a yerleşerek, Rusların kışkırtmalarıyla imparatorluk aleyhine faaliyetlerini bizzat İstanbul’da sürdürmeye başlamışlardır Rus-Türk savaşından sonra Türk Aydınlarına maddi ve manevi baskılar uygulanmıştır. Geçici Bulgar iktidarı, Türklerin maarif meselesine sahip çıkacağı yerde Türk düşmanlığını körüklemeye başlamışlardır. Bir avuç iman sahibi Türk aydını, bütün baskılara karşı, haklarını savunma savaşına başlamış, Türk okullarının varlığını ayakta tutabilmek için azami gayret göstermişlerdir. Fakat yeni ve zamanı için “çağdaş” öğretim sistemine götüren bütün yollar, yardımcı olabilecek bütün kalıplar merhametsizce kapatılmıştır. Türk okullarına maddi ve manevi destek, planlıprogramlı öğretim, Türk öğretmenlerine devlet yardımı, ders araçlarının sağlanması gibi yüzlerce mesele askıda bırakılmıştır. Uyanık Türk aydınları bu ve buna benzer konuların çözümünde, bilinçli bir örgüte ihtiyaç duymuşlarsa da, XX yüzyılın başlarına kadar baskılar karşısında bunu gerçekleştirmekten çekinmişlerdir. Bulgaristan Trükleri’nin maarif meselesiyle ilgili cesaretli adımları ancak 1905 yılında atmıştır. Öncülük edenlerin başında Ali Fehmi Bey, Hafız Abdullah Meçik, Tahir Lütfü Bey, Ali Haydar, Osman Nuri Peremeci, Ahmet İhsan gibi Türk aydınları gelmektedir. Bunların hepsi modern ve milli maarif yanlısıdır. Bu Aydınlar Bulgaristan’daki Türk okullarının ıslahı, Türk Öğretmenler Birliğinin kurulması, eğitimin çağdaşlaştırılması gibi bir cok önemli meselelerin çözümüne gidilmesini savunmuştur. Önce okullar arasında iletişim sağlanır. Kongre’ye gidilmesi konusunda müzakeresi yapılır. Bu inisiyatiflerin idare ve denetim işlerini yüklenen “Tuna” gazetesi, ilk kongrenin 17-20 Temmuz 1906 tarihlerinde Şumnu’da yapılacağını bildirir ve bütün Türk öğretmenlerini bu kongreye davet eder. I. Kongre, çalışmalarına 17 Temmuz 1906 tarihinde Şumnu’da başlar. Fakat sıkı takibat sonucu bu kongreye ancak 25 öğretmen katılma cesareti gösterir. Kongrenin yapılması sırasında bir dizi engeller çıkar. Bu durum karşısında Şumnu milletvekili Talat Tokalıoğlu devreye girerek, I.Kongre’nin Saatli cami’de yapılmasını sağlar. Bulgaristan Türkleri tarihinde büyük önem arz eden kuruluşa Muallimin-i İslamiyye Cemiyet-i İttihadiyyesi adı verilir. Lom’da yapılan Kongre’de adı “Türk Öğretmenler Birliği” olarak kabul edilir. “Tuna” gazetesine göre yoğun çalışmalar sırasında birliğin tüzüğü hazırlanmış, öğretmenler arasında teşkilatlı çalışmaların sağlanması, öğretmenlerin hazırlanması ve haklarının korunması, Türk okullarına mahsus özel kitapların hazırlanması, planlı-programlı çalışmalara gidilmesi gibi meselelerin tartışması yapılmıştır. 17.07.1906 tarihinde Şumnu’da Muallimini İslamiye Cemiyet-ı İttihadiyesi ilk Kongresini yaptı. Kongreye az katılımının sebebi o zamanları Bulgaristan’da hafiyelik ve kendi menfaatlerini düşünen kişilerin çalışmaları Bulgaristan Türkleri arasında Abdülhamit yanlısı ve karşıtı diye ikiye bölmeleridir. Hatta bu kongre Jon Türk hareketi olarak nitelendirildi. Kongrenin Gündemi: 1. Derneğin Tüzüğü; 2. İçtüzük; 3. Öğretmenlerin himayesi; Mesleğin gelişmesi… 1908 yılında Türkiye’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği’nin çalışmaları yoğunlaştı. Birlik 1908’de Varna’da II. Kongresini düzenledi. Ondan sonra ki her yıl ayrı bir kentte bu kongreler birbirini izledi. Bu kongrelerde Bulgaristan’da Türklerin eğitim sorunları ele alındı. Ders programlarının birleştirilmesi, okul kitaplarının hazırlanması, kitapların içeriği, öğretmenlik mesleğinin çeşitli sorunları, yönetmelikler, tüzükler vs. gibi çeşitli konular ele alındı. Devamı var
4
47 - Mart-Nisan Sayı 2010
Gönül Penceresi Müjgan Deniz Altın Elbiseli Adam - II 2. Kurgan’dan Çıkan Belgeler Açılan mezarın içinden dört bine yakın altın eşya çıkarılmıştır. Mezarda ele geçen çeşitli eşyalar arasında keramik kaplar, ahşap tabaklar, 2 gümüş kupa ve yazının üzerinde yer aldığı bir gümüş çanak ile başka birçok obje vardır. 18 yaşında olması gereken genç bir prense ait cesedin üzerindeki altın zırh başlı başına bir sanat eseridir. a) Altın Elbiseli Adam ve Çanaktaki Yazı 18 yaşında olması gereken genç bir prense ait cesedin üzerindeki altın zırhın başlı başına bir sanat eseri olduğunu söylemiştik. Bu elbise tamamen saf altından yapılmış ve mükemmel bir işçilikle yapılmıştır. Bu elbisenin özellikleri şöyledir: Cesedin başında üzerinde altından yapılmış tasvirlerin aplike olarak yer aldığı külah şeklinde bir başlık bulunmaktadır. Başlığın tepesinde de bir hayvan heykelciği yer alır. Ayrıca ok uçları, altın yapraklar, dağ kıvrımları üzerinde dünya ağacında kuşlar, arslan, dağ keçisi gibi mitolojik ve sembolik açıdan önemli olan hayvan tasvirleri vardır. Başlığın önünde boynuzlu- kanatlı atlar simetrik olarak yer almaktadır. Zırh gömlek, eşkenar dörtgenler şeklinde birleşen parçalardan oluşur. Eşkenar dörtgenlerin bir tarafında üçgenimsi yaprak şekilleri vardır. Kolların üst kesimlerinde ve yenlerinde arslan başları bulunmaktadır. Yaka çevresinden aşağıya inen ve etekte de devam eden şerit de arslan başlarından oluşmaktadır. Deri kemer üzerinde altın aplike kemer plakalarında hayvan tasvirleri bulunmaktadır. Kemer levhalarında dizleri büyük, boynuzları arkaya doğru uzanan geyik tasvirleri, üsluplaşmış arslan başları bulunmaktadır. Cesedin giydiği pantolonu ve çizmesinin yukarı taraflarıyla dizleri de altından süslüdür. Prensin sol tarafında kını altınla kaplı hançeri bulunmaktadır. Sağ tarafında da kemerine altınla bağlanmış iki tarafı keskin bir kılıcı bulunmaktadır. Onun ayrıca yine altın kaplı bir kamçısı da ele geçirilmiştir. Hançerin kabzasında ve kınında da hayvan tasvirleri yer alır. Aynı husus kılıç için de geçerlidir. Esik kurganından çıkarılan eserlerin hepsi Hun sanatının yapım ve süsleme tekniklerine uymaktadır. Hayvan tasvirleri, Türk hayvan tasvirlerine uygun olarak ele alınmıştır. Muhtelif şekillerde (kaşık, kepçe, bardak gibi) tanımlanan gümüş çanak üzerinde 26 harf tespit edilmiştir. Bu harflerin okunması çalışmalarında özellikle Olcas Süleymanov’un yaptığı çeviri yankı uyandırmıştır. Onun dışında Prof. Musabayev’in, transkripsiyon ve tercümesi pek taraftar bulmamıştır. Bununla birlikte eserler üzerinde olduğu gibi, çanak üzerindeki yazının çözülmesi için yapılan çalışmalar da halen devam etmektedir. İlk tercümeyi yapan Süleymanov şöyle bir ifadeyi önermiştir: “Khan uya Üç Otuzı (da) yok boltı utığsi tozıltı.” “Han’ın Oğlu yirmi üç yaşında yol oldu (Halkın?) adı sanı da yok oldu.” Hatice Şirin’e göre ise, Göktürk yazı sistemi şimdilik bilinmeyen bir tarihte Türkler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Türk damgalarının ve ideogramlarının gelebileceği en ince ve ekonomik noktayı gösteren Göktürk yazılı ilk metin örneği, M.Ö. IV.- V. yüzyıllara ait olduğu tespit edilen Esik Kurganı’ndan çıkarılan gümüş bir çanağın içine kazılmıştır; ancak bu yazının bilim ölçütlerine uyan bir okuma denemesi henüz yapılamadığından, 687692 yıllarına tarihlendirilen Çayr kitabesi, Göktürk yazılı en eski metin olarak kabul edilmiştir. Devamı var
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Yılların eskitemediği şarkıcılar Bir zamanlar Bulgar müziğini dünyaya duyuran şarkıcılar, bugünlerde piyasa şartlarına adapte olmaya çalışırken, özünü yitirmemeye gayret gösteriyor. Bulgaristan sanat dünyasının zamanların efsane şarkıcıları bugün de mesleğini elinden bırakmıyor. Her ne kadar siyasi sistemdeki değişiklikler müzik yapan ve söyleyenleri de etkilese de onlar değişim rüzgarlarına boyun eğmedi. Bugünkü müzik piyasasını karmakarışık ve tamamen etik kuralların dışında olarak değerlendiren estrada tarzı müzik şarkıcıları, gösterdikleri performans ile hala halk tarafından beğenilen şahıslar olduklarını ispatlıyor. Her biri bugün kendi yolunu tutmuş olsa da hem ses, hem de kişilik olarak yeni neslin örnek isimleri konumunda bulunuyor.
Lili İvanova. Bulgaristan müzik estradasının yıldızı ve kraliçesi kuşkusuz ve tartışmasız Lili İvanova’dır. Kubrat doğumlu olan hemşire, geçen sene 70.yılını doldurdu. Jübilesini NDK’da 5 bin kişilik salonda iki kez gerçekleştirdiği konserlerle kutlayan İvanova, bitmek bilmeyen bir efor ve enerji sarfediyor. Sesini ve sahne hareketlerini çok iyi kullanırken, yıllar boyunca kendini unutturmayan şarkılarla gündemde kalmayı başardı ve hala büyük bir sevenler kitlesi olduğunu bir kez daha kanıtladı. Başından geçen birkaç evliliğe rağmen aradığı aşkı bulamamış görünse de, söylediği aşk şarkılarıyla hafızalarda kalıcı izler bıraktı. 60’lı yıllarda söylediği ilk şarkısı ve ilk konserinden sonra Bulgaristan çapında ün yakalayan Lili, yerli müzik tarihinde altın denen şarkıları seslendirdi. Her şarkıyı kendi yaşantısından bir parça gibi söylemeyi becerebilen ve bu konuda taklit edilemez tavır ortaya koyan müzik priması, dünya tarihindeki kültür mirasına katkısı dolayısıyla “20.yüzyılın en tanınmış kadınlardan biri” ünvanına layık görüldü. Geçen sene Paris’de verdiği konser iki buçuk saat içine 22 şarkı sığdırırken hiç yorgunluk emaresi göstermedi, bilakis bilinen hareketliliği ile seyircileri yine büyülemeyi başardı. Yaklaşık 50 yıllık sahne hayatında ülke içinde ve yurtdışında 10 bin üzerinde konser gerçekleştirdi. 35 albüme imza attı. Sezen Aksu’nun efsanevi parçalarından biri olan “Yaşanmamış Yıllar” adıyla söz yazdığı Uteha (teselli) bir Lili şarkısıdır. 2000 yılında çıkardığı “Vetrove” albümü hit olurken, son albümü Ekim 2008’de “Bir aşk” adıyla piyasaya sürüldü. Türkiye’de verdiği konserler doğrultusunda 1966 yılında “Bulutlar” ve “Nisan şakası” adında Türkçe olarak şarkı da seslendirdi. Mustafa Çavuşev Sahnede 40. yılını 2008’in Mayıs ayında düzenlediği görkemli törenle kutladı. 67 yaşındaki ünlü sanatçı, meslektaşları tarafından kadife sesli olarak değerlendirliyor. BNR’de kaydettiği 100 civarında
Türkçe şarkısı bulunuyor. 1989’dan önce Türkiye’de plak çıkardı. Linda, Şeherezada, Priznanie gibi hit parçalarla ün yakalayan Çauşev, ilk çıkardığı plak albümü Dilayla’da Türkçe şarkılar seslendirdi. Bulgar pop müziğin duayanlerinden olan Çauşev, en son 31. albümü olan “Bogatsvo” (Zenginlik) parçalarla nostalji yaşattı. İlk söylediği şarkıları “Moy Jivot” ve “Nyamaş Vreme Za Men” olan sanatçı 1990’da Mıko Moya (Istırabım benim) albümünü çıkardı. 2003’de 60. doğum gününü muhteşem bir konserle kutlayan Çauşev, burada ilk kez 15 yaşındaki kızı Ajda ile bir düet yapar. Ajda “Tatko” (Baba) şarkısıyla sahneyi babasından devrelma sinyallerini verir. Çauşev, kültüre yaptığı katkılarından dolayı Bursa Orhangazi Belediyesi ve Şumen Belediyesi tarafından fahri hemşehrilik unvanıyla şereflendirildi. Çauşev, Balkanton’dan altın, platin ve elmas plak alan tek sanatçı konumundadır. Vasil Naydenov 80’li yılların unutulmaz isimlerinden biri de 1950 doğumlu olan Vasil Naydenov. “Adaptatsiya”, “Telefonna lübov”, “Sbogom kazah”, “Çudo” gibi şarkılarla zirveye tırmanan Naydenov, 1998’de “Sled kraya na sveta” filmine uyarlanan şarkıyı söyledi. 2003’de ise “Ne moga bez teb” albümünü çıkardı. Arkadaşları onu Vasko Ketsa diye çağırıyor. Bunun sebebi ise eski dönemde kendisi sahneye ketsi denen spor ayakkabılarıyla çıkmasıdır. Televizyon ekibi şok olmuş bir halde onun ayakkabılarını göstermemeye çabalarken, o rahat bir şekilde ünlü dans dönüşlerini yapar. Seyircinin her an düşerecek dediği mikrofonu bir elinden diğer eline atarken ilginç sahne duruşu sergileyen Vasko Naydenov, 90’lı yılladan sonra farklı müzik stillerinde parçalar düzenledi. Vasko, 2006’da çıkardığı son albüm sadece İtalya’da dağıtımı yapıldı. Yeni düzene Sleng ve Akaga gruplarıyla çalışarak ayak uyduran Naydenov, eski ününü yakalamasa da müzik sektöründeki çalışmaları takdire değer olarak kabul ediliyor. Rositsa Kirilova BirçokkezBNR’nin Yılın Kadın Şarkıcısı ünvanını aldı. İngiliz Filolojisi ve gazetcilik mezunu olan Kirilova, çok genç yaşta şarkı söylemeye başladı. Daha henüz 20 yaşında “Tişina” şarkısını plağa kaydetti. Sadece bir yıl sonra artık halkın beğenisini toplamış ve “Melodiya na Godinata 85” de birincilik elde etmişti. “Uçitelko, tseluvam ti rıka” (Öğretmenin, elini öpüyorum) şarkısı ise öğrencilerin öğretmenlerine ithaf ettiği sembol şarkı haline geldi. Demokrasiye geçiş dönemi kendi kariyerini de etkiledi ve 3 yıl boyunca başarılı albümlerine ara vermek zorunda kaldı. Daha sonra çocuklar için “Miky Mouse” albümünü piyasaya sürdü. Kendisiyle özdeleşleşen şarkılar arasında “Dobrota” (İyilik), “Meseçinko”(Ay), “İma şans nyama şans”, “Bosa po asflata” bulunuyor. 2008’de, 25 yıllik sahne hayatı jübilesinde “Kato da i ne” albümünü sevenlerine sunarak sanat yaşamında 20.albümüne imza attı. İçindeki hayvan sevgisini 1995’ten beri yayınlanan BNT’de programla taçlandırdı. 1992’deki “Jivey za miga” çalışması Bugaristan’da CD’ye basılmış ilk albümdür.
Diş Hekimi İsmail Alioğlu
Bayram Ali Çeşmeci
Mahmutbey, İstoç, 43. Ada No: 42-44 Bağcılar İstanbul Tel: (0212) 659 36 46 Fax; (0212) 659 36 47 e-posta: info@tunaambalaj.com.tr web: www.tunaambalaj.com.tr
İsmetpaşa Mahallesi, Tuna Caddesi, Tophane Sokak No: 65 Kat: 2 Bayrampaşa / İstanbul Tel: (0212) 577 73 71 (0212) 577 25 20
20. Yılında 89 Göçü Sempozyumu
Yrd. Doç. Dr. Hasine ŞEN 1989 Bulgaristan Göçmenlerinin Türkiye’de Kimlik Oluşturma Süreçleri
Türkçe’mizde başka dillere tüm çağrışımlarını aktararak çevrilemeyen kimi sözcükler vardır. Gurbet ve sıla böyle sözcüklerdir. Neden böyledir? Kimi sözcüklere tarihin ıstırabı siner. Tarihinde Türkler kadar sık göç yaşayan kaç halk vardır? Türklerin Uzak Asya’dan Batıya göçü yüzyıllar sürer. Sonra Osmanlı’nın emperyal göçleri başlar…Derken Osmanlı’nın uzun ve ıstıraplı yıkılma dönemine sıra gelir; bu, Anadolu’ya gerisin geri, en az iki yüz yıl süren bir göç demektir… Anadolu, batmış şaşalı Osmanlı’nın kurtarma sandalıdır. Erendiz Atasü Giriş Totaliter rejimin çöküşü, küreselleşme sürecinin hızlanması, Avrupa Birliği tartışmalarının yükselmesi ve benzer siyasi ve ekonomik olayların gölgesinde gerçekleşen son göç hareketleri (1989 göçü ve sonrası), daha önceki göç hareketlerinden belirgin bir farklılık göstermekte ve gerek Bulgaristan’da yaşayan Türklerde, gerekse 1989’da Türkiye’ye yerleşmiş Bulgaristan Türklerinde kimlik, kültür, aidiyet gibi kavramların sorgulanmasına ve güncel gelişmeler doğrultusunda yeniden oluşturulmasına neden olmuştur. Göç eden bir kişinin aidiyet duygusu genel olarak terk ettiği eski mekan ve kendisine kucak açan yeni mekan arasındaki muğlak zeminde şekillenir. Göçe neden olan sosyal, ekonomik ve siyasal etkenler ve göçün gerçekleşme şekline göre bu sürece maruz kalan kişilerin aidiyet duyguları ve kimlik inşa etme süreçlerinde farklılıklar gözlemlenir. Bu açıdan bakıldığında 1989 Bulgaristan göçmenlerinin göç sonrasında yaşadığı yeni kimlik oluşturma süreci ve aidiyet duyguları, Türkiye’ye daha önceki göç dalgalarıyla yerleşen Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinden farklıdır. 50’li veya 70’li yıllarda Türkiye’ye göç eden Bulgaristan Türklerinde göç sonrasında entegrasyona dayalı bir kimlik modeli oluşurken, ‘89 ve daha sonraki göçmenlerde daha çok senteze dayalı bir kimliğin oluştuğunu görüyoruz. “Bulgar Türkü” – “Bulgaristan Türkü” “Senteze dayalı kimlik” ifadesi ‘89 göçmenlerinin kendilerini her iki ülke ile özdeşleştirdiklerine işaret eden bir terimdir. ’89 göçmenlerinin Bulgaristan ile özdeşleşmeleri ise etnik bir yakınlığı değil, Bulgaristan ile kültürel, sosyal ve ekonomik alanlardaki ilişkilerin sürdürülmesini ifade eder. Bu anlamda ‘89 göçüne maruz kalan kişilerin “Bulgar Türkü” olarak isimlendirilmekten duydukları rahatsızlık altı çizilmesi gereken bir husustur. ’89 göçmenlerin “Bulgar Türkü” ifadesini reddedip kendilerini “Bulgaristan Türkü” olarak adlandırmaları, Bulgaristan ile özdeşleşmelerinin etnik değil, coğrafik bağlama dayandığına işaret ediyor. Göç süreçlerinin temelinde Bulgar hükümetinin uyguladığı isim değiştirme politikası yattığı için ’89 göçmenleri kendilerine atfedilen adlar ve tamlamalar konusunda daha yoğun bir hassasiyet göstermektedir. Bu duyarlılıklarını “Bulgaristan Türkü” yerine “Bulgar Türkü” ifadesine karşı gösterdikleri yoğun tepkiler ortaya koymaktadır “Bulgar Türkü” ifadesinin temelinde Bulgar kaynaklarında sık sık kullanılan ve İngilizceye “Bulgarian Turks” olarak çevrilen “Bulgarski Turtsi” terimi yatmakta. Bu ifade Türk medyasında da bu şekilde (“Bulgar Türkü” olarak) kullanılmıştır ancak göçmen dernekleri ve sivil toplum örgütlerinin çabası ile günümüzde bu hatanın düzeltilmesi ve “Bulgaristan Türkü” ifadesinin kullanılması yönünde bir eğilim gözlemlenmekte. İngilizce kaynaklarda da “Bulgarian Turks” ifadesi yerine “the Turks of Bulgaria” (Bulgaristan’ın Türkleri) ve “the Turks in Bulgaria” (Bulgaristan’daki Türkler) terimleri tercih edilmekte. ’89 göçmenlerinin göç öncesi yaşadıkları travmatik durum göz önünde bulundurulduğunda, bu konuda duydukları hassasiyeti anlamak güç değildir. “Soya dönüş” (vazroditelen protses) süreci dahilinde kendilerine Bulgar kimliği empoze edilmiş, Bulgaristan Türkleri hükümetin uyguladığı asimilasyon politikasına karşı çıkmış, bu direnişlerini de Türkiye’ye göç ederek sürdürmüştür. Türkiye’ye geldikten sonra burada da “Bulgar” veya “Bulgar Türkü” olarak adlandırmak bu nedenle üzerlerinde yeni bir travmatik etki yaratmakta. “Bulgar Türkü” ifadesi, kısmen de olsa, Todor Jivkov’un geliştirdiği söylemi tekrar etmekte ve meşrulaştırmakta. 1989 Göçünün Özel Konumu 1989 göçmenlerinin göç sonrasında yasadıkları kimlik oluşturma süreçlerinin Türkiye’ye daha önceki göç dalgalarıyla yerleşen Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinde farklı olması, hem göçün nedenlerine, hem de göç sonrasında yaşanan siyasal ve ekonomik gelişmelere bağlıdır. Bulgaristan medyasının olayı “göç” kavramından kaçınmak için “büyük gezi” (golyamata ekskurziya) olarak isimlendirdiğini hatırlayalım. “Soya dönüş” sürecinin başarısızlığa doğru gittiğini gören Parti yetkilileri, bu sürecin yeni bir aşaması olarak göçe başvurma kararı aldı. Bulgar kimliğini reddedenler göçe zorlanacaktı, Bulgaristan’da kalanlara ise asimile olmayı gönüllü olarak kabul etmiş kişiler olarak bakılacaktı (Yalımov 462), ancak iki ülke arasında bu terimi meşru kılacak bir antlaşma olmadığı için olaya “gezi” adı verildi. Türkiye’de de, olaydan göç olarak söz edilse de 1989’un yaz aylarında ülkeye akın eden Bulgaristan Türkleri için, onları daha önce Türkiye’ye çeşitli resmi antlaşmalar çerçevesinde yerleşen muhacirlerden ayıran “soydaş” terimi kullanıldı. Ortaya çıkış biçimi ve gerçekleşme yöntemi bu olayı tam olarak ne bir göç, ne bir sürgün, ne bir gezi olarak adlandırmamamıza izin veriyor. Bu kavram belirsizliği, ’89 göçmenlerinin terminolojik olarak bir çerçeve içine oturtulamamış olmaları, birçok durumda sorunlarının çözümü için de gerekli olan yasal düzenlemelerin dışında kalmalarına da neden olmuştur. Devamı var
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Orta Asya’ya Bakış Doç. Dr. Erhan Arıklı Kırgızistan Olaylarının Perde Arkası Bir zamanlar KKTC’nin Türkiye’den sonra en iyi ilişkilere sahip olduğu dost ve kardeş Kırgızistan Cumhuriyetinde meydana gelen ihtilali endişe ile takip ediyoruz. Türkiye’de bırakın Kırgızistan’ı Orta Asya üzerine ciddi araştırmalar yapan sivil toplum örgütleri ve uzmanlar olmadığı için, Türk medyası Kırgızistan’daki olayları Rus basınından takip ediyor ve Türk kamuoyunu da son derece sathi bilgilerle enforme ediyor. Türk medyası, Kırgızistan’daki ihtilalin Rusya güdümünde yapıldığını ima ede dursun, ihtilal yapan kişileri ve siyasi Partileri yakından tanıyan ve Kırgızistan’da ki bütün gelişmeleri yakından yaşayarak takip eden birisi olarak şunu söyleyebilirim ki; ihtilalin başlangıcında Rusya dahil herhangi bir dış destek söz konusu olmamıştır. Fakat dış destek ihtiyacı duyan ihtilalciler sonunda Rusya’ya yakınlaşmak zorunda kalacaklardır. 24 Nisan 2005 yılında yapılan ihtilalin amacı, “Orta Asyanın İsviçre’si” denilen ve bölgenin en demokratik ülkesi olarak bilinen Kırgızistan’daki demokrasiyi askıya alan, ülkede tam bir aile rejimi, kuran, rüşvetin, hukuksuzluğun ve yolsuzluğun zirve yaptığı Akayev’i görevden almaktı. O zaman İhtilali yapan bir ekipti. Ekip, içlerinde en karizmatik şahıs olduğu için Kurmanbek Bakiyev’i Cumhurbaşkanı yaptılar Kuramanbek Bakiyev Cumhurbaşkanı seçildiğinde “daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, haksızlık ve hırsızlıklara son” demişti. Bende tam o sırada Kırgızistan’da göreve başlamıştım. İhtilali yapan ekip içinde Assanov, Atambayev, Tekabayev, Japarov, Taşıyev vs.gibi çok yakın arkadaşlarımız vardı. Tekabayev Meclis Başkanı idi. Onun zamanında Kırgızistan Parlamentosu KKTC’yi tanıma aşamasına gelmiş ve Kırgız Parlamentosunda KKTC Dostluk Grubu diğer ülkelerin gruplarından 4-5 misli daha güçlü bir grup olmuştu. Hatta 3 yıl öncesine kadar Milletvekilleri bağımsızdı ve siyasi parti mensubu değillerdi. 70 kişilik Kırgızistan Meclisinde 37 kişilik KKTC Dostluk Grubu “En güçlü parti gurubu” diye espri yapılıyordu. 2005 teki ihtilalın diğer bir güçlü ismi Atambayev, bir ara Ekonomi Bakanlığı ve Başbakanlık yaptı. Onun Bakanlığı döneminde KKTC Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş Kırgızistan’ı ziyaret etmiş ikilinin yaptığı görüşmede hem KKTC hem de Kırgızistan’ı yakından ilgilendiren bir takım projeler ele alınmıştı. Fakat KKTC’de ki koalisyon bozulunca bu projeler hayata geçirilememişti. Yine ihtilalın güçlü isimlerinden Assanov Spor Bakanı olmuş, KKTC’ye uygulana spor ambargolarının delinmesi için bütün baskılara göğüs gererek KKTC ile futbola ve basketbol maçlarının yapılmasını organize etmişti. Bir diğer isim Japarov, KKTC Dostluk Grubunun başına geçmiş, bilahare Devlet Komiseri görevine getirilmişti.. Kültür Bakanlığına gelen Sultan Raev, KKTC’yi resmi olarak ziyaret etmiş ve iki ülke arasında resmi işbirliği protokolü imzalanmıştı. Bakiyev, arkadaşlarımızın da içinde bulunduğu 2005’in ihtilalcı ekibi teker teker tasfiye etmişti. Muhalefeti susturmuş, Anayasa değişikliği yaparak Meclisin yetkilerini budamış ve bütün gücü elinde toplamıştı. Ardından diğer Orta Asya ülkelerinin liderlerine özenerek kendinden sonra oğlunun iş başına gelmesi için ortam hazırlamıştı. Buna göre üyelerini kendisinin tespit edeceği Senato benzeri bir “Kurultay” oluşturulması için Anayasal değişikliğe gitti. “Kurultay” seçilmiş Parlamentonun üstünde olacaktı. Kurultay Başkanı Cumhurbaşkanına vekâlet edecekti. Kurultayın başına ise oğlu gelecekti. Öte yandan yolsuzluk ve rüşvet had safhaya ulaşmıştı. Ekonomi dibe vurmuştu. Elektrik ve gaza yapılan zamlar halkı canından bezdirmişti. 150 $ maaş alan bir aile reisi gaza ve elektriğe ayda ortalama 75 $ ödemek zorunda kalıyordu.. Halk, Akayev dönemini mumla arıyordu. Benim Kırgızistan’dan döndüğüm günlerde Savunma Bakanı gidişatı eleştirdiği için önce Bakanlıktan alınmıştı. Ardından oğluna geçmişte bir lojman tahsis ettiği için mahkemeye verilmiş ve 8 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.. Bizim gibi Kırgızistan’ı yakından takip edenler, baharla birlikte muhalefetin sokaklara döküleceğini biliyordu. Nitekim beklediğimiz gibi de oldu. Bakiyev’i deviren ekip, Akayev’i deviren ekiple aynıdır. Kullandıkları argümanlarda aynı argümanlardır. İhtilalın başında ki ekipten bir tek Roza Otunbayeva Rusya’ya yakındır. Bu özelliği dolayısı ile ön plana geçirilmiştir. İhtilalın asıl kudretli isimleri, Başbakan yardımcılıkları görevini üstlenen Ata Meken parti lideri Tekabayev ve Sosyal Demokrat Parti Kurucu Başbakan’ı Atambayev’dir. ABD ihtlilali tanımadığı için bu ekip, mecburen Rusya’ya yaklaşacaktır. Rusya’da bu ekibe destek vermek için ABD’nin Manas askeri üssünü kapatmasını isteyecektir. Türkiye, en güçlü olabileceği bu dönemde bile, yine devre dışı kalmaya büyük özen göstermektedir. Ülkedeki en büyük tehlike Kuzey-Güney çatışmasıdır. Bakiyev Güneyli, ihtilalciler Kuzeylidir. Bakiyev şu anda ülkenin Güneyinde Oş ve Calalabat’da kendi yönetimini kurmaya çalışmaktadır. Kırgizistan’ın güçlü bir ordusu yoktur. Dolayısı ile ihtilalcılar Bakiyev’in Güneydeki gücünü kırmak için Rusya’dan yardım istemek zorunda kalacaklardır. Böylece hiç alakaları yokken Rusya Kırgızistan’da ipleri ele geçirecek, bize de uzaktan izlemek düşecektir.
Sayı 47 - Mart-Nisan 2010
Bulgaristan’a, Avrupa fonlarından 5 milyar Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Avrupa Komisyonu’nun iki Avrupa programınca bloke edilen fonların serbest bırakılmasından sonra 3,3 Milyar Avro alacağını söyledi. Böylece “Ulaştırma” operasyonel programınca ülkemiz 2 milyar Avro, “Rekabet gücü” programınca ise 1,2 milyar Avro alacak. Bu paralar ülkemizde küçük ve orta ölçekli şirketler için oldukça önemlidir. Brüksel, bundan bir önce “Bölgesel kalkınma” ve “Tekniksel yardım” gibi başka iki program üzerinde finansmana izin verdi. Söz konusu paraların esas kullanıcısı belediyelerdir. Belediyelere 1,7 milyar Avro değerinde finansmana ulaşım sağlanacaktır. Avrupa Komisyonu programlarca çalışılan projeler üzerindeki yönetimi ve ödeme şekillerini onayladı. Maliye Bakanı Simeon Dyankov, Brüksel tarafından Avrupa fonlarının serbest bırakılmasını yorumlarken, şöyle dedi: “Toplam yedi programdan dördüne olumlu not verilmesi bize daha fazla para ile çalışma imkanı sağlamaktadır. Daha iyi projelere ihtiyaç var. Böylece Bulgaristan’ın AK’de itibarı artmaktadır. Benim için bu çok önemli çünkü yeni para imkanları da, sıcak paradan oluşan mali kaynakların ekonomiye girmesi çok önemlidir. Bulgaristan son altı yedi ay içerisinde AB en disiplinli mali politikayla sahip ülke olarak ün kazandı. Şimdi operasyonel programların prosedürlerine ait de AB’nde itibar kazanmak yolundayız.” Ulaştırma Bakanı Aleksandır Tsvetkov ise durumu yorumlarken: “Ulaştırma’ operasyonel programı için aldığımız olumlu not, kaynakların yönetimi ve kontrolüne ilişkin güvenilir sistemin oluşturduğumuza ait net bir işarettir” dedi ve şöyle devam etti: “Programın mali çerçevesi 2 milyar Avro’dan oluşur. Bu program ile ülkemizde en büyük ve önemli altyapı projeleri finanse edilecektir. Örneğin otobanlar, demiryollarının modernizasyonu, Tuna nehri üzerinde gemiciliğin kolaylaştırılması, başkentte metro gibi önemli projeler söz konusudur. Maalesef geçen sene Ağustos ayına kadar bu program ile ilgili proje hazırlığı yoktu, ve kaynakların kullanımı yüze 1.5 kalmıştı. Artık son aşamada olan çok sayıda projemiz var. Brüksel tarafından dört programın denetim sistemlerinin olumlu not alması Bulgaristan’a yaklaşık 5 milyar Avro değerinde kaynaklara ulaşımını sağlamaktadır. Şubat ayının ortalarına kadar ‘Çevre’, ‘İdari kapasite’ ve ‘İnsan kaynakları’ programına ait değerlendirmeler bekleniyor.”
€
Bulgaristan’da asgari ücret 282 TL Bulgaristan’da komşuları Yunanistan ve Türkiye ile kıyasla asgari ücreti en düşük miktarda uygulanıyor. 282 TL karşılığı asgari ücret alan Bulgar vatandaşlarının emekli ücretleri de düşük. Emeklilik yaşı kadınlarda 60, erkeklerde 63 olarak uygulanıyor. Bazı gıda maddelerinin fiyatları ise şöyle: 1 kg. ekmek 1 TL, 1 yumurta 0,25-0,28 TL, makarna (kilo) 0,85-2 TL, sıvı yağ (litre) 1,7-2 TL, tuz 0,40 TL, şeker (kilo) 1,5-2,5 TL, kuru fasulye (Kilo), 2,5-5 TL, patates 1 TL, kırmızı biber (kilo) 3 TL, salatalık (kilo) 3 TL, muz (kilo) 1,5 TL, portakal ve mandalina (kilo) 1,2 TL, un (kilo) 1,4 TL, pirinç 2,5 TL, dana (kıyma, bonfile, parça ve benzeri) 9-12 TL, piliç 3,5-5 TL’den satılıyor.
Bosna Hersek Konsolosluğu açılıyor
İsveç’teki Türkler e-konsolosloğu sevdi
Konsolosluk binası olarak kullanılacak olan binanın projeleri hazırlandı, kısa sürede çalışmaları tamamlanarak bina konsolosluk olarak hizmet vermeye başlayacak. Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, “Kamberler Parkı açıldığında hem bölgeye hem de şehre büyük değer kazandırmıştı. Şimdi bu park içinde hizmete girecek olan Bosna Hersek Konsolosluğu binası bölgenin değerini daha da artıracak. Bursa’ya Bulgaristan Konsolosluğu binasının ardından Bosna Hersek Konsolosluğu binasını yaparak, kente ikinci konsolosluğu kazandırıyor olmanın mutluluğunu yaşıyoruz” dedi. Dündar, iki ülke ilişkilerine olumlu katkılar sağlayacak olan Bosna Hersek Bursa Konsolosluğu’nun Bursa’nın dış ilişkiler nezdinde de önemini artıracağını ifade etti. Bosna Hersek Konsolosluğu, Bosna Hersek’in Türkiye’den vize istememesi sebebiyle ticari ve kültürel boyutta hizmet verecek. Bina kısa sürede konsolosluk olarak düzenlenip hizmete girecek.
İsveç’te yaşayan Türklerin internet üzerinden hizmet veren konsolosluk hizmetlerini en fazla kullananlar sıralamasında ikinci sırada yer aldıkları açıklandı. Stockholm’deki görevine yeni başlayan Büyükelçi Zergün Korutürk İsveç’te görev yapan Türk basın mensuplarıyla öğle yemeğinde bir araya geldi. Toplantıya I. Müsteşar Cemal Erbay ve II. Müsteşar Cengiz K. Fırat da eşlik etti. Büyükelçi Korutürk yemek sırasında basın mensuplarına gerçekleştirilecek faaliyetler hakkında açıklama yaparken İsveç-Türkiye ilişkileri ile Avrupa Birliği konularında bilgi verdi. Toplantıda söz alan II. Müsteşar Cengiz. K Fırat bir süreden beri faaliyette bulunan e-konsolosluk hizmetlerinden İsveç’te yaşayan Türklerin çok fazla yararlandıklarını kaydetti. Bu konuda Almanya’da yaşayan Türkleri bile geride bıraktıklarını açıklayan Fırat “İnternet üzerinden konsolosluk hizmetlerinden faydalanma bakımından İsveçli Türkler New York’ta yaşayan Türklerden sonra 5 bin başvuru ile ikinci sırada geliyor’’ dedi. Büyükelçi Zergün Korutürk de Konsolos Bülent Baran’ın hafta sonları Türk federasyonları ile yapacağı görüşmeler ile İsveç’te yaşayan vatandaşları konsolosluk hizmetleri konusunda bilgilendireceğini kaydetti. Büyükelçi Korutürk ayrıca 2010 yılı içerisinde İsveç’te Türkiye’yi tanıtacak çeşitli sanatsal ve kültürel faaliyetlerin de gerçekleştirileceğini kaydetti.
SALUT 2009 KIRCAALI MUHASEBE İŞLEMLERİ - EMEKLILIK İŞLEMLERİ /kuruma teslim/ - VATANDASLIK ve D VIZA İŞLEMLERİ EKSPRES TERCUME ve LEGALIZE Tel: +359361 / 5 45 97 GSM : +359 878 81 61 73 +359 878 18 61 73 e-mail: salut2009@abv.bg, Skype: salut 2009 Adres: Kircaali “Orfey” sinema, kat. 1 ofis No: 15
Altınsay Kuyumculuk Pırlanta siparişi alınır
Hüseyin Ata Eski Edirne Asfaltı No: 284 500 Evler / İstanbul Tel: 0212 617 64 29 e-posta: altinsaykuyumculuk@windowslive.com
5
Tarih Aynası İsa Cebeci Türkler Bulgarların Düşmanları mıdır? - III Çok uzaklara gitmeyelim, sadece 1950-1951, 19681978 ve 1989 sonrasında yapılan göçlerde göçmenlerin bıraktıkları taşınmazların bedeli Bulgaristan’ın bütçesini geçer. 1877’den bu yana yapılan göçleri, Balkan savaşlarındaki Türk katliamlarını konuşmuyorum İyi komşuluk adına Türk devleti susuyor babam susuyor, cesaret bulan Türk düşmanları da pisliklerini kusuyor… Siyasetle uğraşmaması gerekenler de düşmanca tavırlar sergilemekten geri kalmıyorlar. İşte Bulgar Ortodoks Kilisesinin Patriği Maksim sözde Ermeni Soykırımı’nın 90. yıldönümü için Ermenistan Kilisesinin patriği Karekin’e Aralık 2007 başında gönderdiği mektupta 5 asırlık Osmanlı esareti sırasında Bulgar ahalisi ve kilisesinin işkencelere ve takibatlara uğradığını, Ermenilerle aynı kaderi ve acıyı paylaştıklarını hatırlatmaktadır. Bu örnekten de “Osmanlı Esareti” anısının bu cüce halkların içinde kazık gibi durduğu anlaşılmaktadır. Birçok “bilimsel” yayınlarda bile reaya denen alt sınıfın gayrimüslimlerden oluştuğu iddia edilir, bu sınıfın içinde Türklerin de bulunduğu unutulur. Oysa Osmanlıda da asıl ezilenler Türkler olmuşlardır. Onlar genellikle çiftçilik ve hayvancılıkla kırsal bölgelerde Allah’ın ecrini çekerken, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Bulgarlar askerlikten muaf tutulurlar, bol bol kazançlar elde ederlerdi. Bankacılık, sarraflık, zanaatçılık ve ticaret gibi paralı ve kazançlı işler azınlıkların elinde bulunurken, Türkler savaşlarda bol bol şehit olmaktaydı. Genç yaşta ölen en büyük Bulgar sosyologu İvan Haciyski “Duşevnost na Bulgarskiya Narod” kitabında 1876 Nisan Ayaklanması’nın vuku bulduğu yerlerde ankete tabi tuttuğu Osmanlıda yaşamış Bulgarların hiç birinin Osmanlı iktidarından şikâyet etmediğini, bilâkis memnuniyetlerini belirttiklerini yazar: “Bizzat gezdiğim yerlerdeki vergiler ayaklanmadan önce bilhassa bugünkülere göre kesinlikle dayanılmaz değillerdi. Hiçbir yerde dayanılmaz vergilerden şikâyet duymadım. Bazı yerlerde tahsildarların (çoğunluğu Bulgarlardır) bir kısmı suistimal yapıyorlarmış fakat bunlar ancak gidilmesi, zor olan sapa yerlerde mümkünmüş, ayaklanmanın patlak verdiği yerlerde olanaksızmış…” ( İvan Haciyski, Optimistiçna teoriya za naşiya narod, 1974 Sofya, s.304) Osmanlı toplumunun ve ordusunun yüksek katmanlarında yine gayri Türkler hakimdir. Bulgarlar, devşirme olayına “kan vergisi” adını vererek Osmanlının ne kadar büyük barbarlar olduklarını belirtmeye çalışırlar. Oysa 4-5 yılda bir devşirilen bu zeki çocuklar devletin en önemli mevkilerinde görev alarak ikbal ve bolluk içinde yaşamışlardır. İlk yıllarda yadırganan bu olay daha sonra Hristiyan ahali tarafından istenen bir olay haline gelmiştir. Her halükârda Hristiyanlar, bu İslâm ülkesinin içinde maddi yönden Müslümanlara göre her vakit daha zengin olmuşlardır, büyük devletin büyük pazar fırsatlarından serbestçe yararlanmışlardır. Daha Bulgaristan’da iken Bulgar meslektaşlarım, Osmanlı esaretinin Bulgarlar halkının gelişmesini engelleyip onu geride bıraktığını, aksi takdirde Bulgaristan’ın Belçika veya Hollanda gibi devletlerin seviyesinde olacağını iddia ediyorlardı. Durumumuzun nazik oluşu ve fikir özgürlüğünün olmaması yüzünden gereken cevabı veremiyorduk kendilerine. Oysa bu batılı devletler küçük olmalarına rağmen sömürge sahibiydi ve Afrika ülkelerinden beslenmişlerdi. Bulgaristan’ı bırakalım, Koskoca Rus İmparatorluğu bile söz konusu batı ülkelerinden daha gerideydi. Bugün dahi geriliğini bertaraf edememiştir. Batılı ülkelerin refahının sömürge sahibi olduklarından kaynaklandığını bilmezler. Oysa Osmanlı devletine Bulgaristan’ı sömüren ülkeden çok Bulgarları koruyan ülke gözüyle bakmak daha doğru olacaktır. Biliyorum, Bulgarlar buna hemen itiraz edeceklerdir, ancak gerçekçi düşünüldüğünde Osmanlıların beş asır boyunca Bulgarları koruyarak 19. asır sonlarına kadar taşıdıkları ortaya çıkar. Nasıl mı? Anlatayım: Bulgarlarla Türklerin dinleri ve dilleri birbirilerinden çok farklıdır. Oysa asimilâsyon olayı genelde akraba dilli ve aynı dinli topluluklar arasında daha hızlı ve kolay gerçekleşir. İşte bunun örnekleri: Bir Boşnak veya Pomak daha kolay Türkleşebilir, çünkü Türklerle aynı dini paylaşırlar. Onlar Müslüman oldukları için Türklerden çekinmezler. Bu durum Gagavuzlar için de geçerlidir. Onların Türklere yakınlık duyması ise dil akrabalığından dolayıdır. Ancak durum Bulgarlar, Yunanlar veya Rumenler için çok farklıdır. Kaldı ki Osmanlı farklı dinlere karşı çok toleranslı olmuş, azınlıkların ne okullarına, ne de ibadethanelerine müdahale etmiştir. Osmanlılar, Batı sömürgecilerinin metotlarını kullansalardı, bugün Bulgar diye bir millet olmazdı, çünkü 500 yıl onları bir etnik grup olarak silmeye yetip artardı. O halde Osmanlı Bulgarların düşmanı değil hamisi olmuş, başka halkların istilâsından ve tahakkümünden korumuştur. Peki, Bulgarlar Osmanlı yerine 5 yüzyıl boyunca Rum (Yunan) esareti altında kalsalardı, ne olurdu? Dinleri aynı ve kültürleri yakın olduğundan çoktan asimile olup silinirlerdi. Ya Sırpların veya Romenlerin esaretinde kalsalardı ne olurdu? Sonuç yine aynı olurdu ve asimilâsyon çok daha kısa zamanda gerçekleşirdi, zira dinleri aynı ve dilleri de akrabadır. Bulgarların Otets Paisiy adlı atasını Bulgaristan’da yetişenler hatırlarlar. “Slavyan Bulgar Tarihi” kitabındaki sözlerini de ben hatırlatayım: “Neden ötürü kendine Bulgar demekten utanıyorsun? Neden ötürü Yunanlaşıyorsun?” Devamı var
6
47 - Mart-Nisan Sayı 2010
Kültür Nafiye Yılmaz Sarı Saltuk Sarı Saltuk bizim alp erenler dediğimiz, yiğit dervişlerdendir. Türk halkına sadece mistik inanışlarını aşılamak ve olgunlaştırmakla kalkmayıp savaşçı arkadaşları ile düşman topraklarına akınlar yapıp çarpışmış kimselere Alp erenler diyoruz. Osmanlı’lığın kıl çadırda çıkıp cihangir bir devlet haline gelmesinde fütuhat ricali denilen Horasan erlerinin ve Bektaşi dervişlerinin rolü çok büyüktür. Fetihler yapılmadan senelerce önce Dervişler o ülkelere gider halka sevgiyi hoşgörüyü götürürdü. Kralların keyfi idareleri çok zaman aşırı baskıcı tutumları karşısında çaresiz kalan insanlara Dervişler umut ışığı ve kurtuluş yolu olurdu. Bu nedenle Avrupada’ki pek çok kale içten feth edilmiştir. İstanbul’un Fatih tarafından fethi eğer Bizansın ortodoks halka aşırı baskısı ve onları yok etmeye yönelik çabaları olmasaydı, İstanbul’un fethi daha çok uzun zaman alırdı. Fetih’ten sonra ise Bizans’ta yaşayan her milletten ve mezhebden insanlara büyük özgürlük getirmişti. Osmanlının kuruluşundan Arap tesirlerinin başladığı Yavuz Sultan Selim zamanına kadar ki dönemde Özellikle Bektaşi dervişlerinin insanlara hizmetleri ve kerametleri Osmanlı’nın yücelmesini sağladı. Evliya çelebi Ahmed Yesevi’nin Rum diyarındaki Türklerle ilgisini kesmediğini, onlara aralıksız aydınlatıcılar, yardımcılar gönderdiğini yazmıştır. Bektaşi inanışlarına göre Sarı Saltık bir çoban olup Hz. pir’in buyruğu ile yanına iki er alarak seccadesini su üzerinde yürütüp görevini yapmaya gitmiştir. Bir dönem Rum’a yani Anadolu’ya dönmüşse de tekrar Dobriçe’ye gelip orada Hakka yürümüş vasiyeti üzerine cenazesi yedi tabuta konmuş çeşitli milletlerden kendisine bağlı olanlar birer tanesini alıp götürmüşlerdir. Bu yüzden yedi yerde makamı vardır. Anadolu da pek çok veli’nin halkın kendilerine olan sevgisi nedeni ile aynı şahsa ait makamlar muhtelif şehirler de mevcuddur. Bu makamların çokluğu onların halkın gönlünde nasıl ölümsüzleştiğinin bir göstergesidir. Horasandan geldiğinde Anadolu’daki beyler arasında Osman Gazi’yi gözü tutmuş , ona gayret kemeri kuşatmış (bir söylentiye göre Osman bey’i Edirne’ye davet etmiş kemeri orada kuşatmış) kendi kullandığı beyaz bayrağını da ona hediye göndermiştir. Nezihe Araz Anadolu Evliyaları adındaki eserinde Sarı Saltuk’un 93 yıllık hayatı boyunca rahat yüzü görmeden dinlenmeden bir Türk İslam cennet vatanı kurulması uğruna İran Hindistan Kafkasya, Türkistan Çin Kırım Kıpçak Endülüs Güney Doğu Avrupa dolaylarında dolaşıp emekler verdiğini yazıyor. Söylentiye göre Edirne’nin alınışında da payı vardır ve hayatının son 40 yılında sık sık oraya gitmiştir. Dobriçe de bir ejderha öldürüp kral kızını kurtarması, Lehistan da bir papazı öldürmesi bir çoklarının İslamiyeti kabul etmesini sağlamıştır.Horasan erlerinin Alp erenlerin başarılarının sırları burada odaklanmıştır. Çünkü hem toprak fethediyorlar, hemde oradaki insanların gönüllerini kazanmak için beraberce yaşıyorlar. İstanbulun Fethi savaşlarında Fatih’in düşüne girip 1”Ben Sarı Saltuk’um Al İstanbul’un anahtarlarını Fakat bu anahtarları Edirne’de sakla Sultan’ım “ dediği bir menkıbede yazılıdır. Bu da güzel bir görüştür. İstanbul, Edirne’siz kapısı açık bir şehir demektir. II Beyazıd’ın Sarı Saltık adına yatır, imaret ve dergah, han, kervansaray yapmasının şöyle güzel bir öyküsü vardır. Beyazıd ı Veli Akkerman ve Kili Kalelerini almaya yürümesi üzerine Köstence’nin biraz kuzeyinde Baba dağında otağını kurar. O yörede yaşayan halk Sarı Saltuk’un kaybolan mezarının bir gün gelecek bir veli hükümdar bulacak söylentisine inanırlarmış. Beyazıd ı Veli’ye bunu hatırlatırlar. O da Hocası Kara Şemseddin ile beraber istihareye yatarlar. Gördükleri düşü ayrı ayrı yazıp zarfa kor yapıştırır, İstanbul Şeyh-ül İslama gönderirler gördükleri düş ayni olduğu ortaya çıkar. Sarı Saltuk Sultan’ın mezarı böylece bulunur. Üzerine yatır ve başka yapılar yapılır. Yatırın o zaman ki halini Evliya Çelebi Seyahatnamesine uzun uzun anlatır. Velayetnameye göre Sarı Saltuk ile Hz. Pir’in karşılaması şöyledir. Devamı var
Berat Karadağ Gayrimenkul
Berat Karadağ Broker/Owner
Moda Cd. Moda Bostancı Sk. No: 42/2 Kadıköy/İstanbul Tel: (0216) 418 38 08 Pbx Fax: (0216) 418 32 22
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Dünya şampiyonu milli güreşçi Zekeriya Güçlü Dünya şampiyonu milli güreşçi Zekeriya Güçlü, tedavi gördüğü İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde hayatını kaybetti. 2009 yılının Kasım ayında, safra kesesindeki taşın pankreas kanalına düşerek tıkanmaya yol açması nedeniyle aniden fenalaşan ve İstanbul-Avcılarda bir özel hastaneye kaldırılan Zekeriya Güçlü, yaklaşık 1 ay süreyle burada tedavi gördükten sonra, Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne nakledilmişti. Burada safra kesesine yapılan ameliyata ramen hayata genç yaşta gözlerini yumdu. Bütün spor camiamıza başsalığı dileriz. Zekeriya GÜÇLÜ kimdir? 1971’de Bulgaristan’ın Razgrad (Hezargrad) ilinin, Samuil (Aşıklar/Işıklar) ilçesinin Krivitsa (Topal) köyünde dünyaya geldi. 1983’de güreşe başladı. 1989 yılında “Büyük Göç”te Türkiye’ye göç etti. İstanbul Gemi Sanayi Spor Kulübünde güreş yaptı. Antrenörleri İsmail Nizamoğlu. 1990’da İstanbul - Türkiye’de Gençler Serbest stil 115 Kiloda Dünya 1. 1990’da Sakarya - Türkiye’de Ümitler Serbest stil +100 Kiloda Balkan 1.
Ana dilimize sahip çıkıyoruz
1991’de Prievidze - Çekoslovakya’da Ümitler Serbest stil 130 Kiloda Dünya 2. 1992’de Szekesfehervar - Macaristan’da Ümitler Serbest stil 130 Kiloda Avrupa 1. 1994’de Edmonton - Kanada’da Erkekler Serbest stil 130 Kiloda Dünya Kupası 2. 1995’de Roma - İtalya’da Erkekler Serbest stil 130 Kiloda Dünya Askeriye 1. 1996’da Tahran - İran’da Erkekler Serbest stil 130 Kiloda Dünya Üniversiteler 3. 1997’de Bari - İtalya’da Erkekler Serbest stil 125 Kiloda Akdeniz Oyunları 1. 1997’de Krosnoyarsk - Rusya’da Erkekler Serbest stil 130 Kiloda Dünya 1. 1998’de Ankara - Türkiye’de Erkekler Serbest stil 130 Kiloda Dünya Üniversiteler 2. 2000’de Tokyo - Japonya’da Erkekler Serbest stil 130 Kiloda Dünya Üniversiteler 1. 2001’de Tunus - Tunus’ta Erkekler Serbest stil 130 Kiloda Akdeniz Oyunları 1. 2002’de Bakü - Azerbaycan’da Erkekler Serbest stil 130 Kiloda Avrupa 3.
den geçirdiklerini aktaran Bakan, siyasal alanda çok iyi devam eden ilişkilerin önümüzdeki dönemde de artarak devam etmesini istediklerini vurguladı. Tunca, Arda ve Meriç nehirleri başta olmak üzere ekonomik alanda çok büyük işbirliği potansiyelinin varlığına işaret eden Davutoğlu, enerji konusunda ortak projeler geliştirebileceklerini ifade etti. Ahmet Davutoğlu, sadece Nabucco’da değil birçok projede Bulgaristan’la ortak çalışmaya hazır olduklarını vurguladı. Davutoğlu, iki ülkenin ortak kültürel mirasını UNESCO çatısı altında birlikte değerlendirebileceğini söyledi. Bakan Ahmet Davutoğlu, Türkiye’den göç eden Bulgarların mülkleri ile ilgili bir soruya verdiği cevapta, geçmişteki göçlerin her iki yönde yaşandığını ve tek taraflı değil karşılıklı olarak ele alınması gerektiğini kaydetti. Davutoğlu, Türkiye olarak bu konuya komşuluk ilişkileri açısından yaklaştıklarını vurguladı. Nabucco projesinin onaylanmasında TBMM’nin Bulgaristan parlamentosundan daha ağır davrandığı yönündeki bir soruya da cevap veren Davutoğlu, bunun Meclisin çalışma programı ile ilgili olduğunu, buradan projenin Türkiye için önemsiz olduğunun anlaşılmaması gerektiğini dile getirdi. Davutoğlu, Ergenekon davasıyla ilgili bir soruya ise bunun her ülkede yaşanabilecek hukuki bir süreç olduğunu söyleyerek cevap verdi.
Dünyayı Rusya Ve ABD Silahlandırıyor Nükleer silahsızlanma anlaşmaları için müzakereleri sürdüren Rusya ve ABD’nin dünyanın yarısından fazlasını silahlandırdıkları ortaya çıktı. Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI)’nin yayınladığı son çalışmaya göre Rusya ve ABD 20052009 yıllarında dünyanın yüzde 53’ünü silahlandırdı. ABD toplam dünya konvansiyonel silah satışlarının yüzde 30’unu gerçekleştirirken, Rusya da yüzde 23’le ikinci sırada yer aldı. Raporda yer alan bir bilgi de hayli ilginç. 2000-2004 dönemine göre silah satışları son beş yılda yüzde 22 arttı. ABD 28’i NATO ülkesi olmak üzere 100’den fazla ülkeye silha satıyor. Washington’ın satışlarının yarıdan fazası savaş uçağı, helikopterleri ve bağımlı donanımlardan oluşuyor. Rusya ise en çok Çin ve Hindistan’a silah satışı gerçekleştirdi. Pekin ve Yeni Delhi dünyada en
Harun Bekir Kırcaali Eğitim Müdürlüğü - Türkçe Müfettişi
Davutoğlu Bulgaristan’da
Bakan Davutoğlu, Bulgaristanda yaptığı ikili görüş menin ardından düzenlenen basın toplantısında “Türkiye ile Bulgaristan arasında çözülemeyecek sorun yoktur” dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, iki günlük resmi ziyaret için geldiği Bulgaristan’da temaslarına başladı. Ziyaretinin ilk gününde mevkidaşı Nikolay Mladenov ile bir araya gelen Bakan Davutoğlu, görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında konuştu. Türkiye ile Bulgaristan arasında birçok ülkeye örnek teşkil edebilecek ilişkiler bulunduğunu kaydeden Bakan Davutoğlu, ‘komşuluk’ kelimesinin de ilişkilerin gücünü gösterdiğini aktardı. Bakan Davutoğlu, iki ülke arasında çözülemeyecek sorun olmadığını dile getirdi. İkili ilişkileri kapsamlı olarak göz-
Bulgaristan’da Kültür
çok silah alımı yapan iki ülke konumunda. Rusya’nın silah sattığı ülkeler arasında Cezayir ve Malazye üçüncü ve dördüncü sırayı paylaşırken, İran, Suriye, Libya, Venezüella ve diğer Latin Amerika ülkeleri yer alıyor. AlmanyaEnÇokTürkiye’ye Silah Satıyor Dünyanın üçüncü en çok silah satışı yapan ülkesi ise Almanya. Almanya’nın pazardaki payı yüzde 11. Almanya yüzde 14’le en çok Türkiye’ye silah satışı gerçekleştiriyor. Bu ülke silah satışının yüzde 13’ünü Yunanistan’a ve yüzde 12’sini de Güney Afrika’ya yapıyor. Fransa yüzde 8’le dördüncü en çok silah satışı yapan ülke olurken, İngiltere yüzde 4’le beşinci sırada. 2005-2009 döneminde dünyada en çok silah alımı yapan beş ülke ise, Çin, Hindistan, Güney Kore, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yunanistan.
2000 yılından itibaren 21 Şubat “Uluslararası Ana Dili Günü” olarak kutlanmaktadır. UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tarafından çokdilliliği ve kültürlülüğü desteklemek ve dilleri korumak ve gelişmelerine katkı sağlamak amacıyla ilan edilen bu gün, dünyanın değişik ülkelerinde kutlanmaktadır. Özellikle ana dilinin önemini vurgulamak ve ana dilinin geliştirilmesine ve korunmasına dikkatlerin çekildiği bu günde ülkemiz Bulgaristan’da yaşayan Türklerin bu günün anlamını ve önemini hem kendi insanlarımıza ve gençlerimize, hem de içinde yaşadığımız topluma hatırlatmamız gerekmektedir. Bir Avrupa Birliği ülkesi olan Bulgaristan’da Türkçe’nin konuşulan ikinci büyük ana dili olduğu gerçeğini dikkate alarak hareket etmemiz doğru bir yaklaşım olacaktır. Eğer bizler dilimize sahip çıkmazsak zamanla kısırlaşan bir dili gelecek nesillere aktaracağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Dil üretilen ürünlerle yani edebiyatla, romanla, şiirle gelişir yeni ufuklara ulaşır ve canlılığını korur. Dilin gelişen şartlara yeni durumlara ayak uydurabilmesi için onu kullanan insanların dili beslemeleri onu geliştirmeleri ve ona sahip çıkmaları gerekmektedir. Özellikle Bulgaristan’da yaşayan Türkler “Uluslararası Ana dili Günü’nde” değişik etkinlik ve faaliyetlerle bu günün önemini herkese anlatmalıdır. Burada hatırlanması gereken önemli bir nokta Bulgaristan’da yaşayan Türk gençlerinin en büyük avantajlarından bir tanesinin de çok dilli yetişme potansiyeline sahip olmalarıdır. Eğer bu potansiyel iyi kullanılabilirse büyük ilerlemeler elde edilebilir. Bunun için de ana dilimize sahip çıkmalıyız. Ana dilin öğretilmesinde ailenin rolü çok büyüktür. Bu nedenle anne babalar çocuklarının ana dilini doğru öğrenmelerini ve kullanmalarını teşvik etmeliler ve bilhassa çocuklarımızın kitap okuma alışkanlığı kazanmaları için çaba sarf etmelidirler. Ana dilini iyi bilen bir kişi diğer dilleri de çok daha kolay ve iyi öğrenir. Hem içinde yaşadığımız toplumun, ülkenin dilini öğrenmek hem de kendi ana dilimizi, Türkçemizi iyi bilmek zorundayız. Çünkü çok dillilik bir zenginliktir. Dil insanın duygu ve düşünceleri başka insanlara aktarmak için kullandığı sihirli ve mucizevi araçtır. Bu aracın değerini bilmek o aracı kullanan insanlar için çok önemlidir. Değerini bilmek demek, o dili kullanmak ve onu canlı tutmak için çalışmaktır. Bu nedenle son dönemlerde anadili konularının yoğun bir şekilde tartışıldığı bir ortamda bulunmaktayız. Uluslararası anlamda kutlanan bu günü mutlaka dikkate almalıyız ve içtenlikle bu günü kutlamalıyız. Dünyada konuşulan her dil değerlidir. Ama her millet için en değerli dil kendi ana dilidir. Bu bağlamda çok eski bir tarihe sahip Türkçenin (değişik lehçeleriyle birlikte) Rusya Federasyonu’nun Pasifik kıyılarından başlayıp, Orta Asya, Kafkasya, K.Kıbrıs, Anadolu ve Trakya’yı aşıp Orta ve Batı Avrupa’daki Türklerle birlikte az sayıdaki Kuzey Amerika’ya göç etmiş Türkler tarafından da ana dili olarak kullanıldığını ve dünyanın en çok konuşulan 5. dili olduğunu ve milyonlarca insan tarafından konuşulduğunu hatırlamak dil bilincimizin artmasına fayda sağlayacaktır. Bu durum dikkate alındığında ise geniş bir coğrafyaya yayılmış ve köklü geçmişi olan bu dilin aynı zamanda bir çok ülkede de yabancı dil olarak da öğretilmesi beklenmektedir. Bu nedenle bu önemli günü kutlarken hem ana dilimizi gelecek nesillere düzgün ve doğru bir biçimde aktarmanın, hem de onun bir yabancı dil olarak diğer toplumlar tarafından da öğrenilmesi için çaba sarf etmenin ne kadar önemli bir çalışma olduğunun altının çizilmesinde fayda vardır. Bir dahaki yılda “Uluslararası Ana Dili Günü’nü” farklı etkinlik ve faaliyetlerle gündeme getirmek dileği ile bu yılki “Uluslararası Ana Dili Günü’nüzü” kutlarım.
Özel Balkan Rumeli Kalp Hastalıkları Merkezi Hasta muayenesi stent, efor testi, EKG
Dr. Servet Çevik Millet Cad. Adasaray Apt. No: 53/1-3 Fındıkzade / İstanbul Tel: 0212 585 32 31 (Pbx) 585 62 03 Fax: 0212 530 64 08
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Sayı 47 - Mart-Nisan 2010
ABD, Rusya’da operasyona mı hazırlanıyor? ABD’nin Rusça ve Çeçence öğrenen askerlere yönelik aylık 500 dolar ek ödenek yapma kararı Moskova’da tartışmalara neden oldu. ABD Savunma Bakanlığı, projeyi görev yapılan bölgelerde halkın kültürünü ve dilini daha iyi anlamaya yönelik bir çalışma olarak nitelese de Kremlin’de çoktan senaryolar üretilmeye başladı. Pravda gazetesine açıklamada bulunan Rusya NATO Büyükelçisi Dmitri Rogozin, dil öğrenme ile ilgili teşviklerin Washington’un aktif olmayı planladığı bölgelerle ilgili olduğunu iddia etti. Rogozin, “ABD’nin öncelikli tavsiyeleri arasında Rusça ve Çeçencenin yanı sıra, Ermeni, Azeri ve Gürcü dilleri de bulunuyor. Bunun anlamı şu: ABD Kafkaslara önümüzdeki dönemde özel bir önem verecek. Rusya ile ABD öncülüğündeki NATO ittifakı arasında herhangi bir çatışma olabileceğini düşünmüyorum. Bu NATO’nun bizi çok sevdiğinden değil, nükleer gücümüzden kaynaklanıyor.” dedi. Rogozin Rusya’nın üçüncü ülkelerle herhangi bir savaşa itilme tehlikesinin bulunduğuna da dikkat çekerek, “Ağustos 2008’de olduğu gibi planlar yapılabilir. Birileri (Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail) Saakaşvili’yi Güney Osetya’ya yeniden saldırmaya teşvik edebilir.” uyarısında bulundu. Moskova Jeopolitik Akademisi Başkan Yardımcısı Konstantin Sivkov ise önemli iddialarda bulundu. Yugos-
lavya ve Irak operasyonlarından çok önce Amerikan askerlerinin Sırpça ve Arapça öğrenmeye bağladıklarını hatırlatan Sivkov, “ABD’nin hazırlığı yarın olacak bir saldırı için değil. Ancak bu yolda bir çalışma olduğu görülüyor. Öncelikle Baltık ülkelerinde Amerikan askeri varlığının geliştirilmesi isteniyor. Gerçekleştirilen ve planlanan askeri tatbikatlar bunun göstergesi. İkinci olarak Polonya, Romonya ve Bulgaristan’da füze kalkanı çalışmaları için hazırlık yapılıyor. Rusçanın öğrenilmesi Kafkas’larda ABD’nin yeniden müdahalesinin büyük bir olasılık olduğunu gösteriyor. ABD, Rusya’nın Kafkaslarda ulusal çıkarlarını korumaya çalışmasından rahatsız. ABD’nin Kafkas’larda sorunlu olan bölgeye askerlerini getirmesi ihtimal dışı değil.” şeklinde konuştu. Siyaset ve Ordu Enstitüsü Direktör yardımcısı Aleksander Hramçihin de yaptığı açıklamada Amerika’nın Rusya’ya yönelik herhangi bir saldırı gerçekleştirmesinin mümkün olmadığını söyledi. Hramçihin, “Amerikan askerleri geleneksel olarak yabancı dil öğrenir. Yabancı dil eğitiminin zayıflığından rahatsızdırlar. Dünyanın her yerinde İngilizce konuşulması yabancı dil eğitimini zayıflatmakta. Kriz olan bölgelerdeki dillerin öğrenilmeye çalışılmasını da normal karşılamak gerekir” ifadelerini kullandı. Hramçihin’e göre Avrupalı müttefikler Rusya’ya yönelik doğrudan bir müdahaleye asla izin vermez.
1500 Yıllık Ay-Yıldızlı Türk Parası Türklere ait ilk parayı Göktürkler bastırmış. Kazılarda ortaya çıkan ay-yıldızlı Göktürk paralarının bulunuşu “Orhun yazıtları kadar değerli” diye yorumlandı. 1500 Yıllık Ay-Yıldızlı Türk Parası Türklere ait ilk parayı Göktürkler bastırmış. Kazılarda ortaya çıkan ay-yıldızlı Göktürk paralarının bulunuşu “Orhun yazıtları kadar değerli” diye yorumlandı. Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’da yapılan arkeolojik kazılarda ilk büyük Türk uygarlığı olan Göktürklere ait paralar bulunduğu ortaya çıktı. Paralar, “Türk uygarlığında önemli keşif” olarak değerlendirildi. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’nin 4-6 Ekim 2004’te Bişkek’te düzenlediği İkinci Uluslararası Türk Uygarlığı Kongresi’ne katılan Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Yavuz Daloğlu, burada tanıştığı Özbek tarihçi Gaybullah Dr. Babayar’ın eski Türk devletleri paraları üzerinde yaptığı çalışmayı inceledi. Daloğlu, bu paralar arasında daha önce hiç
duymadığı, görmediği Göktürk paralarıyla karşılaştı. Dr. Daloğlu, Dr. Babayar’la yaptığı çalışma sonunda, Göktürk paralarının bulunuşunu “Türk uygarlığında önemli bir keşif” olarak açıkladı. Sikkelerden birinde ortada kağan kabartması ve kenarlarda üç tane ayyıldız olduğunu söyleyen Daloğlu, bu sikkenin Türk uygarlığı açısından çok büyük önemi olduğunu belirtti. Daloğlu, şöyle dedi: “Göktürklerden sonra 8’inci yüzyılda Türgişlere ait paralar bulunmuştu. Ancak Göktürklere ait paralar onlardan 150-200 sene daha önceye, 576-600 yıllarına ait. En önemlisi, bu sikkelerin Türk toplumuna dayatılan ‘Türkler barbardı, Türklerin uygarlığı yoktu, göçerlerdi’ gibi Avrupa merkezli anlayışı çürütmesi. Göktürk sikkelerinin bulunuşu, Orhun Yazıtları’nın bulunuşu kadar önemlidir. Ayrıca ay-yıldızın bize İslam’da Semavi anlayıştan miras kaldığını biliyorduk. Ancak, yeni bulunan Göktürk paralarında da ay-yıldızlı figürler var.”
Bulgaristan’da 44 Bilim Adamı Ajan
AB Çok Pişman!
Ban Kadrosundan 44 Kişinin Komünizm Döneminde Siyasi Polis Ajanı Olarak Çalıştığı Açıklandı. Parlamento kararıyla kurulan ve bugünkü devlet kurumlarında çalışanların geçmişini araştıran komisyon, Bulgaristan Bilimler Akademisi’ndeki araştırmasının sonuçlarını açıkladı. Komisyonun resmi internet sitesinden kamuoyuna yapılan duyuruda, BAN?ın en üst düzeydeki 348 yetkilisinin geçmişinin araştırıldığı ve bunlardan 44?ünün, komünizm döneminde siyasi poliste “ajan” veya “muhbir” sıfatıyla çalıştığının tespit edildiği bildirildi. Komisyonun araştırmaları sonucu komünist ajan olduğu belirlenen BAN Tarih Enstitüsü Genel Müdürü Prof. Georgi Markov, basına yaptığı açıklamada, geçmişinden hiç utanmadığını belirterek, “Bu benim için yeni haber değil. Geçmişte ajanlık yaptığım gibi bugün de yapmaya devam ediyorum” dedi. Bulgaristan yasaları, eski komünist ajanların devlet kurumlarında çalışmalarına yasak getirmiyor, ancak bu kişilerin isimleri ve dosyaları kamuoyuna açıklanıyor. Nazım Çauş
İngiliz Financial Times gazetesi, Brüksel muhabiri Tony Barber imzalı haberinde Bulgaristan’da mafya ile ilgili araştırmalar yapan gazeteci Bobi Tsankov’un Salı günü öldürüldüğünü anımsatarak, AB ortaklarının bir kısmının Bulgaristan’ın örgütlü suç sorununu çözmeden üye yapılmasından çok pişman olduklarını kaydetti. AB perspektifi açısından Bulgaristan’ın hiçbir zaman doğru nedenlerle haber olmadığı da belirtilen haberde, “Geçen hafta Sofya’dan, Bulgaristan hükümetinin Türkiye’nin AB üyeliğini raydan çıkartmayı hedefleyebileceği yönünde tuhaf haberler geldi” denildi. Bir hükümet yetkisinin tehdidini Bulgaristan’ın Türkiye’den I. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı İmparatorluğu’ndan göç etmeye zorlanan Bulgarlar için 14 milyar euroluk tazminat talebine bağladığına dikkat çekilen haberde, şöyle devam edildi: “Ancak bu taleplerin, 80 yılı aşkın bir mazisi var ve şu anda kamuoyuna duyurulması için pek bir neden görünmüyor, iç siyasi maksat değilse, Türkiye, sorunu tırmandıktan kaçınılması çağrıları yapıyor. Tsankov cinayetinden sonra Bulgaristan, önce kendi evine çeki düzey vermeye odaklanmalı.”
İlginç “EN“ler En zengin modacı: Dünya üzerindeki en zengin modacı toplam 3 milyon dolar servetiyle Ralph Lauren’dir. onun modadaki imparatorluğu 1960larda küçük bi kravat mağazayla başlamış. New yorklu olan modacı bundan önce ise sadece bi tezgahtarmış!!! En pahalı ayakkabılar: Manolo blahnik adında bir modacı 1999 yılında düzenlenmiş bi defile için herbiri 18 ayar altından yapılmış 6 çift ayakkabı hazırlamış ve bu ayakkabılar şov sırasında bodyguardlar tarafından korunmuş çünkü her bir çiftin fiyatı tam 10.000 dolarmış!!!! En çok kazanan manken: Artık defilelere çıkmamasına rağmen dünyanın en zengin mankeninin bayan vücut olarak anılan Elle Macpherson olduğu biliniyor.Ellenin toplam 39 milyon dolarlık bir serveti var ! avustralyalı olan ve 1980 yılında keşfedilen 36 yaşındaki güzel manken artık hollywood yapımı filmlerde oynuyor. En yaşlı kuş: En son 1996 yılında görülen ve hala yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen 45 yaşındaki
kuş kendi türünün en yaşlısı olma rekorunu elinde bulunduruyor. En hızlı kara kuşu: En hızlı kara kuşunun-yani devekuşunun- saatte tam 75 km hız yapabildiğini biliyomuydunuz? Devekuşları sadece afrika ve orta asyada yaşıyor. Bu kuşun yumurtasının da kendi çapında bir rekoru var diyebiliriz açıkçası! çünkü bir yumurtasının boyu tam 40 tane normal yumurta boyutunua eşit!!!! En kötü trafik kazası: 1982 yılında Afganistanda meydana gelen trafik kazası hala dünyadaki en kötü kaza olarak sayılıyor bunun nedeni de bu kazada tam 1000 kişinin ölmüş olması. Afganistanın 1km uzunluğundaki Salang tünelinde asker taşıyan kamyonlarla çarpışan ve patlayan bir gaz tankeri yüzlerce asker ve sivilin ölmesine neden olmuş
En küçük şarap şişesi: Dünyanın en küçük şarap şişesi sadece 3cm boyunda ve 0.75ml şarap bulunduruyor. Bu şişenin dizaynı Steve Klein adında kaliforniyalı bi dizaynere ait Bir dizide en uzun süre rol alan adam: William Roache adında bi oyuncu 1960 yılından beri hiç ara vermeden Coronation Street adlı bir ingiliz pembe dizisinde oynuyor ve bu alandaki rekoru elinde bulunduryor çünkü ondan daha uzun süre bir dizide kesintisiz bu kadar uzun süre oynayan oyuncu yok!dizide oynadığı 40 yıl boyunca rol icabı 3 kez evlenen, 23 tane kızarkadaşı olan ve bir kez intihara teşebbüs eden oyuncu halinden çok memnun olduğunu,tanrı izin veirirse bir 40 yıl daha bu dizide oynayabiliceğini söylüyormuş!!!! En uzun talk şov: Almanya’nın Sat1 kanalında gerçekleşen bi talk şov tam 24 saat sürdü ve bu süre içinde sunucu tam 450 değişik insanla sohbet etti. Bu süre boyunca ünlülerle ve hatta kendi ailesinin üyeleriyle de sohbet eden sunucu Peter yapımcılar isterlerse yine yaparım demiş.bu talk şov radyoda da canlı olarak yayınlanmış. En fazla seyirci: Şimdiye kadar en fazla seyircinin izlediği amerikan futbolu maçı 1996 yılında amerikada bir “Süper Bowl” maçıdır.Bu maçı tam 139 milyon amerikalı izlemiş ve doğal olarak bu maçı veren NBC kanalı zengin olmuş!!!
7
Tarih ve Dil Rıdvan Tümenoğlu Türk Yazı Devrimi ve Bulgaristan Türkleri - III Bulgaristan Türklerinin yeni alfabeye karşı olan ilgilerinden rahatsız olan diğer grup ise bizzat Bulgar hükümetidir. Bulgarlar Bulgaristan Türkleri ile Anadolu arasındaki ilişkilerin gelişmesinden ve ardaki kültürel bağların sağlamlaşmasından endişeye kapılmışlar ve bunu engellemeye çalışmışlardır. Bulgarların endişeye kapılmasının nedeni ise, Bulgaristan Türklerinin eğitim ve hayat seviyelerinin yükselmesi sonucu Bulgar hükümetine isyan edebilecekleri ve kendilerini zor durumda bırakabilecekleri yönünde olmuştur. Diğer taraftan da Türkiye Cumhuriyetin, Bulgaristan’daki Türkleri örgütlemesinden ve Bulgar hükümetine karşı kışkırtmasından endişe etmişlerdir. Şüphesiz Bulgaristan’da bulunan gericilerin ve Mustafa Kemal düşmanı olan gericilerin Bulgar hükümetlerine verdikleri yanlış bilgiler ve onları kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmaları bu konuda etkili olmuştur. Oysa ne Bulgaristan Türklerinin kendi sosyal hakları dışında bir siyasi beklentileri olmamış nede Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri yayılmacı bir politika takip etmemişlerdir. Dolayısı ile Bulgaristan için herhangi bir tehlike unsuru olmamışlardır. Bulgaristan Türk okullarında yeni harflerle eğitime başlanmasından ve halk tarafından bunun kısa sürede kabullenilmesinden rahatsızlık duyan bu iki grup da boş durmamış kaşı faaliyetlere başlamışlardır. Bu durumdan belki haklı gerçeklerle rahatsızlık duyan Bulgar hükümetlerine istedikleri fırsatı gericiler vereceklerdir. Gericiler hemen Yeni harflerin yasaklanması ve öğretime eski harflerle devam edilmesi için Bulgar makamlarına müracaat etmişler ve kendilerine destek aramışlardır. Bulgar makamları böylece istedikleri fırsatı ellerine geçirmişler softaların da gayret ve baskıları ile 10 Ekim 1928’de yayınladıkları genelge ile Bulgaristan’da 4 yıl süre ile yeni Türk harfleri yasaklanmıştır. Böylece, Bulgaristan Türkleri heyecanla karşılanan ve büyük fedakarlıklarla sahip çıkılan yeni alfabe ile eğitim kısa sürmüş ve bir takım yobazın da faaliyeti sonucu bu mücadelenin ilk bölümü hayal kırklığı ile son bulmuştur. Ancak Bulgaristan Türk Muallimler Birliği mücadelesinden vazgeçememiş gerek Bulgar makamları nezrinde gerekse Türkiye’ye müracaatlarda bulunarak mücadelelerine devam etmeye çalışmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti devrimlerinin yurt dışındaki Türkler tarafından kabul görmesine önem vermiştir ve Bulgaristan Türklerini bu haklı davarlında yalnız bırakmamıştır. Özellikle bu dönemde Sofya’da bulunan Elçi Hüsrev Bey (Gerede) bu konuyla yakından ilgilenmiş Bulgar makamları ile görüşerek bu sorunu çözmeye çalışmıştır. Hüsrev Beyin yaptığı yoğun görüşmeler ve Türk Muallimler birliğinin çalışmaları sonucu olumlu sonuç vermiş Bulgaristan Hükümeti, 14 ocak 1929’da yayınladığı bir genelge ile Türk harfleri ile eğitimi yeniden serbest bıraktı. Bu karar Bulgaristan Türkleri arasında sevinçle karşılanmış eldeki imkansızlıklara rağmen Bulgaristan’ın bir çok yöresinde 1928/29 öğretim yılından itibaren yeni harflerle öğretime başlanmıştır. Bu öğretim yılında imkansızlıklar ve altyapı oluşturmak için yeterli zaman olamamasına rağmen başarılı bir öğretim yılı geçirilmiştir. Bir sonraki yıl daha organize hareket edebilemk ve sorunlarla karşılaşmamak için Türk Muallimler Birliği bu Konya daha fazla eğilmiş 1929 yılında Şumnu’daki 20.Olağan kongresinde bu konuyu görüşmüştür. Burada aldığı kararlar ile yeni harflerin öğretimi için kurslarını yoğunlaştırmış kitap basma işlerine ağırlık kazandırmıştır. Böylece yeni öğretim yılına daha organize girilmiş ve başarı oranı da doğal olarak artmıştır. Bulgaristan Türk okullarında yeni yazıya geçilmiş ve başarı sağlanmıştır. Bununla yetinmeyen Muallimler Cemiyeti Türkiye’deki Millet Mektepleri uygulamasını örnek alarak hiç okuma yazma bilemeyenlere veya sadece eski harflerle okuma yazma bilenler yönelik,Milli Halk Mektebi, Halk Dershanesi, Alfabe Kursu ve Yeni Harfler Kursu gibi kurslar açarak yeni harfleri benimsetmeye çalışmıştır. Bunun yanı sıra Türk Bölgelerinde Öğretici Dernekleri kurulmuştur. Bunların dışında Bulgaristan’da yayınlanan gazetelere de yen harfleri tanıtma insanlara benimsetme ve öğretme konusunda oldukça yoğun çalışmalarda bulunmuşlardır. Bulgaristan Türklerinin yeni harflerle ilgili çalışmaları takip edildiğinde Türkiye’de geçekleştirilen harf seferberliğinin örnek alındığı izlenimi doğmaktadır. Türkiye’de gerçekleştirilen çabalar neredeyse aynen orada da görülmektedir. Bu da hem Türk Devriminin kabullenilmesinde hem de uygulanmasında Türkiye ile aynı yolun takip edildiğini gösteren önemli bir noktadır. Devamı var
Evitan Çakır Diş Hekimi Yıldırım Mah. Ali Fuat Başgil Cad. No: 31 Kat: 1 Bayrampaşa / İstanbul Tel: 0212 479 26 40
8
47 - Mart-Nisan Sayı 2010 Bulgaristan’a Bakış
Mümin Topçu Ya Siz Anavar’lı Mısınız? Derlerse… Birilerine bağlı değilim, genelde arzuladığım konuyu yazarım, fakat son günlerde bakıyorum da,çevremde ki bir çok kişi beni hep ayni konuya yönlendiriyor. Bu bir işarettir diyorum, zaten konu çok aktüel ve vahim, yine de ben bunun kendi aramızda çözülmesinden yanayım, bu biraz mutfak işi… Hani,bir tekerleme vardır ya, “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik, geriye dönüp bir de baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz!” Şimdi, bizde yarım çeyrek asır geriye dönelim ve isimlerimizin baskı ve zorla değiştirilmesinden bugüne dek ne kadar yol katettik bir göz atalım. Daha doğrusu, neden bazılarımız, hala, yıktığımız ve tarihe gömdüğümüz bir baskı ve despot rejiminin kimliklerimize, kalplerimize değil, yazdığı isimleri kullanmaya devam ediyoruz… Görülüyor ki, bu sorunun cevabı hepimizi germiyor, ya da bazılarının umurunda değil. İşim icabı çok farklı insanlarla görüştüğüm oluyor. Onların arasında bakanlar, akademisyenler, ünlü gazeteciler de var. Bunlar da benden bu sorunun cevabını istiyorlar. Tabi ki, tatminkar olamıyorum… 2010 yılına Türkiye nüfusu 72 milyonu aşarak girdi. Devlet katındakiler biliyorlar ki, bu nüfusun kaçının resmi çifte ismi var ve bunun nedenini anlamakta zorluk çekiyorlar. Vaktiyle o totaliter rejimde ikiyüzlülüğe itiliyorduk, fakat demokrasilerin harmanında Yanuslar hangi mecburiyetten at koştursunlar ki… Türk isimlerimizin üzeri çizildiğinde çok üzülmüştük,dünyalarımız kararmıştı. Neden şimdi bu kara lekeyi silmiyoruz ve Türk ismimizi ay ışığında parlatmıyoruz. Zorba ile Özgür yan yana yapamaz ki… Ben ne ırkçıyım, ne de aşırı milliyetçiyim, inancım şudur ki, kimse bu sorunu çözmedikçe bahtiyar bir ömür sürdüremez. Belki bizler,asıl, o zaman özgürlüğümüze kavuşacağız. Birileri beni fikir özgürlüğünü kısıtlamakla da suçlayabilir, çünkü hiçbir şeye inanmama veya canın neyi istiyorsa ona inanma ve ona göre yaşama özgürlüğü de vardır dünyamızda. Vardır da… “Dünya kendini ucuza satmıyor.” Bu sözler Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin. Ne anlama geldiğini artık çözebilmemiz gerekiyor.İnsanlar kendini
ucuza satabiliyor. Evet, hepimiz insanız,yanlış da yaptığımız oluyor. Yanlışa ve yanlış yapana karşı net bir tutum takınmamız gerekmiyor mu bu çatrefelli isim oyununda.Bu olayı küçümsemek ve görmezlikte gelmek ise başka bir vahim durum. Topluluğumuza zarar veriliyor. Bu bilinçsizlikten kaynaklanıyor desek yalan olur, bu olayda da aydın kesim başı çekiyor… Çünkü, dünya metasının karşısında alçalanlar var, namusunu, haysiyetini, vakarını, ciddiyetini, dürüstlüğü, hatta inancını feda edenler var… Bir ünlü filozofun dediği gibi; bir derenin kenarında; aynı suyla yüzünüzü iki kez yıkayamazsınız. Birinci ve ikinci yıkamanız arasında; hem su değişmiştir; hem de siz değişmişsinizdir. Fakat bizim camiamızda değişime akıl erdirmek mümkün değil… Bazılarımı, Türk olmaktan, bazılarımız Türk’le özdeleşmiş İslam’dan utanıyor. Sizlere şimdi, Balkanlıların söylediği, ünlü bir Alman generalin duyduklarını ve gördüklerini aktaracağım, belki de, bazılarına yararı dokunur. Türkün gücü ne imiş, biz nelerle uğraşıyoruz günümüzde… Bakın, Osman’lının Balkanlar’dan çekildiği topraklarda meşhur general Moltke neler görmüş ve hatıratında neler yazmış; “Bu verimli topraklarda ne şehirle, ne kasabalar, ne şatolar, ne değirmenler, hatta ne de sabit köy-
ler vardı. Göz alabildiğine uzanan ovalar bomboştu. Ahali perişan ve dağlardaydı. Bütün halk, kıyafeti düzgün bir kimseye rastladıkları zaman hürmetle eğiliyorlardı. Kulübelerde eşya ve erzak görmedim. Kadınlar, eğer iki kat çamaşırları varsa, mevsimine bakmadan üst üstüne giyiyorlardı. Hepsinde derin bir korku,ruhlarına kadar işlemiş bir güvensizlik duygusu vardı. Az konuşuyorlar, sadece soruldukça cevap veriyorlardı. Beni cidden meraklandıran gördüklerimin iç-
Bulgaristan Türklerinin Sesi yüzünü, nihayet, yaşı yüze yaklaşmış, fakat hafızası yerinde bir ihtiyardan dinledim. Eliyle bomboş ve hayli verimli ovayı işaret ederek dedi ki; - İşte buralarda kum gibi insan kaynıyordu. Tarlalar bol mahsul verirdi. İnsanlar neşeli ve emniyette idiler. Kimse kimseden korkmazdı. Herkes dilediği gibi yaşardı. Hakka saygı,emeğe hürmet vardı. Ne zalim, ne mazlum yoktu. Ne vakit ki, Türk gitti, Rus geldi, sana bütün anlattıklarım Türk’ün ardından yola çıktı, onunla beraber bilmediğim diyarlara göç etti.” - Moltke, tabloyu şu cümlelerle tamamlıyor; “Bütün Balkanlarda ayni gerçeği gördüm; Türk’le beraber, huzur ve hürriyet de gitmiş. Mağrur ve fatih bir milletin kendisine ram olmuş insan sürülerine hayvan değil, insan muamelesi yapma sanatı, külfetleri kendi milletine yükleyip, nimetleri reaya dediği gayri Türk unsurlara bıraktığı hakikatini hayretle görmek isteyenler, Balkanların dışarıdan tahrikler olmadığı asırlardaki Türk idaresini hatırlayabilirler…” - İşte, o meçhul Balkanlı ve meşhur Alman general bile bugün bizleri ayıplıyor. İnsanımız asıl işini gücünü, görevini yapacağına, kim kiminle görüşmüş, kim kiminle hangi barda koklaşmış, kim kime feys’den ne mesajı geçmiş, kim daha beşinci katı çıkamamış, “sorunlarına” kafa yoruyor. Ve sanıyorlar ki, onların çifte isimleri kimseyi ilgilendirmiyor ya da kimse bunu bilmiyor… Bu iş bizim “Sadaka taşı” olayına benzemiyor. Hani eski zamanlarda bu sadaka taşlarına insanlar sadakalarını bırakıyormuşlar ve fakirler gece yarısı sonrasında aynı taşı ziyaret edip, kimseye gözükmeden ihtiyaçları kadarını alırlarmış. Ne veren alanı tanırmış, ne alan vereni… Ne yazık ki, bu güzellikleri devam ettiremiyoruz… Asıl demek istediğim, acaba günün birisinde, ikili oynayan komşularımızı valilik makamına buyur ederlerse ve yüzüne şu soruyu patlatırlarsa; “Yahu siz Türk’müsünüz, ya da Avatar’lı, Avatar’lı iseniz burada ne işiniz var”. Aceba, o zaman yüzümüzün ifadesi ne olur… - Bu “Avatar” filmini ben de gördüm. Şimdi medyada tartışılan konu; “Avatar’lar Türk mü…” Filmin merkezindeki Na’vilerin yaşadığı yerle göğü birleştiren ağacın, Türk mitolojisinden alındığı iddia ediliyor. Türklere göre dünyanın bir direği vardır. Toprak ile göğü birleştiren bu direkt aynı zamanda atalarımızın yaşadığı tipik Türk çadırının da direğine benzer. Bu ağaç güya dünyanın direğimiş… Nereden nereye uzandık. Ne olursa olsun, Dede Korkut’un Hayat ağacı yaşıyor. Türkler onu yaşatıyor, yani Bizler. Bizler kardeşiz ve zalimlerin dayattığı isimlerden silkinmemizin zamanı çoktan gelmiş-geçmiş. Orhun yazıtları bile hala kaybolmuş değil, kaybolmayacaklar da,bizim isimlerimiz de…
Bulgaristan’daki en büyük alış-veriş merkezi Serdika Center açıldı Balkanlar’daki en büyük alış veriş merkezlerinden (Mall) biri olan Serdika Center, Sofya’da hizmete girdi. Yüzlerce sabırsız kişi tarafından sabahın erken saatlerinde açılışı yapılan mağazada birçok promosyon ürünlerin yanı sıra ay sonuna kadar devam edecek indirimler yer alıyor. 210 satış yeri bulunan merkezde şimdilik sadece 3 boş mağaza bulunuyor. Serdika Center’ın büyük çoğunluğu yabancı olup, 60’ın üzerinde Bulgar üretici de mağazada yer alıyor. Mağazadaki önemli yatırımcılar arasında gıda zinciri Picadilly, çocuk oyuncak ve eşya zinciri Hipolend, Tehnopolis, moda markaları Zara, Esprit ve New Yorker yer alıyor. Alman Sparkassen Immobilien ve Ece şirketlerinin ortak yatırımı olan Mall, 2 yılda Türk firması Kayı İnşaat tarafından tamamlandı. Üç katta 51 bin metre kare ticari alan ile hayatına başlayan merkezin yanında 30 bin metre kare A sınıfı ofisleri de bulunuyor. Ofislerin haziran ayına kadar tamamlanması planlanıyor. Alman Ece Şirketi Doğu Avrupa Ceosu Karaman Yurdaer, Serdika Center’in kendi beklentilerini aştığını ve büyüklük ve farklılık bakımından gurur duyduklarını ifade etti. Merkezin inşaatı 2007 yılında başlamış olup, ülkedeki en büyük inşaat alanı haline gelmişti. Yapımında Eifel kulesinden daha fazla metal kullanıldı. Merkezin altında 1600
araç kapasiteli parkın yanı sıra binanın etrafındaki altyapı da iyileştirildi. Ece Grubu’nun 220 milyon Euro’luk Serdika İş ve Alışveriş Merkezi’ni teslim eden Kayı İnşaat, Bulgaristan’ın en lüks ve en büyük alış-veriş merkezine imza attı. Kurulduğu günden bu yana 11 ülkede 1.7 milyar dolarlık projelere imza atan ve geçen yıl 518 milyon dolar ciroya ulaşan Kayı İnşaat’ın CEO’su Orhun Kartal, Avrupa’da alışveriş merkezi projelerine devam ederken, Türkiye’de sadece enerjiye odaklanacaklarını söyledi. Orhun Kartal, Avrupa’da ikinci projelerini başarıyla tamamladıklarını belirterek, bundan sonraki projeleri hakkında şunları söyledi: “Hedefimiz Almanya, Litvanya, Ro-
manya ve Bulgaristan’da birçok ihaleye teklif verip yeni işler yapmak olacak. Ece Grubu, Bulgaristan’ın ikinci büyük şehri Plovdiv’de yatırıma karar verirse, o projede de yer almayı düşünüyoruz. Aktif olmak istediğimiz yeni pazarlar da var. Rusya’da dört şehirde 5 otel yapılıyor. Suudi Arabistan’da konut yapılması planlanıyor. Belarus’ta Çinli ortakla beraber yürüyen termik santralin yanı sıra spor salonu ve otel yapımı için de sözleşme imzaladık. Türkmenistan ve Körfez ülkelerinde de bir çok ihaleye girdik.” 9 Türk markası Sofya’da iki yılda tamamlanan Serdika İş ve Alış-veriş Merkezi’nin Bulgaristan’ın en büyük ve en lüks alışveriş merkezi olduğunu dile getiren Kartal, şu bilgileri verdi: “Adını Sofya’nın eski adı Serdika’dan alan proje, alışveriş merkezi ve ofis bloğundan oluşuyor. Ofis bloğunu temmuz ayında teslim edeceğiz. Aralarında Little Big, Koton, Ten, Colins, Döner City’nin yer aldığı 9 Türk firmasının yer aldığı alışveriş merkezinde 210 mağaza yer alıyor.” Serdika Center şuanda Bulgaristan’daki en büyük alış veriş merkezi olmasına karşın, nisan ayında açılması planlanan Tsarigradski Mall alış veriş merkezine bu ünvanını teslim edecek.
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetlerinden Görüntüler
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yönetim Kurulu Bulgaristanlı hemşehrileri Türk Dünyası Medyasının duayeni Soruşturmacı Gazeteci Duayeni Sayın Uğur Dündar’ı ziyaret ettiler
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yönetim Kurulu İstanbul’da bulunan Bulgaristan Konsolosu Evgeni Genev’i ziyaret etti.
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Yönetim Kurulu üyesi sayın İsmail Erdem, Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’na Bulgaristan ile ilgili rapor sundu
PERSPEKTİF
Dr. Nedim Birinci MALKOÇOĞULLARI
Osmanlılar zamanında hizmetleri ve kahramanlıklarıyla meşhur akıncı ailesi. Malkoçoğullarının merkezi Silistre’dir. Yıldırım Bâyezîd, Fâtih Sultan Mehmed, sultan İkinci Bâyezîd ve Yavuz Sultan Selîm Han zamanlarında önemli hizmet ve kahramanlıkları görülen bu ailenin atası Malkoç Mustafa Bey’dir. Turhan Beyoğulları, Mihaloğulları ve Evrenosoğulları gibi, Rumeli’ye sefer yapan ve akınlar düzenleyen Malkoçoğulları, kısa zamanda ün kazandılar. Yıldırım Bâyezîd Han, şehzâdesi Çelebi Süleymân’ın yerine Malkoçoğlu Mustafa Bey’i Sivas vâliliğine tâyin etti. 1402’de Tîmûr Han’ın Anadolu’ya düzenlediği sefer sırasında Sivas’ı on sekiz gün savunan Malkoç Mustafa Bey sonunda kaleyi teslim etti. Fakat Tîmûr Han’ın askerleri tarafından şehîd edildi. Malkoç Mustafa Bey’in oğlu Bâli Bey sayesinde, ailenin ünü Fâtih Sultan Mehmed Han ve sultan İkinci Bâyezîd Han zamanında da devam etti. Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından 1456’da Eflak prensliğine tâyin edilen ve Kazıklı Voyvoda olarak bilinen Vlad, Pâdişâha bağlı kalacağına dâir söz vermesine rağmen, sözünde durmayarak Osmanlılar aleyhine Macarlarla anlaştı. Fâtih Sultan Mehmed Han’ın Trabzon seferini fırsat bilerek, Tuna’yı geçti ve Bulgaristan topraklarını yağmaladı. Daha sonraki bir zamanda da Tuna kenarında bulunan Osmanlı kuvvetleri üzerine baskın düzenleyerek, kumandanlarından Yûnus Bey’i şehîd, Hamza Bey’i de esir aldı. Daha sonra da Hamza Bey’i şehîd ederek başını Macar kralına gönderdi. Aldığı esirlerin hepsini kazıklattıktan sonra, Osmanlılara âid bir takım şehir ve kasabaları tahrîb etti. 25.000 esir alarak memleketine döndü. Hamza Bey’in ve bir çok Türk’ün pek vahşice şehîd edildiğini haber alan Fâtih Sultan Mehmed Han, Vlad’ın üzerine yürümeye karar verdi. 1462 baharında Vidin’e kadar nehir yolu ile geldi. Fakat Kazıklı Voyvoda’ya tesadüf edemedi. Bunun üzerine Evrenosoğlu Ali Bey’in oğlu Ali Bey’i Eflak içlerine akına me’mur etti. Kazıklı Voyvoda Osmanlı akıncılarını vurmak üzere kuvvetler gönderdi. Mahmûd Paşa tarafından muhârebe düzenine sokulan ve sağ kanatta Malkoçoğlu Bâli Bey’e bağlı birliklerin de yer aldığı akıncı kuvvetleri, ağaçlıklar altından birdenbire ortaya çıkarak Eflaklıları bozguna uğrattı. Yapılan muhârebede, yedi bin kişi olduğu tahmin edilen bu kuvvetlerin pek azı kurtulabildi. Daha sonra yapılan muhârebelerde Eflak tamamen Osmanlı hâkimiyetine girdi. Fâtih Sultan Mehmed Han 1475’de Malkoçoğlu Bâli Bey’i Macaristan üzerine akına gönderdi. Semendire ve civarının muhafızı Malkoçoğlu’nun emrine kapu halkından iki bölük garip yiğit ile Rumeli beylerinden Hasan Beyoğlu Îsâ Bey de gönderildi. Malkoçoğlu Semendire civarından Tuna’yı geçerek, Szerem ovasına yâni Tuna ile Sava arasındaki zengin bölgeye girerek akınlar düzenledi. Geri dönecekleri sırada yolları üzerinde Macar kuvvetlerinin toplandığını duydu. On bin kişi kadar olan Macar kuvvetleri, Türk akıncı kuvvetlerinin yorulmasını bekliyorlardı. Kendi yolları üzerinde Macar kuvvetlerinin toplandığını anlayan Malkoçoğlu harbe girmekte tereddüd etmedi. Akıncıların bir kısmı Malkoçoğlu Bâli Bey’in idaresi altında pusuya girerken diğer kısmı Hasan Beyoğlu Îsâ Bey’in idaresinde harbe atıldılar. Fakat savaş Türklerin aleyhine bir hâl aldı. Hattâ savaşa kumanda eden Hasan Beyoğlu Îsâ Bey atından düşürüldü, Îsâ Bey tam bu anda; “Hay Bâli! Hay Bâli!” diye haykırdı. Bu sesi duyan Malkoçoğlu Bâli Bey kuvvetleri pusudan fırlayarak Macarları beklemedikleri anda bozguna uğrattılar. Fâtih Sultan Mehmed Han’ın 1478’deki İşkodra seferine katılan ve Venedik dolaylarına akınlarda bulunan Malkoçoğlu Bâli Bey, 1479’daki Macaristan seferinde kahramanlıklar gösterdi ve önemli hizmetlerde bulundu. Sultan İkinci Bâyezîd Han zamanında Kili ve Akkerman alınmış, Osmanlılar Boğdan prensliğiyle Karadeniz arasına girerek, Boğdan’ın deniz yolunu kapamışlar, bu sebeple prensliğin ekonomik varlığı tehlikeye düşmüştü. Boğdanlılar bu iki kalenin geri alınmasını düşündüler. Kalenin zabtından sonra, Akkerman’da kalmış olan bâzı Boğdanlılar, Boğdan prensine haber gönderip, onu kalenin alınması için davet ettiler. Boğdanlılar, kale muhafızlarının gafletinden istifâde ile ipler takarak bir kısmı kaleye çıktı. Bir kısmı da iplerin üzerinde iken muhafızlar haber alarak kaleye girenleri yakalayıp, diğerlerinin de iplerini kestiler. Boğdan beyinin bu hareketi üzerine Rumeli beylerbeyi Hadım Ali Paşa’ya Boğdan seferine çıkması emredildi. Hadım Ali Paşa 1485 Eylül’ünde Boğdan’a girdi. Boğdan prensi ise mukavemet edemeyeceğini anlayarak hem yardım istemek hem de hayâtını kurtarmak için Lehistan kralı Kazimir’in yanına gitti. Hadım Ali Paşa kuvvetleri döndükten sonra memleketine varan Boğdan prensi, 1486’da Kili ve Akkerman taraflarına tekrar taarruz etti. Bunun üzerine akıncı kumandanı ve Silistre sancakbeyi Malkoçoğlu Bâli Bey, Boğdan harekâtına me’mur edildi. Malkoçoğlu Bâli Bey’in Boğdan’a girmesi üzerine Boğdan prensi Stefan Çel Mare, Leh ve Macar krallarından yardım istedi. Onlar da birtakım yardımcı kuvvet gönderdiler. Devamı var
Bulgaristan Türklerinin Sesi
A T A T Ü R K Anıtkabir özel defteri, elektronik ortamda tüm vatandaşlara açılmış. Sizlerle paylaşmak istedim. Kayıt yaptırıp deftere yazı da yazabiliyorsunuz. ANITKABİR’i üç boyutlu olarak gezebilirsiniz. Bilgilerinize... http://www.anitkabirozeldefteri.com/
Sayı 47 - Mart-Nisan 2010
9
“Allah, bir ülkeye yardım etmek isterse başına Mustafa Kemal gibi Lider getirir.” Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal Atatürk, döneminin dünya liderleri içerisinden 21. yüzyıla geçebilen tek liderdir. Üstelik diğer liderler, kendi halkları tarafından yok edilmenin acısını yaşamışken; o, hâlâ halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider. Önemli olan da, sanırım, yaşarken ölmek değil; öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir? Biz, Atatürk’ü hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: “Asker Atatürk” ya da “Devlet adamı Atatürk” olarak. Bu verdiğim örnek, dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı Atina’daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, Atatürk’ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal. Yıl 1938, General McArthur’un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran 120’den fazla kişiye döner ve aynen şöyle
der:
“Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal’i görmek için neler vermezdim.” dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal’i. Ya da, yıl 1938. Bir İranlı şair, bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyor ki; “Allah, bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir.” dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal. Yıl, 1976. UNESCO, üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki; “Bugün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.” Öneri nedir? Öneri ise, “Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılında, 152 ülkenin (152 üyesi vardı UNESCO’nun) devletleri, aynı anda kutlasın.” önerisidir. Birden İsveç delegesi, ayağa kalkar ve şöyle söyler: “Ne yani, dünyada bu kadar devlet adamı var. Hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinâyeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler; “Genç delege arkadaşım,
hatırlatmak isterim ki; Atatürk, öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir. Bırakın onu bir yıl anmayı, her ülke her probleminde onu çare olarak aramalıyız.” Sonra ne mi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tektir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok... 152 ülke, şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya “ne yani” diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler; “Ben, Atatürk’ü inceledim. Bütün ülkelerden özür diliyor, ilk imzayı ben atıyorum” diyecektir. İşte o muhteşem belge diyor ki; “Atatürk kimdir? Atatürk, uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, Dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu” Var mı böyle bir metin! Bir filozof, der ki; “Bir ülke için kıstas aradığınız zaman, o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin.” Şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin, 152 ülke tarafından imzalanmıştır.
Bulgaristanlı aydınlar Boğaz’da buluştu Ilgaz Dağını tek başına aşarak cepheye top mermisi ve malzeme taşıyan Şerife Bacıları, cephede savaşan Kara Fatmaları unutmamız asla mümkün değildir. Bugün onları bir kez daha saygıyla ve rahmetle anıyoruz. Değerli Hanımefendiler, Beyefendiler, Müzik, sinema, spor, reklam ve tüketim endüstrisinin malzemesi haline getirilmiş kadını, toplumumuza “özenilir” gösteren medya ve tüm etkinliklerin sanal büyüsü kadınlık değerini tahrip etmektedir. Ve bunu da maalesef kadının toplumsal hayatta yer bulması gibi bir amaçla yapıldığı iddia edilmektedir. Kadın erdem abidesidir, asla nesne ve obje değildir. Ülkemizde yarım yüzyılı aşan demokrasi deneyimimize rağmen, Kadınımız toplumsal fonksiyonunu kendi ekseni etrafında yeterince ve gereğince oluşturamamış, yapılandıramamış, toplumsal bir gerçeklik haline getirememiş, kadınların toplumsal hayata, iş dünyasına ve siyasete katılımları hak ettikleri biçimde gerçekleşememiştir. Modern hayatı bütün enstrümanlarıyla yaşama çabasının hızlandığı çağımızda, Kadının toplumsal, sosyal, ekonomik hayatta ve siyasette mutlaka yer alması temel hedef olmasına rağmen, Bugüne kadar alınan mesafeye baktığımızda oldukça geride kaldığımızı dahepimiz görüyoruz. Bir anlamıyla, kadın ekonomik ve sosyal hayatta, iş yaşamında var. Ancak sorunlarıyla var, açmazlarıyla var. Kadınlarımız, siyasette ve diğer alanlarda gerek sayı olarak gerekse keyfiyet olarak hak ettikleri yerde değiller. Tüm söylem ve teşviklere rağmen kadının toplumsal hayatta ve siyasette varolamayışının nedenlerini kendi tarihî tecrübelerimiz ve toplumsal geleneklerimiz ışığında yeniden ve gerçekçi bir şekilde irdelemek gerekiyor. Türkiye’de Türk kadınlara seçme ve seçilme hakkı, ilk olarak Yerel Yönetimlerde tanınmıştır. Dünyadaki gelişmiş birçok ülkeden önce 1930 yılında Belediye Kanununun Belediye Meclislerinde seçilme hakkı tanınması ilk kilometre taşı olmuştur. 1933 yılında Köy Kanunu’ndaki değişiklikle, Muhtarlık ve ihtiyar heyeti seçimlerinde oy kullanma ve seçilme hakkı ile devam etmiş, 5 Aralık 1934 yılındaki seçimde kadın Milletvekillerinin TBMM’de görev almasıyla önemli bir noktaya gelinmiştir. Yerel yönetimler, toplumsal hayatta önemli bir yere sahiptirler. Yerel nitelikli sorunların çözümü ve yerel hizmetlerin halka sunulması mahalli idarelerin temel kuruluş amacıdır. Siyasette kadınlarımızın yer almasını sağlamak temel hedeflerimizden birisi olma-
lıdır, fakat ne yazıkki bizim toplumumuzda erkekler dahi siyasetten kaçmaktadırlar. Ancak kadınlarımızın veya erkeklerin özellikle yönetimde ve siyasette yer alabilmesi, onun doğrudan tercihiyle ilgilidir. Kadının kendi tercihiyle katılmadığı bir yönetim ve siyasi harekette öne çıkabilmesi, etkin olabilmesi mümkün değildir. Bizler her şeye rağmen çalışmalarımızı sürekli bir üst seviyeye çıkartmaya çalışacağız. Saygılarımla. Prof.Dr. Hayati Durmaz Genel Başkanın konuşması; Değerli Hemşerilerim, Sayın basın mensupları, özellikle bizleri her faaliyetimizi takip eden Sayın Atilla Baykal’ın sahibi olduğu TEK RUMELİ TV
Muhterem konuklar, Bu gün düzenlemiş olduğumuz 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve Bulgaristanlı aydınların gecesine hoş geldiniz. Bizleri onurlandırdınız. Öncelikle tüm Türk kadınlarımızı 8 Mart dolayısı ile kutluyorum. Bizler dernek olarak 8 Mart Kadınlar Günü’nü vesile kılarak Bulgaristanlı Aydınları yılda bir defa bir araya gelmeleri için bu geceyi tertiplemekteyiz. Maksadımız aydınlarımızın bir birilerini tanımalarını, bilgi alış verişinde bulunmalarını, aralarındaki dayanışmayı güçlendirmelerini, Bulgaristan’daki soydaşlarımız ile Türkiye’de bulunan göçmen kardeşlerimizin meseleleri üzerine eğilerek çözüm için ortak fikirlerinin ortaya çıkmasını sağlamaktır. Ancak her yıl düzenli olarak bu geceyi tertiplememize rağmen Bulgaristanlı Aydınlarımızın çekimsel kalmasını anlamak mümkün değildir. Öyle görünüyor ki, en son Rusçuk’ta 1933 yılında düzenlenmiş olan Türk Öğretmenler Birliği’nin eğitim kongresinde bir araya gelmişler ve o günden beri böyle geniş kapsamlı bir organizasyonda yer almamışlardır. Oysa soydaşlarımızın sorunlarına baktığımızda 1933’ten sora olan sorunlar 2010 da da aynı sorunlar ile boğuşmaktadırlar yani günümüze kadar devam etmektedir. Bu gün 21.yy. Bulgaristan’da hala Türkçe eğitimi, Türkçe gazete ve dergi yayını sorunu vardır. Diğer ekonomik ve sosyal sorunlarda hep aynı olmuştur olmaya da devam edecek gibi görünmektedir. Çünkü bu konuda çalışmalar yapılmamaktadır. Aydınlarımız bu konulara eğilmeyecekse kim bu so-
runlarla uğraşacaktır. Hepimizin bildiği gibi her göç olgusunda öncelikle Aydın kitleleri Bulgaristan’dan sürmüşler ve orada kalan soydaşlarımızı aydın kesimden mahrum bırakmışlardır. Oysa bir toplumda aydınları yetiştirmek uzun yıllar almaktadır. Bulgaristan’da aydın eksikliğini telafi etmek için en az 20, 30 yıla ihtiyaç vardır. Bu süre içinde Türkiye’deki aydınlarımızın azami çalışma gayreti içinde olması gerekir. Ancak görünmektedir ki aydınlarımız sorumluluk almaktan kaçınmakta, kısır çekişmelere girmektedirler. Fakat bilinmelidir ki, aydınların sorumluluktan kaçındıkları yerlerde cahiller ipleri eline almakta ve sahneleri kendilerine göre düzenlemektedirler. Bizim her şeye rağmen gayretlerimizi sürekli artıracağız ve çalışmalarımızı sürekli bir üst seviyeye çıkartacağız. Saygılarımla. 7 Mart 2010 Pazar günü gerçekleştirilen geceye rağbet büyüktü ve çok sayıda Bulgaristanlı Aydının geceye konuk olarak katıldılar. Gecenin onur konukları arasında Türkiye’nin güzide gazetecisi, Türk Dünyası Medyasının Gurur Abidesi ve Soruşturmacı Gazeteciliğin Duayeni Değerli Hemşehrimiz Sayın Uğur Dündar ile Bayrampaşa Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Bürge bulunmaktaydı. Ancak Türk Dünyası Medyasının duayeni Soruşturmacı Gazeteci Duayeni Sayın Uğur Dündar kendisine düzenlenecek suikast ihbarı nedeniyle gecemize katılamadı. Dernek tarafından kendisine doğruluğundan ve dürüstlüğünden taviz vermediğinden ve Bulgaristan Türkü olduğunu her yerde gururla belirterek Bulgaristan Türkleri camiasına yaptığı katkılar-
dan dolayı plaket verilmesi layik görülmüştür. Fakat kendisinin yaşadığı ve bizimde anlayışla katılmış olduğumuz güvenlik endişesi nedeniyle plaketi almak üzere gecemize ARENA Programı Genel Koordinatörü Sayın Mine Özbek Hanımefendi teşrif etmiş ve Derneğin Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Hayati Durmaz tarafından BULTÜRK onur plaketi kendisine taktim edilmiştir. Uğur Dündar’la Star Haber 08.03.2010 Hemşehrimiz Sayın Uğur Dündar, STAR Ana haberde birçok ödül aldığını ancak bunların içinde en anlamlısının Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin kendi hemşehrilerinin verdiği plaketin olduğunu ifade ederek şöyle dedi: “Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği de bizi lütfedip bizlere bir plaket verdiler. Bu ödül benim için çok önemli çünkü
kendi hemşerilerimden ilk defa bir ödül alıyorum bu da beni çok mutlu etti. BULTÜRK Derneğinin Genel Başkanı Sn. Prof.Dr. Hayati Durmaz Hocama ve tüm çalışanlara teşekkür ederim” dedi. Bizlerde Bulgaristan Türkleri olarak yıllardan beri çizgisinden taviz vermeyen Soruşturmacı Gazeteci Duayeni Sayın Uğur Dündar gibi bir değere sahip olmaktan büyük onur duymaktayız. Gecemizde yine Hemşherimiz olan Vefa Lisesi Müdürü Sayın Sakin Öner Bulgaristan gençlerine verdiği destekten ve yakın ilgiden dolayı Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Temsilcisi Sayın Hanifi Çakır’da Bulgaristan’da yapılan Genel Seçimlerde derneğimize yapmış olduğu maddi ve manevi katkılarından dolayı plaket taktim edildi. Gecemize katılan ve Bulgaristan hapisanelerinde uzun yıllar yatmış bulunan ünlü karikatür üstümüz Sayın Burhanettin Ardagil’de aramızdaydı. Neşeli tavırları ve katılanlara hatıra olarak çizdiği karikatür resimlerle herkesin gönlünde tat gurdu. Sn. Burhanettin Ardagil ayrıca bir karikatür eserini açık artırmayla satarak gelirini derneğimize başladı. Usta kalemimize teşekkür ediyor ve Allah’tan uzun ömürler diliyoruz.
Gecemize katılan konuklar: İstanbul valiliği Türk Dünyası Koordinatörü Sayın Hakkı Gülmar, Vefa Lisesi Müdürü Sayın Sakin Öner, Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Temsilcisi Sayın Hanifi Çakır, Afganistan Türkleri Derneği Başkanı Sayın M. K. Mahdum, Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği İstanbul Temsilciliği Kadın Kolları Başkanı Sayın Bedriye Nimet Ulubay, Dünya Türkleri ve akraba toplulukları derneği Genel Sekreteri Sayın Ahmet S. Aslan, İstanbul Yerel Basın Birliği Bşk. Yrd. Bayrampaşa Haber Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, Türkiye Haber Ajansı’ndan Sayın Yılmaz Birinci, Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği İstanbul Temsilcisi Sayın Erol Şahingil, Bağıcılardan Bulgaristan Türkleri camiası tarafından sevilen ve geçen seçimlerde CHP Bağıcılar Belediye Başkan adayı Bulgaristan Türkleri camiasının ileri gelen şahsiyetlerinden Sayın Bayramali Çeşmeci, 40. dönemi TBMM Milletvekillerinden Müstesna Aydınlarımızdan Sayın İbrahim Köşdere’de gecemize renk kattı, kendisine siyasi ve sosyal çalışmalarında başarılar diliyoruz. Gecemize katılanların geç saatlere kadar eğilendiler ve derneğimizin böyle bir geceyi düzenlediğinden dolayı teşekkür ettiler.
10
47 - Mart-Nisan Sayı 2010
TIBB-İ İSTİHBARAT Elektronik Sağlık Kayıtları -ESK Elektronik Tıbbi Kayıtlar -ETK
Buyan Kubat Ulusal Güvenlik
İlk tıbbi kayıtlar M.Ö. 5. yy da Hippocrates tarafından geliştirilmiştir. Saptadığı amaçlar doğrultusunda bir tıbbi kaydın; - Hastalığın seyrini doğru bir şekilde yansıtması - Hastalığın olası sebebini göstermesi gerekir. Bugün bu amaçların geçerliliklerinin devam ettiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla hem toplumun tüm bireyleri açısından tek bir fert olarak hem de toplumun tümü olarak ele alındığında elektronik sağlık kayıtlarının ve tıbbi kayıtların oluşturulması günümüzde devletlerin zorunlu yükümlülükleri arasındadır. Bunu bir zorunluluk haline getiren temel faktör ise konunun ulusal güvenlikle ilgili boyutlarıdır. ESK’nın İşlevsel Bileşenleri: a. İdari işlemler: hasta kimlik değerlendirmesi, kayıt, muayene, yatış, faturalandırma vb b. Doktor istekleri c. Hemşire notları ve planlaması d. Hastanın müracaat ettiği radyoloji, laboratuar veya eczane gibi yardımcı departmanlar (laboratuar aygıtlarından gelen sonuçlar, iş takvimleri, eczane için sipariş, reçeteleme) e. Aydınlatılmış Onam (rıza) f. Personel nitelikleri ve görevlendirme dokümantasyonları g. Akış şeması Bu bileşenlerle oluşturulacak bir sistemin ulusal bir ağ şeklinde tüm ülke genelinde uygulanmasının başta sağlık hizmeti alanlara, bu hizmeti sunanlara ve devlete çok büyük yarar sağlayacağı bir gerçektir. ESK’nın Yararları: a. Bilgilerin açıklanması veya saklanması: Doktorlar hastane veya sağlık sisteminde hasta tedavisi ile ilgili tüm bilgilere erişebileceklerdir. Hastalar kendi sağlık kayıtlarına uzaktan erişim olanağı bulacaktır. Eski sonuçların düzeltilebilmesi ve yeni uyarıların eklenebilmesi gibi avantajlar temin edilecektir. b. Tıbbi kayıtların izlenmesi: Klinik testler, konsültasyonlar ve tıbbi tedavi istemleri elektronik olarak yönetilecektir. Pahalı testlerin tekrarından kaçınma ile zaman kaybı önlenmiş olacaktır. Anamnez alınırken değişik sebeplerle bilgi kaybı engellenmiş olacaktır. Gerçek zamanlı uyarı sistemi ile hızlı ve etkin müdahale olanağı sağlanacaktır. c. Klinik analiz ve araştırmalar için kümelendirme yapılabilecektir: Bilgi kaynaklarına erişim, tümleşik iletişim ve raporlama desteği sağlanacaktır. d. Arşiv için gerekli fiziksel alandan tasarruf edilecektir. e. Kayıtların kaybolma riskinin ortadan kaldırılması sağlanmış olacaktır. f. Planlama, kaynak yönetimi, faturalama ve diğer idari sistemlerin karşılıklı işlerliği ve sağlık çıktıları ra-
porlama/nüfus sağlık yönetimi: Sistemin kalite gösterge raporlaması için bilgileri otomatik olarak seçip çıkartması ve bu raporlar doğrultusunda nüfusun sağlık yönetimine ilişkin kararlar verilebilmesi temin edilecektir. Sistem Güvenliği: Sistemde veri paylaşılmasına izin verilmesi gereken paydaşları hastalar, sağlık bakım hizmeti sunanlar, işverenler, devlet, sigorta şirketleri olarak belirlemek mümkündür. Sistemin bu paydaşların kullanımı sırasında; - Yetkisiz mahremiyet ihlallerinden, - Yetkisiz erişimlerden, kullanımlardan ve açıklamalardan, - Bilgilerde yapılacak yetkisiz değişikliklerden ve başka güvenlik risklerinden korunması hususu son derece önemlidir. Ulusal Güvenlik: Bu konunun ulusal güvenlik ile ilgili iki boyutu bulunmaktadır: 1. Kayıtların tutulmasını gerektiren boyutu a. Tüm ülke için tutulacak tıbbi kayıtlar pandemi oluşturabilecek hastalıkların tesbiti, takibi ve alınacak önlemlerle ilgili politika belirlenmesinde gereklidir. b. Savaş zamanı için harekât planlamalarında gereklidir. c. Doğal afet durumlarında sivil savunma planlamalarında gereklidir. d. Koruyucu halk sağlığı hizmetlerinin planlamasında gereklidir. e. Suç ve suçlu ile mücadelede gereklidir. f. Öldürücü olamayan silahlar kapsamına giren teknolojiler kullanılarak maruz kalınacak tehditlerin tesbitinde ve sonrasında gereklidir. g. Devlet politikalarının hemen tümü için gerekli olan istatistikî verilerin temini için gereklidir. 2. Kayıtların tutulmasından sonraki güvenlik boyutu Sistemin güvenliği sağlanamadığı takdirde kayıtların tutulmasını gerektiren sebeplerin tamamı aleyhimize dönecek çok büyük bir risk oluşturacaktır; - Savaş harekât planlamalarını yapmak üzere düşman kuvvetlerine askeri istihbarat teslim edilmiş olur. - Doğal afetlerde yağma, kayıtların ele geçirilmesi, nüfus ve tapu kayıtlarının değiştirilmesi gibi risklerin önü açılmış olur. - Suç ve suçlu ile mücadelede delillerin karartılması ve yok edilmesine zemin hazırlanmış olur. - Ülkemize yöneltilecek tehditlerin belirlenmesinde bu odaklara yol gösterilmiş olur. - Yönetici pozisyonunda ve kritik görevlerde olan kişilerin sağlık verilerinin ifşa olması dış güçlerin karar mercilerine yardımcı olacak önemli mesajlar içerir. Devlet adamlarının sağlık durumları ile ilgili verilerin stratejik önemini anlatan örnek olay olarak; 8 yıl önce (yazıya göre 1991e tekabül ediyor) bir siyasetçi, Süleyman Demirel’in her sağlık kontrolünden sonra raporunun kendisine geldiğini Ertuğrul Özkök’e söylüyor. Yazıda bunun bir tıbbi istihbarat olup olmadığı sorulmuş! Çünkü çağımızın güvenlik konsepti ve savaş stratejisi savaşmadan düşmanı yenmeyi ya da en azından gücünü zayıflatmayı esas almaktadır. SONUÇ olarak “Ulusal Elektronik Sağlık ve Tıbbi Kayıt Sistemi” ulusal güvenliğimiz için gerekli hatta zorunlu bir sistemdir. Aynı şekilde konunun sistem güvenliği de yine ulusal güvenliğimiz açısından, sistemin kurulumundan daha önemlidir. Başka bir ifade ile çok gerekli olan bu sistemin olmaması tolere edilebilir, ancak kurulduktan sonra doğacak güvenlik zafiyetinin vereceği zarar telafi edilemez.
İrlandalılar da Türk Birleşik Krallık’ta yapılan bir araştırmada İrlandalı erkeklerin Türkiye ve Akdeniz’den geldikleri ileri sürüldü. Birleşik Krallık’ta yapılan bir araştırma, “İrlandalı erkeklerin yüzde 85’inin, 6 bin yıl önce Türkiye’den ve diğer Akdeniz ülkelerinden İrlanda topraklarına gelen çiftçilerin torunları olabileceği” öne sürüldü. İngiliz Times gazetesinin “Türk çiftçiler İrlandalıların babası” başlığıyla haberleştirdiği araştırma, Avrupalı erkeklerin babadan oğula geçen Y kromozomları üzerinde yapılan incelemelere dayanıyor. Leicester Üniversitesinin araştırması, İrlanda’ya Anadolu’dan ve Avrupa’nın güneydoğusundan gelen çiftçilerin zaman içinde yerli erkek nüfusunun yerini almış olabileceğini savlıyor.
Sadece rüşvet için kullanılacak para basıldı Hindistan’da bir sivil toplum kuruluşu ülkedeki yolsuzluğu protesto etmek için sıfır Rupi’lik banknot üretti. Rüşvetin yaygın olduğu Hindistan’da ilginç bir kampanya başladı. 5th Pillar (Beşinci Sütun) isimli sivil toplum kurluluşu, ücretsiz hizmetler için bile rüşvet talep eden devlet görevlilerine verilmek üzere sıfır Rupi’lik banknotlar üretti. Bir milyon adet basıldığı söy-
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Balkanların tarihi kronolojisi 1300 1352 Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Paşa, emrindeki adamları ile Çanakkale Boğazı’nı geçerek Rumeli’ye ayakbastı ve Çimpe Kalesi ‘ni aldı. 1364 I. Murat Edirne’yi başkent yaptı. 1371 Sırp Kralı Vukaş liderliğindeki haçlı ordusu Çirmen’de mağlup edildi. 1382 Sofya Türklerin eline geçti. 1389 Kosova meydan savaşı kazanıldı, Sırp Krallığı sona erdi ve bölgede Türk hâkimiyeti başladı. 1391 Eflâk, Osmanlı’ya bağlı beylikler arasına girdi. 1396 Bulgaristan Krallığı yıkıldı. 500 yıl süren Osmanlı dönemi başladı. 1400 1453 İstanbul fethedildi, Bizans İmparatorluğu yıkıldı. 1466 Osmanlılar Mora’nın fethini tamamladı. 1500 1526 Osmanlılar Macar ordusunu yendi. 170 yıllık Osmanlı hâkimiyeti başladı. 1529 Viyana kuşatması sonuç vermedi. 1600 1669 Osmanlılar Girit’i fethetti. 1683 II. Viyana kuşatması başarısız oldu. Osmanlı Devleti gerileme devrine girdi. 1699 Karlofça Barış Antlaşması imzalandı. Osmanlı Devleti büyük toprak kayıplarına uğradı. 1700 1711 Eflâk ve Moldavya padişahın gönderdiği Fenerli Rum valiler tarafından yönetildi. 1748 Adamantios Korais, modern Yunan yazı dilinin yaratıcısı, millî uyanışa öncülük eden çalışmalar yaptı. 1762 Rahip Paysi Bulgarların tarihini yazmaya başladı. • Tırnova Patrikhanesi kapatıldı. Bulgarlar 1870’e kadar Fener Rum Patrikhanesinin etkisi altında kaldı. • Osmanlı-Rus savaşı. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Rusya Karadeniz kıyılarını aldı ve Osmanlı’daki Ortodoksları temsil hakkı kazandı. 1787 Rus-Osmanlı Savaşı. 1792 Yaş Antlaşması 1798 Fransız devriminin tesirinde kalan ihtilâlci şair Konstantin Rigas’ın idamı. 1800 1804 Sırbistanda Karacorce isyanı başladı. • Rus-Osmanlı Savaşı. • Nizam-ı Cedit ortadan kaldırıldı; III. Selim tahttan indirildi. • Alemdar vak’ası; Yeniçeriler isyan etti. 1810 1810 Varna’nın kuşatılması üzerine İstanbul’da cihad-ı ekber ilân edildi (25 Haziran); Rusçuk savunma kumandanı Halil Paşa’nın alnından vurulup şehit olması üzerine Rusçuk ve Yerköy kaleleri düşmana teslim oldu (27 Eylül). • Bükreş Barış Antlaşması imzalandı, Besarabya Ruslara bırakıldı. • Sırbistan’da Karacorce isyanı bastırıldı. • Rusya, Bükreş ve Ortadoğu’daki Rumlar arasında etkili olan ve Yunanistan’da üyeleri bulunan Etairia Filike adlı ihtilâlci örgüt kuruldu. 1817 Miloş prens oldu, Karacorce öldürüldü. 1820 • İpsilânti önderliğinde Yunan bağımsızlık savaşı başladı. • Romanya’da yedi yıl görev yapmak üzere atanan yerli prensler, Rum valilerin yerini aldı. 1826 Osmanlı Devleti Sırbistan’a özerklik (otonomi) tanıyacağı sözünü verdi. Sırplar Rusya’nın himayesine girdi; Romanya’da hospodorlar (valiler) seçildi, Rus himayesi başladı; Osmanlı askerine fes giydirildi. 1827 Evkaf nezâreti kuruldu; İstanbul’da tıp okulu açıldı. 1827 Yunanistan’daki karışıklıklara Avrupa devletleri müdahale etti. • Osmanlı-Rus savaşı. • Edirne Antlaşmasıyla Sırplara, Eflâk ve Moldovya’ya özerklik verildi, Rus himayesi başladı. Yunanistan yalnızca Osmanlı’ya vergi vermekle mükellef hale getirildi.
lenen banknotların üzerinde “Yozlaşmayı ortadan kaldırın”, “Rüşvet almayacağım ve vermeyeceğim” gibi cümleler ve Mahatma Gandhi’nin resmi bulunuyor. Örgüte ait 1830 zerocurrency.org sitesinde ise • Fransa, İngiltere ve Rusya, Bavyeralı prens Otto’nun dünya ülkelerinin yolsuzluk Yunanistan kralı olmasını ve monarşiye geçilmedurumuna göre sıralaması sini istedi. yer alıyor. Ayrıca sıfır Rupi’lik • Nüfus sayımı yapıldı; Tımar vergisi kaldırıldı; İlk banknotlar da bu adresten inresmî Türk gazetesi Takvim-i Vakayı yayınlanmaya dirilebiliyor. başladı.
1833 Posta teşkilatı kuruldu; Hünkâr İskelesi Antlaşması imzalandı. 1835 Bulgaristan’da İlk Bulgar okulu açıldı, on yıl içinde buna elli okul eklendi. 1839 Sırbistan’da Miloş tahttan ayrıldı; Gülhane Hatt-ı Hümayun’u ilân edildi, Tanzimat dönemi başladı. 1840 1840 İlk ceza kanunu kabul edildi; Mısır meselesinin çözümü için Londra mukavelesi imzalandı; Osmanlı Posta Nezareti kuruldu. • Boğazlar meselesinin çözüm girişimi. • Mihail Obrenoviç Sırp tahtından indirildi. • Sırbistan’da Aleksandar Karacorceviç devri yaşandı. 1844 Yunan kralı Otto bir anayasa yürürlüğe koydu. 1845 Polis teşkilatı kuruldu. 1848 Romanya’da isyanlar başladı bunlar Rus ve Osmanlı askerinin ortak girişimi ile bastırıldı. 1850 1850 Şirket-i Hayriye kuruldu; Ticaret kanunu kabul edildi; Bulgar yazarlar Rakovs, Karavelov, Botev ve Slaveikov öncülüğünde başlatılan edebî uyanış Bulgar milliyetçiliğini hızlandırdı. 1851 Encümen-i Danîş kuruldu (18 Temmuz). 1853 Karadağ, Osmanlı birliklerinin taarruzunu püskürttü. 1853 Kırım savaşı başladı, İngiltere, Fransa ve Sardinya Osmanlı yanında Ruslara karşı savaştı. • Osmanlı Devleti ilk kez dış borç almaya başladı; Rus birlikleri Kars’ı ele geçirdi; İlk telgraf hattı işletmeye açıldı. • Islahat Fermanı ilân edildi; Paris Kongresi ve Barış Antlaşmasıyla Kırım Savaşı sona erdi; Rusya’nın Sırbistan ve Romanya üzerindeki himayesi kalktı; Besarabya toprakları Moldova’ya verildi. • Maarif-i Umumiye nezareti kuruldu (17 Mart). • Mustafa Reşid Paşa öldü; Yeni Ceza Kanunu yürürlüğe girdi Sırbistan’da Aleksandar Karacorceviç tahtan indirildi. 1860’a kadar sürecek Miloş’un ikinci devri başladı;Karadağ Osmanlı birliklerinin taarruzunu püskürttü. • Mekteb-i Mülkiye açıldı; Paris Antlaşmasıyla ayrıtutulan Moldovya ve Eflak prenslikleri Prens John Cuza’nın liderliğinde birleşti. 1860 • Mihail Obrevnoiç III’ün ikinci hükümdarlık devri yaşandı. • Bosna-Hersek’te isyanlar başladı; Askerî kıyafetler değiştirildi; Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye kuruldu; Abdülmecit öldü yerine Abdülaziz tahta çıktı. • Yunan kralı Otto tahtı bırakmaya zorlandı yerine Danimarkalı prens Georgiyos geçti; Sava Rakovski Belgrad’da Bulgaristan’ın Kurtuluş Plânı adlı eserini yayınladı ve Bulgar Lejyonu’nu kurdu; Sırplar Belgrad’da bulunan Osmanlı askerleriyle çarpıştı. • İlk Darü’l-Fünûn açıldı (12 Ocak). • Fransa’dan Yeni Vilâyetler Sistemi kabul edildi (7 Kasım) • Amerika’ya elçi gönderildi; Merkezî yönetim bir basın kanunu ilân etti (6 Ocak); Tuna vilâyet gazetesi yayına başladı (3Mart); Maarif Nezareti’nde Tercüme Cemiyeti kuruldu (12 Nisan); Yeni Osmanlılar Cemiyeti kuruldu;Trabzon’da ilk resmî basımevi kuruldu. • Yunanistan’ın desteklediği Girit isyanı başladı; Girit Rumlarına ağırlık tanıyan bir yönetim iş başına geçti; Romanya’da Cuza tahtı bırakmak zorunda kaldı; 1914’e kadar sürecek Prens Carol devri başladı. • Yeni Osmanlılar Cemiyeti yurt dışı faaliyetlerine başladı (24Mart); Ali Kararname yayınlandı (27 Mart); Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye kuruldu; Sultan Abdülaziz Paris Fuarı’nı ziyaret etti; İngiliz kraliçesi Victoria kendisine Dizbağı Nişanı taktı; Osmanlı garnizonları Sırbistan’dan geri çekilmek zorunda kaldı; Anadolu’da Türkçe gazetenin öncüsü Envâr-ı Şarkiyye Erzurum’da yayınlanmaya başlandı. • Adliye Nezareti kuruldu (6 Mart); Şura-yı Devlet kuruldu (1Nisan); İlk öğretim zorunluluğu getirildi (23 Mayıs); Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) öğretime başladı (1 Eylül); İlk erkek sanat okulu İstanbul’da açıldı (26 Eylül). Süveyş kanalı açıldı, Eugenia İstanbul’u ziyaret etti. 1869 Mecelle’nin ilk kitabı kabul edildi (20 Nisan); Maarif-i Umumiye Nizâmnâmesi yayınlandı (1 Eylül); İkinci Darü’l-Fünûn açıldı (19 Aralık). Devamı var
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Sayı 47 - Mart-Nisan 2010
İstiklal Marşı İstiklal Marşının Hikayesi Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, ‘Medeniyyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma’ bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na’şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
23 Nisan 1920 günü Meclis açılmış. İstiklal harbi başlamış. Ordularımız, Anadolu’yu işgal edenlerle savaşıyor. Yunan ordusu Ankara yakınlarına kadar ilerlemiş. Meclis bu ortamda, yeni kurulan Türk Devleti için bir İstiklal Marşı hazırlatmak istiyor. 1920 yılı sonlarında bu amaçla bir şiir yarışması açılıyor. Katılımcılara 6 ay süre veriliyor. İstiklal Marşı yarışmasına bu süre içerisinde tam 724 şiir gönderiliyor. O zamanki adıyla Maarif Vekaleti, yani Milli Eğitim Bakanlığı, bu şiirleri değerlendirmek için bir komisyon kuruyor. O dönemin Türkiye’sinde iletişim olanaklarının neredeyse sıfır olduğu bir ülkede yarışmaya katılan 724 şiir tek tek okunuyor, içlerinden 6 şiir elemeyi geçip Meclis Matbaası tarafından bastırılıyor ve milletvekillerine dağıtılıyor.
Ayrıca kazanan şiir için 500 lira ödül var. O zaman için çok büyük bir para. O sırada Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ankara’ da yaşayan ve aynı zamanda milletvekili olan ünlü şairimiz Mehmet Akif (Ersoy)’ dan da bir şiir istiyor. Bunun üzerine Mehmet Akif Bey “Ben mebusum (milletvekiliyim), müsabakaya katılmam. Ayrıca bir şiir yazıp size veririm” diyor. Evinde yazmaya başlıyor ve “Kahraman ordumuza” ithaf ettiği şiir bittiğinde, Maarif Vekaleti’ ne teslim ediyor. Böylece yarışmaya 7. şiir de katılmış oluyor. Müsabaka sonuçlanıyor. Mehmet Akif Bey‘ in şiiri Meclis kürsüsünden Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından büyük bir coşkuyla okunuyor. Büyük tezahürat ve alkışlar arasında ve oybirliği ile İstiklal Marşı olarak kabul ediliyor. Tarih 12 Mart 1921. İstiklal Marşı şiiri kabul edildikten hemen sonra, kürsüden bir kez daha okunuyor ve bütün milletvekilleri bu kez ayakta dinliyor. Meclis yetkilileri birkaç gün sonra Mehmet Akif Bey’ e 500 liralık para ödülünü vermeye geliyorlar. Almayı reddediyor. “Ben müsabakaya girmedim. Bu para benim hakkım değildir ve bana ait değildir” diyor. Meclis yetkilileri ısrar ediyor. “Bu parayı kasamızda tutamayız. Siz alın, isterseniz bir yere bağışlayın” diyorlar. Mehmet Akif Bey bunun üzerine parayı alıyor ve hastanede yatmakta olan gazilerimize bağışlıyor.
Soya Dönüş” Süreci Rafa Kaldırılıyor. Zaman Aşımına mı uğradı? Yazan: Stoyko Stoyanov
İsim değiştirme süreci ve 400 bin Türkün ülkeden kovulmasının mimarları cezalandırılmamakta ve (Bulgar) Hukuk sistemi, 20 yıldan beri konuyla ilgili soruşturmayı boykot etmektedir. Devasa “Soya Dönüş” soruşturmasında 20 yıllık yasal sürenin sessizce dolmuş olma ihtimali vardır. Süre uzatımı ile ilgili herhangi bir resmi başvuru da yapılmamıştır.
Bazı hukuk kaynakları, olay yaratacak bu haberi Frognews.bg’ye verdi. Ancak, Askeri Savcılık yetkilileri, açıklama yapmayı kesin olarak reddetmektedirler. Dönemin en uzun soruşturmalarından biri olan “Soya Dönüş” rafa kaldırılmaktadır. Böylece, Bulgaristan Türklerine karşı Komünist Rejimin işlediği suçlar, cezalandırılmamış olarak kalacaktır. Frognews.bg, daha geçen yılın Aralık ayında bu soruşturmayı denetleyen Sofya Askeri Savcılığına, Yüksek Savcılık aracılığıyla aşağıdaki 5 soruyu yöneltmiş ve resmi olarak cevap almaya çalışmıştır: 1. “Soya Dönüş” süreci ile ilgili soruşturma ne durumda? 2. Soruşturmanın 20 yıl sürmesinin nedenleri nelerdir? 3. 20 yıllık süresi tam olarak ne zaman dolmaktadır? 4. Savcılığın, soruşturma süresinin uzatılması yönünde başvuru yapma ve araştırmayı devam ettirme niyeti var mıdır? 5. Bu soruşturma çerçevesinde eski Bulgar Komünist Partisi mensubu merkez ve bölge yöneticilerinin herhangi bir suçu ispatlanmış mıdır? Mektubumuz askeri yetkililere ulaştırıldı, ancak bir aydan beri Sofya Askeri Savcılığından tarafımıza herhangi bir cevap gönderilmemiştir. Gayri resmi kaynaklardan öğrendiğimize göre, soruşturmadan sorumlu Savcı Evgeni İvanov, bu konuda rahatsız edilmek istemiyormuş. Dolayısıyla konuşması da, konuşmaması da mümkünmüş. Söz konusu soruşturma yakın bir zaman öncesinde kendisine verilmiştir; Bunun dışında İvanov, Frognews.bg sorularını kışkırtıcı buluyormuş. Soruşturma gizlilik gerektiriyormuş. İvanov’un asker iş arkadaşlarıyla paylaştığına göre soruşturma, farkına varılmadan zaman aşımına uğramış, kendisi bu konuda şeflerini uyarmış, ancak neler yapılması gerektiği konusunda herhangi bir görüş bildirilmemiş. Hukukçulara göre soruşturmanın özellikle “süresi” konusu yoruma açık ve çok tartışmalıdır. Çünkü belli bir zamanda ve kesin bir yerde işlenmiş tek bir suçla ilgili değildir; 1984’dün sonundan 1990 yılının başına kadar uzanan bir
süreçte ülkemizin farklı bölgelerinde yaşayan binlerce insanı kapsayan devasa bir suç eylemi süreci söz konusudur. Mavi Koalisyon Milletvekillerinin Bildiri Tasarısı 20 yıldan beri devam eden soruşturma, geçen yılın sonuna doğru Mavi Koalisyon’un 10 milletvekilinin dikkatini çekti. Bu 10 milletvekilleri, 27. 10. 2009’da resmi olarak Halk Meçlisinin Başkanı olan Tsetska Tsaçeva’ya bir Bildiri Tasarısı sundu. Tasarıda 400 bin Türkün vatanından kovulmasına sebep olan Komünist rejiminin Türk azınlığımıza karşı yürüttüğü eritme politikası ve “Soya Dönüş” süreci kınanmaktadır. Bildiri Tasarısında “İsim değiştirilmesiyle ilgili başlatılan soruşturmanın, Bulgar hukuk sistemi ve Cumhuriyet Başsavcısı tarafından devam ettirilmesi istenmektedir; Zaman aşımına uğradığı gerekçesiyle komünist dönemi suçlarının örtbas edilmesi durumunda ise tüm Bulgar halkına mal edileceği konusunda uyarı yapılmaktadır”. Ancak nedense bu Tasarı, Meclisin tozlu raflarına kaldırılmış ve şimdiye kadar üzerinde herhangi bir görüşme gerçekleştirilmemiştir. Bildiri Tasarısının neden reddedildiği konusunda herhangi bir açıklama da yapılmamıştır. Belli bir süre önce Hak ve Özgürlükler Hareketi lideri Ahmet Doğan, rafa kaldırılmış İsim Değiştirme soruşturmasını kastederek insanlığa karşı işlenen suçların zaman aşımına uğramasının mümkün olamayacağını kesin olarak belirtmiş olsa da partisi, seçmenlerine şu konulara açıklık getirmek zorunda kalacaktır: Miting ve toplantılarda anlattığı masallar ve Lahey Adalet Divanı ile ilgili ileri sürdüğü tehditler dışında Ahmet Doğan neden cinayetlerden, işkencelerden, Türklerin mahkeme kararı olmadan Belene Toplama Kampı’na gönderilmesinden, birçok sülâlenin memleketlerinden sürülmesinden (tehcir) ve asimilasyon uygulamalarından sorumlu kişilerin hukuk önünde hesap vermesi için somut adımlar atmamıştır? Halk arasında yayılan söylentilere göre Bulgar Sosyalist Partisi ile Hak ve Özgürlükler Hareketi arasındaki Stanişev Kabinesi bünyesinde ortak çalışma anlaşması, eritme politikasına karşı yürütülen soruşturmanın unutulmasından geçmektedir; Ama Ahmet Doğan çevresi, böyle bir anlaşmanın varlığını sürekli olarak reddetmektedir. Mahkeme çevrelerindeki söylentilere göre ise, bu soruşturma özellikle eski komünist Başbakan Georgi Atanasov yüzünden uzatılmaktadır, çünkü hala hayatta olan tek sanık Georgi Atanasov’dır. Üst düzey bir yetkiliye göre Atanasov’un ölümünden sonra ancak bu soruşturma yeniden ele alınacak ve üzerinde çalışılma yapılacaktır. Frognews.bg şunları hatırlatmaktadır: “Soya Dönüş” süreci sırasında işlenen suçlarla ilgili hukuki kovuşturma, herkes tarafından bilinen “Bir No’lu” soruşturmasından bölünerek 1990 yılında başlatılmıştır. Bir yıl sonra Askeri Savcılık, Ceza Kanunun 162. maddenin 1. fıkrası uyarınca Todor Jivkov, General Dimitır Stoyanov, Petır Mladenov, Georgi Atanasov ve Penço Kubadinski’ye karşı “ırk ve din temelinde düşmanlık yayma ve kışkırtıcı faaliyetlerde bulunma” suçlamasıyla hukuki inceleme başlatmıştır. Savcılık, 1993’te bu suçlamadan vazgeçmiş ve 387. maddenin 2. fıkrası uyarınca yeni bir suçlama yöneltmiştir. Sözünü ettiğimiz soruşturma, günümüze kadar 10 defadan fazla kapatılmış ve yeniden açılmış, delil yetersizliği nedeniyle reddedilmiş ve Savcılık sistemi içersinde farklı mercilerde bekletilmiştir. Aynı zamanda “Soya Dönüş” süreci soruşturması bölünerek 5 ayrı soruşturma daha oluşturulmuştur. Fakat en
büyük yavaşlatma 1995 yılında gerçekleşmiştir. Yüksek Mahkemenin Askeri Heyeti, yeni delillerin toplanması gerekçesiyle soruşturmayı reddetmiştir. Heyet, 1984-1989 yılları arasında yapılan baskılara maruz kalan tüm mağdurlardan ifade alınması özellikle şart koşmuştur. Buna benzer imkânsız bir isteğin gerçekleştirilmesi pratik olarak mümkün değildir, çünkü tüm dünyaya dağılmış yüzlerce değil, binlerce şahidin buraya çağrılması söz konusu olmaktadır. Vefatlarından dolayı Todor Jivkov ve Dimitır Stoyanov’a karşı açılan soruşturmalar, 1998 yılında kapatılmıştır. Daha sonra da Georgi Atanasov’a karşı yürütülen cezai soruşturma kaldırılmış, ancak 2001 yılında adı geçen eski Başbakan tekrar sanık olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımıyla şimdiye kadar 312 şahit ifade vermiş ancak 126 kişinin tam adresi belirlenemediği için yetkiler onlardan ifade alamamıştır. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin isteği üzere 2007 yılının kışında Başsavcı Yardımcısı Valeri Pırvanov, Başsavcılığın bu konudaki görüşünü Meclisin İnsan ve Din Özgürlükleri Komisyonunda açıklamıştır. Ona göre N II-048 sayılı soruşturma, yeterli delil toplandıktan sonra ve kontrolü altında olan Savcının kararına bağlı olarak yenilenebilecektir. Avrupa Konseyi, bu konuyla ciddi olarak ilgilenmektedir. Mayıs 2006 yılında Hanna Severinsen isminde bir temsilcisini Bulgaristan’a göndermiştir. Bayan Hanna Severinsen, soruşturmanın bloke edildiği, kimsenin ceza almadığı, kurumların bu konuda herhangi bir faaliyet göstermediği gibi tespitlerde bulunmuştur. “Soya Dönüş” süreci ile ilgili soruşturmanın bloke edilmesi, Hak ve Özgürlükler Hareketi ile güney komşumuzdaki bazı göçmen derneklerin arasının açılmasını neden olmuştur. Bulgar hukuk sistemi, adaleti yerine getirmeyi reddettikten sonra, bu dernekler, Avrupa kuruluşlarından adalet arama konusunda bazı girişimlerde bulunmuştur. Derneklere göre kampanya sırasında 1300 kişi çok büyük zararlar görmüştür. Belene Toplama Kampı’nda tutulmuş olan 517 kişinin isimleri belirlenmiş ve Resmi Gazetesinde yayımlanmıştır. Bu kişiler üzerlerinde baskılar uygulandığı resmi olarak kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra mahkemeler tarafından cezalandırılmış siyasi mahkûmların isimleri belirlenmiştir. Üstelik Resmi Gazetede 1313 Sayılı Karar yayımlanmıştır. Bu Karara göre“Soya Dönüş” kampanyasını uygulayan yaklaşık 200 kişi “üstün başarılarından dolayı” Bulgar Komünist Partisi ve Todor Jivkov tarafından resmi olarak devlet ödülüyle ödüllendirilmiştir. Suç işleyen, yetkilerini aşan, işkence için emirler veren İçişleri Bakanlığı ve Bulgar Komünist Partisi çalışanların isimleri, ülkenin çeşitli bölgenin ve Bulgar Komünist Partisinin arşiv belgelerde yer almaktadır.GERB Partisi Hükümeti açısından yeni yıl pek çok sürprizle başladı, ancak Boyko Borisov’un Türkiye’ye yapacağı muhtemelen 7 Şubat tarihli ziyareti, kendisine başka bir sürpriz hazırlamış olma ihtimali vardır. Bu sürpriz, Bulgar Milli Televizyonunda yayımlanan Türkçe haber programına karşı diş gıcırdatmasından ve Trakya göçmenlerine tazminat ödenmesiyle ilgili Bojidar Dimitrov’un sevdasından çok daha ciddi olacaktır. Komşularımız ve göçmenler, bu zavallı “Soya Dönüş” soruşturmasını olduğu gibi NATO ve AB üyesi olan bir ülkenin adaleti yerine getirmemesinin sebebini mutlaka soracaktır. (Yazı, http://frognews.bg/ adresli internet gazetesinde 26 Ocak 2010’da yayımlanmıştır.)
11
Avrupa Cephesi Dr. Caner SANCAKTAR TASAM Uluslararası İlişkiler Uzmanı
Avrupa’da Aşırı Milliyetçiliğin Yükselişi 1 İsviçre’de minare inşasını yasaklayan referandum, ülkemizde “Avrupa’da ırkçılık” tartışmalarını doğurdu. Bu tartışmalar genellikle Avrupa’da yaşayan Müslüman topluluklarına karşı uygulanan baskılara ve haksızlıklara odaklandı ve vurgu yaptı. İsviçre’de minare inşasını yasaklayan referandum, ülkemizde “Avrupa’da ırkçılık” tartışmalarını doğurdu. Bu tartışmalar genellikle Avrupa’da yaşayan Müslüman topluluklarına karşı uygulanan baskılara ve haksızlıklara odaklandı ve vurgu yaptı. Oysa baskılara ve haksızlıklara maruz kalanlar sadece Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşamakta olan Müslüman topluluklar değil, dini ne olursa olsun tüm göçmen topluluklardır. En fazla baskıya ve haksızlıklara maruz kalan göçmenler, Müslim veya Gayrimüslim olsun fark etmez, Afrika ve Asya ülkelerinden gelenlerdir. Bununla birlikte, “daha kaliteli yaşam” umuduyla Batı Avrupa ülkelerine göç eden Doğu Avrupalı göçmenler de Batı Avrupa ülkelerinde “istenmeyenler” durumuna düşmüşler ve içinde bulundukları “ulusal-ülke”nin hâkim “ulusal-topluluğu” tarafından baskı ve haksızlıklara maruz kalmaktadırlar. Hatta tarihsel olarak bazı otantik (göçmen değil!) topluluklar bile, vatandaşı oldukları ulus-devletin hâkim ulusundan gelen baskılara maruz kalmaktadırlar. Bu duruma örnek olarak; Slovakya’daki Macarlar, Avusturya’daki Slovenler, Bulgaristan’daki ve Yunanistan’daki Türkler gösterilebilir. İsviçre’deki Minare Yasağı dahil, son yıllarda yaşanılan resmi veya gayri resmi bazı anti-demokratik uygulamalar ve baskılar Avrupa coğrafyasında “aşırı milliyetçiliğin” yükselişte olduğunu gösteriyor. Aşırı milliyetçilik; “öteki” olarak değerlendirilen ulusal, etnik, kültürel veya dinsel gruba mensup olan bireyleri ekonomik, politik ve sosyal alanlardan dışlayan veya asimile etmeye çalışan milliyetçilik biçimidir. Milliyetçiliğin bu şekli, Avrupa ülkelerinde politik iktidarı ele geçirmiş durumda değildir. Fakat bununla birlikte aşırı milliyetçilik, Avrupa’da “münferit vaka” olmaktan daha öteye geçmiş bulunuyor. İsviçre’de düzenlenen resmi referandum sonucunda minare inşasının resmen yasaklanması, politik iktidarı ele geçirmiş olmamakla birlikte, aşırı milliyetçiliğin “münferit vaka” olmaktan daha yaygın ve güçlü olduğunu gösteriyor. Eski Kıta Avrupa, tarihinin en geniş kapsamlı dönüşümlerinden birisini - belki de en önemlisini - 1990 sonrasında yaşadı. Bu büyük dönüşüm, üç unsuru eş zamanlı olarak içerdi: 1- Avrupalı sosyalist ülkelerde sosyalist rejimlerin yıkılması ve bu ülkelerin çok hızlı biçimde kapitalizme geçmeleri. 2- Avrupa Birliği’nin hızlı biçimde genişlemesi ve derinleşmesi. 3- Kapitalist Batı Avrupa ülkelerinde ve bir bütün olarak Avrupa kıtasında neoliberal politikalar (özelleştirme; mal, sermaye, emek piyasaların esnekleştirilmesi; dış piyasa merkezli sermaye birikimi stratejisi; sosyal devletin tasfiyesi; sosyal hizmetlerin ve harcamaların azaltılması) üzerinden ekonominin yeniden yapılandırılması. 1990 sonrasında yaşanılan büyük dönüşümün üç eş zamanlı unsurundan ilki; Avrupa kıtasının Doğu ve Güneydoğu (Balkan) bölgelerinde kitlesel yoksullaşma, işsizlik artışı, mafyalaşma (organize suç örgütlerinin yaygınlaşması), piyasa ve kaynak kapma mücadeleleri / savaşları, ülkesel ve toplumsal parçalanmalar doğurdu. Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinde “belirsizlik”, “güvensizlik” ve “yoksulluk” durumu 1990’lar boyunca hâkim oldu. Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya katılan ülkeler için belirsizlik ve güvensizlik durumu önemli ölçüde azaldı. Ama kapitalizme geçiş yapan Doğu Avrupalı ve Balkan halkları için ekonomik sıkıntılar halen devam etmektedir. Devamı var
12
47 - Mart-Nisan Sayı 2010
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Gözlem Ziraat Mühendisi
İsmail Erdem Dünya Siyaseti Yeniden Şekilleniyor Dünya siyasetindeki denge, SSCB’nin çöküşünü müteakip ABD’nin bir süre için rakipsiz kalmasının ardından, yeniden biçimleniyor. Yeni dönem öncekilere göre daha sert, daha karmaşık, daha riskli. Bu dönemin de ne kadar süreceği -öncekiler gibi- belirsiz. Ama daha heyecanlı! Yeni bir dünya kuruldu. Yeni dünyada yeni bir düzen biçimlendi. Yeni konjonktür yeni kuramlar gerektiriyor, hem bu dönemi anlamak için hem de gelecek dönemi öngörmek için… Dünya devletlerini kategorize ederek ele almak gerekirse, burada üçlü bir yapıdan söz edilmesi mümkün. Birinci kategoride -buna birinci sınıf diyebiliriz- gelişmiş ülkeler yer alıyor. Bu ülkelerin temel ortak özelliği sanayi sonrası topluma sahip olmaları, ileri teknoloji üretmeleri ve sanayileşme evresini aşmış olmaları. Bu ülkeler ABD, AB ve Japonya biçiminde sıralanıyor. İkinci kategorize -buna da ikinci sınıf diyebiliriz- kalkınmakta olan ülkeler yer alıyor. Üçüncü kategorize ise -üçüncü sınıf- geri kalmış ve gelişmemiş ülkeler var. İkinci dünya ülkeleri şu ortak noktalara sahip; Büyüme hızları yüksek, sanayileşmiş, gelir düzeyi görece düşük, ihracatı yüksek, kişi başına düşen milli gelir 699 USD’nin üzerinde. Dünya Bankası, OECD, AB ve IMF kaynaklarında yer alan verilere göre ikinci dünya ülkelerinin sayısı 10 ile 30 arasında değişiyor. Bu kategorideki ülkeler ilkesel olarak birinci dünyanın eşiğinde yer alırlar. Listelerin farklılığı, hazırlayanların sosyal ve politik ölçütlerindeki başkalıklardan kaynaklanıyor. IMF verilerinde Güney Afrika, Meksika, Brezilya, Çin, Hindistan, Malezya, Filipinler, Tayland, Rusya ve Türkiye bu kategoride yer alıyorlar. G-20 ülkeleri “önemli, sanayileşmiş ve kalkınmış ekonomiler” olarak kabul ediliyor. Üçüncü kategoride -yani üçüncü dünyada- hangi ülkelerin yer aldığı ise büyük ölçüde siyasi bir çerçeveye göre belirleniyor. 50’li yıllarda “bağlantısızlar”, yani ne batı kampında ne de doğu kampında yer alan devletler için kullanılan bu deyim zamanla değişti. Üçüncü dünya daha sonra fakir ülkeler için kullanılmaya başlandı. Alfred Sauvy, 1952’de bu üçüncü dünya kavramını ilk defa dile getirirken, 1789 öncesinde Fransa’da ortaya çıkan din adamları, soylular ve köylüler biçimindeki üçlü yapıdan esinleniyordu. Soğuk Savaş döneminde batı birinci dünya, doğu ikinci dünya ve fakirler üçüncü dünya olarak kabul ediliyordu. 80’li yılların başlangıcında -doğu ve batı arasındaki anlaşmazlığın bitmesinden ve doğu bloğunun çökmesinden önce- Ulrich Menzel gibi isimler “ikinci dünyanın ortadan kalktığını ve dolayısıyla artık üçüncü dünyadan söz edilemeyeceğini” savundular. Esas olarak, birinci dünyada istikrarlı, refaha sahip ve uluslararası düzenden kar eden ülkeler yer alıyor. Parag Khanna yaptığı analizde bu listede “Türkiye ve Meksika hariç OECD’nin ilk otuz ülkesinin” yer aldığını savunuyor. Khanna’nın Türkiye ile ilgili hükmü tartışılabilir olsa da, dikkate alınmalı. Yine Khanna analizinde, Dünya Bankası’nın verilerini kaynak göstererek dünyanın gelişmişlik listesinin en sonunda yer alan 48 ülkeyi üçüncü dünya ülkesi olarak kabul ediyor. Bu ülkeler Latin Amerika, Afrika, Güney Asya ve Pasifik bölgesinde. Yeni dönem şartlarına göre, birinci ve üçüncü dünyanın dışında kalan yaklaşık yüz ülke ise belirsiz bir geleceğe sahip. Söz konusu yüz ülke Sovyet ardılı havzada, Balkanlar’da, Orta Asya’da, Orta Doğu’da, Latin Amerika’da yer alıyor. Ayrıca Çin, Hindistan ve Güney Doğu Asya var. Günümüzde Çin’in ikinci dünyanın en güçlü ülkesi olduğu görülüyor. Çin, ayrıca birinci dünyanın eşiğine en yakın ülke ve yakın gelecekte birinci dünyanın potansiyel lideri olarak da değerlendiriliyor. Özellikle Washington’da yapılan analizlerin ABD için önümüzdeki birkaç on yılda siyasi ve iktisadi zayıflama öngörmesi ve küresel krizin Çin’i ABD’ye göre daha az etkilemesi bu değerlendirmelere haklılık kazandırıyor. Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezinin devamında SSCB’nin kendisini tasfiye etmesi üzerine zafer şarkıları ile yaşanan 90’ların ardından ve özellikle George W. Bush’un ikinci başkanlık döneminin başlangıcından itibaren, dünya tek kutuplu yapıdan çok kutupluluğa yöneldi. ABD, Fukuyama’nın tezinin çöküşünü belki de Fukuyama’dan daha büyük bir üzüntüyle izliyor. Günümüzdeki dünya siyaseti -sosyal, ekonomik, küresel, mali ve siyasi sahalarda yaşanan- küresel krizin ve kaynakların kıtlaşmasının getirdiği baskıyla birinci dünyanın ikinci dünya üzerindeki paylaşım mücadelesi -veya rekabeti- biçiminde cereyan ediyor. Spengler ve Toynbee bütün emperyal güç merkezlerinin bir organizma gibi doğuş, büyüyüş, yaşlanış ve ölüm yaşadığı ilkesinden hareketle, ABD’nin evriminde en avantajlı safhada olmadığını savundular. ABD, AB ve Çin bugün “birlikte var olma” ilkesini başarıyla uyguluyorlar. Küreselleşmenin getirdiği avantajları ve dezavantajları benzeşen biçimlerde kullanıyorlar. Ticari ve iktisadi ve bağlantılar dünyada yeni düzeni dengede tutuyor. AB Doğu Avrupa’ya ve genişleme sürecinde yer alan ülkelere istikrar getirilmesinde etkili oluyor. Çin Şangay İşbirliği Örgütü sayesinde benzer bir işlevi kısmen Orta Asya’da yürütüyor. Ama Latin Amerika’nın ve Orta Doğu’nun siyasi ve ticari nedenlerle ABD ile arasına mesafe koyması çok önemli ve gelecek için önemli değişimlerin habercisi sayılması gereken olgular. Mevcut uluslararası denklem ABD’yi ikinci dünyaya savurabilecek güçte. Neoliberalizmde şirketlerin karının esas alınması ve her şeyin kutsanan ve tanrısal güç atfedilen piyasaların kanaatine terk edilmesi, küreselleşmenin ABD’yi bir alt kategoriye savurmasına yol açabilir.
İbrahim Soytürk
İstanbul Sultanahmet meydanındaki dikilitaş üzerindeki metinde ne yazılı Bugün İstanbul’da dikilitaş adını verdiğimiz anıt, Eski Mısır eseri. Eski Mısır’dan çıkarılarak dünyanın çeşitli kentlerine dikilitaşlar götürüldüğü olmuş. İstanbul’daki dikilitaş ilk olarak MÖ 1547 yıllarında Firavun III. Tutmosis adına Yunanlıların Heliopolis adını verdiği Annu kentinde dikilmiş. Üzerinde Hiyeroglif yazısı ile Tutmosis’in zaferleri yazılmış. Taş ilk olarak Bizans İmparatoru Constantinus’un dikkatini çekmiş ve Mısırlılara bir mektup yazarak bu taşın kendisine gönderilmesini istemiş: “Gemileriniz Karadeniz’e çıkarken sizleri cömertçe karşılayan ve beslenmesine yardımcı olduğunuz bu şehrin güzelleşmesine katkınız olması için bu yekpare taşı yollamanız yerinde olur.” Dikilitaş’ın İstanbul’a ne zaman gönderildiği tam olarak bilinmiyor. Bilinen, taşın kente geldikten sonra uzun süre yerde yatması. İmparator Thedosius başa geçtikten sonra bu dikilitaş’ı hatırlamış. Birçok zafer kazanan imparator, belki bu zaferlerini anlatması için Mısır krallarının yaptığı gibi bir dikilitaş dikmek istiyordu. Kadırga limanından hipodroma kadar olan mesafede özel bir yol hazırlatılarak
Sultanahmet meydanında Dikilitaş taşın bugünkü yerine taşınması üç gün, burada bir kaide üzerine dikilmesiyse 32 gün sürmüştü. Belki bu sırada belki de daha önce taşınırken alt kısmındaki hiyerogliflerden biri zarar gördü. Taş, 390 yıllarında Bizans İmparatoru Theodosius’un emriyle Hipodrom’a dikildi. Kaidedeki kabartmalar üzerinde I. Theodosius, oğulları, karısı, Arkedios, Honorios ile İmparator II. Valantinianos görülür. Ayrıca Hipodrom sahneleri ve anıtın dikilişini gösteren tasvirler de vardır. Pembe granitten yekpare yapılmış 19,6 , kaidesiyle birlikte 24,87 metre yüksekliğinde olan taşın dört yüzündeki metinse dilimize yaklaşık şöyle çevriliyor: Kuzeybatı cephesi: “18. sülaleden Yukari ve Asagi Mısır’ın sahibi 3. Tutmosis, Tanrı Amon’a kurbanını sunduktan sonra Horus’un yardımıyla bütün denizleri ve nehirleri hükmü altına alarak hükümdarlığının otuzuncu yılı bayramında bu sütunu daha nice zamanların getireceği bayramlar için yaptırdı ve dikti.” Kuzey cephesi: “Gizli ve kutsal ismin her tecellisine mazhar olan tanrı Amon’a kurbanını büyük bir acz içinde sunduktan sonra, ondan yardımlar dilenerek güneyin dostu, dinin nuru iki tacın (Aşağı ve Yukarı Mısır) sahibi, kudretli hükümdar ülkesinin sınırlarını Mezopotamya’ya kadar götürmeye azmetti.”
Güneydoğu cephesi: “Güneşin doğduğu sırada sahip olduğu altın renkleri dünyaya yayan Horus’un verdiği kuvveti, serveti, kuvvetli sevgi, saygıyı taşıyan ve Aşağı ve Yukarı Mısır’ın tacına sahip olan ve bizzat Güneş tarafından seçilmiş olan firavun, bu eseri babası Ra için yaptırdı.” Güney Cephesi: “Tanrı Horus’un lütfuna mazhar olan ve Güneş’in oğlu unvanını taşıyan Aşağı ve Yukarı Mısır’ın hükümdarı olan firavun, kudret ve adaletle bütün ufuklara nur saçtı. Ordusunun önüne geçti. Akdeniz’de dolaştı, bütün dünyayı mağlup etti. Sınırlarını Naharin’e kadar yaydı. Mezopotamya’ya azimle gitti, büyük savaşlar yaptı.” Dikilitaşın kaidesinde yer alan yazılarsa Doğu Roma İmparatorluğunda adet olduğu üzere Grekçe ve Latince yazılmış. Grekçe yazı bir anlatıcı ağzından şöyle diyor: “Devamlı bir suretle yerde duran bu taşı dikme cesaretini İmparator Theodosius gösterdi ve yardımına Proclus çağrıldı. Bu şekilde otuz iki günde yerine dikildi.” Latince metinse taşın ağzından yazılmış: “Önceleri direnmiştim; fakat yüce efendimizin emirlerine itaat ederek, yenilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti. Her şey Theodosius ve onun kesintisiz sülalesine boyun eğiyor. Bana da galip geldiler ve reis Proclus’un idaresi altında otuz günde yükselmeye mecbur oldum.”
İstanbul’da Bulgar Cemaati İstanbul’da sürekli bir Bulgar yerleşmesi 18 y. yıl ortalarından itibaren görülmeye başlar. Daha iyi geçim şartları peşinde, doğdukları toprakları terkeden bazı Bulgarlar, esnaf, seyis, bahçıvan, tüccar olarak İstanbul’a yerleşirler.Aynı şekilde derici, abacı, fırıncı, sütçü, bahçıvan ve çiftlik kahyası olarak da ünlenirler.Kendi aralarında dayanışma içinde, başı tüccar ve terzilerin çektiği, mesleki örgütlenmeleri gerçekleştirirler.Tüccarlar arasında işlerini ilerletip tüm imparatorlukta meşhur olanlar da bulunmaktaydı. Daha ileride aydın ve bilinçli Bulgarların varlığı Istanbul’da bir Bulgar cemaat bilincinin oluşmasına sebep olacaktır. Prens Stefan Bogoridi, Gavril Kırsteviç, Dragan Tsankov, İvan Bogorov, Dr. Hristo Stambolski, Tıpçileştov Kardeşler, Georgi Sava Rakovski, Marko Balabanov, Petko R. Slaveikov gibi sivil kişiler ve Neofit Bozveli, İlarion Makariopolski, Antim I, Yosif I gibi ruhaniler Bulgar milli uyanış idealinin temelini burada oluştururlar.İstanbul artık Bulgar milli uyanışının, eğitiminin, bilinçlenmesinin, basınının merkezi olmuştur.Yeni dönem Bulgar tarihi buradan itibaren başlamıştır. Prens Stefan Bogoridi, otoritesini ve etkisini kullanarak Sultan Abdülmecit’ten İstanbul’da bir Bulgar Kilisesi kurulması için izin alır. Hediye ettiği Fener semtindeki konak, zengin Bulgarların para yardımı ve gönüllülerin emeğiyle kilise olarak düzenlenir ve 9.10.1849 yılında ki-
lise olarak kutsanır. İki sene sonra, kilisenin karşısında, yine Prens Stefan Bogoridi’nin hediye ettiği arazi üzerinde Metoh binası inşa edilir. Bu binada 1857 yılında İstanbul’daki ilk Bulgar okulu Kiril ve Metodi eğitime başlar, bu arada Metoh binası yurt, matbaa, dini eğitim gibi amaçlarla da kullanılır.Kültür faaliyetleri canlı bir şekilde yürütülür. 20 adet Bulgarca gazete ve dergi burada basılır ve yayınlanır.Bazı ticaret ve kültür dernekleri kurulur ve bu
binada faaliyetlerini yürütürler. Günümüzde maalesef aydınlanma döneminin kültür merkezi olan bu bina iyi bir durumda değildir. Bina harap ve oturulamayacak durumda olup yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Eski ahşap kilisenin yerine inşa edilmiş görkemli demir Kilise Sveti Stefan acil onarıma ihtiyaç duymaktadır. Bulgar Hükümeti, her zaman buranın bakımı ve onarımı için yardımcı olmaktaysa da, günümüzde Stefan Bogoridi ve diğer hayırseverlerin örneğini takip edecek, Bulgar kültürünün merkezini eski haline
getirecek, milli duygu ve gururumuzu tekrar bize iade edecek kişilere ihtiyacımız vardır. İstanbul Bulgar Cemaati tarafından sahiplenmiş ve inşa edilmiş birçok bina vardır. Ancak zamanla İstanbul’daki Bulgar nüfusun azalması ile farklı zamanlarda, farklı sebeplerle bu mülklerin bir kısmı elden çıkmıştır. Bu mülklerin arasından Evlogi Georgiev tarafından inşa edilmiş Bulgar Hastanesini ve Sv. Panteleimon kilisesini, Bulgar Papaz okulu binasını, Ortaköy semtindeki eski eksarhane binasını , Beyoğlu ve Ortaköy’deki okul binalarını sayabiliriz. Son dönemlerde, İstanbul Bulgar cemaati yönetimi belge araştırmaları yapmakta ve Türk resmi makamlarına bu mülklerin iadesi ile ilgili başvurularda bulunmaktadır. İstanbul Bulgar cemaatinin en büyük sorunlarından biri de, eskiden olduğu gibi bir Bulgar okulunun olmaması, bu yüzden gençlerin anadillerini daha zor konuşabilmeleridir. Gelecek nesillere kültürel kimliğin aktarılması için gayret gösterilmesi gerektiği fikri hakimdir. İstanbul Bulgar cemaati, bu eski ve ebedi şehirle uyum içinde yaşamakta ve milli kültürünü sorunsuz olarak devam ettirmektedir. Geçmişinden gurur duyan, tüm dünya ile iletişim kurmaya hazır olan İstanbul Bulgar Cemaati, burada kendilerini çok daha mutlu bir geleceğin beklediğinin farkındadır.
Raşid Dostum Milli Ordu’nun Başında General Raşid Dostum, Afganistan Silahlı Kuvvetleri Başkomutanlığı’na getirildi. 11 Eylül Saldırılarından sonra bütün dünyanın gözü Afganistan’a kilitlendi. Aslında Afganistan’daki Taliban terör örgütünün başta Afganistan halkı olmak üzere tüm dünyayı tehdit ettiğini Afganistan Cünbüş-ü Milli İslami Hareketi’nin Lideri ve Kurucusu Org. Abdurraşid Dostum defalarca dile getirse de 11 Eylül Saldırısından sonra dünya bu gerçeğin farkına varmıştır. Afganistan’ın Taliban Örgütünden tasfiye ederek halkın barış ve kardeşlik içinde yaşamasını sağlayabilmek için operasyonlar düzenleyerek kısa bir süre içinde Kuzey Afganistan’da bulunan 11 vilayeti kontrolü altına alan General Dostum “Afganistan İçin Milli Birliğe ve Milli Birlik için de Sosyal Adalete İhtiyacımız Vardır.” Sözünü sadece söylemekle kalmayıp ülke halkının kardeşliğinin pekişmesinde önemli rol oynayarak son seçimlerde
Hamid Karzai desteklemişti. Hamid Karzai’nin yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesinde en büyük
rolu üstlenmiştir. Batılıların deyişiyle “Dostum The Kingmaker” kısacası Hamid Karzai General Dostum’un desteği olmadan seçilmesi mümkün görünmüyordu. Bunu tüm dünya kabul etmişti. Cumhurbaşkanı Hamid Karzai’nin inisiyatif kullanmasıyla ülkenin 2 numaralı koltuğu olan “Afganistan Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı” görevine getirilen General Dostum sadece Afganistan Türkleri’nin değil Afganistan’da yaşayan diğer etnik grupların da sempatisini kazanabilmiş şahsiyetlerden biridir. Türkler (Özbek ve Türkmen) dışında çoğunluğunu Afganistan’daki diğer etnik grupların oluşturduğu Milli Ordunun General Dostum’a bağlı olması da Dostum’un Milli bir Lider olduğunun göstergesidir. Afganistan’daki tüm askeri birimlerin Dostum’a bağlı olması dikkat çekici bir gelişme olarak göze çarpıyor. M.K.Mahdum
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Sayı 47 - Mart-Nisan 2010
Dünya Türkleri Asabmlesi (DTA) – 1 “DTA” Türk Birliği yolunda Orta Asya’da yakılan bir umut meşalesidir. DTA’nın Yapısı ve Çalışmaları Hakkında Tarih boyunca insanlık toplumsal güç olma yolunda defalarca girişimlerde bulunarak, cihana hükmetme yâda toplumunu layık olduğu tarih sayfasına taşıma gayreti içinde olmuştur. Türk milleti de bu gayret ve çabalar içinde tarihin değişik dönemlerinde dünyaya hükmeden adaleti ve birliği temsil eden devletler kurmuştur. Türk milleti de tarih boyunca kendi kültürü ve inançlarını baskı altına almak isteyen güçlere karşı bütünleştirici ve tek bir çatının mensubu bir millet olma gayretinden vazgeçmemiştir. Günümüzde de Türk Birliği’ne inanan ve bütünleşerek dünyada söz sahibi olacakları günü hedefleyenler inandıkları davada dünyanın dört bir yanında kendileri gibi düşünen özde bir kardeş ve akrabalıklarını birleştirmeyi amaç edinmişlerdir. Yakın zamana kadar Sovyet Rusya’sının himayesinde kendilerine dayatılan dil, kültür, tarih ve başka da değerlere boyun eğdirilmek istenmiş büyük acılar ve mücadelelerle bugün kendi devletlerini kuran Türk soylu devletler; Balkanlarda Osmanlının adil düzenini bozarak Türk varlığı ve medeniyetini dağıtmak isteyenlere karşı mücadele eden Türk toplumu; Ortadoğu’da mevcut değerlere dayalı yücelik mertebesini yaşamak isteyen soydaş ve kardeş toplumlarımız içinde bulundukları yüzyılda tekrar toplumsal hafızalarını canlandırarak “Birlik” arayışlarına girmiştir. Her ülke yada bölgede kendilerini yalnız hissettirmeyecek toplumsal kardeşlik düzenini sağlamak adına önce kendi arasında sonra da dünya çapında “Türk Birliği” konusunda sayısız sivil toplum kuruluşları açarak, ikili yada çoklu ortamda bilimsel, kültürel, sanatsal ve daha bir çok alanda kimi zaman kaybedilen yada eksik kalan değerleri kazanmak, kendilerini uzun zaman birbirinden ayıran süreç içerisinde geliştirilen toplumsal değerlerini paylaşmak için çeşitli etkinliklere öncülük etmekte veya ortak olmaktadır. Bizlerde bu konuda “Türk Birliği” olgusuna inanarak Sovyetlerin dağılma sürecinde kurulmuş ve bugüne kadar bazı dönemlerde çok etkili ve kapsamlı, bazı dönemlerde ise varlığını muhafaza ederek durgunluk yaşayan fakat, bugün adından ve yaptığı ilmi çalışmalar ile kuruluşundan sık sık bahsettiren Prof. Dr. Ermentay Sultanmurat başkanlığındaki uluslararası “Dünya Türkleri Asamblesi” (DTA) ve faaliyetlerini paylaşmak özellikle de bu konuda çalışmalara katılarak, Türk Birliği’ne katkı sağlamak isteyenlere yol göstermek istiyoruz.
Turan’a yönelik proje ve Türk Birliği için projeleriyle tanınmış birçok ilim adamını bir araya toplayarak, Asamble içerisinde etkili çalışmalara da öncülük edilmektedir. Dünya Türkleri Asamblesi belli dönemlerde düzenlediği Genel Kurul ve Kurultayları ile Türk Devlet ve Topluluklarından Başkanlar Heyetini bir araya getirmek suretiyle “Türk Birliği” ve “Turan” şehri projelerini dönemin şartlarına uygun olarak deklere etmektedir. Günümüzde DTA dünyadaki tüm Türkleri birleştirici sayılı bağımsız kurumlardandır. Esas faaliyet alanı Türk Dünyası birliğini gerçekleştirecek esasların hayatta uygulanması ve propagandası; her Türk insanına bugün ve gelecekte hak ettiği refaha ve konuma sahip olması için Toplumsal Gelişimin Türk Modelini uygulamaktır. DTA tarihçesi 1990’da Moskova’da yapılan Doğu Halkları 1. Kurultayından başlar. Bu tarihten sonra bu kurum Türk Halkları Asamblesi (THA) olarak adlandırılmıştır. Bu kurultaya Kazak Türkü asıllı ünlü şair Olcas Süleymenov başkanlık yapmıştır. - İlk başta Türk Halkları Asamblesi daha sonra ise Dünya Türkleri Asamblesi olarak adı değişen kurum 1990-2007 tarihleri arasında beş kurultay gerçekleştirmiştir.
- İkinci kurultay 1991’de Kazan’da (Asamblenin Genel Başkanı olarak bilimadamı Rafael Muhametdinov seçilmiştir); - Üçüncü kurultay 1993’te Çeboksarı’da (Asamblenin Genel Başkanı Çuvaş Halk Hareket Partisi temsilcisi Vyaçeslav Timofeyev; - Dördüncü kurultay 1997’de İzmir’de (Asamblenin Genel Başkanı olarak İlmi Umerov); Beşinci kurultay 2007 tarihinde Kazakistan’nın Çimkent şehrinde (Asamblenin Genel Başkanı olarak Ord. Prof. Dr Ermentay Sultanmurat seçilmiştir) düzenlenmiştir. Bu kurultaylarda (2., 3., 5.) DTA 3 program kabul etmiştir. 1. Program: “Anti-emperyalizm ve Antikoloniyalizm, Millet ve İnsan Hakları Esasında Türk Birliği”. Bu programın esas temeli “Demokrasi ve Milli Bağımsızlık”tır.
Din ise kültür ve ahlak koruyucusudur. THA bu programında Türk Halkları arasında siyasi, toplumsal ve kültürel ilişkilerin pekişmesi için net mekanizmalar sunmuştur. 2. Program: Bu programda Türk halkları Batı demokrasisini olduğu gibi kopyalayıp uygulamanın yerine, Türk milli dünya görüşüne, tarihi ve manevi yapısına, töresine uygun demokrasinin ve Türk modelinin oluşumu meselesi işlenmiştir.
Diğer bir husus da Türk Dünyası’nın Batı ve İslam Dünyası’nın aşırı etkisinden korunması ve çeşitli tehlikelerinden dolayı dikkatli davranılması vurgulanmıştır. Diğer bir deyişle, Türk Dünyası bu iki gücün elindeki bir oyuncak, bir silah fonksiyonuna düşmemeliydi. Bunun yerine Türkler bu iki gücün yanısıra üçüncü güç olarak jeosiyasette kendi rolünü oynamalı ve kendi görevini yerine getirmeliydi. THA’nın birinci ve ikinci proje fikir babaları Tatar Milli Hareketi’nin temsilcileri Rafael Muhametdinov, Raşad Amirhanov, Rafael Hakimov ve Rifat Sadıkov olmuştur. XXI. yüzyılın başında Türk Dünyası yeni ideoloji icat etme meselesiyle yüzyüze gelmiştir. Bu arayış küreselleşme sürecinde Türk Milleti’nin kendini koruması için bir ihtiyaçtı. Türkler küresellleşme sürecinde obje değil sübje fonksiyonunda olmalıdır. Küreselleşme sürecinin bugünkü dilimi Batı-Hıristiyan dünyasının etkisinde gerçekleşmekte olduğu sır değildir. Kürselleşmenin çok yönlü olması için Türkler Türk uygarlığını sun malıdır. 3. Program: Bu programda Türk dünyasındaki politik, sosyo-ekonomik şartların değişkenliğini dikkate alarak, Türkçülüğün manevi, kültürel ve sosyo-ekonomik hususlarına önem verilmiştir. Programda şu maddeler sunulmuştur: 1. Türk Dünyası’nın maneviyatı ve dünya görüşü esaslarının yapılması ve canlandırılması. Bu esas Türk dili, kültürü ve sanatına dayalı dünya görüşünü ve felsefesini temsil etmelidir.
13
Ufuk TUZMAN (Filolog ve Araştırmacı)
Bu İslamiyet ve Hıristiyanlık öncesi Türk felsefesinin çağdaş deşifresi olacaktır. Böyle bir manevi esas olmadan Türk Dünyası’nın ideolojik birleşmesi ve birliği mümkün olmayacaktır. (programı hazırlayan Rafael Muhammetdinov) 2. Türk Dünyasının ortak iletişim dili olarak “Anatürkçe”yi oluşturmak. (Hazırlayan Ord. Prof.Dr. Bahtiyar Karimov). 3. Türk Dünyasında toplumsal, sosyal ve ekonomik yeni modelin oluşturulması. Günümüzdeki zor ekonomik durumdan kurtulmanın tek yolu piyasa ekonomisinin çift faktörlü modelidir. Bu model müesseselerin yönetim ve işletmeciliğinde en etkin model olarak şu an yüzlerce gelişmiş devletler tarafından uygulanmaktadır. Bugün Çin ekonomik başarılara bu model sayesinde ulaşmıştır. Bu modelin en büyük özelliği işçi ve işverenin tek kişide birleşmesidir. İşçi ve işverenin istek ve arzuları işyerinin gelişmesi neticesinde gelişebilir. Bu iki faktör birleşmesinden ortaya çıkan ekonominin modelini “Piyasa Ekonomisinin Çift faktörlü Modeli” olarak adlandırılır. Bu model gerçekleştirildiği zaman Türk demokrasinin çağı başlanacaktır. (projeyi hazırlayan Ord. Prof. Dr. Ermentay Sultanmurat). Günümüzde DTA bünyesinde OrtatürkAnatürk Uluslararası Dil Enstitüsü faaliyet göstermektedir. Toplumsal gelişimin Türk Modeli, Türk Kültürünü Geliştirme ve Yükseltme Merkezleri çalışmaktadır. Bunun yanı sıra DTA Türk toplumsal ve kültürel hayatında aktif faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Özellikle Türk Dünyasında barış, anlaşma ve dostluk ilişkilerin pekişmesine büyük önem vermektedir. DTA çalışmaları Türk milliyetçilerin çalışmalarıyla desteklenmekte ve finansal desteğe ihtiyaç duymaktadır. Gönüllü olarak destek göstermek isteyenler bizimle şu elektronik posta adresine başvurabilirler: info@dta1.org, kokturkter@gmail.com, dunyaturkleriasamblesi@hotmail.com
Türküler bizim özümüzdür Türküler; bazen kavuşamadığımız ve yüreğimizde yaşattığımız sevdaları dile getirir, bazen vatanı uğrunda çarpışırken şehit düşmüş kahramanları ağıtlarla destanlaştırır, bazen sevdasını birbirinden saklayarak içine hapseden utangaç aşıkları anlatır, bazen sıla hasreti çeken gurbetçilerimizin bir nebzede olsa özlemlerinin giderilmesine vesile olur, bazen cezaevlerindeki mahkumların karanlık hücrelerde,demir parmaklık ve demir sürgülü kapılar arasındaki yaşamlarını onları merak edenler ve onların merak ettikleri doğrultusunda gün yüzüne çıkarır. Peki dinlediğiz Türkülerin bir hikayesi varmı diye hiç merak ettinizmi? Evet Arkadaşlar türklüğümüzün en önemli göstergelerinden biri sayabileceğimiz türkülerimizin hikayelerini burada elimden geldiğince sizlerle paylaşacağım.
hece vezninin 7, 8 ve 11’li kalıplarıyla kıtalar halinde söylenir. Her kıta türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bend ile nakarattan meydana gelir. Nakarat her bendin sonunda tekrarlanır. Bu kısım bağlama veya kavuştak diye de bilinir. Türküleri kesin ayrıma sokmak güçtür. Bir yörede yakılan türkü diğer bir yöreye şekli ve söyleniş biçimi değişerek geçebilir. Türküler ezgilerine, konularına ve yapılarına göre ayrılır. Türkülerin büyük çoğunluğu anonimdir ya da ağızdan ağza söylenirken söyleyeni kaybolmuştur. Türküler bu şekilde halkın malı olurlar. Türküler çoğu kez, bir doğa olayı ya da bir kahramanlık karşısında doğar ve yayılırlar.
Türkü nedir? Türkiye’nin sözlü geleneğinde, bir ezgi ile söylenen halk şiirlerinin her çeşidini göstermek için, en çok kullanılan ad “türkü”dür. Türkü kelimesinin, Türk adının sonuna, Arapça ilgi eki olan “i” ekinin getirilmesiyle ortaya çıktığı anlaşılır. Türki: Türk’le ilgili, Türk’e özgü anlamında kullanılır. Türkü sözcüğü ilk kez XV. Yüzyılda Doğu Türklerince kullanılmıştır. Hikmet Dizdaroğlu, Anadolu’da türkünün ilk örneğini Öksüz Dede’nin verdiğini belirtir. Türküler genellikle
Türküler, doğdukları bölgenin özelliklerini koruyamazlar. Ezgilerine göre türküler
* Kırık havalar: Usullü ezgilerdir. Alt türleri; türkü (genelde tüm kırık havalar için, özelde diğer türlerin dışında kalanlar için kullanılır), deyiş, koşma, semah, tatyan, barana, zeybek, horon, halay, bar, bengi, sallama, güvende, oyun havası, karşılama, ağırlama, peşrev, teke zortlatması, gakgili havası, dımıdan, zil havası, fingil havası dır. * Uzun havalar: Usulsüz ezgilerdir. Alt türleri; uzun hava (diğer türlere girmeyenler için kullanılır), barak, bozlak, gurbet havası, yas havası, tecnis, boğaz havası, elagözlü, maya, hoyrat, divan, yol havası, yayla havası, mugam dır. Ayrıca gazeller de özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde halk arasında söylenmektedir. Konularına göre Türküler * Çocuk türküleri, * Doğa türküleri, * Aşk türkülerix * Kahramanlık türküleri, * Askerlik türküleri, * Tören türküleri, * İş türküleri, * Derebeyi, eşkiya, cinayet türküleri, * Ölüm türküleri (ağıt), * Güldürücü türküler, * Karşılıklı türküler, * Oyun türküleri Yapılarına göre Türküler * Mani kıt’alarından kurulu türküler: Birbirleriyle ilgili konularda söylenmiş manilerin sıralanarak ezgiyle okunmasından meydana gelir.
* Dörtlüklerle kurulu türküler: dörtlüklerle kurulu türküler adı üstünde dörtlüklerden oluşan türkülerdir.bu tür türküler de anonimdir. Özellikleri: 1. Türkülerde konu zenginliği vardır. Aşk, ayrılık, ölüm, tabiat, kahramanlık, güzellik başlıca konularıdır. 2. Hecenin yedili, sekizli en çok da on birli kalıplarıyla yazılırlar. 3. Türküler genelde dörder mısralı bentlerden oluşur. 4. Bazıları koşma şeklindedir. 5. Bazı türkülerde her bendin sonunda aynı dize veya dizeler tekrarlanır. Bu tekrarlanan dizelere nakarat (kavuştak) adı verilir. Nakaratların völçüsü bazen ana bentlerin ölçüsünden ayrı olabilir. 6. Türkülerin kafiye örgüsü genelde şöyledir: “aaab cccb dddb”, “aaabb cccbb dddbb” veya “aaabcc dddbcc eeebcc” şeklindedir. 7. Türküler ait oldukları bölgelere göre adlar alırlar. 8. Genelde anonimdirler ama söyleyeni belli olan türküler de vardır.
14
47 - Mart-Nisan Sayı 2010 Rodoplardan Bakış
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Astana’da Türk Dünyası Merkezi açıldı
Hikmet Efendiev Akıllı Olalım - II
Ayırıp bölünmesi imkânsız olan kültürel değerlerimiz bir bakıma kültürel mirasımızdan parçadır. Aynı zamanda bunlar üzerinde hiç kimsenin miras hakkı yok gibi. Bunu mutfak kültürümüzden örneklersek için hem Bulgarca’ da hem de ana dilimizde yer alan baklava, sarma, imambayıldı gibi yiyecekleri ele alabiliriz. Ne ki, Türk hanelerinde ve Bulgar ailelerde yapılan baklavaların, adı hep baklava olsa da, damak tadı, kıvam aynı değil. Sofya “Haleler” de baklavalar balla tatlandırılmış, yani şerbet kıvamı yok. Derken, cevizli baklava, fındıklı baklava, fıstıklı baklava, lokumlu bakla, dik baklava, dörtken baklava, rom baklava sıralaması kafama nüans getirdi. Annem gül veya karanfil kokulusunu da yapardı. 1990 yılında Haskovo’ ya bağlı Şiroka Polyana Hak ve Özgürlük stadyum mitingine köy kadınları ellerinde baklava tavalarıyla geldiler. Birbirinden farklı belki 50, 100 de olabilir, çeşit çeşit tava tava baklavalar. Her birinden tatmamız için işitilir işitilmez bir fısıldayışla ince ince buyur etiklerini, tatlı yiyin tatlı anlatın, dediklerini hatırlıyorum. Halkımız şiirsel anlatımı özlemişti. Bize sunulan baklavalar kıt’a kıt’a, kuplet kuplet şiir dilimi gibiydi. Özgürlüklerimizle halk yetenekleri, geleneklerimiz, sevgi yüklü kimliğimiz yeşeriverdi, alabildiğine yaşamak istiyordu. Bunu anlayabilmek için feylesof olmaya gerek yoktu. Her şey konuşuyordu. Geleneği kapan geliştiriyor. Bakıyorum da kızım Bilge 50 bezeyi birden açıyor Şiroka Polyana kız ve gelinleri 10 Kasım’ı özgürlük kokan baklava şöleni ile andı. Havada güz, nefes alan ruhlara dolup taşan insan sevgisi, dirliği birlikte bulanların yan yana oluşu, örgüsü kır çiçekleri baklava kokulu, belki de, başka hiçbir yerde olmayan, sadece bizim kültürümüzde yaşayan güzellikler deryası… Şerbet kıvamı, kızın “Anlamalısın!” demesi, 10 Kasım yıldönümü, baklavalar, ne alaka diyebilirsiniz. Ama ortak noktada, her şey Özgürlük Güneşi tadında. Kız bizim, tırnakta duran şerbet kıvamı bizim, okula gidip Türkçe okuyacak çocuklar bizim, biz bir bütünüz, baklava çeşitleri gibi türlüyüz, dilim dilim kesilmiş olsak da tava dolusu güzeliz, başkasına benzemeyiz, bir bozulsak, birbirimizden kopsak, koparılsak gideriz, eriyip biteriz, işte biz buyuz, Bulgaristan Türklerindeniz, nerede olursak olalım kimlik bilincilizle yaşarız.. Yeni bir gelişme daha kapı çaldı: 1990’dan beri bin bir sebeple ülkemizde Tütün üretimi kısıtlanırken, 274 bin ton Tütün üreten Bulgaristan’da artık 30 bin ton üretilemezken, bu zor işi, ekmek parası için öncelikle Türkler ve Pomaklar yapıyorken, Tütün bizim ekmek teknemizdi, kırıldı. Diken ektiğine pişman. Yüz güldürmüyor. Mide belle iyice yapıştı. Son parlamento seçimlerinden sonra B. Borısov hükümeti kurulunca, Ulusal İpek Böceği üretim programı açıklandı. Bakanlar Kurulu’nun olaya ilgisi büyük. Aralık ayında İpek Kozası Üreticileri Kongresi toplanacak. Önümüzdeki 3 yılda bu iş için 80 milyon Euro kaynak bekleniyor. Para bulundu, biz bulduk. Kırsal alanlara, dere ve yol boylarına, nadaslara, kısacası düne kadar türün dikilen çok geniş sahalarda dut bakılacak. Dut bahçeleri yeşerecek. Yeni dut cinsleri geliştirildi, yapraklar daha büyük ve bol. Yaprak silajıyla bir yılda 4 kez böcek bakılabilir. Bahar ve yazda 2, yaz ve güzde 2 olmak üzere 4 rekolte, 4 defa para ödenecek. Kozalar için AB teşvik programı kabul edildi. Kutu başı 133 Euro teşvik primi verilecek. İki adet yeni ipek fabrikası kurulacak. Bizim ipekler kaliteli, müşterisi çok, Beklentilerimizin en büyü üretici ailelerin yüzünü güldürmek. Yatırımların yarısı bizim bölgelere yapılacak, tütün tarlalarına dikilecek 3 milyon dut fidanı, doğamıza yeni bir renk verecek. Refah düzeyi yokuş tırmanmaya başlayacak. Yüzler gülecek. Toplam 30 bin ailenin ipek kozası yetiştirme, koza bakım, kurutma, taşıma ve ipek dokuma fabrikalarında çalışması öngörülüyor. Yeni desenleri yaratırken sanatçı yetenekler için çok iş olacak. Bu iş fidan yetiştirme bahçelerinde artık başladı. Vratsa ve Pleven tarım çiftliklerinde kollar sıvanmış, ilkbaharla fidanlar her yere dağıtılacak, dikeceksiniz, iş Allah ihya edersiniz. Bu dilek, ilk günden beri bu işin içinde olan bizlerin sizlere en içten temennimiz olsun. Tütün katranından kurtulan ellerinize, avuçlarınıza ipekler, para doldun! Demek istediğim, Sosyalist parti ile Hak ve Özgürlükler zamanında kırılan ekmek tekmemizin yerine, şimdi B. Borisov hükümeti ipek sofralık serecek. Bu işin içinde bir kasıt mı var dersiniz, “işte partiniz sizi aç bıraktı, ama biz size yeni sofra açtık, buyurun!” diyenlerin yarın ikinci bir isteği olur mu, olmaz mı, art niyetler var mı, yok mu, düşüncesi uyanıyor içten içe… Bu işte kurt yeniği nerede? Biz, 2009 seçimlerinden sonra etnik Türklerin ve Müslümanların kültürel ve ekonomik haklarının sağlanması yolunda atılan adımları toplumsal ihtiyaçların doğru okunmaya başlandığı şeklinde idrak etmek istiyoruz. Bizim Bulgaristan politikasında sabit, bilinçli ve hoşgörülü oluşturucu bir öğe olduğumuzu görmeyen kalmadı. Bu işlerin bizsiz olamayacağı artık iyice belli oldu. Niyetlerin asil olduğuna inanmak istiyoruz. Bundan dolayı yeni açılımı lehimizde ve zamanın ruhuna uygun olarak kabul ediyoruz. Devamı var
Kazakistan’ın başkenti Astana’da Türk Dünyası Merkezi açıldı. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in geçen yıl Nahçıvan’daki Türk Dünyası liderler toplantısında açılmasını teklif ettiği Türk Dünyası Merkezi’nin açılış törenine çok sayıda davetli katıldı. Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nın (TİKA) da işbirliği ile hayata geçirilen merkezin açılış törenine; Türkiye’nin Kazakistan Büyükelçisi Atilla Günay, Kazakistan Senatosu Uluslararası İlişkiler Komisyonu Başkanı Kuanysh Sultanov, Cumhurbaşkanlığı Medeniyet Merkezi Müdürü ve Türk Dünyası Danışmanlar Heyeti üyesi Mırzabek Joldasbekov ve TİKA Kazakistan Koordinatörü Ömer Kocaman katıldı. Törende konuşan Mırzabek Joldasbekov, M. Kemal Atatürk’ün ileriyi gören büyük bir lider olduğuna vurgu yaptı. Orhun Abidelerini 40 yıl boyunca araştıran Mırzabek Joldasbekov, Atatürk’ün 1920’lerde söylediği, “Sovyet-
ler bizim dostumuzdur, komşumuzdur. Ama bir gün gelecek dağılacak. O zaman dili bir dini bir olan kardeşlerimize yardım etmek için hazır olmalıyız” sözünü hatırlattı. 1991 yılında bağımsızlığını alan Kazakistan’ı bir saat içinde ilk tanıyan liderin Turgut Özal (Türkiye) olduğunu aktaran Joldasbekov, Atatürk’ün vasiyetinin en iyi şekilde yerine getirildiğini dile getirdi. Büyükelçi Atilla Günay, Türk Dünyası Merkezi’nin açılmasına sebep olanlara ve emeği geçenlere teşekkür etti. Büyükelçi merkezin, Türk halkları arasındaki kültürel bağların yeniden kuvvetlenmesine hizmet edeceğine inandığı söyledi. Merkezin açılışına katılan Kazakistan Senatosu Uluslararası İlişkiler Komisyonu Başkanı Sultanov ise Türki halkaların birbirlerini daha yakından tanımasına ve kaynaşmasına hizmet verecek merkezin Astana’da açılmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Türk halkaları arasında sağlam bir birlik kurulması, halkların arasındaki manevi bağların güçlü olmasına bağlayan Sultanov, yeni nesillerin bu imkanlardan iyi faydalanması gerektiğinin altını çizdi. Kazakistan TİKA Koordinatörü Ömer Kocaman da kültür merkezinin çok büyük bir misyonu yerine getireceğinin altını çizdi. Cihan Haber Ajansı mikrofonuna konuşan Büyükelçi Günay, göreve başlamasından kısa bir zaman geçmesine rağmen böyle olumlu çalışmaların meyvesini görmekten duyduğu memnuniyeti bildirdi. Nahçıvan Deklarasyonu’nda kurulması kararlaştırılan merkez; Türk Dünyası’na kitaplar yer alacak. Merkez Türkiye’de bulunan kütüphaneler ağına da bağlı.
Balkan Araştırma Enstitüsü Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr Enver Duran, Balkanlarla ilgili araştırma ve çalışmaların, Balkan Enstitüsü’nde akademisyenlerce yapılacağını bildirdi. Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu Yönetim Kurulu ve konfederasyona Bağlı Edirne Balkan Türkleri Yönetim Kurulu, Konfederasyon Genel Başkanı Turhan Gençoğlu başkanlığındaki heyet, Trakya Üniveristesi Rektörü Prof. Dr Enver Duran’ı ziyaret etti. Rektör Prof. Dr. Enver Turan, Balkan Araştırma Enstitüsü’nün kurulması için Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu ile birlikte çalıştıklarını belirterek, konfederasyonun bu konuyu ciddiye alarak hükümet ve muhalefet nezdinde girişimlerde bulunduğunu bildirdi. 10 yıllık bir emeğin sonucunda Balkan Araştırma Enstitüsü’nün kurulmasından mutluk duyduğunu ifade eden Duran, Balkanlarla ilgili araştırma ve çalışmaların Balkan Enstitüsü’nde akademisyenlerce yapılacak olmasının önemine dikkat çekti. Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu Başkanı Turhan Gençoğlu ise Balkanlarla ilgili so-
runların tespitinde çalışma yürüten sivil toplum kuruluşlarının bundan sonra akademik bilgiler eşliğinde daha aktif rol üstleneceğine dikkat çekti. Yeni kurulan Balkan Araştırma Enstitüsü’ne gerek raporlama gerekse kadrolaşma konusunda her zaman yardıma hazır olduklarını da ifade eden Gençoğlu, Türkiye’deki tüm derneklerin de arşivlerini açarak enstitüye yardımcı olmaları çağrısında bulundu. Nazım Çauş
İnsan Haklarını Savunan Avrupa, işkence aletleri ihraç ediyor
Almanya ve Çekya elektroşok cihazı, biber gazı ve pranga, İtalya ve İspanya parmak ya da cinsel organa 50 bin volt elektrik veren cihazlar satmış. Uluslararası Af Örgütü, AB üyesi ülkele-
rin yasal boşluklardan faydalanarak işkence aletleri ticaretini sürdürdüğünü rapor etti. AB 2006’ daki yönetmelikle işkence ve kötü muamalede kullanılan malzemelerin ticaretini yasaklamışken, birçok AB ülkesinin metal parmak kelepçeleri, elektroşok cihazları, pranga ve duvara sabitleme aletlerini ihraç ettiği belirtildi. Almanya ve Çekya elektroşok cihazı, biber gazı ve pranga, İtalya ve İspanya parmak ya da cinsel organa 50 bin volt elektrik veren cihazlar satmış. Bu ekipman ihracatının beyan edilmesi gerekirken, sadece yedi üye bu şarta uydu. Af Örgütü’nden Mike Lewis, tüm dünyanın AB’yi model aldığını anımsatıp bu konuda daha sıkı kontrol getirilmesini istedi.
Bir Kartal Gibi Uçtu Gitti Ayhan Boyacıoğlu Bizler için kap karanlıktı o günler, zifiri karanlıktı. Polislergününve gecenin her vaktindeevlerimize ani baskınlardüzenliyordu. Onlar silahlarla, bıçaklarla donanımlıydılar. Anlamakta zorlanıyorduk, neden yapılıyordu bu zorbalıklar. Polis ve ordu bizim isimlerimizin peşine düşmüşlerdi,bizim soy ve sülalemizi yer yüzünden silmek istiyorlardı. Onlarla mücadele edecek gücümüz yoktu, imdadımıza koşacak birileri de yoktu. Tek çaremiz ormanlara kaçıp, saklanmaktı. Aylarca ormanlarda kalanlar oldu,artık bizim hayvanlardan ne farkımız kalmıştı ki… Ormanları askerler aramaya kalkıştı, onlar tavşan değil,insan avına çıkmışlardı. Yakalananın yedi sülalesi ağlatılıyordu… İlkbahar yaklaşıyordu, nisan ayı geldi çattı. Bir sabah Hüsmenler (Diamandovo, Ardino) köyünü askerler abluka içine almışlardı, göklerde uçuşan beyaz güvercinler bile güvensizlik uyandırıyordu ve hedefe alınıyordu. Yüzlerimiz hüzüne, kalplerimiz kuşkuya,yuvalarımız huzursuzluğa bürünmüştü. Kazım Aga’nın hayatı genelde acı gurbet yollarında geçiyordu, fakat bu sabah evinde bulunuyordu, keşke dönmemiş olsaydı… Dışardaki insan avcıları onu fark ettiler,kokusunu almışlardı. Paşa lakaplı idi İbrahim oğlu Kazım… Hanımıyla iki yavrusunu evinin birinci katına bıraktı, kendisi ise evin üst katındaki otların içine gizlendi. Daha tan ağarmamıştı bile, saat dört cıvarıydı. Azgınlar kapıya dayandılar ve tekmeleriyle vurmaya başladılar. Tahta porta dayanamadı ve kırıldı. Etrafa kırılmış tahtalar ve camlar dağılmıştı. İki oğlu korkudan adeta titriyorlardı, hanımı ise donup kalmıştı. Onlar Kazım’ın peşindeydiler ve yukarı katlara doğru tırmandılar, önlerine çıkan her kapıyı yerle bir ediyorlardı. Her yere göz yaşartıcı gaz bombaları fırlatıyorlardı.. Yakaladığı bombaları bir arslan çevikliği ile Kazım geri onlara atıyordu, fakat yakalanacağını anlamıştı ve tek çıkış yolu son kattan aşarı atlamak ve ormana doğru kaçmaktı.. Yükseklikten atlamayı başardı ve var gücünle kaçmaya başladı. Bahçelerindeki küçük ırmağı geçmeye muvafık olmuştu ve yükseğe doğru tırmanmaya başlamıştı ki,arkasından gelen kurşun sesleriyle adeta yarışmaya başlamıştı. Bir tanesi kulağını yırtıp geçti. Diğerlerinin sayılarını artık hatırlamıyordu, hiç nefesi de kalmamıştı. Sayıkladığı tek şey anne babasının isimler, çocuklarının isimleri olmuştu. Mutluydu, kurtarmıştı onları, teslim etmemişti düşmana. Gelen son kurşundan sonra yere yıkıldı,yine kalktı, yine düştü ve bir kartal edasıyla ana toprağına kanatlarınla sarıldı… Uyandığında bir hastane odasındaydı,yapayalnızdı, ziyaretçilerine yasak konmuştu. Dokuz gün sonra, arkasından otuz sekiz yılını bırakarak, yaşaması gereken bu dünyadan ayrıldı ve bir kartal gibi uçtu gitti…
BULTÜRK TEMSİLCİLERİMİZ 1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
www.bulturk.eu / bilgi@bulturk.eu - Tel: 0212 511 33 91 İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Mümin TOPÇU Genel Yayın Yönetmeni Rafet ULUTÜRK Genel Yayın Müdürü Rıdvan TÜMENOĞLU Yayın Danışmanları Diş Dr. İsmail ALİOĞLU Prof. Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Em. Alb. Süheyl ÇOBANOĞLU Yavuz GÖKALP YILDIZ Em. Kur. Alb. Nurettin RUACAN Prof. Dr. Basri ERDEM Niyazi GÜLER Doç. Dr. Emine İNANIR Hüseyin DEĞİRMENCİ Dr. Nazım ZAFER
Haber Sorumlusu: Nafiye YILMAZ Hukuk Danışmanı: Av. İhsan MOLLAOĞLU Ekonomi Müdürü: Zihni KARPAT İstihbarat Müdürü: Hüseyin YILDIRIM Eğitim Sorumlusu: Ayşe YILMAZ Görsel Yönetmen: Muharrem KIRAN Kültür-Sanat: Muharrem TERZİ Spor Müdürü: Mümin YILMAZ Art Direktör: Timur BOZKURTOĞULLARI İnternet Müdürü: Murat ULUTÜRK Halkla İlişkiler: Eliz KÖKLÜCELİ Reklam Müdürü: Ramazan ÖZGÜR İrtibat Bürosu: (500 Evler) Yıldırım Mh. Kocatepe Cd. No: 44/A 500 Evler - Bayrampaşa / İSTANBUL Tel: 0212 581 78 08 / 511 63 47 Fax: 0212 511 33 91 Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Teknik Hazırlık: Abdullah Hacıfettahoğlu Baskı: Akademi (0212) 493 24 67 - 68 Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.
Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Terken HACALOĞLU Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan (+34665397923) Kanada-Toronto : Ekrem Mutlu (0014168369469) Kazakistan-Türkistan: Erkan
TÜRKİYE
BULGARİSTAN Ardino: Blagoevrad: Cebel: Dobriç: Haskovo: Kırcaali: Loveç: Momçilgrad: Novi Pazar: Pleven: Plovdiv: Razgrad: Silistra: Smolyan: Sofya: Stara Zagora: Şumen: Troyan: Varna:
G.O.P. Merkez:
Metin AKIN
Zeytinburnu:
Mustafa GÜLER
Esenler:
Ramazan KIŞLA
Başakşehir:
İsmail ERDEM
Bursa:
Üzeyir AKGÜN
Bursa-Yıldırım:
Turhan YAMAÇ
Bursa-Hürriyet:
Rıdvan TÜMENOĞLU
Aziz ŞAKİR Bülent MURADOV Erdal H. AHMET Sebahattin AYYILDIZ Güner SERBES Emel BALIKÇI Emine BAYRAKTAROVA Akif MEHMET Naalan SADIK Rafet RODOPLU Fikret SEPETÇİ Aydoan ALİ Tijen GÜLER Rufat FELETİ Hikmet EFENDİEV Hamiyet DAL Nurten RECEP Ergül BAYRAK Salih POMAK
Ankara:
Salih DOĞAN
İstanbul Bayrampaşa:
Dr. Bilican DERMAN
Sultangazi:
Seyhan ÖZGÜR
G.O.P. Yeşilpınar: Suzan YAMAÇ
Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN İzmir Sarnıç:
Durmuş HATİPOĞLU
Görece:
Mümin GÜNEY
Buca:
Hüseyin PAŞAMOĞLU
Bornova:
Kenan ÖZGÜR
Edirne:
Nadir ADLI
Kırklareli:
Ali ÖZTÜRK
Tekirdağ:
Sezai ALTINAY
Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Osmangazi Ünv. - Svgin GÖKE
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Sayı 47 - Mart-Nisan 2010
Bulgaristan İstihbaratıyla işbirliği yapan Türkler Bulgaristan Parlamentosu’nda komisyon araştırma sonucunda çıkan kitaptan derlenmiştir. Mustafa Ahmedov Mehmedov 09.01.1954 Mustafa Emin Karakaş 06.06.1938 Mustafa İdayetov İbryamov 25.06.1957 Mustafa Kadir Ehliman 27.02.1957 Mustafa Osman Mustafa 08.05.1950 Mustafa Halil İsmail 07.03.1949 Nazım Halilov Hamzov 18.06.1966 Nasıf Kyazım Eyüp 27.01.1965 Nedcat Hasan Mustafa 03.01.1952 Nedcet Mustafov Veliev 01.01.1960 Orhan Tahir Memiş 07.05.1955 Osman Hamid Cemail 29.10.1959 Petır Momçilov Fidanov 14.07.1959 Ramadan Faik Ramadan 19.08.1962 Recep Ademov Akov 25.08.1953 Receb Ahmedov Ahmedov 21.03.1955 R, Ahmedov Kocamestanov 15.12.1959 Recebali Yusuf Hasan 12.02.1959 Reyhan Feyim Mehmed 13.10.1969 Reşat Akif Salim 07.03.1957 Rujdi Kyamilov Osmanov 01.08.1957 Rujdi Salim Salim 23.03.1963 Sabri Osmanov Ademov 29.12.1947 Sabri Hasanov Hüseyinov 20.05.1950 Sali Şabanov Alimanov 02.02.1960 Salih Kadirov Palazliev 06.05.1951 Sebat Hüseyin Tasim 17.09.1967 Smail Şukriev Afızov 20.03.1961 Süleyman Smail Yusein 03.08.1952 Süleyman Musa Süleyman 24.09.1943 Faytin Nuri Murad 08.04.1960 Fahri Ahmedov Muhtarov 16.02.1955 Hayrulla Cemal Hayrulla 11.03.1966 Hasan Ahmet Karaali 06.10.1954 Hasan İbrahim İbrahim 05.03.1966 Hasan Nazimov Ferzov 24.01.1964 Hasan Hasan Eşref 25.05.1946 Haşim Osman Veli 03.09.1942 H, Mehmedov Hrüstemov 12.05.1940 Hılmi İdriz İbrahim 19.03.1954 Şaban Ramadan Karaali 27.04.1953 Şenol Mehmedov Etemov 14.10.1965 Şenol Sali Receb 26.03.1963 Şukri Fetiev Yakubov 16.03.1960 Yumer Mustafa Karahasan 12.01.1972 Yusein Hasan Ali 27.11.1954 Yusein Hasanov Balabanov 07.06.1952 Yusein Yusein Yusein 02.11.1970 Yusmen Yusmen Ali 08.07.1968 Yusuf Mehmed Mollahasan 17.05.1949 Yakub Sali Süleyman 26.01.1952 Kaynak: Bülten-1
Bılgaranovo Köyü 28.09.1984 Dolnakapda Köyü, Tırgovişte 27.03.1986 Çernook Köyü, Varna 11.05.1983 Okorş Köyü, Silistra 07.05.1976 Kroşevska Köyü, Kırcaali 09.10.1969 Benkovski Köyü, Tolbuhin 30.06.1971 Malkoselo Köyü, Siliven 18.02.1986 Hırsovo Köyü, Şumen 26.06.1985 Griviyak Köyü, Kırcaali 18.12.1978 Koşarna köyü, Ruse 13.06.1985 Silistra 05.10.1977 İzgrev Şumen 16.05.1986 Smolyan 18.05.1987 Voden köyü, Plovdiv 08.05.1981 Senovo köyü, Razgrad 30.07.1976 Duşka köyü 25.05.1988 Tınoslivka köyü, Kırcaali 07.11.1988 Kran köyü, Kırcaali 22.05.1987 Kapitan Petko köyü, Şumen 23.08.1985 Sekulov köyü, Silistra 16.06.1988 Jıltbryag köyü, Sliven 14.08.1985 Tutrakan, Silistra 22.02.1985 Streltsi köyü, Sliven 16.11.1989 Lipnik köyü, Razgrad 08.05.1984 Bagriltsi köyü, Kırcaali 20.12.1976 Tırın köyü Smolyan 27.03.1975 Miladinovo köyü, Kırcaali 26.09.1985 Borima köyü, Loveç 07.07.1980 Sini rid köyü, Burgaz 04.12.1986 Zlatar köyü, Şumen 24.04.1984 Rani list köyü, Kırcaali 27.11.1989 Çereşa köyü, Burgaz 12.05.1977 Çukarka köyü, Burgaz 13.06.1988 Malinovo köyü, Loveç 27.06.1973 Celepsko köyü, Kırcaali 28.02.1985 Jıltbryag köyü, Sliven 03.08.1987 Bradvari köyü 11.05.1983 Momina sılza köyü, Kırcaali 08.07.1976 Bojurka köyü, Tırgovişte 12.03.1985 Mortagonovo köyü, Razgrad 30.10.1984 Benkovski Köyü, Tolbuhin 19.04.1985 Razgrad 20.01.1985 Slivo Pole köyü, Ruse 07.05.1982 Dospat, Smolyan 04.12.1985 Raliçevo köyü, Haskovo 24.06.1991 Kitina köyü, Kirkovo, 02.05.1985 Streltsi köyü, Sliven 31.07.1981 Ç:Mogila köyü 19.04.1988 Gradsko köyü, Sliven 24.11.1989 Samovila 09.10.1984 Burgaz 26.12.1972
2007-2008 39. Meclis Araştırma Tutanakları.
Devam edecek
‘Türkiye’ye geldik çünkü başka çaremiz yoktu’ Yasadışı göçmenler, mülteciler, sığınmacılar, insan ticareti mağdurları... Zaman zaman küçük haberlerle karşımıza çıkıyor “insani dramlar”... Küçük bir bot içinde denizin ortasında ölüme terk edilen kaçak göçmenler, insan tacirlerinin eline düşmüş, fuhuş yapmaya zorlanmış kadınlar, başka bir hayat kurma hayalleri tanımadığı bir ülkede felakete dönüşmüş insanlar ya da ölüm korkusuyla ailesini geride bırakıp vatanını terk etmiş göçmenler. Geçtiğimiz hafta bu dramların yenilerine şahit olduk. Taşan Meriç Nehri sadece Edirne’nin sokaklarını, tarlalarını değil Yunanistan’a geçmeye çalışan kaçakları taşıyan bir botu da yuttu. Türkiye’ye kaçan İran’lı muhaliflerle konuşan Washington Post gazetesi, yaptığı mülakatı haberleştirince “Türkiye’ye geldik çünkü başka çaremiz yoktu” diyen İranllı eşcinsellerden haberdar olduk. Her bir insan öyküsü kaçak göçmenlerin, mültecilerin ya da insan tacirlerinin eline düşenlerin hayatlarını gözler önüne seren başlı başına bir belge niteliğinde. Ancak bireysel öykülerden başımızı kaldırıp resmin bütününe baktığımızda karşımıza çıkan tablo endişe verici. Komşulardan Gelen Mülteciler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre Ocak 2010 itibariyle Türkiye’de toplam 11 bin 970 mülteci bulunuyor. Türkiye’deki mülteciler özellikle iki komşu ülkeden, Irak ve İran’dan geliyor.
Toplam 7 bin 230 Iraklı mülteci, Türkiye’deki tüm mültecilerin yarısından fazlasını oluşturuyor. İkinci büyük grubu ise 2 bin 230 kişi ile İranlılar oluşturuyor. Ayrıca 370 Afganistan vatandaşı Türkiye’de mülteci konumunda. En Çok Sığınma Talebi Afganistan’dan Türkiye’ye sığınma talebinde bulunanlara baktığımızda resim biraz farklılaşıyor. Sığınma talebinde bulunanların toplam sayısı 9 bin 810’u buluyor ve bunların 3’te birini Afganlar oluşturuyor. 3 bin 480 Afgan Türkiye’ye sığınma başvurusunda bulunurken, Afganlar’ın İranlılar izliyor. 2 bin 860 İran vatandaşı Türkiye’den sığınma taleplerinin kabul görmesini bekliyor. Türkiye’deki mültecilerin yarıdan fazlasını oluşturan Iraklılar, sığınma talebinde bulunanlar içinde üçüncü büyük grubu oluşturuyor. Ocak 2010 itibariyle bin 10 Iraklı Türkiye’ye sığınma talebinde bulundu. Türkiye sadece mültecileri ya da sığınma talebinde bulunanaları “misafir” etmiyor. Son yıllarda artan sayıda yasadışı göçmen Türkiye’ye geliyor ya da ülkeyi transit geçiyor. Özellikle doğu bloğunun çöküşü sonrasında yaşadıkları dramlar sık sık gündeme gelen insan ticareti mağdurları da artık Türkiye’nin değişmez gerçekleri olarak sayılıyor. Türkiye’deki yasadığı göç ve insan ticaretini Uluslararası Göç Örgütü Türkiye Misyonu’ndan Selin Arslan ile konuştuk; Yasadışı Göçün Boyutu
Bulgaristan’dan Bakış
Yılmaz Rodoplu
Omurtag İlçe bsk. Tırgovişte Omurtag İlçe bsk. Tırgovişte Çernook Muhtar, Provadiya İlçe,Varna Vokil Muhtar, Dulovo İlçe, Silistra Kuruşka Muhtar, Kırcaali Benkovski Muhtar, Dobriç İlçesi Malkoselo Muhtar, Kotel İlçe, Sliven Tsırkvitsa muhtar, Nikolo Kozlevo, Şumen Griviyak Muhtar, Kirkovo, Kırcaali Slivo pole ilçe bsk. Ruse Sitovo ilçe, Silistra Kliment muhhtar, Kaolinovo ilçe, Şumen Smolyan bld.bsk. HOH Voden muhtar, Pırvomay ilçe, Plovdiv Kriviya muhtar, Vetovo ilçe, Ruse Bukovo muhtar, Pırvomay ilçe, Plovdiv Ahryansko muhtar, Ardino ilçe, Kırcaali Kran muhtar, Kirkovo ilçe, Kırcaali İliya Blıskovo muhtar, Şumen Skala muhtar, Dulovo ilçe, Silistra Jılt bryag muhtar, Tvırditsa, Sliven Suhodol muhtar, Glavnitsa, Silistra Konstantin muhtar, Elena ilçe, V. Tırnovo Lipnik muhtar, Razgrad Bagriltsi muhtar, Krumovgrad, Kırcaali Tırın muhtar, Smolyan Kırcaali bld.bsk Borima muhtar, Troyan, Loveç Startsi muhtar, Pomorie, Burgaz Zlatar muhtar, Veliki Preslav, Şumen Rani list muhtar, Kırcaali Çereşa muhtar, Ruen, Burgaz Çukarka muhtar, Aytos, Burgaz Malinovo muhtar, Loveç Celepsko muhtar, Momçilgrad, Kırcaali Jılt bryag muhtar, Tvırditsa, Sliven Bradvari muhtar, Silistra Gurgulitsa köyü, Momçilgrad, Kırcaali Bojurka muhtar, Tırgovişte Mortganovo muhtar, Razgrad Benkovski Muhtar, Dobriç İlçesi Sinya voda muhtar, Loznitsa, Razgrad Stanbolovo muhtar, Slivo pole, Ruse Sırnitsa muhtar, Velingrad, Pazarcık Grivka muhtar, Krumovgrad, Kırcaali Kitina köyü, Kirkovo, Kırcaali Streltsi muhtar, Kotel, Sliven Çerna mogila muhtar, Aytos, Burgaz Gradsko muhtar, Sliven Samovila muhtar, Krumovgrad, Kırcaali Burgaz, Ruen, Struya köy muhtar adayı
Not: Kitap Bulgarca yayınlanmıştır.
15
Son yıllarda Türkiye üzerinden Avrupa’ya yapılan yasadışı göçte bir artış olduğu düşünülüyor. Rakamlar bunu doğruluyor mu? Öncelikle insan kaçakçılığı ile insan ticaretinin aynı şey olmadığını belirtmemiz gerekiyor. İnsan kaçakçığını özellikle gelişmemiş ülke vatandaşlarının, bulundukları ülkelerden refah ve ekonomik seviyesi yüksek olan ülkelere yönelik yaşadışı göç hareketleri olarak özetleyebiliriz. Bu da kaçakçılar tarafindan doğrudan veya dolaylı, maddi veya diğer tür bir faydanın sağlandığı anlamına geliyor. İnsan kaçakçılığını, insan ticaretinden ayıran en önemli fark, devlete karşı işlenmiş bir suç olmasıdır. İnsan kaçakçılığı ile ilgili verileri Turkiye’de YabancIlar Hudut ve İltica Dairesi düzenliyor. 2009 verileri henüz yayınlanmadı, şu anda en yeni veriler 2008 yılına ait. Buna göre 2008 yılında 62 bin 459 yasadışı göçmen yakalanmış. Bu sayı 2007’de 64 bin 290, 2006 yılında ise 51 bin 983’dü. Yakalanan kaçak göçmenlerin uyrukları nelerdi? Özellikle savaş ya da çatışmanın olduğu ülkelerden insanların kaçak göçe katıldıklarını söyleyebiliriz. Çok da şaşırtıcı olmayan bu saptamayı rakamlar da doğruluyor. 2008 yılında yakalanan kaçak göçmenlerin içinde ilk üç sırayı, 10 bin 420 ile Afganistan, 9 bin 77 ile Pakistan ve 6 bin 203 ile de Filistin uyryklular oluşturuyor. 4’üncü sırada da 4 bin 661 kişi ile Iraklılar var. Ayrıca 4 bin 492 Myanmar, 3 bin 187 Somali, 2 bin 501 Gürcistan, bin 534 kişi Azerbaycan, bin 103 moritanya ve 866 da Somali uyruklu kaçak göçmen yakalandı.
Karşı Devrim mi?
2009 seçimlerinden ve Bulgaristan’da milliyetçi sağ kalabalığın iktidar olmasından sonra ülkede karşı devrim başkaldırmaya başladı. Anti-demokratik milliyetçi hortlayış sosyal ve ekonomik bunalım şartlarında belirdi. Dünya finans krizinin küçük Bulgaristan’ı boğmaya çalışma yeltenişi amansız yoğunlaşıyor. Hükümet dar boğazdan çıkma programını henüz hazırlayamadı. Ekonomi tekledi tekledi ve durdu, ticaret imkânları tıkandı. Geçim sorunu ciğer yakan ateşten gömlek. Biz demokratik dönüşümden şunu anlamıştık: 1989’da totaliterlikten sıyrıldık, yenilenmeye geçtik, demokratik devrim sürecini başlatmıştık. Bu gidişin en değerli kazanımları arasında demokratik hak ve özgürlüklerin yasallaşması ve uygulanışıdır. Bu süreçte Bulgaristan Türk ve Müslümanları için en büyük edinim ise, Hak ve Özgürlükler Hareketini kurup politik patrik yaşam ve strüktürde özgün yer almak, iktidar ortaklığına katılmak, yurt dışında bulunan insanımızı da soydaş dernekleri biçiminde kitlesel örgütleyebilmek, bu kazanımlarla 8 yıl boyunca iktidar ortaklığına yükselebilmemizdir. Bu anlamda 20 yıl önce ülkemizde başlayan demokratik rejime geçiş aslında zorlu ve uzun sürdü derken, son yıllarda nesnel ve öznel sebeplerle sekti ve halen çıkmaza saplandı, ardından da 2009 parlamento seçimleriyle karşı devrime el sallayan politik gelişmeler birbirini izlemeye başladı. Krizle çizilen iç politik tabloda, sosyal-ekonomik çıkmazla birlikte, tıkanmış yargı düzeni, sokak ortasında gündüz adam öldürmeler, adam kaçırmalar, para için kaçırılanların bulunamayan yerlerde aylarca aç susuz tutulması, askıda kalmış hukuk reformu, alıp yürümüş rüşvet, adaletsizlik, çalışmayan devlet sistemi, yasa dışı olaylar ve yargısız infazlar karşısında polisin çaresizliği gibi olaylar genel itimatsızlık ve toplumsal güvensizlik yaratırken, toplumsal yaşamda ana çizgileri oluşturdu. İşin en kötü yanı da, bu keşmekeşin Hak ve Özgürlük Partisi’nin iktidar ortağı olduğu yıllarda gemi aza alması oldu.. Yasa dışı uygulamalar ile kayıtsız ekonomi üçlü koalisyonu alaşağı etmişken, krizden çıkış yollarını tıkayan illetler şimdi de çığ gibi büyüyor. Yeni politik durumda eski iktidarın ortağı A. Doğan grubu suskun, içine çekildi, kayıtsız kalmayı ve zaman zaman da küstahlığı seçti. Bir yıldan beri devam eden bu tavır, son seçimlerde Bulgaristan içindeki seçmen yığınını tiksindirdi ve büyük ölçüde karşısına aldı. Seçmen önünde böbürlenmeyi tercih ederken, kitle sempatisini büyük ölçüde yitirdi, “beceriksizliğin” yarattığı ortamdan ürkenler, içine çekilenler oldu, demokrasi, hak ve özgürlük idealine sevdalı seçmenlerde irkilme oldu. Bu karmaşık ortamda, koalisyon hükümetinde başı çeken Sosyalist Parti Başkan Yardımcısı R. Ovçarov “biz bir hırsızlar partisi olduk!” itirafında bulunması oldu ki, bu da paralellik yapan Bulgarların kafasında “hırsızın dostu hırsızdır” kuşkusu yarattı ve HÖH’ten soma ve çekinme belirdi. Hele Ahmet Doğan’ın özel kalem müdürü Ahmet Emin’in HÖH Genel Merkezinde intihar etmesi güveni tamamen sarstı. 2009 başında uyanan Bulgar seçmende politik tavır değişikliği güzlendi, alternatif arayanlar “ceza” kesmeyi yeğledi, Temmuz’da sosyalistler % 50 oy kaybetti, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) de nasibini aldı, iktidardan düştü. Ahmet Doğan’ın Kırcaali Kalesi bile kısmen çöktü. Karar ve tavrını açık olarak beyan etmese de Bulgaristan Türk ve Müslüman, bize sempatizan seçmen kitlesi 8 yıl süren HÖH hükümet ortaklığına “unutulduk” nitelemesiyle beklenenden fazla yüz çevirdi, seçim günü evde kalarak kararını belli etti, alternatif arayışa girdi. Bu gelişmeler Hak ve Özgürlükler idealinin soyutlaşmasına, özünü aldığı halk yığınlarından koparak uzaklaşmasına v.b. esaslı işaretler verdi. Ders çıkarma zamanı geldi. Ortaya çıkan yeni sosyal ve politik durumu daha derin analiz edersek, insanımızın kendi öz idealleri ve alın teriyle kurup yaşattığı partiyi ayakta tutmak, yaşatmak ve güçlendirmek için yeni fedakârlıklarda bulunabileceği akla yakın olsa da, bundan böyle boş tasa kaşık sallayacağını düşünmek yanlış olur. Anlaşılan bıçak kemiğe dayandı. Sandıktan çıkanlar halkı unuturken, bunun bilincine varan seçmenler, tedbir alıyor, yol arıyor. 2009 yılı, Bulgaristan Türk ve Müslümanları, diğer etnik katmanlar için bir felaket yılı oldu. İşsizlik % 35. Ekmek kapıları birer birer kapanıyor. Tarım soldu söndü. Hayvan bakıcıların direnişleri yıl boyu sürdü. Ustalar iskelelerden indi. İnşaatlar durdu. Çalışan fabrika yok gibi. Eylül maaşlarını alamamış işçiler var. Tütün dediğin ona göre… Teslim edilmiş, işlenmiş, kıyılmış ama “Ahmet Doğan’ın elinde duruyor” diye konuşuluyor, üretici parasını bekliyor. Varsa yoksa bir tek yaşlıların emekli maaşları, dış ülkelere giden geçlerin gönderebildikleri, Türkiye’den yardımlar, 3 ay T.C’ye gidip gelenlerin getirdiği ekmek tuz parası… Aileler borç içinde. Bakkala çakala çıkacak yüz yok. Bir de, dert anlatsan, dinleyen yok… Devamı var
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
Dünya Türk Gençler Birliği 10. Liderler Zirvesi Sofyada yapılacak
Dünyanın tek ‘ÖLÜMSÜZ’ canlısı... Dünyanın “ölümsüz” sayılabilecek ilk hayvan keşfedildi. Latince adı «turritopsis nutricula» olan ve Karayipler’de bulunan 4-5 milimetre çapındaki denizanası, dışarıdan canına kasteden olmazsa sonsuza kadar yaşıyor. Keşfi yapan bilim adamı, bu hayvanlardan birkaç tanesini deney için akvaryuma koyup sonra unuttuğunu söyledi. Akvaryumun kuruduğunu farkeden araştırmacı, kuruyan denizanalarını son kez incelemeye karar verdiğinde minik hayvanların ölmediğini, tekrar yumurta haline dönüştüklerini fark etti. Bilim adamları bu durumu «Hayvan, yaşamını sürdürebilecek koşulları bulamadığında ya da tehlike durumunda “çocukluk” evresine dönerek, genlerini yönetebiliyor» diye açıkladı.
Bulgaristan’ın Eurovision adayı “görevde”
2026´da Ekonomisi en çok yükselen Çin ve Türkiye
Onun adı Miro ve ülkesinin Mayıs ayında Oslo’da sonun kadar temsil etme “sorumluluğunu” üstlenmeyi umuyor. Southeast European Times için Sofya’dan Svetla Dimitrova’nın haberi 34 yaşındaki Miroslav Kostadinov’un bu yıl Oslo’da yapılacak Eurovision yarışmasında zafer umutları yüksek. Daha çok sahne adı Miro olarak tanınan Miroslav Kostadinov “Angel Si Ti” (Sen Bir Meleksin) adlı şarkısıyla Oslo’da yapılacak 2010 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Bulgaristan’ı temsil edecek. Şarkıcı ve şarkı sözü yazarı sanatçı, “Bulgar halkının egosunu yükseltmek için zafere ihtiyacı olduğunu” söyledi. 2009 yılındaki yarışmadaki tartışmalı seçim sonrasında, seçim sisteminin yerine Bulgar Ulusal Televizyonu (BNT) tarafından düzenlenen bir yöntem getirildi. Yeni kurallara göre, müzik alanındaki 51 uzmandan oluşan bir komisyona ülkenin Oslo’da yapılacak yarışmadaki temsilcisini seçmesi istendi. Miro on oy alarak adaylığı kazandı.
Türkiye, 2026 yılında dünyanın 13. büyük ekonomisi olacak. Türkiye’nin dünya ekonomisinden aldığı pay yıllar itibariyle yükselmeye devam edecek. 1985’de dünya Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH)sıralamasında 17. olan Türkiye, bu yıl 16. sıraya çıkacak.Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, 1985 yılında Türkiye’nin dünya GSYH’sinden aldığı pay yüzde 1,03 iken, bu payın 2010 yılında yüzde 1,35’e yükseleceği tahmin ediliyor. Bu yıl ABD’nin dünya GSYH’sinden aldığı payın yüzde 19,60, Çin’in yüzde 12,73 ve Japonya’nın ise yüzde 6,04 olacağı öngörülüyor.Dünya ekonomisinin yükselen yıldızlarından Hindistan’ın yüzde 5,1 ile 4., Almanya’nın yüzde 3,96 ile 5.,Rusya’nın yüzde 3,35 ile 6., İngiltere’nin yüzde 3,03 ile 7., Fransa’nın yüzde 2,92 ile 8.,Brezilya’nın yüzde 2,89 ile 9. ve İtalya’nın ise yüzde 2,46 ile 10. sırada yer alacağı tahmin ediliyor.
DUYURU
Yeni dinozor türü keşfedildi
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, 2010 yılında dernek faaliyetleri arasında Haziran ve Temmuz aylarında Ücretsiz Toplu Sünnet Şöleni tertip edecektir. Üyelerimizden Sünnet yaptırmak isteyenler derneğimizin genel merkezine başvurmaları gerekmektedir. Prof. Dr. Hayati Durmaz Genel Başkan
Önümüzdeki 15 Yılda Dengeler Değişecek 2026 yılında Çin’in dünya GSYH’sinden aldığı payın yüzde 23,61 olacağı ve 2017 yılında ulaştığı ilk sıradaki yerini koruyacağı tahmin ediliyor. Halen dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’nin 2026’da dünya ekonomisinden aldığı payın % 14 de düşecek, ardından Hindistan, Japonya, Rusya, Brezilya, İngiltere, Fransa, Almanya‘nın ardından Türkiye geliyor. Gelişmekte olan ülkeler arasında bulunan Türkiye’nin ise 2026’da GSYH sıralamasında 10. sıraya yükseleceği tahmin ediliyor.
ABD’nin Utah eyaletinde, 185 milyon yıl önce yaşamış, daha önce bilinmeyen bir otçul dinozor türünün fosili bulundu. “PLoS One” dergisinin yarın çıkacak sayısında yer alan yazıya göre “Navajo Sandstone” olarak bilinen bölgede bulunan kemiklerin büyük kısmı iyi korunmuş ama kafası yok olmuş. Dinozorun boynunun uzun olduğu, kalçalarından itibaren boynunun bir metreye ulaştığı, uzunluğunun ise 3 ile 4 buçuk metre olduğu belirtildi. Bitki ile beslenen, 70 ile 90 kilo arasındaki dinozorun dört ayak üzerinde yürüdüğü ancak, arka ayakları üzerinde de kalkabildiği kaydediliyor.
Merkezi Azerbaycan’ın Başkenti Bakû’de bulunan uluslararası (DTGB) Dünya Türk Gençler Birliği 10. Liderler Zirvesini Bulgaristanın Başkenti Sofya’da yapma kararı almıştır. Dünya Türk Gençler Birliği Zirvesinin yapılacağı Sofya’daki organizasyonları Bulgaristan’da faaliyet gösteren sivil kuruluşlardan “EVET” Derneğinin ev sahipliğinde, merkezi İstanbulda bulunan “BULTÜRK” Derneği ile ortaklaşa yürütmesi hususunda hemfikir olunmuştur. Zirvenin 19-20-21.05.2010 tarihleri arasında yapılması kararlaştırılmıştır. Avrupa Birliği’ne üye olan Bulgaristan’da Türk Dünyası Gençler bir araya gelecek. Türk Dünyası’nın Gençleri aralarındaki kültürel yakınlaşma, bütünleşme, işbirliğini geliştirme ve pekiştirme amacı ile her yıl geleneksel olarak Balkanlar’dan Altay’lara, Türkmenistan’dan - Sibirya’ya, Adriyatik’ten - Çin Seddi’ne kadar, Türklerin yaşadığı her bölgeden gençler toplanmaktadır. Dünya Türk Gençleri Birliği (DTGB) Şubat 1992’de kurulmuştur. Türk Devlet ve topluluklarından gelen bu “Genç Liderler”, “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik” şiarını hayata geçirmek için, 1992 yılından beri her yıl bir araya gelerek fikir alış verişinde bulunmakta, birbirlerini tanımakta ve kaynaşmanın sağlanması için büyük bir çaba
Kültürlü Olmak Hocaya öğrencisi sormuş: “Hocam, kültürlü olmak için ne yapmak gerekir?” Hoca demiş ki; “Üç tane üniversite bitirmek lazım..” Öğrenci üç üniversite bitirip gelmiş.. Hocam, üç üniversite bitirdim, şimdi kültürlü oldum mu? Hoca “Hayır” demiş “Hepsini sen bitirmeyecektin. Birini deden, birini baban, birini sen bitirecektin.”
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’miz 2010 yılında yayın hayatına başlamıştır. Bulgaristan hakkında kitap yayınlamak isteyenlere duyurulur.
Bulgaristan Türkleri’nin özellikle göç hikayeleri ve anıları kitaplaştırılacaktır. Bu konu hakkında okurlarımızın bilgi ve desteğini bekliyoruz
sarf etmektedirler. Birliğin amacı, Türk Dünyasındaki gençlerin birbirleriyle ilişkilerini geliştirmek, Geleceğe yönelik stratejiler üretmek, Türk Dünyası’nın, Dünya’nın siyasi, ekonomik ve sosyal hayatında etkin bir role sahip olmasını sağlamaktır. Hükümetin toplantıya sıcak baktığını belirten Evet Derneği’nin Genel Başkanı Sayın Ergin Emin “ilk defa Bulgaristan’da böyle bir toplantının yapılacağından dolayı gurur duyuyoruz.” dedi. Toplantıya dünyanın farklı bölgelerinden “azınlık” psikolojisi ile yaşayan Türklere destek olmak amacıyla topladıklarını söyleyen Emin, “19-21 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek toplantılarda da aynı amaca hizmet edeceğini” kaydetti. Toplantının açılışını Bulgaristan Kültür Bakanı Sayın Vejdi Raşidov’un da yapacağını belirten Sayın Ergin Emin toplantıya 27 ülkeden, 34 sivil toplum kuruluşlarından delegeler katılacağını ilave etti. Dünya Türk Gençler Birliği 10. Liderler Zirvesinin Bulgaristan’ın Başkenti Sofya’da yapılması üzerine, DTGB Genel Başkanı Sayın Ekrem Abdullayev’e tüm Bulgaristan Türkleri adına teşekkür eder ve zirvenin Bulgaristan’a ve Türk Dünyasına hayırlı olmasını dileriz.
Romanya’dan yeşil ışık Romanya - Başbakan Emil Boc 9 Mart Salı günü 1989 yılındaki komünizm karşıtı devrimle ilgili geri kalan tüm belgelerin açılmasına onay verdi. Belgeler bugüne kadar gizli olarak sınıflandırılmıştı. Boc, bunun diktatör Nikolay Çavuşesku’yu deviren kanlı devrimde yaşananlarla ilgili gerçeğin gözler önüne serilmesine yardım edeceğini söyledi. Savunma bakanlığı yaklaşık 8 bin sayfalık belgeyi halka açacak