1913 Sofya
Yıl: 7
Sayı: 53
Şubat 2011
Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz.
Türkiye’de 2011 Genel Seçimlerle ilgili Anket
Bu Camia kendi bağımsız Vekil adaylarını İstanbul-1, 2 ve 3.Bölgelerden, İzmir, Bursa ve Edirne’den TBMM’ne sokabileceklerini göstermişlerdir.. Türkiye’de ilk defa göçmenler arasında Milletvekili aday adayları seçimi konusunda BULTÜRK tarafından yapılan kamuoyu yoklaması büyük ilgi topladı. Yoklama İstanbul’da 3 bölgede, İzmir’de 2 Bölgede, Bursa, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ve Kocaeli seçim bölgeleri aday adayları arasında gerçekleştirildi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) 2011 yılında yapılacak olan genel seçimlere yönelik kendi sitesinde yaptığı anket katılımcı sayısı acısından 600 bin katılımcıya ulaşarak bir rekora daha imza attı. Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden Balkan göçmenleri arasından Milletvekili seçimlerine adaylığını koymaları durumunda, alabilecekleri oyların ortaya çıkarılması açısından önem
Erbakan’a son görev...
Bütün gözler yaşlı, yüzler hüzünlü ve tüm kalpler buruk Türkiye ve İslam dünyası, mahşeri kalabalıkların katıldığı tarihi bir güne şahitlik etti. Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, milyonlarca kişinin iştirak ettiği büyük bir insan seli tarafından ‘tekbirler, salâvatlar ve fatihalar’ eşliğinde ebedi istirahatgahına uğurlandı. Fatih Camii’nin avlusunu dolduran bütün gözler yaşlı, bütün yüzler hüzünlü, bütün kalpler acılıydı. ‘Mücahit Erbakan’ sloganları bu sefer, gözyaşları arasında İstanbul sokaklarını inletiyordu. Hocasına karşı son görevini yapmak isteyen milyonlar, Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden İstanbul’a dün akın etti. Uçaklar, otobüsler, trenler ve bütün ulaşım araçları, gece saatlerinden itibaren öğle namazına kadar, Şeb-i Arus gününe tanıklık etmek isteyenleri Fatih Camii’ne taşıdı. Devamı s. 5’de
Bulgaristan’dan iki Bakan İstanbul’da
Maliye Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Siemon Dyankov ile Kültür Bakanı Vejdi Raşidov, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’yu makamında ziyaret etti. Bakanlar, valiliğe gelişlerinde Mutlu tarafından karşılandı. Mutlu, komşu ülkenin bakanlarını İstanbul’da ve kendi makamında ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Vali Mutlu, ziyaretin iki dost ve komşu ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunmasını temenni etti. Simeon Dyankov da Bulgaristan’da yapılan son genel seçimlerde İstanbul’da seçim noktaları kurulması dolayısıyla teşekkür ederek, Ekim ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimler için de yardımlarını beklediklerini söyledi. Sofya’nın 2019 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmasını arzuladıklarını dile getiren Dyankov, bu konuda İstanbul’un tecrübelerinden faydalanmak istediklerini ifade etti. Devamı s. 12’de
Azerbaycan’da Hocalı Soykırımı
SEKELİSTAN
1991 yılında Azerbaycan Parlamentosu’nun halktan gelen baskılar karşısında Dağlık Karabağ’ın özerk bölge statüsünü ilga etmesine karşılık Dağlık Karabağ Parlamentosu bir referandum düzenleyerek cevap vermiştir. Çoğunluğu Ermenilerin oluşturduğu bölgede referandum sonucunda Dağlık Karabağ Parlamentosu bağımsızlığını ilan etmiştir. 1992’de Sovyet birlikleri de bölgeden çekilmiştir. Hocalı’da gerçekleştirilen katliama giden süreçte, Ermenileri Rusların desteklediği yönünde ciddi bulgular bulunmaktadır. Ermeni gönüllülerden oluşan silahlı gruplar Karabağ’a yerleştirilmiştir. Ardından Gorbaçov, 25 Temmuz 1990’da yayımladığı bir kanun ile SSR (Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti) kanunları dâhilinde olmayan silahlı grupların kurulmasını yasaklamış ve kanunsuz olarak saklanan silahlara el konulmasını sağlamıştır. Devamı s. 7’de
İşgal Altında Unutulmuş bir ülke
Prof. Dr. Hayati Durmaz
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı
Problemlerimiz devam etmektedir 1. Sosyal Haklar; Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden soydaşlarımızın sosyal hakları ile ilgili ciddi adımlar atılmış olmakla birlikte yetersiz kalınmıştır. Çalışma stajlarının aktarılması ve emeklilik ile ilgili konularda tanınan haklar 1991 yılına kadar Türkiye’ye gelen ve Türk vatandaşı olan soydaşlarımızı (Muhacir kâgıdı olanları) kapsamaktadır. Böylece kanun dar bir çerçeveyi etkilemiştir. Devamı s. 4’de
taşıyan bu anket, göçmenlerin gerektiğinde bağımsız adayları da TBMM taşıyabileceklerini göstermektedir. Bu anket çalışmasına göre belli oluyor ki, göçmen camiası kendi bağımsız Vekil adaylarını İstanbul-1, 2 ve 3.Bölgelerden, İzmir, Bursa ve Edirne’den TBMM’ne sokabileceklerini göstermişlerdir.. Bu tür anket çalışması aynı zamanda göçmenler arasında bir ilk olmaktadır. Dernek yetkilileri anket çalışmasının camia içinden seçilebilecek adayların alabilecekleri oyları belirlemeleri açısından önemli olduğunu ve adaylarını da sonuna kadar destekleyeceklerini açıkladılar. Anket sonuçları tüm siyasi partilere ve ilgi duyan kurum ve kuruluşlara duyurulur. Devamı s. 5
Levente G. Borbely en açıklamaları. “Sekeller, Atilla’nın 453’te ölümü ve devamında gelen Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında Karpat Havzası’nda muhkem bîr yere çekilen 3000 Hun savaşçısının torunlarıdırlar.” Zira Borbely, kendisinin bir Türk boyu olan Sekeller’den olduğunu belirtiyor. Ve halkının durumunu dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk delegasyonuna anlatıyordu. Levente G. Borbely’nin anlattıkları hemen herkesi şaşırtacak... Çünkü büyük çoğunluğumuz belki de ilk kez anlatılanlardan haberdar olacak. Levente, “Sekeller, Atilla’nın 453’te ölümü ve devamında gelen Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında Karpat Havzası’nda muhkem bîr yere çekilen 3000 Hun savaşçısının torunlarıdırlar.” Diyor. Sekeller’in bir Türk boyu olduğunu vurgulayan Borbely, “Sekellerin 6 boyu ve her boyun 4 kolu vardır. Ve birçoğunun adı Türkçe’dir” şeklinde konuşuyor. Devamı s. 12’de
Bizim arşivlerimizle tarihinizi yazabilirsiniz Türkiye’nin, coğrafi konumundan dolayı çevresindeki tüm ülkeler ile iyi ilişkilere sahip olmaya çalıştığını, Afganistan’da bile çok sevildiğini, Libya’da hiçbir insanın milliyetine ve dinine bakmadan tahliye işlemlerinde bulunduğunu ifade eden Davutoğlu, bazı AB ülkelerinin Türkiye’nin üyeliğine neden bu kadar tepki gösterdiğinin sorulması üzerine de, “Gerçek söylemek gerekirse bunu anlamıyoruz. Türkiye’nin, coğrafi konumundan dolayı çevresindeki tüm ülkeler ile iyi ilişkilere sahip olmaya çalıştığını, Afganistan’da bile çok sevildiğini, Libya’da hiçbir insanın milliyetine ve dinine bakmadan tahliye işlemlerinde bulunduğunu ifade eden Davutoğlu, bazı AB ülkelerinin Türkiye’nin üyeliğine neden bu kadar tepki gösterdiğinin sorulması üzerine de, “Gerçek söylemek gerekirse bunu anlamıyoruz.”
Ambulanslara tek telefon İstanbul 0212 444 0 911 İzmir 0232 444 0 911 Tüm hastaneler tek telefon 444 0 911 Tüm hastaneler Türkiye’nin her yerinden ulaşılabilen tek bir no.da birleştiler. Cep telefonunuzdan ararsanız bulunduğunuz ilin alan kodu ile aramanız gerekiyor. Mesela İZMİR’ de 0212 444 0 911 Mesela İSTANBUL’ dan 0212 444 0 911 Bu telefonu aradığınızda en yakın Ambulans olay yerine gönderiliyor.
Duyuru Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak Bayrampaşa Genel Merkezde GÖNÜLLÜ BULGARCA KURS Kayıtları başlatmıştır. Başvuru için: Adres: Yıldırım Mah.Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa-İstanbul Web: www.bulturk.org / Tel: 0212 511 63 47 / Fax: 0212 526 51 98 E.Posta: bilgi@bulturk.org
Kırmızı Pasaportların süresi dolanlara DUYURU
19 ve 21 Mart 2011 tarihlerinde Bulgaristan İstanbul Başkonsolosluğu’nda Kırmızı Pasaportlarının günü geçenlere “PASAVAN” verilecektir.
DUYURU
26.03.2011’de saat 13-17 arası, Genel Merkezin Açılışına Tüm Hemşehrilerimiz ve Gönül Dostlarımız Davetlidir. Tel:0212-511-63-47 / 0212-528-77-66 Bulgaristan’da HÖH’ü var eden kim?
3’te
Afganistan’da Türk Meclis Başkanı
3’te
Kaymakam, Türk Başbakan
4’te
Almanya cahil çıktı
4’te
Bulgaristan Türklerinin Türkçe Eğitimi
5’te
Şamanizm’den Gelen Türk Adetleri
6’da
Bulgaristan gülü Afganistan’da
7’de
Benim Derdim Dünya
8’de
Osmanlı’nın Hükmettiği Devletler 9’da
2
İsmail ERDEM
İNGİLİZ BELGELERİNDE Türkiye’nin Balkanlardaki Politikasına Dair Bir Memorandum (II) Belgrat Hükümeti bu Müslümanlara ve özellikle de beylere gayet akıllıca bir muamelede bulundu. Bosna-Hersek’e katı tarımsal reformlarda bulunmaktan kaçındõ ve bu iki ülkenin tüm geleneksel uygulamalarına saygı gösterdi. Yugoslavya parlamentosunda bulunan Müslüman gurup, iki bakanlık görevinin Müslümanlara teklif edilmiş olduğu Paşitek Kabinesi’ni seve seve destekledi. 1876-1878 yılları arasındaki Bosna-Hersek temsilcisi olduğum ve özellikle Berlin Kongresi’nde burası adına delege olarak bulunduğum sırada edindiğim şahsî izlenimler bana Bosna-Hersek’in tüm nüfusunun millî ruh sayesinde canlandığı inancını vermektedir. Müslümanlar hiç şüphesiz, özellikle uzun bir süre savaştıkları ve kendilerine yapılan vaatleri yerine getirmeyen Türklerden gelecek olan, haricî herhangi bir himayeyi kabul etmeyeceklerdir.Yugoslavya, dinleri her ne olursa olsun, nüfusunun tümü sadece Yugoslavlardan oluşmuş olsaydı bünyesinde, netice itibariyle, Türk taraftarı barındırmayacaktı; fakat maalesef topraklarında iki azınlık unsur daha bulunmaktadır. Eski Sırbistan ve Kuzeybatı Makedonya, Türk baskısı altında inlemektense yurtlarını terk etmeyi tercih eden Sırpların kuzeye doğru hicret etmeleri üzerine, yine Sırplar tarafından daha evvel oturulmakta olan bölgeleri işgal eden, çok sayıda ve tecavüzkâr vasıfta Arnavut nüfusa sahiptir. Arnavut göçleri on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında başladı ve Arnavutluktan yeni nüfusun gelmesi ile daha da artan bir şekilde, tüm on dokuzuncu yüzyıl boyunca devam etti. Arnavutluklu milliyetçiler bu bölgelerin Arnavutluk millî topraklarının bir parçası olduğunu savunmaktadırlar. Dolayısıyla bu tutum Arnavutlarla Sırplar arasında çıkan bir çok çatışmanın ve aralarnda mevcut olan canlı düşmanlığın sebebini açıklar durumdadır. Kuzeydoğu Makedonya, münavebeli olarak Sırp ve Bulgar devletlerine geçen ve asırlardır bu iki millet arasında anlaşmazlık konusu olan ve Balkanlarda zuhur eden problemlerin baş kaynağını teşkil eden Sırp ve Bulgar karışımı nüfusun barındığı bölgelerden oluşmaktadır. On beş yıl kadar önce Sırbistanda olduğu kadar Bulgaristan’da da bu iki ülkenin dostluğu yolunda tek başına bir engel olarak duran bu problemin çözüme kavuşturulması için kuvvetli bir arzu uyanmıştı. Etnologlar, dil bilimciler ve özel Makedonya uzmanları bu ülkedeki her iki milliyetin sınırlarını ilmî ölçüler dahilinde tespit etmek ümidiyle Londra’da bir konferans tertip edilmesini arzuladılar.Aralarında yakın arkadaşlık bağı bulunan Sırplı bakan Militchwitch ve Bulgar bakan Stancioff yapılacak olan bu konferans işini kolaylaştırmaya arzulu bulunmaktaydılar. Makedonya’daki seyahatlerim ve etnoloji çalışmalarım sebebiyle bu konferansın başkanlığını yapmam için bana yapılan teklif beni gururlandırmıştır. Konferansa gelen ilim adamları arasında resmî olmayan müzakereler yapıldı ve neticede, karşılıklı imtiyazlarda bulunmak suretiyle, on beş bin nüfuslu küçük bir bölge müstesna, ihtilaflı tüm bölgeler üzerinde bir anlaşmaya varılabileceği ortaya çıktı. Her iki tarafça da netice büyük bir coşku ile karşılandı; zira tüm anlaşmazlıkların sadece küçük bir parçaya münhasır kalması söz konusuydu ve düşmanlığın devam etmesi düşünülemezdi. Bahsi geçen konferansın resmî olarak başlama arifesinde Londra’dan, Belgrat’ta bakan değişikliği olduğu ve Sofya Kabinesi’nin konferansı tasvip etmediği kararnı yansıtan telgraflar geldi. Nadir bir fırsat böylece elden kaçırıldı ve netice olarak bu bölge, her iki savaşın en kötü tesirlerini icra etmesinden sonra,üçüncüsü ile tehdit olunmaktadır... Devamı gelecek sayıda
Kar Gıda
Kar Gıda Otomotiv İnşaat San. ve Tic. Ltd. Şti.
Türk askeri görünmez! Bu köyde para geçmiyor Bir tank, ağaç olarak görünüyor
Mehmetçik, Türk mühendislerin geliştirdiği yeni nesil görünmez üniformalar sayesinde termal kamera ve dürbünlerle görülemeyecek. Türk mühendisler, savunma sanayinde birçok ilkten sonra bir hayali gerçekleştirdi. Güneydoğu Anadolu’daki birliklerde görevli, terörle mücadele eden Türk askeri görünmez oldu. Tamamen Türk mühendisler tarafından üretilen “Gümüş” görünmez kumaşlar sayesinde Mehmetçik, uydu ya da radarlar tarafından tespit edilemeyecek. Hayalet üniformalar, geçen yıl itibariyle envantere girmeye başladı. Gece Kullanılacak TSK’nın gece harekatlarında kullanılacak yüzde 99.9 saf gümüşten üretilen hayalet üniformalar, düşman unsurlar tarafından yer belirlemek için kullanılan termal kamera ve gece görüş dürbünlerine yakalanmıyor. Bu teknolojiyle gece harekatlarının başarısı 2 katına çıkacak. Gümüş kumaş, radyasyonun etkilerinden korunmak için sivil hayatta da kullanılıyor. Ceket ya da gömleklerin vücuda değen kısmına yerleştirilen Tex-Therm kumaş, özellikle cep telefonunun yaydığı radyasyon dalgalarının vücut ile temas etmesini engelliyor. Tex-Therm teknolojili kumaşlar alev geciktiricilik özelliği sayesinde, yanmaya karşı da dayanıklı, ayrıca zararlı haşerelere karşı korunmalı olması Sırada Nesneler Var Görünmez elbiseyi üreten Öztek firması, 8 yıldır bir başka proje üzerinde çalışıyor. Hacettepe Üniversitesi ile ortak yürütülen “Gizlem ağı” projesi nesnelerin de görünmez kılınmasını hedefliyor. “Gizlem ağı”, nesnelerin şeklini değiştirerek göz yanılsaması sağlıyor. Örneğin bir tank, ağaç olarak görünüyor. Askeri araçlar, radarlar tarafından tespit edilemiyor. (Mesut Uğurlu)
Kimi açlıktan kimi soğuktan hayatını kaybetmiş... Pek çok erkek arkadaşım oraya giderken, “Ne olur bavulunda yer ayır biz de gelelim”, “Senin kadın başına orada ne işin var?”, “Kadınlar oraya gitmesin” diyenler hatta “Orada uykuda karabasanlar geliyormuş” diye abartanlar bile oldu.... Hiçbirine aldırış etmedim, doğru Lviv’in yolunu tuttum... Hem de öyle böyle nispet yaparaktan değil! Bir kısım arkadaşıma da “Size oradan ne getireyim?” diye sorduğumda, “Kör topal tut kolundan bir kız getir” yanıtını verdi. Gülümseyerek anımsadım Lviv sokaklarında her kadın gördüğümde... Evet... Lviv’e indik... Bütün tabelalar Ukraynaca yazılı. İngilizce’nin bir işe yaramadığını net bir biçimde anlamış olduk, “Geçmiş olsun” diyoruz... Bir geçmiş olsun da yanında Euro getirenlere... Euro’yu kabul etmiyorlar. Buraya indiğiniz gibi ilk işiniz bir döviz bürosu bulup hemen paranızı Grivni’ye çevirmek olsun. Yoksa alışverişlik bütün malzemelerden mahrum kalabilirsiniz... Bu şehir tarih kokuyor... Biraz soğuk gibi geldi bana ama sokaklarda dolaşa dolaşa soğuğa da alıştık hatta sıcak bile gelmeye başladı... 2012’de Avrupa Futbol Finallari Burada Lviv Polonya sınırına 70 kilometre uzaklıkta. Pek çok özelliği var. Mesela Eurovision’da 2004 birincisi Ruslana burada doğmuş. Üstelik 2012’de Polonya ile birlikte Avrupa Futbol finallerine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyorlar. Bu yüzden şehirde büyük bir hareket var. Büyük bir stad yapılıyor. Uçakla Lviv’e inerken bizim de ilk dikkatimizi çeken o stad olmuştu. Sokak tabelaları İngilizce olarak da yazılacakmış. Halkı İngilizce konusunda da ikna edeceklermiş...
Kredi kartı ve nakit paranın geçmediği Seyrantepe köyünde vatandaşlar, günlük ihtiyaçlarını paradan ziyade takas usulü ile yapıyorlar. Bakkaldan günlük ihtiyaçlarını tavuk, yumurta, yün, buğday ve peynir vererek takas yöntemiyle alışverişlerini yapan vatandaşlar, adeta tarihin para icat edilmeden önceki dönemini yaşıyorlar. Çocuklar cips ve çiklet almak için yumurta, köyün hanımları ise yün, süt, peynir ve buğdayı bakkala vererek, evlerinin günlük ihtiyaçlarını karşılıyor. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan Seyrantepe köylüleri, her zaman nakit para bulamadıklarını belirterek, asırlardır gündelik ihtiyaçlarını takas yaprak sağladıklarını belirtiyor. Seyrantepe köyünde bakkallık yapan Yemen Kotaz (33), köyde herkesin cebinde her zaman para olmadığını anlatarak, takasla alışveriş olmasa köy yerinde satış yapamayacağını söyledi. Takasla alışverişten memnun olduğunu anlatan Kotaz, “Takasla alışveriş dedelerimizden günümüze gelen bir gelenek oldu. Biz de bu geleneği uygulayıp devam ettiriyoruz. Para genelde olmuyor. Köy yeridir, kuzu, yumurta, tavuk, yün, buğday ve peynir gibi malzemelerle alışverişimizi takasla yapıyoruz. Köylü aylık borçları için bazen tavuk bazen de kuzu getirerek borç defterlerini siliyor. Biz de bunu şehre götürüp satarak paraya çevirip yerine yeniden ürünler alıyoruz” dedi. Seyrantepe halkından Nevzat Kotaz (70) ise, takasla alış verişin bu köye asırlardır yerleşen bir gelenek olduğunu, bu sistemden de oldukça memnun olduklarını söyledi. Kotaz, tüm ihtiyaçlarını bu şekilde karşıladıklarını anlattı. Seyrantepe Köyü Muhtarı Ali Rıza Çağlar da takasla alışverişin köylerine dedelerinden kalan bir gelenek olduğunu söyledi. Çağlar, takasla alışverişin köylerine yerleşen sosyal dayanışmanın en güzel örneklerinden birisi olduğunu vurguladı. Öte yandan köylü bay ve bayanlar ise takasla alışverişin tek olumsuz yönünün ise çocukların bazen çiklet ve cips almak için kümesten yumurta araklamaları olduğu söyledi. (Zeki Mutlu)
Türkmenistan ile Türkiye arasında konsolosluk konusundaki siyasi istişare toplantısı Aşkabat’ta yapıldı. Toplantıda, Türk tarafına Dışişleri Bakanlığı Konsolosluk İşleri Genel Müdürü Büyükelçi Şakir Fakılı, Türkmen tarafına Dışişleri Bakan Yardımcısı Vepa Haciyev başkanlık etti. Türkmenistan Dışişleri Bakanlığı binasında gerçekleştirilen görüşmede, iki ülke arasındaki ilişkiler değerlendirildi. Taraflar, Cumhurbaşkanları Abdullah Gül ile Gurbanguli Berdimuhamedov’un arasında yapılan görüşmede iki ülke arasındaki işbirliği ilişkilerinin yeni seviyelere çıkartıldığını belirtti. Ayrıca, iki ülke dışişleri bakanlıkları arasında düzenli istişare toplantılarının yapılmasının kararlaştırıldığı bildirildi. Bu bağlamda yapılan istişare toplantısı kapsamında Türkmen-Türk ilişkilerinin geliştirilmesi, konsolosluk ve diğer konular ele alındı. (Murat TOYLU)
Denizlerin derinliğinde yaşayan canlı türlerini ortaya çıkarmak amacıyla yapılan ilk deniz sayımı sonuçları açıklandı. 250 bin canlı sayıldı. Balinalardan kanat çırpan ahtapota, denizanalarından yumuşakçalara denizlerindeki canlılar sayıldı. 80 ülkeden 3 bin dolayında aboratuarında katıldığı bir şey proje kapsamında, denizlerin derinliklerindeki canlı türlerini ortaya çıkarmak amacıyla 10 yıl önce başlatılan sayım sona erdi. 650 milyon dolara mal olan sayım sonucunda denizlerde 250 bin canlı sayıldı. 6 bin yeni tür belirlendi. Yeni canlı türleri Avustralya, Akdeniz, Japonya, Antartika ve Güney Afrika sularında belirlendi. Bilimadamları hâlâ bilinmeyenlerle birlikte deniz canlıları sayısının mikroplar hariç 1 milyona ulaşabileceğini söylüyor. Denizlerin mikrobiyolojik çeşitliliğini kayda geçiren araştırmacılara göre yeni türler keşifler çağının sona ermediğini gösteriyor. Yeni bulunan canlılarla, okyanus diplerinde volkanik girintilerin oldukça sıcak sularından ve buzulların altındaki soğuk sulara en güç şartlarda bile düzenli bir yaşam döngüsünün oluştuğu görülüyor. Dünyanın ilk deniz canlısı nüfus sayımının, insan faaliyetlerinin denizleri nasıl etkilediğine ilişkin bir çerçeve oluşturması bekleniyor. Çin, Meksika Körfezi ve Akdeniz sularının hem en fazla tür çeşitliliğine sahip, hem de türlerin en çok tehdit altında olduğu yerler olduğu belirtiliyor.
Türkiye’deki göçmen dernekleri ajanlar için ne diyor? Türkiye’deki Bulgaristan göçmenlerine ait iki derneğe, kömünist dönemde ajan olarak çalışmış ve halen görevde bulunan diplomatların görevde kalması Bulgaristan’ın itibarını zedeler mi diye sorduk.
Bulgaristan’da parlamentoya bağlı, eski totaliter rejimin istihbarat örgütü Dırjavna Sigurnost’un (DS) dosyalarını açıklamak için kurulan komisyonun geçen hafta yayınladığı ajan diplomatlar listesinden sonra Başbakan Boyko Borisov ile Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov arasında tartışma başladı. Borisov, komünizm döneminde siyasi polis konumundaki
Totaliter sistem yalnız Bulgarları değil Türk-
Uğur Mumcu Mah. N Caddesi No: 42 (BİM Karşısı) Sultançiftliği-Sulatngazi İstanbul Tel: (0212) 476 06 44 Fax: (0212) 476 11 28
Milattan önce uygulanan takasla alış veriş, Lidyalıların parayı bulmasıyla sona ererken, Bitlis’in Ahlat İlçesi Seyrantepe Köyü’nde ise halen devam ediyor.
Ukrayna’da Türk şehitliği Türkmen-Türk Siyasi İstişare Toplantısı 6 Bin Yeni Canli Türü Kesfedildi
Prof. Emin Balkan (Bal-Göç)
Halil Özgür
Bulgaristan Türklerinin Sesi
leri bile ajan olarak kullanıldı. Yapılanlar ve bunlara aracı olanlar yanlış ve çok çirkindi. Biz o
DS’ye çalışmış ve halihazırda Bulgaristan’ın yurtdışındaki diplomatik misyonlarında büyükelçi ve başkonsolos olarak görev yapan diplomatların geri çağırmaya hazırlandıklarını belirtti. Cumhurbaşkanı Pırvanov ise uluslararası arenada böyle bir hareketin Bulgaristan’a zarar getireceğini belirterek sözkonusu diplomatların görevden alınmasına karşı çıktı. Komisyon’un
yayınladığı listede Sofya’nın Türkiye’ye gönderdiği büyükelçi ve başkonsolosların isimleri de var. Türkiye’deki Bulgaristan göçmenlerine ait iki derneğe, kömünist dönemde ajan olarak çalışmış ve halen görevde bulunan diplomatların görevde kalması Bulgaristan’ın itibarını zedeler mi diye sorduk.
Rafet Ulutürk (Bultürk) Bunlara artık devlet yonetiminde hic bir komunizm kalıntısına yer verilmemelidir. Bunlar demokrasinin onunde takozdurlar. Bu zihniyet 1990 dan sonra demokrasinin gelişmesine 20 yıl boyunca engel olmuşlardır. Bunlarla artık devlet ile yollarını ayrılmalı. Başbakan Borisov sözkonusu diplomatları
günlerde kalmadık, önümüze bakıyoruz. Bugün
emekliliğe göndermeli. Bunlar artık hatıralarını yazsınlar. En önemlisi ise bunların içinde eski veya
bu insanların ne yaptığı önemli. Hala bu işlere
hala devam eden Bizim Turklerden ajan olanlardan Bulgaristan’daki Türk toplumu kurtarılmalıdır.
devam ediyorlarsa hertürlü itibar ve dostane iliş-
Gençler 40 yaşın altındaki gençler yönetimi ele almalıdırlar. Bulgaristanda 2011 yerel seçimlerde bunu
kilere zarar verirler.’
Türk halkına anlatılmalı ve ayrıca Bulgar toplumuna da çok iyi anlatılmalı. (Nahit Doğu)
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bu şehrin % 85’i kadın Lviv Ukrayna’nın batısında yer alan ve nüfusunun yüzde 85’i kadınlardan oluşan bir şehirdir. Ukrayna’nın batı bölümünde yer alan Lviv, Doğu Galiçya’nın geçmişteki başkenti ve bugün de belli başlı kültürel merkezlerden biri. Tarihi şehir merkezi UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Liviv, aynı zamanda Ukrayna’nın çağdaş yüzünü tamamlayan bir Avrupa kenti. Ülke kentleri arasında bilimsel ve endüstriyel bir merkez olarak da beliriyor. Kent geçirdiği bütün tarihsel dönemlerin örneklerini koruyor. 14. Yüzyıldan kalma haritalarda Aslan Şehri olarak geçiyor. Polonyalı, Yahudi Alman, Avusturyalı ve Ukraynalılar burada yüzyıllarca birlikte yaşamış. Doğudan gelen tacirlerin konağı olan kent bugün de farklı uluslardan ve dinlerden insanların buluşma noktası. Gezilebilecek Yerler Kent merkezinde bulunan Lviv sanat galerisi; İtalyan, Hollanda, Fransız ve İspanyol ekollerinden değerli eserler barındırıyor. En ilgi çekici resimler 1. Dünya Savaşı öncesi Galiçya’yı gösterenler. Mehoffer, Wyspianski ve Malczewski’nin bu resimleri görülmeye değer. Merkezdeki bir başka durak St George Grek Katolik Katedrali. Yalnız Lviv’in değil Avrupa’nın da göz kamaştırıcı adreslerinden biri. St.Yura Meydanı’ndaki katedral rokoko tarzın bir şaheser. Papa 2. John Paul’ün 1991 yılında kaldığı ev tam karşısında bulunuyor. Doğu yönüne ilerleyince karşınıza çıkan Lychakiv Mezarlığı 1787 yılında kullanılmaya başlanmış. Avrupa’nın en iyi mezarlıklarından biri olarak kabul ediliyor ve bölgenin aboratuarındak, devlet görevlileri ve asilleri burada yatıyor. Kültür ve Eğlence Virmenska’daki Ermeni Katedrali 1363 yılından kalma bir dinsel yapı. Kubbe mozaikleri Polonyalı Jozef Mehoffer tarafından 1908’de yapılmış. Avusturyalı ressam Gustav Klimt’in etkisi burada hemen fark ediliyor. Kentte her yıl sayısı artan festivaller düzenleniyor. Virtuosi Müzik festivali ilkbahar, Zoloty Lev (Altın Aslan) sonbahar aylarında gerçekleşiyor. Kasım ayında düzenlenen Opera festivali Solomia Kryshelnytska büyük ilgi uyandırıyor. Alışveriş Geleneksel el sanatları ürünleri ilgi çekici ve hayranlık uyandırıyor. Paskalya zamanı yapılan elle boyanmış “pysanky” yumurtaları, vernikli kutular, keten gömlekler, usta işi geleneksel ürünler… Alan: 171.01 km² Nüfus: 830.000 Para Birimi: Grivna (Metin Kasapoğlu)
Kasım Dal, HÖH’den istifa etti Kasım Dal, istafa ettiğini doğrularken istifa gerekçesi hakkında şimdilik yorum yapmayacağını belirtti. Dal, istifa dilekçesiyle birlikte DPS İl Başkanlarına da birer mesaj gönderdi. Dal, İl Teşkilatlarına gönderdiği mesajında, son dönemde parti içinde denge kaybı ve izolasyon yaşandığını belirterek, bunun için ilk başta parti lideri Ahmet Doğan’ı suçladığını vurguladı. Parti liderliğini kendisi için amaç edinmediğini, partiyi bölmek veya yeni bir siyasi oluşum peşinde olmadığının altını çizen Dal, HÖH’ün başına gelebilecek en kötü şeyin partinin liderinden gücü ve insanları peçete gibi kullanılması örneğini almaları olduğunu kaydetti. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin basın sözcüsü konumundaki Başkan Yardımcısı Kamen Kostadinov, böyle bir istafayi beklemediklerini, daha önce Dal’ın bunu ima edecek hareket ve söylemlerde bulunmadığını kaydetti. Ancak Dal’ın ‘yıkıcı faaliyetlerde’ bulunduğu yönde söylentilerin olduğunu vurgulayan Kostadinov, ‘partinin başkan yardımcılığından alınmasını gurur meselesi yaparak, karar alırken bunun yansıyacağını sanmıyordum, ancak yanılmışım’, dedi. Kostadinov, şimdilik Kasım Dal’ın istifa gerekçelerinin netlik kazanmadığını belirtti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz yılın Ekim ayında gerçekleştirdiği Bulgaristan ziyareti sırasında Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi lideri Ahmet Doğan yerine Kasım Dal’la görüşmüştü Dal, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, Bulgaristan-Türkiye Parlamento Dostluk Grubunun Başkanı olarak görüştüğünü, buluşmaya DPS temsilcisi olarak gelmediğini vurgulamıştı. (Nahit Doğu)
Osman OKTAY Mehmed Dikme “HÖH Ahmed Doğan’a istifa çağrısı kendini reforme etmesi lazım” Loveç bölgesinden Hak ve Özgürlükler Harekatının kurucuları Ahmet Doğan’ın istifasını istediler. 1997 – 2001 yılları arası Loveç Bölgesi HÖH il sorumlusu olarak görev yapan ve Osman Oktay ile birlikte HÖH partisinden ihrac edilen Bahtiyar Karaali tarafından yayınlanan özel bir deklarasyon ile, Ahmed Doğan’ın Kasim Dal’dan gelen siyası işareti doğru okumasını umulduğunu ve HÖH partisininin kurtarılması için Akmed Dogan partiden istifa etmesi gerektiği belirtildi. Deklarasyonda “Aksi takdirde parti izole olmaya devam edecektir” denildi.
Kamen Kostadinov da kim oluyormuş ki HÖH partisinin gelişmesine Kasim Dal beyden daha büyük katkısı olmuş, diye sordu Mehmed Dikme HÖH partisinin abora milletvekilli hakkında katıldığı BNT radyo programonda. HÖH eski bakanlarından ve eski Ardino belediye başkanı Mehmed Dikme’ye göre Kasim Dal’ın istifası HÖH Partisi’nde eski neslin “son Mohicanın” gidişi gibi yorumlanması lazım ve eğer bundan sonra Ahmed Doğan’ın HÖH Partisi’nde huzurdan bahsedilecek ise, partinin tüm yönetim kurulu üyeleri istifa ederek HÖH kendisini acilen reforme etmesi lazım, dedi
Hasan Azis HÖH’ün yapısını tanımıyor
Çernooçene milletvekili Remzi Osman, verdiği bir demeçte Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Azis’i HÖH partisinin yapısını bilmemekle suçladı. HÖH partisi kurucularından, ancak çoğunun olduğu gibi, bir şey zaman Jivkov rejiminde ajan olarak çalışmamış olan Kasim Dal’ın istsfasını değerlendirirken, Kasim Dal’ı öve öve göğe çıkaran Remzi Osman, Kasim Dal HÖH den
ihraç edilmeli diyen Hasan Azis’i parti ile ilgili konulardan haberdar olamdığını iddaa etti. Geçen Salı günü Dal’ın istifası ile ilgili yapılan oylamaya katılan 30 milletvekili, onun istifasının kabulü lehine oy kullanırken, milletvekili Tuncher Kardzhaliev ‘aleyhte’ oy kullanmıştı, aralarında Remzi Osman’ın da bulunduğu iki milletvekili ise çekimser kalmişlardı
Afganistan’da Türk Meclis Başkanı
Afganistanda 27 Şubat 2011 de yapılan oylamda Güney Türkistan’ın Kunduz kentinden Afganistan Türkü Abdul Rauf İbrahimi meclis başkanı seçildi. Afganistan Türkü Afganistan Meclis başkanlığına seçilmesi Afganistan devletinin kuruluşundan bu yana Afganistan tarihinde ilktir. Son bir ay içinde, Afganistanda meclis başkanını belirlemek için 4 kez yapılan oylamada başarısız olmuştu. Afganistan Meclisi (Ulusi Cirge) de yapılan toplantıda milletvekillerinin meclisteki etnik tartışmalara son vermek için 19 sandalyeye sahip olan Afganistan Türklerinden kendi aralarından birini meclis başkanı aday olarak belirle-
melerini istedi. Afganistan Türkü Abdul Rauf İbrahimi’i Meclis Başkan adayı olarak sunduktan sonra oylamaya geçildi, Yapılan oylamada hazır bulunan toplam 173 oydan 169 oy Abdul Rauf İbrahimi’nin lehine kullanıldığını Afganistan geçici meclis başkanı Hudadad Urfani açıkladı. Sadece 4 oy alehte (kırmızı kart) kullanılmıştır. Böylece Abdul Rauf İbrahimi gelecek 5 yıl boyunca Afganistan meclis başkanlığı koltuğuna oturacak. Hazara Türklerinin Milletvekillerinden 23 Şubat tarihinden yapılan ortak açıklamada Özbek Türklerinden bir kişi Afganistan Meclis başkanı adayı olarak belirlenirse lehte oy kullanacaklarını belirtmişlerdi. Bu olaylar Afganistanda tek Peştun hâkimiyetine karşı Türk boylarının ortak hareket etme açısından önemli gelişmelerdir. Abdul Rauf İbrahimi hakkında kısa bilgi-Abdul Rauf İbrahimi Güney Türkistan Kunduz ilinin İmam sahip ilçesindendir. Afganistan Rus-Sovyet savaşında Peştunların islami Partisine (Hizbi İslami) bağlı olarak kardeşi Abdul Latif İbrahimi ile birlikte ruslara karşı mücahid olarak savaşmıştır, Afganistanda komunizm hükümeti çöktükten sonra Raşid Dostum başkanlığında kurulan İslami Hareket Partisine (Cünbüş Milli İslami) katılmıştır. Daha önceki Afganistan Parlementosunda Güney Türkistan Kunduz ilinin İmam sahip ilçesinden Özbek Türklerinin milletvekilliğini yapmış ve en son Afganistan Milletvekili seçimlerinde Güney Türkistan Kunduz ilinin İmam sahip ilçesinden Özbek Türklerinin milletvekili olarak seçilmiştir. Abdul Rauf İbrahimi’nin kardeşi Abdul Latif İbrahimi Bir dönem Güney Türkistan’ın Kunduz ve Tahar illerinde vali olarak görev yapmıştır. (Mustafa Kemal MAHDUM)
3
Rafet Ulutürk Bulgaristan’da Hak ve Özgürlük Hareketi’ni var eden kim? Halkını yaşat ki HÖH de yaşasın, yaşamaya devam etsin, yoksa… “HÖH Kervanı, köye değil kervancıların evine yük taşımaya devam edecektir”. Bazı Liderlerin köşeye çekilip hatıralarını yazma zamanı gelmedi mi? Ahmet Doğan veya Kasım Dal’mı HÖH’ü var eden, yaşatan? Yoksa tek vücut ve tek yumruk olmuş 700.000 seçmen mi? Hangisinin katkısı daha büyüktür? Hangisi yanlışlara imza atmıştır? Hanginin yalan torbası …? Dalaverelerde hangisi daha uzmandır? Ahmet Doğan? Kasım Dal? Seçmen? Başı Tavuk-yumurta hikâyesi gibi olan faydasız ve sonu gelmez boş lakırdılar, bel altından vurmalar, rezalet dolu bir panayır… Dikkat ederseniz bu diyaloglar HÖH’ün tepesindeki 25 yıllık sıkı bir “yoldaşlığa” sahip birinci ve ikinci adam arasında medya üzerinden cereyan etmekte. Hâlbuki bir atasözümüz “Kol kırılır yen içinde kalır” demektedir. Allah aşkına şapkanızı masaya koyun ve biraz düşünün Lider efendiler. Kavgalarınızla ve davranışlarınızla temsil ettiğinizi iddia ettiğiniz Türkleri aşağılamaya hakkınız yok. Bir kısmını ifşa etmeden kendinize saklayın ve sizden başka da bilen olmasın. HÖH’ün sizin kirli çamaşırlarınıza ihtiyacı yok. HÖH derken İsmail Erdem Beyin 19.01.2011 tarihinde 24 saat gazetesine verdiği röportajdaki anlamda “HÖH misyonuna” sadık kalan üyeleri kastetmekteyiz. Geçmiş yıllara bir bakış atarak HÖH misyonuna katkıda bulunduğum 90’lı yılların başlarında teşkilat içinde gelişen olayları net hatırlıyorum. Bu nedenle bizleri son derece endişelendiren Kasım Dal’ın istifası konusunda biriki kelam söyleme cesaretini kendimde buluyorum. Bağımız fiilen devam etmekte olduğu halde ve Küreselleşen dünyada Türkiye’de yaşayan bizler de Bulgaristan’da gelişen olaylara seyirci kalmamız mümkün değildir. Bu açıdan Bulgaristan’da 24 Saat ve Türkiye’de Milli Gazetenin Bulgaristan Türklerinin görüşlerini de yayınlaması son derece sevindiricidir. HÖH Misyonu ile ilgili samimi ve tertemiz duyguların olduğu o günlerde bazı belediyelerde sadece kuruşa kuruş eklenirken, maddi imkânların son derece kısıtlı olmasına rağmen o günlerde seçmenin desteğiyle HÖH gazetesi yayınlanmaktaydı. Kırcaali’nin Köseler köyünde Yıldız Kardeşler restoranı açılışı için 21 HÖH Milletvekilinden 18’nin katıldığını hatırlıyorum. Bu Milletvekillerinden birçoğu hala Milletvekili koltuklarını aşındırmaktadırlar. Sayın vekillerin hafızalarını zorlamalarını istiyorum. Bu yokluk ve çaresizlik yıllarında kaçınızın kendi arabası vardı? O zor günlerde HÖH’ün tutunabilmesi için sahibi olduğum “Yıldız Kardeşler” firması eliyle teşkilata katkılarını vicdan sahibi dürüst ve namuslu insanlar hiçbir zaman unutmayacaklardır. Ahmet Doğan’ın Sliven’deki bir toplantıda “HÖH faaliyetlerini destekleyecek Yıldız Kardeşlerden başka firma yok mudur” deyerek sitemde bulunduğunu hatırlatmam yeterli bir örnek teşkil edecektir. Müftülüklerle HÖH arasındaki çekişmeler sadece benim “Vakıf Müdürlüğü yaptığım” Filibe’de son bulmuş ve HÖH ve Müftülüklerin faaliyetleri koordineli olabilmiştir. Bu ortamda 16 vakıf mülkü malı geriye alınmış 30 civarında vakıf gayrimenkulünün alınabilmesi içinde davalar açılmıştır. Fakat müdürlüğüm sonrasında kaç tane vakıf malı geri alındı? Mevcutlardan da kaçı satıldı, kaçı kaldı? İstanbul’da HÖH temsilciliği açılması için 1997 yılında girişimlerde bulunmam neticesinde 2000 yılında HÖH İstanbul temsilciliği açıldı. Ancak temsilciliğe getirilen kişi “HÖH Misyonunu” taşıyabilecek yeterlilikte değildi ve bu sebeple de temsilcisi olarak seçilen kişiye ilk karşı çıkanlardan biri oldum. Temsilcilik şahsi menfaatler için kullanıldı ve ifa etmesi gereken misyonu hiçbir zaman gerçekleştiremedi. Fakat bu karşı çıkışlarım hep şahsi makam hırsı olarak değerlendirildi. Haklılığım ancak 10 yıl sonra anlaşıldı ama bazı arkadaşlar hala gerçeklerle yüzleşemiyor. 1999 yılında yapılan yerel seçimler öncesinden HÖH de işlerin iyi gitmediğini muhtemelen Kırcaali belediye başkanlığının kaybedileceğini altı ay önceden ortaya koymam ve tedbir alınması gerektiğini belirtmeme rağmen
uyarıları dikkate alınmamış netice olarak seçim sonuçları tahmin ettiğim gibi gerçekleşmiş ve Kırcaali belediye başkanlığı kaybedilmiştir. Bulgaristan’da yapılan tüm yerel ve genel seçimlerle ilgili İstanbul’da yaptığım çalışmalar ve sonuçları ortadadır. Bunları hiç kimse inkâr edemez çünkü hepsi belgeli ve bu belgelerin birer örnekleri HÖH İstanbul temsilciliğinde de bulunmaktadır. Şayet HÖH İstanbul temsilciliğinde arşivleme diye bir şey var ise tabi. Bunları makammevki hırsı veya nişan almak için değil, HÖH misyonuna sadık kalmanın ne kadar zor bir iş olduğunu anlatmak için söylüyorum. Maalesef daha 1995 yılında HÖH yöneticisi olmaya layık, bilgili ve yetenekli insanların teşkilattan dışlanmaya başlanmasıyla “HÖH misyonuna” ihanet işaretleri de belirmişti. Teşkilat faaliyetlerindeki yanlışları daha ilk eleştirilerimle birlikte epey sıkıntılar yaşadım, bölücülük ve ihanetle suçlandım. Bu onur kırıcı ve yaralayıcı suçlamalar altında 2000 yılına kadar HÖH içinde faaliyet göstermeye acılar içinde devam edebildim. Ancak hiçbir zaman yılmadım ve “HÖH misyonu” için mücadeleme devam etmekten vazgeçmedim. Her seçim döneminde, dışlanmış olamama rağmen, “HÖH misyonu”nun başarılı olması için elimdeki tüm imkânlarla çalıştım ve elde ettiğim tecrübelerle daha büyük bir şevk ile çalışıyor ve çalışacağım. Şayet geriye bakarak olayların gelişimini özetlemem veya yorumlamam gerekir ise, hiçbir şekilde liderlerinin medya aracılıyla yaptıkları bu rezaleti onaylamak mümkün değildir. Bu davranış şekli idealist insanların davranış şekli olamaz, bu ancak dünyaya menfaat penceresinden bakanların davranışı olabilir. Gelişmeleri HÖH misyonu penceresinden baktığımızda ise ne A.Doğan ne de K.Dal teşkilatı var edendir. Onlar zaten, 700.000 sadık seçmenin ürünüdür. Bu tek yumruk kitle olmasa ne Doğan nede Dal siyaset sahnesinde boy gösterebilirlerdi. Bu nedenle hiç kimse kendisini yücelterek, bu muazzam kitleyi, bu büyük gücü yok saymaya kalkışmasın. HÖH’ü var eden bu insanlar 20 yıldır görmezden gelindi, artık bunu herkes çok iyi görmeli. Bu insanlar yeni bir HÖH de yaratabilirler, hiç kimsenin bundan kuşkusu olmasın. Halkını yaşat ki HÖH de yaşasın, yaşamaya devam etsin, yoksa… “HÖH Kervanı, köye değil kervancıların evine yük taşımaya devam edecektir”. HÖH Milletvekillerinden bazıları Türkiye’ye gelerek Mecliste az sayıda temsilciye sahip olduklarını ve bir şeyleri etkilemeye güçlerinin yetmediği, diğer partilerin Milletvekillerinin kendilerini engellediği gibi gülünç mazeretler ileri sürmekte ve kendilerini mazur görmemizi istemektedirler. Bu mazeretleri kabul etmek mümkün değildir. Toplum yararına olan faaliyetler sadece mecliste veya meclis kulislerinde yapılmaz. Meclisin dışında da son derece geniş bir çalışma imkanı bulunmaktadır, yeter ki, toplum menfaatleri için çalışmak isteyenler olsun. Mesela AB fonlarından insanlarımızın azami ölçüde faydalanabilmeleri için nerelerde ve kaç tane bilgilendirme çalışmaları yapıldı. Yoksa sadece dar bir çevre yararlansın diye hazine misali halktan saklandı mı? Ortada maddi menfaatler olduğu zaman engeller nasıl da ortadan kalkıyor ama. Yirmi seneden beri Bulgaristan Türkleri Bulgaristan’daki siyasi, sosyal ve ekonomik hayatın her alanında etkin rol alması gerekirdi. Hatta cesaretlenmeleri ve atak olmaları için Cumhurbaşkanlığına dahi aday olabilmeleri gerekiyordu. Ancak bu durum birilerinin hiç de hoşuna gitmeyecekti. Çünkü onlar kendilerini ikame edilemez göstermeye alışmışlar ve halkın sırtından geçinerek bu zamana kadar gelmişlerdir. Daha iyi bir hayat ve geleceği hak eden bu gücün var olduğu gerçeği birilerini bu derin uykudan uyandırmasının zamanı gelmiştir. Bizlerinde bu insanlara daha fazla sahip çıkmamız gerekmektedir. Çünkü gerçek güç onlardır, kasabalardaki, köylerdeki bu insanlarımızdır. Onlar yarın farklı bir karar verebilir ve “Kızıl” padişahlar kaçacak yer dahi bulamazlar, bu böyle biline...
4
Müjgan Deniz
Kaymakam, Türk Başbakan... Sadullah Koloğlu, nam-ı diğer “Arap Kaymakam.” Şimdiki Libya sınırları içindeki Derne’de doğar Sadullah Bey. Yıl 1886’yı göstermektedir. Büyük dedesi, Konya Karaman’dan Derne’ye geçip burada evlenmiş bir yeniçeridir. Annesiyse, Girit’ten sürülüp Bingazi’ye sığınan bir Türk’tür ve burada Hacı Mebruk Efendi’yle evlenmesinden Sadullah Bey doğar. Babası Osmanlı saraylarına Derne’nin meşhur tereyağlarından getiren bir tüccardır. Bir seyahatinde en küçük oğlu Sadullah’ı da İstanbul’a getirir. 2. Abdülhamit dönemidir ve Osmanlı’nın her köşesinden tanınmış ailelerin çocukları, “Aşiret Mektebi” denilen bir okula kaydedilmektedir. Babası Sadullah Bey’i de bu okula verir. Diğer çocuklarına nazaran, ondaki başkalığı sezmiştir.Bu okuldan mezun olanlar Harbiye veya Mülkiye okullarına devam etmekteydiler. Sadullah Bey de 1902’de Mülkiye Mektebini pekiyi derece ile bitirip, ilk görevine Derne Kaymakamlığı’nda başlar. Ardından Buldan Kaymakamlığı’ndaki vazifesi gelir. 21.Ocak.1913’de Pınarhisar Kaymakamlığı’na tayin edilmesiyle Trakya’daki kaymakamlıkları da başlamış olur. Kesin bilinmese de, ittihatçı fikirlere yakın durmaktadır. Onlar gibi kalkınmanın yol, inşaat ve okul yapımı ile başlayacağı fikrindedir. Ve bunu Pınarhisar’da uygulamaya koyar. Bir okul yapımına başlanır. İşin başında genç kaymakam Sadullah Bey vardır. Trakya’nın Balkan Savaşları’ndan sonra biraz soluk aldığı dönemlerdir. Çalışmak lazımdır. Hem de çok! Yılgın, amaçsızca kahvelerde, cami avlularında vakit geçiren halkı okul inşaatında çalışmaya zorlayacaktır genç kaymakam. Önceleri çok yadırgansa da, sonra içine sürüklendikleri yılgınlığı kırabilecekleri fikri ile kaymakamla beraber okul inşaatında canla başla çalışmaya hız verir Pınarhisar halkı. Arap kaymakam ünvanını burada alır Sadullah Bey. Çok sevilmektedir ve bu durum bazılarında huzursuzluk yaratmaktadır. Halkı zorla çalıştırdığı ile ilgili yüksek mercilere şikâyetler alır yürür. Ve; sehven yaptığı bir yazışma hatası, Vize’ye becayişle atanması ile cezalandırılaraktır. Böylelikle Pınarhisar’dan sökülmek istenir. Buna rağmen okulun inşaatı durmaz. Yeni göreve geldiği Vize’den bile inşaatın seyrini izlemektedir. Okul bittikten sonra onun adı verilir. Arap Kaymakam öyle sever ki Pınarhisar’ı, cumhuriyetin ilanından sonra, T.C. nüfus kütüğüne Pınarhisar Cami Kebir Mahallesi’nden kaydolmayı tercih edecektir. Sadullah Bey, Ekim 1917’de Vize’de, ardından Ağustos 1919’da Saray ilçesinde kaymakam olarak göreve başlar. Bu yıllar, Sadullah Bey’in at binip, silah kuşanarak Istırancalar’da yol kesen, haraç alan Bulgar çetecilerin peşine düştüğü yıllardır. 1.Dünya Savaş’ı bitince Trakya’nın Yunanlılarca işgali hızlanmıştır. Saray işgal edilirken hayatının dönüm noktasına ulaşacağını bilemez Sadullah Bey. Bir imam ve kışkırttığı bir grup, çiçeklerle alkışlarla karşılar Yunanlılar’ı. “Saray İhaneti” olarak tarihe geçen bu olay, Osmanlı’da infial yaratacaktır. Fakat, Arap Kaymakam, hükümet konağında kısıtlı cephanesi ve yanında bulunan karakol komutanı, dönemin hakimi ve birkaç memurla Yunanlılar’a ateşle karşılık verecek; hükümet konağını ve devletin itibarını canları pahasına koruyacaktır. Devamı gelecek sayıda
Artık işe gitmek yok
İşte tam o an aklınıza ofis, teknoloji, personel masrafları geliyor ve tüm bunları karşılayamayacağınızı düşünüyorsunuz. Peki, acaba karşılayabilir misiniz? Evden çalışmak, iş yönetmek yeni bir olgu değil. Ancak teknolojinin gelişmesiyle imkânlar da artıyor. Ucuz internet telefon sistemleri, dünyanın diğer ucundaki kişilerle temasta kalabilmenizi sağlıyor. Jamie Waldegrave ve Chris Huey, İngiltere’de Durham Üniversitesi’nde tanışmış iki arkadaş. Ekim ayında mali sektördeki işlerinden ayrılmışlar ve kendilerinin patronu olmaya arar vermişler. Üç ay önce oluşturdukları internet sitesi TipToken, müşterilerine indirimli alışveriş imkânı sağlıyor. Şirketin tam zamanlı tüm çalışanları, iki ortaktan ibaret. Jamie Waldegrave ve Chris Huey, Skype üzerinden Hindistan’daki web tasarımcılarıyla konuşuyor, internet sayfasını yeniliyorlar. Waldegrave, binlerce kilometre ötedeki diğer yarı-zamanlı çalışanlarla, sağlıklı bir iş ilişkisi kurmak için güvenin hayati önem taşıdığını söylüyor. Sanal işyerlerine hizmet eden internet siteleri The Peopleperhour.com ise işverenlerin serbest çalışanların performanslarını değerlendirdikleri bir internet sitesi. TipToken’ın ortakları da, çalışacakları kişileri seçerlerken sorunları
en aza indirmek için bu internet sitesinden faydalanıyor. The Peopleperhour.com’un 150 ülkedeki kullancıılarnın sayısı 136 bine çıkmış durumda. Skype’ın yanı sıra Google’ın çeşitli uygulamaları ile Dropbox ve Yammer gibi programlar da, iş dünyasında yeni bir çığır açmışa benziyor. Elbette evden çalışmanın bazı dezavantajları var. Ne de olsa bu durumda, sosyal çevreden izole bir haldesiniz. Ancak bunu da en aza indirmenin bazı yolları var. Örneğin dört kıtada 130 çalışanı olan tercüme şirketi Lingo24’ün operasyon müdürü Jack Waley-Cohen, çalışanlarına her gün bir bülten göndererek, onların birbirlerinden habSanal işyeri sahiplerine yatak odanızdan daha prestijli adresler sağlayan, onlar için telefonları cevaplayıp, kenttelerse onlara toplantı odaları aboratua şirketler bile var. Bu noktada tamamen sanal olmak, pijamanız üstünüzdeyken bir toplantıya katılmak istiyorsanız da, internet sitesi Second Life’ı kullanabilirsiniz. Teknoloji araştırmları yapan Garner şirketinin uzmanlarından Milind Govekar’a göre ise sanal iş dünyasında yaşananlar şimdilik sadece bir başlangıç. “Yıllarca küreseleşmeden söz ettik ancak bu yönetecek araçlara sahip değildik. Şimdi ise sahibiz” diyor Govekar ve ekliyor: “Bu nesille alakalı bir şey. Gelecek nesil işine, dijital ve sanal bir ortamda gidecek. Çünkü bilgisayarlarla büyüyorlar.”.
Almanya cahil çıktı Dünyanın en ufak bilgisayar yapıldı
Yapılan son araştırmaya göre 7 buçuk milyon Alman okuma yazma bilmiyor. Bu güne kadar okuryazar olmayan Almanların sayısı 4 Milyon olarak biliniyordu. Ancak Hamburg Üniversitesi’nin yaptığı yeni bir araştırmaya göre bu sayı 7 buçuk milyon. Araştırmaya katılan 18-64 yaşındaki 8 bin kişiden yüzde 15’e yakınının okuyup yazamadığı, bunların bir kısmının harfleri bile tanımadığı tesbit edildi. Araştırma Almanya’da 13,3 Milyon kişininde okuma ve yazma güçlüğü çektiğini de ortaya koyuyor. Okuryazar olmayan erkek sayısının kadınlardan daha fazla olduğuna dikkat çekiliyor. Araştırma sonuçlarını yorumlayan Federal Temel Eğitim Birliği Başkanı Andreas Brinkmann, konunun Almanya’da tabu olduğuna dikkat çekti. Okuryazar olmayanların, form doldurma, otomatları kullanma, adres arama gibi günlük yaşamda pek çok sorunla karşılaştığını belirten Brinkmann, okuryazar olmamanın bulaşıcı bir hastalık gibi algılandığının da altını çizdi. Federal Eğitim Bakanı Annete Schavan da, okuma yazma bilmeyenlerin sayısının önemli bir boyutta olduğunu vurgulayarak, söz konusu kişilere ulaşmaya çalışacaklarını ve bir temel eğitim paktı oluşturmak için çaba harcayacağını belirtti
Mahmutbey, İstoç, 43. Ada No: 42-44 Bağcılar İstanbul Tel: (0212) 659 36 46 Fax; (0212) 659 36 47 Bayram Ali Çeşmeci
Bulgaristan Türklerinin Sesi
e-posta: info@tunaambalaj.com.tr web: www.tunaambalaj.com.tr
Phoneix adlı bu minik bilgisayar ne amaçla kullanılacak?Bilgisayarların sürekli bir küçülme eğiliminde olduğuna hepimiz şahit oluyoruz. Bilgisayarın temel taşlarını oluşturan yongalar küçülüp daha az yer kapladıkça, küçük boyutlarda olup da çok fazla işlem yapabilen cihazların sayısı artıyor. Popülerliği her geçen gün artan akıllı telefonlar buna örnek olarak gösterilebilir. Dünyanın En Küçük Tebrik Kartı ABD’de bulunan Michigan Üniversitesi’nde mühendisler ise bu trendi daha da ileri götürerek dünyanın milimetrik boyutlardaki ilk bilgisayarını yaptıklarını açıkladı. Phoneix’in boyutları metal paranın üzerindeyken daha iyi anlaşılıyor Gözün İçine Yerleştirilecek Eurekalert adlı bir sitede yayınlanan habere göre Phoneix adı verilen bu minyatür yonga yalnız 1 mm2’lik yer kaplıyor. Phoneix’in kullanım alanı ise tıp olacak. Bilim adamları bu bilgisayarı insan gözüne yerleştirip iç basıncı ölçmek için kullanacak. Dünyanın en küçük bilgisayarı olan Phoneix, dünyanın en az güç harcayan bilgisayarı da olabilir. Teknoloji sitesi ShiftDelete.Net’in haberine göre, uyku modundan 15 dakikada bir çıkıp ölçüm yapan Phoneix bu iş için sadece 5,3 nanowatt güç harcıyor. (Cahit Yılmaz)
Diş Hekimi İsmail Alioğlu İsmetpaşa Mahallesi, Tuna Caddesi, Tophane Sokak No: 65 Kat: 2 Bayrampaşa / İstanbul Tel: (0212) 577 73 71 (0212) 577 25 20
Prof. Dr. Hayati Durmaz
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı
Problemlerimiz devam etmektedir Hâlbuki 1991 yılından sonra ülkemize gelerek yerleşen ve Türk tabiiyetine geçen yüz binlerce soydaşımız bulunmaktadır. Kanunun tüm soydaşlarımızı kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Ancak bu konu ivedilikle halledilmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki, Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye akın etmeleri onların suçu değildir. 2. İkamet izni 1998 yılına kadar ülkemize gelen Bulgaristan Türklerine ikamet izni verilmiş ve Türk vatandaşı olmalarına imkân tanınmıştır. Ancak bu tarihten sonra da ülkemize girişler devam etmiş ve şu anda yüz binlerce Bulgaristan Türkü Türkiye’de ikamet izni olmadan yaşamaktadır. Bir kısmına üç ve altı aylık tezkereler verilmiş ancak bunların süreleri uzatılmamıştır. Bulgaristan’da yapılan yerel ve genel seçimler öncesinde seçimlere katılmaları için teskere süreleri uzatılmış, seçimlerden sonra da bu insanlarımız unutulmuşlardır. 3 ve 6 ay süreli ikamet teskeresi olanlar bu gün bir kırgınlık ve kullanılmışlık duygusu içindedirler. Bu durumun mutlaka seçim öncesi aşılması gerekmektedir. Kaldı ki bu konumdaki soydaşlarımızın büyük bir kısmı aileleri ile Türkiye’ye yerleşmiş olduklarından Bulgaristan ile bağlarını tamamen koparmış ve bir daha geri dönerek Bulgaristan’a yerleşmeleri de mümkün görünmemektedir. Çocukları ise zaten Bulgarca bilmediklerinden oraya intibak etmeleri de uzun zaman alacak ve bu çocukların hayatları heba olacaktır. Bu nedenle ülkemize yerleşmiş olan soydaşlarımıza ikamet ve çalışma izni verilmesi insanlarımızdaki gelecek kaygılarını ortadan kaldıracaktır.
Bizim arşivlerimizle tarihinizi yazabilirsiniz
AB’nin temel değerlerine ve tüm müttefikleri ile tarihi ilişkilerine baktığımızda bu anlaşılır gibi değil. Tarihi açıdan Avrupa’nın bir parçasıyız. Bizim arşivlerimiz olmadan tarihini yazamayacak bazı Avrupa ülkeleri var. Soğuk Savaş’ın kazanılmasında kimse Türkiye’nin payını inkâr edemez. Soğuk Savaş döneminde Avrupa’yı savunduk, ancak bazı Avrupalılar NATO’da kalmamız ve AB’ye girmememiz gerektiğini düşünüyor. Yeni Türkiye’yi anlamıyorlar: Türkiye artık sadece bir sert güç değil, yükselen ılımlı bir güç” diye konuştu. “Siz Avrupa’yı anlamıyorsunuz, Avrupa sizi anlamıyor. Bunların hepsi kulağa kötü geliyor” değerlendirmesi üzerine de Davutoğlu, Türkiye’nin Avrupa’yı çok iyi anladığını, sadece çifte standardını anlamadığını belirterek, 2004 yılında Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlanması kararı alındığını, AB’nin Bosna-Hersek ve Sırbistan ile vize uygulamasının kaldırılması konusunda görüşmesine rağmen, AB üye adayı olan Türkiye ile bu konuda görüşmediğini ifade etti. Bunun Türkiye’ye hak görülmemesi durumunda, tüm insanların eşit haklara sahip olduğuna ilişkin Avrupa’nın temel ilkelerine aykırı düşeceğini ifade eden Davutoğlu, artık Avrupa’nın öz eleştiri yapma vaktinin geldiğini, öz eleştirinin Avrupa kültürünün ve felsefesinin belkemiğini oluşturduğunu kaydetti.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
2011 Genel Seçimlerle ilgili Anket
Ankete katılan adayların aldığı oylar ve sonuçlar: Ankette Katılanlar ın sadece ilk sıraları yazıyoruz İstanbul - 1.Bölge 125.596 Seçkin Dindar 111.467 Nizammetin Yumurtacı 11.820 İstanbul - 2.Bölge Müjgan Deniz Seyhan Özgür Mehmet Çakır İstanbul - 3.Bölge Sadullah Sipahioğlu Bayramali Çeşmeci İsmail Erdem
85.206 12.781 11.907 11.320 - 255.459 138.791 91.616 12.598
Bursa Hasan Ali Karasar Tahir Dinçer Ridvan Tümenoğlu
71.883 21.990 21.934 21.118
İzmir - 1.Bölge Rıfat Sait Yılmaz Kaya İbrahim Köşdere
52.799 15.628 15.158 11.682
İzmir - 2.Bölge Aydın Özcan Nevzat Kavalar
29.227 13.952 12.881
Kırklareli Hüseyin Bürge Turgut Dibek
24.525 11.106 11.108
Edirne Şadan Şimşek Erdin Bircan
13.390 9.164 2.778
Tekirdağ Şerafettin Terzi Safet Esen Tevfik Ziyaeddin Akbulut
6.119 1.971 1.850 1.161
Kocaeli Alptekin Cevherli Lütvi Türkkan Abidin Karasu
4.648 1.222 1.140 1.108
Uzayda üremem mümkün mü? Rusya’da bir inek dördüz doğurdu
Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi’nin (NASA) araştırmasına göre, insan vücudunun yoğun kozmik radyasyon bombardımanına maruz kalmasından ötürü, uzayda üreme olanaksız görünüyor. NASA’nın California’daki Ames Araştırma Merkezi’nden bilimadamları, uzay aracında etkin bir kalkan sistemi olmazsa, kuvvetli proton parçacıklarının, uzayda, gebelik oluşan dişi embriyoyu kısırlaştırabileceği ve parçacıkların sperm sayısını iyice azaltacağından, erkeklerin cinsel gücünü de olumsuz etkileyeceği sonucuna vardılar. Journal of Cosmology’de yayınlanan araştırmada, onlarca, yüzyıllarca veya daha uzun sürecek uzak gezegenlere yolculuğun, oralarda koloni kurulmasını olanaksız kılacağı belirtilerek, şu anki uzay kalkanı teknolojisinin bu tip radyasyondan yeterince korunma imkânı sağlamadığı kaydedildi. Ames Araştırma Merkezi’nden radyasyon ve biyofizik uzmanı Dr Tore Straume, mevcut kalkan teknolojisinin, Mars’a yolculukta hamile kalmaya izin vermeyeceğini belirtti. Vücuttaki tüm hücrelerin gelişimini sağlayan DNA, uzay radyasyonuna karşı özellikle duyarlı bulunuyor. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, iyonize radyasyona maruz kalmanın altı ayın veya dokuz ayın sonunda dişi fetustaki yumurta hücrelerini öldürebildiğini gösterdi. Bilimadamları, gebelik sırasında bu yumurtalar korunursa, dişinin kısır olmayacağını ve koloninin devam edebileceğini belirttiler.
Rusya’nın Ural bölgesi Başkortostan Cumhuriyeti’nde bir inek dördüz doğurdu. Veterinerler bir ineğin dördüz doğurmasını şimdiye kadar görmediklerini belirtiyor. Ria Novosti’nin haberine göre, konu ile ilgili değerlendirmede bulunan veteriner Valeryan Gimranov, “İnekler genelde bir buzağı dünyaya getirir. İki buzağı çok nadir görülür. Üç buzağı ise binde bir olur. Ancak dört buzağının bir defada doğmasını şimdiye kadar görmedim” dedi. Zoya adı verilen ineğin sahibi Rail Safin de verdiği bilgide buzağıların sağlıklı olduğunu ve her birinin 10-12 kilogramın üzerinde olduğunu söyledi. Normal buzağının 20-30 kilogram arasında olması gerektiğini kaydeden Safin, küçük olmalarına rağmen dördüz buzağıların yeterince aktif olduğunu belirtti. Safin dördüz buzağıyı kendilerine Allah’ın bir hediyesi olarak değerlendiriyor.
Erbakan’a son görev... Vasiyetinde devlet töreni yerine sade bir halk töreni isteyen dünya Müslümanlarının liderini, hem devlet yöneticileri hem de milyonlar, Fatih Camii’nde hep birlikte omuz omuza uğurladı. ‘Devlet-Millet’ hep birlikte gözyaşı döktü. Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, TBMM Başkanı Şahin, bakanlar, TSK, milletvekilleri, siyasetçiler, izdiham içinde de olsa halkla aynı safta yer tuttu. Millî Görüş Lideri’nin, son yolculuğunda ziyaret ettiği iki durak, onun için büyük manevi değer taşıyordu. Hacı Bayramı Veli Hazretleri, İstanbul’un fethinin manevi önderlerinden Akşemsettin Hazretleri’nin hocasıydı. Fatih Camii ise, İstanbul’u fetheden Sultan Fatih’in manevi makamıydı. Ve Millî Görüş’ün mayası, çağ kapatıp çağ açan bu kahramanın inancına dayanıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni temsilen 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu ve beraberindeki subaylar da, Erbakan’ı uğurlamak için Fatih Camii’ndeki törene iştirak etti. Genelkurmay Başkanlığı ayrıca, Fatih Camii’ne ‘Türk Silahlı Kuvvetleri” yazan bir çelenk gönderdi.
Kıvrıkoğlu’nun genel sekreteri ise, törende bizzat Fatih Erbakan’ın yanına gelerek başsağlığı dileklerini iletti. 42 yıldır İslam Birliği için çırpınan ve bu amaçla D-8’i kuran Millî Görüş Lideri’ni, ‘İslam Ümmeti’ de yalnız bırakmadı. Bosna’dan Endonezya’ya, Yemen’den Lübnan’a, Almanya’dan Fransa’ya kadar bütün İslam coğrafyasının en üst düzeydeki temsilcileri ‘Çağın Liderini’ dualarla Hakk’a uğurladı. 60 ülkeden İslami hareket liderleri ve yöneticileri İstanbul’a geldi. İslam âlemi, İstanbul’daki bu tarihi günü TRT’nin Arapça yayın yapan kanalından canlı olarak takip etti. Bosna ve KKTC, Erbakan için özel bir anlam ifade ediyordu. Bu iki ülkeden gerçekleşen katılım, Erbakan’a duyulan vefayı gösterdi. Bosna’dan Aliya İzzetbegoviç’in oğlu ve Devlet Başkanlığı Konseyi Üyesi Bakir İzzetbegoviç ve Boşnak generalleri taşıyan özel bir uçak, İstanbul’a geldi. Yine 1974’teki harekâtın mimarı olan Erbakan’ın son yolculuğuna, KKTC’den Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve Başbakan İrsen Küçük de iştirak etti.
Yeni nesil gübre
Karaman’da yeni nesil gübreler, düzenlenen toplantıyla çiftçilere tanıtıldı. Birlik Tarım firmasınca tarafından Otağ Tesislerinde düzenlenen toplantıya Compo firması Türkiye Eğitim Sorumlusu Doç. Dr. Kemal Gül, Tarım İl Müdürlüğü şube müdürleri ve yaklaşık 500 çiftçi katıldı. Gül, yeni nesil gübreleri tanıtırken, tarımda rekabet için belli kriterlerin ülkemizde de yerine getirilmesi gerektiğini söyledi. İyi ve kaliteli ürün alabilmek için gübrelemede ileri teknolojinin kullanılmasının altını çizen Gül, şunları kaydetti: ‘’Yeni nesil akıllı gübre dediğimiz gübrelerin birçok avantajı var. En önemlisi çevre dostu bir gübre, kesinlikle çevreye zarar vermiyor.
Meyve ve sebze ihracatında en büyük sorun olan kalıntılar bu gübreler kullanıldığında olmuyor. Bu gübreler uzun dönemde bitkinin ihtiyaçlarını karşılayabilen, kesinlikle boşa gitmeyen bir yapıya sahip. Bitki uzun süre kullanabiliyor. Çiftçimizin kesinlikle yeni nesil akıllı gübre dediğimiz bu gübrelerle tanışması lazım’’ Toplantıyı organize eden karaman Birlik Tarım yetkilisi Kerim Dereli ise amaçlarının Karaman’a hizmet olduğunu belirterek “Bizler ayrı, ayrı iş yerleri olan 6 arkadaştık. Beraber olduk Birlik tarım isimli iş yerimizi açtık. Sermayemizi, iş gücümüzü, fikirlerimizi birleştirdik. Tarımda her türlü yeniliği Karaman çiftçisiyle tanıştırmak istiyoruz” dedi.
Cenaze namazını ise, yıllardır Millî Görüş Lideri’nin yanında İslam davasına hizmet eden Diyanet İşler eski Başkanı Lütfi Doğan kıldırdı. ‘Bugün Liderimizi ebedi hayata uğurluyoruz” diye konuşan Fatih Erbakan da, babasının tüm ümmete ‘İslam’ın; sadece namaz ve oruçtan ibaret değil, cihat etmek olduğunu’ öğrettiğini vurguladı. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İsmailağa Cemaati’nin Önderi Mahmut Efendi Hazretleri başta olmak üzere ülkemizde İslam davasına gönül vermiş manevi toplum önderleri ve temsilcileri Fatih Camii’ne akın ederek, ‘Malını, canını ve hayatını İslama adayan’ Milli Görüş Lideri’nin son yolculuğuna ortak oldu. Namaz sonrası duygusal bir konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ise, “Milletimizin ve İslam âleminin başı sağolsun” dedikten sonra milyonlardan 3 kez helallik istedi. Ve Fatih’teki milyonlar ve ekranları başında izleyen tüm ümmet, gözü yaşlı bir şekilde titrek dudaklarıyla ‘Helal olsun, helal olsun, helal olsun’ diyerek, baki âleme yolcu etti. Mehmet ÇAKIR
Altınsay Kuyumculuk Pırlanta siparişi alınır
Hüseyin Ata
Eski Edirne Asfaltı No: 284 500 Evler / İstanbul Tel: 0212 617 64 29 e-posta: altinsaykuyumculuk@windowslive.com
5
Hayriye YENİSOY Bulgaristan Türklerinin Türkçe Eğitimi Zorunlu Göç Öncesi Bulgaristan’da Türkçe Eğitim (1944-1989) Bulgaristan Türkleri, azınlık tarihleri boyunca (1877/78’den bu yana) Türkçe eğitime dört elle sarılmış, her türlü zorluklara göğüs gererek okullarını ayakta tutmaya çalışmışlardır. İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar Türk okulları özel okul statüsünü korumuş ve eğitim genel olarak Türk dilinde yapılmıştır. Bu yazıda Türk okullarının resmî okul statüsüne geçmesi, Türkçe eğitimin gelişme evreleri ve bugünkü durumu kronolojik olarak ele alınıp 65 yıl (1944-2009) süren bir sürecin genel tablosu çizilecektir. 1940’ların İkinci Yarısında Türkçe Eğitim. İkinci Dünya Savaşının ardından iş başına geçen komünistler kendilerini güvene alıncaya kadar Türk topluluğuna iyi davrandılar. Bu azınlığı kazanabilmek için çok çaba harcadılar. Halkın egemen olduğu yepyeni bir düzenin kurulduğu, bundan böyle Türk azınlığı da dâhil, tüm azınlıkların her alanda eşit haklara sahip olacakları bildirildi ve birçok vaatlerde bulunuldu. 27-28 Aralık 1944’te Vatan Cephesi Millî Komitesi Sofya’da Türk azınlığın temsilcileriyle bir toplantı düzenledi. Türk Vatan Cephesi Kongresi niteliğinde düzenlenen bu toplantıda Türk delegeler çözümlenmesi gereken siyasal, ekonomik, eğitim ve kültürel alandaki sorunlarını ortaya koydular. İstekler genellikle okullarla ilgiliydi. Ortaya konulan eğitim sorunlarından başlıcaları şunlardı: Türk kız ve erkeklerine de zorunlu eğitimin yaygınlaşması; derslerin Türk dilinde ve Lâtin esasına dayalı yeni Türk alfabesiyle yapılması; Türk okullarını bitiren Türk çocuklarının daha yüksek dereceli Bulgar Okullarına kabul edilmeleri; haftada bir saat din dersi okutulması; Türk okullarının müdür ve başöğretmenlerinin Türk olmaları; Bulgar öğretmenlerin yararlandıkları haklardan Türk öğretmenlerin de yararlanması; İkinci Dünya Savaşından önceki yıllarda aşırı milliyetçi ve faşist eğilimli Bulgar hükümetleri tarafından Türk azınlığın elinden alınmış okul binalarının, okul tarlalarının vb. malların Türklere iade edilmesi; Türklerin yoğun yaşamakta olduğu bölgelerde eğitime elverişsiz Türk okullarının yerine yeni okul binaları yapılması; Türk okullarına öğretmen yetiştirilmesi için Güney ve Kuzey Bulgaristan’da birer Türk pedagoji mektebinin (öğretmen okulunun) açılması ve bunların hükümetçe yönetilmesi; Türk okullarının malî idaresini devletin üstlenmesi; Türkçe okul kitaplarının hazırlanması vb. Söz konusu toplantıda öteki konularla birlikte eğitim konuları da tartışılmış ve alınan kararlar madde madde kâğıda dökülerek yetkililere sunulmuştur. Önerilerin bir bölümü hükümet tarafından uygun bulunmuş ve uygulamaya koyulmuştur. Örneğin, Bakanlar Kurulunun 26 Haziran 1945 tarihli kararıyla 7-15 yaşındaki çocuklar için aralarında cinsiyet, milliyet, din farkı gözetmeksizin zorunlu eğitim uygulaması getirilmiştir. Eğitim Bakanlığının 400 sayılı genelgesi gereğince Türk çocuklarına Bulgar okullarında okumalarına izin verilmiştir. Zorunlu eğitim yasasının gerçekleştirilmesi için geçmişte Bulgar hükümetleri tarafından kapatılmış birçok Türk okulundan bazıları açılmaya başlamış, bunların ihtiyaçlarının karşılanması için 1946 yılının başında Millî Eğitim Bakanlığının bütçesinden 60 milyon leva tahsis edilmiştir. Tüm Türk okullarına devletin malî destekte bulunmasını, hatta Türk özel okullarının devlet okuluna dönüştürülmesini isteyenler de olmuştur. Ancak Türk aydınları ve özellikle öğretmenler ve mektep encümenleri (okul kurulları) Türk okullarının özel okul statüsünde kalmasını, sadece malî bakımdan bunların devlet tarafından idare edilmesini uygun buluyorlardı. Çünkü resmî okul statüsüne geçmeleriyle (devletleştirilmeleriyle) bunların zamanla millî karakterini kaybedebileceklerinden endişe ediyorlardı. Aralık 1945’te Bulgar Çiftçi Birliği Kongresinde de Türk delegeler aynı konuyu ortaya koymuş, Kongrede bu konu tartışılarak Türk okullarının özel okul statüsünde kalması, bunların sadece malî idaresini devletin üstlenmesi kararı alınmıştır.
6 Nafiye Yılmaz
Şamanizm’den gelen Türk adetleri Türkler’in Şamanizm’den İslamiyete geçişi yüzyıllar öncesine dayansa da günümüzde Şamanizm’den kalan birçok adet ve gelenekleri bulunuyor. İşte onlardan birkaçı: Su dökerek uğurlama: Gidenin arkasından su dökmek eski Türkler’deki su kültünün doğurduğu bir adettir. Mum: Câmi avlularında mum yakılması, ağaçlara bez ve çaput bağlanması da Şamanizm döneminden günümüze aktarılan geleneklerdir. Tahtaya Vurmak: -Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır. Zira Amerikalılar da “knock on the wood” deyip 3 defa tahtaya vururlar, bunu bizin kardeşlerimizden almış olabilirler. Kurşun Dökme: -Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdi. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldi. Kırmızı kurdale: Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdela Şaman döneminden günümüze kadar ulaşmış bir adettir. Bu kurdelanın anneyi ve yeni doğan çocuğu, albız denen şeytana karşı koruduğuna, özelikle Alevilik’de gözlemlenen mezarın başına bağlanan kırmızı kurdelanın da ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır AY: Anadolu’da yeni ayın görünmesi sırasında yere diz çökerek niyaz edilmekte, gökyüzüne, aya ve toprağa bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni ayın yeni umutlara ve yeni başlangıçlara vesile olacağı düşünülür. Bu olgu da Türkler’in eski Göktanrı inancından kaynaklanmaktadır. 40 Sayısı: Eski Türk inanışına göre ruh fizikî bedeni 40 gün sonra terk etmektedir. Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikâyelerinde kırk yiğitler görülmektedir. Kırgız türeyiş efsânesinde de, Sağan Han’ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardı. Oğuz’un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi. Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer. Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tâne kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür. 40 sayısı da totemcilik döneminden kalma bir inanıştır. Semâvî dinler dâhil tüm dinlerde 40 sembolizmasının görülmesi dinlerin evrim süreci konusunda fikir vermektedir. İslâmiyet’te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kur’an ve Mevlit okutma âdetlerinin, Musa’nın Tanrı’nın buyruklarını Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının, eski Mısır’da firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanlar’ın paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının, Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütununun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde o devirlerden kalma Şaman veya totem geleneklerine benzetilmektedir. Devamı gelecek sayıda
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Avrupa’nın en yüksek binası Sapphire açıldı Türkiye’nin ve Avrupa’nın en yüksek binası olan İstanbul Sapphire kapılarını açtı. Kiler Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) tarafından 250 milyon dolar yatırımla hayata geçirilen, 261 metre anten yüksekliğiyle Türkiye’nin ve Avrupa’nın en yüksek binası olan, seyir terası, çarşı ve rezidanstan oluşan “İstanbul Sapphire” açıldı. Kiler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nahit Kiler, açılış töreninde yaptığı konuşmada, İstanbul Sapphire’e başlarken gayrimenkul sektörü için dönüm noktası olacak bir eser yaratma hedefiyle yola çıktıklarını belirterek, ülkenin uzun zamandır içinde bulunduğu istikrar ortamının, Kiler GYO’nun geleceğe güvenle bakmasına yönelik bu yatırımı hayata geçirilebilmesinde önemli bir rol oynadığını söyledi. Kiler, Türkiye’nin ve Avrupa’nın en yüksek binasını yapmak için 2006 yılından bu yana yoğun şekilde çalıştıklarını belirtti. Beşiktaş ilçesinin Levent semtinde inşa edilen İstanbul Sapphire’i, arsa hariç 250 milyon dolarlık yatırımla yaptıklarını belirten Kiler, şöyle konuştu: “Binada, mimari ve mühendisliğin en son teknolojilerini uyguladık. 261 metre anten yüksekliğiyle, Moskova’dan sonra Avrupa’nın en yüksek binası İstanbul Sapphire, büyük oranda enerji tasarrufu sağlayan çift cephe sistemi sayesinde çevreci özelliğiyle dikkati çekiyor. İstanbul Sapphire, her 3 katta yer alan bahçeleri, 163 metre yükseklikteki dünyadaki ilk golf oynama alanı ve 4 metreyi aşan park yükseklikleriyle sıra dışı bir yaşam merkezi. Şu anda 150’ye yakın markaya ev sahipliği yapan çarşı, tarihi tat ve lezzetleri ile modern
alışveriş olanaklarını bir arada sunuyor. 46 bin metrekare alana yayılan Sapphire Çarşı, net 30 bin metrekare kiralanabilir alana sahip. Çarşı, modern alışverişi gelenekselle birleştirerek, herkesin ihtiyacına uygun çözüm sunuyor. Çarşının dış cephesinde yer alan 322 metrekarelik LED ekran ise Avrupa’nın yerden yükseklikteki en büyük ekranı olma özelliğini taşıyor.” Seyir terası, yabancı ziyaretçi çekecek Gelişen ve dünyaya entegre olan bir Türkiye yaratma çabalarının dünyada gıptayla izlendiğini vurgulayan Kiler, İstanbul Sapphire’in 236 metre yüksekliğindeki seyir terasının da Türkiye’de bir ilki temsil ettiğini söyledi. New York, Paris, Londra, Tokyo, Dubai gibi dünyanın belli başlı şehirlerinin ardından, Sapphire’in İstanbul’a, bir dünya metropolüne yakışacak “seyir terası” hediye ettiğini ifade eden Kiler, şöyle dedi: “Teras, ziyaretçilerine ilk defa Kız Kulesi, Ayasofya, Dikilitaş ve pek çok tarihi yapıyı aynı anda görme fırsatı sunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından günübirlik turizm destinasyon alanı olarak kabul edilen Sapphire Se-
Türk narenciyesi Ortadoğu’ya açılıyor Narenciye Tanıtım Grubu Başkanı Kavak, Türk narenciyesini geniş keismlere duyurmak için Ortadoğu’ya yoğunlaşmaya karar verdiklerini açıkladı. Akdeniz Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği ve Narenciye Tanıtım Grubu Başkanı Ali Kavak, Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Azerbaycan’da yaptıkları başarılı tanıtım ataklarının ardından, ürünlerini daha geniş kesimlere duyurmak amacıyla bu yıl Ortadoğu’ya yoğunlaşmaya karar verdiklerini bildirdi. Kavak, yazılı açıklamasında, Narenciye Tanıtım Grubu olarak üzerlerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirebilmek için narenciye ürünlerinin yurt içinde tüketimini artırmak ve Türk narenciyesinin yurt dışında bir marka haline gelmesini sağlamak amacıyla yaptıkları çalışmaların sürdüğünü belirtti. Uzun yıllar gerek üreticilerin, gerekse ihracatçıların en büyük sorununun, narenciyedeki marka sıkıntısı olduğuna işaret eden Kavak, şunları kaydetti: “Günümüzde rekabetin iyice sertleştiği uluslararası pazarlarda ürünlerimizin kalitesini vurgulayan bir Türk ürünü markası ve imajı oluşturmak hayati bir önem kazandı. Yoğun rekabet ortamında var olma mücadelesi veren ihracatçılarımız için yaptığımız tanıtım çalışmaları çok büyük önem taşıyor. Ekonomimiz ve tarım ürünleri ihracatımız açısından yadsınamaz bir öneme sahip narenciye sektörünün daha iyi yerlere gelebilmesi, ülkemiz ekonomisine daha çok katkı sağlayabilmesi için tanıtım vazgeçilmez bir unsurdur.” Bu kapsamda Narenciye Tanıtım Grubunun, Türk ürünlerinin uluslararası piyasada tanıtılmasına imkan sağlayacak koordinasyonu oluşturacak, denenmiş ve başarılı örnekleri olan bir oluşum olduğunu vurgulayan Kavak, şöyle devam etti: “Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Azerbaycan’da yapmış olduğumuz başarılı tanıtım ataklarının ardından, ürünlerimizi daha geniş kesimlere duyurmak amacıyla bu yıl Ortadoğu’ya ve özellikle Orta-Doğu Avrupa’ya yoğunlaşmaya karar verdik. Bundan sonra amacımız tanıtım kampanyalarımızı daha geniş kitlelere ulaşmaktır. Önümüzdeki dönemde, Ortadoğu ülkelerinde de yeni tanıtım faaliyetlerimize başlayacağız.” Narenciye sektörünün rekabet gücünü geliştirmeye çalışırken sadece yurt dışı tanıtım faaliyetlerinin yeterli olmayacağının da farkında olduklarını ifade eden Kavak, Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi amacı ile çeşitli araştırma enstitüleri ve kurumların bu konuda yaptığı çalışmalar ve projelere de destek vererek, uluslararası pazarlarda geliştirdikleri ve marka haline getirebilecekleri yeni çeşitlere kavuşmayı hedeflediklerini bildirdi.
Berat Karadağ Gayrimenkul
Berat Karadağ Broker/Owner
Moda Cd. Moda Bostancı Sk. No: 42/2 Kadıköy/İstanbul Tel: (0216) 418 38 08 Pbx Fax: (0216) 418 32 22
Özel Balkan Rumeli Kalp Hastalıkları Merkezi Hasta muayenesi stent, efor testi, EKG
Dr. Servet Çevik Millet Cad. Adasaray Apt. No: 53/1-3 Fındıkzade / İstanbul Tel: 0212 585 32 31 (Pbx) 585 62 03 Fax: 0212 530 64 08
yir Terası’nın, İstanbul’u ziyaret eden 8 milyon yabancı turist kadar yerli turistlerin ve İstanbulluların da ilgi odağı haline geleceğine inanıyoruz. Yaptığımız araştırmaya göre, İstanbul’u ziyaret eden yabancı turistin sadece yüzde 7’si modern İstanbul’u görmeden kendi ülkelerine dönüyor. Seyir terası sayesinde, kente gelen yabancı turistin yüzde 80’ini bu bölgeye çekmeyi düşünüyoruz. İstanbul’u en yüksek tepesinden ve 360 derece seyretme imkanı veren seyir terası, özel olarak tasarlanan simülasyon salonu, seyir dürbünleri, etkinlik alanları, hediyelik eşya, fotoğraf köşesi ve kafesi ile fotoğrafçılık tutkunlarının vazgeçilmez bir uğrak noktası olacak.” Erdoğan, Sapphire’i gezdi Konuşmaların ardından Başbakan Erdoğan ve beraberindeki bakanlar, İstanbul Sapphire’i gezdi. Bina hakkında Kiler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nahit Kiler, Erdoğan ve bakanları bilgilendirdi. Başbakan Erdoğan ve beraberindekiler, daha sonra seyir terası katındaki “skyride” adı verilen ve sanal olarak helikopterle İstanbul gezintisi yaptıran dört boyutlu gösteriyi izledi. Bu arada, İstanbul Sapphire’in açılışının ardından yapılan ışık ve lazer gösterisi dikkati çekti. Öte yandan, İstanbul Sapphire’in açılışı öncesinde önünde toplanan ve kendilerine “gençlik hareketi” diyen bir grup, binanın inşaatı sırasında düşerek hayatını kaybeden Serkan Çetin’in ölümünden Kiler GYO’nun sorumlu olduğunu öne sürerek, açılışı protesto etti.
KKTC, suya kavuşuyor Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Zorlu Töre, Mersin’in Anamur ilçesindeki Dragon Çayı’nda kurulacak Alaköprü Barajı’ndan KKTC’ye su götürecek proje ile ilgili “Bazıları Türkiye’den Kıbrıs’a borularla su taşınamayacağını ve bunun bir rüya olduğunu ifade ediyorlar ama biz Türk askerinin Kıbrıs’a geldiği gibi Anadolu’nun suyunun Kıbrıs’a akacağına inanıyoruz” dedi. Töre, Mersin’in Anamur ilçesinde Dragon Çayında kurulacak Alaköprü Barajı’nın sularının denizin altında kurulacak borularla KKTC’ye aktarılmasının kendileri için çok büyük önemi olduğunu söyledi. Önemli bir tarım kenti olan Mersin’de narenciyenin yanı sıra her türlü sebze ve meyvenin yetiştiğini dile getiren Töre, su gelmesi halinde aynı iklime sahip Kıbrıs’ta da benzer ürünlerin yetişeceğini ifade etti. Suya kavuşunca KKTC topraklarının bereketli hale geleceğini ifade eden Töre, “Tarımı geliştirirken teknolojiyi iyi kullanmamız gerekiyor. Sulama ve tarım alanında bilimsel verilerle ilerlemek gerekir. Bunu yapmaya çalışıyoruz” diye konuştu. İçme ve sulamada kullanılacak suyun adaya hem ekonomik hem de doğal anlamda katkılar sunacağına işaret eden Töre, şöyle devam etti: “Su geldikten sonra Güzelyurt’taki su kaynakları bölgeye kalacak. O bölgede önemli miktarda narenciye ve yaş meyve sebze üretimi var. Dolasıyla orada da ciddi kazanç olacak. Ayrıca Türkiye’nin adada yaptığı göletler var. Yağışlı dönemlerde bunlar doluyor. Gelecek sudan, projeler geliştirerek buralarda da faydalanılabilir. Bu proje 10 yıl içinde KKTC’yi su bakımından zengin bir ülke haline getirilebilir. Dolayısıyla diğer projeleri ve kendi kaynaklarımızı geliştirmemiz lazım. Bazıları Türkiye’den Kıbrıs’a borularla su taşınamayacağını ve bunun bir rüya olduğunu ifade ediyorlar ama biz Türk askerinin Kıbrıs’a geldiği gibi Anadolu’nun suyunun Kıbrıs’a akacağına inanıyoruz.” Töre, “1571’den 1878’e kadar Anadolu ve Türk milleti ile beraberdik. 1878’de Kıbrıs Adası geçici olarak İngilizler’e bırakılmıştı. 1878’den 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na kadar 96 yıl geçti. Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Türk askerinin artık Kıbrıs’a gelmeyeceğini düşünen insanlar çoğalmıştı. Rumlar bize ‘bekledin de gelmedin’ şarkılarını çalıyordu. Ama 20 Temmuz sabahı Türk askeri Kıbrıs’a geldi. Anadolu’nun suyu da Kıbrıs’a gelecek. Biz onun için Anavatana Türkiye’ye inanıyor ve hükümetin çalışmalarına teşekkür ediyoruz” diye konuştu. Projenin 2014 yılında tamamlanmasının hedeflendiğini belirten Töre, proje çerçevesinde kablo ile elektrik de getirileceğini kaydetti. Kıbrıs, Sebze ve Meyvede Kendine Yeter Hale Gelecek Töre, günümüzde tarımın dünyada gelişen bir sektör olduğunu, dolayısıyla daha fazla önem verilmesi gerektiğini belirtti. Türkiye’de verilen desteklerin KKTC’de de uygulandığına dikkati çeken Töre, şunları kaydetti: “KKTC tarım sektöründe büyümeye devam edecek. Su her şeyin başı, dolasıyla su hem tarımı hem de hayvancılığı ileriye taşıyacak. Kuru ziraat giderek azalırken, sulu tarım artacak. Şu anda en büyük ana kaynağımız kuru ziraat, narenciye, patates, enginar, yaş meyve sebze ekimi. Ancak yaş meyve sebzede birçok dalda kendimize yeterli olamıyoruz. Küçük de olsa Türkiye ve başka ülkelere ihracatımız var. Fakat çoğu şeyleri de ithal ediyoruz. Su geldiğinde bunları ithal etmemize gerek kalmayacak. Yani Kıbrıs sebze ve meyvede kendine yeter hale gelecek.” Rüya Proje Dragon Çayı üzerinde kurulacak Alaköprü Barajı’ndan alınacak suyun Girne yakınlarındaki Geçitköy Barajı’na aktarılmasını öngören ‘Rüya Proje’ ile KKTC’nin hem içme hem de sulama suyu hacmine önemli katkı sağlanacak. Çalışmalarına başlanan projeyle 81 kilometrelik HDPE boru hattıyla yılda 75 milyon metre küp su taşınacak. Bunun 15 milyon metre küpü içme suyu amaçlı, geriye kalan 60 milyon metre küpü ise sulama suyu olarak kullanılacak. Dünyada bir ilk olan ve DSİ’nin en büyük yatırım projeleri arasında gösterilen proje Kıbrıs’a hem içme suyu, hem de orada yaklaşık 5 bin hektar arazinin sulanmasını sağlayacak. Saniyede 2,83 metre küp debi kapasiteli olacak su, dünyada ilk kez denenecek uygulama ile deniz altından HDPE boru hattı kullanılarak yüzer sistemle Kıbrıs’a taşınacak. Tatlı su taşıyacak Türkiye-Kıbrıs arasındaki hatta 250 metre derinlikte belirli aralıklarla özel malzemeden imal edilecek kablolar yardımıyla borular sabitlenecek.
Bulgaristan Türklerinin Sesi
BULGARİSTAN TÜRKLERİ KİM?
Biz, 1354 yılından itibaren Osmanlı Türk İmparatorluğunun Trakya ve Balkanları fethetmesiyle birlikte Anadolu’dan rasgele değil yedi-göbek Türk aileler arasından özenle seçerek getirip, oraya yerleştirdiği EVLÂD-I FATİHAN’ız... Biz, 1877-1878’de Rus-Türk savaşında, Plevne Müdafaası’nın şanı büyük komutanı Gazi Osman Paşa’nın yolunda O’nun azim ve kararlılığında olduğumuzu defalarca ispat etmiş olan Bulgaristan Türkleriyiz. Biz, 1913’de,Anadolu’daki Millî Mücadele’den önce, Bulgar çetecilere karşı kurduğu millî kuvvetlere Kuva-yı Millîye ismini veren ve bu ifadeyi ilk defa kullanan Batı Trakya Türkleriyiz. Biz, 1913’de Anadolu’da yedi bin yıllık Türk tarihinde ilk muhtar Türk Cumhuriyeti olan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni kuran istiklâl aşığı kahraman Türk Cumhuriyetçilerinin torunlarıyız. Biz, 1914’de, Cihan harbinde batılı emperyalistlere karşı “Cihad-ı ekber” ilan edildiğinde on binlerce gencinin Bulgar hududunu geçerek Osmanlı Türk ordusunda gönüllü olarak görev aldığı Rodop Türkleriyiz. Biz, 19 Mayıs 1919’da M. Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak basmasıyla baş-layıp, Türk egemenliğinin 24 Temmuz 1923’de Lozan’da bütün dünyaca kabul edilişine kadar geçen döneme adını veren Türk Kurtuluş Savaşı’nın, tümen ve daha üst derece komutanlarının yüzde yetmişinin doğum yerleri olmasıyla iftihar ettiğimiz Rumeli Balkan Türkleriyiz... Biz, 1923’den sonra Büyük Atatürk’ün “Oraları özbeöz Türk toprağıdır, ileride Tür-kiye Cumhuriyeti’nin Tuna Vilâyeti olacaktır!” diyerek göçlerine ve mübadelelerine izin vermediği Tuna Türkleriyiz. Biz, 1970-72, 1984-85’de Bulgaristan’daki komünist yönetimin Bulgarlaştırmak istemesi üzerine, her türlü hakkını savunmak üzere mücadele eden, dinini ve milliyetini terk etmeyen, Türk Dünyası’nın ayrılmaz parçası Bulgaristan Türkleriyiz. Nihayet Biz, Anavatana gelip yerleştikten sonra, kimseden bir şey dilenmeyen, çalışkan, üretken, Türkiye’mizin tüm yasalarına sadakatla bağlı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinden yana Türkoğlu Türkleriz...
Ortadoğu krizi İstanbul’a 500 milyon dolar getirecek Tunus ve Mısır’daki olaylar İstanbul Shopping Fest’e katılımı ikiye katlayarak perakendecilerin ve turizmcilerin yüzünü güldürecek. 18 Mart-26 Nisan tarihlerinde yapılacak olan ve 40 gün 40 gece sürecek İstanbul Shopping Fest’e sayılı günler kala tüm hazırlıklar son hızla devam ederken, Ortadoğu coğrafyasında yaşanan olaylar İstanbul Shopping Fest’e ekstra 150 bin kişi daha getirecek. Olaylar ve tanıtımlar şimdiden İstanbul’daki otelleri doldururken, alışveriş festivalinde gelirleri 2 kat artırarak ek 500 milyon dolar daha getirmesi bekleniyor. İstanbul’a gelen turist sayısını 900 bine çıkaracak Festival için tüm hazırlıkların tamamlandığını ve geri sayıma geçildiğini söyleyen Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği (AMPD) ve İstanbul Shopping Fest Başkanı Mehmet Nane, İstanbul’da perakendeyi ateşleyecek festivalin Ortadoğu’daki isyanlardan olumlu etkileneceğini ortaya koydu. Festival döneminde normalde İstanbul’a 750 bin turist geldiğini aktaran Nane, “Bunun 900 bine çıkmasını bekliyoruz. Yani 150 bin ek turist gelecek. Shopping Fest’in Nevruz, Paskalya ve Hamursuz gibi dini bayramlara denk gelmesi de ilgiyi daha da artıracak. Gelenlerin hepsi öngörüldüğü gibi harcama yaparsa festivale ekstra bir 500 milyon dolarlık gelir bekliyoruz” diye konuştu. Nane, ayrıca Türk Hava Yolları’nın Shopping Fest paketleri ile Kültür Bakanlığı ve THY’nin yaptığı çok etkin tanıtımların da gelecek kişi sayısında artış sağlayacağını kaydetti. Son 6 ayda yapılan tanıtım katılımı ateşledi Birleşik Markalar Derneği (BMD) ve İstanbul Shopping Fest İcra Kurulu Başkanı Yılmaz Yılmaz, Ortadoğu’daki olayların yanı sıra 6 aydır yurtdışında yaptıkları Shopping Fest’in tanıtımı-
Bulgaristan gülü Afganistan’da
Nangarhar eyaletinin iklim ve toprağı Bulgar yağlı gülün yetiştirilmesine son derece elverişlidir Ülkemizin Afganistan’ın kalkınmasına sağladığı katkı, Uluslararası Güvenlik Destek Gücü kapsamında yaklaşık 550 askerimizin görev yapması ile bitmiyor, Bulgaristan’ın bu ülkeye verdiği desteğin tamami ile sosyal boyutu da var. Bulgar gül yetiştiricilerinin desteği sayesinde uzun yıllar süren savaşların yıprattığı Afganistan, yasa dışı gelincik tarlalarını Bulgar yağlı gül ekinleri ile değiştirerek yüzlerce Afgan ailesine geçim sağlamaya hazırlanıyor. Berlin’de düzenlenen dünya gıda sanayi fuarında Afganistan, gelenek üzerine mücevherler, ipek kumaşları ve kurutulmuş meyvelerle olduğu gibi Bulgar yağlı gülün yetiştirilmesi ile de temsil edildi. Dünya afyon üretiminin yüzde 90’lık bölümü ve gelincik kültürlerinin yüzde 63’lük bölümü Afganistan topraklarında bulunuyor. Çatışmalarla sarılan Afganistan’da uyuşturucu üretimi, terör gruplarını besleyen kazançlı işe dönüşmüş durumdadır. Ancak bu durum bundan birkaç yıl önce başlatılan bir proje sayesinde değişmek
üzeredir. 2004 yılında Bulgar devleti, Almanya’dan açlıkla mücadele eden bir sivil toplum örgütü ile birlikte Bulgaristan’da yetiştirilmekte olan damascena türü yağlı gül fidanlarının Afganistan’a gönderilmesini organize ettiler. Afganistan’a yollanan fidanlar Gül Vadisinde Pavel Banya belediyesinde yetiştirildi Bunun için Pavel Banya belediyesinden Gül vadisinin kalbinde yer alan Turiya köyünden Afganistan’ın güneyinde yer alan Nangarhar eyaletine 40 bin fidan yollandı. Afganistan’da sadece Bulgaristan’dan getirilen fidanlar değil, Bulgar damıtma metodu da kullanıldı ve umut verici sonuçlar alındı. Fiyatı 4 ila 5 bin avro arasında değişen bir kilogram gül yağının üretilmesi için yaklaşık 4 bin kiloğram gül yaprağı gereklidir. Bizde gül yağı üreticileri, Bulgaristan’ın dünya piyasalarında tartışmasız lider olduğu bir sanayide kendine rakip yetiştirdiğinden dolayı endişeli olurken Turiya köyü halkının bu türden endişeleri yoktur. Köy muhtarı Nevena Sokolova’ya göre böylece Bulgar gülünün harika reklamı yapılıyor: “Biz köyümüzde Afganistan’da Bulgar yağlı gülün yetiştirilmesinden dolayı sevinçliyiz. Afgan gülü, bizdeki gülün özelliklerine sahip olmadığı için bize rakip olamaz. İki bölgedeki iklim ve topraklar birbirine ne kadar benzese de aynı değildir ve bu husus kaçınılmaz olarak yağın özelliklerine de yansıyor. Biz, savaş acılarını yaşamış olan Afgan halkına yardım etmekten mutluyuz, Afgan çiftçilerinin yasal bir geçim kaynağı sahibi olacaklarından dolayı sevinçliyiz” diye konuştu Turiya köyü muhtarı.
nın etkili olduğunu söyledi. Bu nedenle 40 günlük festival sürecinde otellerin yüzde 100 doluluk oranlarını yakaladığını aktaran Yılmaz, “Bizim otellerdeki doluluk oranlarını artırmada ciddi bir katkımız var. Geçen yıl doluluk oranları yüzde 80- 85’ler civarındayken bizim katkımızla en az yüzde 10-15 arttı” dedi. İstanbul Shopping Fest’in daha iyi olması için bütün çevresel faktörlerin doğru yönde geliştiğine dikkat çeken Yılmaz şöyle konuştu: Ticaret hacmini 3 milyar doların üzerine taşıyacak “Her şey İstanbul Shopping Fest’ten yana gelişiyor. Beklentimiz çok iyi. O dönemde 300 milyon dolar dolayında bir yabancı harcaması var. Konaklama ve seyahat rakamları dahil edildiğinde bu rakam 500 milyon doları bulur. Dolayısıyla bu rakamı 2 katına çıkaracağız. Ortadoğu olayları öncesinde 300 milyon doları 500 milyon dolara çıkarmayı hedefliyorduk. Şimdi iki katına çıkacak. 1 milyar doları yakalarız.” Yılmaz, festivalin getireceği canlılık ile toplam ticaret hacminin de 1.8 milyar dolardan 3 milyar doların üzerine çıkacağını söyledi. Oteller yüzde 100 doldu İSTANBUL Shopping Fest Başkanı Mehmet Nane, festivalle ilgili her ayrıntının yolunda gittiğini söyledi. “Hazırlıklar tamam, hemen yarın başlayacak durumdayız” diyen Nane şu bilgileri verdi: “Çevredeki coğrafyalarda istenmeyen gelişmeler o dönemde İstanbul’a gelecek turist sayısını artırdı. Festival, 18 Mart-26 Nisan döneminde bu ülkelere gidecek çevre ülke turistlerinin Türkiye’ye gelmesine neden oldu. Şu andaki görüntü öyle. Shopping Fest günleri oteller yüzde 100 dolu görünüyor.”
Dünya havacılık tarihini yeniden yazdıracak... Dünyanın ilk siyah pilotu Türk’tü Tarih Dergisi, dünyanın ilk siyah pilotunun bir Türk olduğu iddia etti ve belgelerini yayınladı. Bir köle olarak İstanbul’a getirilen bir kadının torununun hikayesi: Tarih Dergisi’nin Mart sayısı sadece Türk değil dünya havacılık tarihinin en gizemli perdelerinden birini aralıyor. İlk siyah pilot hem de Türk... Hikayenin kahramanı, 19. yüzyılda Afrika’da Bornu emirliğinden alınıp köle tacirleri tarafından İstanbul’a getirilerek satılan bir kadının torunu. Bu kadın belki de Abdülmecid tarafından yıktırılan İstanbul’daki köle pazarında satılan son kölelerden biriydi. Tarih Dergisi’nden Duygu Yılmaz’ın haberine göre, onun adını bilmesek de, kızının adını biliyoruz: “Zenciye” Emine. Zenciye Emine Hanım ile Ali Bey’in üç çocuğu oldu. Bunlardan en büyüğü, 1883 doğumlu Ahmet Ali, öykümüzün kahramanı. “Arap Ahmet” olarak tanınan en büyük çocuk Ahmet Ali, 1904’te Haddehane Mektebi’ne girdi, dört yıl sonra mülâzım-ı evvel, yani üsteğmen oldu. Kasım 1916’da dünyanın ilk siyah pilotu oldu. 18 Aralık 1917’de yüzbaşı rütbesiyle Berlin’e gönderilerek eğitim uçuşlarını tamamladı. 1. Dünya Savaşı’ndan kalan Haliç’teki bazı uçakları Anadolu’ya kaçırma planına yardım etti. İstanbul Boğazı çıkışından itibaren Batı Karadeniz’deki düşman gemilerini takip etmek, raporlamak, deniz harekatını korumak görevini üstlendi. 1949’da emekli olan, 1969’da ölen Ahmet Ali Bey, dünya havacılık tarihinde özel bir yere sahip. İlk savaş pilotu Arap Ahmet’in hikayesi’nin devamı Tarih Dergisi Mart sayısında... (Ayten Erdem)
7
Yiğit BULUT 1854 sonrası kurulan zorlama ‘ülkeler’ çatırdıyor... 1900’lerden itibaren Osmanlı’nın çekildiği alanlarda kurulan “İngiliz dizaynı-Fransız-İtalyan denemesi” imzasını taşıyan “her yer” çöküyor. Buna sadece Mısır, Libya, Irak, Suriye ve diğerleri olarak bakmayın; Balkanlar ve başta Yunanistan da listeye dahil. Aylar önce yazmış ve “hadi canım” tepkisini almıştım. Osmanlı’nın “500 sene baktığı” doğal olarak “ülke olması” mümkün olmayan Yunanistan, “ekonomik anlamda” ilk çöken yer! Mısır’dan veya Libya’dan tek farkı, bu çöküşün “Avrupa’ya bağlı görünür olması” yüzünden sokağa taşıp şiddete dönüşmemesi. Detaya bakınca Yunanistan için tek bir teşhis konabilir: “Default” yani “iflas-bitik”! Sevgili dostlar, bir “bütün” parçalara ayrılıp belli bir dönem “parçalar” evrim-mutasyon geçirerek yoluna devam edebilir. Ana soru “parçalar tek tek dağıldığında” tekrar bütünün ortaya çıkıp çıkmayacağı veya daha net ifadesiyle, “zorla parça haline getirilen yapıların, bu zorlamanın tutmayacağı anlaşılınca bütüne dönüp dönmeyecekleridir”! Peki bundan sonra neler olabilir? Bu mantık eşliğinde yolumuza devam edersek üç ana soru karşımıza çıkacak: 1- Türkiye “bu gelişmelerden” nasıl etkilenecek? 2- İsrail “bu bölgede” ne yapacak? 3- Bütün “yeniden” oluşacak mı? Ve en önemlisi “tam olarak nerede” ve “nasıl”? Düşüncelerimi maddeler halinde “çok açık” ifade edeceğim, lütfen “kimse” yanlış anlamasın ve lütfen “özünü anlamaya” çalışmak yerine “kimse yanlış yöne” çekmeye çalışmasın... 1- Türkiye’nin “merkez” olduğu bütünün en önemli parçası 1854 sonrası dağılırken, 18541923 arasında “bu topraklar” üzerinde “inanılmaz bir savaş” yaşandı. 2- “Bütün”e ait parçalar 1699 sonrası yerinden oynamaya başladı ve özellikle 1839’dan itibaren “İngilizler” bütünü idare eden “İmparatorluğu” ekonomik anlaşmalarla parçalama yoluna soktular. 3- 1854 sonrası petrol ve en önemlisi “sondaj” dünya düzenini değiştirirken, “bütün”ü parçalayanlar “petrol olan bölgelerde” zorlama devletler kurdurdular. 4- 1923 sonrası “hareket” daha da hızlandı. Amaç; “ana parça” yani İstanbul’un merkez olduğu ideolojik yapı ile “bütün bağları” kesmek ve kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile “diğerlerinin” ilişkisini “0” noktasına çekmekti. Başarılı da oldular, “finansal-ekonomik-sosyal” krizler ve askeri darbeler eşliğinde baskı altına alınan “ana parça”, bütüne “müdahale edemeyecek”, ideoloji üretemeyecek “hale getirildi”. 5- 2001 Eylül saldırısı, temeli 1854 sonrasında atılan ve 1945 sonrasında “tam olarak” kurulan dünya düzenini yıkarken “bütünün parçalarını da” yerinden oynattı. 6- Ana “parça”, askerinin başına “çuval geçirilmesine” rağmen “özüne dönmeye” ve yapılan “oyunları” fark etmeye başlarken, “diğer parçalarda da başa geçirilen çuvallar” yırtılmaya başladı. 7- 2003-2007 arasında “sistemdeki rezonans” artarken, “bütün”ün tamamında “taşlar yerinden” oynadı. Ana parça “Süleymaniye ve IMF çuvallarını” yırttı ve “diğerlerini” keşfetti. Diğer parçalarda da durum farklı değil. Halklar uyandı, diktatörler sallandı ve “parçalarda” derin bir deprem dalgası yayıldı. Aynı parçalanma yıllar önce Balkanlar’da çok kanlı şekilde olurken, kan bu sefer “Afrika ve Ortadoğu’ya farklı şekilde sıçradı”! Burada tek farkı not edelim: Yunanistan’da “diğerlerinden kültürel-etnik-dini” ayrışma olduğu için orada “deprem” ekonomik oldu ama detay aynıydı; “bütün”den koptu ve ayakta kalamadı! Sevgili dostlar, çok açık ve net yazacağım: 1854 sonrası başlayan ve 1945’e kadar “kurulan” sistem ve ortaya çıkardıkları, “domino taşı” gibi devrilecek! Bunun İsrail ve Türkiye’yi de etkilememesi mümkün değil. Aslına bakarsanız; 2007 sonrası Türkiye’de “devrim oldu” ve devam ediyor demek daha doğru! Şimdi çok dikkatli olmamız gereken bir detay var: Parçaların “açığa” çıktığı, “ana parçanın” değiştiği bu “DEVİNİM” nasıl son bulacak? Ana parça “bütünlüğü sağlayacak” bir TEZ üretebilecek mi yoksa ANA PARÇA da mutasyona uğrayıp “ortaya asla bütünleşemeyecek” yeni parçalar mı çıkacak? Sonuç: Önümüzdeki 6 ay Türkiye açısından çok ama çok kritik! ANA parça ve diğerlerini “ayrıştırıp” eskisi gibi “kullanmak” isteyenler, Türkiye’deki seçime “her türlü” müdahale ve “fiziki ortadan kaldırmalar” dahil her şeyi yapacaklar! Ve/veya “diğerlerini” ANA parça etrafında birleştirmek isteyenler “diğerlerini” ana parçaya “bağlı hale getirebilmek” için her yolu deneyecekler. Önümüzdeki günler “küresel-yerel” çok büyük bir iktidar savaşına sahne olacak, herkes ama herkes çok dikkatli olsun! Tarih “dünyanın yeniden değiştiği” sayfalarını yazacak, bizler de canlı tanıkları olacağız...
8
Benim Derdim Dünya
Dünyaca ünlü karikatürist Burhaneddin Ardagil’in eserleri Sofya’da sergilendi. Kırcali doğumlu olan Ardagil, 70 parçadan oluşan iki sergisindeki eserleri Kırcali’ye bağışladı. 50’nin üzerinde dünya ödülü bulunan ressamın amacı dünyayı korumak. Dünyaca ünlü İstanbullu karikatürcüler Burhaneddin Ardagil ile Muhittin Köroğlu’nun 120’den fazla eserleri Kırcali Belediyesi tarafından Sofya’da gösterildi. Büyük ilgi duyulan sergi açılışına eşiyle birlikte katılan Kırcali doğumlu Ardagil ile çalışmaları hakkında görüştük. Sayın Ardagil, Kırcali’ye iki sergi bağışladınız. Sizi bu girişime iten nedir? Kırcali’de üç karikatür sergi açtım, bu dördüncüsü. 70 eserden oluşan iki sergimi Kırcali’ye bağışladım. Çünkü ben Kırcali doğumluyum ve her zaman bu şehre bağlı kalacağım. Ömrümün yarısı zaten burada geçti. Uzun yıllar hastanenin, Hijyen-epidemiyolojik İnceleme Kurumu’nun, Spor TOTO’nun ressamlığını yaptım. Ondan önce futbolcuydum, Kırcali Arda takımında oynadım, burada Burhanedin Faikov olarak ünlüyümdür. “Nov jıvot” gazetesinde devamlı siyah-beyaz karikatürlerim çıkıyordu. Resimlerinizde hangi konuları işliyorsunuz? Daha çok yağlıboyayla portre çiziyorum, peyzaj, grafik eserler, yani resim sanatının her tarzında çalışmalarım var. Fakat onlar dünya üzerinde dağılı olduğu için bir araya getirmem zor bir iş. Ben dünya karikatürcülerinin arasına girmiş bulunuyorum ve o bakımdan Kırcali’ye karikatürler hediye ettim. İnsanlara iyi bir yön vermek için neredeyse her konuyu ele almışımdır. Kırcali’deki ilk sergimde doğayla ilgili resim sergim vardı. Benim en çok ilgilendiğim konu da bu. Yani doğayı ne hale getirdik-ne havamız aynı, ne suyumuz. Yeşilimiz değişti, gökyüzü bile eski maviliğini kaybetmiş durumda. Ve asıl sorun onu nasıl kurtarabiliriz. İkinci sergim daha çok umum konularda resimler içeriyordu. Üçüncüsü de daha çok politik portrelerden ibaretti. Dünyada açlık var, hastalıklar var, uyuşturucu olayları, yoksulluk... Bunları da ele alırım. Davet edildiğim festivallere ve müsabakalara katılırım. 50’den fazla ödülüm var. Türk karikatürünü temsil ettiğim için ayrı bir gurur duyuyorum. Türk karikatürü dünyada çok makbul bir yerde. Yani her yarışmada mutlaka bir Türk ödül alır. Anılmış Türk karikatürcülerden başka Avrupa ve Asya karikatürcülerinin arasında da bulunuyorum. Airbrush denilen yöntemle çalışan dünyada dört ressamdan birisiniz. Onu nasıl öğrendiniz, anlatır mısınız? Her teknikle çalışırım, kara kalem, yağlıboya, suluboya, her teknik bir arada vs. Fakat benim çok özel bir tekniğim var, onu çizgi film stüdyosunda öğrendim. Onunla da ün yaptım. Yani sıkıştırılmış havayla boyayı püskürtmek. Havayı sıklaştırmak için özel makinam var, onun tabancasının ağzına hafif basıyorum ve hortumdan püskürtülen boyanın rengi açılarına göre değişiyor. Aslında zor bir teknik, siyah-beyazla günde 10 eser yapıyorum, bununla ise bir tane. Ama yapılan eser de çok güzel oluyor, renkleri çok canlı. Ben doğanın güzelliklerini vermek için açık, canlı tonları kullanırım, hiç bir zaman çamur boya yapmam. Benim renklerim hep iç açıcıdır ve onlara bakan kişi içimi anlayabilir. Türkiye’ye gidince neler yaptınız? İstabul’a gidince çizgi film stüdyosunda iki buçuk sene çalıştım. Sonra bir gazetenin renklendirme bölümüne girdim. Oradan ayrılıp bir resim ajansında yaklaşık iki sene çalıştım ve sekiz çocuk kitabını resimlendirdim. Oradan ayrılınca kendi kendime çalışmaya başladım ve eserlerim birçok ülkelerde oldukça yüksek fiyata satıldı. Fakat zaman zaman kızımın okuması için ne bulduysam çalıştım. 50’nin üzerinde dünya ödülüm var. mı?
Resimleriniz ile vermek istediğiniz mesaj var
Benim amacım dünyayı korumak. Çünkü böyle devam edersek bir gün bu güzelim dünya bize zehir olacak. Zaten de olmak üzere. Bilhassa tekniğin, teknolojinin bu kadar çok geliştiği dönemde barış olmazsa her şey yerle bir olur. Resmiye Mümün, Kırcali
Evitan Çakır Diş Hekimi Yıldırım Mah. Ali Fuat Başgil Cad. No: 31 Kat: 1 Bayrampaşa / İstanbul Tel: 0212 479 26 40
Bultürk’ün Faaliyetlerinden Görüntüler
Bulgaristan Türklerinin Sesi Atatürk’ün ilgi duyduğu kıta! Büyük Okyanus’ta yer alan ve 14 bin yıl önce batan efsanevi kıta “MU”. Binlerce yıl öncesine dayanan mitlere göre, kıta üzerinde yaşayan 64 milyon insan esrarengiz bir şekilde sulara gömülmüştü. O kıta batmasaydı insanlık belki de bugün olduğu yerden çok ileri olacaktı. Peki neydi bu kıtanın esrarı? Efsanevi ada üzerinde dört ayrı ırk, tek tanrılı bir din, sembolizme dayalı bir öğretim sistemi ve gelişmiş bir uygarlık yaşadığına dair ilk iddianın sahibi James Churchward. Ne mi diyordu James Churchward? Churchward’ın adayla ilgili en önemli iddiası yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı yer olmasıydı. Yine bu iddiaya göre, Yeni Zelanda ve Hawaii de birdenbire ortadan kaybolan bu esrarengiz kıtanın parçaları. Peki neden yok oldu bu koca kıta? Varsayımlara göre, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, kıta milyonlarca kişiyle birlikte sulara gömüldü. Şimdiye kadar ortaya atılan tüm bu iddialar ve Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüş veya bir varsayım olmaktan öteye gidememiştir. Çin’e ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde kıtamız battı, biz de buraya kaçtık yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Türkler’in de Mu Kıtasından geldiği söylentileri de varsayım olarak eklenmiştir. Mu Kıtası, Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla kurulan bir ekip tarafından araştırılmıştır. Deniz dibinde bulunan kalıntılara Karbon testleri yapılmıştır.
Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek mu uygarlığı hakkında veri toplayan James Churchward’un ve mu varsayımını destekleyenlerin mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir: * Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır. * Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan, üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı. * Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır. * Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür. * Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu’lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu. * Mu dininin öğretimini “Naakaller” adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı. * Mu dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına * Atlantis’teki din Mu’nun tek tanrılı dininden başka bir şey değildir. * “Ra” sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, “o” diye hitap ettikleri tek Tanrı’yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında ra-mu adıyla ifade edilirdi. “Ra” sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır’a da taşınmıştır. * Dört ırktan oluşan Mu’lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı. * Mu’lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler. * Telepati, durugörü, çift bedenlenme, astral seyahat gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler mu’lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu. * Mu uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır. * Genelde bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu bulunmamaktadır. Mu dinine, kolonilerine (örneğin uygur imparatorluğu kolonisi fikri) ve Mu kıtasının nasıl battığına ilişkin iddialar ‘Mu’ varsayımını savunanlar arasında da genel geçer kabul görmemiştir ve farklı düşünceler mevcuttur. Seyhan Özgür
Bulgaristan Türklerinin Sesi
A T A T Ü R K Anıtkabir özel defteri, elektronik ortamda tüm vatandaşlara açılmış. Sizlerle paylaşmak istedim. Bağlantı aşağıda, kayıt yaptırıp deftere yazı da yazabiliyorsunuz. Ayrıca ANITKABİR’İ üç boyutlu olarak gezebilirsiniz. Bilgilerinize... http://www.anitkabirozeldefteri.com/
9
Okumayan Bir Toplumdan Daha Ne Beklenir ki?
Sivas ve Erzurum kongrelerinin ardından Ocak 1920’de zar zor toplanabilmiş ve iki ay sonra 16 Mart 1920’de İngilizlerce dağıtılmış Osmanlı MeclisiMebusan’ı otuz sekiz gün gibi kısa bir süre içinde kaçan milletvekilleri ile Ankara’da bu kez “Büyük Millet Meclisi” gibi hiçbir özel anlamı bulunmayan, tanıyanı da olmayan bir adla yeniden açmasına, hele hele neredeyse tamamı şeriat ve hilafet yanlısı olan bu milletvekilleriyle savaşı kazanarak laik bir cumhuriyet kurmasına, sonra da başta Türkçe ile eğitim olmak üzere gerçekleştirdiği onca devrimlere bakıldığında Atatürk’ün bilge yönünün ne kadar üstün olduğunu yadsıyabilmek olanaksızdır. Kısacası Mustafa Kemal’i, yaşıtı Osmanlı ünlü paşalarından ayıran temel özelliği, hiç kuşku yok ki, kendisini toplumumuzun yetiştirdiği gerçek anlamdaki birkaç aydından biri yapan bu bilge kimliği, kesinlikle onlarla kıyaslanmayacak kadar yüce bir düşünce adamı
oluşudur. Sami Özderdim’in özenle hazırladığı “Atatürk Devrimi Kronolojisi”ni okurken her insanın mutlaka başı dönüyor olmalıdır. Şam’dan Bingazi’ye, Çanakkale’den Afyonkarahisar’a savaşlarla, Kurtuluş Savaşıyla yoğrulmuş bir ömür… Saltanatın kaldırılmasından eğitimin birliğine, laiklikten harf devrimine kadar devrimlere adanmış bir yaşam boyunca en çok ne yaptı diye sorarsak, galiba kitap okudu demek gerekir. Ne dersiniz; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü böylesine büyük bir düşünür, eşsiz devlet adamı ve yüce bilge bir kişi yapan unsurların başında “O’nun okumaya olan düşkünlüğü ve sahip olduğu yüksek idealler gelmektedir” dersek bir gerçeği ifade etmiş olmuyor muyuz? Büyük adam olmanın öyle pek kolay olmadığını insan Atatürk’ü tanıdıkça daha iyi anlıyor. Okuduğu kitapların sadece altını çizdiği bölümler bile 12 bin sayfa tutuyor. 24 yaşında eğitimini tamam-
Milleti ayakta tutan din birligi, inanç birligidir. Milletim Türk, vatanım Türkiye, ülküm Türklüktür.
Bultürk’ün Faaliyetlerinden Görüntüler
ladığında tüm ders kitaplarını toplayıp iki ciltlik kitap haline getirdiğini ve sonraki yıllarda yeri geldikçe onlardan yararlandığını görüyoruz. Okul bitti, ders bitti diyen öğrencilerden biri olmadı!... Atatürk gibi bir dahi yetiştirmiş ulusumuzun bugün içine düşürüldüğü durum yürekler acısıdır. Ne yazık ki eldeki istatistikler halkın okumadığını gösterdiği gibi aydın geçinenlerin de yeterince okumadığını ortaya koymaktadır. Bilgisizlikleri konuşmalarından ve yazdıklarından olayları analiz edilişlerinden ortaya çıkmaktadır. Okumayan halk televole kültürü ile yetişmekte, böylece bilimden ve çağdaş gelişmelerden kopmaktadır. Belki istenilen de budur! Gerçeklerden koparılmış, yoksul bırakılmış bir halkı güdülemek ve dini telkinlerle istendiği gibi yönlendirmek daha kolay olmaktadır. Son yıllarda neden büyük adam çıkaramıyoruz diye soranlara “Okumayan bir toplumdan daha ne bekliyorsunuz” diye sormak gerekir.
Osmanlının Hükmettiği Devletler
Avrupa kıtasında Osmanlı Toprakları Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüzyılda Lehistan krallığını himaye altına alarak, Belarus, Letonya, Litvanya ve Estonya topraklarına kadar olan bölgeyi himayesine almış, Baltık Denizi’ne kadar uzanmıştır.
Fakat 30 yıl içinde doğal sınırlarına yani Slovakya gerisine çekilmek zorunda kalmıştır. 1. Türkiye; 2. Bulgaristan (545 yıl); 3. Yunanistan (363 yıl) (1458-1821); 4. Sırbistan (539 yıl); 5. Karadağ (539 yıl); 6. Bosna-Hersek (539 yıl); 7. Hırvatistan (539 yıl); 8. Makedonya (539 yıl) ; 9. Slovenya (250 yıl) ; 10. Romanya (490 yıl); 11. Slovakya (20 yıl) Osmanlı adı: Uyvar; 12. Macaristan (160 yıl); 13. Moldova (490 yıl); 14. Ukrayna (308 yıl) ; 15. Azerbaycan (25 yıl); 16. Gürcistan (400 yıl); 17. Ermenistan (20 yıl); 18. Güney Kıbrıs (293 yıl); 19. Kuzey Kıbrıs (293 yıl); 20. Rusya’nın güney toprakları (291 yıl); 21. Polonya (25 yıl)himaye - Osmanlı adı; 22. İtalya’nın güneydoğu kıyıları Otranto ve çevresi (20 yıl); 23. Arnavutluk (435 yıl); 24. Belarus (25 yıl) -himaye; 25. Litvanya (25 yıl) - himaye; 26. Letonya (25 yıl) - himaye; 27. Kosova (539 yıl); 28.Voyvodina (166 yıl) Osmanlı adı: Banat; Asya kıtasında 29. Irak (402 yıl); 30. Suriye (402 yıl); 31. İsrail (402 yıl); 32. Filistin (402 yıl); 33. Ürdün (402 yıl); 34. Suudi Arabistan (399 yıl); 35. Yemen (401 yıl); 36. Umman (400 yıl); 37. Birleşik Arap Emirlikleri (400 yıl); 38. Katar (400 yıl); 39. Bahreyn (400 yıl); 40. Kuveyt (381 yıl); 41. İran’ın batı toprakları (30 yıl); 42. Lübnan (402 yıl); Osmanlı İmaparatorluğu 17. yüzyılın sonunda Fas krallığını hakimiyetine alarak Atlas Okyanusu’na kadar ilerlemiştir. Trablusgarp ve Cezayir’i aldıktan sonra Sahra içlerine ilerlemiş ve Sahra altındaki yerel hanedanlarla irtibat kurmuştur. Doğu Afrika’da ise Portekiz’in etkin üstünlük sağlamasına kadar Moputo yani Mozambik kıyılarına kadar olan bölgeyi ve Hint Okyanusunu denetim al-
tında bulunduruyordu. Abdülhamit zamanında da Almanlarla birlikte Kamerun ve çevresinde Ekvador Eyaleti kurulmuş, fakat kısa sürmüştür. Afrika kıtası- 43. Mısır (459 yıl); 44. Libya (394 yıl) Osmanlı adı: Trablusgarp; 45. Tunus (308 yıl); 46. Cezayir (313 yıl); 47. Sudan (397 yıl) Osmanlı adı: Nübye; 48. Eritre (350 yıl) Osmanlı adı: Habeş; 49. Cibuti (350 yıl); 50. Somali (350 yıl) Osmanlı adı: Zeyla; 51. Kenya sahilleri (350 yıl); 52. Tanzanya sahilleri (250 yıl); 53. Çad’ın kuzey bölgeleri (313 yıl) Osmanlı adı: Reşade; 54. Nijer’in bir kısmı (300 yıl) Osmanlı adı: Kavar; 55. Mozambik’in kuzey toprakları(150 yıl); 56. Fas (250 yıl) -himaye; 57. Batı Sahra (250 yıl) -himaye; 58. Moritanya (250 yıl) -himaye; 59. Mali (300 yıl) Osmanlı adı: Gat kazası; 60. Senegal (300 yıl); 61. Gambiya (300 yıl); 62. Gine (300 yıl); 63. Etiyopya’nın bir kısmı (350 yıl) Osmanlı adı: Habe; Hilafetten bağılı yerler- 65. Hindistan Müslümanları - Pakistan; 66. Doğu Hindistan Müslümanları -Bangladeş; 67. Singapur; 68. Malezya; 69. Endonezya; 70. Türkistan Hanlıkları; 71. Nijerya; 72. Kamerun; Osmanlı donanmasının himaye aldığı ülkeler 73. Fransa; 74. İspanya; 75. İngiltere; 76. Monako; 77. Hollanda; 78. Norveç; 79. İzlanda; 80. İrlanda; 81. Cebelitarık; 82. Danimarka; 83. İskoçya; 84. Myanmar; 85. Japonya ; Osmanlı ordusunun bulunduğu ülkeler - 86. Almanya; 87. Liechtenstein; 88. San Marino; 89. Çek Cumhuriyeti; Erdoğan YURDAKUL
10
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Beyine zarar veren alışkanlıklar 1. Kahvaltı etmemek -Kahvaltı etmeyen kişiler, düşük bir kan şekeri seviyesine sahip olur. Bu durum beyin için yetersiz besin tedarik edilmesine ve sonunda beyin dejenerasyonuna yol açar. 2 .Aşırı yemek -Beyin arterlerinin sertleşmesine neden olarak, zihin gücünün azalmasına yol açar 3.Sigara içmek -Çoklu beyin büzülmesine neden olur ve Alzheimer hastalığına yol açabilir 4. Yüksek şeker tüketimi -Çok fazla şeker proteinlerin ve besinlerin emilmesini durdurur ve
dengesiz beslenmeye neden olur ve beynin gelişmesine engel olabilir. 5. Hava kirlenmesi -Beyin vücudumuzda en çok oksijen tüketen organdır. Kirli havanın teneffüs edilmesi, beyne giden oksijeni azaltır ve beynin veriminde düşüş yaratır 6 .Uyku yetersizliği -Uyku beynimizin dinlenmesini sağlar. Uykudan uzun vadeli yoksunluk beyin hücrelerinin ölmesini hızlandırır. Uyurken kafayı örtmek -Kafayı örterek uyumak, karbondioksit konsantrasyonunu arttırır ve
beyne hasar veren etkilere yol açabilir. Hastalık sırasında beyni çalıştırmak -Hasta iken çok çalışmak veya öğrenmek beyin etkenliğinin azalmasına yol açabilir ve ayrıca beyne hasar verebilir Uyarıcı düşüncelerde eksiklik -Düşünmek beyin jimnastiği için en iyi yoldur, beyni uyaran düşüncelerin eksikliği beyin daralmasına yol açabilir. Çapraz bulmaca ve Sudoku iyi egzersiz sağlar Az konuşmak -Zihinsel sohbetler beynin etkinliğini geliştirir.
Dünyaca ünlü karaciğer uzmanları, 20 yıl içinde 250 bin kişinin ölebileceği uyarısını yaptı. Dünyaca ünlü karaciğer uzmanları, saygın tıp dergisi Lancet’e yazdıkları makalede, İngiltere’de koalisyon hükümetinin “içki sektörüyle fazla yakın ilişki içinde” olduğunu savunurken alkollü içeceklerde denetimin yetersiz olması nedeniyle İngiltere ve Galler’de 20 yıl içinde 250 bin kişinin ölebileceği uyarısını yaptı. Bu yazı, Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya genelinde en fazla içki tüketilen 16’ıncı ülke İngiltere’de büyük yankı uyandırdı. Bilimsel yazı BBC başta olmak üzere çok sayıda
yayında yer aldı. Bilimsel araştırma ile ilgili konuşan Prof. Sir Ian Gilmore, alkol satışı ve kullanımının yasal olduğunu ancak, bunun bir tür uyuşturucu olduğunu söyledi. Prof. Gilmore, İngiltere’de 1,5 milyondan fazla kişinin alkol bağımlısı olduğunu vurgulayarak, “Sigarada olduğu gibi ya da otomobillerde kemer takılmasının şart olması gibi daha sıkı düzenlemelerin şart olduğuna inanıyoruz” diye konuştu. Prof. Sir Ian Gilmore, “Alkol, sabun tozu gibi sıradan bir ticari mal değil” yarısı yaptı. Bu yazı üzerine İngiltere Sağlık Bakanlığı sıkı önlemler alındığını içki sektöründen de “al-
kollü içeceklerin suiistimalini önlemekte üzerilerine düşeni yaptıklarını” belirten açıklama geldi. Bu açıklamaya karşılık, İngiltere’deki uzmanlar alkollü içeceklerin üretim fiyatının altında satılmasına yasak getirmeye yönelik planlar ve alkol oranı yüzde 7,5’tan yüksek biralarda vergiyi artırma önerisi bu kategoriye giren içkilerin satış oranının çok düşük olması nedeniyle yersiz durumda olduğuna dikkat çekti. Doktorlar hükümetin bu konudaki yükümlülüklerin takibini yapacak heyete, içki sektöründen temsilcilerini dâhil ederken alkol ve insan sağlığı uzmanlarını dışarıda bırakmasını eleştirdi.
Sofya, 2019 Avrupa Kültür Banşkenti’ne aday olmayı planlıyor. Sofya’nın tek başına veya bir kaç şehirle birlikte veya bazı komşu başkentlerle ortak aday olup olmayacağı henüz belli değil. Yapılacak görüşmelerin ardından şehrin adaylık için temanın belirlenmesi ve hazırlık yapılması bekleniyor. Sofya Büyükşehir Belediye Başkanı Yordanka Fandıkova, şu anda diğer başkentlerle ortak bir aday belirlenmesi için görüşülmediği ifade etti. Sofya’nın adaylığının desteklenmesi için komşu şehirlerle görüşeceklerini dile getiren Fandıkova, ancak Sofya’nın bu mücadeleyi kazanacağından emin olduğunu aktardı. 2014 yılında özel bir komisyon, Bulgaristan’ı temsil edecek bir şehir veya bir kaç şehri seçebilecek. Kültür Bakanlığı, Avrupa’nın Bulgaristan’a iyi gözle baktığını, Bulgaristan’ın bir şehir veya komşu ülkelerden ortak bir kaç şehir ile birlikte ortak aday olabileceği aktarıldı. Şu anda Varna, Ruse, Plovdiv, kültrür şehri olarak adaylığa sıcak
bakıyor. Kültür Bakanlığı, adaylığın ciddi kültürel yatırım gerektireceğini kaydederek yolların çukurlu olmasının adaylık için iyi bir görüntü olmacağını savundu. Fandıkova, Sofya’nın kültür zenginliğinin TSUM önündeki müze olduğunu, burada yeni kazıların açılacağını, ayrıca kültürel sahneler ve kültürel sergiler olmasının planlandığını aktardı. Ayrıca Sofya Müzesi ve Sveta Sofya yer altı tarihi alanları için finansman alınması bekleniyor. Burasının 900 metrekarelik alan ile ülkenin en büyük yer altı müzesi olduğu belirtildi. Bir diğer fikir ise şu anki Sofya hapishanesinin Voluyak köyü yakınlarına taşınmasının ardından şu anki alanın kültür alanına dönüştürülmesi. Sofya’daki metro istasyonları da kültür alanları olarak belirtilebilecek. Sofya Belediyesi, havaalanına giden metro inşaatlarından birinin nasıl kültür anıtı olarak belirleneceği yönünde uluslar arası bir yarışma başlatıldığını aktardı. Bunun yanı sıra müze ve galeri olarak kullanılacak yeni binalar yapılacak.
Alkollü içeceklerden 250 bin kişi ölebilir
Halkın yüzde 60’ı fakir
Alfa Research’ın yaptığı araştırmaya göre, Bulgaristan’da yaşayan halkın yüzde 60’ı kendini fakir olarak görüyor. Çalışma ve Sosyal Bakanlığı’nın talimatı üzerine yapılan araştırmada, orta gelirin üzerinde maaş alan halkın 3’te biri yaşamlarını fakirlik olarak değerlendiriyor. Buna karşılık ülkede yaşayan kişilerin sadece yüzde 8’i kendini zengin olarak tanımlıyor. Yoksulluğa sebeb olarak en büyük unsur işsizlik gösteriliyor. Halkın yüzde 67’si çalışma imkanı olmadığı için, yüzde 35’i toplumda adalet olmadığı için, sadece yüzde 27’si de gerekli eğitimi almadıkları için bu halde olduklarını dile getiriyor. Ankete katılanların sadece yüzde 17’si fakir tabirini dilenenlerle eşdeğer tutuyor. Sosyologlar ülkedeki insanların fakirliği yokluktan ziyade toplumda hayat seviyesi olarak algıladığına açıklık getiriyor.
Kuaför Sevcan Küçük
Eski Edirne Asfaltı No: 244 Daire: 2 Yıkıcı Durağı (Gülmar Hipermarket Yanı) 500 Evler - G.O.Paşa / İst. Tel: (0212) 538 47 77
Sofya, kültür başkenliğine aday olacak
Turhan Rasiev
Bulgarca’da 6 bin Türkçe kökenli kelime kullanılıyor Varnalı yazar Turhan Rasiev, Bulgarcada yer alan Türkçe kelimeler hakkında bir kitap hazırladı. Kitaptaki bilgilere göre, Bulgarcada yaklaşık 6 bin Türkçe kelime kullanılıyor. Yazar Rasiev, Bulgarcada Türkçe kelimelerin kullanılmasında en büyük payın yazar ve şair Petko Raço Slaveykov’a ait olduğunu savunuyor. Varnalı yazar Turhan Rasiev, Bulgarca konuşma dilindeki Türkçe kelimelerin hala kullanılmasındaki en büyük pay sahiplerinden birinin yazar ve şair Petko Raço Slaveykov olduğunu belirtiyor. 19 yüzyılda yaşayan ve Bulgar edebiyatında ön sıralarda yer alan Slaveykov, binden fazla Türkçe deyimleri toplamış ve muhafaza etmiştir. Rasiev, yakında çıkmasını beklediği “Bulgarca’da Türkçe Menşeili Kelimeler” kitabında 6 bin sözcüğün yer aldığını belirtiyor. “Bulgarca’daki Türkçe kelimeler kitabı hazır. Kitapta yaklaşık 6 bin civarında kelime bulunuyor.” diye bahseden Rasiev, 90’lı yıllardan sonra konuşma ve gazete dilinde Türkçe kökenli kelimelerde patlama yaşandığına değiniyor. Farklı yayın ve bölgelerde konuşulan dillerden araştırma sonucu derlenen kitapta, en çok kullanılan Türkçe kelimelerin yaşam ve yemeklerle ilgili olduğu görülüyor. Akıl, yuruş, bol, kef, çarşiya, barabar, kutsuz, mente, komşiya, eşma, merakliya, avciya, karık, bereket, pişman, rezıl, borç, çorba, inat, pazar sözcükleri günümüzde en sık kullanılanlardan sadece bazıları. Bazı kelimeler Bulgarcada mana değiştirmiş olsa da hala güncelliğini koruyor. “Kitapta yer alan yaklaşık bin kelime yerleşmiş ve değiştirilmezdir. Mesela kısmet. Yabancı dilden eşanlamlı kelimesi şans olarak kullanılıyor, fakat kısmetin nüans farklılığı var, çünkü aynı zamanda mutluluk da içeriyor.” diyen Rasiev’e göre, Türkçe kelimelerin ülkede kullanımı azalmıyor. Bunun aksine yaygınlaşma kaydediliyor. Bu olaya sebeb ise gazete ve dergilerde argo (jargon) kelimelerin kullanımının artması gösteriliyor. Sokak dili, yazının daha zengin ve renkli olmasını sağlamak adına kullanılıyor. Yazar, 20 yıl öncesi, yeni demokrasi tarihinde Türkçe sözcüklerin Bulgarca’da tekrar rönesans yaşadığı görüşünü paylaşıyor. Kendisi, yerli Türklerin diline giren eski TKZS terimlerinin yanında magazin, peçka gibi Bulgarca kelimelerin de girdiğini ifade ediyor. 4 bin civarında Türkçe kökenli Bulgar soy isimleri var - Kısa zaman önce “Türkçe, Arapça ve Farsi kökenli Bulgar soy isimleri” kitabını da yayınlayan Rasiev, 4 bin dolayında Türkçe kökenli Bulgar soy isim olduğunu düşünüyor. “Birçok kişi beni telefonla arayarak kendi soy isimlerinin anlamını öğrenmek istiyor. Ben de kendilerine yardımcı oluyorum.” diyen yazar, evinde birçok sözlük barındırıp, zamanının çoğunu bunlarla geçiriyor. Bazı kelimelerin artık kullanılmaz olmasına rağmen insanların yüzyıllardır taşıdıkları soy isimlerinden vazgeçmek istemediklerini aktaran yazar, çünkü insanların bunu bir soy hafızası olduğunu düşündüklerini ifade ediyor.
Sultanahmet meydanında Dikilitaş’ta yazılanlar nedir? İstanbul Sultanahmet meydanındaki dikilitaş üzerindeki metinde ne yazılı Bugün İstanbul’da dikilitaş adını verdiğimiz anıt, Eski Mısır eseri. Eski Mısır’dan çıkarılarak dünyanın çeşitli kentlerine dikilitaşlar götürüldüğü olmuş. İstanbul’daki dikilitaş ilk olarak MÖ 1547 yıllarında Firavun III. Tutmosis adına Yunanlıların Heliopolis adını verdiği Annu kentinde dikilmiş. Üzerinde Hiyeroglif yazısı ile Tutmosis’in zaferleri yazılmış. Taş ilk olarak Bizans İmparatoru Constantinus’un dikkatini çekmiş ve Mısırlılara bir mektup yazarak bu taşın kendisine gönderilmesini istemiş: “Gemileriniz Karadeniz’e çıkarken sizleri cömertçe karşılayan ve beslenmesine yardımcı olduğunuz bu şehrin güzelleşmesine katkınız olması için bu yekpare taşı yollamanız yerinde olur.” Dikilitaş’ın İstanbul’a ne zaman gönderildiği tam olarak bilinmiyor. Bilinen, taşın kente geldikten sonra uzun süre yerde yatması. İmparator Thedosius başa geçtikten sonra bu dikilitaş’ı hatırlamış. Birçok zafer kazanan imparator, belki bu zaferlerini anlatması için Mısır krallarının yaptığı gibi bir dikilitaş dikmek istiyordu. Kadırga limanından hipodroma kadar olan mesafede özel bir yol hazırlatılarak taşın bugünkü yerine taşınması üç gün, burada bir kaide üzerine dikilmesiyse 32 gün sür-
müştü. Belki bu sırada belki de daha önce taşınırken alt kısmındaki hiyerogliflerden biri zarar gördü. Taş, 390 yıllarında Bizans İmparatoru Theodosius’un emriyle Hipodrom’a dikildi. Kaidedeki kabartmalar üzerinde I. Theodosius, oğulları, karısı, Arkedios, Honorios ile İmparator II. Valantinianos görülür. Ayrıca Hipodrom sahneleri ve anıtın dikilişini gösteren tasvirler de vardır. Pembe granitten yekpare yapılmış 19,6 , kaidesiyle birlikte 24,87 metre yüksekliğinde olan taşın dört yüzündeki metinse dilimize yaklaşık şöyle çevriliyor: Kuzeybatı cephesi: “18. sülaleden Yukari ve Asagi Mısır’ın sahibi 3. Tutmosis, Tanrı Amon’a kurbanını sunduktan sonra Horus’un yardımıyla bütün denizleri ve nehirleri hükmü altına alarak hükümdarlığının otuzuncu yılı bayramında bu sütunu daha nice zamanların
getireceği bayramlar için yaptırdı ve dikti.” Kuzey cephesi: “Gizli ve kutsal ismin her tecellisine mazhar olan tanrı Amon’a kurbanını büyük bir acz içinde sunduktan sonra, ondan yardımlar dilenerek güneyin dostu, dinin nuru iki tacın (Aşağı ve Yukarı Mısır) sahibi, kudretli hükümdar ülkesinin sınırlarını Mezopotamya’ya kadar götürmeye azmetti.” Güneydoğu cephesi: “Güneşin doğduğu sırada sahip olduğu altın renkleri dünyaya yayan Horus’un verdiği kuvveti, serveti, kuv-
vetli sevgi, saygıyı taşıyan ve Aşağı ve Yukarı Mısır’ın tacına sahip olan ve bizzat Güneş tarafından seçilmiş olan firavun, bu eseri babası Ra için yaptırdı.” Güney Cephesi: “Tanrı Horus’un lütfuna mazhar olan ve Güneş’in oğlu unvanını taşıyan Aşağı ve Yukarı Mısır’ın hükümdarı olan firavun, kudret ve adaletle bütün ufuklara nur saçtı. Ordusunun önüne geçti. Akdeniz’de dolaştı, bütün dünyayı mağlup etti. Sınırlarını Naharin’e kadar yaydı. Mezopotamya’ya azimle gitti, büyük savaşlar yaptı. Dikilitaşın kaidesinde yer alan yazılarsa Doğu Roma İmparatorluğunda adet olduğu üzere Grekçe ve Latince yazılmış. Grekçe yazı bir anlatıcı ağzından şöyle diyor: “Devamlı bir suretle yerde duran bu taşı dikme cesaretini İmparator Theodosius gösterdi ve yardımına Proclus çağrıldı. Bu şekilde otuz iki günde yerine dikildi.” Latince metinse taşın ağzından yazılmış: “Önceleri direnmiştim; fakat yüce efendimizin emirlerine itaat ederek, yenilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti. Her şey Theodosius ve onun kesintisiz sülalesine boyun eğiyor. Bana da galip geldiler ve reis Proclus’un idaresi altında otuz günde yükselmeye mecbur oldum. Hazırlayan-Hamiyet YILDIRIM
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Siz hangi ağaçsınız? Celtic Astroloji doğanın kendisidir ve burçlar ağaçlara göre belirlenir. Doğduğunuz gün, hangi ağaçla ilgili olduğunuzu gösterir. Bu astroloji sistemine göre hangi ağacın özelliklerini taşıdığınızı merak ediyorsanız işte yanıtı... 1 Ocak - 11 Ocak - Köknar ağacı; 12 Ocak - 24 Ocak – Karaağaç; 25 Ocak - 3 Şubat - Selvi ağacı; 4 Şubat - 8 Şubat - Kavak ağacı; 9 Şubat - 18 Şubat Sedir ağacı; 19 Şubat - 28 Şubat - Çam ağacı; 1 Mart - 10 Mart - Söğüt ağacı; 11 Mart - 20 Mart - Ihlamur ağacı ; 21 Mart - Meşe ağacı; 22 Mart - 31 Mart - Fındık ağacı; 1 Nisan - 10 Nisan - Üvez ağacı 11 Nisan - 20 Nisan - Çınar ağacı; 21 Nisan 30 Nisan - Ceviz ağacı; 1 Mayıs - 14 Mayıs - Kavak ağacı; 15 Mayıs - 24 Mayıs - Kestane ağacı; 25 Mayıs - 3 Haziran - Dişbudak ağacı; 4 Haziran - 13 Haziran - Gürgen ağacı; 14 Haziran - 23 Haziran - İncir ağacı; 24 Haziran - Huş ağacı; 25 Haziran - 4 Temmuz - Elma ağacı; 5 Temmuz - 14 Temmuz - Köknar ağacı; 15 Temmuz - 25 Temmuz - Karaağaç ; 26 Temmuz - 4 Ağustos - Selvi ağacı; 5 Ağustos - 13 Ağustos - Kavak ağacı; 14 Ağustos - 23 Ağustos - Sedir ağacı; 24 Ağustos - 2 Eylül Çam ağacı; 3 Eylül - 12 Eylül - Söğüt ağacı; 13 Eylül 22 Eylül - Ihlamur ağacı; 23 Eylül - Zeytin ağacı; 24 Eylül - 3 Ekim - Fıdık ağacı; 4 Ekim - 13 Ekim arası - Üvez ağacı; 14 Ekim - 23 Ekim Çınar ağacı; 24 Ekim - 11 Kasım - Ceviz ağacı; 12 Kasım - 21 Kasım - Kestane ağacı; 22 Kasım - 1 Aralık - Dişbudak ağacı; 2 Aralık - 11 Aralık - Gürgen ağacı; 12 Aralık - 22 Aralık - İncir ağacı; 22 Aralık - Kayın ağacı; 23 Aralık - 1 Ocak - Elma ağacı Elma ağacı (Aşk) 23 Aralık - 1 Ocak - Biraz sessiz, sakin ve utangaç olur. Cezbedici özellikleri vardır. Çekici bir tarafı da olan elma ağacı grubunun çapkın gülüşleri vardır. Maceracı ruhunu her zaman ön planda tutan elma ağacı, sevmeyi ve sevilmeyi de hayatının en önemli yerine koyar. Eşine sadıktır ve aynı saygıyı karşı taraftan da bekler, çocuklara da özel bir düşkünlüğü vardır Dişbudak ağacı (Hırs) 25 Mayıs - 3 Haziran Çok çekicidir. Hayat dolu kişiliği olan bu kişilerin yetenekleri de her zaman ön plandadır. Eleştiriyi hiçbir zaman önemsemez ve zekâsıyla alt karşısındakini alt edebilir. Ayrıca çok zeki, egoist ve güvenilir olurlar. Zaman zaman paranın cazibesine de kolayca kapılabilen dişbudak ağacı grubu, ilgiye her zaman ihtiyaç duyar. Kayın ağacı (Yaratıcılık) 22 Aralık - Lider olma özelliğiyle ön plana çıkar. Çok iyi hayat ve kariyer planı yapabilir. Gereksiz risklerden her zaman uzak duran bu grup, maddi konulara da yatkındır. Kendine çok iyi bakar. Spor, diyet gibi konularda oldukça hassastır. Yaratıcı yönleri ön plandadır. Huş ağacı (İlham) 24 Haziran - Hayat dolu bir kişiliğe sahiptir. Dost canlısı, alçak gönüllü, dürüst ve abartıdan uzaktır. Sakinliği ve doğayı çok sever. Yaratıcı yönü çok gelişmiş olduğu için hayalperest bir tarafı vardır. Hiçbir zaman hırslarına yenik düşmez. Bu yönden ayrı bir çekiciliğe sahiptir. Sedir ağacı (Güven) 9 Şubat - 18 Şubat - Hediyelere bayılır. Uyum sağlama konusunda gelişmiş yetenekleri vardır. Hiç utangaç değildir. Diğerlerine biraz yukarıdan bakmayı sever. Çok iyi konuşmacıdır. Kafasında konuları çok kolay organize ederek çevresindekileri etkileme özelliğine sahiptir. Çok sayıda yeteneği vardır. Optimisttir ve gerçek aşkı bulmak için çaba harcar. Hızlı karar verebilme yetisine de sahiptir. Kestane ağacı (Dürüstlük) 12 Kasım - 21 Kasım - Etkileyici bir yönü vardır. Adalet duygusu çok gelişmiştir. Plan yapmayı çok sever. Adeta diplomat olarak doğmuştur. Çevresindeki diğer insanların duygularına karşı çok duyarlıdır. Çalışkan ve lider konumdadır. Aile kurmayı seven bir yapısı olan kestane ağacı grubu, sevdiğine oldukça sadıktır. Selvi ağacı (Sadakat) 25 Ocak - 3 Şubat Güçlü, kaslı ve sağlam bir görüntüsü vardır. Hayatın ona sunduğu şeyleri kabul eder fakat hiçbir zaman o kadarla yetinmez. Mücadeleci bir ruha sahiptir. Maddi olarak da birine bağlı yaşamaktan pek hoşlanmaz. Aşkı sever, yalnızlıktan hiç hoşlanmaz. Sevdiğine tutkuyla bağlıdır. Zaman zaman dikkatsiz ve tez canlı davranabilir ama bilgi sahibi olmak onun en sevdiği şeydir. Karaağaç (Asalet) 12 Ocak - 24 Ocak - Dış görüntüsüne çok önem verir. Zevk yönü çok gelişmiştir.
Hataları affetmeyi pek sevmez. Kuralları koyar ama hiçbir zaman uymaz. Dürüst ve sadık bir eştir. Başkaları için karar vermeyi sever ve eli çok açıktır. Espri anlayışı oldukça gelişmiş ve pratik zekâlıdır. İncir ağacı (Duyarlılık) 12 Aralık - 22 Aralık - Azimli ve kararlı bir kişiliktir. Dürüst, bağımsız olmayı seven ve aynı zamanda sadık bir karakteri vardır. Tartışmaktan nefret eder. Zıtlıklardan hoşlanmaz. Dost canlısıdır ve çocuklara bayılır. Hayvanları da aynı oranda sever. Aslında sosyal bir kelebektir diyebiliriz. Espri yönü gelişmiştir ve uzun çalışma seanslarının ardından tembellik yapmaya bayılır. Fındık ağacı (Sıradışılık) 22 Mart - 31 Mart - Espri yeteneği gelişmiştir. İsteklerinde ısrarcı davranır ama bir o kadar da anlayışlıdır. Sosyal ve toplumsal olaylar karşısında çok duyarlıdır. Bu konularda aktif olarak görev alır. Mükemmelliyetçi yapısı vardır ve dürüsttür. Gürgen ağacı (Zevk) 4 Haziran - 13 Haziran Hayatını mümkün olduğu kadar kolaylaştırmayı sever. Zevklidir. Görsel ve tat algısı gelişmiştir. Karşısındaki kişiden nezaket bekler. Duygusal yönlerinin doyurulması onun için önemlidir. Sıradışı aşkların insanıdır. Duygu ve düşüncelerinden hiçbir zaman tam emin olamaz. Vicdan sahibidir ama çevresindeki insanlara hiçbir zaman tam güvenle bakamaz. Ihlamur ağacı (Şüphe) 11 Mart - 20 Mart - Zeki ve çalışkandır. Hayattaki kötü durumları iyiye döndürme konusunda çok başarılıdır. Kavgadan ve stresten nefret eder. Uzak tatillere bayılır. Özveride bulunmayı sever. Ailesi ve arkadaşları için bir şeyler yapmayı sever. Çok yetenekleri vardır fakat hepsini kullanmak için zaman bulamaz. Liderlik vasıflarına sahiptir. Zaman zaman da kıskanç olabilir. Çınar ağacı (Sıradışı) 11 Nisan - 20 Nisan - Sıradan değildir. Hayal gücü geniş ve orijinal karakterdedir. Hırslı, biraz çekingen, kendine güvenen ve sürekli yeni hedeflere koşan bir yapıdadır. Yeni deneyimlere açıktır. Zaman zaman sinirli olabilir ama hayatı sever. Etkileyici olmak başlıca görevidir. Meşe ağacı (Cesaret) 21 Mart - Doğa dostudur. Cesur, güçlü ve biraz da sağlamyüreklidir. Bağımsız olmayı sever. Duyarlıdır. Değişime çok açık değildir. Ayakları her zaman yere bassın ister. Kontrollüdür. Zeytin ağacı ( Bilgelik) 23 Eylül - Güneşi çok sever. Sıcakkanlılık ve nezaket olmazsa olmazıdır. Dengeli kişiliği her zaman örnektir. Agresif davranışlardan sakınır, sakin ve duyarlı bir yapıya sahiptir. Şiddeti hiç sevmez. Kıskançlık yapmak da adeti değildir. Daha sofistike bir kişilik yapısı vardır. Kavak ağacı (Kararsızlık) 4 Şubat - 8 Şubat Dış görünümüne çok önem verir. Yetenekleri oldukça gelişmiştir. Kendine çok güvenmez ama gerektiğinde çok cesur olmayı bilir. Seçicidir. Yalnızlıktan hoşlanır. Planlama konusunda oldukça iyidir. Felsefeye düşkündür. Her durumda güvenebileceğiniz bir yapısı vardır. İlişkilerini çok ciddiye alır. Üvez ağacı (Duyarlılık) 1 Nisan - 10 Nisan - Cazibelidir. Dikkat çekmekten hoşlanır. Hayatı ve dinamizmi sever. Birine bağımlı da bağımsız da yaşayabilir. Tutkuyla sever. Artistik yönü gelişmiştir. Affedici değildir. Her konuda duyarlı bir karakteri vardır. İyi dosttur. Ceviz ağacı (Tutku) 24 Ekim - 11 Kasım Zıtlıklarla doludur. Zaman zaman bencil ve egoist davranabilir. Merhamet yönü de çok gelişmemiştir. Geçinmek biraz zordur. Hırslarına yenik düşebilir. Beklenmeyen tepkiler de verebilir. Hayatını belli stratejiler üzerine kurar. Tutukuludur ama bir o kadar da kıskançtır. Uzlaşmacı değildir. Söğüt ağacı (Melankoli) 3 Eylül - 12 Eylül Stresten hiç hoşlanmaz. Aile hayatını sever. Hayalleri peşinde koşmayı sever. Güzel olan herşeye ilgi duyar. Estetik yönü gelişmiştir. Dürüsttür ve başkalarını güldürmekten hoşlanır. Aşkta doğru insanı buluncaya kadar bıkmadan arayışını sürdürür. Asla yorulmaz. Egzotik yerler başlıca ilgi alanıdır. Köknar ağacı (Gizem) 1 Ocak - 11 Ocak Stresle kolayca başa çıkabilir. Güzel olan herşeyi sever. Kıskançlık yönü vardır ve kendine yakın olan kimseleri korumayı sever. Dürüsttür, kötülükle mücadele eder. Çalışkan, yetenkli ve kendinden emindir. O’nun için cinsellik çok önemli değildir ama çevresinde çok insan bulunur. Oldukça güvenilir bir karakteri vardır. İbrahim SOYTÜRK
Yüzüklerin Efendisi “kadın” çıktı
Çin’in doğu kesiminde yapılan yol çalışmaları sırasında 700 yıllık bir kadın mumyası bulundu. Cildinin bozulmadığı görülen mumyanın parmağındaki yüzük dikkat çekti Çinli işçilerden inanılmaz keşif... Çin’in doğusunda yer alanTaizhou kentindeki yol çalışması sırasında 700 yıllık bir kadın mumyası bulundu. 1368-1644 arası hüküm süren Ming Hanedanlığı’na mensup olduğu sanılan kadının çok iyi durumdaki mumyası, adeta zamanda yolculuk yaptıracak kadar önemli simgeler taşıyor. Cildi, saçları, yüzü ve hatta kirpikleri bile inanılmaz derecede iyi durumda olan, 1 metre 50 santimetre boya sahip kadın, tabutun içinde kahverengi bir sıvıya batırılmış olarak bulundu. Mükemmel durumdaki 7 asırlık mumyanın bir de yüzüğünün olduğu dikkat çekti. Geleneksel hanedanlık kostümü giymiş olan kadının tabutunda, kemikler, seramikler, eski yazılar ve başka kalıntılar da bulundu. Bölgede 1979-2008 arasında hepsi çok iyi konumda beş mumya daha keşfedilmişti. Taizhou Müzesi Müdürü Wang Weiyin, mumyanın giysilerinin neredeyse tamamının ipekten yapılmış, çok az da pamuk kullanılmış olduğunu belirtti. Genelde ipek ve pamuğun korunmasının çok zor olduğunu belirten Weiyin, bu mumyalama tekniğinin sadece çok önemli cenazelerde kullanıldığını söyledi. Hüseyin YILDIRIM
Bulgaristan Balı’nın %90′ı yurtdışına çıkıyor
Bulgaristan’da üretilen balın yüzde 90’ı yurtdışına ihraç ediliyor. Bulgar Arıcılar Birliği Sekreteri İliya Tsonev, yerli bala en büyük ilgiyi Almanya gösterdiğini belirtti. Tsonev, “Ülkede üretilen bal kaliteli ve her türlü katkı maddesinden arındırılmış olarak depolanıyor. Tek bir birim dahi, Almanya’daki laboratuvarlarda test edilmeden satılmıyor. “sözlerini kullandı. Bulgaristan’daki ortalama bal tüketimi yılda sadece 250 gram. Arıcılara göre 1 kovandan yılda genel olarak 17-18 kilogram, çok iyi yıllarda ise 50 kilogram ürün elde ediliyor. Geçen sene 8 bin ton bal üretilirken, bazı dönemlerde 12 bin tona çıktığı kaydediliyor.
Kardeş eli Bayrampaşa’dan İstanbul Yıldırım Mahallesi Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derneği Bosna’da yaşayan kardeşlerine yardım elini uzattı. Bosna Savaşı’ndaki direnişiyle bilinen Goradze, geçtiğimiz aylarda meydana gelen selden en çok etkilenen şehirlerden bir olmuştu. Bu felaket nedeniyle binlerce kişi mağdur olurken Yıldırım Mahallesi Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derneği bu vatandaşlara kılık-kıyafet, battaniye ve tıbbi yardım olmak üzere bir tır dolusu yardımı Güngören Belediyesinin temin ettiği TIR’la Goradze’ye ulaştırdı. Yeditepe Üniversitesi’nden 6 farklı branşta doktor da sağlık taraması yaparak yardım kampanyasına destek oldular. Türkiye Haber Ajansı Yayın Koordinatörü, Balkan Medya Kurucularından ve Bosna-Sancak.net ile Bosna-Sancak.org sitelerinin Genel Yayın Yönetmeni Selim Öztürk de selden en çok zarar gören bölgelerden Goradze’ye yardım eli uzatmaktan dolayı çok mutlu olduklarını belirterek yardımda emeği geçen herkese duyarlılığından dolayı teşekkür etti.
11
Dr. Nedim BİRİNCİ
Mimar Sinan’ın sırrı
Büyük üstad Mimar Sinan’ın eserlerinin sırlarını biliyor musunuz? Süleymaniye Camisi’nde gizli bölmede bulunan notta ne yazıyor? Süleymaniye’nin dört kubbesi neyi temsil ediyor? Camii’nin inşaasına neden ara verilir? İran Şahı’nın gönderdiği mücevherler nerede? Kandilde yanan isler ne işe yarıyor? Selimiye Camisi’nin yapımı sırasında Mimar Sinan neden yok oluyor? Selimiye Camisi’nde Japonların şaşırdıkları an.. İşte Sinan’ın eserlerine gizemli yolculuk... Mimar Sinan, bir gün, dostlarından ve devrinin şair ve ediplerinden Mustafa Saî Çelebi’ye gelerek, “Çok kocadım. İsterim ki, öldükten sonra adım unutulmasın. Hizmetlerim anılıp hayırla anılayım. Anlatacağım hatıralarımı nazım ve nesir diliyle yazar mısın?” der. Bunun üzerine Çelebi, Mimar Sinan’ın anlattıklarını yazmaya başlar ve küçük bir kitap ortaya çıkar. Saî Mustafa Çelebi’nin Mimar Sinan’ın ağzından kaleme aldığı, “Tezkiretü’l Bünyan” ve “Tezkiretü’l Ebniye” adını verdiği ve günümüzde “Yapılar Kitabı” adı altında toplanarak yayımlanan bu eseri, büyük ustanın yaşam öyküsünü, eserlerinin envanterini ve kendi dönemine ait gözlemlerini içeriyor. Mimar Sinan’ın yaşantısına dair birçok ayrıntıyı, eserlerini, döneminin insanları hakkındaki düşüncelerini bu kitap ile, Sinan’ın kendi ağzından öğrendiğimiz gibi, Süleymaniye Cami’nin sırlarını da belli ölçülerde, bu kitapta bulabiliyoruz. Mustafa Saî Çelebi’nin ‘Yapılar Kitabı’nda Süleymaniye ile ilgili çarpıcı bölümler yer alıyor. Mimar Sinan, Süleymaniye Cami’nde, bir çok sorunu olduğu gibi, akustik sorununu da mükemmel bir biçimde halletmiştir. Bu konuda yine rivayete dayanan hoş bir hikâye var. Cami inşa edilirken, Sinan’ın mihrapta nargile içtiği söylentisi yayılır. Söylenti padişaha kadar ulaşır Kanunî, bu söylenenlere inanmak istemese de bir gün ansızın inşaata baskın yapar. Bakar ki, Sinan gerçekten mihrapta nargile tokurdatıyor “Mimarbaşı, camide nargile içilir mi, sen bu işi yapmazdın, nedir bunun hikmeti” diye sorar Sinan şöyle cevap verir: “Sultanım, dikkat edin nargilemde tömbeki, tütün yoktur. Sadece suyun fokurdamasından meydana gelen sesin cami içerisinde dağılımını kontrol ediyorum. Buradaki suyun sesi caminin her tarafına eşit yayılırsa, yarın burada Kuran okuyacak olan hocanın sesi de 60-70 metreye kadar toplanan cemaat tarafından duyulacaktır. İşte bu yüzden, akustiği kontrol ediyorum.” Süleymaniye Camii’nin ayrıntılarına inildikçe insanı büyüleyen pek çok özelliği ortaya çıkıyor. Caminin temelleri atıldıktan sonra, temelin iyice oturması ve sonradan bir çöküntü olmaması için, inşaata bir yıl ara verilir. Ağır masraflar yüzünden caminin yapımına ara verildiğini zanneden İran Şahı Tahmasp Han, inşaatın devamı için, kıymetli mal yüklü bir kervanı ve içi değerli taşlarla, mücevherlerle dolu bir kutuyla, bu hediyeleri göndermesinin sebebini açıklayan bir mektubu Kanunî’ye yollar. Bu mektuba ve üsluba sinirlenen padişah, malları elçinin gözleri önünde bahşiş olarak dağıtır ve kutuyu Sinan’a vererek içindeki mücevherleri yapının taşlarına karıştırmasını buyurur. Mimar Sinan, değerli mücevherleri minarelerden birinin taşları arasına maharetle yerleştirir. Güneş ışığında pırıl pırıl parladığı için bu minareye ‘Cevahir Minaresi’ adı verilir. Evliya Çelebi zamanla sıcaktan bozulduğunu ve taşların pırıltısının kaybolduğunu belirtir Süleymaniye’nin dört minaresi İstanbul’da yaşamış dört büyük hükümdarı; Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’ı ya da camiyi yaptıranın İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah olduğunu temsil eder. Minarelerin uzun ve kısa düzenlenişi, ana kütleyle beraber yapıya modüler sistemde piramidal bir görünüm kazandırır. Uzaktan bakıldığında, birbiri üzerinde göklere yükselen bir merdiven gibi duran bu orantı ustalığı, Hıristiyan öğretide, “Yakub’un Merdiveni” ile anlam bulur Devamı Gelecek Sayıda
12
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bulgaristan’dan iki SEKELİSTAN Bakan İstanbul’da İşgal Altında Unutulmuş bir ülke
Dyankov, bu amaçla deneyimlerinden yararlanmak ve Sofya’daki imkânları görmesi amacıyla, Vali Mutlu’yu ülkelerine davet etmek istediklerini kaydetti. Konuk Kültür Bakanı Vejdi Raşidov da iki ülke başbakanlarının bütün görüşmelerinde yer aldığını belirterek, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın da yakın dostu olduğunu söyledi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile dostane ilişkilerinin bulunduğunu, bakanlık olarak Türkiye’deki sanatçılar ve kültür adamlarıyla da aktif olarak çalıştıklarını aktaran Raşidov, gelecek hafta Sofya’da ressam Aynur Pehlivanlı’nın sergisini açılacağını, İnci Aral’ın da kitaplarının Bulgarca’ya çevrilmesi için sözleşme imzalama aşamasında olduklarını dile getirdi. Raşidov, iki ülkenin birçok alanda birbirine benzer özelliklere sahip olduğunu ifade ederek, iki ülke halkı arasında yakın işbirliği olması gerektiğine inandığını kaydetti. Görüşme, daha sonra basına kapalı olarak devam etti. İkinci günü İstanbul’da Ceylan otelde de STK’larla bir görüşme yapıldı. Türkiye’de bulunan Bulgaristan kökenli Dernek yöneticiler ile Bulgaristan’dan gelen iki Bakan biraraya geldiler. Bulgaristandan’dan gelen Kültür Bakanı ve Maliye Bakanı aynı zamanda Başbakan yardımcısı Türkiye’de bulunan Bulgaristan kökenli derneklerle bir araya geldiler. Toplantıya Edirne, Kırklareli, Tekirdağı, İstanbulun her ilçesinden 30 civarında dernek katılımı ile gerçekleşti. Kültür Bakanı Sn.Vejdi RAŞİDOV konuşmasında bizler buraya problemleri dinlemek için geldik diye söze başladı. Özellikle Kırcaali bölgesinde alternatif tarım için haritanın nisan en geç mayıs ayında çıkacağını. Bu gune kadar halkın problemleri ile hiç kimsenin ilgilenmediğini söyledi. Ayrıca Avrupa fonlarından gelen paraların insanlara nasıl bu fonlardan faydalanmaları gerektiğini bu insanlarımıza anlatılmamış. Bizler Parti olarak gruplar halinde insanlarımızı aydınlatmaya başladık. Bizler GERB partisi olarak özellikle ben kendim de Kırcaali’den seçildiğim için Kırcaaliye çok önem veriyorum. Bu insanlarımıza yapılması gereken ne varsa yapmaya hazırız diye sözüne son verdi. İstanbul BULTURK Yönetim Kurulu üyesi Sn.İsmail ERDEM – Sizleri buraya gelerek bizlere faaliyetlerinizi ve insanlarımızın problemleri ile ilgilendiğiniz görmek bizim için gurur verici, ben tüm STK’lar adına bu davranışınızdan dolayı sizleri kutluyoruz. Çünkü bizler burada büyük çalışmalar yaptık amma bize geri dönen hiç olmadı. Ben burada insanlarımızın İstanbul konsolosluğunda kırmızı pasaport çıkarabilmeleri için 1 yıl sonraya gün veriliyor. Bu konuda Sayın Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanımız da buradayken konsoloslukların nasıl daha hızlı hizmet verebilirler buna bir çözüm bulunabilirmi diye sormak isterim. Ayrıca Bulgaristanda çift vatandaşlar Milletvekili olabilirlermi? Maliye Bakanı cevabında bu sorunu Başbakana ileteceğini, fakat ikinci soruya Milletvekilli için cevap veremem çünkü bilmiyorum dedi. Bu soruya milletvekilli için iki Bakanda cevap veremediler. Her dernek kendi bölgesindeki problemleri anlattı ve ilk defa bir parti yoneticileri derneklerle insanlarımızın problemlerini dinlediler. 20 yıl içerisinde seçmiş olduğumuz birçok Bakan geldi geçti fakat bizim seçmediğimiz Bakanlar gelip bizim insanlarımızın ve derneklerin problemlerini dinlediler. Kendilerine insanlarımızın problemleri ile ilgilndiklerinden dolayı yurt dışında yaşayan Bulgaristan Türkleri adına teşekür ediyoruz. Bizlerde mayıs ayında alternatif tarım ile ilgili haritayı sabırsızlıkla bekliyoruz.
Önemli bilgiler içeren çarpıcı söyleşimizi sunuyoruz: Hüseyin Altınalan İtiraf ediyorum, ben de Sekelistan ve Sekeller hakkında fazlaca bilgi sahibi değilim. Tarih derslerinde işittiğimi düşünüyorum ama emin de değilim... Sekelistan neresi? Haklısınız...Sekelistan,masallardaki gibi neredeyse hiç bilinmeyen bir ülke. “Bu bölgeyi adeta efsanelerin ve yanlış bilgilerin ardına kalmış bir kara parçasının sonunda bulabilirsiniz” diyebiliriz. Ancak Sekelistan; Karpat Dağlarının doğusunda (Romanya) Transilvanya’nın batısında yer almaktadır. Yüzölçümü yaklaşık 13,500 km2 (Lübnan’dan biraz daha büyük), nüfusu ise 700,000 civarındadır. (İzlanda nüfusunun iki katından daha fazla) Sekeller hakkında bilgi verir misiniz? Sekeller, Macar lehçelerinden birinin farklı ağızlarını konuşurlar; fakat Macarlardan farklı bir topluluktur. Sekeller’in inanışlarına gore; Atilla’nın 453’te ölümü ve devamında gelen Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında Karpat Havzası’nda muhkem bîr yere çekilen 3000 Hun savaşçısının torunlarıdırlar. 895’te Macarlar gelene dek burada varlıklarını devam ettirdiler. Orta Çağın Macar vakayinameleri de Sekellerin Atilla’nın torunları olduklarını ve Macarlar geldiklerinde orada bulunduklarını kaydetmektedir. Sekellerin Türk asıllı olduğunu sohbetimizde söylemiştiniz? Evet, kültürünün eski unsurları ile eski sosyal ve siyasi teşkilatlanmaları göstermektedir kî; Sekellerin kesinlikle bir Türk boyu ile bağları vardır. Bunu neye dayandırıyorsunuz? Sekeller, eski Göktürk Alfabesi’ne çok benzer bir alfabe olan kendi alfabelerine sahiptirler. Milli renkleri mavidir ve üzerinde altın şansı bir güneşle gümüş rengi bir hilal olan bayrakları da gök mavisidir. Sekellerin 6 boyu ve her boyun 4 kolu vardır. Ve birçoğunun adı Türkçedir. Aynca, Sekeller Macar Ağzıyla konuşmalarına rağmen, dillerinde Macarca’dakinden daha katı bir ünlü uyumu söz konusudur. Yine bu özellik de dillerinin Türkçe ile olan ilgisini göstermektedir. Sekeller tarihte bir devlet kurdu mu? 11. yy.’ın başından itibaren Sekeller önce güney sonra da batı sınırlarını korumak amacıyla çoğunlukla Transilvanya’da toplandılar. Burada teşkilatlanarak Latince olarak (zamanın resmi dili) Regnum Siculorum (Sekel Krallığı) dedikleri ülkelerini oluşturdular. 1526’da Macar Devleti’nin çökmesinden sonra Osmanlı Sultanları da Sekel Muhtariyeti’ni tanımıştır. Fakat Transilvanya’nın Macar yöneticileri daha sonra Muhtar Sekel Devleti’ni ortadan kaldırmak istediler. Bu müdahale bir takım savaşlar ve haklarını savunan Sekellerin isyanlarıyla karşılık gördü. Sekellerin bu özerk durumu Avusturya İmparatorluğu’nun 18. Yy.’da Transilvanya’yı işgal etmesinden sonra daha büyük bir darbe aldı. 1848’de Avrupa’yı silip süpüren ihtilaller dalgası Transilvanya’ya ve Sekelistan’a da ulaştı. Sekeller kendi hükümetlerini kurmak istediler fakat Macarlar buna karşı çıktılar ve Sekel ileri gelenlerini Macar İhtilali’ne katılıp siyaset işlerini Macarlar’a bırakmaya ikna ettiler. Sekeller bunu kabul ettiler ve askeri güçleri ile birlikte Macarlar’a katıldılar. Daha sonra ne gibi gelişmeler oldu, peki? Yeni Macar hükümetinin 1867’den sonra ilk yaptığı işlerden biri Sekelistan’ı ve diğer Sekel kurumlarını tasfiye etmek, yani resmi olarak Sekel milletinin varlığını sona erdirmek olmuştur. Bu, Macarların 1848’de onlara yardım eden Sekellere bir teşekkürleriydi. Macar siyasetçileri, “Siz Sekeller Macarca konuşuyorsunuz, öyleyse Macar olmalısınız” tezini savunuyorlardı. Sekelistan’ın parçalara ayrılmasından sonra, bölge ihmal edildi ve iktisadi olarak çöktü. Sonuç olarak birçok insan yurtdışına göç etti. Kimliklerini koruyorlar Yok oldular mı? Hayır Sekeller yok olmadılar ve kim olduklarını da unutmadılar.
1877’de Türk-Rus Savaşı esnasında Sekeller, Türk ordusuna yardımcı olmak amacıyla Sekel Lejyonu adıyla bir birlik kurdular. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çökmesi ve Macarların ülkeyi koruyamadıklarının açıkça görülmesi üzerine Sekeller, Sekeller Cumhuriyeti’ni kurmayı denediler. Finliler, Estonyalılar, Letonyahlar, Litvanyalılar, Tatarlar gibi diğer küçük halkların yaptıkları gibi milletlerin kendi geleceklerini tayin edebilme (self determinasyon) hakkından faydalanmak istediler. Fakat, hem çöken Macaristan’ın siyasetçileri hem de Fransızlardan yardım alan işgalci Romanyalılar tarafından engellendiler. Sonuç olarak Sekelistan, Transilvanya ile beraber, Fransa ve İngiltere tarafından, onlara destek olan Romanya’ya bir ödül olarak verildi. Batılı güçler yerel halkın fikrini asla sormadılar. Batı demokrasisi Sekeller için böyle işlemiştir! Neden? Muzaffer Batılı güçlerin liderleri, Avrupa’da eskisinden daha adil olacak ve milletlerin kendi geleceklerini tayin etme hakkına saygılı olacak yeni bir statüko kuracaklannı iddia ettiler. Ancak, Fransa ve Britanya’nın liderleri başta olmak üzere, Birinci Dünya Savaşı’nı başlatanlara değil HintAvrupalı olmayan halklara karşı yönetilmiş kinci ve ırkçı insiyaklarla hareket etmekte idiler. Britanya’nın Versay delegasyonu sekreteri Harold Nicolson’ın “Peacemaking 1919” adlı kitabındaki sözleri, yalnızca ona has olmayan bu yaklaşımı açık bir şekilde olrataya koymaktadır: “Macaristan’a karşı olan histerim daha başka idi. Bu Turanlı kabileye karşı geçmişte ve halen kuvvetli bir nefret duyduğumu itiraf ediyorum. Kuzenleri Türkler gibi bir çok şeyi yok edip hiçbir şey ortaya koymadılar” Yani Macarlar gibi milletler, onlar için sadece Asyalı ilkel kabilelerdi. Macaristan’ı Macar nüfusunun üçte birini yabancı boyunduruk altına soktular. Sekeller de bu arada kendilerini Romenlere sunulmuş bir hediye olarak buldular. Sekeller Romanya’da yaşıyorlar Sekeller şu anda ne durumdalar? Sekelistan hâlâ Romanya’nın baskı altındadır. Halkı, insan haklan ihlallerine, ayrımcılığa, işkencelere maruz kalmakta ve kendi toprak ve milli kaynaklarından mahrum edilmektedir. Halihazırda, Sekellerin yalnızca bir grup olarak hakları gaspedilip kendi geleceklerini tayin etme haklarını kullanmaları engellenmekte, adları da resmi olarak tanınmamaktadır. Kendi, alfabelerini kullanmaları da engellenmektedir. Dahası, Sekellerin bu vahim durumu bir şey camia tarafından bilinmemekte ve duyulmamaktadır. Yaşanan bu olumsuzluklara karşı bir şeyler yapılıyor mu? Bütün olumsuzluklara karşın Sekellerin milli uyanışı devam etmektedir ve artık durdurulamayacak bir noktaya ulaşmıştır. Bu uyanış, 1990 yılında Genç Sekeller Forumu adı altında kurulan küçük ama dirayetli bir teşkilatın Macarların haddini bilmez ve faydasız yönlendirmelerine kulak asmamaları ile başlamıştır. Toplantılarda milli Macar sembolleri yerine Sekellerin sembollerini ilk kez kullanmaya başlayanlar bunlardır. Genç Sekeller, Göktürk Alfabesi ile bağlantı olan eski Sekel alfabesini yeniden canlandırdılar. Yerleşim yerlerinin girişlerine bu alfabe ile yazılmış resmi yazılar asarak Sekellerin hâlâ var olduklarını, farklı olduklarını ve köklerini bildiklerini ortaya koydular. Bu kuruluş artık faaliyet göstermese de 1990 yılında başlatmış oldukları girişim, 2003 yılında kurulan Milli Sekel Konseyi adlı başka bir kuruluş tarafından devam ettirilmektedir. Sekellerin talebi nedir? Bugün Sekelistan’da bölgesel özerklik almayı hedefleyen güçlü bir hareket var. Sekeller artık kendi geleceğini tayin etme hakkının kullanılmasının dünyanın başka yerlerinde belli bir dereceye kadar kabul edilebilir olduğunu her geçen gün daha fazla farkına varmaktadırlar.
Filiz SOYTÜRK
Dünya’ya yeni para sistemi gerekiyor Eski Uluslararası Para Fonu Başkanı Michel Camdessus, dünya para sisteminin radikal reformlara ihtiyacı olduğunu söylüyor. 20’ler Grubu Dönem Başkanı Fransa’nın Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’ye danışmanlık yapan Camdessus döviz piyasalarında aşırı dalgalanmaların olduğunu, çoğu zaman para kurlarının ekonomik realiteleri yansıtmadığını ve bu nedenle de dünya paralarının yeni bir sabit çıpaya ihtiyacı olduğunu belirtiyor. New Hampshire mucizesi-İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya ekonomisinin yeniden şekillendirildiği yılları hatırlayan iktisatçılar nostaljik bir şekilde iç geçirmeden edemiyorlar. O yıllarda dünyanın düzeni vardı. Sabit döviz kurları, düşük faizler ve bütün dünyada rezerv para birimi ve ödeme aracı olarak kabul görmüş Amerikan doları vardı. Bu nasıl olmuştu? 1944 yılında ABD, savaşın yerle bir ettiği dünya ekonomisini ayağa kaldırmak üzere, Almanya ve Japonya ile savaşan bütün devletleri New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods kasabasına davet etmişti. Uluslararası yeniden imar ve kalkınma bankası, kısa adıyla Dünya Bankası ile Uluslararası Para Fonu bu buluşmada kurulmuştu. Dünya Bankası, Avrupa ile, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki gelişme halindeki ülkelerin yeniden imarıyla görevlendirilmişti. Para Fonu ise, ekonomik yetersizliklerin baskısı altındaki milli paraları istikrara kavuşturacaktı. Dolar dünya parasıydı-Bretton Woods’un en önemli sonucu ise, savaş sonrası dünya ekonomik sistemine altın ve Amerikan dolarının baz alınacak olmasıydı. ABD dünya altın rezervinin üçte ikisine sahip olduğundan Amerikan dolarının rezerv para birimi olması kaçınılmazdı. Böylece ABD savaştan sonra siyasi ve askeri olduğu kadar ekonomik bakımdan da dünya liderliğine yükselmişti. Viyana’daki Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü’nden Stephan Schulmeister o yılları biraz arar gibi konuşuyor: “1950 ve 60’lı yılların reel kapitalizmi ekonominin motoru olmuştu. Kâr gayesi sistematik şekilde reel ekonomiyle ilgili faaliyetlere odaklandırılmıştı. Döviz kurları sabit, faizler de düşüktü. Borsalar adeta uykudaydı. Hammadde fiyatları istikrarlıydı. Böyle bir ortamda finans piyasasında spekülasyon yapıp zengin olmak mümkün değildi. Bu şartlar altında kâr güdüsü mecburen reel ekonomiye yöneliyordu. Bunun sonucunda ekonomik mucize yaratılmış, tam istihdam sağlanmış ve kamu borçları azalırken, sosyal devleti büyütmek mümkün olmuştu.” Savaşla gelen bozulma-Zamanın ABD başkanı Lyndon B. Johnson Vietnam’da köşeye sıkışan Fransız işgal gücüne yardım etmeye kalkışınca işler bozuldu. Savaş çok pahalıya geldi. ABD’nin altın rezervi dolar tahvillerini karşılayamaz duruma geldi. Sabit kur sistemi sallanmaya başladı. Fransa ve diğer devletler ellerindeki doları altına çevirmek isteyince Başkan Richard Nixon dolar-altın paritesini kaldırdı. İktisat profesörü Schulmeister 1971’den sonra sadece döviz kurlarının dalgalanmaya bırakılmadığını ama aynı zamanda ekonomik rejimin de değiştiğini anlatıyor.Schulmeister, şunları kaydediyor: “Son 40 yılın finans kapitalizmi istikrarsız döviz kurlarının, tutarsız faiz oranlarının, bir inip, bir çıkan borsa endekslerinin ve son derece değişken hammadde fiyatlarının müsebbibidir. Bu durum spekülasyona davetiye çıkarıyor, spekülasyon fiyat istikrarını bozuyor ve şirketler de bu yüzden reel yatırımlarını azaltıp talihini spekülasyonla deniyor.” Spekülasyon karşılıksız parayı katlıyorBöylece dünya para sistemi reel değerlerden soyutlanmış oluyordu. Dünya ekonomisi artık genel geçer bir değer kıstasından mahrumdu. Para ancak özel bankaların açtığı kredilerle yaratılabiliyordu ve bu maddi karşılığı olmayan paraydı. Bilgisayar teknolojisi sayesinde sanal para elektrik hızıyla dünyayı dolaşıyor, spekülatif döviz ticareti astronomik boyutlara varıyordu. Günümüzde mal ve hizmet mübadelesi döviz ticaretinin sadece yüzde beşini karşılıyor. Döviz alım satımlarının yüzde 95’i spekülatif amaçla yapılıyor. Böyle bir manzara karşısında 1950’lere dönmek daha iyi olmaz mı? Devamı Gelecek Sayıda
Bulgaristan Türklerinin Sesi Doç. Dr. Hasan Ali KARASAR
Millî Mücadele Dönemi Türk - Bulgar Dostluğuna Bir Örnek: VMRO Örgütü’nün Yayınladığı Bir Bildiri Günümüzün en fazla tartışılan konularının birisi kutuplaşma terimidir. Özellikle 20. y.y. ile birlikte yaşanan gelişme ve ilerlemeler ile birlikte artık devletler tek başlarına hareket etmekten vazgeçmişler ve kendi çıkarları ile örtüşen farklı ülkeler ile birlikler oluşturmak koşulu ile siyasi ekonomik askeri konularda işbirliği içerisine girmişlerdir. Böylece kutuplaşma deyimi de literatürlere girmiştir. Modern Tarihimizdeki Ülkeler, bloklar arası kutuplaşmaların ilk ciddi örneklerinden birisi şüphesiz I. Dünya savaşı sırasında gerçekleşen ve dünyanın büyük bir bölümü etkisine alan İtilaf ve İttifak gurupları adı altında gerçekleşen kutuplaşmadır. İşte dünya tarihinin ciddi ve geniş etkili kutuplaşmalarının ilki sayılabilecek bu guruplaşma içerisinde Türkiye ve Bulgaristan aynı cephede yer almışlardır. Daha önceleri karşılıklı düşmanlıkları ile ön plan çıkan bu iki komşu ülke aynı gurupta yer alarak büyük savaş boyunca kader birliği yapmış ve ikisi de savaştan mağlup ayrılarak aynı hazin kaderi paylaşmışlardır. I. Dünya Savaşı’ndaki sağlanan yakınlık nedeniyle, savaş sonrası süreçte iki ülke arasındaki ilişkiler, öncesinde yaşanmayan ve sonraki süreçte de yaşanamayacak pozitif bir gelişme izlemiştir. Özellikle Türk halkının emperyalizmin dayatmalarını kabul etmeyerek başlattığı Milli Mücadele süresince Bulgaristan yöneticilerinin ve Bulgar kamuoyunun pozitif yaklaşımı iki ülke arasındaki ilişkilerin ivme kazanmasına katkı sağlamıştır. İki ülke arasındaki ilişkilerin seyrini sadece bu duygusal temalarla ifade etmeye çalışmak şüphesiz ki eksik bir yaklaşım olacaktır. Bu karşılıklı yakınlaşmada gelişen dostluk havasının yansıra karşılıklı pratik çıkarların da yadsınamaz etkileri olmuştur. Bulgar hükümetlerinin ve yöneticilerin Anadolu’daki Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Türk Kurtuluş Savaşına bakışlarında; Bulgaristan’da Aleksandır Stamboliyski ve BZNS’nin temelde emperyalizm karşıtı bir görüşe sahip olması, Bulgaristan’ın Trakya konusundaki beklentileri özellikle Batı Trakya bölgesi ile ilgili rakibi konumunda bulunan Yunanistan’ın mağlup olmasının Bulgaristan’ın Batı Trakya ile ilgili amaçlarını kolaylaştıracağı düşüncesi, gibi somut hedeflerin bulunması etkili olmuştur. Bulgar Kamuoyunun Türk Milli Mücadelesine ilgisi sadece izlemekle sınırlı kalmamış, şartların izin verdiği ölçüde rakipleri konumunda olan Yunanistan ile savaşan Türk ordusunu desteklemişlerdir. Bulgaristan Hükümeti ve kamuoyu Türk Kurtuluş savaşını farklı şekillerde desteklemeye çalışmıştır. Bulgarlar bir taraftan Bulgaristan üzerinden Anadolu’ya silah sevkıyatı yapılmasında katkıda bulunurken diğer taraftan da yaptıkları propaganda faaliyetleri ile Türk İstiklal savaşına destek sağlamaya çalışmışlardır. Bu çalışma çerçevesinde Bulgar örgütlerinin veya Bulgar gazetecilerin Yunanistan ordusunda görevli olan Bulgar ve Makedonlara yönelik yaptıkları propaganda vasıtası ile Türk Kurtuluş Savaşına verdikleri desteği incelmeye ve değerlendirmeye çalışcağız. Yunanistan megali ideasını gerçekleştirmek için atıldığı Anadolu macerasında çetin bir direnişle karşılaşınca elindeki askeri imkânlarla bir başarı sağlayamayacağını fark etmiş kendi kontrolünde olan fakat Yunan olmayan unsurları da kendi ordusu bünyesinde silâhaltına alarak bu açığını kapatmaya çalışmıştır. Bu doğrultuda Yunan Hükümeti tarafından Gümülcüne Kısanti (İskeçe), Dedeağaç, Kostur, Voden, Batı Trakya ve Makedonya’nın muhtelif bölgelerinden çok sayıda Bulgar ve Makedon Yunan ordusunda silâhaltına alınmıştır. Yunalılar tarafından askere alınarak cepheye sevk edilen Bulgar ve Makedonlar çok kısa bir süre önce savaştıkları düşmanlarının ordusunda Büyük Savaş döneminde müttefikleri olan komşu bir halka karşı savaşmak zorunda kalmışlardır. Yaşadıkları bu zorluğun yanı sıra Yunan ordusundaki subayların davranışları Bulgar askerlerin durumunu daha da zorlaştırmıştır. Bu dönemde Bulgaristan’da yayımlanan gazetelerde Yunan subaylarının Bulgar askerlerine yönelik kötü muameleleri ile ilgili çok sayıda haber yer almıştır. Devamı Gelecek Sayıda
“Daha iyi hafızaya sahip olmanın 10 kuralı” Beyin kaslarını harekete geçirerek, daha güçlü hafızaya sahip olabilmenin mümkün olduğunu ortaya koyan araştırmanın sonuçları şöyle: El hareketleri - Bir şeyi öğrenmek için el hareketleri kullanmak beynin anımsama yapmasında kolaylık sağlıyor. Biberiye Kokusu - Koku, hatırlamaya yardımcı oluyor. En kuvvetli ve ekonomik koku ise biberiye. Konsantrasyon ve dikkat sorunu çeken kişilere biberiye içerikli parfüm öneriliyor. Parlak Renkli Sebze ve Meyveler - Brüksel lahanası, brokoli, kabak, yapraklı yeşillikler, kiraz, kırmızı elma, patlıcan ve üzüm gibi parlak renkteki sebze ve meyve yemek hafızayı kuvvetlendiriyor. Kesintisiz Uyku - Televizyon izlemek, kitap okumak ve müzik dinlemek gibi aktivitelerle beyni meşgul etmeden kesintisiz en azından 6 saat uyuma hafızayı onarıyor. Daha İyi Okumak - Okumak ve okunan kitabı tartışmak hafızayı güçlendiriyor. Beyindeki düşünmeden sorumlu bölgeyi güçlendirmek
için okunan şeyintercüme edilmesi de etkili oluyor. Egzersiz - Egzersiz, tüm vücuda özellikle beyindeki hafızabölümlerine ulaşarak kan akımını hızlandırıyor. Sakinleşmek - Sakinleşmek ve stresten uzak durmak beyne ciddi anlamda yardımcı oluyor. Tek Bir Şeyle İlgilenmek - Tek bir şeyle ilgilenmek. Örneğin, kitap okurken televizyonun açık olmaması, yemek yaparken telefonla konuşmamak gibi... Sürekli yeni şeyler öğrenmek, Şarkı ezberlemek.
ANKA, Heron’u solladı
Türkiye’nin ilk milli insansız hava aracı ANKA, İsrail’den satın alınan Heron’ları solladı TAI tesislerinde 180 Türk mühendis tarafından üretilen ANKA, 24 saat havada kalabilecek. Heronlar 30 bin feet yükseklikte 185 kilogram faydalı yük taşırken ANKA, aynı irtifada 200 kilogramın üzerinde yük alabilecek. Heronların, özellikle kış aylarında, 3 saate kadar buz önleme yapabilirken bu süre ANKA’da 24 saate kadar çıkabiliyor. Heronlardan daha hızlı uçan ANKA, bu özelliğiyle 24 saat içinde daha fazla alanı tarayabilecek. Bulut arkasından da
keşif ve gözetleme yapabilen ANKA, her türlü hava koşulunda iniş ve kalkış yapabiliyor. 800 bin saatin üzerinde bir çalışmayla yapılan ANKA, TSK’dan gelecek talep doğrultusunda silah da entegre edilebilecek. İlk uçuşunu geçtiğimiz ay başarıyla yapan ANKA’dan bu yıl 5 adet üretilecek. Toplam 10 adet ANKA ise 2012 yılının sonunda envantere girecek. Böylece, TSK’nın elindeki operatif insansız hava aracı sayısı 20’ye yükselecek. Mesut Uğurlu
İsanbul Türk Birliği Platformu Kamuoyuna Duyuru
Biz 26 Şubat’ın HOCALİ (Karabağ) soykırımı günü olarak anılması kararımızı tüm dünyaya ve insanlığa haykırıyoruz. Ermenistan’ın 1988 yılında Azerbaycan topraklarına yaptığı tecavüzle başlayan ve bu tecavüzün sona erdirilmesini isteyen Azerbaycan halkının haklı talebinin, Bakü’nün Rus askerlerince işgal edilmesi ile daha büyük bir yaraya dönüşen, Ermenilerin 26 Şubat 1992 de Hocalı’da giriştikleri katliamla zirveye ulaştırdıkları facianın 19 ncu yılını yüreğimiz bir kere daha kan ağlayarak anıyoruz. Gören gözlere duyan vicdanlara sesleniyoruz; Ermenistan 1992 yılında Azerbaycan Türklerine karşı Karabağ’da etnik temizlik, kültürel, ekonomik, etnik ve fiziki soykırım yapmıştır. Bu anlamda Ermenistan yaptıkları ile uluslararası antlaşmalardaki savaş suçunu, barışa karşı saldırı suçunu, insanlık suçunu ve soykırım suçunu işlemiş olmasına ragmen, reel olarak Ermeniler uluslararası güçler ve kurumlar nezdinde tüm bu suçları işledikleri halde destek almaktadır ve korunmaktadır. Karabağ’da suçlar ve suçlular belli iken, insan hakları telalığı yapan, Uluslararası güçler ve kurumlar bu konuda Karabağ’da suçlu ve sorumluları korumakta ve onların yanında yer almaktadır. Bu güçler Büyük Ortadogu Projesi (BOP) ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı dahilinde ayni soykırımları ve insanlık suçlarını günümüzde
de Irak Türklerine, Doğu Türkistan Türklerine ve Diğer Mazlum Halklara karşıda yapmaktadırlar. Şu gerçek açıkca görülmüştür ki…Ermenistan, Ermeni diasporası, AB, ABD, Rusya, Fransa Karabağ’a barış gelmesini istemiyor. Karabağ’da işgal 19 yıldır devam ediyor.Minsk gurubu dünyayı aldatıyor ve oyalıyor. Bu gerçek Türk kamuoyunun gözünden kaçırılırken Türkiye asılsız soykırım iddialarıyla suçlanmaya devam ediyor. Türkiye içinde Türk Devleti, Türk Milleti düşmanlığı yapılıyor. Her fırsatta Ermeni lobisinin eylemlerine destek olan güruh’a da Karabağ’da, Hocalı’da gerçekleştirilen kanlı eylemleri de görmeğe çağırıyoruz. 19 yıldır adaleti bekliyoruz. İşgalci Ermeniler ve arkasındaki güçlerin 19 yıldır yüzleri yok, 19 yıldır yürekleri yok. Biliyoruz 19 yıldır suskun kaldılar. 19 yıldır Uluslararası Hukuğu arıyoruz. Karabağ’ın işgaline son. Hepimiz Karabağ’daki katliamın, tanığı ,mağduru ve takipçisiyiz. Türk Milleti, Türk Dünyası Karabağ’da, Hocalı’da dökülen kan senin kanındır. Vahşeti görmezden gelme. Hocalı katliamının davası Türk Dünyasının onur davasıdır. Katılanlar: Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği - İstanbul Temsilcisi Hanifi Çakır Uluslar arası Azerbaycan Diaspora Merkezi - Basın sözcüsü Yakut Mısırhanlı Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu - Başkanı Ahmet Yüksel Bularistan Türkleri Kültür ve Hzmet Derneği - Başkan Yrd. Rafet Ulutürk Türkmeneli İnsan Hakları Derneği - Başkanı Nefi Demirci Doğu Türkistan Gençlik ve Kültür Derneği- Başkanı Tebet Yücetürk Irak Türkleri D:K. Derneği Başkanı Mehmet Tütüncü
13
Hüseyin Yıldırım
Türk Haritacılık Tarihi hakkında ansiklopedik bilgi 1076 yılında KAŞGARLI MAHMUD (El Kaşgari) “Divanü-Lügat-it-Türk” (Türkçe sözlük) isimli bir yapıtında bir dünya haritası çizmiştir. Bu harita Orta Asyanın büyük bir kısmını Çin ve Kuzey Afrikayı içermektedir. Batıda ise Volga nehrini fazla geçmemektedir. Dünya’nın tepsi gibi düz ve yuvarlak olduğu kabul edilen bu dünya haritası, çeşitli ülkelerin birbirlerine göre konumu belirtilmiş bir kroki görünümündedir. O zamanki başkent Balasagun ise haritanın merkezindedir. Haritanın yazılara göre üst tarafı Güneşin doğduğu yön olan doğu seçilmişti. 15. ve 16. Yüzyıl-Karadeniz ve Marmaranın 1400 yıllarında bile Venedikliler ve Cenevizliler tarafından elle yapılmış haritaları vardır. 1416 da İbrahim KÂTİBİ bir harita çizmiştir. 1456 da Trablusgarplı İbrahim Mürsel (Mürsiyeli İbrahim) bir Türk denizcisi olarak Akdeniz haritası çizdi. 1460 yılında ise Güney Avrupa haritası yapmıştır. EL İSTAHRİ (Ebu İshak İbrahim bin Muhammed el Farisi el İstahri) (15. yüzyıl), “Kitab al masalik val mamalik” (Masallar ve Ülkeler) isimli yapıtında dünyanın çeşitli yerlerine ait 20 harita vardır. Bu kitap yaklaşık 1460 yıllarında Karakoyunlu Türkmen imparatorluğu Şehzadesi Pir Budak zamanında yazılmıştır. Türk Amiralı Piri Reis (1470-1554) Osmanlı donanmasının hakim olduğu denizlere ait “Kitabı Bahriye” adında 1483 de yazdığı kitapta çeşitli liman, koy, körfez, kıyı, kale vb yerlere ait haritalarla bu denizlerdeki gemiciliğe ait akıntılar, sığyerler, tehlikeli kayalık yerlere ait bilgileri de vermiştir. 1513 yılında Piri Reis Gelibolu’da ceylan derisi üzerine bir dünya haritası çizmiştir. 21 parçadan meydana gelen bu haritanın 65 x 90 cm lik bir paftası Topkapı müzesindedir. Colombusun 1489 tarihli bir haritasından da yararlandığını söyleyen Piri Reis’in bu tarihte Amerika’nın içerlerini ve güney kutbundaki dağları da gösteren bu haritayı nasıl yaptığı bilim adamlarınca merak konusu olmuştur. Bu haritayı 1517 yılında Mısır’da Yavuz Sultan Selim’e takdim etmiştir. Bu harita 1929 yılında Topkapı müzesinin eski eserler müzesi haline getirildiği sırada Milli müzeler müdürü Halil Eldem tarafından bulunmuş ve Alman doğu bilimleri uzmanı Kahle ile birlikte incelenmiştir. Ayrıca “Hadikat’ül Bahriye”, “Netayic’ül-Efkar fi Cezayir’ül Bihar”, Bilad’ül- Aminat ve harita yapımıyla ilgili “Eşkalname” (o zamanlar haritaya eşkal deniliyordu) adında bir bilim kitabı ile 1528 tarihini taşıyan “Hind Denizi Haritası” gibi yapıtları Deniz Müzesindedir. Piri Reis Hürmüz kalesinin kuşatılmasında uğradığı iftira yüzünden 1554 de katledildi. Matrakçı Nasuh (Ölümü 1533) haritacı anlayışı minyatüre uygulayan ilk ressamdır. Sopa veya demirci çekici ile yapılan ve bir çeşit harp oyunu olan matrak (Mitrak) oyunu mucididir. Menazil (Hedefler) isimli yapıtında 16. yüzyılda yapılmış Anadolu atlası vardır. “Umdet’ül-Hisab” (Hesabın ilkeleri) isminde bir yapıtı (1517) ve “Beyan-menazil-i sefer-i Irakeyn” ismindeki kitabında Kanuni’nin 1534 de Irak seferine katılarak İstanbul-Tebriz-Bağdat-Tebriz-Diyarbakır-Halepİstanbul geçkisi üzerinde fethedilen yerleri, kaleleri isim ve güzel haritalarla anlatır. Kanuni Sultan Süleyman saltanatı sıralarında devlet hizmetine giren Sinop’lu bir aileye mensup sonradan Amiral olan Seydi Ali Reis, (? -1563) deniz astronomisini ve deniz coğrafyasını çok iyi bilen bir bilgindi. Piri Reis’in donanmasını Basra’dan Süveyş’e getirme görevi verildi. Ancak bazı nedenlerden dolayı dört yıllık (1553-57) uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra Edirne’ye dönebilmiştir. Bu seyahatı Bursa-Konya-KayseriHalep-Urfa-Musul-Bağdat-Basra-Hürmüz Boğazı -Ahmadabad-Delhi -Lahor-Kabil-Semerkand- Buhara- Farab -Merv- Tus -Nişabür -Bağdat- Musul- Mardin- Diyarbakır- Sıvas-Ankara-İstanbulEdirne geçkisini izleyerek Arapça ve Farsçadan yaptığı derlemelerle “Miratül Memalik” (Ülkelerin aynası) adlı yapıtı yazmıştır. Bu kitap 1815 de Almancaya, 1826 da Fransızcaya, 1899 da İngilizceye, 1963 de Rusçaya çevrilmiştir. 1554 de Ahmedabad’ta yazdığı “Mohit” (Okyanus) çeşitli batı dillerine çevrilmiştir. Devamı Gelecek Sayıda
14
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Çinli imamlar Türkiye’de eğitilecek
SondönemlerdeÇin’denTürkiye’ye(veTürkiye’den Çin’e) gerçekleştirilen resmi ziyaretlerin sayısı bir hayli arttı. Bu güzel bir gelişme tabii ki. Geçtiğimiz günlerde bir Çin heyetinin Ankara’ya yaptığı ziyaret ise bugüne kadar bu tür faaliyetlerde isimlerini görmeye alışık olmadığımız kurumların görüşmelerine sahne oldu. Türkiye’ye gelen Çin İslam Cemiyeti Başkanı Hilaluddin Chen Guangyan, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile bir araya geldi ve iki kurum arasında işbirliğine yönelik girişimler başlatıldı. Çin İslam Cemiyeti Başkanı Chen, Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı ile Çin İslam Cemiyeti arasında varılan anlaşmaya göre Çin Müslümanlarından Türkiye’ye her sene hem imam hatip liselerinde hem de ilahiyat fakültelerinde okumak üzere öğrenci gönderilecek. Müslüman öğrenciler gönderilirken hiçbir etnik ayrım yapılmayacağı ve öğrencilerin etnik kökenine bakılmayacağı özellikle vurgulandı. Ayrıca Türk tarafı, hac ve umre düzenlemeleri konusunda Çin’e her türlü desteği sunmaya hazır olduğunu da belirtti. Sönmez ile Chen arasındaki toplantı ve alınan kararlar, akla ilk olarak Şincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygur Türklerini getiriyor. Çin’deki Müslüman nüfusun yaklaşık yarısını Uygurlar oluşturuyor. Çin’de ne kadar Müslüman olduğu konusunda net veriler mevcut değil. Çin’de yapılan nüfus sayımlarında din ile kayıt tutulmuyor. Ankara’daki toplantıda Chen, 23 milyon gibi bir rakam telaffuz etti. San Diego State University’nin bir araştırmasına göre bu rakam 65 milyon, BBC’ye göre ise 20-100 milyon arasında.
Çin’de kaç Müslüman yaşarsa yaşasın, bu grubun önemli bir kısmını Uygurlar oluturduğuna göre, yakın bir zamanda Uygurlu gençlerin Türkiye’de dini eğitim alacaklarını; Urumçi’nin Kaşgar’ın camilerinde Türkiye’den yetişmiş imamların cemaat ile bir araya geleceğini söyleyebiliriz. Çin yönetimi bunu gerçekten istiyor mu? Türkiye uzunca bir süre Uygur Türkleri’nin mücadelesine, Doğu Türkistan davasına destek vermiş, ancak 1997 yılından itibaren bu konudaki politikasını değiştirerek Çin’e yakın bir politika izlemeye başlamıştı. Türkiye, Uygur Türkleri’nin sıkıntılarını hiçbir zaman gözardı etmedi belki, ama bu konunun Çin ile olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemesine de müsaade etmedi. 2009 yılında Urumçi’de gerçekleşen şiddet olaylarından sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çıkışı ve Çin yönetimini eleştirerek olayları “neredeyse bir soykırım” olarak nitelendirmesi biraz sert bir tutumdu. Ancak bu çıkıştan sonra Türkiye ile Çin arasında üst düzey ziyaretler arttı, Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı Şincan’a gittiler, Çin Başbakanı Türkiye’ye geldi, Çin tarafı Türk firmalarına Uygur bölgesinde yatırım yapmaları için kapıları açtı ve şimdi de dini eğitim konusunda anlaşmaya varıldı. Uzun lafın kısası, Türkiye ile Çin arasında Uygur konusunda yazılı olmayan bir anlaşma var. İki ülke arasında Uygur bölgesi üzerinden kültürel ve ekonomik ilişkiler geliştiriliyor, Türkiye bölgede yaşayan Uygur Türklerinin durumuna kayıtsız kalmıyor, ancak bir yandan da siyasi bir konu olarak Doğu Türkistan meselesinin kesinlikle iki ülke arasındaki ilişkilere bir etkide bulunmasına izin verilmiyor. Türkiye, Uygur Türkleri’ne olduğu kadar Çin’in toprak bütünlüğü konusunda da hassas olduğunu vurguluyor. Şüphesiz ki esas olan, bu süreç içerisinde Uygur Türkleri için daha güvenli ve istikrarlı bir yaşam ortamı sağlanması, haklarının, özgürlüklerinin ve refah seviyelerinin artması. 2009’da bu konuyla ilgili şüphelerimiz artmıştı, olumlu gelişmelere rağmen hala şüphelerimiz var, bundan sonra ne yönde gelişmeler olacağını da zaman gösterecek.
Türk romanları Bulgaristan piyasasında 50 yıl sonra köyde insan kalmayacak Türk dizilerinin ardından Türk romanları da Bulgaristan piyasasında yer almaya başladı. Yayınevleri, Türk dizilerine olan ilginin artmasını hesaba katarak Türk romanlarının tercümesine ayrı bir önem veriyor. Hermes Yayınevi’nin çıkardığı Orhan Kemal’in Vukuat Var (Proizşestvieto) romanı bunların en taze örneği. Heminguay ve Orwell’e benzetilen Orhan Kemal’in bu kitabı, Türkiye’deki 20. yüzyılın ilk döneminde geçen olayları konu alıyor. 1970 yılında Bulgar Yazarlar Birliği’nin daveti üzerine Sofya’ya gelen Orhan Kemal, burada geçirdiği beyin kanaması sonucu hayatını kaybeder. Hanımın Çiftliği üçlemesinin ilk kitabı olan Vukuat Var, değişen sosyal ilişkilerin insanların yaşamlarını ve bilinçlerini nasıl yönlendirip değiştirdiğini ele alan bir roman. Vukuat Var, toprağını kaybedip yoksullaşan köylülerle gittikçe güçlenen toprak ağaları arasında gerilen ilişkileri ele alırken, kadın işçilerin de bu ilişki içinde kimliklerini yeniden oluşturmasına tanıklık ediyor. Reşat Nuri Güntekin’in Dudaktan Kalbe ve beğeniyle izlenen Yaprak Dökümü kitap piyasasında da okurlar arasında takip edildi. Reşat Nuri’nin Bulgarcaya çevrilen kitaplar arasına Gün Batımı romanı da eklendi. 2009’da Türkiye’de en çok satılan roman olan Elif Şafak’ın ilk Bulgarca kitabı olan Aşk, Bulgar okurlarıyla tanışmasından hemen sonra büyük ilgi odağı oldu. Bir ara Sofya kitap satış sıralamalarında ilk 10’a bile girmeyi başaran roman, 13. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında sürekli yapılan paralellerle görünüşte çok uzak mesafelerin bazı ortak duygularla nasıl eridiğini gösteriyor. Aşk, romanın aslında kavram olarak bu kelimenin ne kadar geniş bir mana ve aynı zamanda ne kadar zıtlıklar içinde var olabileceğini anlatıyor. Türkiye’de kısa sürede en çok satan roman olan Aşk, 500 bin adet baskıya ulaşması nedeniyle yeniden özel bir baskı yapıldı. Mevlana ile Şemsi Tebrizi ve Yahudi bir kadın olan Ella ila Aziz Zahara arasında geçen romanın filminin çekilme projesi de mevcut. Hakan Yel’in Ciela kitabevi tarafından yayımlanan Sultana Dokunmak ve Lokanta adlı kitabını tanıtmak üzere bizzat Bulgaristan’a gelmişti. Kitap, Bulgarcaya Alina Karahanova tarafından çevrildi. Geçen sene çıkan Hıfzı Topuz’un Gazi ve Fikriye kitabı Atatürk ile Fikriye’nin aşk konusunu ele alıyor. Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım adlı kitap da yine Bulgar okurlarıyla buluşmuştu. Pınar Kür’ün Asılacak Kadın romanı da 1979 yılında yazılmış olmasına rağmen başarılı bir okuyucu kitlesiyle karşılaştı. 20 yıl önce Türkiye’de skandal oluşturan roman birçok yasaklara rağmen yeni baskılarla hayatını sürdürmüştür. Bulgaristan’da en çok kitabı basılan Türk yazar Orhan Pamuk. Yazarın 2006’da aldığı Nobel ödülünden sonra 8 romanı tercüme edildi. Mayıs ayında Bulgaristan’a ziyaret yapması beklenen Orhan Pamuk ilk kez Bulgar okuyucuyla tanışacak.
BulgarBilim Akademisi’ne (BAN) bağlı Nüfus ve İnsan Araştırmaları Enstitüsü, Bulgaristan’da 200 “hayalet” köyün var olduğunu açıkladı. Enstitü görevlisi Nikolay Tsekov, ülkenin idari haritasında yer alan bu köylerde insan yaşamadığını aktardı.Köy halkının yüzde 60 azaldığını kaydeden Tsekov, 500 köydeki nüfusun 10 ila 20 kişi arasında değiştiğini açıkladı. En büyük insan azalması Kuzeydoğu Bulgaristan’da yaşanıyor. Tsekov’a göre Batı Avrupa’daki en büyük azalma burada yaşanıyor.Şu andaki demografik eğilimin devam ettiği takdirde 50 yıl sonra Bulgaristan’da köy nüfusu kalmayacağını duyuran Tsekov, güvenlik ve ekonomik durumun insanları şehirleri göçe zorladığını ifade etti.
KKTC’de altın var mı?
AB ile ABD ve diğer emperyalist ülkeler , Kıbrıs’ın petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip çıkmak için KKTC’de “Türkiye karşıtlığını” tırmandırıp, Türkiye’yi Kıbrıs’tan uzaklaştırmaya çalışırken, şimdi de Kıbrıs’ın altın yataklarına göz diktiler “Northern Lion Gold Corporation” adlı Kanadalı bir şirket, Güney Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği altın yatakları tespit çalışmalarına , özel bir teknolojiyle devam edeceğini açıklarken, KKTC’nin bazı bölgelerinde de altın yatakları tespit edildiği ileri sürüldü. Bu tespitten sonra Rum Yönetimi’nin müzakerelerde “Mülkiyet” ve “Toprak” başlıklarının görüşülmesinde, bu bölgelerin iade edilmesi yönünde yoğun girişimlerde bulunacağı da ileri sürülüyor. Bu arada söz konusu Kanadalı şirketin , jeolojik araştırmalar konusunda uzman olan başka bir şirketle sözleşme imza-ladığı ve Rum Yönetimi’nden izin aldığı bölge-lerde “VTEM” teknolojisiyle aramalar yapmak için , merkezi Malta’da bulunan “Geotech” şirketiyle de anlaştığı haber verildi. “VTEM” teknolojisiyle yer altı havadan araştırılabileceği gibi, yeraltının jeokimyasal koşulları da kaydediliyor.
Araştırmaların bin kilometrelik bir alanda özel teçhizata sahip bir helikopterle yapılacağı bildirilirken, söz konusu helikopterin Güney Kıbrıs’a ilkbahar aylarının başında gelmesi bekleniyor. Bu arada, Rum Yönetimi’nin tek yanlı olarak ilan ettiği sözde “münhasır ekonomik bölgesinde” büyük miktarda doğalgaz rezervleri bulunması olasılığı da Amerikan şirketlerinin ilgisini çekiyor. Teksas’ta 2-5 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek olan “Offshore Technology Cenference”a katılacak olan Rum Yönetimi yetkilileri, ABD’de enerji, petrol ve doğalgaz yatakları konularıyla meşgul olan devlet kurumları, şirketler ve yatırımcılarla görüşecek.
UNESCO’nun 2011 yılını “Evliya Çelebi” yılı ilan etmesi nedeniyle Çelebi’yi daha iyi tanıma fırsatı doğmuş oldu. Hayata geçirilecek olan bir proje ile Türk ve Bulgar öğrenciler Evliya Çelebi’nin Bulgaristan’dan geçtiği güzergahtan geçerek yerinde tarih dersleri alacak. Toplumların kültürel mirasını korumak amacıyla kurulan UNESCO, 2011 yılını Evliya Çelebi yılı ilan etti. Evliya Çelebi adlı ilk hacimli biyografiyi hazırlayan Yusuf Çetindağ, dünyanın çeşitli bölgelerini yarım asır at sırtında gezen Evliya Çelebi tarafından kaleme alınan Seyahatname için “Dünya tarihinde onu geçecek ikinci bir kitap yok.” diyor. Doğumunun 400. yılında UNESCO’nun 2011’i “Evliya Çelebi Yılı” ilan etmesi ile dünyaca ünlü seyyah yeniden gündeme geldi. Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Evliya Çelebi” adlı ilk hacimli biyografiyi hazırlayan Yrd. Doç Dr. Yusuf Çetindağ, ünlü gezginin Seyahatname’yi yazmasının 17. yüzyılı aydın-
lattığını söylüyor. Çetindağ, “UNESCO’nun böyle bir etkinlik yılı ilan etmesi Çelebi’ye olan teveccühü artırmıştır. Çetindağ, Çelebi’nin 17. yüzyılda yaşadığı dönemin Osmanlı’nın en ihtişamlı ortamı olduğunu belirterek 20 milyon kilometrekare ile dünyanın en büyük devletinin seyyahı olduğunu dile getiriyor. Evliya Çelebi’nin 70 yıllık ömrünün 50 senesinin gezilerde geçtiğini ifade eden Çetindağ, ünlü seyyahın idealleri için evlenmekten, paradan ve makamdan vazgeçtiğini belirtiyor. Seyahatname’nin sıradan bir gezi kitabı olmadığını dile getiren Çetindağ, “Mimarlar, musikişinaslar, edebiyatçılar, şairler, ressamlar, hattatlar, dilciler, kültür araştırıcıları Seyahatname’den yararlanabilir. Çelebi, bu konuları kitabında ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Seyahatname’nin dünya hatırat tarihinin en nadide eseri olduğunu kaydeden Çetindağ, Evliya Çelebi’nin Türk milletine ideal veren birkaç kişiden biri olduğunu söylüyor. Çetindağ, 2011’in iyi değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek, “Akademik anlamda çalışmalar yapılarak onun hakkındaki yersiz olan şüpheler giderilmeli. Sempozyumlar ve paneller düzenlenmeli. Adına enstitü kurulup ilkokuldan başlayarak üniversite öğrencilerine kadar bu müstesna şahsiyet anlatılmalı. Çünkü Türk tarihi değil dünya tarihinde bir tane Evliya Çelebi var.” diye konuşuyor.
Evliya Çelebi’nin Bulgaristan hatıraları yeniden canlandırılacak
BULTÜRK TEMSİLCİLERİMİZ 1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
www.bulturk.eu / bilgi@bulturk.eu - Tel: 0212 511 33 91 İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Mümin TOPÇU Genel Yayın Yönetmeni Rafet ULUTÜRK Genel Yayın Müdürü Rıdvan TÜMENOĞLU Yayın Danışmanları Diş Dr. İsmail ALİOĞLU Prof. Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Em. Alb. Süheyl ÇOBANOĞLU Yavuz GÖKALP YILDIZ Em. Kur. Alb. Nurettin RUACAN Prof. Dr. Basri ERDEM Prof. Dr. Seçkin DİNDAR Niyazi GÜLER Doç. Dr. Emine İNANIR Erdoğan YURDAKUL
Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:
Nafiye YILMAZ Av. İhsan MOLLAOĞLU Zihni KARPAT Hüseyin YILDIRIM Muazzez YURDAKUL Muharrem KIRAN Muharrem TERZİ Mümin YILMAZ Timur BOZKURTOĞULLARI Murat ULUTÜRK Müjgan DENİZ Ramazan ÖZGÜR
İrtibat Bürosu: (500 Evler) Yıldırım Mh. Şehit Kamil Bahtiyar Sk. No: 114/A 500 Evler - Bayrampaşa / İSTANBUL Tel: 0212 581 78 08 / 511 63 47 Fax: 0212 511 33 91 Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Teknik Hazırlık: Abdullah Hacıfettahoğlu Baskı: İstanbul Tıp Kitabevi’nin Katkılarıyla hazırlanmıştır. Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.
Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Terken HACALOĞLU Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan (+34665397923) Kazakistan-Türkistan: Erkan BULGARİSTAN Sofya: Hikmet EFENDİEV Blagoevrad: Bülent MURADOV Smolyan: Rufat FELETİ Kırcaali: Emel BALIKÇI Momçilgrad: Akif MEHMET Ardino: Aziz ŞAKİR Cebel: Erdal H. AHMET Plovdiv: Fikret SEPETÇİ Stara Zagora: Hamiyet DAL Loveç: Emine BAYRAKTAROVA Troyan: Ergül BAYRAK Pleven: Rafet RODOPLU Şumen: Nurten RECEP Razgrad: Aydoan ALİ Haskovo: Güner SERBES Silistra: Tijen GÜLER Varna: Salih POMAK Dobriç: Sebahattin AYYILDIZ Ruse: Mecbure EFRAİMOVA
TÜRKİYE Ankara: Doç Dr. Hasan Ali KARASAR İstanbul Bayrampaşa: Dr. Bilican DERMAN Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR G.O.P. Yeşilpınar: Suzan YAMAÇ G.O.P. Merkez: Metin AKIN G.O.P. B.H.Paşa: Dr. Nedim BİRİNCİ Zeytinburnu: Mustafa GÜLER Esenler: Ramazan KIŞLA Başakşehir: İsmail ERDEM Bursa: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Rıdvan TÜMENOĞLU Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN İzmir Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU Görece: Mümin GÜNEY Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Sezai ALTINAY Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Osmangazi Ünv. - Svgin GÖKE Zonguldak: Dr. Mustafa KAHRAMAN
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Azerbaycan’da Hocalı Soykırımı
Bu kanunla birlikte Azerbaycan’ın bütün bölgelerinde av silahları da dâhil olmak üzere silahlar toplanmış, Dağlık Karabağ’da ise bu görev Rus askerleri tarafından yerine getirilmiştir. 1990 yılınınAğustos ve Eylül aylarında Ermeniler saldırılarını doğrudan Azerbaycan Türkünü yöneltmeye başlamışlar, otobüs baskınları, yol kesme gibi terör eylemlerine kalkışmışlardır. 1990 yılı başlarında yaklaşık 186 bin Azerbaycan Türkü, Ermenistan’dan Azerbaycan’a gitmeye zorlanmıştır. Ekim 1991’de ilk Azerbaycan Türk köyü Ermenilerce ele geçirilmiştir. Hocalı Katliamı, Rus askerlerinin desteğiyle 25–26 Şubat 1992’de Hocalı’ya ulaşan Ermeni kuvvetlerince gerçekleştirilmiştir. Rusya olaylarla ilgisinin olmadığını iddia etse de, Rus ordusuna ait 366. alayın 1991’in sonbaharından beri Ermenilerin safında savaştığı, alaydan kaçan dört askerce doğrulanmıştır. 10 bin nüfuslu Hocalı’da olaylar sırasında yaklaşık 3.000 Azerbaycan Türkü bulunmaktaydı. Saldırıda ölenler hakkında verilen resmi rakam 613 kişi olmakla birlikte, katledilen toplam Azerbaycan Türkü sayısının 1.300 kişi olduğu söylenmektedir. Saldırılar sırasında Hocalı’da yaşayan Ahıska Türkleri de evlerinde yakılarak öldürülmüştür. Kadın, çocuk ve yaşlılar da dâhil olmak üzere siviller katledilmiştir. Katliamın ilk gecesinde sekiz aile bütün fertleriyle öldürülmüş, 700’den fazla çocuk anne ya da babasını kaybetmiştir. Yaralılar ise 1.000’in üzerindedir. Katliama tanık olan bir gazeteci, yaşananları şu şekilde aktarmaktadır: “Dağlık Karabağ’ın Hocalı kentinin düşüşünü bir gün boyunca yaşadım. Görüntülerle belgeledim ve video çekimleriyle bir günde 1.300 Azerbaycan Türk’ünün Ermeni çetecilerce öldürülüşünü bütün dünyaya duyurdum. Hocalı katliamı anlatılamaz bir vahşetti. Azerbaycan yönetimi ve Cumhurbaşkanı Ayaz Mütellibov, olayı dört gün boyunca kamuoyundan gizlemeye çalıştılar. Bütün Azerbaycan şok olmuştu. Ermeni bıçakla-
İngiltere’de esrarengiz gemi bulundu
İçişleri Bakanlığı sözcüsü, Libya’nın başkenti Trablus’tan dönen gemiye bu sabah el konduğunu söyledi. Geminin daha önce Trablus Limanı’na demirlemeye çalıştığı ancak kaptanın bunda başarılı olamadığı belirtiliyor. İngiliz karasularına dönüşü sonrası Harwich Limanı’na götürülen gemiden indirilen konteynırlar, İngiltere’nin sınır güvenliğinden sorumlu biriminde inceleniyor. İngiltere İçişleri Bakanlığı sözcüsü, konteynırların güvenli bir bölgeye götürüldüklerini, el konan para için de durumun aynı olduğunu açıkladı. Gemide bulunan paranın nereden geldiği ise bu aşamada bilinmiyor. BM Libya’ya yaptırım uyguluyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Libya’da Muammer Kaddafi yönetmine yaptırımlar getiren karar tasarısını oybirliğiyle onaylamıştı. Karar kapsamında Libya rejimine silah ambargosu konmuş; Muammer Kaddafi, akrabaları ve rejimin önemli mensuplarının mal varlıkları dondurulmuş, bu kişilere karşı uluslararası seyahat yasağı getirilmişti. İngiltere de bu karara paralel olarak, Libya banknotlarının lisanssız şekilde ihracını yasaklamıştı
Aslı Optik
rından, kurşunlarından kurtulmayı başaranlar; kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar karlı dağlarda tipi altında Agdam’a gelmeyi başardıklarında çoğunun ayakları donmuştu. Bazılarının ayakları ise kangrenden dolayı kesilmişti. Ermeniler vahşetin her türlüsünü sanki ibret olsun, örnek olsun diye yapmışlardı. İhtiyar dedelerin, yaşlı anaların yüzleri jiletlerle doğranmış, genç kadınların göğüsleri peynir gibi kesilmiş, bebeklerin kafa derileri yüzülmüştü. Hocalı ile Agdam arasındaki 12 kilometrelik orman boyunca cesetler dizilmişti.” Gelişmelere seyirci kalan BM ve Batılı devletler, Ermenilerin yaptıkları katliamlara ve işgal hareketlerine ciddi bir tepki göstermemişlerdir. Ermenilerin Mayıs 1992’de Nahçıvan’a saldırmalarından sonra Türkiye 1921 Kars Anlaşması çerçevesinde bölgeyi korumak için askerî müdahalede bulunabileceğini açıklamıştır. Uluslararası toplum, ancak Ermenilerin nüfusu 60 binden fazla olan Kelbecer’e saldırmasıyla harekete geçti. BMGK, 822 sayılı kararı ile Ermeni kuvvetlerinin işgal altındaki topraklardan çekilmesini istedi, ancak bu sonuç vermedi. Kararın ardından AGİT bünyesinde arabuluculuk çalışmaları başlatıldı. 1994 yılında iki taraf arasında ateşkes ilan edilmiştir. Savaş sonrası çözüme kavuşturulamayan bir diğer sorun da, ülke içerisinde yerinden edilen ya da sığınmacı durumuna düşen bir milyon civarı Azerbaycan Türkü’dür. Bunların büyük bir çoğunluğu Azerbaycan sınırları dâhilinde yaşamaktadırlar. Azerbaycan nüfusunun %10’undan fazlası ülke içinde yerinden edilmiş sığınmacılardan oluşmaktadır ki bu, kişi başına dünyada yerinden edilmiş en büyük nüfus hareketlerinden biri anlamına gelmektedir. Bu insanlar hâlâ Ermenilerce işgal edilen topraklarda bulunan evlerine geri dönmeyi beklemektedirler. Azerbaycan Cumhuriyeti’nde yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan veya başka ülkelerden Azerbaycan’a gelen Azerbaycan vatandaşları, Azerbaycan hükümeti tarafından “göçkün” olarak adlandırılmaktadır. Sorunlarına hâlâ kalıcı çözümler bulunamayan göçkünler; mesken, iş, yiyecek, sağlık, eğitim ve can güvenliği gibi birçok sorunla karşı karşıyadırlar. Bulent MAŞAOĞLU
Kırcaali Emniyetinin yeni müdürü Valeri Baranov
Kırcaali Emniyet binasında, dün gece düzenlenen bir basın toplantısıyle, Kırcaali yeni emniyet müdürü Valery Baranov, İçişleri Bakanı Tsvetanov tarafından, medya aracılığı ile Kırcaali bölge insanına tanıtıldı. Bu güne kadar Plovdiv Emniyeti İkinci Bölgesel Yönetim direktörü olan Valeri Baranov, görev yaptığı bölgenin büyüklüğünü, Kırcaali bölgesi büyüklüğünde olması ve Plovdiv şehrinin Kırcaali’ye Sofya’dan / eski müdür Todor Terziev’in emekliye ayrılmasındasn sonra, bir başka aday da Sofya Emiyetinden Kırcaali’ye tayin edilme ihtimali bulunuyormuş / daha kısa mesavede bulunması , dolayısıyle halkın emniyeti bakımından, birbirlerine daha yakın olamsı nedeniyle, Komiser Valeri Baranov’un getirilmesinin kararlaştırıldığına dair bilgi verdi. Komiser Valeri Baranov ise, işe sokak holiganlarından ve seçim dönemlerinde oy avcılığı yapanlardan başlayacaklarının altını çizdi
Şerif Manaş
Büyük Reşit Paşa Cad. Yumni İş Merkezi, Giriş Kat No: 22 Vezneciler / İstanbul Tel: 0539 968 47 57 - 0543 657 34 12
15
Türkiye’de görülmesi gereken 50 yer Dev heykeller mekânı Nemrut: Adıyaman’ın Kahta ilçesinde bulunan ve içinde Kommagene Krallığı’nın antik kentini barındıran milli park içerisinde, aslan ve kartal heykellerinin arasında 7 metreye varan dev heykeller bulunuyor. Bölge, tarih meraklıları için ideal. Doğayla iç içe bir kasaba: Karadeniz’in şirin kasabalarından olan Amasra, sakin bir tatil isteyenler için ideal bir mekân. Doğal güzelliklerinin yanı sıra, kalesi, müzesi ve Cenova şatosuyla tarihi bir tur da yapabilirsiniz. Amasya’nın nehir güzelleri: Bir İç Anadolu şehrinde de sizi şaşırtacak şeyler olabilir. Şehrin merkezinden geçen Yeşilırmak’ın kenarında sıralanan ve geleneksel Osmanlı evinin bütün özelliklerini bünyesinde taşıyan Amasya evleri bu şehri görmek için iyi bir neden. Tarih ve gizemi birlikte görün: Likya, Roma ve Bizans uygarlıklarından kalan tarihi yapıları olan Olimpos’ta hem doğal hem gizemli bir tatil geçirebilirsiniz. Cirali’da 3 bin yıldır yanan ateşi görebilir, dünyanin en güzel kumsallarından birinde denize girebilirsiniz Balıklar ve kuşlarla beraber: Bursa’ya 34 km uzaklıktaki Uluabat Gölu, yapısı itibarıyla değişik türden yüzbinlerce su kuşuna beslenme ve barınma olanağı sağlıyor. Su içinde yaşayan canlılar için de zengin bir yapıya sahip gölde 21 çeşit balık bulunuyor. Şirince: Ege’de bir Rum köyü - İzmir’in Efes harabeleriyle ünlü Selçuk ilçesinin 8 km. doğusunda üzüm bağlari, şeftali bahçeleri ve zeytinliklerle çevrili tarihi bir Rum koyu Şirince. Burada yapılan Şirince evleri de 19. yuzyıl Anadolu mimarisini yansıtıyor. İstanbul’a nefes aldıran yerler: İstanbul’da yaşıyorsanız yakın yerlere kaçmak istersiniz. İşte; Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, tarihi Polonezkoy, iki akarsu arasında kalan şirin mekan Ağva veya İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakası Karadeniz girişinde yer alan Anadolu Feneri önerebileceğimiz mekanlar. Osmanlı köyü Cumalikızık: Bursa’ya 2 km. uzaklıktakı Cumalikızık, Orhangazi’nin Bursa’ya girmeden önce yaptırdığı köylerden biri. Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinin verildiği evlerden oluşan köye giderseniz, dar sokaklardan akan sular sizi karşılayacak Hem kaplıcası hem yeşili: Tatilde herkes farklı yerleri tercih eder. Eğer kaplıca seçeneğinden yanaysanız, İnegöl’e 27 km. uzaklıktaki Oylat Kaplıcaları’nı tercih edebilirsiniz. Orman içindeki mekan, size hem yeşilin en güzelini hem de şifalı sularını sunuyor. Ege’nin ikiz kardeşleri: Kaleköy’de Türkiye’nin en son günbatımını yaşamak, Zeytinli’de dibek kahvesi içmek ve Hristo’nun tatlılarını yemek isterseniz Gökçeada’ya yelken açın. Rum köylerini tek tek gezin. Erzurum’da bir şelale: Tortum’a 35 km. uzaklıktaki şelale, 48 metrelik yüksekliği ile Asya ve Avrupa’nin en büyük, dünyaniın ise üçüncü büyüklukteki şelalesi olarak biliniyor. Dünyanın sörfçüsü burada: Alaçatı, her milletten sörfçünün akın ettiği yerlerin başında geliyor. Hem rüzgarıyla yılın tüm zamanlarinda sörf yapma imkanı tanıyor hem de doğal güzellikleri, mimarisi ve yetiştirilen doğal ürünleriyle sizi bekliyor. Köyceğiz, tarih ve doğa...: Bir liman kenti olarak tarihi 4 bin yıla dayanan şehrin, tercih edebileceğiniz çok farklı özellikleri bulunuyor. Örneğin, Sultaniye köyunde termal kaplıcalara gidebilir, Yayla köyü ve Gökçeova’da safari yapabilirsiniz. Kalem ustalarının çilehanesi: Selçuklular döneminde inşa edilen Sinop Cezaevi, 1997 yılına kadar siyasi mahkumların gönderildiği cezaevi olarak varlığını sürdürdü. Müzeye dönüştürülen hapishanede Refik Halit Karay, Sabahattin Ali ve Necip Fazıl Kısakürek gibi isimler kalmış. Doğada sessiz bir tatil: Datça merkeze 25 km. uzaklıktaki Palamutbükü’nde denize girebilir, şeffaf sularında balık avlayabilir ve yakın yerlere tekne turuna çıkabilirsiniz. Sit alanı olarak belirlenen köy, denizi ve doğayı sevenler için iyi bir tatil imkanı sunuyor Denizi de doğası da eşsiz: Fethiye’ye bağlı Öludeniz’de, dünyanın en güzel kumsalında denize girebilir, Kelebekler Vadisi ve Gemiler Adası’nı görebilir, Babadağ’dan yamaç paraşütü yapabilirsiniz Kanyonda sürpriz yolculuk: Fethiye-Antalya arasındaki 18 km. uzunluğundaki Saklıkent, olağanüstü güzellikler sunan bir vadi olarak karşımıza çıkıyor. İlerlemek için kayalara tırmanacağınız mekan size farklı bir deneyim sunacak. Adalarda gezmenin zamanı: İstanbul’da gezilip gürülmesi gerekli yerler listesinin başında mutlaka Adalar olmalı. Özellikle de Büyükada. Yaz, adalara gitmek için en uygun mevsim Şille’yi görmeden gitmeyin: Konya, tarihi ve kültür mirası ile tam bir açık hava müzesi. Hz. Mevlana’nın iklimini hissetmek, onu yaşamak isteyenler yolunu muhakkak bu kente düşürmeli. Uzungöl henüz bozulmadan...: Uzungöl, dağların arasına gizlenmiş bir düş bahçesi adeta. Yeşilin binbir tonu, rengarenk çiçekler, yayla serinliği... Yapılar henüz çoğalmadan yolunuzu Uzungöl’e düşürün. Kapadokya anlatılmaz, yaşanır: Kapadokya’da balon turu fotoğraflarına bakıp iç geçirenlerden misiniz? Cevabınız evetse bu yaz, tatilinizin bir kısmını peribacalarını görmeye ayırın. Bir masal şehri Harran: Şanlıurfa’nın 45 km. güneydoğusundakı Harran, Mezopotamya ile Akdeniz’i birleştiren önemli bir durak noktası. 5 bin yıllık bir geçmişe sahip. İlk çağlardan beri önemli kültür merkezi. Sinan’ın şaheseri Selimiye: Edirne Selimiye Camii, Mimar Sinan’ın başyapıtlarindan biri. Aynı zamanda Osmanlı-Türk mimarisinin de doruk noktası. İçeride bulunan çinilerin, hatların, mermerlerin ve işlemelerin hepsi ise ayrı bir sanat eseri. Ege’nin beyaz incisi: Denizli’de bulunan ve Antik Havuz, Antik Tiyatro, Arkeoloji Müzesi’nin de yer aldığı böl-
geyi, hem bir doğa harikası hem de tarihi bir mekan olarak gezebilirsiniz. Hem Selçuklu hem Osmanlı: Doğubeyazıt’ın 5 km. uzağında sarp kayalar üzerine kurulmuş 116 odalı İshakpaşa Sarayı, Türkistan, Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerini birleştiren bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Antik güzel Aspendos: Aspendos, amfitiyatrosuyla meşhur bir antik kent. Antalya’nın 49 km. batısında yer alıyor. M.S. 2. yy’da Romalılar tarafından inşa edilen tiyatro 15 bin kişi kapasitesi ile en iyi korunmuş eski yapılardan. Uluslararası üne sahip: Uluslararası bir üne sahip Demre’de Noel Baba Kilisesi, Myra antik kentinin dağa ustalıkla oyulmuş kaya mezarları görülmeye değer yerler. Kaş’a 40 km. mesafede bulunuyor. Ordu’ya Boztepe’den bakın: Doğanın tüm güzelliklerinin cömertçe sergilendiği bir ilimiz Ordu. Karadeniz’in en temiz kumu ve en uzun sahil şeridine sahip. Yeşil ile mavinin kucaklaştığı şehri, Boztepe’den seyretmenin keyfine doyum olmaz Söğüt’te tarihi yolculuk: 700 yıllık Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olan Söğüt, Bilecik’in 29 km. doğusunda. Söğüt’e yolunuzu düşürüp Ertuğrul Gazi, Dursun Faki ve Şeyh Edebali’nin türbelerini ziyaret edebilirsiniz Kültepe’yi dünya tanıyor: Anadolu’nun en eski yazılı kaynakları da Kayseri’nin 8 km. doğusundaki Kültepe’de bulundu. Kültepe kazıları bütün dunyanın yakından takip ettiği bir çalışma. İznik’e bir gün ayırın: Yolunuz Bursa’ya düştüyse İznik’i mutlaka görmelisiniz. Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin kol kola verdiği bu şirin ilçe Bursa’ya bir saatlik mesafede. Çinileri de dünyaca ünlü. Yedi renkli göl Eğirdir: Isparta sınırları içindeki Eğirdir Gölü’nün manzarası yılın her mevsimi harika. Genelde çamgöbeği renginde olan göl; bazı gün ve saatlerde değişik renklere büründüğü için halk arasında yedi renkli olarak anılıyor. Kutsal balıklara yem atın: Balıklıgöl, (Aynzeliha ve Halil-ur Rahman Gölleri ) İbrahim Peygamber’in ateşe atıldığında düştüğü yer olarak biliniyor. Bu iki göl Urfa’nın en çok ziyaretçi çeken yerleri. Mardin’i görmeden olmaz: Taşın insan yaşamındaki yerini, insan emeğinin taşı nasıl şekillendirdiğini görmek için dinlerin, mezheplerin harman olduğu Mardin’e yolunuzu düğürün. Van Gölü’nde günbatımı: Van kültürel birikimi ve doğal güzellikleri, yöresel dokusuyla Anadolu’nun motiflerini yaşatabilen bir kent. Türkiye’nin en buyuk gölü bu ilimizde. Van Gölu üç de ada barındırıyor: Bu adalardan en meşhuru Akdamar Doğal serinlik Ayder Yaylası: Ladin ve kayın ormanlarıyla kaplı yayla Çamlihemşin ilçesine 16 km. mesafede. Ayder, zengin florasının yanı sıra kaplıcası ile de bölgenin en çok tercih edilen tatil yerlerinden biri. Ashab-i Kehf ziyareti: Kur’an-i Kerim’in Kehf Suresi’nde geçen “Yedi uyuyanlar mağarası” her yıl ziyaretçi akınına uğruyor. Birçok Kur’an meal ve tefsirinde, Ashab-i Kehf mağarasının Tarsus’ta olduğu belirtiliyor. Damlataş astıma iyi gelir: Alanya için çok rahatlıkla bir mağaralar kenti diyebiliriz. Dünyaca ünlü mağarası Damlataş’tır. Mağara, büyüleyici güzelliğinin yanı sıra astım hastalarına iyi gelen havasıyla da bilinir. Açık hava müzesi Harput: Elazığ’a 5 km. mesafedeki Harput ilçesi bir açık hava müzesi görünümünde. Müzesi, kalesi, Ulu Camii, Meryem Ana Kilisesi ve Buzluk Mağarasıyla görülmeye değer bir turizm merkezidir. Bolu’nun gerdanında inciler: Dağların arasındaki vadilerde zamanla oluşan ve yan yana sıralanan göller Yedigöller olarak anılıyor. Doğa meraklıları için ideal bir mekan. Gelibolu Yarımadası’nda tarih: Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı çarpışmalarının yaşandığı Gelibolu Yarımadası, adeta bir savaş müzesi görünümünde. Çanakkale’de bulunan şehitlik, birçok ziyaret mekanı ile hem yerli hem de yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Antik kentte gizemli yolculuk: İzmir’in Selçuk ilçesi yakınlarındaki 4 bin yıllık Efes Antik Kenti, kiliseleri, çarşıları, mağaraları, çeşmeleri ile en çok ilgi çeken turistik mekanlardan. İlk uygarlıklardan bugüne: Karain mağaraları, Türkiye’nin en büyük ve aynı zamanda içinde insan yaşayan dogal mağaraları arasında yer alıyor. Mozaik kent Zeugma: Gaziantep ili, Nizip ilçesinde yer alan antik şehir, Roma döneminden kalan mozaikleri ile tanınıyor. Cami ve kilise bir arada: Kars’ta, farklı uygarlıkları simgeleyen eserlerin bulunduğu Ani Harabeleri, en cazip turizm merkezlerinden biri. Farklı uygarlıklara ait cami, kilise, kervansaray ve manastırın yer aldığı mekan tam tarihseverlere göre... Artvin’in her köyü bir yayla: Artvin’in de yüzde 51’ini yaylalar oluşturuyor. Burada, Sahara Yaylası (Savsat), Bilbilan Yaylasi (Ardanuc), Kafkasor Yaylası’nı (Merkez) görebilirsiniz. Vadiler de bunların arkasından gelir. Tarih, oksijen ve trekking!: Çanakkale ve Balıkesir arasında bulunan Kazdağları, yemyeşil doğası, tarihi kalıntıları, dereleri ve şelaleleriyle görülmeye değer bir belde. Anadolu’nun bütün güzel evleri: Karabük’e bağlı bir Karadeniz kasabası olan Safranbolu, klasik Osmanlı kent mimarisini yansıtan evleriyle tanınıyor. Türkiye’de ‘Dünya Mirası Listesi’nde yer alan 9 kültürel varlıktan biri... Kültürlerin kavşak noktası: Mardin ve Batman arasında yer alan Hasankeyf, konum itibarıyla kültürlerin kavşak noktasında bulunuyor. (Muhammet ULUTÜRK)
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
BULTÜRK’ÜN KURUCU ÜYESİ Prof. Dr. Seçkin DİNDAR TBMM’ne Aday
Öğrencileriyle vedalaştı Kurucu üyelerimizden Prof. Dr. Dindar ülkemizin geleceğine daha fazla katkı sağlayabilmek için bu seçimlerde TBMM girmek için Milletvekili Adayı. Bu yıl 2011’de yapılacak olan genel seçimler hem ülkemiz hem de camiamız için son derece önemlidir. Çünkü camiamız şimdiye kadar seçimlere sadece seçmen olarak katılırken bu seçimlerde üyelerimizin önde gelenlerinin bir kısmı adaylıklarını koyarak TBMM temsilcilerimiz olarak gitmek için hazırlıklarını yapmaktadırlar. Bultürk olarak sitemizde yapmış olduğumuz ankete de büyük bir katılım olmuştur. Bu da göstermektedir ki, camiamız kendi adaylarını Parlamentoya taşımaya hazırdır. Bu seçimlerde kurucularımızdan ve dernek üyelerimizden hocamız Sayın Seçkin Dindar da Miletvekili seçimleri ile ilgili hazırlıklarını sürdürmektedir. Bu vesileyle Hocamız Sayın Seçkin Dindar’ı okuyucularımıza ve camiamıza tanıtmak istiyoruz. Prof. Dr. Seçkin Dindar 1954 yılında
Edirne Uzunköprü Çöpköy de doğdu. Dedesi Bulgaristan’ın Şumnu şehrine bağılı Cuma kazasından 93 harbinden sonra Trakya bölgesine göç etmişlerdir. Anne ve babası Lüleburgaz Kepirtepe Köy Enstitüsü mezunu olup önce köy okullarında daha sonra Uzunköprü’de öğretmen olarak çalıştılar. Anne babasının öğretmen olması hocamız Seçkin Dindar’ın entelektüel gelişimini sağlamasında büyük rol oynadı. İlk, orta ve lise öğrenimlerini Uzunköprü’de tamamladıktan sonra 1971 yılında İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinde öğrenime başladı. Mezun olduktan sonra yüksek lisans ve doktorasını tamamlayarak yine aynı fakültede asistan, doçent ve profesör olarak görev aldı. 1979 yılında profesör (çocuk kalp doktoru) Aygün Dindar’la evlendi. Seçil Dindar (1981) ve Sezin Dindar (1989) adında iki kızı var. Fakültede çalıştığı yıllarda binlerce öğrenci yetiştirerek ülkemize kazandırdı. Sivil toplum örgütleri ile çalışmaları lise yıllarında başlayan Seçkin Dindar’ın bu çalışmalarına ara vermeden günümüze kadar sürdürdü. Özverili çalışması ne-
deniyle çevresinde büyük bir saygınlık uyandıran kurucu üyelerimizden Prof. Dr. Seçkin Dindar daha faydalı olabilmek ve ülkemizin geleceğine daha fazla katkı sağlayabilmek için bu seçimlerde TBMM girmek için adaylığını koyacaktır. Bizlerde camia olarak tüm gücümüzle kendisini desteklemeye hazırız. Kendisine tüm Bulgaristan camiası olarak başarılar dileriz. Üye Olduğu Dernekler Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği-Kurucu Üye; Türk Endodonti Derneği (Başkan); Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği; Yeni Kuşak KöyEnstitüleri Derneği; Topkapı Lions Kulübü Kitapları Seçkin Dindar, Oktay Dülger. Enddonti’de Yenilikler / İstanbul: [y.y.], 1995 Diş Hekimliğinde İmmünoloji / Seçkin Dindar [y.y.: y.y.], [t.y.] 1982
Oral Diagnoz / İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 1985 Seçkin Dindar, Endodonti Ders Notları, 1994 Seçkin Dindar, S. Büyükgökçesu “Dişlerin Kök Kanal Tedavileri İçin Hazırlanmaları” İ. Ü. Diş Hekimliği Fakültesi Teksir 1982 “Ağız İçi Periepikal Röntgen Film Çekim ve Banyo Hataları” İst. 1988 Seçkin Dindar, “Diş Anomalileri ve Kazanılmış Defenktlerinde Radyografik Görüntülerin Değerlendirilmesi” İst. 1988 Aldığı İdari Görevler İ. Ü. Uluslararası Akademik Kurul Başkanlığı Oral Diagnoz ve Rad. Bil. Dal. Başk. 25.12.1984 - 12.12.1986 İstifa Fakülte Yönetim Kurulu Üyesi 18.10.1995 06.01.1998 Aldığı Ödül İ. Ü. Diş Hekimliği Fakültesi Araştırma Ödülü
BULTÜRK Genel Merkezi’nden
DUYURU
Değerli Hemşehrilerimiz ve Gönül Dostlarımız! Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin yeni Genel Merkezi yoğun çaba ve büyük fedakarlıklarımızla faaliyete geçmiştir. Geldiği yerleri ve çektiği çileleri unutmayan gelecek nesillere bırakılacak olan bu kuruluşun bağımsız ve daha emin bir şekilde yol alabilmesi adına bundan sonra ki faaliyetlerimizde “benimde bir tutam tuzum olsun” diyen tüm duyarlı dostlarımızı katkıya davet ediyoruz. Katkılarınız dernek kayıtlarına geçerek ülkemizin en büyük kuruluşunun oluşmasının öncüleri olarak gelecek nesillerin iftihar ve gurur kaynağı olacaksınız. Allah (c.c.) hayırlarınızı kabul ve mazhar eylesin! (Amin) En derin saygılarımızla,
Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Bahtiyar Sk. No: 114/A Bayrampaşa / İSTANBUL