BULTÜRK Gazetesi 81.Sayı

Page 1

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

1 9 1 3 ’ t Sofya e Sofya 1913

Yıl:11 Sayı: 81 Şubat - 2014

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek

Bizim Borcumuz

Biz hepimiz Osmanlı’nın Bakiyesi ve bu Vatanın Öz Evlatlarıyız

Bayrampaşa’da yerel seçimlerlerde BULTÜRK-Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği belirleyeci olacaktır

Biz Bultürk olarak diyoruz ki ;

Rumeli Balkan camiası-Anadolu biz hepimiz Osmanlının bakiyesiyiz ve hiç bir ayrım yapmadan birlikte bu ülkenin öz evlatlarıyız.Bize göre mesele bazı şahsi hesapların ve çıkarların toplum çıkarlarının önüne geçmesidir. Burada mesele neyi amaçladığınız veya hedeflediğinizdir aslında. Bizim BULTÜRK Derneği olarak esas hedefimiz, Balkanlarda Özellikle Bulgaristan’da yaşayan Türk- Müslüman topluluklarının bekasını, can ve mal güvenliğini, kültürlerinin geleneklerinin, örf ve adetlerinin korunmasıdır. Ta r i h i e s e r l e r i m i z i n k o r u n m a s ı n a y ö nelik çalışmalar yapan herkesin neferi olmaya bizler BULTÜRK Derneği olarak hazırız. Bulgaristan’a yapılan hizmetlerin hiçbir dönemde karşılıkTa r i h : 2 4 . 0 3 . 2 0 1 4 sız kalmamış bu seçimlerde de kalmayacak ve bu katkıları yaBayrampaşa Titanic Otel’de yerel seçimler ile ilgili bir basın toplantısı panlara oy olarak geri dönecektir. Özellikle İstanbul’da bunu düzenleyen BULTÜRK Derneği, yönetim kurulu kararını açıkladı. 30 hep birlikte hissedeceğiz. Bizler Devletimizi güçlendiren ve Mart Yerel seçimlerinde AK Parti’yi desteklemeye karar verdiler. BUL- Bayrağımızı yükseklere kaldıranların her zaman yanındayız. TÜRK Genel Başkanı ve YK Üyelerinden Genel Sekreteri Dr.Müjgan DENİZ, Dr.Halide ÜMİTFER, Seyhan ÖZGÜR tarafından açıklandı.

Basın Toplantısının tam Metni sayfa 8’de

Bulgaristan´da Avrupa Parlamentosu

Seçimleri 25 Mayıs’ta Yapılacak

Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, Halk Meclisi’ne hitaben yaptığı konuşmasında, ülkemizde Avrupa Parlamentosu seçimlerinin 25 Mayıs’ta yapılacağını açıkladı ve seçimlerin reformların gecikmesine yol açmamasını ümit ettiğini belirtti. Parlamento’daki siyasi partilerle gerçekleştirdiği danışmaların sonuçlarını özetleyen Plevneliev, tarım, turizm ve enformasyon teknolojileri konularında uzlaşı sağlandığını ifade etti. Devlet Başkanının sözlerine göre altı yıldır Bulgar ekonomisi aynı yerde sayıyor, haneler, küçük ve orta ölçekli işletmeler ise bundan en çok zarar görüyor, yoksulluk, işsizlik ve ekonomik persepktifin yokluğu Bulgarlar ta-

Geçmişten Günümüze Savaşlar Kırımoğlu: Hele beni Kırım’a sokmamayı bir denesinler AKMESCİT / SİMFEROPOL (QHA)

- Kırım Parlamentosu Başkanlık Divanı Ukrayna Parlamentosu’ndan 278 milletvekilinin Kırım’a girişini yasakladı. Kırım Parlamentosu Basın Servisi “kara listeyi” kamuoyu ile daha sonra paylaşacağını bildirerek bu listede Kırım Parlamentosu’nu dağıtmayı öngören karar için oy veren ve yarımadanın işgal altında olduğunu ilan eden milletvekillerinin yer aldığını açıkladı. Krım Kommentarii sitesine demeç veren Kırım Tatarlarının lideri, Ukrayna Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, kendisinin listede olup olmadığını bilme-

Anadolu Üniversitesi Bulgaristan’a açılıyor

Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Türkleri

BAŞYA ZI

Kültür ve Hizmet Derneği

Genel Başkan

NEVRUZ

Doğanın uyanışı ve bahar bayramı Nevruz doğanın uyanışı ve bahar bayramı. Baharla birlikte doğada yaşanan hareketlilik, ortaya çıkan renk şöleni, bir bütünü oluşturan farklılıkların gözler önüne serdiği manzara, doğayla insan bütünleşmesini, çeşitliliklerin toplumsal hayata kattığı zenginliği de temsil etmektedir. Nevruz;(Azerbaycan:Novruz, Farsça:Noruz, Kırgızca: Nooruz, Özbekçe: Navruz, Türkmence: Nowruz, , Kazakça: Naurız, , Kırım Tatarcası: Navrez) Tüm Türk Dünyası tarafından kutlanan geleneksel yeni yıl ya da doğanın uyanışı ve bahar bayramı. Nevruz Bayramınız Kutlu olsun.

Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci Gündoğan üniversitenin Balkanlar’a ve Bulgaristan’a açılımı konusunda bilgi verdi. Prof. Gündoğan, dışarıdan eğitimle tüm sosyal katmanlara üniversite öğrenimi sağlamayı amaçladıklarını vurguladı. Anadolu Üniversitesi Rektörü, Sevda Dükkancı’nın sorularını cevapladı. Röportajı aşağıdaki ses linkinden dinleyebilirsiniz. Bunun yanında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, 110.yılını kutlayan Sofya Müzik Okulu ile işbirliği projesine geçiyor. Bulgaristan’ın en eski ve saygın müzik okulu Sofya’da bulunan Lübomir Pipkov Ulusal Müzik Okulu’dur. 5 ile 19 yaş arası gençlerin ilk, orta ve lise eğitimi gördüğü müessese, aynı zamanda Bulgar ve dünya sahnelerine genç virtüözler de yetiştiriyor. Bu yıl kuruluşunun 110. Yılını kutlamaya hazırlanan okul, eğitim ve müzik birikimini yıllar içinde yurtdışına da taşıdı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Müzik Konservatuvarı’ndan bir heyet de yakında okulu ziyaret etti ve zengin deneyimi ve müzik kültüründen yararlanmanın yollarını belirledi. Konservatuvar Müdürü Profesör Bülent Alaner başkanlığındaki heyet, okulu ziyaret etti.

diğini ancak Kırım Parlamentosunun dağıtılması için oy kullandığını, Kırım’ın işgal altında olduğunu ilan eden karar için ise o anda parlamento salonunda bulunmadığı için olumlu oy veremediğini söyledi. Kırımoğlu, “Hele beni Kırım’a sokmamayı bir denesinler, bakalım ne olacak” dedi.

Türk Damgaları ve Desenler Vatan İçin Ölen 15.lik

Bir daha dönmemek üzere vatanı ve Milleti için savaşmaya giden 15’liklerimiz...

Mekanınız cennet olsun. UNUTULMADINIZ...!!!

HERKES GÖZLERİYLE GÖR-

Türkler’in eski damgaları, günümüzde bile ki- SÜN VATANI İÇİN ÖLEN 15 YAŞ...!!! lim ve halılarımızda motif olarak kullanılmaktadır. Bunun dışında; hayvanların sırtında ve başında, mezar taşlarında , keçe ve kepeneklerde, nakış ve yanışlarda, vücuda yapılan dövmelerde, at koşumlarında, kapı ve duvarlarda da bu motifler varlığını sürdürmektedir. Kilim motiflerinin asırlar boyu bir genetik şifre yoluyla nesilden nesile aktarıldığına ilişkin bir tez var mesela. Kırgız steplerindeki bir kadınla aynı anda dokuma tezgâhına oturan Sivaslı kadı- D a l g a d a l g a D e v a m ı - 2 ’ t e nın nasıl olup da aynı motifleri dokuduğunu an- AB’nin en bunalımlı ülkesi Devamı-3’te lamamızı kolaylaştıran bir tez. Birbirleriyle hiç Kırcaali Medresemiz Mahkemede Devamı-4’te karşılaşmamış Kırımlı bir kadının, Bergamalı Dünya tarihi yeniden yazılacak Devamı-5’te 30.yıl dönümü Devamı-10’da bir kadınla ve onun da Özbek kadınla sözleş- Asimilasyonun TemellereBakalım Devamı-15’de mişçesine dokuduğu motifler bize ne söylüyor? Yarın biri Kırcaali için referandum isterse... Bütün bunların sırları desenlerimizde saklı… Devamı-15’te


2

Eski HÖH’lü Bakan Mehmet Dikme:

Bulgaristan Türklerinin Sesi

THY, Mayıs ayında Varna’ya uçuyor İSTANBUL Beylikdüzü’nde 18’incisi düzen-

Siyasetçiler, tütüncülerin en az 50 ‘EMİTT 2014 Doğu Akdeniz UluslaraMilyon levasını cebine indiriyor lenen rası Turizm ve Seyahat Fuarı’nda Türk Hava

Faktor.bg ile söyleşi yapan eski Tarım Bakanı Mehmet Dikme, tütüncülere 100 milyon leva ayrıldığını; siyasetçilerin de 50 miylonundan fazlasını cebine indirdiğini belirtti. Eski HÖH’lü Bakan Dikme, Devlet Millȋ Güvenlik Ajansı (DANS)’ın bakanlıklarda Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH)’le ilgisi olan vekillerin, önemli faktörlerin, belediye başkanlarının ve belediye meclisi üyelerinin dev soygunda yer alıp almadığını bir an önce kontrol etmesi gerektiğini söyledi. 1993 yılında tütüncü isyanlarına öncülük eden eski Bakan Dikme, Lütvi Mestan’ın partisinin, bazı bölgelerde hayal kırıklığı isyanını körükleyeceğini ileri sürdü. Gazetecinin, isyan ve grevi neyin körüklediği sorurusuna Dikme şu yanıtı verdi: Önemli ölçüde sorun, devletin tütün üreticilerine yapması beklenen yardımdan kaynaklanıyor. Devlet ile alıcılar arasındaki diyalog eksikliği, alım kampanyasında aksamalara yol açtı. Bu da öte yandan üreticileri kızdırıyor; ürünleri evlerinde duruyor; kalitesi düşüyor; onlarda ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak para yok. Ben yıllardır kampanyanın Ocakta başladığını görmedim, üreticiler ile alıcılar arasında çatışmaya varmamasına imkȃn yok. Gazeteci “HÖH, ürünleri alacak şirketlerin kendi aralarında kartel oluşturduğunu ve düşük fiyat önerdiğini söylüyor, bu skandala yol açan birtakım perde arkası çıkarlar var mı?” diye sorunca Dikme “Hükümet ile iktidardaki siyasetçilerin susmasına bakılırsa üreticilerin tekrar aldatılacağını görür gibi oluyorum.” yanıtını verdi. Tütüncülerin paralarını alma vakti geldiğinde beklenenin çok çok oltında alacağını ifade eden Dikme şunları ekledi: Bu yıl ülkede reel toplam üretilen her türden tütünün miktarı 25 bin tonu geçmiyor. Dikkat ederseniz devlet 54 bin ton tütünü esas alarak ödeme yapacak. Yani o 100 milyon leva reel olarak üretilen 25 bin tonluk tütüne dağıtılmayacak, reel üretilen hemen hemen 30 bin ton civarı miktar için paylaştırılacak. Böylece 50 milyon levadan fazla para kara borsada kaybolacak ve şu an tütün yetiştirmekle uğraşmayanların cebine gidecek. Eski bakan, paraların “boş kotalar”a gideceğini ifade etti ve bunun temelinin daha 2008-2009 yılında üçlü koalisyon döneminde atıldığını vurguladı. Dikme şu şekilde yorumladı: Yalnızca ısrar ediyorum, DANS gerçekten de millȋ çıkarları gözetiyorsa Kırcaali, Hasköy, Yukarı Cuma (Blagoevgrad), Kuzeydoğu Bulgaristan bölgelerini bir kontrol etsin, Koşukavaklıların nasıl yardım alacağını bir görsün. Filibe bölgesinde iri yapraklı tütünleri bir yoklasınlar. Gerçekten de ne kadar üretildiğini tespit etsinler, o zaman devletin iki kat daha fazla yardım ödemesi gerektiği gerçeği ortaya çıkacaktır. Elimizde bulunan tütün buharlaşamaz, tütün bir yerde korunmalı, satın alınması, işlenmeli veya ihraç edilmeli. Göstersinler bakalım nerede bu 50 bin ton. Dikme, tütünün kilosuna 4 leva verilirse tütüncülerin fena soyulacağının ve paraların da “boş şirketler”in kasasına gideceğinin altını çizdi. “Siz de HÖH’ün bir parçasıydınız, partideki etkin kişiler neden tütün krizinin çıkmasına izin verdi?” sorusuna Dikme şu cevabı vererek sözünü tamamladı: Onların şuursuzca tutumu beni beni şaşırttı. Bir insan yönetirken bir yıl öncesini görmeli. Seçmenlerin tarımcıysa bu alanda ne olacak diye en az 3-4 yıl ilerisini gören bir vizyonun olmalı. Daha Eylül ayında alım sorunu yaşanacağına dair belirtiler ortaya çıkmaya başlamıştı, acil önlemler alıp da harekete geçebilirlerdi. Devletin boş durmasına ve krizi çözmek için somut önlem almamasına anlam veremiyorum. Bu yaptıkları akılsızca. Sadece bir ay sonra tütünler ekilmesi gerek, fakat daha eski ürünler satılmadı. Üstelik tütünün kilosuna ne kadar ikramiye verileceğini daha kimse bilmiyor. İkramiyenin 1-2 leva olacağı anlaşılırsa bu protestoların isyana dönüşebileceğini düşünebiliyorlar mı? HÖH’lüler şuursuz, fakat devletin yönetiminde önemli bir faktör. İnsanlar başka yerlerde geçim sağlamak için memletinden ve ülkeden ayrılarak onların siyasetine tepki gösteriyor. Ancak açlık ile sefalet sürerse bizi hayal kırıklığı isyanları bekliyor.

Yolları’nın (THY) Mayıs ayında başlaması planlanan İstanbul-Varna hattının tanıtım toplantısı yapıldı. TÜYAP Fuar merkezindeki toplantıya THY Bulgaristan Genel Müdürü Cenk Öcal, Bulgaristan Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Branamir Botev, acenta yetkilileri ile basın mensupları katıldı. Burada konuşan Cenk Öcal, Varna’nın güzel bir şehir olduğunu belirterek, İstanbul-Varna hattında uçuşların 21 Mayıs’ta başlaması için planlama yaptıklarını söyledi. Varna’nın Sofya’dan sonra Bulgaristan’daki ikinci uçuş noktası olacağını ifade eden Öcal, “Bulgaristan büyümekte olan bir pazar ve bu bizim de ilgimizi çekiyor. Varna’da yazın deniz, kışın kayak turizmi var. EMİTT Fuarı’na da beraber katıldık. Bulgaristan Kültür ve Turizm Bakanı ile birlikte THY’nin Genel Müdürlüğü’nde bir ziyaretimiz oldu. Onlar THY’nin Varna’ya uçmasını çok önemsiyorlar” dedi. Bulgaristan Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Branamir Botev ise, konuşmasında THY’ye teşekkür ederek, “THY tarafından yapılan yatırımlar daha çok gelişmemiz için önemlidir. İlişkilerin daha fazla geliştirilmesi için işbirliği yapmaya devam edeceğiz” dedi. Toplantının ardından Cenk Öcal ile Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Botev fuardaki THY standını gezdi. Botev, Öcal’dan THY’nin İstanbul-Sofya ve Mayıs ayında başlayacak olan İstanbul-Varna uçuşları hakkında da bilgi aldı.

Bulgaristan, 3 milyar leva dış borç Euromoney dergisi, Bulgaristan’ın 2014 yılı ortalarında 3 milyar leva dış borç yapacağını bildirdi. Viyana’da basın açıklaması yapan Maliye Bakanlığı’nın Emisyon Bölümü Başkanı Damyan Staykov, 1.7 milyar levanın, 2015 yılı boyunca 2002 yılında alınan borcun taksidine gideceğini, geri kalan kısmıyla da bütçe açığının kapatılacağını kaydetti. Dış borçlar, 750’şer milyon levaya iki döneme ayrılacağı, bir kısmı 5 yıllığına, öbür kısmı da 10 yıllığına verileceği belirtildi. 2013 yılı için 14.6 milyar leva hükümet borcu tavanı öngörüldüğü ifade edildi. Başbakan Plamen Oreşarski, 2013 yılında dış borcun 14.1 milyar levaya ulaştığını açıkladı.

2014 bütçesinin, 4.4 daha artırılabileceği, ancak paraların bir kısmı kısa vaadeli emisyonlardan geleceği için 3.4 leva artabileceği kaydedildi. Hükümet borçalırının, 31 Aralığa kadar 18 milyar levaya çıkması bekleniyor. Maliye Bakanlığı’nın birkaç kısa vadeli emisyon yaptığı, Ocak ayında 900 milyon leva verileceği, 800 milyonunun tahıl üreticilerine ayrılacağı açıklandı.

Bulgarlar bile şehirleri Türkçe ismiyle anıyor Osmanlı’nın 5 yüz yılı aşkın bir süre hükmettiği Bulgaristan’daki şehirlerin Türkçe isimleri, Bulgarca karşılıkları ile değiştirildi. Ancak birçok şehirde olduğu gibi ismi her ne kadar Plovdiv olarak değiştirilmişse de Filibe, Bulgarlar tarafından bile Türkçe ismiyle anılıyor. Osmanlı bu topraklardan çekilirken, geride hoşgörü ve kültürel mirasını da bıraktı. Bulgaristan’ın başkenti ve en büyük şehri olan Sofya, bu hoşgörünün görüldüğü en önemli kentlerden. Milattan önce 7. yüzyılda Traklar’ın Serdika kenti üzerine yerleşmiş bir şehir olan Sofya’nın, 9. yüzyılda Bulgar Türklerine geçmesi ile adı merkez anlamına gelen Sredets oldu. 13. yüzyıl sonlarında Osmanlı hâkimiyetine giren şehrin adı, 100 yıl sonra değişerek bugünkü adını aldı.

Filibe ülkenin kültür şehri Ülkenin kültür başkenti sayılan Filibe ise 7 asırlık tarihe sahip. 1390’da Osmanlı topraklarına katılan ve Türk şehri karakterine bürünen Filibe’de sayısız Osmanlı eseri bulunuyor. Bulgaristan’ın zengin tarihinin önemli bir tanığı olan Filibe, 15. yüzyılın ilk yarısında Rumeli Beylerbeyi’nin de merkeziydi. Tarih boyunca “Kendrisos”, “Filipopolis”, “Pulpudeva”, “Trimontsium”, “Ulpiya”, “Flaviya”, “Yuliya”, “Pildin” isimlerini alan şehrin en bilinen ismi ise Filibe. Osmanlı döneminden sonra adı değişen şehir, bugün resmi olarak Plov-

div adını taşıyor. Beş asır boyunca Filibe olarak anılan kente, hala Bulgarlar tarafından eski ismine binaen “Filibeto” da deniliyor. Kırcaali adını bir veliden alıyor Türklerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerden biri olan Kırcaali ise, adını uzun yıllardır değiştirmeden yaşatan yerlerden. Şehir, adını, hakkında birçok efsane olan askeri kumandan ve veli olan Kırca Ali’den alıyor. Sultan Murad, döneminde Türkler’in Rodop Kuşatması’nda kumandan olan Kırca Ali’nin, bu şehrin topraklarında şehit düşerek, buraya defnedildiği güçlü rivayetler arasında. Bulgaristan’ın Türkiye sınırında yer alan Osmanlı’dan miras kentlerden biri de “Yambol”.

Osmanlı Camii ve bedesteniyle tarihin ihtişamını günümüze taşıyan şehir, Osmanlı döneminde “Yanbolu” olarak biliniyordu. Şehir tarih boyunca “Dampolis”, “Dinibuli”, “Dibilin” ve “Yanbolu” gibi tarih boyunca farklı isimlerle anıldı. Şehrin bugünkü adı Osmanlı, dönemindeki Yanboli adına yakın olarak “Yambol” olarak geçiyor. Ruse’ye küçük Viyana derlerdi Ülkenin 5. büyük kenti olan Ruse şehri, adını Osmanlı dönemindeki isminden ilham alan kentlerden. Tuna Nehri kıyısı boyunca uzanan şehir, Osmanlı döneminde “Rusçuk” adıyla ün kazandı. “Küçük Viyana” olarak da anılan şehir, tarihte önemli bir liman kentiydi.

Neriman ERALP

Dalga Dalga

Fransız klasiklerin babası Balzac romanlarını yazarken sık sık ağılıyormuş. Soranlara: -En sevdiğim kahramanlardan birisi öldü. Hâlbuki onu doğurup yetiştirince ne kadar zahmet çekmiştim, cevabını veriyormuş. -Kahramanı yaratan şekillendiren sen değimlisin? O kadar seviyordun da neden öldürdün, diye takılanlarında, verdiği cevap şu oluyormuş: -Yok, ben öldürmedim, olayların akışı öldürdü kahramanımı, diye ağılamaya devam ediyormuş. Bizim hayatımız da DALGA DALGA. Bir yandan yeni doğarken, bir şey yaratırken sevinip gülüyoruz, aynı zamanda ölüp gidenin ardından matem tutup üzülüyoruz. Her gün her yerde yeni olan bin bir güçlük içinde doğarken, aynı çilelerin bir başka biçiminde zamanı dolan giderek gözlerini yumup aramızdan ayrılıyor. Yine aynı zaman içinde yeni olan günleri dolanın yerini alıyor. Dünya kesintisiz bir süreç yaşıyor. Tüm bu kesintisizliğin içinde, yeni olan gidenden üstündür sözleri baştan aşağı saçmalık. Geçerli olan “gelen gideni aratır” sentezinde gizlidir. Balzac’ın son kahramanları birincilerden daha mı üstündü? Olamaz. Bilinmeyen bir şey varsa, o da, onun her biri için ne kadar ağıladığıdır. Yoksa hep hepsi için mi ağılıyordu! Milli bilince tırmanışı, uyanış sürecimizi, kimliğimizin biçimlenerek gelişmesini ve olgunlaşmasını ele alalım. Ne kadar çok zaman geçmesi gerekmişti. İçimizde kahraman yaratmak, onu dışarıda bir örnekle beslemek, eski bir zaman kesiminde yaşamış bir kahramanı günümüze dikip baş tacı etmek, emsalini kitaplarda bulduğumuz kahramanı şimdiki hayatımıza orta direk yapmak, bunlar çok zor işler, hatta imkânsızdır. Hele birisi önerdi diye hayatını ona bağlamak. Sayı Ahmet Doğan’ı kim önermişti. Bilen yok. Bunlar çok tehlikeli işlerdir. Örneğin, Doğan’dan ayrıldı diye, Kasım Dala ümit bağlayanlar oldu. Keşke ümitlenmeselerdi. Boş olduğu görüldü. Bu kahramanları yaratanların ağlama zamanıdır. Kimse ağlamıyor, çünkü zamanı dolanlar hapishanelerde otelde gibi yaşamışlar. Her “kahramanın” kendi zamanı vardır. Kimileri zamansız kahramanlardır. Yirminci yüz yılda Bulgaristanlı Türklerin kahramanları soykırım ve kültürümüzün yok edilmesine karşı mücadelede yetişti. Mücadelemizin ne özünü ne de biçimini bilmeyenler de “kahraman” oldu. Adettendir, düğüne gelen misafirdir. “Hoş Geldiniz,” denir. Kahve ikram edilir. Yemek verilir. Fakat hoşgörü yalnız bizdedir. Tek uluslu bir Bulgar devleti oluşturmak isteyenlerin son hedefini göremeyenler mahpustan sonra başımıza bilirkişi kesildi. Karpuz ile kavun bile aynı tarlada sürünerek yetişir ama birbirinin aynı değildir. Rengi başka, kokusu başka, tadı başkadır. Bunu biliyoruz deyenler, karışmazlar, karıştırılamazlar, zorla tozlaştırılsalar bile insanların ağzından çıkan söz “tadı kabak gibi” olur. Adamın başka eşeği olmadığında, topal eşeğe bel bağladığı gibi, biz de kabak kafalılara inanmak zorunda kaldık. Anlatanlar anlattılar da, bunu anlamayanlar anlayamadılar. Bir nimet olarak, karpuz karpuz kalmak, kavun da kavun kalmak ister deyenler, ne kadar çok çile çekti, kökleri, çiçekleri, yaprakları ayakaltına alında çiğnendi. Ve biz o zaman bu zaman, dünyayı, kapuzla kavunla, çiçekler, kuşlar ve ağaçlarla anlatmaya devam ediyoruz, çünkü varlıklara anlatıma ilişkin yasal yasak yoktur. İnancıma göre, karpuz kalmak isteyen karpuz ve kavun kalmak isteyen kavun kalpsiz değildir. İkisi de kimliklerini koruduğu için sevilir. Onları birbirine katıp ikiden bir, dörtten iki yapmak isteyenler, onları kıskananlardır. Güzeli sevmemek için kalpsiz, çeşitlilikten ilham almamak için ise, aşırı kıskanç, egoist olmak gerekir. Hem kıskançlık, hem kalpsizlik, hem hainlik insanda doğuştan karakter çizgisi midir?, diye sorsanız, Balzac ne cevabı verirdi? -Kıskançlığı da, kalpsizliği de, hainliği de yaratan olayların akışıdır mı deyecekti. Öyleyse bütün hastaneleri yıkalım, iyi yürekli, çok asil, yüksek alınlı, lüle saçlı, mavi gözlü yeni kahramanlar dünyaya gelsin diye kadınlar doğumu bahar aylarında tüm çiçeklerin açtığı çayırlarda yapsın. Dünyaya yeni gelen gözünü ilk açtığında mavi gökyüzünde gülümseyen bereket yüklü bulutlar görsün, sevgilisini sohbete çağıran bülbüller işitsin, ciğerlerinde ekin tarlalarında başaklarla oynaştıktan sonra hafifçe esen umut rüzgarı dolsun, birbirini kovalarken kelebekler saçlarına lüle lüle tasarımlar çizsin…. Ne dersiniz? Zamanla, “çamurda doğduk, bataktan çıkamadık” sözleri de unutulur. Birbirlerine nöbet teslim edenler kötülüklerden söz etmezler. Zaten bahar mevsiminin gelişini doğada hep tüm canlıların uyanması, çiçeklerin açmasıyla simgeliyoruz. Biz gibi etnik toplulukların bahar mevsimi neden gelmesin? Neden tüm azınlıklar da çiçeğe durmasın! Türkler tüm cezaevi hücrelerini istila ettikleri zaman, dünyada tüm çiçekler çiçeğe durmamış mıydı! Örs ile çekiç arasında sertleşmek, bahar çiçeklerinden en güzel buketi derlemek için mutlaka çile çekmek mi gerek. Çiçeklerin geniyle oynanması, dağların taşların güzelliklerini seralara hapsetmek, şırıldayarak akan o kadar çok berrak su varken, güzellik simgelerini yalnız ilaçlı suyla beslemek mi gerekir!. Bugünkü hainler genleri bozuk politikacılar değil di? Onların Balzac’ın roman kahramanları gibi ölse de doya doya ağlasak…Devamı - www.bghaber.org


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

Kız ve Kelin Kovu Oyunu Bulgaristan Avrupanın Bunalımlı Ülkesi Türk ve Müslümanlarına bahKuzey ve Orta Asya Türk halkları arasında engin ve yaygın bir geçmişe sahip “Kız Kovuu” ve “Kelin Kovuu” oyunu, özellikle yerli ve yabancı kaynaklar tarafından benzeri ve başka oyunlarla genellikle karıştırılmaktadır. Bu sporun tarihine ve günümüzdeki oynanış tarzına bakılarak; terminolojik, ekonomik / sosyal ve kültürel boyutları incelenerek spor literatürüne doğru yansıtmak amaçlanmıştır. Gerek oynanış gözlemlerinden gerekse tarihi ve teorik bilgilerle elde edilen veriler, tarihi ve kısmen de sosyolojik model çerçevesinde sistematize edilerek rapor edilmiştir. Üzerinde evrensel kültürün az etkili bulunduğu görülmüş, tamamıyla Türklerin ananevi kültür öğeleriyle (ritüel, sosyal, askeri ve ekonomik sujelerle) donatıldığı tarihi bakiyelerle birlikte gözlenmiştir. Büyük Asya’nın tüm Türk halkları tarafından popüler olarak oynanan bu spor, tarihi bazı fonksiyonlarını yitirse de, gerek mitolojide gerekse sosyal hayatta Türk kadınının üstün rolünü yansıtmıştır. Bazı yabancı yazarlar tarafından ağır eleştiriler alsa da, Türk Sporunun köklü geleneğinin bir parçası olduğu anlaşılmıştır. Orta Asya Türkçesi’ndeki “Kız ve Kelin Ko-

vuu” kelimelerinin Türkiye Türkçesi’ndeki dar manada karşılığı“Kız ve Gelin Kovalama” anlamına gelmektedir. Bekar kız ve erkeğin beraberce oynadıkları bu binicilik sporuna “Kız Kovuu”, evli bayan ve evli erkeğin birlikte oynadıkları aynı oyuna da “Kelin Kovuu” denmektedir.Müsabıklarınmedenihalleridikkatealınarakikiayrı ad altında oynanan bu oyunlar, müsabakalarda giyilmek zorunda olunan geleneksel/milli kıyafetler dışında her yönüyle (sahaölçüleri,kuralvekaideler,ödüllervs.)birbirininaynısıdır.

ALPARSLAN’IN MALAZGİRT ÖNLERİNDE ZAFER DUASI (Oku Paylaş) Malazgirt Meydan Savaşı öncesi İslam ülkelerinin her köşesinde, Alparslan’ın zafer kazanması için hutbe okunuyor, dua ediliyordu. Sultan Alparslan 26 Ağustos 1071 Cuma günü sabahı etkileyici ve coşkulu bir konuşma yaptı:

kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim... Askerlerim! İşte atımın kuyruğunu bağladım. Bir er gibi savaşa gireceğim. Üzerimde sultanlık belirtisi hiçbir şey yoktur. Şehit olursam, üzerimdeki şu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır... Ya Rabbi! Seni kendime vekil ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve Senin uğrunda savaşıyorum. Ey Tanrım, niyetim halistir(Cihad), bana yardım et. Sözlerimde yalan varsa beni kahret.”

şedilen, fakat yasalarda kalan haklarımız.

A l p a r s l a n ’ n“Kumandanlarım, ı n Daskerlerim! u a Biz s neı

Diye Ulacı Geçmişten Günümüze Nasıl Gelmiş DİYE ULACI(ZARF Kutadgu Bilig’te ise FİİLİ) GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE NASIL GELMİŞ? İlk olarak Orkun Yazıtlarında TİYİN olarak geçer. Eçümiz kazganmış budun atı küsi yok bolmazun TİYİN Türk budun üçün tün udımadım küntüz olurmadım. ( B a b a m ı zın ve amcamızın kazandığı ulusun adı sanı yok olması DİYE Türk ulusu için gece uyumadım, gündüz oturmadım.) -----Divanü Lügat’it Türk’te TEYÜ olarak geçer. Kelse kalı katığlık erter TEYÜ seringil ödhlüg ışın bilip tur ança angar tirengil. (Sana şiddetli bir felâket gelirse geçer DİYE sabret. Zamanenin işini bilerek dur. Ona öylece diren. ) ------

TİYÜ olarak geçer. Okımış ilig emdi kelgil TİYÜ kamug edgülün kini atamış sayu. (İmdi Hükümdar, gel DİYE davet etmiş, her türlü iyiliklerini teker teker sayıp dökmüş.) Eski Anadolu Türkçesinde DEYÜ biçimine denk geliriz. (Karacaoğlan’ın bir dörtlüğü) Evlerinin önün çardak çardak Elif’in elinde bardak Sanki yeşil başlı ördek Yüzer Elif Elif DEYÜ Fuzuli de Şikayetnâme adlı yapıtında DEYÜ olarak kullamıştır. Selam verdim rüşvet değil DEYÜ almadılar. Özetle: TİYİN> TEYÜ TİYÜ> DEYÜ> DİYE

Başbakanlık basın merkezinden yapılan açıklamada, Çin devleti tarafından yapılan bildiride Çin kökenli şirketlerin Şipka tepesi altında inşaa edilecek tunelin ve ‘Çerno more’ otoyol inşaatını üstlenmeye hazır oldukları belirtildi. Ülkeye yapılacak yatırımla ilgili açıklama ise Ekonomik Gelişmeden sorumlu Başbakan Yardımcısı Daniela Bobeva ile görüşen Çin İhracat İthalat Bankası Müdürü Lu Ruogy tarafından yapıldığı bildirildi.

Lu Ruogy yaptığı konuşmada bu tür projelerin finansmanlığı için genellikle devlet garantisi istendiğini, fakat bu konuda Bulgaristan’a yönelik esneklik yapacaklarını bildirildi. Lu Ruogy ayrıca, Çin devletinin önerisi sayesinde Merkez ve Doğu Avrupa bölgesine 10 milyar dolar miktarında bir kredi sağlanması kararlaştırıldığı ve bu kaynaklar ile bu bölgede yer alan ülkelerdeki altyapının ve işbirliğinin arttırılması sağlanmış olacak.

Çin, Şipka altındaki tunelin yapımını üstleneceğini doğruladı

1877 / 1878 Osmanlı – Rus Savaşı sonuçları Bulgaristan’da ve Balkanlarda kalan Türklerin yazgısını kökünden değiştirmiştir. Rumeli’nin 500 yıl hakimi olan Türkler yedi ay içinde azınlık durumuna indirilmiş, artık hak-hukuk dağıtan konumundan çıkarak kendisine hak bağışlanmasını bekleyen zavallı insanlar durumuna düşmüşlerdir. Anlatımız durum bundan 135 yıl önce başlamıştır ve bugün devam etmektedir. “Büyük Bozgun”dan sonra Bulgaristan’da kalan ve azınlık statüsüne sokulan Müslümanların hak ve özgürlükleri birçok uluslar arası ve ulusal yasalar tarafından garanti altına alınmıştır. Bulgaristan’daki azınlıklar meselesini ilk inceleyen ve yazgılarını yasalara bağlayan uluslar arası oluşum 1878 yılında toplayan Berlin Kongresi’dir. Bu Kongre Osmanlı devletini parçalarken Balkanlar’da ve Bulgaristan’da kalan Müslümanların durumunu, hukuki statüsünü de belirlemiştir. 13. 07. 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması’nın Dördüncü Maddesi “Tırnovo’da düzenlenecek olan Bulgaristan seçkinlerinin toplantısı prens seçiminden önce Prenslik seçimi için organik tüzük hazırlayacaktır. Seçimler yapılırken ve Tüzük hazırlanırken Bulgarların Türkler, Rumlar, Romenler veya başka ahali ile karışık yaşadıkları bölgelerde bu halk gruplarının hakları ve çıkarları göz önünde bulundurulacaktır.” Hükmünü getirmiştir. Bu formülden anlaşıldığı gibi 4. madde, Bulgaristan’da azınlık haklarının ele alıp düzenlenmesini isteyen ilk buyurucu maddedir. Tırnovo’da teşkilatlandırılacak olan KURUCU MECLİS seçimleri yapılırken ve bu Meclis tarafından ele alınacak olan Anayasa incelenirken azınlıkların hak ve çıkarlarının formüle edilip hesaba katılmasını istemektedir. Burada çözüm değil buyruk vardır. Arkasından gelen 5. madde artık çözüm yollarını da göstermektedir. Bu maddeye göre, din ve mezhep farkı hiçbir surette mülki ve siyasi haklardan faydalanmaya mani olmayacaktır. Bu da, Bulgaristan’da kalan Türklere Bulgarlarla eşit haklar vaat etmek demektir. Bu maddede bir taraftan etnik azınlıklara eşit şahsi haklar tanırken, öte taraftan tam bir din serbestliği de vermektedir. Çünkü maddenin ikinci kısmında “Bütün dini ayinlerin serbestliği ve açık yerlerde uygulanması, bütün Bulgaristan ahalisinin hem de yabancıların hakkıdır. Çeşitli dini cemaatlerin teşkilat yapısında ve onların önderleriyle olan ilişkilerde hiçbir kısıtlama yapılmayacaktır.” Denmektedir. Bulgaristan Türklerinin konumuyla doğrudan bağlantılı olan bu maddenin nasıl uygulandığından ilerde sık sık bahsedeceğiz. Fakat hemen şimdi burada söylemek istediğimiz şey, gerçekten tarihi Berlin Antlaşması’nda dinsel özgürlüklerin çok geniş tutulduğudur. Bir defa bütün dinler kendi iç işlerinde tam özerk bir yapıya kavuşturulmuşlardır. Hangi dinin ülkede nasıl bir teşkilat kuracağı, bu teşkilatın birimlerinin neler ve nasıl olacağı tamamıyla dini cemaatin kendisine ait bir meseledir. Her dini topluluk dini liderini kendi seçecektir. Cemaat ile bu lider arasındaki ilişki mekanizmasını, o cemaate mensup olan insanlar düzenleyecektir. Burada altının kalın çizilmesi gereken başka bir durum da dinlerin kendi ibadetlerinin ve ayinlerinin icrasında serbest bırakılmalarıdır. Hiç kimsenin sana sen kurban kesiyorsun, sünnet oluyorsun, şöyle ya da böyle giyiniyorsun demeye hakkı olmayacaktır. Her dinin mabetler dışına taşan bir toplu ayinleri vardır. Cuma namazları, Bayram namazları, cenaze namazları, düğünler, sünnet merasimleri, kurbanlar, mevlitler ve ezanlar gibi…

Rafet ULUTÜRK Avrupanın en bunalımlı ülkesi Bulgaristan Böyle toplu anlarda camiler cemaate dar gelmektedir. Müminler, meydanlara çıkmakta, toplu yürüyüşe geçmektedirler. Böyle hallerde ayinlerin çoğu açık yerlerde uygulanmaktadır. Beşinci madde din müntesiplerine bu hakkı ve özgürlüğü de vermiş ve tanımıştır. Azınlık hakları açısından Berlin Antlaşması’nın 12. maddesi de çok önemlidir. Çünkü Türklerin özel mal-mülk meselesini, devlet, vakıf emlakinin durumunu çözüm yollarını gösterir. Bu madde, “Prensliğin dışına, orada kalmak amacıyla göç eden Türkler veya başkaları, Prenslikte kalan taşınmaz mallarını, onları kiraya vermek veya başkalarının iradesine teslim etmek suretiyle muhafaza edebilirler”, denmektedir. Madenini ikinci Paragrafında “Devlete ait taşınmaz mal-mülkün, vakıf mallarının nasıl satılacakları, tasarruf edilecekleri meselesinin çözümü bir Türk-Bulgar Komisyonu’na havale edilecektir. Komisyon bu maddeleri iki yıl içinde bir çözüme bağlayacaktır. Özel şahısların buy kurumlarla olan malmülk ilişkileri de bu komisyon tarafından hamledilecektir.” Emri bulunmaktadır. Bu paragrafta birbirinden farklı üç çeşit mal-mülk meselesinin çözüm yolları gösterilmektedir: 1) Özel taşınmaz mal-mülkler; 2) Devlet sicilinde bulunan kamu emlaki; 3) Vakıf emlaki. Bunlardan bizim son aylarda üzerinde dikkatle durduğumuz ve konumuzu ilgilendiren vakıf emlakidir. Bu maddenin açık hükümlerine rağmen, Osmanlı Rus Savaşı esnasında ve sonrasında vakıfların başına gelen feci olaylar olmuştur. Birçokları talan edilmiştir. Aslında Berlin Antlaşması’ndaki bu üç madde bağımsızlığını elde eden Balkan memleketlerinde kalan ve azınlık durumuna düşürülen Türklerin canını, malını, namus ve şerefini garanti altına almakta, geniş ferdi, (bireysel) hak ve özgürlükler vermektedir. Lakin bunlar sadece birer tavsiye olarak kalmışlardır. Onların yürürlüğe konması, hayata geçirilmesi için ilgili devletlerin anayasalarına ve tüm diğer kanunlarına alınması gerekir. O zaman bu zaman haklarımız yasalara alınsa uygulanamadan kaldı, yasalara alınmayanlar ayaklar altına alındı, şimdi de bu gidiş doğal haklarımıza, uluslar arası insan haklarımıza kadar ilerledi. Ana dilde konuşma, görüşme, sohbet etme, yayın yapma, yazma çizme, propaganda hakkımız da şu günlerde yok edilmek ve unutturulmak üzere hedef edilen, üzerinde pazarlıklar edilen en öz ve en kutsal haklarımızdan biridir. Gerilersek ilerleyemeyiz. Biz geçmişe yara kaşımak için bakmıyoruz. Bizim istediğimiz ana dilimizi yazılı ve sözlü istediğim yerde istediğimiz şekilde kullanma hakkımız kutsaldır ve daha bundan 135 yıl önce Uluslar arası antlaşmalarla düzenlenmiş ve Bulgar Prensliğinin kuruluş belgelerinde yer almıştır. Biz ancak elimizden yasa dışı yollardan alınan haklarımızı geri istiyoruz. Mücadelemizin anlamı budur.


4

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Mahmut ORAL

Komşu Ülkelerin Araçları Türkiye’de Tamir Edilecek ETSO ile Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Yalçın, uygulama gereğince komşu ülkeler-

de birincisidir bu dağ. Son günlerde dağın adı tartşılmaya başlandı.Beni de ilgilendirdiği için katılmaktan kendimi alamadım. Dağın gerçek adı Bolkar’dır. O yörede genellikle yörükler yaşar. Yörükler Türkçe’yi kendilerine uydurmanın ustasıdır. Söyleyişi kolaylaştırırlar, yumuşatırlar. Örneğin taş daş olur; karı garı olur; cıhar-ı yek çeyrek olur. Bolkar da Bulgar olur.Türkmen halkının dilinde bu dağ Bulgar dağıdır. Hatta bu konuda deyimler atasözleri eksik değil. Bunlardan birini yazayım: ”Bulut gitti Bulgar’a çek deveyi yollara.” Çok hoş bir anlamı da var sözün.Bulut Bulgar dağına doğru giderse yağmur yağmayacatır. Gönlün rahat etsin. Deveni yoll a r a ç ı k a r. Yo l u n d a n k a l m a … Halk bulutlara bakarak meteoroloji bilgilerini keşfetmiş.

tamir edilmesine başlandı Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Yalçın: “Örneğin bu protokol sonrası bir Yunan vatandaşı arızalı aracını sınır kapısına kadar getirecek, izin belgesi olan usta burada aracı teslim alacak. 5.000 TL Kredi Al, Ayda 120 TL Taksitle Öde! Hemen Başvur! Bu Fırsat Kaçmaz! Formu Doldurun, Altın Ticaretine Başlayın 3.000 TL Kredi, 3 Yıl Vadede, 105 TL Taksitle! Hemen Başvur! SALİH BARAN - Edirne Ticaret Ve Sanayi Odası (ETSO) ile Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü arasında imzalanan protokol gereği, Yunan ve Bulgar araçlarının Türkiye’de tamir edilmesine başlandı. ETSO’nun gerekli izin belgelerini tamamlamasının ardından hayata geçirilen protokol gereğince, komşu ülkelerden gelecek tarım aletleri, otomobil, sulama motorları ve araç gereçler, Edirne’ye gelecek ve 15 gün içinde tamir edilerek tekrar yurt dışına gönderilecek. Uygulama kapsamında Türkiye ekonomisine aylık ortalama 250 bin avro girdi sağlanması planlanıyor. Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Müslüm Yalçın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ETSO ile geçen yılın son günlerinde imzalanan protokolün izin belgelerinin tamamlanmasının ardından uygulamaya geçtiğini söyledi. Başlanan uygulamanın Türk ekonomisi, özelde de Edirne ekonomisi için büyük bir adım olduğunu ifade eden Yalçın, “Başta sayın Bakanımız Hayati Yazıcı, gümrük teşkilatı üst düzey yöneticilerimizin teşviki bizim bölge olarak riski kabul etmemiz, ETSO’nun taşın altına elini koyarak teminat vermesi, destek olması bu yeni olaya başlamamıza neden oldu. Hem Edirne için hem teşkilatımız için hayırlı Uğurlu olsun” değerlendirmesinde bulundu. “KRİTERLERE U YGUN ESNAF BELİRLENDİ”

için talipli olan ustaların ve esnafın müracaatlarının ETSO tarafından alındığını, ETSO’nun kriterlerine uygun olan isimleri kendilerine gönderdiğini bildiren Yalçın, şöyle devam etti: “Biz de ekiplerimizin kontrolü sonrası ustaları seçtik. Güvenilir, iş kapasitesi yeterli olanlara bu izin belgelerini verdik. Mevzuat gereği bu tarz araç tamir işleri geçmişte, dahilde işleme izin belgesiyle ve mevzuat gereği beyannameyle yapılıyordu. Bu beyannameyi de sade vatandaşın düzenlemesi kolay değildi. Bu protokol sonrası bir Yunan vatandaşı arızalı aracını sınır kapısına kadar getirecek, izin belgesi olan usta burada aracı teslim alacak. Araç esnafa zimmetlenecek. 15 gün içinde bu araç tamir edilerek, ülkeden çıkarılacak.” Yalçın, herhangi bir aksilik doğduğu zaman hazinenin bir kaybı olmayacağını, verginin ETSO’nun teminatından kesileceğini kaydetti. “Ekonomiye katkı sağlayacak” ETSO Başkanı Recep Zıpkınkurt da uzun yıllardır takip edilen bir projeyi hayata geçirmenin mutluluğunu yaşadıklarını söyledi. Çalışmanın Edirne ekonomisine büyük katkısı olacağını belirten Zıpkınkurt, şöyle konuştu: “Hesaplara göre aylık 250 bin avro girdi sağlayacak. Edirne ustasının el mahareti bilgi ve birikimi, Yunan ve Bulgarlar için avantaj olarak değerlendiriliyor. Fiyat avantajları da var. Oralarda işçilik daha pahalı. Uygulama, önce Edirne’deki sanayi sitesine, servis ve genel anlamda Kent ekonomisine katkı sağlayacak. Tüm esnafımız faydalanacak.” Edirne Esnaf ve Sanatkar Odaları Birliği Başkanı Emin İnag ise 2006 yılından beri bir türlü hayata geçmeyen projenin uygulamaya konulmasıyla Edirne sanayisinin ekonomide lokomotif rolü üstleneceğini belirtti. Sanayici esnafı da yedek parçanın Yunanistan ve Bulgaristan’da ucuz olmasına rağmen işçiliklerin çok pahalı olduğunu, bu yüzden yakın civarlardan Edirne’ye tamir için çok sayıda aracın gelmesini beklediklerini kaydetti.

Ülke genelinde çeşitli şehirlerde Türklere ait sivil toplum kuruluşları tarafından düzenlenen Ana Dili Günü kutlamalarında Türkçe’nin önemine vurgu yapıldı. Ana Dili Günü nedeniyle Türklerin en yoğun yaşadığı Kırcaali’de gerçekleştirilen Türk Müziği ve Şiiri Gecesi’nde konuşan Güney Bulgaristan Türkçe Öğretmenler Derneği (GBTÖD) Başkanı Harun Bekir, Bulgaristan’da son dönemde Türkçeyle ilgili tartışmaların yaşandığını belirtti. UNESCO’nun belirlediği 21 Şubat Ana Dili Günü’nün anlamının öne çıktığını anlatan Bekir, “Yetkililerden, ana dili yasaklarından ve engellemelerden vazgeçerek, aksine desteklemelerini bekliyor ve diliyoruz” dedi. Kırcaali’deki Ana Dili Günü kutlamasına katılan Türkiye’nin Filibe Başkonsolosu Şener Cebeci, etkinliğe katılanlara seslenerek Bulgaristan’ın iyi birer vatandaşları olarak çocuklarının Bulgarca öğrenmesinin önemli

nun asla Türkçenin ihmal edilmesi anlamına gelmemesi gerektiğini söyledi. İki dilli yetişmeleri nedeniyle Bulgaristan’daki Türk çocuklarının daha avantajlı olduğunu belirten Cebeci, “İki dilli çocukların zeka gelişimi tek dilli olanlardan daha ileridedir. Zaman zaman şöyle bir durumla da karşılaştığım oluyor; önce Bulgarcayı öğrensin sonra Türkçe öğrenir gibi bir tutumu da görüyorum” dedi. Şiirlerin okunduğu, türkülerin söylendiği Kırcaali’deki Ana Dili Günü kutlamasına Yunanistan ve Türkiye’den sivil toplum örgütlerinin temsilcileri katıldı.

BOLKAR DAĞI MI ? – BULGAR DAĞI MI ?

Durmuş Mutlu

Kırcaali Müdürlüğü arasında imzalanan protokol ge- den gelecek araçların sınırda tamirciler tarafın- Medresemiz Torosların en görkemlilerinden biri belki reği, Yunan ve Bulgar araçlarının Türkiye’de dan alınacağını söyledi. Tamir ve bakım yapmak Mahkemede

“Evlad-ı Fatihan-Balkanlarda Akan Zaman” Kitabı Tanıtım Etkinliği

Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür BaşkentiAjansı etkinlikleri kapsamında,Türkiye Dil ve Edebiyat Derneğinin hazırladığı “Evlad-ı Fatihan-Balkanlarda Akan Zaman” isimli kitap tanıtımı ve sergisinin açılışı gerçekleştirildi. Odunpazarı Bey Konağı’nda yapılan programa; Vali Güngör Azim Tuna, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkan Vekili Üzeyir İlbak, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Yusuf Balcı, kitabın yazarı Yusuf Akçay ve çok sayıda davetli katıldı. “Evlad-ı Fatihan Balkanlarda Akan Zaman” adlı serginin açılışı ve kitabının tanıtım töreninde bir konuşma yapan Vali Tuna, kitabın Balkanlardan uzanan trajik göç yolculuğunu anlattığını söyledi. “Evlad-ı Fatihan Osmanlı İmparatorluğu’nda Balkanlar’ın fethine katılan beylerin, fatihlerin soyundan gelenlere verilen addır” diye konuşan Vali Tuna, “O dönemden bugüne kadar Balkan Türkleri için kullanılan bu tabir aslında en genel anlamıyla halihazırda hepimizin, yani ortak kültür mirasımızın günümüz temsilcilerinin ortak adıdır. Bu kitap, bu kapsamda üretilen güzelliklerden biridir. Kitabın hayırlara vesile olmasını diliyor, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği yetkililerine ve çalışmada emeği geçenlere teşekkür ediyorum” dedi. B A L K A N L A R D A YA Ş A N A N LARIN KÜÇÜK BİR BÖLÜMÜ Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkan Vekili Üzeyir İlbak ise, kitap tanıtım esnasında, belgesel, kitap çalışmasıyla Balkanlar’da yaşananların küçük bölümünü hatırlatmayı ve üzerinde birlikte düşünmeyi amaçladıklarını belirtti. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansına katkılarından dolayı teşekkür eden İlbak, şunları söyledi: “Evlad-ı Fatihan Balkanlarda Akan Zaman” isimli çalışma, milletimizin tarihte yaşadığı fakat dünya kamuoyunun kör ve sağır numarası yaparak sessiz kaldığı felaketi yeniden gündeme getirmeyi amaçlamaktadır. Eskişehir’in, 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti olması benzeri çalışmaların ve kalıcı eserlerin ortaya konmasında önemli imkan sağlamıştır.” ZULÜM VE İŞKENCE AĞITLARI Balkan coğrafyasındaki Müslüman milletlere karşı uygulanan zulüm ve işkenceleri ağıt niteliğindeki metinlerle anlatan kitabın yazarı Yusuf Akçay ise, desteklerinden dolayı Vali Tuna’ya ve katılımcılara teşekkür etti. Daha sonra Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkan Vekili Üzeyir İlbak, “Evlad-ı FatihanBalkanlarda Akan Zaman” adlı projeye verdiği destek için Vali Tuna’ya teşekkür plaketi verdi. Vali Tuna’da kitabın yazarı Yusuf Akçay’a 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı çalışmalarına yaptığı projeyle destek verdiği için günün anısına teşekkür plaketi ve 2013 TDKB anı tabağı takdim etti. SERGİ AY SONUNA KADAR AÇIK 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ile başlayan ve Balkan Savaşları ile telafisi imkansız sonuçlara sebep olan acıları yeniden hatırlamak amacıyla hayata geçirilen “Evlad-ı Fatihan/Balkanlarda Akan Zaman” isimli kitap ve sergi projesi, 31 Ocak 2014 tarihine kadar açık kalacak. Eskişehirli sanatseverler sergiyi ücretsiz gezebilecek. “Evlad-ı Fatihan/Balkanlarda Akan Zaman” isimli kitap, Balkan coğrafyasındaki Müslüman milletlere karşı uygulanan zulüm ve işkenceleri anlatan bir eser. Yusuf Akçay tarafından kaleme alınan ağıt niteliğindeki metinlerden oluşan kitapta ayrıca; Selanik, Kırım, Manastır, Bosna-Hersek ve Üsküp gibi Balkan şehirlerine ait 100 yıllık 100 adet kartpostala da yer veriliyor. Sergide ise, kitaptaki 100 kartpostalın 70x100 ebadındaki büyütülmüş fotoğrafları da yer alıyor.

Bulgaristan’da ana dili etkinlikleri 21 Şubat Uluslararası Ana Dili Günü çeşitli etkinliklerle kutlandı. olduğunu ancak bu-

Kircaali’de ana dili günü etkinliği düzenlendi Güney Bulgaristan Türkçe Öğretmenleri Derneği ile Kırcaali Ömer Lütfi Kültür Derneği, Uluslararası Ana Dili Günü vesilesiyle Kırcaali’de Ömer Lütfi Kültür Derneği salonunda Türk Şiiri ve Müziği Gecesi düzenledi. Etkinliğe Kırcaali bölgesinden yüzlerce öğretmen, Kırcaali Bölge Müftüsü Beyhan Mehmet ve Türkiye Cumhuriyeti Filibe Başkonsolosu Şener Cebeci konuk olarak katıldı.

(Sözlükler “Medrese”nin ‘boş tartışmaların yapıldığı bir yer olduğu yazsa da, Bulgaristan Türk ve Pomakları Medreselerimizin bir aydınlık ocağı olup, bunlarda İslam dini ile birlikte çağdaş bilimin ana kollarında ders verildiğini iyi bilir. Kırcaali Medrese’si de Doğu Rodop aydınlarının yetiştiği bir irfan merkezi olarak yıllar yılı görev yapmıştır.” Bulgaristan Cumhuriyeti’nde bundan böyle eşit haklı vatandaşlar olarak varolabilme davamızın çok önemli ve aktüel bir halkasını oluşturan Müslümanlara ait olan fakat XX. yüzyılda iktidarlar tarafından el konarak elimizden alınıp devlete, belediyelere veya başka Bulgar kurumlarına devredilen ve daha sonra da değişik vesilelerle defalarca el değiştiren tüm mal ve mülklerimizi geri alma, sahiplenme ve işletme mücadelemiz devam ediyor. 07.03. 2014 günü Vidin İl Mahkemesi’nde görülen Vidin Konağı’nı geri alma davamız bir ertelendi. Mahkemeye baskı yapmak için şehre iki koldan milliyetçi güçler geldi. Protestocu alayının birinde futbol holiganları Bulgar bayrağı sallayıp sloganlar atarken, bir de ırkçı Volen Siderov’un “Ataka” partisinin vurucu güçleri aşırı sloganlar atıp pankartlarla belirdi. Polis protestocuları İl Adliye sarayından uzakta gemleyebildi. Bir önceki mahkeme Kırcali İl Mahkemesinde görülmüş ve 7 Nisana ertelenmişti. Kapalı kapılar aradında yapılan duruşmanın tespit ve belgeleri dosyaya girdi. Şimdi konuya sizinle birlikte daha detaylı bakmak istiyoruz. BAŞ MÜFTÜLÜĞÜN DEVLETİNE KARŞI YÜRÜTTÜĞÜ KIRCAALİ MEDRESİ DAVASI:

Duruşma günü 25 Şubat 2014. Duruşma yeri Kırcaali İl Mahkemesi. Mahkeme Başkanı Georgi Miluşev. Dava konusu: Halen Kırcaali Tarih Müzesi olarak kullanılan ve “Medrese” adıyla bilinen tarihi binanın ve arazisinin Kırcaali İl Müftülüğüne geri verilmesidir. İkinci oturum. Duruşma salonunda tarafların avukatlarından, bilirkişilerden ve birkaç gazeteciden başka kimse salınmamıştır. Duruşma 2 saat sürmüştür. Müftülük temsilcileri bina ve arsası üzerindeki mülkiyet haklarını hukuksal gerekçelerle kanıtlamıştır. Duruşmada BİLİRKİŞİLER dinlenmiş ve DÖRT TANIKA sorular sorulmuştur. Dimitır Dimitrov isimli bir bilirkişi tarafından hazırlanıp dava dosyasına alınan teknik uzman incelemesinde (ekspertiz) eksiklikler olduğu tespit edilmiştir. Mahkeme Başkanlığı, Dimitrov’tan, 1922 – 2006 yılları arasında yapılan şehir düzenlemesi kayıtlarında bu arsanın geçirdiği değişikliler de dahil olmak üzere, mülkün sahibini değiştirmesi gibi kamulaştırma gibi tedbirleri de dosyaya alması gibi bazı ek tespitlerde bulunması istemiştir. Duruşmada, Kırcaali Müftülüğünün medrese binasının kurulduğu arsa mülkiyetiyle ilgili 1922 yılında tesis edilmiş bir tapuya sahip olduğu görülmüş ve kanıtlanmıştır. Bununla birlikte, aynı dönemde, Kırcaali Müftülüğünün Medrese binasını değişik süreler için kiraya verdiğini belgelendiren kira sözleşmeleri de mahkemeye sunulmuştur. Bu evraklar 1951 yılına kadarki yıllara aittir. 1951’de medrese binasına ait arsa ve Medrese binası devlet tarafından kamulaştırılmıştır. 1978’de her hususunda bir devlet mülkü olan bu taşınmaza ait olan evraklar ikinci kez tanzim edilmiştir. 1994’te Medrese binası Kültür Anıtı olarak ilan edilmiş ve halen Kültür Bakanlığı idaresinde bulunuyor. Bir Orta Asya yüksek mimari stilinde kurulmuş olan Medrese binasının mimarı, Sankt Peterburg Sanat Galerisi’nde görev yapan Rus yüksek mimar Pomerantsev’tir. Bu bina İslam Okulu Medrese olarak tasarlanmış ve inşa edilmiştir. DURUŞMA ESNASINDA BELİREN GERİLİMİ DİKKATE ALAN YARGIÇ VESELİNA KAŞIKOVA, DURUŞMAYI ERTELEDİ VE GEREĞİNİ GÖRME TARİHİ OLARAK 8 NİSAN 2014’Ü BELİRLEDİ. Devamı - www.bghaber.org


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Çocuklarınızla Konuşun...

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, ‘Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!’derdi.Annem de ‘Bütüngünzatenseninleuğraştım,birçiftlafdamıkonuşturmayacaksın babanla?’ diye çıkışır, beni odama gönderirdi. Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, ‘Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.’ diye bağırmaya devam ederdi. ‘Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık’ derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim. Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli bir şey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; ‘Bak, böyle uslu uslu oyna işte.’ diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. ‘Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.’ diye komşulara anlatıyordu annem halimi. Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem ‘Odanı topla!’diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum . Annem odama gelip ‘Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ‘ dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım? Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi ‘Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.’ dedi. Ben ‘Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.’dedim. O ‘Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.’dedi. Ben yine ‘Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.’ dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: ‘Peki neden bizi küçük çizdin?’ dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda iş yerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde ‘Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.’ diyeceğim. Ve bir de bağıracağım ‘Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar’ diye. Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı.. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi. Farkında’ Olmalı İnsan... Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı. Ömür Dediğin Üç Gündür, Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür, O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür.

A“Arabınkini t a tArab’a, ü r k ’ ü

A n l rihte a gaflet manlarıaolmuş,k

Aceminkini Acem’e geri verirsek, bize uzun kollu bir Buhara hırkasından başka bir şey kalmaz.” Buhara hırkasını nedense hor gösteren bu söz, Meşrutiyet devrinde sayılı birkaç dilseverin, dilimizde denemek istedikleri tasfiye (arıtma) işini, Türkçe için bir yıkım sayan ünlü bir yazarımızın sözüdür. Dil devrimi başladığı sıralarda da aydınlarımızın çoğu bu kuruntuda idi. Türk’ün anayurttan ayrıldığı zaman dil varlığını uzun kollu bir hırkaya benzetenlerin bu mantık zavallılığına Atatürk acırdı. O, Türk’ün her şeyine inandığı gibi dilinin de yeterliğine, enginliğine sonsuz bir inanç beslerdi. “Tarihin akışını oradan oraya çevirmiş, yer yer bunca uygarlık ocakları kurmuş bir ulusun dili bu denli yoksul olabilir mi idi?” diye soruyor ve sözünü aşağı yukarı şöyle tamamlıyordu: “Araplarla tanışıncaya dek Türk’ün devlet, hükümet, hukuk, adalet gibi uygar kavramlara; şeref, namus, insaf, vicdan gibi yüksek duygulara birer ad vermemiş olması düşünülebilir mi? Belli ki her ulusta görüldüğü üzere Türk’ün de ta-

birçok varlıklarına ve bu arada diline de bakmaz olmuştur. Biz şimdi ulusal benliğimize kavuştuğumuz gibi öz dilimize de kavuşacağız.” Atatürk bir ulusun dil varlığı bakımından, aslında bu denli yoksul olamayacağını bir örnekle belirtmek için şu öyküyü sık sık anlatırdı: “Vaktiyle zengin bir köy ağası şehirde hamama gitmiş. Yıkanmış... Kurulanmış... Giyinmek için bohçasına el attığı zaman bir de bakmış ki silahlığından başka her şeyi çalınmış. Başlamış hamamcılardan hesap sormaya. Hamamcılar ağanın şantaj yaptığını, yoksa çalınan çarpılan bir şey olmadığını ileri sürmüşler. Bunun üzerine o da silahlığını çıplak beline geçirerek ortaya çıkmış ve şöyle haykırmış: “Görenler Allah için söylesin, ben buraya bu kılıkta gelebilir miydim?” Atatürk öyküsüne şunu da katardı: - Ağanın hamama çıplak gelmediğine herkesin aklı yattı ama, Türk’ün yurdundan dilsiz çıkmadığına hala akıl erdiremeyen gafiller vardır.

Türk yayları kollarının terse döndürülüp kurulduğunu biliyor muydunuz? Eğer; Öz eleştiri yapabilirsek Türk yaylarını gerçek manada tanımadığımız ya da unutmaya başladığımız gerçeğini fark ederiz. Bu yüzden Türk yaylarının kurulu halde olmayan görünüşüne aldanabilir veya basit ahşap yaylar ile karıştırabiliriz. Hatta çoklarına göre bu yöntemle kurulan bir yayın kırabileceği savı ileri sürülmektedir. Oysaki; Türk yaylarının genel karakteristiği olan ters bükümlülük kompozit yapısının sağladığı bir avantajdır. Yüksek süratle tepki verebilmek ve daha fazla kuvvet depolamak için Yay Kurulu değilken hilâl şeklini andıran bir formdadır, yay kirişi(yay ipi) hilal formun aksi istikametine gerilerek kurulabilmektedir. Bu gibi ayrıntılar her ne kadar küçük gözükse de aslında daha büyük bir bütünün yani kültür zenginliğimizin kaybedişlinin bir habercisidir. Çünkü yay tarihimizde işlevleri açısından ayrı önemlere sahip olurken mana açısından da çok zengin anlamlar taşımış sembolleşmiş hatta bayraklarımızda kendine yer edinmiştir. Selçuklu ve Avarların bayraklarında Türk yayının sembol olarak seçilmesi bu duruma örnek gösterilebilir. Geçmişten bu güne kültürümüzün devamlılığında ya-

şanan kopmalar ve alınan bazı yanlış kararların meydana getirdiği olumsuz neticeler Geleneksel Türk okçuluğuna zamanla var olan ilgi ve alakanın kaybedilmesine sebep olmuştur. Yitirilen ilginin doğal sonucu olarak bilgi zafiyetleri ortaya çıkmıştır. Hepsinden daha vahimi ithal edilen yabancı kültür unsurlarının kendi kültür değerlerimizin üzeriniörtecekderecedepopülerleşmesideayrıbirkayıptır. Memleketimizde popülerlik açısından değerlendirip günümüz adına bakacak olursak kaybettiklerimizi daha iyi anlaşılabilir. Özellikle batı kaynaklı hikâyelerde haydut olarak tasvir edilen “Robin hood” ya da Yunan mitolojisinde geçen “Eros” efsanesi, tarihi öneme sahip gerçek bir şahsiyet olan “Tozkoparan İskender” isimli yiğit kemankeşten ne yazık ki daha popülerdir.

geri verirsek, bize uzun kollu bir Buhara hırkasından başka bir şey kalmaz.” Buhara hırkasını nedense hor gösteren bu söz, Meşrutiyet devrinde sayılı birkaç dilseverin, dilimizde denemek istedikleri tasfiye (arıtma) işini, Türkçe için bir yıkım sayan ünlü bir yazarımızın sözüdür. Dil devrimi başladığı sıralarda da aydınlarımızın çoğu bu kuruntuda idi. Türk’ün anayurttan ayrıldığı zaman dil varlığını uzun kollu bir hırkaya benzetenlerin bu mantık zavallılığına Atatürk acırdı. O, Türk’ün her şeyine inandığı gibi dilinin de yeterliğine, enginliğine sonsuz bir inanç beslerdi. “Tarihin akışını oradan oraya çevirmiş, yer yer bunca uygarlık ocakları kurmuş bir ulusun dili bu denli yoksul olabilir mi idi?” diye soruyor ve sözünü aşağı yukarı şöyle tamamlıyordu: “Araplarla tanışıncaya dek Türk’ün devlet, hükümet, hukuk, adalet gibi uygar kavramlara; şeref, namus, insaf, vicdan gibi yüksek duygulara birer ad vermemiş olması düşünü-

Türk’ün de tarihte gaflet anları olmuş, birçok varlıklarına ve bu arada diline de bakmaz olmuştur. Biz şimdi ulusal benliğimize kavuştuğumuz gibi öz dilimize de kavuşacağız.” Atatürk bir ulusun dil varlığı bakımından, aslında bu denli yoksul olamayacağını bir örnekle belirtmek için şu öyküyü sık sık anlatırdı: “Vaktiyle zengin bir köy ağası şehirde hamama gitmiş. Yıkanmış... Kurulanmış... Giyinmek için bohçasına el attığı zaman bir de bakmış ki silahlığından başka her şeyi çalınmış. Başlamış hamamcılardan hesap sormaya. Hamamcılar ağanın şantaj yaptığını, yoksa çalınan çarpılan bir şey olmadığını ileri sürmüşler. Bunun üzerine o da silahlığını çıplak beline geçirerek ortaya çıkmış ve şöyle haykırmış: “Görenler Allah için söylesin, ben buraya bu kılıkta gelebilir miydim?” Atatürk öyküsüne şunu da katardı: - Ağanın hamama çıplak gelmediğine herkesin aklı yattı ama, Türk’ün yurdundan dilsiz çıkmadığına hala akıl erdiremeyen gafiller vardır.

Yılbaşından itibaren AB içinde serbest çalışma hakkı kazanan Romen ve Bulgarlar, Almanya’da Hartz 4 sosyal yardımı başvurusunda bulunuyor. Pek çoğu ise çalıştığı parayla geçinemediği için ilave yardım talep ediyor. Almanya’da Ocak 2014’ten itibaren Romen ve Bulgarlar çalışma izni olmadan istihdam edilebiliyor. Doğu Avrupa’ya kapıların açılmasıyla birlikte bu ülkeye gelenlerin sayısında artış yaşandı. Buna bağlı olarak sosyal yardım alanların sayısı da artıyor. Mannheim şehir yönetiminde entegrasyon ve göçten sorumlu David Linse, Alman Haber Ajansı dpa’ya yaptığı açıklamada, “Hergün 8 ila 15 kişi arasında yeni Hartz 4 başvurusu alınıyor. Bunların büyük kısmı Romen ve Bulgar.” şeklindeki ifadelere yer verdi. Linse, gelenlerin büyük kısmının işsiz ol-

duğu, iş bulanların ise, çalıştığı parayla geçinemeyerek sosyal yardıma başvurduğunu aktardı. Ancak sosyal yardım talepleriyle baş edemeyen Gelsenkirchen ve Delmenhorst gibi şehir yönetimleri bu başvuruların büyük kısmına “ret” cevabı veriyor. Duisburg’da ise korkulan olmadı ve ocak ayından bu yana yeni başvuruların sayısı 50 civarında oldu. Bu konuda Avrupa Adalet Divanı’nın kararını bekleyen Alman şehir yönetimleri buradan çıkacak karara göre hareket etmeyi planlıyor. AAD, 2010 yılından bu yana oğlu Almanya’da yaşayan ve Hartz 4 yardımına başvuran Romanyalı bir kadının başvurusunu kara bağlayacak. Büyük bir mali yük altında kaldığını söyleyen sosyal yardım merkezleri, federal yönetimden yardım bekiliyor.

Türk

Yayları

T“Arabınkini ü r k Arab’a, ü nAceminkini Y uAcem’e r d ulebilirnmi?dBelli a kinher ulustaDgörüldüğü i l s üzere iz

Romen ve Bulgarlar, Sosyal Ya r d ı m İ ç i n K u y r u ğ a G i r d i

Servet Somuncuoğlu D Ü N YA TA R İ H İ YENİDEN YA Z I L A C A K !

Taştaki Türkler kitabıyla 2008 yılında Sedat Simavi Sosyal Bilimler Araştırma Ödülü’nü alan Servet Somuncuoğlu, dünya tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek yeni eseri ‘Saymalı Taş Gökyüzü Atları’nı tamamladı. Uludağ Grup organizasyonuyla gerçekleşen ‘Saymalı Taş Gökyüzü Atları’ kitabının tanıtımının yapıldığı gecede konuşan araştırmacı yazar Servet Somuncuoğlu eserin oluşum sürecinden bahsetti. 2005 yılında tesadüfen gittikleri Saymalı Taş’ın Türk tarihi için bir kırılma, dönüm noktası olduğunu söyleyen Somuncuoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Kırgızistan’da Tanrı Dağları’nın kollarından Aladağlar üzerinde bulunan ‘Saymalı Taş’a 11 bilim adamıyla birlikte gittik ve burada başka birşey var düşüncesiyle 12 ayrı ülkede çalışma imkânı elde ettik. Geçen yıl 20 gün Kanada, Toronto, Ottowa, Montreal bölgesinde çalıştık. Saymalı Taş’ta 10.000 kaya üzerinde yapılmış 100 bin resim var ve biz bunların 6.000 tanesini fotoğrafladık.” Ders kitaplarından gördüğümüz kadarıyla bizim tarihimiz Orhun Anıtları’yla başlar.Oysa ki Orhun Anıtları Türklerin taşlar üzerindeki son sözüdür. Asla Türk tarihinin önsözü değildir. Peki 5000 yıl öncesine kadar uzanan zaman dilimlerinde yapılmış resimlerin bugün ne faydası olacaktır? Bugün dünya milletleri ya da dünya devletleri evrensel kültüre yaptıkları katkı çerçevesinde dünyanın kaynaklarını paylaşıyorlar. Çünkü evrensel kültüre yaptıkları katkıyı çocuklarına aktarıyorlar. Böylece çocukları özgüven içerisinde, hiçbir kompleksin etkisinde olmadan yetişiyorlar. Anadolu Türk Tarihi Yeniden Yazılmak Zorundadır!.. Saymalı Taş bize neyi öğretti, bizi nereye getirdi? Eski çağ kültürlerine dair 5 büyük kültür sayılır: Çin, Hint, Mısır, Yunan ve Mezopotamya. Oysa Türk kültürü eskiçağ kültürleri içinde, insanlığın kurduğu ilk kültürler arasında çok özel ve önemli bir yere sahiptir. Bugün batıdan baktığımız zaman çoban, atlı, göçebe Türkler olarak tanımlanan Türkler coğrafik olarak hemen yanına Çin, altında Hint, Mısır’a rağmen, Mezopotamya ve Yunan kültürlerine rağmen kültürlerinden ödün vermemiştir. Biz hâlâ Türkçe konuşuyoruz. Bu kültürün basit bir şey olması mümkün değildir. Bu cevapları bize insanlığın ilk mabetlerinden, Gök tanrı dininin mabetlerinden biri olan Saymalı Taş verdi. Bu kitap yaklaşık 5 yıl süren bir çalışma sonucu ortaya çıkmıştı. Buradaki resimler içinde 100 bin resimden 6 bin kadarını fotoğraflamıştık. 6 bin kadar fotoğrafı defalarca analiz ederek tamamıyla nesnel bir kurguyla, hiçbir şekilde duygusallığa ve hamasete kaçmadan kitap haline getirdik. Türkler kendine ait alfabesi olan entelektüel milletlerden biridir. Dünya evrensel kültürüne, insanlık kültürüne olağanüstü katkıları vardır. Bu sadece Saymalı Taş’la sınırlı değildir. Karlı Dağlardaki Sır belgeselinin Türk tarihçiliği açısından bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum. Belgesel yayına girene kadar çok dar bir çerçevede ele alınan kaya resimleri, belgeselin yayınıyla birlikte birçok insanın gündemine girdi. Bunların içinde akademisyenler, üniversite öğrencileri, bürokratlar vardı ama asıl önemlisi bu kategorilerin dışında kalan insanların konuya ilgi duymasıydı. İşte bu ilginin sonucunda “Bizim burada da bu resimlerin benzeri var” diye Anadolu’nun birçok yerinden insan benimle irtibata geçti. Bana gelen bilgiler doğrultusunda hemen hemen her yere ulaşarak resim olduğu iddia edilen alanlara baktım. Uzun ve yorucu bir süreçti. Birçok alanda kayda değer bir şey yoktu ama Ankara Güdül Salihler Köyü’nden Cemil Söylemezoğlu’nun beni götürdüğü alanlardaki kaya resimleri, çarpıcıdan öte, muhteşemdi. Cemil Söylemezoğlu ile 2008 yılı Nisan ayında başlayan araştırma ve çalışmalarımız 2010 yılı Nisan ayına kadar sürdü. Aralıklı olarak bölgede on ayrı araştırma gezisi yaptıktan sonra “Damgaların Göçü” belgeselinin projelendirmesi ile çekim süreci başladı. 8 farklı alanda 5 binden fazla kaya resmi, binden fazla eski Türk mezarı kurgan ve şu ana kadar tespit ettiğimiz 50 civarında yazıta rastladık. Bu ilk olarak şunu gösterir: Anadolu’da Türklerin varlığının tartışılamaz tarihi M.Ö 3000 yılıdır ve belgelenmiştir. İkinci olarak Türk’ler tarihin en eski çağlarından beri Anadolu’ya gelip gitmişler, göçler yatay ve dikey olarak devam etmiştir. Üçüncü olarak da Anadolu Türk tarihi baştan yazılmak zorundadır. “Damgaların Göçü” belgeseli, Anadolu Türk tarihinde yeni bir çığır açacaktır, işte bu çığırın açılmasına ise danışman kadrosunda yer alan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, Doç. Dr. S.Yücel Şenyurt, Doç. Dr. İsmail Doğan, Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Cengiz Saltaoğlu, Öğr. Gör. Atakan Akçay, Arkeolog Yunus Ekim, Tarık Emre belgesele katkıda bulundular, bizzat saha çalışmasına katıldılar. Sonuçta Türklerin M.Ö 3000 yıllarından beri orada olduğunu ispatladık. Böylece mevcut paradigmayı yıkmış olduk. Yurtdışında çalışmalarım Türkiye’de olduğundan da fazla ilgi görüyor. Japonya’dan Almanya’ya kadar tüm ülkelerin bu işlerle uğraşanları tarafından çalışmalarım ve ben yakından takip ediliyoruz. Batılı arkeologların Yunan veya Frig olarak tabir ettiği alanı Türk olarak belirledik. Burayı iyice inceleyebilmek için çalışmalarımı 3 yıl gizledim. Bozkırın kucağında duruyordu bu resimler. Sonuçta Türklerin M.Ö 3000 yıllarından beri orada olduğunu ispatladık. Böylece mevcut paradigmayı yıkmış olduk. Fakat bizim hukuk fakültelerimizde hâlâ Roma Hukuku ile başlatılır. Oysa damga hukukun ta kendisidir. Kültür tek bir alanda gelişmez, topyekun gelişir. Kayalar üzerindeki resimler, yazılar, damgalar bize şunu öğretir: M.Ö 5000’de, 10.000’de bunu yapan insanın, bir medeniyet kurgusu, evren anlayışı, dili, dini, ekonomisi ve hukuk sistemi vardır. Fakat bizim hukuk fakültelerimizde hala Roma Hukuku ile başlatılır. Oysa damga hukukun ta kendisidir. Damgaların felsefesine girildiğinde, bunlar bireysel mülkiyettir. Bireysel mülkiyetle birlikte hak, hukuk ve adalet kavramları başlar. Maalesef Türk Tarihini Türkler Yazmamıştır.


6

B U LT Ü R K

Bulgaristan Türklerinin Sesi

FA ALİYETLERİNDEN


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

Türk

T a r i h i n i Bulgaristan altyapı için 1 milyar Türkler iz bırakmadan

Türkler Yazmamış İnsanlık buzul çağı gibi bir felaket geçirmiştir.

Bu dönemde refleks olarak bireysel mülkiyet kavramı ortadan kalkmış, dayanışma hukuku dediğimiz şey başlamıştır. Bu dönemi atlattıktan sonra insanlar birçok imkânla tanışınca mülkleri birbirinden ayırabilmek için damgayı bulunmuştur. Bununla birlikte bireysel mülkiyet yeniden devreye girmiş ve hukuk başlamıştır. Dinsel törenler başlamıştır. Dinsel törenlerin olmazsa olmazı müziktir, musikidir. Kültürü anlamak için topyekûn düşünülmesi gereklidir. Bu şekilde diğer alanlara da aktarıldığında ortaya muazzam bir uygarlık çıkıyor. Maalesef Türk tarihini Türkler yazmamıştır. Tarih derslerinin Türkoloji bölümlerinde hep yabancı bilim adamlarının çalışmalarından bahsedilir. Bizzat saha çalışmalarıyla tarihi kendimiz yazmamız gerekmektedir. Ben buna vesile oldum. Bunun gibi her alanda onlarca yüzlerce bilim adamının çalışarak, bulguları tek tek analiz etmesi, ayrıştırması gerekir. Tarihin hiçbir döneminde Türklük etnik veya genetik olmamıştır. Etnik ve genetik olmadığı için M.Ö 5000 yılında İmparatorluk kurmuştur. Etnik ve genetik çerçevede yaşayan milletlerin tarihlerinde imparatorluk yoktur. Türklük kültür birliğinden meydana gelmiştir. Bu kültür ihracatı olarak görülmelidir. Göç yolları sayesinde kültürümüz Norveç’e kadar gitmiştir. Türkçede 500’den fazla eski Çince de kullanılan kelime vardır. Diller kelime alışverişiyle birbirini geliştirir. Dili; din ve ticaret geliştirir: Mensup olunan dinin kültüründen ve ticaret yapılan ülkelerin dilinden gelen kelimelerin alışverişi olur. Bugün İngilizcenin yaygın kullanımının nedeni de budur: Ticaret dili İngilizcedir. Bir dönemlerde dünya ticaret dili Türkçe olmuştur. Dünyanın ilk küreselleşme denemesini de Türkler yapmıştır. Tarihimizin peşine düşersek geleceğimizi kurtarma şansımız hala vardır. Çalışmayabizzatkatılarakdestekverenbilimadamlarımızdabuönemlikonuylailgiliaçıklamalardabulundu. Ön Türk kültürü üzerine uzun yıllardır araştırmalar yapan müzikolog ve bilimsel araştırmacı Haluk Tarcan bu çalışmayla ilgili olarak şunları söyledi: ‘TRT Haber’de DAMGALARIN GÖÇÜ başlıklı Türk ve dünya tarih kültürünün yeniden yazılması gereğini bu defa da akademisyenlerimiz tarafından hazırlanan, değeri biçilmez bir belgeselde seyrettik. Batı 1774’ten beri Türkleri kültür, uygarlık, tarih ve insanlık dışına itmek için geleneksel Türk karşıtı çabalarında adım adım ilerlemektedir.Asya’da, Türk tarihini M.Ö 220’de Hun İmparatorluğu ile başlatıp, Türklerin tarihte geç kaldıklarını kafalara yerleştirmek amaçlı bilinçli propagandalarını sürdürmektedirler. Yine Anadolu’yu, Sevr’e uygun olarak parçalayabilmek için atalarımızın Anadolu’ya ilk defa 1071’de TOKUZ OĞUZLAR’la geldiklerini inatla ileri sürmektedirler. Ve maalesef bu konuda büyük başarı sağlamışlardır. Bu yapay Türk Tarihi, Batının kendi çıkarlarına uygun olarak yine kendileri tarafından kaleme alınmış ve bizim akademis-yenlerimiz tarafından bilimsel şüpheyle incelenmeden kabul edilmiştir. Dünya tarihi de bu şekilde yazılmıştır. Bu tarihe ilk başkaldıranAtatürk’tür. 1930 yılında 2000’den fazla kitabı incelemiş bir “kurmay subay” kafası ve “mobil zekâsı” ile durum tespiti yapmış; Orta Asya’da bir Anayurt olduğunu ortaya çıkarmış ve bunun tarihinin çok eskilere dayanıyor olması gerektiğine işaret etmiştir. Anadolu’nun en aşağı 5.000- 7.000 yıl öncesinden beri TÜRK YURDU olduğunu ifade etmiştir. Değeri yavaş yavaş ortaya çıkan ve gelecekte tüm dünyanın minnettar olacağı büyük araştırmacı Kâzım Mirşan bu konuda hayatının büyük bir bölümünü adayarak çok önemli araştırmalar yapmış, batı merkezli çıkarlara uygun hazırlanmış emperyalist tarihe baş kaldırmıştır. Maalesef Kâzım Mirşan’ın, Türk Tarih Kurumu’na gönderdiği çalışmalarının dikkate alınmamasına sebep olan bazı akademisyenlerimiz sayesinde SEVR şartlarının bir kere daha çöpe atılması engellenmiştir. Bu çalışmalar 1970’lerde dikkate alınmış olsaydı; ortada ne üst kimlik, alt kimlik yutturmaları, ne 48 etnik kışkırtmaları ne de Ermeni-Kürt iddiaları kalacaktı. Anadolu’daki dip kültürün bize ait olduğunun bilinmesiyle, emperyalistlerin “insan hakları’’, “demokrasi” oyunlarıylasüsleyerekyutturmayaçalıştıklarıpropagandalarına kat’i- sağlam yıkılmaz bir set çekebilecektik. Bugün 1970’den beri, maalesef 40 yıllık bir gecikmeyle de olsa Damgaların Göçü belgeseli ile Sevr’e gerekli olan set bir kere daha çekilmiştir. Şimdi sorun bu “SET” in gerçekleşmesi için çalışmaktır.

6Ulaştırma 0 0 BakanımDanail i lPapazov, y o nBulgaristane u r o y a t ı r ı y o r

ile Avrupa Komisyonu tarafından yapılan sözleşme gereği ülkenin ulaşım altyapısı projeleri için 2020 yılına kadar AB fonlarından 1 milyar 600 milyon euro yatırım planlandığını açıkladı. Bir milyar 300 milyon euroluk kısmın demiryolu ile karayolu altyapısı projeleri için eşit miktarda paylaşılacağını ifade eden Bakan Papazov, kalan kaynakların şehirlerdeki yolcu ulaşımı sektörü için sağlanacağını aktardı. Bu yatırımların özellikle Sofya’daki metro projesine yapılacağını belirten Bakan Papazov, ayrıca Ruse şehrine modern bir ulaşım merkezinin de kurulacağını kaydetti. AB fonlarından ayrıca 77 milyon euro kaynak ile deniz ulaşımı ile havayolu ulaşımı sektörlerindeki bilişim enformasyon teknolojilerinin geliştirilmesine de önem verilecek. Bunun dışında Plovdiv-Burgas demiryollarının ikinci etabının tamamlanması için kaynak aktarılacağı, Sofya-Septemvri, Ruse-Varna, Karnobat-Sindel gibi güzergahların da modernize edileceği vurgulandı. Ayrıca Avrupa’daki ulaşım ağının kurulması mekanizması kapsamında Vidin-Metkovets ile Sofya-Dragoman demiryollarının onarımı için de başvuruda bulunulacak. Asıl hedeflerinin ülkedeki ulaşım ağlarını geliştirmek olduğunu ifade eden Bakan Papazov, bu sayede Romanya-Yunanistan-Turkiye sınırlarına giden ulaşım güzergahlarını geliştireceklerini kaydetti. Bu bağlamda Burgas, Varna ve Ruse şehirlerindeki limanlara giden yolların gelişeceğini ifade eden Papazov, karayolları sektöründe de önümüzdeki dönemde ‘Struma’ otoyulunun 3. kısmının bitirileceğini açıkladı.

Kırsal bölgelerin gelişimi için

2.9 milyar euro kaynak sağlanacak Meclisteki Tarım ve Gıda Komisyonu Başkan Yardımcısı Spas Pançev, bir gazeteye verdiği demeçte, 2014-2020 yıllarını kapsayan dönem içinde kırsal bölgelerin gelişimi için 2.9 milyar euro kaynak öngörüldüğünü açıkladı. Yaklaşık 6 milyar leva sayesinde sözkonusu sektörün gelişmesinin sağlanacağını ifade eden Pançev, bu sayede köy bölgelerinin gelişeceğini, yeni iş ortamının oluşturulacağını ve istihdam sağlanacağını vurguladı. Bu kaynaklardan yaklaşık 1.5 milyar leva sayesinde sabit aktiflere ayrılacağını belirten Pançev, yaklaşık 1.25 milyar leva kaynak ise temel hizmetler ve köy bölgeleri-

nin yenilenmesine aktarılacağını kaydetti. Ayrıca agroekoloji ve iklim bilimi için yaklaşık 600 milyon levanın aktarılacağı, bazı spesifik sınırlandırma veya tabiat değişikliğine maruz kalan bölgeler için de aynı miktarda maddi kaynak verilecek.

2014 YILI PASAPORT HARÇL ARI 01 Ocak 2014 Tarihinden İtibaren Geçerli Pasaport Cüzdan Bedeli Temdit Harçları ; Pasaport Cüzdan Bedeli : 54 Leva 6 Aylık Pasaport Süresi : 69 Leva 1 Yıllık Pasaport Süresi : 101 Leva 2 Yıllık Pasaport Süresi : 165 Leva 3 Yıllık Pasaport Süresi : 234 Leva 3 Yıldan Fazla Süreli Pasaport Süresi : 329 Leva

Pasaport Posta Ücreti :

6 Leva

NOT : 10 Yıllık E-Pasapot Bedeli 54+329+6 = 389 Levadır. Pasaport işlemleri hakkında bilgi Yeni pasaport talebi için gerekli belgeler: ● Pasaport ● Nüfus cüzdanı ● 2 adet biyometrik fotoğraf

2 adet biyometrik vesikalık (fotoğraf 50 mm x 60 mm büyüklüğünde) ile şahsen başvuruda bulunmaları gerekmektedir. Biyometrik vesikalık fotoğraflarda saç bitiminden çeneye kadar olan mesafe 32 mm ile 36 mm arasında olmalıdır. Şablona uygun olarak burun tam orta çizgide olmalıdır. Fon rengi beyaz ya da beyaza çok yakın bir tonda olmalıdır. Gözler açık ve aynı hizada olmalıdır. Bu ana özellikler dışında belirlenmiş tüm ayrıntılara http:// www.epasaport.gov.tr adresi altındaki Biyometrik Fotoğraf başlığından ulaşılabilir.

● Harç (Bulgar Levası olarak ödenmektedir) ● Pasaport yenilemek isteyen vatandaşlarımızın http://www.epasaport.gov.tr web adresinden randevu almaları gerekmektedir. Kayıp ve çalınma nedeniyle pasaport yenileme işlemi sadece ilgili valiliğin talimatı üzerine gerçekleştirilir. Bu durumda müracaat sırasında olayla ilgili polis belgesinin ibraz edilmesi gereklidir. Böyle hallerde yenileme işlemi gerekli prosedür tamamlandıktan sonra gerçekleşir ve yaklaşık bir ay sürer.

ülkelerine geri döndü Osmanlı’nın çöküş yıllarında savaşlardan ve sefaletten

kaçan 450 bin kişiAmerika’ya göç etti. Rumlar ve Ermeniler burada yeni bir hayat kurdu. Türklerin ise neredeyse tamamı geri döndü. Son yıllarda yapılan akademik çalışmalar Türklerin kısa Amerika macerasına ışık tutuyor BAŞLARKEN… Amerika’yı göçmenler kurdu. İngilizler, Hollandalılar, Almanlarla başlayan hikâyenin en tanınan aktörleri İtalyanlar, İrlandalılar, Yahudiler oldu. Osmanlı’dan gelen Ermeniler ve Rumlar bu öyküde kendince bir iz bıraktı. Türkler ise aynı umutlarla ‘Yeni Dünya’ya geldikleri halde uzun süre kendilerini ön plana çıkaramadı. Oysa Türklerin Amerika macerası geçen yüzyılda başlamıştı. - Akademisyenlerin ‘birinci dalga’ dediği Osmanlı’dan gelen ilk göçmenler para kazandıktan sonra ‘Hıristiyan bir ülkede gömülmemek için’ Türkiye’ye geri döndü. - 1960’lı yıllarda gelen ‘ikinci dalga’ mühendisler, doktorlar, askerlerden oluşuyordu. Modern ve eğitimliydiler. Çoğu Amerikalılarla evlenerek burada yeni bir hayat kurdu. Ancak hızla asimile oldukları için hiçbir zaman güçlü bir topluluk haline gelemediler. - Avrupa’ya göç etmenin iyice zorlaştığı 1980’li yıllarda özellikle Karadeniz ve İç Anadolu’dan gelen yaklaşık 200 bin kişi ise hemşehrilik bağlarıyla birbirine kenetlendi ve ilk kez ciddi birAmerikalı-Türk topluluğu kurdu. ABD’de bugün 500 bine yakın Türk kökenli vatandaşın yaşadığı düşünülüyor. Yazı dizimizde bugünden itibaren üç gün boyunca onların maceralarını, hayallerini, yaşadıkları zorlukları anlatacağız. Elbette onlara dair yazılacak çok şey var. Türk kadınlarının göçü, 90’lı yıllarda gelen eğitimli kesimin entegrasyonu, her yıl özellikle doğu yakasına akın eden öğrencilerin faaliyetleri, farklı cemaatlerin ülkedeki artan etkinliği, AmerikalıTürklerin siyasetle imtihanı ayrı birer dizi konusu olabilir. Ancak konuyu sınırlamak zorunda olduğumuz için biz akademisyenlerin tanımladığı üç dalga göçmen topluluğunu ve özelliklerini mercek altına almakla yetineceğiz. Kaynak: Osmanlı’dan Amerika’ya göçü anlatan akademik çalışmaları bir bölümü Profesör Kemal Karpat editörlüğünde ‘Turkish Migration to the United States’ kitabında toplandı. Yazı dizimizdeki tarihi bilgilerin büyük bölümü bu kitaptaki araştırmalardan derlenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Amerika’ya ilk gidenler Rumlar ve Ermenilerdi… Özellikle 1909’da gayrimüslimler için askerliğin mecburi hale gelmesinden sonra birçok genç yurtdışına kaçmak için fırsat aramaya başlamıştı. 1910 yılında İstanbul’da yapılan bir araştırma askerlik çağındaki Hıristiyanların üçte birinin Amerika’ya gittiğini göstermişti. Osmanlı’dan Amerika’ya ilk yola çıkanlar Rumlardı… Araştırmacı ve tarihçi Rıfat Bali’nin çalışmalarına göre 1821-45 yılları arasında Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarından 156 bin, Anadolu’dan ise 205 bin Rum Amerika’ya göç etmişti. ‘Neden Geldim İstanbul’a’isimli şarkının orijinali olan ‘Neden GeldimAmerika’ya’1920’li yıllarda Ahilleas Pulos isimli bir Rum tarafından New York’taki bir Osmanlı kahvehanesinde kaydedilmişti. Misyonerler önayak oldu Amerika’ya giden ikinci grup Ermenilerdi. 1890’lı yıllardan itibaren hız kazanan göçlereAmerikalı misyonerler ön ayak oldu. Harput bölgesinde (bugünkü Elazığ, Malatya ve Diyarbakır) faaliyet gösteren misyonerlerin yardımlarıyla 1834-1914 arasında Anadolu’dan 65 bin 950 Ermeni göç etti. Sadece Bingöl’ün Kiğı bölgesinden 2 bin kişi New York, Illinois, Michigan eyaletlerine yerleşti. Yahudi turşucular Sefarad Yahudileri ise özellikle İstanbul’un Yahudi mahallesi Hasköy’ün 1908 yangınında kül olması ve Balkan Savaşları’ndan sonra göç etmeye başladı. 1890-1907 yılları arasında Osmanlı’dan Amerika’ya 2 bin 738 Yahudi göç etmişti. 1924 yılına gelindiğinde ise bu rakam 30 bine çıkmıştı. Rıfat Bali’nin öyküsünü aktardığı Hasköylü Nesim’e göre o günlerde NewYork sokaklarında İstanbul tipi turşu satan Osmanlı Yahudi’lerine sık sık rastlanırdı. Komşularını takip ettiler Aynı dönemde Anadolu’da kuraklık ve çekirge baskınları, Balkanlar ve Kırım’dan göç edenlerin istila ettiği kıyı kentlerinde işsizlik yaşamı gittikçe zorlaştırıyordu. Anadolu’daki Türkler, Ermeni ve Rum komşularının başarı hikayelerinden etkileniyordu. Amerika’ya gittiklerinde çoğu zaman bu komşularının yanına yerleşiyorlardı. 40 bin Türk gitti Osmanlı’dan Amerika’ya gelen Türklerin tam sayısını tahmin etmek güç. Zira birçok Türk, Amerika’ya girişte kabul işlemlerini kolaylaştırmak ya da izlerini kaybettirmek için Hıristiyan isimleriyle kayıt yaptırıyordu. ABD’nin 1903 yılından itibaren göçmenlerin milletini de kaydetmeye başlamasıyla istatistikler daha net hale geldi. Bunlara göre 1904 yılından itibaren ABD’ye 22-40 bin arasında Türk göç etti. Önce asker kaçakları Araştırmacılara göre ABD’ye ilk giden Türkler kanun kaçakları ve asker kaçaklarıydı. Dil bilmedikleri için genellikle daha düşük maaşlarla, daha kötü işlerde çalışıyorlardı. Doğu yakasındaki Salem, Boston, Peabody, Lynn gibi kentlerdeki deri fabrikalarında çalışanların çoğu Türktü. 1889 yılında ülkeye giriş yapanlar arasında mimar, çilingir, aşçı, doktor, ressam, hizmetçi, bilim insanı gibi farklı meslekler göze çarpıyordu. Yüzde 86’sı geri döndü Washington’daki Osmanlı büyükelçiliğinin 1889’da hazırladığı istatistiklere göre Osmanlı’dan gelenlerin yüzde 83’ü erkekti. Türkler arasında bu oran yüzde 93’e kadar çıkıyordu. Hıristiyan bir ülkede ölmek istemiyorlardı. 1930’lu yıllarda neredeyse hepsi geri döndü. Bir araştırmaya göre Türkler yüzde 86 ile bu dönemde Amerika’ya gelen göçmenler arasında geri dönüş oranı en yüksek olan gruptu.


8

Bulgaristan Türklerinin Sesi

BULTÜRK Yerel Seçimlerde Hangi Partiye ve Niçin OY Verilmesi Gerektiğini Açıkladı

İstanbul’da ve Bayrampaşa’da yerel seçimlerlerde BULTÜRK-Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği belirleyeci olacaktır

Basın Toplantısının Metni:

Değerli Basın Mensupları, Kı ymetli misafirlerimiz, 30 Mart günü yapılacak olan yerel seçimlere yönelik olarak Balkan göçmenlerinin tamamını temsil ettiğini iddia eden bazı STK’lar açıklama yapmışlar ve maalesef AK Partiden memnun olmadıklarını ve seçimlerde de AK Partinin dışındaki siyasi partileri destekleyeceklerini beyan etmişlerdir. Gerekçe olarak ise, Rumeli-Balkan göçmenlerine aday listelerinde yer verilmemesi gösterilmiştir. Diğer bir ifadeyle, Balkan Rumeli camiasından aday adaylarına ne belediye başkanı adayı olarak, ne de meclis üyesi adayı olarak yer verilmediğini iddia etmektedirler. Ancak doğrusunu söylemek gerekir ise bu iddia edilenler gerçek değildir. Çünkü geçmiş seçimlerde olduğu gibi bu önümüzdeki seçimlerde de çok sayıda insanımız AK Parti listelerinden aday gösterilmiştir. Umut ediyoruz ki, inşallah da, kazanacaklar ve ilçelerimize, ülkemize faydalı oldukları gibi gelmiş oldukları memleketlerine de faydalı olacaklardır. Örneğin; Sultangazi Belediye Başkan Adayı Sayın Cahit ALTUNAY Bulgaristan göçmenidir, Ümraniye Belediye Başkan Adayı Sayın Hasan CAN da Bulgaristan göçmenidir. Ayrıca Belediye Bşk. Yrd’sı ve meclis üyesi adaylarımızda azımsanmayacak kadar çoktur. Hâlihazırda ise birçok il ve ilçede Belediye Başkan yardımcıları ve meclis üyelerinin önemli bir kısmı yine Balkan kökenlidir. Kısaca asıl mesele AK Partinin Rumeli Balkan göçmenlerinin temsilcilerine aday listelerinde yeterince yer vermemesi değildir. Biz Bultürk olarak diyoruz ki ; Rumeli Balkan camiası-Anadolu biz hepimiz Osmanlının bakiyesiyiz ve hiç bir ayrım yapmadan birlikte bu ülkenin öz evlatlarıyız. Bize göre mesele bazı şahsi hesapların ve çıkarların toplum çıkarlarının önüne geçmesidir. Burada mesele neyi amaçladığınız veya hedeflediğinizdir aslında. Bizim BULTÜRK Derneği olarak esas hedefimiz, Balkanlarda yaşayan Türk- Müslüman topluluklarının bekasını, can ve mal güvenliğini, kültürlerinin geleneklerinin, örf ve adetlerinin korunmasıdır. Tarihi eserlerimizin korunmasına yönelik çalışmalar yapan herkesin neferi olmaya bizler BULTÜRK Derneği olarak hazırız.

Bu bağlamda olaylara baktığımızda on yıl içinde Türkiye Cumhuriyetimizin TİKA, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı aracılığı ile olduğu gibi Yunus Emre Vakfı, İstanbul, Bursa Büyükşehir Belediyeleri yanında birçok AK Parti Başkanlığındaki ilçe Belediyesi ile birlikte Balkanlara hiçbir dönemde yapılmayan yatırımlar yapılmış. İnsanlarımızın geleceğine katkılar sağlanmıştır. Buna en çarpıcı örnek Bayrampaşa Belediyemizin 9 yıldır büyük bir başarı ile yaptığı Balkanları yeniden ayağa kaldıran “Kardeşlik sınır tanımaz” projesidir. Bunları hepimiz görüyoruz ve bunları görmezden gelmek gerçekleri inkâr etmektir. Son yılarda öksüz ve kimsesiz kalmış izlenimi veren sayısız tarihi eserimiz cami, han, hamam, türbe v.s. yeniden hayat bulmuş ve görkemli geçmişimizi adeta haykırır hale gelmiştir. Filibe’de tamamı ile restore edilmiş olan Muradiye camisinde kılacağınız cuma namazından aldığınız feyzi başka hiç bir yerde alamazsınız. Çünkü burada Balkanları fetheden Akıncıları, Evlad-ı Fatiha’nın ruhunu hissedersiniz. Makedonya’da Atatürk’ünBabasınınAliRizaEfendiyeaitev,SelanikteAtatürk’ün doğduğu evin restorasyonu, soydaşlarımızın kalkınması için yapılan yardım ve eğitim çalışmaları gibi birçok faaliyeti sayabiliriz. Atamızın Doğudu evi ziyaret eden ilk Başbakan sıfatını alan da bu hükümetimizin Başbakanı olmuştur. İşte biz BULTÜRK olarak toplumumuza yapılanları göz önünde tutarak bu hizmetlere değer verir ve bunların çoğalarak devam etmesini arzu ederiz. Evet, siyasette ülke idaresinde de olmak lazım ve gereklidir. Ama bizler Akıncıların torunları ve Evlad-ı Fatiha’nlar olarak öncelikli hedefimiz Balkanlarda var olmaktır. Bu nedenle biz önümüzdeki yerel seçimlerde bu değerlere önem verenlerle birlikte olacağız. Hiç kimse sanmasın ki, tüm Balkan camiası kendi tekellerindedir. Seçim sonuçları da gösterecektir ki, Balkanlara yapılan katkılar hiçbir dönemde karşılıksız kalmamış bu seçimlerde de kalmayacak ve bu katkıları yapanlara oy olarak geri dönecektir. Özellikle Bayrampaşa’da bunu hep birlikte hissedeceğiz. AK Parti Belediye Başkan Adayı Atila AYDINER Rumelili olmamasına rağmen geçmişte Balkanlara yaptığı hizmetlerle bir Rumeli-Balkan sevdalısı olduğunu kanıtlamıştır ve muhtemelen karşılığını alacaktır. İnanıyoruz ki, bu seçimleri de hemşerilerimizin desteği ile kazanacaktır. Çünkü bizim camiamız vefakârdır, yapılan icraatları ve iyilikleri hiçbir zaman unutmamıştır ve karşılıksız da bırakmamış ve bırakmıyacaktır. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Bultürk Yönetimi olarak yerel seçimlerin Vatanımıza ve Milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını, birlik ve beraberliğimizi pekiştirmesini temenni ediyoruz.

Ali Rıza Efendi’nin evi kalıntılarından doğdu Makedonya’da Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’ye ait ev kalıntısının yerine yaptırılan anıevi, kapılarını ziyarete açtı. Anıevinde tüm aile bireylerini gösteren pek çok canlandırma köşesi de yer alıyor. MAKEDONYA dağlarında Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’ye ait ev kalıntısının yerine yaptırılan anıevi bayramdan sonra kapılarını açacak. Jupa’ya bağlı Kocacık köyündeki ev, ilk olarak 1999’da Makedonya basınında çıkan haberlerle gündeme gelmişti. Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nca (TİKA) yaptırılan yapı, ‘Ali Rıza Efendi Anıevi’ adıyla müze olarak ziyarete açılacak. AİLEYLE İLGİLİ CANLANDIRMA ESERLER Dönemin evleri incelenerek ve son Osmanlı mimarisine uygun olarak yaptırılan anıevinde aileyle ilgili canlandırma eserler de yer alacak. Ali Rıza Efendi’nin babası Kızıl Hafız Ahmet Efendi ile annesi Ayşe Hanım, çocuk Mustafa ve Makbule Hanım, Ali Rıza Efendi ve

Burgas ve Veliko Tırnovo 2013 yılında yaşamak için en iyi şehirler çıktılar Bulgaristan’ın en yaşanılır şehri yarışmasının zandığını ve bunun kurala dönüşmesini diledi. finalistleri açıklandığı seremonide 2013 yılında bunların Burgas ve Veliko Tırnovo oldukları belli oldu. En iyi iş yapma ortamı sıralamasının başını Sofya çekiyor, en yeşil şehir Küstendil, en perspektifli şehir ise Varna oldu. Başbakan Plamen Oreşarski bu yıl ilk defa iki şehrin bu unvanı ka-

Burgas ve Veliko Tırnovo 2013 yılında yaşamak için en iyi şehirler çıktılar Zübeyde Hanım anı odaları, genç Mustafa Kemal’in Balkan günlerini yansıtan canlandırma köşeleri hazırlandı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, proje aşamasında gerçekleştirilen arkeolojik kazı çalışmalarında elde edilen bulgulardan da yararlanıldığını belirterek, “Biliyorsunuz Atatürk’ün Selanik’te doğduğu ev Türkiye tarafından restore edilerek yeniden açıldı. TİKA, Atatürk’ün Makedonya’da okuduğu Manastır Askeri İdadisi binasının restore çalışmalarını da sürdürüyor” dedi.

AKMESCİT / SİMFEROPOL (QHA) - “Dilde, fikirde, işte birlik” şiarıyla Türk Dünyasına yol gösteren Kırımlı aydın İsmail Bey Gaspıralı, doğumunun 163. yıl dönümü dolayısıyla Kırım’da çeşitli etkinliklerle anılıyor. Anma etkinliği, 2014’ün UNESCO İsmail Gaspıralı Yılı olması dolayısıyla daha da önem kazandı. Yarımadada meydana gelen gelişmelere rağmen Kırım Tatar Milli Meclisi üyeleri, dernek temsilcileri, öğretmen ve öğrencilerin katıldığı törende İsmail Bey Gaspıralı’nın miras bıraktığı öğütler bir defa daha hatırlandı. Maarifçi Kırım Tatar Öğretmenler Birliği Başkanı Safure Kacametova, “Onun her bir sözünü vasiyet olarak kabul etmek mümkün ‘Dilde, fikirde, işte birlik’ bütün Türk alemini birleştiriyor. ‘Biz, Kırım Tatar maarifçileri, geliriz - gideriz, ama milli maarif ebedi yaşayacaktır’ şeklindeki onun kıymetli sözlerinde pek büyük mana var, çünkü biz nasıl nesil yetiştirsek, o nesil Kırım’ın sahibi olacak” dedi. Kırım Pedagoji ve Mühendislik Ünivesitesi öğrencisi Zeliha Ümerova “Bugün 21 Mart günü bütün gençlerimiz, meclis üyeleri, İs-

mail Gaspralı’nın heykeli yanında toplandık. Elbette, bugünkü siyasi vaziyette, bu pek ciddi mesele ve biz ulu hocamızı, mütefekkiri İsmail Hoca Gaspıralı’yı hiçbir vakit aklımızdan çıkarmayacağız. Onun söylediği sözleri, yaptığı işleri bugün de bizim için günceldir” dedi. Tören Kırım Tatar milli marşının okunmasıyla başladı. Öğrenciler Gaspıralı için yazılmış şiirleri okudu. Kırım Tatar Milli Meclis Başkanı Refat Çubarov’un da katıldığı törende anıta çiçek konuldu. Anma etkinlikleri kapsamında İsmail Gaspıralı Kütüphanesi’nde de kitap sergisi açıldı. S u s a n a Ü s e y n o v a


Bulgaristan Türklerinin Sesi

Alptekin CEVHERLİ

Gün Gelir

Hesap Döner …

Doç. Dr. Dimitrina Kostova: “Eşi benzeri olmayan Bulgar sebzelerini korumak zorundayız!”

Eski zamanlardan beri Bulgarlar Avrupa’da en iyi bahçivanlar olarak ünlüdür, Bulgaristan’da üretilen sebzeler ise eşsiz lezzetinden dolayıtüm dünyada rağbet görüyor. Bunlar Bulgarca’da “Bivolsko sırtse”, Türkçede ise Padişah Pembesi cinsi olarak adlandırılan domates cinsi veya kırmızı etli biber cinsleridir. Ancak güçlü rekabet ortamında ve daha fazla ürün ile kâr peşinde koşarken onları koruyabileceğiz mi? Plovdiv Ziraat Akademisi nezdinde “Maritsa” Sebze Enstitüsünden Doçent Doktor Dimitrina Kostova, “Mecburuz” diyor. Kısa zaman önce Doçent Doktor Dimitrina Kostova, 2007-2013 AB Yedinci Çerçeve Programı kapsamında Avrupa projesi yönetmeni olarak ödüllendirildi. Proje “EU-Balkanvegetables” (Balkan vegetables research center for transfer of European knowledge, research and practice) ismini taşıyor ve Doçent Doktor Kostova’nın Bulgaristan Radyosuna da belirttiği gibi: “Avrupa bilgi, araştırmave uygulama transferi amaçlı Balkan sebze araştırma merkezi” anlamını taşıyor. Ve dahası:“Genel amaç, yarımadada bahçivanlık alanında çalışan insanları birleştirerek Balkanlar’da bir iç ağının kurulmasıdır. Bizim enstitümüz bir merkez konumundadır. Bulgaristan’da düzenlenen konferansa Makedonya, Sırbistan, Romanya, Yunanistan ve Türkiye’den meslektaşlarımız katıldı. Çok güzel bir ağı kurduk. Bu ağ şimdi de çalışmaya devam ediyor. Aslında bu da projenin istikrarını belirleyen kriterlerden biridir. Böylece bu proje sonuçlandığında da devam edecek. Proje çerçevesinde genç bilim adamlarının Avrupa’nın ünlü laboratoarlarında ihtisas görmeleri planlanmıştı. Aynı zamanda da ünlü Avrupa araştırmacılarının ziyaretleri ve onların çağdaş tarım ile bahçivanlık alanında konferanslar vermeleri öngörüldü. Projenin çok önemli bir çalışma paketi debahçivanlık alanında çalışan Avrupa kurumları ile Bulgaristan kurumları arasında bir ağının kurulması. Bahçivanlar için çok ilginç ve faydalı bir konferans düzenlendi. Bu konferansta sebzecilik ve bahçivanlık alanında problemler masaya yatırıldı. Bunun dışında başarılı ilerleme kaydeden bir proje olarak Avrupa Gıda Ağına dahil edildik.” Bugün söz konusu alanda problemler nelerdir? Снимка“Gıdaların kalitesine büyük önem verildiğini söylesem, sizi şaşırtmış olmayacağım” – diyor Doçent Kostova ve devam ediyor. “Genelde bitkilerin birçoğunda ürünün azami miktarı elde ediliyor. Fakat kalite burada çok önemli. Bundan dolayı projenin ağırlığı haşarata karşı dayanıklı, antioksidan açısından zengin sebzeler üzerine düşüyor. Fazla miktarda tarımsal ilacın kullanılmaması amacıyla.” Bulgaristan’da yetişmeleri açısında hangi organik ürünlerin şansı var? “Enstitümüz, sebze açısından çok değerli genetik materiala sahiptir”- diye cevap veriyor Doçent Kostova ve devam ediyor –“Söz konusu sebzeler Bulgaristan iklimine uygundur ve bundan dolayı da eşsiz lezzete sahipler. Biz bu sebzeler korumaya mecburuz. Yabancı sebze cinslerinin yoğun rekabetine rağmen ve onların yüksek verimliliğine rağmen, o kadar da lezzetli değiller. Bundan dolayı bizim gücümüzün bu sebzelerin lezzetinde gizli olduğunu düşünüyor ve sağlığa çok faydalı olduğunu de belirtmek istiyorum. Mesela çok lezzetli domates cinslerimiz var, bunun dışında da biberimiz çok kaliteli. Bu sebze cinslerine gerekli dikkatin çevrileceğini umuyorum. Çünkü Bulgar sebzeleri büyük rağbet görüyor.” “Horizont 2020” Bulgar bahçıvanlığını canlandıracak mı? “Herşey adaylık sırasındaki başarımıza bağlıdır. İnşallah daha fazla meslekdaşımız bu yarışmalara katılmak için çesaret bulur. Bu alanda çok güçlü rekabet ile karşı şarşıya geleceğimizi sanıyorum. Ancak insanda bu merak ve istek varsa ve ne aradığını da biliyorsa, eğer gerçekten ilginç proje sunup Avrupa’da iyi partnerler bulabilirse, birçok sorunun üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorum. Hiç de kolay değil. Fakat ne pahasına olursa olsun yeni programda da adaylığımız koyacağız, çünkü çok iyi hazırlanmış temelimiz var. Aynı zamanda çok iyi donatılmış laboratoarlar, girişimci genç bilim adamları, başarılı bilim kapasitesimiz

Allah, bu milleti gerçekten de seviyor… Hikâye bu ya; Allah-ü Teala’nın makamına melekler gelirler, savaş çıktığını ve İngilizlerin sıkıntıda olduğunu söylerler. Allah (c.c.), “Onlar sömürgecidir,işlerini bilir” der. Aradan bir süre geçer bu kez Almanların savaşa girdiğini anlatırlar. Allah (c.c.), “Almanlar çalışkan insanlardır onlar başlarının çaresine bakar” der. Ardından Japonların güç durumda olduğunu girdikleri savaşı kaybetmek üzere olduklarını haber verirler. Allah (c.c.), “Onların öyle teknolojileri var ki, her türlü engeli aşarlar” der. Melekler bu sefer Türklerin savaşa girdiklerinden ve sıkıntıya düştüklerinden bahsederler. Allah (c.c.) bu kez ise, ”Getirin çizmelerimi, onlar bensiz yapamaz” der. Ne kadar güç duruma düşerse düşsün, kimler nerelerde ne kumpaslar kurmaya kalkarsa kalksın, Allah (c.c.) bir şekilde bu milleti selâmete erdiriyor. Aziz milletimiz, ne kadar derin uykuya dalarsa dalsın; bütün tershanelerine girilse de, bütün orduları dağıtılsa da yine de Rabbim dengeleri öyle bir değiştiriyor ve kartları yeniden karıyor ki; bütün hesaplar altüst oluyor. Siz istediğiniz kadar Washington’da, Moskova’da, Londra’da, Erbil’de veya Tahran’da sözüm ona think tank yapın; millet istediği kadar gözü kapalı bir heyulanın peşine takılsın,yinedememleketbirşekildedüzeçıkıyor. Meşhur şiirdeki gibi “Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın” duasını edenler hâlâ çoğunlukta. Demek ki bütün hesapların üstünde de bir hesap var… Siz ne kadar hesap yapsanız da Allah bir şekilde Türk Milleti’ne yardım ediyor. Eee,atalar boşuna dememiş, “Keser döner, sap döner. Gün gelir hesap döner” diye. *** Kırım’da işler iyice karıştı. Rusya tahminimizden de önce ve ama gereken hazırlıkları da yapmadan fiili bir durum oluşturdu ve Kırım’ı işgal ediverdi. Böylece Putin-Medvedev ikilisinin yıllarca uğraşarak hazırladıkları ve yeniden SSCB benzeri ‘Büyük Rusya’ kurma hayalleri daha birinci sınavda öngörüsüzlük ve hesapsızlık sonucu yerini büyük bir hüsrana ve yıkıma bırakmak üzere… Kırım’ı işgal için 6 ay kadar sonra şartların olgunlaşmasını beklemek ve bölgedeki Ruslara çifte vatandaşlık vermek yerine Kızılordu’yu Kırm’a sokarak, Suriye’de elde ettiği diplomatik başarıyı askeri bir zaferle taçlandırmak isteyen Putin, oluşturmaya çalıştığı güçlü Rusya hülyasını da kâbusa dönüştürdü. Buna son çarın kâbusu da diyebiliriz… Kırım Türkleri’nden beklemediği bir tepki alan Ruslar, Türk Dünyası’na asırlardır yaptıkları eziyetin diyetini az az da olsa ödemeye nihayet başlamış oldu. Dünyada en çok savaş ettiğimiz iki milletten biri olan Ruslar, daha 1944 sürgününün mazlumları sağ iken yeniden Kırım’ı işgale kalkacak kadar, Türkleri unutkan zannetmiş olmanın bedelini sert tepki ile gördüler. Şu anda Türkiye’nin yapması gereken, direkt olarak Rusya ile temasa geçip net bir ifade ile Kırım’daki soydaşlarımızın başına bir hal gelmemesi konusunda uyarmaktır. Ayrıca NATO’nun ikinci büyük gücü olan Türkiye’nin, Ukrayna’nın NATO’ya tam üyelik sürecini hızlandırması gereklidir. Diğer yandan ülkemizde beşinci kol faaliyeti olarak hızla süregelen Rus ve ABD propaganda çalışmalarına da bir son verilmesi S u l t a n a h m e t C a m i n i n K a r ş ı s ı gereklidir. Bu engellenmediği müddetçe aziz M ü k e m m e l Manzarasıyla milletimizin tek bir hedef etrafında net bir S u l t a n a h m e t kararla güç birliği yapması zor olacaktır. E L K E N sk.No.1/1 Y Ç ü n k ü g ü ç d u r u m l a r, fi k i r Ç a t a l ç e ş m e v e i n a n ç b i r l i ğ i i l e a ş ı l ı r. T e l : 0 2 1 2 5 2 6 8 7 9 8 Kafe RESTORANT

9

Nafiye YILMAZ -Bulturk Dnt.Kurulu Baskanı

“E” Kavgası

Kendilerine verilen formlar İngilizceydi. Doldurtmak için tercüme bürosuna gittiler. Sonunda onlardan istenen doğru dürüst, okunaklı, fazla bastırmadan, kâğıt hırpalamadan atacakları bir tek imzaydı. Hepsinin elinde cebinde eğri bürü de olsa imza vardı. -“Nasıl doldurdun kızım,” diye sorduklarında, çevirmen kız başını kaldırmadan hep aynı cevabı, aynı tonla ve aynı inandırıcılıkla veriyordu: -“Emigrant.” Bu şekil verilen bir cevabın, soranın yüzünde uyandırdığı yankıyı peşin bildiğinden olacak, sağ elini uzatarak, parmakları arasına sıkıştırdığı tükenmezin sivri ucuyla “Vezne”ye işaret ederek, ses tonunun en otoriter ifadesiyle: -“Git, 50 leva öde ve geri gel!,” demesi beklenirken, müşterisi olan Çingene karısına, adı Bulgar adı olmasına karşın, ve şu ana kadar ona çarşıda pazarda, yolda sokakta nerede görürse görsün hitap etmesi gerekse asla kullanmayacağı bir ses tonuyla: -“Lütfen parayı kasaya ödedikten sonra geri geliniz!” dediğinde, sanki “Bu gidişle belki Almanya’da sosyal sigortalı olabilirsen, nasıl olsa birazdan biraza birazcık değişirsen, hürmetin ne olduğunu azar azar da olsa, tatmaya başlayacaksındır. -“İlk lokmayı benden al ve diğer yolcuları da bana gönder de paralarını alayım.,” der gibi havalara giriyordu. Çevirdiği hayal dolaplarını, bir ben bir de sen bilsen, yeter be kızım havalarına giren Çingene karısı ise, birbirine doladığı elleri davul gibi yuvarlak göbeğinin üstünde, bura bura bir sigara haline getirdiği paraları açmaya çalışırken, kimse görmeden, 50 yerine 60 uzatırken, -“Aman, ne yapılacaksa sen düzeltiver! Ben bir şeyler karıştırırım, şu günlere elim biraz uğursuz!” dedi ve - . “İstedikleri gibi yaptınsa, başına sonuna, yüzüne tersine birkaç mühür daha vur da, olacağı varsa, olsun.” diye ekledi. Eli kalemli kız, paraları aldı, açtı, buruşuklarını düzlerken -Sen bir “emigrantsın” unutma “migrant” değil, “emigrantsın” bu sözü ezberle, seni sorguya çekerlerse şöyle konuşacaksın: -Yıllardır işsizim, eskiden dokumacıydım, çalışırdım. Fabrika kapandı. Elektriğimi ödeyemiyorum. Hiçbir gelirim yok. Çocuklarım alıp başını gitti. Nerede olduklarını bilmiyorum. Parasızım. Sığınmaya geldim. Kadına nasıl hareket edeceğini, ne söyleyeceğini usulca, kandırır gibi, aman şu işi yap da senden de kurtulalım, der gibi, anlatıyordu. -“Sakın geri dönme!” “Bütün umudumuz sensin!” diyor gibiydi. Evrak işleri ince işti. Fransız kolejini bitirenler, ilk formlarda yanlış yapmışlardı. -Gidip gelirsin be, orada kalacak halin yok ya, samimiyetine düşmüşler ve memleket insansız kalırsa korkusuna kapılarak, forumlara “emigrant” yerine “migrant” yazmışlar ve işte olan o zaman olmuştu. Gel gör sen Çingene kavgalarını… Forumları Avrupa ülkelerinden getirip 5 levadan satan, gidip gelenlerden biriydi. -Almanya’ya indiklerinde uçak alanından el kol sallayarak çıksalar da Gidecekleri ilk yer “Polizeiamt “ (Polis Amirliği) ve ardından “Arbeitsamt” (İş ve İşçi Bulma Kurumu) kapısı olduğunu bilmiyorlardı. İmzalı ve mühürlü formları oralara kadar valizde, torbada, el çantasında değil, koynunda götürmüştü. Polis gişesinden içeri uzattığında,bakan bile olmadı.Al yanaklı, sarışınAlman bayan polis poşetten çıkarmadan, aldığı gibi çöp kutusuna attı. Eliyle başka bir forum uzattı ve soğuk bir sesle -Lütfen bunları doldurun!, dedi. Onların dili de dil mi? İçinde ne Bulgarcadan ve Türkçeden çalınmış iki kelime yok! Almanların yabancılar şubesindekilerin Fransız ve İngilizce ile araları açık olduğundan, ne “migretion” ne de “emigretion” formları dikiş tutmadı. Birkaç dakikada gişe etrafında büyükçe bir grup oluşturan bizim Çingenelerin hepsinin elinde Almanca doldurulması gereken boş formlar belirdi. Sözde herkes birbirinden saklı evrak topluyor, form doldurtuyor da, buraya gelince geçilecek ırmak aynı olduğundan, onlar birer ikişer paçaları sıvarken, hepsinin ayakaltlarının beyaz olduğu göründü. Bizim Çingeneler kendileri kavrulmuş buğday renginde olsalar da, ayaklarının altı bembeyazdır. Diyeceksin ki, vaktiyle onlar topluca bizim oralara gelirken, Mısır’dan geçmişler, çöllerden o geçiş bu geçiş, sarı kum onların ayakaltlarındaki deri renginin kabını soyup almış ve o deri bir daha kap tutsa da, renk alamamış. O zamanlar, Nil Irmağının yayıla bayıla Akdeniz’e karışmaya hazırlandığı bir yalıda, şimdi buralara gelip Almanlardan mağduriyetten sığınma hakkı isteyerek sosyal emeklilik alma hesapları yapan bizim Çingenelerin karşısına gökten inip dikilen Çingene Tanrısı dile gelmiş ve - “Yapmayın etmeyin, gitmeyin, bu kıtada kalın! Geçmeyin bu denizi! Size toprak hakkı tanıyayım!


10 Sofya “Tatil ve SPA Expo 2014” uluslararası turizm borsasında Türkiye çıkartması

Bulgaristan yine son derece başarılı bir şekilde 13 ile 15 Şubat tarihleri arasında “Tatil ve SPA Expo 2014” turizm fuarına ev sahipliği yaptı. Dünyanın 22 ülkesinden gelen 250’den fazla şirket, yoğun turizm mevsiminin arifesinde müzik ve dans gösterileri başta olmak üzere, farklı etkinliklerle geleceğin turistlerin deyim yerindeyse gönlünü celbetmek, güvenini kazanmak için yarıştı. Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı çatısı altında fuarda yer alan Türk şirketlerinin katılımı kayda değerdi. Görsel olarak en büyük milli standlarından birine sahip olan Türkiye’nin Bulgaristan pazarından ve özellikle Bulgaristan turistlerden beklentileri çok büyük.Farklı hizmet, imkan, visyon sunan Türk şirketlerinden bazılarıyla görüştük.Poseydon Turizm ve Seyahat Acentası Başkanı sayın İlhan Öztürk, Sofya Turizm Fuarına altıncı kez katılıyor. Fuardan beklentileriyle birlikte Bulgaristan’ın daha başarlı bir tuzim ülkesi olma konusunda da bakın neler paylaştı: En büyük stantlardan birinde Türkiye’nin tarihinden tutun kültürüne, doğasından denizine, mutfağından turizmine kadar renkli slaytların ziyaretçilerin gözüne hitap edildiği ve beğenisine sunulduğu yerde “The Grand Blue Sky İnternational” Hotel Satış ve Pazarlama Müdürü sayın Beyti Yılmaz ile söyleştik: Bodrum Yarımadası Tanıtma Vakfı Genel Sekreteri sayın Cemil Bayraktar, Bulgaristan Turizm Borsasına ilk defa katılmasına rağmen Bulgaristan pazarından son derece umutlu. Bunun dışında Bulgaristan turizmi konusunda görüşünü sorduğumuzda “Son turizm borsasında Bulgaristan standı ile karşı karşıya idik. Son derece güzel bir tanıtım sundular diyerek, işte başarılı turizimcinin Bulgaristan Radyosuna paylaştıkları: Türkiye’nin denizlerini simgeleyen büyük bir gemi resminin önünde bizi Manavgat-Side-Antalya, “Mutlular” Turizm Tic. Ltd.Şti Yönetim Kurulu Başkanı sayın Ramazan Mutlu ağırladı. “Bulgaristan pazarından beklentilerimi çok büyük “ dedi ve işte paylaştıkları:

Bulgaristan’da eski başbakana soruşturma

” Bulgaristan’ın eski başbakanlarından Sergey Stanişev’in, güvenliği ilgilendiren “çok gizli” belgeleri kaybetmekle suçlandığı davanın duruşması ertelendi. Mahkeme salonunda hazır bulunmayan Stanişev’in avukatlarının talebi üzerine Sofya Şehir Mahkemesi, duruşmanın 12 Mayıs’ta yapılması için karar aldı. Savcılık iddianamesine göre, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Avrupa Sosyalistler Partisi (PES) Genel Başkanı olan Stanişev, başbakan olduğu 2005-2009 döneminde kendisine ulaştırılan “çok gizli” belgelerin kaybolmasına neden oldu. Stanişev’in suçlu bulunması durumunda çarptırılabileceği 2 yıla kadar hapis cezasının, sicilinin temiz olmasından dolayı para cezasına çevrilmesi bekleniyor. Milletvekili olan Stanişev’in dokunulmazlığı, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine, 28 Ekim 2013 tarihinde kaldırılmıştı. Soruşturma ile ilgili çeşitli sorunlar nedeniyle davanın başlaması daha önce de birkaç kez ertelenmişti.

Marmaris Turizm İstanbul Otogar

Bulgaristan Türklerinin Sesi

BGSAM Smolyan Planetar yumu Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi uzak yıldızları yakın ediyor Gözlerini milyarlarca yıldızın ışıldadığı Evren’e çevirip bir an için fanilik ve yalnızlık hissine hiç kapılmamış olan biri var mı acaba? Gözlerimizi kendi hayatımıza dikmiş yaşarken çevremize dair ne kadar az biliyoruz, değil mi? Buna rağmen içimizde hiç sönmeyen ve bizi daima bilgi arayışına iten bir merak, bir öğrenme hevesi de vardır.İnsanın Uzay’ın derinliklerine, zamanın yavaşladığı, ya da tersine müthiş bir hızla helezonik daireler çizerek aktığı ve belki de bir nevi şuurun da var olduğu yerlere hayali yolculuk yababileceği bir yer vardır. Smolyan şehrindeki planetaryum bize zamanda ve alanda ışık hızıyla hareket etmek ve hayal gücümüze meydan okuyan, sanal yolculuk yapma fırsatını sunuyor. Smolyan’daki Gökevi, birbirinden farklı 40’tan çok gösteri sunuyor. Ziyaretçiler ise uzaydaki cisimlerin seyrini canlandıran yeni bir gösteri daha izlemek için buraya tekrar ve tekrar dönüyorlar. Smolyan şehri ve etrafının turistle dolup taştığı yaz mevsiminde Uzay’ın derinliklerine göz atmaya talip olanlar, Planetaryum’un kubbe tavanlı yuvarlak salonuna güçlükle sığıyor. Almanya’da bulunan Carl Zeiss fabrikalarından birinde üretilip Smolyan’a getirilen RFP proektörplanetaryum cihazında bulunan optik ve teknik sayesinde gök kuşağının, Güneş ve Ay’ın, gezegenlerin ve gök cisimlerinin hareketleri tamı tamına canlandırılıyor. Başka bir deyişle planetaryumun kubbesinde yıldızlı gökler tıpatıp gösteriliyor. Hayretler içinde kalıp Güneş’in yavaş batışını, yerine kapkaranlık geceninin geçişini, karanlığın yavaş yavaş titreşen yıldızlarla, gezegenlerle, sisliklerle, gök yüzünü dolaşan kuyruklu yıldızlar ve asteroitlerle doluşunu izlemeye başlıyoruz. Üzerimizde müthiş güzel kareler birbirini izliyor. Nefesimizi tutarak zamanda ve alanda bir ileri, bir geri dolaşıyoruz, bir galaktikten diğerine atlıyoruz, yıldız kümelerinin içine göz atıyoruz, kara deliklerin, dev exogezegenlerin ve gizemli sis kümelerinin yanından geçiyoruz. Gösteriye muhteşem müzik ve hoş kadın sesi eşlik ediyor. Farklı gösteriler, farklı konulara ışık tutuyor. Smolyan Gökevinin sunduğu programlarla ilgili ayrıntıları Planetaryum Müdürü Bayan Mariana Hacigençeva’dan dinliyoruz: “Küçük çocuklar için hazırladığımız masallar ve öğrencilere yönelik programlarımız var. Örneğin Güneş ailesini, Yer küremizi anlatıyoruz, gökyüzüne göre yön bulmayı öğretiyoruz. Ayrıca daha geniş kitlelere yönelik

Asimilasyonun 30. Yıldönümünda

gösterilerimiz de var. Örneğin Büyük patlamayı veya Kainat’ın kısa tarihini canlandırıyoruz. Ayrıca “Yalnız mıyız?” ve başka bir yerde hayat var mı sorusunun yanıtını arayan yıldız programımız da büyük ilgi görüyor.” Bölgemizde en büyük planetaryum olduğu için yabancı gruplar tarafından veya tek başına seyahat ederek şehirde veya yakın köylerde konaklayan yabancı turistler tarafından sık sık ziyaret edilen Smolyan Planetaryumu, gösterilerini 6 dilde sunuyor. 3 metrelik kubbenin altında yer alan küçük gözlemevinde ise 15 santimetrelik aynalı teleskop vardır. Bu optik aygıtla gerçek gökyüzü gözlemlenebiliyor. “Görülmeye değerdir, diyor Bayan Hacigençeva. Güneş ışıkküresi üzerindeki lekeler görülebiliyor. Bu lekeler, Güneş aktivitesinin tek belirtisi olup manyetik fırtınaların ve insanları etkileyen diğer olayların yaşanıp yaşanmayacağına dair ipucu veriyor bize. Ayrıca haftada bir kere gece gözlemi yapıyoruz. Gece vakti sislikleri, yıldız kümelerini ve bazı yakın galaksileri açık bir şekilde görmek mümkün oluyor. Bu gözlemlere büyük ilgi vardır. Smolyan Planetaryumu, yıllık 34 bin turist tarafından ziyaret ediliyor”.

Bankalarla Anlaşmalıyız

A.Halide ÜMİTFER Diş Hekimi

0212 658 20 65

Marmaris Turizm - 0212 658 20 65 Tel: 0212 556 45 30 500 Evler - 0531 450-46-85 Adres: Çalışlar İncirli, Ömür sk.No.1/1 Bahçelievler

BULGARİSTAN’DA TÜRK VE MÜSLÜMANLARIN “ADLARINI DEĞİŞTİRMEK”SURETİYLE UYGULANAN ASİMİLASYONUN 30.YILDÖNÜMÜNDE YAYINLANAN BULGAR GİZLİ ARŞİV BELGELERİ-(1) 2013 Yılında Sofya’da iki cilt ve 2 bin sayfa olarak yayınlanan, Bulgaristan’ın Komünist Rejim Dönemindeki Devlet Güvenlik (DS) ve diğer kurumların Gizli Arşiv Belgeleri, bu konudaki en son bilgilerdir. Bunlardan seçmiş olduğumuz en çarpıcı olanları tercüme edip yayınlamaya ve neyi kapsadığını anlatmaya devam ediyoruz: (Ömer DORUK) ÇOK GİZLİ (1.Cilt-Belge No:83- tarih 28.05.1983 sayfa 391-394) “Bulgaristan Türkleri ile karışık evlilikler yapan, İslam Dinini kabul eden Bulgarların Torunlarının Türk-Arap isimlerinin değiştirilmesi. (Başlık) BKP (Bulgar Komünist Partisi) MK (Merkez Komitesi)’nin almış olduğu ve Sekreterlik vasıtası ile tebliğ edilen karar gereğince, Bulgaristan Türkleri ile karışık evlilikler yapan İslam Dinini kabul eden Bulgarların Torunları (Pomaklar)’nın, geçen yıl ülkenin değişik vilayetlerinde başlatılan Türk-Arap isimlerinin değiştirilmesi işlemi sonuçlanmıştır. Bu güne kadar ülke genelinde karışık evliliklerden oluşan toplam 8689 şahsın ismi değiştirilmiştir. Kırcaali Vilayetinde bu konumda 5625 kişi tespit edilerek, bunlardan 4270 kişinin ismi değiştirilmiş ve bunların da 1659’una yeni adları ile Nüfus Kimlikleri verilmiştir. Burgas Vilayetinde toplam 1001 kişi tespit edilerek,450’sinin ismi değiştirilmiş. Plovdiv (Filibe) Vilayetinde 1600 kişi tespit edilerek, bunlardan 1000 kişinin ismi değiştirilmiştir. Pazarcık Vilayeti, özellikle Yeni Mahalle Köyü’nde bu konumda 463 kişi tespit edilmiştir. Belirtilen karışık evlilikler yapan kişiler, Nüfus kayıtlarında- Doğum belgeleri ve diğer belgelerden yapılan araştırmalar neticesinde tespit edilmekte ve sayıları giderek artmaktadır, bu durum özellikle Kırcaali vilayetine özgüdür.Türklerle karışık evlilikler yapan ve Müslümanlaştırılan Bulgarların büyük bir kısmı hızla Türkleşmektedir.Uzun yıllar Türklerle yaşamış ,onların ortamında (Örf-Adetleriyle) ve Müslüman Dininin de etkisiyle bu insanlar Bulgar Milli bilincini yitirmişlerdir. İsim değişikliği sırasında, Türkiye’nin yıkıcı etki ve propagandasına maruz kalan Türk milliyetçi ve Fanatik Dini çevreler tarafından desteklendiği anlaşılan bazı direniş olaylarına da rastlanmıştır. Örneğin, Kırcaali Vilayetinde Türk milliyetçisi bir şahıs, karışık evlilik yapmış ve isimleri değiştirilmekte olan kişiler arasında, uygulama yapan MVR (İçişleri Bakanlığı) Görevlilerini öldürmeleri, yeni kimlik belgelerini yakmaları, yangınlar çıkartmaları, Gösteri ve can kayıpları dahil, sair direniş yolları da kullanılarak, Türkiye ve Uluslar arası Kuruluşların dikkatini çekmek için propaganda yapan kişi mahkum olmuştur. Özellikle bu karışık evliliklere taraf ailelerde, isim değiştirmeleri sırasında Bulgaristan Türkleri çok şiddetli tepki göstermektedirler. Bu yıl 20 Mart’ta Kırcaali vilayeti, Devam edecek


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Kur tuluş Savaşında A zınlıkların Hainliklikleri D r. K U RT U L U Ş S AVA Ş I N D A H a l i d e AZINLKLARIN HAİNLİKLERİ !!! Ü M İ T F E R ÇANAKKALE VE KUR-

Ak Parti’yi

TULUŞ SAVAŞINDA KÜRTLER VARDI DİYENLER !!!

Bir oy bir kaderdir, Tüm oylar Halkımızın Kaderidir

1919-1922 yılları arasında Kurtuluş savaşı esnasın’da Türk ordusu düşmanla çarpışırken bir yandan’da azınlık(kürt,çerkez,arnavut,rum) dinci,yobaz isyancılarla çarpışmıştır.İçimizdeki azınlıklar düşmanla işbirliği yaparak Türk’ü sırtıın’dan vurdular. 1-Kurtuluş savaşın’da kürtlerin çıkardığı isyanlar şunlardır:Ali batı ayaklanması (1919 11 mayıs-8 Ağustos) Cemil Çeto İsyanı (7 Haziran 1920),Milli Aşireti İsyanı(20 Ağustos1920),Koçgiri İsyanı(1920)(1984) Pkk Eruh baskını 2013 hala kürt isyanı devam ediyor. 2-Kurtuluş savaşı esnasında Arnavut isyanları şunlarıdır:Arnavut Anzavur Ahmet reisliğinde iki kere ayaklanma çıkarılır.a.)birinci anzavur ayaklanması 1 Ekim-25 Kasım 1919 kadar sürer.b.)ikinci anzavur ayaklanması 16 Şubat’tan 16 Nisan 1919 kadar sürer. 3-Kurtuluş savaşı esnasında çerkez isyanları (Bolu-düzce)isyanları:Türk ordusunu karşı Düzcede 13 Nisan 1920-31 Mayıs 1920 arasında çıkarılan çerkez ayaklanmasıdır.İsyan elebaşısı çerkezler şunlardır:Berzak sefer,Çerkez Koçi,Maan Alidir. 4-Çerkezlerin diğer isyanı’da Çerkez Ethem isyanı (20 Aralık 1920)Çerkez Ethem ve kuvvetleri Kütahya’yı terkede-

Destekleyelim

Sayın soydaşlarımız, 30 Mart 2014 Pazar günü, yerel seçimlerinde, seçmen kütüklerinde ismi olan hepinizi oyunuzuAdalet ve Kalkınma Partisi AK Parti’ye vermeye davet ediyoruz. Çağrımız, 100 yıllık seçme ve seçilme geleneği olan, Türk demokrasi tarihinde halkla kaynaşmış ilk yönetim ve adalet biçimi olarak gerçekleşen, başka bir elle tutulur örnek olmadığına dayanır. Bu seçimlerde, bütün Türkiye’de, AK Parti’den daha birikimli ve deneyimli, daha iyi örgütlenmiş ve daha iyi yönetebilen, güvenilir bir politik güç olmadığı ortadadır. Aranızda, “bir değişsinler, demokrasi icabıdır, şu CHP veya MHP de görev alsın,” deyenler olduğunu biliyoruz. Demokrasi, saklambaç oyunu değildir. Şu dönemde sevgi duyduğunuz bu iki partinin yerel erki ele geçirmesi, Türkiye’mizin içine kapanıp yeniden yerinde saymaya başlaması anlamına gelir. Bilirsiniz, meşrutiyet, egemenlik, cumhuriyet fikir ve gücü, büyük önder M.K. Atatürk’ün kendisi, hep bizden, bizim Rumeli’den geldi. Osmanlıyı Cumhuriyete dönüştüren ana motor bizim insanımızdı. Cumhuriyeti bir asırlık birikimle yeni daha yüksek bir aşamaya taşıma ise, artık yalnız bazı bölgesel güçlere değil, Türk ulusunda daha geniş tabana görev oldu. Bu bakıma, Türkiye’yi daha bütünsel, her açıdan daha demokratik, herkes için daha adil bir Cumhuriyete taşıma şerefi de, son 10 yılda modern Türkiye tarihini dünyayı imrendirecek şekilde yazan AK Partiye, sizlere, hepimize nasip oluyor. Yönetim güçleri ebedi değildir. Ağaç yerden kalkıp davransın, taçlanıp yayılsın diye alt dallar kesilir, doğaldır.Heraçıdanbaktığımızda,AKPartihalkıkucaklamış, herkese yakın ve herkese el uzatan bir yapılanmadır. Son dönemde içindeki Pensilvanya kurdunu da söküp attı. Halka hizmet yolunda yeni atılımlara şahlandı. Yükselirken görev üstlenme, kavak ağıcı gibi boş dallarla boy atma anlamına gelmez. AK Parti inkişaf ederken kafesin sorumluluk, güven ve meyvelerle dolduğunu gördük. Olmayan yerden çalınmaz ve eli boş sadaka bile veremez. Atatürk’ün 20 milyon bıraktığı Türkiye’miz 80 milyon oldu. Çadırda barınanlar gökdelenlere doldu. Biz göçmenler ev bark, iş güç sahibi olduk. Çocuklarımız tüm okullara serbesçe gitmiyor mu? Herkesin bir beklentisi vardır. Bize uzanan en yakın el AK Parti’nin her zaman dolu sıcak elidir. Hepimiz hepimiz için daha değişik bir yerel yönetim hak ettiğimizi görüyoruz. Seçeceğiniz adaylar bizim kendi insanlarımızdır. Basın açıklamasında da söylediğimiz gibi biz hepimiz OSMANLI BAKİYESİYİZ, İnanınız! Atatürk sağ olsa, halkın önüne çıkar ve AK Parti benim partim, oyunuzu ona verin, derdi. Burada ORHUN ABİDELERİNİ AYA KALDIRANI DEĞİ, ORTADOĞU, ORTAASYA’YA, AFRİKAYA, KAVKASLARA, BALKANLARA BU HÜKÜMETİN YAPTIĞI YATIRIMLARDAN BAHSETMİYORUM, BEN SADECE BULGARİSTAN’AYAPILANYATIRIMLARI GÖRÜYORVEKENDİLERİNİTAKTİREDİYORUM.

Şunları göremeyecek kadar kör olmak bize yakışmaz.

Ey, anti-emperyalizme sevdalı kardeşlerim. Pensilvanya kurdunu denize döktük. Bundan büyük anti-emperyalizm mi olur! Ey anti-terörist kardeşlerim! PKK teröristlerine bu hükümet silah bıraktırdı. Bundan büyük anti-terörizm mi olur. Ey bölgesel politikacılar. Türkiye İsrail’e teslim oldu dediniz. İlk defa İsrail Ankara’dan özür diliyor. Bundan büyük zafer mi olur! Ey, oy vermede nereye oy vereceğini düşünen kardeşlerim. Ey, oyunu kime vereceğinde kararsız kardeşim. Ey, oy vermesem de bir şey olmaz deyen kardeşim. Bir oy bir kaderdir. Türkiye’nin bütün oyları tüm halkımızın kaderidir. Oyunu AK Partiye ver ve kaderimizi ak pak yap, güzel kardeşim!

rek Gediz yönünde çekildiler. 5 Ocak 1921’de Yunanlıların safına geçtiler. 13-22 Ocak 1921 çerkez Ethem isyanı bastırıldı. 5-Kurtuluş savaşı esnasında rum isyanları:Anadolunun kuzeyinde bulunan rumlar kurtuluş savaşı veren Türk ordusunu yenilgiye uğratmak için (1920-1923)yılına kadar ayaklandılar. Dinci(gerici isyanlar) 1-Afyon İsyanı:(1920)Afyon bölgesinde Çopar Musa din elden gidiyor diyerek ayaklanır!!Türk ordusuna yenilen Çopar Musa yunanlılara sığınır. 2-Konya İsyanıı:(1920)Deli baş Mehmet reisliğinde çıkarılan isyandır.Refet bele komutasındaki ,Demirci Mehmet Efe,Yarbay Osman bey tarafından bastırlır. 3-Yozgat İsyanı:15 Mayıs-30 Aralık 1920’’ Hürriyet ve itilaf fıkrası Reisi Çapanoğlu Edip ve Celaldir Çetebaşları. 4-Zile isyanı:1920 Mayıs,Haziran ayları arasında Tokat ve Zile yöresinde,Yozgat ayaklanması daha bastırılmadan Zile nahiye müdürü Naci,İhsan ve 30 kadar silahlı atlı yandaşları isyanı başlatır.

Bulgaristan satranç ustası Veselin Topalov Dünya Satranç şampiyonu yolunda üçüncü remiyi elde etti

En başarılı Bulgar satranç ustası Veselin Topalov, Rusya’nın Hanti-Mansiysk şehrinde düzenlenen Dünya Santranç Turnuvasında şampiyonluk yolunda üçüncü remiyi elde etti. Topalov, beyaz figürlerle oyuna başlarken turnuvanın 3. etabında Ermenistanlı satranç oyuncusu Levon Aronyan ile karşı karşıya geldi. Aronyan, 35’inci hamlesinde remi istedi. 17 mart, Pazartesi günü Topalov turnuvanın 4. etabında siyah figürlerle hamleye başlayacak ve Rusyalı Sergey Karyakin ile karşı karşıya gelecek. Bu karşılaşmanın galibi, şimdiki Dünya şampiyonu Magnus Karlsen ile eşleşecek.

2014-2020 milli sağlık stratejisi 2014-2020 milli sağlık stratejisi par-

lamenter sağlık komisyonunun bir oturumunda tanıtıldı. Birinci stratejik amaç, Bulgaristan nüfusunun sağlığı, güvenliği ve gönencinin AB’nin ortalama seviyesine kadar iyileştirimesidir. İkinci stratejik amaç, ulaşılır ve kaliteli sağlık hizmetleri için sağlık sisteminin değiştirilmesidir. Üçüncü amaç, birleşik bir bilgi sisteminin yürürlüğe getirilmesidir. Dördüncü stratejik amaç, artan sağlk gereksinimlerinin karşılanması için insan kaynakları kapasitesinin sağlanmasıdır. Beşinci amaç ise bilimsel bilgilerin ve yeniklerin geliştirilmeSeçim zaferiniz Türkiye’ye ve sidir. Milli sağlık stratejisinde politikalar ve Türk Dünyasına Kutlu olsun . sürece katılanların rolü tarif edilmiştir.

Seyhan ÖZGÜR Geçmiş Olsun, Politikaya Hoş Geldin, Oktay!

2013’ün politik kahramanı Oktay YENİMEHMEDOV hapisten çıktı. 12 Mart 2014 günü Sofya İstinaf Mahkemesi Oktay Yenimehmedov için, savcılığın istediği önce 17 yıl, daha sonra birinci derece mahkemenin istediği 3 yıl 6 ay hapis cezasını gereksiz gördü ve gereği ev hapsi ile değiştirerek, salıverdi. Olay 13 Mart 2014 günü saat 16’da gerçekleşti. Bilindiği üzere, Hak ve Özgürlük Hareketi’nin 9 Ocak 2013 günü Sofya’da Ulusal Kültür Sarayı’nda yapılan 8. Olağan Kurultayı’na delege olan Yüksek Mimarlık Öğrencisi, Burgaslı Oktay Yenimehmedov, kürsüde saçmalıkla dolu bir raporla delegelerin zamanını doldurmaya çalışan HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan’ın kafasına tabanca dayadı ve kürsüden indirerek def olmasını sağladı ve Bulgaristan Türklerinin sırtından indirdi. HÖH yönetiminin, sözde “liderin” yıllardan beri Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının öz davasına, hak ve özgürlük uğruna verdiği çok ağır, çok çileli, çok kurban alan ihaneti, ajanlığı biliniyordu. Fakat 1989 öncesi çok sindirilmiş ve ezilmiş olan halkımız, 1990’dan sonra aynı ajanlar ve arkalarındaki baskı organları tarafından bir daha korkutuldu. Hepimize karşı düzenlenen saldırılarda polisle, ırkçılarla, milliyetçilerle yakın işbirliğinde bulunan, sürekli yardımlaşan, koordineli çalışan hatta sinsi politikasını yaşatmak ve geliştirmek için maddi ve manevi yardımlar vererek “Ataka” partisini kurduran, korunan, saraylarda yaşatılan, zırhlı araçlarla gezdirilen Ahmet Doğan’ı politika sahnesinden indirmek çok zor bir işti. O, ardına gizli polisi, üniformalı polisi almış, Todor Jikovla sık sık görüşüyor, danışıyor, Türkleri yok etme davasına baş koyan, totaliter rejimin politik devamcısı olan BSP ile sarmaş dolaş olan Ahmet Doğan’ın ne olduğunu ve kime hizmet ettiğini anlayana, açıklayana, algılayana ve halkımızı uyandırıp mobilize edene kadar yıllar geçti. HÖH kurucuları, gerçek hapisçiler, “Belene”ciler alıp başını gittiler. Türkiyede kahraman gibi dolaşmak kolaydı. Böyle bir durumda sıkı fıkı olabileceği, kendine yakın, güvenebileceği birini bulamayan, dost bildiklerinin hepsiyle kapışan A. Doğan, HÖH davası dışından, döneklerin oluşturduğu politik bataklıktan, Bulgar partisi “CDC” eylemcisi geçinen Lütfü Mestan’ı yanına çekti ve ihanetçi çizgide çok yakınlaşıp birleştiler. Birleşme nokrasında Ahmet politik sahneden düşüyordu. Kariyer yapmaya can atan Lütfi de rol almak için babasını bile satmaya hazırdı. Böyle bir noktada birleştiler. Partiyi birlikte kapsüle ettiler, dünyayı göremesinler diye insanlarımızın gözüne kara bez bağladılar, Bulgaristan Türklerini aç susuz bırakacak kadar ileri gittiler. Bu yıl bile, yani seçim yılında bile, oyun üstüne oyun çevirirken tütünler insanımızın elinden parasız denecek kadar ucuza alındı. Aç kalmaktan korkan 2.5 milyon vatandaş ülkeyi terk etti. Dış ülkelerde kazanabildikleri birkaç paradan eve yakınlarına, çocuklarına, yaşlılara yardım göndererek hayatı yaşatma davasına devam ediyorlar. Ülkeyi çok ağır duruma düşüren politikanın temelinde çok büyük ölçüde Ahmet Doğan çetesinin izlediği isabetsiz, perspektifsiz, çöküşü durdurulamayan ve her bakımdan duvara toplamış politika bunduğunu herkes gördü ve işte böyle bir anda genç Oktay Yenimehmedov A. Doğan’ı kurultay kürsüsünden değil, politika kürsüden, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının liderliği kürsüsünden indirdi yere çaktı ve zamanını doldurmuş politikacılar çöplüğüne attı gitti. Bu paha biçilmez büyüklükte bir olaydır. A. Doğan HÖH davasından saptıkları için tepki gösterenlere sert baskı ve terör uyguluyordu. İnsanları işsiz bıraktı. Bulgaristanda çocukların geleceğini hayatını karartı. Pek çok kişiye eziyet edildi. Oylarımız mafya ızbandutlarının meclise sokulması için kullanıldı. Vatandan kovulmalarına kadar uzanan çileler çoğaldı. İnsanımız bir daha ürkütüldü, korkutuldu. Oktay Yenimehmedov’un davranışı 2013 yılının en önemli politik olayı oldu. Halkımız büyük bir dertten kurtuldu. A. Doğan’ın kürsüden atılmasıyla HÖH partisi politikasında yeniden ayarlanma, uyanma, silkinme dönemi başladı. Bu cesur olay, politik yönetimin halka ihanet politikasını lanetleme kapısını araladı, politik hainliğin giz perdesini açtı, boşa kürek çekme politikalarına son verme yürekliliği doğurdu. Milletvekili Hüseyin Hocov’un kürsü konuşması bunun kanıtıdır. Genç kuşak politikacılar Oktay’dan ayar aldı. Devamı - www.bghaber.org Bulgaristan politik tarihinde benzer bir olaya daha önce rastlanmamıştır. Aynı zamanda, bu yiğitlik örneği, Bulgaristan Türklerinin izlemeye çalıştığı politikasında yani bir sayfa açtı. Bu, sahte hapisçilerin politik dalaverelerine son verme çağrısıdır. Genç kuşağı politika sahneye davet eden inançlı haykırıştır. Bulgaristan Türklerini ve Müslümanlarını bitirdik diye bayram eden hasımlarımız bile genç Oktay’ın sahneye çıkışıyla bir kudurmadıkları kaldı. Kahraman gencimizin emsalsiz hareketi pek çoklarının uykusunu kaçırdı. Uyuyanları ise uyandırdı. Biz iyice bittik deyenlere can suyu oldu. Genç umutlara enerji verdi, esin oldu, herkesi kanatlandırdı.


12

Tanıyabildiniz mi?

Muazzez YURDAKUL Bulgaristan’da yeni tip bir vatandaş oluştu. Beş kişiden biri çeşmeden su içmiyor. Beş kişiden bir bira ya da rakıyla yaşıyor. Beş kişiden biri işe gitmiyor. Beş kişiden biri sadece yalan söylüyor. Beş kişiden biri seçimlerde oy kullanmıyor. Beş kişiden birinin cebinde deli raporu var vs. Bu yeni tip insanları etki altında tutup hareketlerini yönlendirmek pek zor bir iş sayılmaz. Hepe iktidarın araçlarını kontrol altında bulundurup istedikleri şekilde yapanlar, bu işin ustası olmuştur. Şunu da belirtelim, bu insanlara ana dillerinde bilgi vermemek, gazete, kitap, radyo, televizyon izleme özgürlüklerini kapmak da aynı ustalığın bir başka eseridir. Bu bilinç yıkama makinesinin çalıştırılmasında açları, yoksulları, sefilleri, birden bire çok zor durumlara itmek önemli bir yöntemdir. Ömür boyu çalışmış bir kişiyi, yaşlanınca çaresiz bırakıp sosyal yardımlarla, evlere yemek dağıtarak durumu aklamak da başka bir uygulamadır. Hıdrellez için emekli maaşlarına 20 leva eklemek de aynı cümledendir. Süre giden dolandırıcılığın esas temellinde olan gerçekleri görmemiz gerekir. Bu insanların kafasındaki korku, aman daha kötü olmasında, nasılsa dayanacağız, endişesidir. Olgun çağda olan insanlarımızın hafızasında bir defa totalitarizmin son 20 yılından kalmış devlet teröründen derin izler var. Onlar bu izleri ömür boyu taşımak zorundadır. Hafızamızı, beynimizi kuru temizlikçiye vermemeyiz. İnsanın ruhuna sinen korku psikolojisinden kurtulması zor iştir. “Belene” kampında yatmış her mahkûm, “sürgün”, “Belene”, “milis” , “DC” gibi sözleri işittiğinde ruhen birden değişir, hafızası canınca ya çöker ya ürperir, eskiden başına gelenlerin etkisi onu esir alır. Değişim, ancak yer, vatan, ortam, iş, arkadaş grubu v.b değiştirmekle, güvenli bir yeni ortamın etkisiyle olur. Bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti’nin 1989’da sınır kapısını açması, sakat bir topluluk olmamıza engel oldu. Ruhumuzu korku esaretinden kurtardı. Şimdi soydaş çocukları hayata ve geleceğe başka bir açıdan bakıyor. Bu, hepimizi çok yakından ilgilendiren bir konudur. Korku faktörünü çalıştırmanın çok değişik biçimleri vardır. Kendimizden değil de, Almanya’dan bir örnekleme getirelim: İkinci Dünya Savaşından önce ve savaş esnasında Almanların en fazla korktuğu “Hitlerin insanları canlı yaktığı ve yağlarından sabun yaptığı toplama kamplarına düşmekti.” Bu esir kamplarında Yahudi ve Çingenelerle birlikte büyük sayıda Alman komünist, sosyal demokrat, yurtsever de öldürüldü. 1950’li yıllarda Almanların korku kâbusundan kurtulmasına engel olmak isteyen Amerikalılar, “Holkost” adlı bir dizi çekerek, Almanya’da toplama kampı döneminin geri geleceği korkusunu topluma aşılamayı başardı. 30 yıl devam eden Hitler faşizmi korkusu yeni nesil de dahil, herkesi çok sarsmıştır. Bulgaristan’da Türklere, Pomaklara ve İslam dinine karşı, Tük diline ve Türk gibi yaşamaya karşı uygulanan devlet baskı ve teröründen 1990’dan sonra demokratikleşmeye yelken açan bir toplumsal ortamda tüm vatandaşların kurtulması yolları süreli aralarla tıkandı. Dehşet saçan korku ejderhası ininden çıkarılıp işe koşuldu. Hep “isimleriniz yine değiştirilecek”, “yine İslam yasaklanacak, “”yine zorla göç olacak” saçmalıklarıyla oy toplandı. Korku salanlar, bir de kendilerini koruyucu, kurtarıcı, garantör gösterdi. 25 yıl çifte standart içinde geçti. Totalitarizm döneminde rafa kaldırılan insan sevgisi (hümanizm) ilkesi, demokrasi ortamında yaşam hakkı isterken zorlanıyor. Gördüğünüz üzere, son haftalarda Türk ve İslam düşmanlığı yeniden gemiz aza aldı. Devamı Gelecek Sayıda w w w . b g h a b e r. o r g

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Kökeni Türk’tür” Niçin Doğum Günü Kutlarız “Bulgarların Yazar:Bulgar tarihçi Stoyan DinGünümüz insanlarının her sene kutladıkları doğum günü adeti tarihteki uygulamalarla tam bir tezat oluşturur. Cok eski çağlarda kişiyi ölüm yıldönümü ile anmak adetti. Kadınların ve çocukların bu gibi yıldönümleri ile alakaları yoktu. Zaten kimsenin doğduğu gün bir yere kaydedilmiyordu ki bilinsin. OnceMısırlılarsonradaBabillilerhükümdarlık ailesinin erkek çocuklarının doğum günlerini bir yere kaydetmeye ve zamanın takvimine göre kutlamaya başladılar. Adet sonradan diğer soylu sınıfına da yayıldı. Tarihte kayda geçen ilk doğum günü kutlaması, milattan önce 3000 yıllarında yaşamış bir Mısır firavununa aittir. O zamanlarda doğum günü kutlaması yaşanılan çevrede yapılıyor, eş, dost, hizmetçiler hatta köleler bile kutlamaya katılıyor, günün şerefine tutuklulara af çıkıyor, esirler serbest bırakılıyordu. Mısır ve Pers medeniyetlerinden Yunanlara geçen doğum günü adetine burada pasta kesme adeti de eklendi. Ay’ın ve avcılığın tanrıçası Artemis için her ayın altıncı günü yeniden doğuşunun şerefine kesilen pastaya Ay ışığını simgeleyen mumların ilavesi de bu devirlerde olmuştur. Yunanlarda da sadece erkeklerin doğum günleri kutlanmış hatta bu kutlamalar kişi öldükten sonra da devam etmiştir. Daha sonraları Hıristiyanlık öncesi Roma’da ise imparatorların ve önemli devlet adamlarının doğum günleri Senato kararı ile milli bayram ilan edilmiştir. Sezar’ın doğum günü ise tam bir festivale dönüştürülmüştür. Hıristiyanlığın doğuşu ile birlikte tüm doğum günü kutlama adetleri hep birlikte yok olmuşlardır. İlk Hıristiyanlar, senelerce gördükleri sıkıntı ve zulüm nedeniyle bu dünyanın zalim ve acımasız bir yer olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle de bir insanın dünyaya gelişini kutlamak için bir sebep yoktu. Kullanacaksa ölüm günü kutlanmalıydı. Bilinenin aksine Hıristiyan azizlerinin doğum günü diye kutlanan yortu günleri aslında onların ölüm yıldönümleridir. Cünkü ilk Hıristiyanlar ölümü, öbür dünyaya geçmek, gerçek hayata doğmak olarak yorumluyorlardı. Milattan sonra 245 yılında din adamları Hz. İsa’nın doğum gününü kendilerince kesin olarak tespit ettiklerini sandıklarında bile Kilise, bunun Mısır ve putperestlerden gelen bir uygulama olduğunu ileri sürerek, bir firavun gibi doğum günü

kutlamanın günah olduğunu açıklamıştı. Kilise’nin doğum gününe bakış açısı dördüncü yüzyıldan sonra değişmeye başladı. Bu arada Hz. İsa’nın doğum günü tarihi üzerinde 25 Aralık olarak anlaşmaya varılınca, bu günün ‘Christmas’ (Noel) olarak kullanılmasına başlanıldı. Doğum günü adetinin, kadınlar ve çocuklar da dahil tüm aile bireylerini kapsayacak şekilde uygulanabilmesi için ise bir 800 yıl daha geçmesi gerekti. Avrupa’da günümüzdeki anlamı ile doğum günü kutlamaları ancak on ikinci yüzyıldan sonra başlamıştır. Düğünlerde pasta kesmek adetinin, yeni evlilere bereket, doğurganlık ve mutluluk dileklerinin iletilmesinin zaman içinde gelişmiş bir şekli olduğundan bahsetmiştik. Doğum günlerinde pasta kesmek adetinin ise tarihi kökeni ve amacı değişiktir. Zaten tek kat olan şekli ve üzerindeki mumlar nedeniyle pasta görünüş olarak da düğün pastasından farklıdır. Pasta sözcüğünü hep günümüzdeki anlamı ile kullanıyoruz. Aslında tarihi gelişimi içinde ‘kek’ demek daha doğru olur. Doğum günü pastasının bilinen tarihi Helen uygarlıklarına kadar uzanır. Bir kutlama amacı ile ortaya çıkması ise Ortaçağda Almanya’da olmuştur. 13. yüzyılda Almanya’da çocuklara gösterilen ilgi belki bugünkünden bile fazlaydı. Doğum günleri bir festival şeklinde kutlanıyordu. Doğum günü kutlaması sabaha karşı, şafakta, gün ağarırken başlıyordu. Üstü yanar mumlarla süslenmiş pasta (kek) eve getirildiğinde çocuk uyandırılıyor, pastanın üstündeki mumların ise yemek vakti gelene kadar devamlı değiştirilerek sürekli yanar halde kalmaları sağlanıyordu. Yemeğin başında çocuk mumları üfleyerek söndürüyor ve şölen başlıyordu. Pastanın üzerindeki mumların sayısı çocuğun yaşından bir fazla oluyordu. Bu bir fazla mum, bir gün sönecek hayatın ışığını simgeliyordu. Ayrıca çocuğa bir çok hediyeler getiriliyor, o gün istediği, sevdiği yiyecekler hazırlanıyordu. Yani o zamanlarda doğum günü kutlamaları çocuklara yönelikti. Günümüzde her yaştan insanın kutladığı doğum günü ve kesilen pasta işte o zamanların bir adetinin devamıdır. Doğum günü pastasının üstündeki mumları bir üfleyişte söndürmek, bu arada bir dilek tutmak, eğer dilek gerçekleşirse bunu kimseye söylememek adetleri de o günlerden kalmadır.

kov, “Turan- İskitler ve Hunlar’dan Türkler ve Bulgarlara” isimli kitabıyla bir anda dikkatleri üzerine çekmişti. O dönemde, bugün iktidarda olan Bulgaristan Sosyalist Partisi ile seçim koalisyonu kuran Yeşil Bulgaristan partisinin Genel Başkanlığı’nı da yürüten Dinkov, Avrasya Birliği’ni savunan isimlerdendir. Bugün ülkesi Bulgaristan’da bir anlamda “istenmeyen adam” muamelesi gören Dinkov, Bulgarların kökeninin Türk olduğunu savunması ile ünlü bir tarihçidir. Son dönemde Hazar bölgesindeki Bulgarları araştıran Dinkov, AB’den sonra Asya Birliğinin kurulacağını ardından AB ile Asya Birliği’nin birleşerek Avrasya Birliği’nin ortaya çıkacağını savunuyor. Dinkov’un kitabı ve açıklamaları iki yönüyle Bulgaristan’da tepki çekmiştir. Bulgarların kökeninin Türk olduğunu söylemesi, üstelik bunu destekleyen verileri gündeme getirmesi, eleştiri oklarını çekmesinin ilk nedenidir. Aslında gerek Türkiye’den gerekse dünyadan bağımsız tarihçilerin önemli bir kısmı zaten Bulgarların kökenini Kumanlara dayandırmaktadır. Dinkov da, Bulgarların kökenlerinin Slav olduğu tezlerini reddetmekte, bunların zaten bilimsel hiçbir veriye dayanmadığını, destekleyici verilerin bulunmadığını söylemektedir. Dinkov’a göre Panslavizm, Bulgarların kendi tarihini öğrenmesini engellemiştir. Dinkov’un, Bulgarların Osmanlı idaresi altındaki dönemini değerlendiren yaklaşımı da tepki görmektedir. Bulgaristan resmi tarih anlayışı Osmanlı dönemini, “istila, kölelik dönemi, boyunduruk altındaki dönem” şeklinde değerlendirmektedir. Dinkov ise Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında asimile edilen, etnik kökenini kaybeden hiç bir millet olmadığını, aksine milletlerin Osmanlı yönetimince korunduğunu savunmaktadır. Bulgar topraklarının bölünmekten, Bulgarların da asimilasyondan Osmanlı yönetimi ile kurtulduğunu ifade etmektedir. Dinkov bugün içinse Türk topluluklarla daha yakın ilişki kurulmasını önermektedir. Her ne kadar Dinkov’un görüşleri Bulgaristan’da geniş bir kesime yayılamamışsa da Macaristan’daki Turancılardan sonra Bulgaristan’da da Turancı görüşün farklı nedenlerle de olsa gündeme geldiğini söylemek mümkün. *** Bulgar Gazeteci Dimitr Nikolov’un Stoyan Dinkov ile yaptığı röportajı, Dinkov’un görüşlerinin daha geniş çevrece görülmesini sağlamak adına sizlerle paylaşıyoruz. Söyleşi ilk olarak 26 Haziran 2011 tarihli Novinar Gazetesi’nde (Bulgaristan), Bulgarca olarak yayınlanmıştır. Ardından 24 Ocak 2012′de Mehmetemin Mehmetemin’in tercümesiyle Dünya Bülteni’nde “Bulgar tarihçi: Bizi yok olmaktan Osmanlı kurtardı” başlığıyla yayınlanmıştır.) ”Yeşil Bulgaristan” partisi lideri yazar Stoyan Dinkov, aynı zamanda ünlü Bulgar şair İvan Dinkov’un oğlu. Yeni çıkan ”Osmanlı – Roma imparatorluğu, Bulgarlar ve Türkler” adlı kitabında Atilla döneminden günümüze kadar genel Bulgaristan ve Türkiye tarihini ele alıyor. Kitabında genel kabul güren ”Türk köleliği” tezine ters düşüyor. Müellife güre Osmanlı İmparatorluğu Roma İmparatorluğunun devamı ve Bulgar halkı etnik kimliğini koruma konusunda zor bir süreçte olduğu halde Osmanlı sayesinde etnik varlığını koruyabilmiştir. Dinkov’a göre Osmanlı sultanları zamanın Avrupa idarecilerinden daha toleranslı bir idare sürmüştür. Dinkov Bulgaristan’ın Türki topluluklarla çok sağlam bir ilişki kurması gerektiğinin altını çiziyor. Devamı Gelecek Sayıda


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13 BULGAR GİZLİ ARŞİV BELGELERİ-(1)

BULGARİSTAN’DA TÜRK VE MÜSLÜMANLARIN “ADLARINI DEĞİŞTİRMEK”SURETİYLE UYGULANAN ASİMİLASYONUN 30.YILDÖNÜMÜNDE YAYINLANAN BULGAR GİZLİ ARŞİV BELGELERİ-(1) 2013 Yılında Sofya’da iki cilt ve 2 bin sayfa olarak yayınlanan, Bulgaristan’ın Komünist Rejim Dönemindeki Devlet Güvenlik (DS) ve diğer kurumların Gizli Arşiv Belgeleri, bu konudaki en son bilgilerdir. Bunlardan seçmiş olduğumuz en çarpıcı olanları tercüme edip yayınlamaya ve neyi kapsadığını anlatmaya devam ediyoruz: (Ömer DORUK)

Bulgaristan ve Makedonya AK’nda ortak girişim sundu Bulgaristan ve Makedonya Dışişleri bakanları Kris- imzalanmasında ısrarlı olmaya devam ediyor. Bakan-

tian Vigenin ve Nikola Poposki Avrupa Komisyonu önünde dikkate değer bir ortak girişimi sundular. İki bakan AB Genişlemeden ve bölgesel politikadan sorumlu AB üyesine gönderilen mektupta, iki ülke için kilit rolde olan otomobil ve demir yolu altyapısı projelerinin tamamlanması için komisyondan daha fazla finansal yardım istediler. Burada Bulgar Karadeniz kıyısını Makedonya’dan geçerek Arnavutluk, Vlöra limanına ulaşan PanAvrupa koridoru söz konusudur. Son zamanda problemli ikili ilişkiler açısında bu ortak istek çok dikkat çekti. Sofya ve Üsküp arasında tartışılan sorunların çözümünde ilerleme yok. Bulgaristan ÇOK GİZLİ (1.Cilt-Belge No:83- tarih 28.05.1983 sayfa 391-394) Makedonya’nın AB ile müzakerelere başlaması için ve“Bulgaristan Türkleri ile karışık evlilikler ya- receği destek karşılığında iyi komşuluk anlaşmasının pan, İslam Dinini kabul eden Bulgarların Torunlarının Türk-Arap isimlerinin değiştirilmesi. (Başlık) BKP (Bulgar Komünist Partisi) MK (Merkez Komitesi)’nin almış olduğu ve Sekreterlik vasıtası ile tebliğ edilen karar gereğince, Bulgaristan Türkleri ile karışık evlilikler yapan İslam Dinini kabul eden Bulgarların Torunları (Pomaklar)’nın, geçen yıl ülkenin değişik vilayetlerinde başlatılan Türk-Arap isimlerinin değiştirilmesi işlemi sonuçlanmıştır. Bu güne kadar ülke genelinde karışık evliliklerden oluşan toplam 8689 şahsın ismi değiştirilmiştir. Kırcaali Vilayetinde bu konumda 5625 kişi tespit edilerek, bunlardan 4270 kişinin ismi değiştirilmiş ve bunların da 1659’una yeni adları ile Nüfus Kimlikleri verilmiştir. Burgas Vilayetinde toplam 1001 kişi tespit edilerek,450’sinin ismi değiştirilmiş. Plovdiv (Filibe) Vilayetinde 1600 kişi tespit edilerek, bunlardan 1000 kişinin ismi değiştirilmiştir. Pazarcık Vilayeti, özellikle Yeni Mahalle Köyü’nde bu konumda 463 kişi tespit edilmiştir. Belirtilen karışık evlilikler yapan kişiler, Nüfus kayıtlarında- Doğum belgeleri ve diğer belgelerden yapılan araştırmalar neticesinde tespit edilmekte ve sayıları giderek artmaktadır, bu durum özellikle Kırcaali vilayetine özgüdür.Türklerle karışık evlilikler yapan ve Müslümanlaştırılan Bulgarların büyük bir kısmı hızla Türkleşmektedir.Uzun yıllar Türklerle yaşamış ,onların ortamında (ÖrfAdetleriyle) ve Müslüman Dininin de etkisiyle bu insanlar Bulgar Milli bilincini yitirmişlerdir. İsim değişikliği sırasında, Türkiye’nin yıkıcı etki ve propagandasına maruz kalan Türk milliyetçi ve Fanatik Dini çevreler tarafından desteklendiği anlaşılan bazı direniş olaylarına da rastlanmıştır. Örneğin, Kırcaali Vilayetinde Türk milliyetçisi bir şahıs, karışık evlilik yapmış ve isimleri değiştirilmekte olan kişiler arasında, uygulama yapan MVR (İçişleri Bakanlığı) Görevlilerini öldürmeleri, yeni kimlik belgelerini yakmaları, yangınlar çıkartmaları, Gösteri ve can kayıpları dahil, sair direniş yolları da kullanılarak, Türkiye ve Uluslar arası Kuruluşların dikkatini çekmek için propaganda yapan kişi mahkum olmuştur. Özellikle bu karışık evliliklere taraf ailelerde, isim değiştirmeleri sırasında Bulgaristan Türkleri çok şiddetli tepki göstermektedirler. Bu yıl 20 Mart’ta Kırcaali vilayeti, Kran, Kukuryak ve Malkoç köylerinde karışık evliliklerden oluşan ailelerin isimlerinin değiştirilmesi sırasında bir grup şahsın direnişi ile karşılaşılmıştır. Balta ve diğer aletlerle yapılan saldırıda görevli ve yardımcılarının yaralanması üzerine, MVR görevlileri de ateş açmak mecburiyetinde kalmış, bunun neticesinde iki saldırgan yaralanmıştır.Karşı koymalar diğer köylere sıçramadan önlenmiş ve isim değişikliğine sakin bir ortamda devam edilmiştir. Yine ad değişikliği işlemi sırasında Burgas Vilayeti, Karageorgiovo köyünde bu yıl 4 Mayıs 1983’te 150 kişilik Bulgaristan Türkünden oluşan bir grup, işlem yapılan ilçe binasını kuşatmıştır. Grup bağırışlarla “Irkçılar,katiller” “Gavurlar,sosyalizminiz bu mu” diyerek ıslıklamalarla,isim değişikliği yapan gruptaki arkadaşları protesto etmişlerdir. Bu sırada köyün elektrik sisteminde bir arıza meydana gelmiş ve elektrikler kesilmiştir. Gece yarısı bir ahır ateşe verilmiş ve bir Bulgar’ın evi de yakılmak istenmiştir. Aynı köyde duruma hakim olmak için çok hızlı önlemler alınmış,olaylara sebebiyet veren ve organize edenler anında tespit edilmiştir. Kırcaali ve Filibe Vilayetlerinde karışık evlilikler yapanlardan oluşan bazı grup ve şahıslar ise Vilayet Meclis ve Yetkililerini ziyaret ederek, zorla yapılan isim değiştirmelerini şikayet etmişlerdir. Bu gruplara da usulüne uygun, Partinin politikası ve Devletin İslam Dinini kabul eden Bulgar’la ilgili görüşleri ve neden isimlerinin değiştirildiği anlatılmıştır. İsim değişikliği sırasında, karışık evliliklere sahip birçok aile ve şahıs evini terk ederek kaçmış ve başka yerlere sığınmıştır. Bir kısım aileler de çalışmak için başka vilayetlere göç etmiştir. Bu arada isim değişikliği sırasında zor kullanılmakta olduğu şeklinde dedikodular da yapılmaktadır. Türk milliyetçileri, Türklere “zorla asimilasyon” yapıldığı şeklinde söylentiler yaymaktadırlar. Parti ve Devlet Yetkililerine, bu konuda şikayet mektupları ve asılsız iftiralar ile isimsiz terör ihbarları yapmaktadırlar. Devamı gelecek sayıda www.bghaber.org

lar işbirliğinin yoğunlaştırılması için çaba harcayacağını ifade ettiler. Bu acaba dil ve tarihi olaylar ve kişilerle ilgili derin tartışmalardan sonra iyi komşuluk anlaşmasının son aşamaya girdiği anlamına mı geliyor sorusunu gündeme getiriyor. Somut belirtiler şimdilik yok. Ortak girişimden iki gün sonra Yunanistan Dışişleri Bakanı Evangelos Venizelos AB Komisyonunun dönem Başkanı sıfatıyla Makedonya’yı ziyaret etti. Üsküp’te yapılan görüşmelerden sonra Makedonya’nın Avrupa perspektifinin sadece isim tartışmasına değil, Bulgaristan ile ilişkilerine de bağlı olduğunu söyledi. Soru işaretleri şimdilik kalıyor.

Burgaz ile Kırklareli Arasına Demiryolu Yapılacak Bulgaristan’ın Karadeniz kıyı şeridinin güneyinde yer alan ve Türkiye sınırına Kırklareli ile komşu olan Burgaz kentinin valisi Pavel Marinov, Burgaz-Kırklareli demiryolu projesine ilişkin anlaşmanın nisan ayında imzalanacağını söyledi. Vali Marinov, gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bulgaristan’ın Yeni EkonomisiDoğu’nun Yolu” adlı uluslararası ticaret forumunun 9 Nisan’da başlayacağını ve iki gün süreceğini bildirdi. Marinov, Burgaz ile Kırklareli arasında demiryolu inşasına ilişkin anlaşmanın da bu kapsamda imzalanacağını ifade etti. Kırklareli-Burgaz demiryolu hattının, iki bölgenin valileri tarafından imzalanacak anlaşmanın sadece bir maddesini kapsadığını belirten Pavel Marinov, Malko Tırnovo gümrüğünde transit yükler için de terminal yapılacağını kaydetti. Karadeniz sahilinde bulunan Rezovo’ya yeni sınır kapısı açılmasının öngörüldüğünü bildiren Burgaz Valisi Marinov, bu

kapıdan sadece turistlerin geçeceğini belirtti. “Bulgaristan’ın Yeni EkonomisiDoğu’nun Yolu” adlı uluslararası ticaret forumunun Pomorie şehrinde gerçekleştirileceğini bildiren Marinov, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Daniela Bobeva’nın himayesinde yapılacak toplantıya, Türkiye, Rusya, Yunanistan, Katar, İran, Lübnan, Fas, Kuveyt, Libya ve Ürdün’ün Bulgaristan’daki büyükelçilerinin davet edildiğini belirtti.

Bulgar Heyetten Etso’ya Ziyaret Sofya Valisi Emil İvanov Başkanlığındaki heyet Edirne Ticaret Ve Sanayi Odası’nı (ETSO) ziyaret etti. Bir dizi temaslarda bulunmak üzere Edirne’ye gelen Sofya Valisi Emil İvanov beraberinde İçişleri Bakan Yardımcısı Vasil Marinov, Eğitim ve Bilim Bakan Yardımıcısı Mukaddes Nalbant, Milli Eğitim Bakanlığı Daire Başkanı Vasa Atsenova, Bulgaristan Adalet Bakanlığı Genel sekreteri Todor Keranov, Vali yardımcısı Stetua Bakırceav, İçişleri Bakanlığı Daire Başkanı Nivolay Kruşu, Rektör Prof. Stoyan Dençev ve Bulgaristan Cumhuriyeti Edirne Başkonsolosu Lübomir Popov’dan oluşan heyet ETSO’yu ziyaret ederek Yönetim Kurulu Başkanı Recep Zıpkınkurt ile görüştü. Heyetin ziyaretlerinden duyduğu memnuniyeti dile getiren Zıpkınkurt, Edirne ekonomisi ve Edirne Ticaret Ve Sanayi Odası hakkında bilgi verdi. ETSO olarak Bulgaristan’ın Yambol, Haskova şehirlerinin Ticaret ve Sanayi Odaları ile işbirliği içinde olduklarını belirten Zıpkınkurt, “Bulgar iş dünyası ile,limiz iş adamlarını sık sık bir araya getiriyoruz” dedi. Zıpkınkurt, Bulgaristan’la işbir-

liği yapan ve yatırım yapan iş adamlarının olduğunu söyleyerek, iki ülke iş adamları arasında işbirliğinin artması içinde ETSO olarak çalışmalar sürdürdüklerini ve iş adamlarını fuarlara katılımlarını sağladıklarını ifade etti. ki ülke işbirliğinin artması için birlikte hareket etmek istediklerini söyleyen Sofya Valisi Emil İvanov, Sofya’da iş yapmak isteyen iş adamlarına yardımcı olacaklarını belirterek, Trakya bölgesiyle kültürel bir proje yapmayı düşündüklerini ve karşılıklı ikili ticari ilişkilerin artmasını istediklerini söyledi. Vali İvanov, Sofya’da Edirne Ticaret Ve Sanayi Odası’nın bir temsilciliğinin açılmasının istediklerini dile getirerek, Sofya’da bulunan Vitosa Caddesinde yer tahsisi yapabileceklerini sözlerine ekledi

AB Bulgaristan Türkiye Sınır Ötesi İşbirliği Programının 20142020 yeni dönem çalışmaları kapsamında Edirne Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği tarafından Avrupa Birliği projesi ile sanatkarların kullanımına açılan İkiz Evler Konağı’nı Edirne’de bulunan Avrupa Birliği Komisyonu Üyeleri Bernd Schuh ve Stephanie Essig, Bulgaristan Devleti Proje Danışmanı Daniela Ivanova ile AB Ortak Teknik Sekretarya Proje Yöneticisi Hakan Türköz ziyaret etti. Edirne Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Emin İnağ, Edirne ESOB Genel Sekreteri Özay Güngören ve Ektader Başkanı Fikriye Kipriye ziyaretçilere İkiz Evler Konağı ziyaretine eş-

lik etti. Edirne ESOB Başkanı Emin İnağ ziyaretçilere Nessebar ve Edirne’de Sanatkarlar Gösteri Merkezi isimli proje hakkında bilgi verirken, “Edirne ESOB olarak 8 adet Avrupa Birliği projesi uyguladık. Uyguladığımız projelerden biri olan Nessebar ve Edirne’de Sanatkarlar Gösteri Merkezi isimli proje kapsamında Valiliğimizce Edirne ESOB’a tahsis edilen İkiz Evler Konağının basit onarımı gerçekleştirilmiş ve iç tefrişatı tamamlanmıştır. Şuan Edirne’mize el sanatlarımızı sunana ve burada eğitimler veren sanatkarlarımızca kullanılan İkiz Evler Konağı Avrupa Birliği projeleri kapsamında uygulanan projelere çok güzel bir örnek teşkil etmektedir”

AB Komisyonun’dan İkizevlere Ziyaret

Ş a k i r ARSLANTAŞ

Tık Tık Bazen hayatta en önemli olan, bir insanın başkalarının gözünde nasıl biri olduğudur. Büyük Alman yazar Goethe bir şiirinde şöyle der: “Şairi anlayabilmeniz için, Yaşadığı ülkeyi görmeniz gerekir.”Söylenmek istenen olayı her yönlüce görebilmektir. Bulgaristan’da dosyası olan bir kişiyi, dört yanlıca görüp değerlendirebilmemiz için, onun hakkında başkalarının yazıp anlattıklarını, diğer kanallardan toplanan bilgileri de okuyup öğrenmemiz gerekir. Bu süreç içinde, ilk yapılacak olan şey, arşive gidip, filanın dosyasını isteyip, etraflıca okuyup bilgi almamız, dosya sayfalarına yazılmış olan bilgilerin ne maksatla toplanmış, kasıtlı mı, tesadüfen mi vs. öğreneceğimiz şarttır. Bir kişi hakkında bilgilerin ne amaçla toplandığını bilmeden sonuç çıkarmamız, hepimizi yanıltabilir. Bu konuya eğilmezsek, teniste tıkladıkça sıçrayan top izler gibi sağ sola bakarken hayatımız gelip geçer. Örneğin, Ahmet Doğan hakkında birçok gazeteci, araştırmacı yazar, arşivci yazar bir şeyler yazdı, kitaplar bastı. Bu eserlerle, 25 yıldan beri “lider” konumunda tutulan, Ulusal Güvenlik örgütü tarafından ağır silahlarla korunan, yalnız zırhlı araçla gezdirilen, yani Papa’dan fazla üzerinde titrenen bir tip yaratıldı. Milletvekili ve heykeltıraş Vejdi Raşidov da aynı dosyayı 23 gün okuduktan sonra, kimsenin bilmediği hiçbir şey söyleyemedi. Dosyalılara iş verilmezken, neden Ahmet’in Saray’da yaşatıldığını anlayıp açıklayabilen de yok. Dosyası olan bir kişiye neden devlet kulislerinde önemli vazifeler verilsin! Bunu öğrenebilmemiz de imkansızdır. Bulgaristan tarihinde ne Prens Batenberg, ne Çar Ferdinand, ne oğlu Çar III. Boris, ne Georgi Dimitrov ne de Todor Jivkov böyle korunmamıştı. Bu işin içinde daha derin, daha büyük bir iş olmalı! “Dağları bekleyen korku” Bulgaristan’da yaşayan ve en barışçı insanlar olarak bilinen bir Türk’ten ve Müslümanlardan kaynaklanan bir korku değildir. A. Doğan milletvekili olsa da özel koruması olsa, anlarız, ama seçilmedi. Bu endişe verici durumda, her şeyin bir sır düğümü olarak korunması herkesin dikkatini çekmeye başladı. Hayatı bir gizem, işleri devlet sırrı, temsil ettiği hiçbir kimse ve güç olmayan bir kişinin devlet tarafından korunması demokrasi ilkeleri aykırı olduğu gibi adalet ve hukuk düzenine de aykırıdır. Demokrasi Amerikan Başkanından hesap sorulabilen bir düzendir. Açılan dosyalardan hiçbir şey anlaşılamadığına göre, bunların anlamı “kullanıldıktan sonra çöpe atılan selpak” değil de nedir. Muhbirin ya da ajanın toplayıp bildirdiği bilgilerin en ufak anlamı ve değeri olsa, kimseye gösterilmezdi. Bu bilgilerle “kaç kişinin canı yakılmış” o da anlaşılmıyor. Dosyası olan kişiye karşı muhbirlik eden hakkında hiçbir bilginin olmaması da tamamen şaşırtıcıdır. Eğer bir insan günlük tutan biri değilse, ona karşı çalışan hafiyelerin kim olduğunu asla anlayamaz. Bu bakıma dosyalar bir muammadır. Durum böyle olduğuna göre ve bir de kimin kaç kişiyle, neden, nasıl ve ne zamana kadar korunacağını özel bir Bulgar devlet komisyonu her defasında yeniden toplanıp belirlediğine göre, bu durumdan bir tek sonuç çıkarılabilir. Bu da şudur. Her gün değişik yerlerden, çok farklı yol ve araçlarla, birçok devletten ve çok sayıda anonimden Ahmet Doğan’a “seni öldüreceğiz” tehdidi geliyor ki, devlet bu tedbirleri alıyor ve bu masrafa katlanıyor. Bu ne zamana kadar devam eder ve ardında ne vardır? HÖH partisi A. Doğansız idare edilemez mi? Yoksa Ahmet başka dalavere peşinde ve diğer kodamanların da bu kazanda kaynayan keşkeği mi var? Bu soruları şöyle de sorabiliriz: Soru 1). Ahmet Doğan’ın bugünkü çok masraflı özel durumundan çıkarak, Bulgaristan Türkleri ile ilgili gerçekleştirilmeye hazırlanan yeni bir plan mı var? Soru 2) Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının erk yamağı olmasında A. Doğan özel bir ödev mi yerine getiriyor? Soru 3) A. Doğan olmasa Rusya’nın Bulgaristan’daki çıkarları zarar görebilir mi? Soru 4) HÖH partisi Bulgaristan içinde ve AB ile Rusya’nınb Bulgaristan çıkarları dengesinde bu kadar önemli bir konumdaysa, bu işten Bulgaristan Türk ve Müslümanları için bazı özel haklar elde etmeye neden çalışmıyor? Anlaşıldığı üzere, milliyetçi çizgide sağa çok kayan Nikolay Barekov’un “Sansürsüz Bulgaristan” partisi HÖH / DPS partisiyle hükümet ortaklığına girmeyeceğini her fırsatta tekrar ediyor. Bu parti önümüzdeki hafta parlamentoya “TEMİZ ELLER” YASA TASARISINI SUNUYPR. Hedefi ülkeyi “mafyacılar” ve “ezilen halk” olarak ikiye ayırıyor. Bu yasayla birlikte Baş Savcılığa içinde HÖH –DPS evrakları da olan, BSP ve GERB partilerine karşı birçok dava kanıtı sunulacak. Bu parti, 25 Mayıs 2014’te yapılacak AB parlamento seçimlerinde birkaç sandalye kazanırsa. Ekim 2014’te genel seçim isteyeceğini ilan etti. Bu durumda, izlemeye hazırlandığı, AB – yanlısı politikayla HÖH-DPS partisini başsız bıraka bilir mi? Bu dünyada tek taraflı olan hiçbir şey yoktur. “Eden kendine eder” atasözünün özünde olan tahrik edenin tepkiye hedef olacağına bir işarettir. Soru: “Sansürsüz Bulgaristan” halen hız toplayan Türk ve Müslüman düşmanı eylemlerde yer alır mı! Bu partideki bazı güçlerle bizim tarihsel zıtlaşmamız vardır. Bunlar ortak hareket ettiklerine göre, bir Bulgar atasözü olan “ortak işi köpekler bile yemez”, onlar için geçerli olacak mı? Yakında dağılırlar mı? Yine bu cümleden olmak üzere, hafta sonunda Sofya’da yapılan REFORMCU BLOK” toplantısına HÖH-DPS ve “Sansürsüz Bulgaristan” partisinden temsilcilerin katıldığını gören, eski başbakan ve Demokratik Güçler Birliği Başkanı İvan Kostov salonu terk etti. Devamı www.bghaber.org


14

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Bulgaristan’ın özür dile- Kardeşlik Sınır Tanımadı, Akrabalar Buluştu” T.C. Dışişleri Osmangazi Belediyesi, Bulgaristan’da mesi strateji gereğidir. yaşayan Bakanlığı’ndan 468 Türk ve Müslüman kiBulgaristan Parlamentosu’nda kabul edilen ve 1984-89 asimilasyon sürecini kınayan ilk resmi kınama olan kararı değerlendiren Uluslararası İlişkiler ve Balkanlar Uzmanı Kader Özlem “Bulgaristan’ın Özür dilemesi izlediği strateji gereğidir. Buna aldanmamak lazımdır.” dedi. Asimilasyon politikalarını kınayan buna karşın sözde Ermeni soykırımını reddeden Parlamento kararlarının üst üste konulduğunda ilginç bir denklemin ortaya çıktığını söyleyen Özlem, bunun Bulgaristan’ın psikolojik savunma mekanizmalarıyla yakından ilgili olduğunu belirtti. 2012 yılının Balkan Savaşları’nın 100. Yıldönümü olduğu ifade eden Özlem konuyla ilgili düşüncelerini şöyle sürdürdü: “Birincisi, Bulgaristan’ın 84-89 olaylarını parlamento kararıyla kınaması, 100 yıl önce yaptığı asıl soykırımı perdeleme çalışmasının bir ürünüdür. İkincisi, böylesi bir dönemde asimilasyonun resmen kınanması ve suçluların cezalandırılmasına yönelik ifade, o dönemin sorumlularının hemen hemen hepsinin ortadan kalkmasıyla yakından ilintilidir. Zira 90’lı yıllarda böyle bir karar alınsaydı, devlet bürokrasinin hemen hepsinin cezalandırılması gerekecekti. Hatırlanırsanız, o dönem Bulgaristan resmi ağızlardan sadece ‘yanlış yapıldı; özür diliyoruz’ diyorlardı. Suçluları cezalandırma durumu yoktu. Belene mağdurları konuyu AGİT gündemine taşımışlardı. Bulgaristan ulusal hukukundaki dava ise zaman aşımına uğramıştı. Sonuç olarak ortaya bir şey çıkmamıştı. Üçüncüsü, Bulgaristan Türkiye’ye şirin görünmek istiyor. Eş zamanlı olarak sözde ermeni soykırım iddialarının reddi ile asimilasyonun ise kınanması bu çalışmanın sonucu olmaktadır. Diğer bir deyişle, Parlamentolar bu konularda sadece Türkiye’yi üzen değil; memnun eden kararların da imza atıldığı yerler olarak gösterildi. Dördüncüsü, Bulgaristan bir taraftan özür diliyor, ancak öbür taraftan asimilasyonun doğru, metotlarının ise yanlış olduğunu söyleyen bir Başbakan tarafından yönetiliyor. Bu noktada Bulgaristan’ın yeni metotlara geçtiği anlaşılıyor. Beşincisi, GERB ile AKP arasındaki ilişkinin son derece iyi olduğu ortada ki, bu durum HÖH’ün iki ülke arasındaki ilişkilerde köprü olma iddiasını zayıflatıp, GERB’in ekmeğine yağ sürüyor. Bütün bunlarla birlikte, geçen hafta AGİT’ten Bulgaristan’a azınlıklarla ilgili tavsiye niteliğindeki bağlayıcı olmayan karar da eklenince, azınlıklara istenilen hakları vermeyen Sofya Yönetimi, bu kararla kısmen de olsa omuzlarındaki yükü azaltmaya çalışıyor.”

KAFE ŞELALE

yeni atamalar

şiyi Bursa’ya getirerek, yıllardır görmedikleri akrabalarıyla buluşturdu “Kardeşlik Sınır Tanımıyor, Akrabalar Buluşuyor” adlı etkinlikte yakınlarıyla kucaklaşarak hasret gideren konuklar, onlarla eski günlerini yad etti.

Bulgaristan’ın bazı kentlerinde yaşayan Türk ve Müslüman 468 kişi, merkez Osmangazi ilçe Belediyesinin organizasyonuyla Bursa’ya getirilerek yıllardır görmedikleri akrabalarıyla özlem gidermesi sağlandı. Osmangazi Belediyesinin “Kardeşlik Sınır Tanımıyor, Akrabalar Buluşuyor” adıyla gerçekleştirdiği etkinlik kapsamında Bulgaristan’ın Gerlova, Sungullar, Eski Cuma, Şumnu ve Sliven bölgelerinden 8 otobüsle alınan soydaşlar, Karaman Mahallesi’ndeki Ziraat Parkı’na getirildi. Bulgar halk oyunları ekibinin gösterisinin ardından yıllardır görmedikleri yakınlarıyla sarılarak hasret gideren konuklar, onlarla eski günlerini yad etti. Misafirler ve Bursa’da yaşayan yakınlarıyla sohbet eden Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, ilçenin birçok mahallesinde, Bulgaristan ve diğer Balkan ülkelerinden göç etmiş vatandaşların yaşadığını söyledi. Onların birçoğunun, göç ettiği ülkelerde yaşayan akrabaları bulunduğunu dile getiren Dündar, “Çoğu dramla bitmiş göçler sonucu birbirlerini yıllardır görmeyen aileleri, akrabaları buluşturalım, barışa, dostluğa, kardeşliğe katkı koyalım istedik. Aramızda, 37 yıldır görüşemeyen ana-oğul,

15-20 yıldır görüşemeyen kardeşler var. Bu güzel ve örnek projemizi bundan sonra da sürdürmek istiyoruz” dedi. Sungullar Belediye Başkanı Georgi Kenef ise organizasyonun, akrabalık bağları bulunan iki ülke insanı arasında sınırları kaldırdığını belirterek, Dündar’a teşekkür etti. Organizasyona katkı sağlayan kişilerden Orhan Hoca da bu buluşmanın, Gerlova bölgesi insanı ile Bursa’yı birbirine yaklaştırdığını anlattı. Birilerinin, akrabalarıyla buluşmasına yıllarca engel olduğunuvurgulayanHoca,“MustafaDündarbaşkanımızbuengelleri kaldırdı. ‘Ecdadımıza yorgan döşek olmuş Balkanlar, bizim sevdamızdır’ diyen Sayın Başkanımıza, bizleri akrabalarımızla buluşturduğu için teşekkür ederim” diye konuştu. Törenin ardından akrabaları tarafından evlerine götürülen konuklar, 3 gün sonra yine belediyenin tahsis ettiği otobüslerle memleketlerine dönecek.

eden soydaşlar, uzun yıllardır görmedikleri akrabalarıyla bugün buluşup hasret giderdi. Duygu dolu anların yaşandığı buluşmada, gözyaşlarını tutamayanlar da oldu. Osmangazi İlçe Belediyesi tarafından akrabalık bağı bulunan ve yıllardır birbirini göremeyen aileler için düzenlenen, ‘Akrabalar Buluşuyor’ organizasyonu kapsamında, Bulgaristan’dan otobüslerle Bursa’ya getirilen aileler, burada yaşayan yakınları ile yıllar sonra buluştu. Bulgaristan’da bulunan 52 köyde oturan 468 kişi otobüslerle geldiği Bursa’da, Ziraat Parkı’nda kendilerini bekleyen anneleri, babaları, kardeşleri, dayıları ve halaları’nın çocuklarıyla gözyaşları arasında kucaklaşıp hasret giderdi. Dayısını 37 yıldır görmediğini söyleyen Yakup Kayabaşı, hasretlik gidermenin mutluluğunu yaşadıklarını söylerken Kadir Yusuf da ablası ve yeğenini yıllar sonra görmenin mut-

ladı. Bulgaristan’ın Çernoviç Köyü’nden gelen Emine Şabanova, 16 yıldır sadece telefon ile görüştüğü annesi, babası ve kız kardeşi ile buluştu. Merkez Osmangazi Belediyesi Belediye Başkanı Ak Parti’li Mustafa Dündar, “Bulgaristan’daki kardeş şehirlerimiz aracılığı ile bu ülkede yaşayan aileleri, Bursa’ya göç eden yakınları ile buluşturmayı kararlaştırdık. Bu kapsamda, Bulgaristan’da ki kardeş şehirlerimiz aracılığı ile Gerrova ve Sungullar bölgeleri ile Eski Cuma, Şumlu ve Siliven şehirlerinde ve köylerinde yaşayan aileleri araştırdık. Bunlardan teklifi kabul eden 468 kişiyi otobüslerle Bursa’ya getirip yakınları ile buluşturduk. Bu kişiler, Bursa’daki yakınlarının yanında iki gün kalacaklar. Pazartesi günü tekrar aynı şekilde Bulgaristan’a dönecekler” dedi.

SBulgaristan’dan o y d aBursa’ya ş l agöçr ı n H a s r eluluğunu t Gyaşadığını ü naçıkü

52 . U l u s l a r a r a s ı D a n K o l o v - N i k o l a

PUluslararası e t r Dan o Kolov-Nikola v G Petrov ü rBü-e şBayanlarda T u 63r nkiloda u vBuse a sTo-ı yükler Güreş Turnuvası’nın son gününde, Türkiye, 1 gümüş ve 6 bronz madalya elde etti. Bulgaristan‘ın başkenti Sofya‘daki Universiada Spor Salonu’nda, bugün yapılan müsabakalarla son eren turnuvada, Türk Milli Takımı’nda, serbest stil 97 kiloda Rıza Yıldırım, Azeri rakibine tuşla yenilerek Gümüş madalya kazandı. 65 kiloda Bulgar rakibini mağlup eden Servet Coşkun, 70 kiloda Romen rakibini yenen Yakup Gör ve 97 kiloda Romen rakibi karşısında galip gelen İbrahim Bölükbaşı, bronz madalyanın sahibi oldu. Grekoromen güreş 66 kiloda Samet Abdul Günal, Tunuslu rakibini, 85 kiloda ise Ahmet Yıldırım, Bulgar rakibini yenerek bronz madalya elde etti.

sun, Brezilyalı rakibini yenerek bronz madalya kazanan diğer bir isim oldu. 34 ülkenin katıldığı turnuvada, serbest, grekoromen ve bayanlar olmak üzere 3 dalda mücadele eden Türkiye, 4 altın, 4 Gümüş ve 8 bronz olmak üzere toplamda 16 madalya kazandı. Serbest stilde 21 ülkenin katıldığı turnuvada Türk Milli Takımı, Azerbaycan, Bulgaristan, Polonya ve Rusya‘nın ardından 5. sırada yer aldı. Bayanlarda ise 14 ülke arasında Türkiye, Rusya‘dan sonra ikinci oldu. 22 ülke takımının mücadele ettiği grekoromen stilde ise Türkiye, Bulgaristan, Ukrayna, Ermenistan ve Rusya‘nın ardından 5. sırayı elde etti.

1913 Sofya

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK

Mehmet Akif Cad.İstanbul Büyükşehir Belediyesi

Merter-Parkı No.1 (Green Parkın Yanı) Güngören İstanbul

+90 212 554 30 47 / +90 212 554 83 35

Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Semra HÜSEYİN Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Dr.Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Cevatpaşa Mah.Gökhan sk.No.23 Bayrampaşa İst.

www.bestcoffee-coffeehouse.com

+90 212 537 46 79 /

Prof.Dr.Hayati DURMAZ Diş Hekim İsmail ALİOĞLU Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK D o c . D r. S a k i n Ö N E R Doç. Dr. Emine İNANIR D o c . D r. H a s i n e Ş E N Diş Hekimi Halide ÜMİTFER

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Dışişleri Bakanlığı’nda hazırlanan yeni kararname ile atamalar devam ediyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, önceki gece ve dün de yeni görev yerleri belirlenen diplomatları, bizzat arayarak tebliğde bulundu. Bu kapsamda NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in birinci danışmanı konumundaki Genel Sekreter Yardımcısı Hüseyin Diriöz görev süresinin dolmasıyla birlikte Brezilya’ya Büyükelçi olarak atandı. AB Bakanlığı Müsteşarı Haluk Ilıcak da Dünya Ticaret Örgütü Daimi Temsilcisi olarak İsviçre’ye gidecek. İSİMLER ŞÖYLE Kararnamede yer alan bazı isimler şöyle: Mithat Rende-OECD Daimi Temsilciliği (Fransa), Haluk Ilıcak Dünya Ticaret Örgütü Daimi Temsilciliği (İsviçre), Hüseyin DiriözBrasília (Brezilya) Büyükelçiliği, Murat Karagöz-Ulan Batur (Moğolistan) Büyükelçiliği, Ayşe Sezgin-Valletta (Malta) Büyükelçiliği, Şentürk UzunAkra (Gana) Büyükelçiliği, Cemalettin Aydın-Hartum(Sudan) Büyükelçiliği, Adnan Başağa-Helsinki (Finlandiya) Büyükelçiliği, Deniz Çakar-Windhoek (Namibya) Büyükelçiliği, İlhan Tuğ-Phnom Penh (Kamboçya) Büyükelçiliği, Uğur Doğan-Kuala Lumpur (Malezya) Büyükelçiliği, Gökçen Kaya-Santiago (Şili) Büyükelçiliği, Mustafa SarnıçKudüs Başkonsolosluğu, Sadık Arslan-Lahey (Hollanda) Büyükelçiliği, Murat Ülkü-Ouagadougou (Burkina Faso) Büyükelçiliği, Namık Güner Erpul-Taşkent (Özbekistan) Büyükelçiliği, Barkan Öz-Panama (Panama) Büyükelçiliği, Ferda Akkerman -Lima (Peru) Büyükelçiliği, Levent Şahinkaya-Lüksemburg (Lüksemburg) Büyükelçiliği, Murat Ersoy-Pekin (Çin) Büyükelçiliği, Hakan Okçal-Seul (Güney Kore) Büyükelçiliği, Süleyman Gökçe-Sofya (Bulgaristan) Büyükelçiliği, Ahmet Ülker-Tallin (Estonya) Büyükelçiliği, Hidayet Bayraktar-Tiran (Arnavutluk) Büyükelçiliği, Ahmet Yakıcı-Trablus (Libya) Büyükelçiliği.

Nafiye YILMAZ Av. Hasan MOLLAOĞLU Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM Muazzez YURDAKUL Filiz SOYTÜRK Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Neriman ERALP Aydın FİDAN

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 477 61 10 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Star Medya Yayıncılık A.Ş. Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK

Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Emel BALIKÇI Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Mehmet KRAL Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara:Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. BPaşa-500 Evler: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar: Müjgan DENİZ ist. Başakşehir: Ayten ERDEM ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKE Mersin : Ferda ER


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

D r. M ü j g a n DENİZ

Balkan Tarih Ders Kitaplarında

Dr.Nedim OsYunus manlı ve Diğer Milletlerin İmajı” Paneli B İ R İ N C İ Emre Enstitüsü’ne bağlı Saraybosna’daki sında Bosna Hersek, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk Emre Türk Kültür Merkezi, Yıldız Teknik ve diğer ülkeler var. Burada orta okul ve lise tarih eğitiAh Vah Etmek Yok! Yunus Üniversitesi’ne bağlı Balkan ve Karadeniz Araştırma- minde Osmanlı nasıl anlatılıyor, Türkiye Cumhuriyeti Temellere Hak da “oy”, ları Merkezi (Balkar), Saraybosna Devlet Üniversitesi nasıl anlatılıyor. Bu geçen 10 yıl içinde Osmanlı imajı Bakalım Tarih Bölümü işbirliği ile düzenlenen panele, Bosna özgürlük de “oy.”

Değişen hiçbir şey olmadığı için, Ah, vah da olmaması gerekirdi! Öyle de oldu ama Ah Vah gene yok. Totaliter rejimin mirasçıları ÖNCE HALKKIMA KENDİ MEZARINI KENDİNE KAZDIRMA YOLUNU SEÇTİ. Halkı koyun bildiler, koyun gördüler. Bacağımızdan ya da kafamızdan değil, boynumuzdan bağlıyız, ipi çeksek, kendi kendimizi boğarız. Bizimki, çok zor ve acıklı bir hikâyedir. 1990 dönüşümü dediğimiz toplum olayını, yani 1945’ten sonra dünyaya gelen ve adına 1968 kuşağı dediğimiz nesil gerçekleştirdi. Ama bizde bu ruhta bir mayalanma olmadı. Biz, yani 1968’de Bulgaristan’da sınıfsız topluma açılan sosyalist refah düzenini kurmaya çalıştığımızdan, 1968 olaylarını yaşayamadık. İşitsek de anlayamadık. Bize öğretilen üretim formasyonlarının değişimi teorisinde ana çelişki üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaydı ve 1968’de kimin ne istediğini biz pek kavrayamadık. Paris’te üniversite gençliğinin başlattığı ve özünde bilimsel teknik devrim ya da başka bir değişle teknolojik devrim olan (elleri nasırlı işçilerin üretimdeki yrini beyaz yakalı elleri beyaz eldivenlilerin alması anlamına gelen) ve aslında kol emeğini makinelere yaptırarak, işçi sınıfını üretim halelerinden çıkarıp yerini otomatik (kendi işler) çalışan üretim bantlarına bırakması olan bu değişim, bu yenilenme, emek ve sermaye ilişkileri açısından devrimsel bir yenilik olduğundan tarihseldir. O yıllarda Türkiye’de de devrimci yükselişi göklere çıkarak, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Ankara’da asılmasıyla tarih olan bu devrimci atılım, bir de anti-emperyalist, anti-amerikan özlü olduğundan geniş halk kitlelerince, tüm demokratik güçlerce, demokratik üniversite gençliği tarafından Kemalist devrimlerin yeni ve daha yüksek bir aşaması olarak desteklenmiş ve kucaklanmıştı. Ne yazık ki bu dirilişin beli art arda gelen 3 askeri darbeyle kırıldı. Bulgaristan 1968 atılımını yaşayamadı, anlayamadı. Bizde 1968 kuşağı yani kafası kökten değişmiş yürekli modern nesil oluşmadı. Bunun için son dönemde 2.5 milyon emekçimiz Batıyı boyladı. Çaresizliğin çıkışını kaçmakta aramak yıkım doğurur. 1970’lerde bizde her kasabaya iki, bir de her köye bir üretim atölyesi kurularak, herkesi hem tarlada, hem fabrikada, kimseye başını kaldırıp bakmasına izin vermeden çalıştırdığımızdan, ana iş gücü olan insan emeğinin özdevinimli makinelerle yapılabileceğini düşünemiyorduk. Yeni teknolojinin insan emeğinden defalarca yüksek verimlilikle hayat hakkı istediğini göremiyorduk. Bize. Kuranı Kerimde “gün gelecek insanlar kendi kendilerine konuşacak” diye yazıyor, deyenler, ne söylemek istediklerini açmadıklarından, cep telefonları çağının kapımızda olduğunu, total iletişim devriminin büyün dünyayı bir köy kadar küçülteceğini düşünemedik. Başımızı kaldırıp düşünmeye vaktimiz de yoktu aslında. Okuduğumuz kitaplar eskiydi. Düşünce tarzımız zamanını doldurmuştu. Yöneticiler halkın toplu zekâsından defalarca geri olan bir kafayla laf salatası yaparak yeniliklere sözde “yol açmak” peşindeydi. Olmuyordu. Olmadı. Olamazdı da. 1960 – 1980’ler arasında bizim dünyadan ne kadar geride olduğumuzun doğru anlaşılabilmesi için inandırıcı bir örnek vermek istiyorum. 1917’devrimiyle Rusya’da gerçekleşen Ekim Devri, üretim tarzı daha fazlasıyla step köylülerinin orak çekiç gücüne dayandığından, ne sanayide, ne de tarımda üretimsel atılım (modern sanayileşme) yapabilmesi için güç kaynağı bulamadı. Kapitalist üretim tarzıyla rekabette yalnız işçi sınıfının heyecanı yeterli değildi. Lenin “kapitalizmle sosyalizm arasında emek verimliliği yarışını kazanan, dünyanın yeni efendisi olacak” derken haklıydı. Feodal üretim biçiminden modern kapitalist ya da sosyalist üretim biçimine geçmek o kadar zordu ki, üretim ilişkilerini değiştirmek için hayata çağırdığı yeni üretim güçleri henüz ufukta yoktu. Öyle de olsa, herkesin bir kısmeti vardır, sözü de deneyimlerden gelmiştir ve öyle de oldu. Kapitalist dünya 1929’larda çok derin bir dünya bunalımına düştü. Buhara dayanan üretim tarzı zamanını doldurmuştu. Ekonomide ve sosyal hayatta durgunluktan hareketlenmeye geçilerek, bunalımdan çıkılması ancak buhar gücünün dizel ya da elektrikli devinimle değiştirilmesiyle mümkün olabilecekti. Devam edecek - www.bghaber.org

Hersek ve Türkiye’den akademisyenler katıldı. Panel kapsamında Bosna Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Bulgaristan, Makedonya, Karadağ, Azerbaycan ve diğer ülkelerin tarih ders kitaplarında Osmanlı ve Türk imajı ele alınacak. Panelin açılış konuşmasını yapan Yunus Emre Türk Kültür Merkezi Müdür Vekili Rabia Bozkurt, panale katılanlara teşekkür ederek, panelin yeni bilgiler vereceğini ve aynı zamanda faydalı olacağından emin olduğunu söyledi. Yıldız Teknik Üniversitesi Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi (Balkar) Müdürü Dr. Mehmet Hacısalihoğlu ise panel öncesinde yaptığı konuşmada, bunun, daha önce TÜBİTAK’ın yaptığı, tarih ders kitaplarında Osmanlı ve Türk imajı adlı projenin tanıtımı olduğunu söyledi. Hacısalihoğlu, “Bu proje kapsamında Balkanlar, Rusya, Kafkas ülkeleri ele alındı. Balkan ülkeleri ara-

bakımından bir iyileşme oldu mu, aynı zamanda bu imajın günümüzdeki ilişkilere nasıl etki ettiğini karşılıklı olarak tartışacağız” diye konuştu. Panelde Bosna Hersek’teki tarih kitaplarında Osmanlı ve Türk imajı ile ilgili bilgi verecek olan Saraybosna Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Edin Raduşiç de panel kapsamında Balkan ülkeleri ile bu ülkelere önemli izler bırakan Osmanlı İmpartorluğu arasındaki ilişkinin ele alınacağını dile getirdi. “Ben panelde Bosna Hersek’teki eğitim sistemi ve onun Bosna Hersek’in karışık toplumundaki yerini konuşacağım. Burada ayrıca, eğitim konusunda ülkenin gelecekte ne ile karşı karşıya kalacağı, ülkede yaşanan savaşın etkisi ve modern siyasetin etkisini anlatacağız” diyen Raduşiç, bugünkü panelin geçmiş ile ilgili birçok bilim araştırmalardan daha önemli olduğuna dikkati çekti. - Federation of Bosnia and Herzegovina

1981 yılı Kırkpınar Ağası Mehmet İriş’in sosyal medyada paylaştığı fotoğraf, 1989 yılında Bulgaristan’dan göç eden soydaşların yaşadığı sıkıntıları tekrar gözler önüne serdi. 1989 yılında Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Sosyalist Bulgaristan Hükümeti tarafından ağır baskılar altında kalmaları sonucu, o dönemde Turgut Özal’ın girişimleriyle anavatan olarak kabul ettikleri Türkiye’ye geldikleri fotoğraftaki görüntü dikkat çekiyor. O dönemde bindikleri trenle Edirne Kapıkule Garı’na inen soydaşların, trenden iner inmez vatanları olarak bildikleri Türkiye toprağını öpmeleri duygulandırıyor. Trenden iner inmez akrabalarına sarılan ve toprağı öpen soydaşlar, yaptıkları davranışla Bulgaristan’da yaşadıkları sıkıntıları ve kaçışın mutluluğunu gözler önüne seriyor. Türkiye’nin farklı bölgelerine göç etmeleriyle bilinen 1989 yılı Bulgaristan göçmenleri,

yüzyıllarca yaşadıkları topraklardan tüm birikimlerini geride bırakıp sıfırdan başlayarak hayat mücadelesine atılmalarıyla da biliniyor. Bulgaristan’da evlerini, bahçelerini, topraklarını bırakmak zorunda kalan ya da yok pahasına satan göçmenlerin, o dönemde devletin imkanlarıyla Edirne’de taksitlendirmeyle kendilerine konutlar verilerek “Göçmen Evler” denilen konutlarda yaşadıkları ifade edildi.

Bulgaristan Göçünü Tekrar Gözler Önüne Seren Fotoğraf

13. Mersin Uluslararası Müzik Festivali 24 Mayıs’ta Başlıyor 13. Mersin Uluslararası Müzik Festivali, bu yıl 24 Mayıs-7 Haziran 2014 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak. Bu yıl festivale, Buika, I Musici Di Roma, Yair Dalal, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Bülent Ortaçgil’in de yer alacağı dünyaca ünlü yerli ve yabancı 251 sanatçı katılacak.

Süleymaniye ile Varna Belediyesi Ara- Stanişev: Yarın biri Kırcaali için referandum isterse... sında İşbirliği Protokolü İmzalandı Trud gazetesiyle söyleşi yapan Bulgar Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Süleymaniye kenti ile Bulgaristan’ın Varna Belediyesi arasında ticari işbirliği protokolü imzalandı. Ticari ilişkilerin geliştirilmesini öngören protokol kapsamında Sofya ve Varna kentleriyle Erbil arasında Mayıs ayında uçak seferlerinin başlatılması planlanıyor. Ayrıca Bulgaristan’ın Erbil’de konsolosluk açmaya hazırlandığı belirtildi. İmza töreninde konuşan Süleymaniye Valisi Behroz Muhammed Salih, Bulgaristan’ın turizm kenti Varna ile işbirliği yapmaktan duydukları memnuniyeti dile getirerek, “Bu protokol, ilişkilerimizin gelişmesine katkıda bulunacaktır. Yakında Kürdistan ile Bulgaristan arasında uçak seferleri başlayacak. Ayrıca Bulgaristan, Erbil’de konsolosluk açmaya karar verdi” dedi. Varna Belediyesi Başkan Yardımcısı Heycho Peychev de “Kürdistan bölgesi ile yaptığımız bu anlaşma, iki ülke ticari ilişkilerinin geliştirilmesi açısından önemlidir. Eğitim, sağlık ve turizm sektöründe de karşılıklı işbirliği yapılmasını kararlaştırdık” diye konuştu.

Sosyalist Partisinin (BSP) Genel Başkanı Sergey Stanişev Kırım’da Pazar günü düzenlenen referandumu kastederek kullandığı “Yarın biri Kırcaali için referandum isterse...” ifadesiyle gündemi sarstı. Gazeteci Krasina Krısteva’nın Stanişev’e BSP’nin Genel Kurulu’nda Dışişleri Bakanı Kristian Vigenin’e yöneltilen eleştirilerin samimȋ mi olduğunu, yoksa seçimler yaklaştığı için Rus yanlılarının oylarını almak için mi olduğunu sorması üzerine Stanişev şu yanıtı verdi: 3 saat tartıştık. Duruşumuzun, açık ve net ilkeleri ve Bulgar millȋ çıkarlarını savunduğundan eminim. Seçmenlerimizden ve onların görüşlerinden söz ederken tahminȋ bir portreyi beynimizde canlandırmalıyız – Bulgaristan’daki etnik Türkleri HÖH gibi millȋ sorumluluk sahibi bir parti temsil etmiyor, bir anda Bulgaristan dışındaki mihrakların yönettiği bir siyasȋ özne ortaya çıktı ve buna benzer konularda Kırcaali İli’nde referandum yapıyor. Biz bu sonuçları düşünüyor muyuz?!

HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan, Bulgaristan Sosyalist Partisi ile işbirliğinden aldığı son iki yumruğun acısını Strazburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemedi’nde (AİHM) sardırmak istiyor. Plansız, Programsız, bağlaşıksız, strateji ve taktiksiz iş yaparsan, aklını kaz kafalıların Saraylarından almaya devam edersen, çareyi Bulgaristan ringi dışına kaçıp haklarını körler köyünde aramak zorunda kalırsın. AİHM’i seni bekliyor, sanki başka işi yok… Yakın dostların olan sosyalist liderlerin istediği oldu. Seni ringden kaçmaya zorlamak, atmak. Seni kullanmak, tarihlerindeki kirliliği, zalimliği sana sildirmek, sonra kokun değişsin diye seni kolonyalı sularla yıkatıp paklatmak ve en sonunda da “ha bak işine” ya da “zamanın doldu” demektir. Sen, Sayın Mestan, Bulgaristan Türkleri adına Sofya parlamentosuna giren ne birinci ne de sonuncu Türk vekilsin. Deden Gümürcüneden sırtında tuz çuvalı taşırken, o Meclislerde vekillerimiz vardı. Senin o Yüksek Tahsil aldığın Tırnovo’da vaktiyle KURUCU MECLİS çalıştı. 1879 Berlin Konferansı emriyle kurulmuştu. Büyük Millet Meclisi ya da Anayasayı hazırlayan meclis olarak bilinen III Kurucu Mecliste abalı poturlu 40 Türk Milletvekili vardı. Son 25 yılda HÖH bu rakamı asla bulamadı. Yerinizde dura dura, kafalarınızın içi küflene küflene, son çareyi, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının etnik azınlık haklarının harfiyen uygulanmasında direnen Avrupa kapılarını bugün yani 135 yıl sonra yeniden aynı hak ve özgürlükler için çalmaktan medet umuyorsunuz. 25 yıldan beri hak ve özgürlüklerimiz uğrunda en ufak bir adım atmak için çaba göstermiş olsaydınız, bugün bu gülünç durumlara düşmezdiniz. Senin ve sizin yaptığınız hesapların hepsi yanlış. Programsız bir hükümete, Stanişev’e tek bir şart koşmadan ortak oldun, kendini kullandırdın, kullandırıyorsun. Adam zaten gitti gidecek, zamanı dolmuş. Koskoca BSP saflarında Başbakan yapacak bir adam bulamadı. Gitti eski Demokratik Güçler Birliği’nin (CDC) dökülmüş saflarından, Türk ve Müslüman düşmanlıyla ün yapan İvan Kostov hükümetinin Maliye Bakanı’ndan Başbakan yaptınız. Plamen Oreşarski iyi bir maliyeci olabilir, ama bize karşı ne gibi yükümlülükleri, bizimle ne gibi bağlantıları var ki? Yoksa adam kıtlığında adamlara iş mi buluyoruz. Bir defa, Stanışev’in, senin de övdüğün Oreşarski,’den Başbakan yapması tamamen yanlıştır. Anlıyorum Stanışev’i bir sol partinin lideri olarak, sağ politika izleyebilmek için Başbakanı sağcı, tutucu saflardan seçmesi şarttır. Öyle de yaptı. Ne ki, bugünkü Reformcu Blok girişimlerinde izlediğimiz kümelenmeyle sağ cephe birazcık canlanıp güç toplamaya başlarsa, ilk parçalanacak olan güç Sosyalist Partidir. Zaten 2013’te Tatyana Donçeva ve Georgi Pırvanov’un ayrılmasıyla sol cephe oylarının % 7’i kaymış durumdadır. Yeni bir bölünmeyle totalitarizm kalıntılarının çoğunluğu tarihteki yerleri hak ettikleri şekilde bulacaklardır. O zaman sen, yani biz Türk ve Müslümanlar, sana oy verenler ne yapacağız Sayın Mestan! Yeni ötmeye başlayan “Sansürsüz Bulgaristan” horozu Nikolay Barekov yalnız “temiz elleri” saraylara göndermekle kalmayacak, seninle, yani Hak ve Özgürlükler Hareketiyle asla işbirliği yapmak istemediği gibi, yüzünü bile görmek istemiyor ve istemeyecek. Etrafına topladığı kaşarlı Makedon haydutlarının torunlarından olan Karakaçanov (Makedonya İç Devrim Örgütü Başkanı) senin yüzünü görmek istemiyor. Bunların akıl hocaları totaliter rejimin akıl hocalarından olan Çakırov gibi yine Makedon, aşırı milliyetçilik közüyle ısınan politikacılardır. Demek istediğim onların bugünkü GERB lideri Boyko Borisovg’la sanki aralarında kan davası varmış gibi sert tartışmalı ve ithamlı kavgası, ekmeğin sıcacık yumuşak yerini sen değil ben ağızlayacağım didişmesidir. Bu ekmek yenir yutulur, fırından yeni ekmek zaten sıcak çıkacağı için, ısır ısırdığın yerinden, bu kavga biter. Devam edecek - www.bghaber.org


www.bulturk.org

1913 Sofya

T ü r k i y e 2 . B a l kgüçlendirilmesi, a n Bekonominin u l u şgeliştirilmesi, m a sbarışı

T.C.Başbakanı R.T.Erdoğan: Balkan İşadamları Derneği’nin Kaya Termal Otel’de düzenlediği Türkiye 2.Balkan Buluşması yapıldı. Balkanlar’da ecdad yadigarı eserlere sahip çıkma noktasında büyük çalışmalar yaptıklarını, yapmaya devam ettiklerini anlattı. “Bölgedeki istikrarsızlıktan en çok etkilenenlerin başında buradaki kardeşlerimiz geliyor” diyen R.T.Erdoğan, son 30-35 yılda orada yaşananların bile sıkıntıların boyutlarını göstermesi açısından fikir vermeye yettiğini kaydetti. T.C.Başbakanı R.T.Erdoğan şöyle devam etti: “Balkanlarda, Rumeli’de yaşayan tüm kardeşlerimizin daima gönlümüzde yeri oldu. Başımızın üzerinde yeri var. Ama biz onların bulundukları yerde huzurla, güvenle, müreffeh şekilde yaşamasını arzu ediyoruz. Balkanların ve Rumeli’nin boşalmasına gönlümüz asla razı gelmez. Bunun için oradaki kardeşlerimize yaşadıkları yerlerde onları desteklemenin, sorunlarını orada çözmenin çabası içerisinde olduk. Bunu Kosova’da yaptık bunu Bosna’da yaptık bunu Batı Trakya’da yaptık, Bulgaristan’da yaptık, Selanik’te, Karadağ’da, Rodos’ta, Girit’te, Sancak’ta, Romanya’da yaptık. Bütün bu bölgelere gerek Başbakan olarak şahsım, gerekse tüm bakan arkadaşlarımla defaatle gittik. Balkanlar, dünyanın en güzel coğrafyalarından biri olmasına rağmen maalesef sürekli çalkantılara maruz kalmıştır. Bölgedeki istikrarsızlıktan en çok etkilenenlerin başında oradaki kardeşlerimiz geliyor. Sadece son 30-35 yılda orada yaşananlar bile sıkıntının boyutlarını göstermesi bakımından bizlere fikir vermeye yetiyor. 1989’da Bulgaristan’dan yaşanan büyük sorunlu göçün yol açtığı dramları hepimiz biliyoruz. Ardından 19921995 arasında Bosna’da yaşanan savaş ve yol açtığı acılar daha dün gibi aklımızda. 1990’lı yıllarda başlayıp 2008’e kadar Kosova’da süren olaylar yine hepimizin yakından bildiği bir konu. Biz bu bölgenin artık huzura kavuşmasını arzu ediyoruz. Bunun için Türkiye olarak elimizden gelen çabayı gösteriyoruz. Balkanlarda, Rumeli’de yaşanan her acının kendi acımız olduğunu bilerek hareket ediyoruz. Bunun için demokrasinin

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

ve dostluk ikliminin kök salması gerektiğine inanıyoruz. Bosna’da yakın zamanda yaşanan olaylar bu süreçlerin aynı zamanda yürütülmemesi halinde heran yeri sorunların çıkabileceğini gösterdi.” - “Bölgede yürüttüğümüz yüzlerce proje var” Balkanlar ve Rumeli’ye yönelik politikalarında kültürel mirasların korunması çabalarının yanında ekonomik kalkınmayı sağlamaya da özel önem verdiklerini vurgulayan Erdoğan, bunu Kosova’da, Bosna’da hatta Bulgaristan, Romanya, Karadağ,Arnavutluk hatta Batı Trakya’da da yaptıklarını anlattı. “Bölgede yürüttüğümüz yüzlerce proje var” diyen Erdoğan, Başbakan olarak defaatle bölgeye sürekli gidip geldiğini, bakanların sürekli gidip geldiğini ifade ederek, “Biz görevde olduğumuz sürece durmak yok yola devam” dedi. T.C.Başbakanı R.T.Erdoğan şöyle devam etti: “Oradaki kardeşlerimiz ekonomik anlamda istiyoruz ki üretken hale gelsinler. Kendi ayakları üzerinde dursunlar. Onun için kendilerine gerek hibe yoluyla gerek kredi yoluyla birçok destekler verdik. Önümüzdeki dönemde bu yöndeki çalışmalara daha fazla ağırlık vereceğiz. Türkiye’de iş adamlarımızı sürekli olarak bu ülkelere gönderiyoruz. Orada yaşayan kardeşlerimizin ekonomik olarak güçlenmeleri, kendi kendilerine yeter hale gelmeleri, ardından daha büyük çaplı üretime geçmeleri için mevcutlara ilave olarak yeni projeler geliştiriyoruz. Türkiye’nin büyümesiyle, güçlenmesiyle paralel şekilde oradaki kardeşlerimizde daha geniş imkanlara, daha büyük desteklere kavuşacaktır bundan kimsenin şüphesi olmasın. Balkanlardaki ecdad yadigari eserlere sahip çıkma konusunda gerçekten çok önemli çalışmalar ortaya koyduk. Bir Mostar’ı unutmak mümkün mü. Kosova’da bir Sinan Paşa Camii’ni unutmak mümkün mü, bir Fatih Sultan Camii’ni unutmak mümkün mü. Bunlar yerle yeksan olmuştur, bunları biz ayağa kaldırdık. Bir Murat Hüdavendigar külliyesini, türbesini unutmak mümkün mü. Bunlar ayağa kalktıkça, ordaki kardeşlerimiz farklı mutluluk duyuyordu. Her yerde, Batı Trakya’da, Bulgaristan’da, Romanya’da, Bosna Hersek’te hepsi. Daha da devam edeceğiz. Bu eserleri ayağa kaldıracağız. TİKA, Balkanlarda yürüttüğü faaliyetleri genişleterek sürdürüyor. Bu program çerçevesinde TİKA’nın Balkanlarda gerçekleştirdiği çalışmalarla ilgili bir resim sergisi hazırlandı. Sergide yapılan çalışmaları somut olarak resimleriyle, bilgileriyle birlikte görebilirsiniz. TİKA bünyesindeki bu çalışmaları gayretle yürüten tüm arkadaşlarıma şükranlarımızı sunuyorum.”

Türk Dünyasının Gençleri Bir Araya Geldi

2013 yılında Eskişehir’de başlayan Türk Dünyası Gençlik Buluşması kapsamında gerçekleştirilen “10 Bin Kardeş El Ele” gecesi dün akşam Haliç Kongre Merkezi’nde Bosna’dan Özbekistan’a binlerce Türk gencini bir araya getirdi. Geceye Türkiye’nin yanı sıra Karadağ, Kosova, Makedonya, Bosna Hersek, Yunanistan, Kırım, Bulgaristan ve Azerbaycan’dan bakan ve milletvekili düzeyinde temsilciler de katıldı. Büyük kültür buluşmasına Saraybosnalı, Azerbaycanlı, Özbekistanlı, Kırımlı ve Türk sanatçılar da şarkılarıyla renk kattı. Gençler Türkçe şarkıları hep bir ağızdan söyledi. Türk Dünyası Gençlik Buluşmaları kapsamında düzenlenen “10 Bin Kardeş El Ele” gecesinde Balkan ülkelerinden, Kırım’dan, Azerbaycan’dan, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından gençler bir araya geldi. Eskişehir Valiliğinin ev sahipliğinde düzenlenen geceye; Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı, Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, Karadağ Başbakan Yardımcısı Rafet Hüsoviç, Yunanistan Milletvekili Ahmet Hacıosman, Makedonya Devlet Bakanı Hadi Nezir ve Kosova Çevre Bakanı Mahir Yağcılar ve pek çok üst düzey ülke temsilcisi katıldı. Programın açılış konuşmasını yapan Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, el ele, gönül gönüle bir arada olmanın heyecanı içinde olduklarını ifade ederek; Sağduyusu ile önyargıları yıkan atalarının izinde yürüyen gençliğimiz, sevgi şehri Eskişehir’de buluştu. Sevgimiz sınırlarımızı aşıp kardeşlerimize ulaştı. Yaptığımız her işte iyilik ve güzellik için girdiğimiz her yarışta Yunus Emre, Mevlana misali insanlar sizlere eşlik eder. Bu gece bu kardeşlerimiz ile beraber tek bir yürek olmak bizler için gurur verici” dedi.

Bulgaristan’ın

İstanbul

Başkonsolosluğu’na Angel Görev Angelov Atandı Bulgaristan’ın İstandeğişikliğinin, aynı bul Başkonsolosluğu’na Angel Angelov atandı. Yapılan açıklamada, görev değişikliği ile İstanbul’daki başkonsolosluğun çalışmalarında iyileştirme, bu doğrultuda Türkiye’deki Bulgaristan vatandaşları ve firmalarının hak ve çıkarlarıyla Bulgar kültürel ve tarihi mirasının korunmasının amaçlandığı belirtildi.

zamanda Bulgaristan’ın ocak ayında devraldığı Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (KEİ) Başkanlığı sürecine yardımcı olacağı kaydedildi. 2006-2009 yıllarında Bulgaristan’ın Edirne Başkonsolosu görevinde bulunan Angel Angelov’un ay sonuna kadar İstanbul’daki görevine başlaması bekleniyor

Bulgaristan’daki gençler arasındaki işsizlik oranı %30 Avrupa İstatistik Kurumu Eurostat’ın verilerine göre, Bulgaristan’daki Ocak 2014 döneminde ölçülen işsizlik oranının yüzde 13.1 olduğu ve 442 bin kişiye denk geldiği açıklandı. Buna göre, bir önceki aya kıyasla yüzde 0.01 oranında artış kaydedildi. Bu rakamlara göre, ülkenin Avrupa Birliği ülkeler sıralamasında yedinci yerde olduğu anlaşıldı. Yapılan açıklamada, ülkedeki gençler arasındaki işsizlik oranında da artış görüldüğü ve bu oranın AB ülkelerindeki ortalama seviyenin üzerinde olduğu vurgulandı. Verilere göre, Ocak ayı içindeki gençler arasındaki işsizlik seviye-

sinin yüzde 30 oranında veya 68 bin kişiye eşit geldiği belirtildi. Bir yıl önceki rakamlarda ise 25 yaş grubu altındaki işsizlerin oranının yüzde 27.8 olduğu dikkat çekti.

Dünyanın en büyük güneş enerjisi santrali 13.02.2014 Perşembe günü ABD`de devreye girdi. ABD`nin Kaliforniya ve Nevada eyaletlerinin sınırındaki Primm bölgesinde hukuki ve bürokratik engellere takıldığı için yapımı yıllarca süren dünyanın en büyük güneş enerjisi santrali Ivanpah Güneş Santralı dün resmen açıldı. Ivanpah Güneş Santrali’nde 392 megawatt elektrik üretmesi planlanıyor.

Bilgisayarla kontrol edilebilen ve her biri 2.5 metre yüksekliğinde ve 3 metre genişliğindeki 300 bin ayna panel 139 metrelik bir merkez kule vasıtasıyla elektrik enerjisi üretecek. 210×400 cm ebatındaki aynalar bilgisayar kontrolüyle Güneş’in açısına göre hareket ederek 133 metre uzunluğunda olan kulelere güneş ışığını yansıtıyor. ABD`li Ivanpah Güneş Enerji Sistemleri şirketi bu sayede hem çevreci hem de daha ekonomik bir enerji alternatifi sağlayacak.

Dünyanın en Büyük Güneş Türk Kültüründe Nevruz ABD Enerjisi santralini Kurdu

Türklerin (Göktürklerin) Ergenekon’dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan’dan Balkanlara kadar tüm Türk kavimleri ve toplulukları tarafından, MÖ 8. yüzyıldan günümüze kadar her yıl 21 Mart’ta kutlanır. Türk Takvimi’nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme Çağ adı verilirdi. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saattir. Herbir çağ ise sekiz Keh ten ibarettir. Yılbaşı olarak gece-gündüz

eşitliğinin yaşandığı 21 Mart, Nevruz günü olarak kutlanır. Bu güne ve yeni yılın başladığı an’a Yılgayak denir. Oniki Hayvanlı Takvim ve Melikşah’ın Celali Takvimi’nde yılbaşı olarak belirlenen 21 mart, Divânü Lügati’t-Türk’te de ilkbaharın gelişi olarak belirtilir. Türk edebiyatı ve musikisine de Nevruz; Nevruz-ı Asl, Nevruz-ı Arap, Nevruz-ı Bayati, Nevruz-ı Hicaz, Nevruz-ı Acem ve Nevruz-ı Seba olarak girmiştir.

HAREKETLİ BİLGİSAYAR KONTROLLÜ AYNALAR

140 BİNE YAKIN EVE ELEKTRİK SAĞLAYACAK

www.bulturk.org


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.