BULTÜRK Gazetesi 60.Sayı

Page 1

1913 Sofya

Yıl: 8

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Sayı: 60

Mayıs - 2012

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz

“Mayıs 1989 Ayaklanmalarının Yıl Dönümü” nedeniye “Bulgaristan Aydınları Büyük Buluşmasını”

İ s t a n b u l ’ d a B u l g a r i s t a n A y d ı n l a r ı Z i r v e s i Ya p ı l d ı

Türkiye’de ilk defa BULTÜRK, Bulgaristan’daki “Mayıs 1989 Ayaklanmalarının Yıl Dönümü” nedeniye “Bulgaristan Aydınları Büyük Buluşmasını” organize etti. Bulgaristan’dan GERB Milletvekilli Tsvesta Karayanvheva: “Geçmişte yaşanan acıları sa-

Türk

işadamları,

Bulgaristan’da yeni yatırımlar

Türk işadamları, Bulgaristan’da yeni yatırım sahaları araştırdı

TTürkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu’na (TUSKON) bağlı Aydın Sanayici ve İşadamları Derneği (ASİAD) üyelerinden oluşan iş adamları heyeti, yatırım imkanlarını araştırmak için Bulgaristan’da temaslarda bulundu. Türk-Bulgar Ticaret ve Sanayi Odası’nın (TBTSO) davetlisi olarak Bulgaristan’a gelen işadamları, Sofya’da ve Burgas’da düzenlenen iş forumlarında Bulgaristan’daki işadamları ile ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Avrupa Parlamentosu Bulgaristan Milletvekili Metin Kazak’ın da katkılarının bulunduğu toplantıya katılan Türk işadamları, Bulgaristan’ın yatırım olarak tarım ve inşaat sektörünün cazip olduğunu aktardı. Avrupa Parlamentosu Bulgaristan Milletvekili Metin Kazak, TUSKON ve TBTSO’nın çabaları sayesinde Ege bölgesindeki işadamlarının Bulgaristan’da yatırım imkanları araştırdığını ve bunun iyi bir başlangıç olması temennisinde bulundu. Bu forumun karşılıklı iş imkanlarının gelişmesine büyük katkı sağlayacağına inandığını belirten milletvekili Kazak, bu etkinliğin, verimli işbirliğinin devamını getireceğini dile getirdi. Devamı 10’da

rarak unutturmak istiyoruz.” Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Bulgaristan’daki Mayıs 1989 ayaklanmalarının yıl dönümü nedeniyle Bulgaristan aydınlarını bir araya getirdi. Geceye Bayrampaşa Belediye Baskanı Atilla Aydıner başta olmak üzere, Bulgaristan’ın İs-

tanbul Konsolos temsilcisi Todor Petrov, Bulgaristan Milletvekilli Tsvesta Karayanvheva, Moldova Milletvekilli Oleg GARİZAN, Kırım Türklerini temsilen İskender Barıyev, GERB partisinden Cebel İlçe Başkanı Mümin Ismail, Afganistan Türkleri Eğtim Vakfı Başkanı Mustafa Kemal Mahdum, Rusya Çuvaşistan Ozerk Cumhuriyetinden Oleg Sıplenkov, Dağıstan Türklerini temsilen Yangurcı Acıyev, Konyalı Sanayici ve iş Adamları Derneği Başkanı Abdullah Başçı ve Türk dünyasından önemli isimler katıldı. Bulgaristanlı akademisyenler, işadamları, siyasetçiler, doktorlar, mühendisler, öğretmenler ve siyasi mahkum olarak hapise veya Belene kampına gönderilmiş olan dava adamları da yer aldılar. Telgraf ve Çelenk Gönderenlere teşekkürler; T:C. Başbakanı R.T.ERDOĞAN; Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent ARINÇ; Dış Türkler Bakanı Bekir BOZDAĞI; Dış İşleri Bakanı Ahmet DAVUTOĞLU; Kültür Bakanı Erturul GÜNAY; Belediye Başkanları-Bahçelievler , Gaziosmanpaşa; Sultangazi; Eyüp; Bağıcıla Devamı 9’da

Türkiye’de Bulgaristanlıların Türk Dünyası Çalıştayı

SOSYAL HAKLARI

(Bulgaristan’dan Türkiye’ye çalışma stajlarının aktarılması) Sosyal Haklar; Sosyal Haklar; Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden soydaşlarımızın sosyal hakları ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerimizce ciddi adımlar atılmış olmakla birlikte yeterli bir sonuca ulaşılamamıştır. Bulgaristan’dan Türkiye’ye sosyal sigorta primlerinin aktarılması ve emeklilik ile ilgili konularda tanınan haklar 1991 yılına kadar Türkiye’ye göç eden ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan soydaşlarımızdan sadece (Muhacir kâğıdı olanları) kapsamaktadır. Böylece kanunla az sayıda soydaşımız bu hakktan yararlanabilmiştir. Hâlbuki 1991 yılından sonra ülkemize gelerek yerleşen ve Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetine geçen 300.000 civarında soydaşımız bulunmaktadır. Bu nedenle çıkarılan bu kanunun Türkiye’ye gelmiş hatta yeni vatandaş olacak olanları da kapsamasını yani tüm Çifte (TC-BG) vatandaşlıklarını kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi için kampanya başlatılmıştır.

Bilgilerinize arz ederiz,

Tamamlandı

İstanbul Konsolos görevlisi, Bulgaristan GERB Milletvekili Tsveta Karayançeva ve Bayrampaşa Belediye Başkanı Sn.Atila AYDINER

13 yıl hapislerde kalan Hasan AYYILDIZ GERB Milletvekili ile birlikte

Bulgaristan’dan 89 Göçü Bulgaristan’dan Türkiye’ye 1989 yılında 3 ayda göç edenler Bölgelere göre dağlımı

SANCAK Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından Erzurum’da düzenlenen “Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Çalıştayı”, Türkiye ve Türkiye dı şındaki Türk Dünyası araştırmaları alanında faaliyet gösteren araştırma, eğitim, bilim, kültür ve sanat kuruluşlarından 42 temsilcinin katılımıyla gerçekleştirildi. ÜÇ TEMEL KONU Çalıştayda katılımcılarının üç ayrı oturumda ortaya koydukları görüş ve öneriler tartışıldı ve ortak sorunlar tespit edildi. Belirlenen “Koordinasyon sorunları, Araştırma sorunları ve Eğitim sorunları” başlıkları altında konular tek tek ele alınarak çözüm yolları değerlendirildi. Çalıştayda belirlenen sorunlar ve önerilen çözüm yolları şöyle: “Türk Dünyası araştırmaları alanında koordinasyonu sağlayacak bir birim kurulması. Devamı-8’de

KIRCAALİ RAZGRAD HASKOVO ŞUMEN SİLİSTRE VARNA RUSÇUK PLOVDİV

SAYI

SANCAK

SAYI

57.623 PLEVNE 35 55.151 VELİKO TRN. 48 21.772 GABROVO 141 20.543 SLİVEN 232 14.428 BURGAZ 896 11.667 PAZARCİK 1.755 7.128 TIRGOVİŞTE 9.553 6.829 TOLBUHİN 4.887

Ruse-Svilengrad Çift Yol

Türk Amerikan İşadamları Derneği Heyeti Bulgaristan’da Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Türkleri

BAŞYA ZI

Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı

Bulgaristan Toplumuna Karşı Sorumluyuz

Değerli Gençler,,

En büyük fatih kendisini fethedendir. Her canlıda olduğu gibi beyin çok önemlidir, fakat özellikle insan beyni muhteşem bir şekilde yaratılmıştır. Her insan bir işi başarmak istediğinde bir problemle karşılaştığında beynin “Çözüm yolları istiyorum!” diye talimat verirsin. O da insanın kendini yetiştirdiği kadar hatta çok çok üstünde, akla hayale gelmedik teklifler sunar, siz bile şaşırırsınız… Devamı 2’de

Türk Amerikan İ ş a d a m l a r ı D e rneği (TABA/AmCham), Amerikan Ticaret Odası Türkiye Ofisi ve Bulgaristan Amerikan Ticaret Odası işbirliği ile Sofya’da düzenlenen konferansta Bulgaristan ile Türkiye arasındaki stratejik ekonomik ortaklık masaya yatırıldı. Sofia Sheraton otelinde düzenlenen ve TABA /AmCham üyesi 20 kişilik heyetin katıldığı konferansın açılışında konuşan Bulgaristan Dışişleri Bakanı Nikolay Mladenov, ‘’Askeri sanayi alanında Türkiye ile çok başarılı işbirliği yapabiliriz’’ dedi. Bakan Mladenov, Bulgaristan - Türkiye ilişkilerini değerlendirirken, ulaşım altyapı alanındaki eksiklikleri eleştirerek, ‘’Direksiyon başında olmadığınız sürece Sofya-İstanbul arası çok yakın, ama

otoban yok’’ ifadesini kullandı. İkili ilişkilerin son dönemde en yüksek noktaya geldiğini anımsatan Mladenov, gerek iş adamları arasında, gerekse iki halk arasındaki temasların yoğunlaştırılması için ulaşım altyapısının geliştirilmesinin şart olduğunu vurguladı. Mladenov, Bulgaristan-Türkiye ekonomik ilişkilerinde enerji, ulaşım, turizm gibi alanların yanı sıra askeri alanında da geniş işbirliği olanakların bulunduğunun altını çizdi. Devamı-3’te

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Katar Başbakanı Hamed bin Casim bin Cebr el Tani ile Varna’da bulunan Evksinovgrad Sarayı’nda bir araya geldi. Üç ülke başbakanları, Ruse-Svilengrad çift yolu, yeni bir liman ve Tuna üzerinden ek bir köprü altyapı projelerinin ortak yapılmasını kararlaştırdı. Üç ülkenin, yol inşası için ortak bir şirket kurması gündemde. Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’den geçmesi planlanan otoyolun Tuna Köprüsü ile Boğaziçi’ni birbirine bağlaması öngörülüyor. Devamı-8’de


2

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Genel, Kültür, Manset, Pomak Halkı, Pomak Kültürü Mümin TOPÇU Biga’da bir ev hanımı 9 parçagahlarında koyun ve keçi ANTİ 007 Değerlendirme

PARTİSNİN KUTLAMASINDA BİR MECZUP YAKALANDI

Bugün sizlere Ondokuz mayıs kutlamalarından izlenimlerimi aktaracağım. Bazılarımızın “Özgürlük meydanı”,diğerlerinin ise”Totalitarizmin ıspat meydanı” ismini taktığı alanda bu mayıs günü de ilimizden,yurttan ve yurt dışından binlerce insanımız akın etti.Gözlerdeki sevinç ve gönüllerdeki özgürlük çoşkusu belirgin bir şekilde yansıyordu.İlk göze çarpanlar arasında ise halkımızın büyük ilgi gösterdiği ve bu kutlamalara ilk kez katılma fırsatı yakalayan yurdumuzun dört bir köşesinden gelen eski mücahitlerimiz ve kahramanlarımızdı.Düne kadar, bu meydana onların girişi yasaktı,çünkü kendileri nomenklatür uşaklarının korkulu rüyalarıydı.İlk kez azis şehitlerimizin yakınları da davet edilmişti. Kutlamanın başlama saatinden önce alana Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve Valimiz de teşrif ettiler.Kalabalık onların bağırına bastı ve sevinç gösterilerinde bulundular. Bu şirin ilçemizin, ilk kez özgür bir seçimde seçilmiş ,yeni ve genç muhtarı Poyraz Usturalı, kısa açılış konuşmasında halkımızın totaliter sistemin uzantılarından kurtulma sevincini paylaştı ve artık geleceklerini kendileri tayin edebilme şansına kavuştuklarını dile getirdi.Bugünden itibaren bizler derin devletin emir kulu olanları, hak ve özgürlüklerimizi kısıtlayanları, alın terimizle kazandıklarımızı elimizden çalıp saray yavrularında çarçur edenleri değil,insanımıza hizmet edenlere oyumuzu ve gönlümüzü vereceğiz sözleriyle konuşmasını noktaladı. Daha sonra sözü yeni kurulan Anti 007 partisi yöneticisi Melek Bahar aldı.Sevilen bir genç yazar olan ve kısa zamanda icratlarınla halkın gönlünde taht kuran bu gerçek Türk evladı konuşmasına şu sözlerle başladı;”Bizler Bulgaristan Türkleri olarak,Avrasya kıtasının tamamına yayılmış 250 milyonluk büyük bir ailenin şerefli ve onurlu mensuplarıyız.Bizler dürüst ve sözünün eri bir millet olarak nasıl olupta bunca yıldır satılmışl ara,bozgunculara,hırsızlara ve koltuk sevdalı eski sistemin nomenklatür kariercilerine boyun eğdik ve adeta onların esiri haline geldik,fakat günün birinde yeniden uyanış hareketimiz sayesinde bunları bertaraf edebildik ve tarih mezarlığına gömebildik. Türke esir olmak yakışmaz.Bizler, yeni nesil politikacılar gücümüzü milletimizden alıyoruz,ruhumuzu da milletimizin kökleri beslemektedir.Bizler yalnız halkımızın arzularına ve emirlerine itaat edeceğiz,insanımız yoksullukla mücadele ederken,kendimiz zenginlik içinde yüzemeyiz.Bulgaristan eski komunist istihbaratının kurdurtuğu sözde Türk partisinin bütün mal varlığını ve yönetici kadrosunun,kendilerini unutmuş para babalarının ve baronlarının bütün malvarlıklarını ve bankalarda olan yüklü miktardaki finansal yatırımlarına yüce adaletimiz el koymuştur. Bütün yolsuzluklara ve yamalamalara neden olan eski siyasetçilerimiz en kısa zaman içinde adalet önüne çıkarılacaklardır... Sevilen genç parti liderinin bu sözleri çoşkulu kalabalık tarafından dakikalarca alkışlandı.Bu arada sizlere meydanda yükselen bazı ilginç pankartlardaki dövizleri de aktrarayım;”Saraycılar Belene’ye!”,”Yolsuzluklar kanımıza dokunuyor!”,”Uşak liderlere paydos!”,Barajcılara son,Türkçülereyön!”,SizlerSiyahderiliolabilirsiniz,bizlerTürküz!” Bir sonraki konuşmacı olarak kürsüye bütün etnoslar tarafından sevilen ve sayılan Cumhurbaşkanımız Asparuh Mirolübov davet edildi.Sn.Mirolübov, önce kalabalığı şehitlerimizin azis hatırası önünde bir dakikalık saygı duruşuna davet etti ve sonra Türklerden övgü dolu sözlerle bahsetti;”Türkler, Bulgaristan devletinin gurur ve övünç kaynağıdırlar,hatta bütün Avrupa devletlerine onurlu özgürlük davalarından dolayı örnek teşkil etmektedirler.Şahsen ben, sizlerin bir çok değerine büyük önem vermekteyim.Sizler emanete sahip çıkarsınız.Haksız yere kimsenin malına el uzatmazsınız.Hırsızlık hem İslam açısından, hem deTürk töresi açısından affı olmayan suçların başında gelmektedir.Eskiden Bulgaristan’daki Türk-İslam toplumunda yankes icilik,hırsızlık,dolandırıcılık,vurgunculuk ve sahtekarlık gibi durumlara rastlanmazdı.Son yıllarda sözde Türk liderlerin arasında cereyan eden bu vahim ve yüz kızartıcı olaylar bizlerde büyük şaşkınlık yaratmaktadır.Bildiğiniz gibi bağımsız yargıçlarımız devreye girdiler ve bütün suçlular tespit edilecektir.Artık,lütfen, kimin ne mal insan olduğunu öğrenmeden liderlerinizi tayin etmeyin ve seçmeyin,bu türr hokkabaz ve ip cambazlarından adeta uzak durun.Bunlar bütün ülkemize zarar vermektedirler.Sizlere sevinçli bir haber getirdim.Aldığımız bir karara göre,yeni okuma yılından itibaren artık çocuklarınız okullarımızda mecburi olarak Ana dillerini okuyabileceklerdir,ayrıca bütün Müslüman cemaatinin varolan mal ve mülkünü öz sahiplerine iade edilecektir. Bunların bir kısmı Allah korkusu olmayan ajan müftüler tarafından üsülsüz şekilde satılmışlardır,fakat bu sorun da en kısa zamanda çözüme kavuşacaktır ve suçlular cezasını bulacaktır.” Bu son konuşma yine büyük tezarühatlarla alkışilandı.Daha sonrakutlamalargünboyuncaköçekhavalarıeşliğindedevametti. Türkiye’den gelen soydaşlarımız kebabçe ve bira standlarını adetatalanetti.Polisbültenineisetekbirvukuatgirmişti.Meczubun birisi “Sultanımıza özgürlük!”pankartı taşırken yakalanmıştı...

B A Ş Y A Z I Bu aynı şekilde bir işi “başaramayacağınızı” düşündüğünüzde veya tembelliğiniz ağır bastığında yine beyninize “Bana mazeret bul” şeklinde talimat verin. Rahatlıkla yüzlerce mazeret bulur. Üstelik hepsi de tatmin edici mazeretlerdir… Özellikle şundan emin olun. Başarılı insanların - hayalleri, hedefleri vardır başarısızların ise mazeretleri… Beyinde düşünce ikiye ayrılır; İnsanlar bunları istedikleri şekilde kullanırlar. 1.Karamsarlık yolu; Mazer e t ü r e t m e k l e m e ş g u l o l a n l a r d ı r. 2.Çözüm yolu; İnsanlar beyinlerini, sürekli çözüm bulmak yolunda çalışırlarsa, zamanla bu işte ustalaşır, pratik kazanır. Karamsarlığı üzerinden atar ve hep “olumlu” düşünmeye başlar. Hatta kötü sonuçların bile “iyi” tarafını görmeye çalışır. Sürekli yeni fikirler, projeler üreten beyindeki hücreler “aktif”leşir ve büyük başarılara imza atar. İmza attığı her başarı ona güven kazandırır ve yenilerine doğru sürükler… En büyük fatih kendisini fethedendir, derler. Peki kendimizi nasıl fethedeceğiz? Bir defa, düzenli, tertipli ve tavizsiz bir çalışma programı yapacağız. Sonra “devamlılık” önemli, mutlaka bir çalışma ve program cetvelimiz olsun. Hiçbir konuda yılmak yok. Edison ampulü bulmak için iki binden fazla deney yapar ama vazgeçmez. Yılgınlığa düşen asistanlarına “çok şey öğrendik”

dan oluşan ve Pomak kültürünü yansıtan kıyafetleri giydirdiği oyuncakbebekleri satarak hem bu kültürü yaşatıyor, hem de aile bütçesine katkı sağlıyor. Serten Akkaya – Çanakkale’nin Biga ilçesinde bir evhanımı, 9 parçadan oluşan ve Pomak kültürünüyansıtan kıyafetleri giydirdiği oyuncak bebekleri satarak, hem bu kültürü yaşatıyor hem de ailebütçesine katkı da bulunuyor. Işıkeli köyünde yaşayan ev hanımı Nesibe Kosa (58), AA muhabirine yaptığı açıklamada, Pomak kıyafetlerininartık sadece köy düğünlerinde kullanıldığını söyledi. Geçlik yıllarında Pomak kültürünü yansıtan kıyafetlerigünlük yaşantıda yer aldığını, bu kıyafetlerle tarla vebahçeye giderek, güneşin altında orak biçtiğini anlatan Kosa, 9 parçadan oluşan kıyafetin, yaklaşık 6 kilogram geldiğini bildirdi. Kosa, bu kıyafetleri 45 yıl giydiğini belirterek, “Şimdi de bu kıyafetleri oyuncak bebeklere giydirerek, Pomak kültürünü yaşatmaya çalışıyorum” dedi. Kendisiyle birlikte köyde 3 kişinin oyuncak bebeklere giydirmek için Pomak kıyafetleri hazırladığını ifade eden Kosa, haftada ancak iki oyuncak bebeğe bu kı-

yafetlerden yapabildiğini kaydetti. Bebekleri Biga pazarında sattığını, sipariş üzerine Marmara Bölgesi’ne de gönderdiğini belirten Kosa, şöyle konuştu: “Pomak kültürünü yansıtan kıyafet, 9 parçadan oluşuyor. El tez-

yününden dokuduğumuz bezleri, çeşitli renklerdeki pullarla işleyerek kıyafetimizi hazırlıyoruz. Bebeğin başına fes giydiriyorum. Arkasına pilik, cepken ve kuşak, önüne de mendil. Etek, arkasına kuşak, kolluk ve çorapları da giydirdiğimizde kıyafet tamamlanıyor. Bunların hepsi yöremizi yansıtan motifler. Bebekleri bunlarla süslüyoruz. Bu kıyafetleri giydirdiğimiz üç boy halindeki bebekleri, 20, 30 ve 40 liradan satıyorum. Hem bu kültürü yaşatıyorum hem de aile bütçeme katkıda bulunuyorum.” Biga Kaymakamı Fatih Genel de yapılan bebeklerin Pomak halkının kültürünü yansıtan, el emeği göz nuruürünler olduğunu söyledi. Bunun gibi önemli değerlere sahip çıkmak için gereken ne varsa devlet olarak yapmaya hazır olduklarını ifade eden Genel, “Kültürümüzü yansıtacak ve gelecek nesillere aktarılmasını sağlayacak çalışmaların desteklenmesi, geleceğimiz açısından ve köy halkımızın maddi kazancı açısından son derece önemlidir” diye konuştu.

Kumanca, Pomakça ve Pecenekçe

Pomak halkı üzerine çokça yazılır çizilir ve her yazılan yazı veya makalenin içerisinde sanki beyefendiler Pomak dili uzmanıymış gibi,sanki Pomakçanın %100 unu biliyorlarmış gibi Pomak dilinin aslında olmadığını yüzdelik dilimlere ayırarak olayı çarpıtmakta ve göz göre göre yalan atmaktadırlar. “…Ancak Pomak Türk lehçesi; %30 Ukrayna Slavcası, %25 Kuman-Kıpçakça, % 20 Peçenekçe, % 15 Nogayca ve % 10 Arapça’dan oluşmaktadır. Ahmed Cevad; Balkanlar’daAkan Kan, İstanbul, s.190-191. Ali Güler; “Yunanistan’da Etnik Gruplar: Dil Grupları”, Avrasya Dosyası, İlkbahar-Yaz 1998,C.4,Sayı 1-2, s.21…” Pomaklar konusuyla ilgilenen hemen hemen herkez yukarıdaki alıntıyı görmüş ve okumuştur.Bu güne kadar aslında çokça yazdık böyle bir yüzdelemenin mantıksızlığını, fakat bu sefer farklı bir yöntemle anlatmaya çalışacağım. Asıl karşılaştırmalı tablolara geçmeden evvel bu konudaki görüşümüzü açıklamakta fayda var. Vicdanlı ve adil düşünceli bir insan Pomakça konusunda birşeylersöyleyeceksesuunsurlarıgözönünealmasıgerekmektedir. Pomaklar dağlık yerlerde yaşayan, şehir yaşamından uzak guruplardır(Günümüzdeki şehilere zorunlu göç olgusu göz önüne alınmamıştır). Dolayısı ile dillerinin daha köylüce, basit olması kaçınılmazdır. Aynı sebeple de teknik terimleri, yaşamlarında kullanmadıkları ifadeleri başka dillerden ödünç almaları da çok doğaldır. Türkiyede bir araba ya da bilgisayar reklamına bakın, ne dediğimi daha iyi anlarsınız.Zira günümüz Türkçesinde yüzd ekaç fransızca,yüzde kaç arapça,farsça ve son dönemde ingilizce kelimenin kullanıldığını yazmaya kalkarsak ortada Türkçe yoktur demek zorunda kalacağız. Oysa gerçek olan,o dilin gramatik yapısında gizlidir.Her dil dışarıdankelimeleralabilir,almakzorundadırda.Fakataldığıokelimeyi kendi gramer yapısı içerisinde kullanıyorsa hiçkimse asıl kelimenin menşeine artık bakamaz.Bakmaya hakkıda yoktur. Örneğin Çanta kelimesini ele alalım.Türkçe bu kelimeyi çoğul kullanabilmek için “çantalar” demeniz gerekmektedir,oysa Pomakça ve diğer slav dillerinde çoğul olarak kullanabilmek için ” canti” demeniz gerekmektedir.Çanta köken itibariyle Türkçe dilinden gelmiş olsa

der. “Artık bir ampulün 2 bin şekilde nasıl yanmayacağınıbiliyoruz”Buazimledevamedervesonundabulur. Ömrümüzün en kıymetli çağları gençlik çağlarıdır. Bu dönemde bütün hayatımızı etkileyecek kazanımlar elde etmemiz lazım. Her saniyemizi bir altın kıymetinde bilip ona göre kullanacağız. Çünkü saniyelerimiz sayılı. İki günümüz bir birine eşit olmamalı. Her gün ilerleme kaydetmeliyiz. Dünyaya bir defa geldik. Yedek hayatımız yok. Sevdiğim bir söz var: Bir araya gelmek başlangıçtır, bir arada durabilmek ilerleme, birlikte çalışmak ise başarıdır. Dolayısıyla hizmet edebilmek için birlikte olmak lazım. Birlik olmakta bereket vardır. Öte yandan işin bir de manevi psikolojik faydası vardır. O da şudur, sevinçlerimizi paylaşarak çoğaltabilir, üzüntümüzü de paylaşarak azaltabiliriz. Sevinçlerimizi arttırdığımız, üzüntülerimizi azalttığımız zaman zaten hayatın tadı da artacaktır. Eğer bir grup iyi niyetlerle bir araya gelirlerse burada bereket olur, bolluk olur. Bu dünya’ya Bulgaristan Türkü olarak geldiğimizden, Bulgaristan Türk toplumuna karşı sorumluyuz ve öncelikle onun için çalışmalı ve onu yüceltmeliyiz. Kendisine hizmet edenleri toplum hiç bir zaman unutmaz, toplum onu her daim sinesinde yaşatır. Onun için size gençler olarak toplumunuza hizmet edebilmek üzere kendinizi donatın, geliştirin, yetiştirin. Toplumunuza karşı olan görevinizi hakkıyla yerine getirin… Sevgili Gençler, Bunun için okuyun, araştırın, sözünüzü dinletebileceğiniz bir konuma yükselin... Çevrenizi bilgili ve özverili insanlarla donatın ki “ilk adım” atılmış olsun.

bile ,söz konusu kelimeye asıl manasını, kullanıldığı dildeki kullanım tarzı,kullanıldığı dilin gramatik tarzı verir. Diğer yandan Pomakcanın nasıl karma bir dil olduğunu yalanını güçlendirmek için aslında Türkiyedekilerin %99 unun bilmediği başka dil isimleride konuya eklenerek olay süslenmekte ve bilinçli olarak çarpıtılmaktadır.Bu konuda bende Nogaycası olduğunu düşündüğüm bir arkadaşa görüş sormuştum,aldığım cevabı aynen paylaşıyorum “…Ben bir Pomakın %15 Nogaycayı anlasın kafamı keserim : ) ,8 yıldır Pomaklardan tek kelime duymadım, ki Nogaycayı büyük ölçüde bilmekteyim, bizzat baba tarafından Nogaylıkta var : ) ve bugün Kıpçak dili konuşan halkları bir Pomakın %25 anlaması mümkün değildir.Aynı şekilde Nogayların de Pomakçayı anlaması ve Kıpçak dili konuşanlarında Pomakçayı anlaması mümkün değil, Pomakcanın hangi şivesi olursa olsun…” Şimdi gel gelelim tablolar halinde göstermeye.Malum yazarak bir türlü anlatamadık,belki karşılaştırmalı tablolar vasıtasıyla belki aradaki farkın ne denli büyük olduğunu gösterebiliriz. Tabiki bu tabloları araştırıken epeyde Nogayca,Kumanca,Peçenekçe kelimede öğrenmiş oldum,benim için oda ekstra bir fayda teşkil etti bu çalışma.Biz başkaları gibi dışımızdaki dillere düşman değiliz,.her dil bir kültür hazinesidir ve insan mümkün olduğunca bu diller hazinesinden faydalanması gerekmektedir. Diğer yandan,ben inanıyorumki yazının başında aktardığım istatistikleri yazanlar bile bu kadar Nogayca,Kumanca veya Peçenekçe bilmiyorlardır. Arapça tablolar çıkarmadım,çünki Arapça kökenli kelimelerin neredeyse %100 lük bölümü dini anlamlar taşıdıkları için Pomakça litaretürüne girmiştir ve inançla ilgi terimlerden oluşmaktadır.Bununda çok doğal olduğunu sanırım yazmama bile gerek yoktur. Şimdi sizlere sırasıyla Kumanca & Nogayca & Peçenekçe dilleri ile Pomakcanın karşılaştırmalı halini sunuyorum.Türkiye Türkçesi ilede anlamlarını yazdımki söz konusu adı geçen dillerin Pomakcayamı yoksa Türkiye Türkçesinemi daha yakın olduğunu görmenizi istedim.

AKNAKIŞ Mıstan MEMİŞOĞLU

Her türlü kumaş üzerine her türde nak ı ş i ş l e r i ü r ü n l e r i m i z a r a s ı n d a d ı r. Ayrıca dünyanın en iyi nakış düzenleme ve yaratma sistemine sahibiz,desendepartmanımıztümihtiyaçlarımızıkarşılayabilecekdüzeydedir.

Adres:Yıldırım Mah.Kocatepe Cad.No.20 (Kurtsan Yanı) 500 Evler Bayrampaşa/İst. Tel:0212 538 38 55

Tarihten Günümüze

Dr.Nedim BİRİNCİ

Ahilik Teşkilatı

Ahilik teşkilatında şu mertebeler bulunurdu: 1) Teşkilata yeni giren yiğitler, 2) Ahi bölükleri (Altı bölük olup ilk üç bölüğe “eshab-ı tarik”, diğer üçüne de “nakib” denirdi), 3) Halife, 4) Şeyh, 5) Şeyh-ül-meşayıh. Ahilerin idare heyeti, her sanat kolunda, kendi azaları arasından seçilmiş beş kişiden meydana geliyordu. Kendilerine, kadı tarafından, seçimden sonra resmi vesika, icazet verilip, icraatları ve neticeleri büyük meclise bildirilirdi. Birlik idare heyeti, her ay üç gün toplanırdı. İdare heyeti, birliğin hazinesi mahiyetinde olan orta sandığını idare ederdi. Ahilerin kendilerine has merasimleri vardı. Bunlardan bazıları şöyledir: 1. An’anevi Ahi Evren merasimleri: Senelik olup, Ahi Evren’in türbesinin bulunduğu Kırşehir’de yapılırdı. 2. Yol atası ve yol kardeşliği merasimi: Ahiliğe girmek talebinde bulunan gençlerin, birliğe kabul edilmesi mahiyetindeki bir merasim olup, zamanla çırak kabul etme merasimi halini aldı. 3. Yol sahibi olma merasimi: Çıraklık müddetini tamamlayanların, kalfalığa yükseltilmesi için yapılan merasimdi. Ahilerin yönetmeliğine göre, ahinin üç şeyi açık olmalıydı: Eli açık, yani cömert olmalı; kapısı açık, yani misafirperver olmalı; sofrası açık, yani aç geleni tok göndermeli. Üç şeyi de kapalı olmalıydı: Gözü kapalı olmalı, yani kimseye kötü nazarla bakmamalı; kimsenin ayıbını görmemeli; dili bağlı olmalı, yani kimseye kötü söz söylememeli; beli bağlı olmalı, yani kimsenin namusuna ve şerefine göz dikmemeli. Ahilik mensuplarının, takdir edilmelerinin yanında cezalandırıldıkları da olurdu. Fütüvvetnamelerde, şu on sekiz şeyin, ahiyi ahilikten çıkarma sebebi olduğu, ayrıca Cehennemlik yapacağı yazılıdır: 1) Şarap içmek, 2) Zina yapmak, 3) Livata yapmak, 4) Dedikodu ve iftira etmek, 5) Münafıklık etmek 6) Gururlanıp kibirlenmek, 7) Sert ve merhametsiz olmak, 8) Hased etmek, kıskanmak, 9) Kin tutmak, affetmemek, 10) Sözünde durmamak, 11) Kadınlara şehvetle bakmak, 12) Yalan söylemek, 13) Hıyanet etmek, 14) Emanete riayet etmemek, 15) İnsanların aybını örtmeyip, açığa vurmak, 16) Cimrilik etmek, 17) Koğuculuk ve gıybet etmek, 18) Hırsızlık etmek. Yine ahi yönetmeliği olan fütüvvetnamelere göre; ahi, helalinden kazanmalıdır. Hepsinin bir sanatı olmalıdır. Yoksul ve düşkünlere yardım etmeli, cömert olmalıdır. Alimleri sevmeli, hoş tutmalıdır. Fakirleri sevmeli, alçak gönüllü olmalıdır. Temiz, iyi kimselerle sohbet etmeli, namazını kazaya bırakmamalı, haya sahibi olup, nefsine hakim olmalı, dünyaya düşkün olanlarla düşüp kalkmamalıdır. Bunlar, asırlarca Osmanlı insanının ahlâkının temel taşı olan hasletler hâline geldi. Osmanlı Devletinin bünyesinde, bu hizmetleri hakkıyla yapmış, sanat ve ticaret hayatını Osmanlının maddi ve manevi yapısına göre düzenlemiş olan ahilik teşkilatı, diğer kıymetli müesseseler gibi, bilhassa İngilizlerin desteklediği Mustafa Reşit Paşa’nın hazırladığı Tanzimat Fermanı’ndan sonra, büyük bir sarsıntı geçirmiş ve eski işlevini kaybetmiştir.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

Türkiye’de basılan ilk atlas

İlk Kültür Merkezleri Mezopotamya’da

Türkiye’de ilk mükemmel atlas ( Ucaletü’lCoğrafiyye, Cedid Atlas), 1803 yılı kasım ayında DARÜT-TEBAATİ’L-AMİRE (III. Selim tarafından Üsküdar Selimiye’de kurulan Devlet Basımevi) adını taşıyan Matbaanın Müdürü Müderris Abdurrahman Efendi tarafından İstanbul’da basılmıştır. BuAtlas, birçok kaynaklardan veAvrupa’da yapılan atlaslardan yararlanılmak suretiyle Mahmud Raif tarafından meydana getirilmiştir. 50 adet basılan atlasın başında bir önsöz yer almakta ve toplam 79 sayfalık eserde Astronomi ve coğrafya bilgilerini de içeren bölümler bulunmakta, bunu 26 bakır kalıptan oluşan renkli haritalar takip etmektedir.

Mezopotamya, üç tarafı dağlarla çevrilmiş, güneyden Suriye ve Arabistan çöllerine açık, geniş bir düzlüktür. Mevcudiyetini Anadolu topraklarından doğan Dicle ve Fırat nehirlerine borçludur.İlk yerleşim yerleri olan Çatalhöyük (Türkiye) ve Jericho (Filistin) köyleri, kent olma yolunda ilerlerken, Mezopotamya’daki toplumlar hâlâ avcılık, balıkçılık ve toplayıcılık ile uğraşıyorlardı. Dicle ve Fırat’ın hayat verdiği verimli topraklar, civarda yaşayan, göçebe toplulukların bu topraklara sahip olma isteğini artırdı. Bölgeyi ele geçirme isteği sonucunda başlayan saldırılar ile göçebe topluluklar, tarım ile uğraşan köyleri vergiye bağlayıp kendileri de çiftçilik öğrendiler. Bu durum iki toplumun kaynaşmasına neden oldu. Böylece Fırat ve Dicle Nehirleri’nin kenarlarında nüfusun artması ile insanlar daha fazla üretim yapmak zorunda kalmışlardır. Daha önce tarım yapılmayan topraklar yeni teknikler geliştirilerek tarıma kazandırılmıştır. Sulama kanalları yapmak, bataklıkları drene etmek ve taşkın sonrası oluşan alüvyon bentleri ortadan kaldır-

-Askeri işbirliği Türkiye ile Bulgaristan’ın savunma ve dışişleri bakanlarının yaptığı son ortak toplantıdan ‘’çok verilimli sonuç alındığını’’ ifade eden Mladenov, ‘’Askeri sanayi alanında Türkiye ile çok başarılı işbirliği yapabiliriz’’ diye konuştu. Bu alandaki işbirliğin önünü açacak, tasnifli bilgi mübadele alanında bir anlaşma imzalandığını kaydeden Mladenov, askeri optik sanayi, mayın kontrol ve Rus yapımı helikopter onarımı konularında işbirliği potansiyelinin bulunduğunu söyledi. Bakan Mladenov, Türkiye ile Bulgaristan arasında enerji alanında yapılabilecek işbirliğinin de Avrupa’nın enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesine önemli katkıda bulanabileceğini belirtti. -Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi İsmail AramazTürkiye’nin Sofya Büyükelçisi İsmail Aramaz da Bulgaristan ile Türkiye ilişkilerinin olumlu gidişatından duyduğu memnuniyetini dile getirerek, ‘’Altyapı projelerinin geliştirilmesi ikili ilişkilere daha da ivme kazandıracaktır’’ dedi. Bu alanda iki ülke arasında büyük bir potansiyelin bulunduğunu ifade eden Aramaz, mayıs ya da haziran ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Bulgaristan’ı ziyaret etmesinin planlandığını duyurdu. Büyükelçi Aramaz, Bulgaristan’ın Karadeniz sahilindeki Varna kentine yapılması planlanan ziyaret sırasındaki görüşmelerin ikili ilişkilerde kilit önem taşıyan bazı altyapı projelerine odaklanacağını kaydetti. Türkiye’nin hızlı tren projesi konusunda da bilgi veren Aramaz, saatte 310 kilometre sürat yapacak demiryolu hattının 2018 yılında

Türkiye’nin Avrupa sınırından Suriye sınırına kadar uzanacağını açıkladı. Büyükelçi Aramaz, ‘’Biz dostlarımızı seçeriz, komşularımızı seçemeyiz. Bulgaristan ile hem komşu hem de dost olmak istiyoruz’’ ifadesini kullandı. -TABA/AmCham Genel Başkanı Uğur Terzioğlu Konferansı düzenleyen Türk Amerikan İşadamları Derneği (TABA/AmCham) Genel Başkanı Uğur Terzioğlu da AA muhabirine açıklamasında Türkiye ile Bulgaristan arasında enerji ve inşaat yapım ve malzeme alanında büyük bir potansiyel gördüğünü söyledi. İki ülke arasındaki kültürel yakınlığın başarılı bir ekonomik işbirliğinin önünü daima açtığını ifade eden Terzioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: Aramızda birbirimizi buluşturabilecek çok ortak yönümüz var. Bulgaristan ile Türkiye’nin iş adamlarının bunları değerlendirmeleri şarttır. Biz düğmeye bastık, bir başlangıç yaptık. İş adamlarımız da bu çalışmaların devamını sağlasınlar’’ Konferansta Bulgaristan Dışişleri Bakanı Nikolay Mladenov, Bulgaristan AmCham Başkanı Peter Lithgow, TABA/AmCham Genel Başkanı Uğur Terzioğlu, Bulgaristan Amerikan Büyükelçisi James Worlick, Bulgaristan Türkiye Büyükelçisi İsmail Aramaz, European Bankası Bulgaristan Direktörü Daniel Berg ve Bulgaristan Amerikan Büyükelçiliği Ticaret Ataşesi Barbara Lapini konuşmacı olarak yer aldı. Heyete katılan TABA/AmCham üyelerinden, inşaat, finans, havacılık, üretim, bankacılık ve enerji sektörlerinde faaliyet gösteren iş adamları ise konferans sonunda Bulgar meslektaşları ile ikili görüşmeler yaptı.

mak için iş birliğine ihtiyaç duyulmuş ve bu işleri organize eden bir merkezi yönetim ortaya çıkmıştır. Kurulan bu yönetim sistemiyle köyler kent olma yolunda önemli gelişmeler göstermiş , böylece Mezopotamya’da ilk kültür merkezleri ortaya çıkmıştır. Mezopotamya ‘da MÖ 4000 yılından itibaren şehir hayatının ortaya çıkış ve daha sonraları yazının bulunması, insanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarındandır. Bu gelişmelere bağlı olarak oluşan kentler, yeni buluşların olduğu yerler ve kültürler arasındaki başlıca etkileşim merkezleri haline gelmiştir. Kentlerin ortaya çıkması ateşin bulunmasından sonra kaydedilen ikinci büyük aşamadır. Kültür merkezlerinin bulunduğu uygarlıklar, belli tarihi ve coğrafi şartların bir araya gelmesiyle daha hızlı ilerlemiştir.

Türk Amerikan İşadamları Derneği Heyeti Bulgaristan’da Türkiye-Bulgaristan

BULGARİSTANDA ARACILIK VE DANIŞMANLIK HİZMETLERİ www.kconsultinternational.com

İstanbul Ofisi telefon

+90 212 632 00 99 e-posta: istanbul@kconsultinternational.com

Sofia Ofisi telefon +359 2 967 01 96 e-posta: sofia@kconsultinternational.com

- Bulgaristanda avukat ve her türlü hukuk işleri, tecrubeli ve türkçe bilen avukatlardan – ticari, problemli borç, yol kazası, girme yasağı, trafik ve gümrük cezaları. - Bulgaristanın 15 şehrinde bulunan 50ye yakın universitesinde eğitim görmek isteyenlere danışmanlık ve aracılık işlemleri sunulur. - Yurtdışı cenaze nakli - Türkiyede vefaat eden Bulgaristan vatandaşının veya Bulgaristanda vefaat eden Türk vatandaşının memleketine nakli için gerekli belgelerin hazırlanması ve cenazenin yurtdışına taşınması için gerkli aracın sağlanması. - Bulgaristanda şirket ve temsilcilik kaydı ve yasallaştırma. Ofis, mağaza, depo kiralama ve yasallaştırma ve tam teçhizat donatma, tam kapsamlı muhasebe hizmetleri. - Ticarette dolandırıcılık şüphesi olan olaylarda özel yardım - gizli bilgi toplama, şahıs ve şirket inceleme. - Bulgaristanda fuarlara, kongrelere ve seminerlere katılım aracılığı, konferanslara kayıt. Konaklama, güvenlik, tercuman, rehber ve ulaşım sağlanması. - Bulgaristanda çalısma izni ve oturma izni başvurularında danışmanlık ve aracılık. - Bulgaristanda profesyonel silahli ve silahsız koruma, zırhlı araç, korumalı para ve kıymetli eşya taşıma.

DAHA AYRINTILI BİLGİ İÇİN İNTERNET SAYFAMIZI ZİYARET EDİNİZ http://www.kconsultinternational.com

ARASINDA KARDEŞ ŞEHİR PROTOKOLÜ İMZALAYAN BELEDİYELER 1- ANKARA-----------------SOFYA 2- ANTALYA / BEYMELEK--------ANTONOVA 3- ADAPAZARI---------- ------- ŞUMNU 4- AYDIN / GÜZELÇAMLI-------- STRUNAMİ 5- AYDIN / GÜLLÜBAHÇE--------BOZURİHSTE (SOFYA) 6- BALIKESİR / EDİNCİK----- -- YAKARODA 7- BURSA B.Ş.B.-------------FİLİBE 8- BURSA B.Ş.B.-------------PLEVNE 9- BURSA / NİLÜFER-------- --- EĞRİDRE (ARDİNO) 10- BURSA / NİLÜFER--------- - PERNİK 11- BURSA / YILDIRIM------ --- CEBEL 12- BURSA / MUDANYA-- -- ESKİCUMA (TIRGOVİŞTE) 13- BURSA / ORHANELİ--------- KUKLEN 14- BURSA / OSMANGAZİ-- OMURTAK (OSMANPAZARI) 15- BURSA / OSMANGAZİ-------PERNİK 16- BURSA / KARACABEY-------- NEDELİNO 17- BURSA / KARACABEY-------- SOPOT 18- ÇANAKKALE---------------- SOFYA 19- GÖKÇEADA----------------- KARLOVA 20- EDİRNE------------------HASKOVA 21- EDİRNE---------YANBOLU - EYUP - PLOVDİV 22- LALAPAŞA----------------ELHOVA (BURGAZ) 23- İSTANUL-----------------FİLİBE 24- AVCILAR-----------------RAZGRAT 25- BEŞİKTAŞ----------------BURGAZ 26- BEYLİKDÜZÜ---------OVÇA KUPEL (SOFYA) 27- BÜYÜKÇEKMECE--GORNA ORYAHOVİTSA 28- GAZİOSMANPAŞA------------ KIRCAALİ 29- PENDİK------------------PAŞMAKLI (SMOLYAN) 30- SİLİVRİ-----------------AYTOS 31- TEPECİK-----------------NOVİ İSKAR (SOFYA) 32- ÜMRANİYE----------------- PAZARCIK 33- İZMİR/ BERGAMA---- ASENOVGRAT (PLOVDİV) 34- GAZİEMİR / SARNIÇ-------- KUBADIN (RAZGRAT) 35- KIRKLARELİ--------------BURGAZ 36- KIRLARELİ---------------DOBRİÇ 37- BABAESKİ----------------HARMANLI 38-BÜYÜKKARIŞTIRAN----------TOPOLOVGRAD 39- KOFÇAZ------------------BOLJAROVO (YAMBOLU) 40- AHMETBEY---ELELE STAMBOLOVO HASKOVO 41- KOCAELİ-----------------RUSÇUK 42- KOCAELİ-----------------EĞER 43- GEBZE-------------------IŞIKLAR / SAMUİL 44- KARAMÜRSEL--------------- ZAVET 45- KÖRFEZ------------------RUEN (BURGAZ) 46- SARAYBAHÇE--------------- MESTANLI (KIRCAALİ) 47-MARMARİS / ARMUTALAN-------BALÇIK 48- NEVŞEHİR / AVANOS--------MADAN 49- ÜRGÜP / KAYMAKLI---------DEVİN 50- SAMSUN------------------- VARNA 51- TEKİRDAĞ----------------- RUSÇUK 52- TEKİRDAĞ----------------- KIRCAALİ 53- TEKİRDAĞ----------------- SVİLENGRAD 54- ÇORLU-------------------- KIRCAALİ 55- ÇORLU-------------------- TUTRAKAN

56- MALKARA------------------ SEVLİEVO (GABROVA) 57- ŞARKÖY------------------- BYALA (RUSÇUK) 58- ZONGULDAK / DEVREK-------BELENE

Rafet ULUTÜRK İstanbulda Bulgaristan Aydınları Zirvesinde Konuşma Metni Sayın Belediye Başkanım, Bulgaristan Milletvekili Tsveta KARAYANÇEVA, Moldova Milletvekili Oleg GARİZAN, Çuvaş Suvar vakfı Bşk. Oleg Siplenkov, Dağıstan Nogay Yangurçi, Afganistan Türklerinden Mustafa Mahdum tüm parti ve STK yöneticileri, Bulgaristanda harislerde ve Belenede kalan kıymetli büyüklerim ve çok değerli dava arkadaşlarım.

Değerli misafirlerimiz, sayın basın mensupları, Jivkov idaresi tarafından 1984 yılında Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman topluluğunu ortadan kaldırmak için başlatılan kültürel soykırıma her geçen gün direniş artmış ve mayıs 1989 yılında başkaldırıya dönüşmüştür. Binlerce insan kendi benliklerini ve kimliklerini korumak için büyük bir cesaret örneği göstererek harekete geçtiler ve doğu bloğunun yani totaliter sistemin çökmesinin zeminini hazırladılar. Sovyet İmparatorluğunun baskısı altında inleyen ülke halkları Bulgaristan Türklerini örnek alarak sokaklara döküldüler ve daha aydınlık yarınların inşasına başladılar. Ancak Bulgaristan Türklerinin sokaklara dökülmesi bir onur savaşıydı. İnsanlık tarihinde benzeri olmayan bir saldırıya maruz kalınmıştı. Bugün Balkan Savaşının 100.yıl dönümüdür. 600 binden fazla Türk Balkan savaşı sırasında katledilmiştir. Bulgaristan’daki Türklerin ve Müslümanların en büyük dramları da bu savaşlarla beraber başlamaktadır. Bu savaştan hemen sonra isim değiştirme operasyonları başlamaktadır. Dönem dönem şiddetlenmeler insafsızca baskı ve zulümler 1990 yılına kadar sürüp gitmiştir. Türklerin Doğup büyüdükleri toprakları terk etmeleri için her yola başvurulmuştur. 1989 yılında ise yüz binlerce insanımız sınır dışı edilmiş ve Türkiye’ye göç ettirilmiştir. Bugün Türkiye’ye 1989 yılından sonra gelip yerleşenlerin sayısı 500.000’in üstündedir. Geride ise mallarını mülklerini, geçmişlerini, anılarını bırakmışlardır. Günümüzde Bulgaristan’da demokrasi her geçen gün daha da güçlenmekte ve insan hakları ile ilgili hassasiyet de artmaktadır. Türkiye ile Bulgaristan arasında git gide güçlenerek gelişmekte olan ikili ilişkiler de hem Bulgaristan’da yaşayan insanlarımızı hem de Türkiye’de yaşayan göçmenleri memnun etmektedir. Ancak Bulgaristan’ın geçmişte işlenen suçlar ile ilgili olarak yapması gerekenler çoktur. Bulgaristan Parlamentosuna sayın İvan Kostovun girişimleri ve diğer partilerin özellikle de GERB’in destekleri ile Müslüman topluluğa yapılan zorla isim değiştirme dönemi ile ilgili Bulgaristan Türklerinden özür dilendi. Bu son derece önemli bir gelişmedir. Ancak zorla yurtlarından kovulan insanlarımızın bir dizi sorunu vardır ve bu sorunların sorumlusu da Bulgaristan’dır. Bu nedenle bu sorunların ivedilikle çözüme kavuşturulması gerekir. Ancak o zaman gerçek manada özür dilenmiş olacak. 1.Türkiye’ye göç edenlerin sosyal hakları. Senelerce insanlarımız Bulgaristan’da sosyal güvenlik kurumlarına prim ödemişlerdir. Ödenmiş olan bu primlerin yaşadıkları ülkeye aktarılması gerekmektedir. Bu gün Türkiye’de emekli olmak isteyen soydaşımız Bulgaristan’da çalıştığı süreleri borçlanarak ve Türk sosyal güvenlik kurumuna gerekli ödemeyi yaparak emekli olabilmektedir. Halbuki bu paraları zaten Bulgaristan’da çalıştıkları süre içinde ödemişlerdir. Ülkeden kovulmaları veya terk etmeye zorlanmaları onların suçu değildir. Bu nedenle bu konu iki ülke arasında yapılacak bir anlaşma ile halledilmelidir. 2.Bulgaristan geçmişin izlerini tamamen silmelidir. Kütüklerde zorla verilerek kaydedilen isimler silinmeli bu dönemde yapılan haksızlıklar ile ilgili tazminatlar ödenmelidir. 3.Vakıf malları iade edilmeli ve iade prosedürü de Hıristiyan topluluğa uygulanan prosedür olmalıdır. Vakıf malları ile ilgili sorunlar giderilmeden bu malların satışı yasaklanmalıdır. Bilindiği gibi vakıf mallarının büyük bir çoğunluğu amaçlarının dışında kullanılmaktadır. Bulgaristan’daki Türk topluluğunun alın teri ile elde edilmiş olan vakıf malları ile ilgili bir an önce harekete geçilmeli, Bulgaristan hükümetinin de gerekli desteği sağlamalıdır. 4.Bulgaristan radyo ve televizyonunda 24 saat Türkçe yayın yapılmalı, kültürel faaliyetler desteklenmelidir. Türkiye’de birçok dilde 24 saat yayın yapılmaktadır ve farklı topluluklara kültürel zenginlik olarak bakılmaktadır. Doğru olan da budur. Ancak Bulgaristan’da halen eski komplekslerden kurtulamamış insanlar bulunmakta ve demokratik gelişmelere engel olmaktadırlar. Ümit ederiz ki bunlar da yakın bir gelecekte sona erecektir. Muhakkakkibizimsorunlarımızınlistesiçokdahauzundur. Bizsadeceönceliklehalledilmesigerekenbirkaçönemlihusus üzerindedurduk.Bukonularındeğerlendirileceğiniümitederiz. Sözlerime son verirken toplantımıza katılan herkese teşekkür eder, Balkan savaşında ve Bulgaristan’da varolma mücadelesinde hayatını kaybeden şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. BULTÜRK


4

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Türkiye ile Bulgaristan Arasında Kriz Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, Edirne ve Filibe’deki mezarlıkların yeniden düzenlenmesi için 5 yıl önce imzalanan protokole Bulgaristan’ın uymadığını söyledi. Sedefçi, “Filibe Belediyesi Müslüman Mezarlığı’ndan yol geçirmeyi düşünüyorsa, biz de Edirne’deki Bulgar Mezarlığı’ndan yol geçirmeyi düşüneceğiz” dedi. Türkiye ile Bulgaristan arasında mezarlık krizi kapıda. Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, Bulgaristan’ın, Edirne ve Filibe’deki mezarlıkların yeniden düzenlemesi için 5 yıl önce imzalanan protokole uymadığını söyledi. Belediye Başkanı Sedefçi, Bulgaristan’da iktidar partisi olan GERB Parlamento Grubu Başkan Yardımcısı Dimitar Glavçev, Sofya Milletvekili Svetlin Danveç, Kırcaali Milletvekili Sveta Karayençeva ve Haskova Mil-

letvekili Rumen Danev ile görüştüğünü anlattı. ‘PROTOKOL İMZALANDI’ Bu görüşmede Filibe’deki Müslüman Mezarlığı konusunun da gündeme geldiğini belirten Sedefçi, 2007’de Filibe Valiliği ve Filibe Belediyesi ile her iki ildeki mezarlıkların yeniden düzenlenmesi için protokol imzaladıklarını anımsattı. Sedefçi şöyle devam etti: “Protokolle her iki ildeki Bulgar ve Türk mezarlıklarının yeniden düzenlenmesi sağlanacaktı. Biz Edirne Belediyesi olarak Bulgar Mezarlığı’nı düzenleyerek protokole uyduk. Fakat Filibe Belediyesi tam tersine, bırakın protokole uyup temizlik yapmayı mezarlığın içerisinden yol geçirmeyi düşünüyor. Bu yanlışlarını düzeltmeleri için kibar bir dille uyardık. Filibe Müftüsü ile görüştüm. Müftü beyle birlikte Filibe Valiliği ile Filibe Belediyesi’ne bu hafta resmi yazı yazarak protokolün uygulanma-

sını talebinde bulunacağız. ‘TAPUSU ELİMİZDE’ Bulgar Mezarlığı’nın tapusu Edirne Belediyesi’nin elinde. Onlar ne yapmayı düşünüyorsa, biz de onu yapacağız. Onlar, Müslüman Mezarlığı’ndan yol geçirmeyi düşünüyorsa, biz de yol geçirmeyi düşüneceğiz. Benim ülkemin onuru, şerefi vardır. Ben ülkemin onurunu korumakla görevliyim.”

Araştırmacı Emel Balıkçı, Türkçe ve Bulgarca yazılmış “Bulgaristan Türklerinin Dili, Dini ve Folkloru” adlı yeni kitabını tanıttı. Kitap, dün akşam Kırcaali Ömer Lütfi Kültür Derneğinde sıcak dostane bir ortamda tanıtıldı. Yazarın dostları ve okurları kültürel etkinliğe konuk oldular. Emel Balıkçı kitap tanıtımında, Allah’ın rahmetine kavuşan annesi Fatma Ocak’a adanmış kitabın araştırma, deneme ve röportajlar içeren bir derleme olduğunu kaydetti. Kitap yedi bölümden oluşmaktadır. İlk iki bölümde müellif, Merkez Rodoplarda yaşayan Türklerin dili ve ülkenin çeşitli bölgelerinde bulunan türbe, tekke ve camiler üzerine yaptığı araştırmalara yer vermiştir. Kitabın üçüncü bölümü Türklerin kutladığı bayramlara, dördüncü bölümünü ise Türk folklorunda efsanevileşen türkülere ayrılmıştır. Emel Balıkçı, “Bulgar kültüründen bir parça olan yazılı Türk kültürümüzde daha araştırılması ve zenginleştirilmesi gereken çok şeyler var. Benim çalışmam amatörce yapılmış bir şey, ondan herkes bilgi edinebilir,

bilgi ekleyebilir ve bu yönde yapılan çalışmalarda daha ileri gidebilir” dedi. Sayın Balıkçı, bu kitabı annesi Fatma Ocak’a adanmış olmasının sebebinin genç nesillerin örnek alabileceği büyük araştırmacı ruhuna sahip olduğundan ileri geldiğini belirtti. Kobilyane / Maşkılı/ köyünden şair Habibe Hasan, Emel Balıkçı’nın eşi benzeri olmayan Anadili ve resmi dilde yazılmış kitabından çok etkilendiğini paylaştı. Ömer Lütfi Kültür Derneği çatısı altında faaliyet gösteren Recep Küpçü Edebiyat Kulübü adına Başkanı Durhan Ali, Emel Balıkçı’yı yeni kitabından dolası tebrik etti ve başarılarının devamını diledi.

Plovdiv Gıda Teknolojileri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kolyo Dinkov ve beraberindeki heyet Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Enver Duran’ ı makamında ziyaret etti. Plovdiv Gıda Teknolojileri Üniversitesi Rektörlüğü görevini devralan yeni Rektör Prof. Dr. Kolyo Dinkov, beraberindeki yönetim heyeti tarafından gerçekleştirilen ziyaret esnasında Trakya ÜniversitesiilePlovdivGıdaTeknolojileriÜniversitesi arasındaki işbirliği protokolü yenilendi.

Plovdiv Üniversitesi Filoloji Fakültesi Türk Dili Bölümü İstanbul’u ziyaret etti

Dünyanın İlk Ekolojik “Bulgaristan Türklerinin Dili, Dini ve Folkloru” adlı yeni kitabını tanıttı Kenti Çölde Kuruluyor

Dünyanın ilk ekolojik kenti için düğmeye basıldı. Çevre kirliliğinin sıfır düzeyde olacağı kent, hava sıcaklığının 50 dereceyi aştığı, suyun ve toprağın olmadığı bir yerde, çölün ortasında inşa edilecek. Çölde gerçek bir vaha olmaya aday kentin ismi Masdar kaynak anlamına geliyor. Abu Dabi’de kaynak olarak ne su var ne de ekilecek toprak ama ülkeyi dünyanın beşinci büyük petrol rezervi yapan 100 milyar varillik petrol var. Sıcaklık yaz aylarında 50 derecenin üzerine çıkarken açık havada hayat duruyor. Bütün bu olumsuz çevre şartlarına rağmen dünyanın ilk ‘ekolojik kent’i çölün ortasında kurulacak. Belli ki Abu Dabi hükümeti dünyanın kişi başına en çok sera gazı üreten ülkeler arasında ilk sırada olduğunu unutturmak için bir imaj çalışması yapıyor.Proje için küçük emirliğin kasasından 15 milyar dolar çıkacak. Projenin mimarı Lord Norman Foster. Ünlü mimara göre Masdar insanlığın örnek aldığı bir proje olacak. ‘Yeşil kent’te hava kirliliği sıfır derecede, enerji kaynaklarının tümü yenilenebilir ve enerji tasarrufu azami düzeyde olacak. Kentin yer alacağı 7 kilometre kare alan tamamen surlarla çevrelenecek. Amaç 50 bin kişinin yaşayacağı Masdar’i ses kirliliğinden ve sıcak çöl rüzgarlarından korumak. Masdar sakinleri yüksekliği 5 katı geçmeyen binalarda yaşayacak ve binaların yüzde 80’ninin üzerinde güneş enerjisinden yararlanmak için paneller yer alacak. Masdar’ın ihtiyacı olan enerji ihtiyacı, güneşin yanı sıra rüzgardan ve çöplerin geri dönüşümünden sağlanacak. Zira çöplerin yüzde 99’undan enerji üretimi için yararlanılabilecek. Kentin ürettiği karbondioksit yerin altına gömülecek. Hava kirliliğini sıfır düzeyde tutmak için kentte otomobil kullanılmayacak. Hiç kimsenin evi ve işi arasından bir duraktan fazla mesafe olmayacak. Sokakların genişliği 3 metreyi geçmeyecek ve 70 metreden uzun olamayacak. Amaç rutubete karşı bir mikro klima ortamı gerçekleştirmek ve hava sirkülasyonunu sağlamak. Proje 2012 yılında tamamlanacak ama kent sakinlerinin kim olacağı konusunda Abu Dabili yetkililer bilgi vermiyor. Metin KASAPOĞLU

Plovdiv ve Edirne üniversiteleri arasında işbirliği yenilendi

Kimyasal Kirlenme Büyük Boyutlarda

Kimyasal kirlenme, birçok farklı formda devam ediyor ve daha da artacağa benziyor. 50,000 kimyasal bileşimden daha fazlası, ticari olarak kullanılıyor. Her yıl bunlara yüzlercesi ekleniyor. Küresel boyutta, kimyasal üretimin önümüzdeki 20 yıl içinde, % 85 artacağı öne sürülüyor. Dünya’da ki insanların, üçte ikisinin besin ihtiyacı, özellikle azot içeren gübrelere bağlıdır. Tarım alanlarında, besleyicilerin hızlı bir şekilde yok olması, yosun patlamasına neden olur. Bazen Meksika Körfezi ve Batlık Denizi’nde gözlendiği gibi tüm ekosistemi etkiler.

Tarımda, değişik amaçlar için kullanılan çevre ve ürün terbiyesi, yeni bir teknolojidir. Örneğin, yabani otlara ve zararlılara karşı, dayanıklı bitkiler üretmek gibi bazı çözüm yolları bulunmuştur. Fakat genetiği değiştirilmiş ürünler, bazı ülkelerde tartışma konusudur. Bu çözüm yolları kullanıldığı zaman, çapraz gübreleme yüzünden, ortada genetik olarak değiştirilmemiş hiçbir ürün kalmamış oluyor. Avrupa’nın Akdeniz kıyısındaki bölümünün üçte biri, çölleşmeye açık. Bu bölge, Amerika’nın otlak alanlarının, % 85’i kadarına tekabül ediyor. Verim kaybı ve sefalet, birbirini tetiklemektedir. Kurak bölgelerde yer alan, gelişmekte olan ülkeler, duraklamaya mahkum olmuşlardır. Örneğin, bu ülkelerde bebek ölüm oranları, ortalama binde 54’tür. Bu oran, diğer gelişmekte olan ülkelerden, % 23 daha fazladır. Sanayileşmiş ülkelerin ise 10 katıdır. Metin Kasapoğlu

Plovdiv Üniversitesi Filoloji Fakültesi bünyesinde yer alan Türk Dili Bölümü öğretim görevlileri ve öğrencilerinden oluşan 80 kişilik bir heyet 25-27 Mayıs tarihleri arasında başta Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi olmak üzere İstanbul’un tarihi ve turistik mekanlarını ziyaret etti. Plovdiv Üniversitesi Rektör Yardımcısı Doç. Jorjeta Çolakova başkanlığındaki heyet ayrıca Tekirdağ ve Edirne’ye de ziyarette bulundu. Plovdiv’den yola çıkan heyet Türkiye’nin Plovdiv Başkonsolosu Ramis Şen tarafından uğurlandı. Başkonsolosluğun desteği ile ayrıca Türk Dili Bölümü için Plovdiv Üniversitesi’nde bir kütüphane kurulması çalışmaları başlatıldı. Filoloji Fakültesi bünyesinde öğrencilerin en çok ilgi gösterdiği bölümlerden birinin Türk Dili Bölümü olduğu belirtildi. Geçtiğimiz yıl sözkonusu bölüme ayrılan 40 kişilik kontenjanın tamamının dolduğu vurgulandı. Türk Dili Bölümü öğrencileri ziyaretten duydukları memnuniyeti ifade ederek Başkonsolosluğun Türk Dili Bölümü’ne verdiği desteğe teşekkür etti.

Deniz ve Irmak Gemiciliği Hüseyin YILDIRIM

Kristof Kolomb zamanındaki, 1.600 tonajlık, 1.200 kişiyle 200 top taşıyan yelkenliler ve 100200 tonajlık küçük gemiler de gelişmişti. XIII. Louis 70 metre uzunluğunda, 15 metre genişliğinde, 72 top taşıyan ve 15.000 metre kare yelkenleri olan bir gemiyi 1638′de denize indirdi. XIV. Louis zamanında, özellikle Fransız ve Hollandalılar sayesinde düzenli yolcu seferleri başladı. Gemilerin uzunluğu hâlâ 60 metreyi geçmiyordu, ama denge sağlayıcı yan omurgaları, bir kablo aracılığıyla idare edilen çember dümeni ve mükemmel manevra kabiliyeti sağlayan sayısız kare yelkenleri vardı. Kat kat uzanan güvertelerdeki namlular, düşmana 500-600 metre yaklaşınca ateşe başlarlardı. 1624 yıllarında bir Hollandalı fizikçi, elips biçiminde keresteden yapılmış ilk denizaltıyı suya indirmişti. Yukarı aşağı işleyebilen küreklerle yol alan bu gemi, Westminster’den Greenwich’e doğru dört metre derinlikte, iki mil kadar ilerleyebilmişti. Gemiciliğe paralel olarak limanlar da gelişmekteydi. Gemilerin limanlara girişini güvenliğe almak için kıyı dalgakıranları inşa etmek, karaya yanaşabilmeleri için havuzları derinleştirmek ve yüklerini boşaltabilmek için rıhtımları uzatmak gerekiyordu. Hamburg, Amsterdam, Le Havre, Liverpool, Nantes, Bordeau,Lisbon gibi deniz limanları durmadan büyüyor, Anvers, Londra gibi ırmak limanları gelişiyordu. Suyolunun avantajları uzun zamandan beri bilinmekteydi. Ticaret trafiğinin gerektirdiği, tarifelere göre düzenli işleyişe en iyi suyolu karşılık verebiliyordu. Üstelik itici güç burada, karayollarından daha yüksek verim sağlıyordu. Tonlarca yükün dağları ve vadileri aşması için kaç beygire ihtiyaç vardır? Oysa, bunlar küçük bir mavnaya yüklendikten sonra, kıyıdan tek bir beygirle çekilebiliyordu. Akarsuyun bu işe uygun olmadığı yerlerde de kanallar açmak zorunlu oluyordu. Venedik’in olağanüstü gelişmesi ve önemi, sahip olduğu kanal şebekeleri sayesinde Batı Avrupa ile doğu ülkeleri arasında bağlantı sağlayabilmesinden ileri gelmiyor muydu? Bunu, daha sonra. Kuzey ve Orta Avrupa ile Amerika arasında, Amsterdam yapmaya başladı. İtalya, Rönesans’ta uygarlığın öncülüğünü yapmıştı; araştırmacıların zekâlarını kanal tekniği yönünde de işletmeleri beklenirdi. Lombardiya, arklarla sulama sistemini XI. yüzyılda uyguladı. XII. yüzyılda Tessin’in, XIII. yüzyılda da Adda’nın yatağını değiştirmeyi başardılar. Su işleri tekniği yaygınlaşıyordu. Hollanda ve Fransa ilk tasarılarını hazırladılar. XV. yüzyılda Seine’de Eure’den Troyes’a kadar gemiler işlemeye başladı. XVI. yüzyılda, Fransız mühendisi Adam de Craponne (1527-1576), Ourance ile Rhone sularını birleştiren bir kanal yaptı. Mühendis Domenico kardeşlerin (XV. yüzyıl) geliştirdiği ‘çifte kapılı tasfiye havuzu’ en son mükemmelliğine erişti. IV. Henri 1604′te Briare’da kanal şantiyeleri açtırdı. Bu iş, Tourslu mühendis Hugues Crosnier’ye verildi ve 1642′de işletmeye açıldı. Kralın bir suikasta kurban gitmesi, iç kargaşalıklar ve savaşlar nedeniyle bu iş oldukça uzamıştı. Bununla birlikte resmi makamlar ve mühendisler heyecan yaratan bir proje hazırladıkları için çalışmalar sürdürülmüştü. Proje, Okyanus’la Akdeniz’i bir kanalla birleştirmekti ama, bu yüce kişiler, hiç bir şey gerçekleştiremediler. Uygulanabilir bir planı sonunda Languedodu basit bir vergi memuru olan Pierre-Paul Riquet (1604-1608) teklif etti ve Colbert’in de desteğiyle 1667′de ilk kazmayı vurdu. Eserinin sona erdiğini (1681) görmenin kıvancına erişemediyse de, Riquet’in onur verici bir işi başardığı tartışmasız kabul edildi. Bu çağda Hollanda’da iç suyolları gemiciliğinde büyük gelişmeler görülmüştü. Sanayi ve tarım merkezleri, mavna seferleriyle birbirlerine bağlanmıştı. Sözgelişi Delft ile Rotterdam arasında en az on altı tekne işlemekteydi. Bu ulaşım araçlarının düzenliliğinden suyolunda sarsıntı olmadığı için rahatlığından ve ucuzluğundan ötürü, insanlar, âdeta eşyalara imreniyorlardı… Çünkü bunlar ırmaklar boyunca keyifli keyifli giderlerken, insanların, yoldan başka her şeye benzeyen, atların ayaklarını ya da arabaların dingillerini kırdıkları şoselerde eziyetli yolculuklara mahkûm edilmeleri haksızlık değildi de neydi? Bu nedenle de XV. yüzyıldan başlayarak insanların da suyoluyla taşınması tasarlandı. Bu girişimler, XVII. yüzyılda resmiliğe büründü ve suyoluyla düzenli şekilde insan taşıma işi ancak o zaman gerçekleştirilebildi. Böylece “su arabaları”, kara arabalarıyla ciddi bir rekabete başladı. Su arabaları, Fransa’da 1625′te Paris-Tours arasında işlemeye konuldu. Bunu Auxerre, Lyon, Nantes “hatları” izledi. Yolculuk uzun sürüyordu, ama en az üç kat daha ucuz ve kara taşıtlarıyla kıyaslanamayacak kadar da rahattı. Yolcu taşıyan şık ve süslü vapurlarda yolculara ayrılan bölümlere, manzarayı seyredebilmeleri için baştan başa cam takılmıştı


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5 Tarih

Mümin

Okyanuslar;

Y u r d a k u l Ticari Olarak Talan Ediliyor

Siyaset, Hemşeri Derneklerini Bozar…

Birçok Balkan hemşeri derneklerinin kendi varoluş nedenlerinin unutup, farklı siyasi görüşlerin savunucusu rolüne bürünmelerinin olası sonuçları üzerine yazılmış bir yazı...ve bence okunmaya değer!!!! Siyaset, Hemşeri Derneklerini Bozar… Aidiyet duygusu, insanoğlunun tabiatından gelir. Doğduğumuz günden beri kendimizi bir yerlere ait hisseder ve bu duygumuzu tatmin etmek isteriz. Hemşeri dernekleri, işte bu aidiyet duygusunu tatmin etmek için kurulmuş sivil toplum örgütleridir. Temsil ettikleri toplumun kültürel değerlerini korumak, bu konuda yazılı ve görsel eserlerin oluşturulmasına vesile olmak ve hemşeri buluşmaları gerçek leştirmek gibi çok önemli bir işlevleri vardır. Ancak ne yazık ki hemşeri dernekleri çoğunlukla bu işlevlerini yerine getirmek yerine hemşerilerinin sayısal çokluğuna güvenen bazı başarısız ve basiretsiz siyasetçiler tarafından politikaya alet edilirler. Bu nedenle hemşeri derneklerinin çoğunluğu, bir kültür ve iletişim yuvası olmak yerine, en cıvık kıvamda siyasetin konuşulduğu yerler haline gelmişlerdir. Siyasete heves eden tecrübesiz gençlerin düştükleri en büyük yanılgı da hemşeri derneklerinin yönetimine girip buradan siyasete yatay geçiş yapacaklarını zannetmektir. Önümüzdeki yerel seçimler öncesi, diğer hemşeri lobilerinde olduğu gibi bizim Avrupalıların derneklerinde de bu tuzağa düşen yeni genç arkadaşların isimleri piyasaya çıkmaya başladı… Şimdilerde hepsinin başında kavak yelleri uçuştuğu için nasihat dinlemeye vakitleri olmadığını biliyorum; ama yine de ben kendilerine ağabeylik vazifemi yapayım: 1- Bilesiniz ki Rumeli göçmenleri aşiret değildir, sürüpsikolojisiilehareketetmezler.İştebuvasıfları nedeniyle Rumeli göçmenleri, Türk toplumunun çimentolarından birisi olarak kabul ediliyorlar… 2- Bugüne kadar ne Rumeli derneklerinden, ne de başka hemşeri derneklerinden siyasete atılıp da başarılı olabilmiş bir tek örnek yoktur. Başarısız olmuş örnekleri ben saymayayım, siz zaten biliyorsunuz… 3- Hemşeri derneklerinin vazifesi kültürel ve sosyal çalışmalar yapmaktır. Siyasete alet edenler, kendi hemşerilerine düpedüz ihanet ederler. 4- İlla siyaset mi yapacaksınız? Bunun için ya bir siyasi partinin teşkilatlarında yer alacaksınız, ya da meslek hayatında başarılı olacaksınız… Bundan sonrası biraz da kader kısmetle ilgilidir. Sözümüz elbette gönülden cemiyetçilik yapmak için görev isteyen gençlere değil; ama hemşeri dernekleri üzerinden siyaset yaparım diye hayal kuranlara söyleyecek tek sözüm var: Aklınızı başınıza devşirin güzel kardeşim!

Türkiye’de Tıpta Bir İlk

Genel cerrahi uzmanı Opr. Dr. İhsan Oruk, böyle bir vakaya yönelik operasyonu Türkiye’de ilk kez kendilerinin gerçekleştirdiklerini söyledi. Dr. Oruk şöyle konuştu: “Bir çoğumuz balığı görünce dayanamayız. Balık çok faydalı bir yiyecek. Ama balığı yerken de çoğu zaman ufak tefek kılçıklar yutarız. Hastamız Azize Merdoğlu’nun birkaç yıl önce yediği balığın omurga kılçığı önce midesini delmiş. Mide delinmesiyle ilgili enfeksiyon başlamış. Enfeksiyon sonucunda karaciğer ve mide arasında yapışıklıklar oluşmuş. Kılçığın yaptıkları bununla da bitmemiş. Mideyi delerek tahriş eden kılçık, gelip karaciğerin sol lobuna yerleşmiş. Burada 7- 8 santimetrelik bir apse oluşturmuş. Son günlerde kuru öksürük ve ateş şikayeti ile hasta bize müracaat etti. Yapılan tetkikler sonucunda hastamızda 5 santimetrelik bir cismin varlığı tespit edildi. Ardından hemen operasyona aldık. Göbek deliğinden girerek laparoskopi yöntemiyle önce kılçığı aldık daha sonra da apseyi boşalttık. Yaptığımız operasyonu araştırdığımızda, Türkiye’de daha önce yapılmadığını tespit ettik. Türkiye’de ilk defa bir balık kılçığı, mideyi delerek karaciğere yapışması nedeniyle laparoskopi yöntemiyle çıkartıldı. Hastamızın sağlık durumu çok iyi.”

Artık balık avı, kıyıdan daha açıkta ve daha derinde yapılıyor. Derinde avlanma, bazı türleri, çok hızlı bir biçimde yok etmekte ve besin zincirini etkilemektedir. Devlet tarafından verilen hibe krediler, balıkçılığın, aşırı oranlarda artmasına sebep oldu. Okyanuslardan, ihtiyaç duyulanın, % 250 fazlası ürün çıkarılıyor. Batı Afrika’ya ait balıkların, Rusya, Asya ve Avrupa Birliği filoları tarafından sömürülmesi, 1960‘dan 1990‘a kadar 6 kat arttı. Afrika ülkelerine, bu sömürü için ödenen ruhsat ücreti ise, balıkların değerinin sadece % 7,5’u kadardır. Bu aşırı istismar yüzünden, geçim sıkıntısı çeken pek çok Batı Afrikalı balıkçılar, kendilerini sömüren bu ülkelere göç etmektedirler.

Tatlı Su Kaynakları Hızla Azalıyor Tatlı su kaynakları azalıyor. Bu nedenle 2025 yılı itiba-

rıyla, 1,8 milyar insanın mutlak anlamda bir su kıtlığı çekmeleri bekleniyor. Bunun dışında, su miktarındaki azalmanın, gelişmekte olan ülkelerde, % 50 ve gelişmiş ülkelerde ise % 18 oranında olması tahmin ediliyor. GEO-4’ün yorumu: “Artan su ihtiyacı ,su kıtlığı çeken ülkelerde tahammül edilemez boyutlara ulaşacak.” Su ekosistemler, tatlı su, besin ve başka yararlılıkları sağlayamayacak duruma gelecekler. İnsan faaliyetleri, patojen(hastalık yapıcı) mikrobik canlılar ve besin artıkları yoluyla, su kalitesinin düşmesine sebep oluyor. Su ekosistemler açısından, kişisel bakım ürünleri, ağrı kesiciler ve antibiyotiklerin potansiyel etkileri de oldukça kaygı verici. Gelişmekte olan ülkelerde, bir yılda, çoğu 5 yaşın altında olan 3 milyon insan, su kaynaklı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor. Tahminlere göre, bugün, 2,6 milyar insan için sağlık hizmetleri yetersiz kalıyor. Tüm Dünya’da, kirli sular, insan hastalıkları ve ölümlerinin en önemli nedeni.Tatlı sularda yaşayan omurgalı hayvanlar, 1987’den 2003’e kadar, ortalama olarak yaklaşık; % 50 oranında azaldı. Bu canlılar, kara veya denizde yaşayanlardan, çok daha hızlı bir şekilde tükeniyorlar.

Ermenilerin Katlettiği Yahudiler

Ermeniler 10 bin Yahudi’yi katletmiş

Arşivlerde yapılan araştırmalarda Ermeni çetelerinin Anadolu ve Kafkasya’da yaklaşık 10 bin Yahudi’yi katlettiği ortaya çıktı. Aksiyon dergisinin bu haftaki sayısında yer alan habere göre geçtiğimiz haftalarda ABD’deki Yahudi lobi kuruluşu ADL’nin (Anti Defamation League/İftira inkarla mücadele birliği) Ermeni soykırımı iddialarını önce benimsemesi ardından ‘konu tarihçilere bırakılmalı’ yönünde açıklama yapması, Yahudiler nezdinde yer yer rahatsızlık oluşturdu. Aynı günlerde İsrail’in Washington Büyükelçiliği eski müsteşarı Lenny Ben-David, İsrail hükümetini bu konuda dikkatli olmaya çağırıyordu. David, 5 Ekim’de Jerusalem Post gazetesinde yayınlanan “Türkiye ve Ermenistan: Yahudiler ne yapmalı?” başlıklı makalesinde Ermenilerin yüz binlerce Müslüman ve binlerce Yahudi’yi katlettikleri yolundaki bilgi ve duyumlara dikkat çekti. Osmanlı arşiv ve belgelerine bakıldığında ise Ermeni çetelerinin 1914’ten başlayıp 1919’a kadar 2 milyon Müslüman’ı katlettiği ortaya çıkıyor. Aynı belgeler binlerce Yahudi’nin de Ermeniler tarafından katledildiğini ortaya koyuyor. Kesin bir rakam olmamakla birlikte sayının 10 bini bulduğu belirtiliyor. Haberde Sabetaycılık, ve Yahudi cemaatleri konusunda çalışmaları olan Dr. Gad Nassi’nin, Ermenilerin yaptığı katliamı canlı tanıklarından dinlediğine de yer verilmiş. Osmanlı Devleti o tarihlerde Ermenilerin Müslüman ahaliye, özellikle kadınlara yönelik yaptıkları mezalim ve kötü fiillerle ilgili araştırma yaptırıyor. Bu çalışmalardan çıkar raporlara göre memurlar Hakkari’den çıkıp akrabalarını arayan Yahudi cemaatine mensup 300 kişilik bir kafilenin Ermenilerce doğranıp duvar şeklinde istiflendiğini görüyor.

Dünyada ve Türkiye’de Olaylar

•1915İngilizveFransızharpgemileri,ÇanakkaleBoğazı’nıngiriştabyalarınıtopatuttuvekarayaaskerçıkarmagirişimindebulundu. •1918MustafaKemal,Almanİmparatorutarafından,birincirütbeden KılıçlıCordonvePrussunişanıiletaltifedildi. •1919Teali-iİslamCemiyeti,İstanbul’dakuruldu. •1919KaradenizTürkleriMüdafaa-iHukukCemiyeti,kuruldu. •1920Müttefiklerintehditültimatomları,İstanbulHükümeti’nceyayımlandı.

•1922KazımKarabekir,uzmanlardanoluşanikincibirMeclisinkurulmasınıönerdi. •1923İzmir’dendönenMustafaKemalPaşaileİstanbul’dangelenİsmet Paşa’nınEskişehir’debuluşmaları,birlikteAnkara’yadönmeleri.

•1932Halkevlerikuruldu. •1947Türkiye,UluslararasıParaFonu’na(IMF)kabuledildi. •1951NobeledebiyatarmağanısâhibiFransızyazarAndreGide, Paris’teöldü. •1956TürkMilliFutbolTakımı,MacarMilliTakımı’nı3-1yendi. •1959Türkiye,İngiltereveYunanistan,Kıbrıs’ınbağımsızlığınıöngörenLondraAnlaşması’nıBaşbakanlardüzeyindeimzaladı. •1959ZürihAntlaşması,LondraAntlaşmasıadıaltındaTürkiye,Yunanistan,İngiltereveadadakiikihalkınliderleritarafındantekrarimzalandı.BöyleceKıbrıs,ikihalkınortakegemenliğindeveyönetiminde, üçülkenindegarantörlüğündebiradahalinegeldi.Ayrıcataraflarca GarantiveİttifakAntlaşmalarıdaimzalandı. •1963İlkOrduPazarı,Ankara’daaçıldı. •1966TürkSovyetTicaretAntlaşmasıimzalandı. •1971Devlettarafındançıkarılaneskitahvillereödenecekfaizyüzde 6’dan9’açıkarıldı. •1977Petrol-İşSendikası’nınKocaeliveKöseköy’dekigazdolum tesislerindebaşlattığıgrevBakanlarKurulukararıylabirayertelendi. •1977ODTÜAkademikKonseyi,kendilerinedanışılmadanrektörlüğegetirilenProf.HasanTaniçinoybirliğiile“güvensizlik”kararıaldı. •1983TürkiyeDemir-Çelikİşletmeleritaksitlesatışabaşladı. •1993TiyatrooyuncusuYamanOkayöldü. •1994Libya’daşeriatuygulamasınageçildi;İslamitakvimuygulanmayabaşlandı. •1996GümrükBirliğiOrtakKomitesi1incidönemtoplantısıyapıldı. •1997DYPGenelBaşkanıÇiller,TEDAŞveTOFAŞsoruşturmalarındaaklandı. •1999Türkiye-ABKarmaParlamentoKomisyonu44üncüdönemtoplantısıyapıldı. •2001MGKtoplantısındaCumhurbaşkanıveBaşbakanarasında yaşanangerginlik,krizinilkişaretleriniverdi.Borsayüzde14.6düştü, repofaizleriyüzde760’avurdu.MerkezBankası’ndanyaklaşık7.6 milyardolarlıkdövizçıkışıolduğuiddiaedildi.G-20toplantısıyapılırken,FischerveDepplerBaşbakanEcevitilegörüştü. •2001BirsüreönceboşanantiyatrodünyasınınünlüçiftiLevent KırcaileOyaBaşaryenidenevlendi. •2001Brezilyatarinininenbüyükisyanında,23cezaevindeaynıanda başlayanolaylarda11kişiöldü. •2002HükümetortaklarıANAPveMHParasındaTCK’nın312 ve159.maddelerindedeğişikliköngörenUyumYasası’nailişkintartışmalarınardından,idamcezasınınkaldırılmasıkonusundadaanlaşmazlıkyaşandı.KoalisyonortaklarındanANAPveDSP,idamın kaldırılmasıiçin,MHP’sizbirformülararken,MHPGenelBaşkanı, DevletBakanıveBaşbakanYardımcısıDevletBahçeli,idamınkaldırılmasınakarşıolduklarınıveAnayasadeğişikliğiolmadanidamın tümüylekaldırılamayacağınısöyledi. •2002İşçiPartisi,DışişleriBakanıİsmailCemvebazıbakanlıkbürokratlarıhakkında,ABKomisyonuTürkiyeTemsilcisiKarenFogg ilegizlibilgialışverişindebulunduklarıiddiasıylaAnkaraCumhuriyet Başsavcılığı’nasuçduyurusundabulundu •2002Afganistan’daTalibangüçlerinekatılan,Taliban’ınBağram Kampı’ndayaşayanAytaçPolatadlıTürk,Ankara’dayakalandı.Polat,ifadesindeTürkiye’defaaliyetgösterenSelefiörgütünemensupolduğunusöyledi.

Bulgaristan’dan Kısa Kısa Yurt dışındaki Bulgar toplulukları, devletin on-

lara karşı bambaşka bir muamele sergilemesini istiyorlar Kasım ayı başlarında Brüksel’de AB Parlamentosu’nda dünyadaki Bulgar toplulukları temsilcileri bir araya gelerek, Yurt Dışındaki Bulgarlara ilişkin stratejiyi hazırlayacaklar. Cumhurbaşkanı yardımcısı Margarita Popova bunu Veliko Tırnovo’da bildirdi.Popova, 18 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nde yurtdışındaki Bulgarların milli ve kültürel kişiliği ile ilgili stratejinin hazırlanmasının masaya yatırılacağını belirtti. CumhurabaşkanıyardımcısıPopova,yurtdışındakiBulgardiasporasınındevletinonlarakarşımuamelesinideğiştirmesini,ülkemizinyurtdışındakiiyiimajını oluşturmalarıiçinBulgarpolitikasınınüretilmesinekatılmakistediklerinivurguladı. ……………………………………………. Yaz sonuna kadar Bulgaristan’da yedi yeni sizmolojik istasyonu kurulacak Bulgar Bilimler Akademisi (BAN), Ulusal Jeofizik, Jeodezi ve Coğrafya Enstitüsü, yaz sonuna kadar Bulgaristan’da yedi yeni sizmolojik istasyonunun kurulacağını, duyurdu. Yeni cihazlar, BulgarRomen projesi çerçevesinde sağlanacak. 1,5 milyon avro değerindeki finansmanı ise , Avrupa Birliğinin sınırötesi programı tarafından yapılacaktır. Yeni bir projeyi, Moldova, Romanya, Bulgarsitan ve Türkiye, ortaklaşa olarak gerçekleştirecek. Ortak programın maliyeti 700 bin avro olacak ve finansmanı “Karadeniz” Operatif Programı tarafından sağlanacak. …………………………………………….. Bulgaristan, yüksek teknolojiler ve yenileşimler alanında yapılan her yatırıma sıcak bakıyor ‘Bulgaristan, yüksek teknolojiler ve yenileşimler alanında yapılan her yatırıma sıcak bakıyor. ‘Lukoil Neftohim Burgas’ Rus Şirketi’nin Bulgaristan’daki yakıt işletmesinin inşasına bazı Bulgar şirketlerinin alt üstlenici olarak davet edilmesi, çok olumlu bir gelişmedr. ‘ Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev bunu Perşembe günü Burgas kentinde yakıt işleyecek kombinanın inşasının başlatılmasıyla ilgili olarak ‘Lukoil’Şirketi yönetimiyle görüşmesinde belirtti. Maliyeti 1.5 milyar dolar olan bu büyük işletme, bu yıl Bulgaristan’da gerçekleştirilen en büyük yatırımdır. ………………………………………………. 1.Haziran tarihinden itibaren halka açık yerlerde sigara yasağı uygulaması yürürlüğe giriyor Kapalı mekanlarda sigara yasağı uygulamasını yaklaşık 650 sağlık müfettişi denetleyecektir. Bugünden ititbaren Sağlık Kanundaki değişiklikler yürürlüğe giriyor. Bu değişikliklerle, kapalı mekanlarda ve bazı kamuya açık yerlerde sigara kullanımı yasaklanıyor. Cezalar 300 ile 500 leva arasında değişiyor. Değişikliler, sigara tiryakilerin sayısının azaltmasını amaçlıyor.

Toplum Hakları ve İdeolojiler Mahmut ORAL

BULGARİSTAN’DA TÜRK DİLİ ÖĞRETİMİ

Türkçe Eğitimi ile İlgili Gelişmeler. Totaliter rejim yöneticilerinin 1989’da gerçekleştirdikleri “Büyük Göç”, ülkedeki yaşam temposunu alt üst etti. Yüzbinlerce Türk Türkiye’ye göç edince birçok alanda işçiye ihtiyaç duyuldu, bazı bölgelerde sağlık memuru, ebe, hemşire, şoför gibi görevlerde çalışanların sayısı minimuma düştü ve sıkıntılar yaşanmaya başladı. Bulgar öğretmenler arasında ise büyük bir işsizlik baş gösterdi . Çünkü Büyük Göç’te Türk öğrenciler göç etmiş, birçok bölgede okullar öğrencisiz kalmıştı. 10 Kasım 1989’da Bulgaristan Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı Todor Jivkov iktidardan indirildi ve ülkede demokrasiye bir geçiş süreci başladı. 29 Aralık 1989 tarihinde Bulgaristan Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu, “soya dönüş süreci” döneminde yapılmış yolsuzlukların ortadan kaldırılması kararını aldı. Alınan kararlarla Türklere azınlık hakları verileceği veya en azından bazı imtiyazlar sağlanacağı demek değil, sadece Anayasanın garantilediği kişi hakları öngörülmekteydi . 1984-1985 yıllarında zorla değiştirilen Türk adlarının iade edileceği, Türk çocukların okullarda ana dilinde de dersleri olacağı söylentileri yayılmaya başladı. Daha o günlerde Türkçenin haftada kaç saat okutulması sorunu ortaya çıktı. Haftada en az dört saat okutulması önerildi ve daha sonraları Cumhurbaşkanlığı ve Eğitim Bakanlığında yapılan görüşmelerde bu öneri ağırlık kazanmaya başladı. Görüşmelerde bu satırların yazarının başkanlığında Türk azınlığın, Haklar ve Özgürlükler Hareketinin (HÖH) temsilcileri, Türkçe eğitime anaokulunun en büyük yaş grubundan başlanmasını, yani okul öncesi yaşta çocukların ana dilini öğrenmeye başlamalarını istiyorlardı. Resmî Bulgar temsilcileri ise Türk çocuklarının Bulgarcayı öğrenmelerine Türkçenin bir engel yaratacağını, bu yüzden de ikinci, hatta üçüncü sınıfta haftada iki veya üç saat Türkçe okutulmasında ısrarlıydılar. Tartışmalar çok sürdü ve 1990-1991 ders yılı Türkçe ders okutulmadan sona erdi. Temmuz 1991 yılı yeni Anayasasının 36. maddesinde: “Ana dilleri Bularca olmayan vatandaşların, Bulgarcayı zorunlu olarak öğrenmelerinin yanı sıra, kendi ana dilini de öğrenme ve kullanma hakları vardır” denilmekteydi . Evet, 1971 Anayasasında da azınlıkların ana dilini öğrenme ve kullanma hakları garantiye alınmaktaydı. Ancak gerçekler başkaydı… HÖH Merkez Yönetim Konseyi üyeleri ve öteki Türk aydınları yeni Anayasanın 36. maddesine dayanarak ana dilinde eğitim konusunu bir numaralı sorun olarak yeniden ortaya koydular. Okullarda Türk çocuklarının Türkçeden de ders yapmaları Eğitim Bakanlığınca devamlı erteleniyordu. Buna bir tepki olarak HÖH’ün desteğiyle Türkler faaliyete geçti ve Türk öğrenciler dersleri boykot ederek haftalarca okula gitmediler. Bazı ana-babalar tarafından açlık grevi başlatıldı. Gerginliğin giderek artması üzerine Bulgaristan Ulusal Meclisi 1991/92 öğretim yılından itibaren Türkçenin okutulması kararını aldı . Bu karara karşı çıkan Bulgar öğrencilerin ana ve babaları, bazı öğretmenler ve aşırı şoven gruplar okul kapılarına yığılarak Türk öğrencilerin okula girmelerini engellediler, trenleri durdurdular, ana yolları kestiler. Bu arada Parlamento seçimleri yapılmış, yeni hükümet kurulmuştu. Türkçenin okutulması karara bağlandı, ancak öteki dersler gibi zorunlu değil de, çocukların isteğine bırakılıyordu. Bulgaristan eğitim tarihinde ilk kez Bulgar okulları üç kategoriye ayrılıyordu: 1. Belediye okulları: I-VIII. Sınıfa kadar (ilk ve ortaokullar), 2. Devlet okulları: Lise, lise düzeyli tüm okullar ve yüksek öğretim kurumları, 3 . Ö z e l o k u l l a r .


6

Global Sorunlar Avrasya, AB’nin Yerini Alacaktır Yazı: Tatyana Obretenova

Sofya’da, Bulgaristan’ın yurtdışı diplomatik misyon başkanlarının konferansı düzenlendi.Dışişleri Bakanı Nikolay Mladenov, Sofya’da düzenlenen konferansta, devletin dış politika önceliklerinin ana hatlarını Bulgaristan’ın yurtdışı diplomatik misyon başkanlarına tanıttı.Mladenov üç günlük konferansa yurtdışında 60 misyon yöneticiyi bir araya getirdi. Mladenov şunları belirtti: ‘Bizim konumumuz yabancı piyasalar ve yabancı yatırımcıları Bulgar ekonomisine çekmek. Daha eski diplomatlar hartırlayacaklar dışpolitikamızı ekonomik açıdan daralma çağrıları vardı. Ve dışekonomik payı dışişleri bakanlığının elinden alınmıştı. Çok büyük bir hata ve Bulgaristan’ın bazı kaynaklara ulaşımı engelledi. Günümüzde başka tür tutumdan söz ediyoruz. Geçmişteki modellere dönmek istemiyoruz. 21.asırda çalışacak modelleri oluşlturmalıyız. Birincisi bu demek ki, Bulgar iş alanına yeni imkanlar araştırmalıyız, yeni piyasalar ve Bulgar malları için yeni piysalar, Bulgaristan’ın tanıtılmasına ait Bulgar markalarını yeni, akıllı ve şartlara uygun bir şekilde reklamını sağlamak. Bulgaristan’ın dış politikasının öncelikleri arasında en önemlisi diplomasinin Batı Balkanlar’ın AB’ne girmesine katkıda bulunmak.Üye ülkelerinde bu eğilim bu perspektif pek heyecanla karşılanmıyor. Mladenov: ‘Balkanlar’ın yapıcı hücmüne ait bir politika izlemeye başlamalıyız’, derken şunları ekledi: ‘Bizim tarihi sorumluluğumuz AB’nin Batı Balkanlar’a genişlemesiyle komşularımız arasında da savaşların ortadan kaldırmaktır.Bundan dolayı her fırsatta tekrarlayacağım. Bulgar dış politikasının menfaatine olan, Bulgar güvenliğin menfaatinedir, Batı Balkanlar’dan komşularımızın AB ile bütünleşmesi. Komşularımız ile ilişkilerimiz önceliktir.Başka şey olamaz. Dış poltikamızın ikili, bölgesel, Avrupa , NATO , global kültürel, ekonomik, sosyal, güvenlik açısından öncelikleridir. Dış işleri bakanı diğer kilit öncelikleri sıralarken AB’nin çalışmalarındaki yeni kaliteyi belirledi. Ülkemiz tüm düzeylerde karar verme sürecine katılmaktadır.Yeni Avrupa diplomatik dairesinin çalışmalarında da dahil. Bir başka öncelik Bulgaristan’ın Arap dünyasındaki iyi konumlarını korumak.Hatta karar vermenin yönlendirilmesi gibi eşsiz bir imkanımız var. Kilit ödevler arsında Rusya’ya yönelik ve Doğu’ya yönelik iş imkanları açısından en doğru yolu bulmak. Ama sorunları paket halinde değil ayrı ayrı çözüp. Ve Çin ve Asya ülkeletri ile esnek politika izlemek. Mladenov’un en güncel girişimleri arasında büyük bir Balkan forumu düzenlemek. Bakanlık dışpolitika konusunda analiz ve yıllık raporların hazırlanmasını ve Meclise sunulamsını önerecek. Türkçesi: Müjgan Baharova

Ünlü Bulgar şairi İvan Dinkov ‘un oğlu ve “Yeşil Bulgaristan “ partisinin lideri yazar Stoan Dinkov Avrasya Avrupa Birliği’nin yerini alacak düşüncesindedir. “Siela” yayınevinin neşrettiği “Osmanlı-Roma İmparatorluğu, Bulgarlar ve Türkler” konulu yeni kitabında Attila’nın zamanından beri Bulgaristan ve Türkiye’nin ortak tarihini araştırdı ve bu güne kadar bilinen, genel olarak kabul gören en popüler tezi “Türk esareti” ile fikir çatışmaları yaratacak yeni bir tez geliştirdi. Yazara göre Osmanlı, Roma İmparatorluğunun bir devamıdır ve son derece zor bir dönemden geçmekte olan Bulgar halkının bu değişim sayesinde hayatta kalabildiği görüşündedir. Dinkov, Osmanlı sultanları yönetiminin birçok Avrupalı yöneticilerinden daha hoşgörülü olduğunu açıklamakta, Bulgar ve Türk’lerin ortak bir tarihi geçmişi paylaşan ve Atilla’nın zamanından beri Avrasya bozkırlarını yöneten eski bir ülkeden geldiklerini iddia ediyor. Dinkov, Bulgaristan’ın Türk toplulukları ile bundan böyle iyi ilişkiler içinde olmasını, dünyanın geleceğini ortaklık belirleyeceğini ve Avrupa Birliği’nden sonra oluşacak olan Asya ve Avrasya Birliğinin öneminin altını çizmektedir. - Sayın Dinkov, kitabınızda Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’na ilhak edilmesini Bulgar halkını yok olmaktan kurtardığını iddia ediyorsunuz. Neden böyle düşünüyorsun? - Bulgaristan bu büyük ülkenin bir parçası olduğunu bilmeliyiz. Bu gün var olan 52 bağımsız ülke de Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde idi. Bu gün hepsi de modern egemen devletlerdir. Bunlar 400 ve 600 yıl Osmanlının bir parçası olduğu halde inançlarını, gelenek ve göreneklerini devam ettirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu hudutları içindeki asimile olan halk yoktur. Osmanlı imparatorluğu’ na ilhak edilmiş veya yok olan bir halk yoktur. Bulgaristan’ın bu büyük ülkeye ilhakı bizim halkımızı korumuştur, çünkü o zaman memleketimiz çok kötü bir durumdaydı. Ülkemiz 14. yüzyılda çok küçük, zayıf ve üç parçaya bölünmüş idi. O zaman, çok güçlü bir ülke olan Macaristan sözde Vidin (Batı) Bulgaristan’ına ilgi duyuyordu. Bulgaristan’da Macar vasalları (bağlı beylikler) olan Sırbistan ve Eflâk’ın da çıkarları vardı. Osmanlılar gelmeseydi, bütün zayıf ülkelerle ne oldu ise bizimle de öyle olacaktı. Yunanistan Trakya topraklarını alacaktı. Dil ve inanç benzerliği olan Sırbistan - bizim dil de hemen hemen aynıdır, bu kez de Bulgaristan’ın bir parçasını benimse-

yecekti. Vidin çarlığı Macaristan’ın parçası olacaktı. Dobruca, Venedik ile ilişkileri tarafından bakarsak, Dubrovnik gibi, onların kontrolü altında girecekti. Bizden geri ne kalırdı - uygulamada hiçbir şey. Görülüyor ki, Osmanlıların gelmesi, bizim etnik köken, bu büyük toplumun bir parçası olmasına rağmen, hiçbir etnik sınırları olmayan bir toplum olarak ortadadır. Dobruca, Tırnovo, Vidin, yeniden birleşiyorlar. Bu zamanda Bulgarlar yaklaşık bir buçuk

milyon idi. Ve 19. yüzyılın 60’lı yıllarda Bulgar etnik grubu, Kuzey Yunanistan Bulgarlarının yanı sıra Üsküp çevresinde bulunanlar da dahil olmak üzere, yaklaşık 7 milyona sahiptir. - Osmanlı dönemi için “kölelik” olarak olumsuz düşünce nereden kaynaklanıyor? - Bunun sebebi Rusya’nın çıkarlarıdır. Panslavizm’in fikirleri Büyük Ekaterina’nın zamanında yayıldı. Rusya da, Slavları etnik kökene dayalı değil de, dil temelinde birleştirmeye çalıştı, Ruslar bizim Slav olduğumuza inandığı için Bulgaristan’da bir kültürel açılım başlatılıyor. Amaç bu topraklara hakim olmak, yönetmek ve sonunda İstanbul’a ulaşmak. “Bulgarlar slavdır, ki onlar çok acı içindedir” diyerek kitle propagandası başlatır. Rusya’dan Bulgaristan’a çok zeki kişiler gelir ve bunlardan biri de Dostoyevski eserinde çok farklı şekillerde, “kölelerin” nasıl yaşadıklarını anlatır. Böyle olduğuna inanıyorum. - Bulgar milli uyanışı bu propagandanın meyvesi midir? - Evet, Rus propagandasının ve Matsini’nin görüşlerinin meyvesidir. Bunda kötü bir şey yok, ama bu fikirlerin İtalya’da Carbonarların içinde özel bir işlevi vardır. Bizde de eylemler aynı modelde uygulamaya konmuştur. Mazzini’nin devrimci fikirleri ile Rus panslavizmin kaynaşması biraz kargaşa oluşturmuştur. Devamı Gelecek Sayıda

Bulgaristan Türklerinin Sesi Bilgilendirmek

Bulgar Helzinki Komitesi

2011’de Romanlara karşı etnik ayrımcılık olayları arttı Yazı: Diana Hristakieva Bulgar Helsinki Komitesi’nden Avukat Margarita İlieva’ya göre, geçen yıl yargının bağımsızlığı ve yasaların üstünlüğü ciddi oranda darbe aldı. Bulgar Helsinki Komitesi’nin 2011 yılı İnsan Hakları Raporuna göre, ülkede birçok yasanın hukuksal çerçevsinde iyileşme, insan haklarının korunmasında, yargının bağımsızlığı ve ifade özgürlüğü gibi alanlarda önemli stratejilerin hazırlandığı kaydedildi, aynı zamanda polis şiddeti olayların arttığına dikat çekildi. Bağımsız insan hakları savunucusu teşkilat, 1993 yılından beri bu tür raporlar yayınlıyor, belgeler insan hakları alanında bir barometre niteliği taşıyor. Komitenin hukuk programı müdürü avukat Margarita İlieva şunları anlattı: “Geçen yıl yargının bağımsızlığı ve yasaların üstünlüğü ciddi oranda darbe aldı ve benim açımdan asıl sorun bundan kaynaklanıyordu. Mahkemenin bağımsızlığı hem Başbakan Yardımcısı Tsvetan Tsvetanov’un temil ettiği icra idaresinden, hem de Yüksek Yargı Kurulu’ndan ciddi eleştirlere ve saldırılara maruz kaldı. Bulgar Helsinki Komitesi raporunda 2011 yılında Roman azınlığına karşı etnik ayrımcılık olaylarının artttığına dikkat çekildi. Engelli çocukların kurumlardan çıkarılıp, topluma kazandırılması sürecinde de aksanlar kaydedildi ve bu sürecin yavaş ilerlediği açıklandı. Psikolojik rahatsızlık ve zeka sorunu olan yaşlılar yurtlarıyla ilgili problemler devam ediyor. Bulgaristan’da özel istihbarat ve dinleme mekanizmaları, telekulak araçlarının yoğunuluğu dolayısıyla, binlerce insanın özel ve aile hayatının dokunulmazlığının da zedelendiği belli oldu. Bulgar Helsinki Komitesi Başkanı Krasimir Kınev, cezaevlerindeki aşırı yoğunluğun hala bir sorun teşkil ettiğinin altını çizdi: “Bulgar cezaevleri, insanların özgürlüğünün kısıtlandığı yerler olmakla beraber, aynı zamanda mahkümların aşağılayıcı muamale gördükleri mekanlardır. Bazı hapislerde insanlıkdışi kötü şartlar mecvut. Varna ve Burgas cezaevlerinde insan hakları sıfıra alınmış vaziyette. Hapislerde yerde, sedirde yatan mahkümlar dahi var. Mahkümlara istihdam eksikliği ve uğraş sağlanmaması da onların yegane insan haklarını çiğneyen konumlardır”. Yüksek İdare Mahkemesinin ayrımcılıkla mücadele yasalarının kabul edilmesi ve İçişleri Bakanlığının polis tarafından silah ve güç kullanımın sadece “kesin ihtiyaç” standartı getirilmesine dair yeni düzenlemesi raporda olumlu nokta olarak yer aldı. Geçen sene hükümetin Çocuk Adalet ve Yargı Alanında Devlet Politikası Sözleşmesini kabul edilmesine de olumlu gelişme olarak bakıldı. Yasaya aykırı davranışlarda bulunan çocukların korunmasında sosyal ve eğitim önlemlerin alınması da BMT’nın Çocuk Haklarını Koruma Komitesi’nin önerileri bazında düzenleneceği belirtildi. Türkçesi:Sevda Dükkancı

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Medya’da

Azerbaycan Milletvekilleri Prof.Dr.Chingiz Ganızada ve Jale Alieva Bulgaristan basınında BULTÜRK

BULTÜRK Kosova basınından

Bulgaristan basınında BULTÜRK

Kırım’ın Halkının 68 yıl soykırımı anma programı


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

Misyonerlik Faaliyetler

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÜLKEMİZDEKİ MİSGEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÜLKEMİZDEKİ MİSYONERLİK FAALİYETLERİ Özet: Bu makalede ülkemiz coğrafyasında misyonerlerin geçmişten günümüze çok yönlü ve sistematik olarak yürüttükleri hakkında bilgi verilecektir. Anahtar Kelimeler Misyonerlik, Protestan Misyonerliği, Katolik Misyonerliği a) Geçmişten Günümüze Ülkemizdeki Misyonerlik Faaliyetleri Misyonerlik özelliklede Hıristiyan misyonerliği geçmişten günümüze kadar Müslüman milletimizi uğraştırmış hususlardan biri olmuştur. Dini ve milli değerlerimizin erozyona uğratılmak istenmesi ve büyük ölçüde bunda da başarılı olmasında misyonerlerin sistematik ve örgütlü çalışmalarının rolü çok büyüktür. Misyonerlikle ilgili basılı eserlerde Türkiye “İncil Ülkesi” anlamına gelen “Bible Land” olarak adlandırılır. Zira İncil’de geçen pek çok önemli merkez Anadolu’dadır.[1] Misyonerlerin kendi ifadeleriyle: “Bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar, silahsız bir Haçlı Seferi ile geri alınacaktır.” Yüzyıllardır süren Haçlı Seferleri sonucunda Anadolu’nun ebediyyen Müslüman -Türk olarak kalacağı Avrupalılara defalarca ispatlanmıştır. İşte bu nedenle Batı, silahlı Haçlı Seferleriyle yapamadığını, silahsız bir şekilde, yani misyonerlik faaliyetleri ile yapmaya başlayacaktır. Tarihçi Richard Langhaener‘in yerinde bir tespiti ile: “Batı, Doğu’nun zenginliklerini ele geçirmek için en etkili silah olarak misyonerliği seçecektir.” Anadolu’da yüzyıllarca, başta Hıristiyanlar olmak üzere, bir çok gayrimüslim barış ve huzur içinde bir arada yaşamış, 19. yüzyıla kadar Osmanlı ülkesinde ciddi bir misyonerlik faaliyetleri görülmemişti. Zira 19. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti, henüz siyasi gücünü kaybetmemişti.[3] Osmanlı devleti topraklarına gelen ilk misyonerler Katoliklerdir. Fransız olan bu misyonerler, başta İstanbul olmak üzere, Osmanlı Devleti’nin çeşitli bölgelerine dağıldılar.[4] Bu misyonerlerin amacı Hıristiyanlığı yaymak ve İstanbul’daki azınlıkların eğitimi ile ilgilenmekti.[5] Fransız olan, Katolik Cizvitler ile başlayan eğitim ve öğretim faaliyetleri sonucunda 1538’de Saint Benoit isimli Fransız okulu açıldı. Osmanlılarda açılan ilk yabancı okul budur.[6] Cizvitlerden başka Katoliklerin diğer kolları olan Fransisken, Dominiken, Kapuçin ve Firerler rahip ve rahibeleri de Osmanlı ülkesine gelmeye başladılar. Ve çoğu kendi ismiyle açılan Saint Joseph, Saint Georges, Saint Michel, Saint Pierre, Saint Louis, Nontre Dame Sion gibi okullar açtılar.[7] Cizvit ve Fransiskan misyonerleri, en çok İstanbul, İzmir, Halep, Suriye, Filistin Mısır, Irak, Kıbrıs ve Yunanistan’da faaliyet gösteriyorlardı.[8] Katolik misyonerleri; Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Yezidiler ve Yahudilere yönelik misyonerlik faaliyetleri yürütmüşler, çok sayıda kilise okul, hastane, matbaa, pansiyon, yetimhane, yurt, dispanser açmışlardır.[9] Fakir ve kimsesiz çocuklardan,

yaşlılara kadar, bilhassa yardıma muhtaç insanları kendilerine ilgi alanı seçerek, faaliyetlerini bu kimseler üzerinde yoğunlaştırmışlardır. [10] Osmanlı Devleti’nde misyonerlik faaliyetlerinde bulunan bir diğer Hıristiyanlık mezhebi ise Protestanlardır. Özellikle Amerikalı misyonerler, Protestan misyonerlerinin başını çekmekteydiler. Protestan misyonerleri 1819’dan itibaren Osmanlı topraklarına gelmeye başladılar. [11] 1810 yılında, ABD’de kurulan “American Board Of Commissioners For Foreign Missions” “ABCFM” misyonerlik teşkilatı, Osmanlı Devleti’nde faaliyet gösteren Protestan misyonerlik kuruluşlarının en büyüğüdür. ABCFM misyonerlik teşkilatı misyonerleri, 1819 yılından itibaren Osmanlı topraklarına gelmeye başlamışlardır. [12] ABCFM misyonerlik teşkilatı, faaliyetlerini daha çok Ermeniler,* Bulgarlar,* Rumlar* ve eski Doğu Kiliseleri’ne mensup Asurîler ve Nasturiler gibi Hıristiyanlar üzerinde yoğunlaştırdılar. [13] Amerikan Protestan misyonerleri, 1846 yılında İstanbul’da Protestan kilisesini açmışlardır. Bunu müteakiben 1850 yılında ABD’nin ve İngiltere’nin artan baskıları karşısında Osmanlı Devleti, bünyesindeki Protestanları ayrı bir “millet” olarak tanımıştır. Bu tanıma olayı, Protestan misyonerlerinin etkinliklerini daha da artırmıştır. [14] Amerikan misyonerleri İncil’i, başta Türk, Arap, Yunan, Bulgar, Ermeni, Yahudi dilleri olmak üzere 23 dile çevirmişler ve Osmanlı ülkesinin her tarafına dağıtmışlardır.[15] Amerikalı misyonerlerin misyonerlikle ilgili basmış olduğu dokümanların sayfa sayısı 600 milyonu bulmaktadır. [16] ABCFM misyonerlik teşkilatının hazırladığı Bartlett Raporu, Osmanlı topraklarındaki faaliyet ve hedeflerini şu cümleyle özetler: “Misyonerlik faaliyetleri açısından Türkiye, Asya’nın anahtarıdır.” [17] ABCFM, bu çerçevede Osmanlı ülkesini misyonerlik faaliyetleri açısından 3 idari bölgeye ayırır: 1. Doğu Bölgesi: Harput (Elazığ), Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Mardin. Bu istasyonlar Harput’a bağlıydı. 2. Batı Bölgesi: İstanbul, İzmir, Talas,(Kayseri) Trabzon, Ordu, Bursa, Merzifon, Manisa, Sivas, Adapazarı. Bu istasyonlar İstanbul’a bağlıydı. 3. Antep, Urfa, Maraş, Halep, Adana, Tarsus. Bu istasyonlar Antep’e bağlıydı. [18] 19. yüzyılda Anadolu’daki Amerikan misyonerlik okulu sayısı 417, bu okullarda okuyan toplam öğrenci sayısı 17 bin 556’dır. Şöyle ki: ilkokul sayısı 378, bu okullarda okuyan öğrenci sayısı 14 bin 414; orta okul sayısı 33, bu okullarda okuyan öğrenci sayısı 2 bin 600; açılan ilahiyat okulu sayısı 3, bu okullarda okuyan öğrenci sayısı 520’dir. Bu okullarda çok sayıda Rum, Ermeni ve Bulgar çocukları öğrenim görmüştür. Rum isyanlarını, Ermeni isyanlarını Bulgar isyanlarını yöneten ihtilalci liderler hep bu okullardan yetişmiştir.[19] Bu okulların gelirleri başlıca 3 kaynaktan sağlanıyordu: Birinci kaynak, Amerikan ve İngiltere hükümetlerinin mali yardımlarıydı. İkinci kaynak yerli ve yabancı gönüllülerin yardımlarıydı. Yabancı gönüllülerin yardımları, ABD ve İngiltere’deki kişi ve kuruluşlardan, yerli gönüllülerin yardımları ise, genellikle yörenin Protestan cemaatine mensup varlıklı kişilerden sağlanıyordu. Üçüncü kaynak ise; yatılı ücreti, ders ücreti, kitap kirası vb. adlar altında öğrencilerden alınan paralardı. Bir anlamda okullar giderek, birer ticari işletme haline geldiler. [20]

Güneş Doğarken ve Batarken Neden Aynı Renkte Görünmez Güneş ışığı beyaz görünmekle birlikte, görebildiğimiz bütün renklerdeki ışığın karışımıdır. Eğer bir nesneyi mavi görüyorsak, bunun nedeni, bu nesnenin yalnız maviyi yansıtıp öteki renkleri soğurmasından kaynaklanır. Güneş ışığı, bize ulaşmadan önce kalın bir atmosfer katmanından geçer. Busıradabazırenkleratmosferesaçılır.Ençoksaçılanrenkmaviolduğundan,atmosferimavigörürüz. İçerdiği mavi renk süzülen güneş ışığı, sarıya yakın görünür. Güneş, ufka ne kadar yakınsa, o kadar kalın bir atmosfer katmanını geçer. Bu nedenle Güneş doğarken ve batarken daha kırmızı görünür. Atmosferin geçirgenliği, yalnızca hava katmanının kalınlığına değil, içerdiği su buharı gibi gazlar ve toza da bağlıdır. Bazı günler, Güneş’in özellikle batarken normalden daha kırmızı ve sönük göründüğünü fark etmişsinizdir. İştebununnedeni,atmosferdekisubuharıvetozdur. Atmosfer, genellikle akşamları daha tozlu olur. Çünkü, yeryüzünün ve havanın gün bo-

yunca ısınması, atmosferde çalkantılara yol açar. Toz tanecikleri de böylece atmosfere yayılır. Bunun yanında, özellikle büyük kentlerdeki kirli hava katmanı da güneş ışınlarını soğurur. Hava kirliliği genellikle akşam saatlerinde arttığından, Güneş batarken onun iyice soluk görünmesine yol açar.

Hidrojen Enerjisi ve Türkiye

Türkiye’nin 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı Genel Enerji Özel İhtisas Komisyonu Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Raporu’nda, hidrojen teknolojisine değinilmekle birlikte, resmileşen kalkınma planında hidrojen enerjisinin adı geçmemektedir. Hidrojen konusu üniversitelerimiz ve araştırma kuruluşlarımızda çok sınırlı biçimde ele alınmaktadır. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’nde hidrojen alanında Uluslararası Enerji Ajansı programları kapsamında çalışma başlatılmak istenmişse de, söz konusu işbirliği 1996 yılında kesilmiştir. Birleşmiş Milletler (UNIDO) desteği ile ICHET projesi kapsamında, İstanbul’da Hidrojen Enstitüsü kurulması konusu gündemdir. 20-22 Kasım 1996 tarihlerinde Viyana’da yapılan 16. UNIDO Endüstriyel Kalkınma Kurulu Toplantısı’nda, UNIDO işbirliği ile ülkemizde Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi (ICHET) kurulması kararı alınmıştır. Buna göre, UNIDO hukuksal çerçevesinde özerk bir kurum olarak çalışacak ICHET, İstanbul’da kurulacaktır. ICHET’in tasarlanan amacı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında hidrojen teknolojileri köprüsünü oluşturmak, hidrojen teknolojilerinin geliştirilmesini sağlamak ve uygulamalı Ar-Ge çalışmalarını yürütmektir. ICHET’in işlevi; kısa ve uzun dönemli eğitim vermek, bilimsel toplantılar düzenlemek, danışmanlık hizmetleri sunmak ve benzeri kuruluşlarla işbirliği oluşturmak biçiminde belirlenmiştir. Merkezin çalışma konuları; hidrojen enerjisi politikaları, hidrojen ekonomisi, enerji ve çevre, hidrojen üretim teknolojileri, hidrojen depolama teknikleri, hidrojen uygulamaları ve demonstrasyonlar olacaktır. Türkiye, ilk beş yıllık dönem için arazi, tesis, ilk yatırım ekipmanı ve işletme faaliyetlerini finanse etmek üzere, 40 milyon ABD $’ı verecektir. ICHET projesi Türkiye’nin hidrojen çağına tutarlı biçimde adım atmasını sağlayacak, Türkiye’ye avantaj kazandıracak önemli bir girişimdir. Türkiye’de hidrojen yakıtı üretiminde kullanılabilecek olası kaynaklar; hidrolik enerji, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, deniz-dalga enerjisi, jeotermal enerji ve adım atılması gereken nükleer enerjidir. Türkiye gibi gelişme sürecinde ve teknolojik geçiş aşamasındaki ülkeler açısından, uzun dönemde fotovoltaik güneşhidrojen sistemi uygun görülmektedir. Fotovoltaik panellerden elde edilecek elektrik enerjisi ile suyun elektrolizinden hidrojen üreten bu yöntemde, 1 m3 sudan 108.7 kg hidrojen elde olunabilir ki, bu 422 litre benzine eşdeğerdir. Türkiye’nin hidrojen üretimi açısından bir şansı, uzun bir kıyı şeridi olan Karadeniz’in tabanında kimyasal biçimde depolanmış hidrojen bulunmasıdır. Karadeniz’in suyunun % 90’ı anaerobiktir ve hidrojensülfid (H2S) içermektedir. 1000 m derinlikte 8 ml.lt-1 olan H2S konsantrasyonu, tabanda 13.5 ml.lt-1 düzeyine ulaşmaktadır. Elektroliz reaktörü ve oksidasyon reaktörü gibi iki reaktör kullanılarak, H2S den hidrojen üretimi konusunda yapılmış teknolojik çalışmalar vardır. Bu konuda yapılmış bir diğer teknoloji geliştirme çalışması, semikondüktör partikülleri kullanarak fotokatalitik yöntemle hidrojen üretimidir. Güneş ve rüzgar enerjisinden yararlanarak, Karadeniz’in H2S içeren suyundan hidrojen üretimi için literatüre geçmiş bilimsel araştırma olup, Bulgaristan proje geliştirmeye çalışmaktadır. Teknolojik verilere ve Türkiye’nin enerjiekonomi verilerine göre, 1995-2095 arasında güneş-hidrojen sistemi ile yapılabilecek yakıt üretimi ve bunun fosil yakıtlarla rekabet olanağı, özel bir simülasyon modeli kapsamında bilgisayar çözümleri ile araştırılmıştır. Bu ulusal modelde, hidrojen üretiminin artışı için yavaş ve hızlı olmak üzere iki ayrı seçenek alınmıştır. Her iki seçenekte de 20102015 döneminde hidrojen enerjisi maliyetinin fosil enerji maliyetinin altına düşebileceği, ancak yapılabilecek yerli hidrojen üretiminin 2.3 Mtep’in altında kalacağı görülmüştür. 2020-2025 döneminde yerli hidrojen üretiminin 10 Mtep’in üzerine çıkabileceği, 2015 yılından sonra fosil yakıt dışalımını azaltıcı etki yapacağı bulgulanmıştır. Giderek sağlanacak hidrojen üretimi artışıyla, yerli petrol, doğal gaz ve kömür üretiminin sıfırlanabileceği 2065 yılında, yaklaşık 290 Mtep hidrojen üretilebileceği görülmüştür. Hidrojen üretimine bağlı biçimde ulusal kazancın artacağı saptanmıştır. Model bulguları, diğer bazı ülkeler ve dünya geneli için yapılmış benzer çalışmalara koşut durumdadır. ABD’nin Enerji Departmanı tarafından, 2025 yılında Amerika’nın toplam enerji tüketiminin % 10’unun hidrojenle karşılanması ve böylece petrol dışalımının yarı yarıya azaltılmasının hedeflediği göz önüne alınırsa, Türkiye için yapılmış simülasyon modeli çalışmasının bir abartma olmadığı anlaşılır. Kuşkusuz, bu bir bilimsel senaryo olup, gerçekleşmesi koşullara ve alınacak önlemlere bağlıdır. Modelin verdiği en önemli sonuç, hidrojenin ülkemiz için umut olabileceğidir. Zeki MUTLU

Tarih Müjgan DENİZ

Balkan Savaşı’nda Türk kadınları Balkan Savaşı denince gözümün önüne hemen tarihçi-yazar Benoist-Mechin’in ‘’Türkiye 19081938’’ adlı kitabından yukarıya aldığım 2 resim gelir. Birinci resimde; Bulgarlardan kaçan, 5 Türk kadını bir kağnının etrafında çamurda çıplak ayakla zorla yürümektedir. Arkadaki kadın kucağındaki bebeği acıyla taşımaktadır. Öndeki iki kadının elinde değnek vardır. Yüzlerindeki korku, keder ifadesi ve kadınların perişan hali içimizi eritmektedir. İkinci resim de; eski bir Osmanlı köprüsünden, mağlup Türk ordu birliğinin ricatı gösterilmektedir. Bu resim âdetâ; şan, şeref ve zaferlerle gittiğimiz Balkan’dan çekilişimizi ve imparatorluğumuzun sonunu ilân etmektedir. Balkan Savaşı, şüphesiz bütün Türk tarihinin en büyük felâketlerinden biridir. 8 Ekim 1912’de başlayan bu savaş sonucu Türkler, 550 yıllık Türk Yurdu Rumeli’ni kaybetti. Balkan Savaşı’nda; Bulgar, Sırp ve Yunanlılar gerek düzenli ordu birlikleri, gerekse çetelerle sivil Müslüman-Türk ahaliye karşı çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden bir soykırım savaşı yürüttü. Soygun, işkence, cinayet ve tecavüzle Balkanlardaki Türk varlığı kökünden silinmek istendi. Justin McCarty’nin ‘’Ölüm ve Sürgün’’ isimli kitabında belirttiğine göre; bu savaşlarda, evlerini barklarını bırakarak yollara düşen Türklerden ancak 413.000’i Osmanlı Devleti bölgelerine ulaşabildi.1911 de Balkanlarda 2.315.293 Müslüman yaşıyordu. Kalan Müslüman nüfus 870.114 idi. 413.000 göç ettiğine göre, 632.408 sivil imha edildi. Bu yıl Balkan Savaşı’nın, yani Balkanları, yüz binlerce insanımızın hayatını, yüz binlercesinin de yerini, yurdunu evini barkını kaybettiği büyük felâketin 100.yılı… Son günlerde Türk basınında bu tarihî olayı ele alan iki yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Birinci yazıda Murat Bardakçı,10 Ocak 2012 tarihli Haber Türk’te Refik Halit Karay’ın ‘’Gözyaşı’’ adlı öyküsünü anlatıyor; ‘’…Ayşe isimli kadın Balkan Savaşı patlayınca 3 çocuğunu alıp düşmandan kaçmaya çalışır. O önde Bulgarlar arkada giderken çocuklardan ikisi bu amansız yolculuğa dayanamayıp can verir. Kucağında, daha bir yaşına basmamış olan Ali’si kalmıştır. Oğlunu göğsüne bastırır, çamurlara bata çıka, bin bir zorlukla Türk sınırına gelir. Oğluna’’Kurtulduk Ali, kalk’ der, ama cevap alamaz… Çileli ana, saatler boyu Ali’yi değil, Ali’nin cesedini taşımakta olduğunu fark edememiştir. Hikâye, çilekeş kadının’’ işte o günden beri ben ağlayamam, ağlamak istesem de bilmem neden gözlerimden yaş gelmiyor!’’ Sözleriyle biter. ‘Murat Bardakçı; ‘’Hissederek okudu iseniz, siz de bitersiniz’’diye ekliyor. Ayrıca yazısının bundan sonraki bölümünde Türklerin geçmişteki zaferlerini hatırladığını, ancak Balkan Savaşı gibi büyük bir felâketi hatırlamadığını, bunun Türklerin âdeti olduğunu, üniversiteler, tarih kuruluşlarının da bu konuda sessiz kaldığını söylüyor. Bardakçı’ya göre: ‘’Balkan savaşında evini yurdunu bırakıp kaçan Türk mültecilerin sayısı 1 milyon 300 bindir. Bu sayı bugünkü Türkiye nüfusunun önemli bir kısmını teşkil etmektedir. O mültecilerin torunları için büyük baba ve annelerinin geldikleri yerler bir hayal ülkesidir’’ demektedir. Yazının son kısmında Bardakçı; ‘’İsteyen; Türkiye’den giden Rumlar, Karamanlılar için ağıtlar yaksın, 1915 kurbanları için mumlar diksin. Ancak bir Allah’ın bir kulu da çıksın tarihin en büyük zoraki göçlerinden olan büyük Balkan Savaşı felâketini hatırlasın’’ demektedir. Aslında Murat Bardakçı’nın isteğine Zaman’da Etyen Mahçupyan ’’Rumeli’nin Sürülmüş Çocukları’’başlıklı yazısında 8.1.2012’de cevap vermiş. Ama bakın nasıl? Mahçupyan’a göre; ‘’Türkiye’de Ermeni soykırımı tartışmaları ne zaman gündeme gelse, kamuoyu birden Rumeli ve Kafkaslar’dan zorla göç ettirilmiş ve kıyıma uğratılmış Müslümanları hatırlar’’ demektedir.

BULTÜRK GAZETESİ Tanıtım Gününde


8

Güller Vadisinde Gül Festivali

Bulgaristan’ın Kazanlık kenti, dünyaca ünlü Gül Vadisi’nde bulunuyor.Kentte 19 Mayıs-10 Haziran tarihlerinde Uluslararası Gül Festivali kutlanıyor. KazanlıkyadaKızanlık(Bulgarca:Казанлък)EskiZağrailinde Bulgaristan’ın orta kesiminde Büyük Balkan Dağlarının eteğinde güzelliği ve bereketliliği ile ünlü Gül Vadisinde bulunuyor. Nüfus ve toprak büyüklüğü bakımında ikinci, ekonomik gelişmişlikbakımından ise ülkede onuncu durumundadır. Gül diyarı olarak tanınan Kazanlık şehri, aynı zamanda ressamlar, güller ve Trak hükümdarların diyarı olarak da bilinmektedir. Cazip bir turistik merkezdir. Şehirde Bulgaristan’ın en büyük ve en bakımlı Trak mezarlığı bulunmaktadır. Buradaki Trak mezarlığı aynı zamanda UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. Bununla beraber tarih müzesi ve gül müzesi de şehirde bulunan müzeler arasındadır. Gül Festivali – Kazanlık şehrinde her yıl Haziran ayının ilk haftasında Gül Festivali düzenleniyor. Festival yurt içinden ve yurt dışından birçok kişiyi birarada topluyor. Gül kraliçesinin ön seçilmesi ile başlayan festivalde ayrıca konserler ve folklor gösterileri de yer alıyor. Gül kupası turnuvası (Rose cup tournament) düzenlenmesinin yanı sıra, resim gösterileri ve barış için bayrak toplantıları festivale renk katıyor. Gül çiçeğinin toplanması ve kaynatılması ile devam eden festival gül kraliçesinin seçilmesi ve final konseriyle sona eriyor… Gül Vadisi’nde kırmızı, beyaz, sarı, turuncu, mercan, pembe, mavi, lila ve mor renkli milyonlarca gül, tarifi imkânsız güzellikte bir görüntü sergiliyor Hava adeta parfümlü, bütün bir yöre misler gibi kokuyor. Kazanlık sadece Avrupa’nın değil, dünyanın da sayılı gül sanayi merkezlerinden biri. “Bulgar altını” ya da “altın sıvı” diye de adlandırılan gül yağının dünya üretiminin yüzde 85’i burada yapılıyor. Bu zarif çiçekten çıkarılan yeryüzünün en kaliteli gül yağı, uluslararası parfüm ve kozmetik markalarının da vazgeçilmez kaynağı. Burada yetiştirilen güller ayrıca sabun, lokum, likör, reçel, gül suyu ve hatta rakı yapımında da kullanılıyor. Ta r i h b o y u n c a v a z g e ç i l m e z m u h teşem bir çiçek olarak gül, bütün toplumların ortak sevgisini kazanmış. Dünyada ilk gül bayramını Fenikeliler düzenlemiş. Kraliçe Kleopatra kullandığı kozmetik ürünlerinde ve banyosunda mutlaka gülü tercih etmiş. Eski Yunan tapınakları gülle dekore edilmiş. Homer eserlerinde gül yağından bahsetmiş. Romalıların tablolarını da yine gül bayramları süslemiş. Ünlü Neron ise gül yağmurunu icat etmiş. Bütün bunların ötesinde tüm insanlar aşkın sembolünü de gül ile tanımlamışlar. Efsaneye göre, saltanatı sırasında kenti ziyarete gelen üçüncü Osmanlı Sultanı Murad-ı Hüdavendigar, bembeyaz giyinmiş çocuklar tarafından karşılanır. Bu durumdan çok etkilenen Padişah, “Maşallah, akça kazanluk! Allah nazardan saklasın! Mükemmel beyaz güzel çocuklar!” diye bağırır ve kent, Osmanlı döneminde “Kazanluk” diye anılmaya başlanır. Kazanlık’ın içinden geçen nehrin sağ yakasında etrafı yüksek binalarla çevrili, Sultan Yıldırım Bayazıd döneminde inşa edilen Kazanlık Camisi bulunuyor. Bunun yanında Kazanlık çevresinde on yedi civarında Türk köyü bulunuyor. İlk olarak bir Türk yargıç bahçesini süslemek için kente gül getirmiş. Kazanlık’ta 1903 yılından itibaren de her yıl “Gül Festivali” düzenlenmeye başlamış. Etkinliğe başta Japonya olmak üzere dış ülkelerden de birçok turist geliyor. Öte yandan antik dönemlerde Trak krallarının yurdu olarak bilinen Kazanlık’ta, Bulgaristan’ın en büyük ve en iyi korunmuş Trak mezarlığı bulunuyor. Kazanlık bu özelliğiyle UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmış ve önemli bir turistik merkez haline gelmiş. Gül kraliçesi de seçiliyor Kazanlık Gül Festivali etkinlikleri, kapalı bir salonda yapılan muhteşem bir dans gösterisiyle ve birbirinden güzel kızların arasında yapılan “gül kraliçesi” seçimiyle başlıyor. Gül kraliçesi seçilen Kazanlık’ın en güzel kızıyla ikinci ve üçüncü seçilen kızlar çıplak ayakla sahnede yerlerini alıyor, nedimeleri özel bir kaba konulmuş gül suyuyla önce ayaklarını ve sonra da ellerini sembolik olarak yıkıyor. Daha sonra kraliçe tahtına oturuyor, güllerden yapılan bir buketle birlikte tacı takılıyor ve gül kraliçesi ilan ediliyor. Dışarıda ise muhteşem havai fişek gösterisi tüm kentte büyük bir coşku yaratıyor. Ertesi sabah başlarına açık pembe güllerden oluşan taçlar takmış, işlemeli beyaz gömlekler, al renkli cepkenler giymiş uzun etekli Kazanlıklı kızlar, gün doğmadan uyanıp gül yaprağı toplamaya gidiyor. Henüz güneş ışıkları yükselmeden ve güllerin özlerini yitirmediği saatlerde büyük bir sabır ve beceriyle ve tek tek özenle topladıkları çiçekleri kollarındaki söğüt ağacından örme sepetlere şarkılar söyleyerek dolduruyorlar. Bu arada yapılan en çok gül yaprağı toplama yarışması da renkli bir törene dönüşüyor. Yarışma sonrası, geleneksel Bulgar kostümleri giymiş genç kızlar ve erkekler, Gül Enstitüsü’ne gitmek için birlikte yürüyüşe geçiyor. Burada yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan damıtma tekniğinin bir gösterisi yapılıyor. Görevli genç kızlar konuklara gül şerbeti, gül reçeli, gül likörü ve gül rakısı ikram ediyor. Bulgaristan’da yağ gülünün her mayıs ayı ortalarında başlayan hasatında 35.000’den fazla kalifiye elemana ihtiyaç duyuluyor. 3,5 ton gül taze olarak damıtıldığı zaman ancak 1 kg gül yağı elde edilebiliyor, bunun piyasa satış değeri ise 6.500 dolar etmekte. Yine büyük bir katılımla akşam yapılan gösteriler coşkulu bir konserle sona eriyor.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Ruse-Svilengrad Çift Yolu Uluslararası Şirket ile Yapılacak

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Katar Başbakanı Hamed bin Casim bin Cebr el Tani ile Varna’da bulunan Evksinovgrad Sarayı’nda bir araya geldi. Üç ülke başbakanları, Ruse-Svilengrad çift yolu, yeni bir liman ve Tuna üzerinden ek bir köprü altyapı projelerinin ortak yapılmasını kararlaştırdı. Üç ülkenin, yol inşası için ortak bir şirket kurması gündemde. Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’den geçmesi planlanan otoyolun Tuna Köprüsü ile Boğaziçi’ni birbirine bağlaması öngörülüyor. Ruse’den Türkiye sınırı Svilengrad’a kadar olan 300 kilometrelik çift yol yap-iş¬let-devret modeli ile yapılacak. İlk belirlemelere göre projenin 1,5 milyar levaya mal olması beklenirken, devletin ulusal bütçeden bu kadar yüksek miktarı ayıramayacağı ve Avrupa’dan da finansman olmadığı için projenin devlet ile özel ortaklıkla yapılması öngörülüyor. Ruse-Veliko Tırnovo yoluna alternatif oluşturması beklenen yeni yol, Hemus Otoyolu ile kesişecek ve Veliko Tırnovo’yu batıdan dolaşarak, Stara Planina’dan geçecek. Bölgenin en yüksek yerinde 1,5 km uzunluğunda tünel inşa edilecek.. Görüşmede, altyapı ve üst yapı noktasında geleceğe yönelik atılacak ortak adımları ele alma fırsatı bulduklarını söyleyen Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan,

“Otoyol-otoban noktasında görevlendirdiğimiz arkadaşlar bir araya gelecek. Bu süreci başarmak, Asya-Avrupa-Ortadoğu bu bağlamdan önemli bir sıkıntıyı çözme fırsatını vermiş olacak.” dedi. Başbakan Erdoğan, zaman zaman Tunca’nın seviyesinin yükselmesinin Edirne’de sel baskınlarına sebep olmasına atıf yaparak, “Yıllardır aramızda sıkıntı unsuru olan barajlarla ilgili çalışmaları tekrar görüştük. İlgili bakan arkadaşlarımızı görevlendirdik.” ifadelerini kullandı. Katar Başbakanı Şeyh Hamad bin Casim el Sani ise Türkiye’nin Ortadoğu ile Avrupa arasında bir köprü olduğunu, Bulgaristan’ın da bu bağlantıyı tamamladığını dile getirdi. Türkiye’yi Avrupa ve Ortadoğu arasında bir köprü olarak gördüklerini, Türkiye’den sonra da Avrupa’ya açılan kapının Bulgaristan olduğunu vurgulayan el Tani, üç ülke ve bölge için gerekli yatırım konularının değerlendirildiğini söyledi. Başbakan Borisov: Bulgar ve Türkler dosttur. Başbakan Boyko Borisov, basın toplantısında konuk başbakanlara ziyaretlerinden dolayı teşekkür ederek, “Katar Başbakanı el Tani’nin ziyaretine eşlik ettiği, aramızda olduğu için sevgili dostum Erdoğan’a da ayrıca teşekkür ediyorum’’ dedi. Görüşmede alt ve üst yapı projeleri, ziraat ve bölgesel kalkınma konularının ele alındığını, Suriye’de yaşanan gelişmelerin de gündeme geldiğini anlatan Borisov, düzenlenen yüksek düzeyli toplantıların Bulgaristan’ın yararına olacağına inandığını dile getirdi. Katar’ın Bulgaristan’a yapacağı yatırım ve desteklerini Bulgar halkını mutlu ettiğini ifade eden Borisov, “Bulgaristan’da son derece yüksek bir etnik hoşgörü var. Bulgarlar, Türk dostlarıyla uzun yıllardır iyi ilişkiler içerisindeler ve bu dostluğa şimdi Katar da katıldı’’ şeklinde konuştu. Borisov, “Türkiye’den doğal gaz sevkiyatı konusunda da konuşan Borisov, sadece kritik durumlarda doğalgaz tedarik edeceklerini, Katar’ın da doğalgaz konusunda kendilerine yardımcı olacağını vurguladı.

BULTÜRK Derneği’nin Faaliyetlerinde katkısı olanlara teşekkür ederiz

Bayrampaşa Belediye Başkanı Gecemizde Bulgaristan’dan GERB Milletvekili

AK Parti İst. İl Bşk.Yrd. Ömer Faruk Kalaycı’ya Teşekkür

BULTÜRK Gecesinde Bayrampaşa’da Türk Dünyası ile birlikte

Gazi Universitesi Rektörünü Makamında ziyaret

DTGB Anıtkabirde

H AT I R L AT M A

Gülümser GÖNLÜŞEN Pakistanlı bir bilimadamının araştırmaları

DİNLERE GÖRE KALKINMIŞLIK ORANLARI 58.Sayıdan Devam-2

Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Deger Listesi”ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren tek bir üniversite yoktu. Neden?.. Yanıt: Kalitesiz ve ezberci eğitim... OKUMA YAZMA ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK! UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı % 89’dur. Bunların %98’i ise en az ilkokul mezundur ve 100 kişiden 40’ı üniversite mezunudur. 15 Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkedeki okuma-yazma oran ise %100’dür, yani bu 15 ülkede okuma-yazması olmayan tek kişiye rastlamak olası değildir!. Müslüman ülkelerde durum bunun zıddıdır: 100 kişiden sadece 40’ı okuma-yazma bilir ve herkesin okuryazar olduğu bir tek Müslüman ülke bulunmamaktadır! Bunların %50’si ilkokul mezundur ve sadece %2’si üniversiteyi bitirmiştir. BİLİM İNSANLARININ ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK! ABD’de toplam bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000’dir. 57 Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı ise sadece 230 kişidir. (Akademisyenlerin hepsi bilim insanı değildir. Bilim insanı demek, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir.) Ve her 1 milyon Müslüman kişiye sadece 1 bilim insanı düşmektedir. Teknisyenler bakımından Müslüman çoğunluklu Arap ülkelerdeki durum daha da kötüdür: Her 1 milyon Müslüman Arap nüfus içinde 50 teknisyen bulunmaktadır. Hıristiyan dünyasında ise her bir milyon kişi içinde 1000 teknisyen bulunmaktadır. NEDEN?.. Yanıt: Kalitesiz-ezberci eğitim ve ARGE’ye (araştırma geliştirmeye) yeterli kaynak ayrılmaması... Çünkü Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca % 0,2’sini araştırma-geliştirme bütçesi olarak ayırıyor. Buna karşın Hıristiyan dünyası araştırma-geliştirmeye % 5 oranında, yani 25 kat daha fazla fon ayırmaktadır. SONUÇ: İslam dünyası yeni bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur. Ayrıca dünyanın ürettiği bilgiyi kendi halklarına öğretmekte de başarısızdır. Bunun kanıtı ise ileri teknoloji ihracat rakamlarında saklıdır: Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran %1’dir. Suudi Arabistan, Kuveyt, Fas ve Cezayir’in ise % 0,3’tür. Hristiyan Singapur’da bu oran % 58’dir. Gelecek Bilgi temelli toplumların olacaktır Ilginçtir, Müslüman 57 ülkenin gayri safi milli hâsılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. Buna karşın 310 milyonluk ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte; Çin 8 trilyon dolar, Japonya 3,8 trilyon dolar ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.) Mal ve hizmet üretimi İspanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır. İşin daha acıklı tarafı ise şudur: İslam Dünyasının gayri safi milli hâsılasının tüm dünya gayri safi milli hâsılası içindeki oranı hızla azalmaktadır. O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür? Cevap: Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek; kaliteli ve çağdaş eğitim yoksunluğu. Çok kesin biçimde söylersek; akılcı olmayan, ezberci, teslimiyetçi, din eksenli ve çağdışı eğitim...


Bulgaristan Türklerinin Sesi

9

“Allah, bir ülkeye yardım etmek isterse Başına Mustafa Kemal gibi Lider getirir.”

Nabuko Boru Hattı Projesi Nabucco boru hattı Türkiye’den AB ülkelerine doğal gaz taşımak amacıyla yapılması düşünülen uzun geçişli bir boru hattı taşımacılığı projesidir. Avrupa’nın en büyük doğal gaz tedarikçisi konumundaki Rusya’dan yapılan sevkiyata alternatif olması amacıyla daha çok ABD ve AB tarafından desteklenmektedir. 2007 yılının ortalarında Rusya’nın, Orta Asya’daki, hattın büyük doğal gaz tedarikçileri olan ülkelerle (Kazakistan, Türkmenistan) büyük miktarlarda doğal gaz alım sözleşmeleri imzalayacağını duyurması ile büyük oranda sekteye uğradığı iddia edilmektedir. Bununla birlikte Alman RWE firmasının Şubat 2008’de Nabucco Şirketi’ne eşit ortak olmasıyla proje güç kazanmıştır. Hattın tam kapasitede karlı olabilmesi için gereken doğal gaz üretiminin halen İran’a uygulanan ambargo nedeniyle bu ülkeden de sağlanamayacak olması, hattın geleceğinde büyük soru işaretleri oluştursa da ABD hükümetinin projenin geleceğine olan iyimser bakışının devam ettiği açıklanmıştır. Boru hattı ve geçiş ülkeleri. Hattın Güzergahı ve Proje Özellikleri Türkiye’den başlayacak olan 3,300 km’lik bir boru hattının inşasına 2010’da başlanacağı duyurulmuştur. Proje 2002 yılında BOTAŞ (Türkiye) tarafından başlatılmıştır. Türkiye’den çıktıktan sonra terminal ülke Avusturya’ya kadar sırasıyla Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’dan geçecek boru hattı ortakları eşit hisse ile BOTAŞ (Türkiye), Bulgargaz (Bulgaristan), Transgaz (Romanya), MOL (Macaristan), OMV (Avusturya ve RWE (Almanya)’dır. 2020 yılında 31 milyar metreküp doğalgaz taşıyacağı varsayılan hat, aynı zamanda AB’nin Trans-Avrupa Enerji Hattı’nın bir parçası olarak öngörülmekte olup fizibilite ve mühendislik çalışmaları için AB fonlarından da faydalanılmıştır. İlk hesaplara göre toplam maliyet 4.6 milyar Euro’dur. Hat Erzurum’da Türkiye-İran Doğalgaz Hattı ile birleşerek, yine yapımı düşünülen Trans-Kafkas Gaz Hattı ile bağlanacaktır. Bu özellikleriyle hat, hem Orta Asya’yı, hem de Orta Doğu’yu gaz hatları olarak bağlayacak ve batı ucunda Avusturya’nın temel doğal gaz taşıyıcısı hattı olan Baumgarten an der March Hattı ile birleşecektir. Projenin tamamlanması için Nabucco Gas Pipeline International

GmbH adlı firma 2004 yılında Viyana’da kurulmuştur. 20%’şer ortaklıkla beş firma şunlardır: OMV (Avusturya) MOL (Macaristan) Transgaz (Romanya) Bulgargaz (Bulgaristan) BOTAŞ (Türkiye) RWE (Almanya) 6.Ortak olarak 5 Şubat 2008 de projeye katılım anlaşmasını Viyana’da imzalayarak dahil olmuştur. Hatta ayrıca Fransız Gaz de France, Total, ve Alman E.ON Ruhrgas, RWE firmaları da, ortak olmak istediklerini açıklamıştır. Projenin durumuna göre Rus Gazprom’un da ileride katılımının söz konusu olduğu bildirilmiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy yönetiminin Türkiye’ye olan tutumunu cezalandırmak amacıyla Türkiye’nin Nabucco Projesinde Fransa’yı şiddetle dışlaması sonucu, Fransa, Romanya aracılığı ile dolaylı olarak projeye ucundan da olsa dahil olmuştur. Hattın güzergahı ve diğer hatlarla bağlantısı İnşaat ve Proje Planlaması 2010’da başlanması durumunda 2013 yılında tamamlanacaktır. İlk yıllarında 4.5-13 milyar arasında taşınması düşünülen doğal gazın hatta yeterli gaz sağlanması durumunda 2020 yıllarında tam kapasitesine ulaşarak 25.5-31 milyar metreküpe ulaşacağı öngörülmektedir.

GEO 4 RAPORUNUN ÖZET İ: “ORTAK GELECEĞİMİZ TEHLİKEDE!” Yukarıdaki haritada, 100 binden fazla nüfuslu şehirlerde ve ulusal başkentlerde, yıllık ortalama PM10 yoğunluğu, görülmektedir(1999). (PM10: Havadaki, madde parçacıkları ve kirliliği göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün kılavuzunda; yıllık ortalama, 20 µg/m3 öngörülmüştür.) BM Küresel Çevre Tahmini 4(Global Environment Outlook 4; GEO4), “Bizim Ortak Geleceğimiz” adlı raporunu yayınladı. Bu rapor, Dünya Komisyonu’nun, “Çevre ve Gelişme” ile ilgili raporundan, 20 yıl sonra yayınlandı. Bu ufuk açıcı nitelikteki rapor; Birleşmiş Milletler Çevre Programı(UNEP)’in, “küresel çevre”nin durumunu ortaya koyan, amiral gemisi denilebilecek son raporudur. Bu rapor, küresel atmosferin, karaların, suyun, biyolojik çeşitliliğin, bugünkü durumunu değerlendiriyor; son 20 yıl içinde nelerin değiştiğini açıklıyor. Rapor, Dünya’yı baskı altına alan çevre sorunlarından bazılarının, üstesinden gelebilmek için hazırlanmıştır. Ve gerçek bir küresel sürece işaret etmektedir. İnsanlığı tehdit eden bu meydan okuyuşun ölçeği, oldukça büyüktür. Ç E V R E M İ Z D E K İ TA H R İ B AT: “ÇOK KÖTÜ İHMAL EDİLDİ” Bu bölümde, çevremizde oluşan tahribatın, gelişmeyi nasıl zorlaştırdığı; hem bugün, hem de yakın gelecekte insanoğlunu, nasıl tehdit ettiği incelenmektedir. 1987’deki Komisyon’uyönetmişolanNorveç’ineskiCumhurbaşkanlarından Gro Harlem Brundtland, 1995’te şunları yazmıştı: “İnsanların acı çekmesi, kaynakların müsrifçe kullanımı ve çevresel bozulma yüzünden, ödenmesi gereken acı bedel, çok kötü bir şekilde ihmal edildi.” ÇEVRE KİRLENMESİ VE KİRLETİCİ ENERJİ Yarısı çölde yaşayan Afrika ülkeleri, halkına verdiği temel hizmetlere yaptığı harcamalardan 3 kat daha fazla, borçlanıyor. Gittikçe artan küreselleşme, çevreyi de etkiliyor. Küreselleşen ticaret, yabancı ve işgalci bir takım canlı türlerinin yayılmasını kolaylaştırıyor. Çevre kirlenmesi, tüm hastalıkların dörtte birine neden oluyor. Yani sağlığı da etkiliyor. Ayrıca solunum rahatsızlıkları, bazı kanser türleri, virüs taşıyan hastalıklar ve hayvan hastalıklarının insanlara taşınma oranını arttıran çevre kirliliği, beslenmeyi de etkiliyor. Enerji hususunda ise Dünya, çifte tehditle karşı karşıya kalmaktadır. Bunlar, yetersiz ve tehlikeli enerji kaynakları ve çok fazla enerji tüketiminden kaynaklanan çevresel zararlardır. Daha temiz enerji kaynaklarının kullanımı ise genelde minimal düzeyde kalmaktadır. İçinde bulun-

duğumuz bin yılda hedeflenen gelişmişliğe ulaşabilmek için, sağlıklı bir çevre, esas teşkil etmektedir. Aslında gelişmenin kendisi bile bizatihi, çevreye zarar vermeye yeterlidir. Çevresel değişimi; nüfus artışı, ekonomik aktivite ile bilimsel ve teknolojik buluşlar yönlendirmektedir. YER OZONU ARTARKEN, KORUYUCU OZON DELİNİYOR Raporda; hava kirliliği, ozon tabakasının kaybı ve iklim değişikliği verilerden de söz edilmektedir. Son 20 yıl içinde atmosferi temizleme çabasıyla elde edilen sonuçlara değinen raporda; uygulamanın düzensiz ve yarım yamalak yapıldığı belirtiliyor. Bu nedenle, Dünya’da, kapalı mekanlardaki veya dışarıdaki hava kirliliğinden, 2 milyondan fazla insanın erken ölümü bekleniyor. Yer yüzeyindeki ozon kirliliği, Kuzey Yarımküre’de, insan sağlığını ve ürün hasadını, etkileyecek derecede artıyor. Bazı gelişmekte olan ülkelerin, temel ürünlerini de etkiliyor. Asit yağmuru, son 10 yılda yapılan başarılı çalışmalardan dolayı, Avrupa ve Kuzey Amerika için artık büyük bir sorun olmasa da; Asya’nın bazı bölgeleri için hala tehdit oluşturuyor. Sürekli Organik kirleticiler (POPs) ve cıva, 1987’den itibaren önemli sorunlar arasında yer almaktadır. Ozonu delici maddelerin, aşamalı olarak azaltılmasındaki etkileyici başarıya rağmen; Antarktika üzerindeki delik, şimdi her zamankinden daha büyük. Ozondaki delik, artık çok daha zararlı ultraviyole radyasyonunun, Dünya’ya ulaşmasına izin veriyor. Bu, insan sağlığına, bitkilere ve denizde yaşayan organizmalara zarar verecek ve besin üretimini azaltacaktır. Bir diğer ciddi problem ise, havalandırma ve soğutma sistemlerinde kullanılan ozon delici maddelerin, kanun dışı ticaretinin yapılıyor olmasıdır.

M.K.ATATÜRK’ÜN Lozan Barışı’ndan sonraki şu sözleri net bir şekilde açıklamaktadır:

Ortak Geleceğimiz Tehlike

Danışmanı, Sn.Sakin Öner İstanbul Lisesi Müdürlüğünden Emeklile ayrılışından. Hocamıza Mutluluklardileriz Ruen Belediye Başkanına Bultürk’ten Plaket BULTURK

“Bugün vardığımız barışın, ebedi barış olacağına inanmak elbette safdillik olur. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir an bile gaflet, milletin bütün hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve haysiyetimize saygı gösterildikçe, karşı saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların hukukuna say-

gının noksan olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için her türlü ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikemeyiz.”

Atatür Diyor ki,

Atatürk diyor ki: “Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.” Mustafa Kemal Paşa Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için İstanbul’dan Samsun’a 19 Mayıs 1919 günü geldi. Samsun’dan Amasya’ya, oradan Erzurum’a ve Sivas’a gitti. Sivas ve Erzurum’da kongreler topladı. Mustafa Kemal Paşa egemenliğin ulusta olduğuna inanıyordu. Bu inançla “Ulusu yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da ulusal egemenliktir.” ilkesini öne sürdü. Yurdun dört bir yanından seçilip gelen temsilciler - günümüzün milletvekilleri - Ankara’da 23 Nisan 1920 günü toplandılar. İlk Büyük Millet Meclisi’nin toplandığı yapı Ankara’da Ulus Meydanı’ndan istasyona giden caddenin başındadır. Bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olan bu yapı tek katlıdır. O yıllarda Türkiye yokluk içindeydi. Milletvekillerinin oturduğu sıralar bir okuldan getirildi. Meclis gaz lambası ile aydınlanıyor, soba ile ısınıyordu. Top seslerinin Ankara’da duyul¬duğu zamanlarda bile meclis düzenli toplandı. Ulusal Kurtuluş Savaşıyla ilgili bütün kararlar bu mecliste alındı. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Türk ulusu ulusal inancın nelere baş gelebileceğini gösterdi. Ezilen uluslara kurtuluş yolunu açtı. Bağımsızlık savaşının öncüsü olan İstiklal Savaşı yeryüzünün öteki uluslarına örnek oldu.

ATATÜRK’ÜN SÖZLERİNDEN ÖRNEKLER

Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz. Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım. Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar. Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.

BULTÜRK Derneği’nin Faaliyetlerinde katkısı olanlara teşekkür ederiz

TÜRK DÜNYASI LİDERLERİ KURULTAY’da BİRARADA


10 Atalardan

Diş Hekimi

Halide ÜMÜTFER

Edirne’de Traklar

Edirne’de Traklar Thrak kelimesinin İon Lehçesindeki en eski şekline Homeros’un İliada destanında rastlanılmakta olup Thrake, Troialıların müttefikidir ibaresi görülmektedir. Edirne’de Traklar Coğrafi bakımdan da komşu bir ülke olduğu için, Thrake isminin bahsi Yunan mitolojisinde çok sık geçmektedir. Odysseia’da ise, bu ad yalnız M.Ö VIII.’yy da Threkendes olarak yer almaktadır. Bunun dışında bütün yazılı kaynaklarda, Thukydides ve Heredotos’da “Thrake, Thrax, Thrassa, Thratta, Thraix, Thraks” olarak geçmektedir. Esas şeklin Thrakes olduğu kabul edilmektedir. Mitolojide ise Thrake, Okeanos ile Parthenone’nin kızıdır. Adını Thrakia bölgesine, kızkardeşi olan Europe de adını Avrupa kıtasına vermiştir. 19.yy. da yaşamış, Abdüllatif Suphi Paşa’nın “Tekmilet-ül iber” adlı eserinde, Trakya’nın en eski adının, Nuh Peygamber’in oğlu Yasef’in sekizinci oğlu olan Trasi’den geldiği yazmaktadır. Nuh tufanı sonrası dört bir yana dağılan Yasef’in oğullarından Trasi’nin, Rumeli bölgesine yerleşmiş olup, Trakya ve Makedonya eski halkının en büyük soy başlangıcının bu kişi olduğunu kitabında belirtilmektedir. Trakyalılar uzun yıllar boyunca çok çeşitli milletlerden asimile olmuş etnik bir karışımdır. Günümüze kadar gelen belgelere göre, Traklar geç antik devre kadar, Kuzey Avrupa ırk tipinin oldukça kuvvetli bir temsilcisidir. Xenephones, Trakyalıların kızıl saçlı olarak söylenmelerine rağmen, onları açık renk saçlı ve gri gözlü olarak tanımlamaktadır. Trak Kabileleri Antik Çağ’da Trakya üzerinde 22 ya da daha fazla olmak üzere Trak soyundan kabile olduğu kabul edilmektedir. Kabilelerin ortak yönleri savaşa olan kabiliyetleridir. Birçok antik kaynak Trak kabilelerinin özellikle savaşçılık yönlerini dikkate almıştır. Eski kaynaklarda adları geçen başlıca Trak kabileleri: Odrysler Trakya’da kudretlerinin zirvesinde olan en meşhur kabiledir. Geniş bir sahayı kaplamışlardır. Başlangıçta Tunca Vadisi’nde ve buradan sahile kadar olan bölgede oturmuşlardır. Trak kabilelerinin en büyüklerinden biri olan Odrysler Meriç’in Tunca ile birleştiği noktada bir şehir tesis etmişler, bu şehre Odrys kabilesine ithafen Odrisa yahut Odrysia denmiştir. Bu şehrin İmparator Hadrianus zamanında adı değiştirilmiş ve Hadrianopolis yani “Hadrian Şehri” ismini almıştır. Kikoniler önemli Trak kavimlerinden olup, Heredotos bunlardan şöyle bahsetmiştir;” Xerxes, Yunanistan’a doğru giderken geçtiği bütün yerlerden rastladığı ulusları orduya katılmaya zorluyordu, ülkelerinden geçtiği Trak ulusları şunlardır; Paitiler, Kikoniler, Bistoniler, Sapailer, Dersailer, Edonlar, ve Satrailer. Deniz kıyısında olanlar donanmaya, karada oturanlar ise asker olarak zorla toplanıp kara ordusuna katılıyorlardı, yalnız Satrailer bunun dışında bırakılmıştı.” Kikonilere Odysseia’da da rastlamaktayız; “İlyon’dan çıkarken bir rüzgar aldı beni, götürdü attı Istmasor’a, Kikonların kentine, yerle bir ettim ben orayı, öldürdüm Kikonları, aldım karılarını, mallarını bütün, ve onları bir güzel pay ettim.. .” Bessi’ler Trak kabilelerinden en güçlülerinden biridir. Geç devirlere kadar özelliklerini korumuşlardır. Meriç, Rodop ile Haimos arasındaki derin vadilerde oturmuşlardır. Heredot bunların tanımını şöyle yapmaktadır: “Satrailer (Bessi kabilesinin bir klanı) bizim bildiğimiz kadarıyla, bugüne kadar hiç kimsenin egemenliği altına girmemişlerdir; Traklar içerisinde günümüze değin özgür kalanlar yalnız bunlardır. Çünkü bunlar, yüksek dağ başlarında yaşarlar, derin kayalarla dolu, çeşit çeşit ormanlarla kaplı, karlarla örtülü dağlardır. Apsinti’ler Ainos’un (Enez) doğusunda oturmuşlardır. Heredotos tarihinde de Apsintilerle ilgili bir pasaj bulunmaktadır: “Miltiades, Khersonesos kıstağını kesmek ve Apsinthialılar’ın saldırılarına karşı korumak üzere Kardia ile Paktya arasına duvar çekmekle işe başladı. Bu geçidi kapattıktan ve Khersonessos’u Apsinthialıların saldırılarından kurtardıktan sonra Lampsakos’a yöneldi. Heredotos’un başka bir anlatımında da; “Atinalıların Khersonessos kuşatmasından kurtulan Oiobazos Trakya’ya kaçmıştı. Apsinth Trakları onu yakaladılar ve ulusal töreleri gereğince, yerli bir tanrı olan Pleistoros’a kurban olmak üzere kafasını kestiler. Yanındakileri de başka türlü öldürdüler.” şeklinde geçmektedir.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Aşırı yemek hafızayı kaybettiriyor Fazla yemek yemenin, yaşlılıkta hafıza kaybı ve bunama riskini iki katına çıkardığı ortaya çıkarıldı. ABD’nin Arizona eyaletindeki Mayo Clinic araştırmacıları, 70 ila 89 yaşlarındaki 1250 kişiyi yeme ve içme alışkanlıklarına göre çe-

şitli testlerden geçirdi. Araştırmacılar, katılımcıları günlük kalori alımı 600-1500, 1500-2100 ve 21006000 arasında değişen üç gruba ayırdı. Günlük 2100-6000 kalori alan grupta ileri yaşlarda bunamaya neden olan hafif bilişsel bozukluk görülen kişilerin sayısının ilk iki gruptakilere oranla iki katı olduğu ortaya çıktı. Araştırmayı yöneten Yonas Geda, düşük kalorili beslenmenin hafıza kaybını azalttığını ve hatta Alzheimer başlangıcını engellediğini açıkladı.

Bulgar Bilimler Akademisi Türk işadamları, Bulgar Dili Enstütüsü’nün 70.yılı Bulgaristan’da yeni yatırımlar

Dil herşeyden önce iletişim aracı, fakat o aynı zamanda politik, kültür ve hayattaki eğilimler ve değişimlerin de açık bir göstergesi olmuştur. Bulgar dilini manevi bir varlık olarak ele alırken, bu kültürel mirasın korunmasında Bulgar Bilimler Akademisi’ne bağlı “Prof.Lübomir Andreyçin” Bulgar Dili Enstütüsü önemli rol oynar. Merkez kuruluşunun 70. yılını kutluyor. Enstütünün başlangıcını “Bulgar Lugat Dairesi” adı altında ilk akademik yapı oluşturur. Bulgar Dili Enstütüsü’nün Müdür Yardımcısı Prof. Elka Mirçeva 30 seneden beri bu kurumda çalışıyor. Bilim adamları ve dil uzmanları özel bir törenle 70. yıldönümünü kutladılar, yerli ve yabancı Bulgar dili sevenlerini biraraya getirdi. Plovdiv Üniversitesi plaketi ve “Marin Drinov” onursal plaketi sahiplerini buldu, raporlar okundu, Enstütü tarihçesi anlatıldı. Bulgar Dili Enstütüsü’nün Müdür Yardımcısı Elka Mirçeva şunları anlattı: “Enstütü 1942 yılında kurulur. İkinci Dünya Savaşında nasıl bir zamana denk geldiğini anlarsınız. Buna rağmen bu yıllarda bile Bilimler Akademisi sözlük hazırlamak, Bulgaristan’a ilk anlam lugatını kazandırmayı sağlayacak kaynak ve emek ayırır. Bulgar dili uzmanı akademik Stoyan Romanski sayesinde bu mümkün oluyor. Bulgar Bilimler Akademisinde dönemin Başkanı ve aynı zamanda Bulgaristan Başbakanı Bogdan Filov’un desteğiyle böyle bir eser mümkün oluyor. Üç görevlinin emeğiyle beraber Bulgar Dili Lugatı çalışmaları başlatılıyor, 1947 yılında Akademiye daha 20 kişi tayin ediliyor, dil uzmanları sayısı çoğalıyor. 1951 yılı da Dil Akademisi için önemli yıldır, çünkü o zaman kuruma yeni üniteler dahil edilir. 70.yıl kutlamalarında Bulgar diline katkısı olan uzmanlar unutulmadı, yabancı kültür ve gelenekler ortamında Bulgar dilini muhafaza eden kişiler de törene davet edildi. Sırbistan, Tsaribrod’da Bulgar dili müdürü Snejana Simeonova, Ukrayna Bolgrad bölgesi Gorodnen okulu müdürü Mariya Pinti’ye Bulgar diline katkılarından dolayı özel gümüş madalya taktim edildi. Konuklar arasındaPolonya Bilimler Akademisinden Slav Dili Enstütüsünden prof. Violeta Toşeva, Rus Bilimler Akademisi Slav Bölümünden prof.İrina Sedakova ve prof.Elena Uzenova, Almanya’dan bilimler doktoru Zigrun Komati ve Norveç Oslo’dan prof. Hetil Ro Hauge yer aldı. Bulgar Bilimler Akademisi Bulgar Dili Enstütüsü kuruluşundan 70 yıl sonra, bugün on bilim şubesi ve kütüphaneden oluşmaktadır.

Bursa BüyükşehirKubrat’ı ziyaret etti

Büyükşehir Belediyesi Protokol ve Dış İlişkiler Şube Müdürü Turgay Mercan ile Bursa Kültür A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Rıfat Yolu ve Bursa Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, Bulgaristan’da sevgi seliyle karşılandı. HÖH Genel Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza ve Varna İl Başkanı Ercan Sebahatin’in davetiyle, Mayıs olayları anma törenlerinin 23. yıldönümünde Kuzey Bulgaristan Varna Bölgesi ile çevre il, ilçe ve köylere giden Bursa heyeti, bölgede incelemelerde bulundu, ihtiyaç sahiplerine Büyükşehir Belediyesi ve Bursalı hayırsever işadamlarının desteğiyle hazırlanan yardım malzemelerini dağıttı. Ruşen Rıza Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin adını bu coğrafyada sürekli olarak duyuyoruz ve Büyükşehir Belediyesi olarak da her zaman bizim yanımızda olduğunu biliyoruz. Bundan böyle ilişkilerimiz gelişecek ve dostluğumuz, kardeşliğimiz giderek pekişecek” diye konuştu. Kubrat’ı da ziyaret eden Bursa heyeti, Belogradets adlı Türkleri Köyü’ne geçerek kadınların oluşturduğu Dilek Taşı Topluluğu’nun gösterilerini izlediler. Köyde kültür merkezi ve kütüphaneyi de gezen Bursalılar, bölgede yapımı devam eden ve Türk ve Bulgar kültürlerinin geleneksel eşyalarının sergileneceği kültür müzesinin çalışmalarını yakından gözlemlediler.

AB Komisyonu’nun 2011 Türkiye raporunda, büyüme, bütçe ve ihracatta Türkiye ekonomisini gayet başarılı bulduğunu dile getiren Kazak şunları söyledi: “Bu artışın iç talep sayesinde hızlı gerçekleştiği belirtildi. Yayınlanan bu raporda Türkiye ile AB arasındaki ekonomik potansiyelin yeterli şekilde kullanılmadığı belirtildi. Türkiyeli işadamlarının önündeki en büyük engellerden biri olan vize engelinin aşılması için TUSKON’a büyük görev düşmektedir. AB üyesi olmasından sonra Bulgaristan, yatırımlar açısından son derece büyük ivme gösterdi. 2000’li yılların başından itibaren, turizm, bankacılık, tekstil, hazır giyim, ev aletleri ve oto yedek parça Türk işadamları tarafından ilgi gören başlıca sektörler oldu. İki ülke piyasası birbirini tamamlayan yapıya sahip. Bulgaristan da, AB kaynaklarını kullanarak bir çok imkana sahip bulunmaktadır. Bu imkanların en iyi şekilde değerlendirilmesini ümit ediyorum.” Cihan Haber Ajansı’na açıklamalarda bulunan Metin Kazak, bu forumun çok önemli olduğunu, iki ülke arasındaki işbirliği ve ticaretin artırılmasında yarar olduğunu söyledi. Bu görüşmeyi başlangıç olarak değerlendiren Kazak, Türk işadamları için tarım, inşaat ve turizm sektörlerinin çok cazip olduğunu, hem Türkiye’nin hem de Bulgaristan’ın bu alanlarda tecrübeli olduğunu, tecrübenin de paylaşınca daha da gelişeceğini ifade etti. TUSKON Yönetim Kurulu Üyesi ve ASİAD’ın bağlı bulunduğu Ege ve Batı Akdeniz Sanayici ve İşadamları Federasyonu (ESİDEF) Başkan Yardımcısı Şahin İlgi de, Bulgaristan ile Türkiye arasında uzun yıllara dayanan tarihi bir geçmişin olduğunu ve buradan yola çıkarak iki ülke arasında çok iyi ticaretler kurulabileceğini söyledi. Şahin İlgi, var olan mevcut faaliyetleri arttırabilmek için üye işadamları ile Bulgaristan’a geldiklerini söyledi. TUSKON’un en büyük misyonlarından birinin imalatçıyı üretici, üreticiyi ihracatçı, esnafı tüccar, tüccarı da işadamı yapmak olduğunu vurgulayan İlgi, bu konuda vizyon kazanmak gerektiğini, bu vizyonun da yurt dışına açılarak kazanılabildiğini ifade etti. İlgi, Bulgaristan’ın Türk işadamları için tarım sektörünün daha cazip göründüğünü savundu. Tarım alanında Bulgaristan’ın ciddi potansiyelinin bulunduğuna vurgu yapan işadamı, bu alanda yabancı yatırımcıların da beklendiğini, yabancı çiftçilerin de Bulgaristan’da arazi satın alarak tarım yaptığını aktardı. Bunun sadece böyle kalmaması gerektiğini vurgulayan İlgi, tarıma dayalı sanayinin de gelişmesi gerektiğini, tarım ürünlerinin hammadde olarak satılmasından ziyade, gıda ve tekstile yönelik entegre tesislerin kurulması gerektiğini aktardı. Bu nedenle tarıma dayalı sanayi sektöründen üyelerini Bulgaristan’a getirdiklerini söyledi.

Plastik ve Gıda Ambalaj San.Tic.

Mehmet ADIGÜZEL Tel:0352 336 62 95 330 15 7 3 0352 322 02 45 322 05 99

Adres:Osman KavuncuMah. Beyatlı cad. No.23 KAYSERİ

Nafiye YILMAZ

Tuskon’a büyük görev

AB Komisyonu’nun 2011 Türkiye raporunda, büyüme, bütçe ve ihracatta Türkiye ekonomisini gayet başarılı bulduğunu dile getiren Kazak şunları söyledi: “Bu artışın iç talep sayesinde hızlı gerçekleştiği belirtildi. Yayınlanan bu raporda Türkiye ile AB arasındaki ekonomik potansiyelin yeterli şekilde kullanılmadığı belirtildi. Türkiyeli işadamlarının önündeki en büyük engellerden biri olan vize engelinin aşılması için TUSKON’a büyük görev düşmektedir. AB üyesi olmasından sonra Bulgaristan, yatırımlar açısından son derece büyük ivme gösterdi. 2000’li yılların başından itibaren, turizm, bankacılık, tekstil, hazır giyim, ev aletleri ve oto yedek parça Türk işadamları tarafından ilgi gören başlıca sektörler oldu. İki ülke piyasası birbirini tamamlayan yapıya sahip. Bulgaristan da, AB kaynaklarını kullanarak bir çok imkana sahip bulunmaktadır. Bu imkanların en iyi şekilde değerlendirilmesini ümit ediyorum.” Cihan Haber Ajansı’na açıklamalarda bulunan Metin Kazak, bu forumun çok önemli olduğunu, iki ülke arasındaki işbirliği ve ticaretin artırılmasında yarar olduğunu söyledi. Bu görüşmeyi başlangıç olarak değerlendiren Kazak, Türk işadamları için tarım, inşaat ve turizm sektörlerinin çok cazip olduğunu, hem Türkiye’nin hem de Bulgaristan’ın bu alanlarda tecrübeli olduğunu, tecrübenin de paylaşınca daha da gelişeceğini ifade etti. TUSKON Yönetim Kurulu Üyesi ve ASİAD’ın bağlı bulunduğu Ege ve Batı Akdeniz Sanayici ve İşadamları Federasyonu (ESİDEF) Başkan Yardımcısı Şahin İlgi de, Bulgaristan ile Türkiye arasında uzun yıllara dayanan tarihi bir geçmişin olduğunu ve buradan yola çıkarak iki ülke arasında çok iyi ticaretler kurulabileceğini söyledi. Şahin İlgi, var olan mevcut faaliyetleri arttırabilmek için üye işadamları ile Bulgaristan’a geldiklerini söyledi. TUSKON’un en büyük misyonlarından birinin imalatçıyı üretici, üreticiyi ihracatçı, esnafı tüccar, tüccarı da işadamı yapmak olduğunu vurgulayan İlgi, bu konuda vizyon kazanmak gerektiğini, bu vizyonun da yurt dışına açılarak kazanılabildiğini ifade etti. İlgi, Bulgaristan’ın Türk işadamları için tarım sektörünün daha cazip göründüğünü savundu. Tarım alanında Bulgaristan’ın ciddi potansiyelinin bulunduğuna vurgu yapan işadamı, bu alanda yabancı yatırımcıların da beklendiğini, yabancı çiftçilerin de Bulgaristan’da arazi satın alarak tarım yaptığını aktardı. Bunun sadece böyle kalmaması gerektiğini vurgulayan İlgi, tarıma dayalı sanayinin de gelişmesi gerektiğini, tarım ürünlerinin hammadde olarak satılmasından ziyade, gıda ve tekstile yönelik entegre tesislerin kurulması gerektiğini aktardı. Bu nedenle tarıma dayalı sanayi sektöründen üyelerini Bulgaristan’a getirdiklerini söyledi.

Selim VARNA

Tabela Matbaa Promosyon Araç Giydirme Gazete İlanları Adres: Eski Edirne Asfaltı No. 462 Sultangazi / İstanbul Tel: 0212 594 60 55 / 667 34 74 E.Posta: reklamprestij@mynet.com


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Altıncı Büyük Yok Oluş Süreci Başladı

Altıncı büyük yok oluş süreci başladı. Bu süreci, doğal felaketler değil de, insan kaynaklı “büyüme ve tüketim düzeni” doğurmuştur. Vahşi yaşam gittikçe yok oluyor ve genetik çeşitliliğin azalacağına inanılıyor. Yabancı ve egzotik türlerin ortaya çıkması, büyüyen bir sorun. 1982 yılında, Amerika’nın Atlantik kıyısından gelen gemiler, bir yanlışlık sonucu; Taraklı hayvanlar grubundan, bir tür deniz hıyarını, Karadeniz’e getirmiş. Ancak bu deniz hıyarı, bütün deniz canlı ekosistemine yayılmış ve 1992 yılında, 26 ticari balıkçılık bölgesini yok etmiştir. Tarım, nerede yapılırsa yapılsın, biyolojik çeşitliliğe bağımlıdır. Buna rağmen bugün tarım, genetik erozyonun, tür kayıplarının ve doğal yaşam alanlarının değişmesinin en büyük nedenidir. Kıyı ve deniz ekosistemleri, daha fazla zarar görüyor. Diğer taraftan, özellikle denizin dibinde yapılan araştırmalara göre; derin okyanusların, biyolojik açıdan zenginlikleri de tehlikededir. 2030 yılından itibaren de, gelişmekte olan ülkelerin insanlarının, besin ihtiyaçlarını karşılamak için; 120 milyon hektar fazla araziye ihtiyaç duyacağı anlaşılıyor. Genetik çeşitliliğin kaybı, besin güvenliğini tehdit ediyor. İnsanların, bioyakıtlar gibi, enerji arayışları ve kullanımları, canlı çeşitliliğinin kaybının hızlanmasında kilit rol oynuyor. Bunun neticesinde, hastalıklar, şekil değiştirecek ve ortaya çıkan hastalıklara, bağışık olmayan insan sağlığı, ciddi biçimde etkilenecek.

İletişim

Karşılıklı bilgi alışverişi amacına yönelik bütün etkinliklere denir. *Bir insan karşısındakinin sözlerini yanlış anlarsa yada onun söyledikleri ile ilgili olmayan bir tepki verirse, bu durumda iletişim çatışması yaşanmış olur. OlumluİletişimKurmakİçinYapılmasıGerekenler 1-Haksız eleştiri yapmamalı 2-Hatanızı kabul edin 3-Gereksiz tartışmaya girmeyin 4-Konuyu anlamadan itiraz etmeyin 5-Kendinizi büyük görmeyin 6-Görünüşünüze dikkat edin 7-Jest ve mimikleriniz doğal olsun 8 - İ y i m s e r o l u n 9-Sevgiye ve saygıya önem verin 10-Karşınızdakini dinlemeyi bilin *Beden dili iletişimde %60 oranında etkilidir. 11-İletişimde açık ve net olun 12-Dili iyi kullanın 13-Empati kurmayı unutmayın 14-Konuşurken ya da dinlerken göz teması kurun 15-Hoşgörülü olun *İletişimçatışmasındayaş,kültürseviyesi,ekonomik duru,yetişmeortamı,psikolojikyapı,eğitimyapısıetkendir.

Bankalarla Anlaşmalıyız

Halide ÜMİTFER Diş Hekimi

- İmplant - Ortodonti - Cerrahi

Tel: 0212 556 45 30

Adres: Çalışlar İncirli, Ömür sk.No.1/1 Bahçelievler/

Panel - “Bulgaristan’da Etnik Barış ve Din Algısı”

TA R İ H

İbrahim SOYTÜRK

Misyonerlik

Bulgaristan Aydınları Buluşmasında tertip edilen ve ‘’Bulgaristan’da Etnik Barış ve Din Algısı’’ konulu Panelin moderatörlüğünü aynı zamanda BULTÜRK Genel Sekreteri ve İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi olan Dr. Müjgan DENİZ yaptı. Panele konuşmacı olarak herbiri kendi alanında tanınmış ve konusunun uzmanı akademisyenler katıldılar. İlk konuşmacı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden ve Avrasya Enstitüsü müdür yardımcısı olarak görev yapmış olan Doç. Dr. Emine İNANIR hanımefendiydi. Kendisi de 1989 göçünü bizzat yaşamış bir kişi olarak, göçün öncesinde yaşanan gelişmeler ve ayaklanmalardan itibaren göç sürecini o yıllarda küçük bir çocuk olan kızının bakış açısyla ve onun anılarından, yazdığı mektuptan alıntılar yaparak özetledi. Küçük bir çocuğun göç olgusunu yaşayışı ve onda bıraktığı izler ve sonrasında göç edilen Balkan topraklarına yapılan ziyaretler ile Balkan coğrafyasında yüzlerce yıldır bir arada yaşayan farklı milletlerde gözlemlenen ortak kültür ve değerlerin hatırlandığı vurgulandı. Daha sonra ikinci panelistimiz Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Ramazan Biçer, Etnik Hoşgörü ve Dini Fundamentalizmden bahsederek Bulgaristan’da yaptıkları saha çalışmasını ve 2000 kişiye uyguladıkları anketin amacını ve uygulanış biçimini anlattı. Son panelistimiz ise İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Dalkılıç meslekdaşı Ramazan Biçer ile birlikte yaptıkları anket çalışması sonucunda Bulgaristan’daki Türklerinin dini konulara yaklaşımı, din algıları ve İslam dinini yaşayış biçimleri üzerine çıkarımlarını aktardı. Yine bu anket sonucu Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Türkiye’den din eğitimi konusunda kendilerine yol göstermesi ve İslam dininin esaslarını öğretecek eğitimli personel beklentisi içersinde oldukları ortaya çıktığını belirttiler. Daha önceki yıllarda yapılan anketlerin aksine bu çalışmada katılımcılara yöneltilen sorular ışığında buradaki Müslüman toplumun (Türkler, Pomaklar ve Çingeneler dahil) dini konuları Ortadoğu kökenli Fundamentalist din adamlarından değil de, Türkiye’nin göndereceği ve Türkiye’de eğitim görmüş kişilerin buraya gelerek hizmet vermesini bekledikleri ortaya çıkmıştır. Buna parallel olarak, Bulgaristan’da yaşayan ve din eğitimi almak isteyen gençlerin de yine Türkiye’de bir okula giderek eğitim görmesini talep etmekte oldukları görülmüştür. Prof.Dr.Mehmet DALKILIÇ konuşmasında: BULGARİSTAN’DA DİNİ YAPI Bulgaristan’da Ortodoks Hıristiyanlık (% 82 civarı) ve Müslümanlık (% 8 civarı) yanında daha az olarak Katolik ve Protestan cemaati bulunmaktadır. Dini Fundamentalizm (Religious Fundamentalism) Fundamentalizm teriminin Türkçe karşılığı olarak, kökencilik, köktencilik, dincilik, temelcilik terimleri arasında ‘köktencilik’ kelimesi uygun bulunmuştur. İlgili kavram, başka alanlarda da kullanılmakla birlikte, daha çok dinî bağlamda değerlendirilmiştir. Burada ise ‘dinî funtamentalizm (köktendincilik)’ şekli tercih edilmiştir. Fundamentalizmin kullanımının tarihsel öncülüğü Hıristiyanlık dininin bazı mensuplarına yöneliktir. Nitekim fundamentalizm, Ameri-

kan Protestanlığı’na özgü bir değerlendirmedir. TÜRKLERİN DİNDARLIK DURUMU Kendilerini dindar ve çok dindar olarak tanımlayan % 83,7’lik oran karşımıza çıkmaktadır ki, bu ciddi bir sonuçtur. Bulgaristan Türkleri kendilerini dindar olarak tanımlıyor ve dinle ilgili alana özel bir önem gösteriyor. Çevrenizdeki Türk Gençlerinin Dinine Bağlı Olduğu Düşüncesine Katılıyor musunuz? Yeni nesil Türklerin dinlerine daha bağlı olduğuna kesinlikle katılanlar % 17,6 iken (140 kişi), buna katıldığını belirtenlerin oranı ise, % 23,4’dür (186 kişi). Kararsız olduğunu söyleyenlerin oranı 29,8’dir (237 kişi), % 21,1 oranında bir kesim de (168 kişi), katılmadığını vurgulamış, ayrıca % 8,2’lik bir oran da (65 kişi) kesinlikle katılmadığını belirtmiştir. Bu veriler doğrultusunda ankete katılan Bulgaristan Türklerine göre, gençlerin daha çok dindarlaşma doğrultusunda şekillendiği anlaşılmaktadır. Bir Kimsenin Müslüman Olduğunun Göstergesi Nedir? Giyim ve kuşam, % 15,7’dir (125 kişi) Camiye gitmesi, 215kişiyle % 27,0. Ezan okunur okunmaz camiye gitmesi, 248 kişi (% 31,2) İyi ahlak, 438 kişiyle %55,0. Sakal bırakması, 22 kişiyle % 2,8. Yüz yüze yapılan mülakatlar yanında, gözlemlerimiz sonucunda Bulgaristan Türklerinden ankete katılanların büyük çoğunluğunun (% 95 üzeri), İslamiyet ve Müslüman algısı, Selefi-Vehhabi anlayışla bağdaşmamaktadır. BULGARİSTAN MECLİS KARARI Avrupa ve dünya düşüncesinin, insan ve azınlık hakları alanında uluslararası hukukun en yüksek kazanımlarına atıfta bulunarak, Avrupa İnsan Hakları Şartı ile Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak, Demokratik değişimin başlangıcından bu yana geçen 20 yıl boyunca Bulgar adalet sisteminin, sözde “Soya Dönüş Süreci” de dahil, Bulgaristan Müslümanlarına karşı uygulanan zorla asimilasyon girişiminin suçlularını cezalandıramamasından duyduğumuz üzüntüyü dile getirerek Bu tür suçlar için zamanaşımı olamayacağına ilişkin kesin kanaatimizi ifade ederek, Totaliter komünist rejimin, sözde “Soya Dönüş Süreci” de dahil olmak üzere, Bulgaristan Cumhuriyeti’nde yaşayan Müslüman azınlığa karşı uyguladığı asimilasyon politikasını şiddetle kınıyoruz. ÖNERİLER Alınan bu kararların uygulanması takip edilmeli Bulgaristan Türkleri arasında STK’lar, yok denecek kadar azdır. Bulgaristan hükümetinin AB normları doğrultusundaki aldığı kararların uygulanmasını takip etmelidir. Gerekirse baskı oluşturulmalıdır. Türklerin durumunda herhangi bir iyileştirme olmadığı takdirde, bu kararlar takip edilmezse, AB üye ülkelerini bu kanunlarla ikna edip, Türklere yönelik ayırımcılık devam edebilir. Bu da ancak STK’lar ile mümkündür.

Misyoner kelimesinin yalın hali misyon sözcüğü, Latince missio teriminden gelmektedir. Misyon sözlük anlamı ile görev, yetki demektir. Hıristiyan geleneğinde misyoner ifadesi resmi kilise teşkilatı ya da herhangi bir Hıristiyan mesajını ve dinini yaymak amacıyla özel olarak yetiştirilen ve özellikle Hıristiyanlık dışı toplumlarda görevlendirilen kişi anlamına gelmektedir. Böylesi kişilerin oluşturduğu harekete misyonerlik adı verilmektedir. Misyonerlik ile alakalı olarak Evangelizm ve evangelizasyon gibi terimlerde kullanılmaktadır. Evangelizm, Hristiyan mesajının insanlara ulaştırılmasını hedefleyen anlayışı ifade ediyor. Farklı dinlerin temsilcileriyle ve aydınlarıyla kilise öncülüğünde gerçekleştirilen çeşitli diyalog ve hoşgörü toplantıları, misyonerlerin kendilerini anlatabilmelerine ve diğer inanç çevrelerine açılabilmelerine vasıta olmuştur. Bu yöntem Dinler Arası Diyalog olarak topluma yansıtılmıştır. Bir diğer alan ise hastanelerdir. Müslümanlar acılarını dindiren ve derman bulan doktorlara karşı çok hürmetli ve minnetkar davranırlar. Bu da Hıristiyan ve misyoner doktorların Müslümanlar arasında çok rahat hareket etmelerine elverişli ortam hazırlamaktadır. Doktorluğu ve hastaneleri propaganda olarak kullanmayı, ünlü misyonerlik teorisyenlerinden Anna Milligan, “İnsanların olduğu yerde acılar vardır. Acıların olduğu yerde de misyonerlik için uygun bir fırsat vardır.” İfadesi ile ahlaka ve insanlığa sığmayan üslupta, amaca ulaşmada ki hırs ve yöntemler içerisinde açıkça anlatmaktadır. Tüm Hıristiyanlar misyonerdir, mantığı ile bakarsak misyoner çalışması her zaman ülkemiz içinde de devam edecektir. Kimlere karşı başarılı olurlar, kimlere karşı olamazlar sorusuna cevap aramamız gerekir. Misyonerlik çalışması insanların zaaflarından faydalanıyorsa alınması gereken tedbirler nelerdir? Ülkemizde Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte başlayan ve ağırlıklı olarak dış odaklı (sarıklı veya istavrozlu) yönetilen irtica, dinimiz için ciddi bir tahrip hareketidir. Aynı şekilde bilgisizlik ve eğitimsizlikten kaynaklanan hurafe de en büyük tehlikelerdendir. Bu sebeple Müslüman insanımızın İslamiyet’i çok iyi ve doğru olarak öğrenmesi gerekmektedir. Müslümanlığın şartı da zaten bunu gerektirir. Ülke nüfusumuzun tamamına yakınını oluşturan Müslüman halkımızın, yıllarca dinlerinin temel kaynağı olan kitabı ana dillerinde okumalarına “Arapça bilmeyen okuyamaz” diyerek engel çıkaran zihniyet vardır. Bu zihniyetin yarattığı karmaşa, yapay ihtiyaçlar üreterek bunlara cevap vermeyi meslek edinen çıkar sektörleri oluşturma süreci açmıştır. Bir ayrımın iyi yapılması gerekmektedir. Din konusunda ki bilgisizlik ve hataların irtica diye anılmaması, dindar ile dincinin aynı kefeye konulmaması gerekmektedir. Din alanındaki yanlışların tümü irtica değildir. Bu farkı anlayabilmek için de dinimizi iyi öğrenmemiz gerekmektedir. Misyonerlerin tanımlamasını yaparken bahsedilen bir ifadeyi tekrar hatırlayalım. “Dinini yaymak amacıyla özel olarak yetiştirilen” yani bu insanlar hem kendi dinini çok iyi biliyor, hem de gittiği ülke dinini biliyor. Nasıl fikir mücadelesi yapacaksınız karşınızda ki bu eğitimli kişi ile kendi dininizi nasıl savunacaksınız ve ortaya koyduğu dinimizle ilgisi olmayan hurafe ve yalan ifadeleri aleyhimize kullanmasını nasıl engelleyebileceksiniz! İnsanlık ve insanın insanca yaşamasına karşılıksız katkıda bulunan her zihniyetin, her düşüncenin savunucusu olmak doğru bir amaçtır. Ancak, bu zihniyeti siyasal alanlarda ki hedeflere ulaşmak için, insanlara kendilerini farklı göstererek gizli emellerine ulaşmaya çalışan kişi, vakıf, dernek gibi kurumlar, asıl mücadele edilmesi gerekli büyük tehlikedir. Hayat her zaman o gün cebinde olan doların sayısı ile televizyonlarda izletilen düzmece pembe diziler, sosyetik magazinlerden alınan keyif ve imrenme ile yaşanmıyor. Hayat bu gün ile ibaret değildir. Yarın için ne yaptığın ve ne yapman gerektiği bilinci ile var olabilme savaşın ile değerlidir. Yaklaşık bin yıldır dinimize ve ırkımıza kılıç ile mızrak ile top ile tüfek ile saldırarak yok etmeye çalışan zihniyet bu günde aynı zihniyettir. Tek farkı silahla yok edemeyeceğini anladığı için uyguladığı bölme ve küçültme yöntemlerdir. Ortaya çıkan temel dürtü ise hedefe ulaşabilmede gösterdikleri sabırdır. Bu kadar yıl sabreden bir organizasyonun tehlikesinden bahsetmek, üzerinde durulması gerekliliğinde ısrar etmek sanırım yanlış olmaz. Hep birlikte kalıcı ve yaşanan barışın kurulması için, tahrip odaklarınca yapay olarak yaratılan ve sürdürülen bu çekişmeler ile mücadele etmeliyiz. İnancımızla, imanımızla, sevgi ve tanrısal rahmet ile bilgimiz ve zihniyetimiz ile hür irademiz ve kanımızda ki milliyetçilik ruhu ile bunu yapmak zorundayız. Yarınlarımızı bu gün için feda etmeyelim. Bedeli çok büyük olacak ama iş işten geçmiş olacak. Az şey bilirsek bir şeyin doğruluğuna emin olabiliriz, bilgi artınca kuşku da artar.


12

Atmosferdeki oksijen oranı neden sabit?

Biz Kimiz?

Biz, 1354 yılından itibaren Osmanlı Türk İmparatorluğunun Trakya ve Balkanları fethetmesiyle birlikte Anadolu’dan rastgele değil yedi-göbek Türk aileler arasından özenle seçerek getirip, oraya yerleştirdiği EVLÂD-I FATİHAN’ız... Biz, 1877-1878’de doksan üç harbi de denilen, savaşta Plevne Müdafaası’nın komutanı şanı büyük GAZİ OSMAN Paşa’nın yolunda O’nun azim ve kararlılığında olduğumuzu defalarca ispat etmiş olan Balkan Türkleriyiz. Biz, 1913’de, Anadolu’daki Millî Mücadele’den önce, Bulgar çetecilere karşı kurduğu millî kuvvetlere KUVA-YI MİLLÎYE ismini veren ve bu ifadeyi ilk defa kullanan Batı Trakya Türkleriyiz. Biz, 1913’de Anadolu’da yedi bin yıllık Türk tarihinde ilk muhtar Türk Cumhuriyeti olan BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ’Nİ kuran istiklâl aşığı kahraman Türk Cumhuriyetçilerinin torunlarıyız. Biz, 1914’de, Cihan harbinde batılı emperyalistlere karşı “Cihadı-ı ekber” ilan edildiğinde on binlerce gencinin Bulgar hududunu geçerek Osmanlı Türk ordusunda gönüllü olarak görev aldığı RODOP TÜRKLERİYİZ. Biz, 19 Mayıs 1919’da M. KEMAL ATATÜRK’ ÜN Samsun’a ayak basmasıyla başlayıp, Türk egemenliğinin 24 Temmuz 1923’de Lozan’da bütün dünyaca kabul edilişine kadar geçen döneme adını veren Türk

Kurtuluş Savaşı’nın, tümen ve daha üst derece komutanlarının yüzde yetmişinin doğum yerleri olmasıyla iftihar ettiğimiz RUMELİ TÜRKLERİYİZ... Biz, 1923’den sonra Büyük Atatürk’ün “Oraları özbeöz Türk toprağıdır, ileride Türkiye Cumhuriyeti’nin Tuna Vilâyeti olacaktır!” diyerek göçlerine ve mübadelelerine izin vermediği TUNA TÜRKLERİYİZ. Biz, 1984’de Bulgaristan’daki komünist yönetimin Bulgarlaştırmak istemesi üzerine, her türlü hakkını savunmak üzere mücadele eden, dinini ve milliyetini terk etmeyen, Türk Dünyası’nın ayrılmaz parçası Bulgaristan Türkleriyiz. Nihayet Biz, Anavatana gelip yerleştikten sonra, kimseden bir şey dilenmeyen, çalışkan, üretken, Türkiye’mizin tüm yasalarına sadakatle bağlı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinden yana TÜRKOĞLU TÜRKLERİZ...

Türk Dünyası Çalıştayı Mihail İvanov : Bulgar devleti Müslümanların Tamamlandı Bu amaçla Yükseköğretim Kurulu veya Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesinde bir “Türk Dünyası Araştırmaları Koordinasyon Birimi” oluşturulması. Bu birim, öncelikle bir “veri tabanı” oluşturup bu alanda çalışan kurum, kuruluş ve araştırmacıları belirleyerek bilgilerin sürdürülebilir ve güncel olmasını sağlamalıdır. Kurulacak birim, Türk dünyasına yönelik öncelikli araştırma konularını belirlemelidir. Birimde yapılacak belirlemelere dayanarak mevcut kuruluşların ortak alan adları taşıması, kavram ve terimlerde birlik sağlanmalıdır. Birim tarafından belirlenecek ölçütlere göre kurumlar arası ortak çalışmaların yapılması ve araştırma konularının paylaştırılması, birim tarafından Türk Dünyası araştırmaları alanında ERASMUS benzeri “öğretim elemanı ve öğrenci değişim programları” oluşturulmalı. Birim, gerek Türkiye gerekse diğer Türk cumhuriyetleri tarafından verilen lisans ve lisansüstü eğitim burslarının daha düzenli ve güçlü hâle getirilmesini sağlamalıdır. Kültürel etkinlikler ve Somut Olmayan Kültürel Miras çalışmalarında Türk Dünyası UNESCO’su görevini üstlenen TÜRKSOY’un çalışmaları, Türk cumhuriyetlerindeki UNESCO Millî Komisyonları ile koordinasyon içinde yürütülmelidir.” ARAŞTIRMA SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Mevcut kuruluşların aynı konuları farklı birimlerde araştırma konusu yaptıkları bilinmektedir. Bunun, kurulacak Koordinasyon Biriminde oluşturulacak “veri tabanında” öncelikle kontrolü yapılarak konu tekrarından kaçınılması sağlanmalıdır. Mevcut kuruluşların yapacakları araştırmalara kurulacak birim ve konuyla ilgili diğer kuruluşlardan yeterli araştırma desteği sağlanmalıdır. Yapılacak araştırmaların Birim tarafından belirlenecek ölçütlere göre destek almaları sağlanmalıdır. Hâlihazırda dağınık olarak yürütülen “aktarma/çeviri” ve “sözlük” çalışmaları, Birim tarafından daha düzenli ve güçlü programlar hâlinde sürdürülmelidir. Koordinasyon Birimi tarafından Türk Dünyasına yönelik yapılan bütün lisansüstü çalışmaların yer aldığı bir veri tabanı oluşturulmalı ve ilgili bütün birimlere bunlar düzenli olarak duyurulmalıdır. Yapılan tez çalışmaları elektronik ortamda depolanmalı ve veri tabanından belli koşullarda erişimi sağlanmalıdır. Koordinasyon Birimi tarafından üniversiteler içindeki enstitü ve merkezlerin yanı sıra üniversite dışındaki kuruluşların Türk Dünyası araştırmalarıyla ilgili yayınlarına maddi destek sağlanmalıdır.EĞİTİM SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Lisansüstü eğitim ve araştırmaya yönelik olarak Türk Dünyası alanında kurulmuş olan enstitülerin akademik yapıları gözden geçirilmeli ve kadro eksikliklerinin giderilmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Türk dünyası alanında faaliyet gösteren araştırma merkezlerinin akademik yapıları da gözden geçirilmelidir. Türk Dünyası alanında araştırma yapmak üzere kurulmuş enstitülerin bağımsız lisansüstü diploma verebilen enstitüler haline getirilmesi için YÖK nezdinde girişimlerde bulunulmalıdır. Türk Dünyası alanında araştırma yapmak üzere kurulmuş enstitüler, Türkçe Öğretim Merkezi programlarını da koordine etmelidir. Türk Dünyasındaki belli üniversitelerde Yaz Okulu programları çerçevesinde Türk lehçeleri eğitim ve öğretim programları açılmalıdır.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

dini eğitimine duyarsız

Bulgaristan’da müslümanların dini eğitimi konusunda devletin izlediği yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bulgaristan’da müslümanlara eğitim veren birkaç müessese var. Bunlar Sofya’daki Yüksek İslam Enstütüsü ve ülke içinde, Şumen, Momçilgrad ve Ruse’de bulunan üç İmam Hatip Lisesi’dir. Burada en büyük felaket devletin bu okullara hiçbir mali destek sağlamaması. Başmüftülük bu kurumlarda eğitimin sürmesi için başka yollardan finansman ve destek aramak zorunda kalıyor. Böylece üç lise ve bir yüksek okul olmak üzere, dört İslam okulu da Türkiye Diyanet İşleri tarafından sağlanan paralarla ayakta kalabiliyor. Bizler elbet Türkiye’ye bu konuda küsemeyiz, çünkü devletin kendisi bir kuruş yardım sağlamış değil. Geçen sene yaptığımız resmi bir araştırma sonuçlarına bakacak olursak, ortada çok tezat bir durum var. Yurt içinde müslümanlarla anket yaptık ve “Dini eğitimi nereden almalısınız” sorusunu yönelttik. Cevaplar gerçekten çok açık ve netti. Deneklerin %20’si fikir sahibi olmadıklarını belirtti, %8’i “Türkiye’de” dedi, % 8’ine göre müslümanlar dini eğitimini Suudi Arabistan’da almalı,tam % 56’sı ise “Bulgaristan müslümanlar dini eğitimini kendi devletinde almalıdır” cevabını verdi O halde Bulgar devleti ve hükümetlerin iyi niyeti ve icraları nerede? İktidar sahibi olanlar, Diyanet İşleri ve kurumlar önünde konu defalarca masaya yatırılmış olsa da, Bulgaristan müslümanların dini eğitimi alanında vurdumduymazlık tavrını devam ettiriyor. Sonra da gelip, ülkeden müslüman gençler neden Arabistan’da, neden Türkiye’de İlahiyat okuyorlar diye toplumda gerginlik yaratılıyor, Bulgaristan’a has olmayan İslami kurallar ithal etmekle suçlanıyorlar. Neden? Bu itirazlara asla hakkımız yok, çünkü biz, devlet olarak İslam eğitimine sırt çevirmişiz. Bulgaristan’da demokrasinin bu 22. yılında azınlık politikası alanında neler yapıldı, neler yapılmadı? İlk yıllarda hem Anayasa bazında, hem insanların görüşlerinde azınlık konusu önemli bir zemine yatırıldı. Bulgar, Romen, Türk, hepimiz bütünlük içinde bir devletin milletiyiz denildi. Anayasa da, farklı azınlıkların etnik, dini, kültürel kimlik ve dillerini koruma yönünde güvence verdi. Geçen sene mecliste kabul edilen Milli Güvenlik Stratejisinde de DPS-Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin önerisiyle, bu metinler belgede yer aldı. Ortak yurttaş ulusu içinde, kimliği korunması gerekecek farklı etnik grupların bulunduğu yazıldı. Buraya kadar herşey iyi. Olumlu bir temel atıldı. Fakat sonrası….? Okullarda Anadili Türkçe hala zamanında Kazım Memişev’in yirmi yıl önce burada hazırlayıp, Türkiye’de bastırdığı ders kitaplarından okutuluyor. Bu kitaplar çok eskidi. Azınlıkların kültürü için hiçbir destek verilmiyor. Bulgaristan’da zamanında “Kaynak”, “Balon”, Gönül”, Filiz” gibi muhteşem dergi ve gazeteler yayınlanıyordu, kültürel etkinliklere parasal yardım veriliyordu. Şimdi bunlar mazide kaldı, sadece “Kaynak” birçok zorlukla çıkmaya çalışıyor. Gerçekten büyük bir çöküş! Azınlıkların kimliklerini korunmasından bahsedecek olursak, bu duyarsızlığa anlam verilemez. Burada irade mi yok, iyi niyet mi eksik, korku mu var… Nedir sizce? Bana göre burada 19. yüzyıldan kalma, eskimiş ve üstü kapalı Bulgar etnik milliyetçilik anlayışı mevcut. Bulgarların bir kısmı, devletin tek ulus olduğunu düşünüyor, bütün diğer etnik grupların kendilerine katılmalarını, ayak uydurmaları gerektiğini düşünüyor. Entegrasyonun tek taraflı olduğunu düşünenler var, anlamama, bilmeme, istememe, kabul etmeme- herşey var. Bazen iktidardakiler de azınlık politikasına karşı iyi örnekler vermiyor. Başbakan Boyko Borisov’un “İsim değiştirme kampanyası amaç olarak doğru, ancak araçları yanlıştı” şeklindeki sözlerini hatırlatmak yerinde olur. Etnik farklılıklar kapatma niyetleri gözlemleniyor, bazı partilerin programı da tek etnik kimlik anlayışı sergiliyor. Siyasiler tarafından icat edilen “Bulgar etnik hoşgörü modeli” gittikçe ülkede zemin kaybediyor sanırım? Bulgar etnik modelinin temelinde bence “biz hepimiz bir devletin milletiyiz, içinde farklı etnik gruplar bulunan, onların etnik kimliğine saygı duyulması ve korunması gereken azınlıklar var” prensibine dayalıdır. Sonrası? Korunması gereken, dedik, oysa bu azınlıkları koruyacak kimse yok. Ana sorun bundan kaynaklanıyor. Başgösterenmilliyetçilikolaylarınınasıldeğerlendiriyorsunuz? Bir yandan Katunitsa gibi yerlerde olduğu gibi, okuma, yazması olmayan,sayısı yüz bini geçen, yaptıklarından sorumlu tutulabilecek yaşta Roman gençler var, öte yandan İnternet aracılığıyla da oluşan Bulgar milliyetçi gruplar. Bazılar “ultras” olarak adlandırılıyor yanı futbol taraftarı holiganlar olarak. Oysa ben de gençliğimde futbol taraftarıydım, fakat böyle uç hareketleri kabul edemem. Ülkede Nazi ilkelerini bile benimsemiş aşırı hareketler var. Her iki taraf d sanırım kişsel bir memnuniyetsizlik içinde, kompleks sahibi ve suçu birilerinde aramaktadır.

Atmosferdeki oksijen oranı neden hep sabittir? Atmosferik oksijen, dünya (standart) atmosferini yüzde 20,95’ini veya yaklaşık olarak 210.000 ppm’ini oluşturmakta. Şu an da dünyadaki oksijen seviyesinde son 20 yıldan beri devam etmekte olan bir azalma eğilimi olduğu bilinmekte. Avustralya’da yapılan bir çalışmaya göre oksijendeki bu azalma şuan yüzde 0,03 civarında. Bu azalmanın belli başlı nedeni, dünya üzerindeki ormanların yok olması ile beraber ve fosil yakıtların yakılmasında oksijenin kullanılması ile biyosferdeki oksijen çevriminde bozulmadır. Oksijen seviyesindeki azalmanın canlıların nefes alması üzerine henüz kötü bir etkisi yok. Bu nedenle, bilimsel literatürde atmosferik oksijen seviyesi üzerine şuan çok fazla çalışma bulunmamakta. Oksijendeki zamansal bu değişeme ilave olarak, atmosferik oksijenin seviyesi şehir, kırsal alan, bina içi ve dışı, vb benzeri yerler arasında da değişiklikler göstermektedir Yıldırım neden sivri yerlere düşer? Çünkü bir iletkendeki en kuvvetli elektrik alanı keskin kenarlarında veya uçlarında oluşur. Bu da sivri uç ve kenar gibi yerleri yıldırım düşmesi için iyi bir hedef haline getirir. Doğada atıklar ne kadar durur? Bu atıklar nelerdir? Her maddenin bir çözünme ve parçalanma süresi vardır. Bunlardan organik kökenli maddeler çok daha kısa sürede çözünürken, yapay olan maddelerin (plastik gibi) parçalanması çok uzun zamanlarda gerçekleşir. Petrol atıkları ve endüstriyel kaynaklı atıkların (tekstil, yağ, pamuk, deri, kağıt, petrol türevleri) bozunması ve zararsız hale gelmesi için yüzlerce yıl gerekebilir. Radyoaktif ve tıbbi atıklarda özel depolarda bertaraf edilir Difüzyon diye bir şey varsa ozon tabakası niye deliniyor? Ozonun kemirilmesine kloroflorokarbonlar neden oluyor. Difüzyon ve başka yollar ile ozon taşınıp üretiliyor ama altı ay kış olan kutuplarda güneş ışınlarının olmaması ve kuvvetli vorteksler ozonun diğer bölgelerden buralara taşınmasını önleyebiliyor. Böyle zamanlarda yok edilen ozon, üreyen veya taşınan ozondan daha fazla oluyor ve çok azalan ozon miktarı dikkat çekiyor. Güneş doğarken ve batarken neden aynı renkte görünmez? Güneş ışığı beyaz görünmekle birlikte, görebildiğimiz bütün renklerdeki ışığın karışımıdır. Eğer bir nesneyi mavi görüyorsak, bunun nedeni, bu nesnenin yalnız maviyi yansıtıp öteki renkleri soğurmasından kaynaklanır. Güneş ışığı, bize ulaşmadan önce kalın bir atmosfer katmanından geçer. Bu sırada bazı renkler atmosfere saçılır. En çok saçılan renk mavi olduğundan, atmosferi mavi görürüz. İçerdiği mavi renk süzülen güneş ışığı, sarıya yakın görünür. Güneş, ufka ne kadar yakınsa, o kadar kalın bir atmosfer katmanını geçer. Bu nedenle Güneş doğarken ve batarken daha kırmızı görünür. Atmosferin geçirgenliği, yalnızca hava katmanının kalınlığına değil, içerdiği su buharı gibi gazlar ve toza da bağlıdır. Bazı günler, Güneş’in özellikle batarken normalden daha kırmızı ve sönük göründüğünü fark etmişsinizdir. İşte bunun nedeni, atmosferdeki su buharı ve tozdur. Atmosfer, genellikle akşamları daha tozlu olur. Çünkü, yeryüzünün ve havanın gün boyunca ısınması, atmosferde çalkantılara yol açar. Toz tanecikleri de böylece atmosfere yayılır. Bunun yanında, özellikle büyük kentlerdeki kirli hava katmanı da güneş ışınlarını soğurur. Hava kirliliği genellikle akşam saatlerinde arttığından, Güneş batarken onun iyice soluk görünmesine yol açar. Ağaçlar neden yıldırımı çeker? Genelde bulutun üst kısmı pozitif, alt kısmı negatif olarak elektrik yüklenmiştir. Bu farklı yükler birbirlerini etkiler. Bulutun alt kısmındaki negatif yükler, bulutun altındaki yeryüzüyünün üzerinin pozitif yüklenmesini sağlar. Fırtına bulutları hareket ettikçe yeryüzeyindeki pozitif yükler, bulutu bir gölge gibi takip eder. Pozitif yükler ağaç, direk, bina gibi çıkıntılı objelerde çok yoğundur. Bu nedenle yıldırımlar en yoğun pozitif yüklerin bulunduğu ve kendine en yakın cisimler üzerindeki elektrik boşalımı olarak ortaya çıkar. Bunun için, gökgürültülü sağanaklı havalarda eğer sığınabileceğiniz hiçbir yer yoksa bulunduğunuz yerdeki en yüksek cisimden uzak durunuz. Eğer etrafınızda dağınık şekilde bir kaç tane ağaç bulunu Uçaklardan beyaz duman neden çıkar? Uçakların egzosundan çıkan yakıt artığı gazların yanısıra bir miktar su buharı da bulunur. Su buharı yüksek irtifalardaki soğukta yoğuşarak buz kristallerine dönüşür. Yüksekten uçan uçakların arkalarında bıraktıkları beyaz izler, bu kristallerden oluşur yorsa en yakınınızdaki ağaca, o ağacın yüksekliğinin iki katı bir uzaklıkta bir yerde başınızı dizlerinizin arasına koyarak yere çömelin. Asla tek başına duran bir ağacın altına girmeyiniz Ben kar tanelerinin farklılığının nedenini merak ediyorum. Kır kristalleri birbirlerine çok benzerler ama onları bir atomik mikroskop altında incelerseniz tıpkısının aynısını bulamazsınız. Bunun nedeni aynı anda su ve buz yüzeylerinden olan buharlaşma ve yoğuşmadır. Buharlaşma ile kar kristalinin yüzeyinden havaya binlerce su molekülü kaçıyor; yoğuşma ile ise kar kristalinin üzerine havadan binlerce su molekülü gelip yapışıyor. Bu nedenle, üzerindeki binlerce su molekülünün aynı yerde ve aynı özellikte olduğu ikinci bir kar kristalini bulmak mümkün değildir. Kar neden beyaz renklidir? Bir elma kırmızı görünür, çünkü elma yüzeyi ışıktaki renklerin çoğunu yutar ve sadece kırmızı ışık gözümüze yansıyınca elma yüzeyini kırmızı olarak görürüz. Benzer şekilde, bir kar kristalinin üzerine güneş ışığı düştüğünde güneş ışığı kar kristali tarafından bir kaç kez saçılır. Işığın hiçbir kısmı diğerine nazaran daha fazla yutulmaz, ve saçılmaz. Böylece, ışıktaki tüm renkler eşit olarak geri yansıtıldığından karın rengi güneş ışığı gibi beyaz olarak görülür. Yağmur yağmadan önce bulutlar neden gri renkte olur? Bunun sebebi yağmur bulutlarının kalın ve ağır olmasıdır. Bulutlar çok küçük buz kristallerinden ya da su damlalarından oluşur. Bildiğimiz gibi ısınan hava yükselir ve eğer soğuk havayla karşılaşırsa yükselen havadaki su buharı yoğunlaşarak bulutları oluşturur. Eğer koşullar elverişliyse yoğunlaşan hava kütleleri üst üste biner. Bulutlardaki küçük su damlaları veya buz kristalleri, havada bulunan ve sadece mavi ışığı yansıtan daha küçük moleküllerle karşılaştırıldığında, ışığın bütün renklerini yansıtabilecek büyüklüktedir. Sonuçta bütün renkler yansıtıldığı için bulutları beyaz görürüz. Bir bulut ince olduğunda, ışığın büyük bölümünü geçirir ve beyaz görünür. Fakat kalınlığı arttıkça gitgide daha az ışığı geçirmeye başlar. Sonuçta bulutun en aşağıda kalan kısmı, bütün renkleri yansıtmaya devam ettiği halde, koyu görünür. Biz de bulutun rengini gri olarak algılarız. Eğer dikkatle bakarsanız taban kısmı düz olan bir bulutun bu kısmının kenarlarından daha gir olduğunu farkedebilirsiniz. Samet ERDEM

Tarih Mehmet ÇAKIR

Balkan Müslümanlarının Türklüğü “Türk”, “Müslüman” ya da “Osmanlı” kelimeleri aynı anlama geliyorlardı ve Boşnaklar bu kavramlarla özdeşleştirildikleri için düşman sayılıyorlardı. “Türk” ya da “Osmanlı” kavramı, Türkiye’nin etkisini sınırlarının çok ötesine taşıyan büyük bir vizyonun adıdır. Balkanlar da olduğu gibi... Bugün başta Sırplar olmak üzere diğer tüm Balkan milliyetçileri, Boşnakları, Arnavutları ya da Pomakları, yani etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan Balkan Müslümanlarını “Türk” olarak tanımlamakta sakınca görmüyorlar. Bunun nedeni ise, etnik kökenleri ne olursa olsun, Balkanlar’daki tüm Müslümanların, aralarında yaşadıkları Hıristiyan uluslardan ayrı bir “millet” olarak algılanmaları. Bu “millet”in ismi ise, her ne kadar etnik bir Türklüğü ifade etmese de, “Türk Milleti”... Florida Üniversitesi’nden Balkan tarihçisi Maria Todorova, bu durumu şöyle açıklıyor: “Balkan milliyetçiliği Ortodoks Hıristiyanların birliğini parçalarken, öte yandan tekvücut ve değişmez bir Müslüman cemaati imajı üretmiştir ve bunu da “millet” kavramı bazında görmektedir. Bir başka deyişle, Balkanlardaki Hıristiyan halklar kendi aralarında milliyetçilik kıstasına göre ayrımlar geliştirirken, öte yandan Müslümanlara, sanki bu insanlar tek bir milletmiş gibi davranmışlar ve bu yönde bir söylem geliştirmişlerdir. Bu Hıristiyan uygulamasının en açık örneği, Balkanlar’daki tüm Müslümanlara, etnik kökenlerine göre bir ayrım yapmadan, “Türk” denmesidir. Bu, bölgede hala çok yaygın olan bir kullanımdır.” Balkanlarda Asıl Hedef Türk-İslam Medeniyeti Öte yandan, Balkan Müslümanlarının geneli de, milliyetçi söyleme adapte olmadıkları için ve Balkanlar’daki ulus-devlet oluşumları tarafından dışlandıkları için, kendilerini ayrı bir “millet” sayan bir toplumsal bilinci bugüne kadar korumuşlardır.1 Todorova’nın da belirttiği gibi, Balkan Müslümanları için dini kimlikleri her zaman için etnik kimliklerinden çok daha öncelikli olmuştur. Bulgaristan’da da durum böyledir; “Bulgar Müslümanları” olarak tanımlanabilecek olan Pomaklar kendilerini Bulgarlar’dan çok Türklere yakın hissederler. Bosna’daki durum daha da belirgindir; Sırplarla ya da Hırvatlarla tamamen aynı etnik kökene sahip olan ve aynı dili konuşan Boşnaklar, bu iki halkla hiç bir zaman bütünleşmemiş, kendilerini hep Osmanlı ekseninde görmüşlerdir. Balkan uzmanı Eran Frankel, aynı durumun Makedonya için de geçerli olduğunu vurgular. Frankel’e göre, “Makedonyalı Müslümanlar hiç bir zaman Makedonyalılık adına İslam’ı geri plana atmış ya da reddetmiş değildirler. Aksine, çoğu kez kendi Slavlıklarını reddetmişler ve Slav olmayan bir İslam kimliğini benimsemişlerdir.”2 Yine Frankel’e göre Makedonya’daki Müslüman Arnavutlar ya da Çingeneler, kendilerine Slav kimliğini benimsemektense, “Türk” olarak tanımlanmayı tercih ederler.3 İşte bu nedenle de, Türkiye’nin Balkan yarımadasındaki “uzantısı” olan halklar, yalnızca birkaç milyonluk Balkan Türkü değil, nüfusları 10 milyonu bulan Balkan Müslümanlarıdır. Çoğu etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan bu insanlar, kendilerini aynı dili konuştukları Sırplar’dan ya da Bulgarlar’dan çok Türklere yakın hissetmektedirler. Çünkü bu insanlar herşeyden önce “Osmanlı”dırlar ve Türkiye de Osmanlı’nın yegane mirasçısıdır. Üstteki satırları yazan Maria Todorova, bu konuda şöyle söyler: “Türkiye’nin Balkanlar’daki etkisi oldukça komplekstir. Bu etki, öncelikle Balkanlardaki Türkçe konuşan nüfusa yöneliktir. Bu nüfusun büyük bölümü Bulgaristan’da yaşar, kalan kısmı ise çok daha az sayılarda Yunanistan, Romanya ve eski Yugoslavya’dadır. Ancak Türkiye’nin etki alanı bununla sınırlı değildir. Aynı zamanda Slav diliyle konuşan Müslümanlar da Türkiye’nin etki alanı içindedirler”.4 Todorova, Türk-olmayan Balkan Müslümanlarının kendilerini Türklükle özdeşleştirme eğilimlerine gösterge olarak ilginç bir noktanın daha altını çizer: 20. yüzyıl boyunca Balkanlar’dan Türkiye’ye göç eden Slav Müslümanlar (Arnavutlar dahil), Türk kimliğini benimseyerek Türk toplumu içinde asimile olmuşlardır. Bu durum, Todorova’ya göre, “Osmanlı mirasının Türk etkisine dönüşmesinin açık bir örneğidir”.5 Kuşkusuz bu tarihsel gerçek Türkiye açısından son derece önemli bir stratejik avantajdır. Tüm Balkanlar’da, aslında etnik olarak “Türk” olmamalarına karşın, kendilerini “Türk” olarak gören ya da görmeye eğilimli büyük bir Müslüman nüfus vardır. Bu “fahri soydaşlarımız”ı bize bu denli bağlayan unsur ise, Osmanlı mirasıdır. İşte Türkiye’nin Osmanlı kimliğine sahip çıkması gerektiğini, çünkü bunun Türkiye için büyük bir stratejik avantaj oluşturduğunu söylemekle tam da bunu kastediyoruz. “Osmanlı” kavramı, Türkiye’nin etkisini sınırlarının çok ötesine taşıyan büyük bir vizyonun adıdır. Bu, Balkanlar’da olduğu gibi Ortadoğu’da da böyledir. “Türkleşmiş” Slavlara Soykırım


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Biolojik Çeşitlilik Hızla Yok Oluyor

Biyolojik çeşitlilik, sadece besin, giyeceklerimiz için iplik, ve ilaç demek değildir. Biyolojik çeşitlilik, pek çok hayati önem taşıyan hizmetlerin, devamını sağlar. Mesela, bakteri ve mikroplar, atıkları, kullanılabilir ürünlere çevirirler, hava ve sudaki kirleticileri, filtre ederler. Böcekler, bitkilerin tozlaşmasını sağlarlar. Mercan kayalıkları ve mangrov ormanları, tıpkı bitkilerin, toprağı bir arada tutarak erozyonu engellemesi gibi, kıyı şeridini muhafaza ederler. İnsanların ve diğer tüm canlı türlerinin hayatı, sağlıklı ekosistemlere bağlıdır. Ancak zamanımızda biyolojik çeşitlilikte meydana gelen değişimler, insanlık tarihinde, görülmemiş bir hızda gerçekleşiyor. Ekosistem hizmetlerinin, %60’ı ya kayba uğradı, ya da devam edemeyecek şekilde tahrip edildi. Canlı türler; toprak kullanımındaki değişiklikler, doğal ortamın kaybı, kaynakların aşırı derecede sömürülmesi, kirlilik ve yabancı istilacı(zararlı) türlerin yayılması sebebiyle; fosil kayıtlarından tespit edilen orandan, 100 kez daha hızlı bir yok olma sürecine girmiş bulunuyor. Büyük omurgalı hayvan gruplarından, Amfibilerin (hem kara ve hem de denizde yaşayabilen canlılar) % 30’undan daha fazlası; memelilerin % 23’ü; kuşların % 12’si,tehdit altında bulunmaktadır. “ALTINCI BÜYÜK YOK OLUŞ SÜRECİ BAŞLADI” Altıncı büyük yok oluş süreci başladı. Bu süreci, doğal felaketler değil de, insan kaynaklı “büyüme ve tüketim düzeni” doğurmuştur. Vahşi yaşam gittikçe yok oluyor ve genetik çeşitliliğin azalacağına inanılıyor. Yabancı ve egzotik türlerin ortaya çıkması, büyüyen bir sorun.

1982 yılında, Amerika’nın Atlantik kıyısından gelen gemiler, bir yanlışlık sonucu; Taraklı hayvanlar grubundan, bir tür deniz hıyarını, Karadeniz’e getirmiş. Ancak bu deniz hıyarı, bütün deniz canlı ekosistemine yayılmış ve 1992 yılında, 26 ticari balıkçılık bölgesini yok etmiştir. Tarım, nerede yapılırsa yapılsın, biyolojik çeşitliliğe bağımlıdır. Buna rağmen bugün tarım, genetik erozyonun, tür kayıplarının ve doğal yaşam alanlarının değişmesinin en büyük nedenidir. Kıyı ve deniz ekosistemleri, daha fazla zarar görüyor. Diğer taraftan, özellikle denizin dibinde yapılan araştırmalara göre; derin okyanusların, biyolojik açıdan zenginlikleri de tehlikededir. 2030 yılından itibaren de, gelişmekte olan ülkelerin insanlarının, besin ihtiyaçlarını karşılamak için; 120 milyon hektar fazla araziye ihtiyaç duyacağı anlaşılıyor. Genetik çeşitliliğin kaybı, besin güvenliğini tehdit ediyor. İnsanların, bioyakıtlar gibi, enerji arayışları ve kullanımları, canlı çeşitliliğinin kaybının hızlanmasında kilit rol oynuyor. Bu-

nun neticesinde, hastalıklar, şekil değiştirecek ve ortaya çıkan hastalıklara, bağışık olmayan insan sağlığı, ciddi biçimde etkilenecek. BÖLGESEL TEHDİTLER İklim değişikliğinin, 7 bölge üzerindeki potansiyel etkilerini, vurgulayan ilk GEO raporu budur. Avrupa Birliği; iklim değişikliğinin etkilerini, idare edilebilir seviyelere çekmeyi ve sıcaklık seviyesinin 2 °C üstüne çıkmaması gerektiğini, öne sürmektedir. Bu hedefin gerçekleşmesi için, gelişmiş ülkelerde emilimin; 2050 yılında, % 60-80 arası azalması gerekiyor. Özellikle Afrika‘da en önemli çevresel tehdit, toprağın verimsizliği ve çölleşmedir. Kutup Bölgeleri, küresel iklim değişikliği etkilerinin yer aldığı döngünün bir parçasıdır. Kuzey Kutbu’ndaki ısınma, Dünya ortalamasının 2 katıdır. Yerli halkın sağlığı ve besin güvenliği, çevredeki civa ve doğada uzun süreler kalan organik kirleticiler yüzünden tehlikededir. Bunun yanında, ozon tabakasında en çok incelme, Kutup Bölgeleri’nde gözleniyor. Ozon tabakasının, kendisini yeniden onarmasının, 50 yıldan daha fazla süreceği sanılıyor. Dünya’nın bütün bölgeleri için ortak gerçek şudur: Dünya nüfusu, öyle bir noktaya gelmiştir ki, kaynak ihtiyacı, karşılanması, neredeyse imkansız boyutlardadır. Günümüzde dahi insanlığın kapsama alanı, kişi başına 21,9 hektar iken; yeryüzünün biyolojik kapasitesi, ortalama kişi başına 15,7 hektardır. Ömer KAYA

Anadolu’da Tetis Denizinin kapanması yaklaşık 14 Milyon yıl önce tamamlanarak Anadolu kara haline dönüştü. Daha sonra Üst Miyosen -Pliyosen denilen, günümüzden yaklaşık 9-2 Milyon yılları arasındaki dönemde, Anadolu’nun orta kesiminde boylu boyunca sığ göller oluştu. Özellikle volkanizmanın etkin olduğu yerlerde hem çevredeki kraterlerden patlayan tüfler yer yer bu göllerde birikti, hem de göllerin tabanlarında çatlaklar boyunca yükselen bor mineralleri yönünden zengin sıvılar göl tabanlarında buharlaşma sonucu tabakalar halinde birikti. Endüstriyel minerallerce zengin bu çökellere “evaporatik çökeller” adını veriyoruz Dünyanın merkezindeki ateş sönerse neler olur ya da neler olmaz? Dünya merkezindeki ateş yanarken yanan maddeler ora da bir boşluk yaratarak yer yüzünün içeri doğru çökmesine neden olur mu? Dünyanın merkezinde yanan bir ateş yoktur. Kütle çekiminin yoğun baskısı altında sıkışmış ve 6000 dereceye kadar ısınmış katı demirden bir iç çekirdek ile, onu çevreleyen, 5000 derece sıcaklıkta sıvı demirden bir dış çekirdek bulunur. Çekirdekle kabuk ara-

sında da manto dediğimiz, yine yüksek sıcaklıkta, kısmen ergimiş kaya ve silikatlardan oluşan manto tabakası yer alır. Bu katmanların yoğunlukları çok yüksektir ve içlerinde boşluk yoktur. Yeryüzünün kırık kabuğunun parçalarının (levha) hareketleri sonucu manto tabakasındaki magma okyanus tabanlarındaki sırtlardan ve kıtaların levha sınırlarındaki bölümlerinde yükselen yanardağlardan çıkarak yeryüzünü şekillendirirler. Dünyamızın jeolojik yapısı, yerkabuğu hareketleri, bunların yol açtığı depremler konusunda ayrıntılı ve görsel bilgilere web sayfamızdaki animasyonlu bilgi paketleri bölümünde sergilenen “dünyamız” adlı kutucuğa tıklayarak erişebilirsiniz

Dünyanın En Büyük Gölleri Türkiye’de Bor Kaynaklarının Fazlası İsim Yer Büyüklük (km²) Hazar Denizi Orta Asya 394.299 Superior ABD/Kanada 82.414 Victoria Tanzanya/Uganda 69.485 Aral Kazakistan/Özbekistan 66.457 Huron ABD/Kanada 59.596 Michigan ABD/Kanada 58.016 Tanganyika Tanzanya/Kongo 32.893 Baikal Rusya 31.500 Great Bear Kanada 31.080

Moldovalı Turistler Türkiye’de

Moldovalı Turistlerin Tercihi Türkiye Moldovalı turistler geçtiğimiz yıl tatil için yine en çok Türkiye’yi tercih etti. Moldovalı turistler geçtiğimiz yıl tatil için yine en çok Türkiye’yi tercih etti. Moldova İstatistik Bürosu”ndan yapılan açıklamaya göre, bir önceki yıla göre yüzde 16 oranında artışla 2011’de 136 bin vatandaş yurtdışına çıktı. Moldovalı turistlerin yüzde 37,3’ü Türkiye’yi, yüzde 31,9’u ise Bulgaristan’ı ziyaret etti. Bir önceki yıl ise yurtdışına çıkan Moldova vatandaşlarının yüzde 42’si Türkiye’yi, yüzde 26,7’si Bulgaristan’ı tercih etmişti

Bulgaristan’da Universiteler Bulgaristan Üniversiteleri Sofya Sofya Teknik Üniversitesi

Sofya Teknik Üniversitesi Sliven Kampüsü

Sofya Tıp Üniversitesi Sofya St.Kliment Ohridski Sofya Ormancılık Teknik Üniversitesi Sofya Mimarlık ve İnşaat Üniversitesi

Lüben Karavelov İnşaat ve Mimarlık Üniversitesi

Sofya Sanat Akademisi Uluslararası Ekonomi Üniversitesi Sofya Spor Akademisi Pernik Pernik Avrupa Politeknik Üniversitesi Plovdiv

Plovdiv Tıp Üniversitesi Pleven Tıp Üniversitesi Plovdiv Gıda Tekn. Üniversitesi

Özkan HACIOĞLU

Lonca

L o n c a ( L o n c a l a r ) Eskiden belirli bir şehirde oturan sanatkâr ve sanâyicilerin mensup oldukları meslekî teşkilat. Loncalarınkökeni,7ve8.yüzyıldanîtibârenfaaliyetgösterenfütüvvetveahîlikteşkilâtlarınadayanır.Ahîlikkuruluşuna âit töreler, kurallar birçok özellikler loncalarda devam eder. Loncaların iki ana gâyesi vardır: 1) Lonca mensubu sanatkâr, esnaf arasında sosyal eşitliği ve dayanışmayı sağlamak. 2) Meslekî faaliyetin uygulanışını düzenlemek ve denetlemek. Loncalar, bugünün Esnaf ve Sanatkârlar Derneğine benzetilebilir. Loncaların ekonomik ve meslekî, kültürel ve sosyal faaliyet ve vazifeleri vardı. Kendi içinde sıkı bir disiplinle teşkilatlanmış olan loncalar, bu özelliği ile devletin piyasa kontrolünü kolaylaştırıyorlardı. Aynı esnaf grubunun bağlı olduğu loncaların içinde rekabetin yasaklanmış olması, kaynakların ihtiyaçlar dâhilinde kullanılması, kaynak israfı, karaborsa ve fâhiş fiyat artışına mâni oluyordu. Devletle sıkı irtibâtı olan loncalar, hükümet tarafından teftiş edilebiliyordu. Muhtelif târihlerde esnafla alâkalı olarak çıkarılan yasaknâme ve fermânlar esnafın aksayan yönlerini düzeltme gâyesindeydiler. Esnaflar, bağlı oldukları lonca heyetinin sıkı bir denetimi altındaydı. Ustaların hammaddelerini nereden, nasıl ve ne evsafta alacakları loncalar tarafından düzenlenmekteydi. Lonca üyeleri arasındaki eşitliği bozmamak temel gâyeydi. Tüketiciyi de korumak göz önünde tutulurdu. Ustaların kullandığı bütün âlet ve edevât devamlı denetlenirdi. Üretilen malların fiyatlarının nisbetini loncalar denetlerdi. Denetimden geçen mal damgalanır ve pazara sunulurdu. Bozuk mal çıkaran esnaf cezalandırılırdı. “Pabucu dama atıldı.” deyimi buradan kalmadır. Düşük kaliteli mallar da fakirlere dağıtılırdı. Çırakların mesleğe girmeleri, meslekte ilerlemeleri ve yükselmeleri, loncaların koyduğu kâidelere ve âdete bağlıydı. Lonca mensupları arasında rekabet yasaktı. Kalfaya, usta olduktan sonra, pîri, bir törenle ustalık belgesi verirdi. Dükkân açacak olup da parası olmayana lonca para ve sermâye verip, dükkan bulurdu. Evlenmek isteyenleri evlendirir, masraflarını görürdü. Yoksul cenâze sâhiplerinin cenâzesini kaldırır, hastalara yardım ederdi. Görünüşte iktisâdî müesseseler olan loncalar, iç yapı îtibâriyle cemiyette hâkim olan bâzı ahlâkî kâideleri, müeyyideleri ile, esnafın kendi kendine tatbik ettiği müesseselerdir. Loncalarda bulunan iş ahlâkının temelinde, otoriteye ve geleneklere bağlılık, el işçiliğine hürmet, kanâatkârlık, meslek sırrını saklamak gibi prensipler yatmaktaydı. Osmanlı Devletinde loncaların ekonomik vasıfları yanında, onlara husûsiyet kazandıran, iç kuruluşları ve sosyal faaliyetleridir. Osmanlı Devletinin kuruluşunda önemli olan ahîlikle yakın bağları bulunan loncaların da, ahîliğin; yiğit, ahî ve şeyh olmak üzere üç derecesine karşılık çırak, kalfa, usta, nakib vekili, nakib, baş nakib, şeyh halifesi, şeyh ve şeyh-üş-şuyûh olarak dokuz kademesi vardı. Ahîliğin kavlî ve seyfi üyelik olmak üzere, üyelerinin iki grupta değerlenmesi yerine, loncalarda üyelik kavlî, şürbî ve seyfî olarak üç grupta meydana getirildi. Lonca teşkilâtı, Osmanlı Devletinin en ücrâ köşelerine kadar yayılmıştı. Avârız sandıkları sistemiyle üyelerini, her türlü kazaya ve ölüme karşı aileleriyle berâber sigortalamıştı. Lonca teşkilâtı, Osmanlı Devletinin sosyal yapısında büyük güç, düzen, âsâyiş ve ahlâk unsuru olmuştur. Kendi bünyesi içerisinde denetlendiği gibi, devletin de kontrolü altında bulunuyordu. On yedinci yüzyılda İstanbul’da 1109 Loncaya bağlı, 126.000 üye tespit edilebilmişti. Osmanlı Devletinin son zamanlarında, sanâyileşme hareketlerinin ve fabrikalaşmanın başlaması neticesinde el sanatları giderek önemini kaybetti. İttihat ve Terakki Fırkasınca 1913 târihinde loncalar kaldırıldı.


14

İsmail ERDEM

Bulgaristan Türkünün Dramı -1 Bulgaristan Türk’ünün Tarihsel Dramı II. Dünya Savası sonrası Bulgaristan’da rejim değişikliği olmuş ve ülkede bir komünist dönem başlamıştır. Bu yıllarda büyük işgücü ihtiyacı duyan Bulgaristan, bir taraftan Türk göçünü engelleme çabasındayken; diğer taraftan da, Türk sosyal kurum ve topraklarına el koyarak huzursuzluk ve göç isteğini artırma gibi çelişkili bir tutum içindedir (Tarihte Türk Bulgar İliş-kileri, 1976: 107). Bu karmaşık ortamda Türk azınlığa ait tarlalar ellerinden alınmaya, okullar devletleştirilmeye ve Bulgarlaştırılmaya, önemli Türk Aydınlar tutuklanmaya başlandı. Özellikle 1947 sonrası artan bu tür baskı politikaları, Türk azınlık üzerinde infial yarattı ve milli benlik ve yeni nesilleri koruma endişesine sev ketti. Böylece büyük bir soydaş kitlesi, Türkiye yet-kili ve diplomatik temsilciliklerine müracaat ederek göç taleplerini iletmişlerdir. Bu talepleri değerlendiren Türk hükümeti, 31 Mayıs 1947’de aldığı bir kararla II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nden Avrupa’ya sığınan soydaşlarımızdan mülteci kabulü ile Bulgaristan’dan serbest göçmen (hükümetten yardım almayacak) kabulünü karara bağlıyordu. Bu kapsamda 1947-50 arası her yıl 1-2 bin arası bir göçmen kitlesi gelmiştir. Ama 10 Ağustos 1950’de Bulgar hükümeti, Türkiye’ye bir nota vererek Bulgaristan Türklerinden 250.000 kişinin üç ay içinde Türkiye’ye göçmen olarak alınmasını talep etmiştir. Bunun üzerine gergin olan Türk-Bulgar ilişkileri daha da kötüleşti ve karşılıklı bir nota düellosuna girildi (1986: 212-223). Bulgaristan adeta bir tehcir operasyonu ile Türk ekonomisini felç etmek ve Türkiye’yi cezalandırmak istiyordu. Ayrıca Bulgaristan, göçmen kitleleri arasına bazı zararlı insanlar sokmayı ve göçmenlerin mallarını yok pahasına satmalarını arzulu-yordu. Bulgar entrikalarını engellemek için Türkiye, Bulgaristan’dan gelecek soydaşlara vize uygulamış ve bu kapsamda 1 Ocak 1950 ile 30 Eylül 1951 tarihleri arasında 212.150 kişiye Türkiye’ye giriş vizesi vermiştir (bunların hepsi Türkiye’ye gelemediler). Türkiye, Ocak 1950’den başlayan ve gittikçe artan oranlarda göçmen kabul etmiştir. Ancak üç aylık bir süreçte 250.000 kişinin kabulü mümkün değildi. Bu şekilde göç akını sürerken Bulgarlar, Türk göçmenler arasına vizesiz bazı Türk olmayan şahıslar (Çingeneler) soktular. Bunun üzerine Türkiye, bunları Bulgaristan’a iade etmek istemiş ve Bulgaristan ise buna yanaşmamıştır. Arkasından Türkiye, 7 Ekim 1950’de sınırı kapattı. Vizesiz kimselerin geri alınacağı ve bir daha da benzer olayların olmayacağının Bulgarlarca kabul edilmesi üzerine, Türk-Bulgar sınırı 2 Aralık 1950’de tekrar açıldı. Bunun üzerine 1950-51 kışının Aralık, Ocak ve Şubat aylarında 20’şer binin üzerinde göçmen kitlesi Türkiye’ye sığındı. Nisanda Türk hükümeti aldığı bir kararla 1 Ocak 1950’den beri Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelmekte olan tüm göçmenler “iskânlı göçmen” statüsüne (yani devlet desteği verilecek) alındı (1986: 224-225). 1951 yazı esnasında sayıları gittikçe azalmakla birlikte göç yürüyordu; ama Bulgaristan, yine göçmenler arasına bazı vizesiz ve Çingene kişileri soktu. Bunun üzerine Türkiye, Haziran-Ekim 1951 tarihleri arasında altı nota vererek istenmeyen kişilerin geri alınmasını ve sahtekârlık yapanların bulunup cezalandırılmasını talep etti. Bulgarların Türk notalarına olumlu bir cevap vermemesi üzerine Türkiye, 8 Kasım 1951’de ikinci kez Türk-Bulgar sınırını kapattı. Buna karşılık Bulgar hükümeti, 30 Kasım 1951’de Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçü kesin olarak yasaklıyordu (Eminov 1990; Şimşir, 1986: 226-227). 1950-51 yıllarını kapsayan dönemde toplam 154.393 soydaş Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçmen olarak gelmiştir (1989: 73). Bu göçmenler, kısa sürede ev sahibi olmuş ve üretici duruma geçmişlerdir. Sosyalist bir ülkeden kapitalist Türkiye’ye göç, komünist camiada hoş karşılanmamış ve Stalin’in emri ile durdurulmuştur. Ayrıca Stalin, Bulgaristan Türklerinin ileride Türkiye’de yapılacak sosyalist devrimin öncüleri olarak yetiştirilmelerini de emreder. Bunun üzerine Bulgaristan’da kapatılmış olan Türk okulları Türkçe eğitim verecek sekilide yeniden açılır Ancak 1950-51 yıllarındaki büyük göçle yetişmiş elemanların çoğu Türkiye’ye göçtüğünden öğretmen sıkıntısı çekilir. Bu problemin çözümü için Bulgaristan Türklerinin eğitiminde “Azerbaycan” model seçilir ve 1952 yılında bu ülkeden Bulgaristan’a birçok Azeri uzman ve danışman getirilir. Azeri uzmanlar Bulgaristan Türk eğitimini inceledikten sonra hazırladıkları raporda Türklerin eğitim açısından çok geri kaldığı ve alınması gerekli tedbirleri belirtmişlerdir. Bunun üzerine Bulgar hükümeti, Bulgaristan Türk okullarının durumunu iyileştirmek için 5 Ağustos 1952 günü bir dizi kararlar alır. Bunlar; Türk pedagoji okulları açılması (Kircali, Razgrat ve daha sonra Sofya’da), Türk kız lisesi ve ortaokulu açılması (Rusçuk’ta), Türk öğrencilere burslar verilmesi, yeni Türkçe ders kitapları hazırlanması ve Sofya Üniversitesi’nde Türkler için yeni bölümler açılması gibi konuları içeriyordu (Yenisoy, 1997: 1784-86).

Sofyalı bir vatandaş 13 milyon leva gelir beyanında bulundu

Ulusal Gelirler Ajansı (NAP), Sofyalı bir vatandaşın bir yıl içinde 13 milyon leva gelir beyanında bulunduğunu açıkladı. Ajans istatistiklerine göre, ülkenin en zengin 20 vatandaşının ise toplam 114 milyon leva gelir beyanında bulundu. Ayrıca ajans tarafından yapılan sayımlarda, bir milyon levanın üzerinde gelir beyan eden vatandaşların sayısının ise 100’ün üzerinde oldukları kaydedildi. Ülke genelindeki zenginler sıralamasında Sofya’dan sonra Plovdiv ve Varna’nın geldiği vurgulandı. Gelirler Ajansı yetkililerinin verdiği bilgilere göre, Varnalı bir vatandaşın geçtiğimiz yıl içinde yaklaşık 10 milyon leva gelir beyanında bulunduğu kaydedildi. Sözü geçen bu vatandaşın gelirlerinin tahıl ürünlerinin bakımından ve ticaretinden elde ettiği açıklandı. Bulgaristan’daki zenginlerin top 20 listesinde ayrıca Dobriç, Ruse, Pleven ve Blagoevgrad şehirlerinden vatandaş-

ların da yer aldığı tespit edildi. Gelirler Ajansı yetkilileri, ülkedeki milyoner sayısında artış olmadığını, ajansın artırdığı mali denetimlerden dolayı gelir beyannamesi sayısında artış olduğu kaydedildi. Yine NAP verilerine göre, Bulgarların geçtiğimiz yıl içinde kira ve ek gelirden (honorary) rekor rakam olan 1.2 milyar leva gelir elde ettikleri ortaya çıktı. Kira geliri olarak vatandaşların 342 milyon leva aldıkları, sözleşme dışı ek gelirlerden ise 870 milyon leva gelir elde ettikleri belirtildi.

Tarım Bakanlığı, sebze ve meyve üretiminde kalite standartlarını uygulamaya koyacak. Böylece, üretimde belli bir standardı yerine getiren üreticilere destek verilecek. Üreticiler, daha önce ürünün kalitesine ve miktarına bakılmaksızın destek alabiliyordu. Tarım ve Gıda Bakanı Miroslav Naydenov, yerli üreticilerin kaliteli sebze ve meyve üretimi için teşvik alacağını söyledi. Sebze ve meyve üretimindeki standartların amacının da kalite olduğunu aktaran Bakan, bu yıldan itibaren bu standartların uygulamaya konacağını aktardı. Şu ana kadar üreticilere verilen destekler, dekar başına ürünün kalitesine ve miktarına bakılmaksızın veriliyordu. Reel olarak üretimi olmayan çiftçiler dahi sübvansiyon alıyordu. Yeni kalite koşullarına göre salatalıkların dış görünüşünün iyi olması, uzunluğunun ortalama 25 cm olması ve yaralanmamış olması gerektiği, kirazlarda ise büyüklüğünün 2 cm olması, dış görünüş olarak taze, sağlam, temiz ve saplı olması gerektiği, standartlarda yüzde 10’a kadar sapmaya imkan verildiği belirtildi. Tarım Bakanı Naydenov, “Bu yıldan itibaren kaliteli ürün standartlarını uygulamaya koyuyoruz. Böylece kaliteli ürün için çiftçilere teşvik verilecek. Aksi takdirde bazıları yapraklar için de

destek isteyecek. Unutmayalım ki, biz Avrupa fonlarından yararlanıyoruz ve dolayısıyla Avrupa standartlarını uygulamamız gerekli.” sözlerini kullandı. Standartların uygulanması, bölgelerdeki tarım daireleri tarafından denetlenecek. Daireler, ürünün kalitesini belirleyecek ve buna göre sübvansiyon tahsis edecek. Tüketicilere seslenerek daha pahalı olmalarına rağmen, yerli ürün satın almaları çağrısında bulunan Naydenov, aracıların kontrolünün yapılmadığından üretici ve son tüketici arasındaki zincirde fiyatların birkaç kat yükseltildiğini kaydetti. Buna karşılık devletin, üreticilerin doğrudan satış yapabilme şartlarını hazırladığını söyleyen Bakan, Sofya civarında üretici bulunmadığını, ancak Plovdiv borsalarında bu imkandan yararlanılabileceğini dile getirdi.

Türkiye´nin Sofya Büyükelçiliği, Bulgar-Türk Kadınları Dostluk Derneği (BUDKAD) işbirliğiyle Sofya Şehir Kütüphanesi´ne kitap bağışında bulundu. BUDKAD´ın girişimiyle düzenlenen kampanya sonucu, kütüphanenin Türkçe Okuma Salonu, çağdaş Türk yazarlarının son romanlarının yanı sıra Türkiye´de yayımlanan eğitim kitapları ile malzemelere kavuştu. Türkiye´nin Sofya Büyükelçiliği 2´nci Sekreteri Sinan Zeren, kitap teslim töreninde yaptığı konuşmada, BUDKAD´ın inisiyatifini çok değerli bulduğunu belirterek, elçilik olarak kültür ve eğitim alanındaki yardımları sürdüreceklerini ifade etti. Büyükelçilik Kültür ve Turizm Müşaviri Cemal Tekkanat da iki halkın yüzyıllar boyunca beraber yaşayıp kültürel iletişimini sürdürdüklerini belirterek, ´´Bulgaristan´daki kültürel faaliyetleri ve ikili kültürel münasebetleri desteklemeye devam edeceğiz´´ dedi. BUDKAD Genel Başkanı Türkan Duman da Sofya Şehir Kütüphanesi Türkçe Okuma Salonu´nda ´´küçük de olsa´´ saklanan bu kitap servetine büyük değer verdiklerini bildirerek, şunları söyledi:

Bu servetin daha da büyümesi için üzerimize düşen sorumluluğu, ´vicdan görevi´ olarak görüyoruz. Bu görevimizin bir parçasını yerine getirmek amacıyla okuma salonunun kitap koleksiyonunun zenginleştirilmesine katkıda bulunmak istedik. Hedefimiz okuma salonunda bulunan çağdaş Türk romanlarının sayısını artırmak, Türkçe eğitimine yönelik ders kitapları ve yardımcı kaynak kitapları Türkçe Okuma Salonu´na kazandırmaktı.´´ Kampanya kapsamında bağışlanan yüzlerce kitabın yanı sıra Türkçe Okuma Salonu´na 8 Türk gazetesi ve dergisinin yıllık aboneliği ile internet aboneliği sağlanmış bilgisayar da teslim edildi.

Kaliteli sebze ve meyve için teşvik verilecek

BULGARİSTAN´DAKİ TÜRKÇE EĞİTİMİNE KATKI

Bulgaristan Türklerinin Sesi Bilgilendirme

Murat ULUTÜRK

Bunları Biliyormusunuz

Filler günde ortalama 2 saat uyurlar. * Amerika’da 58 milyondan fazla köpek vardir. * Hastalanmayan tek hayvan köpek baliklaridir. * Köpek baliklarinin kansere karsi bagisikligi vardir. * Timsahlar derine batabilmek için tas yutarlar. * Bir istakoz 7 senede ancak yarim kilo alabilirler. * Penguen yüzebilen fakat uçamayan tek kustur. * Atlarin insanlardan 18 tane daha fazla kemigi vardir. * Büyükçe bir yunus günde 2 ton yiyecek tüketir. * Sivrisinek insanlarin ölümüne en fazla sebep olan hayvandir. * Bir inek hayati boyunca yaklasik 200.000 bardak süt üretir. * Mavi balinanin agirligi 22 ayda 26 tona kadar ulasir. * En hizli büyüyen hayvan mavi balinadir. * Bir karinca kendi agirliginin 50 kati agirligi kaldirabilir. * En hizli kara hayvani çitadir. Hizi saatte 95 km’ye ulasabilir. *Enhizlibalikyelkenbaligidir.Hizisaatte109km’yeulasabilir. * En hizli kus bogazli kirlangiçtir. Hizi 3 saniyede saatte 128 km’ye çikabilir. * Mavi balinanin çikardigi ses 850 km öteden duyulur. * Mavi yunuslarin kalbi dakikada sadece 9 kere atar. * Suaygirlari su altinda dogar ve dogar dogmaz yüzebilirler. * Hayvanlar alaminde sadece domuzlar günesten yanabilir. * Suaygirlari agizlarini 120 cm açabilirler. * Bir pire kendi boyunun 150 kati yükseklige ziplayabilir. *Son4000seneiçindeherhangibiryenihayvanevcillesmemistir. * Karincalarin koku alma kabiliyeti en az köpekler kadar gelismistir. * Insanlari parmak izinden, köpekleri ise burun izinden tanimak mümkündür. * Ayni parmak izi gibi her insanin dil izi de farklidir. * Hamamböcekleri yaklasik 250 milyon yildir hiçbir degisime ugramamislardir. * Balinanin derialti yagindan sabun, güzellik kremi, margarin elde edilir. * Vampir yarasalari hayvanlarin kanini emer ve günde 1 çorba kasigi kanla doyarlar. * Bilgisayarla ugrasmak gözleri bozmaz, sadece yorar. * Dünyadaki isi 1900 yilindan itibaren 0,7 derece artti. * Yunuslarin beyni insanlarinkinden büyüktür. * Yanlis dereceli gözlük gözü bozmaz. * Insan, ömrü boyunca 20 kg toz yutar. * Kibrit kutusu kadar bir altin, bir tenis kortu büyüklügüne kadar inceltilebilir. * Peru’da hiç umumi tuvalet yoktur. * 600 tane bitki cinsi etyiyendir. *60yasinda,insanlartatalmaduyularinin%50’sinikaybederler. * El tirnaklari ayak tirnaklarindan 4 kat daha hizli büyürler. * Gülmek için 17, surat asmak için 43 adaleye ihtiyaç vardir. * B e y n i n % 8 5 ’ i s u d u r. * Dünyada en çok kullanilan isim Muhammed’dir. * Eskimolar buzdolaplarini yiyeceklerin donmamasi için kullanirlar. * Fare bir deveden bile daha fazla süre susuz kalabilir. Mutluluk, paylaşılmak için yaratılmıştır.

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.org / bilgi@bulturk.org- Tel: 0212 511 63 47 İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Bülent MAŞAOĞLU

Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Rıdvan TÜMENOĞLU

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Pelin Gündeş BAKIR Diş Dr. İsmail ALİOĞLU Prof. Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Yavuz GÖKALP YILDIZ YD.Dr.Müjgan DENİZ Doç. Dr. Emine İNANIR Mal.Mus.Yüksel AYDIN D o c. D r. H a s i n e Ş E N K.Muh.Erdoğan YURDAKUL

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Nafiye YILMAZ Av. Hasan MOLLAOĞLU Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM Muazzes YURDAKUL Muharrem KIRAN Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Mahmut ORAL Neriman ERALP

İrtibat Bürosu: (500 Evler) Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A 500 Evler - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 581 78 08 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Star Medya Yayıncılık A.Ş. Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK

Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Terken HACALOĞLU Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan (+34665397923) KazakistanTürkistan: Erkan

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Haskovo: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Emel BALIKÇI Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Mehmet KRAL Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOP Nurten RECEP Aydoan ALİ Güner SERBES Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara:Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Mahmut ORAL İst. Sultangazi:

Seyhan ÖZGÜR

ist. G.O.P.aşa:

Suzan YAMAÇ

ist. 500 Evler:

Ayhan BOYACIOĞLU

ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar:

Niyazi GÜLER

ist. Başakşehir:

Ayten ERDEM

ist. Kağıthane:

Nazım ÇAUŞ

Bursa-Yıldırım:

Turhan YAMAÇ

Bursa-Hürriyet:

Üzeyir AKGÜN

Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN

İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece:

Mümin GÜNEY

İzm.Buca:

Hüseyin PAŞAMOĞLU

İzm.Bornova:

Kenan ÖZGÜR

Edirne:

Nadir ADLI

Kırklareli:

Ali ÖZTÜRK

Tekirdağ:

Sezai ALTINAY

Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKE


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

Osmanlı’da İlkler

Ayların Günlerin Değişmesi

Romalılar milattan 758 yıl önce 10 aylık takvim uygulamasına başladılar. Bu ilk orijinal Roma takviminde aylar, gündüz ve gecenin eşit olduğu, binlerce yıldır hayatın başlangıç zamanı olarak kabul edilen Mart ayından başlamak üzere, Martius (Mart), Aprilis (Nisan), Maius (Mayıs), Junius (Haziran), Quintilis (Temmuz), Sextilis (Ağustos), September (Eylül), October (Ekim), November (Kasım) ve December (Aralık) idi. Bu ay adlarından Quintilis’den (Temmuz), December’a (Aralık) kadar olanlar, 5, 6, 7, 8, 9 ve 10 rakamlarının Roma’lılarca telaffuz ediliş şekliydi yani, Mart başlangıçlı takvime göre bu aylar yılın 5’inci, 6’ncı, 7’nci, 8’inci, 9’uncu, ve 10’uncu aylarıydılar. Bu 10 aylık takvim geride hesaba katılmamış daha 60 gün bırakıyordu. Yedek olarak bırakılan bu 60 gün sorun yaratınca, Janarius (Ocak) ve Februarius (Şubat) adları ile iki ay daha eklenerek takvim tamamlandı. Yani yılın ilk ayı Martius (Mart), son ayı ise Februarius (Şubat) oldu. Asırlar sonra milattan 46 yıl önce Roma İmparatoru Julius Caesar (Sezar), muhtemelen politik sebeplerden takvimde bazı değişiklikler yaptı. On bir ayı 30 ve 31 gün olarak iki şekilde düzenledi, yılın son ayı olan Şubat’a 29 gün verdi, her dört senede bir Şubat’a bir gün ilavesini kabul etti. Ancak sonra nedendir bilinmez Janairus’u (Ocak) yılın ilk ayı olarak ilan etti. Böyle olunca da, her 4 yılda bir eklenecek bir günün, yeni durumda yılın ikinci ayı konumuna gelmesine rağmen Februarius’a (Şubat) eklenilmesine devam edildi. Julius Caesar’ın beklenmeyen ölümünden (Sen de mi Brütüs olayı!) sonra, Romalılar bu çok sevdikleri imparatorlarının anısına Quintilİs (Tem-

muz) ayının ismini July olarak değiştirdiler. Ondan sora tahta çıkanlardan, Augustus kendi şerefine, Sextilis (Ağustos) ayının adını kendi ismi ile değiştirerek, bu aya August adını verdi. Ama ortaya başka bir sorun çıkmıştı. Sezar’ın ayı 31 gün, Augustus’un ayı ise 30 gün çekiyordu. Sorunu yine imparatorun kendisi çözdü ve zaten 29 gün olan Şubat’tan bir gün daha alarak Ağutos’a ekleyiverdi. Böylece iki ay da eşitlenmiş oldu. İşte size takvimin, niçin 12 ay olduğunun, ayların isimlerinin nasıl konduğunun ve niçin farklı sayıda günlerden meydana geldiklerinin, dört sene sonra eklenecek artık günün niçin yılın sonuncu değil de, alakasız bir şekilde ikinci ayına eklendiğinin küçük bir hikayesi. Özellikle ortaçağda takvimler üzerinde o kadar oynanmıştır ki, yapılan bilimsel hesaplamalara göre, İsa’nın bugün kabul edilen Milattan, yani İsa’nın doğumundan yaklaşık 6 yıl önce doğduğu, 36 yıl yaşayıp Milattan sonra 30 yılında öldüğü ileri sürülmektedir. Durmuş MUTLU

Yeryuvarının taşküre adı verilen ve yerkabuğu ile üst mantonun katı ve kırılgan en üst kesimlerinden oluşan en dış tabakası bir mozaik oluşturacak şekilde plakalara bölünmüştür. Bu plakalar üst mantonun astenosfer katmanı üzerinde bir birlerine göre hareket ederler. Bunların bazıları Avrasya, Anadolu, Arabistan, Afrika, HintAvustralya, Filipinler, Japonya, Pasifik, Juan d e Fuca, Kuzey Amerika, Kara ipler, Nazca, Güney Amerika ve Antarktika plakalarıdır. Kıta sınırları plaka sınırı ile birebir örtüşmez. Bir plakanın kapsadığı alan kara ve denizi kapsayabildiği gibi (örneğin Afrika Plakası), sadece kara alanını (Arabistan Plakası) ya da sadece deniz alanını (Nazca Plakası) kapsıyor da olabilir. Manto üzerinde bu plakalar birbirlerine göre sürekli yer değiştirirler ve on binlerce-milyonlarca yıl içinde, yeryüzü coğrafyasının değişmesine yol açarlar. Plakaların birbirlerine göre sürekli yer değiştirmesi ile oluşan gerilmeler yerkabuğunun bazı kesimlerinde enerji yoğunlaşmasına neden olur. Bu yoğunlaşmış enerjinin boşa lımı ise depremleri oluşturur. Bu süreçlerin yoğun olarak geliştiği alanlar depremsellik açısından aktif bölgeler olarak tanımlanır. Bu bölgeler kimi plaka sınırları boyunca uzanan diri (aktif) fay kuşaklarında

yoğunlaşır. Yeryuvarının derinliklerindeki kayaç kütlelerinin dengede olduğu alanlar ise asismik (depremselliği düşük) olarak adlanır. Bu bölgeler çoğunlukla plakanın, sınırlarından uzak, iç bölümlerindedir. Yeryüzüne bir bütün olarak bakıldığında depremlerin, plakaların birbirlerine göre yer değiştirdikleri (uzaklaştıkları, yakınlaşıp çarpıştıkları ve sürtünmeli olarak kaydıkları) kuşaklarda sıklıkla ve yıkıcı büyüklükte oluştuğu gözlenir. Buna karşın, göreceli olarak duraylı olan plaka içi alanlarda ise çok az ve küçük depremler oluşur. Resimde de görüldüğü üzere plaka içi kısımlarında bulunan bölgeler dünyada en az deprem olan bölgelerdir.

1.İLK Osmanlı Padişahı OSMAN BEY dir. 2.Osmanlıların İLK Başkenti SÖĞÜT dür. 3.Osmanlılarda İLK defa Beylikten Devlete geçiş ORHAN GAZİ zamanında olmuştur. 4.İLK Osmanlı veziri ALLADDİN PAŞA dır. 5.İLK vakfı ORHAN BEY kurdu. 6.İLK düzenli ORDU ORHAN BEY zamanında kuruldu. 7.İLK para ORHAN Bey zamanında bastırıldı. 1327 8.İLK Medrese İZNİK te ORHAN BEY tarafından kuruldu.

Dünyada en az deprem olan bölge neresidir?

2023 Metrelik Dev Börek Guinnes Rekorlar Kitabı’na girmek için yapılan 2023 metrelik börek tamamlandı. Bursalı bir börekçi tarafından Guinnes Rekorlar Kitabı’na girmek için yapılan 2023 metrelik ve 40 bin porsiyonluk kol böreğine ilgi büyüktü. Merinos Parkı’na kurulan tezgahlarda 650 kilo un, 350 litre yağ, bin 200 yumurta, 45 kilo tuz, 900 kilo peynir, patates, kıyma ve ıspanak kullanılarak 200 kişi tarafından hazırlanan kol böreği, tamamlanmasının ardından dağıtıldı. Aynı yerdeki fırında pişirilen böreğe vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi. Dağıtım sırasında börekten almak isteyen vatandaşlar arasında zaman zaman izdiham yaşandı. Bazı kişilerin yanlarında getirdikleri poşetlere börek doldurarak alandan ayrıldıkları görüldü. Rekor denemesi hakkında bir heyet tarafından rapor hazırlanarak, söz konusu raporun rekorun tescil edilmesi için İngiltere’ye gönderileceği belirtildi.

9.Rumeli’ye geçiş İLK defa Orhan Beyin kardeşi SÜLEYMEN PAŞA ile olmuştur. 10. Rumeli de İLK ÜSS ÇİMPE KALESİ dir. 11. Osmanlılara katılan İLK beylik KARESİ BEYLİĞİ dir. 12. İLK ALTIN para FATİH zamanında bastırıldı. 13. İLK KAPAN-I DERYA Baltaoğlu Süleyman Bey dir. 14. Topçu birliği İLK defa I.MURAT zamanında kuruldu.

15. Karamanoğulları ile İLK savaşı I.MURAT yaptı. 16. Top İLK defa I. KOSOVA SAVAŞI ‘ında kullanıldı. 17. Savaş alanında şehit düşen İLK Padişah I. MURAT olmuştur. 18. Haçlılarla İLK defa SIRPSINDIĞI SAVAŞI ‘ında karşılaşıldı.(1364) 19. İLK YENİÇERİ OCAĞI I. MURAT zamanında kuruldu. 20. İstanbul İLK defa YILDIRM BAYEZID tarafından kuşatıldı. 21. Anadolu Türk Birliği İLK defa YILDIRIM BAYEZID tarafından kuruldu. 22. Osmanlılara Orta Avrupa nın kapıları İLK defa NİĞBOLU ZAFERİ ile açıldı.(1396) 23. Anadolu Türk Birliği İLK defa Ankara savaşı SONUNDA BOZULDU.(1402) 24. Osmanlılarda İLK taht kavgaları FETRET DEVRİ’ inde oldu. 25. İLK deniz savaşı ÇELEBİ Mehmet zamanında VENEDİKLİLER ile oldu. 26. İLK SÜRRE ALAYI ÇELEBİ MEHMET zamanında düzenlendi. 27. Kendi isteği ile taht’tan çekilen İLK Padişah II.MURAT olmuştur. 28. Avrupalılar İLK kez Türkleri Balkanlardan atamayacaklarını II.KOSOVA SAVAŞI ‘ından sonra anladılar. 29. Padişah emriyle öldürülen İLK sadrazam ÇANDARLI HALİL PAŞA dır. 30. İLK kez BALKANLARIN fethini tamamlayan FATİH dir. 31. HAVAN topu İLK defa İSTANBUL’UN FETHİNDE kullanıldı. 32. İLK Osmanlı KANUNLARI Fatih KANUNNAMESİ dir. 33. FATİH KANUNNAMESİ Osmanlı devletinin İLK ANAYASASI niteliğindedir. 34. Kalelerin topla yıkılabileceği İlk kez İSTANBUL FETHİ ile anlaşıldı. 35. İLK KAPİTÜLASYONLAR Orhan bey döneminde RAGUZA CUMHURİYETİ’ ne verildi. 36. Vezir-i azamlar İLK defa FATİH zamanında DİVANA başkanlık etmişlerdir. 37. İPEKYOLU İLK defa FATİH’ in Kırım’ı fethiyle Osmanlı denetimine girmiştir. 38. İLK defa Osmanlı tahtına iki kez çıkan II.MURAT ,son kez çıkan II.MUSTAFA dır. 39. dünyada İLK defa YİVLİ-SETLİ toplar II.BAYEZID zamanında yapılmıştır 40. İLK defa Avrupa Devletlerinin Osmanlı devletinin İÇ İŞLERİNE karışmasına neden olan olay CEM SULTAN ‘ın Papaya sığınmasıdır. 41. Osmanlı Devletli İran ile İLK büyük savaşı ÇALDIRAN SAVAŞI dır.(1514) 42. Osmanlı Padişahlarından İLK halife YAVUIZ dur. 43. Osmanlıların Kuzey Afrika daki hakimiyeti İLK defa MISIR ‘IN FETHİYLE başlamıştır. 44. YAVUZ’un Mısır ve Hicaz’ı feth etmesiyle BAHARAT YOLU İLK defa Osmanlıların denetimine girdi. 45. KANUNİ’nin Rumeli ye yaptığı İLK sefer BELGRAD seferidir. 46. Viyana İLK defa KANUNİ tarafından kuşatıldı. (1529) 47. Preveze Deniz savaşından sonra Türkler İLK defa AKDENİZ de üstünlüğü ele geçirdiler.(1538) 48. Kaptan-ı Derya ,Reis’ül –Küttap İLK defa KANUNİ zamanında divan üyesi oldu. 49. Osmanlılarla İran arasında imzalan İLK antlaşma AMASYA ANATLŞAMASI dır.(1555) 50. İLK defa sefere çıkmayan Padişah II.SELİM dir. 51. İlk defa İstanbul’da doğan,İstanbul’da ölen padişah II.SELİM dir. 52. Osmanlı Tarihinde İLK defa KANUN-U KADİM(yeniçeri Ocağına asker alma kanunu)III.MURAT zamanında bozuldu. 53. İLK defa Sultan I.AHMET zamanında şehzadeleri sancaklara gönderme uygulaması kaldırıldı. 54. Osmanlı İmparatorluğu Avusturya ya karşı siyasal üstünlüğünü ve yaptırım gücünü İLK defa ZİTVATOROK ANTLŞAMASI ile kaybetti.(1606) 55. Osmanlı Tarihinde askerler tarafından öldürülen İLK padişah GENÇ OSMAN (II.OSMAN) dır. 56. Osmanlılarda İLK bütçeyi TARHUNCU AHMET PAŞA yapmıştır. 57. İLK Türk İran sınırı KASR-I ŞİRİN antlaşması ile çizildi.(1639) 58. Çeşitli şartlar ileri sürerek,göreve gelen İLK VEZİR ,KÖPRÜLÜ MEHMET PAŞA dır. 59. Osmanlılar İLK defa KARLOFÇA (1699) ve İSTANBUL(1700) antlaşmaları ile toprak kaybetti.

Huseyin ÖZKAN

Ayhan BOYACIOĞLU

Bulgaristan Türklerinin

500 bin aktif oyu...

Bulgaristan’da her seçim döneminde değişen en önemli insan haklarından –seçme ve seçilme hakkıdır Demokratik yönetim şeklini benimsemiş bütün dünya ülkelerinde en geniş önem verilen konu-kimler nasıl oy kullanabilir ve kimler ve ne şekilde aday olabilir, yani seçme ve seçilme özgürlüğü. Yaklaşık 50-55 yıl komünist rejimin diktatörlüğünden sonra, Bulgaristan’da Müslüman ve Türk azınlığı kendilerin anayasal hak ve özgürlükleri için önemli bir fırsat ellerine geçti. 1990-2012 yılları arasında her seçimden sonra Meclis aritmetiğinde ve kurulan bütün Bulgaristan hükümetlerinde, bu azınlığı temsil eden HAK VE ÖZGÜRLÜK HAREKETİ her zaman çok önemli rol oynamıştır,hatta hükümet kurma yetkisi alarak azınlık hükümeti kurmuştur.Bütün lütfedildiği bu fırsatlara ramen HÖH temsil ettiği Türk ve Müslüman topluluğun azınlık haklarını anayasal çerçeveye oturtturamadı. Mesela-halen ve gittikçe tartışma konusu olan Bulgaristan dışında yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının oy kullanma ve şeçilme konusudur. Bulgaristan anayasasına göre 18 yaşını dolduran ve belirli suçlara adli kaydı bulunmayan Bulgaristan vatandaşı seçimde oy kullanma hakkına sahiptir. Aday olmak için yaş sınırı 21dir. Fakat buna ilaveten en az belli bir süre /Cumhurbaşkanı seçimlerinde 5yıl,Avrupa parlamentosu seçimlerinde 2yıl ve yerel seçimlerinde ise 12 ay/ ülkelerinde yaşamış olması gibi şartlarda vardır. Uluslararası prensiplere göre ikamet şartı sadece yerel seçimlerde ve 6 ayı geçmemesi gerekmektedir, aksi taktirde istismar ve dolaylı yoldan seçme ve seçilme hakına kısıtlama olarak değerlendirmektedir. Bu süreler bu anlamda temel insan aykırı kabul görmüş ve gerekli başvurular neticesinde 2 Haziran 2011 itibaren düzeltilmiştir. En son 2010 yılı solarında ATAKAnın önerisiyle, parlamentodan bir katrar geçirerek, Bulgaristan ve AB sınırları dışında yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının, yerel seçimlerinde oy kullanabilmeleri için seçim tarihinden en az 12 ay önce Bulgaristan’da ikamet etme şartı getirdi. HÖH itirazıyla bu karar Anayasa Mahkemesine götürüldü.4 Mayıs 2011 de kararını açıklayan Mahkeme, itirazı haklı buldu. Mahkemenin karar dorultusunda 2haziran 2011 itibarıyla yapılan yasa değişikliğine göre. yerel seçimlerinde aday olma ve oy kullanma hakkı için getiren ikamet şartı 12 aydan 4 aya indirdi. Ayrıca AP seçimlerinde, bu süre 2yılda 6aya indirildi. Dolayısıyla 23 ekimde yapılan Bugaristan şetimlerinde Türkiye bulunan Bulgaristan vatandaşları sadece Cumhurbaşkanı için oy kullanabildi,oy kullanmak için Bulgaristan’a giden soydaşlarımız bile mahalli seçimler için oy kullanamadı. Türkiye’de 23 Ekimde yapılan seçimlerde sandık başına gidebilen Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşın o ve ya bu sebepten dolayı 30 bini aşamadı, oy kullanma hakkı olan soydaşlarımızın sayısı tahminen 500 bin civarında. Şu aralar görüyoruz 500 bin aktif Ermeni oyu, 65 milyon Fransa’yı ne duruma getirdi, bi de düşünün 8 milyon Bulgaristan’ı,500 bin Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerinin aktif oyu ne hale getirir siz düşünün. Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa vatandaşlığından doğan haklarımıza ve sorumluluklarımıza sahip çıkmasak onlardan mahrum kalırız.

Evitan Çakır Diş Hekimi

Dobruca Tekstil San.Tic.Ltd. Şti. Laleli Cad.Sait Efendi Sk. Astor Center No.55 Laleli / İst. Tel: 0212 458 21 20 / 458 21 19

Yıldırım Mah. Ali Fuat Başgil Cad. No: 31 Kat: 1 Bayrampaşa / İstanbul Tel: 0212 479 26 40


1913 Sofya

Balkanlarda bir orman içine terk e d i l m i ş Ş a m a n - Te n g r i D a m g a l a r ı

Dünya Türk Gençler Birliği -11.Liderler Zirvesi

Merkezi Azerbaycan’da bulunan Dünya Türk Gençleri Birliği’nin (DTGB), kuruluşunun 20.yıl dönümü kutlaması ve 11.Başkanlar Toplantısı Keçiören’deki Estergon Kalesi’nde yapıldı. (DTGB), kuruluşunun 20. yıl dönümü kutlaması ve 11. BaşkanlarToplantısıKeçiören’dekiEstergonKalesi’ndeyapıldı. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Erşat Hürmüzlü’nün de katıldığı toplantıda konuşan DTGB Başkanı Akram Abdullayev, Türk gençlerinin, dünyaya yön veren etkili Aktör olmaları gerektiğini belirtti. Akram Abdullayev, “Türk gençliğinin dünyadaki geliş-

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

melerden uzak kalması da beklenemez” ifadesini kullandı. Toplantı ödül ve plaket takdimiyle son buldu. BULTÜRK Derneği de yerini aldı -Dünya Türk Gençleri Birliği1992 yılında kurulan DTGB, Azerbaycan Adalet Bakanlığı’nın onayıyla tüzel kişilik kazandı. DTGB, 14 kez Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayı’nı, 10 defa da Başkanlar Toplantısını, Türkiye Başbakanlık Tanıtma Fonu, TİKA ve AzerbaycanGençlik ve Spor Bakanlığı’nın katkılarıyla gerçekleştirdi. Birliğe, tam bağımsız ve özerk Türk topluluklarından seçilen gençler katılıyor.

Yunus Emre Enstitüsünden

Yunus Emre Enstitüsü, Bükreş ve Köstence Türk Kültür Merkezlerini Hizmete Açtı Türkiye’yi, Türk dilini, kültürünü, sanatını ve tarihini tanıtmak ve yaygınlaştırmak amacıyla faaliyetlerde bulunan Yunus Emre Enstitüsü on yedinci Kültür Merkezini Bükreş’te, on sekizincisini Köstence’de açtı. Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay’ın teşrifleriyle açılan Köstence Yunus Emre Türk Kültür Merkezi, Türkçe öğrenmek isteyenlere yönelik dil kursları düzenlemenin yanı sıra, çeşitli uluslararası sanatsal, kültürel ve bilimsel faaliyetlere de ev sahipliği yapacak. Bükreş Yunus Emre Türk Kültür Merkezinin açılışını Sayın Ertuğrul Günay ve Romanya Kültür Bakanı Sayın Kelemen Hunor’un yanı sıra Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan ve Türkiye’nin Romanya Büyükelçisi Ömür Şölendil yaptı. Köstence Yunus Emre Türk Kültür Merkezinin açılışında ise ayrıca Köstence Va-

lisi Claudiu-lorya Palaz yer aldı. Köstence ve Bükreş’te açılan yeni merkezlerle sayısı on sekizi bulan bu merkezlerin, 2012 yılının sonuna kadar yirmi beşi bulmasını hedeflediklerini söyleyen Günay; bu merkezlerin yalnızca dil eğitim merkezleri olmadığını, bunun yanı sıra geleneksel sanatlarımızı ve Türkiye’nin çağdaş gelişmelerini anlatacak gerçek bir “Kültür ve Sanat” merkezi olacağını belirtti. Bakan Günay, Yunus Emre Türk Kültür Merkezlerinin Türkiye’nin tarihinin, güncel gelişmelerinin ve geleceğe bakan çağdaş yüzünün görülebileceği merkezler haline geleceğini söyledi. Bükreş Yunus Emre Türk Kültür Merkezinin ilk faaliyeti açılışın ardından ziyarete açılan “Evliya Çelebi’nin İzinde” sergisi, Köstence Yunus Emre Türk Kültür Merkezinin ilk faaliyeti ise “Bir Demet Balkan” fotoğraf sergisi oldu. Mesut UĞURLU

Resimlerini sizlerle paylaşmış olduğum,mezar taşları hakkında Balkanlar da Bulgaristan da,yapmış olduğum çalışmalarda,mezar taşlarının yanlarında Kur’an Taşıyan Dervişlere ait olduğunu ,Bulgar arkeolog ve Tarihçiler karşılıklı yapmış olduğum konuşmalar neticesinde bana aktartırlar,ama ortada bir tuhaflık var idi bu enteresan durum,bu mezar taşları Müslüman dervişlere ait ise üzerlerinde Arapça veya Osmanlıca yazıların bulunması gerekiyordu,bu soruyu sorduğumda bana söylenen bu konuyla fazla ilgilenmemem hususunda bir öneri olmuştur,acaba üzeri kapatılmak istenen ne idi,ve araştırmalarıma ferdi olarak başladım ve devam ettim,mezar resimlerini,Ülkede bulunan Tüm Cemaat ve Tarikatların internet sitesine mail olarak attım,Ayrıca Kültür veTurizm Bakanlığı,TürkTarih kurumu,veTürkiye de bulunan bir çok tarih ve ilahiyat fakültesinde bulunan değerli öğretim görevlilerine,hatta tarih konularını tartışan Tv programlarına ama hiç birinden bir sonuç alamadım. Bir ara bir arkadaşımın önerisi ile resimleri,İspanya da bir üniversitede bulunan bir Prof. Öğretim üyesine gönderdim,ve kısa zamanda bana maille dönerek bu taşların çok eski mezar taşları olduğu,Avrupa ve Orta Asya bilgi ve tarih akışıyla ilgili olarak bir köprü vazifesi göreceğini,Bulgaristan devletinin böyle bir hazineye neden sahip çıkmadığını bir tarihçi olarak üzüntü ile karşıladı,ve bunu birAB projesi olarak yapmayı bana önerdi. Ama ben bunu kabul etmedim etmememin nedeni ise,bu mezartaşlarıbelkibirkeşiftivebukeşfideyapanilimvetarihçilerin Türk olmasını istemiştim. Daha sonraki aylarda,İspanyadan telefonumu alan bazı öğretim görevlileri ve Tarihle uğraşan kişiler Bulgaristan da gelerek mezar taşlarını görmek istediler ve hatta bu mezar taşlarının yerini göstermem karşılığında bana,yüksek miktarda para teklifinde bulundular,ama kabul etmedim. Bulgaristan Deliorman bölgesinde bir orman içerisinde kamufle edilmiş benimde tesadüf sonucu rastladığım bu mezar taşlarının tarihe bir,ışık tutacağı kanaatindeyim.. Bulgaristan Osmanlı öncesi tarihi,ile ilgili olarak Tuna Bulgar devletinin kurucularından Han ASPARUH,ve sonra hükümdar olarak başa gelen Han TERVEL, Han, OMURTAG, Han KURUM un mezarları halen yerleri bulunamamış,ve nerede olduğu belli değil. Değerli Tarih sever ve araştırmacılar;Bu mezar taşlarının üzerlerinde,yazıyok,resimlerdendegörüleceğigibimezartaşlarının üzerinde,Tengri,Şaman,hançer,ve İpler ile aslılı torba işaretleri,Eski

Türklerde ki ölüm işaretleri mevcut. Benim Şahsi olarak yapmış olduğum araştırmalarda,bu şekilde yaşayan ve hareket eden ve yukarıda saymış olduğum Tamga ve inançları taşıyan üç unsura rastladım,bunlardan birincisi Hoca Ahmet Yesevi nin Bizzat kendisinin kurmuş olduğu,Şaçlı İşanlar Örgütü,Bu örgüt çok gizli bir şekilde hareket eden ve Balkanlara kadar uzanmış bir örgüt ve Bu örgüt üyelerinin saçları uzun ve anlarında Kur’an Taşıdıkları torbalar vardı. İkincisi ise,M.S :931 de Balkanlarda Bulgaristan da Kiliseye karşı ayaklanan ve Ortadoks Kilissi tarafından Sapık ve Asi olarak ilan edilip,13 asrın otalarında,Osmanlının Balkanlara gelmesiyle Müslüman olan Bogomiller veya Pomak Diliyle Torbeşhiler,Torbeşhiler yanlarında taşıdıkları torbalarda bulunan kitaplar vardı ve gezici keşiş gibi hareket ederlerdi, Üçüncü bilgi ise,mezar taşlarında yazı bulunmamakta ama,mezar taşlarında ki,simgelerde uzun şaçlı oldukları görülüyor,bilindiği üzere Osmanlı akıncıları ve Alperenler uzun saçlı kişilerdi,buda bir olasılık tabiî ki, Ama en önemlisi,Bulgaristan Tarihi ve balkan tarihi için önemli olan bu mezar taşları,sadece tek bir yerde olması şöyle çok enteresan. MS: 5 asırda ölmüş olan,Batı Hun İmparatoruAtila nın mezarının nerede olduğu belli değil,Balkanlarda Tuna nehri kenarına defin edildiği biliniyor,bu mezar taşlarının bulunduğu ormanlık kesimdeTuna Bölgesinde. M.S :681 yılında Tuna Bulgar devletini Kuran HanASPA-

Piri Reis’in ilk dünya haritası Piri Reis’in ikinci Dünya Haritası (1528) Osmanlı Amirali Piri Reis’in 1528’de çizdiği ikinci dünya haritasından günümüze kalan parça, büyük bir haritanın kuzeybatı köşesi olup, Orta Amerika’nın yeni keşfedilmiş kıyılarını, Florida’yı, Kanada’nın kuzeydoğu köşesini, ve Grönland’ı gösterir. Piri Reis in Kanuni Sultan Süleyman’a armağan ettiği haritanın bu parçası, Piri Reis’in 1513’te çizdiği ilk dünya haritasıyla beraber halen Topkapı Sarayı’nda bulunur. Ceylan derisine 8 renkli olarak çizilmis haritanın parçası 69 x 70 cm ebatlarındadır. Bu harita da birinci harita gibi portolan tarzında, dört büyük, iki de küçük pusula gülü çizilerek yapılmıştır. Kenar notlarından biri bu haritanın Piri Reis tarafından yapıldığını belirtir. Diğer kenar notları çesitli açıklayıcı bilgiler içerir. Grönland’ın güneyinde görünen, Kanada’daki Newfoundland, “Terra Nova”, Labrador da “Baccalao” isimleri ile gösterilir ve buraların Portekizliler tarafından keşfedildiği yazılıdır. Terra Nova 1500’de Portekizli Carl Real, Labrador da 1501’de kardeşi Miguel Real tarafından keşfedilmişlerdir. Orta Amerika hizasında bir notta karadan giderek okyanusa ulasmayı amaçlayan bir kaşiften söz edilir. Bu muhtemelen 1513’de karadan Büyük Okyanusa ulaşan Portekizli Balboa’dır. Piri Reis’in ikinci dünya haritasında adalar ve kıyılar son keşiflere dayalı olarak çizilidir. Birinci haritasında Porto Riko’da gösterilen San Juan Batisto, bu haritada Florida’da gösterilmiştir. Kristof Kolomb’un hatalı haritasından etkilenmiş olan birinci haritasının aksine, bunda Bahama, Antiller, Haiti ve Küba oldukça doğru çizilmişlerdir. 1517 ve 1519’da keşfedilmiş olan Yukatan ve Honduras yarımadaları da mevcutturlar. Küba “Isla di vana” diye adlandırılmıştır

Amerika Birleşik Devletleri’nde Federal Soruşturma Bürosu FBI, Apple şirketinin kurucusu Steve Jobs hakkında tutulan dosyayı kamuoyuna açıkladı. FBI’ın dosyasında Jobs’un, yenilikçi ve girişimci kişiliğiyle saygı gördüğü belirtiliyor ancak dürüstlüğünün ve ahlakî değerlerinin sorgulanması gerektiği vurgulanıyor. Steve Jobs hakkındaki dosyanın, 1991 yılında Başkan George Bush döneminde, olası bir danışmanlık görevi için hazırlandığı belirtildi. Jobs’un dosyasındaki bilgiler arasında Budizm’e geçişi ve uyuşturucu kullandığı yolundaki itirafları da yer alıyor. Bilgi edinme yasaları çerçevesinde kamuoyuna açıklanan dosya, FBI’ın internet sitesinde yayınlandı. Dosyadaki değerlendirmede, “Steve Jobs’un, hedefine ulaşmak için gerçekleri saptıracağını söyleyerek dürüstlüğünü sorgulayan kişiler oldu” ifadesi bulunuyor. Dosyayı hazırlayan FBI ajanının görüştüğü kişilerden bazıları, Steve Jobs’u ‘çalışılması güç’ bir kişi olarak tanımlıyor. Jobs’un geçen yıl yayınlanan biyografisinde de değişken mizacıyla ilgili ayrıntılar yer almıştı. Hakkındaki olumsuz eleştiriler, Jobs’un Başkan’a ihracat politikaları konusunda ücretsiz danışmanlık görevine getirilmesine engel teşkil etmemişti. Kamuoyuna açıklanan FBI dosyasında, Steve Jobs hakkında yorum yapan kişilerin adları gizli tutuldu. Steve Jobs, kanserle yıllar boyunca süren mücadelesini ardından geçen yıl Ekim ayında öldü.

RUH un mezarı nerede olduğu belli değil,beklide bu mezar taşlarının bulunduğu yerde BüyükTürki HanASPARUH gömülü. Tabiî ki bunlar bir varsayım,ama Bu zamana kadar bu mezar taşlarının kime ait olduğu hususunda Gerek Bulgaristan da,gerekse Balkanlarda ve Türkiye de,Akedemik alanda bir,kesin belge ve hüküm yok,bu bağlamda sizler ile paylaşmış olduğum bu resimlerin akademik seviyede ve tarih severler tarafından paylaşılıp belki bir tez ve doktora çalışması alanında kullana bilineceği kanaatindeyim.TürkTarih ve Kültürü SevenTüm Dostlara Sevgi Ve Saygılarıma. Emrah BEKCİ-AraştırmacıTarihçi-Yazar

Piri Reis’in Dünya Haritası Steve Jobs’un FBI dosyası

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetlerinden Görüntüler

Sadullah BIÇAK DTGB 11.Başkanlar Toplantısından

Bultürk Gecesinden Türk Dünyası birarada

Yönetim Kurulu Üyemiz Dr.Halide Ümitfer Plaket taktimi

Ferhatpaşa Mah.Kartaltepe Mevkii No.35 Çatalca / İst. Tel: 0212 789 24 80 Fx:0212 789 24 84 www.burosim.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.