1 9 1 3 ’ t Sofya e Sofya 1913
Yıl:11
Sayı: 82
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
Mart - 2014
Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek
Bizim Borcumuz
Bulgaristan Türkleri 30 Mart Yerel Seçimlerinde Aktif Röl Aldı
Ülkenin Birlik ve Beraberliği Söz Konusu Olduğunda Göçmenler Her Zaman Tavrını Ortaya Koyar
Bulgaristan’da Mart Ayı Kırmızı-beyaz
Bulgaristan göçmenleri 30 mart yerel seçimlerinde yüksek katılımı ile Türkiye’nin şantajlara, paralel yapı ve manipulasyonlara geçit verilmeyeceğini göstermiş oldu. 17 yıl Belediye Başkanı olan Bürge’nin Yerine Daha Güçlü Gelen Yeni Başkan A.Aydıner Oldu. İstanbul’un Bayrampaşa ilçesinde Belediye Başkanlığını AK Parti Adayı Atila Aydıner kazandı.
Bayrampaşa ilçe Bşk. Yıldız, yaptığı açıklamada;
İstanbul’un Bayrampaşa ilçesinde 2009 yerel seçimlerinde Ak Parti 72 bin 163 oy almıştı. Ak Parti bu oy sayısıyla ilçede sandık başına gidenlerin yüzde 45,7’sinin oyuna sahip olmuştu. Yıldız’ın verdiği bilgiye göre bu seçimlerde AK Parti 87.392 oy aldı yüzde 51’ini aldı. Böylece, Bayrampaşa Belediye Başkanlığı görevine getirilen Aydıner, daha güçlü daha çok oy alarak İlk defa bu kadar güçlü oy ile Belediye Başkanlığını kazanmış oldu.
Bulgaristan’da mart ayının girmesi ile baharın müjdecisi martenitsalar her yeri kaplıyor. Adını mart ayından alan takılar sağlık ve gücü temsil eden kırmızı ile ilkbaharla gelen temizliği sembolize eden beyazın hakim olduğu püskül, kolye, broş ve insan figürlerinden oluşuyor. Mart ayının ilk günü başkent Sofya’nın merkezi, manevi değeri büyük hediyelik eşyaları satanlarla alıcıların kaynaştığı bir panayırı andırıyor. Önceki yıllarda kırmızı ve beyaz ipten yapılan püsküllerin ağırlıkta olduğu tezgahlar şimdi göze hoş gelen, ilgi çekici yeni ve ilginç modellerle alıcısını etkilemeyi başarıyor.
İstanbul Valisi Mutlu Gençlerle Buluştu D a v u t o ğ l u
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Bayrampaşa Belediyesi Gençlik Merkezi tarafından düzenlenen Büyükşehirde Genç Olmak konulu konferansa katıldı. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Bayrampaşa Belediyesi Gençlik Merkezi tarafından Yücel Çakmaklı Kültür Salonu’nda düzenlenen ‘Büyükşehirde Genç Olmak’ konulu konferansa katıldı.
Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BAŞYA ZI Genel Başkanı
Çanakkale Zaferi Bugün, Türk Milletinin özgürlük ve vatanı için gerektiğinde neleri feda edebileceğini bir kez daha kanıtladığı bir dönemi simgeleyen 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma Günüdür. “Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. 18 Mart 1915, Türk tarihinde bir askeri ve siyasi başarı olmaktan öte inanç, azim ve yiğitlikleörülmüşbirdestanınyaradılıştarihidir. Bu tarih, gerek taarruz gerekse savunma savaşlarının başarılarıyla dolup taşan Türk kahramanlık tarihinin en onur verici, en parlak sayfalarından biridir. Sevinç ve coşkuyla kutladığımız Çanakkale Zaferi’nin 99. yıldönümünde, bu güzel vatanımız için canını feda eden aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve özlemle yâd ediyorum.
Ruhları şad, mekanları cennet olsun...
Konuşmasında, gelecekle ilgili tavsiyelerde bulunan Vali Mutlu, gençlerden sürekli olarak kendilerini yenilemelerini ve bilgilerini tazelemelerini istedi. Öğrencilerden huzurevlerine ve hastanelere giderek yaşlıları ziyaret etmelerini isteyen Mutlu, “Hayata olumlu bakın. Sağlığınızı koruyun. Bunun için ziyaret etmeniz gereken yerleri gidip görün. Bunu yaşam biçimi haline getirip arkadaşlarınızla bu ziyaretleri gerçekleştirin” diye konuştu. Gençlere zamanın değerini anlatan Vali Mutlu, “Zaman su gibi geçiyor. Şu anda sahip olduğum makam itibariyle söylüyorum, şimdi değişme imkanımız olsun ve ben şu anda size İstanbulValiliğimi teslim etmeye hazırım. Ancak bana gençliğinizi vermek kaydıyla” diye espri yaptı.
Savaş Kurbanlarına Anma Töreni
Bosna-Hersek’in Vitez şehri yakınlarında bulunan Ahmiçi Köyü’nde, Hırvat Savunma Konseyi (HVO) bünyesindeki birlikler tarafından 16 Nisan 1993′te katledilen 116 Boşnak törenle anıldı. 16 Nisan Ahmiçi Derneği Başkanı Elvedin Kermo, yaptığı açıklamada, her yıl düzenlenen anma törenlerinde, 152 evin ve köy camisinin de yakıldığı katliamın acısını yeniden yaşadıklarını ve katliamı yapanların hak ettikleri cezalara çarptırılana kadar da üzüntülerinin eksilmeyeceğini belirtti. Görgü tanıklarından Abdullah Ahmiç de 1993 yılındaki katliamda anne ve babası ile birlikte 3 kız ve 1 erkek kardeşinin öldürüldüğünü anlattı. Üzerinden 21 yıl geçmesine karşın katliamın tüm detaylarını hatırlayan Ahmiç, “Annemi ve kardeşlerimi öldürdüler, ardından babamı gözlerimin önünde vurdular. Daha sonra bana ateş ettiler ve mermi yanaklarımdan girip çıktı. Kanlar içinde düştüm yere. Öldüğümü sandıkları için hayatta kaldım” dedi. 3 aylık bebek de öldürülmüştü Hırvat Savunma Konseyi özel birlikleri, 16 Nisan 1993′te Vitez yakınlarındaki Ahmiçi Köyü’nü basıp, 32′si kadın ve 11′i çocuk olmak üzere toplam 116 sivili katletmişti. Kurbanların en genci üç aylık bir bebek, en yaşlısı ise 81 yaşında bir kadındı. 30 kişinin henüz naaşları bile bulunamadı.
eden
tazminat talep Bulgaristan’ı uyardı
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 10 milyar dolarlık tazminatın ödenmemesi halinde Türkiye’nin AB üyeliğini bloke etmekle tehdit eden, Bulgaristan’ın sağcı hükümetini uyarırken “Türk-Bulgar dostluğunun devam etmesi her iki ülkenin yararınadır. O dostluğu zedeleyecek açıklamalardan kaçınılmakta büyük bir fayda bulunmaktadır” dedi. Davutoğlu, Bulgaristan’ın Türkiye’den göç eden Bulgarların Türkiye’de bırakmak zorunda kaldıkları mal ve mülkleri için tazminat talebinde bulunacağı yönündeki haberler üzerine, “tarihte yaşananların tek taraflı göç şeklinde cereyan etmediğini” söyledi. Davutoğlu, Türk-Bulgar dostluğunun devam etmesinin her iki ülkenin de yararına olduğunu belirtti.
Karadeniz’de d o ğ a l g a z
Avusturya OMV şirketinin sözcüsü, Bulgaristan’ın Karadeniz açıklarındaki Han Asparuh bölgesinin hidrokarbon potansiyeli taşıyabileceğini açıkladı. “Han Asparuh” bölgesindeki doğalgaz miktarının 100 milyar metrküp olabileceği tahmin ediliyor. Fransız“Total”, Avusturyalı OMV ve İspanyol “Repsol” şirketlerinden oluşan konsorsiyumunun keşif lisansını aldığı bir kaç yıl önce bu miktarın 5 kat fazla olacağı tahmini yapılmıştı. Buna rağmen, bu doğalgaz rezervleri Bulgaristan’ın sahip olduğu sanılan bütün kaya gazı rezervlerinden 10 kat fazladır. Doğalgaz yataklarının doğrulanması durumunda kuyudan doğalgaz üretimine 2017 yılında başlanması bekleniyor.
Davutoğlu, Türkiye’nin bütün komşu ülkelerle çok yakın işbirliği ve tam bir entegrasyon ilişkisi içinde olmak istediğini söyleyerek, Türkiye-Bulgaristan ilişkilerinin de Soğuk Savaş sonrasında bölgede model olacak kadar iyi geliştiğini kaydetti. Bu işbirliğinin hem Türkiye, hem de Bulgaristan’ın çıkarlarına göre seyrettiğini ve Balkanlar’da çok iyi bir örnek oluşturduğunu belirten Davutoğlu, iki ülke ilişkilerinin birçok krizin olduğu dönemde dahi bir istikrar içinde bulunduğunu bildirdi.
Moldova’nın Taraklı bölgesinde Bulgar yatırımlarını teşvik edecek
Yurtdışı Bulgarlar Devlet Ajansı Bulgar yatırımcı ve iş adamlarının cezbedilmesi için Moldova’nın Taraklı bölgesine destek sağlayacağını açıkladı. Nüfusun yüzde 70’i Bulgarlardan oluşan bölge, yatırım imkanlarının değerlendirecek hafif sanayi, tarım, bağcılık ve şarapçılık alanından Bulgar iş adamları tarafından ziyaret edilecek. Bu konuda Dünya Bulgarlar Birliği ve Taraklı’ya kardeş şehir olan Bulgaristan’ın Novi Pazar ve General Toşevo şehirlerinin desteğine de başvurulacak.
2
Fakirler Ve Zenginler Muazzez YURDAKUL
Dünyanın derdi, geçim derdi mi?. Zengin devletlerde işsizlik sorunu sosyal fonlardan idare ediliyor. Bulgaristan gibi, fakir ülkelerde durum farklıdır. Böyle olanaklar sınırlıdır. Emekliliğe bel bağlayanlar büyük şehirleri terk etmek zorundadır. Yaşlıların tarım kesiminde yapabileceği pek bir şey kalmamış. Kentleşme bugün de ana akımdır. 2050’de dünyanın % 80’i şehirlere toplanacak. Sıfırdan başlayıp yeni bir hayat kurmaya yalnız iyi niyet yetmiyor. Acaba mesele yalnız ekmek mi? Dünya aç kalabilir mi? Kışın uzun ve ağır olacağı yıllarda bizim meşeler 5-6 defa daha fazla pelit üretir. Sincaplar, kuşlar, bayır domuzları ve başka canlılar kar altında açlıktan ölmesinler diye olabilir mi?! Evet, desem, öyleyse söyleyin rasathaneyi kapatsınlar, kışın nasıl olacağını pelitleri sayarak söyleyiversinler, diyeceğinizi biliyorum. Ben bir öğretmenim ve doğanın henüz açıklanıp kitaba dökülmemiş iç yasaları olduğuna inanıyorum. Sizden de aynı şeyi istemek hakkım mı bilmiyorum. Hayatı yaşatma yasaları bakımından birbirinden farklı olan doğa ile toplum. Derin bunalım dönemlerinde, yani Birinci ve İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Japonya’da üniversite bitiren gençleri devlet köylerine geri gönderiyor ve atalarının, yaptığı işleri, onların üretimlerini sürdürmelerini zorunlu kılıyordu. Amerika’ya gidip bol para kazanmak heveslilerine, ancak 10 yıl köyünde çalıştıktan sonra pasaport veriliyordu. 1989 öncesi bizde mahsulü üniversite öğrencileri ve asker topluyordu. TC.’de her yıl milyonca ağaç diken gönüllüler saygıya değer. Kendini güvenceye alarak hayatı yaşatma yasası doğanın içinde yaratılıştan varken, toplum bu işin mekanizmalarını bulmak ve geliştirmek zorundadır. Bu sorular çok yazılıp çizilmeye başladı ve ufuktaki çözüm. Kuzey Afrika çeltik ve tahıl ovalarındaki köle emeğinden beslenen Roma İmparatorluğu toplum sosyal açıdan parçalandığında çöküşünü durduramadı. Bir yanda, toprağını kaybetmiş, işinden olmuş yoksul, sayısız sefil yığıldı. Öte yanda ise, doymak bilmez oligarşi (çok zengin tabaka) sefa sürdü. Roma m. ö. 395 yılında çöktü. O gün bu gün 2 bin yıldan beri dünyada bazı şeyler pek fazla değişmedi. Aynı tabloyu bugün de görüyoruz. Neo (yeni) liberaller ile onlara perde (cephe ve ya maske) olan demokrasi dünyası yok oluyor. Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) neo-liberallere yamandı. Neo – liberalizmin günümüze dayattığı formül 1 zengin 100 000 fakir formolüdür. Bu kölelik, toprak ağılığı (feodalizm) ve sermayenin ilk birikim çağı olan kapitalizmden çok daha büyük bir vahşettir. Roma İmparatorlarından Sezar yoksullar partisi lideriydi. Yani şimdi Bulgaristan’da “Ataka” şefi Volen Siderov ve “Sansürsüz Bulgaristan” lideri Nikolay Barekov olduğu gibi. Sezar darphaneyi (birkaç zenginin elinde olan para kesme merkezini) devletleştirme istediğinde kellesi gitti. Üç Yahudi şirketinin elinde olan US Dolar kesme merkezini devletleştirmek isteyen R. Kennedy de Dalasta tek kurşunla gitti. Bizde oligarşi deyince, Ahmet Doğan, Lütfü Mestan, Plamen Oreşarski, Boyko Borisov, Rumen Ovçarov akla gelir. Sezar bugün yaşasaydı, Sofya meclisinde bitmez kavga konusu olan bazı yasaları hemen çıkarırdı. Ve bunu yaptı diye onu bugün de hemen öldürürlerdi. Çünkü toplumun kaymağı olan doymaz toklar (oligarşi) herkesin her şeyine el koymak istiyor. Harcını ödeyemeyenler hapistedir. Parayı basan uyuşturucu patronları girip çıktı. Soyulan D-r Tabakov Varna zindanında gün sayıp çürüyor. 2 000 yılda sanki değişen bir şey yok: Roma, açların karnını tok tutmak için dış ülkelerde “özgürlük” ve “demokrasi” savundu. Ötekileri soymak, buğdaylarını çalmak için açılan savaşlara vesile olan hep sözüm olan çiğnenen “özgürlükler” veya olmayan “demokrasi”ydi. Tunus merkezli Karta gen İmparatorluğunu buğday için yiyip bitirdi. Ve kendi özgürlüğünü ve diğerlerin demokratik haklarını savunurken büyüklük bakımından Timur Hanlığından ve Osmanlı imparatorluklarından sonra üçüncü Cihan İmparatorluğu oldu. Roma boyunduruğuna giren devletlerin iki statüsü vardı: 1) Foedera aequa – egemenliği şeklen korunan devletler. 2) Foedera iniqua – egemenliğini yitiren devletler. Günümüzle karşılaştırdığımızda tam şimdiki AB ve NATO üyeleri ve üye olmayan devletlerde olduğu gibidir. Üyeliğe heveslenen ve “turuncu devrim” yapan Ukrayna AB ve NATO’nun lütfünü beklerken, Putin, Kırım’da emekli maaşlarına yüzde yüz zam yaparak kantarın topuzunu kendinden yana çekti. Sezar, Roma meydanında bıçaklanmazdan önce, yoksul ve sefillere çok para vaat etmişti. Bu iki tablo arasındaki zaman farkı 2300 yıl olsa da, isim ve simalardan başka farklı olan bir şey görebildiniz mi? Devamı - www.bghaber.org
Davalar Durduruldu
Bulgaristan Baş Müftülüğü’nün 2013’te bazı camiler ve vakıf taşınmaz mülklerini geri almak için açtığı hukuk davaları, birinci dereceli mahkemelerde karara bağlandıktan sonra, bir itiraz üzerine 25 Mart 2014 günü durduruldu. Durdurulan davalar 29 vakıf malına ilişkindir. Eski Baş Müftü Nedim Gencev Sofya İstinaf Mahkemesi’nde aynı mülklerde ilgili daha önce bir dava açmıştır. Bu durumda, Vakıf mülklerinin mirasçısı bir tek Suni Hanefi Müslümanlardır iddiasında bulunulan N. Gencev ile Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğü arasında ortaya çıkan anlaşmazlık aşılana kadar davalar durdurulmuştur. Sofya İstinaf Mahkemesi’nde yapılan yoklamadan, 4 Haziran 2013 tarihinde Sofya Şehir Mahkemesinde, mahkeme heyeti başkanı yargıç Nikolay Markov tarafından Dobriç şehrindeki “Hristo Smirnenski” okulunu ve içinde bulunduğu tapulu araziyi Baş Müftülüğe iade eden karar Hanefi Müslümanlar adına itirazda bulunan Ali Bayraktar’ın dilekçesiyle usulden durdurulmuştur. İtiraz edilen kararda, Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğünün ülkede bulunan Müslüman taşınmaz mülklerinin mirasçısı olduğu yazıyor. Baş Müftülük 29 taşınmaz mülkle ilgili davaları bu karara dayanarak açmıştı. Yargı süreci İstinaf Mahkemesinde bir emsal karar çıkana kadar kesindurduruldu. Sofya İstinaf Mahkemesinde vakıf mallarının iade edilmesi konusunda devam eden bir dava olup olmadığı konusunda bilgi isteyen Plovdiv (Filibe) İstinaf Mahkemesi, Karlovo “Kurşun Cami” duruşmasını erteledi. Pazartesi gün Yambol şehrindeki Bezi sten Davasına bakan Burgas ikinci dereceli İstinaf Mahkemesi kararını yasal süre içinde açıklayacağını bildirse de, erteleme kararı alabilir. Öte yandan kötü haberler art arda gelmeye devam ediyor. Baş Müftülük Dobriç şehrinde Müslüman Kabristanlığını, Vratsa şehrindeki Eski Camiyi vs. geri alma davalarını birinci dereceli mahkemelerde kaybetti. Bu arada, Sofya İstinaf Mahkemesi itirazı görüşülmeye henüz başlamadı. Yargıçlar dosyadan toplu el çektiklerini açıkladılar. Şimdi bu dava dosyası, Sofya İstinaf Mahkemesi Başkan Yardımcısı ve Ticari Davalar Bölüm Başkanı Stefan Grozdev’in önünde bulunuyor. Görüldüğü üzere bizi birbirimize düşürmeyi düşüren güçler bayram edebilir. Artık etnik ve dinsel “tolerans” yine hakim, camilere taş atılmıyor, namaza duranlar tekmelenmiyor. Camilerin ve tüm vakıf mallarının hepsini onlara versek belki hepten susacaklar. Anti-Müslüman kampanyanın bu defa iyi örgütlenmiş ve çok yönlü sindirme saldırısı olarak gerçekleştiği dikkati çekti.
Türkan Bebeğin Anısı Bursa’da Yaşatılıyor Bulgaristan‘daki Türklere uygulanan asimilasyon politikalarına karşı direşin simgesi olan ve 1984 yılında henüz 18 aylık iken annesinin sırtında Komünist rejimin askerleri tarafından vurularak şehit edilen Türkan Bebeğin anısı, Killi Bölgesi’nde adına yaptırılan çeşmenin bir benzeri ile Bursa‘da da yaşatılacak. Bulgaristan‘da uygulanan asimilasyon politikalarından kaçıp, Killi Bölgesi’nden Bursa‘ya yerleşen vatandaşlar tarafından kurulan Killiler Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği hizmet binası açılışı Büyükşehir Belediyesi Başkanı Recep Altepe‘nin de katıldığı törenle yapılırken, dernek bahçesine yapılacak Türkan Çeşme‘nin de temeli atıldı. Özellikle 1980′li yıllarda Bulgaristan‘da yaşanan asimilasyon politikaları sonucu, komünist rejim tarafından büyük baskılara maruz kalan, dinlerini yaşamanı engellenen ve camileri kapatılan Türkler, baskılara karşı sessizliğini 1984 yılında bozmuştu. Killi Bölgesi’nde yaşayan Türkler, 26 Aralık 1984 tarihinde kadın erkek, çoluk çocuk bir araya gelip, ellerinde hiçbir silah bulunmadan savunmasız bir şekilde bugünkü adı Benkovski olan Belediye binasına doğru yürümeye başladı. Komünist rejimin askerleri, tamamen savunmasız olan Türk halkını yaylım ateşine tutarken, henüz 18 aylık olan Türkan Feyzullah annesinin sırtındaki kundakta başından vurularak şehit olmuştu. Bulgaristan genelinde Türk direnişinin simgesi olan Türkan Bebek anısına, şehit düştüğü Killi’nin Yurtçular Köyü’ne bir anıt Çeşme yapılmıştı. 30 YIL SONRA ANISI Bursa‘DA YAŞATILACAK Bulgaristan‘da yaşanan asimilasyon politikalarından kaçıp, Killi Bölgesi’nden Bursa‘ya gelen vatandaşlar tarafından kurulan Killiler Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği, Türkan Bebeğin anısını 30 yıl sonra Bursa‘da da yaşamak için önemli bir adım attı. Millet Mahallesi’ndeki yeni dernek binasının açılışını yapan dernek yönetimi, hizmet binasının bahçesine de Killi Bölgesi’ndeki Türkan Çeşme‘nin bire bir aynısı olan çeşmenin temelini attı. Hem hizmet binasının açılışı hem de Türkan Çeşmesi’nin temelinin atılması nedeniyle düzenlenen törene Ak Parti Bursa Milletvekili Mustafa Öztürk, Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ve çok sayıda vatandaş katıldı. Törende konuşan Killiler Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Mümin Kaşmer, Killi halkının Türklüğü kutsal kabul eden, İslam’a sadakatle bağlı ve çalışkan bir toplum olarak bilindiğini belirterek, Bulgar hükümetinin sadece çalışkanlık özelliğini kullanmak istediğini, diğer değerleri ise silmek için yoğun gayret sarf ettiğini hatırlattı. Türklük ve İslam davası uğruna Killi’de şehitler verdiklerini dile getiren Kaşmer, dernek binası önüne yapılacak Türkan Çeşme ile yaşananları hiçbir zaman unutturmayacaklarını kaydetti. HİÇ BİR MİLLETE ZORLA BENLİĞİNİ UNUTTURAMAZSINIZ Bulgaristan‘da Türk direnişinin simgesi olan Türkan Bebeğin abisi Turhan Öztürk de Bulgaristan‘da yaşayan Türklerin 1980′li yıllarda büyük acılar çektiğini
belirterek, “Türk ve Bulgar halkı neredeyse kardeş denilecek kadar yakın, sorunsuz bir şekilde birbiriyle yaşıyordu. Ancak Komünist Jivkov rejimi ile Türkler üzerinde baskılar başladı. Türk kimliğimizi yok etmek istediler. Yaşananlar karşısında sessiz kalmayan Killi köylüleri kadın erken çoluk çocuk 26 Aralık 1984′te belediyeye yürüyüşe geçti. Tamamen savunmaz halkın üzerine askerler tarafından yaylım ateşi açıldı. Annemin sırtında henüz 18 aylık dünyadan bi haber olan kardeşim de başından vurularak oracıkta şehit oldu. Bu yaşananlar kendisi de başından vurulan annemin yüreğinde derin açılar bıraktı. Ancak bu yaşananlar hiçbir millete zorla benliğinin unutturulamayacağını gösterdi. Buraya yapılacak anıtın neyi temsil ettiği, gelecek nesiller tarafından iyi bilinmeli” diye konuştu. BALKANLARIN ARKASINDA Bursa VAR Törene Bulgaristan‘ın Killi Bölgesi’nden gelen öğrenciler de okudukları şiirlerle davetlilere duygusal anlar yaşattı. Türkan Bebek ve bölgedeki direnişi anlatan şiirleri dinleyen bazı vatandaşlar göz yaşlarına hakim olamadı. Daha sonra kürsüye gelen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, bu milletin sadece Balkanlar’da değil, Anadolu’da da yok edilmek istendiğini ancak bu amaca kimsenin ulaşamayacağını söylediği. Türk Bayrağı’nın hiçbir zaman inmeyeceğini, ezanların hiçbir zaman susmayacağını kaydeden Başkan Altepe, “Biz bunun için 10 yıldır Balkanlar’da çalışıyoruz. Ecdadımızın bundan 625 yıl önce Türk ve Müslüman toprağı yaptığı Balkanlar bizim için ecdat emaneti. Bu emanete sahip çıkmak için elimizden gelini yapıyoruz, yapmaya da devam edeceği. Sadece Bulgaristan‘da 4 bin 500 çocuğumuzu sünnet ettirdik, tüm Balkanlar’da da 11 bin 500 çocuğumuzu sünnet ettirmiş olduk. Aşure günlerimiz, Kandil kutlamalarımızla kültürümüzü oralarda en iyi şekilde yaşatırken, camilerimizi de bir bir ayağa kaldırıyoruz. Sadece oradaki Müslümanlara değil, Bulgarlara da nasıl bir komşu olduğumuzu gösteriyoruz. Sel felaketi yaşandı, bölgeye ilk yardım götüren Bursa oldu. Komşularımızın yardımına koştuk. Bu konuda sivil toplum örgütlerine önemli işler düşüyor. İşte Killiler Derneği burada. O bölgedeki faaliyetlerimizde hep yanımızda oluyorlar. Sizler proje üreteceksiniz, biz uygulamaya devam edeceğiz” dedi. Kendisinin de Bulgaristan göçmesini olduğunu hatırlatan Ak Parti Bursa Milletvekili Mustafa Öztürk de 100 yıl süren asimilasyon politikaları ile Bulgaristan‘da
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Neriman ERALP
Kına Gecesi
Bizim Doğu Rodoplar’da düğünün ilk akşamı damat evinde davul çalınırken, kayınço bölüğünün kaprisleri karşılanırken, gelin tarafında kına gecesi yapılır. Gelinin eline kına yakılır. Kına gecesinde, gelinin yarın kocasına götüreceği bütün çeyiz odalara serilir, herkesin görebileceği şekilde duvarlara asılır. Bütün ev adeta bir etnograf sergisine döner. Konu komşu kadınları çeyizleri birer birer gözden geçirirler, el işlerine bakarlar, beğendiklerini söylerler, kızın anasını çok çeyiz verdiği için överler. - Aşkolsun bizim Fatme’ye. Ne de çok çeyiz yapmış kızına. - Yapar o, idarelidir. 17 yıldır birer birer toplamış bunları - Güveyin parasıyla yaptılar bunları diyenlerde çıkar. (Damat da birşeyler alır buraya) Kına gecesi gelin, iki sandık üzerine uzatılmış bir tahta üzerine oturur. İki tarafında da en yakın kız arkadaşları vardır. Hepsi şen görünmeye çalışır am bir mahzunluk vardır üstlerinde. Bu dostlar birbirlerinden ayrılacaklardır. Hayat yolları, yaşam koşulları değişecektir. Bu gece ayrılık gecesidir. Nasıl garipsemesinler. Bu hüzünlü kasvetli havayı bozmak için söyledikleri şarkılar da yanıktır, yürekleri daha da yakardır: İndim çeşme başına Yazı yazdım taşına Sevda nedir bilmezdim O da geldi başıma. *** Uzaklar seçilmiyor Gönülden geçilmiyor Gönül bir top ibrişim Dolaşmış açılmıyor *** Ben sarılar giymezdim Sevda nedir bilmezdim Bir ateşten gömlekmiş Bileydim hiç giymezdim * ** Şarkılardan sonra kınacı yenge çıkar ortaya elindeki kına tasıyla. Kızın ellerine ağır ağır kına sürmeye başlar. Hem de tutturur bir kına türküsü: Kız kınası, naz kınası Ellerinde mum yanası Ko ağlasın kız anası Sevinsin oğlan babası… *** Nerede kızın leğenesi Kına yaksın kendi ingesi Kına yaksın öz ingesi Kepek döksün öz ingesi. *** Altın tasta kınamı ezerler Gümüş tarak ile saçımı çözerler Ak bakırlarım susuz kaldı Ak evlerim kızsız kaldı. *** Bu sırada bağrı yanık anne sarılır kızın boynuna… Kızım sana, kızım sana Kan ağlasın gözüm sana Sevip emzirdiğim südüm Helal olsun kızım sana *** Eline kına yaktım Yüzüme güller taktım Dokuz ay zahmet çektim Helal olsun kızım sana. Ak bakırlar susuz kaldı Ak evlerim kızsız kaldı. ** * Annenin inilti makamındaki türküsüne kız hıçkırıklar arasında cevap verir. Annem, annem, canım, ninem Südünü emdim kana kana Helal eyle döne döne Ayırmayın beni anneciğimden ** * Uçurmayın beni yuvacığımdan. Bakırlarım susuz kaldı Anneciğim susuz kaldı Ayırmayın beni anneciğimden Uçurmayın beni yuvacığımdan * * * Anne kız arasında bu türkülü konuşmadan sonra abla sarılır kardeşinin boynuna: Yüksek kahvelerde gülüm Lambalar yanar Lambaların ışığına gülüm Şahinler konar Herkes sevdiğine acep Böyle mi yanar. ** * Yengeler de sıralanır. Hepsinin peşinen hazırlanmış türküler vardır. Kimisi tutturmuş hüzünlü “Akşam olur” türküsünü. Akşam olur kardeşlerim aç gelir Bu gece bana el kapıları güç gelir Bülbül eşten ben kardeşten ayrıldım Bülbül gülden ben annemden ayrıldım *** Akşam olur kardeşlerim gezinir. Gezinir de hayatlarda büzülür. Bülbül eşten ben kardeşten ayrıldım Bülbül gülden ben annemden ayrıldım *** Kına yakma işlemi bu minval üzerine bir saat kadar devam eder. Genç gelinler, yaşlı kadınlar kendi kınalarını hatırlamışlar, kalpleri yanmış, gözleri yaşlanmıştır. Bu ortamda yaşlı kadınlardan biri çıkar ort aya kalbimiz şenlensin diye haykırır ve hemen bir kaynana türküsü yakardı. Kaynanayı napmalı, Kaynak suya atmalı, Kaynak suda kaynarken Cümbüşüne bakmalı ** * Garanfili napmalı, Kaynak suya atmalı, Gelin kaynana çekişirken Cümbüşe bakmalı Artık yol açılmıştır. Dayansın kaynanalar. Taş avlu örülür mü, Kaynana dövülür mü, Kaynanasını döven gelin, Mahallelikte övülür mü?… * * * Arpalar anız oldu Kaynanalar domuz oldu Kaynanaların dilinden Gelinler durmaz oldu…
* * * Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 3
Bulgaristan-Türkiye Sınırındaki Tel Örgü Avrupa Komisyonu’nun içişlerinden sorumlu üyesi Cecilia Malmström, Bulgaristan‘ın kaçak geçişleri önlemek için Türkiye sınırına çektiği tel örgüyle ilgili olarak, çitler ve duvarların problemleri çözmediğini söyledi. İki günlük ziyaret için Bulgaristan‘da bulunan Malmström, Bulgar medyasına yaptığı açıklamada, Bulgaristan’ın sınırlarını koruma görevi bulunduğunu, aynı zamanda insan haklarını koruması gerektiğini belirterek, Bulgaristan‘ın sığınmacı akınlarını önlemek için aldığı tüm önlemlerin Ab kurallarına ve Ab‘nin uluslararası yükümlülüklerine uygun olması gerektiğine dikkati çekti. “Mültecilerin insan hakları korunmalı. Uluslararası korumaya muhtaç insanların sığınma haklarına saygı duyulmalı. Çitler ve duvarlar göç süreçlerinin yönetiminde sistematik sorunları çözemiyor ve kısa vadeli çözümlerdir”
diyen Malmström, Ab ülkelerinin uzun vadeli çözümlere ihtiyaç duyduğuna işaret etti. Ab ülkelerinin, göç ve sığınma hakkıyla ilgili sorunlarla başa çıkabilmeleri için sınırlarını çağdaş ve insani yöntemlerle koruması gerektiğini ifade eden Malmström, orta ve uzun vadeli yapısal reformlara ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Türkiye ile ilişkiler Türkiye‘nin Ab ile imzaladığı Geri Kabul Anlaşması ve Vize serbestliği konusundaki diyaloğun başlangıcının, Türkiye‘nin Ab ile işbirliği isteğini gösterdiğini belirten Malmström, Geri Kabul Anlaşması’nın yakın zamanda yürürlüğe gireceğini söyledi. Malmström, bunun da Türkiye‘deki yetkilileri, reformların devamı ve Ab üyesi ülkelerle işbirliği için teşvik edeceğine inandığını sözlerine ekledi
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği, Türk Hava Yolları‘nın da desteğiyle, turizm sektörünün komşu ülkelere açılıp, yeni pazarlar yaratması için hamle yaptı. Türsab heyeti, turizm şirketlerinin Balkanlar’daki pazar payını arttırmak için, Bulgaristan‘ınyenigelişenkayakmerkeziBansko’ya yaptığı çıkarmada, bölgede yenilenen tesislerin tatilciler için sağladığı olanakları yerinde tespit etti. Bulgaristan‘ın Türk sınırına karayolu ile 330 kilometre uzaklıktaki kayak merkezi Bansko’ya havayolu ile ulaşım için Türk Hava Yolları‘nın desteğini alan Türsab heyeti, sektör temsilcileri ile bölgeye çıkarma yaptı. Türk turizm sektörünün yanında, ülkemizin uluslararası en önemli markası THY‘nin de uçuş sayısı ve yolcu kapasitesini arttıracak yeni projede Bansko Belediye Başkanı Georgi İkamanov ile Bulgar yatırımcılar ve Türsab heyeti biraraya geldi. Bansko Belediye Başkanı İkamonov’un daveti ile gerçekleşen buluşmada, Türsab Balkan Ülkeleri Danışmanı Aziz Ciga başkanlığında Türk turizm heyeti bölgede yenilenen tesisleri gezdi.
BALKANLARIN YENİ KAYAK MERKEZİ THY‘nin İstanbul‘dan haftanın her günü karşılıklı seferlerle 1 saat 15 dakikalık uçusun ardından Sofya‘ya inen tatilciler, daha sonra tesislerin sağladığı lüks araçlarla bir saatlik kara yolculuğun ardından da Bansko’da oluyor. Aralarında Türk yatırımcı Öztürk Grup’un tesislerinin de, yer aldığı Bansko’da 20 bin yatak kapasitesi bulunuyor. Son 10 yılda yenilenen tesislerin yanında, 240 suni kar makinasının bulunduğu 70 kilometre uzunluğundaki, her seviyedeki kayakçıya uygun pistlerde tatilcileri bekliyor. Her bütçeye uygun tesislerin yer aldığı Bansko, tarihi yapısını koruyan inşaat anlayışı ile kayak turizminin yanında akşamları eğlence mekanlarıda tatilcilere alternatif zaman geçirme imkanı sunuyor. CAZ SEVERLERİ DE BEKLİYOR
Ulusal Elektrik Şirketi (NEK) bölgesel elektrik ihracat piyasasını yeniden hareketlendirebilmek için yurtdışında yeni şirketler kurmaya başlayacak. ‘Mini Maritsa iztok’ elektrik santrali ziyareti esnasında basın mesnuplarının sorularını cevaplayan Bulgar Enerji Holding (BEH) Başkanı İvan Yonçev, elektrik satın alabilmesi için BEH şirketinin NEK şirketine verdiği borç miktarının 900 milyon levayı aştığını açıkladı. NEK şirketinin kazançlı hale getirilebilmesi için bazı tedbirler aldıklarını ifade eden Yonçev, ilk etapta yurt-
dışına elektrik ihracatı yapabilmek için bölgesel piyasada şirketlerin kurulacağını vurguladı. Benzer yurtdışı şirketinin Yunanistan’da varolduğuna değinen Yonçev, ayrıca bu tür şirketlerin Sırbistan ve Romanya’da da kurulabileceğini kaydetti.
Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, “Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde 16 Mart’ta yapılan referandum uluslararası hukuka aykırıdır. Bulgaristan bu referandumun sonuçlarını kabul etmiyor” dedi. Plevneliev, Ukrayna‘daki gelişmelerle ilgili düzenlediği olağanüstü Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının ardından yaptığı açıklamada, parlamentoda temsil edilen başlıca dört siyasi partiden üçünün bu görüşü desteklediğini, ATAKA (Atak) partisinin karşı çıktığını bildirdi. Yaklaşık 300 bin Bulgar diasporasının bulunduğu Ukrayna‘daki gelişmeleri değerlendiren Plevneliev, Bulgaristan açısından bu krizden dolayı doğabilecek tüm risklerin masaya yatırıldığını bildirdi. Plevneliev, “Bulgaristan, Ukrayna‘nın bağımsızlık, birlik ve beraberliği ile toprak bütünlüğünü destekliyor” diye konuştu. Plevneliev, MGK‘nın tarafların tümünü, uluslararası hukuka aykırı olabilecek her türlü provokasyondan uzak durmaya ça-
güvenlik gözlemcilerinin yollanmasını desteklediğini bildirdi. Ukrayna‘daki gelişmelerden Bulgaristan‘ın ekonomik ve enerji güvenliğinde sorun yaşanmaması ve Ukrayna‘da yaşayan 300 bin nüfuslu Bulgar diasporasının hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması gerektiğinin vurgulandığı MGK toplantısında ayrıca Bakanlar Kurulu‘na bağlı Güvenlik Kurulu’nun Ukrayna‘daki gelişmeleri yakından takip etmesi, Ukrayna‘daki Bulgar topluluğuna destek olmak için yakın temaslar kurulması, aralarında Türkiye‘nin de bulunduğu komşu ülkeler ile ara doğalgaz boru hattı bağlantı çalışmalarının hızlandırılması istendi. MGK ayrıca Bulgaristan hükümetine, bu görüşlerin tamamını Ab huzurunda savunmasını önerdi. Başbakan Plamen Oreşarski, toplantının ardından basına yaptığı açıklamada, “Krizden dolayı doğabilecek tüm riskleri masaya yatırdık. Ab‘nin tutumunu destekleyeceğiz. Şu aşamada geniş çaplı birtakım yatırımlara ihtiyaç görmüyoruz” dedi. Sabah saatlerinde başlayan ve yaklaşık 4 saat süren MGK toplantısı, parlamentoda 23 kişilik grubu olan, Rusya yanlısı, ırkçı ve aşırı milliyetçi ATAKA (Atak) partisi tarafından sabote edilmeyi çalışıldı. Parti, MGK sırasında düşük katılımlı bir miting düzenleyerek, Türkiye aleyhtarı ve Rusya yanlısı sloganlar atmaya çalıştı
Komşudaki Kış Turizm Merkezi Bansko’ya Çıkarma
NEK, yurtdışına elektrik satabilmek için yeni şirketler kuracak
Bulgaristan’da MGK Toplantısı ğırdığını kaydederek, Ukrayna‘ya
Kanlı Mektup ve 3 Mart 2 Şubat 2014 sabahı Bulgar haber ajanslarında ve TV programlarından “Nova”da Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH – DPS) Genel Başkanı Lütfü Mestan’a bir Bulgar Bayan tarafından gönderilen, (reklamını yapmak istemediğimden ismini yazmak istemiyorum) gönderilen bir KANLI MEKTUBU konu etti. Mektup, Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanların ana dillini kullanma, öz ve doğal hakkıyla ilgilidir. Metni kendi kanıyla yazdığını ilan eden “Bayan” Bulgaristan’da bir Anayasa olduğunu ve Bulgar devletinin tek etnikten, tek dilden ve tek kültürden oluştuğunu ve Türklerin ana dilinde konuşma, yazma ve seçim propagandası yapmalarına kesinlikle karşı olduklarını duyurdu. Bizler, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak, 2014 yılının ilk günlerinden beri Bulgaristan’da Türklere, Müslümanlara, İslam dinine, vakıf mallarımıza ve tüm taşınmazlarımıza karşı ve diğer etniklerin doğal ve uluslar arası tanınmış olan insan haklarına, demokratik hak ve özgürlüklerine karşı çok ciddi bir total saldırı başladığını duyurmuştuk. Bu “kanlı mektup” aynı genel hücumdan yeni bir halkadır. Dikkati çeken nokta, ırkçı aşırı uçların saldırı müfreza ve alaylarının başına Bulgar kadınlarından ağzı kaba konuşanları seçmesi ve lanse etmesidir. Karlovo, Kırcali, Filibe ve ertesi gün de Vidin İl Mahkemesinde Baş Müftülük taşınmazlarının iadesi davasının görüşüldüğü bir anda, mahkeme binasını kuşatıp çalışmasını engellemek için hazırlıklarını tamamlayan futbol holiganlarının şefliği de bir bayana devredilmiştir. “Bulgaristan Bulgarlarındır!” “Bulgaristan’da Bulgarlardan Başka Kimsenin Taşınmazı Olamaz!” gibi saçmalıkları bir AB ülkesinde, AB Parlamento seçimleri arifesinde ana politik slogan haline getiren bu aşırı uçlar Bulgaristan Cumhuriyeti’nin çoğulcu bir politik ve kültürel demokrasiye açılma yollarını kesmeye çalışıyor. Bu konu, Bulgar Toplumunu derinden sarstığı gibi herkesi yakın ilgilendirmeye başladı. Bir yüzyılda Türkleri yerinden yurdundan ve Vatan’ından 6 kez kovan Bulgar devleti, baskı ve terör havasını polis ve gizli servisler gibi devlet mekanizmalarıyla değil, bu defa besleme aşırı uçlara estiriyor.Filibe’de cami, hamam ve mezarlıklarımıza saldırı olayları, Bulgar devletinin ülkede duruma tamamen hâkim olmadığını, marjinallerin yerel erkle, merkez yönetim arasındaki çelişki ve uzlaşmazlıklardan ustaca yararlanarak, saldırılarına geçiş ve genişleme kapıları açabildiğini gösterdi. Bu kargaşada, mahkeme kararına rağmen, XV. Yüzyıldan beri bir yüksek mimarlık ve din şaheseri olarak, şehrin merkezinde yükselen “Kurşun Cami”nin Baş Müftülüğe iade etmeye karşı başkaldıran Karlovo Belediyesi antiMüslüman etkinliğini genişletiyor. Şehir sınırları içinde Baş Müftülüğe ve Müslüman Vakıflarına ait mal ve mülkler olan İl ve İlçe yönetimlerini, imza ve eylem kampanyasına çağırdı. Şimdilik, daha fazla Müslüman Pomakların meskûn olduğu Blagoevgrat belediyesi bu anti-Müslüman ve İslam düşmanı kampanyayı tamamen desteklediğini beyan etti. Küstendil, Stara Zagora ve Samakov gibi belediyelerde hava değişti. Bugüne kadar çerçevesi Baş Müftülüğe ait olan 1.800 adet tapulu taşınmazın mahkeme kararıyla gerçek sahiplerine yani Müftülük ve vakıflarımıza geri verilmesiyle sınırlı olan eylemler, Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Sn.Ahmet Dağutoğulu’nun Şubat sonunda yaptığı Bulgaristan ziyareti esnasında “Ermeni Soykırımını kınama”, “Türkiye Trakyası’ndaki Bulgar taşınmazları için 10 milyar Dolar tazminat isteriz!” gibi renkler aldı. Yükseliş kaydeden anti-Türk ve anti-İslam protesto dalgasında motor rolünü gören aşırı milliyetçi “Ataka” partisi, AB Parlamento seçimlerine giderken, bir yandan AB ve NATO’dan çıkmamızda ayak diretirken Rusya’ya yardakçılık yapıyor. Bu gelişmelerin içindeki en acı ve en yüzkarası olan gerçek, bu aşırı milliyetçi partinin kurulmasına parayı HÖH fahri Başkanı Ahmet Doğan’ın vermiş olmasıdır. Saray’da yapılan hiçbir hesap çarşıya uymamıştır. 25 yıldan beri “Türkler ayaklanacak” politikasını sömürenlerin politik sahneden inmeleri kaçınılmaz oldu. Bugün 3 Mart 2014. Bulgaristan Osmanlı’dan kurtuluşunu kutluyor. Osmanlının kemikleri çoktan çürüse de, 3 Mart günü anti- Osmanlıdan anti-Türk hortlayışına dönüşen kutlamalar yıldan yıla azıyor. Bulgarların, Rus İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında meydana gelen 1877 – 1878 Savaşı neticesinde
Rafet ULUTÜRK K a n l ı M e k t u p ve 3 Mar t
bağımsız ve egemen bir devlet kurma hakkı kazandığı bile unutul gibi. Sanki Osmanlının ciğerini söken Bulgar komitaları… Herkesi düşünmeye iten konu ise şudur. Osmanlı döneminde 1500 Bulgar Okulu ve Gabrovo kentinde bir Bulgar Lisesi ile Bulgar din ve vakıf mülkiyeti serbestliği varken, Bulgarlar, 600 yıldan beri bu ülkede yaşayan Türklere ana dil hakkı tanımamakla, Baş Müftülük mülklerinin iade edilmesini bin bir dereden su getirerek engellemeye çalışmakla neyi hedefliyor? Temelinde düşmanlık olan bir politikanın sonu ne olur? Bulgar tarih kitaplarını 3 boyutlu kaleme alma zamanı geldi. Bir gün gelir Bulgar tarihi üç boyutlu yazılırsa, açıklık getirilmesi gereken ilk ve temel konu: OSMAN İMPERATORLUĞUNDA BULGARLARIN KÖLE OLUP OLMADIĞI KONUSUDSUR. Radyolar, TV’ler “kölelik” diyor. Gazete ve kitaplar “kölelik” yazıyor. Kölelik nedir? Bir feodal imparatorluk olarak kurulan Osmanlıda “kölelik” yaşandı mı? Kölelik devrinde ana üretim gücü kölelerdi. Feodal çağda ana üretim aracı topraktı. Kapitalizmde ana üretim aracı iş gücüdür. Gelir kaynağı iş gücünün sömürülmesidir. Osmanlı’da ana üretim aracı olan “toprak”, Bulgar köylülerin öz mülkündeydi. Bu böyle olmasa, Diş İşleri Bakanımız A. Davutoğlu’nu Sofya sokaklarında sıkıştırmaya çalışan “Ataka” aşırı milliyetçi milletvekilleri ve parti başkanı Volen Siderov, “Trakyada kalan Bulgar taşınmazları için neden bugünkü Ankara hükümetinden 10 milyar Dolar” istesinler. Yani Bulgar köylüleri Osmanlı döneminde “mal mülk sahibiymişler”, yani “köle” değilmişler.Kölenin evlenmeye, aile kurmaya, kiliseye gitmeye, törene katılmaya hakkı yoktur.Şimdi burada bu isteğin haklı ya da haksız olduğu üzerinde tartışma açmak istemiyorum. Fakat Bulgar Aydınlanma ve Uyanış çağının Osmanlı yıllarında ve Osmanlının içinde yaşandığı, Bulgar esnaf ve köy zenginleri (çorbacılar) tabakası belirdiği, Osmanlı devletine vergi ödendiği (köleler vergi ödemez), Osmanlı hükümetinde 2 Bulgar Başbakan ve birçok Bakan yer aldığı bilinen tarihsel gerçeklerdir. Bulgarların Balkan Savaşı’ndan sonra Doğu Trakya’dan Bulgar Prensliği’ne çekilmesi ikili sözleşmelere göre olmuş ve hukuksal olarak düzenlenmiştir. Bu böyle olmasaydı, Türkiye hükümeti de 1878’den beri büyük göçler halinde Bulgaristan’dan kovulan Türkler ve Müslümanlar için “orada kalan taşınmazlarımızın tazminatı” hakkını kullanırdı. Bu gerçeklerin okul sıralarında görülebilmesi için, yeni kuşağın bambaşka bir dünya görüşüyle donanması için, Bulgar okullarında ders kitabı ve yardımcı eserler olarak sunulan tarih kitaplarının tümünün yeni bir açıdan, çağdaş değerler ve insan hakları ilkelerine uygun olarak yazılması ve tarihin geniş perdeye üç boyutlu sunumla çekilmesi kaçınılmaz olmuştur. O zaman L. Mestan’a kanlı mektup yazan olmayacaktır. O zaman komşunun dilini bilmenin güzelliği yaşanacaktır. O zaman birçoklarının hafızası “boşalacak,” çünkü insanlarda düşmanlık izleri kalmayacaktır. ZAMANLA ORTAYA ÇIKMAYAN HİÇBİR SIR YOKTUR! Bir de değişmeyen politika yoktur. Bugünkü ajanslar “Rusya Ukrayna’ya savaş açabilir” deniyor. Yeni politik durumda, Bulgaristan bir NATO üyesi olarak, Rusya’ya karşı olan cephede yer alacak. Bunun anlamı da “Belene” AES’ni; Kozloduy AES 8. reaktörünü; “Güney Akın” Doğal Gaz Boru Hattı’nı; Burgas Limanı Yunan Aleksandropolis Petrol Boru Hattını”; yılda 1 milyon Rus turistin ülkemizi ziyaretini vs. vs. UNUTUN!, değil de, nedir. Zaten her yönümüzle en dipteki taşın altındayız! E e e, o zaman ne olacak! O zaman, 3 Mart yine kutlanacak mı? Rusya hem “kurtarıcımız” hem de “düşmanımız” olamayacağına göre, 3 Mart’ta da, 3 Mart’ın doğurdu kudurmuş itler sürüsünü de, olabilir ya, daha münasip bir yer bulana kadar, önce şöyle bir “derin dondurucuya” koymanız gerekebilir. O zaman o sarışın kızcağız “kanlı mektubu” kime yazacak!?
4
BG-SAM Te z V e Antitez – I
“Biz mi mecalsiziz, yoksa yasalar mı aksine Nedentoplumumuzhayrâtvemüberrâtadestekvermiyor? Bulgar mahkemelerinde, Bulgaristan’daki Baş Müftülük ve vakıf taşınmazlarımızın geri verilmesi için Bulgaristan Baş Müftülüğü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ve bazı yerlerde de İl Müftülükleri tarafından açılan davalar devam ediyor. Bugün (04.03.2014) Vidin Konağı’nın geri verilmesi davasına Vidin İl Mahkemesinde bakılacak. Mahkeme çalışmalarına baskı yapmak için, Bulgaristan Cumhuriyeti Yüksek Yargı Konseyi’nin bu davalara bakan Bulgar yargı organlarına baskıda bulunulmasına son verilmesinde ısrar eden bir özel karar almasına rağmen ırkçı çapulcular, aşırı milliyetçiler, futbol holiganları ve bazı belediye görevlileri Vidin İl Mahkemesi’ni kuşatacaklarını beyan etti. Bulgaristan Müslümanların malı mülkü olan söz konusu taşınmazların ve yasa dışı olarak gasp edilmiş olan toplam 1.800 mülkün iade edilmesine karşı 2013 yılının ikinci yarısında başlayan ulusal anti-Türk ve anti- Müslüman kampanyası, karalama ve lanetleme eylemleri “Bulgaristan’daki Müslüman Malları Bulgar Devletinin ve Kamunundur, Geri Verilemez” sloganıyla güç topluyor. “BULTÜRK” çatısı altında ve Genel Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde faaliyet gösteren Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi, Bulgaristan’da Türklere, diğer Müslümanlara, onların öz mallarına, vakıf taşınmazlarına, yüksek mimar eserleri ve kimliğine karşı başlatılan ve yürütülen tüm davalarla ilgili okurlarımızı Tez ve Antitez şeklinde en küçük ayrıntılarla bilgilendirme konusunda karar almıştır. Bugün sizlere (28.02.2014, sayı 8, ‘BANKER’ gazetesi) “Alternatifsiz” /iki şıktan birini seçme imkânı olmayan/ başlıklı yazıyı aynen sunuyoruz. Konu Dobriç’te bir ilkokul binası ve arsası ile ilgili iki ayrı mahkemede görülen ve birbirini tamamen ret eden iki kararla sonuçlanan bir davadır: Gazetede çıkan yazıyı aynen veriyoruz: “Müslüman taşınmazları konusunda, Dobriç İl Mahkemesi’nden yargıç Diyana Dyakova, Sofya Kent Mahkemesi’nden olan meslektaşı Nikolay Markov’tan farklı olarak hiç konuşmak istemedi. Yargıç Dyakova, Dobruca’nın il merkezindeki “Hristo Smirnenski” adlı ilkokulun mülküne hak iddia eden Baş Müftülüğün isteğini esas olan Markov’un verdiği kararı kesinlikle kabul etmedi. 4782 m² olan bütün mülkün, 1975’lik payını isteyen Baş Müftülük üzerine inşa edilmiş olan 639 m² ilkokul binasının bütününe bizimdir, diyor. Yalnız hocaların dava dilekçesini kabul etmemekle yetinmeyen Yargıç Dyankova, onları 7.418. 38 leva daha harcı ödemeye de zorlayarak, meraklarını söndürdü. Gereği görülürken eksiklik olduğunu iddia eden Yargıç Dyankova, başkent hakimi Markov’un aldığı mahkeme kararını ancak bilgi olarak dikkate aldığından dolayı, “hüküm gücü olmadığına” karar verdi. İlkokul binasının “iade edilmesi” konusunda ise, Yargıç Dyankova, “ülkede yaşayan ama başka etnikten olanların özel okullarının mal ve eşyalarının hepsinin, başka etnikten olanların ilgili okullarının ihtiyacı için kullanılmak üzere karşılıksız olmak üzere ilgili halk konseylerine verildiği”ni yazan, 1948’in Eylül ayında yayınlanan, Halk Eğitim Yasası’nın 135. maddesini zikrediyor. Yargıç Dyankova, halka açık kamu mülkiyetinin tescil ettirilmesi maddesine ilişkin olarak ise, bu uygulamanın, Anayasa Mahkemesi’nin 11 Mart 1998 tarihli ve 4 no’lu kararının uygulanmasını zorunlu kılan, Yüksek Temyiz Mahkemesi’nin 3 Ağustos 2012 tarifli ve 184 no.’lu bütün mahkemeler için uygulanması mecbur olan ve Usul Yasasının 290. maddesine uygun olarak olduğunda kesin kararlıdır. Bu yasa, yalnız özel mülkiyet kapsamında olmak üzere, devlet ve kamu mülkiyetini tüzel ve fiziki kişi mülkiyetine dönüştürüyor. Bu değişikli halka açık devlet ve kamu taşınmazlarına ilişkindir, çünkü halka açık mülkiyet belirli anayasal menfaatlere hizmet verdiği gibi ve Anayasa savunmasındadır.” Hocaların bu taşınmaz üzerindeki hak iddialarına ilişkin daha gerekçelerini Bulgar ÇarlığıYasası ile Bulgar DevletYasasınadayanarakesaslandırmışolmalarıdailginçbirayrıntıdır. Hocalar, mahkemede açılan davalarda kararların, 1909’un 3 Nisan günü Sank Peterburg’ta imzalanan a d r e f e n d u m’un yerine getirilmesine ilişkin, bir uluslar arası Antlaşma olan, Bulgar ve Türkiye hükümetleri arasında Nisan 1909’da İstanbul’da imzalanan ve vakıf taşınmazları sorunlarını da konu eden sözleşmeye” göre esaslandırılmasında ısrarlıdır. Baş Müftülüğün bu tezine karşı öne sürülen antitezde, 1913 ile 1941 yılları arasında işgal altındaki Güney Dobruca’da, “delil” olarak gösterilen belgelerin etkisini geçersiz kılan, Romanya yasaları uygulanmıştır. Bununla birlikte, hocaların dava dosyasına, bu taşınmazın 1978’de sahibi oldukları veya bu mülkü 1879’da yürürlüğe giren “Zaman Aşımı Kanunu”na göre elde edildiğine ilişkin kanıt belgeleri sunmadığı, mahkeme tutanaklarından anlaşılıyor.
Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bulgaristan’da Türkçe problem, ya aramızdaki problem? Sebahat AHMET milliyetçiler, ırkçılar buna şiddetle karşı Türkçe, son günlerde Bulgaristan’da problem olmaya devam ediyor. Kelimenin kökenine bakarsak Türk problem, Türkçe problem, Türk’le türetilen her kelime problem. Peki, bizim aramızda problem var mı? Ne istediğimizi biliyor muyuz? Yıllardır okullarda anadilinde eğitim alınması için çaba sarf edildi. Bu durumda ne istediğimizi biliyoruz, anadilde eğitim. Siyasetçiler ve sivil toplum kuruluşları tarafından bu durum desteklendiğinde yine bizlerden birileri kalkıp da “onlar kendilerine reklam yapıyor, dertleri Türkçe eğitim aldırmak değil, sadece vatandaşların oylarını almak” diye konuşuyor. Peki, o zaman bu durumda ne istediğimizi biliyor muyuz? Sadece kendi kendimize çelme atmakla kalıyoruz. Örnek vermek gerekirse Milletvekili Hüseyin Hafızov’un Meclisteki konuşmasını eleştirenler oldukça çoktu ve eleştirenlerin çoğu da yine bizlerden birileriydi. Bir özet geçelim ve Hafızov’un konuşmasında eleştirileri neye dayanarak yapıldığına bir bakalım. Diyor ki, “Sizin anti-demokratik tavırlarınıza rağmen ben bir gün hür olarak demokratik Bulgaristan’da yaşama hayalimi gerçekleştireceğim. Bir grup Bulgar milletvekillerinin baskıcı düşüncelerine karşı oy kullandım, çünkü hür olmak istiyorum ve bunu da başaracağım.” Ben bir vatandaş olarak bu konuşmadan şunu anlıyorum: o bir Türk Milletvekili ve diyor ki “Hür olmak istiyorum. Türklüğümü özgürce yaşamak, dilimi özgürce kullanmak, ülkedeki Türk halkının hayallerini gerçekleştirmek için sizin yaptığınız baskılara rağmen sonuna dek çabalayacağım”. Ben ne istediğimi biliyorum, Türkçe anadilde eğitim, peki birileri buna çaba gösteriyor mu, gösteriyor. O zaman ben bu kişileri hakkımı savunduğu için neden eleştireyim, sırf bir partinin milletvekili olduğu için mi? Yakınımızdaki Yunanistan’daki Türk toplumuna bakalım. Meclisteki iki milletvekiliyle Türk halkının sorunları anında çözülüyor. Neden mi, çünkü “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” İlk önce ne istediğimizi bilmemiz gerekiyor. Bunun için ne yapmamız gerekiyorsa yapmalı ve el ele verip bu hayalimizi kara kuyulardan çıkartmalıyız. Bulgaristan’da Türkçe anadilde eğitim yok. Onca çabalara rağmen “sıfıra sıfır, elde var sıfır” misali. Birileri buna çaba gösteriyor, öte yandan
çıkıyor. Peki, neden Bulgaristan Bulgar halkına başka ülkelerde kendi anadilinde eğitim almaları için çaba sarf ederken onlara kimse karşı çıkmıyor. Örnek vermek gerekirse, Gagavuzya’da Bulgaristan, Bulgarlara anadilinde basılmış kitaplar yolluyor ve anadilde eğitim almaları için elinden geleni yapıyor. Bu durumdan haksızlık sezmemek mümkün değil. Diğer konu ise seçimlerde yabancı dil kullanmak yasak. Peki, Türkçe ne kadar yabancı bu ülkede? Halkın 10%’u Türkçe konuşuyor. Ülkede 1,5 milyon Türk var, hepsi Bulgaristan vatandaşı. Bulgar halkı ne kadar vergi ödüyorsa, Türk halkı da o kadar vergi ödüyor. O zaman Türkler bu ülkede yabancıysa ve kendi dillerini özgürce kullanamayacaklarsa, neden eşit vergi ödüyor? Neden hiçbir konuda eşitlik sağlanmıyor? Bu baskılardan, kısıtlamalardan nasıl kurtulacağız diye bakacağımıza yine birbirimize çelme atmakla meşgulüz. Örnek vermek gerekirse, Türkleri temsil ettiğini iddia eden Menderes Kungün’ün verdiği röportajında, “Sizin ve çevrenizin Türkçe propagandaya ihtiyacı var mı?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Türk toplumunun temsilcisi olarak, yabancı bir dilde propaganda yapılmasına ihtiyaç duymadığımı söyleyebilirim.” Türkçe propagandaya ihtiyacı yok, peki halkın ihtiyacı olma olasılığı göz önünde bulunduruldu mu?Yine birbirimizi suçluyor, birileri bu durumdan pay çıkartmasın diye kendimizi ateşe veriyoruz. Kungün’ün bir diğer sorusuna verdiği yanıt şöyleydi: “Filibe’deki Cami’ye saldırının senaryolanmış bir süreç olduğunu mu iddia ediyorsunuz? – HÖH’e bağlı olan Başmüftülüğün yetkisi olmayan dava taleplerinin bu senaryonun bir parçası olduğunu, amacının kışkırtmak ve gerilim yaratmak olduğunu iddia ediyorum.” Başkalarının suçlarını birbirimizin üstüne atmakla hiçbir şey kazanamayız. Filibe’de olanların nedeni sadece giderek artan Türk ve Müslüman düşmanlığından başka bir şey değil. Orada bulunanlar veya televizyondan olayı izleyenler, saldırganların kudurmuş bir köpekten bir farkı olmadığını rahatlıkla gözlemlediler. Olayda senaryo değil, yıllardır birikmiş bir kin ve nefret yer almakta. Bu etnik gerginliğe nasıl bir son verileceğini düşünmek yerine, biz birbirimizin ağzını ve gözünü kapatmakla meşgulüz. Ya el ele verip karanlık kuyulardan hep beraber çıkacağız, ya da bir birimizi ateşe verip orada küllenmiş olarak kalacağız.
Putin’in internette paylaşılan bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşım rekorları kırdı. Bulgar çoban köpeği Buffy ve Yuma lakaplı Akita cinsi Japon köpekleriyle oynayan Putin’in keyifli hali dikkat çekti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in dört ayaklı dostları ile mart ayında Moskova banliyölerinde yaşadığı kar keyfinden objektiflere yansıyan kareler sosyal medyayı salladı. DÜNYANIN KONUŞTUĞU FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ…
Fotoğraflar, ‘putin.kremlin.ru’ internet sayfasında yayınlandıktan kısa bir süre sonra, bir anda birçok web sayfası tarafından paylaşıldı. Fotoğrafları çeken kişinin ise Putin’in özel fotoğrafçısı Alexey Druzhinin olduğu belirtildi. Fotoğrafların 24 Mart tarihinde Moskova’ya yağan son yoğun kar yağışı sonrasında çekildiği ve Putin ile oynayan köpeklerin ise Rusya Devlet Başkanı’na hediye edilen Bulgar çoban köpeği Buffy ve Yuma lakaplı Akita cinsi Japon köpekleri olduğu belirtildi.
Putin’in köpeklerine Bulgar çoban
Durmuş Mutlu
Cesaretsizler Bulgar nüfusun yarınları konusu, sıradan Bulgarları ilgilendirdiği gibi, bilim çevrelerini de sardı. Alelade bir insanın herkesi telkin edecek doğru bir görüş üretmesi, bilim çevrelerinin hele bilimle uğraşan kurumların yalan üretmesinden çok daha zordur. Şu kış günlerinde evlerine kapanmış yaşlı Bulgarlar, değişik sıkıntılardan oluşan dert yumağını sökecek ipucunu ararken, 132 enstitüsü olan, bünyesinde 9.900 (dokuz bin dokuz yüz) kişi çalıştıran Bulgar Bilimler Akademisi’nden (BBA) 153 bilim adamları “Bulgar nüfusunda çöküş” konusunu ele almaya toplandı. Konferans Rusçuk’ta (Ruse) toplandı ve birbirini dinleyenler, bazı kararlar aldı. Bu olay o kadar hayat belirleyici ve son derece önemli bir duruma gelmiş olacak ki, konu Birleşmiş Milletler Örgütü ile Dünya Bankası’nda görüşüldü. “Bulgaristan’da Nüfus Dinamizmi” konulu özel bir tez hazırlandı. Araştırmaya göre, Bulgaristan nüfusunun 2.050 yılında % 28 oranında azalacağına işaret ediliyor. Bu arada, 2014 yılında, resmi rakamlarda 7.500.00 (yedi milyon beş yüz bin) olarak açıklanan Bulgar nüfusundan 2,500,000 (iki buçuk milyon) öncelikle gençler Türkiye’de ve Batı ülkelerinde çalışıp yaşıyor. Geri dönüp dönmeyeceği kesin değildir. Nüfusun % 28 oranında azalacağı tezi, dışa göç olayı dikkate alınmadan yapılmıştır. Konuya hâkim olan ve bağımsız bir grup oluşturan bilim adamlarının görüşü şüdür: “SON BULGAR 2134 YILINDA YA ÖLECEK YA DA BAŞKA BİR YERE GÖÇ EDERCEKTİR.” Derin incelemelerden sonra, “BULGAR ULUSU ERİYOR” sonucuna varılmıştır. Raporda kullanılan kavramlardan biri de TUFAN. Bulgar ulusunun XXI. yüzyılda yok olacağına ne YARADILIŞ, ne İNCİL ne de KURAN’ da işaret edilmemiştir. İslam gönderilerinde, “Allah doğru olmayan her hangi bir görüş ifade edemez.,” denir. Başka bir açıdan baktığımızda Müslümanların dininde zıtlaşma yoktur. Esas olan insanlara gerekli olan uyum yani harmonidir. Gönderilerde ne de çağdaş bilimsel araştırtmalarda açığa kavuşmamış, özel bir husus gizleniyor olabilir mi? Böyle bir şey varsa, devamlı zıtlaşan, zıtlaşmayı kaşıyan ve kendi dolayında olanlara yaşam hakkı tanımak istemeyenleri nefes almaktan mahrum etmeyi bu işi zaman ve mekân olarak belirleme ve biçimlemeyi, acaba YARATAN kendine özel bir ödev olarak ayırıp “gizli hak” olarak saklı tutmuş olabilir mi? Çünkü tarih içinde yok olmuş insan soylarının sayısı büyüktür. Sorunun mistik felsefi olasılığından çıkıp Rusçuk Bilimsel Konferansında 136 Bulgar bilim adamının beyin güçlerini birleştirerek aradıkları çözümlere bir göz atalım: Kuşkusuz aranızdan birçoğunuz, Pastyör mikropları keşfetmeseydi, onlarla mücadelede yenik düşer ve şimdiye kadar onlar bizi diri diri yiyip bitirirdi, diyebilirsiniz. Öyleyse kendisiyle zıtlaşanlardan rahatsız olan hayat, istemediklerini oyun dışı etme hakkına sahiptir, deyelim mi? Yaratan hayatı bahşederken koyduğu kuralları uygulamadan yaşamak isteyenlerin cezasını hep vermedi mi! Kötülük eden kötülük bulur ve en sonunda yok olur, tezini bir gerçeklik kuralı olarak kabul ede bilir miyiz? Yok oluşun nedenleri içsel çelişkilerde mi, yoksa dış dünya ile tezatlaşmakta mı aranmalıdır. Rusçuk Konferansına katılan Bulgar bilim adamları, Bulgaristan’ın 2014 nüfus tablosunu incelerken Çingene nüfusun çok hızlı kalabalaştığını ve artık Bulgaristan nüfusu içinde % 24 gibi bir azınlık oluşturduğunu tesit ettikten sonra, şu sonuçta birleşti. “Çingeneler arasında ölüm oranı çok yüksek olduğunda, onların Bulgar nüfusu içinde en büyük etnik azınlığı oluşturmaları olanak dışıdır.” Akla gelen: Çingenelerin arasında ölüm oranı neden Bulgaristan ortalamasından çok daha yüksektir? Bu bir devlet siyaseti sonucu mu böyledir yoksa Çingeneler sefalete dayanamayarak tahtalıköy yolunu kendileri mi genişletiyor? www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 5
Zaferiniz kutlu Olsun! Dr.Halide ÜMİTFER
Türkiye’de politik harmanlamanın zorluğunu gördük. Milyonların ortak iradesini bir günde ortaya koymamız, uygarlık seviyemize zirve oldu. 53 milyon seçmeni 12 saatte aynı süzgeçten geçmek kolay iş değil. Dünkü gün, değişen, yenileşen, büyüyen bir Vatanda yaşama gururumuz büyüdü. Bu seçim daha önce yapılan seçimlerin tümünden farklı, zorlu ve kutlu oldu. Yeni politik tablo, güçler dağılımı ve dengesi çok net ve kesin renkler verdi. Biz İstanbul’da sarı ile kırmızının kaynaştığı en büyük denizde yaşıyoruz. Hepimiz paşa paşa oy verirken deniz dalgalandı, köpürdü ve duruldu. Aynı gemi ve ayni kaptanla yoluna devam etmek istiyorum, dedi. Boynu kıldan ince demokrasi büyük bir olgunlukla yeni semalara açıldı. Politikaya küsenler, demokrasinin başka bir biçimini isteyenler sandığın içinde tüm Türkiye ile yüz yüze geldi. Hiç kimsenin ötekinden daha demokratik, daha hür ve daha adil olmayı kendiliğinden hak etmediğini, havanın, yasanın ve adaletin ayrıcalık tanımayan ortak değerler olduğunu bir daha hissetmek, algılamak ve bilinç etmek zorunda kaldı. Türkiye genelinde ilk defa bu kadar çok katılım vardı, yani halk değişimin sandıkta olduğunu algılamıştı. Bu da artık Türkiye’de hiç kimse sandıksız iş başına gelemiyeceğinin göstergesiydi. 2014 yerel seçimleri politikaya küskünlüğünü sandığa gitmemekle, sandığı tekmelemeyi politikayı ret etme manasında idrak eden komşularımıza da iyi bir demokrasi dersi olmuş oldu. Halkın seçime katılmadığı, sandıkların dolup taşmadığı yerde demokrasiden söz edilemez. Bu bakıma Türkiye demokrasi dersinde örnekler sunan dünya ülkelerine önder oldu. Halkın demokrasiye yoğun katılımı, dönüşümlerin, uygarlıklarının kucaklanmasında en büyük atılımların hem temeli hem de motoru oldu. Demokrasiyi demokrasi eden boş sandık değil, halk katılımından doğan ve dolu sandıktaifadebulan,halkınsürükleyicigücüdür. Türkiye’de yaşayan Halk, biz soydaşlarımız oyumuzu hangi politik partiye vermiş olursak olalım Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal, layık ve demokratik bir toplum olarak kalıp gelişmesini destekledik. Türküye toplumunda Mustafa Kemal Atatürk ile başlayan dönüşümler, demokratikleşme, kalkınma ve yükselme yolunda ilerleme politikasına destek verdik ve bu yolca beraberce yürüme kararlılığımızı bir daha birlikte onayladık. 2014 seçimlerinde biz Büyük Atatürk ile dalgalanan istiklal ve cumhuriyet bayrağını daha yükseklere taşıdık. 30 Mart Pazar günü biz emperyalist düşmanı Gelibolu’da, Çanakkale’de, İzmir’de, Mersin’de, yurdun dört bir yanında ve daha nice yerde bir daha yendik, bir daha denize döktük ve bir daha muzaffer olduk. Seçim günü Türkiye’de yaşayan halklar bir daha kardeş ellerini uzattılar. Bir daha sarmaş dolaş olduk, bir daha olmak üzere renk renk ve tüm renklerin hepsiyle olsak da, ancak bir tek buket olduğumuzu ve ancak ve yalnız Türkiye Cumhuriyeti koktuğumuzu ve renglerin çeşitliliğinde ve kokuların en güzellerinde Başbakanımızın da dediği gibi BİR BAYRAK, BİR DEVLET ve hep Türkiye Cumhuriyeti kalacağımızı tüm dünya önünde kanıtlamış olduk. Biz, BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde oyunuzu kendinizin özgürce seçtiğiniz, doğruluğuna inandığınız, geleceğinize umut aşılayan bir politik partiye vermenize herhangi bir katkıda bulunabilmişsek, ne mutlu bizlere. Her zaman yanınızda ve her yerde hizmetinizdeyiz.
İ Sağlık l a çBakanlığı, l a r areçetesizbilȃç i rfi- y ı l z a m y o k yatlarını bir yıl artırmamayı öngörüyor. Karar, büyük ihtimalle gelecek ay yürürlüğe girecek. Ecza şirketleri, gelecek yıl Mayıs ayına kadar en çok satılan ilȃçların fiyatlarıyla enflȃsyonun gidişatına göre oynayabilecek. Eczacılar, şu an fiyatları diledikleri gibi artırabilmekte. ilacEn çok kullanılan 2 bin 230 çeşit ilȃcın fiyatına dokunulmayacağı belirtildi. Vitaminler, ağrı kesiciler ve grip ilȃçları reçetesiz satılır. IMS Health Tıbbȋ İstatistik Ticaret Ve Müşavirlik Limited Şirketi’nin verilerine göre geçen yıl Bulgaristan’da 341 milyon levalık reçetesiz ilȃç tüketildi. Ortalama paketleme fiyatı 4.2 leva. Daha önceki yıllara kıyasla geçen yıl fazla büyüme olmasa da reçeteli ilȃç tüketimi 1 milyon 800 bin levaya ulaşarak %6.2 arttı. Bunun nedeni grip vakalarının azalması, ilȃçların ucuzlaması ve vatandaşla-
Nurten REMZİ DEDEMİZDEN K U RT U L U Ş U MUZU NASIL K U T L AYA L I M
BULGARİSTAN TÜRKLERİNE KARŞI NEFRETİN DİBİNDE TÜM İNSANLIĞIN DİBİNDE OLAN ÖZELLİKTİR. İNSANLIĞIN TARİHİNDE, HER TOPLUMDA, HER ÜLKEDE, HER ZAMAN OLAN BİR ÖZELLİKTİR. DİBİNDE, KAYNAĞINDA HAKİMİYET ÇABASI VE KAVGASI VAR. DEVAMINDA DA SİYASETE DAYANAN EĞİTİM, rın daha da fakirleşmesiyle açıklanmakta. KÜLTÜR, TERBİYE İNCELİKLERİ VAR. DAHA SONRA YÜZYILLARCA OLUŞTURULMUŞ Geçen yıl ilȃç paraları devletten çok vaÖN YARGI VAR. tandaşın cebinden çıktı. 2012 yılında ilȃçlar NEGATİF OSMANLILARIN YÜZYILLARCA HAKİMİYETİ için 1 milyar 3 milyon leva harcandı. DİĞERLERİNDEN KABUL GÖRMÜYORSA, BUGÜN DE DURUM DAHA FARKLI DEĞİL- BU2011′e kıyasla 40 milyon leva daha fazla. Sağlık Bakanlığı ise 2012′de 873 mil- GÜN DE BULGARİSTAN’DA DURUM AYNI- BELLİ HAKİMİYETİ. DÜNYADA BELLİ ÜLKEyon, 2011′de de 801 milyon leva harcadı. PARTİLERİN LERİN HAKİMİYETİ DE AYNI, KABUL GÖRMÜYOR. 70 milyon levalık artış da satışların tek İNSAN KULUNUN HAKİMİYET KAVGASI İŞTE… BUGÜN BULGARİSTAN’DA YANLIŞ OLAN GEÇmerkezden denetlenmemesiyle açıklanıyor. TAKILIP KALMAK. Geçen yıl ilk kez hastahanelerle klinikler MİŞEBUGÜNÜMÜZÜ, YARINIMIZI DÜŞÜNMEMEK, kendi ilȃçlarını kendileri almaya başladı. DÜŞÜNEMEMEK. BEN ŞAHIS OLARAK VE BİZ BULGARİSTAN’DA BİR TÜRK TOPLUMU OLARAK MİLLİ BAYRAMIMIZ AKINSOFT firmasının geliş1’in gerçekleştirdiği özelliklerin VAR MI? CEVAP “HAYIR”DIR. BULGARİSTAN TÜRKMİLLİ BAYRAMI KONUSUNDA DA AYIRIMCItirdiği insansı robot, kamuoyuna yanı sıra, ayakları üzerinde du- LERİ LIK YAŞIYOR, KUTLAMA YAPAMIYOR, BAYRAK SAtanıtıldı. Taklit yeteneğine sarabiliyor, yürüyebiliyor, odak- VURAMIYOR, MEDYALARDA ONLARI HER ZAMAN hip olan robot, interneti kullanalama yaparak birden fazla nes- KÖTÜLEYEN, KÜÇÜMSEYEN, KABA, KESEN, BİÇEN, rak araştırma dahi yapabiliyor. neyi tanımlayabiliyor, dışarıdan PİS, GADDAR GÖSTEREN PROGRAMLAR DİNLENMİKonya’da robotik teknolojiler alaaldığı fiziksel etkilere karşı den- YOR, İZLENMİYOR. BİZLER, ATALARIMIZDAN, DEDELERİMİZDEN nında yapay zeka ve insansı robotlar gesini koruyabiliyor. Bulunduğu KURTULUŞUMUZU NASIL KUTLAYALIM. MİLLİ üzerinde çalışmalar yapan bir firma ortamı 3 boyutlu olarak algıla- BAYRAM, ÜLKEDE OTURAN HERKESİN BAYRAMI tarafından geliştirilen ‘AKINCI-2’ yabiliyor, yakınında bulunan ki- OLMALI. BİZLER DE BULGARİSTAN VATANDAŞI adlıinsansırobotkamuoyunatanıtıldı. şilere doğru odaklanabiliyor, el- OLARAK, BULGARİSTAN’DA BÜYÜK AZINLIK OLA1995’te kurulan yazılım firlerini kullanarak cisimleri tutup RAK, BULGARİSTAN DENEN KIYMETLİ VATANIması AKINSOFT’tan yapıkavrayabiliyor, kendisinden araş- MIZDA TÜRK OLARAK, MİLLİ BAYRAMIMIZ OLlan açıklamada, geliştirilen robotırması istenen şeyleri interneti MASINI İSTİYORUZ. MAALESEF ŞU ANA KADAR tun, firmanın daha önce geliştirdiği kullanarak ansiklopedik veri ban- ÇOĞUMUZ BUNU GÖZ GÖZE PAYLAŞIYORUZ, AMA YÜKSELTEMİYORUZ, AÇIK AÇIK BU DÜ‘AKINCI-1’ adlı insansı robottan daha üs- kalarından tarayabiliyor ve anlatabiliyor” SESİMİZİ ŞÜNCE VE DUYGULARIMIZI PAYLAŞAMIYORUZ, tün özelliklere sahip olduğuna dikkat çekildi. 46 eklemden o l u ş u y o r GEÇMİŞTEN KALAN BİR KORKU İÇİNDEYİZ, ÇEÜç boyutlu algılıyor Kablosuz ağ aracılığıyla kontrol edile- KİNİYORUZ, MADDİ VE MANEVİ VARLIKLARIMIZI Sorulan sorulara cevap verebildiği, matema- bilen robot 65 kilogram ağırlığında ve 160 KAYBETMEME SIKINTISINI YAŞIYORUZ. NE YAtiksel işlemleri yapabildiği, görüntü takibi ya- santimetre boyunda. Gövde üzerinde 26, el- ZIK Kİ HALA İNSAN OLARAK, VATANDAŞ OLARAK pıp verilen komutları yerine getirebildiği, in- lerde 20 eklem olmak üzere toplamda 46 ek- HAKKIMIZI ARAMAYA KALKIŞINCA ÇALIŞMALARIsan kas sistemini ve hareketlerini de birebir lemden oluşan robot insansı bir yapıya sa- MIZA ENGELLER ÇOĞALIYOR. DEVLET, BELEDİYE, YÖNETİCİLERİMİZDEN PERDE ARKASI KAtaklit etme yeteneğine sahip olduğu ifade edi- hip olmasıyla dikkat çekiyor. Birçok sektörde KURUM NUNSUZ BASKI VE EZİYETLER YAPILIYOR. len robot hakkında şu açıklama yapıldı: “İn- kullanılması amaçlanan AKINCI-2’nin en BİZLER DE BU ÜLKEMİZİN VATANDAŞI OLAsansı mobil robot AKINCI-2 ise AKINCI- erken 2015’te kullanılması hedefleniyor. RAK, İNSAN OLARAK MİLLİ BAYRAMIMIZIN OLMASINI İSTİYORUZ, GÜZELCE, GURURLA, İSTEKLE KUTLAMAK İSTİYORUZ. BİZLERİ AYIRAN, DÜŞMAN EDEN MİLLİ BAYRAM DEĞİL, BİZLERİ BİRLEŞTİREN Emniyet Genel Müdürlüğü, Ateşli Silahlar ve Silah ruhsatı almak isteyenler, eğitim prog- BİR BAYRAM KUTLAMAK İSTİYORUZ.
Merhaba ben robot Akıncı
Silah almak zorlaşıyor Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’da köklü değişiklikler öngören bir yasa tasarı taslağı hazırladı. İçişleri Bakanı Muammer Güler’in talimatıyla hazırlanan taslak, yasalaşırsa silah ruhsatı almak için artık sağlık raporu ve sabıka kaydı yeterli olmayacak. Silah ruhsatı alınmasını zorlaştıran bazı düzenlemeler içeren taslağa göre, silah ruhsatı almak isteyenler 7 ila 10 gün sürecek bir eğitim programına tabi tutulacak. Alkol çıkarsa ruhsata el konulacak
ramı boyunca aralarında psikolog ve sosyologların da bulunduğu uzmanlarca izlenecek. Ruhsat almak isteyenlere ciddi psikolojik testler uygulanacak. Uzmanların “silahlanamaz” dediği kişilere ruhsat verilmeyecek. Alkol ve uyuşturucu madde tesiri altında silah taşıyan kişilerin silahı elinden alınacak. İhlalin tekrarlanması durumunda, ruhsat iptal edilebilecek. Taslakla av tüfeği ruhsatı alma yaşı da 18’den 21’e çıkarılacak. Şu anda 21 yaşını dolduran tabanca, 18 yaşını dolduran ise av tüfeği alabiliyor.
Bulgaristan’ın en eski futbol klübü Slaviya’nın 100. kuruluş yılı nedeniyle Sofya’da büyük etkinlikler düzenleniyor. Slaviya klübü 10 Nisan 1913 tarihinde Sofya’nın Ruski Pametnik semtinde kuruldu. Bu klübün önde gelen isimleri ve futbol meraklıları şimdiki kuruluş yılı dolayısıyla aynı yerde bir anı levhası açtılar. Herkesçe tanınan Slaviya klübü, Aleksandır Şalamanov, Simeon Simeonov, Bojidar Grigorov, Andrey Jelyazkov, Dobromir Taşkov gibi ünlü futbolcuları Bulgar sporu için yetiştirdi. Klübün uzun tarihçesine önemli başarılar imza attı. Slaviya futbol takımı, son olarak 1996’da olmak üzere, Bulgaristan’ın yedi defa futbol şampiyonuydu, 11 kez milli kupayı elde etti.Sofya’nın ‘beyazlıları’ Avrupa klüp turnuvasında yarı finale yükselen ilk Bulgar futbol takımıdır. 1967 Milli Kupalar Turnuvası’nda takım Glasgow’nun Rangers takımı ile karşılaşmasından sonra ikinciliği elde etti. Sporseverler, Slaviya takımının ülkemize yalnız futbol sahasında başarılar kazandırmadığını iyi biliyorlar. ‘Beyazlılar klübü’, Avrupa basketbol klüp turnuvasında başarı sağlayan ilk Bulgar takımıdır. Seçimlere katıldığınız için teşekkür ederiz. 1959 yılında ‘Slaviya’ klübü Avrupa Şampiyonları
Kupasını elde ederken basketbol takımımıza fanlarınbütünzamanlarınenbaşarılıBulgarkadınbasketbolcusu olarak niteledikleri Vanya Voynova katılıyordu. ‘Slaviya’, 1962 yılında bir Avrupa Klüp Turnuvasının finaline yükselen ilk Bulgar voleybol takımı olarak da tarih sayfalarına geçti. ‘Slaviya’ spor klübü yönetimi, 100. kuruluş yıldönümü vesilesiyle diğer büyük Bulgar futbol takımlarından hediyeler aldı, Spor bakanı Petır Stoyçev ile Bulgaristan Futbol Birliği başkanı Borislav Mihaylov ise önde gelen futbolcularına ödüller sundu. Andrey Jelyazkov, Stefan Kolev gibi Slavya klübü üyeleri, 1980 Moskova Olimpiyadında visşampiyonların çalıştırıcısı Todor Piperkov ve en ünlü Bulgar su topu oyuncusu Georgi Gacev, ödüle layık görülenler arasındaydı.
Slaviya Spor Klübü 100’üncü Kuruluş Yılını Kutluyor
6
B U LT Ü R K
Bulgaristan Türklerinin Sesi
FA ALİYETLERİNDEN
Bulgaristan Türklerinin Sesi 7
Türk
Kapısında 15 bin uyuşturucu hap ele geçirdi T a r i h i n i Gümrük Gümrük görevlileri Güeşevo Gümrük
Türkler Yazmamış -2Bugün 1970’den beri, maalesef 40 yıl-
lık bir gecikmeyle de olsa Damgaların Göçü belgeseli ile Sevr’e gerekli olan set bir kere daha çekilmiştir. Şimdi sorun bu “SET” in gerçekleşmesi için çalışmaktır. Tek bir belgeselle kimliğimize, kültürümüze, tarihimize dönüş ve her şeyin üstünde batı merkezli tarihe başkaldırmış olan akademisyenlerimizi alkışlarla tebrik ediyor, bu yolda yani Atatürk’ün yolunda aynı azim ve şuurla yürümelerini diliyorum. Bu belgesel çalışmaları ile Önce Taştaki Türkler adıyla yayınlanan kitabında sunduğu belgeler için sonra da Çin’den, İzmir’e kadar çekilen bir çizginin altında ve üstünde kalan tüm ülkelerde gereğinde 3.000 metre yükseklikteki tepelerde kar tipisi altında yatmaktan çekinmeyen, atla yürüyerek, uçurumları dolanarak, 4 yıl içinde 150 bin kilometre yol yapan Servet Somuncuoğlu’nun adının, Türk Kültür tarihine altın harflerle yazılması gerektiğine inanıyorum. O yalnız başına bu çok geniş sahaya yayılmış olan atalarımızın bıraktığı, kaya resimleri, damgaları ve yazıları toparlamış ve Batılının bu Ön-Ata eserlerine sahip olma çabalarına engel olmuştur. Ve de, Atatürk’ün ölümünden sonra bir türlü Türk kültürünü ortaya çıkaramamış olan Türk Tarih Kurumu’nun 1938’den beri yapamadığını 4 yıl içinde başarmıştır. PROF. DR. YUSUF HALAÇOĞLU Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu tarihinin yeni bir gözle incelenerek, mukayeseli bir bakış açısıyla yeniden ele alınması gerekmektedir. Bu gerekçe Anadolu’nun değişik yerlerinde mevcut kaya resimleri ve kurgan adını verdiğimiz mezar yerleridir. Anadolu’nun değişik yerlerinde mevcut kaya resimleri, ilginçtir ki Asya’daki kaya resimleriyle eşdeğerlik ve benzerlik göstermektedir. Keza kurgan türü mezarlıklar bulunmaktadır ve bunlar da Anadolu’nun değişik yerlerinde yaygın olarak mevcuttur. Bunlardan biri de şu an bulunduğumuz yörede yani Ankara’nın Beypazarı ile Güdül arasındaki dağlarda gördüğümüz kaya resimleridir ve gerçekten de biz tarihçilerin, alışageldiğimiz tarih araştırıcılığından ayrılarak Anadolu tarihini yeni bir gözle değerlendirmemiz ve yeniden yazmamızın gerektiğini ortaya koymaktadır. M.Ö .3000-5000 yılları arasında tarihlenen bu kaya resimleri, o tarihte yaşamış insanların yaşayış biçimlerini, inançlarını ve kendileriyle ilgili bir takım gerçekleri gözler önüne sermektedir. Anadolu tarihinde yeni bir sayfa açılacaktır. Ve bu sayfa, belki de dünya tarihinin yeniden yazılması için yeni bir başlangıç teşkil edecektir. Bu kayalarda insan figürleri, süvariler, at üzerinde avlanma, hükümdarlık alâmetleri yer almaktadır. Zannediyorum ki konun uzmanı bilim adamları bütün bunları değerlendirdiğinde Anadolu tarihinde çok farklı bir sayfa açılacaktır. Ve bu sayfa, belki de dünya tarihinin yeniden yazılması için yeni bir başlangıç teşkil edecektir. Ayrıca çok sayıda kurgan olarak nitelendirilen mezar yerleri mevcuttur. Bunların benzer örnekleri Asya’da Tuva’da, Yakutistan’da ve Sibirya’da da görülmektedir ve oradaki kaya resimleriyle kıyaslanabilecek niteliktedir. Bugün Türkiye’de bir çok bölgede bu türden kaya resimlerinin olmasının ötesinde, Kurgan dediğimiz eski Türk mezar yerleri mevcuttur ve sadece Doğu Anadolu bölgemizde tesbit edilmiş 1000 civarında kurgan bulunmaktadır ki mezarlıklar, o toplumun orada yaşadığının kanıtıdır ve mezarlıklarınızın büyüklüğü ve dağılımı, o alanda nüfusunuzun ölçüsüdür. Dolayısıyla bir Türk mezarı olarak bilinen kurganların Anadolu’daki varlığı ve zamanı, Türklerin Anadolu coğrafyasındaki tarihini ortaya koyacak en önemli unsurlardandır. Bu bakımdan Türk tarihçilerinin bu konuları alışa geldikleri ölçünün dışına çıkarak, Anadolu tarihini yeniden farklı bir biçimde ele almak ve Türk tarihinin 1071’de başladığı tezinden sıyrılıp, yeni araştırmalara imza atmak durumundadırlar. Devamı
Kapısında gece yarısı 15 bin uyuşturucu hap ele geçirdi. Uyuşturucu etkisi yapan haplar Makedonya’dan Bulgaristan’a giriş yapan bir özel otomobilin gizli bölümlerinde bulundu. Bir Bulgaristan vatandaşı tutuklandı. Olayla ilgili Güneybatı Gümrük Dairesi gümrük müfettişi tarafından soruşturma başlatıldı.
Şifayı
K o m şsında u akciğerinde ’ d a sınırları b belirsiz u l dbir u tü-
Bulgaristan-Türkiye hattında bir yaşam hikâyesi… Kalp ameliyatı için masaya yattığında akciğerinde tümör tespit edilen ancak teşhis konulamayan Bulgar kadın, İstanbul’da iyileşti Svetla Grancharova, Bulgaristan’da kalp ameliyatı geçirdi. Rutin kontrolller sıra-
mör tespit edildi. Tanı konulamaması üzerine Türkiye’ye gelen Bulgar kadını, İstanbul’da Türk doktorlar iyileştirdi. KAN değerlerinin yüksek çıkması üzerine kanser olduğunu öğrenen Svetla Grancharova, “Sınırı belirsiz tümör tespit edildi, ancak uzak metastaz olup olmadığı belirlenemediği için de tanı tam olarak konulamadı. Bu yüzden apar topar Türkiye’ye geldik” dedi. Anadolu Sağlık Merkezi’nde Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Altan Kır tarafından ameliyat edilen Grancharova, biyopsinin ve kemoterapinin ardından sağlığına kavuştu.
Sofya’da uluslararası silah forumu açıldı
Sofya’da ‘Askeri Gübeydoğu Avrupa’dn 10 donatı ve teknik araçları ülke, Azerbaycan, Ermenistan, tedarikinde işbirliği’ Gürcistan, Moldova ve konulu uluslararası forum Rusya’dan 30’dan fazla açıldı.Üç günlük çalışma uzman katılıyor.silah semineri, Bulgaristan’ın Forum sırasında savunma Güneydoğu Avrupa sektöründeki kamu savunma bakanları ihalelerinde,artık askeri görüşmeleri çerçevesinde ve NATO Güven donatım ve teknik araçların kullanımında, Fonu’nda önde gelen ülke olduğu ‘İşbirliği kamu ve özel ortaklık alanında mevcut Kurulması’ projesi üstünedir. Seminere yolsuzluk riskleri masaya yatırılıyor.
DDoktorların o k tBulgaristan’ı o r l aterkretme B a t ıDanimarka ’ y ave İsveç K gibi a ülkeleri ç ı ytercihoedi-r eğilimi devam ediyor. Her beş doktordan biri ülkeyi terketmek istiyor. Yurt dışına giden doktorlar arasında en büyük payı anestezi uzmanları ve cerrahlar alıyor. Böylece hemşirelerin ardından anestizi uzmanları da ülkeyi terk etmeye başladı. Bulgaristan Hekimler Birliği’nin (BLS) verilerine göre, toplam 32 bin sağlık görevlisinden her yıl yaklaşık 507 doktor ülkeyi terk ediyor. Yurt dışında çalışmaya giden hekimler arasında en büyük payı anestezi uzmanları ve cerrahlar alıyor. Bunların ardından ülkeyi terk edenler sırasıyla üroloji uzmanları, ortopedi, travmatoloji gibi uzmanlar alıyor. BLS’nin verdiği bilgilere göre 2009’da 400, 2011’de ise 1293 sağlık çalışanı Bulgaristan dışına çıktı. Tıp uzmanları en çok Almanya, Fransa, İngiltere, Kuzey İrlanda,
yor. Anesteziyoloji Derneği verilerine göre ise birkaç yıl önce ülkede bulunan bin 500 anestezi uzmanından şimdi sadece 600 kişi kaldı. Bulgaristan’da bir anestezi uzmanı ortalama 700-800 leva maaş alırken, Fransa’da bu tür uzmanlar ayda 1350 ile 5 bin Euro arası ücret alıyor. Yurtdışına gidenlerin yüzde 80’ini yeni mezunlar oluşturuyor. Genç doktorlar, göç ettikten sonra yabancı hastanelerde iş bulup, mesleklerinde tecrübe kazanıyorlar. Doktorlar ve sağlık personeli Bulgaristan’da maaşlardan yakınıyor, uzmanalra göre değişen ve aralarında büyük uçurumlar olan ücretleri şikayet ediyor, hastahanelerde araç gereç yetersizliği ve modern cihazların eksikliğinden memnuniyetsizliğiyle soluğu yurtdışında atıyor. Sevda DÜKKANCI
Bulgaristan nüfusu eriyor, nüfus yaşlanıyor, doğum oranı düşüyor, Bulgarların sayısı azalıyor. Bu karamsar tablo bağlamında yurtdışına çalışmaya gitmek veya göçetmek isteyenlerin sayısı da çığ gibi büyüyor. Ulusal Toplum Görüşlerini Araşıtırma Merkezi’nin kamuoyu yoklaması da bu eğilimi gözler önüne serdi. 2012 yılında bu eğilim daha da belirgin bir hal aldı. Merkezin ana uzmanlarından Radost Pateva ayrıntıları aktardı: `Bu yıl Eylül ayı sonunda Bulgarların yüzde 14’ü temelli olarak ülkeyi terketmek istediklerini söylüyor. 2009 yılında bu oran yüzde 11 iken, artık ülkesinden ümidi kesenlerin sayısı yüzde 3 fazla. 30-39 yaş arasındaki insanlar ve 29 yaşına kadar olan gençler tüm beklentilerini vatanından göçetmekte görüyor. Üniversite mezunları ve işsiz kesimden olanlar daha da umutsuz kalmış ve çareyi yurtdışına çıkmakta görüyor`. Araştırma sorularını cevaplayanlardan yüzde 28’i çalışmak veya okumak amacıyla yurtdışına çıkacaklarını, ancak temelli ayrılmayı düşünmediklerini aktarmış. 30-39 yaş arası kesimden vatandaşların %63’ü okumak vey açalışmak için ülkeyi terketmek istiyor. Göçetmek isteyenlerin ortalama oranı Roman ve Türk azınlığı mensuplarında daha yüksek. Türkler işsizlikten yakınıyor ve büyük bir çoğunluğu gözü Bulgaristan dışına dikiyor. Bulgar ailesinin başlıca önceliklerii arasında çocuklarına iyi bir eğitim sağlamaktır.Artık daha seviyeli eğitimi yurtdışında arayanların sayısı da hayli yüksek. “Kendileri için değil de, çocukları sözkonusu olunca, ebeveynlerin yüzde 67’si evlatlarını yurtdışına eğitime göndermeye hazır olduğunu ifade ediyor. 2009’a kıyasala bu parağrafta da yüzde 3 yükselme var.Başkentte veya büyük şehirlerde yaşayan ve genelde yaşları 49’a kadar olan vatandaşlar çocukalrını ülke dışına eğitime gçndermek istediklerini cevaplıyor. İnsanların yüzde 71’i çocuklarının yurtdışında okuyup, çalışmasını teşvik ediyor, yüzde 36’sı
ise çocuklarının temelli olarak Bulgaristan’dan ayrılmasına razı olduklarını vurguluyor. Daha yaşlılar, 60 yaş ve üzeri olanlar ise, hizmete muhtaç olarak, evlatlarının ülkeden ayrılmasına itiraz ediyor`. Doktorların ülkeyi terk etme eğilimi devam ediyor. Her beş doktordan biri ülkeyi terketmek istiyor. Yurt dışına giden doktorlar arasında en büyük payı anestezi uzmanları ve cerrahlar alıyor. Böylece hemşirelerin ardından anestizi uzmanları da ülkeyi terk etmeye başladı. Bulgaristan Hekimler Birliği’nin (BLS) verilerine göre, toplam 32 bin sağlık görevlisinden her yıl yaklaşık 507 doktor ülkeyi terk ediyor. Yurt dışında çalışmaya giden hekimler arasında en büyük payı anestezi uzmanları ve cerrahlar alıyor. Bunların ardından ülkeyi terk edenler sırasıyla üroloji uzmanları, ortopedi, travmatoloji gibi uzmanlar alıyor. BLS’nin verdiği bilgilere göre 2009’da 400, 2011’de ise 1293 sağlık çalışanı Bulgaristan dışına çıktı. Tıp uzmanları en çok Almanya, Fransa, İngiltere, Kuzey İrlanda, Danimarka ve İsveç gibi ülkeleri tercih ediyor. Anesteziyoloji Derneği verilerine göre ise birkaç yıl önce ülkede bulunan bin 500 anestezi uzmanından şimdi sadece 600 kişi kaldı. Bulgaristan’da bir anestezi uzmanı ortalama 700-800 leva maaş alırken, Fransa’da bu tür uzmanlar ayda 1350 ile 5 bin Euro arası ücret alıyor. Yurtdışına gidenlerin yüzde 80’ini yeni mezunlar oluşturuyor. Genç doktorlar, göç ettikten sonra yabancı hastanelerde iş bulup, mesleklerinde tecrübe kazanıyorlar. Doktorlar ve sağlık personeli Bulgaristan’da maaşlardan yakınıyor, uzmanalra göre değişen ve aralarında büyük uçurumlar olan ücretleri şikayet ediyor, hastahanelerde araç gereç yetersizliği ve modern cihazların eksikliğinden memnuniyetsizliğiyle soluğu yurtdışında atıyor.
Bulgaristan Vatandaşı Çareyi Göçte Arıyor
Türkler iz bırakmadan ülkelerine geri döndü-2
Yüzde 86’sı geri döndü Washington’daki Osmanlı büyükelçiliğinin 1889’da hazırladığı istatistiklere göre Osmanlı’dan gelenlerin yüzde 83’ü erkekti. Türkler arasında bu oran yüzde 93’e kadar çıkıyordu. Hıristiyan bir ülkede ölmek istemiyorlardı. 1930’lu yıllarda neredeyse hepsi geri döndü. Bir araştırmaya göre Türkler yüzde 86 ile bu dönemde Amerika’ya gelen göçmenler arasında geri dönüş oranı en yüksek olan gruptu. Böylece binlerce Türk, Amerika’da cami kurmadan, siyasete ya da lobi faaliyetlerine karışmadan, kısaca hiçbir iz bırakmadan ülkelerine geri döndü. Kalanlar ise tamamen asimile oldu. Bedri’ler Petro, Yakup’lar John ya da James, Mustafa’lar ise Matthew oldu. Amerika’da gerçek bir Türk toplumundan bahsetmek için ise 100 yıl sonrasını beklemek gerekecekti. Göç eden ünlü isimler: *Moris Şinasi (1855-1928) Manisa’da fakir bir Yahudi ailenin oğlu olarak doğdu. ABD’de sigara sektöründe milyoner olduktan sonra Manisa’ya bir çocuk hastanesi yaptırdı. *Elia Kazan (1909-2003) Rum bir ailenin oğlu olarak doğdu. Ailesiyle 4 yaşında geldiği Amerika’nın gelmiş geçmiş en ünlü yönetmenlerinden biri olarak tarihe geçti. *William Saroyan (1908-1981) Ermeni bir ailenin oğluydu. Anne babası 1905 yılında Bitlis’ten New York’a göç etti. Pulitzer ödüllü romancı 1908 yılında burada dünyaya geldi. 450 bin kişi geldi Prof. Nedim İpek ve Prof. Tuncer Çağlayan’n araştırmalarına göre 1870 yılından önceABD’de 301 Osmanlı vardı. Ermeni isyanlarından sonra 1891 ve 1892’de bu sayı 43 bin 497’e çıktı. 1908 yılına gelindiğinde ABD’de 150 bin Osmanlı tebası yaşıyordu. Osmanlı’dan ABD’ye göçün tamamının 178 bin ila 415 bin arasında olduğu hesaplanıyor. Bunların yüzde 27’sinin Rum, yüzde 18’inin Ermeni, yüzde 6’sının Yahudi, yüzde 12’sinin Sırp, Arnavut veya Bulgar, yüzde 5’inin Türk, yüzde 2’sının Suriyeli ve yüzde 6’sının ‘diğer’ olduğu tahmin ediliyor. I. Dünya Savaşı’nda Amerika için savaştı Osmanlı’dan gelen Türklerden burada kalan bildiğimiz çok az isim var. Elazığ’dan 1910 yılında sadece 15 yaşındayken Peabody’ye gelen Yakup Ahmed bunların en iyi tanınanı. Amerikalı bir kadınla evlenen, Amerikan vatandaşı olduktan sonra ismini George olarak değiştiren Yakup Ahmed, Birinci Dünya Savaşı’nda Amerika için savaşan birkaç Türkten biriydi. Peabody’de biraz para kazandıktan sonra şehrin tarihi komşusu Salem’e taşınmıştı. Öldüğünde 22 evi vardı. Ailesine göre Türkiye’ye dönmeyi düşünüp düşünmediği sorulduğunda “Bu ülkeye aç geldim. Bu ülke bana iyi davrandı. Benim ülkem burası” derdi. Yakup Ahmed’in büyük oğlu Frank Ahmed, Amerika’daki Türk topluluğu arasında iyi tanınan bir isimdi. 1971’de Ankara’da ABD Büyükelçiliği’nde çalışırken Elazığ’a giderek akrabalarını bulmuş, hayatı boyunca Türk kökenlerini araştırmış, Türk-Amerikan ilişkileri için çaba göstermişti. Frank Ahmed’in 2011 yılında hayatını kaybetmesinin ardından Yakup Ahmed’in çocuklarından geriye yalnızca küçük oğlu George Ahmed kaldı. George Ahmed (86) Salem’de çocuklarıyla birlikte Ahmed Insurance isimli bir sigorta şirketi yönetiyor.
8
Bulgaristan T端rklerinin Sesi
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Alptekin CEVHERLİ
SİMÜLASYONLU DÜNYA YA DA DÜNYA SİMÜL ASYONU Nasreddin Hoca`ya sohbet esnasında sorarlar: - Hocam, kıyametin alâmeti nedir bize anlatır mısınız? “Neme lâzım” demiş Hoca. Soruyu soran cemaat Hoca’nın verdiği cevabı anlayamamış ve demişler ki: - Nasrettin Hocam, Siz de neme lâzım derseniz biz kime sorup kıyametin alâmetini öğreneceğiz? Nasrettin Hoca yine ısrarcı bir şekilde tekrarlamış: - Dedim ya neme lâzım diye. Herkes ‘neme lâzım’ dediği zaman, işte bu kıyamet alâmetidir! *** Geçtiğimiz gün bazı internet haber sitelerinde (http://turkish.ruvr.ru/news/25_03_2014/ObamaMerkel-SiCinping/) enteresan bir haber vardı. Nükleer silaha sahip ülkelerden bir kısmının başkanı bilgisayarın başına geçip, bir nükleer savaş simülasyonu oyunu oynayacaklarmış. Oyunun içeriği şöyle: Bir terörist devlet, ‘kirli’ atom bombasını üretiyor veya bir terör örgütü adı açıklanmayan bir ülkenin kötü korunan cephaneliğinden atom bombası çalıyor. Oyun, teröristlerin Avrupa’nın büyük kentlerinden birinde (örneğin Londra veya Milan’da) bombayı patlatmasıyla başlıyor. Oyuna katılan liderler, tatbikat durum odasına çevrilen bir salonda oturarak, tabletler üzerinde verilen komutlar yardımıyla ve kişisel müzakereler ile krizi aşma yöntemleri tartışacak ve gerekli adımları atacak. Veya nükleer savaşı başlatacaklar. Devlet liderlerinin tepkisini ve adımlarını bağımsız anonim uzmanlar değerlendirecek. Oyuna, ABD Başkanı Barack Obama, Almanya Şansölyesi Angela Merkel, İngiltere Başbakanı David Cameron, Çin Başkanı Şi Cinping ve zirveye katılan diğer ülkelerin liderleri katılacak. *** Şimdi bazıları “Eee ne olacak adamlar, bilgisayarda oyun oyun oynayacaklarmış” diyebilir. Ama gözden kaçan bir gerçek var. Simülasyonlar, genel olarak hayata geçirilmeden önce yapılan denemelerdir. Pilotlar, belediye otobüsü şoförleri, bazı askeri eğitimlerde vb. öncelikle simülasyon uygulanır ve ardından gerçek hayatta uygulamaya geçilir. Şimdi insanın aklına şu geliyor: “Acaba dünya bu kez ciddi ciddi bir nükleer savaş tehdidi ile gerçekten karşı karşıya mı ki, önce simülasyonu gerçekleştiriliyor?” Dünyadaki hayat bu kadar mı ucuz ki; hakkımızdaki kararı Lahey’de yabancı birkaç devletin başkanı veriyor? Haberde Rusya’dan hiç bahsedilmemesi Putin’in bu oyunun dışında kaldığı anlamını veriyor. Acaba söz konusu terörist devlet tanımı Rusya için mi yapılmış o da belli değil. Ancak şu var ki, Suriye’de elde ettiği diplomatik başarıyı Ukrayna’dan Kırım’ı tek mermi atmadan düzenlediği askeri harekâtla taçlandıran Rusya, bu bakımdan Batılı ülkeler ve Çin için ciddi bir tehdit haline gelmektedir. Üstüne üstlük ABD’yi ve Batı Avrupa’yı sıkıştırmak için Filistin’de Gazze yönetimi içindeki bazı taraftarları tarafından ve Alaska’da yerlilerce toplanan imzalarla her iki bölgenin de Rusya’ya bağlanmak için resmi başvuruya hazırlanması ciddi başka adımlar olarak göze çarpmaktadır. Filistin’de oluşacak küçük bir Rus devletçiği Ortadoğu’daki bütün dengeleri değiştirebilir. Unutmadan söyleyelim ki bölgede0 bine yakın Rus vatandaşı yaşıyor. Ayrıca Alaska’nın ABD tarafından kaybı ise Kuzey Kutbu’nun tamamen Rusya’nın kontrolüne geçmesine neden olur ki, bu kadar bakir bir dev kara parçası hem tarım, hem de yer altı kaynakları yönünden tahmin edilemeyecek bir zenginlikler sunmaktadır. Ayrıca Rusya’nın Türkistan’a ve Moğolistan’a yönelik olarak yeniden BDT’yi işler hale getirme çalışmaları Çin’i de rahatsız etmiştir. Peki bu yeniden SSCB’yi kurma rüyasının Türkiye’ye etkileri ne olur? İşte esas tehlike de bu noktada… Aynen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması devrinde olduğu gibi, kısa vadede Türkiye ile sıkı bir işbirliği gelişebilir. Ancak daha sonra Stalin’in Doğu Anadolu’daki vilayetlerimizi istemesi gibi sonuçlar doğurmayacağını ve Türkiye’yi yeniden bu kez daha çok eli kolu bağlı bir şekilde ABD’nin kucağına itmeyeceğini kim garanti edebilir… Şair Nabi’nin dediği gibi, “Fettan zamanlar, dikkatli olmak lâzım…” Yoksa bu nemelâzımcılıkla, aynı oyunları tekrar tekrar oynar dururuz…
Bulgaristan Şairi Naci Ferhadov’u kaybettik
Bulgaristan’da seçkin Türk şairlerinden Naci Ferhadov’un bu sabah Sofya’da vefat ettiği bildirildi. Naci Ferhadov kimdir?
10 Mart 1940’ta Kırcaali İli EğridereArdino Belediyesi Dyadovtsi köyünde doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde yaptı. Eğridere-Ardino Türk Lisesi’nden (1957) sonra Sofya Üniversitesi’nin Oryantalizm Bölümü’nü bitirdi (1962). Doğduğu bölgede çeşitli aralıklarla öğretmen, eğitmen, lisede müdür yardımcılığı, yerel gazetede redaktörlük yaptı. Yirmi yılı aşkın bir süre, Sofya’da yayımlanan Yeni Hayat – Novjivot dergisinin “Kültür” şubesi sorumlusu olarak çalıştı. Daha sonra Bulgaristan Milli Radyosu’nun Türkçe Yayınlar Bölümü’nde program sunuculuğu ve redaktörlük yaptı. Edebiyat serüveni henüz okul çağındayken Türkçe yazdığı şiir denemeleriyle başladı. Bu şiirlerin çoğu o yıllarda (1950’liler) Türkçe çıkan gazete ve dergilerde yayımlandı. Bulgarca yazdığı şiirler basında 1970’li yılların başlarında görülmeye başladı. Edebiyat çevrelerinde ilgiyle izlenen şair, yeteneğinden dolayı Bulgar Yazarlar Birliği’ne üye olarak kabul edilen ilk Bulgaristan Türk’ü oldu (1976). Türk adlarının değiştirilmesini izleyen dönemde (1984-1985) Aleksey Brezin imzasını kullanmak zorunda kaldı. Birçok Türk şairinin şiirlerini Bulgarcaya çevirdi, Türkçe yayınlanmış dört şiir kitabı mevcut. Ruen, Genç Nüfusu Ve Belediye Hizmetleri İle Örnek Teşkil Ediyor Ruen köyü, Burgas şehrine 45 km, Aytos şehrine ise 15 km. uzaklıkta, yalçın Aytos dağlarının eteğinde yer almaktadır. Köyün kaç yılında kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, eldeki tarihi kaynaklara göre köyün ortaya çıkışı 1788 yılına dayanıyor. Köy o zamanlar Snyagovo’ya giderken şu anki köyün çıkışında bulunan ‘Cevizlik’ adlı yerde bulunuyormuş. İlk sülale buraya yerleşmiş. Köyün ilk adı ise ‘Elif Lam’ imiş. Daha sonraları bu sülale köyün şu anki yerine yerleşmiş. Adını Oğlanlı koymuşlar, ancak Oğlanlı adının niye konduğunu malesef şu anda tam olarak bilen yok. 1927-1928 yıllarında köyde yaklaşık 200 Türk hanesi yaşıyormuş. Ruen Belediye Başkanı İsmail Osman, köyün şu anki nüfusunun 2 bin 565 olduğunu, köyde üç farklı millettenden de insanların yaşadığını aktarıyor. Türkiye’de yaşayıp da köye kayıtlı olanlarla birlikte köy nüfusunun daha da çok olduğunu ifade eden Osman, 1927 yılından beri üç etnik grubun da birbirleriyle çok iyi geçindiğini, şu anda da kendi aralarında hiçbir ciddi problemin olmadığını kaydediyor. Köy, modern bir eğitim müessesine sahip Şu an okulda müdür yardımcısı olarak görev yapan Adem Halil şu bilgileri veriyor: “Türk öğrenciler, 1960’a kadar köyün merkezinde bulunan camide eğitim görüyormuş. Türkçe ve Arapça eğitim alıyorlarmış. O dönemde Bulgar çocuklar özel bir evde tek öğretmen eşliğinde ders görüyorlarmış. Bulgar öğrencilerin ilk öğrenim hayatları 1915-1916 yıllarında başlamış. İlk öğretmen Petır Nedyalkov Kosmev imiş. Bu yıllarda 28 öğrenciye eğitim vermiş. 1931-1932 yıllarındaki eğitim yılında öğrenciler 93’e ulaşınca öğretmenlerin sayısı da üçe yükselmiş. Şu anki SOU ‘ Elin Pelin ’okulu 19391940 yıllarında inşa edilmiş. Okula adını da köyde ilk öğretmenlik yapmış olan Petır Nyadyalkov Kosmev ve okul şurası tarafından verilmiş. Günümüzde okul belediyenin en çok öğrencisi olan lise konumunda. Okulda 800 öğrenci eğitim görüyor. Okul, 34 sınıf, 3 bilgisayar sınıfı, 1 interaktif tahta bulunan, biyoloji, kimya odası, beden eğitimi salonu ve kütüphanesiyle öğrencilere her türlü hizmeti sunuyor. Okulda, 55 kişilik eğitim kadrosu yer almakta, 1 müdür ve 3 müdür yardımcısı, 45 öğretmen ve 5 rehber öğretmen, 12 hizmetli görev yapmaktadır. Liseyi bitirip de üniversiteye devam eden öğrencilerimizin başarısı ise yüzde 30 civarındadır. 25-30 köyden çocuklar eğitim almak için okula geliyor. Okulda iki tane de okul öncesi eğitim alan çocuk grubu var. Köyde bir tane de tam günlük ana okulu mevcut. 2 gruba ayrılan çocukların 1 grubu tam gün diğer grubu ise yarım gün ana okuluna gidiyor. Tam günlük grup 29, yarım günlük grup ise 27 öğrenciden oluşuyor. Anaokulu Avrupa fonlarından sağlanan yardım ile 4-5 yıl önce inşa edildiğinden şu anda lüks ve modern bir eğitim müessesesi konumundadır.” Ramazan aylarında köyde çok güzel bir atmosfer oluşuyor Köy imamı Ahmed Hoca, köy merkezinde bulunan eski caminin 1964 yılında yıkılarak yerine şu anki caminin inşa edildiğini aktarıyor. Ramazan aylarında caminin bahçesinde isteyenlerin iftar verebildiklerini aktaran Ahmed Hoca, “Bu gelenek bize atalarımızdan kalma. Dedelerimizden ninelerimizden birlik ve beraberlik ve kardeşlik ruhu adına bunları gördük. Biz de şimdi elimizden geldiğince buna devam ediyoruz. Ramazanda çok güzel bir atmosfer oluşuyor. Yaz aylarında Kur’an kurslarımız oluyor. İsteyen her hane çocuklarını Kur’an okumaya gönderiyor. Camimizde 5 vakit ezan okunuyor ve cami açık. Komünist rejimde dahi ezanlar okundu.” Köyde 12 alanda sağlık hizmeti veriliyor Köyün sağlık hizmeti hakkında Mehmet Mustafa Mustafa, şu bilgileri aktarıyor: “Eldeki verilere göre Ruen köyündeki ilk sağlık hizmeti 1920’de başlıyor. İlk hizmeti ise 1924-1926 yılları arasında Rus doktor Kuroçkin vermiş. 1930 yılında ise doktora yardımcı olmak için Aytos’tan feldşer Paun Stamatov gelmiş. Sağlık binasına 1952 yılında doğumhane de ilave ediliyor. 1968 yılında ise köye eczane açılıyor. Böylelikle hastalar ilaçlarını köyden temin edebiliyor. Daha ileriki yıllarda doktor Mutalibov yönetiminde poliklinik, sağlık merkezi oluyor. 12 branşta doktorlar şu anda köyde hizmet veriyor. Bunlardan başlıcaları göz hastalıkları, cerrah, çocuk hastalıkları ve jinekolog. Köyde 24 saat açık acil servis yardımı var. Acil vakalarda hastalar ilk yardım için buraya getiriliyor. Daha sonraki müdahale için ya Aytos ya da Vetren’e götürülüyor.” 2000 yılında doğumhane kapatılmış ve şu anda doğum için Burgas’ın Vetren mahallesi, veya Sliven şehri tercih ediliyor. Köyde üç de diş hekimi hizmet vermektedir. Köyü diğer köylerden farklı kılan yanları nelerdir? Ruen Belediye Başkanı İsmail Osman, köyü diğer köylerden farklı kılan yanlarından birisinin 1978 yılından beri belediye binasının bulunması olduğunu belirtti. Eskiden 40 köy olan belediyede şu anda 38 köy bulunuyor. Osman, ‘Bir ülkede başkent neyi ifade ediyorsa Ruen köyü de belediyede o konumu ifade ediyor.’ diyor. Belediyenin çalışma ve sosyal haklar bürosunun da bu köyde olması ve köyü günde yaklaşık olarak 200 kişinin ziyaret etmesinin diğer bir avantaj olduğunu aktaran Osman, bunun köye ayrı bir canlılık kattığını belirtiyor. İsmail Osman şunları söyledi: “En büyük yatırım eğitimdir sözünü severim. Köyde, belediyede bulunan en çok öğrenciye sahip bir lisemiz var. Eğitim istenilen seviyede diyebilirim. Öğrencilerin teknik olarak da bir eksiklikleri yok. Bilişim teknolojileri için üç sınıf var. Yani burada lise eğitimi alan öğrenciler çağın eğitim seviyesini kısmen yakalamış durumdalar. Liseden mezun olanların yüzde 30’u üniversiteye devam ediyor. Bu da kötü sayılmayacak bir başarıdır. Köyümüzde polis teşkilatı binamız da var. Her köyün güvenliği buradan sağlanıyor. Belediye tarafından açtırılan acil servisimiz 24 saat her türlü hastanın tedavisi için hizmet veriyor. İlk müdahale burada yapılıyor ki, bu da köyümüz adına çok büyük bir avantaj. Her türlü branşta doktorun kabul günlerinin olduğu sağlık merkezimiz mevcut. Başka bir farklılık da köyümüzdeki genç nüfus. Köyün geleceği adına genç nüfusun olması beni umutlandırıyor. Köyümüzde de ciddi bir nüfus azalması yok. Sadece yurt dışında çalışan gençlerimizin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bulgaristanda iş bulmak neredeyse imkansız. Bir de her yıl, mayısın son pazar günü köyümüzün stadyümunda Ruen’in günü kutlanıyor. Bulgaristan’ın her tarafından insan akın ediyor buraya. Türkiye’den ve Yunanistan’dan da gelenler oluyor. Yaklaşık 10 bine yakın insan geliyor. Milletvekilleri, belediye başkanları ve kırk pınar ağası ziyaretimize gelenlerden sadece bir kaçı. O gün halka hitaben konuşmalarla, güreş ve futbol müsabakalarıyla geçiyor.
Sultanahmet Mükemmel
Caminin Karşısı Manzarasıyla
S u l t a n a h m e t Çatalçeşme sk.No.1/1 Te l : 0 2 1 2 52 6 8 7 9 8
Y E L K E N Kafe RESTORANT
9
Nafiye YILMAZ -Bulturk Dnt.Kurulu Baskanı
Dilini Yuttu Çüuuşş! Bizim eşek olsa, laftan anlar, söz dinler ve “Çüş” dendiğinde, dururdu. Ama şu “ÇÜŞ!” sözünü e m i r o l a r a k a n l a m a y a n l a r v a r. Bu dünyada hem tarih hem de güncellik olarak “ÇÜŞ” sözünü anlamayan bir devlet varsa o da Rusya’dır. Bir arada Hitler Almanya’sı, daha sonra Amerika Birleşik Devletleri “çüş” dendiğinde vurdumduymaz havalarına girmiş olsalar da, burunları kırıldıkça akıllanmışlardır. Helen tutun tuzlu, şekerin de tatlı olduğunu onlar da anladı. “Çüş” demeden de durmayı öğrendiler. “Çüş” sözü bazı dillerde yoktur. Bizim gibi düne kadar diyeceğim ama bir de bugün bile eklemek geliyor içimden, eşekle ineği aynı arabaya, aynı sabana koşan halklarda hayvanların hepsi “çüş”un ne olduğunu iyi bilir. Bizde “kadın ve hayvan dövme” yasağı olmadığından, eşeklerle öküzler “çüşün” “DUR!” olduğunu anlayana kadar çok dayak yemişler, bellerinde kırılan sopaların hakkı hesabı yoktur. Rus dilinde “çüş” sözü olmadığında, “period” (hadi ileri) politikasını Rus Çarı Dehşetli İvan’ın (İvan Grozni – 1533 Çarı oldu) bundan altı asır önce Müslüman Dünyası ve İslam’a karşı başlattı. Tarihin çarkının dönüşünü etkileyen bu olay, Fatihin 1453’te İstanbul surlarını delmesinden tam 100 yıl sonra Kazan Kalesi Surlarının Ruslar Orduları tarafından delinmesi ve Tatar hanlığının 1552’de yıkılmasına isabet eder. Bu olaydan sonra dünyada birçok şey değişti. Bir defa, Dehşetli İvan Moskova’yı III. Roma İmparatorluğu Başkenti ilan etti. İki, yeni imparatorluğun simgesi olarak Rus Ortodoks kiliselerinin kubbelerini altın kaplattı. Üç, hem batı hem de doğu dünyasına egemen olma hevesini duyururken sancağına bir başı Batıya bir başı da Doğuya bakan, dilleri bir karış dışarıda iki başlı kartal nakış etti. Ogün bu gün bu iki başlı kartal Rus devletinin güç ve niyet simgesidir. Rusya İmparatorluğu’nun tarihi savaşlar tarihidir. Osmanlıyla da asırlarca didişen ve onu güçsüz düşüren Rus İmparatorlarıdır. Osmanlı Rusya savaşları içinde 1856 Kırım Savaşı ile 1877–78 Plevne Savaşlarının yeri çok önemlidir. Aralarında tam çeyrek asırlık bir ara olan bu iki meydan muharebesi, Rusya’nın Karadenizden sonra daha sıcak olup daha güneydeki Ege ve Akdenizlere inme stratejisinin bir devamıdır. Plevne Savaşından bir asır sonra yani bugün, biz artık dünya değişir, politikalar değişir, sınırlar yeniden çizilir söylevine karşın, son hamlede yani geçen hafta yapılan bir referandumla Kırım Yarımadasının yine Rusya devlet sınırlarına dahil olduğunu ve Türkiye Cumhuriyet sınırlarını güneyden dolanıp Suriye üzerinden Akdeniz’e çıkıp üslenen Rusya deniz kuvvetlerinin hiçbir top patlatmadan Akdeniz’deki Amerikan filosunu Halaç edip, susturduğunu ve Washington politikasının viraj yapıp gerilemeye başladığını izliyoruz. Konuşurken artık askerlerinin gözüne bakamayan ve başını ya sağı ya da solla çevirerek konuşan ama kime konuştuğu belli olmayan Başkan Obama “biz Kırım için savaşa girmeyiz” deyiverdi. 200 küsur yıllık bir tarihsel geçmişi olan ABD ilk olarakRusyatarafındanVietnam’dadurdurulmuştu. Ardından Afganistan Savaşı’nda Amerika Rusya’yı durdurdu. Bir 50 yıl Yakın ve Orta Doğu dağlarını ve çöllerini bombalayan Amerika, Irak batağından sonra, bu işin içinden çıkamaya karar verdiğinde, tırmanmaya başladığında berelini 21 dolardan aldığı ham petrol için Rusya’ya 150 dolar ödemeye başladığını anlayınca elinde, avucunda ne varsa yitirdiğini fark etti. Gidiş bu gidiş dilini yutmuş olanlara bu gelişmeler ağır geldikçe konuşanlar çoğaldı. İlk önce “tedbir alalım” dediler. Tedbir deyince yiğit olmayanların aklından “karısına kızına” saldırmak geçerken, hırsızların aklına “para” gelir. Öyle de oldu 13 Rus ve 8 Kırımlının Batı bankalarındaki hesapları donduruldu. Zaten “insan hakları” ve “demokrasi ile özgürlükler” için başlatılan ve yürütülen savaşların hemen hepsi “ganimetlerin paylaşımıyla” sona erer. 1918’de Birinci Dünya Savaşı Sonrası’nda Pariste toplanan Uluslara arası Konferans’ta ganimet paylaşılmasına ve tazminat talebinde bulunulmasına karşı çıkan ABD Başkanı Wilson’un aklında, “bütün ganimetler benim olacak” saçmalığı olduğu kimin aklına gelebilirdi. Aklına gelen olsa bile, o zaman Wilson ile bu meseleyi masaya yatıracak yürekli yoktu.
10
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Kırım Ve Biz İlk defa Aleviler ve dini adetleri tanıtıldı
BG-SAM Dünya politikasını ve hak ve özgürlük işlerini pek anlamayan bir başkanın söylevleri Dünyanın önemli merkezlerinde kıran kırana devam eden bir savaş var. Çatışma merkezleri değişiyor. Bir kıtadan başkasına kayıyor. Bazen kavga birkaç yerde birden başlayıp uzunca sürüyor. Toprak, deniz ve okyanus içinde, hatta dibinde dağların kökleri (temelleri) olduğu gibi, ayaklanma, çatışma ve devrim şeklinde patlayan sosyal olayların da ülkelerin ekonomi ve yaşam biçimlerinde derin bir yerlerde kökleri var. Sebep olmayan hiçbir yerde netice olmadığı gibi, öz olmayan yerde şekil, kızışma olmayan yerde de ateş ve duman yoktur. Dünyanın en büyük yüzölçümüne sahipti Avrupa ve Asya’da 15 devleti çatısı altına toplayan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB). Soğuk Savaş’ın bitmesiyle sanki ipleri koptu ve dağıldılar. Herkes bağımsızlığını ilan etti. Yeni sınırlar gönüllü çizildi. Büyük işleri insanın yalnız iki elliyle ve kendi başına yapamadığı gibi, devletler de öyle daha kolay yol alabilmek için yeniden birleşmek zorunda kalıyorlar. Aynı zamanda bir başka eğilim de var, bir topluluktan kopan devleti başka bir topluluk içine çekiyor. Bulgaristan da öyle olmadı mı? SSCB yörüngesindeydik, Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (Comecom) üyesiydik, Varşova Paktına (VP) katılıyorduk. Sosyalist dünya dağılınca Avrupa Birliği’ni (AB) seçtik, Kuzey Atlantik Paktı (NATO) üyesi olduk. Bütün ülkelerle aynı şey olmadı tabii. Örneğin Ukrayna 1990’dan beri hiçbir pakta ve konseye katılmadan bağımsız kaldı. Bu devlette sosyalist düzen, Rusya harikaları olan ağır demir çelik ve kimya sanayi harikaları kurmuştu. Bu denli büyük bir ekonomiyi dönüştürmek hiç de kolay olmadı. Sonra İkinci Dünya Savaşında omuz omuza savaşan ve savaşın ağır çilesini birlikte çeken Rus ve Ukrayna halkları birbirine yakınlaşmış, dil birliği ve kültür birliği kurma yolunda çok ilerlemişti. Ukrayna Cumhuriyeti’nde tek partili ve tek devlet düzenine dayanan sosyalist esastan demokratik ve çoğulcu toplumsal yapıya geçiş yavaş, ağır ve sancılı gelişti. Demir çelik ve kömür üretiminde, ağır sanayi tesislerinin gücü bakımından Avrupa’nın en ileri devletlerinden biri olan ve arpa, buğday, ayçiçeği, et ve sütlü mamuller üretim hacmi olarak da kendi kendine defalarca yetip artan bu Karadeniz devleti adına “turuncu devrim” denen çok şiddetli bir sosyal saldırı ve çatışmadan geçti. Bu yılın sert kış şartlarına rağmen başkent Kiev’in ana şehir alanı olan “Maydan”da gece gündüz defalarca birbirine giren zıt tarafların çatışmaları Cumhurbaşkanı ve hükümetin değişmesiyle sonuçlandı. 2014’te Ukrayna sınır çizgisinde adeta ikiye bölünmüş olan modern dünyada Rusya ile AB, tuttukları bir avı paylaşamayan iki canavar gibi hırıldanıp mırıldandı ve bu didişme yeni şekiller alıp devam ediyor. Bu çatışmanın göbeğinde bir de Amerika var. Ajans haberlerine bakıldığında “Maydan”da dökülen kanın bedeli artık 8 milyar Euro’yu buldu. Bu paraların kaynağı 1991’den sonra Ukrayna’nın ağır sanayi sektörüne bir ahtapot gibi el atıp onu aforoz etmeye çalışan, dünyayı karıştırma işlerinde paraya para demeyen ve artık iyice ustalaşan Soros grubu gibi, Batı gruplarıdır. Dünya emperyalist saldırı güçlerinin ön saflarında çarpışan soyguncu ve talancı, kaynağı belirsiz sermaye önce Ukrayna’yı bütün ele geçirip ABD ve Batı Avrupa’nın etki bölgesini Rus sınırlarına dayamaya çalıştı. Bunu yapabilseydi Avrupa kıtasının en büyük hububat ambarını ve ağır sanayi hammadde yataklarını onların kontrolüne, ellerine geçirmiş olacaktı. Görüldüğü üzere, Ukrayna’yı Rusya’nın etki alanından koparmak için şimdiye kadar dökülen 8 milyar Euro’yla başarılı henüz pek başarılı sonuçlandığı kabul edilemez. Devamı www.bghaber.org
Marmaris Turizm İstanbul Otogar
Nesrin SİPAHİ Barutin’de Anma Töreni
Kırcaali Bölge Tarih Müzesi’nde AleviBektaşi inancında Hz. Ali’nin doğumu, ayrıca doğanın yeniden canlanması, baharın gelişi olarak kutlanan 21. Mart Nevruz Bayramı ve Alevilerin geleneksel semah dansı tanıtıldı. Etkinlik, Zvinitsa köyü Vasil Levski 1997 Toplum Merkezi tarafından Bölge Tarih Müzesi’nin desteğiyle düzenlendi. Alevilerin kültürünü tanımaya çok sayıda Kırcaalili geldi. Resmi konuklar arasında Kırcaali Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin Ahmet ve Kırcaali Valiliği’ni temsilen kültür uzmanı şair Vildan Sefer hazır bulundular.
Müzenin Etnografya Bölümü Başkanı Sonya Kostadinova, bölgede çoğunluk olarak Kırcaali ve Momçilgrad belediyelerinde yaşayan Alevileri kısaca tanıttıktan sonra Nevruz, Hıdırlez, 6 Kasım, Aşure, 7 Kız Aşı, Ramazan ve Kurban bayramları gibi kutladıkları bayramlara ve bölgede türbeleri bulunan Elmalı Baba, Hızır Baba, Otman Baba gibi evliyaların anısına düzenledikleri mayelere değindi. Bu Alevilerin 13.yüzyılda Anadolu’da Bektaşilik Tarikatını kuran Şeyh Veli Bektaş’ın takipçileri oldukları ve diğer Anadolu Türkleri ile birlikte Osmanlı döneminde Balkanlar’a ve Bulgaristan’a da yerleştikleri anlaşıldı. Ardından tarihçi olan Zvinitsa Toplum Merkezi Sekreteri Muharrem Aliosman, Alevilik konusunda bir sunum yaptı. Alevilerin en çok saydığı bayramın Sultan Nevruz olduğunu vurguladı. Nevruz kelimesinin Farsça olup “yeni gün” manasına geldiğini ve İranlılarla Asya’da yaşayan Türkler tarafından kutlandığını belirtti. Nevruz’da ateş yakıp üzerinden atladıkları, yumurta boyayıp birbirine ikram ettikleri, ağaçlara paçavra bağlayarak dilek tutukları, yedi yiyecek olan sofra hazırladıkları, dans edip, şarkı söyledikleri, dua ettiklerini anlattı. Daha sonra Alevilik konusunda etraflıca bilgi sunarak, Aleviliğin tarihini anlattı. Sayın Aliosman, Alevilerin İmam Ali, Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi, Kızıl Deli, Ehl-i Beyt, Pir Sultan Abdal, Sarı Saltık, 12 İmam, Kaygusuz Abdal, Balım Sultan, Baba İshak, Şah İsmail (Hatayi) ve İhsan
Evren Kamil gibi önderlerinin resimleri bulunan albümü tanıttı. Doğu Rodoplar’da Bivolyane’deki Elmalı Baba, Trakiets’deki Otman Baba, Baştino’daki Hasan Baba, Kranevo’dakiAli Baba, Zvezdelina’daki Nazar Bacı, Gorna Krepost’taki Hızır Baba türbeleri hakkında bilgi sundu. Cem törenlerinde saz çalıp nefes söyleyen zakir Zvinitsa köyünden Sebahtin Halvacı’nın hastalandığı için semah gösterisi sunulmayacağına üzüldüğünü paylaştı. Ancak bu zakirin bir bayan eşliğinde söylediği Alevi türküsünü ve ayrıca da Alevilerin cem ayininden sofra kurulu, içkili bir ortamda kadınların erkeklerle birlikte dans ettikleri görüntüler sunuldu. Muharrem Aliosman, 600 yıla yakın gizli yapılan adetlerin gösterildiğinin altını çizdi. Yapılan baskılar yüzünden gizlilikte tutulan gelenek ve göreneklerin sayesinde dini inancını ve kültürünü koruduklarını vurguladı. İleride Alevilerin gelenek ve kültürünü tanıtacaklarını kaydetti. Konya’da Mevlevi Dergahı’nda yetişen dervişlerden Plovdiv’ten Vasil Tosev, semah döndü. Dans etnografya uzmanı Krasimira Dyakova’nın okuduğu Mevlevilik Tarikatı’nın kurucusu Mevlana Celalleddin Rumi’nin bir şiiri eşliğinde sunuldu. Daha sonra Muharrem Aliosman, etkinliğe gelen herkese teşekkür ederek, bölgede turistik yerlere yakın olan türbeleri ziyaret etmelerini ve Nevruz dolayısıyla bulunduğu ikrama davet etti. Kırcaali Haber için etkinliğin sebebini şöyle açıkladı: “Uzun zamandan beri bunu yapmak istiyordum. Kendimizi tanıtmamız lazım, çünkü bunu yaparsak, kültürümüz devam edecek. Şu ana kadar Aleviler, gizli bir şekilde uygulayarak, gelenek, görenek ve adetlerini korumuşlar, fakat artık zaman değişti. Sosyal ve ekonomik sebeplerden dolayı insanlar başka yerlere göç ediyorlar. Biz ise adetlerimizi insan topluluğu olarak yerine getirebiliyoruz. Örneğin, zakir dediğimiz bir sazcı yoksa aramızda adetlerimizi yapamıyoruz. Bunun için topluluk olarak kaybolmak üzereyiz. Rodoplar’da 3-5 bin civarında Alevi var, Deliorman bölgesinde de 30 bin. Yani sayımız azdır, çoğu Aleviler de yaşlı insanlardır. Alevileri tanıttığım Bulgarca bir kitap da yazdım. Adı “Dervişlerin Soyundan Olanlar”.
Bankalarla Anlaşmalıyız
A.Halide ÜMİTFER Diş Hekimi
0212 658 20 65
Marmaris Turizm - 0212 658 20 65 Tel: 0212 556 45 30 500 Evler - 0531 450-46-85 Adres: Çalışlar İncirli, Ömür sk.No.1/1 Bahçelievler
1972 isim değiştirme trajedisini andık. Smolyan’a bağlı Barutin Türk köyünde 1972 ad değiştirme trajedisi şehitleri anıldı. Bulgaristan Türk köylerinden isim ve İslam dinini yasaklama amacıyla ilk saldırıya uğrayan yerleşim merkezimiz Barutin olmuştu. 1990’a kadar bölgede çök gerin bir kimlik kavgası verildi. Köylü baskı ve terör altında ezildi. Sürgün ve göç yaşayan haneler çok çile çekti. Hafızalara kazınmış trajik geçmişe karşı direnenlerin aziz hatırasını bir daha anmak dolayısıyla köyde bir tören düzenlendi. Merasime HÖH Genel Başkan’ı L. Mestan ve 3 bakanla Meclis Başkan yardımcısı A. İmamov da katıldılar. Baskın, bundan 42 yıl önce gece basılmıştı Barutin. Paşmaklı (Smolyan’a bağlı) bir orman içi Rodop Türk köyüdür. Asırlar önce at üzerinde gelen ataların Vatan deyip derin kazık kaktığı bir dağ yaylasının yamacındadır. Patates, tütün ve fasulye üretimi ile hayvancılıkla geçinir. Erkekler orman işlerinde uzmanlaşmıştır. 1972’de Pomakların isimleri, baba ve ana atları ile soyadları değiştirilip iman hakları yasaklanırken, Barutin kurunun yanında yanmıştı. Baştan başla ve asırlar ötesinden saf Türk köyü olması fayda etmedi. Direndiler direnmesine, 2 kurban ve birçok yaralı verdiler. Törende öksüz büğeyenlerin evlatları da hazır bulundu. İnsan ve din düşmanlarının ellerine hiç bir şey geçmedi. O gün bugün art arda 2 kuşak geldi ve jöyde yaşıyor. Gençlerin bir kısmı ülkenin değişik merkezlerindeki Türk ünitelerinde görev alıyor. Dikilen çamlar gökleri deldi. Çok çekili dönemde ağlayıp sızlamayan ve yakınmayan Barutin şöyle der: Ağlayıp sızlamayan ve yakınmayan bir milletiz. Kurudur göz bebeklerimiz, Aldıklarında ismimizi, dinimizi ve her şeyimizi, Kuru bir canla, aynı kaldık. Rodop dağlarının öteden beri çam ormanı olduğu gibi onlar da değişmediler ve Türk kaldılar. Bu orman köyü insanları kadım dağların güzellikleri arasında yaşıyor. Buraya onları hangi rüzgârın attığı, hangi leyleğin getirdiği pek bilinmiyor. Yolları nereden gelmiş olursa olsun işte burada, bugünkü Barutin yaylasında durmuş ve kök salmıştır. Bu gelişin kaç asır önce olduğunu, kimlerden önce ve kimlerden sonra olduğunu, gelirken beraberlerinde bir torba ekmek, atlara bir heybe arpa ve bir kese tütünden başka ne getirdiklerini söylemek de çok zor. Burada şimdi evler yüksek, beyaz, avlulu, bahçeli, asvat yol köy içini ileri geri dolanıyor. Anlattıklarına göre, yerlilerle dostluk etmeye çalışanlar hemen onlardan biri olmak istiyor. Komşu kızlarını yabancıya kaptırmak istemeyen köy gençleri, dünyanın dört bir yanından damatlarla skayp sohbeti yapıyor. Burada gençler çamlara, çamlar da onlara bakarak büyüdüklerinden, her şey bir başka, çok farlı ve değişerek gelişiyor. Doğayla iç içe yaşayan insanlar ortaklıklar kurmuşlar. Su kaynaklarına özel ilgi bunlardan biridir. Dağların gözüdür ayazmalar. Dağlar bizim, biz dağların. Evet, biz dağlıyız. Dayanamayız gözyaşına ayazmaların.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 11
D r.
Halide ÜMİTFER
Bir oy bir kaderdir, Tüm oylar Halkımızın Kaderidir
Sayın soydaşlarımız, 30 Mart 2014 Pazar günü, yerel seçimlerinde, seçmen kütüklerinde ismi olan hepinizi oyunuzu Adalet ve Kalkınma Partisi AK Parti’ye vermeye davet ediyoruz. Çağrımız, 100 yıllık seçme ve seçilme geleneği olan, Türk demokrasi tarihinde halkla kaynaşmış ilk yönetim ve adalet biçimi olarak gerçekleşen, başka bir elle tutulur örnek olmadığına dayanır. Bu seçimlerde, bütün Türkiye’de, AK Parti’den daha birikimli ve deneyimli, daha iyi örgütlenmiş ve daha iyi yönetebilen, güvenilir bir politik güç olmadığı ortadadır. Aranızda, “bir değişsinler, demokrasi icabıdır, şu CHP veya MHP de görev alsın,” deyenler olduğunu biliyoruz. Demokrasi, saklambaç oyunu değildir. Şu dönemde sevgi duyduğunuz bu iki partinin yerel erki ele geçirmesi, Türkiye’mizin içine kapanıp yeniden yerinde saymaya başlaması anlamına gelir. Bilirsiniz, meşrutiyet, egemenlik, cumhuriyet fikir ve gücü, büyük önder M.K. Atatürk’ün kendisi, hep bizden, bizim Rumeli’den geldi. Osmanlıyı Cumhuriyete dönüştüren ana motor bizim insanımızdı. Cumhuriyeti bir asırlık birikimle yeni daha yüksek bir aşamaya taşıma ise, artık yalnız bazı bölgesel güçlere değil, Türk ulusunda daha geniş tabana görev oldu. Bu bakıma, Türkiye’yi daha bütünsel, her açıdan daha demokratik, herkes için daha adil bir Cumhuriyete taşıma şerefi de, son 10 yılda modern Türkiye tarihini dünyayı imrendirecek şekilde yazan AK Partiye, sizlere, hepimize nasip oluyor. Yönetim güçleri ebedi değildir. Ağaç yerden kalkıp davransın, taçlanıp yayılsın diye alt dallar kesilir, doğaldır. Her açıdan baktığımızda, AK Parti halkı kucaklamış, herkese yakın ve herkese el uzatan bir yapılanmadır. Son dönemde içindeki Pensil vanya kurdunu da söküp attı. Halka hizmet yolunda yeni atılımlara şahlandı. Yükselirken görev üstlenme, kavak ağıcı gibi boş dallarla boy atma anlamına gelmez. AK Parti inkişaf ederken kafesin sorumluluk, güven ve meyvelerle dolduğunu gördük. Olmayan yerden çalınmaz ve eli boş sadaka bile veremez. Atatürk’ün 20 milyon bıraktığı Türkiye’miz 80 milyon oldu. Çadırda barınanlar gökdelenlere doldu. Biz göçmenler ev bark, iş güç sahibi olduk. Çocuklarımız tüm okullara serbesçe gitmiyor mu? Herkesin bir beklentisi vardır. Bize uzanan en yakın el AK Parti’nin her zaman dolu sıcak elidir. Hepimiz hepimiz için daha değişik bir yerel yönetim hak ettiğimizi görüyoruz. Seçeceğiniz adaylar bizim kendi insanlarımızdır. Basın açıklamasında da söylediğimiz gibi biz hepimiz OSMANLI BAKİYESİYİZ, İnanınız! Atatürk sağ olsa, halkın önüne çıkar ve AK Parti benim partim, oyunuzu ona verin, derdi. Burada ORHUN ABİDELERİNİ AYA KALDIRANI DEĞİ, ORTADOĞU, ORTAASYA’YA, AFRİKAYA, KAVKASLARA, BALKANLARA BU HÜKÜMETİN YAPTIĞI YATIRIMLARDAN BAHSETMİYORUM, BEN SADECE BULGARİSTAN’A YAPILAN YATIRIMLARI GÖRÜYOR VE KENDİLERİNİ TAKTİR EDİYORUM. Şunları göremeyecek kadar kör olmak bize yakışmaz. Ey, anti-emperyalizme sevdalı kardeşlerim. Pensilvanya kurdunu denize döktük. Bundan büyük antiemperyalizm mi olur! Ey anti-terörist kardeşlerim! PKK teröristlerine bu hükümet silah bıraktırdı. Bundan büyük anti-terörizm mi olur. Ey bölgesel politikacılar. Türkiye İsrail’e teslim oldu dediniz. İlk defa İsrail Ankara’dan özür diliyor. Bundan büyük zafer mi olur! Ey, oy vermede nereye oy vereceğini düşünen kardeşlerim. Ey, oyunu kime vereceğinde kararsız kardeşim. Ey, oy vermesem de bir şey olmaz deyen kardeşim. Bir oy bir kaderdir. Türkiye’nin bütün oyları tüm halkımızın kaderidir. Oyunu AK Partiye ver ve kaderimizi ak pak yap, güzel kardeşim! Seçim zaferiniz Türkiye’ye ve Türk Dünyasına Kutlu olsun.
Kavaklı güneş enerjisi ile aydınlanacak Bulgaristan’ın Straldzha Belediyesi ile Kavaklı Belediyesi iş birliğinde hazırlanan “Kamusal alanların aydınlatılmasında temiz enerji” projesi tanıtıldı. Belediye Başkanı İnci Tunç ve ekibinin yaptığı proje taraflı tarafsız herkesin takdirini topladı.kavakı Kavaklı Belediyesi’nin Bulgaristan Straldzha Belediyesi ile olan Güneş Enerjisi ile Sokak Aydınlatma (Temiz Enerji) Projesi ile ilgili geçtiğimiz günlerde Bulgaristan’da basın toplantısı yapıldı. Bunun ardından Cuma günü saat 11.00′da da Kavaklı Belediyesi Düğün Salonunda basına ve yerel halka proje anlatıldı. Buradaki tanıtım toplantısına Kırklareli Vali Yardımcısı Günay Öztürk, Kırklareli Belediye Başkanı Cavit Çağlayan, İl Genel Meclis Başkanı Behçet Şen, Kırklareli Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ertuğrul Ziya Çetintaş, İlçe ve Belde Belediye Başkanları ile muhtarlar ve vatandaşlar katıldı. Projenin maliyeti 674 bin 908,42 Euro Tanıtım toplantısında konuşan Kavaklı Belediye Başkanı İnci Tunç, projenin 674 bin 908,42 Euro değerinde olduğunu bunun %60′ını Straldzha Belediyesinin %40′ını ise kendilerinin kullanacağını kaydetti. Proje kapsamında İnci Deresi ve Üniversite yoluna 155 güneş enerjili aydınlatma direği dikileceğini anlatan Tunç, “Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Türkiye’de Edirne ve Kırklareli illeri ile Bulgaristan’da Burgas, Yambol ve Haskova bölgelerini kapsayan Bulgaristan Türkiye IPA sınır ötesi programı dengeli ve sürdürülebilir kalkınma başarısını elde etmek için iki bölge halkının temel ve güçlü
yönlerini ele alarak daha güçlü bir Avrupa Birliği’nin inşa edilmesine katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Avrupa birliği sınır ötesi iş birliği çerçevesinde 2. teklif çağrısında Kavaklı Belediyesi olarak lideri olduğumuz İnci Deresi ıslah projesinde partner ararken Straldzha Belediyesi ile karşılaştık. Dere ıslah projesi kapsamında görüşmeler yaparken öğrendik ki Straldzha Belediyesi güneş enerjisi ile aydınlatma projesi hazırlıyorlarmış. Bu bizi çok heyecanlandırdı. Bizde düşündük dere ıslah projesi kapsamında düzenleyeceğimiz derenin etrafını neden güneş enerjisi ile aydınlatmayalım dedik. Onların lider olduğu kamusal alanların aydınlatılmasında temiz enerji projesine ortak olduk. Projenin maliyeti 674 bin 908,42 Euro olurken, yüzde 60′ını Straldzha Belediyesi, yüzde 40′ını ise biz kullanacağız. Ayrıca proje kapsamında beldemiz sınırları içerinde kalan İnci Deresi ve Kırklareli Üniversitesi’nin beldemizde bulunan yerleşke yolunu güneş enerjisi ile aydınlatacağız. Bulgaristan 255 direk, biz de 155 direk ile yaklaşık 2 kilometre yolu aydınlatacağız. Sürdürülebilir kalkınmanın temiz, yenilebilir ve sürekli enerji kaynakları ile sağlanabileceği göz önüne alındığında, bu çevre dostu uygulama ile beldemizde güvenilir ve bağımsız sokak aydınlatılması sağlamanın yanı sıra ekonomiye katkıda bulunmayı da amaçlıyoruz.” dedi. Belediye Başkanı Tunç’un konuşması ardından Proje koordinatörü Neslihan Yanardağ, projenin detaylarını katılımcılar ile paylaştı.
Bulgaristan’da Hitler’e Doğum Günü Pankartı
Bulgaristan’da dün oynayan Levski–Liteks futbolkarşılaşması sırasında Levski taraftarları Nazi lideri Adolf Hitler’in 124. yaş gününü pankart açarak kutladı. Hitler-pankartiLoveç şehrinde oynanan, Liteks’in 2-1 galip geldiği maç sırasında Levski taraftarları, üzerinde gamalı haç bulunan bayraklar ve pankartlar açarak ırkçı sloganlar attı. Pankartların üzerindeki “Doğum gününün kutlu olsun”, “O haklıydı” yazıları dikkati çekti. Aynı gün ülke ge“Bulgaristan’ı bir günde temizleyelim” slonelinde başlatılan çevre temizleme kampanyasından da esinlenen Levski taraftarları, kampanyanın logo- ganına yer verdi. Irkçı eylemlerin yasak olduğu Bulgaristan’da polis, maçı durdurmadı. sunu kullanarak, açtıkları başka bir pankartta
Bulgar
Sanatçı’dan
sergi
Bulgar sanatçı Dr. Evgeni Velev eser- Valisi Emil İvanov tarafından açılarak salerinden oluşan resim sergisi Devecihan Kültür merkezinde açıldı. nat severlerin beğenisine sunuldu. Bulgaristan Devlet kütüphane Araştırmaları ve Bilgi Teknolojileri ÜniversiDevecihan Kültür Merkezinde açılan tesi (UNİBİT) Öğretim üyesi Dr. Evgeni Velev’in eserlerinin yer aldığı resim sergisi Edirne Valisi Hasan Duruer ile Sofya sergi 26 Mart tarihine kadar açık kalacak.
Bulgaristan’dan Kaçak Sebzeye Sıkı Denetim
Bulgaristan Tarım Bakanı Yardımcısı Yavor Geçevi sınır kapılarından kaçak sebze meyve sokulmasına karşı denetimleri artıracaklarını söyledi. Yavor Geçev, bazı vatandaşların şahsi tüketim için üç gün art arda farklı sınır kapılarından bin kilogram domates ithal etmelerinin inandırıcı olmadığını kaydetti. Böyle bir uygulamanın bundan sonra mümkün olamayacağını ifade eden Bakan Geçev, denetimlerin çoğalacağını kaydetti. İllegal ithalatın önünün kesilmesi
için bir çalışma grubu kurulduğunu ifade eden Bakan Geçev, bu grupta Maliye Bakanlığı, MVR, Ulaştırma Bakanlığı, Gıda Güvenliği Ajansı, Gümrükler Ajansı ile Ulusal Gelirler Ajansı yetkililerinin yer aldığı öğrenildi. Çalışma grubunun bundan sonra her gün 24 saat süren sınır denetimlerine başlayacağı ve bu denetimlerde TIR’ların ve 3,5 tona kadar olan hafif yük araçlarının da kontrol edileceği belirtildi. Ayrıca ülke genelindeki depoların ve mağazaların da denetleneceği vurgulandı.
Seyhan ÖZGÜR Bizden Biri Olsun
Türkiye’de yerel seçimler ile Avrupa Birliği olağan Parlamento seçimleri bu defa yakın tarihlerde yapılacağı için biz Bulgaristanlı soydaşlara heyecan yaşatmaya devam ediyor. İki vatanlı iki dilli bir topluluk olduk. Propaganda ne kadar ince hesaplanmış yapılırsa yapılsın, bazen hedefe ulaşmıyor. Hele şu Bulgaristan seçimlerini anlamak ve bu işten bir yarar sağlamak, yıldan yıla bizden uzaklaşmaya başladı. Seçim önü heyecanı, saman ateşi gibi, üç gün yanıp bir günde sönüyor. Şu AB Parlamento ateşi ise hala yanmadı, vekillerin listesi açıklanmadı, her zaman olduğu gibi bu defa da hesaplar gizli yapılıyor ve sonunda pazarda tutmuyor. Hak ve Özgürlükler Hareketi biz gençler birkaç yaşımızdayken kuruldu. 24 yaşında olan, Türkiye’de dünyaya gelen, çifte vatandaş olduğu için Bulgaristan seçimlerine de birkaç defa katılan ve şu ya da bu partiye değil, oyunu her defasında HÖH –DPS partisine veren akranlarım var. Her seçimde otobüsle Kırcaali yolunu tutan anne annem, “onlar orada kaldı desteklemezsek hakları üzerimizde kalır” diyerek yakınlarımıza hep teselli veriyordu. Yakınlarımızdan kimileri sürgündeyken onların evlatlarına o bakmış ve yine “bakmasak olmaz, onlar bizim için oralarda” sözleriyle ruh beslemiştir. Bulgaristan Müslümanları arasında “ben kopmaz ve parçalanamaz bir bütündenim” duygusu işte böyle gelişmiş ve güç toplamıştır. Hemşerilerim için “çok dürüst, çok çalışkan, çok temiz” insanlar sözlerini duyduğumda her defasında kıvanç duydum. “Biz onlardan pek çok şey öğrendik” deyenlerin hoş sohbetleri de kulaklarımı arada bir okşuyor. Birlik ve beraberlikten daha iyi bir şey olmadığını dedem ve ninemden öğrendim, derken, tekrarlamış oluyorum. Onların anavatan yolculukları çok zahmetli geçmiş. Bir defa evimizle, bahçemizle, ana annemin “hanım kızlarım” diye hitap ettiğini anlattığı tavuklarımızla, yola çıkma niyetinde ikircimli olan komşularımızla akrabalarla vedalaşma zor olmuş. Anne anneme şu göçlerin en kötü tarafı neresidir?, diye sorulduğunda, “ailelerin parçalanmasıdır evladım” cevabı basma kalıptır. Aile bütünlüğü, anne annem için en değerli olandır. Aile bütünlüğünün altında olan ise, birbirine destek vermek, yardımlaşmak, iyi kötü günde birlik olmaktır. Birlik olmanın temellerinde de ailenin bütünlüğü ve sağlıklı olması yatar. 500 bin Bulgaristan Türkünün birden sel gibi anavatana akması, bu göçün yükünü yüzde 50 hafifletmiştir. Ana babalarının anavatana yerleşme coşkusunu birlikte yaşayan çocuklar da açılan ağır yaraların daha kolay sarılmasında yardımcı olmuştur. Bu göçün en büyük özelliklerinden biri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınma dönemine rastlaması oldu. Anavatan yiyecek içecek sorunlarını, konut sorunlarını hemen hemen tarihte bırakmıştı. Türkiye halkının geleneksel Müslüman ve Türk misafirperverliğini yaşam tarzının özünde korumuş, bize kapılarını sonuna kadar açmıştı. Bulgaristan Türkleri bundan 25 yıl önce Türkiye’ye inerken beklediklerinden çok daha sıcak ve tamamen hoşgörülü bir ortam buldular. Fakat o kavuşma anlarına kavuşmazdan önce haftalarca yollarda süründük, beraberlerine aldıkları kavanoz ve kutulara sıkıştırdıkları, bohçalara sardıkları ekmekler, yiyecekler, peynirler, domatesler tamamen bitmişti. Torbalara doldurdukları sular yal olmuş, toz toprak içindeydiler. Zorlu yolculuk sabır canlarını iyice daraltmıştı. Dedemin en çok tekrarladığı sözler hep “çekiler, taşkın dere gibi akıp diner, sızılar geçer unutulur, yeni günleri yalnız biz değil, bahar yaz da bekler” diyordu. Köy yaşamı hayatı mevsimlerin nöbet devredişi olarak algılarken, büyük şehirlerde bu etki bahçe çiçekleri ve sokağımızdaki ağaçların yeşerip sararmasıyla sınırlıdır. Biz, hayata yeni giren genç kuşak, Bulgar devletinin gerek Çarlık döneminde gerekse sosyalizm ve totalitarizm yıllarında dede ve ninelerimize, ana ve babalarımıza, yakınlarımıza uyguladığı sıkıntılı politikayı, bizden önce kuşağın ve daha geriye uzanan birkaç kuşağın başından geçeni katıldığımız sohbetlerde, kahve köşelerinde, dernek toplantılarında ve anma törenlerinde öğrendik. “BULTÜRK” derneğinin bu yoldaki bilgilendirme çabaları çok etkin oluyor. Okul hayatı Türkiye’de başlayan bizler, öğrenimimizi burada bitirdik. Bulgaristan Türkleri hakkında edebiyata girmiş bilgileri Osman Kılıcın Öyküsünden, Embiya Çavuş’un “Belene” ve hapishane anılarından, Sabahattin Özbayram’ın Bulgaristan Türkleri Şiir Ansiklopedisinden, araştırmacı yazar Mehmet Türkler ile şair ve yazar Ömer Osman Erendoruk’un seve seve okuduğum kitaplarından öğrenebildim. Bu arada, üyesi olduğum BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı Rafet Ulutürk’ün soydaşların vatan yaşamından uzak kalmamaları için yürüttüğü yoğun çalışmalar ve düzenlediği etkinlikler kıvanç duymaya ve takdir edilmeye değerdir. Onun yönetiminde çıkan “Bultürk Gazetesi” ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi yayınları, bu merkezin “bghaber. org” haber, yorum ve röportajları geçmişe ait olduğu kadar, aktüel Bulgaristan politikasını kesintisiz bir bütünsellik içinde anlamamıza ve anlatmamıza yardım oluyor. Dernek görüşmelerinde hapislerde ezilmiş, “Belene” toplama kampından geçmiş kahramanlar totalitarizm yıllarını anlatırken genç kuşağı yalnız bilgilendirmekle kalmıyor, aynı zamanda her bakımdan uyarıyor.
12
Bulgaristan Türklerinin Sesi
BULGAR GİZLİ ARŞİV “Bulgarların Kökeni Türk’tür” Renginar GÜLER Yazar:Bulgar ta- yönetimince korunduğunu savunmaktadır. rihçi Stoyan Din- Bulgar topraklarının bölünmekten, Bul- T a n ı y a BELGELERİ-(1) kov, “Turan- İskit- garların da asimilasyondan Osmanlı yöB U L G A R İ S TA N ’ D A T Ü R K V E ler ve Hunlar’dan netimi ile kurtulduğunu ifade etmektedir. b i l d i n i z m i ? MÜSLÜMANLARIN “ADLARINI DEĞİŞTİRMEK”SURETİYLE UYGULANAN ASİMİLASYONUN 30.YILDÖNÜMÜNDE YAYINLANAN BULGAR GİZLİ ARŞİV BELGELERİ-(1) 2013 Yılında Sofya’da iki cilt ve 2 bin sayfa olarak yayınlanan, Bulgaristan’ın Komünist Rejim Dönemindeki Devlet Güvenlik (DS) ve diğer kurumların Gizli Arşiv Belgeleri, bu konudaki en son bilgilerdir. Bunlardan seçmiş olduğumuz en çarpıcı olanları tercüme edip yayınlamaya ve neyi kapsadığını anlatmaya devam ediyoruz: (Ömer DORUK) ÇOK GİZLİ (1.Cilt-Belge No:83- tarih 28.05.1983 sayfa 391-394) “Bulgaristan Türkleri ile karışık evlilikler yapan, İslam Dinini kabul eden Bulgarların Torunlarının Türk-Arap isimlerinin değiştirilmesi. (Başlık) BKP (Bulgar Komünist Partisi) MK (Merkez Komitesi)’nin almış olduğu ve Sekreterlik vasıtası ile tebliğ edilen karar gereğince, Bulgaristan Türkleri ile karışık evlilikler yapan İslam Dinini kabul eden Bulgarların Torunları (Pomaklar)’nın, geçen yıl ülkenin değişik vilayetlerinde başlatılan Türk-Arap isimlerinin değiştirilmesi işlemi sonuçlanmıştır. Bu güne kadar ülke genelinde karışık evliliklerden oluşan toplam 8689 şahsın ismi değiştirilmiştir. Kırcaali Vilayetinde bu konumda 5625 kişi tespit edilerek, bunlardan 4270 kişinin ismi değiştirilmiş ve bunların da 1659’una yeni adları ile Nüfus Kimlikleri verilmiştir. Burgas Vilayetinde toplam 1001 kişi tespit edilerek,450’sinin ismi değiştirilmiş. Plovdiv (Filibe) Vilayetinde 1600 kişi tespit edilerek, bunlardan 1000 kişinin ismi değiştirilmiştir. Pazarcık Vilayeti, özellikle Yeni Mahalle Köyü’nde bu konumda 463 kişi tespit edilmiştir. Belirtilen karışık evlilikler yapan kişiler, Nüfus kayıtlarında- Doğum belgeleri ve diğer belgelerden yapılan araştırmalar neticesinde tespit edilmekte ve sayıları giderek artmaktadır, bu durum özellikle Kırcaali vilayetine özgüdür.Türklerle karışık evlilikler yapan ve Müslümanlaştırılan Bulgarların büyük bir kısmı hızla Türkleşmektedir.Uzun yıllar Türklerle yaşamış ,onların ortamında (Örf-Adetleriyle) ve Müslüman Dininin de etkisiyle bu insanlar Bulgar Milli bilincini yitirmişlerdir. İsim değişikliği sırasında, Türkiye’nin yıkıcı etki ve propagandasına maruz kalan Türk milliyetçi ve Fanatik Dini çevreler tarafından desteklendiği anlaşılan bazı direniş olaylarına da rastlanmıştır. Örneğin, Kırcaali Vilayetinde Türk milliyetçisi bir şahıs, karışık evlilik yapmış ve isimleri değiştirilmekte olan kişiler arasında, uygulama yapan MVR (İçişleri Bakanlığı) Görevlilerini öldürmeleri, yeni kimlik belgelerini yakmaları, yangınlar çıkartmaları, Gösteri ve can kayıpları dahil, sair direniş yolları da kullanılarak, Türkiye ve Uluslar arası Kuruluşların dikkatini çekmek için propaganda yapan kişi mahkum olmuştur. Özellikle bu karışık evliliklere taraf ailelerde, isim değiştirmeleri sırasında Bulgaristan Türkleri çok şiddetli tepki göstermektedirler. Bu yıl 20 Mart’ta Kırcaali vilayeti, Kran, Kukuryak ve Malkoç köylerinde karışık evliliklerden oluşan ailelerin isimlerinin değiştirilmesi sırasında bir grup şahsın direnişi ile karşılaşılmıştır. Balta ve diğer aletlerle yapılan saldırıda görevli ve yardımcılarının yaralanması üzerine, MVR görevlileri de ateş açmak mecburiyetinde kalmış, bunun neticesinde iki saldırgan yaralanmıştır.Karşı koymalar diğer köylere sıçramadan önlenmiş ve isim değişikliğine sakin bir ortamda devam edilmiştir. Yine ad değişikliği işlemi sırasında Burgas Vilayeti, Karageorgiovo köyünde bu yıl 4 Mayıs 1983’te 150 kişilik Bulgaristan Türkünden oluşan bir grup, işlem yapılan ilçe binasını kuşatmıştır. Grup bağırışlarla “Irkçılar,katiller” “Gavurlar,sosyalizminiz bu mu” diyerek ıslıklamalarla,isim değişikliği yapan gruptaki arkadaşları protesto etmişlerdir. Bu sırada köyün elektrik sisteminde bir arıza meydana gelmiş ve elektrikler kesilmiştir. Gece yarısı bir ahır ateşe verilmiş ve bir Bulgar’ın evi de yakılmak istenmiştir. Aynı köyde duruma hakim olmak için çok hızlı önlemler alınmış,olaylara sebebiyet veren ve organize edenler anında tespit edilmiştir. Kırcaali ve Filibe Vilayetlerinde karışık evlilikler yapanlardan oluşan bazı grup ve şahıslar ise Vilayet Meclis ve Yetkililerini ziyaret ederek, zorla yapılan isim değiştirmelerini şikayet etmişlerdir. Bu gruplara da usulüne uygun, Partinin politikası ve Devletin İslam Dinini kabul eden Bulgar’la ilgili görüşleri ve neden isimlerinin değiştirildiği anlatılmıştır. İsim değişikliği sırasında, karışık evliliklere sahip birçok aile ve şahıs evini terk ederek kaçmış ve başka yerlere sığınmıştır. Bir kısım aileler de çalışmak için başka vilayetlere göç etmiştir. Bu arada isim değişikliği sırasında zor kullanılmakta olduğu şeklinde dedikodular da yapılmaktadır. Türk milliyetçileri, Türklere “zorla asimilasyon” yapıldığı şeklinde söylentiler yaymaktadırlar. Parti ve Devlet Yetkililerine, bu konuda şikayet mektupları ve asılsız iftiralar ile isimsiz terör ihbarları yapmaktadırlar. Gelen istihbaratlardan, ayrı-ayrı şahısların yeni isim değiştirmelerine karşı koymak veya terör eylemleri gerçekleştirmek için patlayıcı madde ve silah aradıkları tespit edilmiştir. Karışık evliliklerde gerçekleştirilen isim değişikliği, Bulgaristan Türkleri arasında bu yöndeki operasyonel çalışmaları zorlaştırmaktadır.
Türkler ve Bulgarlara” isimli kitabıyla bir anda dikkatleri üzerine çekmişti. O dönemde, bugün iktidarda olan Bulgaristan Sosyalist Partisi ile seçim koalisyonu kuran Yeşil Bulgaristan partisinin Genel Başkanlığı’nı da yürüten Dinkov, Avrasya Birliği’ni savunan isimlerdendir. Bugün ülkesi Bulgaristan’da bir anlamda “istenmeyen adam” muamelesi gören Dinkov, Bulgarların kökeninin Türk olduğunu savunması ile ünlü bir tarihçidir. Son dönemde Hazar bölgesindeki Bulgarları araştıran Dinkov, AB’den sonra Asya Birliğinin kurulacağını ardından AB ile Asya Birliği’nin birleşerek Avrasya Birliği’nin ortaya çıkacağını savunuyor. Dinkov’un kitabı ve açıklamaları iki yönüyle Bulgaristan’da tepki çekmiştir. Bulgarların kökeninin Türk olduğunu söylemesi, üstelik bunu destekleyen verileri gündeme getirmesi, eleştiri oklarını çekmesinin ilk nedenidir. Aslında gerek Türkiye’den gerekse dünyadan bağımsız tarihçilerin önemli bir kısmı zaten Bulgarların kökenini Kumanlara dayandırmaktadır. Dinkov da, Bulgarların kökenlerinin Slav olduğu tezlerini reddetmekte, bunların zaten bilimsel hiçbir veriye dayanmadığını, destekleyici verilerin bulunmadığını söylemektedir. Dinkov’a göre Panslavizm, Bulgarların kendi tarihini öğrenmesini engellemiştir. Dinkov’un, Bulgarların Osmanlı idaresi altındaki dönemini değerlendiren yaklaşımı da tepki görmektedir. Bulgaristan resmi tarih anlayışı Osmanlı dönemini, “istila, kölelik dönemi, boyunduruk altındaki dönem” şeklinde değerlendirmektedir. Dinkov ise Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında asimile edilen, etnik kökenini kaybeden hiç bir millet olmadığını, aksine milletlerin Osmanlı
Kimse
vatandaşı
Dinkov bugün içinse Türk topluluklarla daha yakın ilişki kurulmasını önermektedir. Her ne kadar Dinkov’un görüşleri Bulgaristan’da geniş bir kesime yayılamamışsa da Macaristan’daki Turancılardan sonra Bulgaristan’da da Turancı görüşün farklı nedenlerle de olsa gündeme geldiğini söylemek mümkün. * * * Bulgar Gazeteci Dimitr Nikolov’un Stoyan Dinkov ile yaptığı röportajı, Dinkov’un görüşlerinin daha geniş çevrece görülmesini sağlamak adına sizlerle paylaşıyoruz. Söyleşi ilk olarak 26 Haziran 2011 tarihli Novinar Gazetesi’nde (Bulgaristan), Bulgarca olarak yayınlanmıştır. Ardından 24 Ocak 2012′de Mehmetemin Mehmetemin’in tercümesiyle Dünya Bülteni’nde “Bulgar tarihçi: Bizi yok olmaktan Osmanlı kurtardı” başlığıyla yayınlanmıştır.) ”Yeşil Bulgaristan” partisi lideri yazar Stoyan Dinkov, aynı zamanda ünlü Bulgar şair İvan Dinkov’un oğlu. Yeni çıkan ”Osmanlı – Roma imparatorluğu, Bulgarlar ve Türkler” adlı kitabında Atilla döneminden günümüze kadar genel Bulgaristan ve Türkiye tarihini ele alıyor. Kitabında genel kabul güren ”Türk köleliği” tezine ters düşüyor. Müellife güre Osmanlı İmparatorluğu Roma İmparatorluğunun devamı ve Bulgar halkı etnik kimliğini koruma konusunda zor bir süreçte olduğu halde Osmanlı sayesinde etnik varlığını koruyabilmiştir. Dinkov’a göre Osmanlı sultanları zamanın Avrupa idarecilerinden daha toleranslı bir idare sürmüştür. Dinkov Bulgaristan’ın Türki topluluklarla çok sağlam bir ilişki kurması gerektiğinin altını çiziyor. Ona göre dünyanın geleceği birleşmekte saklı. Avrupa Birliği’nden sonra Asya Birliği’nin de kurulacağına ve sonrasında Avrasya birliğinin geleceğine inanıyor.
Bulgaristan
olmak
istemiyor
Bulgaristan vatandaşı olmak isteyenlerin sayısının bir yıl içinde iki kat azaldığı gözlendi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Margarita Popova’ya bağlı özel vatandaşlık komisyonu 20132014 raporuna göre, bu sürede 7 bin 160 kişi vatandaşlık alırken, bir önceki yıl bu sayının 18 bin olduğu aktarıldı. Vatandaşlık için en çok başvuru yapanların Makedon vatandaşları oldukları ve geçen yıl 4388 Makedon vatandaşının Bulgaristan vatandaşlığı aldığı belirtildi. Makedonya’yı, 1172 kişinin vatandaşlık aldığı Moldova izliyor.
Vatandaşlık alan yabancılar arasında Ukrayna, İsrail, Rusya, Sırbistan, Arnavutluk, Vietnam, Afganistan ve Suriye yer alıyor. Suriye’den 15 kişi vatandaşlık aldı.
nan verilere göre, emeklilik yaşına ermelerine rağmen vatandaşların yüzde 18’inin yeterli sigorta yılı olmadığı için emekliye ayrılamadıkları anlaşıldı. Bulgar vatandaşlarının emekliye ayrılabilmeleri için 65 yaşına ermiş olmaları ve en az 15 yıl sosyal sigorta ödenmiş çalışma yılı olması gerekiyor. Uzmanlar, emekliliğe ayrılamamanın en büyük sebebinin vatandaşların uzun süre işsiz kalmaları gerekçe olarak gösterildi. Devam -www.bghaber.org Kurum uzmanla-
rılabilmeleri için yaklaşık 35 sigortalı yılı, erkeklerin ise 38 sigortalı çalışma yılı olması gerekiyor. 2013 yılı içinde emeklilik sigortası yetersiz olan vatandaşların sayısının 2012 yılına kıyasla yüzde 2.1 oranında arttığı görüldü. Geçen yıl içinde 65 yaşını tamamlayan ve sigortalı yılı da bulunup ilk emekli maaşı alan vatandaşların 6 bin 823 kişi olduğu, ayrıca bunların arasında 16 kişinin 80 yaşın üzerinde olduğu, birkaç kişinin de 27 ve 75 yaşlarında emekliye ayrıldığı anlaşıldı.
Vatandaşlarının yüzde 18’i emekliye ayrılamıyor Ulusal Sigorta Kurumu (NOİ) tarafından açıkla- rına göre, bayanların normal şartlarda emekliye ay-
Bulgaristan’da yeni tip bir vatandaş oluştu. Beş kişiden biri çeşmeden su içmiyor. Beş kişiden bir bira ya da rakıyla yaşıyor. Beş kişiden biri işe gitmiyor. Beş kişidenbirisadeceyalansöylüyor.Beşkişidenbiriseçimlerdeoy kullanmıyor. Beş kişiden birinin cebinde deli raporu var vs. Bu yeni tip insanları etki altında tutup hareketlerini yönlendirmek pek zor bir iş sayılmaz. Hepe iktidarın araçlarını kontrol altında bulundurup istedikleri şekilde yapanlar, bu işinustasıolmuştur.Şunudabelirtelim,buinsanlaraanadillerinde bilgi vermemek, gazete, kitap, radyo, televizyon izleme özgürlüklerini kapmak da aynı ustalığın bir başka eseridir. Bu bilinç yıkama makinesinin çalıştırılmasında açları, yoksulları, sefilleri, birden bire çok zor durumlara itmek önemli bir yöntemdir. Ömür boyu çalışmış bir kişiyi, yaşlanınca çaresiz bırakıp sosyal yardımlarla, evlere yemek dağıtarak durumu aklamak da başka bir uygulamadır. Hıdrellez için emekli maaşlarına 20 leva eklemek de aynı cümledendir. Süre giden dolandırıcılığın esas temellinde olan gerçekleri görmemiz gerekir. Bu insanların kafasındaki korku, aman daha kötü olmasında, nasılsa dayanacağız, endişesidir. Olgun çağda olan insanlarımızın hafızasında bir defa totalitarizmin son 20 yılından kalmış devlet teröründen derin izler var. Onlar bu izleri ömür boyu taşımak zorundadır. Hafızamızı, beynimizi kuru temizlikçiye vermemeyiz. İnsanın ruhuna sinen korku psikolojisinden kurtulması zor iştir. “Belene” kampında yatmış her mahkûm, “sürgün”, “Belene”, “milis” , “DC” gibi sözleri işittiğinde ruhen birden değişir, hafızası canınca ya çöker ya ürperir, eskiden başına gelenlerin etkisi onu esir alır. Değişim, ancak yer, vatan, ortam, iş, arkadaş grubu v.b değiştirmekle, güvenli bir yeni ortamın etkisiyle olur. Bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti’nin 1989’da sınır kapısını açması, sakat bir topluluk olmamıza engel oldu. Ruhumuzu korku esaretinden kurtardı. Şimdi soydaş çocukları hayata ve geleceğe başka bir açıdan bakıyor. Bu, hepimizi çok yakından ilgilendiren bir konudur. Korku faktörünü çalıştırmanın çok değişik biçimleri vardır. Kendimizden değil de, Almanya’dan bir örnekleme getirelim: İkinci Dünya Savaşından önce ve savaş esnasında Almanların en fazla korktuğu “Hitlerin insanları canlı yaktığı ve yağlarından sabun yaptığı toplama kamplarına düşmekti.” Bu esir kamplarında Yahudi ve Çingenelerle birlikte büyük sayıda Alman komünist, sosyal demokrat, yurtsever de öldürüldü. 1950’li yıllarda Almanların korku kâbusundan kurtulmasına engel olmak isteyen Amerikalılar, “Holkost” adlı bir dizi çekerek, Almanya’da toplama kampı döneminin geri geleceği korkusunu topluma aşılamayı başardı. 30 yıl devam eden Hitler faşizmi korkusu yeni nesil de dahil, herkesi çok sarsmıştır. Bulgaristan’da Türklere, Pomaklara ve İslam dinine karşı, Tük diline ve Türk gibi yaşamaya karşı uygulanan devlet baskı ve teröründen 1990’dan sonra demokratikleşmeye yelken açan bir toplumsal ortamda tüm vatandaşların kurtulması yolları süreli aralarla tıkandı. Dehşet saçan korku ejderhası ininden çıkarılıp işe koşuldu. Hep “isimleriniz yine değiştirilecek”, “yine İslam yasaklanacak, “”yine zorla göç olacak” saçmalıklarıyla oy toplandı. Korku salanlar, bir de kendilerini koruyucu, kurtarıcı, garantör gösterdi. 25 yıl çifte standart içinde geçti. Totalitarizm döneminde rafa kaldırılan insan sevgisi (hümanizm) ilkesi, demokrasi ortamında yaşam hakkı isterken zorlanıyor. Gördüğünüz üzere, son haftalarda Türk ve İslam düşmanlığı yeniden gemiz aza aldı. Bizde, olumlu (pozitif) gelişmelerle toplumdaki etniklerin kaynaşması yolu her seçimden önce kesildi ve düşmanlıklar körüklendi. Bu gelişmeler, toplumun içinde bulunduğu genel ağır bunalımlı durumla ilintilidir. Totalitarizm döneminin mirasçıları olan Bulgar sosyalistleri ile “DC” ajanlarının,Ahmet Doğan ekibinin tolumun demokratikleşmesinden, halkın huzura kavuşmasından menfaati yoktur. Onlar şimdi, totaliter düzeni çökmüş bir yapı olarak olsa da yaşatmak isterken, esin olarak Rus örneğini buldular. Rus örneğinde önemli olan, tek partili totaliter baskı rejiminin yerine tek partili ve bir iki destekleyici minikle birlikte (HÖH / DPS gibi) çok uzun süre ayakta kalmayı sağlayabilmesidir. Putin bütün küçük politik partilerin mukavemetini kırdı ve onları dağıtarak, kendi partisinin egemenliğini güçlendirdi. Bulgaristan’da totaliter miras özellikle 2007’den sonra aynı ağıcın iki dalı şeklinde, yani bugün iktidarda bulunan Sergey Stanışev’ın BSP partisi ve geçen yılın Şubat ayında iktidardan düşen, ama meclis grubu en büyük olan, Boyko Borisov’un GERP partisi şeklinde gelişti. Bu iki partinin 2014 yılında seçim yapması çok zor oldu. Bir defa, Ukrayna olayları, Kırım Adasındaki gelişmeler, Suriye krizi, Avrupa Birliği’nin bu gelişmelere bakışı Sofya hükümetine nefes alacak alan bırakmıyor. Yalnız, AB Başkanlığı’nın Rusya’ya ambargo uygulama tehdidi, Bulgaristan’ı dondurdu. Biz hem AB üyesiyiz, aynı zamanda dış ticaretimizin ana bölümü Rusya iledir. AB ambargosu, enerjimizin % 90’nını da Rusya’dan aldığımız dikkate alındığında, yarın bitebiliriz anlamına gelir. Böyle bir ortamda Bulgar siyaseti’nde V. Putin’in politik yapılanma örneğini uygulamak pek kolay iş sayılmaz. BSP’nın GERB partisini tek başına bitirmesi olanaksız gibi.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 13 Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na Girişinin Perde Arkası Yedikıta’da
Yedikıta dergisi, Osmanlı Devleti’nin Ittihatçılar tarafından hiçbir sebep yokken adım adım nasıl Birinci Dünya Savaşı’na sokularak yıkıma sürüklendiğini, yapılan gizli anlaşmaları, rüşvetleri, ihanetleri kaleme alan bir dosya yayınladı. Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi, Mart sayısında Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıl dönümü sebebiyle savaşın perde arkasını yazdı. Tarihçi Yazar Ömer Faruk Yılmaz’ın kaleme aldığı ‘Büyük oyun büyük savaş’ başlığıyla verilen makalede, Osmanlı Devleti’nin bir yıkım niteliği taşıyan Birinci Dünya Savaşı’na nasıl itildiği anlatılıyor. “Osmanlı tarihinin dikkatle araştırılması ve değerlendirilmesi gereken bir ciheti de devletin Birinci Dünya Savaşı’na girişidir.” diyen Yılmaz, “Tarihte benzeri görülmemiş bir şekil ve kararla girilen bu savaş, devleti neticede yıkıma sürüklemiştir. Karanlık ve gizli anlaşmalar, sahte vaatler, entrikalar, rüşvetler, ihanetler ve suiistimaller hep bu savaşın içinde yer almıştır.” dedi. Makalede şu bilgiler yer aldı: ENVER PAŞA Almanya KISKACINDA “Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı macerası, Enver Paşa’nın 5 Mart 1909’da Berlin Askerî Ataşesi olarak tayin edilmesiyle başladı. Alman Imparatoru II. Wilhelm, Berlin’de kara ve deniz ataşelerine yemek verdi ve bu sırada yarbay olan Enver Bey ile yakından ilgilendi. Yaptığı özel görüşmede “Sen ülkenin başına geçince istediğin yardımları yapacağım.” vaadinde bulundu. ORDU ALMANLARIN KONTROLÜNE NASIL GEÇTI? Alman imparatoru ile Enver Bey’in konuşmasından 4 yıl sonra 27 Ekim 1913’te Almanya ile ‘Alman Askerî Islahat Heyeti’ anlaşması imzalandı. Daha önce Balkan Savaşları’nda yenilgiye uğrayan Osmanlı ordusu, yeni usullerle güçlendirilecek, yeni silahlarla donatılacaktı. Anlaşmadan kısa süre sonra heyet, Mareşal Liman Von Sanders’in başkanlığında Istanbul’a geldi. Balkan yenilgisinden sorumlu tutulan subaylar süratle emekli edildi. Genç Ittihatçı subaylar kumanda mevkiine geçirildi. Osmanlı ordusunun her şeyi Almanlara teslim edildi. Öyle ki, Alman imparatoru, subayların seçimi ve tayini ve subay heyetlerinin belirlenmesi ile ilgili emirler yağdırıyordu. ISMET INÖNÜ’DEN ACI ITIRAF Bu sırada binbaşı rütbesinde olan Ismet (Inönü) Bey bu teslim oluşu şöyle tenkit ediyordu: “Bir devletin orduda, siyasette, memleket idaresinde sır denebilecek nesi varsa hepsi yabancı devlet memurlarına emanet edilmişti. Alman Islah Heyeti memleket içinde olup bitenleri, günü gününe takip eder durumdaydı.” ENVER PAŞA’NIN YILDIZI NASIL PARLATILDI? Birinci Balkan Savaşı’nda Çatalca’ya kadar gelen Bulgarlar, Yunanistan ve Sırbistan’ın kendi topraklarına göz dikmesi üzerine geri çekilmek zorunda kaldı. Yarbay Enver Bey bu fırsatı kaçırmadı. Bulgaristan’ın bırakıp çekildiği Edirne’ye gitti ve ‘Ikinci Edirne fatihi (!)’ olarak anılmaya başlandı. Enver Bey esasen Harbiye Nâzırlığı’nı istiyordu. Ancak Talat Bey, Harbiye Nâzırı Ahmed Izzet Paşa’dan memnundu ve Enver Bey için bu bakanlığın erken olduğunu söylüyordu. Ittihatçıların baskısı sonucu Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, Nişantaşı’ndaki konağına giderek Ahmed Izzet Paşa’yı istifa etmeye ikna etti. Enver Bey, 18 Aralık 1913’te albaylığa, 19 gün sonra, 1 Ocak 1914’te paşalığa ve Harbiye Nâzırlığı’na getirilerek ikbal merdivenlerinde çok hızlı bir şekilde yükseltildi. 33 YAŞINDA Harbiye NAZIRI OLDU 33 yaşındaki Enver Bey artık Enver Paşa idi ve 1914’te Sultan Abdülmecid Han’ın oğlu Şehzade Süleyman’ın kızı Naciye Sultan’la evlenerek saraya damat da oldu. Enver Paşa’nın Harbiye Nâzırlığı’ndan Avrupalı devletler ve bilhassa Alman imparatoru çok memnun olmuştu. Çünkü çok sadık bir Alman dostu, Osmanlı Devleti’nin idaresini eline almıştı. Enver Paşa, ilk iş olarak Almanlarla başlattığı ilişkileri daha da geliştirdi ve Alman Askerî Islahat Heyeti’nin faaliyet ve yetkileri genişletildi. SAID PAŞA’NIN YALISINDA YAPILAN GIZLI ITTIFAK 1 Ağustos 1914’te Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan etmesiyle Birinci Dünya Savaşı resmen başlamıştı. Bu gelişmenin hemen ardından Sadrazam Said Paşa’nın Yeniköy’deki yalısında Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Meclis Başkanı Halil Bey ve Istanbul’daki Alman Sefiri Baron Von Wangenheim bir araya gelerek gizli bir anlaşmaya imza attılar. Bu anlaşma, hükümetin diğer üyelerinden bile gizlenmiş ve hatta kimseye söylenmeyeceğine dair yemin ettiler. Maksat, Osmanlı devletini savaşa sokmaktı. Devamı var
Bulgaristan´da A.Parlamento seçimleri 25 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, Halk
Meclisi’ne hitaben yaptığı konuşmasında, ülkemizde Avrupa Parlamentosu seçimlerinin 25 Mayıs’ta yapılacağını açıkladı ve seçimlerin reformların gecikmesine yol açmamasını ümit ettiğini belirtti. Parlamento’daki siyasi partilerle gerçekleştirdiği danışmaların sonuçlarını özetleyen Plevneliev, tarım, turizm ve enformasyon teknolojileri konularında uzlaşı sağlandığını ifade etti. Devlet Başkanının sözlerine göre altı yıldır Bulgar ekonomisi aynı yerde sayıyor, haneler, küçük ve orta ölçekli işletmeler ise bundan en çok zarar görüyor, yoksulluk, işsizlik ve ekonomik persepktifin yokluğu Bulgarlar tarafından en büyük sorunlar olarak algılanıyor
Memleketim!!!
Arda nehri boyunca topraklarda kadmiyum, arsenik ve krom gibi ağır metaller bulundu. Dünyaca ünlü ekoloji bilim adamı Prof. Dr. Mariya Zlateva Kırcaali’de verdiği basın toplantısında, “Bu metaller kanal yoluyla topraklardan bitkilerin köklerine geçiyor ve insan kanına giriyor. Çocuk organizması için çok tehlikelidir” diye kaydetti. Prof. Dr. Zlateva, Kırcaali Dr. Atanas Dafovski Hastanesi’nde görevli hekim ve hemşireler önünde ko-
Bulgar çocuklarının yarısı fakirlik riskinde Bulgaristan’da çocuklara ait milli ağ bir rapor sundu ve bu rapora gore Bulgar çocuklarının %51’inden fazlası fakirlik riskinde yaşıyor.Avrupada ortalama oran %27. Çocuk fakirliği ile mücadele için velilere vergi kolaylıkları, aileler için aile üyesine gore vergi uygulanması, çocukların bakımı için yeteri kadar hizmet ve ulaşımı mümkün olan fiyatların sağlanması ve tek başına çocuk yetiştiren velilere devamli desteğin sağlanması öneriliyor.
Büyükşehir 62 Km’lik bisiklet yolu yapıyor
Türkiye’ye örnek gösterilen projemiz kapsamında Adapazarı, Serdivan ve Erenler ilçelerinde 62 km uzunluğunda bisiklet yolları yapacağız. Ayrıca 500 adet bisiklet durağı da çalışma kapsamında kurulacak. Bisiklet yolları ihalesine 25 Nisan Perşembe günü çıkıyoruz” diye konuştu. Kent İçi Bisiklet Yol Ağı Yapım İşi yapım işi ihalesi, Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Dairesi Başkanlığı tarafından, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 19′uncu maddesine göre, açık ihale usulü ile ihale edilecek. İhale, Büyükşehir Belediyesi İhale Toplantı Odası’nda 25 Nisan Perşembe günü saat 14.00′da yapılacak. İhale ile ilgili ayrıntılı bilgiye Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Dairesi Başkanlığı 444 40 54 no’lu telefondan ya da Büyükşehir Belediyesi Resmi Sitesi İhale Duyuruları bölümünden ulaşılabilir.
Yurtdışında Çalışan Bulgarların Sayısı Yurtiçindekileri Geçti Yurtdışında çalışan Bulgaristan vatandaşının ülkede çalışanlardan daha fazla olduğu ortaya çıktı. Yurtdışında çalışan Bulgaristan vatandaşının ülkede çalışanlardan daha fazla olduğu ortaya çıktı. Bulgaristan Yatırımlar Ajansı’nın verilerine göre yurtdışında çalışanlara daha yüksek ücret verildiği için gurbette çalışan vatandaşların sayısının 2,5 milyona yükseldiği, ülke içinde çalışanların sayısının ise 2,2 milyona gerilediği görüldü.
ARSLANTAŞ
Memleketim,
Arda nehri boyunca topraklardaki ağır metaller çocukların sağlığı için tehlikeli
Büyükşehir Belediyesi ulaşımda yeni bir dönemi daha başlatıyor, 62 kilometrelik bisiklet yolu kazandırıyor. Ulaşım Dairesi Başkanı İsmail Yolcu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın büyük destek verdiği bisiklet yol ağı yapım işi ihalesini 25 Nisan Perşembe günü gerçekleştireceklerini açıkladı. Büyükşehir Belediyesi ulaşım yatırımlarını tüm hızıyla sürdürüyor, şehri yeni bisiklet yollarına kavuşturuyor. Ulaşım Dairesi Başkanı İsmail Yolcu yaptığı açıklamada bisiklet yolları projesi ile ilgili bilgi verdi. Yolcu, ” Büyükşehir Belediyesi olarak ulaşımda yeni bir vizyonu daha hayata geçirme hedefimizle bisiklet yol ağı ve kent içi bisiklet kullanımını arttırma çalışmalarımıza hız verdik. Hazırladığımız projeye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da büyük destek verdi.
Ş a k i r
Şimdi şu ikisinin de vatandaşı olduğumuz (çifte vatandaş), hatta üçünün de vatandaşı sayıldığımız Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa Birliği (üçüz vatandaş) yapılanması arasında çok büyük farklar var. Bir defa insan yalnız Türkiye’yi iyi bildiğinde Bulgaristan’da alışıp yerleşirken zorlanıyor. Bu yetersizliği, gelip bizde Teknik Üniversite okuyup elektronik mühendisliği olmuş bir bayanla sohbet ederken bile, söz elektronikten hep “lütenitsaya” kayıyor. Varna Üniversite’sinden çıkmış gençler ise, konudan konuya atlarken “Rus turist kızlardan” söz etmeden yeni konuya geçemiyorlar. Kuşkusuz insanın gençliğinin renkli geçmesi çok iyi, ufuk açılır. Gençlerimizin de aktifliği sayesinde olacak, Bulgaristan’ın nüfus sayısı ve modern yatırım merkezi olarak üçüncü şehri alan Varna, geçen yıl Plovdiv’i (Filibe) 3 bin nüfusla geride bıraktı ve ikinci büyük şehrimiz oldu. Varnanın en büyük özelliği kuşkusuz Karadeniz İncisi olmasıdır. Son 25 yılda Bulgaristan’da en fazla otel ve sayfiye merkezi Varna koylarında inşa edildi. Bizim Bulgaristan’da henüz Anayasa Mahkemesi katlarında olan, “Yabancılara Toprak Satmayı Yasaklayan” bir kanun var. Bu yasaya göre, bir yabancı Bulgar vatandaşı olmadan gidip kendi adına istediği yerden istediği kadar taşınmaz alıp mülküne geçiremez. Fakat para sayıp almak istediği ofis ya da daire olduğunda ve seçtiği konut bir apartman binasının zemin kat üstündeyse tapulu mülk edinebilir. İşte bu yasaya dayanarak Varna içinde ve etraf sayfiye köylerinde yeni inşa edilen konaklama merkezlerinde son dönemde çok daire satın alan Ruslar artıkça artıyor. Bu arada, gelmelerine deyeceğimiz yok, gelene “Hoş Geldin”. Onlardan artık Türkiye sınırına kadar sahi şeridi boyunca uzananlar az değil. Varna nüfusunun üçte biri artık Rus kökenli vatandaşlardır. Şöyle düşünmem doğru mudur, dersiniz? Bulgar taşınmazlar pazarının inicisi olan Varna’ya bu denli akın varken, Rusya vatandaşları yarın öbür gün, henüz yakında demiyorum, örneğin birkaç zaman sonra yani Varna il nüfusunun % 51’ini oluşturduklarında, bir referandum (halk oylaması) yaparak, (Kırımda yaptıklarını yapabilir), durumun vaziyetini değiştirip, kantarın topuzunu Moskova’ya çevirdiklerinde, istesek de istemesek de, biz, yani hepimiz yalnız Varnasız değil, bir de VATANSIZ mı kalacağız? Diye sormaya başladım kendi kendime… Bizde insanlar ana kara yolu ve tren istasyonları etrafına göç edip toplanıyor. Ruslar ise, petrol boru hatları boyunca yeni yerleşim yerleri kurup, oralara odaklaşıyor, diye bilir miyiz? Şu “Güney Akım” doğal gaz boru hattı var ya, Varna’dan başlıyor, oraya toplanmaları doğal karşılanmalı öyleyse… Yoksa yine ters mi düşünüyoruz? Böyle saçmalarken, bazı şeyleri pek açmak istemiyorum, tabii. Nedense ağır geliyor. Son zamanda içim sızlamaya başladı. Varna’da artık 28 okulda Rusça okutuluyor. Varna Belediyesinde bu konu açıldığında nedense “ana dil” tabiri kullanılmıyor. Ruslar “ana dil” yerine, “rodnoy yazik” yani “vatan dili” diyorlar. Onlar hakikatten büyük bir millet. VATANI analarından öne koymaları, kendi kendini anlatıyor. Yorum yapmamıza gerek yok. İkinci Dünya Savaşı’nda da “Umirayu za Rodinu” (Vatanım için ölüyorum!” diye diye kazanmışlar zaferleri ve gömmüşler Hitler canisini cehennemin dibine. Bu konunun büyük yazarı Konstantin Simenov’u okumaya yeni başlamışsanız, daha birinci cilt bitmeden cebinizde kuru mendil kalmaz. Çok büyüklerin hayatı hep bir trajedidir. Onun ki de, farklı değil. Onun kahramanları “Za Rodinu!” yani (Vatan Uğruna) öldüklerinden, hayalet güçler bir gün kapısına gelip “Vatan” ı “Stalin” le değiştir, “Za Stalinu!” (Stalin için Ölüyorum!) diye yaz!, emrini verdiklerinde, canına kıydı. İşte böyle, o da “VATANI İÇİN ÖLDÜ!” Artık Vatanı için ölen kaç yazar kaldı ki!? Dâhilik budur işte! Yazar olmak kolay da, büyük yazar olmak çok zor. Hem de, oradan burada çalmadan, pudralayarak satmadan, her an kırılmaya hazır bir kalemle onu kaderin ateşinde sivriltip yazmak çok mu, çok ama çok zor bir iş… Etrafınıza baksanıza, Ahmet Şeriften başka “Ben, Vatanımı bir Türk olarak sevdim!” deyebilen bile çıkmadı. Yaş soğut kütüklerinden alev çıkmaz deyenler, dün olduğu kadar bugün de haklıdırlar. Haklı olmak ne güzel bir şey, değil mi! Ne yazık ki, haklı olmak, eldeki somun değil, parçalayıp başkalarıyla bölüşesin ve yiyenlerin hepsi haklı olmanın ne olduğunu seninle birlikte ve senin kadar olmasa da, biraz olsun, hissedebilsinler. Haklı olmak haksız olmaktan bin defa değil, yerden göğe kadar iyidir. Ne yapalım hayat böyle, bazen haklı ve haksız olma arasında amansız bir kavgadır hayat. Büyük Nazım’ın Sovyet edebiyat kalemşorları arasında en sevdiği yazarlardan bir dehaydı Konstantin Simenov. Nazım “memleketim” dediği VATAN’ ı Türkiye’nin emperyalizmin ökçesi altında ezilmesine dayanamadı. Kalem ve kader dostu Simenov da Vatanını Stalin’le değiştirmedi. Stalin’in “Kızıl Meydan”daki büstü 5 kez dikildi 6 kez söküldü. O meydandaki “sönmeyen ateş”in adı hala “Vatan İçin Can Feda Edenlerin Ebedi Ateşi”dir. Yaz kış, yanmaya devam ediyor.
Devamı www.bghaber.org
14
Türkler iz bırakmadan ülkelerine geri döndü-1
Osmanlı’nın çöküş yıllarında savaşlardan ve sefaletten kaçan 450 bin kişi Amerika’ya göç etti. Rumlar ve Ermeniler burada yeni bir hayat kurdu. Türklerin ise neredeyse tamamı geri döndü. Son yıllarda yapılan akademik çalışmalar Türklerin kısa Amerika macerasına ışık tutuyor B A Ş L A R K E N … Amerika’yı göçmenler kurdu. İngilizler, Hollandalılar, Almanlarla başlayan hikâyenin en tanınan aktörleri İtalyanlar, İrlandalılar, Yahudiler oldu. Osmanlı’dan gelen Ermeniler ve Rumlar bu öyküde kendince bir iz bıraktı. Türkler ise aynı umutlarla ‘Yeni Dünya’ya geldikleri halde uzun süre kendilerini ön plana çıkaramadı. Oysa Türklerin Amerika macerası geçen yüzyılda başlamıştı. - Akademisyenlerin ‘birinci dalga’ dediği Osmanlı’dan gelen ilk göçmenler para kazandıktan sonra ‘Hıristiyan bir ülkede gömülmemek için’ Türkiye’ye geri döndü. - 1960’lı yıllarda gelen ‘ikinci dalga’ mühendisler, doktorlar,askerlerdenoluşuyordu.Modernveeğitimliydiler. Çoğu Amerikalılarla evlenerek burada yeni bir hayat kurdu. Ancak hızla asimile oldukları için hiçbir zaman güçlü bir topluluk haline gelemediler. - Avrupa’ya göç etmenin iyice zorlaştığı 1980’li yıllarda özellikle Karadeniz ve İç Anadolu’dan gelen yaklaşık 200 bin kişi ise hemşehrilik bağlarıyla birbirine kenetlendi ve ilk kez ciddi bir Amerikalı-Türk topluluğu kurdu. ABD’de bugün 500 bine yakın Türk kökenli vatandaşın yaşadığı düşünülüyor. Yazı dizimizde bugünden itibaren üç gün boyunca onların maceralarını, hayallerini, yaşadıkları zorlukları anlatacağız. Elbette onlara dair yazılacak çok şey var. Türk kadınlarının göçü, 90’lı yıllarda gelen eğitimli kesimin entegrasyonu, her yıl özellikle doğu yakasına akın eden öğrencilerin faaliyetleri, farklı cemaatlerin ülkedeki artan etkinliği, Amerikalı-Türklerin siyasetle imtihanı ayrı birer dizi konusu olabilir. Ancak konuyu sınırlamak zorunda olduğumuz için biz akademisyenlerin tanımladığı üç dalga göçmen topluluğunu ve özelliklerini mercek altına almakla yetineceğiz. Kaynak: Osmanlı’dan Amerika’ya göçü anlatan akademik çalışmaları bir bölümü Profesör Kemal Karpat editörlüğünde ‘Turkish Migration to the United States’ kitabında toplandı. Yazı dizimizdeki tarihi bilgilerin büyük bölümü bu kitaptaki araştırmalardan derlenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Amerika’ya ilk gidenler Rumlar ve Ermenilerdi… Özellikle 1909’da gayrimüslimler için askerliğin mecburi hale gelmesinden sonra birçok genç yurtdışına kaçmak için fırsat aramaya başlamıştı. 1910 yılında İstanbul’da yapılan bir araştırma askerlik çağındaki Hıristiyanların üçte birinin Amerika’ya gittiğini göstermişti. Osmanlı’dan Amerika’ya ilk yola çıkanlar Rumlardı… Araştırmacı ve tarihçi Rıfat Bali’nin çalışmalarına göre 1821-45 yılları arasında Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarından 156 bin, Anadolu’dan ise 205 bin Rum Amerika’ya göç etmişti. ‘Neden Geldim İstanbul’a’ isimli şarkının orijinali olan ‘Neden Geldim Amerika’ya’ 1920’li yıllarda Ahilleas Pulos isimli bir Rum tarafından New York’taki bir Osmanlı kahvehanesinde kaydedilmişti.
KAFE ŞELALE
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Samsunspor’dan bir transfer daha PTT 1. Lig ekiplerinden Samsunspor, Kasımpaşa’dan Bulgar futbolcu Nikolay Dimitrov’u transfer etti. Samsunspor Kulübü Başkanı Emin Kar yaptığı açıklamada, 2. devrede takımı güçlendirmek için transfer çalışmasını sürdürdüklerini söyledi. Teknik Direktör Besim Durmuş’un raporu doğrultusunda 6 futbolcu transfer ettiklerini belirten Kar, ”Özellikle forvette yabancı bir oyuncu almak için çalışmalarımızı sürdürdük. Ancak yabancı kontenjanımız dolu olduğu için Emmanuel Mazuwa Nsumbu’nun kendisine takım bulması için zaman tanıdık. Kendisine takım bulamayınca bugün kendisi ile görüşerek karşılıklı anlaşarak sözleşmesini fes ettik. Yabancı kontenjanımız boşalır boşalmaz Kasımpaşa’da oynayan Bulgar futbolcu Nikolay Dimitrov ile prensip anlaşmasına vararak kendisini resmi imza atması için Samsun’a davet ettik. Resmi sözleşmeyi imzalatır imzalatmaz deplasmanda pazar günü oynayacağımız maç için Kütahya’ya gönderdik” diye konuştu.
Kar, Tavşanlı Linyitspor maçında teknik direktör Durmuş’un 18 kişilik maç kadrosuna dahil ederek oynatabileceğini sözlerine ekledi. Bu arada Samsunspor, Tavşanlı Linyitspor maçının hazırlıklarına Antalya Tinatik Otel’de devam etti. Teknik Direktör Besim Durmuş yönetiminde çalışan kırmızı-beyazlı futbolcular, düz koşu ve kültür fizik hareketleri yaptı. İdman taktik ağırlı çalışmayla son buldu. Karadeniz ekibinin idmanın ardından pazar günü oynayacağı maç için Kütahya’ya otobüsle hareket ettiği bildirildi.
Bulgaristan’a gelecek Rus turist Turoperatörler Bulgaristan’a gelecek Rus turist oranında yüzde 20’lere kadar artış tahmın ediyor. Bulgaristan yaz tatil paketlerinin satışı Rusya’da tüm hızıyla sürüyor. Rus turoperatör şirketlerinden uzmanlar Mayıs tatil paketlerinin neredeyse tümünün satıldığını hatta Eylül ayına kadar rezervasyonların sürdüğünü belirtiyor. Bulgaristan’da yaz tatilini geçirmek için Rus turist sayısının yaklaşık yüzde 10-20 oranla artacağı bekleniyor. Rus turizm şirketleri, gün geçtikçe daha fazla Rus vatandaşın tupoperatör hizmetlerini kullanmadan rezervasyonunu kendi başına yaptığını açıklıyor. Erken rezervasyonlarda gözle görülür bir artış var, çünkü fiyatlar yaklaşık yüzde 30-40 oranında daha düşük.
‘F klavye bilenler hayatta 1-0 önde!’
Türkiye’yi uluslararası klavye yarışmalarında temsil eden Uluslararası Bilgi İşlem Federasyonu Türk Grup Başkanlığı (Intersteno-Türk) Yönetim Kurulu üyesi Sevilay Gündoğdu, Türkiye’de F klavye öğreniminin yaygınlaştırılması gerektiğini belirterek, F klavyenin zekâyı geliştirdiğini savundu. f klavyeF klavyeyi 10 parmak kullanabilen kişinin daha az enerjiyle daha hızlı şekilde yazmasının mümkün olduğunu dile getiren Gündoğdu, “Sadece 2 harften oluşan ’az’ kelimesini bir Q klavye kullanıcısı 1 saniyede, 10 parmak F klavye kullanabilen kişi ise saniyenin onda biri hızla yazar. 2 bin kelimelik bir
raporu Q klavye kullanan bir kişi yaklaşık 2 saatte, 10 parmak F klavye kullanabilen kişi 30 dakikada yazar” dedi. Gündoğdu, Türk yarışçıların, 1957’den bu yana F klavye ile katıldıkları uluslararası yarışmalarda, 32’si rekor olmak üzere 67 şampiyonluk elde ettiğini belirtti. ‘Rahatlıkla iş bulunabilir ’ Şampiyon F klavyecilerden Recep Ertaş ise F klavye bilmenin iş yaşamında avantaj sağladığını ifade etti. Ertaş, “Çocuğunuza F klavye öğretirseniz bir meslek öğretmiş oluyorsunuz. F klavye bilenler hayata 1-0 önde başlar. Başta adliyeler olmak üzere bir çok yerde rahatlıkla iş bulabilir” dedi.
1913 Sofya
www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK
Mehmet Akif Cad.İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Merter-Parkı No.1 (Green Parkın Yanı) Güngören İstanbul
+90 212 554 30 47 / +90 212 554 83 35
Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı
Semra HÜSEYİN Genel Yayın Yönetmeni
Rafet ULUTÜRK
Genel Yayın Müdürü Dr.Nedim BİRİNCİ
Yayın DanıSmanları:
Cevatpaşa Mah.Gökhan sk.No.23 Bayrampaşa İst.
www.bestcoffee-coffeehouse.com
+90 212 537 46 79 /
Prof.Dr.Hayati DURMAZ Diş Hekim İsmail ALİOĞLU Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK D o c . D r. S a k i n Ö N E R Doç. Dr. Emine İNANIR D o c . D r. H a s i n e Ş E N Diş Hekimi Halide ÜMİTFER
Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:
Osmanlıca mezar taşları kaldı
Amerika’ya ilk gelen Türklerin en yoğun yaşadığı kentlerden biri Peabody idi. Bugün onlardan geriye yalnızca Osmanlıca yazılmış birkaç mezar taşı kaldı. Hikâyelerini İpek Üniversitesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Işıl Acehan ile konuştuk ABD’nin doğu yakasında, Boston kentine yarım saat mesafede küçük bir şehir Peabody. Bir zamanlar dünyanın en büyük deri üreticisi olan bu kentin bugünkü hali en nazik ifadeyle ‘gösterişsiz’ olarak tarif edilebilir. Boş fabrikalar, metruk binalar, yol kenarlarında birikmiş kar ve çamur arasında şehrin belki de en güzel köşesi Cedar Grove Mezarlığı… Dar yolları, düzenli adalarıyla, ağaçlarla çevrelenmiş bu arazi baştan aşağı huzur dolu. Şubat ortasında burayı ziyaret etmemizin nedeni mezarlığın arka bölümündeki esrarengiz mezar taşları. Etraftaki irili ufaklı haçların arasındaki taşlarının üzerindeki karı temizlediğinizde karşınıza Osmanlıca yazılar çıkıyor. Mezarlık kayıtlarına göre Mustafa kalp krizinden, bir başkası 70’li yaşlarda tüberkülozdan hayatını kaybetmiş. Geçen yüzyılın başında zengin olma hayalleriyle Peabody’ye gelmiş 200 Türk ve Kürt burada uyuyor. Peabody ve çevresindeki kentler 1900’lü yılların başında Osmanlı İmparatorluğu’nun minik bir kopyasını andırıyordu. Şehrin merkezindeki Walnut Sokağı’nda, Rumlar ve Türkler yurt benzeri evlerde topluca kalıyordu. Yerel gazetelere göre o dönemde nüfusu 15 bin civarı olan kentte ki Türklerin sayısı en az 1600’dü. Bunların 101’i aynı evi paylaşıyordu. O günlerde Osmanlı Sokağı olarak bilinen bu sokak Rum ve Türk kahvehaneleriyle donanmıştı. Peabody’ye göç eden Osmanlılar üzerinde en kapsamlı araştırmaları yapan tarihçi Işıl Acehan’a göre burada sohbetler, yemekler ve hatta kavgalar bile tanıdıktı. Türkler bu sokağın dışına fazla çıkmıyor, yerel halk da iri, bıyıklı adamların yaşadığı bu sokağa çocukların girmesini yasaklıyordu. Columbia Üniversitesi’nde öğrenci olduğu yıllarda (1911-13) Peabody’yi ziyaret eden gazeteci Ahmet Emin Yalman, dönem dönem gazetelere düşen kavgalara rağmen Osmanlıların genel olarak birbiriyle iyi geçindiğini yazmıştı. Kahvehanelerde İstanbul’dan gelen gazeteler topluca okunuyor, Ermeniler ve Rumlar gerektiğinde Türkler için çeviri yapıyor, hatta onlara İngilizce öğretiyordu. Dünyanın en büyük deri üreticisi olan Peabody’de 1860 ve 1880’li yıllarda yaşanan büyük grevlerin ardından vasıfsız işler tamamen göçmenlere kalmıştı. Yalman 1913’te şehre geldiğinde genç bir Rumun, Türklere işçi hakları ile ilgili nutuk attığına şahit olmuştu. Şehre ilk geldiklerine grev kırıcı olarak nam salan Türkler, 1918 yılında artık kendileri de greve gidiyordu. Türkler’in çoğu hayallerine kavuşmuştu. İyi para kazanıyorlardı. Hatta Kurtuluş Savaşı’na yardım bile ediyorlardı. Dr. Mehmet Fuad, 1923 yılında Peabody ve diğer kentlerden yetimler için 100 bin dolar (bugünkü değeri 1.5 milyon dolar) bağış toplamıştı. O gün bağış yapanların büyük bölümü ise Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından memleketlerine döndü. Bugün sanayi mahallesini andıran Osmanlı Sokağı’nda yüz yıl öncesini hatırlatan tek iz 1914 yılında kurulduğunu gururla ilan eden bir Yunan restoranı. Devam edecek
BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK
Türklerden geriye yalnızca
Nafiye YILMAZ Av. Hasan MOLLAOĞLU Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM Muazzez YURDAKUL Filiz SOYTÜRK Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Neriman ERALP Aydın FİDAN
İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 477 61 10 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91
Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Star Medya Yayıncılık A.Ş. Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK
Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.
www.bulturk.org
Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan
Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:
Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Emel BALIKÇI Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Mehmet KRAL Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ
TÜRKİYE-Ankara:Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. BPaşa-500 Evler: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar: Müjgan DENİZ ist. Başakşehir: Ayten ERDEM ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKE Mersin : Ferda ER
Bulgaristan Türklerinin Sesi 15
D r. M ü j g a n DENİZ
EBugünkü s k Walnut i Sokağı, O sbirm anlı zamanlar
Sokağ
Osmanlı Sokağı olarak tanınırdı. Rumlar ve Türkler, Osmanlı kahvehaneleriyle bezeli sokakta birlikte yaşardı. Bugün metruk binalarla dolu sokakta o günlerin izini taşıyan tek şey 1914’te kurulmuş bir Rum restoranı. Türklerden ise hiçbir iz yok. Gergin ve sokakları protestolarla dalgalı geçen YARIN: 1950’lerde gelen eğitimli 2013 yılından sonra 2014 yılı Bulgaristan politikası Türkler neden hemen asimile oldu? Türk için yeni renklerle geldi. 12 Mayıs 2013 tarihinde derneklerinin tohumları nasıl atıldı?
Stratejik Vazife
yapılan parlamento seçimlerini kazanamayan Sosyalist Parti (BSP), etnik bir parti olmadığında 25 yıldan beri ısrar eden ama hep Türk ve Müslümanların oylarıyla meclis giren Hak ve Özgürlükler Partisi, ilk kez olmak üzere geçen sene birkaç çok önemli değişiklik yaşadı. Osman Oktay, Güner Tahir gibi Bulgaristan Türk ve Müslümanları arasından sivrilen ve HÖH Genel Başkan yardımcılığına yükselmiş olan kadroların tavsiye edilmesiyle başlayan yeni süreç (yıkım süreci) şöyle devam etti. HÖH Başkan Yardımcısı Kasım Dal ve MYK üyesi İsmail Kroman da kullanılmış selpak kâğıdı gibi sokağa atıldılar. HÖH merkezinden Özel Kalem Müdürü Ahmet Emin ve Sofya İl Örgütü Başkanı Kristo Botev gibi partinin esas kadroları sebebi hala açıklamayan nedenlerle intihar etti. Partide tepeden tabana hızlı çözülme başladı. HÖP iç çelişkileri o denli derinleşip sivrildi ki, Kuzey Bulgaristanlı milletvekillerinden Sever ile D-r Tabakov mahkemelik oldu, sonunda Varna hapishanesini boyladılar. Herkes girip çıkıyor onlar içerde yatıyor. Bu işlerin ardında Ahmet Doğan oyunları olduğunu bilmeyen yoktur. Yoktur çünkü 2013 meclis seçimlerinde HÖH partisine 250 bin öz Türk seçmen oyunu verilmiştir. Bu, HÖH tarihinde bir politik kaza olmakla birlikte, yepyeni bir sayfa açtı. Bu sayfanın adı “Ya ayağınızı denk alırsınız ya gidersiniz” dir. Seçmen HÖH’e 2013’te art arda birkaç ders verdi: İkinci ders de Rusya’nin Bulgaristan politik ortamındaki önemli ajanlarından sayılan Ahmet Doğan’ın meclis oyunuyla olmak üzere medya mafyası şefi Delyan Peevski’yi gizli güvenlik servisi DANS Başkanlığına atamasına tekiler oldu. Birinci tepkisinde sandığa gitmeyen seçmen, ikinci tepkisinde HÖH Başkanı’nın kendi başına, yönetime ve halka danışmadan dayattığı kararları suya düşürmesinde kendini gösterdi. Bu iki olan Bulgaristan kamuoyunu çok etkiledi. Bu iki gelişme, 19 Ocak 2013’te Sofya Kültür Sarayı (NDK) 9. salonunda HÖH 8. Olağan kurultayı yapılıyordu. Genç parti delegelerinden Oktay Yenimehmedov’un kaşarlanmış, partiyi babasının mirası ya da gizli polis “DC” şubesi haline getiren, seçmene ve halkıma koyun gibi muamele eden, HÖH Başkanı Ahmet Doğan’ın kafasına tabanca dayadı. O an, kükreyen tepkilerden, tarif edilmesi olanaksız olan son derece büyük etkiden, buyük bir hareket çıktı ve güç aldı. Bu önemli olay Bulgaristan Türklerinin HÖH – DPS Partisinin kökten yenilenmesi isteğini dile getirirken, bu dönüşü olmayan gelişmeyi ne Ahmet Doğan’ın kendisinin, ne onun özel ve devlet tarafından görevlendirilmiş zırhlı korumalarının, ne yeni ve eski gizli ya da üniformalı polisin engelleyemeyeceğini, gemleyip durduramayacağını gösterdi ve ispatladı. 19. Ocak 2013 günü Bulgaristan Türkleri Tarihin için olduğu kadar, tüm yeni Bulgar tarihinde de çok önemli bir gündür. Bu olay doğru okunmadan Bulgaristan’da Geçiş Dönemi tamamlanamaz, demokratikleşme yapılamaz, yeni bakış açısı asla yerleşemez. O gün Bütün Bulgaristan deprem geçirdi. Ağzı açık bakanlar dil yuttu. Olay bütün tüm iletişim araçlarının gözü önünde, TV programlarının açık olduğu bir ortamda, dış gözlemcilerin, konukları ve politik kamuoyunun gözü önünde oldu. Önemli olan bu olay bir tuzak falan olmayıp, hoşnut olmayan ve kötü gidişatı durdurmak isteyen bir kitle patlaması ifadesi oldu. Oktay, Bulgaristan’da elini kolunu sallayarak politika yapma zamanının son biletini kesti. Davası görülen, aklanan, dosyası kapanan, haklı bulunan ve halkın gönlünde bir kahraman olarak taht kuran genç Oktay’ın her yiğidin işi olmayan kahramanlığı Hak ve Özgürlük davasına bel bağlamış tüm kadroları yüreklendirdiği gibi bir de düşündürdü, parti saflarını silkti ve bütün partiden kör gidişe son vermesi istenmiş oldu. Bir yıl önce olan bu olayın etkisini 2014’ün daha ilk günlerinde HÖH üyesi Türk aydınlarının partiden ayrılma ve GERB’e katılma eğilimi izliyor. Olaylara bu açıdan bakıldığında, derneklerimizin, soydaşlarımızın HÖH yeni genel başkanı Lütfü Mestan’ın Sofya “Kartal Köprü” mitinginde, babası Dimitır Stanışeb isimlerimizin değiştirilmesiyle gelişen baskı ve terör politikasının tamaen destekleyen BKP MK Politik Büro üyelerinden biri olan şimdiki Sosyalist Parti (BSP) Başkanı Sergey Synişev’le neden sarmaş dolaş olmasına, öpüşmelerine ve Höl’ün BSP’ ye teslim olmasına neden tepki gösterdiğimizi daha iyi anlayacaksınız.
Mehmet Pehlivan, Anıldı Dünyaca ünlü Kurtdereli Mehmet Pehlivan, ölümünün 74. yılında, Balıkesir’de törenle anıldı. Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürü İlhan Aslan, Kurtdereli Anıtı önünde düzenlenen törende, Mehmet Pehlivan’ı ölümünün 74. yılında saygıyla andıklarını söyledi. “O sadece sporcu değil ahlakıyla da topluma ve yeni nesil sporcularına örnek olmuş bir kişidir” diyen Aslan, şöyle konuştu: pehlıvan“Mehmet Pehlivan, 1864 yılında Bulgaristan’ın Deliorman kasabasında doğmuş, küçük yaşta ailesiyle Türkiye’ye gelip Balıkesir’in Kurtdere köyüne yerleşmiştir. Yağlı güreşe, köyünde başlamış ve giderek çevrede ün kazanmıştır. Mehmet Pehlivan, Katrancı Halil ve akranları ile yaptığı güreşlerle de namını duyurmuştur. Kısa süre sonra Marmara ve Ege bölgelerinde aranan pehlivan durumuna gelmiştir. Paris ve Londra’da yaptığı
güreşlerde başarı kazanmış ve sırtı yere gelmemiştir. Kendisi ‘cihan pehlivanı’ olarak tanınır.” Daha sonra anıt önünde açılışı yapılan, Kurtdereli Mehmet Pehlivan’a ait siyah beyaz fotoğraflar ile günümüz güreşçilerine ait fotoğraflardan oluşan sergi gezildi. Törene, Vali Ahmet Turhan, İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Soykan, Belediye Başkan Yardımcısı Ali Öztozlu, daire amirleri, sivil toplum kuruluşları ve çok sayıda vatandaş katıldı
nin sevdirilmesi ve yaygınlaştırılması amacına yönelik olarak düzenlediği ‘Sanatçılar Balkanlarla Buluşuyor’ projesinin ilk 15 Nisan Pazartesi Bulgaristan Kırcaali’de başlıyor. Şair Ecan Yılmaz, Yazar/Balkan Türküsü Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Fahri Tuna ve Tiyatro Sanatçısı (Meddah, Karagöz-Hacivat (gölge oyunu ustası)) Seçkin Bayramoğlu’ndan oluşan ekip, her şehirde önce liselerde türkçe eğitim gören öğrencilerle buluşacak, akşamları da şairler, Türkçe öğretmenleriyle bir araya gelecek, halka yönelik meddah, orta oyunu ve karagöz-hacivat gösterileri gerçekleştirilecek. sanatcilar-balkanlarla-bulusuyor2013Etkinliğin Kırcaali Programı: 15.04.2013 / Pazartesi/ 14.30 Mestanlı İlahiyat Lisesi’nde Türk öğrencilerle buluşma,
18.00 Kırcaali Buluşması - Kırcaalili Şair ve Yazarlarla buluşma / Yazar Fahri Tuna – Ömer Lütfi Kültür Derneği Kütüphanesi - Kırcaali Türkçe Öğretmenleriyle buluşma / Şair Ercan Yılmaz – Ömer Lütfi Kültür Derneği Salonunda 19.00 Kırcaali halkına Karagöz-Hacivat Gösterisi / Meddah / Ortaoyunu (Tiyatro Sanatçısı Seçkin Bayramoğlu) – Ömer Lütfi Kültür Derneği Salonunda
Türk Sanatçılar Balkanlarla Buluşuyor Edirne Valiliği’nin, Balkanlarda Türkçe-
Milli Türk Talebe Birliği Yeniden Canlanıyor Karamanoğlu Mehmetbey Üneversitesi Öğretim Üyesi Mestan Karabak’ında konuşmacı ola-
rak katıldığı Milli Türk Talebe Birliği, Karaman’da Yunus Emre konferans salonunda konferasn düzenledi. Düzenlene konferansda konuşan Karaman Milli Türk Talebe Birliği başkanı Davut Yıldırım, Mttb’yi anlattı. Yıldırım, “Uzun yıllar yükseköğrenim gençliğine hitap eden Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ilk olarak 14 Aralık 1916 yılında kuruldu. Millete hedef tayininde, gençliğin öneminin farkında olan cumhuriyetin yönetim kadrosu da resmi görüşü doğrultusunda örgütlediği MTTB’ye devlet destek verdi. 1916′dan 1980′ e kadar, faaliyet gösteren MTTB’de bundan önce dört devre yaşanmıştır diyebiliriz.milli_turk_talebe_birligi_yeniden_canlaniyor_1325490864 MTTB Kısaca Tanıyalım I.Devre (1916 – 1920 ) MTTB’nin ilk kuruluşunu İttihat ve Terakki iktidarı gerçekleştirdi. 19161920 arasındaki bu ilk dönemde gençlik, siyasi çekişmelerde rol almıştır. II.Devre (1926 – 1936 ) 1926-1936 yılları arasında da MTTB, cumhuriyet kadrosunun resmi görüşü doğrultusunda, devlet desteğiyle birtakım çalışmalar yaptı. Turancı çizgide kalarak kozmopolitliği reddetti. “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası başlattı. Aynı zamanda ülke meselelerine sessiz de kalmadı. Hatay’ın Türkiye’ye ilhakında, Suriye’yle Türkiye arasında oluşan sorunlara karşı izinsiz miting düzenledi ve 22 Kasım 1936 da kapatıldı. Bu dönemde MTTB ile birlikte pek çok STK da kapatıldı. Sadece halkevleri açık kaldı. MTTB’nin Yeniden Kurulması - MTTB’nin 1946 yılında yeniden kurulmasıyla başlayan bu dönemi de kendi içinde 2 ayrı devre olarak düşünebiliriz. 1946 – 1965 yılları arasında sol cereyanların etkisinde bir MTTB, 1965 – 1980 arasında ise milliyetçi ve muhafazakâr bir MTTB ile karşı karşıyayız. III. Devre (1946-1965) - Milli Türk Talebe Birliği’nin bu fetret dönemi on yıl kadar sürdü. 1946 yılında, merkezi İstanbul’da olmak üzere, birlik; “Türk Talebe Birliği” adıyla tekrar kuruldu. Daha sonra yapılan müracaat neticesi bakanlar kurulu kararıyla başına “Milli” kelimesi eklenerek Milli Türk Talebe Birliği olarak değiştirildi. Sol cereyanlar yönündeki görünüşü 1965 yılına kadar sürmüştür. IV. Devre (1965-1980) - 1965 yılından itibaren MTTB faaliyetlerini milliyetçi bir yapıda sürdüren, Komünizmle mücadele alanında toplantılar tertip etmiş ve kampanyalar başlattı. “İlk olarak düşünülmesi icap eden husus; “Milli Birlik” fikrini sağlam unsurlara dayayıp kökleştirmektir” gibi sloganlarla mücadele gayesi ortaya konmuştur. 53.Dönem Genel Başkanı Bülent Rüştü ECEVİT’in döneminde göze çarpan çalışma Milli Türk Talebe Birliği ambleminin değiştirilmesi olmuştur. Kurulduğu yıldan beri MTTB’yi temsil eden “Bozkurt” resmi, ”Kitap” resmi ile değiştirilmiştir. Bu değişiklik aslında Birlik’ in İslamî yönüyle ağır bastığının bir ifadesi olarak kabul edilir. 12.Eylül 1980 askeri darbesi ile MTTB’nin IV. devresi de sona ermiş oldu. MTTB’nin YENİ BİR BAŞLANGICI ve YENİDEN DOĞUŞU V.Devre (27.03.2008 – ……..) 1980 askeri darbesiyle dördüncü devresini de tamamlayan MTTB seneler sonra yine 80’liler tarafından yeniden kuruldu. Mesafe ne kadar uzak olursa olsun, başlangıç için, ilk adım en önemli olandır ve tabiî ki ardından gelenlerin tetikleyicisidir. Bu düşünceler ile bir araya gelen bir grup idealist genç tarafından, İstanbul başta olmak üzere dört ayrı ilde toplam sekiz aktif üniversite talebe derneği MTTB’yi yeniden canlandırmak gayesi ile kuruldu. 27 Mart 2008 tarihinde “Talebe Birliği Federasyonu” adı ile MTTB resmen yeniden kurulmuştur. Gençlik geleceğin sahibi ve teminatıdır. Hayata atılmadan önce, talebelik döneminde, sorumluluk yükleneceği, toplum hayatına hazırlanmalıdır. Ülkesinin meselelerine vakıf olmalıdır. Sadece derslerden aldığı notlar, edindiği bilgiler yeterli değildir. Bilgi yanında, moral ve maneviyat bakımından da verilecek göreve hazır olmalı, hadiselerin özünü irdeleyebilmelidir. Talebe Teşkilatları gençlerin bu yönlerini tamamlayan, onların, idealist, milli kültüre sahip birer şahsiyet olmalarına yardımcı olan ve gençliği temsil eden kuruluşlardır. Dünyanın her yerinde bu gücünden doDevamı www.bghaber.org layı, talebe hareketleri daima ülkelerin ve toplumların kaderlerine etki etmiş hatta tamamen değiştirmiştir.
Dr.Nedim BİRİNCİ İki Kutuplu Olamadık Korku imparatorluğundan gelen Bulgar demokrasi, ürktü mü ne, bir kör noktaya saplanıp kaldı. Sağ sola bakınıp yeni yol bulsa ama o da yok. Bırak çok merkezliliği, iki kutuplu bile olamadı. Son dönemde sanki bütün sahne bomboş, dekor deliklerinden oyuncu kafası değil, artık yalnız eller çıkıyor. Bütün deliklerde sol ya da bütün deliklerden sağ el çıksa, kimin eli kimin cebinde anlayabilir misiniz. Yok anlayamazsınız. “Hem solcu hem sağcı olmak” çok zor olmalı. Belki bizim dışımızda “sol partili olup,” yürürken gözle görülmeyen, hep perde arkasında duran ve bu ismi yok cismi olmayanların isteğine uyup “uzmanlar hükümeti” kuran başka bir usta bulunamaz. Üstelik bu işe, kuruldu kurulalı “merkezdeyiz” diye övünen, ama hep seçmene sırt çevirip yine o bilinmeyenlerin isteğine göre uçup konan, Hak ve Özgürlükler Partisini bile dahil etmeyi başarırken, son yamanın son ipliğini “Ataka”cı faşistlerden alan, başka bir sihirbaz yoktur. Ben çok tarih kitabı okudum, tarih dersi gördüm de, 25 milyon Sovyet vatandaşını Sibirya kamplarında öldürten Y.V. Stalin mi faşist, yoksa Alman toplama kamplarında 25 milyon Avrupalıyı öldürten A. Hitler mi faşist hala anlamış değilim. Tarihingörülmeyengerçekyüzününgerçektengörülebilmesiiçin kaçyıl,kaçonaryılvekaçasırgeçmesigerek,bunudabilmiyorum. Amerikan Harward Üniversitesinden bir tarih araştırmacı ekibi birkaç yıl Orta Asya steplerini eşeledikten sonra, gaddarlığını Çengiz Aytmatov’un roman konusu yaptığı Timur Han, “nasıl oldu da bu denli hızlı büyüdü,” sorusuna yanıt bulmuşlar. Buluşları ilk bakışta basitin basitidir. Yazdıklarına göre, topal imparatorun tahta çıktığında Orta Asya bozkırlarına yıllarca çok rahmet düşmüş, çayırlar meralar otla dolup taşmış, at sürülerini çoğaldıkça çoğalmıştır. Savaşlarda esir düşen kız ve kadınlar öldürülmeyip cephe ardına yerleştirerek doğurdukları çocuklardan acımasız ordular yetiştirmişler. Yani bundan yarım milenyumdan fazla bir zaman önce istila orduları kurulmasında ve dünyanın ayakaltına alınmasında Tanrı’nın gönderdiği rahmetle esir kadınların doğurganlığı birleşip en önemli rol oynamıştır. Toplama kampları, giyotin ve insanları canlı canlı yakma şekli engizisyon daha sonraki çağlarda icat edilmiş olacak ki, Timur Han’ı anlatan kitaplarda bu sözler yok, kuşkusuz “faşist” sözü de yok, çünkü Almanlar Orta Asya’yı çok daha sonraları bulabildi. Şimdi bu Amerikan bilim adamları her yerde her şeyi eşeleyip yeni doğanın doğma, yok olanın da yok olma nedenini araştırdıklarına göre, bizim batağa saplanmış politikayı da bize daha anlaşılır bir şekilde neden anlatmıyorlar, diye düşünüyorum. Bir defa batağa düşen ömür boyu çıkamaz deyenler, “debelendikçe batarsınız” mı demek istediler acaba?! Şu Amerikan parti simgeleri biri “eşek” öteki de “fil” olduğundan çağrışım uyandırdı. Bizde eşek sözü hakarete kaçtığından, parti sembolü olarak eşek olmaz, aslında filer de bizim ahırlara sığmayacağından, onları koyacak yer bulamayız, fakat biri “katır”, öteki de “manda” olsa! Nasıl olur? Eşeğe duran at, bula bula bunu mu buldun, yaptığın iş, iş mi?, demelerinden çekindiğinden olacak, at soyunun şerefini korumak için, katır doğurdu. Katır olur aslında, bizim halk katırı tutar, zaten herkesin elinde avucunda bir katır yularından ve iki boş heybeden başka ne kaldı ki? Bir de şu katır, aslında her iki Bulgar partisine de münasiptir, çünkü katırın soyu katırdan öte gitmez. Hem BSP’ye hem de GERB partisine “katır” sembolü uygun, ama dağları bekleyen, şu eski komünistlerin dip akıntısı hareketlenir korkusu var ya, sürünmeye bir başlarsa kim kalır kim gider hesaplarını yapacak matematikçi hala anasından doğmadı. Ondan ikisine de aynı sembol olmaz noktasında durduk. Manda olur olmasına da, bizde yeni ve daha derin bataklık sorunu çıkar mı diye düşünüyorum! Şu manda fikri, daha önce, yani bir 5-6 yıl önce, HÖH – DPS Tarım Bakanlarından birinin aklına gelmişti. Devin Balkanında kuzu çevirmeleri kızartılırken üzerine yağ yerine bal sürülür. Ballı toklu etini fazla kaçıran bakan çımkırdığında, etraf bütün bataklık olursa ne yaparım diye düşünmüş olacak, köylülere size manda getirsem, mandaya bakar mısınız demişti. Köylüler bizim buralar çok yağışlıktır ama batak olmaz, mandalargüçlükuvvetlihayvanlar,kaşınırkençamlarıdevirmesin, demekle yetinmişlerdi. Bu iş, o zaman öylece kala kaldı. Bir daha açılmadı, çünkü bakan da Sofya’ya döndüğünde doğrudan hastaneye girdi ve bir daha Devin’e uğramadı. Konu yıllarca açılmadı. Bu pazar HÖH Genel Başkanı L. Mestan, 3 bakan ve bir bölük köfteci milletvekiliyle Baş Müftü Mustafa Hacı’yı da yanına alarak, bölgenin esas Türk köylerinden olan Barutin’e, “zulmü anarak unutma” mitingine katıldı. Dualar edildi. Sonunda köylülere ekmek arası 1200 köfte dağıtıldı. Köylüler “kıyması karışıktır” deyip pek uzanmadılar. Olacak iş değil, şu halkımızın ballı çevirme ve memleketi baştanbaşa bataklık haline getirme hayali hala tamamen kurumamışken, şu “karışık kıymalı köfte” âdeti nereden çıktı, bir türlü anlayamadım. İnsanımız şu ekmek arası sözüne de bir türlü alışamadı. Geçerli olan “ekmeği bulan arasına bakmaz” sözü olduğundan olabilir. Yenilikçidir insanımız, ama şöyle bazı şeyler cici bici paketlenmiş sunulunca, tedirgin oluveriyor. Unutamadıkları var ya, ondan olabilir. Durum böyle mayalanırken, biz, sosyalist partiye, her isteğimize karşı çıkıp ayak dirediğinden ötürü, bilirsiniz dilimizde “katır inadı” değimi vardır, “katır” simgesini uygun bulsak! Boyko Borisov’un GERB partisine de 2000’li yıllarda Bulgar politik sahnesine çıkan en büyük siyasi oluşum olduğundan ve pek de hareketlenmeden yana olmadığından, hatta otu suyu göle getirseler batakta yatarken serinlemeye razı olduğundan dolayı “manda” simgesini yakıştırsak, kötü mü olur? Bir defa bal gibi olur ve bizim miller baka baka alışır. Devamı www.bghaber.org
www.bulturk.org
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
Yerel Seçimlerde Kazananlara Tebrik Ziyareti
Cumhurbaşkanı Plevneliev: Artık Rusya’ya bağımlı değiliz Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, Avusturya’nın Kurir gazetesiyle yaptığı söyleşide “Biz 25 yıl önce yüzde 90 Rusya’ya bağımlıydık. Fakat bugün dış ticaretimizin yüzde 65’i Avrupa Birliği’yle. Bulgaristan’ın büyük yatırımcıları Avusturya, Hollanda ve Yunanistan’dır.” dedi. Cumhurbaşkanı Plevneliev, Kırım olaylarından dolayı Bulgaristan’ın Rusya’ya olası bir yaptırım uygulaması halinde Bulgaristan’ın ekonomisinin geliştiği göz önünde bulundurulması gerektiğini savundu. Plevneliev, Moskova’nın hareketlerinin bir hukuk devletine olan güveni sarstığını, Bulgaristan’ın da buna karşılık olarak ekonomik önlemleri destekleyeceğini vurguladı.
Bağıcılar Belediye Başkanı Sn. Lokman ÇAĞIRICI
Avcılar Belediye Başkanı Sn. Handan TOPRAK
Başakşehir Belediye Başkanı Sn. Mevlüt ÜYSAL Ümraniye Belediye Başkanı Sn. Hasan CAN
GOPaşa Belediye Başkanı Sn. Hasan Tahsin USTA
Bayrampaşa Belediye Başkan Yard. Sn. İsmail GEMİCİ
Sultangazi Belediye Başkanı B U LT Ü R K G e n ç l i k S n . C a h i t A LT U N AY Teşkilatı Birlikte