BULTÜRK Gazetesi 70.Sayı

Page 1

1 9 1 3 ’ t Sofya e Sofya 1913

Yıl: 10

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Sayı: 70

Mart - 2013

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz

Bulgaristan’daki Seçimde ne Pahasına Olursa Olsun Sandığa Gitmek Gerek

Sağlık Bakanı Mehmet MÜEZİNOĞLU

GDO Kullanımında Ürküten Rakamlar 29 ülkede 25 milyondan fazla çiftçi, genetiği değiştirilmiş tohumlar kullanarak tarım yapıyor ABD, genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) içeren gıda ürünlerinin yüzde 50’sinden fazlasını üretirken dünya çapında en çok kullanılan GDO’lu ürünler mısır, soya fasulyesi ve şeker pancarı oldu. Genetiği değiştirilmiş gıdalar, laboratuvar ortamında diğer bitkiler, hayvanlar, virüsler ya da bakterilerden alınan genlerle DNA’sı değiştirilen bitki ya da et ürünleri olarak tanımlanıyor. Genetik mühendislik teknikleri, bitkilerin haşerelere ve ot öldürücülere karşı korunması, besleyici değerinin artırılması ve

raf ömrünün uzatılması için kullanılıyor. Genetiği değiştirilmiş ilk bitki, 1982’de laboratuvarda antibiyotiğe dirençli tütün bitkisi kullanılarak elde edildi. Bu tür bitkilerin tarladaki denemeleri ise 1986’da Fransa ve ABD’de yapıldı. Devamı 10’da

Kültür ve Hizmet Derneği

seytan Dogan

BULGAR DEVLET İSTİHBARATI (DS) İLE RUSYA DEVLET GÜVENLİK KOMİTESİ (KGB) A J A N I ŞEYTAN: AHMET DOĞAN-1 Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) en yüksek yürütme organı Merkez Konsey Operatif Büro’da 8 yıl çalışan ve HÖH Başkanı Ahmet Doğan’ın özel sekreteri Ahmet Emin’in öldürülmesinden sonra parti görevlerinden ayrılan araştırmacı Bulgar yazar Petır YAPOV, 2009’da DS ve KGB ŞEYTANI DOĞAN başlıklı 15. kitabını yayınladı. Artık 83’ünü dolduran usta kalem, 1946’da Sofya üniversitesinde hukuk tahsilini bitirdi. Devamı 7’de

D-8 hedef büyüttü D-8 Genel Sekreteri, 10 yıl içinde üye ülkelerin ticaret hacminin dünya ticaretinin yüzde 15’ine denk olacağını söyledi D-8 Ekonomik İşbirliği Örgütü Genel Sekreteri Seyyid Ali Muhammed Musavi, “Gelecek on yılda D-8 ülkeleri ticaret hacmi dünya ticaret hacminin yüzde 15’i olacak” dedi. Musavi, bir otelde düzenlenen basın toplantısında, D-8’i tanıtmak amacıyla Konya’ya geldiğini söyledi. Konya’nın kendileri için önemli bir kent olduğunu dile getiren Musavi, 1 Ocak’ta Genel Sekreterlik görevini devraldığını, D-8’in gerek Türkiye, gerekse üye ülkelerde tanıtımının yapılması gerektiğini belirtti. Konya’nın sadece Mevlana ile bilinen bir kent değil, aynı zamanda önemli bir tarım ve sanayi şehri olduğuna değinen Musavi, bu durumun D-8 için önemli olduğunu vurguladı. Devamı 7‘de

Edirne Çocuk Sitesi, Sınır Ötesi İşbirliği Projesi Kapsamında Güneş Enerjisi ile Isınacak Edirne Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü ile Bulgaristan>ın Burgaz iline bağlı Straldzha Belediyesi arasında imzalanan sınır ötesi işbirliği projesi kapsamında korunmaya muhtaç durumdaki kişilerin barındıkları mekanlarda birtakım iyileştirmeler yapılacak. Proje kapsamında Edirne Çocuk Sitesi>nin sıcak su ihtiyacı da güneş enerjisi ile karşılanacak. Edirne Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü ile Bulgaristan>ın Burgaz iline bağlı Straldzha Belediyesi arasında sınır ötesi işbirliği kapsamında protokol imzalandı. Avrupa Birliği tarafından sınır ötesi işbirliği kapsamında finanse edilecek protokol ile korunmaya muhtaç durumdaki kişilerin barındıkları mekanlarda enerji tasarrufu sağlanması, bina izolasyonlarının ve fiziki durumlarının iyileştirilmesi hedeflenmektedir.

Proje ile ilgili açıklamalarda bulunan Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü Bilgin Özbaş, müdürlüklerine bağlı Çocuk Sitesi>nin su ihtiyacının güneş enerjisi ile karşılanması ve bahçe peyzaj çalışmalarının söz konusu proje kapsamında yapılacağını belirtti. Projenin toplamda 300 bin Avro tutarında olduğunu ve kendi paylarına 160 bin Avro düştüğünü ifade eden Özbaş, projenin Avrupa Birliği tarafından onaylanması halinde 2013 yılı içerisinde çalışmaların tamamlanacağını kaydetti.

İngilizce Konuşursan Wikileaks’ten sonra Dünya Genelinde f f s hAraştırmacı o r e Gazeteciler L e a kKon-s Dört Çocuktan Biri Aç F a k i r K a l ı r s ı n ! OUluslararası

Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Türkleri

BAŞYA ZI Genel Başkan

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Bulgaristan’da 12 Mayıs 2013 tarihinde yapılacak seçimde, çifte pasaport taşıyan vatandaşların mutlaka giderek oy kullanması gerektiğini söyledi. İzmir’deki programı çerçevesinde Balkan Göçmenleri Derneği (BALGÖÇ)’ni de ziyaret eden Müezzinoğlu, “Bugün güzel ve sıcak bir mekanda, gönül dostlarıyla olmaktan çok mutluyum.” dedi. saglik-bakani-mehmetmuezzinogluBalkanlar’ın son 100-150 yılın en ağır bedellerini ödediğini ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldığını vurgulayan Bakan Müezzinoğlu, şunları kaydetti: “Dünyada hiçbir acı yoktur ki Balkanlar’da yaşanmamış olsun. Bugün de önemli sorunlar var. Dernek başkanımız da bana, bu sorunlarla ilgili dosya verdi. Balkan insanı, millî duruşunu kaybetmedi. Hangi koşulda olursa olsun insanî ve millî değerleriyle yolculuk yapıyor. Devamı 9’da

Azerbaycan’da 2012 yılının KasYale Üniversitesi davranışsal ekonomi uzmanı Profesör Keith Chen, konuştuğumuz dilin gramer yapısının, sağlığımızı ve mali durumumuzu etkilediğini savunuyor. Prof. Chen’in araştırmasına göre, Madarin, Yoruba veya Malaya dilleri yerine İngilizce konuşuyorsanız; bu, ileriki yaşlarınız için daha az para biriktirecek, daha fazla sigara içecek ve daha az egzersiz yapacağınız anlamına geliyor. Araştırmasında Prof. Chen dünya dillerini, zaman kavramını nasıl ele aldıklarına dayanarak, iki gruba ayırıyor. Devamı 3’te

sorsiyumu (ICIJ), dün Azerbaycan’dan Kanada’ya, Pakistan’dan Rusya’ya aralarında siyasetçi ve ünlülerin de bulunduğu 130 bin kişinin adının geçtiği offshore sistemindeki 32 trilyon doları bulan para üzerinden vergi kaçakçılığıyla ilgili kirli çamaşırları ortaya döktü. 2.5 M İ LY O N D O S YA ICIJ ekibi, 2.5 milyon dosya, 2 milyon e-posta içeren 260 gigabyte büyüklüğündeki datayı incelemeye başladı. Belgelerin taranması için 46 ülkeden 86 gazeteci destek verdi. Hürriyet’in haberine göre ICIJ editörleri, Virgin Adaları, Cook Adaları ve Singapur’daki 10 offshore bölgesinde 122 bin şirket, 12 bin aracı ve 130 bin kişi hakkında bilgi içeren dosyaları önce özel bir yazılımla tekrarlardan arındırdı. Böylece ilk datanın yüzde 40’ı temizlendi. KABARIK LİSTE: ICIJ, Yunanistan’da yaygın bir uygulama olmasından dolayı bu ülkeyle ilgili belgeleri ayrı bir bölümde değerlendirirken, ortaya başka ülke ve siyasetçilerle ilgili önemli iddialar da attı. Bunlardan bazıları şunlar:

Devamı 6’da

Dünya genelinde her dört çocuktan birinin yetersiz beslendiği ve ‘gizli açlık’ çektiği ortaya çıktı. BM Çocuklara Yardım Fonu UNICEF’in araştırmasına göre, yeryüzünde 165 milyon çocuk gizli açlığın tehdidi altında bulunuyor. Büyümeleri için yeterli gıdayı alamayan küçük çocuklar, bedensel ve ruhsal gelişmelerini tamamlayamıyor, hayatları boyunca birçok sorunla karşı karşıya kalıyor. UNICEF’in son raporunda ulaştığı bulgular, AB Dönem Başkanı İrlanda tarafından Dublin’de düzenlenen “İklim değişikliği ve açlık” konulu uluslararası konferansta kamuoyuna açıklandı. Devamı 5’te


2

Bulgaristan Türklerinin Sesi

ERDEM BULTÜRK’ÜN FAALİYETLERİNDEN Bİsmail u l g a r

Partilerin OBULGAR y lPARTİLERİNE a r NEDEN ı OY VERMİYORUZ?

TBMM’de

KONSİAD

Ziyaret

E s n a s ı n d a Azerbacan Atilla Dergisinden Plaket alırken

K a h v a t ı s ı n d a n Güneşli Derneği Bşk.Üzeyir Dalgıç’ı Makamında ziyaret

Atilla Dergisi Tanıtımından Ankara AK Parti Milletvekillerini TBMM’de Ziyaret

Avrasya Yazarlar Birliğini Makamında Ziyaret BULTÜRK Gençlik Kolları İ.U. Toplantı sonrası

Av r a s y a Ya z a r l a r

B i r l i ğ i A n k a r a BULTÜRK Kahvaltı Toplantısından İ.U.

BULTÜRK Genel Merkezde Kahvaltı Esnasında BULTÜRK Gençlik Kolları ve Yönetim Birlikte

Kendimizi sürekli yenilemeli ve her alanda eğitmeliyiz! 12 Mayıs 2013 parlamento seçimlerinin yaklaşırken “Siz Bulgar Partilerine Neden Oy Vermiyor sunuz?” sorusu aktüel oldu? Bu sorunun cevabında etnik politika, milliyetçilik hatta ırkçılık arayanlar var. Bizde adettendir. Bulgarlar kendine böyle bir soru sormaz. Devletse “etnik politikadan” korkar. Bulgar Partileri, oy kaybetme endişesiyle 23 yıldan beri Hak ve Özgürlükler Hareketiyle seçim koalisyonu kurmadı, ortak propaganda yapmadı, ortak aday yükseltmediler. Böylece seçimlerde Türk, Rom ve Pomak kökenli, dini İslam olan seçmen kendi başına kaldı, ötekilendi, kapsüllendi, büzülmeye zorlandı. Bulgaristan parlamento seçimlerinde Müslüman Türkler, Pomaklar ve Romlar 23 yıldan beri oylarını öncelikle Hak ve Özgürlükler Hareketine verdiler. Dört yıl önce yapılan, 41. genel meclis seçimlerinde Güney Doğu Rodoplar’da ve Deliorman’da Müslüman oylarında belirli bir bölünme oldu ve GERB partisine oy kaydı. GERB’e verilen oylarla Vejdi Raşidov Kırcali Milletvekili seçildi. Bu, Bulgar partidsine verilen oylarla seçilmesine ilk örnek değildi. 1990’da Doç. Dr. İbrahim Yalamov da Deliorman yöresinde Bulgaristan Sosyalist Partisi’ne Deliorman yöresinde verilen oylarla Şumen mebusu seçilmişti. Şimdiki erken seçimler bu bakıma daha zengin örnekler sunabilir. Yukarıdaki 2 örnek tipik değildir. Bulgar partilerin Bulgaristan Türkleri’nden oy almakta zorlanması birkaç nedene dayanır. 1. Bulgar partiler Müslüman oylarını almak için iyi hazırlık görmüyor, Müslümanlar arasında çalışmıyor. GERB ve BSP’nin bile karma bölgelerdeki örgüt ve büro sayısı, oy potansiyelini kucaklamaya yeterli değil. Bu iki parti il ve ilçe merkezlerinde kalmış, karma köylere inememiş, Müslüman problemlerini HÖH elitine bırakmış ve genelde ilgisizdir. Daha önce Demokratik Güçler Birliği (DGB) ve II. Simeon partsi de farklı çalışmadı. Üstelik bazı Bulgar partileri Karma Bölgeler sorunlarına asla değinmiyor. Programlarına bile almıyorlar. “Ataka” gibi milliyetçi Bulgar partileri ise, propaganda çalışmalarını HÖH, Türk ve Türkiye düşmanlığına dayandırıyor. “Yeni Osmanlı” yayılmacılığı korkusu saçıyorlar. Bu politikayı ulusal çapta destekleyen partilerden biri de Makedonya İç Devrim Örgürü (VMRO) partisidir. Bu partiler Türk ve Pomak yöresinden oy alamadığı gibi ötekileniyor. Oysa ülkemizdeki ana politik partilerin her oy için mücadele ederek, farklı görüş açısıyla tüm halkı kucaklamaya çalışması yararlı olur. Seçmeni uyandırır. Ülke ve dünya sorunlarla daha yakın haşır neşir olmasını sağlar. Herkesin seçimde özgür olmasına daha esaslı ve geniş olanak sunar. Seçimi yapan insanlardır. Seçimde herkes oyuyla eşittir. Ülkemizde ekonomik, sosyal ve kültürel değişiklikleri yapan ve yapacak olan da insanlardır. Bu bakıma sandık başındaki eşitlik, demokratik ortamdaki yenilenmede güç kaynağı olabilir. Ulusal sorunlar ulusal güçlerin ortaklaşmasıyla ve beraberliğiyle çözülür. 2. 23 yldan beri Bulgaristan’da gizli seçim önü sözleşmeleri etkisini gösterdi. Bazı Bulgar parti liderlerinin karma nufüs yaşayan merkezleri uğramaması dikkati çekti. Birçok yerde tüm işler, örgütlenme ve yönetim Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne (HÖH-DPS) bırakıldı, Ahmet Doğan egemenliği kuruldu. Türk ve Pomak köylerinde Çingen mahallerine korku psikolojisi yerleşti. “Biz ne dersek o olacak!” dendiği duyuldu. Sonuçların gizli kuvvetlerce belirlendiği gözleniyor. HÖH elitinin “seçkin insan” egosiyle halktan kopması, seçmenden uzaklaşması, problemlere yüz çevirmesi, sorunlara perde ardından müdahale edilmesi halk iktidarı anlamına gelen “demokrasi”nin öz ve anlamını, uygulanışını çarpıttı. Devamı Gelecek Sa-


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

İngilizce konuşursan fakir kalırsın! ‘Güçlü gelecek-zaman referanslı dil-

ler’ (güçlü FTR) grubundaki kişiler, gelecek zamana dair konuşurken farklı bir zaman kipi kullanırken, ‘zayıf gelecekzaman referanslı diller’ (zayıf FTR) grubundakiler bunu yapmıyor. Araştırmaya göre, gelecek zamana dair konuşmalarında ‘geniş-zaman kipi’ kullananlar, ‘gelecek-zaman kipi’ kullananlara nazaran daha fazla para biriktiriyor. Prof. Chen bunun sebebini şu şekilde açıklıyor: “Para biriktirme eylemi, esasında, gelecekteki -para biriktirdiğin‘kendinle’, şimdiki ‘kendinin’ aynı kişi olduğunu idrak etmekle çok ilişkili. Eğer konuştuğun dilin grameri gelecek zaman ile şimdiki zamanı ayırt ediyorsa, bu durum seni, her konuştuğunda, gelecekle şimdiki zamanı az da olsa ayrı olarak değerlendirmene sebebiyet veriyor. Prof. Chen, başlangıçta kendisinin de buna çok fazla ihtimal vermediğini, fakat araştırmasında çok dilli 9 ülkeye (Belçika, Burkina Faso, Etiyopya, DR Kongo, Nijerya, Malezya, Singapur ve İsviçre) yoğunlaşarak eleştirilen bütün faktörleri kontrol altına aldığını savunuyor. Prof. Chen, “Bu kişiler tamamen aynı eğitim seviyesine, aynı gelire ve de aynı dine sahip kapı komşuları. Ancak, bu kapı komşularından, kullandıkları dilde gelecek zaman ve şimdiki zamanı ayırt etmeyenlerin, çarpıcı bir biçimde, daha çok birikim yaptıklarına tanıklık ediyoruz.” şeklinde konuştu.

Cep Telefonları Var Ama Tuvaletleri Yok

BM Genel Sekreter Yardımcısı Jan Eliasson, dünya genelinde tuvalet imkanına sahip olan insan sayısının cep telefonuna sahip insan sayısından daha az olduğunu söyledi. Dünyada yaklaşık 1 milyar 100 milyon insanın tuvalet dışında ihtiyaç giderdiğini dile getiren Eliasson, dışarıda ihtiyaç gidermek zoruna kalan kadınların cinsel saldırı tehlikesiyle karşılaştıklarını da belirtti. Eliasson, yaklaşık 6 milyar kişinin cep telefonu sahibi olduğunu ancak 4,5 milyar insanın sağlıklı tuvalet olanağı bulduğunu kaydederek, ‘’Dünya genelinde tuvalet imkanına sahip olan insan sayısı cep telefonuna sahip insan sayısından daha az. 2,5 milyar insan temel temizlik koşullarından mahrum yaşıyor’’ dedi. Tuvalet sorunu olan ülkelerde 5 yaş altı çocuk ölümlerinin yaygın olduğunu da ifade eden Eliasson, her gün temizlik koşullarının yetersiz olmasından dolayı 5 yaş altı 300 bin çocuğun ishale yakalandığını, bunun en önemli nedeninin de tuvalet ihtiyacının dışarıda karşılanması olduğunu vurguladı. Eliasson, her yıl 5 yaş altı 750 bin çocuğun ishal nedeniyle hayatını kaybettiğini de belirterek, her yıl öğrencilerin bu hastalık nedeniyle 272 milyon ders günü okula gidemediklerini dile getirdi. BM Genel Sekreter Yardımcısı Elaisson, 2025 yılında bütün dünya nüfusunun sağlıklı tuvalet imkanına ulaşmasını ve temiz çevre koşullarında yaşam sürmesini amaçladıklarını kaydetti.

Stratejik Analiz - 1

fakat artık geç oldu, tavşan dağı aşmıştı.

Nitekim oluşan kamuoyu baskıları sonucu Birlik olabilmek için ahlaklı olmak yeter Tepedeki Ahmet Aga dedi: partinin içgüdüsü ile hareket eden“Lütvi sen olacaksın başkan” ve öyle oldu. ler dedilerkorunması Dr.Müjgan DENİZ ki, DEĞİŞİM ŞART. Na¬sıl bir deLütvi Mestan Kimdir nasıl lider oldu Sokaktaki Ahmet Aga da diyor ki; ğişim? Tabi ki taze kan değil, yeni simalar Yaşasın BSP’nin Türk Komünistleri değil sadece ufacık bir “rokado” yani yer, san“SAVA GİTTİ, PAVEL GELDİ.” Çok sevdiğimiz, göz bebeğimiz, Bulgaristan’da yaşadalye değişimi. Değişim ta¬mam da, parti yö-

yan Müslüman-Türkler olarak kendimize zırh gibi gördü- Bu iş beni gerdi. Seçim zanetimindeki gruplaşma¬ları, kutuplaşmaları ve ğümüz HÖH 1990 yılında doğdu. Çok şirin, çok sevecen, anlaşamamazlıkları dışarıya yansıtmadan namanı geldi mi? Ben de bilirim işimi. çok samimi idi partimiz o ilk yıllarında. Müslüman-Türk sıl gerçekleştiri¬riz bu değişimi? Bu halkın ihrularak, eski¬den denenmiş bir strateji ortaya konuldu. bilinci¬nin, İslam anlayışını, dilimizi ve kültürü¬müzü tiyacı gelişim aslında amma bunları düşünen bile yok. Ataka maşasıyla halkı yine eskiden oluğu gibi, sahiplenecek muhafaza edecek ve geliştirecek ümidi veriSeçim esnası olası tar¬tışmaları nasıl atlatayordu o yıllarda. Coşkuyla, heyecanla ve özveri ile hiç bir korku, baskı, tehdit ile karşı karşıya bıraktılar. Böybiliriz. Bu “değişim” diye adlandırdığımız hamkarşılık beklemeden, gönüllerden ge¬len bir hizmet anla- lece HÖH’ün oyları patladı. Fakat tüm bu çevirdikleyi nasıl halka yuttururuz? Bu konudaki olası leri entrikalarla kara gibi gördükleri buz dağının sıyışı ile oluşmuştu bu gönül birliği. O zamanlar fakirdik, yorumla¬rın, eleştirilerin önünü nasıl kesebiliriz? fukaraydık, bil¬gisizdik fakat onurluyduk. Güçlüydük, cak akıntılara yöneldiğini ve eridiğini fark edemediler. Tüm bu sorular HÖH’ün 8. Olağan kong¬resinde ceBulgar meclisinin gizli istihba¬rat elemanlarını (ajançünkü inançlıydık. Umutluyduk, çünkü davamız vardı o vap buldu. Strateji 10 numara tebrik etmemek elde dezaman. Davamızın tek amacı; insan gibi yaşamak, bilin- ları) açıklama ka¬rarı almasıyla sular daha da ısındı. ğil. Fakat evdeki hesap çarşıdakini pek tutmadı galiba. 2010 yılında Bultürk’ün yaptığı anke¬tin sonuçları çaltındaki kimliğimizi yaşatmak, dilimizi konuş¬mak, özAhmet Doğan’ın raporundaki Tür¬kiye ile Bulgarisgürce ibadet edebilmek, kültürü¬müzü yaşatmak ve çocuk- bu durumu net olarak or¬taya koydu. Yani ankete katılarımızın gelece¬ğini, nesillerimizi güvence altına almaktı. lanların %64’ü HÖH yönetiminden memnun olmadığını tan Başbakanları arasındaki iyi ilişkileri eleştirmesi, TürOnca çileye, baskıya, işkenceye rağ¬men hiç kin dile getirdi. Fakat HÖH bunu görmezden gelerek geçiş- kiye Cumhuriyeti’ni küçümsemesi hiç de ya¬kışı kalbeslemeden, kan dökme¬den, sabırla acılarımızı içi- tirebileceklerini zannettiler. Anketten sonra yazılı ve gör- madı. Kendi ağzından duyul¬saydı daha çok antipati mize göme¬rek durmadan yolumuza devam ettik. sel med¬yaya demeç veren HÖH yönetici¬leri “Bunlar kazanmış olacaktı. Medyanın, Oktay’ın geçmişine, aiFakat bu birliktelik, bu güç, birilerini saçmalık, gerçeği yan¬sıtmıyor” gibi demeçler verdiler. lesine, hobilerine, hatta sevgilisine kadar yazıp çizdikFakat ciddiye alınmayan bu anket HÖH’ü böldü. leri için asıl yazılması gereken yeni başkan Sn. Lütvi ür¬kütmüştü. Kırmızı canavar (BKP) kür¬künü deBu anket sonrası partinin 2. adamı teşkilattan so- Mestan’ın geçmişi göl¬gede kaldı veya örtbas edildi. ğiştirerek tekrar çıktı karşımıza. Beslediği, büyütBubilgi¬lerseçimöncesitartışılmalıydı.Fakatpartiyönetüğü yavrularını (ajanları) tekrar harekete geçire- rumlu başkan yardımcısı görevinden istifa etti. Üsteticileri buna cesaret bile edemedi. Çünkü parti içi “demokrarek daha korkunç bir süreç başlattı - Gizli Asimilasyon. lik istifa ge¬rekçesinde anket sonuçlarını tasdikledi. siye “ ,daha doğrusu des¬potizme karşı koymuş olacaklardı. Bundan sonraki süreçte ve gelişen olaylarda, medyada İlk darbe 1992 yılında DGB (Demokratik Güçler BirSadece emniyeti ilgilendi¬ren Oktay’ın bilgiHÖH yönetimine karşı eleştiriler ve memnuniyetsizlikliği) ile beraber yaptığımız ko¬alisyonu, A. Doğan’ın leri ye¬rine Lütvi Mestan ile ilgili bilgi¬leri kamuoyu (HÖH) tek taraflı fes etmesiyle ve hükü¬met ortaklığın- ler daha da arttı. Anket sonuçlarını asıl tasdikleyen 2011 ile paylaşmanın daha yararlı olacağını düşündük. Yeni dan çekilmesiyle gerçekleşti. Aynı kadro BSP-HÖH iş- yerel se¬çimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. başkan Lütvi Mestan 1960 Kırcaali’nin Ada köyünde 2009 Genel seçimlerinde 710 bin oy alan HÖH’ün birliğini kurdu ve de¬mokrasinin önü kesilmiş oldu. (Ostrovets) doğdu. Üniversite mezunu. 12.03.1979 Taoyları 2011 yerel seçim¬lerinde 220 bin oya geri1993’de BSP (eski komünist par¬tisinin yeni rihinde Pavel adıyla Bulgar gizli istihbaratına dâhil olismi) gizli bir genelge ile tüm eski sistemde görev al- ledi. Bu durum HÖH yönetiminde paniğe sebep oldu. muştur. 90’lı yılların başlarında Mestanlı DGB (DeAslında bu, Bulgaristan’da ilk Türk Cumhurbaşkanı mış olan Müslüman-Türk asıllı birey¬leri tekrar gömokratik Güçler Bir¬liği) kurucusudur. Ayni partiden revlendirerek HÖH yönetimini ele almaları emredildi. adayını des¬teklememelerinin cezası böylece kesilmiş oldu. Bulgar ismi ile Belediye Başkan adayı olmuştu. Bu dö23 yıl boyunca yap(a)madıklarının muha¬sebesini yapO zaman halk psikolojisini iyi binemde en il¬ginç çıkışı “HÖH’ün bir gele¬cek vaat etlen ve emir almaya alışkın ko¬münist uşakları- maya başladılar. Fakat artık hal¬kın gözünde miatları dolmediği, gelecek DGB’de” ve “HÖH Aydın Türkler’ den nın bu emri yerine getirmeleri pek de zor olmadı. muş, halkın sabrı tükenmiş, tüm itibarları yerle bir olmuştu. Tüm bu parti aleyhine gelişen süreçte HÖH önderleri yoksun bir partidir ”demeçleriydi. Geç de olsa Türk isÇünkü onlara karşı koyabi¬lecek, özgüveni olanbir panik havası içerisinde kendilerince çözüm üretmeye ça- mini geri aldıktan sonra HÖH kapıla¬rını çalmaya başlar, özellikle genç aileler, aydınlar zaten Bulgaristan’ı terk etmişler ve göç hızla devam ediyordu. Partide gö- lıştılar. Hayatında camiye girmemiş partililer yağ¬mur du- ladı ve HÖH’e dâhil ol¬mayı karısını değiştirerek başardı. 2001, 2005 ve 2009 parla¬mento seçimlerinde rev alan genç aydınlar, tahsilli fa¬kat devlet mekanizma- alarında el açtılar, mevlitlerde boy göstererek kendileri gibi milletvekili seçildi. 2005 seçim öncesi propaganda larına yabancı, siyaset¬ten uzak, aksakallısı ve yol gös- ajan olan imam ve müftülerle aynı karelerde poz verdi¬ler. çalışma-larında Kırcaali’nin Sağırlar köyünde bir öğ110 bin lerden 12.000’e düşen Türkçe okuyan öğrenci tereni olma¬dığı için tecrübesizliklerine yenik düştüler. retmenin “Biz okullarda ne zaman Türkçe okutacaZaman geçtikçe HÖH, muhtarlık, meclis üyeliği, sayısı ile alınan yüz kara¬sını kendilerince silmeye çalıştığız” sorusuna kendisine yakışır bir cevap vermiştir: “Ne belediye başkanlığı, vali yardımcı¬lığı, milletvekil- lar. Biraz gecikmeyle de olsa (23 yıl sonra) okullarda ana yapacak¬sınız Türkçe öğretip de, gidin çocuklarınızı İnliği devlet memurluğu v.s. gibi görevlerle devlet me- dilde eğitim önergesi sunarak. Önerge de¬mişken bir de gilizce öğre-tin, Avrupa vatandaşı olsun çocuklarınız”. soru önergesi sundular mec¬lise. (Neden Bultürk ile Bulkanizmalarında yer edinmeye başladı. Dolayısı ile bu Evet o zaman kendisi için Türkçe bu kadar önemsizdir. imkânları sunan HÖH’de büyük bir değişim oldu. garistan Parla¬mentosuna gelen eski göçmenlere paraŞubat 2011’de Ataka partisinin meclise sunduğu HÖH BİR CAZİBE ODAĞINA DÖNÜŞTÜ sız vize veriliyorsunuz diye.) Daha sonra, anlaşılan alı“OSMANLI DEVLETİ BUL¬GARLARA SOYKITürklüğünden utanan, başka partiler¬den medet uman nan tepkilere karşılık “Pardon” derce¬sine Türkiye’deki RIM UYGULA¬MIŞTIR” önergesine yeni başkan eski göçmenlere vizesiz Bulgaristan’a giriş yapabilmeancak başarılı olama¬yan, sözde Türk aydınları kendiLütvi Mestan evet oyu kullanarak tarihe geçmiş¬tir. lerine has entrikalarla HÖH’e akın ettiler. Kırca¬ali böl- leri için yeni bir önerge sundular-şaşkın ördek misali. Evet, sözde Türk partisi HÖH %100 oyla SaBelene ve siyasi hüküm giymiş olanlara “ONUR BELgesinde bunlardan biri de Sn. Lütvi Mestan’dı. Bir anda yın Lütvi Mestan’ı HÖH’ün ba¬şına yeni başkendilerini HÖH yö¬netiminde, hatta merkezde buldular. GESİ” adı verilen bir kâğıt parçası ile değer vermeye çakan seçmiştir. Todor Jivkov bile %99 oyla seçililıştılar. Bu dava adamlarımız adına toplantılar düzenlediler. Bura¬lara yuvalandıktan sonra maddi imkânlarla da tayordu. Demek olu¬yor ki bizim demokrasi daha nışma fırsatları oldu. Bu imkânları sa¬dece kendi çıkarları Saçı beyazlamış, sefil kalmış kahramanla-rımız. Avrupa indoğrusu to¬taliter anlayışımız daha baskın ve gelişmiştir. doğrultusunda kulla¬narak bir anda kendi dere-beyliklerini san hakları mahkeme kapı¬larını aşındırır iken parti önderBu da insanlarda eskiyi çağrıştı¬rıyor ve 9 Eykur¬dular. Bu beyliklerin büyük çoğunluğu eski rejimde leri hep gör¬mezden geldi onları. Halk da yemiyor artık, lül törenlerindeki slogan¬ları akla getiriyor. çünkü 23 yıl sabırla hep değişmelerini bek¬lemekteydiler, aktif görev almış ailelerden oluşmaktaydı ve halen devam Nostalji ile ola¬yı özetleyecek olursak şöyle etmektedir. Maddi imkânları ar¬tıkça dere-beyler sınıf atla- amma artık umutlar tükendi ve halkta artık umudunu kesti. bir slogan yakışır “Yaşasın Bulgar Sosyalist dılar ve halk¬tan koptular. 90’lı yıllarda halk bir bek¬lenti Bu “dava” adamları da bu belgeyi almak için sıraya girdiler. Partisi¬nin TÜRK Komünistleri. URRRRAAA !” Türkiye ilişkilerini sıcak tutmak için he¬yetler göniçindeydi ve sabırla, inançla oylarını tereddütsüz HÖH’e Tepedeki Ahmet Aga dedi: “Lütvi derdiler fakat resmi kurum¬larda muhatap bulamadıverdiler. 2000’li yıl¬ların başında halk arasında çatlak sesler, başkaldırı ve umutsuzluk belirdi. Bu baş¬kaldırıları lar. Bir kaç “Bulgaristanlı ”Milletvekili aday adayları, sen olacak¬sın başkan” ve öyle oldu. Sokaktaki Ahmet Aga da diyor yok etmek ve halkı tekrar bir araya getirebilmek için eski dernek başkanları ve belediye çalışanları dı¬şında “Hoş ajanlar ken¬dilerine has bir yöntem geliştirdiler: 2005 yı- geldiniz” diyenleri pek olmadı. Kısacası halkın nab- ki; “SAVA GİTTİ, PAVEL GELDİ.” lında A. Doğan tarafından Ataka (Irkçı Bulgar Partisi) zına göre şerbet vermeye çalıştılar amma yüzüne gözüne Bu iş beni gerdi. Seçim zakurulması için 1.600.000 Leva hibe edildi. Ataka ku- bulaştırdı¬lar. Demek biliniyormuş Halkın beklenti¬leri manı geldi mi? Ben de bilirim işimi.

Deniz korsanlığı yeni ABD ile Rusya arasında diplomatik kriz Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lav- tubunu ileteceğini hatırlatan Lavrov, rov, ABD’nin “Magnitsky Listesi”ni yayınlaması durumunda Rusya’nın buna mutlaka cevap vereceğini bildirdi. ABD’nin, insan hakları ihlallerinde bulundukları gerekçesiyle ülkeye girmeleri engellenen Rus bürokratların isimlerinin bulunduğu “Magnitsky listesi”ni yayınlanması ihtimaliyle ilgili açıklama yapan Lavrov, “Rusya’nın bu listeye vereceği cevap gecikmeyecek. ABD’li meslektaşlarımız bunu iyi biliyorlar” dedi. Cevabın ne zaman verilebileceği konusunda kesin bir süre belirtmeyen Lavrov, ABD’nin listeyi ne zaman yayınlayacağının belli olmadığını, bununla ilgili önceden tahmin de yapamayacağını söyledi. Barack Obama yönetiminin Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon’un yakın zamanda Rusya’ya yapacağı ziyareti ve Rusya-ABD işbirliği perspektiflerine ilişkin Beyaz Saray’ın mek-

Amerikan yönetiminin liste için seçtiği zamanın doğru olmadığını kaydetti. ABD’NİN MAGNİTSKY YASASI Hermitage Capital Management Fonu avukatlarından Sergey Magnitsky’nin, 2009’da Rusya’da gözaltındayken hayatını kaybetmesinin ardından ABD ve Avrupa ülkeleri, Rusya’nın gözaltı süresince gerekli önlemleri almadığını savunarak, sorumlu bürokratların cezalandırılmasını istemişti. Bu kapsamda 2012 yılında ABD’de kabul edilen Magnitsky Yasası, insan hakları ihlallerinde bulunduğu belirtilen Rus bürokratların ABD’ye girişinin engellenmesi de dahil bir dizi yaptırımların hayata geçirilmesini öngörüyor. ABD tarafından olayla ilgili hazırlanan Magnitsky listesinde Rusya’da insan hakları ihlalleriyle suçlanan 18 kişinin ismi bulunuyor. ABD bu kişilere vize kısıtlaması getirmeyi ve mal varlıklarını dondurmayı planlıyor.

bir iş kolu geliştirdi

Denizlerdeki korsanlığın giderek tehlikeli boyutlara ulaşması yeni bir iş kolunun oluşmasına neden oldu. Yeni iş kolunun çalışanlarını ise genellikle emekli komandolar oluşturuyor. Emekli Türk SAS ve SAT komandoları, artık tüm dünyada deniz korsanlarına karşı özel güvenlik hizmeti veriyor İstanbul’da açılan Exposhipping Europort İstanbul Uluslararası Denizcilik Fuarı, son dönemin yeni iş kolunu da gözler önüne serdi. Deniz korsanlarına karşı özel güvenlik hizmeti veren ve emekli Türk SAT ve SAS komandolarından oluşan ekipler, denizlerde gemileri koruyor. Özel firmaların oluşturduğu bu kipler, Aden Körfezi, Büb-ül Mendep Boğazı, Umman denizi ve Hint Okyanusu bölgesindeki deniz haydutluğu ve korsanlık faaliyetlerinin yoğun olduğu tehlikeli sularda görev yapıyor. Vatan gazetesinin haberine göre savaş gemileri yardıma gelene kadar deniz korsanlarının gemiden rehine almasını önlemeye çalışan komandoların bugüne kadar 50’nin üzerinde geminin güvenli geçişini sağladı.


4

Mahmut ORAL

8 Mart’ı Anarken BİR ARADA BAYRAM EDELİM Aydın kadınlarımız eğitilmiş bir gruptur. Yeni Tarihin önemli evrensel bayram günlerinden biri 8 Mart Dünya Kadınlar Günüdür. 1910’dan beri 5 kıtada kutlanan 8 Mart’ı emekçi kadınların eşit hak ve özgürlük uğruna direniş ve dayanışma günü olarak Birleşmiş Milletler tanımıştır. Bulgaristan’da kadınların hakları uğruna dünyaca dayanışma günü halen bir aile bayramı olarak kutlanıyor. Resmi bayram olmamasına rağmen 8 Mart, analarımızın, kadınlarımızın ailede, toplumsal yaşamda ve politikadaki rolünü hatırlamamıza, takdir etmemize ve kendilerine sonsuz sevgi ve saygımızı ifade etmemize iyi bir vesiledir. Biz Bulgaristan’da yetişen ve yaşayan Türkler anaerkil bir aile ortamında yetiştik. Hafızamızdaki en belirgin çizgide, analar aile ocağını yönetir, babalar işe gider. Yeri yurdu ayakta tutan anadır. Analarımız, kadınlarımız hiç okula gitmemiş de olsalar, alaylı entelektüellerdir. Hayatın her yönünü bilen, herşeyi kulaktan öğrenen, işleri hem gören hem yöneten onlardır. Bizi eğiten ve hayatımıza yön veren büyük aydınlar analarımızdır. İnsanlar öncelikle iki gruba ayrılırlar: “Ot gibi bitip, ot gibi gidenler!” birinci gruptur. Bu grupta Bulgaristanlı Müslüman- Türk kadını yoktur. Onları “Biz bu dünyaya neden geldik?” sorusunu soranların saflarında buluruz. Bu ikinci grubun bilinçli nüvesini oluşturan kadınlarımız. Zekâlarını devamlı uyanık tutan, “Biz bu dünyayı öğrenip değiştirmeye geldik!” gerçeğidir. Onlar, “Bilen ve bildiğini de öğreten!” Bu yüzden onların sesi dinlenmeli ve izlerinden yürünmelidir. Kadınlarımızla ilgili bu düşüncenin içindeki bir başka dinamik de çocukları ve bir arada olanları eğitmektir. Çocuğun ilk çılığına kulak verirsek, bizde o “ben dünyayı öğrenmeye geldim!” haykırışıdır. Çocuk bilgiye susamış olarak doğar ve onun en güvenilir eğiticisi ve öğreticisi anasıdır. Çocuğunu kitleden ayıran, yücelten, her bakıma bilgilendirici olan anasıdır. Bilgiyle donatılacak olan analardır. Eğitim felsefesinde, en başarılı öğretmen, öğrencisi öğretmeninin hatalarını, yanlışlarını bulup onu eleştirebilecek duruma gelmişse, o öğretmen başarılı öğretmendir. Bunun olması için karşılıklı tolerans, hoşgörülü eğitim felsefesi olması şarttır. Bu ana kucağında alınan ilk derslerle başlar. Ülkemizin somut koşullarında, okullarımızda ana dilde eğitim ve öğretimin zorunlu hale getirilmesi sorunun resmen çözülemediği şu dönemde, T.C. Filibe Başkonsolosluğun’da düzenlenen 8 Mart’ı 2013 töreninde, çocuklarımızın Anadillerini öğrenebilmeleri, kendi isimlerine ve kültürüne sahip çıkabilmelerinde annelerin büyük rolü değerlendirilerek somut girişimlerde bulunulması karara bağlanmıştır. Güney Bulgaristan’da 4 ili kapsayan bu girişim bütün ülkede olumlu karşılandı, Bulgaristan Türkleri arasında analarla başlayan yeni aydınlanma hareketi olarak değerlendirildi. Bütün analar iyidir. Herkesin kendi anası gibi yoktur. Zaman ruhunu en iyi okuyan analar arasında Bulgaristan Türkleri Tarihi’ne adları altın harflerle yazılmış olanlar var. 19841990 arasında Todor Jivkov zülmüne dayanan ve “Belene” ölüm kampında bile ismini değiştirtmeyen kahraman kadınlarımızla gurur duyuyoruz. Onlardan biri Mestanlı’nın Hayranlar köyünden Hayriye hanımdır. O, oldü diye morga atıldı, ölmedi, Türklüğümüzü yaşattı. Bu yüzden biz kadınlarımız hakkında “doğa gibidirler, üretkendirler, bir fidandan orman yaratan onlardır” derken, her zaman ve her yerde onurlanıyoruz. Şunu da ilave edelim. Bizim kadınlarımız cömerttir. Erkeğine yaratıcılık kaynakları, gönül bahçeleri sunan onlardır. Aynı zamanda, sevdiklerimizin bir şiirlik, şevkat dolu dört mısralık canı vardır. Devamı Gele-

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Sağlık Çalışanları İçin Bayram GETA Bir ‘Panik Butonu’ Önerisi Trajedinin Sağlık çalışanlarının uğradığı şiddet olaylarına her gün bir yenisi ekleniyor. Geçen yıl Gaziantep’te doktor Ersin Arslan’ın bir hasta yakını tarafından öldürülmesinin ardından, Meclis de olaya el attı. Meclis’teki siyasi partilerin önergesiyle kurulan, “Sağlık Çalışanlarına Şiddeti Araştırma Komisyonu” çalışmalarını tamamladı, hazırladığı raporu Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e sundu. Raporda, şiddetin önüne geçmek için 287 sayfalık 66 öneri sunuldu. En çok dikkat çeken önerilerden biri, “sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlara yönelik kanuni düzenleme yapılsın” talebini içeriyor. TCK’DA DÜZENLEME YAPILSIN Buna göre, Türk Ceza Kanununda sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti caydırıcı

yeni düzenlemeler yapılması cezalar artırılması ve verilen cezaların ertelenmemesi istendi. Hastane polislerinin etkili, bilgili ve bu konuda eğitim almış kişilerden seçilmesi de öneriler arasında. MESAİ VE NÖBETLER KISALSIN Raporda mesailerin uzunluğuna dikkat çekildi, daha kaliteli hizmet için “mesai ve nöbetler kısalsın” dendi. ÇALIŞANLARA PANİK BUTONU Olası şiddet olaylarında, 113 no’lu çağrı merkezinin aranmasını öngören “Beyaz Kod” uygulamasında, sabit telefon yerine, ‘’mobil telefon’’ veya ‘’panik butonları’’ kullanımına geçilmesi de önerilerden bir başkası. Başkanlık makamına sunulan rapor kısa süre içinde Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecek.

Hemofili Federasyonu Genel Başkanı ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kaan Kavaklı, 10. Ulusal Hemofili Kongresi’nin ardından yaptığı açıklamada, kanın pıhtılaşmasında sorun olan hemofili hastalığıyla ilgili gen tedavisinin 2 yıl önce İngiltere’de başlatıldığını ve başarı ile sürdürüldüğünü, bu hastalara şu anda geçici tedavi uygulandığını dile getirdi. Kanamayı durdurmak için kullanılan ilaçların kesin çözümolmadığınadikkatiçekenKavaklı,şöylekonuştu: “ Hemofili ömür boyu süren bir hastalık. Türkiye’de 5 binhemofili hastası var. Eğer gen tedavisi başarılı olursa hastanını tamamen iyileşmesi söz konusu

olacak. Hastalara umut ışığı olacak gen tedavisine 2014’te başlayacağız. Etik Kurulu ve Sağlık Bakanlığı’ndan gerekli izinlerin alınmasından sonra çalışmalara başlanacak. Yıl sonuna kadar işlemlerimizi tamamlayacağız. Sonra gönüllü hasta bulacağız. Gönüllülerin 18 yaşından büyük ve ağır hasta olması gerekiyor. Kuşkusuz bu tedavinin bazı riskleri var. Ancak bugüne kadar yapılan araştırmalar başarılı gidiyor. 2014 yılı başından itibaren gen tedavisini deneme aşamasına geçmeyi umut ediyoruz.” Gen tedavisine alınacak gönüllü sayısının 10 kişi ile sınırlı olacağına işaret eden Kavaklı, tedavinin yaklaşık 2 yıl süreceğini sözlerine ekledi.

Hemofili Hastalarına Müjde

Yüksek Tansiyona Karşı Bir Bardak Pancar Suyu Pancar suyu içildikten üç saat sonra kan basıncında

düşüş gözlenmeye başlanıyor ve bu etki 24 saat sürüyor. Kan basıncındaki düşüşün nedeni pancar suyunun içindeki nitrat.. Araştırmacılar bu kadar düşük nitratın bu kadar büyük etki yapmasının şaşırtıcı olduğunu belirtti. Damarlarda genişleme sağlayan nitrat, genelde kök sebzelerde ve ıspanak, marul gibi yeşil yapraklı yiyeceklerde bulunuyor. Kalp hastalıkları, felç sonucu ölümlerin ve böbrek yetmezliğinin başlıca sebebi yüksek tansiyon.. Dünya Sağlık Örgütü, her üç yetişkinden birinin yüksek tansiyonu olduğunu bildiriyor. Teşhis zorluğu nedeniyle yüksek tansi- zun azaltılması gibi beslenme alışkanlıklarıyon “sessiz katil” olarak da adlandırılıyor. nın değiştirilmesinin yüksek tansiyonu kontUzmanlar hareketsiz yaşam tarzı ve tu- rol altına almaya yardımcı olacağını vurguladı.

Bahar Sendromuna Dikkat! İlkbahar mevsiminin gelmesiyle birlikte havalar ısındı ağaçlar çiçek açtı. Gündüzlerin uzamaya başlamasıyla birlikte, insanlarda mevsim değişikliklerinden ister istemez etkileniyor. İlkbaharda güneşli gün sayısının artmaya başlamasıyla birlikte masa başında çalışanlarda ve diğer vatandaşlar da sonbahar sendromu hastalığı baş gösterebiliyor. İlkbahar sendromu dediğimiz hastalıkta, insanlar için harcanmayan enerji, kişilerin kendini yorgun hissettiği psikolojik etki olarak ortaya çıkabiliyor. Psikolog Efser Selamet Çelik bu durumu şöyle anlatıyor: “Özellikle insanlar kendini halsiz hissederler, yorgun hissederler aslında vücutta çok enerji vardır. Fakat bu harcanmadığı için vücutta bu ağrı olarak, sızı olarak ortaya çıkar. Bir uzmana, bir hekime başvurmaya çok da gerek yok.” İlkbaharda doğanın uyanması gibi kış aylarını geride bırakan vücutta da bir takım uyanışlar başlıyor. Vücudun talepleri karşılanamadığı zaman ise beraberinde bazı rahatsızlıklar baş gösteriyor. HASTALIKTAN ETKİLENMEMEK İÇİN NE GİBİ ÖNLEMLER ALMALIYIZ? Uzmanlar bu sendromu yaşayanlara bir takım tavsiyelerde bulunuyor. Bunlardan bazıları; - Bol bol hareket çok gerekli… -Gıdalara dikkat edilmeli

-Ağır yağlı gıdalardan uzak durulmalı… -Alınan enerjinin yakılması çok önemli -Sarı ve kavun içi gıdalara ağırlık verilmeli.. - Karanfil, tarçın, kakao gibi gıdaları ekstra tüketilmeli… -Kırmızı et tüketimini biraz hafifletmek tavsiyeler arasında… EN ÇOK KİMLERİ ETKİLERVE NELER YAPMALARI GEREKİR? Masa başında çalışanlar,yaşlılar ve romatizmal hastalığı olanlar, bu sendroma diğerlerinden daha fazla dikkat etmeli.. Uzmanlar derin nefes egzersizleri yapmayı öneriyor. Burundan alınıp parça parça verilen nefes rahatlamak için tavsiye ediliyor. Bu sendroma yakalananlar farklı faaliyetler ile sosyal hayatlarını hareketlendirmeli. İLKBAHAR SENDROMU NE ZAMANA KADAR SÜRER? Havaların tam anlamıyla ısınmasıyla yaz aylarına girildiğinde sendromda azalma görülüyor. Sendromu yaşayanlar giysilerine de dikkat etmeleri gerekiyor. Mümkün olduğunca elektriklerini atabilecek şekilde giysilerine dikkat etmeleri kendileri için faydalı. Naylon sentetik giysilerden uzak durulmalı ki, vücuttaki elektriği dışarıya rahat verilsin…

Hikayesi

5 Eylül 1938 tarihinde ,Blagoevgrad vilayetine bağlı Kornitsa köyünde, fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Hikayelerinde, Bayram Geta kendisinin ve Kornitsa halkın komünist rejimden neler çektiklerini anlatıyor. Hayat hikayesini bir milletin trajedisinin küçük parçasıdır. Rejimin uygulandığı baskı ve asimilasyon politikasının sonucudur. “Kornitsa için kötü yıllar 1949’da başladı, o zaman komünist rejime karşı ayıklamalar ve örgütleme başladı, bu grupların liderlerinden bir tanesi da Spas Beluhov’du. Devlet gücünü ve rejimini kurumak için Miluş Trençev görevlendirmişti. Kendisi bu görevi de, suçsuz insanlara yapılan işkenceler ile yerine getirdi. İnsanlardan ihbar ve bilgi toplamak için Milli istihbaratın güçleri, ölesiye kadar dayak uyguluyorlardı, bazıları ise insanlara inanılmaz baskı yapıyorlardı. Kısa bir süre sonra yasa dışı örgütün lideri Spas Beluhov da öldürülmüştü. Örgütün bazı üyeleri hapis gönderildi, bazıları ise yurt dışına kaçmayı başardı. Bu olaylardan sonra Kornitsa’da protesto olayları durmadı. Beluhov, Madjirski, Agulev, Velişovi gibi ailelerin fertleri zorunlu Kuzey Bulgaristan’a sürgün edildi. 1957 senesinde zorunlu kooperatifler kurulmaya başladı, yine dayak yine baskı. İnsanlar kurtuluşu, kaçışlarda aradı. Kaçanların çoğu yakalandı ve dayaklar acımasız caydı, vücutlar mosmor, yarıları daha çabuk iyileşsin ve yanan bedenlerin ateşleri düşürmek için onları hayvan deri ile sarılıyorlardı. Aynı sene Sofya’ya askere gittim. Kayıt yaptırdığım zaman: Adı: İbrahim, Baba adı: İbrahim, Soyadı: Getov, uyruk:“mohamedanin“ (Müslüman ) olarak yazıldı. Tezkereyi aldığım zaman, kimliğimi değiştirmek zorunda kaldım ve büyük şaşkınlıkla gördüm ki bu sefer beni „balgaro-mohamedanin” (Müslüman Bulgar) yazmışlardı. 1959’de askerlik bitti, ama bizim için İsim değiştirme olarak adlandırılan çile yeni başlıyordu. Bir gün işten eve gelirken köy meydanın insan ve polis dolu olduğunu fark ettim. İnsanlara yaklaşınca, gördüklerim beni ürküttü. Geleneksel kıyafetlerini değiştirmek için yaşlı kadınları toplanmıştı, etek ve pardösü alıyorlardı. Karşı çıkmak için cesareti bulana hemen ceza veriliyordu. Bu olaylar grevlerin ve darbelerin başlangıcıydı. 1964’de Mart ayında 30 kişi kadar Gotse Delçev’deki kışladı seferberlik için hazır tutuluyordu. Bir gün silah teslimi için emir geldi, tören alanında sırf Hristiyan’dan oluşan iki bölük hazır bekliyordu. Birisi Ribnova’ya diğeri ise Kornitsa’ya gönderildi. Ertesi gün askerlerin isim değiştirmeleri başladı. Kornitsa’dan iki kişi Bayram Uruçev ve İbrahim Byalkov isimleri değiştirmek istemedikleri için, herkesin önünde komutan onları kırbaçla feci şekilde dövdü. Sıra bana geldi, bende karşıya çıkınca özel hareket servislere şikâyet ettiler. Yanıma komutan geldi “Arkadaşımsın, şükür et, başkası olsaydı şimdi kelesini toplamıştık ” dedi. Seferberlik öncesi ona bir kamyon yakacak odun kestim ve bu beni dayaktan kurtarmıştı. Akşam saatlerinde ordunun dağıtılmasına karar verildi ve ben köyüme gittim. Kornitsa’ya giden yolda bir kaç komşu gördüm, evimde beni polisler beklediğini söylediler ve uzağa kaçmamı tavsiye ettiler. Onları sesleyip Balkana kaçtım ve köyümden diğer adamlar ile orada 3-4 gün kaldım. İsim değiştirme süreci hala devam ediyordu. Diğerlerini ikna edip köyümüze döndük. Evime girer girmez beni aramaya geldiler ama eşim onlara evde olmadığımı söyledi. Birkaç saat sonra isim değiştirme sürecin ertelendiğini anladık. Köyümüzün meydanı insan ile doluydu. Köyün muhtarın yanına gittik ve bütün deklarasyonları alıp yaktık. Tabi ki Devlet istihbaratın tepkisi gecikmedi. Bir hafta sonra ajanlar köyümüze gelip araştırmaya başladılar. O zamanki muhtarımız her şeyi anlattı ve birkaç isim düzenleyici olarak belirtti. Ertesi gün belirtilen isimlerin ailelerini göç ettirmeye başladılar. Böylece 1964 yılında ki ağlatı geçti ama maalesef üzüntüler sona ermedi. Beş yıl sonra her şey yeniden başladı. İlk önce 1972 yılın sonunda şiddetler Barutin köyünde ortaya çıktı ve sonradan Kornitsa’yı da etkilediler. İnsanları koruyabilmek için bekçi grupları düzenledik. Aynı zamanda köye köpekli polis görevlileri gönderdiler ve bu olay insanları aşırı derece korkuttu. Ocak ayı idi ve o soğuk günde meydana çıkmaya karar verdik ve ateş yaktık. Bu şiddetli isim değiştirme süreci karşı bir barışçı protestonun başlangıcıydı. Bu protesto eylemleri mart ayına kadar sürdü. Bu dönemde işe gitmedik, çocuklarımızı okuldan durdurduk ve bunun için para cezası ödememizi istediler. BKP’nin bölge konseyi başkanı Vladimir Sıbev köyümüze ziyarete gelince bu protestoların Türk şovenizm etkisi altında düzenlendiğini söyledi ve asla böyle saldırgan grupların oluşturulmasına izin vermeyeceğini ifade etti. BKP’nin Merkez Konseyine ve Millet meclisine hitaben birçok şikayet gönderildi ama hiçbir cevap gelmedi. Düzenlediğimiz protesto 28 Mart 1973 tarihinde Sofya’dan Angel Tsanev’in önderliğinde hareket eden hukukçular komisyonunun köye gelmesi ile sona erdi. İsmi geçen görevli kişi şiddeti başlattı. Protestoya katılanlara karşı sıcak su ile dolu olan itfaiye aracı kullandılar ve diğer taraftan polisler masum insanlara karşı ateş açtılar. Ortaya çıkan farklı farklı suçlamaları insanları dövmek için bahane olarak kullanıldılar. Sonuç olarak 4 kişi öldürüldü, 100 kişi yaralandı, 10 kişi hapse atıldı ve 30 aile göç ettirildi. Bu şiddetlerden sonra Mart ayın sonunda insanlar üzüntü içinde isimlerini değiştirmeye karar verdi. Bu kararın gönüllü olduğunu söylediler ama gerçek bundan çok farklıdır çünkü insanlar sürekli silah tehdidi altındaydılar. Beni de hapse soktular, ailemi Rabişa köyüne gönderdiler (Vidin ilçesi). Karşı devrimci grubun oluşturulması ve yönetimi, silahlı isyan ve cinayetler ile beni suçluyorlardı. Hapiste ki sorgulamalar iki ay sürdü ve sonuç olarak 12 yıl hapis cezası aldım. Sofya merkez hapsinde sadece 8 yıl ve 3 ay yattım. Hapiste ki zorluklar ve şiddetler devam etti. Hapiste de ismimi değiştiremediler. Ama buradan barışçı protestime devam ederek önemli kurumlara hitaben birçok şikayetler yazdım. Bir gün hapsin yöneticisi yanıma gelip birlikte idare bölümüne gitmemizi istedi ve oradaki görevli kişiye gerçek ismimi - Bayram İbrahim Getov, dosyama yazılmasını istedi. Böylece uzun ve üzüntüyle dolu hapis günlerim sona erdi.”


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Doc.Dr.Hasine ŞEN ÇALINTI GÖZLER’İ” KİMİN GÖZLERİYLE SEYRETSEM

Bağışlasak bile, unutabilir miyiz? Unutmaya çalışsak bile Bulgarlarlaaynışekildemiunutuyoruz?Bulgarkomşumun“soyadönüş”sürecindeyaşadığıtravma,benimyaşadığımdramilekıyaslanabilirmi? 1990 yılında Türkiye’ye göç ettiğimde en çok karşılaştığım sorulardan biri “Niye geldin(iz)?” sorusuydu. Travmatik deneyimler anlatılamaz, kelimelere dökülemez, sözcükler hep güçsüz kalır yaşananlar karşısında. Spasov’un gösterimdeki filmi ‘Çalıntı Gözler’, tarif edilemez bu durumu gerçeklik duygusundan ödün vermeden sinema diline başarıyla aktaran bir film. Ödüller alan bir film. Yönetmenine ve oyuncularına başka ödüller de kazandıracak bir film. Ancak benim ve birçok Bulgaristan göçmeni için bu film isim değiştirme ve göç acılarının bir belgesi, yaşanan travmanın bir anıtı niteliğini de taşıyor. Herkesin herkesten korktuğu bir ortamda karşıdakinin fikirlerini ancak gözlerinden okuyabilirsin. Belki bu yüzden dikkatimi her şeyden önce filmin ismi çekti. Onu seyretmeden önce “çalıntı gözler” tamlaması zihnimde dünyaya başka birisine ait gözlerle bakma, ötekini anlama gibi düşünceler, film konusu bağlamında da isim değişikliği sürecinin bir Bulgar gözüyle anlatımı fikrini uyandırmıştı. Film sonrasında ise Patricia Highsmith’in bir öyküsünü anımsattı başlıktaki bu gözler. Bakışın travmatik etkisi Öyküde sekiz yaşında bir çocuk annesini bıçaklayarak öldürür. Anne akşam yemeği için aldığı bir tür kabuklu su hayvanını daha lezzetli olsun düşüncesiyle canlı canlı kaynar suya atar. Zavallı hayvan tencerenin kapağını aralar ve kendini dışarıya atar, ama anne onu bir kepçe ile alıp yine kaynar suyun içine gönderir. O esnada çocuk hayvanın gözlerindeki çaresizliği görür, işte bu anlık bakış onu bir bıçak alıp annesini öldürmesine neden olur. Bu bakışı Sloven araştırmacı Zizek “öteki” konumdaki çaresiz kişinin bakışındaki travmatik öğe olarak tanımlar. Bu, etrafındaki vahşete bir anlam veremeyen masum bakışın yarattığı etkidir. Bir hayvanın gözlerinde, bir çocuğun yüzünde gördüğümüz, Zizek’in ifadesiyle hepimizi suçlu konumuna iten bir bakıştır bu. Bu bakışı ‘Çalıntı Gözler’de de gördüm, onun yarattığı travmatik etkiyi ve suçluluk duygusunu da. Film, isim değişikliği sürecinde görevlendirilen bir Bulgar gencinin (İvan) yaşadığı ruhsal bunalım üzerinde yoğunlaşıyor. Yaşanan olayları hiçbir şekilde onaylamayan İvan gösteri yapan Türklerin üzerine tankla ilerleme komutu aldığında, ilgi duyduğu Türk kızın bakışıyla karşılaşır. ‘Çalıntı gözler’ onundur. Fakat bu olayın etkisi ile yoğun bir bunalım yaşayan ve akıl hastanesine gönderilen gencin zihninde bir çift göz daha yer eder: Sürdüğü tankın altında kalarak ölen bir kız çocuğunun şaşkın bakışı. Zizek’in ifadesiyle bu noktada kurbanın bakışındaki travmatik etki gücünü gösterir ve tedavi gören genç adam onun yarattığı suçluluk duygusundan kurtulmaya çalışır. Parti üyelerinin istediği ise yaşadıklarını asla hatırlamamasıdır. Filmin anlatım araçları Bu noktada film şiddete maruz kalma ve şiddet uygulama durumunda her iki tarafın da zihnindeki hatırlama/unutma ikileminin yarattığı savaşa da gönderme yapıyor. Filmin sembolik anlatımı da övgüye değer nitelikte. Filmde Bulgar hükümetinin “soya dönüş” sürecinde sergilediği müthiş koordinasyonu satranç imgesi ile yansıtılmış. Bir de akıl hastanesi imgesi var. Kuru bir havuzda yüzen delilerle ilgili fıkralara gönderme yapan sahneler bana biraz uzun geldi ama asıl delilerin nerede barındığı sorusunun gündeme geldiği bir ortam için akıl hastanesi oldukça uygun bir mekân ve anlatım aracı doğrusu. Bu anlatım araçlarına sonbahar ortamını ve özellikle vurgulanan camikilise beraberliği karesini de dahil edebiliriz. Kronolojik bir öykü yerine anlatım aracı olarak geçmişe gönderme tekniğinin kullanılması ise ‘Çalıntı Gözler’e psikolojik derinlik kazandırmış. U z l a ş m a ‘Çalıntı Gözler’ bana başka bir Bulgar filmini, “soya dönüş” süreci kapsamında okuldan toplu olarak götürüldüğümüz, Türklerin Bulgarları zorla İslamlaştırmalarını gösteren ‘Vreme Razdelno/Bölünme Zamanı’ filmini anımsattı. Bu çağrışım, ‘Çalıntı Gözler”in yönetmeni Spasov’un bu yapıtıyla gösterdiği duyarlılığının altında daha farklı bir vicdan azabı nedeni aramama neden oldu. (Bu kötü niyetten çok bir kurbanın yaşadığı şiddete ortak olanların gözlerindeki pişmanlık ifadesinin samimiyetini ölçme çabasıdır herhalde.) Yukarıda sözünü ettiğim ‘Bölünme Zamanı’nın senaryo yazarları arasında onun da ismini gördüğümde kafamdaki belirsizlik netleşmiş oldu. Yönetmeni geçmişteki filminden dolayı suçlamıyorum. Hiç kimsenin hiç kimseyi suçlayamayacağı kadar katı bir dönemdi yaşadığımız. Devletin benimsediği tarihsellikten uzak tarih yazımına karşı çıkma, direnme yerine resmi ideolojiyi alkışlayan (alkışlamak zorunda kalan) sanatçıları bile suçlayamayacağım kadar katı bir dönemdi. Film de bunu gösteriyor zaten. Filmin verdiği mesaj yaşananlara rağmen ortak bir geleceğe ve karşılıklı saygı düşüncesine dayanıyor. Filmde anlatılanları şahsen yaşayan birçok Bulgaristan Türkü için bu mesaj bir zamanlar gözünün yaşına bakmayanlara göz yummayı öğrenmek anlamına gelse de, barış ortamının sağlanması, filmin önerdiği gibi politikanın bir nevi biopolitikaya dönüşmesi yoluyla olmasa bile, uzlaşma fikrini gerektiriyor. Gayet açık bir mesajı olsa da film zihnimde bir sürü soru yarattı: Bağışlasak bile, unutabilir miyiz? Unutmaya çalışsak bile Bulgarlarla aynı şekilde mi unutuyoruz? Veya Bulgar komşumun “soya dönüş” sürecinde yaşadığı travma benim yaşadığım dram ile kıyaslanabilir mi? Bu film tarafsız mı? Tarafsız bakış olur mu? Filmdeki İvan’ın yaşadıkları gerçek mi, yoksa bir toplumun vicdan azabını yatıştırmak için sonradan kurgulanan bir özür hali midir? Ben, gerçek olduğuna inanmak istiyorum çünkü, Milan Kundera’nın sözleriyle ifade etmeye çalışırsam, insanın iktidara karşı verdiği asıl savaş, belleğin unutmaya karşı verdiği savaştır. Bir yönetmen için, daha genel anlamda da sanatçı için, bu çok daha geçerli bir ifadedir.

HAYDİ HEPİMİZ DİLEKÇE VERELİM, ANA DİLİMİZİ GÜZEL BİLELİM! Dil, insanın Dünya’ya açılan penceresidir. Bir insanin ana dilinden kopması veya koparılması onun yalnızca ailesi, milleti ile bağlarının kopması değil, aynı zamanda Dünya ile bağlarının kopması demektir. Çok değerli anne ve babalarımız! Türkçe dersi bir yük değil, çocuğun bir zenginliğidir, okul başarısını artıracak en önemli etkenlerden biridir! Bir çocuk kendi ana dilinde ne kadar güçlü olursa, herhangi başka bir dili de aynı ölçüde iyi ve sağlam olarak öğrenir! Türkçe öğretimine sahip çıkma hepimizin elindedir! Çocuklarımızın ana dili Türkçe, okul dili Bulgarca – bu bir zenginliktir! Bu yüzden sizleri çocuklarımızın çok dilliliğini evde, yuvada ve okulda desteklemek için gerekli çalışmaları yapmaya çağırıyoruz!

DİLEKÇE İÇİN SON G Ü N 1 9 M AY I S 2 0 1 3 ! HAYDİ HEPİMİZ DİLEKÇE VERELİM,ANADİLİMİZİ GÜZELBİLELİM! KUZEY VE DOĞU BULG A R İ S TA N T Ü R K Ç E Ö Ğ RETMENLERİ DERNEĞİ

Dünya Kültürü Türkiye’de buluşuyor 81ÜlkedenbinlerceöğrenciTürkiyeilekucaklaşıyor UDEF (Uluslararası Öğrenci Dernekleri Federasyonu) ile birlikte 29 sivil toplum kuruluşun organize ettiği 6. Uluslararası Öğrenci Buluşması (http://www. uluslararasiogrencibulusmasi.com) 13 Nisan’da İstanbul Feshane’de açılış programıyla başlıyor. 81 ülkeden binlerce Uluslararası Öğrenci 13 şehrin en önemli meydanlarında kendi kültürlerini yansıtan eşyalar, yerel kıyafetleri tanıtacak, yerel yiyecek ve içeceklerinden ikramlar yapacak ve sahne gösterilerinde bulunacaklar. 13-15 Nisan tarihlerinde İstanbul’da başlayacak olan 6. Uluslararası Öğrenci Buluşması her hafta sonu başkabirşehirdeolmaküzeresırasıylaAnkara,Kocaeli, Sakarya, Bursa, Isparta, İzmir, Eskişehir, Konya, Trabzon, Samsun, Çanakkale ve Kayseri’de düzenlenecek. Uluslararası Öğrenci Buluşmaları bu yıl Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı himayelerinde Başbakanlık Kamu Diplomasi Koordinatörlüğü ve Gençlik ve Spor Bakanlığı destekleriyle organize ediliyor. 29 sivil toplum kuruluşu desteğiyle gerçekleşecek 6. Uluslararası Öğrenci Buluşması 13 Nisan- 2 Haziran tarihlerinde 13 şehirde düzenlenecek. Organizasyonun açılışı 13 Nisan saat 11.00’da İstanbul Feshane’de yapılacak. Ülkelerden kültürel objelerin sergileneceği, standların yer alacağı programda Uluslararası Öğrenci Buluşmasına destek veren STK’lar da stand açacak.

Bu sene 6.’si gerçekleşecek olan buluşmaya dünyanın dört bir yanından Türkiye ile birlikte 81 ülkenin öğrencisi katılacak. Farklı kültürlere ev sahipliği yapacağı buluşmaya katılacak ülkelerin isimleri şöyle; BALKANLAR: Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk, Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan KAFKASYA: Gürcistan, Ahıska, Azerbaycan, İnguşetya, Çeçenistan, Dağıstan, Kabartay Balkar, Karaçay Çerkes, Adige, Kırım, Tataristan, Ukrayna O RTA D O Ğ U : Ü r d ü n , Suriye, Filistin, Irak, Lübnan, Yemen, İran ASYA: R.F. Tuva, Moğolistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Doğu Türkistan, Afganistan, Tayland, Endonezya, Malezya, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka. AFRİKA: Etiyopya, Somali, Cibuti, Fas, Cezayir, Mısır, Sudan, Çad, Nijer, Tunus, Moritanya, Mali, Libya, Gine, Sierre Leone, Malavi, Uganda, Tanzanya, Gana, Burkino Faso, Burundi, Kenya, Kamerun, Nijerya, Ekvator Ginesi, Senegal, Gambiya, Ruanda, Gine Bissau, Gabon, Güney Afrika, Orta Afrika, Fildişi, Kongo, Demokratik Kongo, Komor GÜNEY AMERİKA: Haiti

Bulgaristan’ın en zengin işadamının günde 65 bin leva kazandığı açıklandı. Vergi kayıtlarına göre, Bulgaristan’ın en zengin vatandaşı 2012 yılında 14.3 milyon leva (7.3 milyon avro) kazandı. Günde 65 bin leva kazanan işadamının ardından ülkenin ikinci zengini 54 yaşında olup geçen yıl vergi dairesine 8.1 milyon levalık (4 milyon avro üzerinde) beyanname sundu. 18 vatandaş geçen yıl için 1 milyon leva ( 500 bin avrodan fazla) üzerinde gelir beyan etmiş. En zengin 10 kişinin arasında iki de kadın da var. En zengin kadın 43 yaşında ve 3.5 milyon leva (1.8 milyon avro) gelirini beyan etti. Avrupa Birliği’nin en yoksul ülkesi olan Zenginler daha da zenginleşirken yoksulların durumu ise daha da kötüleşiyor Peki zenginlerin servetlerinin üstüne servet yığımısının nedeni nedir? Milyonerler mülk, senet ve şirketlerdeki paylarını satıyor. En büyük satışlar 3. ve 4.

sıradaki zenginler tarafından gerçekleşmiş. En varlıklı kadın da 2012 yılında paralarını mülk ve senetlerini satarak elde etmiş ve bu satışlara karşılık 3.57 milyon leva ( 1.8 milyon avro) almış. Zenginler Sofya’da Listenin başında bulunan varlıklı vatandaşlar başkent Sofya’da yaşıyor.

Yürütülen birçok uluslararası kampanyaya karşın açlıktan ölümlerin devam ettiğine işaret edilen raporda, en az açlık kadar önemli bir diğer sorunun yetersiz beslenme olduğu vurgulandı. “Açlık” sorunun etkileri ölümlerle çok açık ve sarsıcı bir şekilde görülürken, yetersiz beslenmenin etkileri genellikle yıllar sonra ortaya çıkıyor. Uzmanlar bu nedenle yetersiz beslenme sorununu “gizli açlık” olarak tanımlıyor. Anne karnında ya da 5 yaşına kadar geçen dönemde iyi beslenemeyen çocuklar, bedensel olarak yaşıtlarının daha gerisinde kalırken, zihinsel olarak da yeterli gelişme gösteremiyor. ‘ P O TA N S İ Y E L L E R İ B A Ş -

TA N YOK OLUYOR’ UNICEF Başkanı Anthony Lake, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde daha yaygın olan çocuklar arasında gizli açlığın, ülkelerin geleceğini de olumsuz etkilediğini vurguladı. Lake, “Çocukların yetersiz gelişimi onların potansiyellerini daha baştan yok ediyor, birülkeninkalkınmasıiçingerekliimkânları ortadan kaldırıyor” ifadelerini kullandı. UNICEF raporuna göre, çocuklar arasında gizli açlık daha çok Güney Asya’da ve Afrika’nın güneyinde yaygın olarak görülüyor. Dünya genelinde yeterli beslenemeyen 165 milyon çocuğun 4’te 3’ü bu bölgelerde yaşıyor.

En zengini günde 65 bin leva kazanıyor

Dünya Genelinde Dört Çocuktan Biri AÇ

Sabahattin AYYILDIZ

Tabuya İsyan

Sömürülüp soyulanlar, kanları emilenler eskisi gibi yaşamak istemeyince, iktidar da eskisi gibi idare edemeyince devrim olur! 2013 şubatında Bulgaristan’da meydana gelen sosyal patlama Başbakan Boyko Borisov hükümetini istifa etmek zorunda bıraktı. 24 şehirde birden sokak ve meydanı dolduranların protesto harekeri 2. gün bir isyan niteliği aldı. Yumrukları havada gençler Aralık 2012 elektrik faturalarının % 16 zamlı, enerji fiyatlarının katmerli gelmesine, her ay şişirilmesine ve hayat pahalılığının gemi aza almasına baş kaldırdı. Hayat yaşanmaz olduştu. Ancak, bu bir devrim değil, ayaklanmaydı. Patlamada politik öncü yoktu, hiç bir parti lideri meydanlara çıkamadı, konuşamadı, nedenleri sosyal ve ekonomik olan bu kıtlesel kükreme ülkede çok büyük bir politik değişime neden oldu. Parlamento seçimlerine 3 ay kala B. Borisov hükümeti düştü. Parlamento dağıldı. Seçim hükümeti kuruldu. Polisin protestoya kalkışan gençlere sert ve kaba saldırıları iktidarın devrilmesine somut neden oldu. Polis şiddeti Sofya’da “Kartal Köprü” üzerinde sarı paveleri kana boyadı. Bir kişi ölürken, başka bir gösterici kendini yaktı ve büyük sayıda yaralı “Pirigov” acil vakalar hastahanesine taşındı. Amansız ve doyumsuz soygun Bulgaristan’da elektrik dağıtımını başlıca 2 yabancı şirket yapıyor. Bunlardan biri olan, Çek -JSC Elektrik ve ÇEZ Dağıtım şirketlerinin pazar payı % 32.7; ikinci dağırım şirketi olan Avudsturya EVN ortaklığı % 30.75 pazar payına sahiptir. Önemle belirtilmesi gereken hususlar arasında, 2011 yılında EVN’nin Bulgaristan’dan elde ettiği safi gelir oranının % 65 artış göstermesi olabilir. Bu fiyat artışlarında, tüketilen elektrik fiyatının yalnızca % 40; şişirilen fiyatın da % 60 olması sabırı taşırandır. İki Avrupa Birliği devletinden gelen bu 2 elektrik dağıtım şirketi Bulgaristan elektrik tüketicisinin parasını hortumlama ve kanını son damlasına kadar emmede doymak bilmeyen açgözlülük göstermiştir. Hele 2012 yılında, sınırsdız soygun daha da artmış ve Şubat 2013 Ayaklanmasına vesile olmuştur. T a b u y a İ s y a n Biz Avrupa Birliği’nin en fakir, bunalımı en derin, yarınları en karanlık ülkesinde yaşıyoruz. Bizde, ekonomik ve sosyal çöküş 23 yıldan beri devam ediyor da, bir türlü dibe vuramadı. Biz AB içinde en düşük asgari ücreti, en az emekli maaşı, en az yan geliri olanlarız. Varımız yoğumuz, hayatımız gigortalanmış değil. Vatandaşlarımızdan % 40’ının sağlık sigortası yok. Nüfusun yüzde yarısına yakın olan bu kesim ev hekimine, polikliniğe, hastaneye ücret ödemek zorundadır. Son yılda ilaç fiyatları % 50 pahalılaştı. Okul çağında çocuğu olan ailelere yapılan devlet yardımları son derece yetersizdir.Tarım emekçilerinin aldığı sosyal emekli maaşlarıyla geçinmek imkansızdır. Böylesi bir durumda halkın paralize edilmiş ve uyutulmuş olduğuna inananların evdeki hesabı bu defa çarşıya uymadı. Tabuyu yıkıp ayaklanan, hiçbir politik partiye üye olmayan, o pasif hesap edilen, seçimlerde oy kullanmayan bu büyük kitle oldu. Tabuyu kan dökme pahasına kıranlar evde ve internet klüplerde bilgisayar başındaki gençlerdi. Onlara hep AB’ye ve şirketlerine karşı ayaklanılmaz denmişti. Ne var ki, tutmadı. Polis ve politik istihbarat, partiler, gençlerin örgütlenme algoritmesini göremedi, çözemedi, anlayamadı ve parmağı ağızında kaldı. Bu algoritma yabancı elektrik dağıtım şirketlerinin ve iktidarın hesaplarını boşa çıkardı, suya düşürdü. Ekonomik bunalım milyonları yoldırmış, elektrik faturaları herkesi sinir etmiş ve çok kızdırmıştı. Halkın kanını emenlerler doymak bilmedi. Sömürücüler, talan ederken tüm sınırları aştılar. Bulgar polisi de bu kez bilgisayarcı gençlerin ve bilinçli tüketicilerin zihnini okuyamadı. Ayaklanmayı bastırmak için manupule debileceği öncü kesimi zombileyip paralize edemedi. Muhbirler,ajanlar, polis yalakaları felç oldu. Devlette ve ajanlarında hafıza boşluğu olduğu ortaya çıktı. Devamı Gelecek Sayıda


6

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Ülkelerde Sos18-20 BİN NÜFUS DÖRT PARTİ Krizdeki yal Huzursuzluk Artıyor YUGOSLAVYA’NIN ÇOK PARTİLİ SİS- rış ve savaş halkın dilinde telaffuz edilmeye TEME GEÇMESİNDEN BU YANA… açıkça başlanacaktı. Bu yazıyı yazmamdaki

KURULAN TÜRK PARTİLERİ VE SON GELİŞMELER Alaaddin İSMAİLOĞLU Yugoslavya çok partili sisteme geçerken,demokrasinin olmasa olmazlarından olan siyasi partilerin kurulması, hayat bulması, kaçınılmazdı. Bu doğrultuda Yugoslavya’da yaşanan ulus ile halklar kendi partilerini kurma eğilimine girdiler. Tabii bu orda yaşayan halk için hiç mi hiç alışık olan bir şey değildi. Çünkü tek partili sistem yerine oturmuş,halk ona alışmıştı. Tek partili sistemin dezavantajları olsa da, avantajlarının daha fazla olduğunu söylersek zannediyorum ki yanılmış olmayız. Mesela: kırk yıl içinde Yugoslavya’nın hangi yerinde olursa olsun, hangi dine, ırka veya milliyetine bakılmaksızın o insanlar, kanunlar önünde tamamen eşit haklara sahip idiler. Birinin ötekini rencide etme,horlama veya dışlama gibi bir hakkı yoktu. Böyle bir taviz kimseye verilmedikçe, insanlar belli bir dönem sonra bu yönde kendilerini belli bir disipline almayı başarmışlardı. Bunun sayesinde,halktaki; ahlak, edep,fazilet, ne olursa olsun , hangi din veya ırktan gelirse gelsin aralarında geniş bir hoşgörü yumağına dönüşmüştü. Herkes; ben ,sen demeden , insanın, insanca yaşaması için gerekli neler olduğunu yaratma eğilimine girmişlerdi, kafalar, bu güzellikleri zirveye vardırmak için yoruluyordu. Benim, senin,bizim,sizin partisi yoktu,bizlerin partisi vardı. Bizim ülkemiz,bizim ordumuz…vardı. Çok partili sisteme geçiş, daha ilk günden bazı sancılarla başlamıştı. Geçmişte kalmış, genç nesillerce tamamen unutulmuş olan ırkçı fikriyat düşünceleri, eyleme dönüşme sinyallerini vermeye başladı. Zaten yerine oturmuş mükemmel bir rejimi yıkmak , ancak bu şekilde olabilirdi. Bizler, yerine ben, ilkesine dönüşme. Ki bu noktadan sonraki gelişmeler büyük bir endişe ile çoğunluk tarafından takip edildi. Ne yapılırsa yapılsın, özellikle Batı ülkeleri, Balkanların zayıf noktasını iyi bildiği için yıllar önce, bu güzel ülkeyi bölmek için tasarlamış oldukları senaryoları, uygulamaya koymuşlardı. Düğmeye basılmıştı. Geçmişin hainleri pusudan birer birer ortaya çıkmaya başlamışlardı. Tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Hırvat Ustaşları,Sırp Çetnikleri… sokaklarda açıkça boy gösteriyor, Yugoslavya Halk Ordusu (YHO) dahi bu gösteriler karşısında sessiz kalmayı tercih ediyordu.Hırvat, Sırp,Sloven,Karadağlı, Makedon,Boşnak… aydınlar bu gelişmelerden oldukça rahatsızlık duyuyorlardı. Fakat milliyetçiler, Batının desteğini çoktan almışlardı. Yugoslavya parçalanacak ve pek çok parçalara bölünecekti. İkinci Dünya savaşında; Ustaşlar ve Çetnikler arasında yarı kalmış hesaplar görülecekti. Zaten Alman işgalciler ve bu guruplar yüzünden milyonlarca insan hayatını kaybetmişti. Ustaş veya Çetnikler halkın korkulu rüyası olmuştu. Ama bu gurupla, intikam alma peşine doğru her geçen gün biraz daha, mesafe almayı başarırlarken, birileri tarafından halk kahramanı,vatanperver olarak tanıtılıyordu. Etrafı korku sarmıştı. Geriye dönüş olmayacak. Artık Yugoslavya çok partili sisteme ayak uydurmak zorundaydı. Beğensek de beğenmesek de bundan kaçış yoktu. İşte bu gelişmeler karşısında, ilerideki günlerde başımıza ne gelebilirleri iyi bildiğimiz için bizde diğerleri gibi örgütlenmek zorundaydı. Tabii bu örgütlenme dernek veya parti bünyesinde olabilirdi. Yapılan görüşmeler,fikir alışverişi, Türkler için en hayırlısı bir parti bünyesinde toplanmaktı. Ve karar öyle alındı. Hele hele Yugoslavya Komünistler Birliği Merkez Komitesi’nde yapılan o hararetli konuşmalardan sonra bunu yapmak zorundaydık. Böyle bir toplantıda Slovenya temsilcisi Haffner, Sırbistan Başkanı Miloşeviç’i sert ve ırkçı söylemlerinden dolayı ayağa kalkıp ;’’sn. Miloşeviç,konuşmalarına dikkat et! Bu söylemleriniz ülkenin parçalanmasına sebep olacak. Şayet sözlerinizi geri almaz ve bizlerde bu toplantıdan çıkarsak bunun telafisi bir daha olmaz.Bu nedenle seni açıkça uyarıyorum!’’ Diyordu. Bu sert uyarı , o dönemin insanının hafızasında mezara kadar silinmeyecek sözlerdir. Nitekim bunun ardında çözülmeler,bağımsız devletlerin ortaya çıkması başlayacak ba-

amaç bunları anlatmak değil,fakat oluşan bu şartların Türk’lerin de parti kurmalarını nasıl zorunlu hale getirdiğini anımsatmaktır. 1986 yılında Miloşeviç, Sırbistan başkanı oldu. Başkan olmakla beraber gerginlik günden güne tırmanmaya başladı. Miloşeviç, Kosovalı milliyetçi Sırpların tam istediği gibi biriydi. O, aslında söylemlerinde hep sosyalizmin savunuculuğundan dem vuruyordu,fakat milliyetçilik genlerinde vardı ve kemik iliğine kadar işlemişti. Diğer yanda, Kosova’da o zamanlarda ortada bir de Batının kışkırtması nedeniyle milliyetçi Arnavutlar da boy gösteriyordu. Tabi bu başta batının, Slovenya’nın ve Hırvatistan’ın işine gidiyordu. Bu ülkeler Arnavutları sevdiğinden değil, kendi emellerine ulaşmak için onları Sırplara karşı savunuyorlardı. Bu nedenle arayı açmak,nifak sokmak için gece gündüz demeden çalışıyorlardı. Oysa Miloşeviç, geri adım atmak yerin olayları tırmandırıyor ve sürekli tehditkar davranarak Arnavut’ların üzerine gidiyordu. Başkan, seçilir seçilmez Kosova’ya yönelik bir sürü antidemokratik,tansiyonu yükseltecek planı uygulamaya koyuyordu. Bunlardan en kritik olanlardan biri anayasa değişikliği.Şubat 1989 sonunda Kosova’da olağanüstü hal ilan edildi. 23 Mart 1989’da Sırbistan Parlamentosu Kosova’nın özerkliğini kaldırdığı anayasa değişikliğini kabul etti.27 Haziran 1990’da Sırp Parlamentosu Arnavut üyelerin oyları olmaksızın Kosova’da olağanüstü bir idare kurulması ve bölgeye başkan yardımcısı unvanına sahip,sınırsız yetkisi olan bir ‘’komiser’’ atanmasını kararlaştırdı. Bu kişi Miloşeviç’in çok yakın arkadaşı Momçilo Traykoviç idi. Bu gelişme ardından 2 Temmuz 1990 yılında Kosova Bölge Parlamentosuna seçilmiş olan Arnavut vekilleri-Sırplara göre resmi olmadıkları gerekçesiyle- parlamentoya girmelerine Sırplar izin vermediler. Buna inat, Arnavutlar ‘’Kosova Cumhuriyetini’’ ilan ettiler. 5 Temmuz 1990’da bu gelişmeye karşılık Sırbistan, Bölge Parlamentosunu feshetti. Sırbistan yeni anayasaya göre 9 Aralık 1990’da seçim yaptı. Bu seçimleri Arnavutlar boykot etti. 1991’deki seçimler ardından Sırplar eğitim_öğretimdeki yeni uygulamayı devreye soktular. Arnavutlar buna karşı çıktı.Ardından bu programı kabul etmeyen öğretmenlerin işine son verildi. O dönemde , Kosova’da her geçen gün yeni bir olay yaşanıyordu. Olaylar, yeni bir boyut kazanıp tırmanmaya devam ediyordu. 21 Kasım 1991 yılına gelindiğinde Arnavutlar 130 sandalyeli bir parlamento oluşturdular. 24 Kasım 1991’de İbrahim Ruğova Devlet Başkanlığına seçildi. Sırplar yasadışı ilan etse de 24 Mayıs 1992’de Arnavutlar seçim yaptı. İş eylemleri: boykotlar, öğrenci gösterileri ve buna benzer gelişmeler karşısında en zor günlerini Kosova’da azınlıkta yaşayan halklar çekiyordu. Onlar herkesten sıkıntılıydı. Ellerinde hiçbir şey yoktu. Her ne kadar tarafsız bir siyaset yürütseler de birileri onları işine geldiğine göre suçluyor veya taraf tutuyordu. Bu durumu idare etmek hiç te kolay değildi. Sırplar kendi çıkarları için mücadele ederken, Arnavutlar da bölgenin çoğunlunu oluşturdukları için en doğal hakları bu durumdan sıyrılıp, bir türlü bağımsızlığa götürecek yolu bulmalıydılar. Tabii ki ikisi arasında sıkışan azınlıkların ve dolayısıyla Türklerin de bu durumdan dolayı işleri hiç mi hiç kolay değildi. Onlarda , kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalacaklardı. Bu durumda Sırplar, kendilerini dünyaya demokrat olarak göstermek için azınlık haklarına hiç dokunmadılar. Hatta onların, Tito Yugoslavya’sında mevcut olan haklarını her alanda koruyacaklarını her platformda anlatmaya çalıştılar. Ve bu sözlerini de 1999 Kosova Savaşına kadar tuttuklarını söyleyebiliriz. Lakin o dönemde Bat’nın ve özellikle de Katolik dünyasının tesirinde kalan kimi Arnavut liderler azınlık haklarından hiç söz etmediler. Nitekim savaş sonrasında niyetlerini de belli ettiler. Başta ‘’Tan’’ Gazetesi,’’ Çevren’’,’’Kuş’’ dergileri,Priştine Türkçe TV ve Radyo yayınları kesildi. Türkçe resmi dil olmaktan çıkarıldı. Daha sonraları bunlardan bazıları,zaman içerisinde yine kabul edildi. Devamı Gelecek Sayıda

Uluslararası Çalışma Örgütü, Avrupa Birliği’nde devam eden ekonomik krizin sosyal huzursuzluk tehlikesini artırdığına dikkat çekti. Rapora göre birlik içerisinde sosyal huzursuzluk riski, kriz öncesi döneme göre 12 puan yükseldi. Gelir dağılımındaki eşitsizlik ve fakirlerin sayısının artmasının sosyal Avrupa için büyük bir tehdit olduğu vurgulanırken, iş dünyasının aktörlerinin bir araya getirilerek sorunun çözümüne ilişkin diyalog başlatılmasının hedeflendiği

dınların iş piyasasına katılımının artırılması konusunda atılan adımlar raporda bahsedilen diğer gelişmeler. GENÇ İŞSİZLİĞİ TÜRKİYE VE MAKEDONYA HARİÇ TÜM ÜLKELERDE ARTIŞ GÖSTERDİ Krizin etkileri en çok hissedildiği kesim olan gençler arasında özellikle eğitimlerini tamamlamayanların ve meslek eğitimi yapmayanların büyük risk altında olduğu bildiriliyor. Birlik içerisindeki genç işsizleri yüzde 32,6’sının son 12 ay içerisinde işsiz oldukları

ifade edildi. Raporda Türkiye’nin son yıllarda birçok alanda kaydettiği gelişmeler örnek gösterildi. Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından Oslo’da gerçekleştirilen 9. Avrupa Bölge Konferansı’nda ‘Çalışma, Büyüme ve Sosyal Adalet’ başlıklı bir rapor yayımlandı. Türkiye’yi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in temsil ettiği toplantıda krizin iş piyasasına etkileri 146 sayfalık bir raporda detaylı olarak aktarıldı. Kriz dolayısıyla giderlerin azaltılması yoluna gidilmesinin kamu hizmetlerinde zayıflamaya yol açtığı ifade edilen raporda, iş piyasası reformlarının istihdam güvenliğini sıkıntıya soktuğu belirtildi. SOSYAL HUZURSUZLUK RİSKİ ARTTI Rapora göre birlik içerisinde sosyal huzursuzluk riskinin kriz öncesi döneme göre 12 puan yükseldi. Krizin şiddetli yaşandığı Güney Kıbrıs, Yunanistan, Portekiz ve İtalya’da ise risk endeksi çok daha hızlı artış gösterdi. Riskin düşüşe geçtiği ülkeler ise Almanya, Belçika ve Finlandiya oldu. Raporda Türkiye’nin işsizliğin görünür bir şekilde azaldığı ülkeler arasında yer aldığı ifade ediliyor. RAPORDA TÜRKİYE’NİN EKONOMİK PERFORMANSI ÖVÜLDÜ Çalışma Örgütü’nün raporunda araştırma geliştirme konusunda ülkelerin yatırımları konusunda Türkiye örek gösterilerek, devletin yaptığı harcamaların 2003 ve 2009 yılları arasında 2 milyar dolardan 8,8 milyar dolara yükseldiği bilgisine yer veriliyor. Türkiye’nin gençlere istihdam oluşturma konusunda aksiyon planı belirlediği, 2011 yılında hayata geçirilen proje ile işletmelerin desteklendiği ve kurumlar arasında işbirliğinin arttığı ifade ediliyor. Engellilerin istihdamı ve ka-

bilgisine yer verilen raporda, Yunanistan yüzde 57,6, İspanya yüzde 56,5 başı çekiyor. Birlik dışındaki ülkeler arasında Makedonya yüzde 54,8 ile genç işsizliğinde ilk sırada yer alırken Türkiye’deki gençlerin yüzde 18’si işsiz (Eylül 2012 rakamları ile). Bu alanda en iyi oran yüzde 8,1 Almanya’ya ait. Raporda gençler için yeni istihdam alanları oluşturulmasının global manada en yüksek önceliğe sahip olması gerektiğine vurgu yapılan raporda, hükümetlere genç işsizliği konusu ile aktif mücadele çağrısında bulunuldu. NÜFUS YA Ş L A N A C A K , İ Ş P İ YA S A S I Ö N L E M A L S I N Raporda, nüfusun gittikçe yaşlandığı, hali hazırda dörde bir olan çalışan/emekli oranının, 2060 yılında iki çalışana karşılık bir emekliye dönüşeceği bildiriliyor. Rapora göre bu demografik gelişim; kalifiye eleman eksikliği, sosyal sistemin finansman problemi ve istihdam artışını engelleyecek. Projenin karşısına çıkarılan engellerin her iki ülkenin de ulusal çıkarlarına ters olduğunu söyleyen Saakaşvili, “Bu bir felaket olur. Projenin durdurulması büyük suç ve vebali de ağır olur. BTK’nin başka alternatifi olmadığını düşünüyorum. Aksi durumu ulusal çıkarlarımıza ihanet olarak kabul ederim. Proje, bizim AB ve NATO yolumuzdur ve sıkı işbirliği ile sonuca ulaşmalıyız. Dostumuz ve ortağımız Türkiye’nin de önemli rolü var projede. BTK’nin kısa sürede faaliyete başlayacağına şüphem yok” diye konuştu. Daha önce Gürcistan Başbakanı Bidzina İvanişvili, yönetime geldikten sonra BTK ile ilgili bazı endişeleri olduğunu söylemiş fakat Azerbaycan ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada, projeyle ilgili ikna olduğunu belirtmişti.

Wikileaks’ten Sonra

OffshoreLeaks Çoğu Virgin Adaları’nda bulunan 2.5 milyon hesabın 46 vergi cenneti ülkede bulunduğu açıklandı. Mega zenginlerin yat, malikane, pahalı sanat eserleri alırken gizliliklerini korumak ve vergi ödememek için alımlarını offshore ülkelerdeki hesaplar üzerinden yaptıkları anlaşılıyor. UBS, Clariden ve Deustche Bank gibi birçok bankanın müşterilerine sürekli olarak gizlilik vaadeden offshore şirketlerle ilgili raporlar sunduğu ortaya çıktı Belgelerde Aliyev ailesinin yanısıra Rusya, Kanada, Pakistan, Filipinler, Tayland, Moğolistan gibi ülkelerde siyasilerin ve ailelerinin vergi kaçırmak ve/ veya servetlerini gizlemek için para cennetlerine başvurdukları görülüyor. Moğolistan’da eski finans bakanı ve meclis başkan yardımcısı Bayartsogt Sangajav’ın offshore hesapları ortaya çıkarıldı. Sangajav ICIJ’a yaptığı açıkalamada ‘Böyle bir hesap açmamalıydım, Sanırım istifa etmem gerekecek’ dedi. Rusya Başbakan yardımcısı Igor Shuvalov’un eşi Olga Shuvalova belgelerde yer alan isimlerden biri oldu. İlk açıklamasında ‘yasadışı birşey yapmadığını’ söyledi.

Kanadalı bir senatörün eşi Tony Merchant’ın 800 bin dolarını vergi cennetlerinde tuttuğu anlaşıldı. Defalarca yolsuzlukla itham edilen Filipinler eski diktatörü Ferdinand Marcos’un en büyük kızı Maria Imelda Marcos da belgelerde en çok ismi geçen ünlülerden biri oldu. İspanya’nın en büyük sanat koleksiyoncusu ve eski İspanya güzeli Barones Carmen Thyssen-Bornemisza’nın sanat eserlerini satın alırken offshore şirketlerini kullanarak vergi kaçırdığı anlaşıldı. Bu sanat eserlerinin içerisinde Van Gogh’s “Watermill at Gennep” isimli eseri de bulunuyor. Doğu Alman istihbaratının eski müdürünün oğlu Franz Wolf, Almanya’daki isimler arasında en çok göze çarpan kişi oldu. İsviçre’de 300, İtalya’da 200 kişinin listelendiği, Yunanistan’da ise 103 ismin listede olduğu belirtildi. Hindistan’da iki milletvekilinin offshore hesapları ortaya çıktı. Her ikisinin de koltuğunu kaybedeceği belirtiliyor. Zimbabve diktatörü Robert Mugabe’nin halkı yokluk içinde yaşarken tüm servetini vergi cennetlerinde tuttuğu anlaşıldı.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

seytan Dogan-1

Hapishanede kaldığı 1952-1954 yılları hariç, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi ( MK) Politik Büro üyelerinden bazılarına hukuk danışmanlığı yaptı. 1964’te davet edildiği Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Merkezi İstihbarat Dairesi (CİA) ile SSCB Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) arasındaki İLETİŞİM GRUBU’nda görev aldı. Bu görevde KGB şefi Yuriy Andropov ve CİA Şefi William Colby ile defalarca görüştü. 1972’de Sofya’ya döndü ve BKP MK Genel Sekreteri ve Bulgaristan Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un kızı, BKP MK Politik Büro üyesi Lüdmila Jikova’nın danışmanı oldu. 1990’da Bulgaristan Türk aydınlarından rejisör A. Derviş ve Bulgar Ordusu İnşaat Erleri Albayı F. Feyzullov tarafından HÖH üyeliğine davet edildi ve aynı yıl HÖH Başkent Örgütü Başkanı ve Merkez Konsey üyesi seçildi. Başkan Ahmet Doğan da dahil, tüm yetkili HÖH’lüler ve milletvekilleri başkent örgütüne üyedir. Yapov, kitabın önsözünde YAŞAM ÖYKÜSÜNÜ ANLATIRKEN, HÖH’ten tamamen koptuğunu yazmıyor. Son 5 yılda HÖH’ün Bulgar dilinde çıkan 4 yazılı yayın organından biri olan, haftalık “Uikent”te yakın ve uzak Bulgar geçmişinden olay ve kişileri konu ediyor. P. Yapov özellikle vurguladığına göre, 300 sayfalık son eserini şu nedenle kaleme almış:”Günümüzde Bulgaristan’ın genel politik durumu ve tarihimizin son 30 yılında meydana gelen önemli olaylara ve bunlara katılan bazı kişilere ilişkin çarpıcı gerçekleri kamuoyunun bilmesi zorunlu oldu!” Onun sıralamasında, çarpıcı olaylar arasında başta gelen Hak ve Özgürlükler Partisi’nin kurulması, Bulgaristan çapında politik yapılanması, iktidar ortaklığına yükselmesi ve muhalefetteki tutumu başta gelirken, önemli kişilerin arasında ise, HÖH partinin kurucusu ve değişmez lideri Ahmet Doğan’dır. İrdelenen dönemde, Bulgaristan Cumhuriyeti NATO ve Avrupa Birliği (AB) üyesi oldu. Halkın ekonomik ve sosyal durumu iyileşeceğine kötüleşti. Dünyada derinleşen mali ve ekonomik bunalım dalgası ülkeyi tamamen çökertebilir. Bulgar milliyetçiliği yeşerdi, azmaya başlıyor. Ülke istikrarsızlık batağına düştü. Kitaptaki ana sima HÖH ve başkanı AHMET DOĞAN’dır. Kamuoyuna önce Madi Goganov olarak çıkan Ahmet Doğan kimdir? 29 Mart 1954 günü Tolbuhin (Dobriç) iline bağlı Pçelarovo köyünde dünyaya gelen Ahmet DOĞAN’ın asıl adı Ahmet İsmailov Ahmedov’tur. Kırım Tatarı bir göçmen aileden olup 1944’te BKP’ye üye olan, daha sonra da “sosyalist emek kahramanı” ünvanı alan, Ahmet dede köy çobanıydı. 1962’de 10 kişikik aile Varna’ya bağlı Drındar köyüne taşındı. (Yapov eserde yer vermese de, A. Doğan konusunu işleyen birçok çağdaş Bulgar yazar, babasının bir Varna Çingenesi (şopar) olduğunu ve doğumundan 6 ay sonra anesinden ayrıldığını ve oğuluyla asla ilgilenmediğini, torunun dede yanında büyüdüğünü v.b.yazdı.) 1971’de Varna Dimitrovçu Komünist Gençlik Birliği İl Komitesi’nin dikkatini çeken A. İ. Ahmetov iki tez üzerinde çalıştı: Birinci, “Çağdaş Bulgar Gencinin Sınıfsal Özgörevleri!”; İkinci, Sosyalizimde Kişilik!” O, 973 – 1975’te İnşaat Erleri’nde vatan görevini komsomol sekreteri olarak yaptı. Askerde meslek kursları gördü. Hayatının belki de en önemli olayı 1974’te başına geldi. Bulgar gizli servisi (DS) subayları onu kışlada buldu. O gizli ajan olmayı “Türk yönünde” çalışmayı kabul etti. 20 yaşındaydı. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarını hedef alan bu hain gizli çalışma halen devam ediyor. DS’nin gizli gözü büyük sayıda kardeşimizin Bulgar Türk sınırında kurşunlanmasına, kayıplara karışmasına, tutuklanıp hapsedilmesine, tartaklanmasına, işkence görmesine, sakat kalmasına, toplama kamplarına atılmasına, Bulgar köylerine sürülmesine, işsiz kalmasına v.b. v.b. neden oldu. (A.Doğan’ın DS-ajanı dosyası 20 cilt olup Bulgaristan’da yayınlandı.) P. Yapov’un kitabı okurlarının eline geçmeden, Sofya’da DS ajan dosyaları artık açılmıştı. Yazar eserinin ana süce çizgisini değişik açıdan geliştirdiği için, tozlu ajan dosyalarını fazla karıştırmıyor. Bir de bu eserdeki olayların pek çoğu yazarın gözleri önünde ceryan etmiş ya da kişisel algılama ürünüdür. Yazarın gizli dosyalara pek güven bağlamaması, belki de, DS’nin birçok kirli işi yazıp çizmeden yapması, KGB’nin de karışık işlerini ajan dosyalarına işlemediğini bilmesinden dolayı olabilir. Yapov’un, Ahmet Doğan konusuna eğilen yerli yazarlara sitemi şöyle: Gazeteci Toma Bikov “DOĞAN DOSYASI” eserinde, “Çok büyük ve çok tehlikeli bir ajan olan A.Doğan’a, Türk etnik toplululğundan iyi balıkları avlatan, avcı.” dedi. O ise, bu konuda, Bulgar gizli polisini bilgilendiren zavalı bir ihbarcı! Okurlar Bikov’a inan-

madı. Hemen ardından gazeteci Grigor Lilov da bir kitap yazdı: “Boyko Borisov Gizli Bir Tasarım”. “HÖH lideri Ahmet Doğan ile bugünkü Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov aynı gölden iki balık” yani “ikisi de DS-gizli servis ajanı” olarak gösterilmiş. Yapov, “yanlış bir kıyaslama” dedi. (Son 23 yılda, Bulgar politikasında bir olgu olan lider A. Doğan hakkında birçok başka kitap da çıktı. Birçoğu uzun övgü öyküsüdür. Örneğin HÖH miletvekillerinden İvan Palçev ile Prof. Dr. İbrahim Tatarlı A. Doğan’ı “emsalsiz bir kahraman” “Türklük davasına en sadık Baba” “hak ve özgürlüklerimizin güvencesi” “Türk ve Pomaklarla birlikte Çingene ve Bulgarların haklarının da garantörü” olarak yücelttiler. Birçok usta kalem ise konuya uzak kaldı. Ahmet Doğan’ı öven İvan Palçev daha sonra BC Bakü Büyükelçisi atandı. Prof. İ. Tatarli’nın Bulgar dilinde yazılmış eserleri HÖH parasıyla basıldı.) ( A. Doğan’ın “emsalsiz Bulgar etnik modelini” övenlerin arasında Bulgaristan Sosyalist Partısı (BSP) akademisyenlerinden Prof. Dr. Maksim Mizov da yer alıyor. O, Doğan’ın “etnik politikasının doğruluğunu” 700 sayfada anlata anlata bitiremedi. Bulgaristan Türk ve Pomakları Doğan önderliğinde AB’de benzeri olmayan, bütünleşen etnisitedir, diye yazdı. Bu bilim adamı, Bulgar gerçekliğinde eritilemeyen ve asla kaybolmayıp, aksine hep çoğalan Çingeneler den kurtulma yolunu şöyle tarif etti: “Tek taraflı uçak biletiyle hepsini ABD’ye gönderelim!”) P. Yapov Ahmet Doğan’ın şeytanlıklarını anlatırken, BulgaristanTürk ve Pomaklarının geleceğini Bulgar dili ve yaşayış biçimi temelinde Bulgar ulusuyla kaynaşıp etnik topluluk olarak eriyip kaybolmalarından, ana dil olarak Bulgar dilini kabul etmelerinden ve böylece Bulgarlarla kaynaşmalarından yana olduğunu örneklerle açıyor. Bu konudaki düşüncelerini Gotse Delçev’li (Nevrokop) Prof. Doğan Ziya ve Rifat Bey soyları örnekleriyle kanıtlamaya çalışıyor. Bu soyların evliliklerle tam eşitliğe kavuştuklarını yazıp örnekliyor. Kitapta, HÖH’lüler arasında Türk Pomak ve diğer Müslümanların kimliği konusunun tartışıldığına ilişkin bilgi yok. O, okura kimlik bilinci oluşturmanın HÖH içinde can alıcı konu olarak çözüm aradığını sezdiriyor ama problemi işlemiyor. Hiç olmadı bu konuda DS ile KGB’nin ne düşündüğünü açmıyor. Ana dil dersim nerede? deyen öğrencilere yanıt vermiyor. ŞEYTAN: AHMET DOĞAN-2 bölüm Zengin deneyimden doğan bu politik eser, HÖH beyin merkezinde yıllarca çalıştıktan sonra kaleme alınmıştır. Yazar, Bulgar milli bilinçten söz ederken, XX. y.y. da Bulgar halkına çok yara açan milliyetçi hortlamaları, zamanı dolmuş değer yargıları kıstasıyla sunuyor. Demokratik toplumda karşılıklı hoşgörü kültürünün galip gelmesi zorunlunu sanki göremiyor. Avrupa Birliği’ni de, tüm farklılıklara yaşam hakkı tanıyan yeni bir medeniyet olarak algılamıyor. Kuşkusuz, ana fikirleri HÖH merkezindeki gözlemleri esnasında oluşan bu eserde, Hak ve Özgürlükler Hareketi akıl hocalarının ideolojik yetersizlik içinde bocaladığı, daha doğrusu tosladıkları ortaya çıkıyor. Yapıtta, azınlıklarıyla yaşayan ülkelerde ulusal sorunların başarılı çözümü örneklenmiyor. Başka bir değişle “ulusal bütünlük tasarımına azınlık ve etnik halk topluluklarının öz hakları tanımadan çözüm aranması” yeğleniyor. “Bir AB üyesi olan Bulgaristan’da Anayasa etnik ve azınlık haklarının tanınmasına günümüzde de kapalıdır. Hak edilen adalet, demokratik toplum düzenine rağmen, Bulgarlar dışındaki etnesitelere tanınmıyor. HÖH Merkez Konseyi’nde çalışmış bir hukukçu aydının idesel politik açıdan bu düşüncede olması düşündürücüdür. Olayın da parlak açılması açısından Yapov, Bulgaristan’da Türklük ve Müslümanlık konusunu ele alırken Başkan A. Doğan’ı bir yarasaya benzetse çok iyi olurdu. Yarasa Ahmet, DS ve KGB çıkarlarını zifiri karanlıkta bile görürken, Türk azınlığın, Pomakların ve Müslüman Çingenelerin, işsizlerin, açların, dilenciler ordusu problemlerine sanki sabah güneş doğunca bakıyor. Bilirsiniz, Yarasa hava ağırınca karşısındaki dağı bile göremez. Aynı örnek Bulgar milli menfaatleri için de söylenebilir. Eserde, ana sima, Ahmet Doğan’dır. Yazar şeytanın DS ve KGB maskesini indirmeye çalışıyor. Olay bir tiyatro oyunu gibi sahnelenmiş. 3 perdelik bu oyun. Birinci perde: HÖH lideri DS ve KGB tarafından eğitilip kalıplanıyor. Ne için mi? DS gayretleriyle Bulgar Bilimler Akademisi’ne Felsefe doktoru olarak atanmış bir “aydın”, yine aynı kurumun hesaplarında Federal Almanya ya da Birleşi Amerika’ya gönderilip daha sonra T.C.’ye yönlendirilecek. Bu iş için gerekli olduğu sanılan ek eğitim hapislik yıllarında cezaevi dışında kurslarla veriliyor. Ne ki, bu kurslarla ilgili A.Doğan dosyalarında geniş bilgi yok. Hapiste İngilizce öğreniyor. Almanca okuduğu iddia ediliyor.

D-8 Hedef Büyüttü Necmettin Erbakan’ın başbakanlığı döneminde, “Gelişmekte Olan Ülkeler Konferansı” adıyla D-8’in ilk adımının atıldığını ve kuruluş çalışmasının başlatıldığını anlatan Musavi, şunları kaydetti: “Yapılan bu konferansın ardından 15 Haziran 1997’de İstanbul’da 8 ülkenin devlet başkanlarının katılımıyla kuruluş anlaşması imzalandı. D-8’in 9. Zirve Toplantısı Türkiye’nin ev sahipliğinde yapılacak. Türkiye Başbakanı ve Dışişleri Bakanı başta olmak üzere D-8’e en büyük desteği Türkiye veriyor. Tüm zirve ve

toplantılara en üst seviyede katılım sağlıyor. D-8 bütçesine en büyük katkıyı yapan ülke, Türkiye’dir. Genel sekreterlik bütçesi de Türkiye tarafından karşılanıyor.” D-8 teşkilatının sanayi, madencilik, tarım, ulaştırma ve enerji işbirliği gibi 5 öncelikli çalışma alanının bulunduğunu ifade eden Musavi, “Şu anda 148 milyar dolar olan D-8 ülkeleri ticaret hacminin dünya ticaret hacmine oranı 2012 yılı itibarıyla yüzde 8,2’dir. Gelecek on yılda D-8 ülkeleri ticaret hacmi dünya ticaret hacminin yüzde 15’i olacak” diye konuştu.

Kazakistan’da Hedef 300 Bin Otomobil Kazakistan Yeni Teknolojiler ve Sanayi Bakan Yardımcısı Albert Rau, otosanayicileri toplantısında ülkenin hedefinin yıllık 300 bin otomobil üretimi olduğunu söyledi. Bakan Yardımcısı Rau, son iki yılda otomobil üretiminde iki kat artış yaşandığını kaydederek, “Bu gelişmeye tüm sanayi sektörünün katkısı var. Özellikle demiryolu endüstrisi otomobil üretimini hızlandırdı” dedi. Rau, Kazakistan’ın Gümrük Birliği üyesi olduğunu hatırlatarak, son iki yılda halkın dış ülkelerden sipariş ettiği ikinci el arabaya talepte düşüş yaşandığını kaydederek buna karşılık yerel üretimde artış olduğunu açıkladı. Gümrük Birliği çerçevesinde 2015 yılından itibaren oto-sigorta yönteminin faaliyete geçeceğini belirten Bakan Yardımcısı Rau, bu dönemden sonra ülke içinde yerli otomobil sayısında artış sağlanacağından emin olduğunu ifade etti. Toplantıda Kazakistan’daki araçlar hakkında mevcut ve geçmiş yıllara ait bilgiler de verildi. Buna göre, 1991 yılında

Kazakistan’da 1 milyon 400 otomobil bulunurken, bu rakamın 2011 yılında 4 milyona ulaştığı kaydedildi. Bunların içinden 3 milyon 500 bin aracın ise binek otomobil olduğu açıklandı. Diğer yandan, oto-sanayicileri toplantısının gündem konusu ise trafiğe çıkması sakıncalı olan araçlardı. Eskimiş araçların hurdaya çıkartılması içinse devletin konuyla ilgili stratejik programının bulunmasının gerektiği kaydedildi.

Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Müdürü İgor Semivolos, Ukrayna ile Türkiye arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının imzalanmasından sonra özellikle makine ve tarım alanlarında iki ülke arasındaki ticari hacmin artacağına inandığını açıkladı... Bu gerçekten de tarihi bir anlaşma olacaktır. Bu yöndeki ilerlemeler hem Türkiye için hem de Ukrayna için çekici gelecektir. Bunu, öncelikle AB entegrasyonu yönünde ülkeler arası sinerji yaratma başlığı altında incelemek isterdim. Türkiye, bu yolda bizden çok daha ileride. Onlar, yasalarını AB’ye göre uyarladı, iş adamları AB pazarlarında serbestçe çalışabiliyor. Dolayısıyla, Türkiye AB yolunda bize rehberlik yapabilir, deneyimlerini bizimle paylaşabilir’’ şekline konuştu. Semivolos, Serbest Ticaret Anlaşmasının imzalanmasına ilişkin şunları ekledi: ‘‘Bu çok karlı bir anlaşma olacak. Çünkü Türkiye ile ticaret dengemiz

olumlu yönde. Ki geçtiğimiz sene iki ülke arasındaki ticaret hacmi 500 milyon (dolar) kadar arttı. Ticaret hacmi şimdi bile etkileyici iken anlaşma imzalandıktan sonra onun ancak artışını bekleyebiliriz. Kriz ortamında bu iyi bir sinyal’’ Ticaret hacmi artışının makine üretimi, tarım ve diğer sektörlerde gerçekleşeceği tahmininde bulunan uzman, iki ülkenin ayrıca enerji alanındaki işbirliği güçlendirebileceklerini söyledi. ‘‘Anlaşmanın imzalanmasından sonra Türk tarafınca çevreyi kirletmekle suçlanan Ukrayna’ya ait sıvı gaz tankerlerinin İstanbul Boğazı’ndan geçme iznine ilişkin müzakere sürecine başlanabilir’’ diyen Semivolos, Türkler’in bu konuda bazı tavizler verebileceği ihtimali üzerinde duruyor. Ukrayna Ekonomi Geliştirme ve Ticaret Bakanı İgor Prasolov daha önce Ukrayna’nın 2013 yılında Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşmasını imzalamaya hazırlandığını açıklamıştı.

Türkiye Ukrayna’nın En Önemli Ortaklarından Biri


8

Bahriye ÖZERSİN

S t r a t e j i k

A n a l i z

Bulgaristan parlamerto seçimlerine gidiyor. Seçim önü buluşmalarında “seçen ve seçilen ne zaman eşit olacak?” gibi sorular soruluyor. Aslında yanıtlanması zor bir soru. 1908’den berı Bulgaristan’da erkek ve kadın seçmen oy kullanıyor. Bu son yüz yıl, bizde, seçen ile seçilenin gerçek eşitliğini sağlayamadı. Seçen ile seçilen seçimlerden önce eşit durumda. Seçilmek istenen alabildiğine yalan dolan anlatıyor, vaad ediyor, yapamıyacağı şeyleri bile yapacağını söylüyor, seçmenin gözüne gül suyu serperek, halkımın derdi benmim derdimdir gibi sloganlarla gönül dağlamaya oy avlamaya çalışıyor. Yasalara göre vaatte bulunmak serbest, fakat verilen vaatleri yerine getirmemek de günahtan sayılmadığı gibi, yasalara göre suç da değil. Söz vermek, vaat etmek, ümit sömürmek bizim ülkemizdeki demokraside normal karşılanıyor, pek tepki gösteren yok. Seçim önü görüşmeleri bir de şişeli, içkili, mezeli köfteli başladığı için böyle gelmiş böyle gider umudu büyüyor. Seçmenlere afiyetler olsun... Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) milletvekilleri 23 yıldan beri hiç aralıksız vaatlerde bulunuyor. Onlar kendileri bilmediğikleri için şu hakkın ne olduğunu da bir türlü açıklayamadılar.. Artık “aç yaşamak fakirin hakkı”, “tok yaşamak milletvekillerimizin hakkı” deyenler çoğalıyor. Bu arada verilen vaatler hiç yerine getirilmiyor. Son dört parlamento seçimlerinden önce tütün kotasını yükseltme vaadinde bulundular. Avrupa Birliği seçimlerinden önce de böyle bir yaygara koptu. Fakat seçimlerden sonra tütün kotasının arttırılmasından tütün primlerinin arttırılmasından, fiyatların yükseltilmesinden söz dahi etmiyorlar. Tütüncünün yanına uğrayan da yok. Derdini dinleyen de yok. 1982’de ülkemiz 270 372 ton tütün üretmişti. 2013 kotamız 32 bin ton. Kota azalıyor. Hayat her yıl pahalılaşıyor, ürün kalitesi yükselse de fiyatı değişmiyor. Smolyan köylerinde ve Mesta ırmağı boyunda patatas üreten Pomak kardeşlerimizin durumu daha da kötü. Avrupa Birliği’nden patates kotasını Lehler aldı. Aynı zamanda patates üretimine teşvikleri de onlar ele almışlar. Öyle iyi para alıyorlar ki, Polonya’nın Krakov köylerinden 20 ton patates yükleyip Sofya “Kirkov” pazarına yıkan, kilosunu 4 (dört) stotinkadar satsa para kazanıyor. Çünkü Leh köylülerin patates için aldığı karşılıksız yardım ve teşvikler üretim giderlerini karşıladığı gibi, ellerinde teşviklerden kazanç kalıyor. Bizim Smolyan köylüsü patatesini yerinde yani köy ambarında 30 (otuz) stotinkadan ucuza satarsa zarar ediyor. Paketleme, yükleme, taşıma, boşaltma, park yeri ücreti, pazarda günlük sergi masrafı, satıcı yevmiyesi üstüne binince, bizim patatesimizin fiyatı 50 (elli) stotinkadan ucuz olmuyor. Mısır, ay çiçeği, buğday, üzüm v.b. tarım ürünlerindeki durum aynı. Bir tek, ipek böceği bakımı yani kozacılıkta Avrupa Birliği kotası Bulgaristan’a verildi. 1975 yılında ülkemiz 3 000 (üç bin) ton koza üretmişti. İki adet iplik çekme ve Svilengrat, Karlovo, Sofya ve Ruse’de olmak üzere 4 (dört) has ipek dokuma fabrikamız vardı. Tabii şimdi bu fabrikalardan hiçbirinde tezgah sesi yok. Dut ağaçları ve dut bahçelerinin daha büyük kısmı söküldü, gödelerden şarap fıçısı yapıldı, sökülen ağıçların yerlerine yenileri dikilmedi, fabrikalar hurdaya çıkarılınca kesildi, doğrandı, kıyıldı ve demir- çelik potalarında eritildi, yerlerinde yel esti. Şimdi Avrupa Birliği programına göre, Bulgaristan’a 5 milyon adet dut fıdanı dikilip kozacılığı yeniden canlandırma, ipek tezgahlarını yeniden çalıştırma tasarımları yapılıyor, kollar sıvanıyor. En yakın komşumuz olan ve ipekçiliğin beşiği durumundaki Bursa Koza Birlik’le yeniden çokyönlü temaslar kuruluyor, elelle verip yol almayı düşünenler, işbirliğinden yana olanlar çoğalıyor. AB’den kozacılık için aldığımız yumurta kutusu başı teşvik 136 (yüzotuzaltı) evrodur. Bu para üreticiye kozalar teslim edilirken ödenecek. İşi yeni baştan öğretmek için kurslar açılacak, Vratsa Kozacılık Enstitüsü örnek üretim tesislerinde dut fidanı üretimi başladı. Bu fidanlardan yarısı karma bölgelere dikilecek. Dutçuluk, kocacılık yeniden bizim işimiz olacak. Bütün bunları yazmamın nedeni, kozacılığın da ipek dokumacılığının da, tütün işi olduğu gibi, başlıca kadın işi olmasıdır. Bu gidişle biz kadın erkil, anaerkil topluluk olarak yaşamaya devam edeceğiz. Hem evde-ailede, köyde, tarlada ve fabrikada kadınlarımız en önemli, temel, başat üretim gücü olmaya devam ediyor. Belki de bu yüzden bizde bu yüzyılın yarısına kadar durumda değişiklik olması beklenmiyor. Gerçek durum bu iken yani Bulgaristanda yaşayan Türk, Pomak ve diğer Müslüman kadınlar ana üretim güçünü oluştururken, yaklaşan seçimlerde onlara daha fazla önem vermemiz, sosyal ve politik alanda kadınların eşit temsili yollarını açmamız zamanı gelmedi mi? Kızlarımızı okutalım. İnsanların hayırlısı evladına yararlı olan, yol açandır. Unutmayalım, seçimde de hem seçen ve hem seçilen anlaşılmak, takdir edilmek ve onaylanmak için bu işlere tutunurlar. Seçmenin vekilinden beklediği onun diğer insanlardan beklediğidir. Bize artık nereye gideceğini bilen temsilciler gerek. Ancak nereye gideceğini bi-

lenlere bütün dünya yol verir. Bu gerçek, lütfen halkımı aldatarak millet vekili seçilen ve 23 yıl meclise gitmeyenlerin kulsğıns küpe olsun! Lütfen bu defa kimi seçeceğimize dikkat edelim. Kadınlarımızı politikada da ön plana çıkaralım. O kadar çok kadını nerede bulacağız, öteki ilkeri kim yapacak demeyelim. E K C E L A L E T T İ N SUPHİ ROSA HRANT ! ŞİMDİDE SAKİNE LEYLA VE TA Z E FİDANLAR EKLENDİ F E R YA D I M I Z A V E H E M D E Y İ N E O C A K AY I N D A !

O KADAR KADINI NEREDEN BULACAĞIZ?

POLİTİKA SADECE ERKEK İŞİ MİDİR?

8 Mart Uluslalararası Kadınlar Günü’nden sonra Mayıs 2013 Parlameto Seçimleri de tüm Bulgaristanlı Müslüman kadınları, Türkiyede ikamet eden soydaş bayanları politik sahnenin ana aktörü olarak baş aktör durumuna getiriyor. Hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’nin değişik kentlerinde seçimler öncesi BULTÜRK tarafından gerçekleştirilen Kadın Çalıştayları’nda ana konu olarak POLİTİKA SADECE ERKEK İŞİ MİDİR, Türklüğe ihanet edenlere ders verelim, tartışıldı. Bulgaristanlı Türk kadınları siyaset konularını gazete ve TV yayınlarından yakından ilgiyle izledikleri gibi, hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de aktüel politikanın ana sorunlarına birçok çözüm önerileri de sundu. Otoritesi hele 2013’te günden güne artan BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği tarafından düzenlenen seminerlerde ise, özellikle liseli ve üniversiteli kızlarımızın kalabalık katılımlarında, genç annelerin politik atılımlar içinde halen dezavantajlı durumda oldukları, çok çocuklu aillere ekonomik ve sosyal yardım yapılmasının kaçınılmazlığı dile getirildi, köyleri bekleyen yaşlıların da gözleri yoldadır. KADINLAR SİYASETTE: Bulgaristan’daki Müslümanlar son yüzyılların tarihsel gelişimi içinde ana erkil bir toplumda yaşamaya devam ediyor. Bunun fiili durumun ekonomik ve toplumsal nedenleri var. Osmanlı’nin 18. ve 19. yüzyıllarda ordularını Müslüman gençlerimizi toplayarak oluşturması, gidipte gelmeyen erkeklerin sayısının çok büyük olması, Çarlığın ve sosyalist Bulgaristan iktidarlarının da erkeklerimizi hele genç yaşlarda askerde, cephelerde, yedekte, inşaatlarda, daha sonra Sovyetler Birliği’ndeki kuruculuklarda, Komi’de ağaç işlerinde v.b. yani evden, köyden, aile ocağından ırak tutması, kente göçlerin binbir bahaneyle engellenmesi, planlı ve örgütlü gerçekleşememesi, öncelikle tütüne ve tahıl üretimine dayalı köy yaşam tarzınndan kopamayanlar ANA ERKİL aile ve toplum yapısını bugünlere kadar ayakta tutup yaşattı. Bulgaristan’da yerleşik olan bu yaşam biçiminde adet, örf, gelenek ve göreneklerimizin ayakta tutulup düzgün yaşatılmasında kadınlarımız başı çeken rol oynadı. Sosyalist Bulgaristan şartlarında, kadınlarla ilgili zamanını doldurmuş, batıl görüşler aşılarak, onların doğuduğundan itibaren ikinci sınıf vatandaş olarak görülmesine son verilip, bu alndaki yasal uygulamalara geçilmesinden ve geleneklerin yeniliklere açık kalmasından, hele genç kuşaktan kızlarımızın kollektif emek ve eğitim öğretim, klültür cephelerinde eşit haklı yer alabilmeleri yolunda önemli adımlar atılmıştı. Türk gelenek ve kültürü Avrupa renkleri almıştı. Eğitimli öğrenimli ve ekonomik özgürlük de kazanan kadınlarımız 1980’lerden başlayarak çok baskıcı bir rejim olan Totalitarizme karşı mücadelede hem Güney ve hem de Kuzey Bulgaristan’da hele Deliorman ve Güney Doğu Rodop yerleşim yerlerinde örgütlenip oyun düzen rol aldı. Temel faktör oldu. O ağır sabır yıllarında hem Razgrat köylerinden hem de Kırcali kasaba ve köylerinden, Yablanovo köylerinden 50’den fazla Türk kadını yargısız tutuklandı, işkence gördü, hapse atıldı. 18 kahraman kadın Belene ölüm kampından geçti. Bulgar köylerine sürüldü. Bir lokma ekmeğe muhtaç bırakıldı. Devlet şiddetine karşı verilen ağır savaşım içinde kadınlarımız çok önemli rol oynadı. Bir çok yerde mücadeleyi yüreklendirmekle kalmayıp ön saflarda yer aldılar. Direniş saflarına katılan kadınlarımızda özgüven ve cesaretle Türklük uğuruna özveri ve dayanışma hat safhada gelişip pekişti. Türk öğretmen ve işçi kadınlar direniş alaylarında başı çekti. Devamı Gelecek Sayıda

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı Sn.Kemal YURTNAÇ

Özbekistan Evi Önünde

Türkmenistan Evi Önünde

Genç Bengü gazetesi

Sağılık Bakanı BULTÜRK Derneğinde

Dünya Belediyeler Birliği Başkanı

Mimar Sn. Kadir TOPBAŞ BULTÜRK Gazetesi Okuyor

Güneşin keskin ışınlarımı çarpınca denizin derin maviliklerine yoksa bir Meleği toprağa verirkenmi yaşardı gözlerimiz ! B e n c e h e r i k i s i Berlin senelerin Melek anasını yitirdi üstelikte O,bir Emekçi yoldaştı O , b i r ö r n e k e ş b i r a n n e b i r d e k a r d a ş t ı ! Dün Melek Bugün Celalettin yarın Suphi ve Rosa,lar o c a k a y ı bizimle $akamı edersin yoksa özel bir garezinmi var bize yine ocağın üzerinden baktın ve yine yaktın bizi fırtınanın ortasında buz gibi yaktın...h.tezcan Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü tarafından yürütülen ‘Sosyalist Bulgaristan’da Etnik Soykırım ve Etnik Temizliğin Tanıkları’ adlı projeyle 1980’li yıllarda Türklere yönelik şiddet ve baskı araştırılacak. Proje kapsamında ilk olarak 200 mağdur ve tanıkla yüzyüze görüşülerek o dönemde yaşadıkları değerlendirilecek. ‘Sosyalist Bulgaristan’da Etnik Soykırım, AdKırımı ve Etnik Temizliğin Tanıkları’ adlı proje Uludağ Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından destekleniyor. Proje yürütücüsü Öğretim Görevlisi Vildane Özkan, Sosyalist Bulgaristan’da özellikle 1980’li yıllarda ulusal Türk azınlığı üzerinde uygulanan politik şiddetin, bugün Türkiye’de yaşayan binlerce mağdur ve tanığın bulunduğunu kaydetti. Özkan, sosyalist Bulgaristan’da ulusal Türk azınlığı üzerindeki politik şiddet, 1984-89 yılları arasında 1 milyonu aşan ulusal Türk azınlığı mensubu üzerinde etnik soykırım ve ad-kırımları uygulandığını ileri sürdü. Özkan şöyle devam etti: “Bu yıllardaki etnik soykırım ve ad-kırımları, Avrupa tarihindeki en hızlandırılmış kültürel yok etme olduğu halde yeterince kayıt altına alınmamıştır. Sosyalist Bulgaristan’da ulusal Türk azınlığı üzerindeki politik şiddet, 1989 yaz aylarında ise Türk nüfusun neredeyse yarım milyonu Türkiye’ye kovularak bir etnik temizlik olarak uygulanmıştır. Söz konusu etnik temizlik, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa tarihindeki en büyük nüfus sürgünü olduğu halde yeterince kayıt altına alınmamıştır. Bu projenin temel amacı: bu eksik kalmış kayıtları bizzat mağdur ve tanıkların ağzından kaydetmek ve tarihe bir not olarak düşmektir. Proje, 200 mağdur ve tanıkla görüşmeyi hedeflemektedir. Yeterli kaynak ve destek bulunduğu takdirde projenin kapsamı, genişletilecektir.” Sosyalist Bulgaristan’ın sınırları içindeki Türklerin sayısının artmasını büyük bir sorun olarak gördüğünü savunan Özkan, “Çözümün bir kısmını da artan nüfusu belli sayılarda Türkiye’ye kovmakta bulmuştur. Kimi zaman da ulusal Türk azınlığı üzerindeki politik şiddeti; asimilasyondan kültür kırımına, kültür kırımından etnik soykırım ve öldürmelere kadar varan uygulamalara dönüştürmüştür. Sosyalist Bulgaristan’da ulusal azınlık konumunda bulunan Türkler üzerindeki politik şiddet, çoğu zaman görmezden gelinirken, çok seyrek de olsa kimi zamanlarda dikkate alınmıştır. Avrupa Komisyonu, söz konusu etnik soykırım ifadesini, 2006 yılından beri Bulgaristan’la ilgili raporlarında yayınlamaktadır. Raporlar, internet üzerinden serbest erişime açıktır. Söz konusu politik şiddetin kısmen de olsa kabul edildiği bir diğer örnek de yaklaşık bir yıl önce yaşandı. 1989’da Bulgaristan’dan Türkiye’ye yaklaşık 400 bin Türkün kovulması, 11 Ocak 2012 tarihinde Bulgaristan Parlamentosu tarafından bir ‘etnik temizlik’ olarak kabul edildi. Sosyalist Bulgaristan’da 1980’li yıllarda Türkler üzerinde uygulanan etnik soykırım ve etnik temizliğin binlerce mağdur ve tanığı, bugün Türkiye’de başta Bursa olmak üzere çeşitli yerleşim bölgelerinde yaşamını sürdürmektedir. Uludağ Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi’nin desteği ile Sosyoloji Bölümü’nde yürütülmekte olan bir sözlü tarih projesi, söz konusu mağdur-tanıkların etnik soykırım ve etnik temizliğe ilişkin tanıklıklarını kaydetmek amacıyla yapılmaktadır.” diye konuştu.


Bulgaristan Türklerinin Sesi

Bulgaristan’daki Seçimde ne Pahasına Olursa Olsun Sandığa Gitmek Gerek Birlik ve beraberlik içinde olalım ki zenginlikleri ülkemize ve çevremize daha güçlü yansıtalım. Ne olur birbirinizi daha fazla sevin ve birlikte güçlü olmayı başarın. Bu ülkede bürokrasi, iş dünyası ve her alanda zenginlik var. Bunu birlikte güçlü hale getirmemiz lazım. Bunu başarırsak, ülkeye de çok daha fazla zenginlik katarız. Balkanlar, son 10 yılda her noktasıyla karış karış değerlendiriliyor. Gidilmeyen hiçbir nokta bırakmıyoruz, bütün sorunları takip ediyoruz. Yu-

Putin’in internette paylaşılan bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşım rekorları kırdı. Bulgar çoban köpeği Buffy ve Yuma lakaplı Akita cinsi Japon köpekleriyle oynayan Putin’in keyifli hali dikkat çekti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in dört ayaklı dostları ile mart ayında Moskova banliyölerinde yaşadığı kar keyfinden objektiflere yansıyan kareler sosyal medyayı salladı.

Bulgaristan Ressamlar Birliği Razgrad temsilciliği bu yılın ilk Bahar Sergisi’nin açılışını yaptı. 11 Nisanda Razgrad şehri, 5 no.lu Bulgaria caddesindeki sergi salonunda açılan ekspozisyonda 20’ye yakın yerli sanatçının farklı teknikler – yağlı boya, kara kalem, plastik sanatlar, patch-wok ve karma çalışmalar – kullanarak yarattıkları eserler sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. Açılışa büyük ilgi gösteren yerli sanatseverler sergiyi daha bir hafta boyunca ziyaret edip beğendikleri, estetik ve mali kriterlerine uygun buldukları eserleri satın alabile- ğeni ve övgü toplayan iki Razgrad’lı ceklerdir. Yetişen genç yetenekler ara- kardeş Orhan İsmail ve Osman İsmail de sında kendilerni kanıtlayarak büyük be- yağlı boya tablolarıyla sergide yer alıyor.

Şifayı Bulgaristan’da buldu Fotoğraflar, ‘putin.kremlin.ru’ internet sayfasında yayınlandıktan kısa bir süre sonra, bir anda birçok web sayfası tarafından paylaşıldı. Fotoğrafları çeken kişinin ise Putin’in özel fotoğrafçısı Alexey Druzhinin olduğu belirtildi. Fotoğrafların 24 Mart tarihinde Moskova’ya yağan son yoğun kar yağışı sonrasında çekildiği ve Putin ile oynayan köpeklerin ise Rusya Devlet Başkanı’na hediye edilen Bulgar çoban köpeği Buffy ve Yuma lakaplı Akita cinsi Japon köpekleri olduğu belirtildi. Hatırlanacağı üzere Buffy , 2010 yılında Bulgaristan ziyareti sırasında Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov tarafından, Yuma ise Japonya’nın Akita belediyesi tarafından Putin’e hediye edilmişti.

Bulgaristan Milli Jimnastik Takımına Altın Madalya

Bulgaristan Milli Jimnastik Ritmik Kız Takımı Yunanistan’da Kalamata Cup Turnuvasında altın madalya kazandı. Bulgar ritmik jimnasitik sporcusu Anastasiya Kisse turnuvayı dördüncü sırada tamamladı. Anastasiya Kisse 62.900 puan toplayarak finallere katılma şansını elde etti.

Nafiye YILMAZ -Bulturk Dnt.Kurulu Baskanı

Nafiye YILMAZ

rahatsızlık duyuyorlar ama biz medeniyet mücadelemizi asla bırakmayacağız. 12 Mayıs’ta Bulgaristan’da seçim var. T e p k i Ne pahasına olursa olsun sandığa gitmek lazım. Orada oylarla siyasi gücün Uyandıran güçlenerek devam etmesini sağlamak lazım. Oradaki yapıya da sahip çıkılO l a y malı ve oy kullanma hakkı kaybedilmenanistan ve Balkanlar’da birçok şey, es- meli. Türkiye’nin birlik ve beraberliği Asıl tutsak, zındanda olan değil, kafasındaki zındanda yaşayandır. kiye göre daha iyi. Türkiye güçlendikçe her geçen güçleniyor. Adil ve başarılı sü- kendi S p a r t a k ü s o bölge de ırkçı bir anlayışa bürünüyor. reci, Balkanlar’daki insanların medeniBir bakanın oraya gidiyor olmasından yet gücüyle daha etkin hale getireceğiz.” Kendi kafamızdaki zındanı kendimiz mi ya-

Putin’in köpeklerine Bahar Sergisi’nin açılışı yapıldı

Bulgar çoban

9

Bulgaristan-Türkiye hattında bir yaşam hikâyesi… Kalp ameliyatı için masaya yattığında akciğerinde tümör tespit edilen ancak teşhis konulamayan Bulgar kadın, İstanbul’da iyileşti Svetla Grancharova, Bulgaristan’da kalp ameliyatı geçirdi. Rutin kontrolller sırasında akciğerinde sınırları belirsiz bir tümör tespit edildi. Tanı konulamaması üzerine Türkiye’ye gelen Bulgar kadını, İstanbul’da Türk doktorlar iyileştirdi. KAN değerlerinin yüksek çıkması üzerine kanser olduğunu öğrenen Svetla Grancharova, “Sınırı belirsiz tümör tespit edildi, ancak uzak metastaz olup olmadığı belirlenemediği için de tanı tam olarak konulamadı. Bu yüzden apar to-

par Türkiye’ye geldik” dedi. Anadolu Sağlık Merkezi’nde Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Altan Kır tarafından ameliyat edilen Grancharova, biyopsinin ve kemoterapinin ardından sağlığına kavuştu.

T.C Burgas Başkonsolosunun Eşi Büşra Ulusoy’un organizasyonunda Burgas Başkonsolosluğu ikametgahında ebru sanatı gösterisi ve çini tanıtımı etkinliği düzenlendi. Böylesi güzel türk sanatlarının tanıtımının yanı sıra kermes de düzenlendi. Kermesten elde edilecek olan gelirlerin tamamının yardıma mühtaç özürlü çocuklara bağışlanacağı belirtildi. Kermeste Edirne’den geleneksel Türk el sanatları örnekleri sergilendi. Bugün saat 14,30′da başlayan bu güzel organizasyon sadece bayanlara özel olarak tertip edildi. Programa 50 kişi civarında kadın misafirler katıldı. Etkinliğe katılan misafirlerin arasında Bugras Vali Yardımcısı Sevdalina Turmanova, Burgas Belediye Başkanı Eşi Gergana Nikolova, Burgas Belediye Başkanı Yardımcısı Atanaska Nikolova, Nesebır Belediye Başkanı Eşi Nurcivan Dimitrova,TR-BG TSO Başkanı Eşi

Penka Atanasova gibi önemli misafirler de yer aldılar. Etkinlik öncelikle T.C Burgas Başkonsolosunun Eşi Büşra Ulusoy’un Türk çini sanatı hakkında yaptığı tanıtım konuşmasıyla başladı. Ardından Ressam Behçet Danacı Ebru sanatı gösterisiyle katılanlara ebru sanatını tanıttı. Özellikle ebru sanatının seramik üzerine uygulanması katılanların büyük beyenisini topladı. Programın son bölümünde ise Türk mutfağından farklı yemekler ikram edildi.

Türkçenin sevdirilmesi ve yaygınlaştırılması amacına yönelik olarak düzenlediği ‘Sanatçılar Balkanlarla Buluşuyor’ projesinin ilk 15 Nisan Pazartesi Bulgaristan Kırcaali’de başlıyor. Şair Ecan Yılmaz, Yazar/Balkan Türküsü Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Fahri Tuna ve Tiyatro Sa-

(gölge oyunu ustası)) Seçkin Bayramoğlu’ndan oluşan ekip, her şehirde önce liselerde türkçe eğitim gören öğrencilerle buluşacak, akşamları da şairler, Türkçe öğretmenleriyle bir araya gelecek, halka yönelik meddah, orta oyunu ve karagöz-hacivat gösterileri gerçekleştirilecek.

Burgas Başkonsolosluğunda Ebru gösterisi

Türk Sanatçılar Balkanlarla Buluşuyor Edirne Valiliği’nin, Balkanlarda natçısı (Meddah, Karagöz-Hacivat

ratırız? Bu işte bize yardım eden oldu mu? Kafama ışık girmesinden neden korkarız? Aydınlanma bir tehlike midir? Gözümüzü açtık mı? Bu sorular, Bulgaristan’da bugün yaşayan soyların, etniklerin ve ulusun Trakya’ya gelmesinden çok öncesinde, dünyanın en büyük köle ayaklanmasını örgütleyip yöneten ve Roma kapılarını zorlayan Spartaküs’ün kafasında kaynamıştı. Modern zamanlarda hepimizi ilgilendiriyor. Her gün bunları konuşuyoruz. Güncel soruların acısı ve kederiyle yoğuruluyoruz. Hayatın bol ışığını arıyoruz. Ne yazık ki, el yordamıyla demokrasi ararken, bocalarken çıkış yolu görülmeyen bunalımlara sapyandık. İlkelerimizden kaydık. Ödün vermek zorunda kaldık. Kendi politik partimizde bütünleşmeye çalışırken, bize karşı yükselen yeni bir iktidar dalgasıyla mücadele etmek zorunda kalıyoruz. İç ve dış çelişkiler keskinleştikçe günlük yaşantımız kötüleşiyor, sosyal problemlerimiz aşılamaz oluyor. Yeni ortamda, halkın öfke ve nefret dalgası patladı. 34 şehirde birden halk protestoları sokak ve meydanlardan taştı. Polis saldırıları kan akıttı, yaralılar hastanelere taşınırken, polis karakolları kelepçeli doldu. Halk isyanları örgütlemek için gazete haberlerini okuma, toplantı ve mitinglerde çağrı yapma zamanı doldu. Bu iş artık yalnız internet üzerinden de yapılabiliyor. Kimseye küfür etmeye, kimseyi kötülemeye gerek yok. Şişirilmiş elektrik faturalarını eline alanların suskun yürüyüşü Bakanları koltuklarından çaktırıyor, hükümeti istifaya zorlayabiliyor. Parlamentonun, Bakanlar Kurulu ve cumhurbaşkanlığını kuşatanlar iktidara göz sıktırmıyor. Halkı soymak çok tehlikeli bir iş. Tarihte, eskisi gibi yaşamak istemeyenler eskisi gibi yönetemeyenlerden her zaman daha kuvvetli olmuştur. Bu kavganın içinde bir doyulanlardanız, sokaklarda olanlardanız, başkaldıranlar biziz. Demokraside en güçlü silahımız birlikte olmamız ve seçim hakkımızı akıllı kullanmamızdır. Görüldüğü üzere gençlerimiz Ahmet Doğan’ın yolundan yürümek istemiyorlar. Onların temsilcisi 8. kurultayda genç kuşak adına çıkardı tabancasını. Bu eylemin derin ve tek anlamı şuydu: “Biz eskidi gibi yaşamak istemiyoruz!” Son yıllarda HÖH partisinden ihraçlar, temizlikler inandırıcı olmadı. Halkımız A. Doğan’ın geçmişiyle ilgilenmiyor artık. Ajanlık falan boşlaf. A. Doğan bizi oyuna getirmeseydi, şehirli ve köylü emekçilerimizi geçinemiyecek duruma getirmeseydi, insanımız sabırlıdır ve başkaldırmazdı. Fakat A. Doğan ve etrafına topladığı ekip soyguncu zenginlerle gruplaştı ve insanımızın üzerine çöreklendi. Bu çöreklenme 23 yıldan beri devam ederken nefes alamaz duruma geldik. Çok ezildik. Ne çalışarak, ne de emekli maaşıyla geçinebiliyoruz. Biz A. Doğan’ın Başkanlıktan düşeceğini biliyorduk. Çünkü ırgalanan ağaçta meyve kalmaz, hepsi düşer. O düştü. Düşecekler var. Herşeyi yenileyecek azgın doğum sızılarının birgün geleceğine inanıyoruz. Şu 8. kurultayda Lütfü Mestan’ın ansızın seçilmesi, doğum sürecini durduran ağırı kesici gibi oldu. Bazen, Oktay Enimehmedov’u sahneye çıkaran da Ahmetlerin Lütfülerin kendisidir, diye düşünüyorum. Çünkü, bu genç su tabancasıyla sahneye fırlamasaydı L. Mestan kurultaydan % 98 oy alamazdı. Bu sahneyi onun seçilmesini isteyen perde arkası güçler de planlayıp gerçekleştirmiş olabilir. Bir düşünelim. Ortada kurucu delege olan Kırcali milletvekili Remzi Osman karşısında Lütfü Mestan kaç oy alabilirdi? Deliorman ve Dobruca delegelerin kendi başkan adayını göstermeyecekleri ne malüm. Lütfü’nün Başkan koltuğuna oturtulmasıyla “eski hamam eski tas” bir süre daha devam eder. Bu hesap çarşıya uyar mı bilinmez! Mestan’ı başkan yapan A. Doğan ömrünü uzattı. Yeni ekibin konuşmaları “Lider böyle demişti, lider şöyle demişti” vitesine girdi. Belki de tüm olup bitenler A.Doğan’ın başarılı bir manevrasıdır. Devamı Gelecek Sayıda


10

Bulgaristan Türklerinin Sesi

ABD’li Senatöre Zehirli Mektup GDO Kullanımında Ürküten Rakamlar ABD’de Cumhuriyetçi Parti Mississippi senatörü Roger Wicker’a gönderilen mektubun zarfında öldürücü bir zehir olan risin maddesine rastlandı. ABD Kongresi yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Senatör Wicker’a gönderilen mektup üzerinde yapılan iki test, mektubun risin maddesini içerdiği yönünde netice verdi. Kesin yargıya varılması için başka testler de yapılacak. Mektubun, Senatör Wicker’a ulaşmadan, Maryland eyaletinin Prince George bölgesindeki bir posta işlem tesisinde ortaya çıkarıldığı belirtildi. Senatörlere gönderilen tüm postalar, teslimden önce dikkatli bir taramadan geçiriliyor. Demokrat Parti Missouri senatörü Claire McCaskill, olayla ilgili olarak bir şüphelinin tespit edildiğini belirtti ancak bir tutuklama yapılıp yapılmadığına dair bilgi vermedi. McCaskill, mektubun, Kongre üyelerine sıkça yazan biri tarafından gönderildiğini söyledi. -Wicker yazılı açıklama yaptı-

Mektubun hedefi olan Senatör Wicker da yaptığı yazılı açıklamada, olayı doğrulayarak, mektubun Washington’daki ofisine gönderildiğini kaydetti. Olayın Kongre polisi ve FBI tarafından halen soruşturulduğunu belirten Wicker, ‘’Güvenlik yetkililerine, Kongre’de çalışan bizlerin emniyeti için sıkı çalışmaları ve titizliklerinden dolayı teşekkür ederim’’ ifadesini kullandı. Senato güvenlik görevlisi Terrance Gainer, Senato üyelerine gönderdiği posta mesajında, zarfın üzerinde şüpheli bir iz ve gönderenin adresinin yer almadığını, Tennessee eyaletinin Memphis kentine ait bir posta damgasının bulunduğunu kaydetti. Gaines, buna benzer başka şüpheli zarfların da olduğuna dair bir işaretin bulunmadığını ancak yine de gelen tüm postalara dair tedbirli olunması gerektiğini belirtti. Olayın Boston’daki patlamalardan bir gün sonrasına denk gelmesi dikkati çekti.

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ BİTKİ EN ÇOK ABD’DE YETİŞTİRİLİYOR Tarımda Biyo-Teknik Uygulamalar Uluslararası Merkezi (ISAAA) verilere göre 2010 itibarıyla tüm dünyada genetik değişime uğramış bitki en çok ABD’de yetiştiriliyor. 66,8 milyon hektarlık alanda genetik değişime uğramış bitki üreten ABD’yi 25,4 milyon hektarla Brezilya, 22,9 milyon hektarla Arjantin, 9,4 milyon hektarla Hindistan, 6 milyon hektarla Kanada ve 3 milyon hektarla Çin izliyor. ISAAA’yagöre29ülkede25milyondanfazla çiftçi, genetiği değiştirilmiş tohumlar kullanarak tarım yapıyor. Bu çiftçilerin 6,5 milyonu Çin’de, 6,3 milyonu ise Hindistan’da yaşıyor. BM Tarım ve Gıda Örgütü (FAO), 2011 itibarıyla sadece biyo-teknoloji tohum piyasasının 13,2 milyar dolara ulaştığını açıkladı. En çok kullanılan genetiği değiştirilmiş ürünler arasında başta gelen mısır, soya fasulyesi ve şeker pancarıBaşkan Obama’nın ikinci döneminde önceliğim olacak nın yıllık değeri ise 160 milyar doları buluyor. dediği göçmenlik yasasında 27 yıldır değişiklik yapılmadı. EN ÇOK ÜRETİLEN GENEBeyaz Saray yıl sonuna kadar yeni TİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ BİTKİLER yasa taslağını hayata geçirmeyi hedefliyor. En yaygın olarak üretilen genetiği değiştirilmiş bitkiler; soya fasulyesi, şeker pancarı, mısır, domates, patates ve pirinç. Dünya üzerinde yetiştirilen soya fasulyesinin 93’ü, şeker panca(Hayko) uzattığı elin barış rının yüzdeyüzde 74’ü ve mısırın da yüzde için yeterli olmayacağını, ba- 88’inde GDO kullanılmış durumda. rışın sağlanması için Ermeni Soya, hidrojenize edilmiş yağ, lesitin, emültokoferol (E vitamini) ve protein gibi ordusunun işgal ettiği Azer- gatör, çeşitli isimler altında tüm işlenmiş ürünlerde baycan topraklarından çık- kullanılıyor. Dolayısıyla süpermarketlerde saması gerektiği ve bir milyonu tılan işlenmiş gıdaların yüzde 90’unda genetiği aşkın Azerbaycanlı göçmenin değiştirilmiş soya yer aldığı tahmin ediliyor. değişime uğratılmış mıyurtlarına dönmesinin şart ol- sır,Genetik özellikle hayvan yemlerinde kulduğunu” söylediğini aktardı. lanıldığı için et ürünlerini etkiliyor. Hayko’nun Azerbaycan’a yapılanlar- ABD’de üretilen pamuğun yüzde 94’ü ve dan üzüntüsünü ifade ettiğini söyleyen Pa- yağ üretiminde kullanılan kanola bitkisinin yüzde 90’ı genetik değişime uğratılmış. şayeva, “Türk milleti, kendisine uzatılan eli iseGenetiği değiştirilmiş şeker pancarı, tophiçbir zaman geri çevirmez. Biz büyük bir mil- lam şeker pancarı üretiminin yüzde 90’ını letin evlatlarıyız. Fakat, Tataryan’ın uzattığı oluşturuyor. Dünya üzerinde satılan şekeyüzde 74’ü ise genetik değişime uğel ile barış olmaz. Barışın sağlanması için Yu- rin ratılmış şeker pancarından üretiliyor. karı Karabağ ve diğer Azerbaycan toprak- Genetik değişime uğratılmış ilk bitki türü ları gerçek sahiplerine, Azerbaycan’a kabul edilen domates, normal domateslere geri verilmelidir. Yaşanan olayın farklı yön- oranla çürümeden çok daha uzun süre dayanaGenetik değişime uğramış domateslelere çekilmesi üzüntü vericidir” diye konuştu. biliyor. rin, antibiyotiğe karşı direnç geliştirdiğinin belirlenmesinin ardından domatesin genlerinin değiştirilmesi için yeni yöntemler bulundu. Düanya nüfusunun yaklaşık yarısı için ana gıda maddesi olan pirinç ise, A vita-

11 Milyon Göçmene Vatandaşlık Yolu Açıldı

Amerika Birleşik Devletleri’nde göçmenlik reformu heyecanı yaşanıyor.

Ay l a r s ü r e n m ü z a k e r e l e r s o nuç verdi; göçmenlik reformu açıklandı. Hazırlanan yasa taslağı ile sayıları 11 milyonu bulan kaçak göçmene vatandaşlık yolu açıldı. Buna göre 11 Kasım 2011 yılından önce Amerika Birleşik Devletleri’ne gelen kayıtsız göçmenler yasal statü için başvuru yapabilecek. Tasarı bazı iş alanları için daha kolay vize alınmasını da mümkün kılıyor. Teknoloji sektöründe çalışan eğitimli işçilerin çalışma vizesi alması kolaylaştırılıyor. Vize alımı kolaylaştırılan bir diğer grup ise tarım sektörüyle uğraşanlar. Tasarıya göre, tarım çalışanları 5 yıl içinde Amerikan vatandaşlığı için yeşil kart başvurusu yapabilecek.

Türk Milleti Uzatılan Eli, Geri Çevirmez Türkiye’deki bir internet sitesinin düzenlediği ödül töreninde “Yaşam boyu meslek onur ödülü” alan sanatçı Hayko’nun aynı törende “Uluslararası dostluk ve başarı ödülü” alan milletvekili Paşayeva’nın masasına gelerek elini sıkması Azerbaycan’da eleştirilere neden oldu. Katıldığı ödül törenini ve Hayko ile tokalaşmasını gazetecilere değerlendiren Paşayeva, olayın abartıldığını ve farklı yönlere çekilmek istendiğini söyleyerek, “Türk Milleti, kendisine uzatılan eli geri çevirmez” dedi. Ermeni sanatçı ile tokalaşmasının herhangi bir “açılım” anlamına gelmeyeceğini ifade eden Paşayeva, törendeki konuşmasında, “Onun

1987’de Belçika’da Marc Van Montagu ve Jeff Schell tarafından kurulan Bitki Genetik Sistemleri, Bacillus thuringiensis’dan (Bt) alınan böcek öldürücü proteinlerin eklenmesiyle elde edilen genetiği değiştirilmiş tütün üreten ilk şirket oldu. Çin, 1992’de virüslere karşı dirençli tütünün ticaretine izin verin ilk ülke oldu. Genetiği değiştirilmiş gıda ürünlerinin satışına ise ilk kez 1994’te ABD’de izin verildi. ABD’de piyasa çıkan ilk genetiği değiştirilmiş ürün, raf ömrü uzatılmış domates oldu. Avrupa’da ticaretine izin verilen ilk genetiği değiştirilmiş ürün ise herbisite dirençli tütün oldu. 2000 yılında bilim adamları ilk kez besleyiciliğini artırmak için A vitamini ekledikleri genetiği değiştirilen pirinç üretti.

Marmaris Turizm İstanbul Otogar 0212 658 20 65

mini eksikliğinin giderilmesi amacıyla genetik değişime uğratılmış. Bilim adamları şimdi, pirince A vitaminine ek olarak demir ekleyebilmek için farklı yollar arıyor. En çok kullanılan genetik değişime uğratılmış et ürünü ise, somon balığı. GENEL BİR ULUSLARARASI MEVZUAT HALEN YOK Genetiği değiştirilmiş gıda ürünlerinin ticareti için çeşitli uluslararası örgütlerin hazırladığı protoller dışında genel bir uluslararası mevzuat bulunmuyor. BM Çevre Programı tarafından hazırlanan ve 1992’de 187 ülke tarafından kabul edilen Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, taraf ülkelere insan sağlığını da dikkate alarak biyolojik çeşitliliği korumaları ve GDO’ların yol açtığı riskleri kontrol etmelerini, diğer ülkelere sattıkları GDO’lu ürünlerin sebep olabileceği etkiler konusunda bilgi vermelerini şart koşuyor. Bu sözleşmeye ek olarak hazırlanan Cartagena Biyogüvenlik Protokolü, genetiği değiştirilmiş canlı organizmaların sınır ötesi hareketlerini düzenliyor. Bu organizmalardan üretilen genetiği değiştirilmiş gıda ürünleri de protokol kapsamına giriyor. Anlaşmaya göre ihracatçılar, ithalatçı ülkelere ürünlerde genetiği değiştirilmiş canlı organizma kullanılıp kullanılmadığı konusunda bilgi vermekle yükümlü. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından ortaklaşa kurulan Codex Alimentarius Komisyonu, gıda ürünleri için dünya çapında geçerli olacak standartları belirliyor. Komisyon, genetiği değiştirilmiş gıdaların insan sağlığı üzerindeki etkileri ile ilgili çalışmalar yapıyor ve standartlar belirlemeye çalışıyor1987’de Belçika’da Marc Van Montagu ve Jeff Schell tarafından kurulan Bitki Genetik Sistemleri, Bacillus thuringiensis’dan (Bt) alınan böcek öldürücü proteinlerin eklenmesiyle elde edilen genetiği değiştirilmiş tütün üreten ilk şirket oldu. Çin, 1992’de virüslere karşı dirençli tütünün ticaretine izin verin ilk ülke oldu. Genetiği değiştirilmiş gıda ürünlerinin satışına ise ilk kez 1994’te ABD’de izin verildi. ABD’de piyasa çıkan ilk genetiği değiştirilmiş ürün, raf ömrü uzatılmış domates oldu. Avrupa’da ticaretine izin verilen ilk genetiği değiştirilmiş ürün ise herbisite dirençli tütün oldu. 2000 yılında bilim adamları ilk kez besleyiciliğini artırmak için A vitamini ekledikleri genetiği değiştirilen pirinç üretti. GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ BİTKİ EN ÇOK ABD’DE YETİŞTİRİLİYOR Tarımda Biyo-Teknik Uygulamalar Uluslararası Merkezi (ISAAA) verilere göre 2010 itibarıyla tüm dünyada genetik değişime uğramış bitki en çok ABD’de yetiştiriliyor. 66,8 milyon hektarlık alanda genetik değişime uğramış bitki üreten ABD’yi 25,4 milyon hektarla Brezilya, 22,9 milyon hektarla Arjantin, 9,4 milyon hektarla Hindistan, 6 milyon hektarla Kanada ve 3 milyon hektarla Çin izliyor. ISAAA’yagöre29ülkede25milyondanfazla çiftçi, genetiği değiştirilmiş tohumlar kullanarak tarım yapıyor. Bu çiftçilerin 6,5 milyonu Çin’de, 6,3 milyonu ise Hindistan’da yaşıyor. BM Tarım ve Gıda Örgütü (FAO), 2011 itibarıyla sadece biyo-teknoloji tohum piyasasının 13,2 milyar dolara ulaştığını açıkladı. En çok kullanılan genetiği değiştirilmiş ürünler arasında başta gelen mısır, soya fasulyesi ve şeker pancarının yıllık değeri ise 160 milyar doları buluyor.

Bankalarla Anlaşmalıyız

A .Halide ÜMİTFER

Diş Hekimi Tel: 0212 556 45 30 Marmaris Turizm - 0212 658 20 65 500 Evler - 0531 450-46-85 Adres: Çalışlar İncirli, Ömür sk.No.1/1 Bahçelievler/


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Bülent Maşaoğlu

Bulgaristan ve Seçimler Kısaca önümüzde ki günler çok hareketli geçeceğe benziyor. Türkiye’de bunlar yaşanırken komşularımızda da sessiz bir hareketlilik var. Ülke gündeminin yoğunluğundan ve komşu olarak sadece Suriye ve Kuzey Irak’(!)ı algılamamızdan ötürü maalesef başta Türk Dünyası olmak üzere tüm komşu ülkelerimizi bir kenara bırakmış durumdayız. Bir kenara bırakılan komşularımızın başında da Bulgaristan geliyor. Ülke nüfusunun % 9’unu (yaklaşık 610.000 kişi) Türkler oluşturuyor. Ki bu oran; Bulgaristan’da, Bulgarlardan sonra ki en güçlü etnik grup. Ancak ve maalesef bu güçlülük siyaset sahnesinde ki yanlış ve menfaatkar yaklaşımlar sebebiyle kendisini hiçbir dönem hissettiremiyor. Bulgaristan’da 12 Mayıs’ta genel seçimler yapılacak ve bu seçimlere ilk defa 3 Türk Partisi birden katılacak. Bunlardan ilki 20 yılı aşkın süre genel başkanlığını Ahmet Doğan’ın yaptığı ve birkaç ay önce olaylı bir kongre ile bu görevi Lütvi Mestan’a bıraktığı Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH). Yıllardır bölgede Türklerin oylarını alan HÖH’ün bu seçimlerde gereken varlığı gösteremeyeceği konuluşuyor. Sebep olarak ta şimdiye kadar ki 20 yıllık süreçte Türkleri yeterince temsil edememesi. Ve ayrıca Türkiye’ye olan mesafeli yaklaşımı ve bu yaklaşımın Türkler tarafından kabul görmemesi de bir diğer etken. İkinci olarak 7 Mart’ta kurulan yaklaşık 20 günlük bir siyasi hareket : Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) Genel Başkanlığını Korman İsmailov’un yaptığı HŞHP hakkında yeniliğinden başka söylenecek şeylerin başında Eski Bulgaristan Kralının başında olduğu Ulusal İstikrar ve Yükseliş Hareketi (NDSV) ile işbirliğine gitmesi geliyor. Bulgaristan siyasi çevrelerince sıkça dile getirilen bu iddia yeni partinin Türkler arasında pek şans bulamıyacağı söylentilerine de sebep oluyor. Aynı partinin ikinci adamı ise Kasım Dal. 23 yıl siyaset yaptığı partisinden (HÖH) istifa ederek yeni oluşumda yer alan Dal’a eski mesai arkadaşlarının hiçbirinden (ki buna ilçe başkanlarıda dahil) destek gelmemesi kafalarda soru işareti bırakıyor. Üçüncü siyasi parti ise Genel Başkanlığını Güner Tahir’in yaptığı Ulusal Hak ve Özgürlükler Hareketi (UHÖH) Güner Tahir bizim uzun zamandır takip ettiğimiz bir siyasetci. Şimdiye kadar siyaset sahnesinde pek varlık gösteremeyen Tahir bu seçimlere çok iddialı hazırlanıyor. Merkez Seçim Kuruluna adı geçen Türk Partileri içerisinde ilk kaydı onlar yaptırdılar. Türkiye’de ki bazı göçmen derneklerini de arkasına alan Tahir seçimlerin süprizi olursa kimse şaşırmamalı. Hakkında, Bulgaristan siyasetinin en büyük problemi olan rüşvet konusunda en ufak bir dedikodunun dahi olmaması ve halk tarafından dürüst olarak nitelendirilmesi onun şansını artırıyor. Sonuç her ne olursa olsun bizim isteğimiz Bulgaristan Türklerinin refah ve mutluluk içerisinde yaşamaları… Kazanana şimdiden hayırlı olsun…

seytan Dogan-2 Seyhan ÖZGÜR

Devamı 11’de Oysa, A.Doğan’la 1990’daki temaslarımla onun Almanca iki söz bilmediğini tespit ettim. Türk dili eğitimi aldığı anlatılıyor ama yine 1990 Haziranında liderin Kırcali’de Türk TV ekiplerine verdiği ilk demeçlerde, Türkçe gramer kurallarına uygun tek tümce kuramadığı herkesi şaşırtı, “Kim bu?” “Ne oluyor!” diyenler oldu! Okurda soru doğuran şöyle bir problem var. “Seçilen kişi neden Ahmet!” “Yani askerde DS -Ajanı olan birtek Ahmet mi?” “Ahmedin en çok insanı ele verdiği ve en fazla can yaktığı doğru olabilir mi?” Bu ölçüt belki DS ajanlığından yarar sağlamada işe yarayabilir, ama KGB bu kıstasları dikkate alır mı? Okuduğumuz kriminal, casusluk, köstebeklik kitaplarından birikimlerde KGB “kişiliksiz”, “soysuz”, “benliksiz” “bohem” gibi enteller arar. Ahmette bu vasıflar var mı? Ahmet İsmailov Ahmedov ana tarafından Kırım Tatarı bir soydan geliyor. Kırım Tatar atlılar Birinci Viyena Kuşatması’nda Osmanlıya ihanet etmiş, İkinci Dünya Savaşı’nda ise Hitlere Ordu vermişlerdir. Demek oluyor ki, Moskova açısından “dönek” bir millettirler.Baba tarafından Varna şoparı soyundan gelen Ahmet, Çingene çizgilerini yüzünde ve gözünde taşıyor. Bunlar onun benliksizliğin en belirgin özüdür. Yazar onu çok izlemiş olacak ki, defalarca “vicdansız” ve “merhametsiz” demekten geri durmuyor. Aralarında kişisel birşey geçtiğine inanmak istemiyorum. Olay kişisel olmaktan çok uzaktır. Yani, DS’nin A. İ. Ahmedov’u köstebek olarak seçerken müzevirliğe yatkın olması, gen soy özellikleri, yetersizliği yeterli olabilirken, KGB’nin A. Doğan’ı kabul etmesinin temelinde yalnız “hain” karatkterli olması yeterli olmuş olabilir mi??? Yazarın, kitabın adına “ŞEYTAN” demesi de ilginç. Hem de DS ve KGB kötü adamı anlamında... Şeytan demekle kötü adam demek istiyor belli... Tabii bizi ilgilendiren, A. Doğan’ın Türklüğe, Bulgaristan Müslümanlarına, İslam dinine yaptığı kötülükler mi, hepimizi süründürmesi mi daha büyük kötülüktür yoksa Bulgar devletini soyması, Bulgar halk nimetlerini Rusyaya peşkeş çekmesi ve AB fonlarından alabildiğine çalması mı? Yazar bu soruları sorarken, birinci bölümdeki acı ve çekilere değinmiyor. O da yarasa bakışlı. Türkleri ve Türklüğü göremiyor... Yazarı “Uikent” gazetesindeki haftalık yazıları ve kitapları dışında tanımadığımızdan dolayı “Demon” – “Şeytan” – “Kötü Adam” derken, tam neyi tarif etmek istediğini anlamak pek kolay değil. İkinci ve üçüncü sahnede “Şeytan”ı iplerini çekerek oynatan KGB’dir. Bu ouunda okuru çok etkileyen bir çığlık var: Şeytan’ın iplerini çeken onu Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlarına karşı dolaysız kötülük, direk saldırıdan alı koyuyor. Bütün kötülükler “hiç birşey yapmamaktan”, “çocuklarımıza ana dilimizi kültürümüzü öğretememe acısından”, “tarımı geliştirmemeden” “kimseye iş göstermeyerek” “insanlarımızı bezdirerek” ,”sosyal yardımları geciktirerek” “her iş için her kesten rüşfet talep edilerek”, “insanımızı seçimden seçime büyük büyük vaatlerle yalandırarak” “boşu boşına oyalayıp bekleterek”, “beklerken bayıltarak” v.b. v.b. Yöntemler uygulanıyor. Bunlar hep demokrasi koşullarında olduğundan, yazar Bulgaristan yönetimine HÖH şahsında Türklerin de katılımından gocunduğunu gizlemiyor, bir de aynı zamanda A. Doğan’a Bulgar Milli Menfaatleri açısından “hain” demekten geri durmuyor, fakat “hain” nitelemesini onun Bulgaristanda Türklüğe, Türk kültürüne, İslam medeniyetine ihaneti için de geçerli olduğunu vurgulamıyor. Tabii, A. Doğan zamanında zengin olan Türk, Pomak, Çingene yok mu sorusu halkıdır? Var, öyleleri de var. Bazı milletvekilleri, 10-15 çingene baron bunlar arasındadır. Onlar A.Doğan kasasına parayı torbayle taşıyanlarındandır. ŞEYTAN: AHMET DOĞAN-3 bölüm Yapov, A. Doğan’ın gördüğü sivil eğitimi ayrıntılı anlatırken, üniversite giriş sınavında tarihten “zayıf” not aldığı için Sofya Üniversitesi “Felsefe” Fakültesi’ne kaydının yapılmadığını, DS işgüzarlığıyla Şumnu Üniversitesi Bulgar Dili Fakültesi’ne yazıldığını ve 2 yıl sonra Sofya’ya aktarıldığı yazıyor. Bu noktada önemle değinilmesi gereken bir özellik şudur: Medi Doganov’un (Ahmet DOĞAN) Sofya Üniversitesi’ne veya Şumen Üniversitesi’ne tam olarak hangi mektup, hangi telefon sonucu kaydını yaptırdığı bilmek çok zordur. İstihbarattan gelen yazarlar bu olayı eserlerinde, bu işin 6. Şube yazışmasıyla gerçekleştiğine yer verirken, başka eserlerde bu işi yapan, Bilimsel Teknik Konseyi, BKP MK’si v.b. kurum ve organlardır

diyor. Biz bunu, Yapov’un anlatımında şu örnekte görüyoruz: Sofya Toplumsal Bilimler Akademisi’nde diploma üstü tez ve doktora tezi savunması yaptığı iddia edilen, HÖH “Liderin”in asla kaydı yoktur. Öyleyse Ahmet Doğan’ın Bulgar partisi ve devlet yönetiminin (BKP’nin ve daha sonra) dikkatini çekmesi nasıl mümkün oldu? 1970 – 1980’de DS-ajan ilişkileri tamamen gizliydi. Şans eseri olacak, Ahmet Doğan Bulgar Bilimler Akademisi’ne girince yaptığı “Türklerde Bulgar Ruhunun Dirilişi”konulu 60 sayfalık bir tez BKP MK Sekreteri Stoyan Mihaylov’un dikkatini çekmişti. Bu tez daha sonra, İç İşleri Bakanlığı’nın Sofya “Simeonovo” Polis Akademisi’nde kapalı kapılar ardında doktora tezi olarak savunulur ve Ahmet Doğan, o zaman (Medi Doğanov) böylelikle Felsefe Bilimleri Doktoru olmuştu. Birinci perdenin bu önemlli olayları hep Ahmet Doğan hapse düşmeden önce gerçekleşir. Bulgarların bir atasözü “Akılı adam hapse düşmez!” der. Öyleyse, nasıl oldu da Ahmet Doğan 10 yıla mahküm oldu? Yine bu sahnede, bir grup tarafından 1985’te Varna’da DEDE diye bilinen bir Türk tarafından kurulan bu örgüt ve 1986’da yasaklanan, ”Bulgaristan’da Türk Ulusal Kurtuluş Hareketi” ne Ahmet Doğan’ın DS tarafından “sızdırılması” ve Varna Ağır Ceza Mahkemesi örgüt üyelerine “muabbet” hapis cezası keserken, “kahramana” sağlık durumu nedeniyle sadece 10 yıl hapislik verilmesi önemlidir. En önemlisi de mahkeme kararının dosyaya girmemesidir. Yapov bu sızdırma ve s.o. hapıslik olayına ayrıntılı olarak değinmiştir. Bu traji komik perdede, somut deliler sunan tecrübeli yazar, Prof. Dr. Yanko Yankov’un, hapisteki DS ajanları konusunu işlediği “KİMLİK BELGELERİ” eserine başvuruyor. 1990 öncesi bir domokrat hukukçu olan ve verdiği insan hakları mücadelesinden ötürü totaliter rejim tarafından yargılanıp ölüm cezası almış mahkümların hücre arkadaşı olan, daha sonra da HÖH listesinden Burgas milletvekili seçilen Prof. Dr. Yanko Yankov, adların değiştirilmesinden sonra kurulan ve Türklerin gizli direniş hareketinin yumruk müfrezelerinden olan “BİZ” adlı Türk mukavemet örgütünün 3 üyesiyle uzun zaman birlikte kalır, görüşüp konuşur. Daha sonra asılarak idam edilen bu üç Türk kahraman, Burgas köylerinden Emin Ahmetali, Abdula Çakır ve Saafet Recep’tir. Onlar 1984 ağustosunda Burgas Sofya trenine, Plovdiv tren istasyonuna, Varna uçak alanına ve Slıven oteline bomba koydu ve üçü de ölüm cezası aldır. Onlarla yakın temas halinde olan Y. Yankov’un kitabında “Türk teröristler”hakkında yazdıkları, P. Yapov tarafından şöyle verilmiştir: “Tanıdığım üç idamlık Türk saatli bomba yapıp patlatacak teknik bilgiye ve beceriye sahip kişiler değildi. Bombalı terör olaylarını DS bizzat kendisi yaptı. Türklerin yapmadığı bu kanlı saldırılar 3 suçsuz kişiye yüklendi. Onlar ya idam edildi ya da başka bir görevle diş ülkeye çıkarıldı.” Ne ki, Yapov bu sonuçlara katılırken olaylara çok daha geniş bakıyor: Benzer terör saldırılarını 1984’te DS gerçekleştirdiyse, 4 yıl arasız devam eden ve açık ve gizli, bireysel ve kitlesel tırmanan Türk direniş dalgasını yani 1985, 86, 87 ve Mayıs 1989 ayaklanmasını kışkırtıp kondaklanan da mı DS oldu? Ayrıca DS bu zülmü neden yaptı? (Bu konuda Birleşmiş Milletler ve ABD’de 1980’li yılların ikinci yarısında göre yapmış olan birçok Bulgar diplomat aile ile görüşme olanağı buldum. Yazdıkları kitapların hemen hepsini dikkatle okudum. Onlar, CİA ve diğer ABD organlarının kendileriyle değişik vesilelerle temas kurduğunu ve kendilerinden T. Jivkov’un totaliter rejiminin nasıl yıkılabileceğini sorduklarını, yazıp anlattılar. Demek oluyor ki, Waşhington T. Jivkov rejimini düşürme yolları arıyormdu. Bu görüşmelerde, zamanın büyük kısmının Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına ayrıldığını paylaşan diplomatik görevliler, 1972’de Pomakların kışkırtıldığı gibi, Bulgaristan Türklerinin de kundaklanmasının olası olup olamayacağı konusuna ilişkin bilgilenme arayışı içine düşmüştü. Bu bilgiler, Bulgaristanlı Türk aydınlarında “Bulgarlaştırma” zülmü olmasaydı, Türkler T. Jivkov’u ayakta tutardı, fikrini doğurmuştu. Çünkü 1980’li yıllarda Bulgaristana döviz getiren üretimin % 48’ini gerçekleştiren Türkler, bankalardaki sıcak paranın da % 34’ne sahipti. İnsanımız sosyalist üretimin getirdiği ortak çalışma usulünün nimetlerinin paylaşılmasından memnundu, kendini güven içinde hissediyordu.) Yazar Yapov bu konuya yani Bulgaristandaki Türk olaylarına, bilinçlenip ayaklanmamıza Rusya’nın çıkarları açısından bakıyor:

HÖH Bizi 20.yy’dan 21.

Yüzyıla Taşıyamadı Şu günlerde 2013 OSCAR Akademi ödülleri dağıtıldı. Victor Hugo’nun (1802-1885) SEFFİLER eserinde “Ondan daha sefil görünüşlü birini görmek neredeyse imkânsızdı.” diye anlattığı ve “Aç ailesini doyurmak için bir ekmek çaldığından,” 1775 yılında haneye tecavüz suçundan mahkemeye verilen ve 19 yıl kürek çekmeye mahküm edilen Jan Valjan’ı aynı isimli filmde canlandıran aktör Hugh Jackman büyük ödül aldı. Film hem Bulgaristan, hem de Türkiye’de beyaz perdede oynamaya başladı. Gerçeğin iki yüzü ve iki ölçüsü olamaz. 1862 yılında bu kitabı yazarken, adaletsizliği değiştirmeyi hedefleyen Büyük Fransız Devrimi (1789-1799) ortamını hukukun “haneye tecavüz” maddesinden hapse gireni anlayabilen V. Hugo, ne yazık ki, yüz yıl sonra Nisan 1876’da Bulgaristan’da patlak veren Nisan Ayaklanması’nda Türk ailelerine yapılan zülüm karşısında adil davranmayı bırak daha çok körükleme yönündeydı. Bizim anladığımız adalet doğru olanı savunmaktır. Fransız romantizminin fikir babası tarihsel gerçekleri Türkler için de doğru okuyup yazsaydı, kuşkusuz hepimiz için daha büyük bir deha olurdu. Gerçekler geç de olsa açığa çıkıyor, gizli kalmıyor kalamazda O zaman, V. Hugo, 1000 Türk köylüsünün öldürüldüğü olayları çift arşınla ölçtü, hatta Darwin’e kadar tüm Batı Avrupa aydınlarını Türklere karşı tutum almaya kışkırttı, bir ekmek çalan ve hışmına uğrayanın öyküsünü evsaneleştirirken, Türk köylülerin katledildiğini görmezden geldi. Üstüne, Dostoyevski, Nekrasov, Tolstoy gibi Rus klasikleri de Türk düşmanlığını kışkırttı. Eşit adalet SEFİLLER denince, kuşkusuz biz bugün kendi yürek acısı maddi durumumuzu düşünmeye başlıyoruz. Söz konusu olan, herkes için olduğu gibi, sefiller için de eşit adaletin zorunlu olmasıdır. Ayırım gözetmeyen adalet, Jan Valjan çağının sloganıydı. Ayaklanmalar denenmesi Yukarıdaki satırlarım V. Hugo’ya dil uzatma olarak anlaşılmasın diye bir örnek vermek istiyorum. Mart 1876, Bulgaristan “Orta Balkan”da Osmancık köyü (şimdiki adı Krıstevo) silahlı komitalar tarafından basıldı. Saldırı, Bulgarların bir ayaklanma denemesiydi. Evlerinden yaka paça, ite kaka çıkarılan Türk aileler camiye kapandı. Çoluk çocuk, yaşlı hasta 3 gün aç susuz tutuldu. Sonra cami ateşe verildi. Alevler Osmanlı tarafından bastırıldı. Türk köylüler kuşatmayı bozdu ve ayaklanmayı boşa çıkardı. O zamanlar Fransız basını olayı geniş bir şekilde yansıtmıştı. Adalet herkes için aynı olmalıdır. Bir ekmek çalan Jan Valjan’ın 19 yıl kürek cezası çekmesine isyan eden V. Hugo, Avrupanın başka bir yerinde, Türk oldukları için saldırıya uğrayan, aç bırakılan, şiddet gören, hatta yakılarak toplu halde yok edilmek istenen bu masum köylüleri, sadece Türk oldukları için savun(a)madı. Bu adaletsizliği protesto et(d)medi. “Padişahın işlerinden sefil köylüler sorumlu tutulamaz! İnsanlar bir başkasının işlediği suçlar için cezalandırılamaz!” de(ye)medi. “Suç ve ceza somuttur. Durun!” demedi. Üstelik Avrupa çapında Türk düşmanlığı kışkırtma ve Bulgar asileri savunmak için Batı aydınlarını Osmanlıya karşı seferber etme yolunu seçti. Devirler birbirini izledi. “Adalet, özgürlük ve kardeşlik” için yapılan Büyük Fransız Devrimi (1789-1799) çok zor koşullarda gerçekleşmiş olmalı ki, aynı çağda yaşayan büyük düşünür Hegel (1770– 1831) “Diyalektik Mantığı” eserinde “tarihin sonu geldi” dedi. Her çağın kendi renkleri var. Bugün de dünya yeni medeniyetlere gebe. 21. yüzyılda Avrupa Birliği’nin algıladığı medeniyetle bütünleşen farklılıkların güzellikleri yaşayacak. Bu uygarlıkta bizlerde içerisinde olacağız. Devamı Gelecek Sayıda


12

Gülümser GÖNLÜŞEN

Hayal Ettimiz A n ı 1t3 5 3 MART

YA Ş I N D A ( 3 M a r t ’t ı a n a r k e n ) Bir gün bizim oralara da mutlaka bahar gelecek. Etnik milliyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık bitecek. Din ve mezhep ayrımları yapılmayacak. Göçler ve çileler unutulacak.

Yıllardan 2012. Arabamla Veliko Tırnovo’ya gidiyorum. “Hayınboğaz Geçidi” kapalı. 2 Mart’ta gece yarısı “Şipka” tepesineçıktım.Daryolbuzlanmışvekaygandı.Yolunkenarında dalları kar yüklü çamlar gelin gibi süzülüyordu. Şipka tepesine tırmanınca durdum alan geniş, ama arabamı park edecek yer bulamıyordum, çünkü otopark kardan duvar ardında kalmış. 2 Mart Bulgaristan milli bayram arifesidir. Uzun çamlarla boy ölçen gönderlerde Bulgar, Rus ve AB bayrakları dalgalanıyor. Silahlı güvenlikçiler her yerde. Dikkatlice stop ederken hemen yanıma toplandılar. o Nereye gitiğimi? Neden durduğumu? Ne kadar kalacağımı? İnce ince sormaya başladılar. o Yol kaygan. Gabrovo’dan gelen araba yok. Yer varsa, burada geceleyeceğimi söyledim. Sabah ola hayır ola! - diye cevap verirken, göz gezdirmeye devam ettim. Ertesi gün burada yapılacak 3 Mart anma töreni için hazırlıklar görülmüş. Gece yeni kar düşmezse sanki her şey yerli yerinde. Yolun kenarına kar tümseği boyunca Osmanlı askerlerinin maketleri dizilmiş. En başta altın apoletli Süleyman Paşa, yanında subaylar, kırmızı fesli erler, aba poturlu bir tabur asker, hocalar, imamlar. Gece yarısı bu görüntü beni şaşırtsa da, törende elleri kılıçlı atlı Bulgarlar bu Osmanlı Türklerinin başlarını, alkış tufanı ve “Ura” haykırışları eşliğinde birer birer keseceğini düşündüm ve boyunları kesilecek maketleri hüzünlü buldum. İşbu dorukta bundan 134 yıl önce “Koca Balkan’ı kuzeyden güneye geçmek isteyen Rus General Gurko’nun taburları ile zor kış şartlarında Balkanı güneyden kuzeye tırmanan Osmanlı İmparatorluğu Genel Kurmay Başkanı Süleyman Paşa’nın askeri birlikleri yüz yüze gelmiştir. Kalın kar tabakasıyla kaplı bu 2 bin metreden yüksek yaylada 3 kıtaya hükmetmiş imparatorluğun elit askerleri 3 ay karşı karşıya kalmıştır. Tarihsel sonuçta, General Gurko, Plevne’de kuşatma altında bulunan Osman Paşa’ya Süleyman Paşa’nın yardıma yetişmesine engel olmuştur. O zaman burada kıyasıya bir meydan savaşı olmamış, göndere zafer bayrağı çekilmemiştir. Plevne’de Osman Paşa’nın yaralandığını, 40 bin askerinin esir düştüğünü ve düşmanın “Şipka Geçidi”ne değil, “Araba Konak Geçidi”ne yöneldiği yani Sofya istikametini seçtiği burada haber alan Süleyman Paşa, Rus ordularını Plovdiv’te karşılamak üzere, ani bir kararla “Şipka”yı terk etmiştir. Rus kaynaklar, “Şipka” yı böyle anlatır. Bulgar edebiyatının babası İvan Vazov ise, okullarda her öğrenciye ezberletilen “Şipka Kahramanları” (Opılçensite na Şipka) destanında “tepedeki taşların hepsini kaçan Türklerin kafasına indirmiştir.” Tarihsel açıdan Süleyman Paşa’nın aldığı karar isabetli olmamış, Rus orduları Plovdiv’te durdurulamamıştır. Bakış açımızı genişletirsek, bizim buralarda 470 yıl süren Osmanlı dönemi, 1877- 78 Rus-Türk Savaşı ile aslında kesin sona ermiştir. O sert kışta “Şipka”yı aşan Rus taburları Trakya’yı geçip İstanbul surlarının gölgesindeki Yeşilköy’de konakladı. Sanstefano (Yeşilköy) Barış Anlaşması 3 Mart 1878’de imzalandı. Bu tarih, Rus Çarı II. Aleksandır’ın 1855’te tahta geçmesinin ve 1861’de Rusya’da toprak köleliğini kaldırmasının yıl dönümü olduğu için seçilmiştir. Rus köylülerini toprak köleliğinden kurtaran İmparatora Rus halkı “Kurtarıcı Çar” unvanı vermiştir. Bulgar tarih kitaplarına ve edebiyat eserlerinde ise, Çar II. Aleksandır’a Bulgarları Osmanlı’dan kurtardığı için “Kurtarıcı Çar”deniyor. O zaman bu zaman Bulgarlar, Osmanlı imparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasında, o dönemin Osmanlı sınırları içinde bulunan bugünkü Bulgaristan’da meydana gelen bu büyük savaşı bir “kurtuluş savaşı” olarak kabul etti ve her yıl 3 Mart günü Milli Bayram olarak kutlanıyor. Olaylara bu gerçeğin ışığında baktığımız zaman, Milli Uyanışı ve Aydınlanmayı, Osmanlı zamanında gerçekleştiren ve bugünkü Bulgaristan topraklarından çok daha geniş bir alanda Dini Bağımsızlık haklarını elde eden Bulgar halkı, Rus Ordularının Bulgaristan’ı çiğneyip geçmesiyle o zaman çok özel haklar kazanmadı. Hatta Stambolov gibi Bulgar aydınları İstanbula gidip Sultan’dan “ayrılmamıza musade etmeyin” dediler. Karlı meydanda kişneyen atların nal seslerinden uyandım. Kalabalık meydana dolmuş, tören başlamak üzereydi. Buzlu camdan meydanda olup biteni izleyebiliyordum. Odama bir fincan kaymaklı Türk kahvesi istedim. Gözlerimle arabamı aradım. Siyah Mercedec’lerin arasına sıkışmıştı. Bulgar hükumet temsilcileri, ordular, diplomatik erkan zahmet etmiş bu yıl da tepeye çıkmış ve şimdi bulunduğum yerden 130 basamak yukarıda bulunan ve bulutsuz havada çok uzaklardan görünebilen “Şipka Anıtı”na çıkarken, eldivenli ellerini ovuşturuyorlardı. 1922 ile 1930 arasında inşa edilen, 1934’te Bulgar Çarı III. Boris tarafından açılan, 8 metre geniş ve 4 metre yüksek, dörtken şeklindeki monumentin etrafına o zamanların Rus topları dizilmiş, aslan heykelleri sıralanmıştır. Süleyman Paşa ile yürütülen sözde kanlı çarpışmalarda can feda eden Rus, Romen ve Fin askerleri ile az sayıda Bulgar gönüllünün kemikleri burada korunur. “Şipka Anıtı”nın duvarına o ağır kışta burada bulunup da evlerine dönmeyenlerin isimleri altın harflerle yazılmıştır. Devam edecek

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Kanal istanbul 2011’de tanıtılan proje için Başbakan çok kararlı.Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “Kanal İstanbul Projesi ile ilgili Yüksek Planlama Kurulu kararı bu hafta içinde tamamlandı” dedi. Proje için atılan somut adımı hükümetin ekonomi patronu Babacan duyurdu.

Avrupa Yakası’nda Karadeniz ile Marmara denizi arasında yaklaşık 45 ile 50 kilometre uzunluğunda yaklaşık 100 metre genişliğinde bir kanal yapılması planlanıyor. Babacan, Stratejik Düşünce Enstitüsünce düzenlenen “Ekonomi Güvenliği” konulu panelin açılışında yaptığı konuşmada, önlerinde çok önemli vizyon projeleri bulunduğunu söyledi. ÖNCE KÖPRÜ ARDINDAN KANAL İSTANBUL Bu projelerden en önemlisinin Kanal İstanbul Projesi olduğunu belirten Babacan, şöyle konuştu: “Kanal İstanbul Projesi ile alakalı kanal yapıldığında bazı yolların yerinin değişmesi gerekecek. Köprüler gerekecek. İşte bunun ilgili Yüksek Planlama Kurulu kararı bu hafta içinde tamamlandı. Çünkü öncelikle yol, köprü çalışmalarının başlaması gerekiyor, arkasından da Kanal İstanbul Projesi’ni gerçekleştirelim. Bu ilk etapta bakanlar olarak ‘acaba olur mu, olmaz mı, çok mu çılgın, acaba gerçekleştirilebilir mi?’ şeklinde şüpheler hissettik ama Sayın Başbakanımız bunu açıkladı.

Gerçekler

“BİZ BUNUN GERÇEKÇİ PROJE OLDUĞUNA İNANIYORUZ” Olmayacak olsa zaten bu açıklanmazdı. Biz, bunun gerçekçi bir proje olduğuna inanıyoruz. Türkiye için, hatta dünya için çok konuşulacak bir proje olduğuna da inanıyoruz. Her türlü çevre değerlendirmesi ve hazırlığı çok dikkatli yapılmalı ama yapıldıktan sonra da İstanbul’u, İstanbul’un deniz trafiğini çok rahatlatacak bir proje haline gelecek. Aynı zamanda İstanbul’un daha sıhhatli, daha düzenli büyümesini de beraberinde getirecek proje olacak.”

Leydi T’nin Yükseldiği ve İndiği Yer, Onun Son Durağı Oldu Margaret Thatcher, Westminster’daki parlamento sarayına dün son kez iki dakika erken geldi. Leydi’nin tabutunu taşıyan cenaze arabası dün yerel saatle 14.58’de Lordlar Kamarası girişinden geçerek kampüs içindeki Azize Meryem Şapeline ulaştı.

Thatcher Westminster’a ilk kez 1959 yılında Finchley’den milletvekili seçildiğinde gelmişti. “Muhafazakârlar güzelliği seçer” diye başlık atmıştı bir gazete; “bir yıldız doğuyor” demişti bir başkası. Seçim bölgesinden İşçi Partili mevkidaşı ondan “çok yetenekli biri; aynı zamanda çok iyi bir kadın” diye bahsediyordu. O zaman mecliste yalnızca 25 kadın milletvekili vardı. Thatcher, bu dezavantaja rağmen, burada hizmet verdiği 33 yıl boyunca, parlamentonun en etkileyici figürlerinden biri olmayı başardı. Ve dün Lordlar kapısından içeri giren araç, her ne kadar gerçekte onun naaşını taşımasa da, sembolik olarak onu hayatının son durağına getiriyordu. Cenaze yarın buradan törenle alınarak Aziz Paul Katedraline taşınacak.

Cahuzac Siyaseti Bırakıyor Eski Bütçe Bakanı Jérôme Cahuzac yalan söylerken ne kadar mücadeleciyse, özür cümleleri sarf ederken de öyleydi. Cahuzac, Amerika’da sıkça görülen ancak Fransa’da daha önce görülmemiş bir şeyi yaptı ve dün televizyon ekranlarına çıktı. Kendisine yöneltilen sorulara, iyi seçilmiş cümleler ve dikkatle yanıt verdi. Sorulardan en önemlisi, Cumhurbaşkanı François Hollande’ın kendisinin İsviçre’deki banka hesabından haberdar olup olmadığıydı. Cahuzac bu soruya derhal “Hayır” diye yanıt verdi ve Cumhurbaşkanı’na da yalan söylediğini anlattı. Bakanlıktan istifa eden ve partisinden de ihraç edilen Cahuzac, Hollande’a ülkeyi yönetmek konusunda başarılar dilemeyi de ihmal etmedi. Cahuzac bundan sonra ne yapacağı sorusuna

da yanıt verdi. İlk başlarda parlamentoda kalmak istediğini ancak daha sonra yaptığı hatanın buna elvermediğini söyleyen Cahuzac, adeta asla nakavt olmayan bir boksör imajı çizdi.

Kalifiye Eleman Dışarıda Kalıyor Alman işverenler, artan uzman eleman ihtiyacına rağmen yurt dışından yabancı kalifiye çalışan getirmiyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütünün (OECD) raporuna göre, işverenler, yurt dışından uzman getirme imkanını göz önünde dahi bulundurmuyorlar. AB dışı ülkelerden çalışmak için gelenlerin sayısı yılda 25 bin civarında. Raporda, işverenlerin yabancıları çalıştırmamasının sebebinin bürokrasi olamayacağı, çünkü istedikleri sayıda yabancı uzman getirebilecekleri, başvuruların kısa sürede yanıtlandığı ve reddedilme oranının düşük olduğu kaydedildi.

İ.Ü.OnkolojiEnstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz, -En tehlikeli yer halıdır. Halı bütün pestisitleri tutar. Bu nedenle halıların temizliğine dikkat ediniz. Kesinlikle deterjanla temizlemeyin. Sirkeli su ile silin. -Deterjan kullanınca muhakkak eldiven kullanın. Plastik eldiven kullanmayın, içine izci eldiveni giyin. Çünkü deterjanlar alerjiktir ve ufak dozlarda alındığı takdirde kronik olarak kanserojendir. (İzci eldiveni: Pamuk eldiven) -Bulaşık makinasında kullandığınız deterjan da petrol ürünüdür, kanserojendir. Ne kadar yıkarsa yıkansın kalıntılar kalabilir. Eğer sağlığınızı düşünüyorsanız çıkardığınız bulaşıkları sirkeli suyla ya da limonlu suyla silin. -Her türlü deterjandan kaçınız. Devamlı olarak zeytinyağı ve defne sabununu seçiniz. Ellerinizi, vücudunuzu hakiki zeytinyağ, defne veya fıstık yağından yapılan hakiki sabunlar da seçilebilir. Bunları örnek olarak söylüyorum. Deterjandan kaçıyoruz ve çok aşırı miktarda suyla duruluyoruz. -Beyaz olan her türlü iç çamaşırınızı muhakkak yeni aldığınızda en az 2 kere kaynatınız. Çünkü bunlar beyazlatılmak için kanserojen maddelerle yıkanıyor. -Oda spreyleri doğrudan doğruya petrol menşeli. Zehiri soluyorsunuz. Akciğerinize geçiyor ve dolaylı olarak bağışıklık sisteminizi bozuyor. -Sebzeleri mevsiminde dondurup saklamakta fayda var. Yalnız bir kez çözülünce onu muhakkak pişirin. Mikro dalgada bir kere ısıtın. Ateşte ısıttıklarımızda ise bir kere ısıtınız. Çünkü bir dahaki sefere değeri ölür. DNA’yı bozar. DNA kırılması da kanserojene yol açar. -Radyasyon kronik olarak kansere en çok yaklaştıran faktörlerden biridir. Televizyondan çok uzak duralım. -Çocuklarınıza haftada 2 kez balık çorbası içirin ama içine zerdeçal koymak suretiyle. Soğan, sarımsak ve o mevsimin sebzesiyle yapmalısız. Çocuk anne karnındayken bu terbiyeyi almaya başlamalı. Devamı Gelecek sayıda


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Dünya Medyasından Haberler Metin AKIN Makedonya’lı öğrencilere Türkiye yüksek burs imkanı sunuyor Türkiye’de eğitim görmeye karar veren üniversite öğrencilerine Türk Hükümeti aylık 450 dolar burs verecek. Geçtiğimiz günlerde Manastır ziyaretinde bulunan Türk Hükümeti yüksek öğrenim Balkan Koordinatörü Hüseyin Çardak,AnkaraveİstanbulbaştaolmaküzereTürkiye’nindiğer şehirlerinde okumak için sağlanan imkanlardan bahsetti. Makedonya’lı öğrenciler Türkiye’de 175 üniversitede 500 fakülteye başvurabilirler. 35.000 yabancı öğrencinin eğitim aldığı Türkiye’de, geçen yıl Makedonya’dan 86 öğrenci burslu olarak kayıt yaptırmış. İki ülke arasında eğitim alanındaki işbirliği karşılıklı olarak devam ediyor. Türkiye’den de her yıl 300’den fazla öğrenci, Makedonya üniversitelerinde eğitim almak için ülkemize geliyor.

Leydi T’nin yükseldiği ve indiği yer, onun son durağı oldu Margaret Thatcher, Westminster’daki parlamento sarayına dün son kez iki dakika erken geldi. Leydi’nin tabutunu taşıyan cenaze arabası dün yerel saatle 14.58’de Lordlar Kamarası girişinden geçerek kampüs içindeki Azize Meryem Şapeline ulaştı. Thatcher Westminster’a ilk kez 1959 yılında Finchley’den milletvekili seçildiğinde gelmişti. “Muhafazakârlar güzelliği seçer” diye başlık atmıştı bir gazete; “bir yıldız doğuyor” demişti bir başkası. Seçim bölgesinden İşçi Partili mevkidaşı ondan “çok yetenekli biri; aynı zamanda çok iyi bir kadın” diye bahsediyordu. O zaman mecliste yalnızca 25 kadın milletvekili vardı. Thatcher, bu dezavantaja rağmen, burada hizmet verdiği 33 yıl boyunca, parlamentonun en etkileyici figürlerinden biri olmayı başardı. Ve dün Lordlar kapısından içeri giren araç, her ne kadar gerçekte onun naaşını taşımasa da, sembolik olarak onu hayatının son durağına getiriyordu. Cenaze yarın buradan törenle alınarak Aziz Paul Katedraline taşınacak. .

Off-shore zenginlerinin sırları

Britanya’yı değiştiren kadın: İyi ya da kötü, o bu ülkeyi yeniden yarattı Branoness Thatcher, Britanya’nın Kraliçe Viktorya döneminden bu yana en uzun süre görevde kalan Başbakanı, dün 87 yaşında hayata gözlerini yumdu. Bazılarının gözünde kahraman olan Thatcher, birçokları için de bir nefret figürüydü. 1945-1951 yılları arasında görev yapan İşçi Partili Başbakan Clement Atlee ile birlikte ülkenin savaş sonrası dönemdeki en önemli iki liderinden biriydi. Sosyal devlet kurumlarını oluşturan, Ulusal Sağlık Teşkilatını kuran ve temel altyapı ve hizmet endüstrilerini kamulaştıran Atlee’ye karşı Thatcher tam zıt kutbu temsil ediyordu. Her ne kadar Sağlık Teşkilatı ve sosyal güvenlik sistemi şimdiye dek yerinde duruyor olsa da, Thatcher döneminin geneli özelleştirme ve deregülasyon politikalarıyla karakterize oldu. Bugüne kadar pek az politikacının adı bir siyaset yaklaşımı olarak anılagelmiştir. Bugün siyasette ne zaman “her koyun kendi bacağından asılır” mantığı egemen olsa Thatcherizm sözcüğü akla geliyor.

Bankacılıkta şeffaflık: Paris Viyana’yı kara listeyle tehdit etti Fransa, vergi kaçakçılığı konusunda Avusturya’ya baskıyı artırıyor. Fransa Bütçe Bakanı Bernard Cazeneuve, Viyana’nın otomatik bilgi değişimine katılma-ması halinde Avusturya’nın, işbirliği yapmayan ülkelerin bulunduğu kara listeye alınacağı tehdidinde bulundu. Oysa Avusturya hükümeti son olarak işbirliğine hazır olduğunu bildirmişti. Bu arada İngiltere, Maliye Bakanı Maria Fekter’in karaparanın aklandığı İngiliz bölgelerine yönelik eleştirilerini reddetti.

Hiç

kimse

casus

olmak

Başbakan reformların derinleştirilmesini istedi Başbakan Li Keqiang haftasonu yaptığı açıklamalarda ekonomik büyüme ve reform sürecine değindi. Ekonomik dönüşümün sürekli olması gerektiğini söyleyen Li istikrarlı ekonomik kalkınmayla birlikte reform sürecinin daha da derinleştirilmesi gerektiğini söyledi. Pekin’deki iktisat seminerinde konuşan Li girişimciler, araştırmacılar ve endüstri uzmanlarının da yardımını istedi. Çin’in 2013 yılına güzel bir başlangıç yaptığını belirten başbakan yine de tedbirli olunmasını istedi. Geçtiğimiz hafta açıklanan rakamlara göre yüzde 2,1 olarak kaydedilen tüketici fiyat endeksi olumlu bir görünüm sunmuştu. Geçen yıla göre artış gösteren iç ve dış ticaret hacmindeki büyüme de beklentileri arttırıyor.

“Terör korkusu geri döndü” Polis Boston maratonu saldırısı ile ilgili soruşturmayı sürdürüyor. 3 kişinin öldüğü, bazıları ağır olmak üzere 170 kişininyaralandığısaldırıyıhenüzüstlenenolmadı. ABD Başkanı Obama, olayı terör saldırısı olarak niteledi, arkasında kimin olduğunun henüz bilinmediğini söyledi. FBI, saldırının bir grup tarafından mı yoksa bireysel mi olduğu konusunda bilgi vermedi. Saldırıda kullanılan bombaların düdüklü tencerelerin içinde bulunduğu kaydedildi. 1897’den beri her yıl düzenlenen Boston maratonuna bu yıl 20 binin üzerinde sporcu katılmıştı.

istemiyor Gelecek

Adalet Bakanlığı STK’larla ilgili yeni yasa gereği cezalandırılabilecek ilk ‘yabancı ajan’ı açıkladı; seçmen haklarını savunan ‘Golos’ teşkilatı casus ilan edildi. Çarşamba günü bu teşkilat ve genel müdürüyle ilgili mahkemeye dilekçe verildi. Rusya’da geçtiğimiz sene kabul edilen yasaya göre, Rusya’da siyasi faaliyette bulunup yurtdışından para alan kuruluşların ‘yabancı ajan’ olarak devlet kaydı yaptırması gerekiyor. Bunu yaptırmazsa, Adalet Bakanlığı söz konusu teşkilatı gizli ajan olarak görme ve cezalandırma hakkına sahip. Bu yasa insan hakları savunucularının tepkisine, milliyetçilerin ise heyecanına neden oldu. Sonunda yasa yürürlüğe girdi, ama kimse ‘ajan’ olarak kayıt yaptırmadı, herkes bu duruma gülüp geçti. Ancak baktılarki yasa var, ‘ajan’ yok, o zaman bütün ülkede STK’larda aramalar başlatıldı. Adalet Bakanlığının Golos’la ilgili açıklamasından ve yakın zamanda 9 bin STK’nın kapatılacağına ilişkin haberinden sonra ise panik başladı. Büyük olasılıkla, bundan sonra eskiden yurtdışından para alan insan hakları savunucuları eski STK’larını kapatarak yenilerini açacaklar. Çünkü kimse ajan olmak niyetinde değil.

Britanya’ya bağlı Virgin Adalarındaki off-shore hesapların açığa çıkmasıyla birlikte, önceden anonim kimlikler altında saklanan milyonlarca hesap açığa çıktı. Washington merkezli Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumunun aralarında Guardian’ın da olduğu uluslararası medya kuruluşlarının işbirliğiyle yürüttüğü araştırmanın sonuçları bu haftadan itibaren yayınlanmaya başlanacak. Sonuçlar dünya çapında şok yaratabilecek bulgular içeriyor. Gizli servetleri açığa çıkanlar arasında siyasetçiler, iş adamları, ünlüler ve hatta devlet başkanları var. Fransa’da Başbakan Hollande’ın seçim kampanyasının bütçe sorumlusu ve yakın arkadaşı Jean-Jacques Augier’in Çin’deki yayıncılık şirketinin yüzde 25’ini Adalar merkezli bir şirket aracılığıyla gizlediği anlaşılıyor. Moğolistan Maliye Bakanı’nın 1 milyon dolara yakın gizli mevduatı var. Putin’e yakınlığıyla bilinen bir işadamı olan ve 2008 yılından bu yana Başbakan Yardımcılığı görevini yürüten Igor Şugalov’un eşi, Ada’ya kayıtlı bir şirketin sahibi olarak görünüyor. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in de eşi Moskova-Washington: 18’e karşı 18 ve kızları adına kurulmuş üç ayrı şirket var. Şirketlerin hepsiABD’nin Magnitsky listesini açıklamasının ardından nin müdürü olarak, ülkede kazandığı büyük inşaat ihaleleriyle Rusya Dışişleri Bakanlığı da Rusya’ya girişi yasaklanan gündeme gelen zengin işadamı Hasan Gözal’ın adı geçiyor. Amerikalıların listesini yayınladı. Amerika Maliye Bakanlığının açıkladığı liste,, Hermitage Kapital’in hukukçusu Sergey Magnitsky’nin davasında rolü bulunun içişleri, vergi ve mahkeme yetkililerini kapsıyor. Rusya’nın anti-Magnitsky listesi ise iki bölümden oluşuyor. ‘Guantanamo listesi’olarak B o ğ a z i ç i ’ n i n y e n i d e v i adlandırılan birinci bölümde ABD’de mahkumlara işkenceyi legal hale getiren kişiler yer alıyor. Bu listenin birincisi THY Genel Müdürü Temel Kotil ve ekibi, imajı çok 2005-2008 senelerinde Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in da sağlam olmayan yarı devlet Türk Havayollarını 5 danışmanı olan David Eddington. İkinci sıradaki isim ise yıl içerisinde son derece kaliteli bir kuruluşa çevirdiler. 2001-2003 yılları arasında Adalet Bakanlığının hukuk müTHY bugün Avrupa’daki ful-servis ha- şaviri görevinde bulunan John Y.Etot. Guantanamo listesinin vayolları şirketleri arasında 3. sırada yer alı- üçüncü ve dördüncüleri ise askerler Guantanamo üssünün yor ve son iki yıldır Skytrax ödüllerini kazanıyor. komutanı olan generaller Jeffrey Miller ve Jeffrey Harbeson. Şirket, İstanbul’un Afrika ve Asya uçuşları için uy- ListeninikincibölümündeiseyurtdışındakiRusyavatandaşgun coğrafi konumu ve Türk hükümetinin sınırsız des- larının haklarını ihlal eden Amerikalıların isimleri bulunuyor. teği sayesinde daha da büyümeyi planlıyor. Hatta THY Ama Rusya’nın listesinde görevde bulunan üst düzeyAmeriile Lufthansa arasında işbirliği bile mümkün olabilir. kalıyok.Listedekilerinbirkısmıeskiler,birkısmıdamahkeme Geçen yıl 38 milyon yolcu taşıyan THY, bu sa- temsilcileri. Ama galiba Amerikalıların daha açıklanmayan yıyı 2020’ye kadar ikiye katlamak istiyor. listesi olduğu gibi, Rusya’nın da geniş bir listesi bulunuyor.

hafta başlayacak İsrail görüşmelerini yürütecek heyetin başındaki isim, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkiye’nin uzlaşmadan yana olmadığı endişesini ortadan kaldırdı. Maariv gazetesine konuşan Arınç, İsrail – Türkiye ilişkilerinin normalleşmesinin bölge barışına katkıda bulunacağını belirtti. İsrail’in Türkiye’den dilediği özür , kurban ailelerine tazminat ödeme garantisi ve Gazze üzerindeki ablukanın hafifletilmesi şartlarının İsrail tarafından kabulu ile iki ülke arasındaki krize son verildiğini belirten Arınç , Obama ve Netanyahu’nun barış süreci hakkında yaptıkları açıklamaların da “olumlu ve ümit verici” olduğunu ekledi.

Boston ‘terörizm’

patlamalarında, şarapnelde gizli

Boston’da 3 kişinin ölümüne ve 176 kişinin yaralanmasına sebep olan patlamalar terör saldırısı olarak inceleniyor. Başkan Barack Obama ve diğer yetkililerin açıklamalarına göre bombalarda parça tesirinin arttırılması için düdüklü tencere kullanıldığı düşünülüyor. İlk aşamada olayı terör saldırısı olarak nitelendirmeyen Obama da fikrini değiştirdi. “Sivilleri hedef alan her saatli bomba terör saldırısıdır” diye konuşan Obama, saldırının faillerini araştırmaya devam ettiklerini belirtiyor. Olayda kullanılan düdüklü tencere tipi bombalar Irak ve Afganistan’da ABD ordusuna karşı yapılan saldırılarla benzerlik taşıyor. Boston hastanelerindeki hastalardan alınanşarapnelörnekleridesivrimetalşarapnel parçalarının sivilleri yaralamak için özel olarak tasarlandığını ortaya koyuyor. Bomba 2010’daki New York saldırısına da benziyor.

GERÇEK HAK VE ÖZGÜRLÜKÇÜLER NEREYE KAYBOLDUNUZ?

19 ocak 2013’te Sofya’da yapılan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) 8. Olağan Kongresi’ni izledim, Başkan Dr. Ahmet Doğan tarafından yarısı okunarak, yarısı da dağıtılarak sunulan politik raporu internetten alıp dikkatle inceledim. Ben de Ahmet gibi bir Kırımlı göçmen boyundanım. Bizimkiler önce Koca Balkan’ın Kuzey eteklerindeki “Vırbitsa” yerleşim yerine, savaşlardan sonra da büyük göçlerle Türkiye’ye gelmişler. Türkiye’de yetişsem de, Bulgaristan’daki kardeşlerimizin çileli alın yazgısına hep yakın ilgi duydum. 1989 seliyle gelen soydaşlarımıza Anavatan’da daha sıcak kucak açmak amacıyla 2003’te BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği kuruculuğuna katıldım. Dernek Başkan seçildim. İstanbul ve Trakya’da soydaşlarımızı birleştiren en büyük dernek bizimki olsa da, Hak ve Özgürlükler Partisi bu Kurultaya bizden ne delege, ne konuk ne de izleyici davet etti. Dernek üyelerimizin hepsi zeka, bilinç ve ruh olarak hak ve özgürlükçüdür. Özümüzde yapıcı eleştiri dışında, yıkıcı esinti dahi olmadığından bir de son parlamento seçimlerinde HÖH-DPS listesine 50 bine yakın oy sağlamış olmamızdan olacak, biraz kırıldık. Oktay Yenimehmedov isminde yerli Türklerden bir üniversiteli gencin, politik eylem olarak (tasvip etmediğim), elinde tabancayla sahneye atlayıp A. Doğan’ı kürsüden indirmesi; hemen ardından görkemli bir kültür sarayında birbirini izleyen (kınadığım) vandalizm sahneleri beni çok etkilemiş olacak ki, raporu okurken gözlerimin önünden gitmedi. Bulgaristan Türk, Pomak ve öteki Müslümanları totaliterizimden demokratik düzene geçerken, A. Doğan onları politik yapılanma merkezine başarıyla çekip, kısa sürede 3 kez iktidar ortaklığına yükselti. Onun yönetiminde Bulgaristanda yaşayan Müslümanlar ilk kez ülke çapında örgütlendi, yerel meclislere ve parlamentoya grup olarak katıldı, kendi bakanlarıyla iktidara ortak oldu. Yeni ortamda Türkler ve öteki azınlıklar kaderlerinin yeni bir kalemle, bembeyaz bir sayfaya yazılacağına umut bağladı. Böylece A. Doğan son 20 yılda kurtarıcı lider-kahraman oldu. Son yıllarda A. Doğan hakkında çıkan kritik kitaplar bu arada Sofya günlük, periodik ve elektronik yayınlarında yazılıp çizilen, anlatılanlar, benim bu olaya daha fazla zaman ayırmama neden oldu. Olayları soydaş ailelerin, hele Bulgaristanlı gençlerin büyük bir dikkatle izlediğini ve kendilerince yorumladığını söyleyebilirim. 15 sayfalık raporun öznesi aslında HÖHDPS’den fazla bir oluşum ve evrim nesnesi olarak Avrupa Birliği’dir. Aldığı eğitim itibarıyla bir feylesof olan A. Doğan raporunda Bulgaristan’ın geleceğini AB’nin bugünü, yarınları ve tarifsel işlevi açısından ince eleyip sık dokuyor. Bundan dolayı olacak ki, raporun daha 2. cümlerinde “parti kuruculuğu” ile “kişisel varoluş” ön plana çekilmiştir. Ardından Bulgaristan ve AB açısından “kalıcı olan nedir?” ve “neler değişmelidir?” soruları sormuştur. Bu açıdan raporun baştan sona Diyalektik ve Tarihsel Maddeciliğin 3. genel geçerli yasası olan, Olumsuzlamanın Omuzsuzlanması (yadsımanın yadsıması) açısından yazıldığını söyleyebilirim. Liderlik için özel bir yetenek gerekmese de, bu raporu yazmak için felsefe bilmek gerektiğini itiraf ediyorum. Şimdi Bulgaristan da eklendiği 27 ülkeden oluşan AB, 56 yıl önce Fransa, Batı Almanya, İtalya, Benelüks ülkeleri Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında imzalanan ve bağımsız bir devletler topluluğu kurmayı amaçlayan, Roma Antlaşması ile ortaya çıktı. Aslında bu fikrin tarihi daha eskilere dayanır. Avrupa’yı birleştirmek ve gereksiz olandan temizlemek isteyen Napolion ve Hitler Moskova kapılarında kırıldı. Milenium düşünürü K. Marx,160 yıl evvel, Avrupa Birleşik Devletleri proleter devrimleri sonucunda kurulacak, demişti. Devamı Gelecek Sayıda


14

Filiz SOYTÜRK

Devlet Biziz

24 şubat 2013’te Sofya’da Bakanlar Kurulu önünde 10 bin kişi adına konuşanlar BULGARİSTAN’DA POLİTİK MODELİN DEĞİŞTİRİLMESİNİ istediler. “Halk biziz!” “Devlet Biziz!” “Politik parti modeli eskidi!” “Protesto edenlerin özgür iktidarı kurulacak!” sloganları yükselttildi. Sofya şiddetli gösterilere sahne oldu. Ekonomik bunalımı aşamayan Bulgaristan, politik krize battı. Türk,Pomak ve Müslüman Çingenlerin ağırlıklı olduğu Kırcali, Razgrat, Şumen, Silistra ve Kuzey Batı Bulgaristan il merkezlerinde yoğun hareketlenme beklenirken Smolyan ve Blagoevgrat eyleme geçti. Plovdiv ve Varna’da Kitle eylemlerine “Yabancı tekeller ülkemizden hemen kovulsun!” “Soygun ve talana son!” istekleriyle 15 binden 30 bine kadar öncelikle gençler katıldı. Bütün mitinglerde Veliko Tırnovo ve Varna’da “çağresizliğe karşı” kendini ateşe verenler bir dakika saygı duruşuyla anıldı. Hükümetin istifası üzerine göstericiler Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ile görüşmek istediler. Hiçbir politikacının katılmasını istemedikleri bu görüşmenin naklen yayında kameraların önünde yapılması talebinde bulundular. Politikacılar siyasetin dışına itildi. Yeni bakış açıları aranıyor. Göstericiler Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasası’nı yaktılar. Temel yasanın halkın değil, bir avuç zenginin çıkarlarını savunduğunu öne sürüyorlar. Göstericiler, siyasi partilerin tümünün yasaklanmasını, halkın Parlamentoda direk ve daha etkin temsilini talep ederek, eylemlerini sürdürüyorlar. Ülkemizde “yüksek elektrik faturalarını protesto ederken” alevlenen halk isyanı ateşi bacayı sardı. B. Borisov iktidarı, ekonomik ve sosyal problemleri çözememekle itham edilirken, somut olarak halkın kanını emen tekellerle ve ahtopotlarla başa çıkamamkla, işsizlik ve yoksulluk sorunlarını çözüm getirememkle, eğitim ve sağlık alanında çöküşle, bürokrasi ve memur tabakasına özel imtiyazlar tanımakla suçlanıyor. Sosyalist Parti (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) halk ayaklanmasının devrimleşme sürecinden korktu ve politik adan el çekti. Partiler hükümet kurmak istemiyor. Bulgaristanı hükümet olmanın korkusu sardı... Basın ve TV halk ayaklanmasına neden olan ÇEZ elektrik dağıtım şirketi yönetiminde görev alan kodamanların listesini çıkardı. Bu baş belası yabancı şirkette “HÖH-DPS” eski Başkanı ve şimdiki Fahri Başkan Ahmet Doğan’ın eski eşlerinden biri ve “HÖH-DPS “Başkan Yardımcısı Hristo Biserov’un oğulu çok yüksek maaşlı görevlerde bulunuyor. Yeni dönem Bulgaristan tarihinde III. Çarlığın ilan edildiği 1908’den beri ilk defa iktidarsızlaşma, partileri yasaklama, parti erkini reddetme, Anayasayı geçersiz kılma istekleri yükseltilirken, teknokrat bir erki göreve davet eden eğilim derinleşip güç topluyor. Bizdeki politik modelin değiştirilmesi ne anlama gelir: 1. Başkanlık Cumhuriyeti kurulabilir; 2. Politik partilerin yasaklanır. Bizde 2013’te 400 politik parti var. Bunlardan biri Hak ve Özgürlükler Hareketi’dir. Söz konusu olan HÖH-DPS’nin de yasaklanmasıdır. Fakat partisiz demokrasi olmaz. 3. Politik partilerin yasaklanması demokratik düzenin yıkılması ve yerine otokratik diktatörlük veya Başkanlık iktidarı kurulması anlamına gelir. Bu dönem 1934’te denenmiş ve Aleksandır Tsankov’un faşit hükümeti işbaşına gelmiştir. Bu kabine dünya tarafından tanınmamıştır.Düzensiz alaklanma ve direnişlerde yoğunlaşma şartlarında öz yönetme mekanizması oluşturan protesto gösterileri gün geçtikçe daha etkin politik nitelik kazanıyor. Bulgaristan için olduğu kadar 27 Avrupa Birliği devleti için de, yepyeni bir politik ortam oluşturan ayaklanma, dünya kamuoyunun dikkatini çekti. Yunan sokak direnişçileri ile kıyaslama yapmak isteyenler hemen sustu. Arap Baharı’na benzemediğine işaret edildi. Komşuda ve Arabistan’da kavga muhalefet ve iktidar partileri arasında şiddetlenirken, bizde politik partilerin tümü politikadan çekilmek zorunda kaldı. Siyasetten vazgeçenler örgütlerini dağıtmaya, siyasi hayattan uzaklaşmaya, defolmaya çağrılıyor. Soygun, talan ve dolandırıcılıkla itham ediliryor. Savcılık göreve davet ediliyor. Direnişin yabancı tekellere tepkisi çok güçlü ve destek topluyor. İçlerinde Ahmet Doğan’ın ve HÖH yönetim ekibinin de olduğu, yerli oligarşik mafya çemberinin AB’deli sömürücü tekellerle talancı ortaklığına son verilmesi isteğı kesinlik kazanıyor. Kükredikçe yayılan politik atılımda başat devinim gücü olan sendikacılarla omuz omuza yürüyen üniversiteliler ön saflarında yumruk sıkıyor. Ayaklanma daha birinci haftasında enternasyonel boyut aldı. Berlin, Paris, Londra ve Madrit Bulgaristan Büyükelçilikleri önünde toplanan kalabalık Sofya’da polisle diş dişe göz göze kavga edenlerle dayanışma halinde olduklarını duyurdu. Bulgaristan’da toplumsal demokratikleşme süreci, HÖH-DPS de dahil olmak üzere, 23 yıldan beri iktidar paylaşan partiler tarafından baltalandı. İktidarlar haklarımızı elde etme davamızı ve özgürleşme özlemlerimizi dürülüp rafa kaldırdı. Bu yüzden totaliterizmi 1990’da devrimci kükremeyle tarihe itsek bile, özlediğimiz ideal demokrasi gerçekleşmedi. Bundan dolayı mitinglerde yükselen sloganlarda toplumu doğrudan demokratik prosedürlerle yönetme , yerel ve merkezi öz yönetime geçme istekler gibi politik değişiklikler talep ediyorlar. Görüldüğü üzere, Mayısta yapılacak erken seçimlere kadar isyan ateşi sönmeyip alevlenerek tüm köy ve kentlere sıçrayacak. Türk, Pomak ve Müslüman Çingen köy, semt, mahalle ve belediyelerini henüz bütünüyle kucaklamamış olan bu özgün atılım, artık spontane toplantı ve mitinglerde kendini her yerde gösteriyor. Bizler, Bulgaristan halkı toplamında çok önemli bir oluşturucu öğe olarak şahlanan cesaretin sokak zorlamalarına tarafsız kalamayız. Politik ortamı ırgalayan yeni güç, tüm yolsuzluklarda parmağı olan HÖH-DPS lider ekibini de politik sahneden fırlatmaya hazırlanıyor. Görüldüğü üzere HÖH-DPS’nin lider ekibinin eli tamamen kirlenmiş durumdadır. Zamlı elektrik faturaları size de bize de geldi. “Olay, bir soygundur!” deyenlerin kalesinde hepimize yer var. Dava ortaktır. Devamı Gelecek Sayıda

seytan Dogan -3 Devamı 15‘te

1) Moskova Türkiye’nin dikkatini Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinden Batı’ya çekmek istiyordu; 2) “Bulgarlaştırma” baskısıyla yarattığı gerginlikle T.C.’nden Ordularının Rusya sınırlarından Trakya’ya çekmesini hedefliyordu. 3) Bulgaristan’ın karışmasını, zayıf düşmesini, istikrarsızlaşmısını isterken, T. Jivkov’u sarsmak için yerli Türklerin hoşnutsuzluğundan yararlanmayı planlıyordu. 4) T.Jivkov ile M. Gorbaçov arasında çok ciddi problemler belirmişti. 5) Moskova, Bulgaristan’ı ve Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını himayesi altında bulundurmayı ve istediği gibi kullanmayı hesaplarken, elinden geleni ardına bırakmıyordu. İşte böyle bir mantık silselesinde oyunun 2. perdesini açan P. Yapov DS ve KGB’nin Ahmet Doğan’ı sahneye yeni bir görevle (iktidar olma) çıkardığını anlatıyor. A. Doğan görevini DS şefi general Nanka SEMERCİEVA’dan alıyor. Pazarcık hapishanesinde Rus ajan ve diplomatları, Büyükelçi Avdeev, konsolos Vladimir Feodorov v.b ile Medi Doganov arasındaki görüşmeler artık sona ermiştir. 1) 1989 ağustosunda Bulgaristan Türkleri arasında lider kabiliyetine sahip veya önder olabilecek 500 aydın sınır dışı edildi. Türkiye, Belgrat ve Viyena’ya kovuldu. Saha Ahmet lider için açıldı... 2) 1984 -1989 arasında kurulan Türk direniş örgütleri başsız bırakıldı, hırpalandı, tehdit edildi ve politik sahneden uzaklaştırıldı. Bunu yapan DS idi. 3) 1989 yazında Türkiye Dış İşleri Bakanı Mehsut Yılmaz ve Bulgaristan Kültür Bakanı Georgi Yordanov arasında Kuveyt’te yapılan Bulgaristan Türkleri konulu görüşmede, - (Konstantin Çakırov’un “Demokratların ikinci Kattan Akışı” eserinde yayınladığı “Kuveyt Görüşmesi Stenegrafisi”nde aynen verildiği üzere, M.Yılmaz G.Yordanov’tan “yorgan altında Türkçe konuşsunlar” talebinde bulunmuş ve böylece Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının öz hak ve özgürlükleri, Türklük uğrunda verdiği ağır mücadele galebe çaldığı anda, ansızın can damarından vurulup kötürüm bırakılmıştır. DS ve KGB Ahmet Doğan’ı politik oyunun 2. perdesine çıkarırken, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hakları, adaleti, özgürlükler v.b. iyi yaşatma istemleri, Türklüğü canlandırma gibi sorunları artık çözmüştür. Türkiye bu işten çekilmişse Bulgaristan yapılacak iş kalmamıştır. Bu gerçek 23 yıldan beri yaşatıldı. Bu yüzden olacak ki, A. Doğan son 23 yılda Bulgaristanda yaşayan kardeşlerimiz için elini kıpırdatmamış, Meclise bile gitmemiş, tek okul ziyaret etmemiş, Camiye girmemiş, Türkçe kitap bastırmamış, okullarda Türk dili derslerini engellemiş, bir tek Türk dede veya nenesinin elini öpmemiştir v.b v.b. “Türk kültüründen bana ne?” deyen Liderin kendisidir. Bu aslında Moskova’nın da işine gelmiştir. DS ise bayram etmiştir. 4) 1990 – 2000 yıllarını kapsayan dönemde, DS A. Doğan’ı lider yapmak, Bulgar ulusuna “akılı bir politikacı” olarak dayatmak, “bütün işlerin Doğan etrafında döndüğü imajını yaratmak için” uluslararası tanıtma yolunda çok çaba göstermiştir. Yapov, bu çabaları anlatırken Türklerin hak ve özgürlük, adalet direnişlerinin tümünü örgütleyen, yöneten ve koordine eden liderin bu işleri Pazarcık Hapishanesinden yapabilecek kadar zeki olduğunu savunacak kadar ileri gitmiştir. “Şeytan” Ahmet’in bütün olayların içinde olması” pek çok kişiyi çok düşündürmüştür. Fakat bu güne kadar A. Doğan’ın KGB ajanı olduğunu iddia eden herhangi bir Bulgaristan Türkü veya Bulgar aydınına rastlamamıştım. Pek tabii ki, Yapov eserinde vurgulayarak değinmese de, bu saçmalıklara bazı Bulgar politikacıların tavır alması geçikmedi. Örneğin, Cumhurbaşkanı Jelü Jelev, “OTOBİOGRAFİ” – (Herşeye Rağmen) eserinde, “Medi Doganov’un Bulgaristan’da Türklerin Ulusal Kurtuluş Hareketi gibi örgütleri, Türk kadınlarının 1989 Mayıs Ayaklanması yanında solda sıfır kalır!” diye yazdı. Aynı konuyu işleyen, Konstantin Çakırov ise şunlara işaret etti: “Bugün Doğan’ın illegal örgütünü hapishaneden nasıl yönettiğine ilişkin anlatılan masallar safdiller veya “aptallar” içindir.” “Hedef reel yaşamda etkin olan örgütleri yok etmek veya onların etkinliklerinin Ahmet Doğan hesabına yazmaktır.” P. Yapov’a göre, DS bu işlerde birkaç yanlış yapmış ve en nihayet Ahmaet Doğan’ın ipi pazara çıkmıştır. A.Doğan 1986 ylında, “ajan Sava iken” halk düşmanı olarak yargılanıp hapse girdi. Oysa “Ajan Sava” olan Ahmet Doğan’ın dosyası 06.03.1988’de gizlilikten çıkarıldı. Öyleyse, Ahmet Doğan hapishanede de mi ajandı. Bu olay yazarı derinden düşündürmüştür. Sosyalist Bulgaristan’da bir Komünist Partisi üyesi, parti örgütünden atılmadan, bir DS-ajanı ajanlıktan serbest bırakılmadan tutuklanıp, yargılanıp, hapsedilemezdi. Burada Bulgaristan Halk Cumhuriyeti yasaları üstünde ve bu kanunları geçersiz kılan bir olgu söz konusudur. Yazara göre, Ahmet Doğan olayına KGB daha 1985’te el atmıştır. Kısaca Rusyanın KGB’si Ahmet Doğan’a çadır açmıştır. KGB Bulgar DS’ye ajan Sava (Ahmet Doğan) konusunda dayatmada bulunmuştur. Neden mi? Bu soruya yanıt vermek oldukça zor. Yapov konuya hep Moskova’nın Bulgaristan üzerindeki kendi çıkarlarını koruması açısından yaklaşıyor. Diğerlerin yazıp çizdiklerine bakan, özellikle başka bir Bulgar yazarı olan ve Todor Jivkov’un 12 yıl özel sekreteri görevinde bulunan K. Çakırov şunları belirtiyor: “M.Gorbaçov ile T.Jivkov arasında derin uyuşmazlıkların belirdiği “perestroyka” döneminde, KGB Bulgaristan’ın istikrarsızlaştırılması için çok çaba harcadı.” Ahmet Doğan konusuna, kitaplarının dördünde de özel olarak değinen BKP ile DS’nin kaynaştığı istihbarat karargahı olan 6. Şube’de “Türk Bölümü” Amiri Albay Veselin Boşkov “TEHLİKE DEVAM EDİYOR” eserinde Pazarcık Hapishanesi’nde yatan “Medi” ile Rusyanın SSCB Sofya Büyükelçiliği’nden görevlilerin Rodop Dağlarındaki DS konaklarında yapılan görüşmelerde ödev belirlemesi gerçekleşmiştir. Bu konuşmalar baştan sona kayda alınmıştır, ama açıklanamaz, çünkü devlet sırrıdır, diye yazdı.

1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Semra HÜSEYİN Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Dr.Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Hayati DURMAZ Diş Hekim İsmail ALİOĞLU Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK D o c . D r. S a k i n Ö N E R Doç. Dr. Emine İNANIR D o c . D r. H a s i n e Ş E N

Diş Hekimi Halide ÜMİTFER

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Nafiye YILMAZ Av. Hasan MOLLAOĞLU Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM Muazzez YURDAKUL Muharrem KIRAN Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Orhan ÇAKIR Neriman ERALP

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 477 61 10 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Star Medya Yayıncılık A.Ş. Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK

Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Bulgaristan Türklerinin Sesi Demek oluyor ki, DS-nin “Sava” yı ajan olarak koruması KGB dayatmasıyla olmuştur. Ahmet Doğan KGB’nin özel görevlendirip yetkilendirdiği kişidir. Daha sonra görüldüğü üzere bu özel görevler arasında, Bulgaristanda özelleştirmeden ekonomiden Bulgaristan Türk ve Müslümanları ile Romlara verilen bonoların HÖH yetkililerince toplandını. Fakat bunların MULTİ GRUP adında bir dev ekonomik ve mali kuruluşun zalim ve adaletsiz biçimde dağıtıldını. Bunların elleriyle enerji, demir çelik, petrol, renkli metaller, akar yakıt boru hattı, kablo fabrikası v.b. sanayi kullarına ve değişik iş alanlşarına el atılması ve Bulgaristan ekonomisinin boğulması söz konusudur. Yapov eserinde bu cinayetleri, milli menfaatlerimizin satılması ve halkın çıkarlarına peşkeş çekilmesini en ağır sözlerle lanetlemiştir. Burada vurgulanacak nokta, HÖH’ün de katıldığı üçlü koalisyon hükümetlerinin Ahmet Doğan (görev süresi sahibi), Saks Koburgotskı (başbakan) ve Sergey Stanişev (başbakan) şahsında DS tarafından kurdurulup, KGB tarafından yönetilmesidir. Moskova’nın Bulgaristandaki ekonomik çıkarlarını bu ajanlar sayesinde korumuş ve güçlendirmiştir. Multi grup hakkında söylenecek iki söz varsa, bunlardan birisi malı-mülkü insanlarımızın bonoları ile elde edilmiş olmasıdır. Bulgaristan Türklerine verilen imtiyazların ve tanınan olanakların HÖH Lideri tarafından Mokovaya bağlı çalışan şirketlere peşkeş çekilmesiyle sonuçlanmıştır. DS ve KGB’nin çok özel ilgi alanına giren bu konulara ve “Bulgaristan Türkü”ne ne T.C. Sofya Büyükelçiliği, Plovdis, Burgaz Konsoloslukları v.s. ilgi göstermemişlerdir? P. Yapov bu konuya özel olarak değinmiyor, alıntı da çizmıyor, sadece 1990’da seçilen Büyük Millet Meclisi vekilleri ile diplomatik görevliler arasında 134 görüşme tespit edildiğini yazıyor. Bu olgu Bulgar istihbaratçıları tarafından hatıralarında işlendi. Örneğin, Albay V. Bojkov, Ahmet Doğan ile MİT ilişkilerini ayrıntılı anlattı. “Bulgarlaştırma” yıllarında, Sofya “Karl Marks Ekonomi Enstitüsünde” okuyan, Ahmet Doğan’la Bulgaristan Bilimler Akademisi’nde doktora tezi yazarken tanışan, ona sevdalanan, Gökay isimli Şumenli bir Türk kızı bu etkileşimde çok önemli bir rol oynamıştır. Gökay DS’nin Birinci Şübe Ajanıdır. Pazarcık Hapishanesine sık sık gidip sevgilisiyle görüşmüştür. Uzun sohbetler, ayrı kalmalar, o yıllarda Amet Doğan’ı gözetleyen subay İvan İvanov’un dikkatini çekmiştir. Ne var ki, “iki sevgili” hapishanede biraraya gelmeden önce Gökay-kız defasında başka bir adrese daha uğramıştır. Bu yer, doğuştan Bulgaristan’ın Tırgovişte ilinden olan ve T.C. “diplomatik görevlisi” olarak Plovdiv’e yerleşen, aynı zamanda Gökay’ın Plovdiv Tarım Akademisi’nde öğrenim gören kızkardeşine abayı yakan, daha sonra da onunla evlenen “Türk diplomatın” dairesidir. ŞEYTAN: AHMET DOĞAN-4 bölüm BULGAR DEVLET İSTİHBARATI (DS) İLE RUSYA DEVLET GÜVENLİK KOMİTESİ (KGB) A J A N I O yıllarda Amet Doğan’ı gözetleyen subay İvan İvanov’un bu iki sevgili dikkatinden kaçmamıştır. Ne var ki, “iki sevgili” hapishanede biraraya gelmeden önce Gökay-kız bir defasında başka bir adrese daha uğramıştır. Bu yer, Bulgaristan’ın Tırgovişte doğmlu olan ve T.C. “diplomatik görevlisi” olarak Plovdiv’e yerleşen, aynı zamanda Gökay’ın Plovdiv Tarım Akademisi’nde öğrenim gören kızkardeşine abayı yakan, daha sonra da onunla evlenen “Türk diplomatın” dairesidir. Böylece, TR-DS–KGB arası DS Birinci Şübe ajanı Gökçe’nin özel çabalarıyla Pazarcık Hapishanesi’nde, Rodop Dağları’ndaki dağ evlerinde viski sofralarında yoğurulmuşlardır. Bu ilişki son derece önemli olacak ki, Gökay 1989’daki “Büyük seyehat” döneminden sonra Türkiye’ye göç etmedi. Sofya’da kaldı ve HÖH Merkez ofisinde görev aldı. Tabii, bu izlenimler beni P. Yapov’un kitabını okurken de derin derin düşündürdü. Nasıl olur da, DS dosyası kapanmamış, kendisiyle ilgili birçok hesap yapılan, KGB himayesinde bulunan bir UMUT LİDER bu denli sefil olabilirdi!?. ONUN KONUŞMALARINDA VE DAVRANIŞLARINDA, BEDEN DİLİNDE AKILLI, ZEKİ BİRİ OLDUĞU İZLENİMİ BIRAKAN BİR ÇİZGİ PEK DİKKATİMİ ÇEKMEDİ. Yoksa diyorum tüm bunlar A. Doğan’a vazife olarak 1990’dan sonra mı yüklendi!? Çünkü 1990-1994 HÖH Merkezinde çalışanlar maaş alamıyorlardı. Yapov, Başbakan Andrey Lukanov’un A. Doğan’a para, daktilo, telefon v.b. verdiğini yazıyor. Kanımca, KGB’nin Doğan’a ne zaman para vermeye başladığı üstüne ek çalışmalar yapmak gerekiyor. Yazar, “Telgraf”, “Monitor” “Politika” ve “Uikkent” gazetelerinin Moskova parasıyla alındığını, yalnız son haftalık yayının değerinin 200 000 Euro olduğunu yazıyor. Bu yüzden P. Yapov’un tespit yorumlarının biraz da “milliyetçi” açıdan kaleme alındığı görüşündeyim. P. Yapov’un eserinde KGB para muslukları her üç sahnede de Ahmet Doğan’ın bahçesine akmıştır. Neden mi? Diğer ödevlerin yanında KGB Bulgar toplumunun dini ve etnik temelde parçalanmasını da istemişti ve bu da ancak parayla olacak bir iş olduğunu görmüştür. KGB’nin HÖH olgusunun daha ilk gününde yer aldığını gösteren bir başka olgu da şudur. Yapov’un yazdıklarını kısaca açmak isterim: 1990 Ocağında Varna’da Hak ve Özgürlükler Hareketi kurulup mahkemede tescil edilirken PROGRAMINI yazan Miroslav Dırmov adında bir Bulgardır. Ahmet Doğan HÖH’ün hiçbir belgesini kaleme almamıştır. M.Dırmov Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin Drezden şehrindeki Teknik Üniversiteyi bitirdikten sonra Sofya’da İstihbarat Yüksek Okulunda okudu ve orada öğretmen olarak çalıştı. Bulgaristan da bu arada, Doğu Avrupa ülkelerindeki Türklerden sorumlu KGB Albayı olan S.Üstüngel ile Komintern kadrosundan Mara Kolarova’nın öz kızı Maya M. Drımov ‘un eşidir. KGB’ye ve DS’ye bağlı bir kadro olaran Ahmet Doğan’a HÖH Programı’nı yazma görevini o da Moskova’dan almıştır. Drımov HÖH’ün Varna Şehir Mahkemesi’nde tescilini sağlamış ve hareket merkezinin Sofya’ya taşımıştır. Drımov’un Varna seçim bölgesinden HÖH Millet Vekili seçilmesiyle bu alış veriş defteri kapanmıştır. P. Yapov’un eserinde özellikle değinmediği bir husus da, kendisinin de 8 yıl 4. katında çalıştığı Sofya “Al. Stamboliyski” 45 A’daki HÖH parti merkezinin devletten nasıl alındı-

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Emel BALIKÇI Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Mehmet KRAL Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara:Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Mahmut ORAL İst. Sultangazi:

Seyhan ÖZGÜR

ist. G.O.P.aşa:

Sevilcan YÜCE

ist. 500 Evler:

Nedim BİRİNCİ

ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar:

Müjgan DENİZ

ist. Başakşehir:

Ayten ERDEM

ist. Kağıthane:

Nazım ÇAVUŞ

Bursa-Yıldırım:

Turhan YAMAÇ

Bursa-Hürriyet:

Üzeyir AKGÜN

Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl

Bayram BAYRAM

İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece:

Mümin GÜNEY

İzm.Buca:

Hüseyin PAŞAMOĞLU

İzm.Bornova:

Kenan ÖZGÜR

Edirne:

Nadir ADLI

Kırklareli:

Ali ÖZTÜRK

Tekirdağ:

Sezai ALTINAY

Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKE


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15 ğını açıklamamasıdır. Bu merkezin elde edilmesi, DS kıdemli albaylarından Yovko Yovkov’un

seytan Dogan -4

Maliye Bakanı yardımcılığı dönemindeyken devlet mülklerinden sorumlu olan baş amir olduğu zamana rastlar. O vakit, bu binanın alınmasına karşılık, Ahmet Doğan, Y. Yotov’un oğulunu ABD Harvart Üniversi’nde doktora tezi yapmak için Sağlık Bakanlığı adına delege etmişti. “Al. Stamboliyski” 45 A’da bulunan 6 katlı HÖH parti merkesinin Beni hala düşündüren, KGB’nin eli kolu taa oralara kadar uzanabiliyor muydu? 2. ve 3. perdede izlenen olguların arasında şunlar göze çarpıyor. Ahmet Doğan, Bulgaristan Cumhuriyeti’nde 36.; 37.; 38.; 39. ve 40. Millet Meclidin’de vekil olan, her defasında Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının oylarının hemen hemen hepsini ve özellikle de Türkiye Cumhuriyetindeki soydaşlarımızın oylarını 5. kez kayıtsız koşulsuz tümüyle aldı. Süresiz Başkan seçilmiş olan bu “lider” seçim listelerini de kendi kıstaslarına göre belirlemektedir. Bu işte müdahale edecek durumda olan tek kişi yoktur. Sarayda yaşayan ve devlet güvenliği tarafından korunan, zırhlı araçla gezen “önder” halkla görüşmüyor, insanlarla yemek yemiyor, uzun süre kimseyle beraber kalmıyor. Sözde hayatı için tehdit almış. Eserde, Ahmet Doğan’ın gizli kasaları olduğu, halktan para topladığı, gizli işler çevirdiği v.b anlatılırken, 2. hafta boşadığı Aysehel’le evlenirken 1.5 milyon leva harcadığına dikkat çekilmiştir. P. Yapov eserinde DS-KGB Ajanı Doğan olayına bir de, Bulgar milliyetçiliği açısından bakıyor. Ataka partisinin kurulmasıyla ülkede milliyetçiliğin yeşerdiğini ve anti-İslamist ve Anti HÖH uçların sivrildiğini anlatıyor. Bu hortlamanın ulusal hoşgörü ve barışı baltaladığına işaret ediyor. HÖH’ün kooalisyon iktidarı döneminde büyük vurgun yaptığını yazan P. Yapov, seçmenlere dağıtılan “Moskova paralarıyla” son seçimlerde oyların % 30 oranında arttığını vurguluyor. Konuya devamla, BSP, Çar II. Simeon partisi “II. Simeon Ulusal Hareketi” ve HÖH hükümetlerinin sadece ve yalnız Moskova çıkarları için çalıştığını, enerjimizi Rusyaya bağladığını ve ülkemizi çökerttiğini yazan araştırmacı yazar, Bulgaristan’ın geleceğinı farkı bir bakış açısından gözlemektedir. Biz HÖH’ü kurarken, Bulgaristan TürkMüslümanlarının etkik Türk kimliklerini koruyarak gelişeceklerini ve ulusal demet içinde laik oldukları yeri alacaklarını savunulurdu. Yapov ise Türk ve Pomakların ve azınlık durumunda olan Bulgaristan etniklerinin Bulgar partilerine katılarak, oy vererek eritilmelerini, yeni bütünlük içinde kaybolmalarını yeğlerken, Gotse Delçev bölgesinden bazı soylu Pomak aydınlarını örnek olarak göstermiştir. Eserinde, Ahmet Doğan’ın en yakın zamanda mahkemelik olacağı, HÖH’ün çökeceği ve birkaç yıl sonra dağılacağı, anayasayla uyumsuz bu etnik ve dinsel oluşum yasaklanması gerektiği gibi görüşlere yer verilmiştir. HÖH Operatif Büro üyesi, Sofya HÖH il Örgütü Başkanı, Ahmet Doğan’ın çalışma odasına her zaman girip çıkan, yazışmalarını okuyan, düzenleyen, onun adına birçok görüşmeye katılan büyük bir aydın sıfatıyla bilinen P. Yapon’un HÖH merkezini ziyat eden herhangi bir KGB yetkilisinden söz etmemesi de kayda değer bir ayrıntıdır. A. Doğan’ı ziyaret eden önce DS ve şimdi de DANS subaylarından da neden bir söz edilmiyor? Balkanların 1990’lı yıllarda ve 2010’a uzanan ağır bunalımda Doğan’ın Moskova ajanı olarak DS ile uyumlu çalışıp başarılı olduğunu, pek çok şahsi mal mülk edindiğini, bunların hiçbirinin kendi adına kayıtlı olmadığını, vergilerini başkasının ödediğini. Ayrıca Ahmet Doğan’a birşey olursa bu mülkün ve paraların devlete kalacağını, tüm varlığın daha büyük kısmının değişik kuşaklardan DS şimdi de DANS yetkilileri adına tescil edildiği v.b. Yazıyor. Gerçekler, olaya el atma zamanın geldiğini bildiriyor. Bulgaristan’da tüm Müslümanların Ahmet Doğandan birşey beklemesinin yanlış olacağına parmak basıyor, “boş hayallerle yaşamayın” diye yazıyor. Kitabın bıraktığı genel izlenim “Bulgarlaştırma”

zülmünün neredeyse Ahmet Doğan olayı dışında gelişmesi, Doğanın hazırlık görürken olaylara karıştırılmaması, korunması ve hazırlık görmesidir. Moskovanın Bulgaristan’ı ezme ve yoksul bırakma, yeraltı ve yerüstü zengtinliklerine el koyma çabalarının kitapta yer verilirken, en önemli KGB ajanları olan Ahmet Doğan, AB ve NATO üyeliğine neden izin verildiği, bununla neyin hedeflendiği işlenmemiştir. Kitap bu bakıma çelişkilidir... Daha derin düşünülürse bu kitap, Bulgar milliyetçilerine yem olabilir diye düşünüyoruz. Bulgaristan’da Müslümanlar şimdiye kadar “beşinci kolordu” olarak gösterilirken, şimdi KGB -ajanın büyük ordusu olarak ortaya çıkıyor, burada başka gerçeklerin aranması da gerekiyor, şöyle ki yazar konuyu daha etraflı irdelemeye yanaşmıyor. Açıkça ifade edildiği üzere, HÖH ve onun KGB ajanı LİDERİ Bulgaristan Müslümanlarını ezen, sıkıştıran, boğan toplumsal kalkınmalarına engel olan, dev bir ejder oluşumu çok büyük bir korku ve dehşet haline geldiğini bildiriyor. Bunalım içine düşünce biraz da kendini korumaya özen veren Ahmet Doğan Sofya’nın Vitoşa Dağı eteklerinde Saraylara kilitlenmiş Yani Zellanda’da yaşama hayalleri kurmaktadır. Demek hapislik sadece hapishanelerde değil saraylarda da olabiliyormuş. Milli Güvenlik tarafından gece gündüz korunsa da Bulgaristan’dan kaçmak herhangi bir soruna çözüm olur mu dersiniz. Müslümanlar da artık uyanmaya başladılar, dünyayı okumaya başladılar. Aldatıldıklarını oyuna getirildiklerini farkına varmaya başladılar. KGB Lideri Doğan’ın alaşağı edilmesi gerektiğine artık inandılar. Yapov Bulgaristan’da en vicdansız insanın Ahmet Doğan olduğunu duyuruyor. Yapov eserinde anlatılan çok farklı bilgilerin özündeki gerçekte Doğan’ın ipleri Moskova – KGB ve gizli istihbaratı DS tarafından çekilen kötü bir adam gibi tanıtılırken, Müslümanların karşısında şeytanın oyunundan ve zülmünden kurtulmasının ellerinde olduğuna ve artık T.C. Yetkililerinin de bunu fark ettiğine altını çizerek işaret ediyor. Son kısım Eserinin son sayfalarında Doğan’ın bir DS ve KGB ürünü olduğunun altını yeniden çizen, “ben bir gerçekçiyim, Doğandan hesap sorulmayacaktır”! Öngörüsünde bulunuyor. Kitabın son iki cümlesi şunlardır: “Doğan için şimdi ne gibi bir plan kuruldu acaba? Bulgaristanla ilgili kesip biçtikleri nedir biliyormusunuz!?” Hak ve Özgürlükler Partisi Merkez Konseyi’ne üye olan ilk Bulgar, Başkan Ahmet Doğan’la yıllarca birlikte çalıştıktan sonra yazdığı bu kitabını şöyle bitiriyor: İ T HAM E D İ Y O R U M 1. Ahmet Doğan şeytanını yataran DS ve KGB’yi itham ediyorum! 2. Doğan’ın kendisini itham ediyorum! 3. Doğan’la ortaklık yapan ve ülkemizi derin bunalıma sürükleyen, Bulgaristan Sosyalist Partisi, II. Simion Ulusal Hareketi, Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni; şirket ve partilerden oluşan çemberi itham ediyorum! 4. Ülkenin en yüksek yasası olan Anayasayı delerek, bir etnik parti kurulmasına izin veren Bulgaristan Adalet Sistemini itham ediyorum! 5. Bulgar Anayasası’nın korunması için aralarında birlik kuramayan ve Doğan’ın yeni bir Kosovo ile tehdit savurmasına olanak veren tüm politik güçleri itham ediyorum! 6. Bulgar kamuoyunu ve Bulgar Türk, Pomak ve Romlarını itham ediyorum! Ben, onları, Doğan’a üstünlük sağlama fırsatı verdiklerinden ve Bulgaristan’a o denli büyük zarar verilirken göz yumduklarından dolayı itham ediyorum! 7. Yalnızca Bulgaristan için olmakla kalmayıp, tüm Balkanlar için de çok büyük tehlike oluştuğunu görüp algılamış olmasına karşın, Doğan ve Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni konjuktürel hesaplarla kabul eden uluslararası kamuoyunu itham ediyorum!

İNSANLAR NÖBET VERİN! ONARILMASI OLANAKSIZ OLANIN BAŞIMIZA GELMEMESİ İÇİN UYANIK OLUN! DOĞAN VE

Önümüzdeki 2013 seçimlerinde MüslümanTürk Topluluğunun kader seçimi olacaktır. Bir sofra tartışmasının düşündürdükleri İdeolojisiz politika olmaz. Mestanlı yöresi Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Bursada düzenlediği yemekli toplantı buna kesin kanıttır. Bulgaristan’da Hak ve Özgürlük Hareketi’nin yerel temsilcisi sıfatıyla bu toplantıya katılanlar ve HÖH adına konuşanlar Türkiye’den HÖH’e özel destek talep etmekle politik cahilliğini ortaya koymuşlardır. Son 2O yılda süregelen tek yanlı politikalara saplanmış olan ve hızla meydana gelen son değişiklikleri, Bulgaristan Türklerinin uyanışını ve yeni politik çözümler arayışını göremeyen HÖH yönetimi baltayı Bursa’da da taşa vurdu. Tüm HÖH elitini niteleyen ve izlenen politika için tamamen geçerli olan bu tanımlama, yeni başlayan seçim kampanyasında içte ve dışta aciz saldırıların şiddetli ucunu Türkiye’ye, göçmen derneklerine, AK Partiye, hükümete ve şahsen Başbakanımız Sn.Tayip Erdoğan’a yöneltmişlerdir. Bu yeni durumun nedeni şudur: HÖH elitine göre, Türkiye (HÖH-Monşerleri) HÖH’ü kayıtsız şartsız desteklemiyorsa yanlış yapmaktadır. Ne yazık ki, A. Doğan’ın (ajanın) çizgisinden çıkamayan HÖH’ün değişen eliti, politikayı okuyamadı, değiştiremedi, yenilemeyi ise hiç mi hiç düşünmedi. Ye n i ç a t ı ş m a n ı n a n a k o nusu ideolojik ve dolayısıyla politiktir. HÖH-elitinin bağlandığı neo-liberal ideolojiden Bulgaristan’da Müslümanlara geçmişte faydası olmamıştır ve gelecekte de faydası yoktur. HÖH’ün sarmaş dolaş olduğu Rus enerji tekelleri Bulgaristan’ı çökertiyor. Neo-liberal gelişmeler, halkımızın ezilmesi, sömürülmesi ve yok pahasına bir avuç zengini palazlandırma ve ihya etme anlayışına hizmet ediyor. A. Doğan’ın çevresinde kümelenen zenginler bizdeki neo-liberallerdir. Bunların dayattıkları politika son ayda 6 vatandaşın kendilerini yakmasına neden olmuştu. Onların hiç biri, 3.lü koalisyon ve A. Doğan, ölüm yatağında olsak bile bir kaşık su vermezler. Neo-liberal ideolojiden kaynaklanan politika bizde ancak ve ancak öz halkımıza, köydeşlerimize, kentli ve tüm kardeşlerimize, yoksul halkımıza ihanet politikası izlenmiş ve izlenmeye de devam etmektedir. Bu ideolojiden ve politikadan bize fayda gelmedi ve gelmeyecektir. Bunlar, hep bana ver, ben merkezli, ben kazanayım politikasını takip etmişlerdır. Hala anlaşılamamış olan bu politik aldatmaca, Bursadaki toplantıda AK Partinin HÖH konusunda sert tutum almasıyla balon gibi patlamıştır. Bunlar ilerki zamanlarda da her yerde patlamaya devam edecektir. İnsanımız artık bu politik zehirden arınma zamanı gelmiştir, bunu da bu 2013 genel secimlerinde bunu gösterecektir. Özellikle şuna dikkatinizi çekmek isterim. Herkesin artık öğrendiğibusongerginlikönceBulgaristan’dakızıştı.A.Doğan HÖH ağıcında büyüyen dalları budadıkça, halkımız üzüldü, halk gamlı yaşadı. Seçim öncesi kuraklık basınca da, kahırlı insanımızdan HÖH ağacına su taşıması, oy vermesi istendi. Sabırlı ve dayanıklı insanlarımız 23 yıldan beri bu çileyi çekegeldi. Türkiye’de yaşayanlardan da hep karşılıksız oy istedi ve halkımız hep mi hep verdi. Bu dışarda yaşayan insanlarımızın karşılığı, sadece Bulgaristan’da yaşayan insanlarımıza faydalıolmasıidi,bunudatersanladılarveyaişlerineöylegeldi. Öyle ama kuruyan kapların altındaki yara hep sızladı ve kimseye huzur vermedi. Önce Bulgaristan’da patlayan ve artık Türkiye’deki dernek toplantılarına da sıçrayan şimdiki amansız politik ayrışım, derinleşen görüş ayrılıklarının aşılamamasının bir sonucudur. İleride bu çelişki dahada keskin bir biçim alacaktır. Söz konusu olan öncelikle HÖH’ün son yıllarda Bulgaristan’ın iç ve dış politikasında hiç bir soruna doğru, halkın çıkarlarına yönelik, halktan kabul gören, gerçekçi çözüm önerisi getirememiş olmasıdır. Hiç kimseye hiç bir konuda el uzatmaması, halktan tamamen uzaklaşmasıdır. Bu politikanın gündeme getirdiği sonuç, MüslümanTürklerinin HÖH’ten topluca ayrılıp, beraberce çıkıp yine topluca Ulusal Hak ve Özgürlükler Hareketi partisine akmak, orada birleşmek, politik olarak pekişip güçlenmek ve bu partimizi Sofya meclisine götürmektir. Şimdi 2013 genel seçimlerde halkın en önemli politik ödevi budur. Bursa’da çatışan taraflar: Bursa’da kızışan sert tonlu söz düellosuna katılanlar: BAL-GÖÇ Genel Başkanı Doç. Dr. Yüksel ÖZKAN; AK Partisi Bursa Milletvekili Mustafa Öztürk; Mestanlılılar Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan ÖZTÜRK ve HÖH eliti. Aslında bu HÖH elitinin bir temsilcisi ile BAL-GÖÇ nezninde göçmen dernek ve federasyonları; HÖH eliti ile AK Partisi ve şahsen HÖH eski Başkanı A. Doğan ile Başbakanımız Sn.R.Tayyip Erdoğan arasında meydana gelen kökten farklı bakış açısının Bulgaristan parlamento seçimleri arifesinde kamuoyu önünde yüzleşmesidir. Çözümüneköktenfarklıyaklaşılananakonularşunlardır: Bulgaristan ile Türkiye arasında dostluk ve işbirliği politikası; Bulgaristan Başbakanı Sn.Boyko Borisov ile Türkiye Cumhuryeti Başbakanı Sn.R. Tayyip Erdoğan arasında son dönemde gelişen ve güven veren, verimli ve dostça ikili temaslar; özellikle de Bulgaristan ileTürkiye devlet politikasının HÖH süzgecinden geçmesini isteyenlerin kesin yanılgısıdır. Şimdiki yol ayrımı HÖH Başkanlığı’nın Bulgaristan’da Müslüman-Türklerin ve tüm soydaşlarımıza ihanetiyle başlamış, derinleşmiş ve derinlik bir uçuruma dönüşmüştür. Temel konularda HÖH partisinin politik yanılgıya düştüğünü ilk gören Ulusal Hak ve Özgürlükler Hareketi Başkanı Sn.Güner Tahir oldu. HÖH Genel Başkan Yardımcılığından ayrılan Sn.Güner Tahir HÖH’in politikalarından memnun olmayan bir grup arkadaşı ile Ulusal Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni (UHÖH) partisini kurdu ve halkımızın demokrasi ve özgürleşme uğrunda verdiği ağır mücadeleleri devam etirip yaşatma yoluna açıldı.

Bilgilendirme

Dr.Nedim BİRİNCİ

2 0 1 3 Seçimleri UHÖH 12 Mayıs 2013 parlameto seçimlerine tek başına katılıyor. BULTÜRK Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk Soydaş derneklerinden Türkiyede ilk defa HÖH’ün ihanet politikasını zamanında açığa vuran oldu. O, gerçekleri okuyunca yönettiği derneğin politik çizgisini yeni temellere oturttu, yeni baştan demokratik ilkeler üzerinde örgütledi. Başkan R. Ulutürk daha 2003 ardından 2005’te HÖH tarafından dayatılmak istenen seçimlerle ilgili dalaveracı politikalara, oy satın almaya sırt çevirdi. Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve vatanlarında yaşayan tüm Müslümanların huzur içinde olmasına yönelik dayanışma ve yardımlaşmayı gündeme getirdi ve değişik biçimlerde geliştirdi. Bu asil politikadaki ana koşul Bulgaristan ile Türkiye arasında her alanda semereli, dostça işbirliği ve yardımlaşmanın gelişerek daha fazla meyve vermesine ve iki ülke halklarına her bakımdan yararlı olunmasına hizmet sunmaktı. Balkanlar’da barışın ve güvenliğin temel taşı olmak gibi asil hedefler bulunur. Dernek çalışmalarında Bulgaristan’ın bugünkü derin bunalımdan sıyrılması, işbirliği geliştirerek güçlenmesi; mutlu ve güvenli bir yaşama açılmasına faydalı olması hedeflenmektedir. Bu politikada miheng taşı Bulgaristan’ da yaşayan Müslüman topluluğun tüm etnik grupların anayasal ve evrensel haklarının bütünüyle tanınması ve uygulanmasıdır. İnsan kardeşliğine ve yardımlaşma gereğine dayanan bu politik anlayış, soydaşlarımızın Bulgaristan’daki yerel ve parlamenter seçimlere aktif katılmasını özendirdiği gibi, tamamen yapıcı ve güven veren isabetli bir politikaya hizmet etmektedir. Bursada’da dernek, federasyon ve belediye başkanlarının katıldığı görüşme politik niteliklidir. Kızışan tartışmanın politik özünde öncelikle BAL-GÖÇ’ün Bulgaristan’a ve HÖH’e bakış açısını öteden beri katı tutup asla değiştirmek istememesi yatar. Bulgaristan’da yapılan her seçimde HÖH elitine Türk oylarını hediye eden BAL-GÖÇ, Türkiye Cumhuriyetindeki en büyük soydaş derneğidir ve HÖH’ten asla hesap sormamakla hep yanlış yapmıştır ve bu yanlışı devam etirmektedir. Bu arada HÖH elitinin sinsi oyunlarına alet olmuş ve buna devam etmektedir. Bulgaristan’da bazı önemsiz ekonomik çıkarlara bazı yöneticiler yetinmiştir. BAL-GÖÇ, son yıllarda devamlı “yüksek hizmet plaketı” dağtmakla yetinerek, Bulgaristan politikasında körleşmiş, genel nitelikli bazı demeçlerle yetinmeyi yeğlemiş ve modern siyaseti “Türkan Çeşme” Anma törenlerine turistik katılım seviyesine indirgemiştir. HÖH yönetiminin izlediği politikalardan, son yıllarda Müslüman ve Türklük davasına ihanet sınırını aşan tutumdan hesap sormaya doğal hakı olan BAL-GÖÇ bunu yapamamıştır. BAL-GÖÇ’ün iç işlerine karışmadan şunları söylemeden edemeyeceğim: HÖH’e hep canı gönülden karşılıksız destek verildi, dil özürlü gibi susuldu, hesap aranmadı, hesap sorulmadı, misafir karşılandı, ağırlandı ve uğurladı. Sonunda???? Güneş balçikla sıvanmaz: Bugünkü vahim durum, Bulgaristan Türklerinin 3 parçaya, 3 partiye bölünmüşlüğü HÖH’ün körü körüne desteklenmesinin bir sonucudur. Şu an söylenecek olan şudur: HÖH ile BAL-GÖÇ’ün arası kesin açılacaktır. HÖH ile AK Partinin arası açılmıştır. Başbakanımız Sn.R.Tayip Erdoğan’ın HÖH e olan sempatisi sönmüş, Kasim Dal da nasibini almak için sırasını beklemektedir. Pabucunun dama atılacağı günler hemen yarın vay biraz sonrası gibi yakındır. A.Doğan’a 8. Olağan Kurultay kürsüsü’nde tabanca çıkarılıp, “politikadan çekil” denmesinden sonra, Bulgaristan Türklüğü ve Müslümanlığı gündeminde en önemli politik olay, önemli nitelik taşıyan bu gelişmelerin Mestanlılılar Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan ÖZTÜRK’ün Bursa’da yönettiği geleneksel misafir karşılama ziyafetinde patlak vermesi tesadüfi değildir. Bir defa, Mestanlıların Bursa dayanışma ve kültürel varlığı geliştirme derneği soydaşlarla çok aktif çalışan ve Bulgaristan’ı başarılı bir şekilde etkileyebilen güçlü bir kuruluştur. Mestanlı, Güney Doğu Rodoplar’da, Kırcali ilinde ticari ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan aktif gelişerek, insanlarımızın sevdiği doğal bir yerleşim merkezi olarak büyümektedir. Türkiye dernekleriyle belediyeler arası dayanışmalar olumlu meyveler vermektedir. Demokrasi mücadelesinde şehitler veren, vatan şairi Nuri Adalı şanını yaşatan Mestanlı halkı politik olarak uyanık ve bilinçli olduğu kadar, HÖH politikasının ideolojik ve politik çöküşünü sezen ve gören bir topluluk olarak da bilinir. Mestanlı sakinlerinin politik tutumu Kırcaliden de farklıdır. Özgündür. Gerçekçidir. Burada son seçim toplantılarında “HÖH’ün özünde kurt var!” diyenler artık başkaldırmıştır. Bu seçimlerde Mestanlı seçmeni HÖH’e oy vermemede kararlıdır. Halkımız kısır polikaya bundan böyle kurban olmak istemiyor. Önümüzdeki seçimlerde Bulgaristan’daki Müslüman-Türk Topluluğunun kader seçimi olacaktır. Ya tarih sahnesine gömülmek ya da yeniden dirilişin ve ebediğyen var oluşun başlangıç tarihi olacaktır.


Avrupa’nın Türkiye’ye İhtiyacı Var 1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Seçim Kampanyası Başladı, Seçimde 45 Siyasi Oluşum Kıyasıya Yarışacak

2 Mayıs’ta yapılacak erken genel seçimler için seçim kampanyası resmen başladı. Seçimler için 38 siyasi parti ile 7 koalisyon mücadele edecek. Merkez Seçim Komisyonu (MSK), 240 sandalyeli parlamentoya girebilmek için 38 siyasi parti ve 7 koalisyonun kayıt yaptırdığını ve ülke genelinden toplam 7 bin 200 milletvekilinin aday olduğunu açıkladı. MSK ülkede kayıtlı seçmen sayısının 6 milyon 956 bin 890 olduğunu, seçim gününde 18 yaşına girmiş bulunan 21 bin 155 kişinin de ilk kez oy kullanabileceğini vurguladı. Seçim kampanyasının başlaması ile ilgili partilere seslenen Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, partilerin yerine getirilebilir vaatler vererek sorumlu bir seçim kampanyası yürütmeleri tavsiyesinde bulundu. Siyasilerin ana görevinin halkın güvenini tekrar kazanmak olduğunu vurgulayan Plevneliev, “İnsanların sesine kulak verin ve onların problemlerinin çözümü için çalışın. Bulgaristan halkı değişim bekliyor.” dedi. 45 oluşumdan 3’ü doğrudan Türklerden oy bekliyor Merkez Seçim Komisyonu’na Türklerin yoğun olarak bulunduğu 3 parti boy gösteriyor. Bunların arasında geleneksel olarak en güçlü aday Hak ve Özgülükler Hareketi (HÖH) yer alıyor. Bunun dışında Kasım Dal ve

Korman İsmailov’un dahil olduğu Merkez-Hürriyet ve Şeref (MHŞ) Koalisyonu da Türklerin oyları için mücadele edecek. HÖH’den ayrılarak 1998’de Ulusal Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni kuran Güner Tahir de Türkler ile göçmenlerin oylarını almaya çalışacak. Göçmenlerin oyu için rekabet var Yurtdışında 2009’daki seçimlerde Türkiye’den yaklaşık 90 bin seçmen oy kullanmıştı. 28 bini İstanbul ve çevresinden olmak üzere 25 bini de Bursa’dan gelmişti. En son genel seçimlerdeki oyların yüzde 90’dan fazlası HÖH’e gitmişti. Bu seçimlerde ise Kasım Dal’ın partisinin yanı sıra GERB partisi de, Türkiye’nin eski başbakanlarından Mesut Yılmaz ile irtibatlarından yararlanarak göçmen oylarından pay almak istiyor. Seçim bölgeleri arasında 25. Sofya Bölgesi iki eski başbakanın kıyasıya mücadelesine sahne olacak. Burada GERB lideri Boyko Borisov ile Bulgar Sosyalit Partisi Başkanı Sergey Stanişev kozlarını paylaşacak. Kırcali’de HÖH’den Lütvi Mestan, UHÖH’den Muharrem Ahmedov ve MHŞ’den Korman İsmailov’a karşı çıkacak. Kasım Dal ise Silitra’da HÖH’ün tecrübeli isimlerinden Ramadan Atalay’a karşı mücadele verecek.

kez patrik seçimi organizasyonu düzenledi. Geçen sene vefat eden Patrik Maksim’in yerine Rusçuklu Neofit seçildi. İki turda yapılan oylama sonrası seçilen Neofit, halka çanların çalmasıyla duyuruldu. Yeni görevine törenle uğurlanan patrik, ömür boyun görev yapacak. Seçim sonucunun ilan edilmesinden sonra yerli ve yabancı misafirler, Kilise Yönetimi binasından Aleksandır Nevski Katetdrali’ne kadar kordon halindeki yürüyüşe katıldı. Kordon etrafında asker temsilcileri yer aldı. Kated-

rende “ehil” anlamına gelen sözün üç kez tekrarıyla patrik görevine resmen başlamış oldu. Törene Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ile çok sayıda yabancı misyon temsilcileri de katıldı. Neofit, tüm Bulgar halkın kurtuluşu için dua edeceğini açıkladı. 1945 yılı doğumlu olan Neofit, Moskova İlahiyat Fakültesi mezunu. Kısa zaman önce Dosya Komisyonu, Neofit’i 1983 yılında devlet istihbaratı tarafından Simeonov lakabıyla kullanmak için kayda geçirdiğini ve 1990 yılında da kayıtlardan silindiğini açıklamıştı.

Bulgaristan Yeni Patriğini Seçti Bulgar Ortodoks Kilisesi 42 yıldan sonra ilk ralde ise tahta çıkarma töreni düzenlendi. Tö-

Bulgaristan Seçimlerde 3 Türk Partisi Yarışacak Bulgaristan’da 12 Mayıs’ta yapılacak erken genel seçimleri için kampanya süreci başladı. Yaklaşık 7 milyon kayıtlı seçmenin oy vereceği seçimlerde 7 bin 200 milletvekili adayı, 38 parti ve 7 koalisyon yarışacak. Cumhburbaşkanı Rosen Plevneliev; siyasetçilerden “yerine getirilebilir vaatler vererek sorumlu bir kampanya yürütmelerini” istedi. Siyasilerin halkın güvenini tekrar kazanması gereltiğine dikkat çeken Plevneliev, “İnsanların sesine kulak verin ve onların problemlerin çözümü için çalışın. Bulgaristan halkı değişim bekliyor ” dedi.

45 OLUŞUMDAN 3′Ü DOĞRUDAN

TÜRKLERDEN OY BEKLİYOR

Merkez Seçim Komisyonu’na Türklerin yoğun olarak bulunduğu 3 parti boy gösteriyor.

Bunların arasında geleneksel olarak en eski parti Hak ve Özgülükler Hareketi (HÖH). Bunun dışında Ulusal Hak ve Özgürlükler Hareketi kuran Güner Tahir ve son kurulan Kasım Dal ve Korman İsmailov’un dahil olduğu Hürriyet ve Şeref Halk Partileri, yerli halk ve göçmenlerin oylarını almaya çaba gösterecekler.

Bulgaristan 2013 Genel Seçimleri

STK’lar ve Bulgaristan Konsolosluğu

Almanya eski Başbakanı Gerhard Schröder, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğine destek verirken, Türkiye’nin AB’ye duyduğu kadar AB’nin de Türkiye’ye ihtiyaç duyduğunu söyledi. Schröder, Türkiye’de terörün sona erdirilmesi için başlatılan çözüm sürecine de destek verdi, ancak, tarafların silah bırakması şeklindeki değerlendirmelerin yanlışlığını dile getirirken, “Devlet silah bırakamaz, Bir başka tarafın silahları bırakması gerekir” ifadesini kullandı. “İŞ DÜNYASI ADANA’DA BULUŞTU” Almanya’nın eski Başbakanı Gerhard Schröder, Adana’da Çukurova Genç İşadamları Derneği (Çukurova GİAD) tarafından düzenlenen ‘Bilgi Güçtür’ toplantıları kapsamında ‘Türkiye – AB İlişkilerine Siyasal Bakış ve Enerji Koridorunda Adana’ konulu konferans verdi. Adana HiltonSA Oteli’nde gerçekleştirilen konferansa, siyasette ve ekonomide ulusal ve uluslararası düzeyde etkin çok sayıda iş adamının yanı sıra,Adana Valisi HüseyinAvni Coş, Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz ile sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Adana’nın tanıtım filminin izlenmesi sonrası toplantının açılış konuşmasını yapan Çukurova GİAD Başkanı Ömer Faruk Sakarya, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üye olma yolunda yıllardır ilerlediğini ancak sonuç alamadığını söyledi. Vize kolaylığı sağlanmamasının Türk işadamları açısından sıkıntı yarattığını vurgulayan Sakarya, “AB üyesi olmayıp da Gümrük Birliği üyesi olan tek ülke olmamız ve birliğin yaptığı Serbest TicaretAnlaşmalarına taraf olamamamız nedeniyle yaşadığımız ve yaşayacağımız dış ticaret zararlarını da büyük bir sıkıntı olarak görüyorum. Kabuğunu kıran, artık tüm dünyayı ticaret alanı haline getirmiş, bölgesel güçten küresel güce doğru yol alan bir millet olarak yakın zamanda bu sorunların çözüm bulacağına inancım tamdır” dedi. . Adana’nın bölgenin en önemli stratejik noktasında bulunduğunu, enerjinin doğu-batı, kuzey-güney ekseninde dağıldığı önemli bir konumda bulunduğunu da kaydeden Sakarya, “Adana, uzun yıllardır çalışan Kerkük-Yumurtalık ve Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hatlarının dışında ya-

pılması planlanan Samsun-Ceyhan ve Kuzey Irak petrollerini dünyaya taşıyacak olan hatların çıkış noktası olan önemli bir kenttir. Özellikle son zamanda Kuzey Irak Petrolleri konusunda önemli adımların atılması Adana’nın önemini tekrar vurgulamaktadır. Gerçekleşmiş ve gerçekleşecek önemli enerji nakil projeleriyle, yapılacak olan petro kimya tesisleri ve diğer pek çok önemli yatırımla Adana dünyanın önemli enerji nakil ve işleme merkezlerinden birisi olma yönünde hızla ilerliyor. Daha pek çok yatırım ve gelişme kentimizde, önümüzdeki kısa zamanda gerçekleşmeyi bekliyor. Adana dedelerimizin toprak altında sakladığı Sarı Liradır. Bu gün bize düşen bu sarı lirayı toprak altından çıkartıp tozunu toprağını silip, parlatıp kadife keseye koymaktır” diye konuştu. “TÜRKİYE PARLAYAN YILDIZ” Daha sonra konuşan Almanya eski Başbakanı Gerhard Schröder, Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik krizde, Türkiye gibi güçlü ortaklıklara ihtiyacının olduğunu söyleyerek, bu doğrultuda Türkiye’nin AB’ye ihtiyaç duyduğu kadar, AB’nin de Türkiye’ye ihtiyaç duyduğunu belirtti. AB’nin şu ana kadar yüzleştiği en büyük sorunlarla karşı karşıya kaldığını savunan Schröder, bu doğrultuda sorunların aşılması için yeni reformlara ve daha fazla entegrasyona giden ülkelere ihtiyaç duyduğunu kaydetti. Schröder, Türkiye’nin dünya ekonomisinde ve siyasetinde parlayan bir yıldız olduğunu, 2001 ve 2009 krizlerine rağmen yüzde 7,5 büyüme kaydettiğine dikkat çekti.

Sosyalist Partisi lideri Sergey Stanişev’in , ülkede üst düzey siyasetçilerin dinlenmesine ilişkin ihbarı doğrultusunda İçişleri Bakanlığı’nın yürüttüğü bir aylık denetiminin sonuçlarını açıkladılar. Savcılık, gözlem teçhizatının gayri resmi bir şekilde kullanma imkanlarının olduğunu belirlemiştir. İçişleri Bakanlığı Teknik operasyonlar Müdrlüğü’nde ekiplere verilen görevlerle ilgili yazı düzenlemesi yok.

kullanımına imkan sağlayan, takip teçhizatını kullanımında kontrol eksikliği belirtiliyor. Denetimin ardından, Savcılık, Operativ Teknik operasyonlar Müdürlüğü’nde üç müdüre karşı cezai soruşturmalar başlattı. Soruşturmalar, yetkili kişiler olarak görevini yerine getirmeme ve özel teknik teçhizat bulunan bir otomobilden kart kayıdını silme gerkçeleriyle başlatıldı.

Başsavcılık, Bulgaristan’da Telefon Dinlenme Denetim Sonuçlarını Açıkladı Başsavcı Sotir Tsatsarov ve meslektaşları, Savcılık denetiminin sonucunda, gayri resmi

16 Senelik Bir Aradan Sonra

Bulgar Yumurta ve Süt Ürünlerinin Türkiye’ye 16 senelik bir aradan sonra Bulgar yumurta ve süt ürünlerinin Türkiye’ye ihracatı yineleniyor. Bulgaristan ve Türkiye Tarım Bakanlıkları arasında yürütülen müzakereler neticesinde, Bulgaristan’dan Türkiye’ye yumurta ve süt ürünleri ihracatı yinelendi. İki ülke, yumurta ve inek, koyun, keçi ve manda sütü ürünleri ihracat sertifikalarını anlaşmaya bağladılar. İnsani tüketim amaçlı ürünlerinin, şap ve vebadan etkilenmeyen ülke kaynaklı olmaları ve Avrupa standartlarına göre hijyenik ortamda üretimeleri ise baş-

lıca istemlerdir.Türkiye veteriner yetkililerinin yasak getirdikleri 1997 yılından bu yana süt ürünleri Bulgaristan’dan Türkiye’ye ihraç edilmedi.

Sadet Partisi Gençlik Kolları BULTÜRK Genel Merkezini Ziyaret Ettti


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.