BULTÜRK Gazetesi 56.Sayı

Page 1

1913 Sofya

Yıl: 7

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Sayı: 56

Ocak - 2012

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz

Komünist Dönemde Türk Topluluğuna Ait Olan ne Varsa Ortadan Kaldırılmaya Çalışılmıştır

Müslümanlara Kültürel Soykırım Uygulaması Yapılmıştır

Bulgaristanda Federasiya Spravedlivost Başkanı Sezgin Mümin ile birlikte basın toplantısı düzenlendi. Bulgaristan Parlamentosunun geçen yüzyılın 70 li ve 80 li yıllarında ülkede yaşa-

yan Müslümanlara ve Türklere totaliter Jivkov iktidarı tarafından uygulanan asimilasyon sürecini kınaması Bulgaristan’da ve yurt dışında yaşayan Türklerin ve Müslümanların yaralarına bir nebze de olsa su serpmiştir. Bu acı günler hiç bir zaman unutulmayacaktır.

Bize göre bu dönemde yapılanlara sadece asimilasyon uygulaması demek yeterli değildir. Bu dönemde Türk Müslüman topluluğa ait olan ne varsa ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Yani kelimenin tam anlamı ile kültürel soykırım uygulaması yapılmıştır. Her şeye rağmen bize göre Bulgaristan Parlamentosu bir adım atmıştır ve Bulgaristan’da geleceğin daha aydınlık olduğuna dair işaretleri vermiştir. Gelişmekte olan demokrasi ve insan haklarına saygılı bir döneme girilmiştir. Bu da Bulgaristan’ın önünü her yönde açacaktır. Hem siyasi, hem iktisadi hem de sosyal yönleriyle. Çünkü farklı etnik grupların birbirlerine olan güvenin artması ile birlikte ülkenin kalkınması ve atılım yapması da kolaylaşacağı gibi uluslararası ortamdaki yeri de sağlamlaşacaktır. Ancak biz birkaç hususa değinmek istiyoruz ve bu hususların ivedilikle ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Parlamentonun almış olduğu bu karardan sonra bu konuların çözümüne de sıra gelmiş demektir. Devamı 7’de

Türk Dünyası’nın Bir Çınarı daha yıkıldı

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin

savaşçısı-fedekar, şaşmaz eğilmez, yılmaz ve yorulmaz mücahidi

Sn.Rauf DENKTAŞ Hakkın Rahmetine Kavuşmuştur ALLAH RAHMET EYLESİN

”Türk Milleti Tarihiyle Köşker: 2012 Türkiye ve Bulgaristan Yılı Olsun Bulgaristan’ın Yeni “Gebze ile Şumen arasında sanayi ve kültürel bağları güçlendirme konusunda umudum var. Onur Duyar!” Cumhurbaşkanı Görevde Bulgaristan’ın Şumlu (Şumen) Belediye Başkanı Krasimir Kostov ve İstanbul Konsolosu Todor Petrov’u Komunistlerin son kalesi de yıkıldı T.C.Dışişleri Bakanı ağırlayan Gebze Belediye Başkanı Adnan Köşker 2012 Bulgaristan’da 23.10 yılının, kardeşlik ve dostluk bağlarının bulunduğu Bulga2012 tarihinde seçiAhmet ristan ve Türkiye yılı olmasını temenni ettiklerini söyledi. len Cumhurbaşkanı ŞUMEN’DEN Gebze ÇIKARMASI -Bulgaristan’ın Davutoğlu İstanbul Konsolosu Todor Petrov ve Şumlu Belediye Rosen Plevneliev

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kayseri’de yaptığı konuşmada “Türk milleti tarihiyle onur duyar” dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kayseri’de yaptığı konuşmada “Türkiye’nin batısında Yunanistan’a İspanyaya uzanan kuşakta ekonomik kriz var. Fransa’nın notu geçtiğimiz günlerde düştü. Zaten bizim gözümüzde düşmüştü. Biraz önce Paris elçimizle konuştum. Aynı tarihi vakayı bizim vatandaşlarımız Fransa’ya gösterdiler. Türk milleti tarihiyle onur duyar” dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, AK Parti Grup Başkanı Mustafa Elitaş, milletvekillerinin de katıldığı AK Parti İl teşkilat toplantısında, Kayseri’den övgüyle söz ederek, “Kayseri, ben bir medeniyetin tüm unsurlarını burada barındırıyorum diye. Selçuklu medeniyetinde Kayseri Konya’nın ikiz kardeşidir. Kaderleri birbirine ikiz kılınmış iki şehirdir. Her zaman Kayseri, milletimizin istikametinin şekillendiği bir kenttir. Ben de ikiz kardeşten hareketle kendimi Kayserili olarak görüyorum” diyerek Kayseri’den övgüyle söz etti.

Rafet ULUTÜRK

BAŞYAZI

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı

Derneğimizin kuruluş amacını hepiniz bilmektesiniz. Bugüne kadar birkaç arkadaşın omuzlarında faal olmaya çalışan derneğimizin başarılı olabilmesi ve maksatlarına ulaşabilmesi için geniş katılımlı ortak çalışma gerekmektedir. Derneğimizin en önemli amaçlarında birisi Bulgaristan Türklerini örgütlemek ve tek vücut haline getirmektir. Bunu başardığımız takdirde zaten Türkiye’de ve Bulgaristan’da en etkili sivil toplumlardan biri olacağız. Bunu başardığımız takdirde başarılarımızın ve Milletimizin nasıl hızla kalkındığını hep birlikte göreceğiz. Devamı 2’de

Başkanı Krasimir Kostov, Gebze Belediye Başkanı Adnan Köşker’e konuk oldu. Belediye başkanı ve konsolosun Başkan Köşker’i ziyaretine; Gebze Ticaret Odası Başkanı Nail Çiler, Şumen Endüstriyel Park İcra Müdürü Nikolay Tonçev, yönetim kurulu üyesi Tonço Tonçev, Bulgar gazeteci Ventseslav Venkov, belediye başkanının eşi Olga Kostov, Gebze Belediyesi Meclis üyeleri Ergün Kahraman, Beyazıt Yıldırım, GTO yönetim kurulu üyesi Mestan Okan, Balkan Türkleri Dernek Başkanı İsmail Yılmaz da katıldı. VİZE SORUNLARI GÜNDEME GELDİ -Konuklarının ziyaretinden duyduğu memnuniyeti ifade eden Gebze Belediye Başkanı Adnan Köşker, başkanlık dönemi öncesinde yatırım araştırmaları yapmak üzere Bulgaristan’a sık sık gittiğini ifade etti. Türk yatırımcıların Bulgaristan’a yeni yatırımlar yaptığını dile getiren Başkan Köşker, bunların sayısı-

nın artmasını temenni ettiklerini sözlerine ekledi. “Kardeşlik ve dostluk bağlarımızın olduğu Bulgaristan’la ticari ilişkilerimizin de güçlenmesini temenni ederiz” diyen Başkan Köşker konuşmasının devamında şunları söyledi: “Gebze’miz, Bulgaristan’dan göç eden kardeşlerimizin yoğun olduğu bir kent. Bulgaristan bizim için kardeş bir ülke. İki ülke arasındaki ticaret hacmini düşüren vize sorununun kısa sürede çözüleceğini umut ediyoruz. 2012 yılının Türkiye ve Bulgaristan yılı olmasını temenni ediyoruz.”

YATIRIMCILARI ŞUMENE DAVET ETTİ

Bulgaristan Türkleri TBMM’de Trakya, Rumeli Balkan ToplantIsI Platformu kuruldu Türkiye’de faaliyet gösteren göçmen dernekleri İstanbul’da Bultürk’te toplanarak ortak amaçlarını gerçekleştirebilmek ve daha etkili çalışmalar yapabilmek için Bulgaristan Türkleri Evladifatihanlar Platformu kurmaya karar verdiler. Platform kurucuları Bulgaristan’daki faaliyetlerin tahmin edici olmadığını oysa 2013 yılında Genel Seçimler yapılacağını ve bu seçimlere de son derece hazırlıklı girilmesi gerektiğini belirtiler. Bulgaristan’daki Müslüman Topluluğunun eğitimden din özgürlüğüne, sivil örgütlenmelerden yazılı basına kadar birçok sorunu bulunmakta. Vakıf malları ile Müftü seçimlerinin son derece problemli olduğunu, bu sorunların halledilmesi için de güç birliğinin şart olduğunu ifade ettiler. Platformun Koordinatörlüğüne seçilen Metin Karan ise Bulgaristan’daki Türk-Müslüman toplumu temsil etmeye veya edemeyen siyasetçilerin siyaset sahnesinden çekilmeye mecbur bırakacaklarını ve yerlerine gençlerden oluşan yeni nesil ahlaklı ve kendi kimliği ile özdeşleşen siyasetçilerinin seçilmelerini sağlayacaklarını belirtti. “Biz kimliğimizi kullanıp, Bulgaristan Parlamentosunda bu kimliği temsil etmeyenler bundan böyle artık bulunmamalıdır, buna bizler müsaade etmeyeceğiz.”dedi. Bulgaristan Türkleri Platformundan– Prof.Dr.Pelin Gunes BAKIR, Met i n K A R A N , D r. M u j g a n D E N İ Z

Bu toplantıya bizleri davet eden Sn. Rifat Sait’e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bultürk hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de soydaşlarımıza yönelik faaliyet gösteren bir dernek olarak yaptığımız çalışmalara özetle değinmek istiyorum. 1. Derneğimizde her 15 günde bir konferans ve seminerler düzenleyerek, gençlerimize Türkiye’deki güncel siyasi gelişmeler kadar Balkanlar ve Türk Dünyasını da kapsayan çok yönlü seminerler düzenleyerek gençlerimize az da olsa bir şeyler vermeye çalışıyoruz. 2. Bulgaristan’da 13.000 kişinin katılımının sağlandığı dev bir anket yaptık. Bu anket büyük bir ilgi çektiği gibi son derece çarpıcı sonuçlar ortaya çıkardı. Bulgaristan’da ise aşırı Bulgar Milliyetçilerin tepkisine neden oldu. Devamı 14’te

ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Margarita Popova görevlerine başladı. Geleneksel askeri tören ve 21 pare top atışı ile başlayan seremoni sonunda iki dönem üst üste toplam 10 yıl görevde kalan eski Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı emekli general Angel Marin Cumhurbaşkanılığı binasından ayrıldı.

Tarihi Gerçekler Gün Yüzüne Çıkacak Prof.Dr.Pelin Gündeş Bakır, AK Parti Kayseri İl Başkanlığı’nda basın toplantısı düzenleyerek Avrupa Konseyi’nde kabul edilen önergesine ilişkin bilgi veren Bakır, “bir insan hakları ihlali olarak zoraki tehcir” başlıklı Avrupa Konseyi kararına bir değişiklik önergesi verdiğini açıkladı. Sn.Bakır “Önerimde yer alan ifadeler şöyle; Bir tehcir olayının varlığı ve sonuçları ile ilgili olarak eğer iki ülke arasında anlaşmazlık varsa, ilgili ülkeler arşivlerini açacak. Her iki ülkenin akademisyenlerinden ve tarih profesörlerinden oluşan bir komisyon kuracaklardır. Eğer ihtiyaç olursa üçüncü ülkelerin arşivlerine de tam erişim sağlanacak. Bu husus ilmi bir biçimde incelenecektir. Politikacılar tarafından değil, tarihçiler tarafından en objektif bir biçimde bir ortak görüşe ulaşacaktır. Tarihin siyasi istismarı hiçbir surette kabul edilemez.” Ayrıca konseyde, başkan Tiny Kox’un önergesini savunmaya davet ettiğini hatırlatarak, “Önerge tarihi olayların siyasi istismarı önleyecek, tarihi gerçekleri de gün yüzüne çıkaracaktır. Önerge konseyde bu hali ile ezici bir oy çokluğu ile kabul kararı çıktı. Bu karar Türkiye için çok önemliydi. Önemli bir kazanımdır.” dedi. Prof.Dr.Pelin Gündeş Bakır, Fransa’da sözde Ermeni soykırımını inkar eden Türk vatandaşının alabileceği bir ceza karşısında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmesi durumunda bu cezanın da iptal edileceğini söyledi.


2

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Milli şehit “Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyi asla unutmayacağız.

Vatanseverliğin bedeli ağırdır. Bu ağır bedeli ödeyenlerden biri de Boğazlıyan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey’dir. Hükümetin emrini yerine getirmekten başka suçu olmayan Kemal Bey “mâruf “ Nemrud Mustafa Paşa’nın başkanlığındaki, çoğunluğunu Ermeni üyelerin meydana getirdiği Divân-ı Harb tarafından “Ermeni tehcirinde vazifesini kötüye kullanarak ölümlere sebep olduğu gerekçesiyle” ölüme mahkûm edilmiş; Beyazıt meydanında asılarak karar yerine getirilmiştir Tarih: 8 Nisan 1919 Yüz yıllar boyu Osmanlı topraklarında huzur ve güven içinde yaşayan Ermeniler, Osmanlıların zayıflamaya başladıkları bir zamanda, dış güçlerin tesiriyle devlet kurma hayaline kapılıp yer yer isyan çıkarırlar; kadın, çocuk, ihtiyar demeden sivil halkı katlederler. İmparatorluk

zaten büyük gaile içindedir. Ermenilerin “içten” vuruşları devleti güç durumda bırakır. Başta bulunan İttihad ve Terakki hükümeti bir kânun çıkartarak Ermenilerin tehcirine karar verir. Sadrazam Talat Paşa’nın imzasıyla yayınlanan ve 14 Mayıs 1331 (1915) tarihinde yürürlüğe giren kânunun metni şöyledir: Kemal Bey sehpâda halka dönerek son sözünü söyler: “Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum, son sözüm bu gün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun adalet!..” Meydana yığılan on binler hep bir ağızdan bağırır: “Kahrolsun böyle adalet!..” Kemal Bey sözüne devam eder: “Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Vatan uğrunda cephede ölen bir insan gibi şehit gidiyorum. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin,.. Amin!.,“ Halk hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Meydanı gören eski rektörlük binasının penceresinden devrin Adliye Müsteşarı Said Molla’nın cellatları paylayan bağırtısı duyulmaktadır: “Söyletmeyin bu alçak herifi!... Hemen asın bu k...“ Az sonra 35 yaşındaki gencecik büyük vatan sever dar ağacında sallanıyordu. Kemal Bey’in üzerinden çıkan vasiyeti târihe bir belge olarak kalacaktır: “Merhum sevgili oğlum Adnan’ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdili çayınndaki kabristanda yavru-

mun yanında gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköyü’nde sakindirler. Teyzemin adresi Mühürdar caddesinde 67 numaralı hanededir. Adı İsmet Hanım’dır. Defin masrafı teyzeme tevdi” buyurulmalıdır. Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: Millet ve memleket uğrunda şehid olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna Fatiha!.. Perişan zevcem Hatice’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerrefe muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim.“ “Babam, Karamürsel aşar memuru’l-sâbıka Arif Bey de âcizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da mu’âvenet olunursa memnun olurum. Türk milleti ebediyyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zeval vermesin. Ferdler ölür, millet yaşar, inşallah Türk milleti ebediyyete kadar yaşayacaktır”. 30 Mart 1335 -Boğazlıyan Kaymakam-ı sabıkı Kemal. Millet onu unutmadı. Türkiye Büyük Millet Meclisi 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kânunla “Milli Şehit” olarak kabul etti. Boğazlıyan’da bir mahalle ve bir ilkokul “Milli Şehit”in adını taşır. “Milli Şehit”imizi şehâdetini rahmetle anıyoruz. Nur içinde yatsın. Ruhu Şad Olsun. Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyi asla unutmayacağız. Ermeni ayaklanmasının önlenmesi amacıyla çıkarılan “tehcir” uygulanmasında hatalı olduğu gerekçesiyle yargılandıktan sonra aklanmasına rağmen idam edilen Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesi Kaymakamı (Bulgaristan göçmeni) Kemal Bey, ölümünün 92.yılında Kadıköy’de mezar başında anıldı. Hakan Özdeş

Azerbaycan, Rusya ve Kazakistan Ortak İslami Banka

‘Kurtul ve Özgür Ol’

İslami banka modası BDT ülkelerine de sıçradı. İslami bankacılık sadece Müslüman nüfusun fazla olduğu Azerbaycan, Kazakistan gibi Müslüman ülkelerin yanı sıra Rusya gibi ülkelerde de yaygınlaşmaya başlıyor. Yakın gelecekte Azerbaycan, Kazakistan ve Rusya’da ortak bir İslami banka kurma çalışmalarında sona gelindi. Kazakistan Ulusal Kazinform Haber Ajansı, BDT ülkelerinde tek İslami bankanın kurulması amacıyla Azerbaycan Uluslararası Bankası ve

Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Muharrem Balcı, sigara yüzünden Türkiye’de 1 yılda 120 bin kişinin ölmesine rağmen, trafik kazaları veya terör olaylarında hayatını kaybeden kişilerin daha sık gündeme geldiğini söyledi. İnsani Değerleri Yüceltme ve Yaşatma Derneği’nde düzenlenen, “Bağımlılıktan Kurtul, Özgürleş” konulu konferansta konuşan Balcı, dünyada hiçbir hukuk sisteminde dinlerde ve inanışlarda insanın kendine zarar verme özgürlüğünün bulunmadığını belirtti. Ötenazinin bütün dünyada yasak olduğunu, kimsenin intihar edemeyeceğini belirten Balcı, “Beşeri hukuk sistemlerinde intihar etmek yasaktır, beceremezseniz, Kabahatler Kanunu’na göre ceza da yersiniz. Becerirseniz, zaten öbür dünyada cezayı alırsınız. Özgürlük tamamen Allah’ın insanlara olan bağışıdır. Onun için biz sadece bize özgürlüğü bahşedene bağımlı oluruz” dedi. İnsanların kendilerine özgürlüğü bahşedenin dışında, herhangi bir yere bağımlı olmalarının kendi fıtratlarına zarar vereceğini ifade eden Balcı, bağlandıkları şeyin insanları köle haline getirdiğini savundu. İnsanlığa karşı işlenen taciz, tecavüz, işkence, terör ve soykırım gibi suçlar işlendiğine dikkati çeken Balcı, şöyle devam etti: “Bakıyoruz, işkenceden günlük ölüm sayısı yok şimdi, bir zamanlar vardı. İnsan ticaretinden kaç kişi ölüyor, sonuçta az. Son soykırımlar, Ruanda’da 2 milyon insan Fransız ve Hollandalıların öldürdüğü, bir diğeri de Bosna’da 250 bin kişi... Bu sayılara baktığımızda dünyada 5 milyon kişi bir yılda dünyada sigaradan ölüyor. Kaçta kaçı? Sigara yüzünden Türkiye’de 1 yılda 120 bin kişi ölüyor ancak trafik kazalarında veya terör olaylarında ölenler daha sık gündeme geliyor. Neyle karşı karşıya olduğumuzu anlatmaya çalışıyorum ama insanlığa musallat olmuş bu güçlerin eylemleri insanlığa karşı suç kapsamına girmiyor. Niye girmiyor? Bunlar çok zengin.” Yeşilay’ın gençlerde bilinç düzeyi oluşturmaya çalıştığını ifade eden Balcı, “Diyoruz ki ‘Bu özgür zihninize bağımlılık yakışmıyor.’ Bunda sizin çok da kabahatiniz yok. Çünkü bu kadar reklam, bu kadar özendirmeye karşı bu gençlerin direnmesi çok zor. Bunun karşısında sistemli düşünmeyi, konseptli düşünmeyi gençlerimize öğretirsek, bağımlılıktan kurtarabiliriz ya da bağımlığa hiç uğramadan geleceğe taşıyabiliriz” diye konuştu.

BAŞYAZI Yapmanız gereken artık kötü düşünceleri bir tarafa bırakmanız ve BULTÜR’e olumlu, iyi, ve hep güzel taraflarını görmek ve yapıcı eleştirilerde bulunmak her şeyimizi paylaşmaktır. Bundan sonrası kendisi gelecektir. Şimdiye kadar derneğimizin sürekli bir mekâna sahip olmaması mazeret olarak gösteriliyordu. Ancak bundan böyle derneğimiz kendi yerine taşındı ve orada faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir. Daha önce bazı arkadaşlarımızın yardımları ile güzel bir mekân yapılmıştı ancak yüksek kiraları derneğimiz kaldıramadı. Değerli arkadaşlar İstanbul’da ilk defa Bulgaristanlıların kurduğu bir dernek kendi yerine kendi imkânları ile sahip olmaktadır. Hepimiz elini taşın altına koymalı ve sorumluluk almalıdır. Sadece birkaç arkadaşımızın omuzlarında yükselmemiz mümkün değildir. Bulgaristan Türklerinin bu kadar çok sorunu olmasına rağmen imkânı olanların faaliyette bulunmaktan kaçınmalarını anlamak mümkün değildir. Şayet yükselmek istiyorsak hep birlikte hareket etmemiz şarttır. Bunun için gelin BULTÜRK’E güçlerimizi birleştirelim, gelecek nesillerimize bir kurum bırakmak isteyenlere sesleniyoruz, gelin burada buluşalım ve burasını bir Merkez yapalım. Bu güne kadar neleri yapamadık değil, bu gün neler yapabilirim diyenleri buraya davet ediyor. Türkiye’yi ve Türk Dünyasını yönetecek liderleri buradan çıkacağına inancımız tamdır.

Rusya’nın VTB Bankası’nın, Kazakistan’ın önde gelen bankalarından birini belirleyip müzakerelere başlamasını istediğini açıkladı. Konuyla ilgili açıklama yapan İslam Bankacılığın Bölgede Yayılması Çalışma Grubu’nun üyesi olan Azerbaycan Uluslararası Bankası Temsilcisi Behnam Gurbanzade, Geçen yılın Aralık ayında Baku’de düzenlenmiş olan Uluslararası Bankacılık Konferansı esnasında bölgede İslami bankacılığın yayılması için Azerbaycan Uluslararası Bankası platformu ve bölgesel merkezi olarak seçildi. Halihazırda bu yönde çalışmalar devam etmekte,dedi. Bağımsız Devletleri Topluluğu Bankacılık ve Finansal Konseyi bünyesinde özel çalışma grubunun kurulmasının teklif edildiği ve ileride bu özel çalışma grubunun vasıtasıyla üç ülkenin bankalarının deneyim ve fikir alış verişinde bulunacağı açıklandı.

Eğitime Tam Destek BULTÜRK’TEN %50 burs

Sınav Dergisi Dershanesi’ne %50 burs imkânı sağlıyoruz

Değerli Üyelerimiz, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) olarak çocuklarımızın eğitim hayatına destek olmak için yeni bir projeye imza attık. Eğitim sistemimiz gereği sürekli sınavlara girmek zorunda olan öğrencilerimiz dershanelerden destek alarak eğitim hayatını sürdürebiliyor. Biz de BULTÜRK olarak siz değerli çocuklarımıza ve gençlerimize destek olmak amacıyla Türkiye’nin başarı ortalaması en yüksek olan eğitim kurumlarından Sınav Dergisi Dershanesi’nde yüzde 50 burs imkânı sağlıyoruz. Burstan yararlanmak isteyen üyelerimiz dernek kartları veya derneğimizden üye olduğuna dair bir yazı ile Sınav Dergisi Dershanelerine giderek kaydını yüzde 50 burslu olarak yaptırabilir. Derneğimiz başarılı Türk gençlerini desteklemeye devam edecek… Saygılarımızla, Neriman ERALP BULTÜRK Eğitim Sorumlu

Tarihe bir not düşmek Nafiye YILMAZ

Komünist Uşakları Türkiye’de %95 oy aldı 93 harbinden sonra gerilemeye başlayan Bulgaristan’daki Türk azınlığın hakları Aleksandır Stanboliyski başkanlığındaki Çiftçi Partisi iktidarı zamanında bir nebze rahatladı. Ancak kendisinin Komünistlerce devrilip idam edilmesinden sonraki süreçte Türklerin yaşam koşulları giderek ağırlaştı. Özellikle 1944 yılında Komünist rejimin pekişmesiyle hız kazanan Türklere yönelik baskılar gerek siyasi gerek sosyal, gerekse eğitim alanında giderek artış eğilimi göstermiş ve Müslüman-Türk toplumunu sindirme ve asimilasyona dönüşmüştür. Türkiye’de gerçekleşen harf inkılabındaki farklı görüşler kullanılarak Müslüman –Türk toplumunu bölünme yoluna gidilmiştir. Daha sonraki yıllarda Bulgaristan’daki Türk toplulukları arasında birliğin sağlanmasını engellemek için harf inkılabını desteklemeyen Müftüler Komünist yönetimince öne çıkarılmış ve bu nedenle Bulgaristan Türklüğünün parçalanıp bölünmesinin ilk işaretleri görülmeye başlanmıştı. Bunu takip eden 1947 yılında Türklerin NUVAP Okulu kapatılmış, daha sonraki adımda da Türk bölgelerinde Türkçe yapılan eğitime kısıtlamalar getirilerek sadece Türk dili dersi bırakılmıştır. Son aşamada da o da kaldırılmıştır. Buna ilaveten hemen hemen tüm Türk köylerinde bulunan halkın kendi imkanları ile yaptığı okullarını Komünistler halk okulları adı altında devletleştirerek hem halkın emeğini hem de eğitim imkanlarını kendi kontrolüne geçirmiştir. Buna ilaveten Türk toplumunu asimile etmek üzere Komünist ideolojiyi benimseyen ve devşirmeye yatkın olan kişilerden seçilen Müftüler ortaya çıkarılmış ve seçimle görev başına gelen Müftülerin Komünist idaresi tarafından atanarak Türk toplumunun dini inançlarını köreltme politikasının uzun bir süreç içinde gerçekleşmesi sağlanmıştır. Diğer bir yöntemle de devşirebileceği Türkleri kullanmak amacıyla onların komünist sistem içerisinde doktor, mühendis, öğretmen vs. olmalarını özellikle desteklemiş ve böylece Türk toplumunun gövdesi içeriden kemirilerek çökertilmesi amaçlanmıştır. Asıl can yakıcı olan Bulgaristan Devlet Kuruluşu olan vakıf yönetimlerinin Müftülüklere devredilmesi ile devlet sorumluluktan sıyrılmış ve maşalarla vakıfları yok etmeye koyulmuşlardır. Ancak ilerleyen yıllarda Komünist idarece atanan müftüler vakıf olayını başka bir boyuta taşımıştır. Atanan bu Müftüler Bulgaristan’daki Türk-İslam varlığının emareleri olan vakıf mallarını yok pahasına çeşitli bahaneler üreterek Komünist idareye peşkeş çekmişlerdir. Hatta daha da ileri giderek vakıfları Komünist idareye bağışlamışlardır. Bunun neticesinde her yıl yüzlerce Müslüman-Türk çocuğuna eğitim desteği veren bu kurumlar fonksiyonlarını yitirerek Müslüman-Türk toplumunun kendi aydınını yetiştirmesine engel olmuş ve bundan sonra kendisine yol gösterecek aydın ve önderler yetiştirememiştir. Sonuç olarak 1970-72 yıllarında Pomak Türklerine yapılan isim değiştirme ve farklı ırktan sayılma baskıları 1984 yılına. gelindiğinde “Öndersiz ve aydınsız” kalan Türk toplumunun da başına bir çok şeylerin geleceğinin ilk işaretleriydi aslında! Türk toplumu ve dilimiz yok sayılacak mabetlerimize girişlerimiz yasaklanacak, Türkçe isimler, mezar taşlarına varılana kadar silinmeye çalışılacak ve sonuç olarak da Müslüman- Türk kimliği imha edilecekti. Ne yazık ki, Komünist idaresinin amaçlarına çok yaklaştığını bu 2011 seçimlerinde üzülerek müşahade ettik. Bulgaristan’da baskılara dayanamayarak Türkiye’ye göç eden Türklerin 23.10.2011 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 8 numaralı Komünist Cumhurbaşkanı adayına %90-97 oy vererek destek çıkmalarını idrak etmek çok zordur suç Türk Halkında değil, Komünist rejiminde eğitilmiş ve yetiştirilmiş olan ve hala o anlayışa hizmet eden sözde Türk aydınlarınındır. Bu sözde aydınların yönlendirmesi halkın yanıltılmasına sebep olmuştur. EVET, DEĞERLİ TÜRK HALKI BUNU BİLMENİZ GEREKİR. BU SEÇİMLERDE SEN 23.10.2011 DE 8 NUMARAYA OY VERMİŞ İSEN, KOMÜNİST PARTİSİNE OY VERDİN.... BU VEBALE SENDE ORTAK OLDUN. Değerli Türk Halkını bilinçlendirmek istiyoruz, Bulgaristan parlamentosunda 11.01.2012 saat 13.38’de bir dost Bulgar İvan KOSTOV Komünist rejiminin Müslümanlara ve Türklere karşı uyguladığı ASİMİLASYON politikasını kınayan bildiri sundu. Türk Milleti için sunduğu bu bildiriye oy kullanırken nerelerde bizim Vekillerimiz neden sadece yarısı oy kullandı. Sayın Genel Başkan Ahmet DOĞAN zahmet edip niçin parlamentoya gelemedi. Son Cumhurbaşkanı seçimlerinde oy verdirdiğiniz 8 NUMARA - İvaylo KALFİN’i de kimse göremedi oylamada, oy kullan(a)madı. Bulgarlar hatasından döndü özür diledi, PEKİ HÖH??? Sıra sizlerde HÖH’çü beyler, sizlerde...


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

Gözdeki Mucize

İnsan gözü, en gelişmiş fotoğraf makinesinden bile çok daha yeteneklidir. Bunun gösterdiği sonuç ise açıktır: Bir fotoğraf makinesi bilinçli bir tasarımın ürünü olduğuna göre insan gözü de bilinçli bir yaratılışın ürünü olmalıdır. Gözün oluşumuyla ilgili olarak bir de klasik “tesadüf” açıklamasını düşünelim. Acaba gözü olmayan bir canlıda nasıl olur da “tesadüfen” bir göz oluşabilir? Önce “tesadüfen” kafatasının içinde göze uygun iki boşluk oluşmuş olabilir mi? Sonra yine “tesadüfen” bu boşlukların içinde içi ışığı geçiren bir sıvıyla dolu iki küre oluşmuş olabilir mi? Daha sonra, bu sıvıların ön tarafında yine “tesadüfen” ışığın kırılmasını sağlayan ve ışığı gözün arka duvarında odaklayan iki mercek

luşmuş olabilir mi? Daha sonra yine “tesadüfen”, gözün etrafa bakabilmesi için göz kasları “kendi kendine” oluşmuş olabilir mi? Daha sonra, yine “tesadüfen” gözün arka duvarında, ışığı algılayabilecek retina tabakası oluşmuş olabilir mi? Daha sonra yine “tesadüfen”, gözü beyne bağlayacak sinirler kendi kendilerine, durup dururken var olmuş olabilirler mi? Daha sonra yine “tesadüfen”, gözün kurumamasını sağlayacak gözyaşı bezleri oluşmuş olabilir mi? Daha sonra yine “tesadüfen”, gözü toz ve benzeri yabancı maddelerden koruyacak iki göz kapağı ve kirpik oluşmuş olabilir mi? Düşünün, bunların hepsi tesadüfen oluşmuş olabilir mi? Üstelik saydığımız organların hepsinin aynı canlıda oluşmuş olması gerekir. Evrimcilerin kabulüne göre, vücut içinde çalışmayan organlar körelirler. Göz son derece olağanüstü bir organdır ve “tesadüf” ile açıklanması kesinlikle imkansızdır. Çünkü göz, örneğin insan gözü, 30’un üstünde ayrı organelden oluşmaktadır: retina tabakası, mercek, dış kaslar, gözyaşı bezleri, beyine giden sinirler gibi. Ve bir gözün çalışabilmesi için, bu farklı parçaların hepsinin aynı anda var ve çalışır olması gerekir. Şimdi böylesine karmaşık bir organ olan gözün “tesadüfen” ortaya çıkmış olup-olamayacağını düşünelim: Evrime göre göz oluşumundan önceki canlılar, doğal olarak “gözsüz”, yani göremeyen, görme kavramına sahip olmayan canlılardı. Böyle bir canlı nasıl bir “Evrim” sonucu göze kavuşmuş olabilir? Bu canlı, “görmek” diye bir kavramı bile tanımamaktadır ki, kendi kendine bir göz oluşturmayı denesin? (Siz, şu anda altıncı bir duyu tasarlayıp, onu algılayacak bir organ düşünebiliyor musunuz?) Bu canlının böyle bir “talebi” olsa bile, kendi vücudunda bir göz oluşturamayacağı ortadadır. Buna göre, eğer gözün herhangi bir parçası “tesadüfen” oluşmuş olsa bile—ki bu pratikte imkansızdır—bu parça bir işe yaramadığı için körelirdi. Çünkü gözün görebilmesi için, bütün parçaların tam olarak var ve çalışır olması gerekir. Ayrıca yalnız gözyaşı bezleri dahi olmasa, bir göz beş-on dakika içinde kurur ve işlevini yitirir. Tüm bunlar, gözün asla tesadüfle açıklanamayacak kadar karmaşık bir tasarımın ürünü olduğunun göstergeleridirler. Var olan ilk göz, tam ve eksiksiz biçimde var olmuş, yani yaratılmıştır. Bu yaratılmışlık sadece ilk göz için geçerli değildir. Aksine, bu kompleks organ, her canlı için ayrı ayrı, bir kez daha yaratılır. Anne karnında büyümekte olan bir bebeğin gözünün nasıl oluştuğuna bakmak, bu gerçeği görebilmek için yeterlidir.

Kosova Türk Dernekleri Federasyonu Kuruldu

Halide hanım Bulgaristan grubuna verdiği yemek esnasından

Rafet ULUTÜRK

Cumhurbaşkanı adayımız Rumel Türkleri derneğini ziyaret esnasında

Bir toplumu yok etme adına böyle devlet gücüyle çalışan sistemli ince eleyip sık dokuyan bir mekanizma 100 yıl bir demir perde ülkesinde hangi toplum üzerinde çalışırsa çalışsın o toplumdan geriye sağlıklı bir yönün kalması bir mucizedir. Dolayısı ile Bulgaristan Türklerini bu gün kendilerini Türk ve Elhamdullah Müslüman olarak ifade etmeleri bir mucize ve takdire şayan bir sonuçtur. Tabi ki yozlaşmalar olmuştur sapmalar vardır, ge-

lenek göreneklerimizden uzaklaşma örf ve adetlerimizi unutma v.s. bunların hepsi acı bir gerçektir bunların tekrar toplumumuza kazandırılması bireylerimizin Türk ve Müslüman kimliğinin verdiği öz güvenin sağlanması o şuurun dirilmesi için Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak vazgeçilmez amacımız ve hedefimizdir. Tüm bu yazdıklarımız bardağın dolu tarafıdır bir de bardağın boş tarafından bakanlar var maalesef. Bu gerçekleri öğrenmeden böyle bir geçmişi bilmeden bu acıları yaşamadan dilinin ve dininin yasaklanmasının ne olduğunu hissetmeden baba, dede veya herhangi bir yakınını mezar taşını dikememenin çaresizliğini karşısında ezilmeden, kendi çocuklarından gizlenerek kilitli kapılar ardında namaz kılmadan, en yakınından bile sakınıp içini dökememenin, gece karanlığında oğlunu sünnet ettirip sabah karakola teslim olmanın ne demek olduğunu bilmeden kendilerini araştırmacı olarak lanse edenler, Rumeli camiası adına kurulmuş kurumlarla ilgili kulağı hoş gelen her türlü sıfatlarla kendilerini bir şekilde donatan sözde Önderlerin ekranlar karşısına kurularak çokbilmişlik taslamaları son derece düşündürücü ve acı vericidir. Geçenlerde TEK-RUMELİ TV’nin bir programında Bulgaristan Türkleri Bulgar müziği dinliyorlar, buradan da asimilasyona yatkın oldukları anlaşılıyor sözde UZMAN şahsın (av.O.Pehlivanoğlu) Bulgaristan Türklerinden bihaber olduğu açıkça anlaşıldığı gibi toplumu da yanıltmaktadır. Hangi sıfatla, hangi anlayışa hizmet ederek, hangi araştırmalarına dayanarak, bunu takdim ettiğini bilmek isteriz. O kadar baskı zülüm ve eziyetten sonra hala ben Türküm diyen bu insanlara hakaret saydığımız bu eleştirisel yaklaşımı kınıyor ve uygun bir zeminde tüm Bulgaristan Türklerinden özür dilenmesini bekliyoruz. Gerçi Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinde Federasyon temsilcisi olarak HÖH temsilcileri ve diğer STK’lar ile birlikte koro halinde Komünist Partisi (BSP) adayını desteklemek için tüm imkânlarını seferber etmeleri ile hangi anlayışa hizmet ettiklerini biz gördük. Bu stratejilerini bizler çok iyi biliyoruz. Görmeyenlere ve bilmeyenler içinde Allahın sopası yok ya Bulgaristan Parlamentosun (Bulgaristan Parlamentosunun Komünist rejim (1944-1989) döneminde Müslümanlara ve Türklere karşı uygulanan asimilasyon kampanyasını kınayan bildiriyi kabul etmesi) kınama kararı almasıyla kim hangi tarafta olduğunu,kim eğiri kim doğru olduğunu gösterdi, yani HÖH, BSP ve ATAKAnın aynı fabrikanın ürünü olduğu ortaya çıktı. Artık bu partilerin Bulgaristan’ın siyasi arenasında kabul görülmeyeceklerini çocuklar bile anlamıştır. Anlamayanlar her zaman olduğu gibi olayları yaşayarak göreceklerdir. Sayın Pehlivanoğlu diyeceğimiz o ki, bir toplumun yaraları, acıları ve eksileri üzerinden kendinize prim yapma çabanız manidardır. Her kurbağa kendi gölünü bilsin der atasözümüz. Bulgaristan’da HÖH mevcut yöneticilerinin eski ajanlar oldukları ve HÖH’ün başına da o zamanki Komünist yönetim tarafından atandığını duymayan kalmadı. Soya dönüş kampanyasının kalıntıları ve asimilasyonun çok sinsice bu maşalar tarafından günümüzde de devam ettirildiğini göremez ve hissedemezseniz bu sıfatları ne diye alıyorsunuz. Sözün kısası damdan düşmeden doğruları bulamazsınız. Farkında olmadan 8 numara (BSP-adayı) ile bu asimilasyonda sizin de katkınız olduğunu inşallah bir gün itiraf edersiniz. 23.10.2011 de Bulgaristan’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde ve bu seçimlere katılmış olan ilk Türk Müslüman Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde yaşananlar ve günümüzdeki gelişmeler bir ders niteliğindedir. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az demiş atalarımız. Bulgaristan’da İlk Türk Müslüman adayı ile Bultürk kendi toplumunu cesaretlendirmek ve ülkenin siyasi ve sosyal hayatında aktif yer almalarında öncülük yapmaya kendi halkıyla bütünleşmeye ve örnek olmaya devam edecektir. Artık Türk Müslüman toplumu yavaş yavaş da olsa bilinçlenmeye başlamıştır ve bu asalakları da üzerinden atacağı günler yakındır. Biz buna yürekten inanıyoruz.

Bayrampaşa Belediye Başkanına Plevne teatro grubu

Nuri Adalı - Konferans salonunda misafirlerle birlikte

Bayrampaşa AK Parti İlçe Kongresinden

Bir Toplum İçin Cahiller Tehlike, Diplomalı Cahiller

İse Felakettir Kosova’da faaliyetini sürdüren birkaç derneği Vuçitırın’da yaptıkları toplantıda Kosova Türk Dernekleri Federasyonu’nu (KTDF) kurdular. Üçüncü kez bir araya gelen Priştine’nin“Gerçek” Derneği Başkanı Kemal Dobırçan, Mitroviça’nın-“Birlik” Dernek Başkanı Erdoğan Muhammet, Gilan’ın- “Yarın” Derneği Başkanı şükrü Şerif ve Vuçitırın’ın- “Çeşme” Derneği Başkanı Ergin Sungur, Kosova Türk Dernekleri Federasyonu’nu resmen kurduklarını yazılı bir açıklama ile duyurdular. Toplantıda derneklerin başkan yardımcıları ve bazı üyeler de hazır bulundu bildirilirken Prizren’in “MESK” Derneği Başkanı Ferdi Laya ve Mamuşa’nın “Aşık Ferki”Derneği Başkanı Nait Bütüç’ün farklı gerekçelerle toplantıya katılamayacaklarını ancak alınan kararları destekleme hazırlığını ifade ettikleri açıklandı. Kosova Türk Dernekleri Federasyonu, ilk toplantısını 22 Ocak 2012 tarihinde Gilan’da yapacak.

Kazakistan’da Parlamento Seçimleri

Kazakistan parlamentosu alt kanadı seçimleri gerçekleştirilmiştir. Bunu bugün İTAR-TASS haber ajansına Kazakistan Merkez Seçim Komisyonu Başkanı Kuandık Turgankulov bildirdi. Oy kullanma oranı %75,07 olarak gerçekleşti. Kuandık Turgankulov bu sonuçların “ancak 56 yırtdışındaki Kazakistan temsilciliklerindeki oylama yerinin sonuçlarını içermediğini” açıkladı. Sandık başına toplam 6 milyon 980 bin seçmen gitti. Seçmen aktifliği açısından sandık başına kayıtlı seçmenlerin %92,6sı gittiği Almatı eyaleti önde geliyor. Bunun yanısıra Almatı şehri %41,38 gibi düşük oy kullanma oranını gösterdi. Genel olarak bugünkü sonuçlar 2007 yılının Ağustos ayında geçen parlamento seçimlerinin oy kullanma oranını %10 oranında aştı. Ama Kazakistan seçmenlerinin %90dan fazlası sandık başına gittiği geçen yılın Nisan ayındaki cumhurbaşkanı seçimlerinin oy kullanma oranından daha küçük çıktı. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Yapılan çalışmalardan Faaliyetlerden Görüntüler - 2011 yılı

TBMM’de Bulgaristan Grubu bir arada

CEVAP: Bir toplumun yaraları, acıları ve eksileri üzerinden prim yapmak isteyenlere

Komünist sisteminin gelmesiyle Bulgaristan’daki Türk toplumu ahlaki ve kültürel gerilemesinin temelleri atılmıştır. 1947 yılında Nüvap okullarının kapatılmasıyla 50’li yıllarda Türk okullarının devletleştirmesiyle Türklük ve Müslümanlık şuurunun kaynağı kurutulmuş oldu. 1950-51; 67-68; 1977-78 göçleriyle bu okullardan mezun olmuş ve önderlik yapabilecek vasıf sahibi şahıslar göçe zorlanıp Bulgaristan’ı terk etmek zorunda kalmışlardır. Ardından Bulgaristan komünist yönetimi Türklerin arasında “kendi aydınlarını” yaratmaya başlamıştır. Bu aydınları seçer iken asil, soylu ve ahlaki hisleri yüksek Türk Müslüman ailelerden uzak durarak ve bu ailelerin her şekilde maddi ve manevi önleri kesilerek hareket edilmiştir. Kişiliksiz ahlaki ve milli değerleri düşük olan kimseleri sisteme uygun şekilde eğitilerek belirli görevlere getirilmişlerdir. Bunun en çarpıcı ve kabul edilemeyecek şekli yurt dışında sisteme uygun sözde din eğitimi olanlardı. Bu şahıslar kendi yörelerinde kendi insanlarını yok etme pahasına sisteme uygun şekilde görev üslenmişlerdir. Sınırsız maddi ve sisteme uygun şekilde mükâfatlandırarak bu sözde önderlerinin hayatları özenti haline getirilmiştir. Maneviyat temelinden yoksun yetişen genç nesiller bunlara özenerek yetişmeye başlanmıştır. Daha da ötesi Türk-İslam anlayışında hayatını idame ettirenlerin önüne yeni sisteme göre ”Türk gibi” eğitilmiş sözde aydınları geçirilmiş ve kendi toplumunu yok etmek için maşa olmuşlardır. Yoksul ailelerinden koparıp sözde dini eğitim için Arap ülkelerine gönderilme vaadi ile Rusya’dan iyi bir Komünist eğitimi ve toplumu aldatacak kadar dini eğitim verip sözde imam, müftü veya dini önder olarak halka sunulmuştur. Yine yoksul ailelerden zeki ve umut vadeden çocukları seçerek lise ve üniversitelere kaydettirmişlerdir. Geleceğin DC ajanları böyle var edilmişlerdir ve ne acıdır ki, bu gençler kendileri ile beraber kendi toplumunun yok etmenin temellerini atmışlardır. İşte komünist sisteminin Türk-İslam toplumunu yok etme temelleri böyle atılmış ve icra edilmiştir. Ne acıdır ki bu tohumlar nesiller geçtikçe çoğalmıştır ve günümüzde bunların etkileri açık bir şekilde görülmektedir. Büyük bir çoğunluğu ise maalesef doktor, mühendis, öğretmen, v.s. kılığındadırlar. Özellikle Türk bölgelerinde görev yapan devlet memurları Türk-İslam toplumunda aşağılık kompleksi oluşturmak için her fırsatı değerlendirmişlerdir. Türk ve Müslümanları geri kalmış, orta çağ zihniyeti ile yaşayan kitleler olarak yansıtmaya çalışmışlardır. Bugün Bulgaristan’da Türk toplumuna sözde liderlik yapanlar da maalesef bu eğitimlerden geçmiş ve bu zihniyeti benimsemiş kişilerden oluşmaktadır. Bu nedenle bu gün Bulgaristan’daki Türklerin ve Müslümanların bir özel radyoları bir özel televizyonları yoktur. Birileri kurmaya kalkışsa bile ilk önce karşılarında sözde Türkleri temsil edenleri bulmaktadırlar.


4

Bulgaristan Türklerinin Sesi

BALKANLARIN KIZI

Burhan Utku Alp Saray - Tekirdağ Hanım’ağası, Rodopların dilberi güzeli. Seni arıyorum yıllardan beri yoksun, Seni arıyoruz gönül bahçelerinde, Rumelinin perisi, Gündüzün aydınlığında, gecenin ay ışığında. Ağıtlarda, şarkılarda destanlarda Güzel değil, kadife gibi sesinle okuduğun türkülerde, Düğünlerde güzellerin içinde, gül bahçelerinde. Dağlarda, kırlarda her yerde, Yoksun yoksun bre abla. Kahpeler sarı çıyanlar… O, katiller… Çok görmüşler seni bize. Koparıp atmışlar seni Türk’lüğün bağrından Bizler onurlu insanların yüreklerinden. Çok sevdiğin yardan eşinden, Henüz küçük çocuklar olan iki oğlundan. Anadan, babadan soydaşlarından Dipsiz kuyu gibi “Kara kazan” gibi kaynayan Bulgaryada… Türk’müsün? Leke sürmek o kadar kolay ki Alın yazın böyleymiş deyelim bre ablam. Lanet olsun diyorum senin bu kara yazgına Büyülüyormuş… Senin o güzelliğin Âşık, insanların gönül bahçelerini. Henüz daha küçük çocuktum beş altı yaşlarında, Hatırlıyorum huşulu güzel sesini… Unutulması mümkün değil bu günkü gibi. Dalga dalga yayılıyordu evlerimizde bahçelerde. Sanki özel bir ayrıcalık vardı güzel sesinde ve türkülerinde. Huri mi desem peri güzeli mi, kadife mi bülbül sesli mi? İzahı yor bre ablam, yook yok, Kelime, kelimeler bulamıyorum diyecek. Yüce Allahın sana emaneti olan… O sesine güzelliğine.“Lovçanın ardında kaya, kayadan bakarlar aya” “Rodop dağları engindir, soğuk suları

zengindir” “Sarı gülüm var benim, garip gönlüm var benim” “Görmedin mi Cican Alişimi Tuna boyunda. Benleri vardı sol kaşında” Öksüz kalmış oralar şimdi… O şanlı Türk’ün kanını, emeğini, terini akıttığı… Topraklar… Tuna. Tuna boyları, Deliorman, Dobruca, Trakya, Haskova, Beyköy. Çapulcular katiller çok genç yaşta almışlar seni aramızdan Yıl… Bindokuzyüz altmış iki (1962) Henüz daha otuz dört(34) yaşında çok gencecik, Ana… Anne iken, Gökyüzünde uçan göçmen kuşlara, turnalara sordum seni, Baharı müjdeleyen Cennet kuşları kırlangıçlara soruyoruz, Hepsi hüzünlü yook yok dediler. Yoksun dünya güzeli ablam, Sultanımız canımız ciğerimiz… Balkanların kızı. Gittik ben ve eşim… Deliorman’a, Tuna’ya, Tuna boylarına sorduk, Dobruca, Silistre’ye, Ziştovi, Niğbolu… Balkanlara, Güneye indik, Kırcaali, Mestanlı, Cebel, Ardinoya hep sorduk Yok… Yoook yok. Gitmişken o topraklara Tuna boylarına, Karakaşlı Civan Alişi sorduk, Tuna boylarında garip kalan… Göçmen kızını, Ardanın azgın sularının aldığı Kanlıca Yusufu sorduk, Yook yok dediler. Daha güney topraklar çekiyor bizi Trakya, Evladı Fatihan… Fatihanlar diyarı. Oraya da varalım soralım, Belki buluruz diyerek yollara düşüyoruz, Bir umut var sanki hep içimizde saklı. Serhat şehrimiz Edirne’ye, Karaağac’a, Atalardan kalan yadigâr misafirhane

Şumen’den Adıyaman’a Ziyaret

Adıyaman Milli Eğitim Müdürlüğü ile Bulgaristan’ın Montana Belediyesi işbirliğiyle yürütülen Comenius Bölgesel Ortaklık Projesi olan ‘Bilgi İletişim Teknolojisi Aracılığıyla Öğretmen ve Öğrenmeyi Daha Çekici Kılma Projesi’kapsamında Adıyaman’a gelen Bulgaristan heyeti, Belediye Başkanı Necip Büyükaslan’ı ziyaret etti. Heyet adına konuşan Montana Belediye Başkan Yardımcısı Thimor Antonov, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün hazırladığı proje kapsamında Adıyaman’da oldukları için son derece memnun olduklarını dile getirdi. Antonov, “Adıyaman Belediyesi’nin şehirde yaptığı güzel çalışmalar göze çarpıyor. Şehirde aydınlatmaların ve temizliğin çok iyi olduğunu gördüm. Her köşede ciddi hizmetlerin yapıldığını fark ettim. Belediye başkanını tebrik ediyor, hizmetlerinin devamını diliyorum” dedi. 2007 yılından beri Avrupa Birliği’ne (AB) girdiklerini veAB’den ciddi destek aldıklarını da belirten Thimor Antonov, bu desteklerle kendi iline önemli hizmetler yapmayı başardıklarını kaydederek, şunları söyledi:

“Türkiye henüz AB’ye girmedi, ama birliğin birçok projesinden yararlanıyor. AB ülkesi olmamasına rağmen Adıyaman’da ciddi çalışmaların olduğunu gördük. Bu da başkanın çalışmalarının iyi olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin AB’ye girmesi halinde kendisine ciddi desteklerin geleceğini, bunun yanında ciddi sorumlulukların da ekleneceğini düşünüyorum. Bu anlamda bir an önce AB’ye girmelerini istiyoruz.” Belediye Başkanı Necip Büyükaslan ise ziyaretle ilgili memnuniyetini ifade ederek, “Bulgaristan bizim yabancımız değil. Türkiye ile Bulgaristan’ın kültürleri birbirine çok yakın. Ayrıca komşuluk bağlarımız var. Bulgaristan heyetini ağırlamak bizim için bir onurdur. Avrupa Birliği’ne kominizim yıkıldıktan sonra müracaat ettiler ve 2007 yılında biriliğe dahil edildiler. Türkiye ise birliğe henüz girmiş değil, ama uzun zamandır üyelik için aday. Aday olması bakımından Avrupa Birliği ile ortaklaşa projeler geliştirilmektedir. Adıyaman Belediyesi olarak bu tür projelere destek veriyoruz. Söz konusu projeler kapsamında Milli Eğitim Müdürlüğümüz ile birlikte geliştirilen bu projeyi olumlu buluyorum. Bu amaçla Adıyaman’a gelen Bulgaristan heyetini ağırlamaktan onur duyuyorum” diye konuştu. Başkan Büyükaslan, Montana Belediye Başkan Yardımcısı Thimor Antonov’a Cendere köprüsü figürü ve üzerinde belediye logosu bulunan plaketi hediye etti. Thimor Antonov ise, Başkan Büyükaslan’a el işlemeli küçük bir halı verdi.

Basın Toplantısı Sofya’da

Sofyapress

İsmail Erdem Уважаеми Госпожи и Господин Poslannik, Народни Представители, председатели и представители на политически партии и формации, представители на медиите,

“Muhacirhaneye” İkiz kardeşler gibi yan yana akan Tunca’ya, Meriç’e sorduk, Halı misali döşenmiş parklara, bahçelere, Açan yediveren güllerine, mor menekşelere, Kağamelere, tuşayalara, sümbüllere, leylaklara. “Ana kokusu” yayılmış mis gibi kokuyor sanki her taraf, Amma… Ne yazıkki yine ayni cevap, Onlarda yook yok dediler. Elli yıl sonra resimlerde görebildik, tanıyabildik seni. Güzel melek Yine de şükrediyoruz, geçte olsa seni tanıdıkya, O da yeteer… Yeter bize. Evimizin en güzel ve saygın köşesine senin resimlerine ayırdık, Torunlarımın ve bizim aile resimlerimizin arasındasın, Bizimlesin… İlelebet… Kıyamete kadar. Dualarımız senin için’de olacak helbette, öksüz bırakamayız… Seni. Bırakmak zaten hiç yakışmaz bize Kadriye abla, Rumeli’nin Hanımağası, Trakya’nın kızı, Canan’ı… Garip Anası. Kıymetli okurlarım bu şiirimi karanlık güçler tarafından Bulgarya’da katledilen çok değer li güzel insan… Hanımağa, Türkücü Kadriye Latifova’ya adamışımdır

Arif Nihat Asya (1904 - 1975)

Bulgaristanlı

Türk Edebiyat Tarihi’ne “Bayrak Şairi” olarak adını yazdıran Arif Nihat Asya, 7 Şubat 1904 yılında Çatalca’nın İnceğiz Köyü’nde dünyaya geldi. Babası Tokatlı Zîver Efendi, annesi Tırnovalı Fatma Hanımdır. Nihat Asya bir aylıkken babasının ölümü üzerine, akrabalarının himayesinde büyümek zorunda kaldı. İlköğrenimine köyünde başladı fakat daha sonra İstanbul’a geldi. Önce Haseki Mahalle Mektebi’ne daha sonra Gülşen’i Maarif Rüştiyesi’ne devam etti. Yatılı olarak girdiği Bolu Sultanisi kapatılınca, Kastamonu Sultanisi’ne aktarıldı. Liseyi bitirdikten sonra, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nun Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu. Milli Mücadele Dönemi’nde Ankara’da bulundu. Bu dönem onun şiire başladığı, Türklük ve vatan aşkı ile şiirler kaleme aldığı tarihlerdir. 1828 yılında Darülmuallimin’i Aliye’den edebiyat öğretmeni olarak mezun oldu ve Adana kolej ve öğretmen okullarında edebiyat öğretmenliği ve yöneticilik yaptı. 1948 yılında Edirne’ye tayin edildi. 1950-54 döneminde Adana Milletvekilliği, 1954 yılında Eskişehir milletvekilliği yaptı. 1962 yılında ise Ankara Gazi Lisesi’nden emekli oldu. 5 Ocak 1975 tarihinde Ankara’da vefat etti. Edebiyatımızda “Bayrak” şairi olarak tanınan Asya, Bayrak şiirini Adana’nın kurtuluş günü olan bir “5 Ocak”ın heyecanı ile yazdı. Bir çok dergi ve gazetelerde yazılar yazdı. Şiirlerinde hece, arûz ve serbest vezinleri kullanan Arif Nihat, nazmın her tür ve şekliyle eserler vermiştir. Fikrin ağır bastığı şiirlerinde milliyetçilik konusu büyük bir yer tutar. Çok renkli ve değişik biçimli şiirler yazmış olan Asya, son şiirlerinde biraz da mistisizme yönelmiştir. Şiirinde daima bir yenileşme çabası içinde olan şair, etkilerden uzak kalarak kendine özgü bol renkli şiir dünyasını yaratmıştır.

Скъпи дами и господа приятно ми е да ви приветствувам от името на изселническите организации от Република Турция, които се решиха да се обединят под една платформа в името на единодействието за разрешаване на касаещите ги проблеми както в Р.България така и в Р.Турция На пресконференцията присъствуват представители на организации от Анкара, Измир, Бурса, Коджаели и Истанбул. Необходимоста от едно таково обединение се породи от неразрешените жизнено важни за нас проблеми, които се проточиха във времето и се опитваха де се поставят на дневен ред от различни формации,организации, личности и т.н, но така или иначе не се получи очакваният от нас резултат. Именно за да не се получат тези разминавания и за да могат да се назовават проблемите с истинските си имена и в същото време за да могат да бъдат по-ефективно проследени от едно място-една централа решихме да се обединим. А кои са проблемите, които ги назовахме като жизнено важни за нас? На първо място това са трудовите стажове, за които така и не се намери формула, за да могат хората да се възползват от тях да се пенсионират и да заживеят спокойно своите старини. Второ проблемът с дипломите-човек учил 5 години в България и е завършил висше образувание обаче не може да си практикува специалността. Трето проблемът с визовия режим-човек родил се и израстнал в България, след което е станал гражданин на Република Турция защо да не може свободно да посети родните си места, роднините и близките си. А специално място трябва да отредим на породените последици от така наречения “ВЪЗРОДИТЕЛЕН ПРОЦЕС”. С тази трагедия, с която комунистическият режим си закла кокошката снасяща златни яйца, тези невинни хора са принудени да си спомнят за този процес при всяко оформяне на документизасамоличност.Никъдевсветапредполагам, че няма хора с три различни собствени и фамилни имена, които се натрапват пред нашите хора, както казахме при всяко оформяне на документи касаещи двете страни т.е Република България и Република Турция. Всяка грешна буква при транскрипцията означава подновяване на бюрократичната операция отначало, което означава хабене на излишно време, средства, нерви и т.н. Смятаме, че нашите хора не заслужават тази участ, тези истезания, защото с нищо не са заслужили това и в най-кратък срок трябва да се намери решение на тези проблеми. Тук е мястото да благодарим на Господин Иван Костов за внесеното от него предложение в Българския Парламент за осъждане на така наречения Възродителен процес. Благодарим на управляващото мнозинство и на всички онези,които имат принос за гласуването и приемането на този акт. Този акт на Българския Парламент смятаме, че е един показ за политическа зрялост и демократична проява, която трябва добре да се оцени. Именно в този смисъл като представители на потърпевшата страна смятаме да се подходи изключително деликатно, делово, прагматично и отговорно. Така че добронамереността за разрешаването на проблемите да не доведе до етнически противопоставяния, а напротив да се отвори пътя за дълготрайното мирно-съвместно съжителство лишено от предразсъдъци, разбира се и с повишено доверие един към друг. Абсолютно трябва да се опазим от политическите провокации, демагогии и действия от реваншистки характер. Ако трябва да обобщим с едно изречение, вярваме че България като една правова държава ще намери изход и разрешение по въпроса, като виновните ще бъдат наказани, а ощетените ще бъдат обезщетени. Б л а год а р и м В и з а в н и м а н и е т о . B U L T Ü R K - İ s t a n b u l


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Bulgaristan’dan Hesap Arıyor

Dr.Müjgan DENİZ

Bulgaristan’ın Türk ve Müslüman azınlığa uyguladığı asimilasyon politikasın sonucunda arkasında Plevne’nin Niğbolu ilçesinde doğup büyüdüğü evi bırakıp Türkiye’ye sığınan 60 yaşındaki İbrahim Terselli, 2002 yılında Bulgaristan devleti aleyhine... Bulgaristan’ın Türk ve Müslüman azınlığa uyguladığı asimilasyon politikasın sonucunda arkasında Plevne’nin Niğbolu ilçesinde doğup büyüdüğü evi bırakıp Türkiye’ye sığınan 60 yaşındaki İbrahim Terselli, 2002 yılında Bulgaristan devleti aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) açtığı tazminat davasının bir adım ilermediğini belirterek, “Bulgar parlamentosunun Türklere yönelik etnik temizliği kınayan bildiriyi kabul etmesi bir ışık oldu” dedi. Bulgaristan’ın Türk ve Müslüman azınlığa yönelik 1984- 1989 yılları arasında uyguladığı asimilasyon politikasının sonucunda Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan ve Antalya’da yaşayan İbrahim Terselli, 2002 yılında AİHM’de Bulgaristan devleti aleyhine açtığı tazminat davasına artık daha umutla bakıyor. P o l i s e i l k t a n ı ş m a Bulgaristan’ın en kalabalık şehirlerinden Plevne’nin Niğbolu resmi adıyla Nikopol ilçesinde doğup büyüyen, 26 ay süren askerliğini Bulgaristan ordusu adına yapan ve Bulgar elektrik kurumunda teknisyen olarak çalışan Terselli’nin Bulgar polisiyle ilk karşılaşması 1968 yılında oldu. O tarihte Türkiye’ye bir ziyaret yapan Terselli, evine geri döndüğü günün akşamı polis baskınıyla karşılaştığını söyledi. Türkiye’den beraberinde getirdiği Atatürk kitapları ve Kuran-ı Kerim’in polis tarafından alındığını anlatan Terselli, 1982 yılında ikinci kez gerçekleştirdiği ziyaretin ise kendisi için bir dönemin kapanmasının habercisi olduğunu söyledi. İ s m i n i d e ğ i ş t i r d i l e r Zorunlu göçe maruz bırakılan Terselli, 30 yıl önce son kez ‘misafir’ olarak yaptığı ziyaretin ardından üzerindeki baskıların iyiden iyiye arttığını söyledi. O yıllarda evli ve 4 kız çocuk sahibi olan İbrahim Terselli, Bulgar polisinin baskı ve zoruyla eşinden boşandığını belirtirken 21 Ocak 1985 günü isminin ‘İvaylo Asenov Todorov’ olarak değiştirildiğini anlattı. “İtiraz eden her kim olursa olsun Belene Toplama Kampı’na götürüldüğü yılları yaşıyorduk. Sesimizi çıkartmadık” diyerek yaşadığı baskı ve şiddeti anlatan Terselli, bu ortamından kurtulmak için 6 arkadaşıyla birlikte 27 Haziran 1986’da kayıkla Romanya’ya kaçtıklarını söyledi.

Her anı ölüm korkusu Özgürlüğe kaçış Romanya’da yakalanıp Bulgaristan’a iade edilmesiyle sona erirken, Terselli için hapishane günleri başladı. Loveç Hapishanesi’nde hücrede tutulan, ağır işkencelerden geçtiğini kaydeden Terselli, 9 ay sonra çıktığı hakim karşısında 2.5 yıla mahkum edilerek Belene Kampı’na gönderildiğini söyledi. Belene Kampı’nda geçirdiği 2.5 yılı “Her anını öldürülmek korkusuyla yaşadık” sözleriyle anlatan İbrahim Terselli, cezasını çektikten sonra 26 Haziran 1989 günü Niğbolu’daki evinin kapısının çalan Bulgar polisinin üç saat içinde ülkeyi terk etmesini istediğini söyledi. Geride doğup büyüdüğü 2 katlı evini bırakan ve 6 gün süren yolculuğun ardından Türkiye’ye sığınan İbrahim Terselli, önce Bursa’ya, ardından yepyeni bir hayata başladığı Antalya’ya yerleşti. Ye n i hayatve evlilik Terselli, 1991 yılında Neriman Terselli ile evlenen ve bu evlilikten, bu yıl 20’inci yaşını kutlayan Hüseyin adında bir çocuk sahibi olan İbrahim Terselli, Bulgar devleti aleyhine AİHM’de davasını 2002 yılında açtı. O yıllarda Türkiye’ye yaşamlarına devam eden bir çok Bulgar Türkü’nün kendisi gibi davalar açtığını fakat hukuki sürecin ağır işlemesinden dolayı bir çok kişinin davadan çekildiğini ve tek kaldığını belirten Terselli, “2002 yılında açtığım davada Bulgar hükümeti benim Belene Kampı’na Türk ve müslüman olduğum için değil cinayet işlediğim için gönderildiğimi iddia etti. 1993’te işlenen ve üstelik faili de belli cinayeti benim üzerine yıktılar. 2007 yılında bu durumu düzeltip, isimlerin karıştığını ispatlayıp davayı yeniledik. Fakat halen bir gelişme yok” diye konuştu. D a v a i ç i n u m u t ı ş ı ğ ı Türkiye’nin Kıbrıs’ta açılan mülkiyet davaları nedeniyle yüklü miktarlarda tazminat ödemeye mahkum edilirken doğup büyüdüğü Niğbolu’daki bahçe içinde, iki katlı müstakil evi AİHM’de açtığı davaları takip etmek için 2007 yılında Bulgaristan’a gittiğinde görebildiğini anlatan Terselli, “O tarihte evi 7 bin Euro’ya sattım. Ama ev harap bir haldeydi. İki bavulla çıkıp yola düştüm, 18 yıl sonra geri döndüğümde eşyalarım, fotoğraflarım, mutfaktaki tabaklara kadar herşey yağmalanmış haldeydi” diye konuştu. Bulgar parlamentosu tarafından Todor Jivkov liderliğindeki Komünist Bulgaristan’ın Türk ve Müslüman azınlığa yönelik uyguladığı asimilasyon sırasında yürüttüğü isim değiştirme, ibadet yasağı, anadilde konuşma ve zorunlu göç gibi etnik temizlik kampanyasını kınayan bildiriyi kabul etmesinin kendileri için bir umut ışığı olduğunu kaydeden Terselli, “Belene Kampı mağdurları olarak Bulgaristan’ın maddi ve manevi cezasını çekmesini istiyoruz” dedi.

Kocaeli- Bal-Türk Derneği Yeni Yönetimini Seçti. Seçim döneminin hemen ardından, görev dağılımını gerçekleştiren BALTÜRK Derneği, dinamik ve etkin kişilerden oluşan iç yapılanması sayesinde, Dernek faaliyetlerinde çıtayı oldukça yükseltecek görünüyor. İlk toplantı devir teslim töreni ile başladı. Eski yönetimin Genel Başkanı Dr. Bayram Çolakoğlu derneği, yeni yönetimin en yaşlı üyesi Halit Meriç’ e bir tutanakla teslim etti. Devir tesliminin ardından görev dağılımının yapıldığı toplantı, en yaşlı yönetim kurulu üyesi Halit Meriç başkanlığında yapıldı. Toplantıda Dr. Bayram Çolakoğlu yine Genel Başkan olarak seçilirken görev dağılımı şu şekilde belirlendi: Yönetim Kurulu üyeleri görev dağılımı; Başkan–Dr.Bayram ÇOLAKOĞKU Teşkilatlandırmadan sorumlu Bşk.Yrd–Adnan METİN Sosyal ve kültürel işlerden sorumlu Başkan Yrd–Doğan AYDIN

Hukuk işlerinden sorumlu Başkan Yrd –Av. Gülşah ARKUT B a s n – y a y ı n d a n sorumlu Başkan Yrd– Hatice KORKMAZ Genel Sek.–Halit MERİÇ GenelSek.Yrd. Erol MEYZİN GenelMu.–Süleyman K I Z I L K A Y A YKÜyesi–MestanOKAN Y K Ü y e s i – G e n c a y I Ş I K Y K Ü y e s i – N u r u l l a h Ş E N Y K Ü y e s i – Ş ü k r ü A R Y K Ü y e s i – S e l ç u k K O Ç Denetin Kurulunun yaptığı toplantıda da Prof. Dr. Recep TARI Denetim Kurulu Başkanı olurken Şenol ÇELİK ve Mehmet Yunus TEKEL de Denetim Kurulu Üyesi olarak belirlendi. Başta Genel Başkan–Dr. Bayram ÇOLAKOĞKU olmak üzere tüm yönetimi kutluyor ve yeni görevlerinde başarılar diliyoruz.

Düşmanı Sesten üç Kat Hızlı Vuracak

İngiliz Kraliyet Deniz Kuvvetleri, düşman hedefi sesten üç kat daha hızlı vuracak bir füze üretmek için kolları sıvadı. “Sea Ceptor” adı verilen füze projesi için İngiliz Deniz Kuvvetleri 483 milyon sterlin ayırdı. Proje İngiltere’de 500 kişi için istihdam yaratacak. İlk aşamada savaş gemilerinde fırlatma özelliğine sahip olacak “Sea Captor” bin 200 kilometre karelik bir alanı düşmandan koruma kapasitesi taşıyacak.

İngiltere Savunma Ekipmanları Bakanı Peter Luff, 5 yıllık “Sea Ceptor” projesinin ilk aşamada İngiliz ordusu bünyesinde bulunan savaş gemilerine uyumlu olacak şekilde üretileceğini ancak daha sonraki aşamada hem kara kuvvetleri hem de hava kuvvetlerinde kullanılacağını söyledi. Luff, “Sea Ceptor füze projesinin geliştirilmesi, İngiltere’nin füze endüstrisinde dünya lideri olarak kalmasına yardımcı olacak” dedi. “Donanmanın yüzakı olacak” “Sea Ceptor” projesinin İngiliz donanmasının yüz akı olacağını savunan İngiliz Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Mars Stanhope, “Önümüzdeki birkaç on yılda güdümlü füzeler önemli bir tehdit oluşturacak. İngiliz donanması bu yeni füze sistemi sayesinde savaş gemilerini koruma gücünü elinde bulunduracak” şeklinde konuştu.

Nuri Adalı Konferans Salonunda bir Konferanstan izlenimlerim

Ünlü Yapımcı ve Yönetmen

Sn. Osman SINAV Bultürk’te

Dr.Nedim BİRİNCİ Bultürk’ün “Nuri Adalı” Konferans Salonu’nda Ünlü Yapımcı ve Yönetmen Sn.Osman SINAV “Hayal ve Strateji” konulu konferansa başladı. Etkinliğe Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin üyelerinin ilgisinin son derece büyük olduğu gözlendi. Öyle ki konferans salonun koltukları dışında, ayakta kalan konuklara sandalye taşındı fakat gene de ayakta kalanlar oldu. Çünkü Bultürk’ün konferans salonu 100 kişilik Osman SINAV için çok küçüktü ve gelenleri toplayamadı. Yapacak bir şey yoktu ve ayakta seyredenlerde oldu. İlk önce sözü Yönetim Kurulu üyesi Muazzez YURDAKUL aldı; Açılış konuşmasının ardından, sözü Sn. Osman SINAV’A verdi; Sn. Osman Sınav nereden başlaması gerektiğini sordu ve toplantıya gelenlerden biri öncelikle kendi özgeçmişini anlatırımsınız dedi ve devam etti. “1956 yılında Denizli’de doğdum.1975 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü bitirdim, tekstil tasarımıyla da ilgilendiğim 1977’de aynı okulun Uygulamalı Sanatlar Yüksek Okulu Tekstil Dizaynı bölümüne kaydoldum. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Sinema Televizyon Enstitüsü’nde de eğitim gördüm1979 yılında mezun oldum. Profesyonel iş hayatına Man Ajans’ta metin yazarı olarak çalışmaya başladım, ardından reklamcılık kariyeri daha sonra Grafika Lintas isimli ajansta devam ettim. Metin yazarlığının yanı sıra creative grup başkanlığı görevini de yürütüm. Bu günkü çalıştım firmayı daha 1984 yılında Sinegraf Film Yapım/Yönetim Ltd. Şti. kurdum. Yazdığım 500’e yakın reklam filmi ve kampanyayla uzun soluklu reklamcılık tecrübesine 1987’de son noktayı koydum, artık sadece sinema projeleri üzerine yoğunlaşmak istiyordum. TV dizileri ve uzun metrajlı filmler için startı, aynı yıl başrollerini Haluk Kurtoğlu ve Alev Sezer’in paylaştıkları Bir Muharririn Ölümü isimli TV filmi için kamera karşısındaydım. Ardından 1989’da senaryosunu İlhami Algör ile birlikte yazdıkları Hünkarın Bir Günü geldi. 1990’da Yalancı Şafak, Küçük Dünya ve Aşka Kimse Yok filmlerini çeken Sınav, 1993’te Süper Baba isimli TV dizisinin yönetmenliğini yaptı. Sınav, ” Kendi kişisel başarısı için hayali olmayan insanlar, başkalarının hayalinin parçası olurlar. Bireylerin başarısında etkili olan hayali, ülke hayaline dönüştürebildiğimiz takdirde, ülkemiz dünya arenasında yukarıya doğru taşınacaktır.” dedi. “Adalet duygusu ve toplumda adalet talebinin gelişmesi, ardından söze hayal etmenin, fikir üretmenin Türk Milleti’nin en büyük özelliklerinden biri olduğunu söyleyerek başlayan Osman Sınav, tarihten çok fazla örnek vererek hayal etmenin, stratejinin ve hayal ortaklarının sonuca ulaşmak için birbiri içinden geçilmesi gereken odalar olduğunu ifade etti. Kendi hayatından da örnekler veren Sınav, bir iş kuracağı zaman önce “hayal ortakları” bulduğunu ve bunu sağladıktan sonra geri kalanların bir şekilde gerçekleştiğini ifade etti. Konuşmasını çok sayıda ilgi çekici kısa hikâyeler ile süsleyen Sınav, her mesleğin bir piri olduğunu ancak sinema sektörünün bugüne kadar böyle bir pir edinemediğini ifade ettikten sonra kendisine göre sinemanın pirinin Şeyh Küşterî olduğunu söyledi. Osman Sınav, Türk dizilerine gösterilen bu ilginin doğru bir şekilde değerlendirilmesi gereğinin altını çizerek, en önemli konunun ‘’ortak hikâyelerin’’ bulunması olduğuna işaret etti. ‘’TÜRK SİNEMASININ UFKUNUN GENİŞ OLMASI LAZIM’’ Osman Sınav, Türk sinemasının ufkunun geniş olması, Saraybosna’dan Tebriz’e, Bakü’den Almatı’ya kadar hikâyeler bulunması gereğine işaret etti. Türk dizilerinin bugün Almatı’dan Saraybosna’ya, Makedonya’dan Hırvatistan’a, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’daki ülkelere kadar büyük bir beğeniyle izlendiğini kaydeden Sınav, şöyle konuştu: ‘’Türk dizileri bu bölgelerde ciddi manada izleniyor. Türk oyuncuları seviliyor, onlara hayranlık duyuluyor. Bizim bunu iyi değerlendirmemiz lazım. Güzel eserler ortaya koymamız lazım. İyi diziler, filmler yapmamız lazım. Bu önemli bir fırsat, ama bu fırsatı iyi görmek, iyi değerlendirmek gerekiyor. Bu birlikteliği, geçmişteki kültürel işbirliğini, derinliği doğru okumamız ve ileriye doğru taşımamız lazım. Bunu ‘lay lay’ işlerle doldurur da iyi değerlendiremezsek bu fırsatı kaybederiz.” YURT DIŞINA AÇILAN İLK DİZİ ‘’DELİ YÜREK’Tİ” Yönetmen Sınav, Türkiye sınırları dışına çıkan ilk dizinin kendi yaptığı ‘’Deli Yürek’’ olduğuna dikkati çekerek, 10 yıl önce bu dizinin Kazakistan’a 30$’a verildiğini ve burada yoğun ilgi gördüğünü söyledi. Ünlü Yönetmen, ABD’nin ikinci büyük gelir kaynağı olan sinemayla birlikte bütün markalarını ve yaşam stilini satılığa çıkardığını söyleyerek “Sinemanın önemli bir pazarlama aracı olduğunu

maalesef biz yeni konuşurken dünya bunu uyguluyor.” dedi Sınav, konuşmasında dünyada petrolden bile daha çok kazandıran tek şey uyuşturucu olduğunu belirterek, “Dünyada uyuşturucunun yıllık cirosu 500 milyar dolar. Bunun yaklaşık dörtte birinin geçiş güzergâhı ise Türkiye. Yani 125 milyar doları Türkiye’den geçiyor. Bunun da çok büyük kısmını Türkiye’nin yaklaşık 30 yıldır başına bela olan terör örgütü PKK kontrol ediyor, geçiş güzergâhları sınırlar ve Avrupa’daki sokak satışları PKK’nın kontrolünde” dedi. PKK’nın kontrol ettiği uyuşturucunun 15 milyar dolar olduğunu ileri süren Sınav, uyuşturucu rantını paylaşanlar arasında dağıtım yapıldıktan sonra PKK’nın eline yıllık 7 milyar dolar geçtiğini iddia etti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıllık silah alım bütçesinin ise 3,5 milyar dolar olduğuna işaret eden Sınav şöyle konuştu: “O örgüt isterse böyle bir durumdaki ülkeye bir yılda 100 milyar dolar harcatır. Aslında kültürel ve toplumsal hiçbir sorun yok Türkiye’de. Maliye Bakanlığı’nın verilerine bakıldığı zaman 80 yıllık tarihimizde en büyük yatırım bütçeleri Güneydoğu ve Doğu’ya sağlanmış. Ama oralara gidip bakıldığında dikili bir tek ağaç yok. Neden? Çünkü o bölgelerdeki siyasiler ve Ankara’daki bürokratlar rantı paylaştıkları için hiçbir şey yapılmamış. Kültürel konularda aslında kimsenin itirazı falan yok ama hala savaş sürüyor. Savaşın nedeni ise bu rant. Birçok tahmin bile edemeyeceğiniz kişiler de bu rantın içinde yer alıyor.” Programın son kısmında katılımcıların sorularını yanıtlayan Osman Sınav’ın yaklaşık 2.30 saat sürdü. Konferansımızın sonunda Bultürk Yönetim Kurulu üyesi Sn.Nafiye YILMAZ ünlü yapımcı ve yönetmen Sn.Osman SINAV’A derneğimize gelerek bizleri onurlandırdıklarından dolayı onurluk takdim etti. Toplantının sonunda da Yönetim Kurulu ile toplu fotoğraf çekimi ile sona erdi. Tekrar büyük ünlü yönetmen ve yapımcıya bizleri onurlandıklarından dolayı teşekkürlerimizi sunuyor başarılarının devamını diliyoruz. ......................................................... Konuşma metni--Muazzes YURDAKUL

Öncelikle hepinize katıldığınızdan dolayı teşekkür ederim Hepinizin bildiği gibi 2 hafta önce Bulgaristan’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerine İstanbul’da yaşayan soydaşlarımızın büyük ilgisine ve Türk adayına gösterdikleri vefadan dolayı bir kez daha teşekkür ederiz. Seçim sonucunda seçilen tüm Türk Belediye Başkanlarına başarılar diler kendi halklarına faydalı olacaklarını umarız. Ancak bu dileklere bırakılmayacak kadar önemli ve geleceğimiz adına inceden elenip sık dokunması gereken bir meseledir. Bu çerçevede dernek olarak elimizdeki imkânları seferber ederek BG’da yapılan seçimlerde bir Türk adayında bulunması adına önemli bir ilke imza attık. Ne yazık ki, BG’da TR’leri temsil edenlerin bu tür bir girişimde bulunmak bir yana sözünü bile etmedikleri böyle önemli adımları TR’de bulunan bir dernek “BULTÜRK” tarafından atılmıştır. Hayalle başlayan bu adıma, dernek yöneticilerimizden bazıları da inanmamıştı, amma sonuç olarak yol gösteren ve stratejiler önerebilecek kimselerin bulunmaması elimizden geldiği kadar ve bilebildiğimiz kadarıyla yürümeye çalıştık. Bizlerde bu alandaki eksikliğimizi göz önüne alarak kendi hayallerimizi gerçekleştirerek başkalarının hayallerinin bir parçası olmamak adına bizlere ışık tutacak hayallerimizi stratejiye dönüştürmemizde fikir jimnastiği yapabilmemiz için hocamız Osman SINAV’ın tecrübelerine başvurmak ihtiyacı hissettik. Sözü fazla uzatmadan bizi kırmayarak davetimizi kabul eden Hocamız Sn.Osman SINAV’a derneğimiz adına teşekkür ederiz. Derneğimize Hoş geldiniz


6

İki bin Yıllık Kabartma Bulundu

Muğla’nın Yatağan ilçesindeki Stratonikeia Antik Kenti’ndeki kazılarda, yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen, üzerinde bir tanrıça ve boğa figürleri bulunan kraliçe büstü kabartması bulunduğu bildirild Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Doç. Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte yaptıkları kazı çalışmaları esnasında bir caddenin başlangıcını bulduklarını, bu caddenin kapı ve sütunlarla başlayan bölümünde çalışmalarını yoğunlaştırdıklarını anlattı. Bu çalışmalar sırasında, Helenistik döneme ait, üzerinde boğa başları betimlemeleri ve bir tanrıça figürü bulunan kraliçe büstü kabartmasına ulaştıklarını belirten Söğüt, kabartmanın 1,5 metre boyunda, yaklaşık 2 metre genişliğinde olduğunu bildirdi. Eserin yaklaşık 2 bin yıllık geçmişe sahip olduğunu anlatan Söğüt, ‘’Eserde yer alan boğa başı betimlemeleri zenginliği ve gücü temsil ediyor. Bu kazının yapıldığı bölgede daha öncede yarış arabası figürleri bulunmuştu. Aynı bölgede bulunan yaklaşık bin 500 yıllık mozaikler de bizim için sevindirici bir gelişmeydi’’ dedi. Doç. Dr. Söğüt, antik kentte yürütülen kazı çalışmalarının önemli bir bölümünü sur duvarlarının oluşturduğuna işaret ederek, şöyle konuştu: ‘’Bu kentin sur duvarları Kral Maussollos tarafından yaklaşık 2 bin 400 yıl önce restore edilmiş. Antik

Dünyanın en Pahalı Balığı!

Japon bir restoran işletmecisi, 269 kilogramlık orkinosu dünyanın en pahalı balığı haline getirdi. Japonya’daki bir balık halinde yapılan ihalede, Kiyoshi Kimura adlı bir restoran işletmecisi mavi yüzgeçli orkinos balığı için tam 736 bin 500 dolar ödedi. Ülkede şaşkınlığa yol açan Kiyoshi Kimura ise, “etinin kırmızılığı muhteşem” diyerek, balığın lezzetinin rakipsiz olacağını savundu. Japonya’da en pahalı balık türü sayılan ve ağırlığı 400 kiloya kadar ulaşabilen mavi yüzgeçli orkinosların nesli, özellikle Japon balıkçılarının aşırı avlanması dolayısıyla tehlike altında bulunuyor. Uluslararası örgütler, sık sık Büyük Okyanus’un en büyük balıkları arasında yer alan bu türün avlanmasının yasaklanması çağrısı yapıyor. KARA ELMAS Öte yandan, mavi yüzgeçli orkinos tüketiminin dörtte üçünün yapıldığı Japonya’da sushi düşkünleri, bu balığı “kara elmas” olarak da adlandırıyor.

kenti çevreleyen yaklaşık 2 bin 400 yıllık surların ortaya çıkartılması için kazı çalışmasına başladık. Surların kazısı tamamlandığında restorasyon çalışmasına başlayacağız. Antik kentin çevresinde yaklaşık 3 bin 600 metre uzunluğunda bir sur olduğunu düşünüyoruz. Yaklaşık 400 metre uzunluğundaki bir sur duvarının günümüze kadar korunmuş durumda olduğunu tespit ettik. Öncelikle, bu bölümü açığa çıkartıp restore ettikten sonra ziyarete açacağız.’’

ANTİKKENTTE460ESERBULUNDU Antik kentte 2011 yılında yapılan ve 7 ay süren kazıyı, öğretim üyeleri, öğrenciler ve işçilerden oluşan yaklaşık 100 kişilik ekiple yaptıklarını kaydeden Söğüt, bu çalışmalarda 460 eser bulduklarını, envanter çalışması tamamlanan eserleri Muğla Müzesi’ne teslim ettiklerini bildirdi. Teslim edilen eserlerin, restorasyon ve konservasyonunun yapıldığına değinen Bilal Söğüt, bu eserlerin müzede hemen sergileneceğini belirterek, ‘’Eserlerin büyük bir bölümü Roma ve Bizans dönemine ait. Kazı çalışmalarına bir süre ara vereceğiz ve hava sıcaklıkları normale dönünce tekrar başlayacağız’’ dedi. Doç.Dr. Söğüt, antik kenti ziyaret edenlerden ücret alınmadığını da vurgulayarak, ‘’Bizim tespitlerimize göre 2011 yılında antik kenti yaklaşık 10 bin kişi ziyaret etti. 2 yıl önce antik kente gelen ziyaretçi yoktu. Bugün geldiğimiz nokta çok sevindirici. Ziyaretçinin olmadığı gün yok. Bölge halkı antik kentte sahip çıktı’’ diye konuştu.

279 Yıl Sonra Cihânnüma Katip Çelebi’nin Cihânnüma adlı ünlü eseri tıpkı-Türkçe- İngilizce olarak tekrar basıldı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., Osmanlı bilgini Katip Çelebi’nin “coğrafyada çığır açan kitap” olarak kabul edilen ve 279 yıldır kütüphanelerin tozlu raflarında ilgi bekleyen “Cihânnüma” adlı eserinin tıpkı-Türkçe-İngilizce basımını gerçekleştirdi. Tarih, coğrafya, astronomi ve biyografya ile ilgili çalışmalar yapmış olan ünlü osmanlı alimi Katip Çelebi’nin Cihannüma’sı, en eski Osmanlı coğrafya kitabı olarak biliniyor. ESERDEKİ 52 HARİTA SERGİLENECEK Haritalarıyla birlikte İbrâhim Müteferrika matbaasında basılan eser, daha sonra yazılan coğrafya kitaplarına kaynak teşkil etmiş ve Avrupa dillerine çevrilmiştir. Eserde yer alan haritalar da coğrafya tarihi açısından büyük önem taşır. İşte bu haritalardan 52’si İBB Kültür AŞ. tarafından bir sergide izleyiciye sunulacak. “Piri Reis’ten Kâtip Çelebi’ye Osmanlı’nın Dünyaya Bakışı” başlığı ile açılacak olan sergide, Cihânnüma’da yer alan 52 harita sergilenecek.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Tarihi Köprü Gün Yüzünde

Düzce’nin Konuralp Beldesi Tabak Deresi üzerine kurulu olan 3 kemerli Roma dönemine ait köprü gün yüzüne çıkarılıyor Tarihi Roma dönemi köprüsünün en önemli özelliği, harç kullanılmadan mermer blokların bir araya getirilmesi ile ya-

pılmış olması. Düzce’nin tarihinde önemli yeri olan Konuralp beldesinde toprağı kazdıkça tarih fışkırıyor. 2 bin yıllık bir tarihe sahip olduğu öğrenilen tarihi eserlerden 3 kemerli köprünün kazı ve restorasyon çalışmaları başladı. Başlayan kazı çalışmalarında 2 bin yıllık tarihi kemerli köprü koruma altına alındı. Konuralp’in batısından geçip, Efteni Gölü’ne dökülen Tabak Deresi üzerinde, Çilimli yol ayrımında yer alan antik köprünün M.S 1. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Köprünün en önemli özelliği hiç harç kullanılmadan beyaz mermer blokların bir araya getirilmesiyle inşa edilmiş olması. 5 metre genişliğinde ve 30 metre uzunluğunda olan tarihi köprü 3 kemerli bir yapı görünümünde. Konuralp Müze Müdürü Yunus Taşçıoğlu köprünün batı Karadeniz bölgesinde başka bir örneğinin bulunmadığını söyledi.1960’lı yıllara kadar kullanılır haldeki köprü, büyük bir selle beraber tahribata uğramış 1975 yılında tescil olmuş 1987 yılında tescilin devamına karar verilmiş. Müze Müdürü Yunus Taşcıoğlu, “Otların arasında iken bu güzel bir eserin ortaya çıkarılması restore edilebilmesi için kazı çalışması müdürlüğümüzce Aralık Ayı içersinde yapılmaya başlandı. Ancak bugüne kadar bu yapı tam anlamıyla ortaya çıkarılamamış. Biz, bu önemli eserin tamamını gün yüzüne çıkarmak, eksik olan parçalarını bir araya getirmek ve gerekli restorasyonu yapmak için bir çalışma yürütüyoruz.” diye konuştu.

Gazetecilere Fazla İçmeyin Uyarısı

Başta kapanan News of the World olmak üzere Murdoch grubunda ortaya çıkan dinleme skandalından sonra yeni etik standart arayışına giren İngiliz polisi, gazetecilerle fazla samimi olmayı yasakladı. Guardian’ın haberine göre, İngiliz polisi tarafından hazırlanan “Polisle Medya Arasındaki İlişkilerden Kaynaklanan Etik Sorunlar” başlıklı raporda, polis ve medya mensupları arasındaki samimi ilişkilerin kamuoyunda ciddi zararlara yol açtığı belirtildi. Murdoch grubuna bağlı gazetelerde patlayan skandaldan sonra kolları sıvayan İngiliz emniyeti, yeni etik kurallar çerçevesinde polise, “akşam yemeklerinde ve pub gibi yerlerde gazetecilerle fazla içkili sohbete girmemelerini tavsiye etti. Raporda, uzun ve içkili sohbetlerin gazetecilerin “bilgi koparma taktiklerinden biri” olduğu hatırlatılarak, “Medya ile alkolü karıştırmak yasaklanmamıştır, fakat bunun sıkça tekrarlanmaması gerekir” denildi.

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetlerinden

İstanbul Valiliği’nde STK’lar birarada

İstanbul Basın Toplantısı-Sadullah Sipahioğlu, Dr.Müjgan Deniz

Sultanahmet Cami Derneğini ziyaret esnasından

BULTÜRK Bayrampaşa’da Saadet Partisini ziyaret esnasından

Sadullah Sipahioğlu Cumhurbaşkanımıza yemek verdi

Nuri Adalı Konferans salonunda Ümit ÖZDAĞI

Finans Özkan HACIOĞLU Dünya bankacılık tarihinde ilk gelişme17.Asır’da Gerçekler vardır. Onlara taraf veya karşı olmak pek fazla bir işlevsellik içermez. Ama gerçeklerin olumlu ve olumsuz yanlarını görmek daima faydalıdır. Küresel ekonomiye kendi anlamını veren neoliberalizm de öyle... Neoliberalizm, birçok sakınca içeriyor. Bu sakıncaları göz önünde tutmak ve bunlara karşı tedbir düşünmek gerekir. Bu yapılmazsa ne olur? Tecrübeyle sabit olduğu gibi, küresel kriz yaşanır! Günümüzde dünyanın hemen her yerinde geçerli olan iki söz vardır. Birincisi “Para dünyayı yönetir.”, ikincisi ise “Paranın kıymeti kalmadı.”… Bu iki sözün tek tek ve beraber ortaya koyduğu çerçeve, yaşanan krizin ne denli tehlikeli olduğunu da tarif ediyor. “Dünyayı yöneten” ve “kıymeti kalmayan” parayı kimin ve nerede yönettiğini bilmiyoruz. Yönetenin “bütün parayı” yönetip yönetmemesi konusunda da bir bilgimiz yok. Hatta çoğu kimse için de “para” kavramsal olarak tarifi çok zor bir olgu haline geldi. Batıda 19.Asır’da kâğıt paranın icadından önce alışveriş için takas yapılırdı. Mallar ve hizmetler takas edilirdi. Altın ve gümüş sıklıkla kullanılırdı. Günümüzde altın veya gümüşten madeni para yok. Dolayısıyla bugünkü para, üzerinde yer alan rakamın değerini simgesel olarak taşıyan bir kâğıt parçası. O nedenle aynı kâğıt parçasının bir gün araba satın alması, ama bir başka gün “hurda kâğıt” olarak kabul edilmesi mümkün. Kişiler ve topluluklar kendi paralarını basamazlar ve yeni bir para birimi uygulayamazlar. Bu konuda devlet tekeldir. Devlet parayı tasarlar, basar, değerini değiştirir. Kişiler ve topluluklar da parayı mal ve hizmetleriyle satın alırlar ve satarlar. Neoliberalizmde karar makamı “piyasa” olarak kabul edilir. Piyasa arz-talep ekseninde gelişir. Bu durumda piyasa yatırımcıların yönelimlerini esas alır. Bu durumun en çarpıcı yaşandığı yer ise ABD. Çünkü ABD’de parayı ABD’nin merkez bankası FED basar. FED parayı basar, piyasaların gösterdiği doğrultuda değerini belirler ve yönetime verir. FED, bir devlet kurumu değildir. FED, hükümetle beraber çalışır, ama hükümet FED’i kontrol etmez, ona kendi kurallarını dayatamaz. Örneğin FED, USD’nin gücünü yönetirken ABD halkının gelir seviyesini gözetmek zorunda değildir. FED, her şirket gibi ortaklıklarının çıkarlarını gözetir. Eğer ortaklarının çıkarları vergi ödeyen ve tüketim yapan ABD’lilerin gelir seviyesini korumayı gerektirirse, sadece o zaman bu konuya yönelebilir. FED, bu noktada petrol karteline benzer. Petrol şirketlerinin ittifak kurması, 1910’larda bütün dengeleri değiştirdi. Kartel, ABD’de bütün mali sistemi eline aldı. Bunun üzerine gücün kontrol edilmesi için kurallar konuldu. Konulan kuralların ihlaline ağır cezalar getirildi. Ayrıca müttefik şirketler arasında “rekabet” doğması önlenirken, başkalarının rekabet başlatması da engellendi. FED’in küresel kriz karşısındaki tutumu bu bilgilerin halen geçerli olduğunu doğruladı. FED, atacağı adımlarda ABD halkının değil, ortaklarının çıkarlarına göre hareket etti ve önceliğini piyasadaki aktörlerin taleplerine verdi. Der Carnegie Mellon Üniversitesi’nden Prof. Allan Meltzer’in 11.07.2009’da Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung’a verdiği mülakatta belirttiği gibi, FED’in bankaların batmasını önlediği tek bir kriz yok. ABD basınında Obama’nın FED’i mali sistemin temel denetim mekanizması haline getirmek istediği bilgisi yer alıyor. Şayet Obama bunu başarırsa -ki başarmasının önünde bir engel yok- büyük bankaların ortağı olduğu FED, bankacılık ve sigortacılık sektöründe “tek egemen” haline gelecek. El konulan bankalar ve şirketler bu büyük gücün eline geçecek. Belki General Motors, General Electric, IBM ve Microsoft bile… Neoliberalizmin tutkusu olan maksimalizm bunu gerektirir. FED’in bu şartlarda firmaların iç işlerine dahi müdahale etmesi mümkün. Mali İstikrarı Artırma Yasası, FED’in bir firmanın istikrara zarar verdiğini tespit ettiğinde firmadan hisse ve mal varlığı satışı talep edeceğini, faaliyet sahasını sınırlayabileceğini belirtiyor. Kongre üyesi Charles A. Lindbergh 1923’te FED’i eleştiren bir konuşmasında bütün mali sistemin FED’in eline bırakılmasına karşı çıkmıştı. Lindbergh, FED’in yönetimini kuran kar hedefli grupların mali sistemi yönetmesinin FED’in başka insanların cebindeki paradan vurgun yapmak için kullanılacağını öne sürmüştü. 1910’da Jekyll Island’da dönemin en büyük yedi bankerinin katıldığı gizli toplantıda kurulan ve bu nedenle Griffin’in “Jekyll Island Canavarı” diye tanımladığı FED’in ortakları o dönemde dünyadaki toplam servetin %25’ine sahipti. Toplantıya J.P. Morgan (Henry P. Davis), Rockefeller (Nelson W. Aldrich), Rothschild ve Warburg (Paul M. Warburg katılmıştı. Franklin Roosevelt “Demokrasinin özgürlüğünün güvenliği, insanların; hür teşebbüsün büyümesini, demokratik devletten daha güçlü oluncaya kadar tolere etmesiyle tehlikeye girer.” demişti.Yani “hükümet”, bir grubun bir biçimde yönlendirdiği ve kendi özel gücü olarak kullanmaya başladığı bir mekanizma olursa, demokrasi özgür değildir. Dünya bankacılık tarihinde ilk gelişme 17.Asır’da Amsterdam’daki tacirlerin altınlarını bankaya emanet etmesi ve karşılığında bir kâğıt almasıdır. Bir süre sonra bankalar güçlendi ve ellerindeki altının %10’unu kredi vermekte kullandı. Nihayetinde herkes aynı anda altınını geri istemezdi. Ama büyüme kaçınılmazdı ve çok cazipti. Bankalar savaşan devletlere daha büyük miktarlarda kredi vermeye başladılar. Bu sistem kısa süre sonra kasadaki bütün altınların toplamı kadar kredi verilmesi noktasına ulaştı. FED, bunu bir adım daha ileriye taşıdı ve bankalara kasasına giren her 1 USD için 9 USD’lik işlem yapma olanağı getirdi. Bankalar, hokus pokusla biri dokuza çevirdi. Örneğin bir satıcı aylık gelirini bankasına teslim ettiğinde, paranın %10’u muhafaza edilirken, başka bir hesapta %90’ı kredi finansmanında kullanıldı. Yeni hesapta yer alan paranın da %10’u muhafaza edilirken, geriye kalan %90’ı aynı şekilde kullanıldı. Bilgisayar ekranında görünen, ama gerçekte olmayan bu paralar ve bu paraların faizleri aynı işlemin tekrar ve tekrar yapılmasına olanak tanıdı. FED 1:9 olan bu oranı zamanla 1:11’e çıkardı


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

Osman Sınav’dan Bulgar Yazarın Kitabından Yeni dizi Müslümanlara Kültürel Türkiye’ye zorunlu göç olaylarını ele alan dizinin 13 bölümlük olacak Soykırım Yapılmıştır

Osman Sınav, Bulgaristan Ulusal Televizyonu’na (BNT), Bulgar yazar Lüdmila Filipova’nın ’Aramızdaki Duvar’ kitabına dayalı 39 bölümlük dizi hazırlıadıklarını açıkladı. Türkiye ile Bulgaristan’ın komşu ülke olduğunu vurgulayan Sınav, “Ortak tarihimiz var, reflekslerimiz bile ortaktır” diye konuştu. Cannes Film

Festivali’nde tanıtılan, Türk aktörlerin de rol aldığı “Mission London-Londra Görevi” filminden etkilendiğini ve Bulgar romanına dayalı film yapma kararı aldığını belirten Sınav, “Umarım, Bulgar okuyucularının ilgi ile okuduğu romanındaki hikayeyi filmde de uygun bir şekilde anlatırız. Başarılı olursak sevincini hep birlikte paylaşırız. Benim için bu olay yeni bir keşif olacak” ifadelerini kullandı. Programa katılan yazar Lüdmila Filipova da orijinal adı “Yanılsamaların Anatomisi” olan romanını yazarken böylesi bir başarı beklemediğini anlattı. Birçok kişinin kendi yaşayışlarını romanda bulduğunu, bu durumun da başarıyı getirdiğini dile getiren Filipova, “Şimdiki fikrimiz de bu romanı çok bölümlü bir tarihi diziye dönüştürmektir” dedi. Bulgaristan’da 1989 yılına dek eski komünist rejimin Türk ve Müslümanlara yönelik uyguladığı asimilasyon kampanyasını ve Türkiye’ye zorunlu göç olaylarını ele alan dizinin 13 bölümlük ilk kısmı konusunda çalışmalara başlandı, çekimlerin önemli bir bölümü Bulgaristan’da yapılacak.

Türkler Bulgaristan’a Vizesis Girecekler Türk - Bulgar Öğrenciler 2007’de Av-

rupa Birliği üyesi olan Bulgaristan, henüz Schengen Bölgesi üyeliğine kabul edilmedi. Ancak Bulgaristan Hükümeti Schengen Bölgesi’ne katılımı sürecinde Schengen Vizesi bulunan yabancıların Bulgar Vizesi olmadan Bulgaristan’a serbestçe giriş yapabileceklerini açıkladı. Yapılan açıklamada ayrıca yeşil pasaport sahibi Türk vatandaşlarının da Bulgaristan’a giriş yapabilmeleri için vizeyi kaldıran Bulgaristan Hükümeti, bu sayede iki ülke arasındaki ekonomik, kültürel, ticari ve akademik ilişkilere ivme kazandıracağı belirtti. Yeşil pasaport sahiplerinden Avrupa Birliği’nin bir çok ülkesinde vize istenmediğinin hatırlatıldığı açıklamada yeni uygulama, “İyi komşuluk ilişkilerinin daha da geliştirilmesinin iyi niyeti” olarak yorumlandı. 2 Şubat 2012’de resmi gazetede yayınlanacağığı belitilen kanun, 5 Şubat’ta yürürlüğe girecektir.

Kapıkule’de Buluştu

Türk ve Bulgar öğrenciler Dünya Gümrük Günü kutlamaları kapsamında Kapıkule’de buluştu.Dünya Gümrük Günü kutlamaları kapsamında, Bulgaristan’dan otobüsle gelen yaklaşık 45 Bulgar öğrenci, Kaptan Andreevo Sınır Kapısı’nı geçmelerinin ardından Kapıkule Sınır Kapısı girişinde Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Kaptan Kılıç ve Trakya Birlik İlköğretim Okulu öğrencileri tarafından karşılandı.

Avrasya Yazarlar Birliği - Basın Bildirisi

Kurulduğu günden bu yana Türk ve İslam Dünyası, Osmanlı hinterlandı ve tüm Avrasya coğrafyası edebiyatlarının buluşma noktası haline gelen Avrasya Yazarlar Birliği 2012 yılı ödüllerini açıkladı. Avrasya Yazarlar Birliği organları tarafından uzun süreli değerlendirmeler sonucunda; “Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Adamı Ödülü” IV. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresinde alınan karar uyarınca Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı ve Azerbaycan’ın önde gelen edebiyatçılarından ve Türk halkları arasında edebi ilişkilerin gelişmesinde sayısız hizmetleri olan Anar’ın 2012 yılında “Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Adamı” ilan edilmesine, “Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Dergisi Ödülü” Her sayısında Türk halkları edebiyatlarına ayrı bir bölüm ayırarak Başkurtistan’da Türk Dünyasından eslerin tanınmasına ve halklar arasındaki dost-

luk ve kardeşlik duygularının gelişmesine katkı sağlayan Ufa merkezli olarak yayınlanan Agidil Dergisinin, “Yılın Edebiyat Dergisi” olmasına; “Türk Lehçeleri Arasına En İyi Şiir Çevirisi Ödülünün” Kazakistan’da yayınlanan “Alem Adabiyatı” dergisinde Türkiye edebiyatından yaptığı çevirilerle Kazak Şair Baurcan Cakıp’a ; “Türk Lehçeleri Arasına En İyi Hikaye Çevirisi Ödülü”nün Azerbaycanlı yazar Elçin’in Bengü Yayınları arasından yayınlanan “Aydınlık Geceler” adlı hikâye kitabı ve diğer çevirilerinden dolayı yazar İmdat Avşar’a; “Türk Lehçeleri Arası En İyi Roman Çevirisi Ödülü”nün Tataristan’ın büyük yazarı Ayaz Gıycaliev’in Sütün Yayınları tarafından yayınlanan “Bir Avuç Toprak” adlı romanın çevirisinden dolayı Fatih Kutlu’ya; “Türk Lehçeleri Arasına En İyi Bilimsel Eser Çevirisi Ödülü”nün Hakasçadan yaptığı çevirilerle Timur Devletov’a verilmesi ; “Avrasya Yazarlar Birliği Özel Ödülü’nün”, Avrasyacoğrafyasındakültüreletkileşimeyaptığıkatkılardan dolayı TRT Avaz kanalına verilmesine; karar verilmiştir. Ödüller IV. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi ve III. Türk Lehçeleri Arası Çeviri Sempozyumu ve Atölyesinde sahiplerine takdim edilecektir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Ancak biz birkaç hususa değinmek istiyoruz ve bu hususların ivedilikle ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Parlamentonun almış olduğu bu karardan sonra bu konuların çözümüne de sıra gelmiş demektir. - Silah zoru ile verilen isimler kütüklerden silinmeli ve eski isimler re-sen geri verilmelidir. Bulgaristan’da tüm Belediyeler bu konuda hemen çalışma başlatmalı ve isimleri değiştirilen herkese asıl isimleri ile kimlikler verilmelidir. İsimlerini değiştirmek isteyenler bunu kanunlarda belirtildiği şekilde yapabilirler. Bu konu halledilmesi gereken son derece önemli bir konudur. - İsim değiştirme esnasında suç işleyenlere gerekli cezalar verilmeli ve bu konudaki zaman aşımı kaldırılmalıdır. Çünkü burada işlenen suçlar insanlık suçudur. Aynı zamanda karar sürecinde yer alan tüm siyasetçilerin ve idarecilerin de mahkemede hesap vermeleri sağlanmalıdır. - 1989 yılındaki büyük tehcir sırasında mallarını belediyelere devretmeleri için baskı yapanlar da tespit edilerek mahkemeye çıkarılmalıdırlar. El konan mallar da sahiplerine iade edilmelidir. Bu konuda önemli problemler vardır. - 1989 yılında zorla göç ettirilenlerin ülkeden ayrılış tarihine kadar ödenen sigorta primleri şu anda yaşadıkları ülkelere devredilmelidir veya insanlarımıza yük olmadan bir çözüm bulunmalıdır. - Bu dönemde göç ettirilenlerin çeşitli bahanelerle seçme ve seçilme hakkı da ellerinden alınmaya çalışılmaktadır. Bazı kısıtlamalar da zaten yapılmıştır. Biz bu durumu kınıyoruz ve özgürlüklerin önüne set çekilmesi olarak görüyoruz. Herkes bilmelidir ki göç etmek bu insanların tercihi değil o zamanki Bulgar idaresinin rejimin zorlaması idi. Etnik temizliğin bir basamağıydı. - Komünist rejim tarafından çeşitli bahaneler ve şekillerle el konulan Kırcaali medresesi, Plovdiv’de bulunan Galeri gibi vakıf malları da derhal gerçek sahiplerine geri verilmelidir. Unutulmamalıdır ki vakıf mallarına sahip olmak için çok emekler sarf edilmiştir. Baskı ile yapılan sözleşmelerle el konulması sonderece utanç vericidir. - Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde özellikle Rodop-Rila-Pirin bölgelerinde kaydı yapılmamış orman arazileri vardır. Bu orman arazilerini herkez kendi arazisinin sınırını bilmektedir, komşularla bir birlerinin arazilerini bilmektedirler. Kimse kimsenin arazisine tecavuz etmemektedir. Ancak 100 yıllardan beri vergiler nedeniyle köylüler bu orman arazilerinin kayıtlarını yaptırmamışlardır. Adeta geleneksel zımni bir anlaşmayla herkes kendi arazisine sahip çıkmaktadır. Bulgaristan Parlamentosu ve devletinin bu konuda da bir karar alarak vatandaşlarının önünü açmalı ve tapularını elde etme imkanı sağlamalıdır. Bu araziler yine Bulgaristanda kalacak ancak sahipleri daha iyi işletecek ve bakacaktır. Biz Bulgaristan Parlamentosunun bu konuyuda bir çözüme ulaştıracağına inanıyoruz. Değindiğimiz bu konulara da Bulgaristanın ivedilikle el atacağına inanıyoruz. Görüyoruz ki Bulgaristanda demokrasi olgulaşmaya başlamıştır. Bu da bizim geleceğe güvenle bakmamızı sağlıyor. Biz BULTÜRK olarak başta Sayın Kostov olmak üzere bu kararda münasebet alan herkese teşekkür ediyoruz ve çalışmalarında başarılar diliyoruz. Saydılarımızla BULTÜRK Dr.Müjgan DENİZ

Yrd. Doç Dr. Yakup Ömeroğlu Genel Başkan

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetler Güneşli Bilgin Pehlivan’nın Babasının Cenazesinden

Dr.Nedim BİRİNCİ Türkiye’ye gelirken

Halil MUTLU ile birlikte BULTURK’te

.İsmail ERDEM Türkiye’ye gelirken

Bulgaristan Konsolosu Sn..Fratev’e plaket

Mesut UĞURLU’nun damadı Aykut’un Cenazesi

Tarih ve Dil

Ayhan Demir

Bulgaristan’daki Misyonerlik Tehlikesi

Bulgaristan’da yaşayan Müslüman halklar (Türkler, Pomaklar ve Romanlar), özellikle Todor Jivkov’un iktidarda kaldığı otuz üç yıl boyunca, her fırsatta kimliksizleştirilmek istendi. Türkçe isim seçme, Türkçe eğitim, kamusal alanlarda Türkçe konuşma, ibadet, sünnet, İslami usullere göre cenaze töreni düzenleme, geleneksel kılık-kıyafetlerle dolaşma gibi konularda getirilen yasaklarla, din, dil ve kültürel ananeleri yaşama/yaşatma hürriyeti ortadan kaldırıldı. Jivkov’un 1989 yılı sonundan iktidardan uzaklaştırılması ve 2007 yılında elde edilen AB üyeliği, temel bazı hakların geri verilmesine vesile olduysa da, bu ülkedeki sorunlar tamamen çözümlenmedi. Seçilmiş Başmüftü ve yerel müftülerin yerine atanmak istenen komünist dönemin ajan müftüsü, yakın döneme kadar Bulgaristan Müslümanlarının başını ağrıtan sorunlardan birisi oldu. ÇoğunluğuATAKAPartisi mensubu olan ırkçı ve İslam karşıtlarının, ülkedeki Müslümanlara ve camilere yönelik tahrik ve saldırıları ise neredeyse günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Ancak Bulgaristan Müslümanları için, sessiz ve derinden çalışan başka bir tehlike var: Misyonerlik… Evangelist, Metodist ve Yehova Şahitleri gibi Protestan Hıristiyan cemaatlerin Bulgaristan’daki faaliyetleri oldukça güçlü. Bu misyoner gruplar, daha ziyade Müslüman Romanlar arasında propaganda faaliyetlerini yürütüyorlar. Romanların çoğunluğu 10 yıl öncesine kadar Müslüman’dı. Ancak bugün pek çoğu Hıristiyan oldu. Romanlar arasındaki misyonerlik çalışmaları genellikle Almanya, İsviçre, ABD destekli misyoner teşkilatları tarafından yürütülüyor. Müslüman Romanları kiliseye çekmek için büyük gıda ve giysi yardımları yapılıyor. Bunun yanında Romanların yoğun olarak yaşadığı şehir ve köylere kilise evler inşa ediyorlar. Başarılı Roman öğrencileri, Bulgaristan’daki enstitülerde ya da yurt dışındaki okullarda okutup, sonrasında rahip olarak görevlendiriyorlar. Ülkede faaliyet gösteren misyoner yetimhaneleri, hastaneler ve klinikler de Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için çalışıyorlar. Misyonerlerin bu çalışmaları neticesinde Sofya, Montana, Vidin, Vratsa, Küstendil gibi batı Bulgaristan’da yaşayan Romanlar, ne yazık ki, büyük ölçüde İslam ile bağlarını koparmış durumdalar. Misyonerler, İslami bilgi bakımdan zayıf olan, Smolyan, Devin, Kirkovo gibi Pomak Müslümanların yaşadığı bölgelerde de faaliyet yürütüyorlar. Son birkaç yıldır Müslüman Türk köylerinde de kaset ve kitap dağıtma, film seyrettirme gibi yöntemlerle propaganda yapan misyonerler, en azından bugün için, hedeflerine ulaşabilmiş değiller. Bulgaristan’da misyonerlik faaliyeti yürüten Ortodokslar, diğerlerine nispeten daha zayıf olsalar da, etkisiz değiller. Ortodokslardan belirli isimler bu faaliyetleri yürütüyor. Özellikle Boyan Sarıev adlı papaz bu konuda ön plana çıkıyor. Müslüman Pomak bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Sarıev, 1985 yılında polis okulunu bitirdikten sonra, Bulgar istihbaratı adına din adamı olarak çalışmaya başlamış. Kırcali’de ikamet eden ve Sveti Yoan Predteça Hıristiyanlık ve Gelişim Hareketi’nin başkanlığını yürüten Boyan Sarıev, özellikle Müslüman Türk ve Pomaklar arasında misyonerlik faaliyetinde bulunuyor. Faaliyetlerini sosyal yardımlarla destekleyen Sarıev, zaman zaman büyük para yardımlarında bulunarak Müslümanlığını unutan kimseleri etrafına toplamaya çalışıyor. Ayrıca yetimhanelerde bulunan Müslüman çocukları da vaftiz etmeksuretiylekazanmayaçalışmaktadır.ÖzellikleHaskovo ve Kırcali bölgelerindeki yetimhanelerle yakından ilgilenmektedir. Yine Sarıev’in öncülüğünde, hiçbir Hıristiyan’ın yaşamadığı Müslüman köylerine kiliseler yapılıyor. Alfa Research Sosyolojik Araştırma Kuruluşu ve Yeni Bulgar Üniversitesi’nin, Bulgaristan’ın sekiz bölgesindeki 850 Müslüman üzerinde yaptığı bir araştırmanın neticeleri de bu ülkedeki Müslümanların nasıl tehlikeli bir eşikte olduğunu işaret ediyor. Araştırma sonuçlarına göre; Bulgaristan Müslümanlarının yüzde 41’i hiç camiye gitmiyor ve yüzde 59’u hiç namaz kılmıyor. Müslümanların yarısından fazlası nikâhsız yaşamı desteklerken, yüzde 39,8’i domuz eti yiyor ve yüzde 43,3’ü alkol kullanıyor. Bu veriler üzerine daha fazla söz söylemeye gerek var mı bilemiyorum ama yine de söyleyelim: Türkiye, Bulgaristan’daki Müslümanlar üzerindeki dikkatini dağıtmadan, Müslümanların İslam’la bağlarını kuvvetlendirmeye yönelik girişimlerde bulunmalıdır.


8

Kıta Lemurya

Seyhan ÖZGÜR

Tüm kayıp kıta efsaneleri arasında en inanılmaz gibi görüneni, Lemurya’nın öyküsüdür. Öykünün kaynağı, 19. yüzyıl doğa bil¬ginleri tarafından ortaya atılan bazı tezlere dayanıyor. Doğa bilginleri, Hint Okyanusu çevresındeki ülkelerde, lemur adlı bir maymun türü keşfetmişlerdi. Ama ortada açıklanamayan bir durum vardı. Bu ülkeler birbirlerinden binlerce kilometre uzaktaydılar. Üstelik, Madagaskar’la Hindistan arasında olduğu gibi, ülkeler arasında uçsuz bucaksız bir okyanus uzanyordu. Bu kadar küçük bir hayvanın okyanusu yüzerek aşması mümkün olamayacağına göre geriye tek olasılık kalıyordu: Bir zamanlar lemur maymunları, bugün yaşadığı ülkeleri kapsayacak genişlikte bir kıta üzerinde yaşamış olmalıydı. Bu dönemde, yani 1850′lerin sonunda Charles Darwin’in Türlerin Kökeni adlı kitabı yayımlanmıştı. Kitapta canlıların evrimi ve değişik türlerin ortaya çıkışı anlatılıyordu. Oysa dini inançlara bağlı olanlar, türlerin yer¬yüzüne Tanrı tarafından dağıtıldığını öne sürüyorlardı. Lemur maymunlarının bulunuşu, bu iki görüş arasındaki tartışmayı yeni¬den alevlendirmişti. İşte bu sırada, Alman doğabilimcisi Ernst Heinrieh Haeckel, ilginç bir fikir ortaya attı: Lemur maymunla¬rının anayurdu, bu bölgede eskiden var olan bir kıtaydı. Ama bu kıtanın bir kısmı batınca maymunlar bugün üzerinde yaşadıkları ülke¬lere dağılmışlardı. Haeckel, kayıp kıtaya maymunların adından esinlenerek Le’murya adını verdi. Aynı zamanda buranın “uygarlığın beşiği” olduğuna ilişkin ilk fikirleri ortaya attı. Haeckel şöyle yazıyordu: “Bazı şartların varlığı (özellikle ardarda gelen bazı tarihi olgular), eskiden Hint Okyanusu’nda bulunan ve daha sonra batan bir kıtanın, insanoğlunun anayurdu olduğunu düşündürü¬yor. Kıta, Asya’nın güneyinden (belki de Asya’nın devamı olarak) doğuda Hindiçin ve Sumatra adalarına, batıda Madagaskar ve güneydoğu Afrika kıyılarına kadar uzanıyordu. Daha önce de belirttiğimiz üzere; hayvanla¬rın ve bitkilerin dağılımı gibi bazı olguları göz önünde tutarsak, büyük bir olasılıkla çok eskiden Güney Hindistan gibi bir kıtanın var olduğunu söyleyebiliriz… Eğer Lemurya’yı insanoğlunun anayurdu olarak kabul edersek, insan ırklarının göçler yoluyla coğrafi dağılı¬mını da rahatlıkla açıklayabiliriz.” Gazeteciler ve medyumlar ilgileniyordu, zaman geçtikçe yeni teoriler ortaya atıldı. Lemur maymunlarının dağılımı ve insanoğlunun kökeni üzerine daha inandırıcı fikirler ileri sürüldü. Böylece, Heackel’in düşünceleriyle birlikte kayıp kıta Lemurya’da bir kenara bırakıldı. işte bu sırada birtakım gizemciler ve medyumlar “kayıp kıta” fikrine dört elle sarıldılar. Aynı şey, daha önce Atlantis ve Mu kıtalarıyla ilgili tartışmalar sıra¬sında da görülmüştü. Sonunda, zamanın en tanınmış gizemcilerinden biri Lemurya ile ilgilendi. Bu kişi, Teozofi Cemiyeti’nin kurucusu Madam Helena P. Blavatsky idi. Açıklanamayan, doğaüstü güç¬lere sahip olduğuna ianılan biriydi. 1888′de konuyla ilgili olarak Gizli Doktrin adlı bir kitap yayımladı. Kitapta kendi felsefesini de anlatıyordu. İddiasına göre, eski çağlarda var olan bazı olağanüstü düşünceler kendi bedenine geçmişti. Ayrıca, “Mahatma Tarikatı” adlı bir grup bedensiz varlığın, Tibet’ ten dünyayı yönettiğine inanıyordu. Blavatsky’nin kitabı, Mahatmalara ait eski bir çalışma olan Dyzan Kitabı’na dayanılarak yazılmıştı. Blavatsky’nin belirttiğine göre, Mahatmalar kendisine, göğe nasıl çık¬tıklarını göstermişlerdi. Dyzan Kitabı, Atlantis’te, şimdi unutulmuş olan Senzar diliyle yazılmıştı. Atlantis ve Lemurya kıtala-rının bilinmeyen tarihinden bahsediyordu. Gizli Doktrin, günümüz İngilizcesiyle yazıl¬mış olmasına rağmen anlaşılması oldukça zor bir kitaptır. Örneğin şöyle bir bölüm var: “Büyük acılardan sonra, eski üçü’nden vazgeçti ve onların yerine yeni Yedi Derililer’i koydu ve önce birincisi üzerinde çalıştı … Tekerlek 30 kez daha döndü. Böylece Rupas meydana geldi: Yumuşak taşlar sertleşti, sert bitkiler yumuşadı. Görünmeyen, görünür oldu, böcekler ve arı oğulları … “ Mahatmalara göre “yeryüzünde toplam olarak yedi kök ırk yaşayacaktı. Birinci kök ırk, görünmeyenlerdi. İkinci kök ırk, görünenlerdi. Üçüncü körk ırk Lemuryalılar, bundan sonrakiler Atlantis’e gelenlerdi. Bun¬lar, tam anlamıyla insan olmalarına rağmen “kara büyüyle” yok edildiler. Bugünün insanları olan bizler, beşinci kök ırkı oluştu¬ruyoruz. Bizden sonra altıncı nesil dünyaya gelerek Lemurya’da yaşamaya başlayacak. Yedinci ve sonuncu neslin ardından dünyada yaşam sona erecek ve Merkür gezegeninde yeni bir yaşam başlayacak. “ Devamı Gelecek sayıda

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Kalfin Bitti, Emin Ballkan Gitti

Yeni yıla ramak kala etnosumuza sevindirici ve ümit verici haberler verememenin üzüntüsü içindeyim.Boyana saraylarında ve Mümin kırsaldaki şatolarda saltanat gırla Topçu sürüyor,çünkü ajan deputatlarımızın hepsi birer milioner.Dal’ın gücü bu sarayların temel taşlarını yıkmaya yetersiz kaldı ve destek görmedi.Bunun sebebi,belki kendisininde o şatafatlı sofralardan kaklmasıdır.Diğer yandan muhalif kanatlar birleşemiyor,aydın kesim siyasi sorumluluktan kaçınıyor.Eski sisitemin nomenklatür kadroları hala işbaşındalar ve olangüçlerinle Doğan statükosunu savunmaktadırlar... Dün, Bal-göç’ün genel kurul toplantısını izledim. Kalabalığın arasında onlarca ciddi,aydın ve dava insanına rastladım,sanki Bulgaristan Türklerinin eliti bu kongre sarayına toplanmıştı.Benim gözlemlerime göre göçmen derneklerinin şimdiye dek en başarılı başkanı görevini noktaladı.Sekiz numara sevdalısı ve Kalfin tutkunu Emin Balkan gitti ve bir dönem kapanmış oldu.Aslında sayın Emin Balkan sosyalist değil,fakat acaba çevresinin ve camiasının baskısı altında mı kalıpta ilk kez bir Türk Cumhurbaşkanı adayı varken, gidip göçmen toplumunun BSP adayına oy verme ajitesine girişti.Ve böylece Bulgaristan Türklerini ve göçmenleri Memleketimizdeki iktidar güçlerinden uzaklaştırmış oldu.Evet,etnosumuz kendi arasındaki birliği ve beraberliği sağlayabilmış olsaydı ,kabüllenemediğ ve sevmediği HÖH yönetim katmanlarının ağır yükünü çoktan omuzlarından indirmiş olurdu.En güçlü göçmen derneğinin makamında oturan şahıs ise her an mevcut ve dejenere olmuş HÖH yönetimindeki ajan kisvelilerin uzaklaştırılmasında yardımcı olabilir... Geçenlerde Ankara’nın en yüksek tepesindeki Balkanlar parlamenterlerinin kabül protokolünde bizim “anlı ve şanlı” vekillerimize boş koltuk kalmadı,esameleri bile okunmadı.Bunun nedenlerini

hepimiz biliyoruz,fakat herkes yorumlamaktan kaçınıyor.Artık yok olmuş , köhne ve insanlık dışı uygulamaları ile meşhur totaliter bir sistemin sadık uşaklarınla,Bulgaristan’ın derin devleti ve yer altı güçleri ile bağlantılı yönetimindeki bir siyasi güçle Ankara artık irtibat kurmak istemiyor,yani bunların isimlerini kırmızı kalem ile çizmiş.Buna misilleme olarak,Sofya Kırcaali’ye mayor Raif Mustafa’yı derebey yaptı... Balgöç gibi dernekler ise değişimden uzaklar ve hala etnosumuzun önünü açmakta direnen şahıslara kucak açmaktadırlar.Pazar günkü Bursa kurultayında , Ahmed Doğan’ın tebriği okunduğunda bin kişilik salonda yalnız beş-on kişinin cılız alkışlaması duyuldu. Kırcaali bölgesini 20 yıldır yöneten değişmez illahlar bu ilimizi Bulgristan’ın en geri kalmış ili haline çevirdiler.Halbükü HÖH iki kez Bulgaritan’da iktidar şansı yakalamıştı.Bugün, Balgöç HÖH dışında arayış arayanları manevracılıkla suçlamaya devam ediyor,fakat artık bu işler Ahmet’lerle,Bahri’lerle yürütülemeyeceğini söylemeye bir türlü dilleri dönmüyor ve böylece halkımıza en büyük zararı vermiş oluyorlar.HÖH partisini iktidar partisinden uzaklaştırmak acaba etnosumuza neler kazandırıyor ve kaybettiriyor.Gerb partisine karşı sergilenen sevimsiz tavırlar acaba göçmen derneklerine neler kazandırıyor?Türkiye’li iş adamlarına vizelerini Ahmed Doğan’mı sağlayacak,yoksa o mu bizim sosyal ve diğer yığınla sorunumuzu çözecektir. Drındar’lı köylü kurnazı bizim siyasi liderimiz rolünü oynamaya devam ettiği müddetçe bizler Anadillerimizde eğitim göremeyeceğiz,vakıf mallarımız iade edilmeyecektir,ırkçı parti sempatizanları tarafından hor görülmeye devam edileceğiz. Kalfin bitti,Emil Balkan gitti! Boyana’daki sultanımız çok yaşasın! Öteki Balgöç kurultayında, onlarca kahraman mücahitimizin ve sürgüncümüzün önünde, mayor Raif Mustafa onur ve şeref konuğu olacak, salondakiler yine alkış tufanı tutturacaklar, ne de olsa hastalığımız İsveç sendromudur...

BULTÜRK Derneği’nin Faaliyetlerinde katkısı olanlara teşekkür ederiz

Dış Türkler Başkan-Kemal YURTNAÇ Makamında Ziyaret

Bursa -Mustafa BOZBEY Nilüfer Belediye Bsk.

Makedonya Devlet Bakanı Sn.Hadi Nezir ile birlikte

Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal

Sultangazi Belediye Başkanı Cahit Altunay

Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu

Bultürk’ün çalışmalarında yardımcı olan AK Parti İl Bşk.Yrd.Ömer Faruk’a Teşekkür

İstanbul Valiliğinde Bulturk Gazetesini taktim ederken

İsmail Gemici Bayrampaşa Belediye Danışmanı Makamında ziyaret esnasında

H AT I R L AT M A

Gülşen GÖNLÜŞEN

BU UNUTULUR MU? (Unuttuk Maalesef?)

Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü.Bu askerlerden bir kısmı da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na Hapsedildi. ******** Kampın tam adı,‘Seydibeşir Kuveysna Osmani Useray-I Harbiye Kampı’ idi. Bu kampta, 1918’de Filistin Cephesinde esir düşen 16. Tümen’in 48. Alayı’na bağlı Osmanlı Askerleri Tutuluyordu. ******** 12 Haziran 1920’ye kadar Iki yıl boyunca Her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler ve aşağılamaya maruz kaldılar. ******** İnsanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi? ******** Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların Yalan yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk Düşmanı haline gelmişlerdi. ******** Savaş bitmişti. Ancak, Kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri Teslim etmek, İngilizlerin işine Gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, Bu askerlerin Yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. ******** Çözüm Toplu katliamdı?Askerlerimiz, Mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla Dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak; Suya normalin çok üzerinde ‘krizol’ maddesi katılmıştı.. Mehmetçik, Suya daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu. Ancak, İngiliz Askerleri, dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, Bellerine kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler. Ancak, Bu kez İngilizler havaya (başlarının üzerine) ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için, çömelerek başlarını suya soktular. Ancak, başını Sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözleri yanmıştı? ******** Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi Ve 15 000 (15 bin) askerimiz kör oldu. Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM.’ de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler Bir önerge vererek, Mısır’da esirlerin Krizol banyosuna sokularak, 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, Bunun faili olan İngiliz doktor, Garnizon Komutanı ve Askerlerin cezalandırılması için, TBMM’ nin teşebbüse geçmesini istediler. ******** Ancak, Yeni kurulan devletin bin türlü derdi vardı. Ağır sorunlarla uğraşan TBMM’ de Bu hesap sorma işi Unutuldu gitti. Ama onlar Unutmuyorlar? Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna Sunuyorlar. ERMENİLİLER SOYKIRIM YAPILDI DİYE DÜNYAYI AYAĞA KALDIRIYOR. BİZİM TARİHİMİZDEN HABERİMİZ YOK.!!!


Bulgaristan Türklerinin Sesi

Yazı Dizisi

9

Tıbbi İstihbarat - 3 “Allah, bir ülkeye yardım etmek isterse Başına Mustafa Kemal gibi Lider getirir.”

“Petrolü kontrol ederseniz ulusları ya da bölgeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz” Henry Kissinger

Bu sayımızda hem halk sağlığını hem de çevre sağlığını olumsuz yönde etkileyen, çok acil olarak önlem alınmadığında giderek tüm Dünya’yı saracak olan ve geri dönüşü imkansız bir tehlikeyi ele alacağız. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar Tarihçe ve Tanımlama: Çiftçiler yüzyıllardır hızlı büyüme, tatlı meyve, büyük tohum gibi değişiklikler için uğraşmışlar ve yabani türleri de ıslah amacı ile çalışmışlardır. Çiftçilerin ve bilim adamlarının bu çabaları genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünün 1953 yılında keşfi, 1980’li yıllarda DNA teknolojisinin gelişimi, 1983 yılında ise transgenik bitkilere aktarılan genler ile devam etmiştir. Gen mühendisliği yöntemleri ile oluşturulan genetiği değiştirilmiş bir organizma (GDO, GMO veya transgenik), yapısında doğal koşullar ile sahip olamayacağı veya doğal koşullar ile çok uzun bir zaman dilimi içinde küçük olasılıkla kazanabileceği DNA parçaları taşımaktadır. Genetik kodu gen teknolojisi kullanılarak değiştirilmiş canlı organizmalara yani biyo teknolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki – hayvan ya da mikroorganizmalara “transgenik” ya da “genetiği değiştirilmiş organizma” denilmekte ve bu ürünler kısaca GDO olarak adlandırılmaktadır. Bu kapsamda, örneğin domuza ait gen domatese, bakteri veya virüse ait gen de bir bitkiye aktarılabilmektedir. GDO’lu ürünlerin üretilme amaçları ise; verimin artırılması, hammaddeden işlenmiş maddeye kadar olan zincirde, çevreye daha az zararlı, besleyici değeri daha yüksek, raf ömrü daha uzun ürünler elde etmek olarak söylenmekte ise de Dünya’daki gıda sorunu; ihtiyacın karşılanamamasından değil dağılımın adaletsiz olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca sözedilen yararlara karşılık insana ve çevreye verdiği zararlar çok daha büyük ve telafi edilemez zararlardır GDO’lu ürünler üzerine çalışmalar, ABD kökenli şirketler tarafından başlatılmıştır. Tarla denemelerine 1985 yılında alınan GDO’ların ticari anlamda ekimine 1996 yılında başlanmıştır. İlk transgenik tahılın ekimi 1994 yılında Amerika’da yapılmıştır. 1996 yılında ise böceklere karşı dirençli ilk ticari pamuk, mısır ve soyanın tarla ekimleri gerçekleştirilmiştir. Bütün bu gelişmelerin mimarı baba Bush’dur. 1988’de başkan olduktan sonra GDO üreten şirketlere serbestlik tanımıştır. ABD’deki Monsanto şirketi, büyüme hormonu verilen ineklerin %30 daha fazla süt vereceğini iddia etmiş, elde ettiği bu sütü de piyasaya sürmüştür. Ancak “rBGH” denilen bu hormonun verildiği ineklerde meme iltihabından bağırsak kanserine kadar 20 kadar değişik türde hastalık ortaya çıkmış, bu hastalıkların tedavisinde de antibiyotikler kullanılmıştır. 1990ların sonunda antibiyotiklerin %70i hayvanlar tarafından kullanılıyordu. Sadece süt olarak değil, bu hasta hayvanlardan gelen etin %40’ı hamburger için kullanılmaktaydı. Bunun sonucu olarak da insanlar antibiyotiğe daha dirençli hale gelmişlerdir. Etiketlenmeden, insana olan etkileri test edilmeden ve farelerde lösemi ve tümöre yol açan kansorejenlerle dolu bu sütü sattılar. Kanadalı bilim adamları yaptıkları araştırmayla bu sütün insanlarda göğüs ve prostat kanserine yol açacağını açıkladı. Süt, 1999’da Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yasaklandı. Benzer çalışmalar başka ürünler üzerinde de devam etmiştir. Filipinler merkezli Rockefeller kuruluşu Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI) Asya’daki bütün önemli pirinç türlerini depolamıştır. İşte o tohumların dörtte üçü Monsanto ve diğer dev şirketlerin laboratuarlarında genetik olarak değiştirilmiş ve patentlenmiştir! Henry Kissinger’in 1970’lerde ilan ettiği strateji “Petrolü kontrol ederseniz ulusları ya da bölgeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz” stratejisi bu. 2005’ten beri ABD yönetiminin biyo yakıt sübvansiyonları ve promosyonu, bu tür yakıtların küresel ısınma sorununa çözüm olduğu yalanı, gıda fiyatlarını da etkiledi.

Dünya’da Durum:

Günümüzde ticari olarak en fazla ekimi yapılan transgenik ürünler; Bacillus thuringiensis adlı bir bakteriden gen aktarılarak oluşturulan böcek zararlılarına dayanıklı mısır ve pamuk, sap ve koçan kurduna dayanıklı mısır, patates böceğine dayanıklı patatestir. Transgenik ürün eken ülke sayısında ve ekim alanlarında da korkunç artışlar yaşanmaktadır. 1996 yılında bu şekilde ekim yapan ülke sayısı 6 iken bu sayı 2005 yılında

21e ulaşmıştır. Ekim alanı ise 1,7 milyon hektardan 91 milyon hektara çıkmıştır. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar sadece tarımda değil yaklaşık yirmi yıldır GDO’lu bakteri ve funguslar aracılığıyla gıda sektöründe de kullanılıyor. Bu organizmalardan izole edilen enzimler peynir, ekmek, bira, şekerleme, sabun ve deterjan yapımında da kullanılmaktadır. Bugün tüm Dünyada Türkiye yüzölçümüne yakın bir alanda transgenik ekim yapılmakta olup, ekim alanlarının % 99’u; ABD, Arjantin, Kanada, Çin ve Brezilya’da bulunmaktadır. Dünyada GDO’lu olarak üretilen bitkilerin % 99’unu soya, mısır, kolza ve pamuk oluşturmaktadır. Bunların yanında patates, domates, pirinç, buğday, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kasava ve papaya da GDO’lu olarak üretiliyor. GDO’lu Ürünlerin Zararları 1- Sağlık Riskleri: Potansiyel Alerjenlik: GDO’lu bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen ürünlerin meydana getirebileceği risklerin başında alerji gelmektedir. Nitekim 1996 yılında, brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır. Potansiyel Toksisite: Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, potansiyel bir toksisiteye (toksin; zehirli kimyasal üretme yeteneği) sahiptir. Potansiyel Kanserojenlik: GDO’lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından belirtilmektedir. Özellikle, herbisitlere (tarım ilaçları) dayanıklı GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir. Antibiyotiğe Dayanıklı Mikroorganizma Oluşumu: İnsan ve hayvan bünyesindeki bakterilerin genlerinin antibiyotiklere dayanıklı hale dönüştürülmesi gibi sağlık açısından büyük riskler taşımaktadır. Besin Değerinde Bozulma: GDO’lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılırken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan “phytoestrogen” bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO’lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir. 2- Çevresel Riskler: Toprak ve Su Kirliliği: GDO’lu bitkilerin kalıntılarındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Öte yandan, GDO’lu bitkilerin ikinci kuşak üretimini engellemek amacıyla, tohumlar üreticiye verilmeden önce yüksek dozda antibiyotik ile bulaştırılmaktadır. Bu tohumların ekilmesiyle toprağa önemli miktarda antibiyotik geçişi söz konusudur. Buğday ve pamuk gibi çok geniş alanlarda ekimi yapılan ürünlerde bu uygulamanın etkisinin ne kadar büyük olacağı açıktır. Faunada Değişim: GDO’lu bitkilerin yararlı akraba türlerin yok olmasına ve yeni zararlıların oluşmasına neden olabileceği tartışılmaktadır. Özellikle, GDO’lu mısırlardaki bt genlerinin sadece koçan kurtlarına etkili olduğunun söylenmesine karşın, mısır bitkilerinin arasında yetişen ve üzerinde bol miktarda mısır çiçektozu bulunan “asclepias” adı verilen bitkilerle beslenen kral kelebeklerinin de öldüğü görülmüştür. Ayrıca, yararlı böceklerden olan “ladybugs” (hanım böceği) ve “lacewing” gibi böceklerin öldüğü, bu böceklerle beslenen arı ve kuşların da zarar gördüğü saptanmıştır. Mikroorganizmalarda Değişim: Toprağa verilen yüksek dozdaki antibiyotiklerin baskısı nedeniyle dayanıklı yeni bakteri tiplerinin oluşma ihtimali her zaman vardır. Virüslere dayanıklı olarak geliştirilen GDO’lu bitkilerin, başka virüs tiplerinin ortaya çıkmasına neden olabileceği Michigan Üniversitesi’nde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Örneğin “cauflower mosaic” virüsü GDO’lu mısır, pamuk ve kolzalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. “pararetrovirüsler” grubundan olan bu virüsün, hepatit-b ve hıv virüsleri ile büyük benzerlik göstermesi, konunun önemini daha da artırmaktadır. Florada Değişim: Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir. Çiçektozları, genetik kirlilikte en önemli etkendir. Mısır çiçektozlarının rüzgârın etkisi ile canlı olarak 1 km uzağa gidebildiği, yoncada arıların çiçektozlarını canlı olarak 2–3 mil uzağa taşıdıkları deneysel olarak belirlenmiştir. Genetik olarak değiştirilmiş bitki çiçektozlarının rüzgâr, kuş, arı, böcek, mantar ve bakterilerce taşınması sonucunda kilometrelerce uzaktaki bitki türleri de etkilenecek ve genetik bir kirlilik ortaya çıkabilecektir. Variyabilite ve Beklenmeyen Sonuçlar: Ekosistemler son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Özellikle, GDO’lu bitkiler gibi, yeni organizmaların sistem içine girmesiyle bazı bilinmeyen risklerin ortaya çıkması beklenebilir. Bu zamana ve yere bağlı olarak türler arası gen akışının sonucunda ortaya çıkabilecek gen etkileşimlerinden kaynaklanmakta olup, popülasyonda değişik bir karakterin ortaya çıkma ihtimali her zaman söz konusudur. 3- Sosyo-Ekonomik Riskler: Pahalılık: GDO’lu ürünlerin tohumları, GDO’lu olmayanlara göre, %25 ile %100 arasında daha pahalı olup her yıl yenilenme zorunluluğu söz konusudur. Fiyatının yüksek olması nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir. Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı: Bitkisel üretimin GDO’lu çeşitlere dayandırılması, geleneksel tarımda yerel çeşitlerin kullanımında önemli azalmalara neden olabileceği gibi, tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık sorununu da doğuracaktır.

Yanda gördüğünüz fotoğraf Erzincan`da çekildi. Şehrin 10km kadar Kuzeyinde kireçtaşlarını oyulmuş tam ATATÜRK`e yakışan dev bir eser ve tabiki Erzincan`da bulunan ordumuz tarafından yapılmış.. Sizinde bildiğiniz gibi bu portre o kadar büyük ki, uçakla üzerinden 10,000m den bile rahatlıkla görebilirsiniz..

En yüksek dağalarda hatta zirvelerde bile kartallar da bulunur, yılanlar da. ARADA İKİ FARK VAR - 1.Oraya süzülerek gelmiştir, 2. ise sürünerek

“Bugün vardığımız barışın, ebedi barış olacağına inanmak elbette safdillik olur. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir an bile gaflet, milletin bütün hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve haysiyetimize saygı gösterildikçe, karşı saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için her türlü ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikemeyiz.”

“Hürriyet ve İstiklâl aşkı bu Milletin ruhudur. Tarihe bakın, bütün milletlerin bir esaret ve hürriyetsizlik devri geçirdikleri bir hakikattir. Dünya tarihinde, fasılasız hürriyet ve istiklâlini muhafaza ve müdafaa etmiş bir millet vardır. O da TÜRK Milletidir.

Mustafa Kemal ATATÜRK

Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimleri I.TUR-Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı Seçim Sonuçları- 23.10.2011

Sıra No.

Cumhurbaşkanı Adayı

Alınan Oy

No.1

Meglena Kuneva

402,462

No.4 No.5 No.6 No.8 No.9 No.12 No.13 No.14 No.15 No.16 No.17 No.18 No.19 No.20 No.21

Rumen Hristov Mariya Kapon Stefan Solakov İvaylo Kalfin Volen Siderov Aleksey Petrov Nikolay Nençev Atanas Semov Pavel Çernev Dimitır Kutsarov Krasimir Karakaçanov Andrey Çorbanov Nikolay Vasilev Svetoslav Vitkov Ventsislav Yosifov

52,910 27,024 74,995 835,109 104,723 27,949 8,676 54,682 6,277 6,097 28,228 5,482 4,744 39,943 6,260

No.2 No.3

Rosen Plevneliev Sali Şaban

1,140,255 44,742

% Yüzde %14.06

%39.83 %1.26 %1.85 %0.94 %2.62 29.17 %3.66 %0.98 %0.30 %1.91 %0.22 %0.20 %0.98 %0.19 %0.17 %1.40 %0.21

Cumhurbaşkanı seçimleri 2.TUR Sonuçları-30.10.2011 Adayın Adı Soyadı

2 Rosen Asenov Plevneliev- 8 İvaylo G.Kalfin - BSP Seçmen Sayısı Oy Kullananların Sayısı Geçerli Sayısı Geçersiz Oy

Alınan Oylar - % oranı

1.698.136 - %52.58 1.531.193 - %47.42 – 6.910.491 – 3.334.169 – 3.229.329 - 104.837

Türkiye'deki seçimin sonucları

İ.KALFİN – 22.000, PLEVNELİYEV - 750 OY


10 Dilimiz Mestan ADALI, emekli öğretmen

Dilimizi ve kültürümüzü yeşeren bir fidan gibi koruyalım

Doç. Dr. Kasım Yunus’un Kırcaali Haber gazetesinde yayınlanan “Ana dil milli kültürümüzde bir zenginliktir” başlıklı teferrütlü yazısını dikkatle okudum. Yunus’un tüm düşünceleriyle hem fikirim. Doçentin yazısının başlığı bizlere çok şeyler söylüyor, anlatıyor. Evet, bu konuda UNESCO’nun kabul ettiği belgeler var. İnsan hakları Çerçeve Antlaşmasının altında hükümetimizin de imzası var. Bu uğurda hem yerli hem de merkez gazete, dergi, radyo ve televizyonda yazılara, konuşmalara şahit olduk. Ne yazık ki, ana dilimizin, kültürümüzün yalnız ayakta durması değil, gelişmesi için henüz bir adım ileri atılmadı. Maalesef ciddi bir gerileme var. Umudumuzu günden güne yitirmeğe başladık. Bu büyük yara, kapanmak değil, derinleşiyor. Oysa demokrasi dönemi gelince, beklentilerimizde bir o kadar artmıştı. Tam tersi oldu. Önceleri Ana dilimiz Türkçeyi okuyanların oranı yüzde yüz iken, şimdi yüzde 10’lara düştü. 1992 yılından beri dilbilgisi ve ders kitapları basılmıyor. Neşredilen gazete ve dergiler, 2 saatlik radyo yayınları yetersiz.10 dakikalık televizyon yayını bile, bazı milletçileri rahatsız ediyor. Zaten Millet Meclisi ve Hükümet susarken, onlara konuşmaktan ziyade ne kalmaz ki!... Yarım yamalak 2 tiyatromuz var. Folklor gruplarının yazısı da yıldan yıla ayılmakta. Tüm bunları zikrederken, iğnenin sivri tarafını kendimize de yöneltmek gerekiyor. 30 yıldan fazla öğretmenliğimde bunun böyle olduğuna inandım. Okul, topu ebeveynlere, onlar ise okula atıyorlar. Milletimizin kültür seviyesinin hala çok düşük seviyede olduğunu göz önünde bulundurursak, sorunun, bu büyük görevin daha çok öğretmenlere düştüğünü açık alınla, temiz vicdanla belirtmek gerekiyor. Sayın okuyucuların affına sığınarak (çünkü övünmek gibi çıkacak) şunları paylaşmak istiyorum: Yıllardır, Bulgarca ve Rusça, son 15 yılda ise Türkçe öğretmenliği yaptığım Kırcaali ilimizin Çorbaciysko “Hristo Botev” ortaokulunda anadilini okuyanların oranı yüzde yüz idi. Hatta Türkçe bilmeyen birçok öğrenci de saatlere katılıyordu. Resmi dil Bulgarca yanı sıra Anadilimiz Türkçeyi de merakla okuyorlardı. Bu arada şunu da zikredeyim. Bazıları “diğer dillerin resmi dile zararı dokunuyor” diyorlar, ama bu tam tersine bir görüş. Kanıt için şu misali vereyim, iki dilden kontrol ve sınıf işlerinden elde edilen notlar Bulgarca da birçok defa daha üstündü. Yani anadilinin resmi dile zararı yok, faydası var. 35 yıl yönettiğim folklor grubu Türkçe olduğu gibi, Bulgarca türkülerimizi de aynı ustalıkla icra ediyordu. Yerli ve Uluslararası festivallerde, bilhassa Çanakkale dönüşü, Edirne’de yüzlerce kişi önünde verilen temsili sabık öğrencilerim hala unutamıyorlar. Yakın geçmişte okula 300 den fazla “Filiz”, 150 200 “ Zaman” gazetesi, 100 “Ümit” (dergisi), 200 “Balon” ve “ Gönül” dergisi girerken şimdi sadece 15-20 “Filiz” gazetesi giriyor.Türkçe okuyanların sayısı da 15?! Hemen hemen her gazete ve dergide, Sofya radyosunun “Çocuk” programında bilmece, atasözü, şiir, serbest yazı gibi yapıtlar yer alıyordu. “Balon” dergisinin neşrettiği “Demet” şiir kitabındaki eserlerin hemen hemen yarısı Çorbaciysko okulu öğrencilerindendir. Şimdi birçok ana-babalar “ Türkçe yazmak –konuşmak biliyorlar okumak ne lazım” diyorlar. Büyük hataya uğradıklarının farkında bile değiller. Öğrencilerin fazlası da daha çok oyuna, son zamanlarda, bilhassa bilgisayara dikkat ayırıyorlar. Lakin daha iyi, bol ve dolgun bilginin kitaplar vasıtasıyla elde edileceğini onlar bile farkında değil. Türkçe yan tarafa “Bulgarca, matematik veya coğrafya” okumayı arzu ediyor musun sorusuna “hayır” cevabını göz önünde bulunduruyorsak, eğitimin ve terbiye (disiplin) sorununun yüzde 70 - 80’i öğretmenlere düştüğünü göreceğiz. Tekrar ediyorum, bunu tecrübeme dayanarak belirtiyorum. Azda olsa Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Mevlana, Tevfik Fikret, Namık Kemal, Nazım Hikmet, vatanımızdan Mehmet Can, Mehmet Çavuş, Niyazi Hüseyin, Muharrem Tahsin, Osman Aziz, Recep Küpçü, Mustafa Mutlu v.s gibi dehalar için bir şeyler bilmezler, anadilini de sevmezler. Bu uğurda genç nesle kuvvetli aşı lazımdır. Evet, Türkiye televizyon ve diğer medyalarından faydalanıyoruz, ama Bulgaristan Türkü’nün de ayrıca tarihi, kültürü olduğunu unutmayalım. Görülüyor ki, anadilimiz mecburi ders olmadıkça sözünü ettiğimiz bu büyük yara daha da büyüyecek, derinleşecek, onmayacak. Bir fidan sulanmayınca kuruduğu gibi, kültürümüz de aynı akıbete uğrar.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Atlantis ve Devler Buhari’nin naklettiği bir hadise göre Hz.Adem’in boyu 60 zira idi. Aynı rivayette insanların boylarının gittikçe kısaldığı da anlatılmaktadır. Bu rivayete göre Hz.Adem’in boyu 40 m. civarında idi. Hz.Nuh tufandan önce 950 sene tebliğ görevini yürüttüğü Kuran’da açık bir şekilde ifade edilmektedir. Seylan adasında Müslümanların Adammala, “Adem Dağı” adını verdikleri, Portekizlilerin de “Picoli Adama” dedikleri çok meşhur bir dağ mevcuttur. İnsanoğlunun atasının cennetten “inişi” sırasında ilk defa buraya basmış olduğu rivayet edilir. Kocaman bir sağ ayak izi kayanın zirvesinde hep görülmektedir. Bu izin büyüklüğü için batılı bir seyyah, “Beş ayak üç parmak uzunluğunda ve iki ayak beş parmak ile iki ayak parmağı genişliğinde az derince bir çukur” demektedir. İslami rivayetlerde Hz.Adem’e atfedilen devasa boy ile orantılı olmuş olsa gerek. Çünkü bu rivayetlere göre Hz.Adem’in boyu o zaman o halde idi ki, başı göğe değiyor ve diğer ile denize basıyordu. Anadolu’da da birçok yerde dev mezarları bulunmaktadır. İstanbul’da Beykoz’da Yuşa Tepesi’nde bulunan bir mezarda, Yuşa Hazretleri adlı bir evliyanın yattığına inanılmaktadır. Mezar, 17 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğindedir. Eğer açılıp incelenirse içinden dev bir iskeletin çıkması çok doğaldır. Kadadokya bölgesinde, yani Nevşehir, Kırşehir ve Göreme civarında bu tür dev evliya mezarları vardır. Ayrıca mitolojisinin devleri olan Titanları da unutmamak gerekir. M.Ö. 440’da yaşayan Empadokles Sicilya adasında devlerin yaşadığından söz eder. 14. yüzyılda yazar Boccacio, yine Sicilya’da bir mağarada bulunan 10 metrelik bir dev iskeletinden söz ediyordu. 1577’de İsviçre’de 6 m.’lik iskelet bulundu. Yine 1500’lerde Meksika fatihi Cortez, İspanya Kralı’na Meksika’dan getirdiği dev kemiklerini göstermişti. Bir diğer kaşif, ünlü Macellan, 1520’de iki devle karşılaştı, başının onun beline geldiği söylüyordu. Keşifler çağında daha birçok ünlü gezgin, devlerden söz ettiler. 19702’lerde bir Alman bilim adamı 350000 yıl önce dev bir insan ırkının yaşadığını ve bilimsel açıdan bunun yakında kanıtlanacağını söylüyordu. Grekler’de, İskandinavlar’da, Mayalar’da ve İnkalar’da ilk yaratılan ırkın, devler ırkı olduğuna ilişkin ortak bir inanç vardır. Meksika Toltekleri’nin kozmogonik inançlarında bir dizi depremden sonra nesilleri yeryüzünden silinmiş olan “Kinamet Devleri”nden söz edilmektedir. Kuzey Cermen efsanelerinden Eda’larda Niflheim(1) ve “Buzul Devlerinin” kuzeyde olduğu kabul edilir. Edalar’da, Hymir’in ataları olduğu, “Devler Soyu”nun Ases’ten (İskandinav iyilik tanrılarından) daha eski bir geçmişe sahip olarak görünmeleri ile Hindular’da Asura’lar ile Deva’lardan daha eski kabul edilmeleri arasında bir ilişkisellik vardır. Bir yoruma göre, “Devler” soyunun bir kadınla birleşmesinden, semavi Ases’in doğmasıyla yarı-tanrısal bir çağ başlamış ve bunlar “Devlerle” savaşa tutuşarak önce onları yenmişler, daha sonraları, savaşçı olmaktan ziyade barışçı olan kutsal soy Wanen’lerle birleşen “Devler” tarafından mağlup edilmişlerdi. Devlerden söz eden önemli kaynaklardan biri de Tevrat’tır. Eski Ahidin “Tekvin” bölümünde, “Yeryüzünde Nefilim (Devler) vardı, bunlar eski zamandan (Atlantisliler) zorbalar, şöhretli adamlardı” denmektedir. Tevrat’ta ismi geçen Filistinli (Gittit’li) dev Golyat’ın boyu 2,74 m. idi. Golyat “Gath” isimli bir Filistin şehrinden geliyordu. Tevrat’ta Golyat’tan başka, Bashan kralı “Og”dan da söz edilir. Og’un boyu ise 3,96 m. idi. Og, bir devler ırkı olan “Rafait”lerin sonuncusu

GERÇEKLER

Basri Zilabid

DS’NİN YETİŞTİRDİĞİ EN “DEĞERLİ” TÜRK AJAN: AHMED DOĞAN

Bu yazıyı DS’nin gadrine uğramış tüm mazlumlara ithaf ediyorum! Basri Zilabid idi. Tevrat’taki referanslar onun “Rafa” kökenli bir grup dev’den biri olduğundan söz eder. Ammonit’ler bu halk’a “Zamzummim” diyorlardı ki, bu çabuk ve anlaşılmaz söz anlamındaydı. Gerçekten de devlerin konuşmaları diğer insanlar tarafından anlaşılmıyordu. Tevrat’taki “Rafait” kelimesi de ölüm, güçsüzlük ve ölümün çaresizliği anlamına gelmekteydi.Olmek heykeli Orta Amerika’da bir zamanlar yaşamış olan “Olmekler” de zenci devlerdi. Olmekler, diğer bir dev grubu olan “Tiwanakanlar” ile birlikte Peru’daki devasa yapılarda kullanılan köle devlerdi. Tevrat’ta Refait’lerden başka bir grup devden daha söz edilir ki, bunlar da “Anakim”lerdi.(2) Anakimler Rafait’ler gibi, Kenan ülkesinin dağlık ülkesinin dağlık bölgesinde yaşıyorlardı. Tevrat’taki ifadelerden anlaşıldığına göre, M.Ö. 1300 yıllarında devlerin nesli tükenmişti. Heredot, diyotorus Sicilus, Homeros, Pliny, Plutarch ve Philostratus gibi antik tarihçileri, çağlar önce ölmüş olan devlerden bazılarının iskeletlerini bizzat görmüş olduklarından söz etmişlerdi. Anakim’lilerin “Axe” silahları görüyorsunuz. Bağdat müzesinde Efsanevi Atlantisliler de kendi dördüncü alt ırklarının ortalarına doğru fiziki güzelliklerinin ve güçlerinin zirvesine ulaşmış olan “devler” idi. Tibetli Bilgilerin Dzyan kitabında “Atlantisliler kendi fizik bedenlerinin büyülüğünde olan 8m. boyunda dev heykeller inşa ettiler” diye yazmaktadır. Dzyan kitabının “Himalaya ötesi bölgede” ortaya çıktığı ileri sürülür. Bu önemli gizli öğreti, başlangıçtan beri var olan “Kadim Kelamı”, yaratılış formülünü vermekte kalmazi beşeriyetin milyonlarca yıllık evrimini de belirli bölümlerden anlatır. Bu bölümler içerisinde “Devler ırkı”ndan da bahsedilmektedir. Dzyan kitabının, yaklaşık bir asır önce, Güney Tibet’te, Himalayalar’daki bir inziva yerinde, ünlü Rus medyum Madam Blavatsky tarafından gün ışığına çıkarıldığı iddia edilmektedir. M. Blavatsky “Gizli Öğreti” adını verdiği bu gizemci (Okült) öğretiye göre, dünyamızda muhtelif kök ırklar yaşamıştı. Okült öğretiye göre, “Round” denilen her büyük dünya devresinde 7 kök ırk yaşar ve her kök ırk da 7 alt ırka ayrılır. Şu anda 4. Round’da bulunmaktayız Madam Blavatsky’in “Kök Irklar” doktrini şöyle özetlenebilir. 1) İlk kök ırk, metafizik düzeyde, yani astral düzeyde varolmuştu. 2) İkinci kök, fiziksel bedenlere sahip olmamasına rağmen, Grönland’da fiziksel bir yurda sahiptiler. 3) Üçüncü kök ırkı Lemuryalılar, yani Lemurya kıtasında meskun olan insanlar oluşturuyorlardı. Lemura, bugünkü Hint Okyanusu ile Avustralya arasında bir yerde idi. İlk Lemuryalılar, bir çeşit maymuna benzeyen denizanaları idi ve daha sonra bunların alt ırklarından kahverengi derili ve 4,57 m. uzunluğunda dev insan ırk türemişti. Kötü yollara düşen Lemuryalılar, yüksek tanrılara yakardılar ve bunun sonucunda “Bilge Yılanlar” ve “Işık Ejderhaları” Ahmet DOĞAN dünyaya geldiler.

Bulgar Hakem L.Yonov Sahte Kimlikle Maç Yönetti

Bulgar hakem Luchezar Yonov’un, başka bir hakemin adını kullanarak Belek’te oynanan Werder Bremen-Alkmaar maçını yönettiği ortaya çıktı. Ülkesinin futbol federasyonu tarafından etik kuralları ihlal ettiği gerekçesiyle açığa alınan Bulgar hakem Luchezar Yonov’un, sahte kimlik kullanarak Belek’te oynanan bir dostluk maçını yönettiği ortaya çıktı. Bulgar medyasında yer alan ha-

berlerde, Yonov’un, vatandaşı Raicho Raichev’in adını kullanarak, Belek’te çarşamba günü Werder Bremen ile AZ Alkmaar arasında oynanan maçı yönettiği belirtildi. Bulgaristan Futbol Federasyonu’nun hakem komitesi başkanı Kostadin Kostadinov, yaptığı açıklamada iddiayı doğruladı ve ‘’Olanlar, ne kadar doğru bir karar aldığımızı kanıtlamaktadır’’ dedi.

Rusya ve Çin Türkiye’den 20 yıl Geride!”

Uluslararası yatırım kuruluşundan çarpıcı analiz... Forbes.com’da yayınlanan ‘’En İyi 10 Hisse’’ listesi açıklandı. Listenin oluşturulması için 10 uzmana ‘’Tek bir hisse alıp, 2012 boyunca saklayacak olsanız, bu hangi hisse olurdu’’ sorusu yöneltildi. The Sizemore Investment Letter’dan Para ve Hisse Yöneticisi Charles Sizemore, konuya ilişkin olarak, geçmişte Avrupa ve Ortadoğu’nun kraliçesi olan İstanbul’un, modern dönemde şu an için New York, Londra ve Hong Kong’un ekonomik nüfuzuna sahip olmasa da, önceki ihtişamlı günlerinde olduğu gibi kendisini çeşitli büyük güçlerin merkezinde bulduğunu kaydetti. Türkiye’yi, zengin ama ekonomik açıdan sıkıntılı Avrupa ile fakir ama büyüyen Ortadoğu arasında bir köprü olarak niteleyen Sizemore, ‘’Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği anlaşması var ama

aynı zamanda İslam ülkeleri arasında da büyüyen bir ekonomik ve politik lider. İslam dünyasının çoğu, Rusya ve Çin gibi ülkeler otokrasiden demokrasiye zorlu bir geçiş dönemi içindeyken, Türkiye, bu yolda 20 yıl ileride ve siyasal açıdan daha istikrarlı. Türkiye, gelişmekte olan ülkeler arasında en parlak geleceğe sahip rakiplerden biri’’ değerlendirmesinde bulundu. Yüksek genç nüfus oranına sahip ülkenin doğum oranlarının son yıllarda Batı seviyelerine gerilediğini ifade eden Sizemore, bu gelişmenin, gelecek on yıllarda düşük enflasyon ve artan tüketici harcamaları için Türkiye’yi demografik açıdan en optimum noktaya getirdiğini belirtti. Sizemore, Türkiye’nin, Avrupa ve Ortadoğu gibi sıkıntılı iki bölge arasındaki konumunun olumsuz yansımalarını da yaşadığına işaret ederek, ‘’Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Türkiye şirketlerinin hisseleri geriledi. Eğer siz de benim gibi Türkiye’nin en parlak geleceğe sahip ülkelerden biri olduğuna inanıyorsanız, Türkiye’nin çevresindeki krizi, ülkenin en iyi şirketlerinin bazılarından hisse almak için fevkalade bir fırsat olarak görebilirsiniz’’ ifadelerini kullandı. Sezgin YILMAZ

Bulgaristan’da sokak ortasında bir Bulgar’ı durdurup “Türk dendiğinde aklına ne geliyor?” diye sorsanız çok büyük bir ihtimalle “Ahmed Dogan” cevabını alırsınız. Bulgaristan Türklerinden, Pomaklardan ve Türk Çingenelerinden özellikle 50 yaş üstü kuşak için Ahmed Doğan bir efsane, bir “idol” haline gelmiştir. 90’lı yıllarda halkın ona yönelen sevgisi sayesinde 20 yıldır “manevi dokunulmazlık” zırhıyla düşmanlarının saldırılarına karşı koymada hiçbir zorluk çekmedi. Bu dokunulmazlık sadece halktan aldığı destekten değil, arkasında lağv edilmesine rağmen varlığını hala sürdürdüğüne inanılan Bulgar KGB’si diyebileceğimiz Dırjavna Sigurnost (DS) gibi bir istihbarat teşkilatının var olmasından da kaynaklandığını bugün itibarıyla görebiliyoruz. Ahmed Doğan hayatımıza girdiği günden beri onu tanıma ve takip etmeye çalışıyoruz. İlk önce onun adlarımızın değiştirilmesine karşı yasadışı bir örgütün lideri olarak mücadele ederken Komünist rejim tarafından hapse atıldığını ve hapisten çıktıktan sonra Bulgaristan Müslümanlarının haklarını savunan bir kişi olduğunu öğrendik. Ama çok geçmeden onun ajan olduğu yazılıp çizilmeye başlandı. Dosyalar açıklandıkça ajanlığı kesinleşmiş oldu. (Burada “Doğan’ın Dosyası” kitabı çıkmadan önceki durumdan bahsediyorum.) Hak ve özgürlüklerimizi savunan adam ajanlık yapmıştı. Ancak bu konuda ağzını bıçak açmıyordu. Akıl ve iz’an sahibi her kişinin buna bir anlam vermesi gerekiyordu. O dönemde şöyle düşündüm: Türklerin adları değiştirilmeden önce ajanlık yapmış olabilir, ancak zorla isimlerin değiştirilmesine isyan etmiş ve buna katılmadığından dolayı siyasi suçlu olarak hapse atılmış. Cahar Dudayev’in komünist Rusya’da bir general olarak yetişip daha sonra Rusya’nın Çeçenistan’ı işgalini onaylamayarak adının “isyancı generale” çıkması ile benzerlik kurmaya çalıştım. Allah’ın günahkar kuluna verdiği pişman olup tövbe etme şansını Ahmed Doğan’a çok görmedim. Ancak bu “ajanlık” meselesi beynimin bir kenarını kemirmeye hep devam etti, ta ki 2008 yılının yazına kadar. Eğridere’nin şirin bir köyünde yaz tatilimizi geçirirken bacanağımın evinde 1992 yılında basılmış, “Koy koy e” (Kim Kimdir) serisinden “Ahmed Doğan” kitabına rastladım. Bulgar bir kadın gazetecinin sorularına Ahmed Doğan’ın verdiği cevaplardan oluşan ince bir kitapçıktı bu. Bir solukta kitabı okudum ve Ahmed Doğan’ın DS tarafından yetiştirilmiş bir ajan olduğu fikri beynime iyice yerleşti. Komünist dönemde kendini bu kadar iyi yetiştirmiş bir Türkün olabileceğine ihtimal vermiyordum. Özellikle Türkiye ile ilgili sorulara verdiği cevaplar onun özel olarak hazırlandığı kanısını bende iyice pekiştirdi. Bulgaristan Türklerinden çok kişi ajanlık yapmıştır ancak bunlar içinde en “değerlisi” Ahmed Doğan’dır. Bir yıl sonra “Dosieto na Dogan” (Doğan’ın [ajanlık] Dosyası) kitabı çıktı, hemen alıp okudum. Bu tarihten itibaren yapbozun parçaları yerlerini buldular. Bulgaristan Türkleri’nin soyadları Ahmed, Mehmed, Mümün, Sali iken Ahmed’in ki nasıl ve neden “Doğan” dı ? Ahmed Doğan neden bu kadar kibirli ve küstahça konuşuyordu? Neden bu kadar çok kadın eskitti? Neden ateistti? Neden enaniyeti, egosu dağları aşıyordu? Neden çok konuşmuyordu? Neden hakkında açılan 1,5 milyon levalık davada beraat etti de, saray denilen evinin duvarı ve barbeküsü yıkıldı? Çünkü o bir ajandı! Ve “ailem” dediği DS’ye hizmet etmeye devam ediyordu. Yukarıdaki sorulara verilecek cevaplar Ahmed Doğan’ın ajanlığa devam ettiğinin kanıtıdır. Bulgaristan siyasetini takip edenler yukarıdaki soruların cevabı olabilecek olayları çok rahatlıkla hatırlayacaklardır. Oy satın almak Avrupa uygulamasıdır diyen o! Son seçimlerde “Bulgaristan’da iktidar benim elimde” diyerek oy kullanım oranının artmasına sebep olarak GERB’in zar zor tek başına iktidar olmasını sağlayan o! Türk düşmanlığını körükleyen o! Dine inanan bir adamın ajan olması çok zordur, bu yüzden ateistlik ajanlık mesleği için tabii bir olaydır. İstisnalar kaideyi bozmaz. Ajanlar, ağzı ketum olan insanlardır. Huzurlu, mutlu bir yuvaları yoktur, tıpkı Ahmed Doğan’ınki gibi. 1,5 milyon levalık hidroelektrik santraline danışmanlık ücreti hakkındaki davadan Doğan aleyhine bir sonuç bekleyenler avuçlarını yaladı, DS adamını kolay kolay harcatmaz, ama köylü ATAKA’lı Bulgarcıkların dillerine pelesenk etmeleri için sarayının duvarını ve barbeküyü sonunda hükümet yıkmayı başardı!. BOYKO ve VOLEN için ne büyük bir zafer! Şu da bir gerçektir ki, Bulgaristan’da okumuş yazmış bir Türk yoktur ki, Bulgarlar onu kendi hizmetlerine gönüllü veya zorla çekmeye çalışmış olmasın. Ahmed Doğan ana babasından görmediği ilgi ve alakayı anlaşılan DS ailesinden görmüş. Bulgar komünist istihbaratı Ahmed Doğan’ı önce Almanya oradan Amerika ve nihayetinde Türkiye’ye sokup sol bir partinin başına geçirmek için bu kadar iyi hazırlamıştır. Bunun için de ona Türkiye’de hiç dikkat çekmeyecek “Doğan” soyadını uygun görmüşlerdir. Not: Dırjavna Sigurnost (DS): Devlet Emniyeti anlamına gelir. Bu, Bulgaristan’ın komünizm dönemindeki (1944-1989) istihbarat örgütünün adıdır. Demokrasiye geçişle resmi olarak lağvedilmiş ancak gizli bir örgütlenme olarak devam ettiği hakkında iddialar var.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Dünyada Türk Şehitlikleri

Türkiye’ye en uzaktaki şehitlikler Japonya, Güney Kore ve Mymanmar’daki şehitlikler olurken, en fazla şehitlik ise sırasıyla Azerbaycan, KKTC ve Ukrayna’da yer alıyor. 34 Ülkede 78 Şehitlik Yurtdışında 34 ülkede 78 Türk şehitliği bulunuyor. Türkiye’ye en uzaktaki şehitlikler Japonya, Güney Kore ve Mymanmar’daki şehitlikler olurken, en fazla şehitlik ise sırasıyla Azerbaycan, KKTC ve Ukrayna’da yer alıyor. Muhabirinin derlediği bilgilere göre, Malta’dan Hindistan’a kadar çok geniş ve farklı coğrafyada Türk şehitliği bulunuyor.Türk Şehitliğinin Bulunduğu Ülkeler Türk şehitliğinin bulunduğu ülkeler, Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Filistin, Güney Kore, Hindistan, Irak, İngiltere, İran, İsrail, İtalya, Japonya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Letonya, Libya, Lübnan, Macaristan, Malta, Mısır, Myanmar, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Suriye, Suudi Arabistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan. En fazla 9 şehitlik Azerbaycan’da yer alırken, bu ülkeyi KKTC’deki 8 şehitlikler izliyor. Ukrayna 7 şehitlikle yurt dışında en fazla şehitliğin bulunduğu üçüncü ülke olurken, biri Gazze’de olmak üzere İsrailFilistin bölgesinde de 6 şehitlik yer alıyor. Yunanistan’da 4, İngiltere, Suriye, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti ve Romanya’da da üçer şehitlik bulunu-

yor. Esir düştüler bir daha dönemediler Osmanlı Devleti döneminde yapılan savaşlar sebebiyle Türkiye’den uzak coğrafyalarda şehit düşen Türk askerleri için oluşturulan şehitliklerin bakımı ve koruması büyükelçilikler tarafından yürütülüyor. Türkiye’ye en uzak mesafede bulunan şehitliklerin başında ise Japonya’daki Ertuğrul Şehitliği, Güney Kore’deki Pusan Şehitliği ve Mymanmar’daki Thayetmo ve Meikhtila şehitlikleri geliyor. Mymanmar’daki şehitliklerde yatan Türk askerleri ise Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere esir düşen Osmanlı askerlerinden oluşuyor. İngilizler tarafından önce Hindistan’da ardından da eski adı Burma olan Mymanmar’a götürülen ve demiryolu inşaatı gibi ağır işlerde çalıştırılan esir Türk askerleri bir daha Anadolu’ya dönemedi. Yaklaşık 12 bin Türk askerinden şehit olanlar, Thayetmo ve Meikhtila’da defnedildi. Daha sonra bu alanlar şehitliğe çevrildi. Thayetmo şehitliğinde Türkçe olarak, ‘’Birinci Dünya Savaşı’nda Irak, Suriye, Filistin ve Arabistan cephelerinde Osmanlı ve İngiliz orduları arasındaki çarpışmalar sırasında İngilizlere tutsak düşerek Burma’ya getirilen ve burada vefat eden aziz Türk askerlerinin anısına’’ ifadesi yer alıyor. En uzaktaki şehitlik: Ertuğrul 1889 yılında Türk donanmasına ait Ertuğrul Fırkateyni, II. Abdülhamit’in özel elçisi Osman Paşa ile birlikte Japon İmparatoru Meici ve milletine dostluk ziyaretinde bulunmak için Japonya’ya gitmişti. 15 Eylül 1890 tarihinde İstanbul’a dönmek üzere hareket eden Ertuğrul Fırkateyni, yakalandığı tayfun nedeni ile 19 Eylül 1890 tarihinde Oşima adası kayalıklarına çarparak parçalanmıştı. Faciadan kurtulan 69 denizci İmparator Meici tarafından iki savaş gemisi ile İstanbul’a gönderilirken Oşima Adası halkının gayreti ile toplanabilen 260 Türk denizcisinin cenazeleri, askeri törenle şehitliğe çevrilen mezarlığa defnedilmişti. Zeki Mutlu

Bulgar Yıldızların Türkiye’ye Göçü

Her yıl transferleriyle isminden sözettiren Türkiye Süper Lig’i, bu yıl da dikkat çekici transferlere sahne oldu. Türkiye Süper Lig takımlarına Bulgaristan’dan da çok sayıda futbolcu transfer oluyor. Türkiye’ye transfer olan bu futbolcular hem isimleriyle hem de aldıkları transfer ücretleriyle kendilerinden söz ettiriyor. Geçtiğimiz yıl Bulgaristan kulüplerinin transferlerden kasasına büyük miktarda para girdi. Sezon başında Medical Park Antalyaspor, Levski Sofya klubünün vazgeçilmez sol defans oyuncusunu Veselin Minev’i kadrosuna kattı. Bu transfer için Türk kulüp Levski’ye 250 bin euro harcadı. Ardından yine Sofya kulubü geçtiğimiz yıl Garra Dembele’nin yokluğunda adeta “altın yedeği” olan İsmail İsa’yı Kardemir Karabükspora 200 bin euroya sattı. Bulgar futbocuların ‘ikinci vatanı’na dönüşen Türkiye, Bulgaristan “A grubundan” alış veriş yapmadan çekinmiyor. Bu yıl da yine komşu Türkiye’ye Bulgar takımlarıdan bir çok futbolcu transfer oldu. Flaş isimler arasında Spas Delev de yerini aldı. Son iki yıldır Bulgaristan şampiyon-

luğunu kazanan Litex Loveç’in en önemli iki futbolcusu da kariyerlerini Türkiye’de devam ettirecek. Doka Madureirra ve Weliinto da Silva Tom İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne transfer oldu. Bu transferler için şampiyon Litex’in kasası doldu ve adeta taştı. Kazanılan para miktarı ise 3 milyon 500 bin euro oldu. Öte yandan Spas Delev’in hiç beklenmedik transferi CSKA Sofya takımı taraftarlarını şoke etti. Yıllardır bu takımdan iyi bir teklif geldiğinde ayrılabileceğinden bahseden Delev en sonunda soluğu yılın flaş takımı Mersin İdman Yurdu’nda aldı. Transferden dolayı CSKA Sofya’nın kasasına 1 milyon euro girmiş oldu. Geçtiğimiz yıllarda da Süper Lig takımları “Bulgaristan pazarında” üst seviyede aktifleşmiş idi. Son zamanlarda Bulgaristan Milli Takımı’nın yıldızı İvelin Popov yine şampiyon Litex Loveç’ten Gaziantepspor’a transfer olmuştu. Genç futbolucu söylentilere göre eski takımının kasasını 1.7 milyon euro kazandırdı. Bu sezon Bank Asya 1. Lig takımlarından biri olan Kasımpaşa ise yine Bulgaristan efsanesi Levski Sofya’dan iki futbolcu birden satın almıştı. Nikolay Dimitrov ve Georgi Sırmov eski takımına yaklaşık 1.5 milyon euro kazandırdı. Bursaspor’un değişilmez file bekçisi Dimitır İvankov ise geçtiğimiz sezon yaşının ilerlemesinden dolayı takımdan ayrıldı. Karabükspor’da forma giyen Emil Angelov-Babangida’da aynı kaderi paylaştı. Genç yaşlarında o da “maviler’in” formasını giyimişti. İbryam Hamzov, Sofya

Bulgar Keman Ve Piyano Sanatçıları Nazillileri Büyüledi

Adnan Menderes Üniversitesi (ADU) Devlet Konservatuarı tarafından düzenlenen ‘Keman ve Piyano’ resitalinde sahneye çıkan Bulgar sanatçılar Nazillili sanatseverleri büyüledi. Nazilli Belediye Tiyatro Salonunda düzenlenen 2011-2012 dönemi 3. konseri olan Piyano ve Keman resitali ile Nazillili sanatseverlerin karşısına çıkan Bulgar sanatçılar göz doldurdu. Son bir ay içerisinde ilçede düzenlenen üçüncü konserle Nazilli Kaymakamı Mehmet Okur başta olmak üzere çok sayıda Nazillili sanatsever dinleyici karşısına çıkan Devlet Konservatuarı sanatçıları dünyaca ünlü sanatçıların eserlerini büyük başarıyla sergileyerek, sanatseverlerden alkış almayı

sürdürdü. Nazilli Belediye Tiyatro Salonu’nda düzenlenen Keman ve Piyano Resitali’nin 2011-2012 döneminin üçüncü konseri olduğunu belirten Adnan Menderes Üniversitesi(ADÜ) Devlet Konservatuarı Müdürü Yrd.Doç.Dr. Özgür Elgün; “Nazilli, dünyaca ünlü sanatçıların öğretmenlik yaptığı ve sanatların ı bu tür konserlerle icra ettikleri şanslı bir ilçe. Önümüzdeki eğitim-öğretim yılında ilköğretim düzeyine inen konservatuarımız bundan böyle sıfırdan sanatçı yetiştiren ilk ilçe konservatuarı olacak. Nazilli, sanat ve sanatçı kenti olmak için büyük çaba sarf ediyor. Nazilli Belediye Başkanımız Haluk Alıcık’ın destekleri bu konuda çok büyük. Kendisine ve bizlere destek olan herkese teşekkür ediyorum. Bugün Konservatuarımız Sanatsal Etkinlikleri çerçevesinde 2011-2012 döneminin üçüncü konserinde Nazilli’de düzenlemekten dolayı çok mutluyuz. Konservatuarımızda öğretim görevlisi olarak görev yapan Öğr.Gör. Lora Vaskova Lipova ile birlikte Öğr.Gör. Elena Yusupova bizlere dünyaca ünlü sanatçılar olan N. Paganini, F.R. Chopin, E.Elgar, I. Albeniz, P. Vladigerov ve G.Gershwin’in unutulmaz eserlerini seslendirdiler” dedi.

Rumeli Balkan Federasyonu Kongresi

Değerli Evladifatihanlar, bu gün Rumeli Balkan Federasyonunun 3.Olağan Kongresini yaptı. Federasyonumuz nisan –Ekim 2006 tarihleri arasında 15 kurucu üye derneği tarafından kurulmuştur. Ancak kuruluştan bu yana yapılan çalışmalar siz değerli Evladı Fatihanların da takip ettikleri üzere birinci Olağan Kongremiz ile yönetime seçilen arkadaşlar dışında pek varlık gösterememiştir. Bu nedenle de başta kurucu derneklerimiz olmak kaydıyla tüm dernekleri hayal kırıklığına uğratmışlardır. Bazı yöneticilerimizle sözde propaganda olarak 35 milyon nüfusa sahip olduğumuzun dile getirilmesine rağmen Federasyon çatımız altında ne yazık ki, örgütlü bir aktiviteye sahip olamadık. Federasyon kuruluşundan bu yana ülkemizde ve biz Evladi Fatihanlarda doğup büyümüş yetişmiş olduğumuz topraklarda kısacası bizlerin Vatanlarımız olan kutsal beldelerde hiçbir aktivite ve etkinlik gösterememişlerdir. Halen hayatımızı idame ettirdiğimiz Ana Vatanımız T.C. Devletimizde yapılmış olan yerel, Genel ve Cumhurbaşkanı seçimlerde böyle büyük bir güce hükmeden Federasyonumuzun desteklediği bir soydaşımızın meclise seçilememesi bizce çok manidardır. Ancak özel çabalarıyla bizlerden birileri olan çok az sayıda soydaşımız bazı görevlere seçilmiş ya da atanmışlardır. Onların bu çalışmalarını takdir ediyor ve kendilerini kutluyoruz. Bu meyanda mensubu olduğumuz Federasyonumuzun karşı çıkmasına rağmen bizler de BULTÜRK Derneği olarak Bulgaristan’da yapılan 2 yerel, 1 Genel ve 1 Cumhurbaşkanı seçimlerinde evlerimizi unutma pahasına çalışarak Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz ve Biz Evladi Fatihanlara gurur kaynağı olacak bir çalışmaya dernek olarak imzamızı attık hatta bu çalışmalarımızla 2011 de bir tarih yazmış bulunmaktayız. Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçiminde BULTÜRK’ün aday çıkardı. Bulgaristan’da yapılan son Cumhurbaşkanı seçiminde bizlerin BULTÜRK’ün

adayı olan Sn.Sali ŞABAN’ı göstermiştik. Türkiye Cumhuriyeti’nde STK’lar arasında Bulgaristan’da ilk Türk Cumhurbaşkanı adayını destekleyen Sn.Sadullah SİPAHİOĞLU’nun Başkanlığını yaptığı Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğinin kıymetli yönetim kurulunu ve vefakâr üyelerine sizlerin huzurunda teşekkürlerimi sunuyorum. Başta Konfederasyon, Federasyonumuzun mevcut yönetimi olmak üzere ve tüm diğer derneklerimizin Bulgaristan’da Komünist partisinin 8 numara adayını bir Türk adayın karşısında desteklemesini şiddetle kınıyoruz. Bu tavırla Federasyonumuzun adını kirletmişlerdir ve ne yazık ki, dilimizi, dinimizi, mezar taşlarımızı kıran bir zihniyeti desteklemenin ne kadar doğru olduğunu toplumuzun ve sizlerin vicdanlarına bırakıyoruz. Federasyonumuzun bu günkü yapılan 3.Olağan kongresinin kendine ait bir yerde yapılamaması hatta Federasyon Genel Merkezinin çok değerli bir arkadaşımızın ofisinde sığıntı olarak kalmasının bu mevcut yönetimin çaresizliğini göstermektedir. Bu kongremizin inşallah bu sığıntıdan kurtulmasının ve seçilen yeni yönetim Federasyona ait Genel Merkeze ileride kendine yakışacak bir yere sahip olacaktır. Federasyon bünyesinde halen Genel Kurula katılma hakkına sahip 26 adet derneğimiz ve ayrılıkları zenginliğimiz olan bütün kardeşlerimizin Evladi Fatihan olduklarını hatırlatarak Genel Kurul sonucunda kazanan yönetimimiz tüm derneklerle aynı göz ve şevkle kucaklayacaktır. Yukarıda kısaca özetlediğimiz çalışmalar ve hizmetlerin bundan böyle kart vizit başkanlığıyla değil icraat yapabilen fedakâr ve sevecen bir yönetimle yerine getirilmesi amaçlanmalı. Kullanacağınız oylarla seçeceğin yeni yönetimimizin bizlerin ahlakına uygun olmasını sizlerden özellikle istirham ediyorum. Evladifatihanın geleceği için yüksek vicdanlarınızın sesine lütfen kulak verin. Bu yönetimde bu anlamda bizleri Evladifatihanlar’ı temsil edebilecek durumda değildir, bekledik düzelir amma olmadı burada davası olanları mağlesef göremedik bunu da tüm kamuoyuna duyurmak istedik. Yarın keşke dememek için geleceğimize hep birlikte sahip çıkalım. Saygılarımızla, BULTÜRK - İstanbul

TA R İ H

İbrahim SOYTÜRK Truvalılar aslında kimdi ? Rönesans döneminde -ya da kabaca matbaanın bulunuşundan 1600 yılına kadar- belli başlı Avrupa dillerinde Türkleri konu edinen binlerce kitap ve broşür yayımlanmıştır. Bunun nedeni Türklerin Avrupalılar tarafından bir tehdit olarak algılanması ise de amaç yalnızca kötülemek ya da onların ortadan kaldırılmasının yollarını araştırmak değil bu ilk tepkilerin ötesinde Türkleri değerlendirmek anlamak dolayısıyla da kendilerini bu tehlikeli komşuluğa alıştırmak olmuştur. “Barbarlık” ve “kâfirlik” damgasını vurarak dışlamayısa çalışan yüklü bir edebiyatın yanı sıra Rönesans aydınlarının önemli ve seçkin bir bölümü Türkleri kendi zihinsel evrenlerine çekip Batı’nın tarihsel ve ideolojik algılamalarıyla irdeleyerek bir biçimde ehlileştirmeye çalışmışlardır. Türklerle Haçlı seferleri sırasında karşılaşan ve onların Orta Asya kökenli olduklarını bilen Avrupalı tarihçiler 14. yüzyılda onlara yeni bir köken arayacaklardır. Osmanlıların Avrupa kıtasına geçtikleri 1354 yılında ölen Venedik doçu ve tarihçisi Andrea Dandolo şöyle yazmaktadır: Türklerin vatanı Kafkas dağlarının arkasındadır kökenleri Truvalılar kralı Priamos’un oğlu Troilos’un oğlu Turkos’a dayanmaktadır. Turkos kentin alınmasından sonra yandaşlarının büyük bir bölümüyle bu yörelere sığınmıştır.1 Bundan böyle Rönesans bilginleri Türklerin Truvalı kökenlerini tescil edeceklerdir. Türkler Batı tarih kurgusunun kökenini oluşturan Yunan mitolojisine bağlanıp “bizden biri” olmakla kalmıyor aynı zamanda Roma İmparatorluğu’nun son kalıntısı Konstantinopolis’i alacak olanlar Roma’nın kurucusu Aeneas’la akraba oluyordu. Böylece de imparatorluk yok olmayısıp aynı ailenin içinde kalıyordu. Ortaçağdan beri ve Fransa krallarından başlayarak birçok Avrupa hanedanı kendilerini Truva savaşının kahramanlarına bağlamak böylece Batı’da Roma İmparatorluğu’nun devamı sayılan Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun başındaki Alman prensleriyle boy ölçüşmek istemişlerdir; ancak burada Truva kökenini kendilerine yakıştıran Türkler değil Avrupalıların kendisidir. Durum aslında daha da karmaşıktır çünkü Truva Yunanlılarla Truvalıların savaşı ile ünlenmiştir. Bu savaşta Truvalılar yenilmiş ancak Aeneas’la birlikte kurtulan bir grup Roma’yı kurmuş ve Roma zamanla genişleyerek Yunanlıları yenmiş Truva’nın intikamını almıştır. Oysa Roma İmparatorluğu doğuya kayıp Konstantinopolis’i başkent yaptıktan sonra Yunanlaşmış iktidar yeniden Yunanlılara geçmiştir. Bu defa ise Asya’nın derinliklerine sığınmış başka bir Truvalı grup Türkler geri dönerek ikinci intikamı alacaktır. İstanbul’un fethinden önce bu yorumun son Bizanslılar arasında yerleşmiş olduğunu görüyoruz. Kente 1437 yılının sonunda gelen Katalan Pero Tafur burada herkesin ağzında olan bir sözü not ediyor: “Türkler Truva’nın intikamını alacaktır.”2 Truva-Yunan savaşı aynı zamanda Doğu ile Batı’nın Asya ile Avrupa’nın birbirleriyle verdikleri mücadelenin ilk nüvesini oluşturmaktadır. Truvalı-Türklerin dönüşü de Asyalıların zaferini müjdelemektedir. Böyle bir yorum ise Fatih’in tarihçisi Kritovulos’a göre padişah tarafindan da benimsenmiştir. 1462 yılında Midilli’yi kuşatmayısa giden II. Mehmed Truva’da durup Homeros’ta adı geçen kahramanların mezarlarını aramış ve şöyle demiştir: Tanrı yıllarca sonra olsa bile bu kentin ve bunda yaşayanların intikamını bana nasip etmiştir. Eskiden bu kenti yıkan Yunanlıların Makedonyalıların Tesalyalıların Moralıların çocukları sayemde uzun yıllar geçtikten sonra biz Asyalılara karşı o dönemde ve ondan sonra da sık sık yaptıkları haksızlıklardan dolayı hak ettikleri cezayı bulmuşlardır.3 İki yüz yıldan beri Venedik ile İstanbul arasında dolaşan bu söylentinin Fatih Sultan Mehmed’in kulaklarına kadar gelmesi ve onun tarafından da benimsenmesi doğaldır. Kendisi de gençliğinden beri bu kültürü tanımış ve kahramanlarından biri olmak istemiştir. Troya’yı ziyaret ettiği dönemde kütüphanesi için İlyada’nın Yunanca bir kopyasını yaptırmış4 ertesi yıl kendisi ile İstanbul’da görüşen Floransalı Benedetto Dei’ye “aynı zamanda İskender ve Kserkses Kartacalı Hannibal ve Afrikalı Scipion Pyrhus ve bugüne kadar gelip geçmiş binlerce hükümdar” gücünde olmak istediğini anlatmıştı.5 Böylece Türklerin ortaya çıkması ve Anadolu ve Antik Yunan topraklarını ele geçirmesi Rönesans Avrupa’sı tarafından Truvalıların dönüşü olarak yorumlanmıştır. Ancak Osmanlı devletinin Avrupa içlerine ve Akdeniz’in batısına ilerlemesi Truva benzetmesini yetersiz bırakıyordu. Truvalıların bu yeni kolu Yunanlılardan intikam almakla yetinmeyip ağabeyleri Romalılar gibi yeni bir imparatorluk kurarak Roma’nın devamcısı olma yolundaydı. 1513 ile 1519 yılları arasında Romalı tarihçi Titus Livius’un yapıtı üzerine yorumlar yazan İtalyan düşünürü Niccol• Machiavelli şöyle der: Roma mülkünü tümüyle elde tutacak bir imparatorlugun türememesine karşin en azindan bu topraklarin güzel bir erdem içinde yaşayan milletler arasinda paylaşilmiş oldugu görüldü. Franklarin Türklerin Misir sultaninin ve günümüzde Almanya halklarinin kurmuş olduklari imparatorluklar bunlarin arasindadir.6 Bu satirlarin yazildigi sirada gerçekten de Türkler Roma Imparatorlugu’nun mirasçisi olabilecek adaylardan yalnizca biridir. Ancak bu arada Machiavelli’nin siraladigi diger adaylardan birini Misir’daki Memlûkluları ortadan kaldıracaklar ve yazarın notlarının basıldığı 1531 yılında Viyana kapılarını aşındırmış olacaklardır. Devam edecek


12

Bulgar Tarihçi: Bizi Yok Olmaktan Osmanlı Kurtardı

Osmanlı’nın Bulgarları yok olmaktan kurtardığını belirten Bulgar tarihçi Stoyan Dinkov, AB’den sonra Asya Birliğinin kurulacağını ardından AB ile Asya Birliği’nin birleşerek Avrasya Birliği’nin ortaya çıkacağını savunuyor ‘’ Bulgaristan Yeşilerl partisi lideri Stoyan Din-

kov, aynı zamanda ünlü Bulgar şair İvan Dinkov’un oğlu. Yeni çıkan ‘’Osmanlı – Roma imparatorluğu, Bulgarlar ve Türkler’’ adlı kitabında Atilla döneminden günümüze kadar genel Bulgaristan ve Türkiye tarihini ele alıyor. Kitabında genel kabul güren ‘’Türk köleliği’’ tezine ters düşüyor. Müellife güre Osmanlı İmparatorluğu Roma İmparatorluğunun devamı ve Bulgar halkı etnik kimliğini koruma konusunda zor bir süreçte olduğu halde Osmanlı sayesinde etnik varlığını koruyabilmiştir. Dinkov’a göre Osmanlı sultanları zamanın Avrupa idarecilerinden daha toleranslı bir idare sürmüştür. Dinkov Bulgaristanın Türki topluluklarla çok sağlam bir ilişki kurması gerektiğinin altını çiziyor. Ona göre dünyanın geleceği birleşmekte saklı. Avrupa Birliğinden sonra Asya Birliği’nin de kurulacağına ve sonrasında Avrasya birliğinin geleceğine inanıyor. Nazım ÇAUŞ

Turkcell Bulgaristan`a El Attı İnsansız Hava Araçları Turkcell Genel Müdür Yardımcısı Koray Öztürkler, Bulgar telekom şirketi Vivacom`un satışı ile ilgilendiklerini ancak yönetim kurulunun henüz bu konuda alınmış bir kararı bulunmadığını söyledi. Reuters`ın sorusunu yanıtlayan Öztürkler, “Turkcell olarak bütün çevre ülkelere bakıyoruz, Bulgaristan da bu kapsamda baktığımız ülkelerden birisi” dedi. Avusturya basınında yer alan haberlere göre, Telekom Austria da Bulgaristan’ın ikinci büyük telekomünikasyon şirketi Vivacom’u satın almayı planlıyor. Vivacom’un satışıyla ilgilenenler arasında Turkcell ve Türk Telekom’un yanı sıra KT Bankasının hissedarı Bulgar bankacı Vassilev de bulunuyor. Sezgin YILMAZ

İnsansız hava araçları (İHA), hemen hemen her gün Afganistan’dan gelen saldırı haberleriyle artık dünyanın yakından bildiği bir teknoloji. Bu araçlar her geçen gün ABD ordusunun en vurucu gücü olmaya daha da yaklaşıyor. ABD Kongresi’nde hazırlanan bir rapor da bu gerçeği gözler önüne serdi. Buna göre, Amerikan ordusunda şu an her üç uçaktan biri insansız hava aracı. Yani diğer adıyla Drone’lar. İHA’ların sayısı son 6 yılda yüzde 40 oranında arttı. ABD askerlerine savaş bölgelerinde istihbarat sağlayan bu araçlardaki artışı ‘Ordu giderek robotlaşıyor’ diye eleştirenler de var. YÜZ TESPİTİ DE YAPACAK Artık sadece istihbarat sağlamayan İHA’lar yani ‘uçan casuslar’ saldırı amaçlı kullanılmaya başladığından beri, birçok kritik hedefi vurdu. Bunların arasında El Kaide’nin önde gelen liderleri de vardı. Keşif amaçlı üretilen insansız hava araçlarının sensörlerinin gelişmesiyle birilikte, bölgesel keşifin ötesinde, bombaların türünü algılama veya terör bölgelerinde yüz tespiti gibi ayrıntılı keşiflerde de kullanılabileceği belirtiliyor. Sezgin YILMAZ

“Bulgaristan ile Anlaşmazlıklar Giderildi”

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım Bulgaristan ile bugün imzalanan -Karayolunda Yolcu ve Yük Taşımacığı Anlaşması-nın her iki ülke için de son derece olumlu sonuçlar yaratacağını belirtti. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım Bulgaristan ile bugün imzalanan -Karayolunda Yolcu ve Yük Taşımacığı Anlaşması-nın her iki ülke için de son derece olumlu sonuçlar yaratacağını belirterek, -Anlaşmayla birlikte son 3 yılda gündemde olan aramızdaki ufak tefek bazı anlaşmazlıklar tamamen giderildi- dedi. Bulgaristan - Türkiye Karma Ulaştırma Komisyonunun (KUK) Sofya-da yapılan 24. dönem toplantısına katılan Binali Yıldırım resmi temas ve incelemelerini tamamladı. Binali Yıldırım KUK toplantısının kapanışının ardından Bulgaristan Başbakanı Boko Borisov ile bir araya geldi, basına kapalı olarak gerçekleştirilen görüşmede iki ülke arasındaki ilişkilerin son durumu ile ulaştırma alanındaki ilişkiler değerlendirildi. Başbakan Boyko Borisov görüşmenin ardından Basın bürosu aracılığıyla yaptığı açıklamada görüşmenin son derece olumlu geçtiğini belirterek, -Türkiye ile her alanda mükemmel bir işbirliğimiz var. Bu işbirliğinin sürdürülmesini istiyoruz- ifadelerini kullandı. Borisov iki ülke arasındaki aşılamayacak hiçbir sorun bulunmadığını bildirdi. Binali Yıldırım Bulgaristan-dan ayrılmadan önce iki ülke arasında imzalanan anlaşmayı ve ulaştırma alanındaki ilişkileri Anadolu Ajansı muhabirine değerlendirdi. Teknik heyetler düzeyinde üç gündür devam eden KUK toplantısında karayolu taşımacılığı, havacılık, denizcilik ve haberleşme alanlarındaki konuların detaylı bir şekilde masaya yatırılarak mevcut durumun tespitinin yapıldığını kaydeden

Yıldırım -TIR karneleri, gümrük geçişlerinde yaşanan zorluklar ve bazı ihraç mallarının karşılaştığı sorunları açık bir şekilde konuştuk. Tüm konularda iki taraf arasında tam bir mutabakat sağlandı- dedi. İmzalanan -Karayolunda Yolcu ve Yük Taşımacılığı Anlaşmasının her iki ülke için de son derece olumlu sonuçlar yaratacağını belirten Binali Yıldırım şunları söyledi: -Anlaşma ile Türkiye, Avrupa-ya ana güzergah olan Bulgaristan üzerinden toplam 250 bin civarında bir geçiş izni kota elde etmiş oldu. Buna mukabil Türkiye üzerinden taşımacılık yapacak Bulgaristan firmalarına da 17 bin 500 civarında belge tanzim edilecek. Anlaşma iki ülkenin de menfaatini gözeten dengeli bir mutabakat sağlandı. Gerek ikili, gerek transit gerekse üçüncü ülkelere taşımalarda bundan sonra ciddi bir sorun yaşanmayacak.- Bulgaristan ile kombine taşımacılığın geliştirilmesi ile Haber ve Bilgi iletişim teknolojileri alanlarında işbirliğini öngören protokoller de imzaladıklarını sözlerine ekleyen Binali Yıldırım bu protokolların zaman kaybedilmeden somut sonuçlar alınacak şekilde uygulamaya konulacağını söyledi.

İlk Türk Kadın Ressamın Hayatı Kitap Oldu İlk Türk kadın ressam Mihri Müşfik’in hayatı, kadın ressam Nilgün Sarp tarafından ‘’Bir Osmanlı Prensesi Ressam Mihri Müşfik’’ adıyla kitap haline getirildi İstanbul Kadın Ressamlar Derneği Başkanı Sarp, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünyada ve Türkiye’de resim sanatı tarihini ve bu sanattaki öncü kadınları incelerken 2002’de Mihri Müşfik’le ilgili bilgilere ulaştığını anlattı. 1886-1954 yılları arasında yaşayan Mihri Hanım’ın başarılarla dolu, ancak sonu trajik biten hayatının sanat tarihi kitaplarına yansımadığını fark edince çalışmalarına başladığını kaydeden Sarp, 2005 yılında Mihri Müşfik’i topluma tanıtabilmek amacıyla onun anısına İstanbul Kadın Ressamlar Derneğini kurduğunu, derneğin logosunu da onun bir otoportresi olarak seçtiğini belirtti. Nilgün Sarp, yaptığı araştırmalar sonucu Mihri Müşfik’in 1917 yılında kadın ressamlarla ilgili bir dernek kurmak istediğini, ancak yeterli katılım olmadığı için projesinin yarım kaldığını vurgulayarak, bu derneğin aynı zamanda Mihri Hanım’ın yarım kalan projesinin de tamamlamak amacıyla kurulduğunu bildirdi. 1886’da İstanbul Moda’da Rasim Paşa Konağı’nda dünyaya gelen Mihri Müşfik’in, Batıda eğitim gördüğünü, hayatının son 30’a yakın yılını Amerika’da yaşadığını, 1954 yılında New York’ta vefat ettiğini ve orada kimsesizler mezarlığında defnedildiğini anlatan Sarp, derneğin müracaatıyla Mihri Müşfik’in naaşının yerinin bulunması ile ilgili çalışmaların 2008’den beri Türkiye’deki Kültür ve Turizm ile Dışişleri bakanlıklarının takibinde olduğunu belirtti. ANISINA MÜZE KURMA ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR Nilgün Sarp, ‘’Derneğin tüzüğünde yer aldığı gibi Mihri Müşfik’in anısına bir müze kurma çalışmalarımız, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in eşi Gülten Çiçek’in önderliğinde devam etmektedir. Onun başarıları ne yazık ki sanat tarihi ve okul kitaplarına geçmemiş, adeta yok edilmiş. Onun karanlıklar içinde kalan başarılarını, yaptığı öncülükleri başta Türkiye ve dünyaya ilan etmek istiyorum’’ şeklinde konuştu. Özellikle portreleriyle tanınan Mihri Müşfik’in portresini yaptığı kişiler arasında Mustafa Kemal Atatürk ve Papa XV. Benedict’in de bulunduğunu, Vatikan’a giren ilk kadın ressam olarak kayda geçtiğini anlatan Sarp, bilindiği kadarıyla Mustafa Kemal’in ilk portresinin Anafartalar Savaşı sırasında Avusturyalı ressam Vilhelm Victor Krausz tarafından yapıldığını ve bu resmin Çanakkale’de müzede bulunduğunu vurguladı. Nilgün Sarp, Atatürk’ün portresini yapan ilk Türk ressamın ise Mihri Hanım olduğuna dikkati çekerek,Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal’in zaferlerine ve devrim hareketlerine hayran olan Mihri Hanım’ın onun mareşal üniformasıyla portresini yaptığını kaydetti. Meşrutiyet döneminde kızlar için açılan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin tek kadın hocası olan Mihri Hanım’ın Fahrelnisa Zeid, Bülent Ecevit’in annesi Nazlı Ecevit ve Aliye Berger gibi pek çok kadın ressamın yetişmesine emeği geçtiğini dile getiren Sarp, resme olan tutkusu nedeniyle aristokrat yaşamını terk edip bohem ve yoksul bir yaşam süren Müşfik Hanım’ın aynı zamanda ressam Hale Asaf’ın da teyzesi olduğunu dile getirdi. Nilgün Sarp, babası Sağlık Bakanı olan ve sarayla akrabalığı bulunan Mihri Müşfik ile ilgili kitabı yazmadan önce Amerika’ya giderek araştırmalar yaptığını, Newyork Times adlı gazetenin arşivini incelediğini ve orada Mihri Müşfik hakkında birçok haber ve yazı bulduğunu söyledi. Sarp, Müşfik’in Türkiye’de yaşayan akrabalarına da ulaştığını ve onlarla da sohbet ettiğini belirtti. Mihri Müşfik’in Tevfik Fikret öldüğünde maskını aldığını ve daha sonra da resmini yaptığını, resmini yaptığı kişiler arasında ABD’nin 32. başkanı Franklin Delano Roosevelt’in de bulunduğunu vurgulayan Sarp, şöyle devam etti: ‘’Doğduğum zaman babam çok üzülmüş kız evlat olduğum için, uzun süre kimseyle görüşmemiş. Bu hikaye bana anlatıldığında beni çok etkiledi. Ben de daima kadınları desteklemek psikolojisi oluştu. Özellikle ezilmiş, kaybolmuş yok sayılmış kadınları ön plana çekmek, onları yukarı çıkarmak için çalışıyorum. Sanat tarihinde de kaybolmuş kadınlar beni çok etkiliyordu ve Mihri Hanım’ı da bu sayede buldum. Mihri Hanım yaşadığı çağın kadınlardan farklı, cesur ve özgür öncü kadınlarımızdandır. Mihri Hanım hakkında yıllar önce Selim İleri’nin bir oyunu (Mihri Müşfik: Ölü Bir Kelebek) yazılmıştır. 1886 yılında bir paşanın kızı olarak dünyaya gelmiş, Sultan Abdülhamit’in emrindeki saray ressamı Fausto Zonaro’dan ders almış, Roma ve Paris’te sanat eğitimi görmüş, yetenekli bir ressam olduğunu kanıtlamıştır. Mihri Hanım çok sayıda kadına esin kaynağı olmuş, hayatını değiştirmesine yardım etmiştir.’’ Mesut UĞURLU

AVRUPA’DA 108 KİŞİ DONARAK ÖLDÜ

Hürriyet gazetesinin haberine göre, Türkiye gibi Avrupa’nın doğusunu da etkisini altına alan dondurucu soğuklar can almaya devam ediyor. Avrupa hastalıklara karşı genelinde 108 kişi sokorumak olarak ğuklar nedeniyle yaaçıklanıyor. Fuşamını yitirdi. Yer yer nai yetkililerinden sıfırın altında 20 dereceye kadar düşen sıcaklıklar nedeFabricio Amoniyle yalnızca Ukrayna’da, geçtiğimiz hafta 3 gün içinde rim yaptığı açıkla18 kişinin donarak öldüğü açıklandı. Ülkede yaklaşık mada, keşfedilen 500 kişi, vücut ısıları düştüğü ya da soğuk yanığına makızılderili kabilesiruz kaldığı gerekçesiyle tedavi altına alındı. Sıcaklıkların -26’ya kadar gerilediği Polonya’da ise çoğu evsiz ya da nin Pano kızılderili grubuna ait olabileceğini belirtti. Funai’a göre, altın arayıcıların, yaşlı en az 20 kişi öldü. Soğuk hava koşulları nedeniyle oduncuların, balıkçıların ve uyuşturucu kaçakçıların yasadışı faaliyet- Sırbistan’da 13 kişi öldü, 22 kişi kayıp. Bulgaristan’da leri Javari vadisinde yaşayan yerli kabileler için tehdit oluşturuyor. 15 kişi donarak can verdi, şiddetli rüzgârlar nedeniyle Varna Limanı kapatıldı. Filiz Soytürk

Amazon’da Yeni Kabile Bulundu!.. Güney Amerika ülkelerinden Brezilya’nın Amazon bölgesindeki Javari vadisinde, dış dünyadan kopuk yaşayan yeni bir kızılderili kabilesi keşfedildiği bildirildi. Balta girmemiş Amazonlar’da modern insanla iletişime geçmemiş bir kabile bulundu. Ülkenin yerli nüfusunu korumak amacıyla kurulan Kızılderililer Ulusal Vakfı’nın (Funai) sözcüsü yaptığı açıklamada, 200 kişilik kabilenin izine ilk önce uydu fotoğraflarında rastlanıldığını, daha sonra ise Funai üyelerinin Nisan ayında uçakla bölgede yaptıkları uçuşlar sırasında kabileyi tespit ettiklerini belirtti. Brezilyalı makamlar, beyazları, ülkenin ücra bölgelerinde yaşayan ve hiç beyazlarla temas etmemiş yerli kabilelere sağlık nedenlerinden dolayı yaklaşmasını yasaklıyor. Yasağın amacı, bu kabileleri, beyazlardan geçebilecek ve hiç alışık olmadıkları

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Bulgaristan

İsmail ERDEM

Тангра бавя но не забравя Последните решения взети от Българския Парламент относно последиците на комунистическия режим спрямо Турците и Мюслюманите в България предизвикаха доста еуфории както в България така и в чужбина, тези решения са показ на една политическа зрялост, крачка към реална правова държава и желание да се практикува една истинска демокрация в България показани от демонстрирани от Българския Парламент. Това действие е една светлина в началото на тунела която дава надежда за възмездие на справедливостта в смисъл виновните за тези трагедии да бъдат наказани а онеправданите и потърпевшите да бъдат поне морално възнаградени. От тук нататък е необходимо да се подходи много внимателно и мъдро за да се получи един приемлив ефект от всички страни който да бъде начало на едно ново разбиране в съвместния ни живот и край на наслагваните от години предразсидъци, недоверие и вражда между отделните етнически групи в България. Нека това бъде начало на една страница която да дава възможност всеки един гражданин да може да живее като такъв какъвто се чувства по етнос, вяра, и културни традиции. В житейската йерархия да може да заема позиции съответстващи на професионалната си кадърност без оглед на политическата, етническата и религиозна принадлежност. Това неминуемо ще доведе България до един политически модел на демокрация който да бъде показ, даже за самите западно европейски демокрации. Разбира се това изисква определена зрялост, мъдрост и отговорност от всички единици заинтересовани от доброто бъдеще на България. В интерес на истината едно такова решение взето от Българския Парламент включва в себе си онази решителност и добронамереност за която могат да завиждат дори някои претендиращи се за демокрации Европейски държави. В резултат на всичко това искаме тази добронамереност трябва добре да се отцепи и действията които ще се предприемат за бъдеще да не се замесват с политически интигри късогледство и основа за лични облаги. Ниеръководствотонаизселническата организация на БУЛТЮРК смятаме че, този попътен вятър трябва да се използва за благото на Българските граждани и България. Всички които имат принос във взимането на това решение заслужават по отделно благодарности и най вече вносителя на това предложение Г=н Иван Костов. Специални благодарности заслужава и Г=н Сезгин Мюмюн който също има принос в това начинание. Разбира се тук не трябва да се подминава заслугата на управляващото мнозинство като главна действаща фигура в взимането на тези решения. Отново благодарим на всички които имат принос и смятаме че, бъдещето е на позитивно мислещите тоест Господ бавя но не забравя, рано или късно справедливостта възмездява.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Sofya’da Türk Mezarına Çirkin Saldırı Sultan V. Murad’ın kızı Fatıma Sultan’ın Sofya Mezarlığındaki kabrinin etrafını kuşatan demir parmaklık kesilip çalınmış, mezar taşındaki Osmanlı tuğrası kırılıp okunmaz hale getirlmiş. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilân edilmesiyle yurtdışında ikamete zorlanan Osmanlı hanedanı üyeleri dünyanın dört bir tarafına yerleşmişler, bir kısmı da Bulgaristan’ı mekân tutmuşlardır. Başkent Sofya’ya yerleşenler arasında Sultan V. Murad’ın kızı Fatıma Sultan da bulunmaktadır. Sofya’ya yerleştikten birkaç yıl sonra sonra Prenses, 23 Kasım 1930 tarihinde bu dünyaya veda etmiştir. O yüzden naşı Sofya şehrinde bulunan Orlandovtsi Merkez Mezarlığındaki Türk parseline defnedilmiştir. Osmanlı hanedanı üyesinin vefatı münasebetiyle Sofya Banyabaşı Camiinde mevlid-i şerif okutulduğu o dönemin basınında duyurulmuştur. Bir zamanlar mezarlığın Müslümanlara ait kısmında bulunan gasilhanenin yakınlarına defnedilmiş olan Fatıma Sultan’ın mezarı ufak sütunlar ve güzel işlenmiş demir korunluk ile çevrilerek koruma altına alınmıştır. Mezartaşlarıı ise özel olarak hazırlanıp baş ucundaki estetik değere sahip taşın ön tarafına Osmanlıca, arka tarafına da Bulgarca yazılar hakkedilmiştir. Aynı taşın ön tarafına Prensesin babası Sultan V. Murad’ın tuğrası da işlenmiştir. Çocukları uzun zaman Bulgaristan’da yaşadıktan sonra komünizm dönemi Devlet Emniyeti (DS)’nin binbir baskı-

sına maruz kaldığı için buldukları ilk fırsatta Batı ülkelerine kaçarak annelerini yâd ellerde bırakmışlardır. Herşeye rağmen belirli bir döneme kadar Sofyalı Türklerce kabri ziyaret edilen Fatıma Sultan, son dönemlerde sadece birkaç Sofyalı vefakârın duasıyla yâd edilir olmuştur. Osmanlı askerlerinin hüzünlü hikayesi Hannover Andreas Mezarlığı’nda, Hıristiyan olmayanların gömülmesinin yasak olduğu halde Müslüman adetlerine göre gömülmüş iki Osmanlı askerinin mezarı var. Viyana kuşatması sonucu Hannover Prensliğine esir düşen iki askere ait olduğu anlaşılan kabirler şu an ilgi odağı konumunda. Mezar taşları Türkiye

Büyükelçiliği tarafından yenilenen iki kabir Hıristiyan kabirlerinin aksine kıbleye bakıyor. İKİ ASKERİN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ Osmanlı askerlerinden Hasan ve Mehmet’e ait olan mezarlarda yatan bu kahraman askerlerin öyküleri ise oldukça ilginç: 1683 yılında 2. Viyana kuşatması sırasında esir düşen iki Osmanlı askeri, Hannover Prensi Prens Ludwig tarafından Hannover’e getiriliyor ve Prenses Sophie’nin hizmetine veriliyorlar. Tüm baskılara rağmen dinlerinde ısrar ederek Hıristiyan olmayı reddeden bu iki kahraman asker, 5 vakit namazlarını aksatmadan kılıp, üzerlerindeki akıncı elbiselerini hiç çıkarmıyorlar. Yaklaşık 8 sene prenses Sophie’ye hizmet ettikten sonra 1691 yılında birkaç ay ara ile ölüyorlar. Ölüm sebepleri hakkında ise ne yazık ki hiçbir bilgi bulunmuyor. V A S İ Y E T L E R İ Hizmette hiçbir kusur etmeyeceklerini bunun karşılığında ise tek bir istekleri olduğunu söyleyen Hasan ve Mehmet; öldükten sonra mezarlarının kıbleye doğru kazılmasını ve öyle defnedilmelerini istiyorlar. Prenses Sophie bu isteği kabul ediyor ve Hırıstiyan mezarlığında bu iki aykırı mezar kalıyor. Daha sonraları mezar taşları bile kayboluyor. İrfan Söyler’in çabaları ve Konsolosluğun gayretleri ile tekrar yer tespiti yapılıp mezar taşları yenileniyor.

Romanya’nın Eski Liderine Hapis Cezası Devlet fonlarını seçim kampanyasına harcamaktan suçlu bulunan eski başbakan Adrian Nastase iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. Romanya yüksek mahkemesi, eski başbakan Adrian Nastase’yi yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle iki yıl hapis cezasına çarptırdı. 2000-2004 yılları arasında başbakanlık yapan Adrian Nastase, bir devlet kuruluşunun düzenlediği etkinliklerde toplanan 2 milyar doları aşkın parayı, iktidarının son döneminde cumhurbaşkanlığına seçilmek için yürüttüğü kampanyaya harcamakla suçlanıyordu. Ancak kampanya sonuca ulaşamamış, Nastase seçimi ikinci turda, şimdiki Cumhurbaşkanı Traian Basescu karşısında yenilgiye uğramıştı. Suçlamaları reddeden Nastase, ka-

r a r ı t e m y i z e g ö t ü r e c e ğ i n i s ö y l ü y o r. Kendisine yöneltilen suçlamaları siyasi intikam girişimi olarak niteleyen eski Başbakan, bu durumdan da Basescu’yu sorumlu tuttu. Ülke bu yıl içinde yerel ve genel seçime hazırlanırken, yarışın son yılların en çekişmeli mücadelesine sahne olması bekleniyor. Yolsuzlukla suçlanan eski devlet görevlilerinin nadiren yargılanıp hüküm giydiği Romanya açısından, dava hükmü aynı zamanda emsal yaratan bir sonuç. 1989’da ülkede Komünist yönetimin sona ermesinden bu yana ilk kez bir eski başbakan hapis cezası ile karşı karşıya kalıyor. Ay n ı d a v a n ı n d i ğ e r d ö r t s a n ı ğına da altışar yıl hapis cezası verildi.

ABD’nin Georgia eyaletinde bulunan “Rehbertaşı” henüz 29 yıllık bir geçmişe sahip ama esrarını koruyor. Görenleri şaşırtan taşı kimin yaptırdığı tam olarak bilinmiyor. Ama “Mahşer gününden sonra hayatta kalabilecek insanlara, yeniden bir medeniyet kurmaları için bir rehber niteliğinde” olması amacıyla yaptırıldığı biliniyor. Üzerinde, Svahili dili dahil 8 dilde sayısız ilginç yazılar mevcut. Tarihten genetiğe, sosyal bilimden fiziğe kadar pek çok bilgi var. Her biri 20 ton ağırlığında, 5 metre yüksekliğinde beş ayağı, bir de 12 tonluk bir tepe taşı olan devasa anıtın her türlü doğal felakete meydan okuyacak nitelikte yapılması istenmiş. 1980′de dikilen anıtın hikayesi ise Temmuz 1979′un bir cuma akşamında başlamış. Kendisini Robert C. Christian olarak tanıtan şık giyimli, orta yaşlı, kır saçlı, ince ve uzun boylu bir kişi, ABD’nin ve hatta dünyanın en iyi granit taşının işlendiği Georgia eyaletindeki Elbert kentindeki Elberton Granite Finishing adlı şirkete gidip “Ben küçük bir grup Amerikalı’nın adına burada, hem saat, hem takvim, hem rehber olacak bir granit anıt siparişi vermek istiyorum” dedi. Elberton Granite Finishing’in dönemin Başkanı Joe Fendley, o günü şöyle anlatıyor: “Etkileyici görünen o adamın anlattıklarıyla önce pek ilgilenmedim ama ne istediğini tarif ettikçe şaşırdım. Sadece dev granit taşları işlememizi değil, onları devasa bir astrolojik enstrüman şek-

lini andıracak bir şekilde yerleştirmemizi istiyordu. Bu çok zor bir işti ve kurtulmak için üç kat fazla bir fiyat söyledim. Ama o rakamı hiç itiraz etmeden kabul etti. Şemalarıyla geldi ve o şemalara göre çalıştık. Her şey bittiğinde ortaya çıkan bu dev anıta şaşırdık. Ama siparişini veren Robert C. Christian o gün bugün ortada yok. Ayrıca buradan ayrılırken bana açıkca R.C. Christian’ın takma bir isim olduğunu söyledi” dedi. Rehbertaşının ayakları, güneşi yıl boyunca Doğu-Batı yönünde işaret edecek şekilde yerleştirilmiş. Tepe taşına açılan bir delikten gelen güneş ışını, bir ayağın üzerindeki takvimde, günü gösteriyor. Taşın üzerindeki İngilizce, Arapça, İbranice, Svahili dili dahil 8 dildeki bilgiler ise şaşırtıcı derecede hem günlük hayatta hem de yüksek bilimde kullanılabilen bilgiler. Anıtın Elbert kentinin bir tepesine dikilmesine izin veren belediyede de R. C. Christian adına izin belgesi mevcut. Ama hiç kimse onu tanımıyor. Ne var ki belediyeye çok yüklü bir bağış da yaptığı kayıtlarda

Rehber Taşı

Bulgaristan Elektrik İhracatına Yeniden Başlıyor

Bulgaristan Ekonomi, Enerji ve Turizm Bakanlığı, 28 Ocak 2012 tarihinde saat 01.00’den itibaren yeniden elektrik ihracatına başlanacağını bildirdi. İhracat, termik santrallere ana kömür kaynağı sağlayan Maritza İztok maden çalışanlarının grevi sonucu elektrik üretiminde düşüş kaydedildiği gerekçesi ile durdurulmuştu. Bakanlık kaynaklarına göre Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Türkiye ve Makedonya’ya elektrik ihraç ediyor. Ülkedeki termik santraller toplam elektrik üretiminin yüzde 40’ını sağlıyor.

Muhalefetteki Sosyal Demokrasi Partisinin önde gelen yöneticilerinden olan Nastase, Aralık ayında yolsuzluktan yargılandığı bir diğer davada aklanmıştı. 2007’de Avrupa Birliği’ne katılan Romanya için yolsuzluk, en yoğun eleştirilere hedef olduğu alanların başında geliyor. Binlerce Rumen de iki haftadır yolsuzluk ve adam kayırmacılık ile yaşam standartlarının düşmesine karşı protestolar yürütüyor.

İstanbul’a 3.Köprüden Geçiş Ücreti Belli Oldu

Köprü geçiş ücreti otomobiller için 3 dolar + KDV olacak. Ücretler her yıl enflasyon oranında düzenlenecek Karayolları Genel Müdürlüğü, İstanbul’a yapılacak 3. köprü için 5 Nisan’da yap-işlet-devret (YİD) modeliyle gerçekleştirileceği ihaleden önce köprüden geçiş ücretlerini belirledi. Köprü geçiş ücreti otomobiller için 3 dolar + KDV olarak belirlendi. Büyük araçların geçiş ücretleri belirlenirken, dingil sayıları dikkate alınacak. Proje kapsamında yatırımcıya, yıllık 135 bin araç geçiş güvencesi verilecek. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre devlet, öngörülen sayıda aracın geçmemesi halinde aradaki farkı yatırımcıya ödeyecek. İhalede geçici teminat tutarı 15 milyon lira olarak belirlendi. İstekliler, 2 Şubat’tan itibaren 100 bin lira bedel karşılığında ihale dosyası satın alabilecek.

Bulgaristanlı Güreşçiye Tekme- Tokat dayak

Yalova’da, 23-24 Aralık tarihlerinde düzenlenen Türkiye Bayanlar Güreş Şampiyonası’nda, Milli Takım’da da görev yapan Burdur Emniyetspor Antrenörü Engin Bakay’ın, Avcılar Belediyespor adına güreşen Türk asıllı Bulgar vatandaşı Elif Filipova’yı minder ortasında tekme-tokat dövdüğü ortaya çıktı. Sporcunun, aldığı darbelerin ardından ambulansla hastaneye kaldırıldığı, antrenör Engin Bakay’ın ise emniyette gözaltında alındığı, Güreş Federasyonu yetkililerinin araya girmesi sonucu sporcunun şikayetini geri almasıyla da

gece saatlerinde serbest bırakıldığı öğrenildi. Serbest Güreş Milli Takımı’nın eski sporcularından Kamil Kocaağaoğlu’nun girişimleriyle, Türk asıllı Bulgar vatandaşı bayan güreşçiler 16 yaşındaki Elif Filipova ve 18 yaşındaki Canan Filipova ile antrenör olan babaları Fahri Filipov, Avcılar Belediyespor Kulübü’ne transfer edildi. Filipova kardeşler için öncelikle oturma izni alınarak, Türk vatandaşlığı başvurusunda bulunuldu. Sporcuların Yalova’daki Türkiye Şampiyonası’nda güreşebilmeleri için de Spor Genel Müdürlüğü’nden ve Güreş Federasyonu’ndan gerekli izin belgeleri alındı. Avcılar Belediyespor Kulübü mayosuyla Türkiye Şampiyonası’na katılmak üzere Yalova’ya giden sporculardan Canan 72, Elif ise 67 kiloda tartıya çıktı. Antrenör Engin Bakay’ın Güreş Federasyonu yetkililerinin ne ceza alacağını takipçisi olacağız.

BALKANLAR

Nihat KAHRAMAN

B A L K A N S A V A Ş L A R I (8 Ekim 1912 - 31 Temmuz 1913) Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşması ile Bulgaristan sınırları içine Makedonya’nın da katılması ve Sırbistan’ın bağımsızlığını kazanarak topraklarını genişletmeye başlaması, Berlin Antlaşması’nın Bulgaristan’da yarattığı hayal kırıklığı ve Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı ilk günden beri topraklarını devamlı olarak kuzeye doğru genişletmek istemesi; Balkan Savaşlarının sebebini teşkil etmiştir. Bunlara Rusya’nın Balkan Slavları üzerindeki kışkırtmalarını, Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki genişleme faaliyetleri ve Bosna Hersek’i ilhakını da eklemek mümkündür. Balkan devletleri arasındaki ilk ittifak, 13 Mart 1912’de yapılan “Sırp-Bulgar İttifakı”dır. SırpBulgar ittifakını 29 Mayıs 1912’de yapılan “BulgarYunan İttifakı” takip etmiştir. Son ittifak ise 6 Ekim 1912’de Karadağ ve Sırbistan arasında yapılmıştır. İttifakın imzalanmasından iki gün sonra da Karadağ, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan edecektir. Balkan devletlerinin ittifaklarının ardından Bulgaristan’da Osmanlı Devleti aleyhine gösteriler başlamış, Bulgar ve Sırpların kışkırtmaları ile Makedonya’da komitacılık faaliyetleri artmıştır. Makedonya’daki Yunan tedhişçileri kışkırtmalarına hız vermiş, 1912 Ağustosundan itibaren Yunanistan Osmanlı sınırına asker yığmaya başlamıştır. Diğer yandan Karadağ da Osmanlı sınırlarında olaylar çıkarmaya başlamıştır. Bütün bunlara ilaveten 1912 Mayısında Karadağ, Sırbistan ve İtalya’nın kışkırtmalarıyla Arnavutluk’ta bir ayaklanma çıkmıştır. Yaralılar ve mültecilerin Çorlu İstasyonu’na Gelişleri Balkanlar’daki bu karışıklıklar bütün Avrupa devletlerinin dikkatini bölge üzerine çekmiştir. Rusya; Balkan devletlerinin harekete geçmesi karşısında Avusturya’nın da işe karışmasından ve dolayısıyla kendisinin de Avusturya ile bir savaşa girmesinden endişe etmiştir. Fransa, Balkan meselesinden dolayı Rusya’nın savaşa girmesi hâlinde bir yardım taahhüt etmemekle beraber Avusturya dolayısıyla da Almanya’nın Rusya’ya karşı savaşa girmesi hâlinde kendisinin de Rusya’nın yanında yer alacağını bildirmiştir. İngiltere de savaşı arzu etmemiş ve Balkanlar’da statükonun korunmasını istemiştir. İtalya, Avusturya ve Almanya devletleri de bir savaş istememiş, Rusya’nın işe karışmasından da hoşnutsuzluk duymuşlardır. Avrupa devletlerinin bencil davranışları yüzünden Balkan buhranını önleyecek tedbirler alınamamıştır. Bundan cesaret alan Balkan devletlerinden ilk olarak Karadağ 8 Ekim, Bulgaristan ile Sırbistan 17 Ekim veYunanistan 19 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişlerdir. Osmanlı Devleti savaşa çok kötü şartlar içinde girmiştir. Ordunun geri ulaşımı ve ikmali çok kötü durumdadır. Savaşın ilk gününden itibaren askerin beslenmesi de sorun olmuştur. Osmanlı Devleti iki ordu kurmuştur. Doğu Ordusu Bulgarlara, Batı Ordusu da Sırplara karşı savaşmıştır. Doğu Ordusu Bulgarlar karşısında kısa sürede yenilmiştir. Ekim 1912 sonlarında Lüleburgaz’a çekilen ordu, burada Bulgarlarla yaptığı ikinci muharebeyi de kaybedince Çatalca hattına kadar çekilmiştir. Batı Ordusu Ekim sonlarında Kumanova’da Sırplara yenilmiş ve Manastır ’a çekilmiş tir. Sırplar Ü s küp’e girmiş lerdir. Yunanlar Kasım ayı başında Selanik’i ele geçirmişlerdir. Donanmaları ile Bozcaada, Limni, Semadirek ve Taşoz adalarını işgal etmişlerdir. Adaların elden çıkmasıyla Osmanlı Devleti’nin Makedonya ile denizden bağlantısı kesilmiştir. Mahmut Şevket Paşa Sadrazam ve Harbiye Nazırı Öte yandan Karadağlılar da İşkodra’yı kuşatmışlardır. Bu esnada Avusturya ve İtalya’nın teşviki ile Arnavutlar 28 Kasım 1912’de bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Balkan buhranı bu gelişmeleri gösterirken Kasım ayı ortalarında Bulgarlar Çatalca hattındaki Osmanlı savunmasına karşı son bir taarruzda bulunmuşlardır. Bu taarruz sonuç vermeyince Bulgaristan Osmanlı Devleti’nin daha önce teklif ettiği mütarekeyi kabul etmiş ve ateşkes anlaşması 3 Aralık 1912’de imzalanmıştır. Bulgaristan mütarekeyi hem kendi adına hem de Karadağ ve Sırbistan adına imzalamıştır. Mütareke görüşmelerine Yunanistan da katılmıştır. Fakat çok aşırı isteklerde bulunulduğundan Osmanlı Devleti bu istekleri kabul etmemiş ve mütarekeyi imzalamamıştır. 17 Aralık 1912 günü Londra’da başlayan barış görüşmeleri çok uzun sürmüştür. Bunun nedeni de Arnavutluk, Ege adaları ve Osmanlı Devleti’nin Edirne’yi Bulgaristan’a bırakmak istememesidir. Devam edecek


14 Rafet ULUTÜRK

TBMM’de Trakya, Rumeli,

Balkan Toplantısı

Bulgaristan’da ise aşırı Bulgar Milliyetçilerin tepkisine neden oldu. Böyle bir çalışma şimdiye kadar Bulgaristan’da hiç bir kuruluş tarafından yapılamadı. Bu çalışmalarda Rumeli Türkleri Dayanışma Derneğimizin de katkıları olduğunu belirtmek isterim. Biz yapmış olduğumuz faaliyetlerle gençlerimizin ufkunu açmak ve teşvikte bulunmak istedik. Umut ederiz ki gelecekte bu tür faaliyetler içinde olan kuruluşlarımızın veya teşkilatlarımızın sayısı artacaktır. 3. Tarihte ilk defa Bulgaristan’da bir Türk Cumhurbaşkanı adayı çıkarttık. Bu çalışmamızdan dolayı bize bölücü damgası vurmaya çalıştılar. Dün dinimizi, dilimizi yasaklayarak silah zoru ile ismimizi değiştirip eşlerimize, kızlarımızı tecavüz eden, Komünistlerle çalışanlar ise kahraman gibi sunulmaya çalışıldı. Tabi bunu bir fiil Bulgaristan’da yaşamış olan insanlarımız tarafından unutulmasını anlamak mümkün değildir. Arkadaşlar bizde hiç mi şeref, onur kalmadı. Bu üzücü konuyu fazla uzatmadan yüksek vicdanlarınıza bırakıyorum. Değerli STK Yöneticileri Trakya - Balkan ve Rumeliler olarak bunları çok iyi öğrenmeliyiz; - ADALET - Adalet terazisini kendi içimizde çalıştırmalıyız. Balkanları kapsayan bir oturumda divanda her bölgeden bir divan üyesinin bulunması bölgeyi kapsadığını daha iyi gösterebilirdi. Sayın Vekilim bu divanda ne Rumeli, ne Balkan, nede Trakya vardı burada sadece Evladi Fatihaların temsilcileri vardı. Bu devletin birlik anlayışı ise tüm etnik gruba mensup soydaşların eşitliği ile sağlanırdı. - BİLGİ – Bu tür organizasyonlarda çalışkan bölge konularına hâkim insanlarımızı işin içine katarak ve çeşitli görevler vererek daha organize ve profesyonel hale getirmeliyiz. Bu tür faaliyetlerin amacı bir araya gelerek sadece konuşmak dertleşmek olmamalı. Görüşmeler neticesinde ortak bir görüş belirlenerek stratejiler üretilmeli en azından bir yol haritası çıkarılmalıydı ve toplantının sonunda sonuç bildirisi yayınlanmalıydı ki, Trakya, Rumeli, Balkan kısaca Evladı Fatihanlara hedef gösterilmeliydi. - BAŞARI EMEK İSTER - Başarıyı bir başkasında değil kendi gücümüzde ve değerlerimizde aramalıyız. Daha çok çalışarak emek harcayarak davamız için bıkmadan usanmadan çalışarak, davamıza inanarak ve yaygınlaştırarak birlik ve bütünlüğümüzü geleceğe taşımalıyız. Başarı süreklilik ve sadakat ister. - DÜNYADA TESADÜF YOK-Tesadüflerle bir yerlere gelmediğini ve gelemeyeceğini gerçek başarılar için büyük emekler sarf etmesi gerektiğinin farkında olmalıyız. Hazırda bekleyenler daha çok beklerler. Bizim camiada maalesef çalışarak bir yere gelen ve dava bilinci güden değil, tesadüfen vekil yapılanlar var. Toplumu kucaklayan, ufuk açan, yol gösteren veya bir yerlere taşımak isteyenler yok bizim camiamızda maalesef. - SAMİMİ VE SADIK OLMAK-Burada kendi aramızda her şeyden önce samimi ve sadık olabilmeliyiz. Bütün problemleri kendi aramızda görüşerek çözüm yollarını birlikte arayamamamızdandır. Dernek faaliyetlerimizde öncelik muhtar, belediye başkanı, milletvekili olmak olmamalı. Öncelik dernek tüzüklerimiz, temsil ettiğimiz insanlarımızın ve Balkanların geleceği olmalıdır. Gerisi zaten kendiliğinden gelecektir. Balkanlar’daki her devletten, her kimlikten birer temsilci olması gerektiği bu toplantıda daha net ve çarpıcı olarak ortaya çıktı. Bu nedenle bizler Bulgaristan dernekleri olarak daha etkin çalışabilmek ve faaliyetlerimizi koordineli yürütmek üzere Bulgaristanlıların ayrı bir Federasyon çatısı altında toplanmasını uygun gördük ve en kısa zamanda bunu derneklerimizle görüşerek başlatmaya karar alacağız. Çünkü bizler Balkanların en büyük nüfusuna sahip olmamıza rağmen Rumeli derneklerinde bizimle ilgilenen bile olmadığını gördük. Bu toplantıda zaten Sayın Vekilimiz Rifat SAİT TBMM’de Türkiye-Arnavutluk dostluk gurubu başkanlığına seçilmiş hayırlı uğurlu olsun. Kendisine başarılar dileriz. Peki ya biz? Ya diğerleri? Evladi Fatihanlara kimler sahip çıkacak? Burada yeri değil belki ama son söz olarak değinmeden geçemeyeceğim. Bultürk ile ilgili herkes bir şeyler söylemekte, bilgisi olmayanlar dahi aleyhte fikir beyan etmekteler fakat karsımıza çıktıklarında bu söylemlerine ters düşmektedirler. Hakkımızda bilgisi belgesi olanlar çıkıp mertçe açıklasınlar. Namertçe gevezelik yapmak yerine karşımıza çıkarak “Şu… Şu... Meseleler Var” diye hesap sormalılar. Bize bir şey söylemek isteyenler mert olsunlar ve ne diyeceklerse söylemlerinin arkasında dursunlar. Sayın vekilimizin düzenlediği bu toplantının hiç bir şey yapılmadan bekletilen tüm Balkan camiasının hareketlenmesine vesile olmasını temenni ediyorum ve Sayın vekilimizi bu girişiminden dolayı tebrik ediyorum. Tüm Rumeli, Trakya, Balkan camiasına Hayırlı Olsun.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Bulgaristan’da Cami Saldırısına Karşı Protesto

Bulgaristan’da ırkçıların Cuma namazı kılan cemaate saldırması, İstanbul Balat’ta Bulgar Kilisesi önünde protesto edildi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı Rafet Ulutürk’ün okuduğu bildiride; “İbadetini yapmakta olan topluluğa saldırmak son derece küstahça ve gayri insani bir harekettir” denildi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, (BULTÜRK), Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Banya Başı Camii’nde Cuma namazı kılan cemaate yapılan saldırıyı kınamak için İstanbul Balat’ta Bulgar Kilisesi önünde bir basın toplantısı düzenledi. Dernek Başkanı Rafet Ulutürk’ün okuduğu bildiride; “İbadetini yapmakta olan topluluğa saldırmak son derece küstahça ve gayri insani bir harekettir” denildi. SIKINTILI VE TEHLİKELİ BİR SÜREÇ

Bu gibi olayların Bulgaristan’daki Müslümanları tedirgin ettiği gibi Türkiye’de ve dünyada yaşayan Türkleri ve Müslümanları ve Bulgaristan vatandaşlarını da son derece tedirgin ettiğinin ifade edildiği açıklamada “Son zamanlarda neo-faşizan gruplar tarafından organize edilen saldırılar ve tahrikler ülkedeki iç barışı tehlikeye sokmaktadır. Ateşle oynayan, her demecinde ve faaliyetinde Türk ve Müslüman düşmanlığını körükleyen azınlıkları hedef gösteren ATAKA partisi lideri ve yöneticileri durdurulmadıkları takdirde ülkeyi son derece sıkıntılı ve tehlikeli bir süreç beklemektedir. Şu anda Bulgaristan’da en büyük nimetin toplumsal barış olduğunun bilincinde olan Bulgar halkının bu tahriklerin önüne geçeceğine, hoşgörü ve barış ortamının zedelenmesine asla izin vermeyeceğine inanıyoruz” denildi.

BİZ İSTANBUL’DAKİ BULGAR MEZARLIĞINI TEMİZLİYORUZ, YA SİZ?.. Ulutürk; “Biz Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri, Bulgaristan Baş Savcısı ile Anayasa mahkemesini göreve davet ediyoruz ve hiçbir AB ülkesinde benzeri bulunmayan neo-faşist ATAKA partisinin kapatılması için harekete geçmesini istiyoruz. Bulgaristan’da etnik barışın ve huzurun korunması için imkânlarımız çerçevesinde her şeyi yapmaya hazırız. Derneğimiz her yıl İstanbul’daki Bulgar mezarlığının temizliğini yapmaktadır. Bu tür faaliyetlerimiz gelecekte de devam edecektir. Bizler Bulgaristan’da yaşayan çeşitli toplulukların hak ve menfaatlerinin korunması için tüm imkânlarımızı seferber edeceğimizi ve takipçisi olacağımızı beyan ederiz” şeklinde konuştu. Samet ERDEM

rail ve Ortadoğu’daki ülkelerin zor günler geçireceğini iddia etti. İŞTE BRZEZİNKSİ’NİN 8 SENARYOSU:

GÜRCİSTAN: ABD’nin dünya arenasında lider özelliğini yitirmesinden en zararlı çıkacak ülke Kafkasların zayıf ülkesi Gürcistan olacak. Bu küçük ülke Rusya’nın politik sindirmesi ve askeri saldırılarına maruz kalacak. ABD, 1991 yılından bu yana Gürcistan’a 3 milyar dolar yardımda bulundu. 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a saldırısı sonrasında Washington 1 milyar dolar yardım yaptı. OLASI ETKİLERİ: Rusya, Avrupa’nın güney enerji koridorunu daha rahat kontrol edebilecek, bu Moskova’nın Avrupa’ya siyasi ajandasını daha fazla dayatması anlamına geliyor. Ayrıca domino etkisiyle Azerbaycan’da zarar görecek.

Bultürk’ü Birlikte Yaşatalım

Siz değerli abone ve okuyucularımızın desteği ile yayın hayatına devam eden BULTÜRK Gazetesi, kısa bir zaman diliminde aldığımız olumlu tepkiler ile BULTÜRK ailesi olarak sevinçli ve geleceğe sizlerle daha umutlu bakmaktayız. Yeni 2012 yılında da hedeflerimizi devam ettirerek BULTÜRK yayınına kaldığı yerden devam edeceğiz. Bunun için tabi ki, sizlerin desteğinize ihtiyaç duymaktayız, yeni yıl için abone çalışmalarımızı da başlamıştır. 2012 yılında özellikle İstanbul’da bulunan her Bulgaristan Türküne ulaşmak istiyoruz ve bu konuda sizlerden de yardım istiyoruz bu gazeteyi her Blgaristanlının evine girmesi için gelin birlikte çalışalım gelin bizlere yol gösterin. Dünyada güç oluşturmanın iki yolu var biri teşkilatlanma diğeri de medya, gelin hep birlikte daha güçlü olalım. Bu yeni yılda Türkiye yaşayan soydaşlarımız için YILLIK ABONE BEDELİ - 30 TL.

Mustafa Kemal MAHDUM

AFGANİSTAN’DA TÜRK KÜLTÜR VE EDEBİYATI

ABD’yle Birlikte Kaybedecek Ülkeler

ABD’de 1977-1981 yılları arasında Başkan Jimmy Carter döneminde ulusal güvenlik yardımcılığı yapan, dünyanın sayılı stratejistleri arasında gösterilen Zbigniew Brzezinski “süper güç” ABD’nin yerini Çin ve Hindistan’a kaptırması sonrası senaryoyu yazdı. Brzezinski, ABD’nin dünya liderliğini kaybetmesiyle birlikte Gürcistan, Tayvan, Güney Kore, Belarus, Ukrayna, Afganistan, Pakistan, İs-

Türk Dünyasından gelenler

Hesap No: Ekonomi Müdürümüz Müjgan Deniz Garanti Bankası Şb. Kodu: 00062 Hesap no: 6685949 TL Garanti Bankası Şb. Kodu: 00044 Hesap no: 9092440 $ Önemli NOT: Abonelik bedelini yatırırken “açıklama” kısmına: “BULTURK Gazetesi için 1 yıllık abonelik bedeli” bilgisini yazmayı unutmayınız. Ayrıca parayı yatırdıktan sonra bize e-posta yoluyla bilgi vererek, gazetemizi size ulaştırılmasını istediğiniz adres bilginizi bize gönderiniz. Reklam veriyorsanız bunu da “açıklama” kısmına: “reklam bedeli” olarak belirttikten sonra bize e-posta yoluyla reklamınızı gönderebilirsiniz. Bilgileri - bilgi@bulturk.org adresine gönderin. Abone olmak için desteklerini bekler:

Tel:0212 511-63-47 / 526-51-98 www.bulturk.org E.Posta: bilgi@bulturk.org

Bugün Afganistan ülkesi olarak bilinen topraklarda çok eski dönemlerden beri Türkler yaşamaktadır. Bu sebeple çeşitli tarihlerde bu ülkede çok önemli bir Türk kültür ve medeniyeti meydana gelmiştir. Türk dünyasının büyük edip ve şairlerinden Ali Şir Nevâi ve Hüseyin Baykara bugün Afganistan sınırları içerisinde olan Herat şehrinde doğup, burada meşhur olup, burada ölmüşlerdir. Mezarları da hâlen bu şehirdedir. Her Türk, Afganistan kelimesini duyduğunda Herat şehrini hatırlar. Çünkü Herat şehri Çağatay Türk edebiyatının meydana geldiği şehirdir. Ali Şir Nevâi, Hüseyin Baykara, Babür Şah gibi dâhiler Çağatay Türk Edebiyatı’nın temellerini bu şehirde atmış ve onu bu şehirde zirveye çıkarmışlardır. * T ü r k l e r H â k i m d i * Eski ismi ile Horasan şimdiki ismi ile Afganistan olan bu ülkede 1747 yılında Afganistan kurulana kadar Türkler siyasî ve kültürel yönden yüksek bir otoriteye sahip olmuşlardı. 18. yüzyıldan sonra burada Fars- Dâri kültürü de gelişmeye başladı. Türk kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu Afganistan’da 1747 yılından itibaren İngilizlerin oyunlarıyla küçük bir kavim olan Peştunlar ülkeye hâkim olmaya ve Türkleri tahakküm altına almaya başladılar. Böylece zamanla Afganistan’da çok eski devirlerden beri Türk kültürü ile tanınması tezi zayıfladı. Buna rağmen tamamen de yok olmadı. Çünkü bu büyük kültür ve edebiyat Nevâî, Babür ve Baykara gibi dâhilerden kaynaklanıyordu. Afganistan’da Türk Edebiyat Tarihi’ni iki devreye ayırmak gerekiyor: - Türklerin devlet idaresinde sahip oldukları Türk edebiyatı - Türklerin devlet hakimiyetinden uzaklaştırıldıkları dönem Türk edebiyatı Bu her iki devrede de Türk edebiyatı meydana gelmiş ve yaşamıştır. Fakat Türklerin yönetimde ağırlıkta oldukları yıllarda daha büyük bir edebiyat meydana gelmiştir. Bu büyük edebiyatın zirvesinde duran Babür, Baykara, Nevâî’nin yanı sıra şu edipler de Afganistan Türk edebiyatı sahasında hizmet vermişlerdir: 19. ve 20. yüzyıllarda Afganistan’da Afgan-Peştun hakimiyeti güçlendi ve dolayısıyla onlar Afganistan’ı Fars dilli bir ülke addederek Türkleri sıkıştırmaya başladılar. Azınlık durumuna düşen Afganistan Türklerinin bir kısmı baskıya dayanamayıp göç etti. Her türlü baskıya dayanıp Afganistan’da yaşayan Türkler büyük Nevâî ve Babür’ün yolunu devam ettirerek Türk edebiyatını yaşattılar. Bu devirde yetişen önemli edip ve şairlerden ikisi; Meymeneli Ebül Hayr Hayri ve kardeşi Nazar Muhammed Nevadır. Zaman içinde artan her türlü zorluğa rağmen Afganistan Türkleri varlıklarını devam ettirmeye çalıştılar. Siyasî, sosyal ve edebî sahada büyük gayret gösterdiler.Bukonudaçokönemliikiisim:Meymeneli Ebül Hayr Hayri ve Nazar Muhammed Neva kardeşlerdir. Bu iki kardeş Kuzey Afganistan’da son Türk Han’ı olan Meymene Hanı Mir Dilaver Han’ın oğlu Ahmet Kulu Han’ın oğullarıdır. Ahmet Kulu Han uzun savaşlardan sonra himayesizlikten dolayı İngilizlerin eline esir düşüp Kâbile getirildi ve Dilkuşah denilen yerde İngiliz kumandanları nezaretinde ağzına yastık bastırılmak suretiyle şehid edildi. Meymene Hanı Ahmet Kulu Han’ın evlatları Ebul Hayr Hayri ve Muhammet Nazar Han ile kızları da nezarete alınıp Kâbil’e getirildi. Devamı diğer sayıda

BULTÜRK DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ 1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.org / bilgi@bulturk.org- Tel: 0212 511 33 91 İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Bülent MAŞAOĞLU Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Rıdvan TÜMENOĞLU

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Pelin Gündeş BAKIR Diş Dr. İsmail ALİOĞLU Prof. Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Yavuz GÖKALP YILDIZ E.K.Alb. Nurettin RUACAN Y.D.Dr.Müjgan DENİZ Doç. Dr. Emine İNANIR D o c. D r. H a s i n e Ş E N D r. N a z ı m Z A F E R

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Nafiye YILMAZ Av. İhsan MOLLAOĞLU Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM Muazzes YURDAKUL Muharrem KIRAN Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Dr.Müjgan DENİZ Nihat KAHRAMAN

İrtibat Bürosu: (500 Evler) Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114/A 500 Evler - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa Adaparkın üstü-Palmyalar durağın altı Tel: 0212 581 78 08 / 511 63 47 -Fax: 0212 511 33 91 Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Teknik Hazırlık: Abdullah Hacıfettahoğlu Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Terken HACALOĞLU Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan (+34665397923) KazakistanTürkistan: Erkan BULGARİSTAN Sofya: Hikmet EFENDİEV Blagoevrad: Bülent MURADOV Smolyan: Rufat FELETİ Kırcaali: Emel BALIKÇI Momçilgrad: Akif MEHMET Ardino: Aziz ŞAKİR Cebel: Erdal H. AHMET Plovdiv: Fikret SEPETÇİ Stara Zagora: Hamiyet DAL Loveç: Emine BAYRAKTAROVA Troyan: Ergül BAYRAK Pleven: Rafet RODOPLU Şumen: Nurten RECEP Razgrad: Aydoan ALİ Haskovo: Güner SERBES Silistra: Tijen GÜLER Varna: Salih POMAK Dobriç: Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE Ankara: Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Mahmut ORAL İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Suzan YAMAÇ ist. 500 Evler: Ayhan BOYACIOĞLU ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar: Niyazi GÜLER ist. Başakşehir: Ramazan KIŞLA ist. Kağıthane: Nazım ÇAUŞ Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN İzmir İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Sezai ALTINAY Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKE


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

Türklüğüne sahip çıkmayan Türkler. OY KULLANAN TÜRK DOSTLARINA TESEKÜRLER

Ey Türklerin Lideri ( ! ) Neredesin, Seni Kim ve Niçin Seçti ?

Bulgaristan Parlamentosu, ülkede 1989 yılında sona eren komünist rejiminin Müslüman ve Türklere karşı uyguladığı asimilasyon politikasını kınayan bildiri- partilere göre oyların dağılımı. Tarih-11-01-2012 saat-13:38

Türk Partisinden niçin yarı yarıya oy kullanılmış acaba? TÜRKLERE OY VERDİRDİKLERİ İVAYLO KALFİN, NİÇİN GEL(e)MEDİ OYLAMAYA? HÖH ve TÜM DERNEKLER TÜRK MİLLETİNDEN ÖZÜR DİLEYECEKLER Mİ?

Partiler Vekil Sayısı Evet oyu Hayır oyu Toplam

112 GERB -117 vekil 74 KB - 40 vekil 3 DPS - 35 vekil 19 SK - 14 vekil 14 ATAKA - 10 vekil 0 Bağmsız -24 vekil 2

0 0 0 0 0 0 0

Çekimser kalan

Toplam Oy Veren

3 Türk Partisi Başkanı- 115 0 74 Ahmet DOĞAN neden 3 3 0 bu oylamaya 19 0 14 katıl(a)madı. 0 0 BUNU SORMAK HAKKIMIZ ! 2 0

Bulgaristan 23 Kasım 2011 - Cumhurbaşkanı Seçimleri Türkiye’de İvaylo KALFİN’e oy verdiren dernekler nerede

Bölgeler Şehirler

II. TUR Adayların

Adı Soyadı ve alınan oylar

Rosen Asenov Plevneliev-GERB İvaylo Georgiev Kalfin-BSP

ANKARA 34 İSTANBUL 89, 113, 28 EDİRNE 16 ANTALYA 8 BABAESKİ 12 BURSA 15, 14, 12 BBÜYÜKKARIŞTIRAN-10 GEBZE 19, 15 ESKİŞEHİR 6 İZMİR 19,14, 18, İZMİR 18, 22, 9 İZMİR 12, 11, 23 İKAPAKLI 12 KÖRFES 9 KIRKLARELİ 7 LÜLEBURGAZ 32 MANİSA 6 MURATLI 5 SARAY 8 SERDİVAN 22 TEKİRDAĞ 15 ÇAYIROVA 19 ÇERKEZKÖY 3 ÇORLU 9 ÇORLU 22 ÇORLU 10 ÇORLU 8 ÇORLU 13 ÇORLU 23 YALOVA 9 YALOVA 10

187, 450, 887 450 425 134 192 714, 815, 594 455 668, 644 248 1088, 630, 426, 426, 622, 753, 593, 599, 268 390 343 267 602 272 252 313 287 503 812 317 486 1017 530 562 980 512 551 593

Seçim

Sandık No.

290000102-3-4 290000103 290000106 290000107 290000108 290000109-10-11 290000112 290000113-14 290000115 290000116-17-18 290000118-19-20 290000121-22-23 290000124 290000125 290000126 290000127 290000128 290000129 290000130 290000131 290000132 290000133 290000134 290000135 290000136 290000137 290000138 290000139 290000140 290000141 290000142

Cumhurbaşkanı Seçimlerinden Önce Bulgaristan Türklerine Çağrı

Cumhurbaşkanı ve yerel yöneticilerini seçmek üzere bugün sandık başına gidecek olan Bulgaristan Türklerine çağrıda bulunan BULTÜRK Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk,”Oylarınızı Müslüman-Türk cumhurbaşkanı adayına verin” dedi. Bulgaristan’da halk bugün yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri için sandık başına gidiyor. Seçimlere ilişkin basın açıklamasında bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk,” Bu seçimler Bulgaristan’ın geleceğini belirlemesi açısında son derece önemlidir. Çünkü Bulgaristan’da siyasi dengelerde büyük değişikliklere yol açacağı düşünülmektedir. Son yıllarda hız kazanan milliyetçi ve neo-faşizan söylemler ülkenin geleceği üzerinde kara bulutlar gibi çökmektedir. Bu nedenle verilecek her oy Bulgaristan’da yaşayan herkesin geleceğini etkileyecektir” dedi. Türkiye’de bazı derneklerin Bulgaristan’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminde komünistlerle iş birliği çağrısında bulunduğuna dikkat çeken Ulutürk, Bulgaristan’daki söz konusu Komünist Parti’nin geçmişte Bulgaristan Türklerini yok etmek için iktidar gücünü kullanarak her tür uygulamada bulunduğunu söyledi. Ulutürk basın açıklarsında sözlerini şöyle sürdürdü: “Alnımıza silah dayayarak isimler değiştirildi, mezardakilerin bile isimleri değiştirildi. Tecavüze uğrayanların sayıları bile belirlenemedi. Kundaktaki çocuklar öldürüldü. Bu korkunç durumun meydana getirdiği

psikolojik travmalar ise uzun yıllar devam edecektir. Türkiye’deki bu dernekler ile Bulgaristan’daki bazı partiler ve parti yöneticileri geçmişte Komünist Parti’nin yaptığı bu uygulamalardan ne kadar memnun olduklarını gösteriyor.Bunların bu çağırılarını kınıyoruz.” “Bir daha ayağa kalkmasınlar!” Açıklamasında Bulgaristan Türklerine de seslenen Ulutürk, “bu seçimlerde bunlara öyle bir tokat indirmelisiniz ki, bunlar bir daha asla ayağı kalkamasınlar, siyasi arenadan artık yok olmaları gerekmektedir. Ayrıca, başımızdaki ve içimizdeki hainleri defetmeden geleceğimiz asla parlak olmayacaktır. Komünistlere oy vermek hainliktir. Bizim adaya oyunu vermek istemeyenler, komünist partisi ve ırkçı Ataka gibi partiler hariç herkese oyunu verebilirler”. Yillarca Bulgaristan Türklerine kan kusturan, soykırım uygulayan, sayısız insanımıza tecavüz edip, kundaktaki bebeklerin katili olanlarla elele vererek Bulgaristan Türklerini yok etmeye çalışanlar kendilerini yine gösterdiler.Jivkovun fikir babaları bugünde halkımızın başında zebaniler gibi durmaktadırlar ve kımıldamak isteyenleri mafyavari yöntemlerle saf dışı etmeye çalışmaktadırlar” dedi. Suçladığı kişileri “dünün KDS ajanları, bugünün para babaları” şeklinde niteleyen Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Ulutürk, “ Bizler Dernek Yönetimi olarak Bulgaristanlı kardeşlerimizin şerefiyle, manevi değerleriyle oynayanlara asla prim vermeyeceğine ve kendi aralarından çıkan ilk Türk Müslüman Cumhurbaşkanı adayı Sn Sali Şabanía oyunu vereceğine gönülden inanıyoruz.” dedi.

GERB- Dimitır Petrov Boyçev, Diana İvanova Yorda-

nova, Vyara Dimitrova Petrova, Galina Stefanova Georgieva, İvan Stefanov Vılkov, Veselin Velkov Davidov, Yordan Georgiev Andonov, Lyuben Petrov Tatarski, Mitko Jivkov Zahov, Daniela Marinova Petrova, Dimitır Yordanov Atanasov, Krasimir Petrov Petrov, Nikolay Dimitrov Kostadinov, Asparuh Boçev Stamenov, Evgeni Dimitrov Stoev, Hristo Dimitrov Hristov, Vladimir Tsvetanov Toşev, Lüdmila Stanislavova Stanislavova, Nikolay Goranov Kotsev, Yanko İvanov Zdravkov, Galina Dimitrova Bankovska, Katya Kostova Koleva, Tsvetomir Tsvyatkov Mihov, Emil Dimitrov Guşterov, Anatoliy Velikov Yordanov, Mihail Nenov Nikolovski, Stanka Laleva Şaylekova, Ginçe Dimitrova Karaminova, Krasimira Ştereva Simeonova, Petko Valentinov Petkov, İrena Lyubenova Sokolova, Plamen Taçev Petrov, Tsetska Tsaçeva Dangovska, Antoniy Yordanov Yordanov, Veliçka Nikolova Şopova, Zoya Yaneva Georgieva, Kostadin Vasilev Yazov, Stefan İvanov Dedev, Georgi Georgiev Plaçkov, Dimitır Nikolov Lazarov, İliya İvanov Paşev, Nikolay Petkov Petkov, Todor Atanasov Dimitrov , Daniela Dimitrova Mitkova, Plamen Dulçev Nunev, Desislava Jekova Taneva, Dian Todorov Çervenkondev, Yuliana Gençeva Koleva, Nedyalko Jivkov Slavov, Boris Krumov Grozdanov, Valentin Aleksiev Nikolov, Dimitır Borisov Glavçev, Genoveva İvanova Aleksieva, Monika Hans Panayotova, Stefani Mihneva Mihaylova, Tanya Dimitrova Vıjarova, Dobroslav Dilyanov Dimitrov, Yoana Milçeva Kirova, Krasimir Lyubomirov Velçev, Snejana Georgieva Dukova, Stanislav Stoyanov İvanov, Daniel Georgiev Georgiev, Tsvetan Emilov Siçanov, İvan Deçkov Kolev, Neli İvanova Kalneva-Miteva, Plamen Tenev Rusev, Lili Boyanova İvanova, Rumen Kirev Danev, İvaylo Georgiev Toşev, Krasimir Nedelçev Minçev, Aleksandır Stoyçev Stoykov, Anastas Vasilev Anastasov, Svetoslav Tonçev Tonçev

DPS-Musa Cemal Palev, Cevdet İbryam Çakırov, Durhan Mehmet Mustafa, Necmi Niyazş Ali, Remzi Durmuş Osman, Yunal Tahsin Tasim, Petya Nikolova Raeva, Belgin Fikri Şukri, Hasan Ahmet Ademov, Emel Etem Toşkova, Günay Hasan Sefer, Arif Sami Aguş, Elin Elinov Andreev, Lyutvi Ahmet Mestan, Erdoğan Mustafov Ahmedov, Tunçer Mehmedov Kırcaliev, Yunal Said Lutvi, Hamid Bahri Hamid, Hristo Damyanov Biserov

Mavi Koalisyon-Vanyo Evgeniev Şarkov, Asen Yordanov Agov, Lyubomir Todorov İvanov, Tsvetan Kostov Kostov, Dimo Georgiev Gyaurov, Yordan İvanov Bakalov, Mihail Raşkov Mihaylov, Kirço Dimitrov Dimitrov, İvan Yordanov Kostov, Martin Dimitrov Dimitrov, Veselin Petrov Metodiev, Lıçezar Blagovestov Toşev, Ekaterina İvanova Mihaylova, İvan Nikolaev İvanov, Bulgaristan İçin Koalisyon-Meglena İvanova Plugçieva, Petır Atanasov Kurumbaşev, Dimço Dimitrov Mihalevski Bağmsızlar-Korman Yakubov İsmailov, Dimitır Yordanov Çukarski

SURİYE’DE TÜRK MEZARI Selçuklu hükümdar Alparslan’ın yüksek rütbeli kumandanlarından Süleyman Şah, Malazgirt savaşından sonra Anadolu’nun fethini tamamlamakla görevlendirilenlerin arasındaydı. Anadolu’daki Bizans ordularını batıya doğru sürdü ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ndan sonra kurulan Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucularından oldu. Süleyman Şah, Fırat’ı geçerken vefât etti. Fırat vadisinin sol tarafında, bugün Rakka (50 km) ile Meskene şehirleri arasında kalan Caber Kalesi’nin eteklerine defnedildi. Sultanı II. Abdülhamid Hân tarafından türbesi yeniden yaptırılmıştır. I.Dünya Savaşı’nda Fransa işgal etti. Lozan öncesinde Türkiye’yle Fransa arasında Ankara’da 20 Ekim 1921’de bir ön barış antlaşması imzalandı ve Fransa, Caber Kalesi’ndeki; “Türk Mezarı”nın (1.5 dönüm) Türk toprağı olduğunu kabul etti. Suriye, Fransız hakimiyetinden çıkana kadar ve sonrasında da bu antlaşmaya uydu. Suriye, Caber Kalesi’nin bulunduğu bölgeyi sular altında bırakacak olan Tebke Barajı’nın inşasına başlayınca, Suriye ile varılan bir antlaşmayla “Türk Mezarı” Menbic kasabasına bağlı Karakoz köyüne taşındı. Süleyman Şah için orada yeni bir türbe yapıldı ve bir müfreze asker bulundurulup bayrak çekme hakkı bu yeni türbede devam etti... Türkiye sınırları dışında kalan “Türk Mezarı” burasıdır.

BULTRURK-Sosyal Güvenlik Danışmanı

Ayhan BOYACIOĞLU

Türkiye’de İkametliler Derneğimize gelerek soru soran üyelerimize Yönetim Kurulu üyemiz cevap veriyor. Bu konularda sorusu olanların başvuru için: 0212 649-77-85 1-Türkiye’de bir yıldan uzun süredir yaşayan ancak kendi ülkelerinde sağlık yardımlarındanyararlanma hakkı bulunmayan yabancılar ne yapacaklar? 1-Türkiye’de kesintisiz bir yıllık ikamet süresini dolduran yabancılar, ilgili ülke kapsamında genel sağlık sigortası uygulaması yönünden sigortalı değilse bu sürenin dolduğu tarihten itibaren kanunun (60/d) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılmışlardır. Dolayısıyla yıllık ikamet süresinin dolduğu tarihten itibaren bir ay içinde kendilerine en yakın sosyal güvenlik il müdürlüğü/sosyal güvenlik merkezine başvurmaları gerekmektedir. 2-Bir Türk ile evlenmiş ancak 3 yılını doldurmadığı için T.C.Vatandaşı olmamış bir kadın, Türk eşinin sosyal güvencesinden yararlanabilirmi ? 2-kanuna göre bu kişiler, ikamet izni almaları durumunda genel sağlık sigortasından faydalanabilecektir. 3-Türkiye’de oturma izni almış, sigortası olmayıp özel sağlık sigortası bulunan yabancıların durumu ne olacak? 3-kesintisiz bir yıllık ikamet süresini dolduran yabancılar, ilgili ülke kapsamında değilse bu sürenin dolduğu tarihten itibaren bir ay içinde sosyal güvenlik il müdürlüğü/sosyal güvenlik merkezine genel sağlık sigortası giriş bildirgesi ile başvurabilirler. bu süre içerisinde başvuruda bulunmayanlara, brüt askeri ücret tutarında idari para cezası uygulanacaktır. Bu kişilerin özel sağlık sigortası kapsamında bulunması genel sağlık sigortası kapsamında sigortalı olmalarına engel teşkil etmemektedir. 4-Türkiye’de bir yıldan uzun süredir yaşayan ancak kendi ülkelerinde sigortası bulunmayan yabancılar gelir testi için sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfına baş vuru yapacaklar mı? 4-Gelir testine müracaat hakkı, kanunun (60/g)bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılan türk vatandaşlarına tanındığından,yabancı uyruklu olup ülkemizde ikamet edenlerin gelir testine müracaat hakları bulunmamaktadır. 5-İkametgah adresi Türkiye’de olan ancak yurtdışında sigortasıs olarak çalışan T.C.Vatandaşlarının ne yapması gerekir? Onlar da gelir testi için başvuracak mı? Onlar adına bir yakınları başvuruda bulunabilirmi? 5-Bu kişilerin kendileri ya da türkiye’deki yakınların aderese dayalı nüfus kayıt sisteminden(ADNSK)türkiye’deki adresini,yurtdışındaki adresi olarak güncelleyecek.bu kişilerin türkiye’de yaşayan eş,çocukları var ise onlar sisteme tescil edilecek. yani gelir testi için vakıflara başvurulacak. 6-Çifte vatandaş olup, Türkiye’de sigortası bulunmayan ancak vatandaşı olduğu yabancı ülkede çalışan ve sigortası olanlar ne yapacak? 6-Sözleşmeli ülkede çalışıyor ise türkiye’ye gelirken sözleşmeye göre sağlık yardımlarından faydalandığına ait “formüller”denilen belgeyi getirecek.sözleşmesiz ülke vatandaşı ve bu ülkede çalışıyor ise ikametlerin yurtdışında bulunması nedeniyle GSS kapsamına alınmayacak. 7-Bir Türk ile evlenmiş ancak 3 yılını doldurmadığı için T.C.Vatandaşı olmamış bir kadın, Türkeşinin sosyal güvencesinden yararlanabilirmi? 7-İkamet izine bağlı olarak türkiye’de ikamet ediyorsa faydalanabilir. 8-Türkiye’de oturma izni almış, sigortası olmayıp özel sağlık sigortası bulunan yabancıların durumu ne olacak? 8-Kesintisiz bir yıllık ikamet süresini dolduran yabancılar, ilgili ülke kapsamında sigortalı değilse bu sürenin dolduğu tarihten itibaren bir ay içinde başvurmak zorundalar. 9-Türkiye’de 1 yıldan uzun süredir yaşayan ancak kendi ülkelerinde sigortası bulunmayan yabancılar ne yapacak? 9-Tescil işlemini yaptırmak için en yakın sosyal güvenlik il müdürlüğü veya merkezine başvurmaları gerekecek. 10- Bu başvuruyu yapmayan yabancılara nasıl bir yaptırım uygulanacak? 10-Kesintisiz bir yıllık ikamet süresinin dolduğu tarihten itibaren bir ay içinde başvurmayıp daha sonra başvurursa brüt asgari ücret tutarında idari para cezası uygulanacak.

Bulgar Cimnastikçi’den Tarihi Başarı

38 yaşındaki Bulgar cimnastikçi Jordan Jovçev, Londra Olimpiyatlarında yarışmaya hak kazanarak tarihi bir başarıya imza attı. Londra’da yapılan seçmelerde olimpiyat vizesi alan Jovçev, 6 kez olimpiyatlara katılan ilk erkek cimnastikçi olma unvanını yakalama fırsatı elde etti. Gelecek ay 39 yaşına girecek olan Jovçev, Bulgar radyosuna yaptığı açıklamada, ‘’Çok mutluyum, elimden geleni yaptım. Çok istekliydim. Umarım olimpiyatlara kadar her şey yolunda gider ve Londra’ya gidecek durumda olurum’’ dedi. Londra’da sadece halka dalında mücadele edeceğini belirten Jovçev, ‘’Diğer branşlarda ya-

rışarak gücümü kaybetmek istemiyorum, zaten diğer dallarda iyi netice alma şansım yok’’ diye konuştu. 2 kez halkada 2 kez de yer hareketlerinde dünya şampiyonu olan Jovçev, 200 Sydney olimpiyatlarında halka ve yer hareketlerinde bronz, 2004 Atina olimpiyatlarında halkada gümüş, yer hareketlerinde bronz madalya kazanmıştı.

Evitan Çakır Diş Hekimi

Yıldırım Mah. Ali Fuat Başgil Cad. No: 31 Kat: 1 Bayrampaşa / İstanbul Tel: 0212 479 26 40


Bulgar rejiminin amacı etnik temizlikti 1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Hocalı Katliamını Unutma Unutturma Meksika,’Hocalı katliamını’, ‘soykırım’ niteliğinde değerlendirdi.

Meksika Kongresi, silahlı Ermeni güçlerinin Azerbaycan’ın Hocalı kentinde yaptıkları katliamı kınayan bir karar kabul etti. Meksika,’Hocalı katliamını’, ‘soykırım’ niteliğinde değerlendirdi. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı’na dayandırılarak verilen haberde, Meksika Kongresi’nin, ‘Ermenilerin Azerbaycan’ın topraklarının yüzde 20’sini hala işgal altında tuttuğu, bir milyona yakın insanın mülteci durumunda olduğu, taraflar arasında ateşkes olmasına rağmen Ermenistan’ın bunun ihlal ettiği ve Azeri halkına hala zarar verdiği’ şeklinde bir kınama metnini kabul ettiği belirtildi.

2012 Yılının Size ve Sevdiklerinize

Huzur, Mutluluk ve Saadet Dolu Günler Getirmesi Dileğiyle, Yeni Yılınızı Tebrik Ederiz

Bulgaristan Radyosu, seçici okuyucu ve dinleyici kitlesinin objektif, kaliteli ve her zaman erişilebilen bilgi edinme gereksinimini karşılamak ve gelişen bilişim teknolojileri dünyasında yerini alabilmek için “Bulgaristan

Radyosu Internet sayfası” redaksiyonunu oluşturdu. Redaksiyonda, yeni mültimedya ürünleri ve Internet uygulamaları alanında yetenekli ve başarılı dil bilimci gazeteciler çalışmaktadır. www.bnr.bg

Meksika Kongresi kınamasında, Ermeni silahlı kuvvetlerince kategorik olarak yapılan işgalde özellikle Hocalı’da işlenen katliamın soykırım niteliğinde olduğunu vurgulandı. Ayrıca Meksika’nın, Ermeni hükümetinden, Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde işgal ettiği Azeri topraklarından askerlerini çekmesini istediği de aktarıldı. 26 Şubat 1992 yılında Ermeniler tarafından 83’ü çocuk ve 106’si kadın olmak üzere toplam 613 kişi Hocalı’da öldürülmüştü. Bölgede bin 275 Azerbaycan vatandaşı kişi esir düşmüş ve 150 kişi ise hala kayıp.

Amerikan Demokrasi si

Twitter’da “Amerika’yı yerle bir edeceğiz” diye şaka yapan iki İngiliz turistin ABD’ye girişi yasaklandı. “Marilyn Monroe’yu mezarından çıkaracağız” şeklindeki twitter şakasını ciddiye alan Amerikalı yetkililer, ikilinin bagajlarında kürek aradılar. The Sun gazetesinin haberine göre Leigh Van Bryan ve Emily Bunting’in Twitter’da “Amerika’yı yerle bir edeceğiz”, “Marilyn Monroe’yu mezarından çıkaracağız” diye espriler yaptı. Ancak bu mesajlar ABD özel ajanlarını dikkatini çekti ve ikili izlemeye alındı. Çift üç hafta tatil için gittikleri Los Angeles’e vardığında silahlı güvenlik görevlileri tarafından yakalandılar ve beş saat süren sorgulamadan sonra “suç işlemelerinden şüphelenildiği” gerekçesiyle geceyi geçirmek üzere bir hücreye atıldılar. 26 yaşındaki Van Bryan, Meksikalı uyuşturucu tacirleriyle aynı hücreyi paylaşmak zorunda bırakıldığını söyledi. Van Bryan, “Yerle bir edeceğiz” ifadesinin bir argo deyim olduğunu, parti yapıp eğlenecekleri anlamına geldiğini anlatmasına karşın, ikili ertesi gün bir uçağa bindirilerek İngiltere’ye geri gönderildi.

MANÇO’nun Fransıza Dersi

Barış Manço Fransa’da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur... Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga geçmektedir... Sürekli, “İşte Türk, yani barbar, vahşi vs...” demektedir... Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere “yanınızda kâğıt para var mı?” diye sorar! Bu soruya spiker şaşırır ve “evet var ama n’olacak” der... Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır... Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında “Anahtar” adlı şarkısını söylemiştir... Bu şarkının bir bölümü şöyledir: “Beş Akif - bir Saat Kulesi, iki Kule - bir Fatih, beş Fatih - bir Mevlana, İki Mevlana - bir Sinan” (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Albümü / 1992). Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir... Barış Manço spikere sorar: “Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim?” Spiker: “General....” Barış Manço diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, spikerin verdiği cevaplar hep aynıdır, “Gene-

ral.....”, “Amiral.....”, “Komutan.....” Spikerin bu “falanca General, falanca Amiral, falanca Komutan” cevabından sonra, bu sefer de Barış Manço cebinden Türk paralarını çıkarır... Barış Manço der ki: * Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy’dur. Şairdir... * Bu fotoğraftaki kişi Mevlana’dır. Düşünürdür... * Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet’dir. Adaletin sembolüdür... * Bu paradaki kişi ise Atatürk’tür. “Yurtta barış, dünyada barış” diyen kişidir...Bizim paralarımız bunlar... * Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına “şairlerimizin”, “düşünürlerimizin”, “bilim adamalarımızın” fotoğraflarını bastık...

“Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaş Adamlarının fotoğraflarını basmışsınız!” der... Barış Manço’nun bu müthiş cevabından sonra televizyon yöneticileri Canlı yayını keserler ve spikeri yayından alırlar, başka bir spiker yerine gelir ve canlı yayın yeniden başlar, yeni spiker Barış Manço’dan ve Türklerden özür diler, programa böylece devam edilir..

“Hep beraber, neredeyse tam oy birliği ile olup bitenlerin tarihsel anlamda doğru tanımını ifade etmiş bulunuyoruz. Hüseyin ALTINALAN

Bulgaristan’da komünizm döneminde Türk ve Müslümanlara karşı yürütülen asimilasyon kampanyasını kınayan parlamento kararının mimarı eski Başbakan İvan Kostov, “Bulgaristan komünistleri bile, insan hak ve özgürlüklerine karşı büyük bir suç işlemiş olduklarının artık farkında” dedi. Parlamentoda grubu bulunan Mavi Koalisyon’un (SK) Eşbaşkanı olan İvan Kostov, 11 Ocak’ta kabul edilen tarihi bildiriyi değerlendirdi. Komünizm dönemi yönetiminin Türklere karşı giriştiği insanlık dışı asimilasyon kampanyasının yıllar sonra Bulgaristan parlmentosu tarafından bir bildiri ile kınanmasının son derece önemli olduğunu belirten Kostov şöyle konuştu: “Bildiri parlamentoda büyük bir oy çoğunluğu ile kabul edildi. Bulgaristan Komünist Partisi;nin mirasçısı olan, ana muhalefet Bulgaristan Sosyalist Partisi;nin (BSP) milletvekilleri de bu bildiriyi destekledi. Bu demektir ki; Bulgaristan komünistleri bile, insan hak ve özgürlüklere karşı büyük bir suç işlemiş olduklarının artık farkında. Tüm bunlar günümüzde bu bildirinin değerini büyük ölçüde artırmaktadır “ Konunun doğru bir zamanlama ile gündeme geldiğini ifadeden Kostov “Hep beraber, neredeyse tam oy birliği ile olup bitenlerin tarihsel anlamda doğru tanımını ifade etmiş bulunuyoruz. Böylece kendimiz ve insan haklarını ihlal eden Todor Jivkov;un totaliter rejimi arasında net bir sınır koymuş bulunuyoruz” diye konuştu. Adaletin önü açılsın Kostov, asimilasyon kampanyası ile ilgili 1989’dan sonra demokrasinin ilk yıllarında açılan davanın sürüncemede bırakılarak zaman aşımı safhasına getirildiğini kaydederek bu davanın yeniden ve zaman kaybedilmeden ele alınması gerektiğini. “Asimilasyon kampanyası mağdurlarının sayılarının çokluğu yüzünden her birinin ifadesinin alınması olanaksız. Artık parlamento da

destek verdiğine göre Cumhuriyet Başsavcısı ve Yüksek Temyiz Mahkemesi Başkanı bu iradeyi göz önünde bulundurarak adaletin yerine getirilmesinin önündeki tüm engelleri kaldırmalıdır. Aksi halde insanlar, ‘yapılanı yargıladılar, ama yapanlar cezasını görmediler; diyecekler” Tazminat talepleri İvan Kostov, asimilasyon kampanyası ile Türkiye;ye göçe zorlanan vatandaşların Bulgaristan;da bıraktıkları mal ve mülkleri ile ilgili gelebilecek tazminat talepleri konusunda endişe duymadığını da dile getirdi. Bu konuda somut taleplerin tek tek ele alınarak çözüme bağlanabileceğini ifade eden Kostov şunları söyledi: “Ortak bir formül uygulanamaz. Belli ki o zamanın rejimi, bu insanların malına mülküne el koyarak kendini zengin etme gibi bir çabası olmamış. Komünist rejimin asıl amacı kendi hayallerinde gördüğü tarzda etnik bir temizlik yapmaktı. Yani amaç mallara el koymak değil, bambaşkaydı. Bu bakımdan mal varlıkları kaldığı yerinde duruyor ve gerçek sahiplerine iade edilebilir. Zaten hiç kimse gidip, onların evlerine girip yaşamaya başlamamıştır, tarlalarını sürmemiştir”

Türk Dünyasını Birleştirmek İçin Çalışıyoruz Unesco dünyada neyse, TÜRKSOY da Türk dünyası için odur.”

Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) Genel Sekreteri ve Kazakistan eski Kültür Bakanı Düsen Kaseinov, “Unesco dünyada neyse, TÜRKSOY da Türk dünyası için odur. Amacımız Türk dünyasını yeniden birleştirmektir.” dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle düzenlenen 2012 TÜRKSOY Basın Ödülleri törenine katılmak üzere Türkiye’ye gelen TÜRKSOY üyesi Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Türkiye, Başkurdistan, Halaska, Tataristan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yayın yapan televizyon ve gazetecilerin yöneticileri, Erciyes Üniversitesi’nde düzenlenen “Türk Dünyasının Kültürel Entegrasyonunda Medyanın Rolü” konulu toplantının ardından Talas’ı gezdi. Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım’ın ev sahipliğinde Yaman Dede Kültür ve Sanat Evi’ni inceleyen konuklar, Türki cumhuriyetlerinden kadın bir gazetecinin çaldığı keman eşliğinde günün yorgunluğunu atıp, yemekte bir araya geldi. Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veli Altınkaya’nın da hazır bulunduğu konakta konuşan TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen Kaseinov, Talas’ta bulunmaktan duyduğu memnuniyeti belirterek, Kayseri’yi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün memleketi olarak bildiklerini söyledi. Kaseinov, ilk defa Kayseri’ye geldiklerini kaydederek, şöyle konuştu: “Sayın Abdullah Gül, TÜRKSOY’a çok büyük destek veriyor. Birçok etkinliğimize katılıyor. Talas Belediyesi’nin

ev sahipliğinde burada olmak çok heyecanlandırdı. Kırgız, Kazak, Türkiye hepsi kardeş millet. Kırgızlar için Talas neyi ifade ediyorsa bizim için de aynı şeyi ifade ediyor. Bizim amacımız Unesco’nun amacı gibi ama o dünyaya çalışıyor, biz ise Türk dünyasına çalışıyoruz. TÜRKSOY son yıllarda büyük yol kat ederek önemli kuruluş haline geldi.” Kaseinov, Yaman Dede Kültür ve Sanat Evi’ni gezdikten sonra konağa duyduğu hayranlığı ifade ederek, “Benim için çok enteresan bir yer. Eski zamanın durumu, sizin ve bizim dedelerimizin nasıl yaşadığı, büyük bir kültür ve geleneğin oluşu, beni çok duygulandırdı.” dedi. Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım ise TÜRKSOY’un yaptığı faaliyetlerin takdire şayan olduğunu belirterek, Kayseri ve Talas hakkında bilgiler verdi. Konuşmaların sonunda Başkan Yıldırım ve TÜRKSOY Genel Sekreteri Kaseinov birbirlerine kültürel yayınlar takdim etti.

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetlerinden Görüntüler

T.C. Sofya Büyükelçiliğini ziyaret

İstanbul Valisi Sn.Hüseyin Avni MUTLU İstanbul’da STK’larla

Bayrampaşa Belediye Başkanı Sn.Atila AYDINER’İ Makamında ziyaret

Edirne Milletvekili Sn.M.Müezinoğlu Genel Merkezimize ziyert esnasından


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.