BULTÜRK Gazetesi 86.Sayı

Page 1

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

1 9 1 3 ’ t Sofya e Sofya 1913

Yıl:11 Sayı: 86 Temmuz - 2014

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek Bizim Borcumuz

C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı S e ç i m i Ta k v i m i B e l l i O l d u Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresinin dolması nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçimi için takvim taslağını hazırlayan YSK, seçiminin ilk turunu 10 Ağustos, 2. turunu 24 Ağustos’ta yapmayı planlıyor.

Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresinin dolması nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçimi için takvim taslağını hazırlayan YSK, seçimininilkturunu10Ağustos,2.turunu24Ağustos’tayapmayıplanlıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 28 Ağustos’ta görev sü-

resinin dolması nedeniyle yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi için takvim taslağını hazırlayan Yüksek Seçim Kurulu (YSK), seçiminin ilk turunu 10 Ağustos, ikinci turunu ise 24 Ağustos’ta yapmayı planlıyor. YSK, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili çalışmalar kapsamında seçim takvimi taslağını da hazırladı. İki turlu seçime göre hazırlık yapan YSK’nın seçim takvimi taslağına göre, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu 10 Ağustos, ikinci turu ise 24 Ağustos olarak planlandı. Bu arada, yurt dışında yaşayan vatandaşlar ilk kez Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanacak. Bu nedenle 56 ülkede, 118 temsilcilikte sandık kurulması öngörülüyor. Yurt dışında yaşayan vatandaşlara 4 gün oy kullandırılması planlanıyor. Hazırlanan taslağa göre, bu vatandaşlar 31 Temmuz, 1-2-3 Ağustos tarihlerinde oy kullanacak. Türkiye’de alınan sonuçlarla birlikte yurt dışından gelen sonuçlar aynı anda açılacak. Bu nedenle kargo süresi de dikkate alınarak yurt dışındaki seçmenler Türkiye’den daha önce oy kullanacak. Yurt dışında 2 milyon 750 bin 820 Türk vatandaşı oy kullanacak.

1989 Göçünün 25. Yılı Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu çekleşti. Forum körsüsünden Bulgaristan, Avusturya, Ar-

20–21 Haziran 2014 tarihlerinde İstanbul’da İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü Salonu’nda “1989 göçünün 25.yılı Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu” düzenlendi. Sempozyum İstanbul Üniversitesi, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BG SAM), İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı ve Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK‘ün ortak girişimleriyle ger-

navutluk ve Türkiye’den akademisyen, uluslararası ilişkiler uzmanı, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, yazar ve sanatçılar olmak üzere otuz yetkili değerli konuşma yaptı. Bilgi değil tokuşunun başlamasından önce Büyük Göç’ü konu eden Bulgaristanlı ressam Burhanettin ARDAGİL’in sanat sergisi görüldü. Sanatçı konuklarına eserleri üstüne ayrıntılı ve anlamlı bilgi sundu. Ana örgütleyici önceliğiyle BULTÜRK Genel Sekreteri Dr. Müjgan DENİZ uluslar arası temsili forumu kısa ve anlamı bir kutlamayla açtı. Bulgaristan Türklerinin totaliter baskı ve terör rejimine karşı, demokrasi ve özgürlük uğruna başlattığı tarihsel Mayıs 1989 Ayaklanması ile Büyük Göç’ün aldığı kurbanlar anısına saygı duruşunda bulunuldu ardından İstiklal Marşı dinlendi. Ardından etkin toplumsal kitle örgütü olarak gelişen Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK’ ün Öz Vatanda kalan kardeşlerimiz ve Türkiye’deki soydaşlarımızın ruhlarını birleştiren yoğun ve çok yönlü etkinlikleri üstüne bilgi verdi. Devamı 2‘de

Dolu felaketleri ciddi soruları ortaya attı

Geçen hafta herkesin kafasında büyük Bulgar şairi Yavorov’un “Graduşka”, (Dolu) başlıklı şiirinin canlanmasına neden oldu., Dolu felaketleri ve fırtınalar, başta başkent Sofya olmak üzere birçok şehirden geçti ve ciddi soruların ortaya atılmasına neden oldu. Bu soru, devletin bunlara benzer doğa afetler sırasında vatandaşlarına yardım edebilmek için hazır olup olmamasıdır. 8 Temmuz, Sali günü Sofya’da ne oldu? Birden bire oluşan 10 kilometre boyundaki dolu taşıyan bulut, 15 dakika içersinde Sofya ü,zerine yüzlerce metra küp buz döktü. Çeviz büyüklüğünden zaman zaman elma büyüklüğündeki buz parçaları, saatte 80-100 kilometre hıs yaparken yolunda ne pencere, de vitrin, ne de otomobil camları bıraktı. Devrilen ağaçlar ve kırılan dallar, sokaktaki kanalizasyon deliklerini tıkadı ve sokakları kapattı. Birçok sokak su kanalını andırıyordu. Dolu felaketi bir can aldı. Yaşlı bir adam, parkta düşen bir ağacın kurbanı oldu. Dolu felaketi tabii ki önlenemezdi. Fakat erken uyarı yapılabilirmiydi, böylece olumsuz sonuçlar daha az olabilirdi. Metereoloji uzmanları, fırtına ve dolu yağışı konusunda uyarmıştı, fakat böyle bir yağış beklenmiyordu. Yerel idareler de bu uyarıyı dikkate almamış. Dev dolu bulutu Sırbistan üzerinden gelmiş . tarım alanlarında dolşu yağışarıyla mücadele ajansı, dolu yağışlı bulutu, Sofya üzerinde buz yükünü boşaltmadan 8 da-

kika önce yakalamış. Ajans, tarım alanlarından sorumlu olduğu için vatandaşları uyarma görevinde değildir. Bu arada Hava kuvvetlerine ve Devlet Sivil Savunma Ajansına haber verilmiş. Sivil savunma ajansının erken uyarı cihazlarını hareket geçirmek için en az 15 dakikaya ihtiyaçı varmış. Tek sözle, bu söz edilen sitem zincirinde vatandaşları uyarmak için haır değildir. Birçok insanın mal olan Varna’nın Asparuhovo semtini basan sel felaketi, devlet bir ay zarfında ikinci kez görevini yerine getiremiyor. Doğal olarak erken uyarı sisteminin kurulması için harcanan 20 milyon avro, nasıl ve nereye harcandığı sorusu ortaya atılıyor. Bir iki ayrıntı daha, Sofya’daki sel felaketi sırasında Acil servis ve Bulgar KızılHaç binaların ı sel bastı. Başbakan Plamen Oreşarski’nin devlet oraganlarını denetleme emri, kötülüğün köklerine kadar iner ve gerekli önemler alınır, diye düşünüyoruz.

Avrupalı Türklerden Şikayet Makedonya ile işbirliği geli- Türkiye ile Yunanistan BSP’de sürpriz değişiklik arasinda Pazarkule Sinir Kapisi Sırbistan’da hırsızlık olaylarının fazla olmasından yakınan Avrupalı Türkler, Bulgaristan’ın da yollarından şikâyet ediyor Avrupa’nın farklı ülkelerinde çalışan Avrupalı Türkler okulların tatil olması ve bayramı yakınlarının yanında geçirmek üzere yola çıktı. Çok sayıda ülkeyi geçerek binlerce kilometrelik kat eden Avrupalı Türkler, ana vatanları Türkiye’ye ulaşmanın mutluluğunu yaşıyor. Sıcak altında gerçekleşen yolculuklar ise zorlu geçiyor. Türkiye’ye akın etmeye başlayan Avrupalı Türklerin en büyük şikayeti ise Bulgaristan’ın bozuk yolları. Sırbistan’da hırsızlık olaylarının fazla olmasından yakınan Avrupalı Türkler, Bulgaristan’ın da yollarından şikâyet ediyor. Sıla yolcuları Türkiye’ye gelişlerinde daha çok Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü’ne bağlı Kapıkule ve İpsala sınır kapılarını kullanıyor. Artış daha çok hafta sonunda yaşanıyor. Yolculuklarının yorucu geçtiğini belirten Arif Aksoy, Sırbistan’da hırsızlık olaylarının yaşandığını söyledi. Aksoy, Bulgaristan’ı ve Türkiye gümrüğünü de çok rahat bir şekilde geçtiklerini kaydetti. İsmail Özdemir de yolculukları sırasında ciddi bir sıkıntı yaşamadıklarını belirterek, “Bulgaristan’ın yolları bozuk. Yolları çukurlu ve hasarlı olması arabalara zarar veriyor. Gümrük sahasında eskine göre çok daha rahat geçtik.” dedi.

şiyor, sorunlar devam ediyor

Plamen Oreşarski hükümeti hafta içinde Makedonya’da iki projeyi finanse etme kararı aldı. Biri Ştip belediyesinde Otinya nehri üzerindeki köprüye yaya kaldırımı kurma, diğer proje ise, Üsküp’te zeka sorunu olan çocukların okuluna spor ve rehabilitasyon tesisleri kurmaya yönelik. Bulgaristan Makedonya ile işbirliğini geliştirmekte kararlı görünüyor.Yılın başından beri benzeri etkinlikler eksik değildi. Ocak ayında Dışişleri Bakanı Kristian Vigenin ve Makedonya Dışişleri Bakanı Nikola Poposki’nin girişimiyle Üsküp ve Sofya’da büyükelçilik konutları olarak ücretsiz bina tesis etmeye anlaşma imzalandı. Şubat ayında iki ülke arasında hızlı tren kurma anlaşmasına varıldı. Balgar ulusal televizyonu ve Makedonya ulusal televizyonu programlarının karşılıklı olarak kablolardan yayılması için uzlaşıya vardı. Sınırötesi işbirliği alanında da gelişme yaşandı. 2014– 2020 yılları arasında sınırötesi işbriliği programı hazırlanmaya başlandı, çevre, turizmi teşviki, kültürel, tarihi ve doğa zenginliğini koruma, rekabet gücünü arttırmaya yönelik ortak projeler bu stratejide yer aldı. Ne yazık ki ana sorunlar çözülmeden duruyor. İyi komşuluk, dostluk ve işbirliği anlaşması imzalama konusunda çabalar suya düştü.

Pazarkule ÇİLESİ

Murat MURAT Gümrük kapılarında sürekli dile getirilen sorunlar bitmek bilmiyor. Zamanla bitmesi gereken olumsuz davranışlar maalesef devam ediyor. Daha çok demokrasinin, insan haklarının sosyal ve hukuk devletinin konuşulduğu bu dönemde gümlük kapılarında dönen şaiyalar ülkemize hiç mi amma hiç yakışmıyor. Başımızdan geçen bir olayı okuyucularımız ile paylaşmak istedik çünkü benzeri olaylar ile daha önceleri de karşılaşmış olduğumuzdan camiamıza mensup insanlarımıza karşı yapılan bu gibi davranışlar karşısında gereken tepkiyi göstermelerini ve lüzümu halinde idari ve adli merciiler nezdinde de korkmadan hakları konusunda sonuna kadar mücadele etmekten imtina etmesinler. Konumuz tekstil işi yapan Bulgaristan’dan araba alarak Türkiye gelen Tolga AKYÜZ. İstanbul’dan doğdum topraklara Kırcaali’ye gezmeye gittik, babam da orada bir araba almış gezdik tozduk dönüşte bu arabayla İstanbul’a gidebilirmiyiz diye soruşturduk ve sonunda gidebileceğimizi öğrendik. Gerekli evrakları tamamladıktan sonra yola çıktık. Kırcaali’den Halkova’ya geldiğimizde bir arkadaşımız ile görüşmemizde Kapı Kule sınır kapısının çok yoğun olduğunu Almanyadan gelen gurbetçilerimizin büyük kuyruklar oluşturduğunu söyledi. Bizlerde bunun üzerine Yunanistan’a girerek oradan Pazartekke sınırın kapısından geçelim dedik ve yola çıktık. Yunan sınırına girişinde sağ tarafta arabayı durdurduk ve başladık beklemeye. Hemen karşıda iki Yunan memuru duruyor ve bize el kol işareti ile gelin diyorlar, bizde indik gittik yanlarına kadar pasaportlara baktı ve verdi pasaportları. Yani adamlar o kadar üşengeçler ki, yolun diğer tarafına bile geçemiyorlar ve AB’den yardım istiyorlar biz batıyoruz diyorlar. Bunları gördüğümüzde Yunanistan’ın çökme noktasına gelmesinin boşa olmadığını düşündük. Devamı 5’te

Geçen haftanın sonunda BSP Başkanı Sergey Stanişev, Temmuz ayının sonunda yapılacak olağandışı kongrede partinin yeni başkan seçeceğini duyurdu. Geçen ayın sonunda ise Stanişev, kendi partisi için bile sürpriz bir şekilde Avrupa Parlamentosu üyesi olmak için Halk Meclisi milletvekilliğinden istifa etti. Liderin bu tavrı gerçekten sürpriz oldu, çünkü AP seçimlerinden önce Stanişev, BSP’nin aday listesinin başında yer almakla güttüğü tek hedefin partinin şanslarını artırmak olduğunu iddia ediyordu ve seçim sonuçlarının netleşmesinin hemen ardından Bulgaristan’da yapılacak yeterince işin olduğunu belirterek adaylığını çekmişti. Dolayısıyla hafta sonu BSP partisinde yeni başkanın seçileceği haberi de sürpriz oldu. Kısa sürede üst üste yaşanan bunca sürpriz karışıklık yaratarak birçok soru işareti getiriyor.


2

1989 Göçünün 25. Yılı Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu

Dr. Müjgan Deniz konuşmasında, son yıllarda Türkiye’nin Bulgaristan’a ve Bulgaristan Türklerine sunduğu çok yönlü ekonomik ve kültürel yardımlara da değindi. Ardından gelen telgraflar okundu, gelen telgraflar; İstanbul Valiliği, Sultangazi Belediye Başkanlığı, Ankara Dış işleri Bakanlığı, Moldova Milletvekili Oleg GARİZAN, Kıbrısın Kırgızistan Büyükelçilği Prof. Dr.Erhan ARIKLI, Sofya T.C.Büyükelçimiz Sn.Süleyman GÖKÇE’nin telgrafları okundu. Sempozyuma ev sahipliği yapan İstanbul, Fatih Belediyesini temsilen, Başkan Yardımcısı Hasan SUVER konukları ve önemi görkemli ve anlamlı olan uluslararası etkinliği başarı dilekleriyle kutladı. 1989’da büyük sayıda göç alan Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı adına foruma ve Strateji Daire Başkanı ve BAL-TÜRK Genel Başkanı sıfatıyla da katılan Bayram ÇOLAKOĞLU da kısa bir selamlama konuşmasıyla bir ilk olan bu uluslararası çalışmaya başarılar diledi. Merkezi İstanbul’da bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk Büyük Göçün yıldönümünü ve tarihsel ibret derslerini konu eden ana raporu sundu. Büyük göç sonrası da, Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlüklerinden yoksun olduğunu sunumunun merkezine alan Genel Başkan Ulutürk, Türkler üzerindeki baskıların 25 yıldır artarak devam ettiğini vurguladı. XX. yüzyılda mayalanan ve 1989 ayaklanması ve Büyük Göçüyle sözde durdurulması beklenen Bulgaristan’da yaşayan Türkleri eriterek asimile etme politikaların değişik kılıflar altında sürdürüldüğüne işaretle, şu dönemde çocukları ana dilsiz bırakma ve elde edilen bazı Hak ve Özgürlükleri de baskı ile geri alma yönünde yoğunlaştığına işaret etti. Ulutürk, “Her geçen gün, Türklere karşı uygulanan dini, etnik, kültürel ve sosyal asimilasyon politikalarının tırmandırılarak sürdürüldüğünü örneklerle ortaya koydu. Emsali olmayan v devletin araçlarıyla uygulanan zalimliği dün de bu gün de bütün Bulgar halkına mal etmenin anlamsız ve yanlış olduğunu vurgularken, ezerek yok etme politikalarının baş mimarı ve uygulayıcısı totaliter komünist rejim ve bugünkü uzantılarıdır, dedi. Bu cümleden olmakla, Bulgar halkına bir suç ve kabahat yüklemek bizim adalet anlayışımıza aykırıdır ve Bulgar halkına karşı haksızlık yapmış oluruz. Evet, bize karşı işlenen suçlarda 25 yıldır adalet yerini bulmadı, bu da bir gerçek. Daha da vahimi şu ki, bu vahşet sinsice ve adı Ahmet, Lütfü v.s. olduğundan, bizden görünen, bizim aramızdan ama ruhu ve beyni bize yani Türk etnik halk topluluğuna karşı yetiştirilmiş sözde “liderler” tarafından gerçekleştirildiğinden dolayı, ajanların eliyle, Bulgaristan Türklerine en büyük kötülükler bugün de yapılmaktadır’ diye konuştu.

Baskılar ve asimilasyon bir fiil artarak sürüyor.

Sn. Ulutürk, Bulgaristan’da yaşanan büyük göç trajedisinden sonra da farklı kişiler ve değişik yöntemlerle sindirme ve asimile etme politikalarının yoğunlaştırılarak sürdürüldüğünü vurgulayarak belirtikten sonra şöyle dedi: ‘‘ Ancak şunu da üzüntü ve net olarak ifade etmeliyim ki; komünist ve totaliter rejimde okumuş, eğitim almış, adının Türkçe bir kelime olması dışında, dini ve milli hiçbir özelliği olmayan ve Bulgaristan Türklerin Hak ve Özgürlükleri’ni sözde koruma iddiası ile 25 yıl önce sahneye çıkarılan ve ipleri çekilen kişi-ler ve parti tarafından, Türklerin kazandığı hak ve özgürlükler zorla alındı. Türkleri sıkıştırma, ekonomik olarak dar boğaza itme, sosyal yetersizlik içinde boğma, dini, milli ve kültürel yetersizlik yaşatarak asimile etme politikaları biçim değiştirerek yoğunlaştırılıyor. Bilgi şöleninde 30 konuşma yapıldı. 1984-89 sürgün yıllarında Kuzey Batı Bulgaristan köylerinde kurulan illegal mücadele örgütü DEMOKRATİK LİG insan hakları için direniş birliğinin kurucusu ve Genel Sekreteri Sabri İskender sempozyumu hararetli bir konuşma ile kutlarken önce şöyle dedi: Bulgaristan’da Komünist, faşist ve HÖH kirli ittifakı 25 yıldır sürüyor. Bulgaristan Trükleri’nin en ağır dönemi olan 1984-1990 yılları arasında illegal koşullarda bir İnsan Hakları Savunucu olarak ünlenen DEMOKRATİK LİG GENEL SEKRETERİ Sabri İskender Büyük Göçten sonraki 25 yılı özetlerken, 1989 Göçü’nün ardından bu güne kadar, Bulgaristan’da Müslüman Türklerin yasal, doğal ve genel insan haklarının, ulusal azınlık ve özgün kültürel ve manevi taleplerinin asla dikkate alınmadığını ve tüm isteklerinin hiçe sayıldığını söyledi. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) yöneti-

cilerinin isimleri ve soyadları Ahmet Mehmet olsa da, bu partinin politikasındaki amaç Türkleri ve ana dilimiz olan Türkçemizi ve özgün kültürümüzü yok etmek, Bulgaristan Türklerini ve tüm Müslüman kardeşlerimizi var ile yok arasında kıt kanat yaşamaya zorlamaktır, diye konuştu. Bulgaristan’da yıllarca uygulanan Türkleri yok sayma ve asimile ederek “Bulgarlaştırma” politikasının koyulaştığı dönemde Komünist dikta rejimine, Pazarcıklı PAŞOV ile birlikte isyan bayrağı açan ve birlikte kaleme aldıkları BİLDİRİ ile Diktatör T. Jivkov’un şimşeklerini üzerlerine çeken, “Belene” ölüm adasında arkadaşları ile ağır işkence gören, sürülen sınır dışı edilen ayaklanma önderi Sabri İskender konuşmasında, Büyük Göçte 10 bin Bulgaristan Türk aydınının göçe zorlandığını, orada kalan kardeşlerimizin yeniden uyanarak bilinçlenme sürecinin uzun sürebileceğini, bu nedenle Türkiye demokratik sivil toplum örgütleri ile Bulgaristan sivil toplum örgütleri arasında sıkı ve semereli işbirliği geliştirme zamanı geldiğine işaret etti. Bulgaristan’da Türklerin ve tüm Müslümanların Hak ve Özgürlükleri’nin elde edilip korunması ve geliştirilmesi hedef alınarak kurulan, ancak zaman içinde kuruluş amacından yan çizen ve Türklerin Hak ve Özgürlükleri’nin, kazanılması ve yaşatılması bir yana, T. Jivkov döneminde Türkler üzerinde zorla uygulanan asimilasyon ve giderek yok etme politikalarının, son 25 yılda Hak ve Özgürlükler Partisi aracılığıyla ve tarafından sistemli ve ardıl bir biçimde uygulandığına ve Türkler aleyhine faaliyetlerin sürdüğüne parmak bastı. Son çeyrek yüzyılda 4 kez iktidar ortağı ve ana muhalefette olan HÖH / DPS partisi yönetimi tarafından yönetilip yönlendirildiği gün gibi ortadayken, Türkiye’de de bazı siyasilerin, yerel yöneticilerin ve sivil toplum kuruluşların bu düşmanca politikaya destek verdiğini açıkladı. Konuşmacılardan her biri çağdaş Bulgaristan’da bir AB üyesi ülkede, gündemden inmeyen baskı, sindirme ve asimilasyonun politikalarına dinleyenleri uyararak ve önemle değindiler. Aynı konuya değinen konuşmacıların da ortaya koyduğu üzere: “1989 sonrasında, Bulgaristan Türklerine karşı çok sinsi ve korkunç oyunlar oynanmaya devam ediliyor. Ekonomik, sosyal ve politik baskı asla dinmemiştir. Bulgar Gizli Servisi ( DC) tarafından yetiştirilen adları Türk ama yıkanmış beyinleri ve satılmış ruhları Türk ve Müslüman düşmanı olup, bize ve özümüze düşman olan her şeye hizmet etme vazifesinde uzmanlaşmış ve görev başında olan, HÖH / DPS yönetimi T. Jivkof dönemindeki baskıları aratıyor. Asimilasyon politikalarından daha sinsi ve tehlikeli bir eriterek yok etme siyaseti yürütülüyor.” dediler. S. İskender’in uzunca konuşmasında dikkati çeken güncel hususlar ise şunlardı: İskender, konuşmasının sonunda, geçtiğimiz Cuma, Bulgaristan Parlamentosu’nda GERB Partisi tarafından görüşmeye sunulan ve 1984 yılında ve daha sonra suç işleyenlerin cezaya çarptırılmasına zaman aşımı getiren yasada sürenin uzatılmasını öngören tasarının kabul edilmesinin BSP – HÖH / DPS ve “Ataka” oylarıyla güya Türklerin haklarının korunması lehinde olduğu gerekçesiyle engellendiğine işaret etti. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS), Müslüman Türk düşmanı ve Jivkov dönemi politikalarının devamcısı olan Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) ve yine Türk düşmanı olan Bulgar faşist, ırkçı parti “ATAKA” ile birlikte hareket ederek mecliste gizli polis ajanı olup olmadığı konularında araştırma yapılmasıyla ilgili olarak engel yaratmışlardır. Sempozyum’un ikinci gününde Bulgaristanlı sanatçı ve sporcular da kürsüye çıktı. TRT Sanatçısı Rüstem Avcı, Vatan sevgisini ve göç acısını anımsatan ve Türkiye’de de sevilerek dinlenen Bulgaristan Türklerine ait türkü ve şarkılardan örnekler okudu. “İBB Spor A.Ş” yöneticilerinden Ahmet Tüzün ise, Bulgaristan Türklerinin güreş ile halter başta olmak üzere sportif tarihi üzerinde durdu ve Türkiye’ye geldikten sonra Türk Milletinin guru olup şampiyonluklar kazandığını ve ay yıldızlı bayrağı göndere çektirdiğini heyecanla anlattı. Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH / DPS), Jivkov’un eriterek Bulgarlaştırma politikasını sürdürüyor. Tehlikeli saldırıları durduralım! Tespiti Sempozyomun sloganı oldu. Sempozyumda ele alınan konuların içinde en fazla dikkat toplayansa ise şu oldu: Sofya parlamentosunda çevrilen oyunlarda, GERB talep ve önerilerinin suya düşürülmesinde, HÖH partisi fahri başkanı A. Doğan ile Genel Başkan Lütfü Mestan çok faal rol oynamıştır. Devam15’de

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Zorunlu Göçün sergiSanat Belgesi Celal ÖÇAL ve resim alt yazıları, sansür’e uğruyor. İlgili yazarların “ acının ressamı” ZORUNLU GÖÇ’ÜN SANAT BELGESİ, EMBİYA ÇAVUŞ’UN “YAŞADIKLARIMIZ BİR DAHA YAŞANMASIN RESİM KOLEKSİYONU

1926 yılında Şumnu’da doğan Embiya Çavuş,hayatının Bulgaristan’da geçen yıllarını BULGARİSTAN’DA TÜRK OLMAK (1) adıyla yayımladı. Türkiye yıllarını ise HÜCRE’den AYDINLIĞA adıyla yazdı, henüz yayımlanmadı.Kitabının ön sözünde Embiya Çavuş şunları yazmıştır. * Atalarımın toprağını bekleyebilmek isterdim.Ama Bulgar yönetimleri halkımın insan haklarını vermedi,insan haklarına saygılı olmadı. Ölümler ölümleri,sürgünler sürgünleri kovaladı.Kültür varlıklarımız tahrip edildi,vakıflarımız gasp edildi,camiilerimiz yıkıldı.Tecavüzler,ölümler hayatımızdan hiç eksik olmadı.Bizim de yaşama hakkımızın olduğunu hiçbir zaman Bulgar yöneticilerinin umurunda değildi.Düşmanlığı ve ayrımcılığı yaşadım. Türk insanına yaptıkları baskıların bir cevabı olacağı,nasıl bir tepki doğuracağı Bulgar yöneticilerini ilgilendirmiyordu.Böyle düşünenler için yasaları,içi Türk düşmanlığı ile dolu halkları,her zaman rahatlıkla bulduğu sebepleri vardı. Türk olduğumuz için onlar bize düşmandı.Hayatımız onların elindeydi.Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yoktu. Direndik boyun eğmedik.Bizi hiç sayıyorlardı.Böyle bir ortamda Bulgaristan’a sadakat göstermek durumunda değildik.Balkanlarda Türk varlığını korumak için örgüt kurduk. Ana vatanımız Türkiye’nin düşmanları bizim de düşmanımızdı.,elimizden geleni yaptık. Bulgaristan zindanlarında çizmeye başladığı resim çizimlerine serbest bırakılınca gizli gizli devam etmiş,Almanya’da çalışan isçilerin yardımlarıyla eserlerini Türkiye’ye kaçırmaya başlamıştı. İzmir Balkan Göçmenleri Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin kurucularından oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz, verdiği hizmetlere, 16.4.1986 tarih 3275 sayılı kanun ile Vatani hizmet tertibinden ömür boyu şeref aylığı bağladı.”Bulgaristan’da Türk yok” diyen Bulgar Hükümetinin Türkleri asimilasyon politikası belli olup göçler başladığı nda, Türk varlığının kanıtı folklor malzemeleri, kıyafetler,belgeler,fotograflar ve çizdiği tablolarla Bulgaristan’da Türk varlığının kanıtı sergiler açmaya başladı. Ancak bu sergilerden ,1987 yılında İzmir Fuarında Bal-Göç standında evlad-ı fatihan’ın Bulgaristan’da maruz bırakıldığı durumu teşhir ettiği, Türk milletine insanlık dışı muamele eden Bulgaristan Pavyonunu boykot edilmesini önerdiği sergi. Bulgar Hükümetinin şikayeti üzerine Bal-Göç standı kapatıldı.Bu kararı alan dönemin Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’dı. Embiya Çavuş ve arkadaşları tutuklandı.Hakkında 20 yıl hapis cezası istendi. Bulgaristan’da 6 yılı Belene ,6 yılı hücre olmak üzere 16 yıl hapis yatmış, Osman Kılıç’la birlikte yargılanmış,hakkında 3 idam 101 yıl hapis istenirken serbest bırakılmış olan Embiya Çavuş’a, bir de anavatanında 20 yıl hapis cezası istenmesi ,eşiyle birlikte tutuklanması, çok ağır gelmişti. Mücadeleden yılmadı Turgut ÖZAL’ın danışmanı olarak görev yaptı.İzmir Valisi Kutlu Aktaş’la birlikte Görece Göçmen Konutlarının yapılmasında da hizmet verdi. BULGARİSTAN’DA TÜRK VARLIĞI-İNSAN HAKLARINA SAYGI,İNSANLIĞA ÇAĞRI (1997)-YAŞADIKLARIMIZ BİR DAHA YAŞANMASIN (2006) koleksiyonunun en geniş bölümüne, Zorunlu Göç ve Bulgaristan Türklerinin yaşadığı insan hakkı ihlallerine ayırdı.Yurt içinde ve yurt dışında 200 sergi açtı. Onursal başkanı olduğu Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneğini İzmir Valiliği İnsan Hakları İl Kurulunda da temsil etti. Temenni olmanın ötesinde ayrı bir anlam taşıyan Embiya ÇAVUŞ’un “Yaşadıklarımız bir daha yaşanmasın“ resim koleksiyonu, yıllar süren uzun bir çalışmanın ve İzmir Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği işbirliği sonucu. Koleksiyon Bulgaristan Türklerinin Türk kimliklerini silme savaşında taraf ve tanık olmuş Embiya ÇAVUŞ’un gördüğü, yaşadığı ve çektiği acıları tuvale dökmesiyle oluşmaya başlamış. Bulgaristan hapis¬hanelerinde “İnsan cesetlerinin domuzlara yem olarak veril¬diği”,” toprağa gömülmenin bile bir nimet kabul edildiği” ortamları yaşamış. Onun tabloları ;tarihe zafer destanları yazan Aziz milletimizin yaşa¬dığı insanlık dışı olayları, siyasi varlığımızı kaybettiğimiz her yerde bir çok defa yaşadığımız dert yumağı halindeki çile destanlarımızı anlatıyor. Çabuk unuttuğumuz, olayların sebep ve sonuçları üzerine doğru teş¬histe birleşemediğimiz, tekrarlanmasını da önleyemediğimiz, terk etmek zorunda kaldığımız topraklarda bıraktığımız insanımıza reva görülen, baskı, zulüm ve soykırımları, bitmeyen dertlerimizi anlatıyor. Sürülen, öldürülen, insan haklarından mahrum bırakılan Türk insa¬nının Türk kimliğinin, dini kimliğinin inkar ve yok edilmek istendiği olayları hatırlatıyor. * Resim tekniği açısından,İnsan hakları konusuna yer verdiği resimlerinde tuval’in kısıtlı alanını kullanmak için perspektivden vaz geçmiş , karikatür tarzı figürü tercih ederek ,olabildiğince daha fazla mesaja yer vermeye çalışmıştır.Bu şekilde afiş, resim karışımı bir tablo ortaya çıkmıştır.Bu tabloları neredeyse kitap hacminde mesaj vermektedir. Onun düşüncesini anlamak istemeyen çevrelerin oluşturduğu , Dokuz Eylül Üniversitesi Resim bölümü akademisyenlerinin jüri kurulu , İzmir Resim Heykel Müzesinde sergi açmasına onay vermemiştir. Bu koleksiyon; bölücülükle mücadeleyi kültür ve sanatın konusu ha¬line getiren, her türden yıkıcılık ve ayrımcılığa karşı, değerlerimizle mücadele vermenin gerektiğine inanan, örnek bir sanatçının, sanat’ın etkin gücünden yararlanmasıyla ortaya çıkan bir anlayışın ürünü.“Türk tarihinde üç Ata, Türkistan dan açık denizlere” tabloları de¬ğerlerimizin başında gelen Türk tarih bilinci’ni, Türk tarihinin bir bütün olduğu gerçeğini vurguluyor. Kültür varlıklarımızı yok etme girişimlerinin örneklerini sergiliyor. İnsan haklarının, insanlık düşmanlarının elinden alınması ge¬rektiği mesajını verirken ,zalimlerin eline geçen adaletin ne denli insanlık düşmanlığı unsuru haline geldiğinin örneklerini de veriyor. Türk düşmanlığı siyasetlerinin yarattığı sonuçlara değiniyor. Bulga¬ristan da,Kırım da,Kıbrıs da,Kosova da,Azerbaycan da ,Irak da mey¬dana gelen olaylara hatırlatmada bulunuyor. Hiçbir insani ve ahlaki ilke dinlemeden insanları katleden ka¬tilleri, siyasi uygulamalarını ve tüm insanlığa karşı yapılan insan hak¬ları ihlallerini teşhir ediyor. “Hayal bile edemezsiniz inanamazsınız”,”Bir daha asla “ tabloları bu duyguları ifade etmekte. Terör’ü, insan haklarını,demokrasiyi ,ifade özgürlüğünü adaleti çiğnemenin adı gibi gösteren ,İnsan haklarını, azınlık hakları ve terörist hakları, imiş gibi kullanan, kirli ve kanlı politika sürdüren çevrelere savaş veriyor. Romanı,e debiyatı,tiyatrosu,sineması,filmi,projesi,senaryosu ile sürdürülmesi gereken terörle mücadele de tek başına, vicdan ve sorumluluk sahiplerine ulaşmaya çalışan ,çoğu zaman ilgililerin ilgi¬sizliğine muhatap olan “Yaşadıklarımız bir daha yaşanmasın” kolek¬siyonu bir model oluşturuyor. Türk Dünyasının yaşadığı insan hakları sorunlarının çözümü için Demokrasinin ,ifade özgürlüğünün,insan haklarının ve adalet kavramının yerleşmesi gerektiğinin mesajlarını veriyor. Yıkıcı,bölücü,bozguncu ve insanlık düşmanı terörist mihrak¬lara karşı vicdan sahibi ziyaretçiler,gönül dostu yöneticilerle birlikte, Türk düşmanlarına karşı psikolojik savaş veriyor ve toplum olarak “neler yapabiliriz ?” sorusunu soruyor,katkıda bulunmaya çağırıyor. “Mehmetçik bu vatan bizim”,”Türk milletinin şahlanan azmi“ tabloları Türk milletine moral verirken Türk düşmanlarını eziyor . Azerbaycan da,Bosna da,Kosova da,Irak da,Lübnan da meyda¬na getirilen olaylarda Birleşmiş Milletlerin, NATO’nun, Avrupa Birli¬ğinin ağır davranmasına ,ABD nin, Almanya’nın,Fransa ve İngiltere’ nin,Rusya’nın ,İsrail’in sorumluluğuna değiniyor. “Bilinmeyenlerin öğrenilmesine,unutulanların hatırlanmasına” katkı sağlıyor. Sanatçımızın sergileri bir yandan ses getirirken diğer yandan tepki alıyor. Ankara da açtığı sergi de bomba ihbarı yapılıyor. Çuku¬rova Üniversitesinde 12.4.2006 da açtığı sergi gibi verdiği mesajlardan rahatsızlık duyan komünist ve bölücü çevrelerin saldırısına uğruyor. 2007 yılında İzmir İnsan Hakları Kurulu tarafından düzenlenen “İnsan Hakları Haftasında”, İzmir Eko¬nomi Üniversitesinde açtığı sergi “dostumuz ülkeleri gücendirmeye¬lim” anlayışıyla

sıfatı,” Soykırıma resimle direnmek “ başlığıyla da tanımladığı Embiya ÇAVUŞ, Türk Dün¬yasının insan hakları savunucusu olma gönüllü görevini 88 yaşında sürdürüyor. Medya, kitle iletişim ve ulaşım araçlarının etkin bir şekilde kullanılması imkanını sağlayacak dostların işbirliğini bekliyor. Çok değil, herkes için isteneni, Türk Dünyasında Türk insanı için istiyor,insanlığın katillerine sesleniyor ,insanlığa çağrıda bulunu¬yor.İnsan haklarına saygı …bu sizin için de geçerli olabilir. “Yaşadıklarımızın bir daha yaşanmamasının yolunun ancak oluşturmamız gereken, ortak irade ve bilinçle sağlanabileceği” mesaj¬larını veriyor,sorular soruyor ? Yaşadığımız insanlık dışı olayların ,unutulmaya terk edilerek,”elveda doğduğum toprak”, “Bu hiç olmadı” diyebilecek kadar basit hadiseler olmadığını hatırlatıyor ? İnsanlık faciaları karşısında “Kötülüğün başarısı için gerekli her şey , iyi insanların hiçbir şey yapmaması” görüşünü doğrulayacak sorum¬suz ve sessiz figüranlar olmamamız gerektiğini vurguluyor. Fiziki soykırım, Etnik soykırım, Kültürel soykırım, Biyolojik soykı¬rım, Ekonomik soykırım, Ekolojik soykırım, Soykırımcı göç, Soykı¬rımcı asimilasyon, Etnik temizlik, Ahlak soykırımı (2) gibi metotlarla Batılıların ve Türk düşmanlığı uygulayan ülkelerin insanlık düşman¬lıklarını , soykırımlarını gözler önüne serme çabası bu koleksiyonun oluşma sebebi. Türk olduğu için soykırıma,zorunlu göç’e,asimilasyona maruz ka¬lan, milli kimliği inkar edilerek yok edilmek istenen Türk dünyasına karşı yapılan ayrımcılık ,düşmanlık ve insan hakları ihlallerine dikkat çekmek !. Embiya Çavuş Bey; Türk milletinin kolektif acılarını temsil etme, çektiklerine tanıklık etme ,hala ayakta olduğunu gösterme ,bel¬leğini pekiştirme, yaşadığımız tarihi tecrübeyi estetik eserlerle cisimleştirme,yaşanılan acıları geniş bir insani temele oturtup başka milletlerin acılarıyla ilişkilendiriyor. Batılıların yüzyıllardır işlediği insanlık suçlarına resim sanatıyla dik¬kat çekmek yönünde hazırlanan bu koleksiyon ; günümüzde sadece güce dayalı olarak tek taraflı yaptırım uygulayan “uluslar arası huku¬ka” ve onun yandaşı zihniyet ve güçlere alınan bir tavır sergiliyor. Soykırımcı Batılıların kendi çıkarları için, diğer uluslara ceza verme¬lerinin noteri haline gelmiş olan BM’leri,sağlıksız bir yapı arz eden Güvenlik konseyini protesto ediyor !. Ortak aktif tavır alınması için de insanlığın doğru bilgilendirilmesi gerektiğine , bunu sağlamak için bireylere,devletlere,örgütlere so¬rumluluk düştüğü mesajını veriyor. İnsanlığın ortak yarası olan bu durumdan belli gurupların,devletlerin çıkarı için değil ; tüm insanlığın doğru bilgiler eşliğinde yararlanıp, ortak hareket etmesini, ortak tavır almasını, bu ilkelerin hayata geçi¬rilmesini mümkün olacağına değiniyor.“Yaşadıklarımız bir daha yaşanmasın” Bilinmeyenin öğrenilmesi, unutulanların hatırlatılması anlamında bir koleksiyon. Gören gözlere ,duyan vicdanlara sesleniyor,sorgulatıyor , hatırlatıyor,öğretiyor. Embiya Çavuş’a verdiği mücadele hazırladığı bu koleksiyon için şükran borçluyuz. Kitabında şu görüşe yer vermiştir. Şimdi bunların hepsi bir rüya gibi geliyor bana. “Acaba bunlar olmuş mu? Diyorum kendi kendime.Düşündükce Belene kabusu çöküyor üzerime.Ama ne yazık ki bunların hepsi de gerçek,hepsini de yaşadım. Şans eseri Türkiye’ye geldim.Bir avuç toprak alıp koklayıp öptüm.O an aklıma kollarında can veren arkadaşlarım geldi. Gözlerim hiçbir zaman Dicle kenarıyla,Tuna boyları,Kafkas dağlarıyla Altay dağları arasında bir ayrılık rengi,bir yabancı tavır görmedi,Türk Dünyasının bir bütün olduğu gerçeğine inandım. Giden yerlerin,Türk tarihinde bağımsızlık ve insan hakları mücadelesi yolunda mahkum edilen,öldürülen Türk insanının hicranlı matemini bedenim mezara,ruhum ebediyete götürecektir. Onun bu bakış açısı kendisini “Türk Dünyası İnsan Hakları Savunucusu” konumuna getirmiştir. Dün’e kadar kaynak yok,belge yok denilerek görmezden gelinen Vakıflar konusunda IRCİCA Balkanlarda Osmanlı Vakıfları VAKFİYELER BULGARİSTAN adıyla üç çilt kitap yayımlamıştır. Bulgar Vakıflarına ait malların iade kararının alınma safhasında mütekabiliyet ölçüsünü dikkate alarak, Bulgaristan’daki Türk Vakıf mallarının konu edilmemesi büyük tarihi hata olmuştur.Bu kaynak eser, Bulgaristan’daki Türk Vakıf mallarının geri alınması konusunda mücadele verecek insanımız için büyük avantaj sağlamaktadır. Biz tarifi imkansız acı olaylar yaşadık,insanlarımız öldürüldü,tecavüze uğradı ,kültür varlıklarımız yok edildi. Ancak 2009 yılında Yıldız Teknik Üniversitesinde düzenlenen “Zorunlu Göç’ün 20.yılı Sempozyumu gibi konunun özünü görmezden gelen anma toplantılarının hiç yapılmaması arzu edilmektedir.Sempozyumda yapılan konuşmalarda bir yandan şehitlerden, maruz kaldığımız haksızlıklardan ,vahşetten,Bulgaristan Türklerinin direnişlerinden bahsederken, diğer yandan o şehitler için saygı duruşunda bulunulmasını,İstiklal Marşımızın okunmasının engellenmesi şiddetle kınanacak bir durum yaratmaktadır.Yüz kızartıcı bu duruma neden olan Mehmet Hacısalihoğlu’nu şiddetle kınıyorum. 1989 Zorunlu Göç’ü üzerinden 25.yıl geçti.Yüzlerce yıl da geçse Embiya Çavuş , Bulgaristan’da bizlere yaşatılan insanlık dışı olayların sanat belgesini bıraktı.Yüz tanesi yağlıboya çok sayıda suluboya eserden oluşan koleksiyona sahip çıkma yönünde sizleri göreve davet ediyoruz. Gelin sahip çıkın bu eserler yok olmasın. Bir müze oluşturmalı orada sergilemeliyiz.Bunun gerçekleşmemesi camiamız için çok büyük bir ayıptır. 1989 Zorunlu Göç’ü ve ondan önceki göçler,turistik seyahat değildir. Evlad-ı fatihan’ın yaşadığı dram,kadirşinastlık ve vefa duygumuzun gereği ,şehitlerimize gösterdiğimiz saygı ifadesi olarak sürekli yaşatmamız gereken hatıralarımızdır. 1989 Zorunlu Göç’ü gibi, Türk insanına Türk düşmanlığı politikası uygulayan Todor Jivkov gibi diktatörlere sesleniyorum. Siz bir dönem düşmanlık sergileyebilirsiniz fakat biz Embiya Çavuş’un yaptığı gibi, sanat belgesi koleksiyonlar oluştururuz,bu resimlerle maruz bırakıldığımız insanlık dışı olayları dünyaya gösteririz ,gençlerimize öğretiriz, onlarda gereğini yaparlar.Bulgaristan Türklerine karşı işlediğiniz insanlık suçunu yüzünüze çarparlar. Embiya Çavuş’un eserleri özellikle Bulgaristan Türklerinin ,Türk Dünyasının hafızasıdır, tarihidir.Bu eserlere sahip çıkmak hepinizin görevidir. Çocuklarımıza Zorunlu Göç’ün sebep ve sonuçlarını öğretmek zorundayız . Öğretmeyecek olursak sonuçlarına katlanmak zorunda kalırız. Belediye seçimleri sırasında Bosna’lı tanınmış bir futbolcumuz aday olmuştu.O sırada üniversite mezunu olan Bosna doğumlu kızı “Kim Milyoner olmak ister” yarışmasına katılmıştı.Sunucu “Aliya İzzet Begoviç’i tanıyorsunuz değil mi? Diye sordu. Kızın “Hayır tanımıyorum “ cevabını verince Kenan Işık hayretle kızın yüzüne baktı,soğuk bir rüzgar esti.Bu durum annesinin,babasının kızlarına bir şey öğretmediğini ,kızın da kendisini doğduğu topraklardan Türkiye’ye getiren sebepler hakkında hiçbir ilgi ve bilgisinin olmadığını düşündürdü. Zorunlu Göç’ün hazin hatırasını unutmayarak anılmasını sağlayan Bultürk ,İstanbul Üniversitesi,BG SAM,İBB’ye teşekkür ediyor,Şehitlerimizi, Bulgaristan Türklerinin insan hakları mücadelesini sürdürenleri, destek olanları saygı ve rahmetle anıyoruz. TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR VE İNSAN HAKLARI DERNEĞİ Başkanı Celal ÖÇAL 21.6.2014 1-Embiya Çavuş,Bulgaristan’da Türk olmak,Bilge Oğuz Yayınları 2-Sefa Yörükel 1-Sefa YÖRÜKEL


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

‘ A l t ı n K a r a g ö z ’ B u l g a r i s t a n ’ a G i t t i BAŞKANLIK YOLU AÇILDI Rafet ULUTÜRK Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 28.’si düzenlenen ‘Uluslararası Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması’nda 1. olan Bulgaristan, ‘Altın Karagöz’ü kazanırken; Sırbistan 2. Ve Macaristan 3.’lük ödüllerinin sahibi oldu. Büyükşehir Belediyesi tarafından Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı (BKSTV) koordinasyonunda, ‘53. Uluslararası Bursa Festivali’ kapsamında gerçekleştirilen ‘28. Uluslararası Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması’nın finali, renkli görüntülere sahne oldu. Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda yapılan ve coşkulu bir kapanış töreniyle sona eren yarışmada, başarılı performanslarıyla dikkati çeken Bulgaristan ekibi birinciliğe hak kazanarak ‘Altın Karagöz’ ödülünün sahibi oldu. Bulgaristan ekibine ödülünü Başbakan Yardımcısı Arınç verdi Bursa’ya 19 farklı ülkeden gelen halk dansları ekiplerini aynı sahnede buluşturan ‘28. Uluslararası Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması’, tüm dünyaya dostluk, Barış Sevgi ve kardeşlik mesajları gönderdi. Finalde 5’er dakikalık gösterilerini sergileyen gruplardan Bulgaristan ekibi birinci veSırbistan ekibi ikinci

olurken; üçüncülüğü de Macaristan ekibi kazandı. Birincilik ödülünü, Bulgaristan ekibine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçtakdim etti. Yarışmanın birincisi olan Bulgaristan ekibi ‘Altın Karagöz’ ile 5 bin Euro para ödülü, 2. olan Sırbistan ekibi ‘Gümüş Karagöz’ ile 3 bin Euro para ödülü ve Macaristan ekibi de üçüncülük ödülü olan ‘Bronz Karagöz’ ile 2 bin Euro para ödülü almanın sevincini yaşadı. Yarışmada 2. olanSırbistan ekibine ödülünü Bursa Valisi Münir Karaloğlu, üçüncü olanMacaristan ekibine de ödülünü Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepeverdi.

Avrupa’daki işçilerin yaz tatillerini geçirmek için Türkiye’ye gelişleri, sınır kapılarındaki yoğunluğu arttırdı. Kapıkule Sınır Kapısı’ndan son 1 haftada 20 bin 966 araçla 97 bin 213 kişi giriş yaparken, Ramazan Bayramı’nın yaklaşması yoğunluğun daha da artması bekleniyor. Avrupa’da yaşayan Türk işçilerinin yaz tatillerini geçirmek için Türkiye’ye girişleri devam ediyor. Türk işçilerinden karayolunu tercih edenler Bulgaristan sınırındaki Kapıkule ve Hamzabeyli Sınır Kapıları’nda yoğunluğu arttırdı. Son bir hafta içerisinde Kapıkule Sı-

nır Kapısı’ndan 20 bin 966 araç giriş yaparken, Türkiye’ye giren yolcu sayısında ise 97 bin 213 kişiye ulaştı. Bulgaristan tarafındaki Kaptan Andreova Sınır Kapısı’nda süren onarım çalışmaları nedeniyle Bulgar gümrüğünde uzun kuyruklar oluştu. Bu nedenle Türkiye’ye Kapıkule Sınır Kapısı’ndan giriş yapmak isteyen Türk işçileri, bir süre gümrükte beklemek zorunda kaldıklarını söyledi. Türkiye’ye giriş yapan bazı Türk işçileri, gümrük sahasında yorgunluk atarken, bazıları da memleketlerine bir an önce varabilmek için hemen yola çıktı.

Bulgaristan Savunma Bakanlığı, sığınmacıların kaçak geçişlerini önlemek üzere kurulan 30 kilometrelik tel çit engelin inşaatının tamamlandığını bildirdi. Bulgaristan-Türkiye sınırındaki Lesovo ile Kraynovo köyleri arasında, kaçak geçişlerin en çok yapıldığı güzergahta kurulan kesici dikenli telden yapılmış 3 metre yüksekliğindeki engelin inşaatı ocak ayında başlamıştı. Tel çit projesi, İçişleri Bakanlığı uzmanlarınca hazırladı, Savunma Bakanlığı personeli ve teknik kapasitesi ile kuruldu. Savunma Bakanlığı Basın merkezi, hizmete hazır olan bölümün İçişleri Bakanlığına teslim edileceğini duyurdu.

Sadece 45 gün sürmesi öngörülen projenin inşaatı 6 ay sürdü. Taslakta öngörülen maliyeti 2,5 milyon avro olan tel çit engelinin, faturası ise yaklaşık 4 milyon avroya ulaştı. Savunma Bakanlığı, tel çit güzergahında görev yapan kendi personel ve teçhizatını çekmeye başlarken, burada nöbet tutacak İçişleri Bakanlığına bağlı sınır polisinin nöbetine devam edeceği açıklandı. Savunma Bakanı Angel Naydenov, tel çit engelinin amacının, Türkiye’den Bulgaristan’a kaçak yoldan giriş yapmaya çalışan Suriyeli ve başka uyruklu sığınmacıların yasal gümrük kapılarına yönlendirmek olduğunu söylemişti.

Kapıkule’den 1 Haftada 97 Bin Kişi Giriş Yaptı

Bulgaristan-Türkiye Sınırına Çit Çekildi

Tarihin en görkemli İmparatorluğu olan Osmanlının çözülme ve monarşiden Cumhuriyete geçiş sürecinde toplam 44 devlet oluştu. Son hesapta, bu zengin geçmişin ana varisi Türkiye Cumhuriyetidir. O, aynı tarihsel geçmişin enerjisiyle kurulan irili ufaklı devletlerden hiç birine yan gözle asla bakmadı gibi, husumet yaratıp savaş da açmadı. Bu açıdan Türkiye’nin bir asırlık Cumhuriyet tarihi son yüzyılın emsali olmayan parlak bir örneğidir. 43 kardeşine ayırıp kayırma gözetmeyen, hepsine karşı hep aynı mesafede olmaya çalışırken bir ağabey gibi davranan Türkiye devleti, yakaladığı toplumsal modernleşme, gelişme ve kalkınma modeliyle öteki kardeşlerine örnek olurken, dara düşene ise hep yardım eli uzatıyordu. Suriye faciasında, konuk muamelesi gören sığınakçılara gösterilen sıcaklık, biz Bulgaristan ve Balkan Türklerinin yaşadığımız toplam 39 göç esnasında, hele 1989 Büyük Göçünde gördüğümüz büyük ağabey yaklaşımının bir devamıdır. Büyük Osmanlının gölgesi ruhlarımızda bugün de hepimizin Vatanı ve yuvasıdır. Bu dev Çınar’ının köklerinin kardeşleşmesinden oluşan ormanda ağaçlar ortak gölge oluşturmaya çalışırken, son bir ayda beliren zamansız mezhep kavgaları; “İslam Devleti” ve“Halifelik” ilan edilmen ya da kargaşayı fırsat bilip sınır çizgilerini değiştirip bağımsızlıktan dem vurmaya kalkanlar, bizde farklı çağrışım uyandırdı. 1981’te, Bulgar Devleti’nin “1300. Yıldönümü” törenlerinde, olayları olduğundan görkemli, gölgeleri de olduğundan koyu göstermeye çalışan diktatör T. Jivkov, Sofya’da Kültür Sarayı bahçesine bir günde büyük büyük yapraklı ağaçlar dikip her yeri gölgelendirilmişti. Dev ağaçlar Almanya’dan getirilen iri dişli kepçelerle kökünden söküp saray bahçesine açılan kuyulara ormandan getirilip dikilmişti. Bilirsiniz boylanan ağıcın kökü kazılmaz ve sulanmaz, çünkü o aradığı suyu derinde bulmuştur ama bizimkiler kazdılar suladılar, suladılar kazdılar ve ikide bir ilaçladılar ama bir iki yılda ağaçların hepsi kurudu. Sosyalizm düzenine de totalitarizm illetini dikerek toplumsal olarak da kurudukları misali… İslam Devleti ilan edenlerin Halifeliği de in üstüne çatı gibi göründüğünden kendini anlamsızlaştırdı. Hilafetin kaldırılması ben Osmanlıyım demekle gururlanan teba için 3 Kasım 1939’da Tanzimat fermanının ilanı ile modernleşme mikrobunun halk zihninde parçalanıp bölünen ufalanan devletten yıkıcı kanunları kendisinin nasıl yok etini göstermiş oldu. Bu olay bana, en basit tebaası “Osmanlıyım” demekle gururlanırken 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanıyla içine “modernleşme” mikrobu düşürüp baştanbaşa parçalanıp bölünerek ufalanma temellerini kendisinin nasıl attığını anımsattı. 1924’te TBMM Hilafeti kaldırmakla Müslüman ülkelerin uygar dünyaya katılma kapısını araladığı gibi, Bulgaristan Krallığı’nda yaşayan Müslümanların yenileşen düzene Baş Müftülük yönetiminde ayak uydurabilmelerine serbestlik getirmişti. Son yüzyılda Osmanlıdan kopan devletler uygar dünya yolunu ararken hep Türkiye’ye baktılar, Türkiye Cumhuriyeti’ni örnek aldılar. Tarihsel gidişi silah zoruyla ters çevirip, geçen hafta bir şeriat devleti ve Halifelik ilan edilmesi hepimizi düşündürdü. Hıristiyan dünyası ile ilişkilerin “soğuk ve sıcak savaş” dönemine yeniden itilmesine yol verilemez. Diş İşleri Bakanımızın Sn. Ahmet Davutoğlu’nun “dünyanın bundan sonra ilerlemesi uygarlıklar arası savaştan geçer” diyenlere verdiği yanıtında “Hayır, barış ve anlaşmadan, sınırsız bir dünyadan geçecektir” demesi yankılanırken büyük destek topladı. Balkanlar açısından bakıldığında, Büyük İskender, kimin Çarı oldukları üzerinde tartışmalar dinmeyen II. Simeon ve İvan Asen, İslav alfabesini yazan Kiril ve Metodiy kardeşlerin devasa anıtlarının çevrelediği Üsküp meydanında değişik vesilelerle karma mehter takımlarının Osmanlı ve Türk marşlarını dinlemek olanaklaştı. Makedonya’da Osmanlı mirası olan bütün konak, askeri okul, cami, medrese, tekke, köprü, okul ve çarşılar onarıldı. Güzellikler yaşama kazandırıldı. Kutlamaya değer gelişmeler oluyor. Öte yandan, Bulgaristan’da Baş Müftülük ve vakıf taşınmazlarının, Osmanlı kale ve konaklarının, Kostendil’de “Fatih Camii” de aralarında olmak üzere Karlovo “Kurşun Camii”, Razgrad “Büyük Camii”, Kırcaali’de Medresemize, Filibe “Taşköprü camisi” ve “Türk Hamamları” gibi tarihi ve yüksek mimari mirasımızın dış mangalına bile dokunmamıza izin verilmiyor. Bulgar’ın Anti-İslam ve antiTürk devlet politikası halen sürüyor. Düne kadar Türkiye diplomasisi tarafından da desteklenen HÖH/DPS lider takımı öz Vatanımızda Türklük düşmanı politikayı çok aşamalı ve değişik biçimli bir uygulama olarak bazı belediyeler desteklemeye devam ediyorlar. Bu konuda mahkeme kararlarının hiçe sayılması, çok manidar olduğu kadar, eski Osmanlı topraklarında çok çelişkili ve ağır problemli sorunlar yaşandığına hepimizi tanık ediyor. Bu arada Bulgaristan’a son 25 yılda en fazla yardım eden ülke de yine Türkiye Cumhuriyetidir. 2 milyardan fazla yatırımla Türkiye Bulgaristan’ın birçok il merkezinde fabrika bacalarını tüttürdü. Sofya yer altı treninin 2. Hattını inşa edip işletti. Burgas iline açılan otoyola damga vurdu. Sofya’yı Pernik şehrine otoyolla bağladı. Oteller kurdu, işletiyor. Lokantalar açtı ağız dadımız değişti. Özlemlerimizi giderdi. Eğitim ve kültür alanında atılacak yeni adımlara alan hazırlıkları devam ediyor. Bu dev yardımların 2002 yılından sonra kat kat artarak hayat bulması, olayların kökünde Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın olduğunu belirtmemize yeni vesile olmuştur. Bu minnettarlığımızın ifadesi olarak Biz Bulgaristan Türklerinden İstanbul’da BULTÜRK Derneği olarak son yerel seçimlerde oyumuzu AK Parti adaylarına verilmesi gerektiğini basın toplantısı ile açıkladık. Hareketimizin doğru olduğuna inanıyoruz. İşte böylesi karmaşık bir ortamda Türkiye Cumhu-

riyeti tarihinde ilk kez olmak üzere direk başkanlık seçimine gidiliyor. 10 Ağustos 2014 bu bakıma çok anlamlı bir gündür. Burada Türkiye’yi ileriye ve geriye çekmek isteyen iki cephenin birbiriyle yüzleşmesini izleyeceğiz. Monarşiden Cumhuriyet düzenine geçerken Osmanlının paşası ve Cumhuriyetin de kurucusu ve Başkanı olan M. K. Atatürk’tür. Onun zamanında gerçekleştirilen reformlar Osmanlıyı öz ve biçim olarak olumsuzlaştırdı. Fakat bu yapılırken bazı çerçeveler dar tutulmuştu. Bunları genişleterek aşma yolunu ise Başbakan Recep Tayip Erdoğan buldu. Son 12 yılda köklü yenileştirici adımlar attı: Bir defa çoğulculuğa dayanan politik sistemin üzerindeki anayasal vesaiti kaldırdı. Politik yapıyı yeniden düzenlerken demokratikleştirdi. Anadolu’nun sermayesini oluşturdu; Anadolu’da eğitim, kültür ve sanayi devrimi yaptı; Türkiye savunmasını dışa bağımlılıktan kurtarmak için milli savaş sanayisini kurdu; modern bir Türkiye’nin dinamik alt yapısını tünel, köprü, oto yol ve hava alanlarıyla tanınmaz bir hale getirdi. Ulusal bütünlüğünün etnik farklılıkları yaşatan bir bukette yaşayacağına inandı. Kürtlere ve diğer etniklere özgün kültürel haklarını tanıdı. 34 yıldan beri çözülemeyen Kürt problemine başarılı çözüm formülü buldu. Türkiye’de XXI. Yüzyılın ilk atılımlarını belirleyen bu gelişmeler daha 139’da atılan Batıya dönük uygarlaşma yolunu genişletmeye çalıştı. Kuşkusuz burada Türkiye Cumhuriyeti‘ninatlayamayacağı bir çita olmadığını yazarken, tuz içinde şekerin zor eridiğine işaret etmek istiyorum. Modern Avrupa’da ilan edilen “farklılıkların bir araya gelmesinden oluşacak yeni Avrupa Birliği uygarlığı” aslında hayal edildiğinden çok farklı çizgiler de içeriyor. Bir defa, üye olan 28 devletin sınırlarını kaldırarak, bütünleştik demesi ve Brüksel meclisinde 24 dilin resmi dil olarak kabul edilerek kullanılması, yeni bir forumsal varolma biçimi yaratırken, özsel değişikler getirmedi. Üye ülkelerin her birinde var olan ve çözülemeyen ise etnik sorunlar kangrenleşmeye devam ediyor. Üye devletlerin ulusal devlet politikalarında azınlıklara etnik eğitim, kültür v.b. haklarını kullanma hakkı devlet eliyle kısıtlanıyor. Devlet ajanlarınca yönetilen yamak partiler örneğin Bulgaristan (HÖH) partisi Türk ve Müslüman azınlıklarını eriterek yok sayma değirmenine su taşımaya devam ederek ayakta tutuluyor. Atalarımızın atları evcilleştirerek, bakır, demiri ve çeliği yerlilerden daha iyi işleyip ehlileştirerek kolayca yerleştiği Anadolu’da buldukları eski Elen kültürü, Bizans hukuku ve Hıristiyan dininin yerine daha üstün bir üretim biçimi, ahlak ve adalet anlayışı getirdiklerinden dolayı 1 000 yıl önce kolayca kabul dilip yerleşebilmeleri dünyayı şaşırtmamıştı. Avrupa Birliği’nin (AB) varoluşuna temel tarihsel dayanak olarak gösterdiği Hıristiyanlık, kadim Rum kültürü ve Bizans hukuk üçlüsüydü. Modern Anadolu’da yani Türkiye sınırları içinde İslam dini, Müslüman yaşam biçimi, Türk-İslam sentezi kültür ve devletin cumhuriyet biçimiyle tam bir uyum ve mükemmel bir harmoni içinde yaşamış, yaşıyor ve yaşayabilecekken, aynı üçlü sentez bütünlüğü eski kıtada Türklük uygarlığıyla birlikte neden uygulanmasın? Neden uygulanmak istenmiyor? Bu perspektifi, nurlu ufku neden kabulü mümkün bir uygarlık olarak göremeyenlerin yaşam ortamı bulabildiklerini anlamak, dün olduğu kadar bugün de hakikatten anlaşılır gibi değildir. İşte böyle suni olarak ağırlaştırılmış koşullarda, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık seçimine gidiyor. Yarın AK Parti Başkan adayını açıklayacak. Herkes Sn. Recep Tayip Erdoğan’ın üzerinde duruyor. Gerçeği isterseniz kişilik o kadar da önemli değil, çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sına göre bir vatandaş kendi başına Cumhurbaşkanı olmak isteyemez, kendini aday da gösteremez, parlamentodan 20 kişilik bir grup tarafından önerilmelidir. Şimdiki muhalefet, ana hatlarıyla CHP-MHP ikilisi, son 12 yılda Türkiye’de yeni algoritmaları üreten, yeni bakış açılarını yerleştiren ve devletin politik ve felsefi yeni yapılaşmasında dinamo rolü gören Başbakan Sn.Recep Tayip Erdoğan veya AK Partinin önereceği adayın önüne hiç beklenmedik bir şahsiyeti (Ekmelledin İhsanoğullu) aday olarak dikildi. Bu neye benziyor biliyor musunuz? AK Parti ve Başkanı Sn.Recep Tayip Erdoğan dar başkanlık yolunda üç atlı faytonuyla normal ilerlerken, önüne muhalefet tarafından indirilen bir kani arabasıyla yolunun tıkanmasıdır. Fikrin özündeki hainlikte Başkanlık yokuşunun dar bir yol olduğu ve solama ve sağdan dolanma gibi bir imkân olmamasıdır. Bu yolun bir tarafı dere hendeğidir diğer yanı da siperdir. Monarşiden Cumhuriyete Cumhuriyetten Başkanlık sistemine başarılı geçiş, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti yönetim sistemini daha da demokratikleştirilmesi ve ehlileştirilerek daha verimli bir hale getirilmesi açısından Avrupa Birliği’nin önüne geçmesi anlamına gelir. Evet Türkiye artık devleşiyor ve bu devleşme de yarı ve başkanlık sistemine geçmek zorundadır. Bu gerçekleştiği takdirde inşallah tüm dünyada yaşayan Türklerin de dualarıyla yeni Türkiye’nin, yeni Cumhurbaşkanı hem ülkemize hem milletimize hem de dünyanın her yerindeki insanlarımıza umut verecektir. İnşallah Ramazan ayının bereketiyle oluşan bu dualar Milletimizin hem birliğine hem beraberliğimize hem kardeşliğimize pekiştirir ve dünyada yaşanan acıları da ancak böyle hafifletebiliriz. Bekliyoruz. Başkanlık yolu yokuştur, geri dönüşü olmayan bir tırmanıştır. Türkiye Cumhuriyeti için ise bu bir yücelme yoludur. Tüm Türk Dünyası ve Osmanlıdan ayrılan 44 devletin pir dikkat izlediği ve örnek almak istediği bir ilerleme ve onur yoludur. Türk Dünyası Merkezinin oluşmasına az kaldı… Şimdiden Dünya Türklerine hayırlı uğurlu olsun.


4

Bulgaristan Türklerinin Sesi

B u l g a r i s t a n S e m p o z y u m u n d a n Balkanlar’da Bir İnsanlık Dramı: 1989 Zorunlu Göçü bahsedildi. Ancak bu süreç Bulgaristan dışındaki gelişmelerden de Dr. Erjada Progonati Rafet ULUTÜRK’ün Konuşması 1989 GÖÇÜNÜN 25. YILDÖNÜMÜ lenmiş bir diyarı gavgalaz ve eşek dikenULUSLARARASI BULGA- liği haline getirenleri eleştirmemek, kınamaRİSTAN SEMPOZYUMU mak ve tüm bu olup bitenlere görüpte karşı Konuşma metni; Sayın Belediye Başkanlarım,

çok değerli yerli ve yabancı bilim adamları, çok kıymetli Sivil Toplum Kuruluşu (STK) başkanları, yöneticileri sevgili konuklar, çilekeş ve sırtı yere gelmeyen soydaşlarım, bir daha geri dönmemek üzere, varımızı yoğumuzu geride bırakarak, tüm hayat boyunca tırnaklarımızı kazıyarak edindiklerimizi bir kalemde silerek yola koyulduğumuz, daha adil ve mutlu bir hayat için yola çıktığımız, o hatırlamak bile istemediğimiz 1989’dan buyana 25 yıl geçti. Çile dolu bu çeyrek asrı dimdik yürüyen bir Toplumu- Bulgaristan Türklerini temsilen sizleri bu bilgi şöleninin yüksek kürsüsünden selamlarken, önümüzdeki 2 gün içinde birlikte yürüteceğimiz çalışmaların hepimiz için, özellikle soydaşlarımız, Bulgaristan’daki yakınlarımız ve ayrıca tüm Bulgaristan halkı için çok anlamlı, faydalı ve başaralı olmasını temenni ederim. Asırlarca dökülen gözyaşlarımızla ıslatılan topraklarımız, doğduğumuz evler, en iyi umutlarımız, birlikte yaratmaya çalıştığımız hoşgörüye dayanan bir medeniyet, komşularımız, köylerimiz, yürümeyi öğrendiğimiz yollar kaldı oralarda. Bulgaristan bizim ilk göz ağırımız; zorla göç etmiş de olsak, acımız unutulmaz da olsa bizim Ata Vatanımızdır Bulgaristan. Bizler kovulmuş da olsak Vatanımızda düşmanlık tohumları bırakmadık, yüreğimizde hınç beslemedik, öfke büyütmedik. Bizler hiç bir zaman vatanımıza karşı hainlik yapmadık. Bir canlının nasıl anne baba seçme şansı yoksa, ayni şekilde Vatanını da seçme şansı yoktur. Bir çocuk nasıl ana babasına el kaldıramazsa, insanoğlu da Vatanına düşman olamaz. Fakat her vatandaşın Vatanından Anne şefkati gibi şefkat, Baba merhameti gibi merhamet beklemesi tartışılmaz hakkıdır. Bir anne evlatlarını nasıl ayırmadan, kırmadan, incitmeden var ediyorsa, Vatan da vatandaşlarını bağrında aynı sıcaklıkla yaşatmalı, hepsini hiçbir ayrım gözetmeden eşit kılmalıdır. Vatan Vatandaşlarının hepsini aynı özgür ortamda mutlu etmek için vardır. Vatan senin ya da benim değil, hepimizin ve bölünmez ortak paydamızdır. Bulgaristan, sadece Bulgarların vatanı olmamakla beraber, bu topraklar üzerinde doğmuş ve yaşama gibi en doğal haklara kendiliğinden sahip olan Türk, Roman, Ermeni, Yahudi, v.s. aynı sorumluluk ve yükümlülüklerin ağır yükünden kendine düşen payı sırtında taşımayı kabullenen her birimizin Vatanıdır.

Vatan hakkı tüm diğer insan haklarının en başında gelir ve kutsaldır.

Bu anlamda, 1989 göçünün, ismi ne olursa olsun, adına ne denirse densin, bizler için tek bir anlamı vardır. Bu göç sayıları milyonları aşan Bulgaristan Türklerinin, tüm kardeşlerimin, en doğal hakkına, Vatandaşlık hakkına Totaliter rejimin en vahşi, en barbar, en amansız bir saldırı ve bu hakkımızı gasp etme çabasıdır.

Emsali olmayan bir zalimliktir.

Kalbimizdeki sönmeyen bir acıdır. Fakat burada bir hususun altını çizmek ve bir birinden ayırt etmek lazım. Tüm bu olup bitenlerin baş mimarı ve uygulayıcısı Totaliter komünist rejim ve uzantılarıdır. Burada Bulgar halkına bir suç ve kabahat yüklemek bizim adalet anlayışımıza aykırı ve Bulgar halkına karşı haksızlık yapmış oluruz. Evet, bize karşı işlenen suçlarda 25 yıldır adalet yerini bulmadı bu da bir gerçek. Buradan herkes kendine düşen sorumluğu düşünmeli, bilmeli ve bir gün suçlular hesap vermesi gerektiğini buradan yetki sahiplerine sesleniyorum. Bir gün Bulgaristan da demokrasinin kuralları işleyecek ve adalet yerini bulacaktır diye inanmak istiyorum. Çünkü başımıza gelenleri biz asla ve asla hak etmedik. Neden mi? Çünkü bizler Bulgaristan topraklarını Vatan yapanlarız. Biz üreten, var eden, inşa eden, helalından geçinen, her şeyimizi alın teri ile kazanan bir toplumuz. O topraklarda güzellikleri, öz kültürümüzü, farklılıkların uygar örgüsünü, imanlı, gelenekli, sevgi dolu gönüllerimizin sevgi dolu sıcaklığıyla adam ettik, yaşattık. Nasırlı ellerimizle inşasına katıldığımız, içinde çalıştığımız 15 752 küçük ve büyük ölçekli sanayi işletmesinden 13 500’ünün hurdaya çıkarılıp yok edilmesine, meyve yüklü bıraktığımız bağların, bahçelerin, başak denizi altın rengi ovaların bizden sonra yıllar yılı nadasa bırakılmasına; 1 milyon 650 bin iri baş hayvandan ancak 90 bin kalmasına; 1 400 000 koyun ve kuzudan ancak 1 milyondan az kalmasına üzülmemek, “likide edenleri” lanetlememek, parçalanan yürekleri avutmak elde mi? Serpilip açıp sarmış, mutlu gelecek yük-

duyarsız kalabilir mi bir bilinçli vatandaş? O eşsiz güzellik ve bolluğun orta direği, ana dayanağı bizmişiz demek. Biz kovulduk ve oralar kısırlaştı, karardıkça karardı, sefileşti. Ahımız tuttu demek istemiyorum çünkü üzülüyorum bu duruma. Her şeye rağmen, bugün, savaşsız, zulüm süz, işkencesiz, katliamsız, giyotinsin bir Avrupa Birliği’nde yeni ortak bir uygarlık yaratılmaya çalışılıyorsa, biz bu asil davada en ön saflarda olmaya hazırız. Biz eski kıtanın yeni uygarlığını oluşturan kültürün, hukukun ve dinlerin eşiği ve beşiği olan toprakların evlatlarıyız. Evet, dünya değiştikçe biz de değiştik. Hiçbir nimet bize altın tepside sunulmadı. Vatan özlemini içimizde yaşatıyor ve Vatan hoşgörüsünü hak ediyoruz. Modernleşirken, bazıları gibi dünyayı uluslara; etnik azınlıkları da düşman ve dostlara ayırmadık. Allah birdir deyip, Tanrı’yı düşman bilmedik, hiçbir dine Haçlı Sefer açmadık, yaratanın ibadet evlerine saldırmadık, yıkmadık. Yaratılanı yaratandan dolayı seven ataların torunları olduğumuzu da hiç amma hiç unutmadık. Vatanımızın spesifik renkleri bizim genlerimizde kodlanmış ve yaşıyor. Bilmeyenlerinizvarsadiyesöylüyorum:Özlemlerimiz ezile ezile bilinç oldu. Vicdanımız yaratıcı güçle kanatlandı. Umutlarımız ortak ufuk arıyor. Ve büyük ezilmemiz, 1877/78, yani 93 harbiyle başladı, 1912 -14’te bozgunlar yaşadık; Balkan coğrafyasında en büyük acıları Bulgaristan Türkleri çekti. Çarlık dönemi, 1934 askeri darbesi hepimizi perişan etti, Büyük Savaşlar bir katliamdı, göç dalgalarını büyüttü de büyüttü. Artık Ana vatanda 10 milyonu aştık. Bize Vatan olan topraklara ebedi borçluyuz. Bizi kabul eden, kardeş bilen insanlara minnettarız. Temennimiz ortak sofralarımızın dolup taşmasıdır. Ve bugün biz, buraya, işbu bilgi şölenine, hala devam eden Bozgunluk PSİKOLOJİSİNİ DAĞITMAK, diriliş kıvılcımlarını hayata çağırmak için toplandık. Biz Vatansızlığın ruhunu, artık yaşı 135 olan yaşlanan BOZGUN RUHUNU ebediyen gömmek için buradayız. Biz, bizi ezenlere karşı çarkı ters çevirmek için el ele verdik, cephedeyiz. Evet, biz, uykusuz, aç, susuz göç yollarında, tutuk evlerinde, hapishanelerde, sürgünlerde, ” Belene” ölüm kapında Mayıs 1989 İsyan ateşinde örs ile balyoz arasında dövülürken suyumuzu aldık ve tepeden tırnağa böyle çelikleştik. Ve bizi biz eden, 93 harbinde, o büyük Vatan kavgasında emsalsiz kahramanlık örnekleridir; 1934 askeri darbesinden sonra 1936 göçünün çilesidir; 1945’te faşist Çarlık rejimi sosyalist düzenle değiştirenler eşitlik geldiğini ilan etseler de, Bulgaristan’da Türk düşmanlığının hiç bir rejim ve ya düzende değişikliğe uğramamıştır. Bu “terbiye”nin devamı 1951-53, 1968-69 ve 1977-78 kitlesel göçlerinde sardığımız yaralar ve aldığımız büyük derslerdir. Hele 1970-1984-1989 “eritme”; “asimile etme”, “Bulgarlaştırma” politikalarının uygulandığı ve 3 milyon civarında Türkün ve Müslümanın devlet terörü ile kimliğinin resmen yok edilmek istenmesi ile şekillenmiştir. Sabrımızı taşıran Hitlerin icatlarını bile sollayan mezardaki atalarımızın isimlerini de değiştiren, bir Türk ananın öz çocuğuyla öz dilinde konuşmasını yasaklayan yüz karası icatlardır. Ve başımıza gelen daha nice çile tümümüzü HAK VE ÖZGÜRLÜK için ayaklandırmıştır. Son dönem insanlık tarihinde ezilen bir halkın tek vücut halinde ulusal çapta baş kaldırışına örnek veren biz olduk. İsyanımız, Vatan sevgimizin ateşiyle doğal haklarımız için, en tabii haklarımızla, özümüzün yansıması olan özgün kültürümüzle yaşama azmimizin volkan gibi patlamasıydı. Halkımızın önü alınmaz infilak gücü totaliter rejimi, diktatör Jivkov’u; demokratik Bulgaristan’ın ilk Cumhurbaşkanı Sayın Jelü Jelev’in değişiyle “faşizmleşen komünist rejimi ve totaliter iktidarı devirdi ve tarihin çöplüğüne attı.” Ne yazık ki, İsyan dalgasının görkemi ve gücü Komünist rejimi paniğe sevk etti, Jivkov sınırlarını açtı ve bizleri de göçe zorladı. Son çeyrek asırda birçok şey değişse de, birçoğu da aynı kaldı. Bir defa göç selinin açtığı Türkiye Bulgaristan devlet sınırı bir daha kapatılamadı. Demek istediğim, iki tarafa açılan BulgarTürk sınırı “GÖÇ” sözünü de tarihe gömdü. Tüm çarpık, ters ve asılsız iddialara karşın, Bulgaristan’da yaşayan Türkleri ile son 135 yılda Vatanımızdan kovulan tüm soydaşlarımızın aynı sudan, aynı boydan ve aynı özden Türk olduğu ve dönüşü olmayan bir biçimde kanıtlandı. Devamı - 10‘da

Özet; Bulgaristan’daki en büyük azınlık grubunu teşkil eden, Türklerdir. Bulgaristan’da yaşayan Türkler hiçbir zaman Bulgaristan’ın bir iç meselesi olmakla sınırlı kalmamıştır. Çünkü Bulgaristan’daki Türkler hem TürkiyeBulgaristan ilişkilerini etkilemiş hem de iki ülke arasındaki ilişkilerden etkilenmiştir. Bu çalışma, 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye zorunlu göç eden Bulgaristan Türklerin, göç etmelerine neden olan tarihi nedenler ve siyasal olayların incelendiği bir çalışmadır. 1989 yılında yaşanan zorunlu göçü ışığında kaçınılmaz olan Türkiye-Bulgaristan arasındaki ilişkilerin seyrini ve boyutunu ele alacağız. 1 . Ta r i h i S ü re ç İ ç e r i s i n d e B u l g a r i s t a n Türkiye İlişkilerini Etkileyen Faktörler Bulgaristan-Türkiye arasındaki ilişkileri çok eskiye dayanmaktadır. Bulgaristan’ın padişaha bağlı bir prenslik olarak kurulmasından itibaren Türk azınlığına birçok negatif özellikler yüklenmiştir. Bulgar halkı genellikle, Osmanlı idaresi altında kaldıkları süreyi “500 yıllık esaret” olarak nitelendirmiştir. Bulgaristan toplam nüfusunun yaklaşık %10 bir oranda Türk azınlığının bulunması ve bu kitlenin Bulgaristan hükümeti tarafından yabancı olarak değerlendirilmesi, olumsuz politikalar izlemesine itmiştir. İzlenen politikalar: Bulgaristan’da yaşayan Türkleri asimile etmek, eritmek ya da göçe zorlamak gibi Bulgaristan-Türkiye arasındaki ülkeler ilişkileri daha fazla soğutmuştur. Ayrıca, Bulgaristan devletinin komünist ideolojisini benimsemesi ve Soğuk Savaşın etkisi Türk azınlığına karşı yaklaşımı olumsuz olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde Bulgaristan Türklerinin durumuna bakıldığında Bulgaristan’daki Türkler genellikle olumsuz etkilenmiştir. Böylece Bulgaristan’ın ulus-devlet yapılanma süreci Bulgaristan’da yaşayan Türklerin durumunu derinden etkilemiştir. Bulgaristan’da yaşayan Türkler, Bulgar milli kimliğinin oluşum sürecinde en önemli “öteki” olarak algılanmıştır. Azınlık grupları, kalıplaşmış söylemi olan “farklılıkların zenginliği” olabildiği gibi, ülkede iç ve dış odaklı krizlerin ve husumetlerin kaynağı olabileceği algısı güçlüdür. Tarih boyunca Türk azınlığının niteliği ve niceliği daha homojen bir Bulgar ulusu yaratmak için siyasi irade tarafından baskı yoluyla değiştirilmeye çalışılmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra Balkan ülkelerinde komünist anlayışın iktidara gelmeye başladığı görüldü. Balkanlar üzerinde Batılı devletlerin ve Sovyet Rusya’nın çıkarları çok kutuplu görünümü iki kutupluya dönüştürdü. İki kutuplu sistem içerisinde ABD’nin önderliğini yaptığı Batı Bloku NATO’yu (Kuzey Atlantik İttifakı) tesis etmiş ve SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ) liderliğini fiilen üstlendiği Doğu Bloku’da Varşova Paktı’nı kurmuştur. İki kutuplu sistem içerisinde yer alan ve birbirleriyle sınır komşusu olan Türkiye ve Bulgaristan, iki uluslararası hukuk süjesi olarak, dönem itibarıyla uluslararası çıkarlarının gerektirdiği koşullar içerisinde farklı yönelişlerde bulunmuşlardır. Türkiye, Batı Bloku içerisinde yer alarak NATO üyesi olmayı tercih etmiş, Bulgaristan ise Doğu Bloku’nda bulunarak Varşova Paktı üyesi olmayı benimsemiştir. Bulgaristan’ın Varşova Paktı Üyesi olması: Türkiye ve Bulgaristan’ın karşıt iki ittifak grubunda yer almaları, aralarında mevcut işbirliğinin azalmasına sonuçlanmıştır. Etnopolitik, etnokültürel ve etnopsikolojik baskılardan usanmış olan Türk azınlığın kendini güvende hissetmeyip, Bulgaristan’ı “güvenilir vatan” olarak benimseyememesi ve bunun sonucunda geleceğini Türkiye’de sürdürmek istemesi 1989 büyük göç sürecine götürmüştür. 2.1989 Büyük Göçünü Hazırlayan Nedenler a.İç Gelişmeler Komünist döneminde (1944-1989) Bulgaristan’daki komünistler ülkedeki Türklerin başta olmak üzere, NATO ve ABD tarafından Bulgaristan içişlerine müdahale aracı olarak kullanılabileceğinden kaygılanmıştır. 1944 yılında Bulgaristan’da komünizm rejimi ve Marksist ideolojinin benimsenmesiyle din ve etnisite ayrımından uzak ve de “tek sosyalist ulus” oluşturma çabaların ortaya çıkmıştır. Böyle bir ulusun inşası önündeki en büyük engel, dini inançları ve milli bilinçleri son derecen güçlü olan Türkler olmuşlardır. Bulgaristan hükümeti de “Türk sorununu” çözmek için başlıca iki strateji geliştirmiştir: a.Zorla asimilasyon, b.Türk nüfusunu eritmek politikası. Türk azınlığının durumunu etkileyen ilk darbe 1940’ların yarısında devletin komünist ideolojiye paralel olarak yürütmüş olduğu kamulaştırma politikası olmuştur. Böylece, komünistler, kırsal alanda ikamet eden ve geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, Türklerin topraklarına ve besi hayvanlarına zorla el koymuşlar. Bu durumda Bulgaristan, 10 Ağustos 1950 tarihinde Ankara’ya bir nota göndererek Türkiye’den üç ay içinde toplam 250.000 Bulgaristan’da yaşayan Türkü kabul etmesini istemiştir. Türkiye sınırlarını açmıştır. 1950-1951 tehcirleri (155.000 civarında Türk tehcir edilmiştir) 1989 yılında yaşanan göçe bir tecrübe olmuştur. Başka bir deyişle 1989 tehciri ilk defa yaşanmamıştır. 1960 yılında ise, Bulgaristan’da Türkçe konuşmanın ve dini vecibelerin yerine getirilmesinin yasaklanması. 1984 yılında ise, daha ileriye giderek, Türk azınlığını asimile etmek ve homojen bir Bulgar milleti yaratmak amacıyla başlatılan zorla isim değiştirme politikası (“Soya dönüş” Politikası) Bulgaristan’da yaşayan Türklerin dramını zirveye ulaştırmıştır. Ancak Todor Jivkov’un istediği “birleşik homojen sosyalist ulusun” yaratılamadığının, ülkede özlenen etnik barışın sağlanamadığının ve Türk azınlığına yönelik asimilasyon girişimlerinin başarısız olduğunun kanıtıdır. Jivkov, 1984-1989 dönemi boyunca Bulgaristan’da yaşayan Türklere “kültürel soykırım” uygulamıştır. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Arşivi gizli belgelerine göre zorla göç ettirme ve asimilasyon yöntemleriyle her 10-15 yılda Bulgaristan’daki Türk nüfusunun %10-%15 oranında azaltmayı planladıkları görülmektedir. Bu durumda 1989 yılında, asimilasyon politikalarına karşı direnen Türk azınlığı, sürgüne tabi tutulmuştur. Jivkov, “Türkiye, Bulgaristan’dan göç etmek isteyen Türklere kapısını açsın” diyerek 350.000 civarında Bulgaristan’da yaşayan Türkü, Türkiye’ye göç ettirmiştir. Koşulsuz göçmen kabulü başlamıştır. Doçent BonçoAsenov’a göre, 1989 göçü ile Jivkov, Bulgaristan’ın 15 yıllık beşeri ve jeopolitik geleceğini,Türklerden arınmak suretiyle garanti altına almıştır. Bulgarların alay edercesine adlandırdıkları “Golyamata Ekskurziya”yani“BüyükTuristikSeyahat”Haziran1989’dabaşlamıştır. b.Dış Gelişmeler Yukarıda 1989 göçünü etkileyen Bulgaristan’daki iç gelişmelerden

beslenmiştir. Böylece, 1989 büyük göçü etkileyen çok önemli bir faktör, bu dönemde Rusya’da Gorbaçov’un başlatmış olduğu Glastnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) açılımların Bulgaristan’a da sirayet edeceği, sirayet ettiği takdirde politik düzenin bozulması endişesi olmuştur. Tarihte Balkanlar yarımadası, Rusya için önemli bir bölge olmuştur. Rusya tarihsel olarak sıcak denizlere inmeye hayal etmiştir ve bunun için çeşitli politikalar izlemiştir. Öteki taraftan Rusya’nın “Slav kardeşliği” anlayışı ve bu anlayışa göre izlediği politikalarda Bulgaristan önemli bir yer kapsamaktadır. Zaten Bulgaristan’ın tarihi sürecine bakıldığında, Rusya’nın önemli bir rolü (1877-1878 Osmanlı Rus savaşı ve Bulgar Prensliği’nin kurulması; Doğu Blok’unda yer alması ve Komünizm rejimini benimsemesi) olmuştur. Bu durum, Bulgaristan’ın Türk azınlığına karşı tavrını etkilemiştir. Çok önemli bir faktör daha, Rusya’nın Balkanlar’da Rus-Bulgar-Yunan Ortodoks eksenini güçlü olmasını istemesi ve Türk-İslam eksenini etkisiz hale getirmek istemesidir. Türk azınlığına karşı Bulgarlaştırma politikası, Sovyetler Birliği yönetimin üzerine yapılmıştır. Sovyetler Birliği Bulgaristan’ı pilot bölge olarak denemiştir. Bu örnek başarılı olunsaydı Sovyetler Birliği’ne bağlı diğer ülkelerde de uygulanacaktı. 1989 büyük göçü etkileyen başka önemli bir faktör, 1974 yılında Türkiye’nin gerçekleştirdiği Kıbrıs Askeri Harekâtı olmuştur. Gerçekleştirilen harekât, Bulgaristan hükümetini olumsuz etkileyerek “Kıbrıs Sendromunun” yaşamasına ve kaygılarını arttırılmasına yol açmıştır. Bütün bu kaygıların sonucunda da Türk azınlığının ulusal, dini ve kültürel kimliği ve hatta varlığının ta kendisi siyasi gücün birincil hedef, haline gelmiştir. Üçüncü bir faktör, Türk nüfusun aşırı derecede artışı olmuştur. Bu artış özellikle Türkiye-Bulgaristan sınırı olan bölgelerde yaşanmıştır. Bulgaristan’da Müslüman nüfusun artması, İslam kültürün de yaygınlaşacağı kaygısı yaşanmıştır. Bütün bunlar, hedef olan “homojen demografi” aleyhine gelişmeler olduğu için Bulgaristan hükümetin algısına olumsuz bir etki yapmıştır. Çünkü ileride, kalabalık bir MüslümanTürk varlığı ve Türkiye’nin güçlü ekonomik ve askeri alt yapısı Bulgaristan devletinin bütünsel yapısına karşı bir tehdit olarak algılanmıştır. 3.Bulgaristan Türklerinin 1989 Göçünün Sonuçları 1989 büyük göçün sonuçları ve etkileri çeşitlilik göstermektedir. Göçmenlerin Türkiye’ye göç etme nedenlerinin başında baskı ve zulüm gelmektedir. Daha sonra, aile ve akrabaları Türkiye’de olduğu için, Türkiye’deki eğitim olanakları, iş imkânlarının fazla olması ve diğer nedenler izlemektedir. 1989-1990 dönemindeki soydaş göçlerinin temelinde etnik ve siyasal nedenler ön planda iken 1991-2000 arasındaki göçlerin asıl nedeni geçim sıkıntısı, işsizlik gibi ekonomik etmenlerdir. Tablo 1. Yıllar 1989 1990 1991 1992 Toplam

Toplam 218 000 71 195 32 164 23 490 344 849

Kadın 111 568 31 326 13 900 10 336 167 130

Erkek 106 432 39 869 18 264 13 154 177 719

1989 yılında Türkiye’ye gelen göçmenlerin 11.615’i, vize alarak gelen göçmenlerdir. Göçmenlerin 133.272‘si Bulgaristan’a geri dönmüştür. 1989 yılında gelenler göçmenler, 1950–1988 yılları arasında gelen göçmenlerle aynı illere yerleşmişlerdir. Bulgaristan Türklerin göç etmesiyle Bulgaristan’da ekonomik sıkıntılara yol açmıştır. Bulgaristan uluslararası platformda zor durumda kalmıştır ve bu durum Bulgaristan’ı iç siyasi istikrarsızlıklara götürmüştür (çeşitli istifalar edildi). 1989 yılı, Balkanların jeopolitiğini ve dinamiklerini değiştiği zamana denk gelmiştir. 1989 yılın ilk yarısı Jivkov tarafından komünizm ile ortaya çıkarken, ikinci yarısı demokratik rejimi sürecine girmiştir. Bulgaristan, AB olmak üzere, uluslararası Batılı kuruluşlara yer almak istemiştir. Bu yüzden geçiş sürecinde, kendine özgü olan “Bulgar Etnik Modeli”nden bahsetmek mümkündür. Modele göre, sorunları diyalog ve azınlıkların toplumla bütünleşmesi için gerekli mekanizmaların kurulmasına yönelik çözümlenmelere gidilmektedir. Kısmen de olsa, asimilasyon politikası terk edildi. Bulgaristan’da azınlıklar konusunda hukuki reformlar gerçekleştirilmiştir. Ancak, Bulgaristan, 2007 yılında AB’ye tam üye olduktan sonra Türk azınlığına karşı uyguladığı olumlu siyasetten vazgeçmiştir ve eski asimilasyon politikalarına zaman zaman başvurmuştur. Günümüzde halen asimilasyon ve Türk düşmanlığı politikalarına başvurulduğunu fark ediliyor. Böylece, Bulgar Sosyalist Partisi’nden 7 milletvekili, aşırı sağ Ataka Partisi’nin 1990 öncesinde ülkedeki Türklere karşı uygulanan baskıları kınayan bildirinin iptal edilmesi önerisine destek verdi. Bulgar parlamentosunda Ocak 2012 yılında kabul edilen belge, “Bulgaristan Müslümanlarına Karşı Uygulanan Zorla Asimilasyon Sürecinin Kınanmasına İlişkin Bildiri” adını taşıyor ve bu bildirinin yine Parlamento tarafından başta Ataka olmak üzere milliyetçi çizgideki diğer siyasi oluşumlar tarafından iptal edilmesi isteniyor. Türkiye, hem Bulgaristan hem de diğer Türk nüfusun bulunduğu ülkelerde sosyal, ekonomik ve siyasal olarak güçlenmesi için Türk lobisi yaratmalı. Diğer ülkelerde bulunan Türk nüfusu ikili ilişkilerde bir dostluk köprüsü rolünü oynaması için gerekli politikalar ve projeler üretilmeli. Bu konuda gerekli çalışmaları yürütmek üzere Göçmen Bakanlığı kurulmalı. Öteki taraftan da, Sofya’nın uzun süren bir süreçte iktisadî bakımdan dezavantajlı kıldığı azınlıklara karşı yükümlülüklerini yerine getirmeli ve iktisadî desteğini vermeli. Sofya’nın uyguladığı baskı nedeniyle azınlıklarından özür dilemesi olumlu olmakla birlikte, onlara verdiği zararı da tazmin etmesi, toplumsal barış ve kendi içerisinde uyumlu bir ülke olması açısından şarttır. D r . E r j a d a P r o g o n a t i


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Pazarkule Çilesi Yunanistanın çıkış kapısına geldiğimizde Yunan memur bizlerden vekâlet istedi verdik, yok bunlar olmaz Türkçe ve Bulgarca bizde geçersiz dedi. Bizim burada Yunanca ve İngilizce geçerlidir, başka diller geçmez dedi. Evet yapılacak bir şey yok. Yunanistan tarafında tercüman da yok. Mecbur kaldık Bulgaristan>a dönmeye. Svilengrad’a bir tercüman bulduk ve evrakları ingilizceye tercüme ettirdikten sonra tekrar Yunanistana yola koyulduk. Yunanistan-Türkiye sınır kapısına geldiğimizde Yunan gümürk görevlileri neden Kapı kuleden Türkiyeye giriş yapmayarak Yınanistan üzerinden çıkış yaptığımızı sordu ve verdiğimiz yoğunluk cevabına inanmadıklarını ifade derek bir süre bizi oyaladılar. Nihayet gerekli geçiş kontrolleri yapıldı ve sınırı geçerek ANA VATANA geldik. Pazarkule sınır kapısında Mehmetçik nöbetine devam ediyor, iyi nöbetler diledik geçtik ve sınır kapısına geldik. Türkiye Cumhuriyetinin memurlarına selam verdik pasaportları uzattık. Görevli memur arabanın evraklarını istedi vevekâlet var mı diye sordu. Vekâleti verdik. Baktı ve siz bu arabayla buradan geçemezsiniz dedi. Neden diye sorduğumuzda günümüzün olmadığını söyledi. Arabanın sahibinin gelmesi durumunda olurmu diye sorduğumuzda ise olmaz bu arabayı buradan geçiremezsiniz dedi ve pencereyi kapattı. Daha sonra görevli kapı memuru kulübeden çıktı ve uzaklaşmaya başladı. Biz de , arkasından memur bey nereye gidiyorsunuz, biz ne yapacağız şimdi diye seslendiğimizde, hadi yürüyün buradan sizin Allahınıza kitabınıza.... diye küfür etmeye başladı. Şaşkına döndük. Halka hizmet vermekle görevli olmasına rağmen bizlere küfür ediyor, hem de Allahımıza Kitabımıza. Bizde durum ne olursa olsun, tahrik ne kadar büyük olursa olsun Allaha Kitaba küfür yoktur. Bulgaristanda Jivkov döneminde özellikle de 1984 sonrası soykırım yıllarında bulgar faşist gizli servis elemanlarının bizleri tahrik edip Beleneye göndermek için bahane üretmeye çalışırken dahi küçümsüyor, aşağılıyor, rencide edici söylemlerde bulunuyor ancak Allahımıza Kitabımıza açıkça küfür etmiyordu. Üzüldük. Bir insanın bu kadar küçülmesine üzüldük. Ancak biz memura ağzından çıkanı duyup duymadığını sorduğumuzda kabadayı tavırlarıyla: <Hadi lan dayak yemeden gidin buradan> demez mi. Bu artık bize tamamen fazla geliyordu. Siz kim oluyorsunuz, bu cesareti nereden alıyorsunuz, halka üstten bakan memur dönemleri kapandı artık, siz hizmet vermekle mükellefsiniz, deyince üstümüze yürüdü. Diğer görevli arkadaşları araya girerek zor zaptettiler. Neye uğradığımızı anlamaya çalışırken çıplak kafalı bir görevli de çıkarak: <Hadi gidin buradan yoksa çok kötü olacak> diye bağırarak bize gözdağı vermeye çalıştı. Siz her gelen geçen vatandaşa bu şekilde mi davranıyorsunuz dediğimizde oda üzerimize yürüdü ve bizleri dövmeye kalkıştı. Ancak diğer görevli memurlar önünü keserek üzerimize gelmesini engellediler. Mağlesef Millete tepeden bakan bazı görevliler eski dönemlerin geride kaldığını, belinde silahı, cebinde parası olanın at koşturduğu düzenin yarine hakkın ve hakkaniyetin hüküm sürdüğü yeni bir döneme girildiğini anlayamamış veya bunu hazmedememişlerdir. Artık Türkiyede haklı olan güçlüdür. Bunu onlar da mutlaka anlayacaklar. Tüm bu yaşananlardan sonra müdüre şikayetimizi bildirdik. Olanları anlattık. Müdür Bey görevlilerin oruç tuttklarını ve bu nedenle bazı tatsızlıkların yaşandığını söyledi. Biz de orucuz, ancak biz orucu cevremize işkence çektirmek için değil Allah (c.c.) rızası için tutuyoruz dedik. Müdür Bey görevlileri topladığını ve kendileri ile görüştüğünü, bizim de onlara küfür ettiğimizi beyan ettiklerini söyledi. Bunun üzerine kamera kayıtlarının incelenmesini olayların kamera açılarında geliştiğini ve herşeyin kayıt edilmiş olması gerektiğini, ayrıca olay çıkaran görevliler ile yüz yüze gelerek olayın aydınlatılmasını, hem kayıtlardan hem de yüzleştirmeden bizim küfür etmediğimizin, haklı olduğumuzun ortaya çıkacağını açıkladık. Fakat Müdür Bey bu şahısları yanımıza getiremedi bizleri yüzleştiremedi, bizlerde de doğal olarak Müdürün onlardan korktuğu kanaati oluştu. Müdür Bey bizlerden özür diledi ve oalayın da fazla kurcalanmamsını, yargıya taşınmamasını rica etti. Biz de kendilerinin hiçbir suçu olmadığını, suçlu olan görevlilerin özür dilemeleri durumunda değerlendirme yapacağımızı beyan ettik. Ancak görevliler gelmediler. Müdür Beyin yanından dışarı çiktığmızda bahsi geçen iki görevlinin yaka kartlarını ters çevirdiklerini gördük. İsimlerini öğrebnmemizi istemiyorlardı ve bizden hemen uzaklaştılar. Diğer memurlara da isimlerini sorduk ancak kimse cevap vermeyince Müdür Beye gittik, maalesef o da isimlerini bize söylemedi. Ancak yakınlardakı bir işyerinde çalışan tanıdığımızdan birinin isminin Osman olduğunu öğrendik ve daha çok üzüldük. Osman ismi ona hiç yakışmadığını düşündük. Osman ismi biz Balkan insanına Osman Paşayı ve Hz. Osman (r.a.) hatırlatır. Araba sahibi geldi. Bu arada vardiya da değişmişti. Yeni gelen memurlar evraklara baktılar gerekli işlemleri yaptılar ve iyi yolculuklar dilediler. Demek ki, oluyormuş, kavgaya küfüre gerek de yokmuş. Yeni gelenlerin daha genç olmaları ve yeni nesil oldukları da gözlerimizden kaçmadı. Kendilerine teşekkür ettik ve işte Türkiyenin yeni yüzü dedik. 2014 yılında demokrasinin, hukukun, insan haklarının böylesine geliştiği bir dönemde hak hukuk tanımayan görev bilincinden yoksun kişilerin neden bu görevlerde bulunabiliyorlar. Bu görevlerdeki insanların halka hizmet bilinci çalışmaları grektiği kendilerine anlatımıyormu? İnsanı baz alan vizyon sahibi büyük devletler devlet olmanın amacının vatandaşına gösterilen saygı ve sevgi olduğunun bilincindedirler. Çağı yakalamaya başladığımız bu dönemde kendi vatandaşının dinine saygı gösteremeyen memur ahlakını nereye yerleştirebilirsiniz. Bu hususu akıldan çıkarmamak gerekir ki, büyük devlet vatandaşıyla yöneticisiyle memuru ile top yekün saygı ve sevgi ahlakından doğar.

Göç, Diaspora ve Sürgün Çağı Hakkında Yazmak (Bulgaristan Türk yazarlarının Bulgaristan’da 1984-1990 arası yaşanan “Възродителен процес” Soya Dönüş ve “Голямата екскурзия”/ Zorunlu Göç olaylarına tepkisi) Yard. Doç. Aziz Nazmi Shakir, Sabancı Üniversitesi-İstanbul

Burada sizlere sunmak istediğim kısa bildiri iki girişten: birincisi “göç”, “diaspora” ve “sürgün” terimlerinin genel anlamlarına, ikincisi çocukluğumda ve ergenlik çağımda yaşadığım iki tarihî olaya ithaf olunmuştur; ve bu girişlerin sonrasında yer alan Bulgaristan Türk yazarlarının ve bendenizin söz konusu olaylara verdiği tepkiyi açıklamayı hedefleyen genel bir değerlendirmeden oluşmaktadır. Girişlerin fazla orijinal olduğu söylenemez, ama bu benim değil, tarihin suçu. Bilindiği üzere tarih tekerrürü sever. Diğer bir sözle hâlihazır sürekli olarak geçmişten çalıntı yapar. Kuşkusuz “göç”, “diaspora” ve “sürgün” hakkında yazı yazmak oldukça popüler. Google’da bu üç terimin İngilizce karşıtları olan “Migration”, “Diaspora” ve “Exile”ın, internet ortamına yüklenen metinlerin 100.000.000 dan fazlasında kullanıldığını görüyoruz. Bu sempozyumda sunulan bildiriler, internet ortamına ulaşma fırsatı bulursa, bu rakam “vahim” bir şekilde daha da artacaktır. Başka bir yerde yaşamak üzere bir yeri terk etme çağının, yazının keşfinden çok önce başladığı gerçeğini göz önünde bulundurursak, bu ve benzer konuları tekrar tekrar kaleme almanın ne denli doğal olduğunu kolayca idrak edebiliriz. İnsan kitlelerinin tarihteki göçleri yaklaşık bir milyon yıl önce (Latincede “dik insan” anlamına gelen) Homo ercetus’un Afrika kıtasından Avrasya’ya geçişiyle başlar. O zamandan günümüze dek bu süreç (“akıllı insan” veya kendisinin akıllı olduğunu varsayan) Homo sapiens tarafından mükemmel bir şekilde işlenip insanlık tarihinde kesintiye uğramaksızın, “diaspora” ve “sürgün” gibi varyasyonlarıyla her çağ ve medeniyetin neredeyse “alamet-i farikası” haline gelmiştir. “Diaspora” διασπορά teriminin, Eski Yunancadaki esas anlamı “tohum saçmak” veya “tohum ekmek”tir. Eski Yunan’da bu kavram, bir anakentten çıkarak dünyanın çeşitli yerlerinde koloniler kuran halk anlamına gelirdi. Daha sonraki dönemde sözcüğün en yaygın kullanım konusu, MÖ 586’daki Babil Esareti’nden sonra Yahudi kavminin tüm dünyaya dağılması oldu. Tevrat’ın Yunanca çevirisinde geçen “dünyanın tüm ülkelerine darmadağın olacaksınız” (Deuteronomy/Yasanın Tekrarı 28:25) ayeti muhtemelen sözcüğün bu ikinci anlamının ana kaynağıdır. Çok uzun bir zamandan beri de bir kavim, ulus veya inanç mensuplarının ana yurtlarından koparak başka yerlerde azınlık olarak yaşamaları. Sözcük hem kopma eylemini hem de kopup azınlık olarak yaşayan kimseleri ifade eder. “Sürgün” kavramına gelince, (en azından Hukuktaki anlamı): Kesin bir dille birilerine geri dönüşlerini hapis veya ölüm gibi tehditlerle yasaklayıp ceza olarak belli bir yerin dışında (bu ev, şehir ya da ülke olabilir) veya belli bir yerde oturtmak; zorunlu göç, tehcir anlamlarında kullanılır. Tehcir sözcüğü, Arapça hicret (göç etmek) kelimesinden gelir. Zorunlu tehcir: Bir topluluğun yaşadıkları bir bölgeden başka bir bölgeye bedensel ya da ruhsal baskıyla göç ettirilmesi ve yerleştirilmesi durumudur. Tarihte bunun birçok örneğine rastlanmakla birlikte nedenleri çok çeşitli olmuştur. Türkler ve Müslümanların Balkanlar’dan göç ettirilmeleri bu bağlamda örnek gösterilebilir. Sürgün, bazen şahsın kendi kendine dayattığı vatanını terk etme durumu da olabilir. Bu çeşidi genellikle bir şeyi protesto etmek veya kendisini tehdit eden olası zulmü önlemek için tatbik edilir. Görüldüğü üzere her üç kavram (“göç”, “diaspora” ve “sürgün”) akrabaymışçasına birbirine sıkıca bağlanmış, adeta iç içe ve maalesef hemen hemen her zaman insan bireylerin veya kitlelerin üzerine uygulanan şiddetle ilişkilidir. Benim kısa bildirim, göç, diaspora ve sürgünün ne anlama geldiğini öğrenmek zorunda kalan çağdaş Bulgaristan Türk yazarlarına ve bu üçünün üzerilerinde uygulanması sonucunda yazamadıkları metinlere ithaf olunur. Bu noktada bildirimin ikinci girişine yer vermek istiyorum. Bu defa soyuttan somuta geçiş yaparak tasvir edilen, birbiriyle doğrudan doğruya bağlantısı olan ve Bulgaristan’da 1984-1990 arası yaşanan Soya Dönüş ve Zorunlu Göç olarak ünlenen iki elim olaydır. Bunların ardındaki sebepler, onları tetikleyen ve yürürlüğe sokan elebaşlarına, araştırmacılara ve kurbanlara göre farklılıklar göstermektedir (ve onları burada yorumlamak gibi bir niyetim söz konusu değil), fakat olayların özet halindeki nesnel dökümü alttaki gibidir: 1984/1985 kışında Bulgaristan Komünist Partisi’nin başındaki yetkililer ülkedeki bir buçuk milyon civarında olduğu tahmin edilen Türk asıllı vatandaşın ad değişimini emretmiştir. Bulgaristan İçişleri Bakanlığı tüm kapasitesini devreye sokarak üç ay gibi nispeten kısa bir sürede yerli Müslümanların Arapça, Farsça ve Türkçe asıllı adlarını resmen Hıristiyan veya Slav adlarıyla değiştirmekte muvaffak olmuştur. Türklerin yoğun yaşadığı bölgeler ordu ve polislerce kuşatma altına alınmış, telefon hatları kesilmiş, vatandaşların eski kimliklerine el konulmuştur. İnsanlar, Türkiye’de akrabalarının bulunmadığına, göç etmeyeceğine ve adlarını isteyerek değiştirdiklerine dair beyanlar imzalamak zorunda bırakılmıştır. Ad değişimi sürecini uzun bir yasaklar listesi izlemiştir: öncelikli olarak vatandaşlar Türkçe konuşmamalı, dinlememeli ve yazmamalı; geleneksel Türk veya Müslüman giysileri taşımamalı ve bu kimliklerini dışa vuran herhangi bir etkinlikte yer almamalıdırlar. Bu yasakları alenen çiğneyenler hapsedilmiş veya sürgüne gönderilmiştir. Ne yazık ki, ülke genelinde düzenlenen barışçıl gösteriler sırasında emniyet güçleri tarafından öldürülen ve yaralananlar da olmuştur. Dört yıl boyunca gündelik hayatın birçok alanında yürütülen propaganda, yerli Türklerin, aslında beş asır süren Osmanlı esareti esnasında zorla İslamlaştırılan, anadilini ve dinini unutan Bulgarlar olduklarını iddia etmiştir. 1989’un başlarında, açlık grevleri ve Komünist Partisi’ne hitaben yazılan günlük mektuplar eşliğinde sürdürülen yoğun barışçıl protestolar, statükoyu ciddi bir şekilde sallandırmıştır. Resmî otoriteler, göstericilere idarî cezalarla ve iç sürgünlerle karşılık vermiştir. Mayıs 1989’da toplumsal ve siyasî gerilim daha da artmıştır. İçişleri Bakanlığı, dört yıl önce göç etmek istemediğini beyan eden Türkler arasında pasaport başvurusunda bulunmaları için formlar dağıtmaya başlamıştır. Türklerden kurtulmak isteyen Bulgar hükümetinin bir sonraki adımı, komşu ülkeyi “gezi amaçlı” ziyaret etmek isteyenler için sınırı açmak olmuştur. Komünist Partisi’nin lideri ve aynı zamanda cumhurbaşkanı olan Todor Jivkov, Türkiye sınırlarını Bulgar vatandaşlarına açarak demokratik bir ülke olduğunu kanıtlamalı şeklinde açıklamada bulunmuştur. Bulgaristan Türklerinin ülkeyi terk edişleri Haziran’ın başında başlamış, Ağustos sonlarında 370,000’e yakını Türkiye’ye göç etmiştir. Uluslar arası toplum, göçü etnik temizlik olarak nitelendirmiş ve Bulgar diplomasisini zor durumda bırakmıştır. Kasım 1989’da göçmen akını azalmaya başlamasıyla eşzamanlı olarak Komünist rejimi sona ermiş ve Bulgaristan Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya gibi örnekleri takip ederek siyasî plüralizmi ve serbest piyasa sistemini inşa etmeye koyulmuştur. Yeni hükümetin benimsediği ilk yasalardan biri, etnik Türklere 1984’te yitirdikleri adlarını geri alma hakkı tanımıştır. Çoğu bu haktan yararlanmıştır. 1989’da yaşanan Zorunlu Göç’ü tetikleyen sözde Soya Dönüş sürecinin Bulgaristan Türk yazarlarının üzerinde ne gibi bir etki yaratmıştır? Şahsî gözlemlerimi (tepkileri oldukça farklı olan) sadece iki ana grupla sınırlı tutacağım. Komünist Partisi’yle Soya Dönüş’ün çok öncesinde flört etmeye başlayan birinci grubun temsilcileri, Bulgar meslektaşlarıyla “eşit” olmaktan memnun gibi gözükmekte ve benimsedikleri Hıristiyan-Slav isimler, genellikle şiirselliğiyle ve asıl adlarıyla herhangi bir ortak unsur içermemeleriyle dikkati çekmektedir. Aynı zamanda çoğu “ölümlü” Bulgaristan Türkü, yeni isimlerinin en azından asıl isimleriyle aynı harflerle başlaması için özen göstermiştir. Şanslı olanlar Türk soyadlarını başka, ama yine Türk soyadıyla değiştirebilmiştir. Bu, yeni seçilen ismin Türk asıllı olmasına rağmen, geleneksel Bulgar ismi zannedildiği veya yeni ismi kütüğe kaydeden memurun onun etimolojisini bilmemesi gibi durumlarda mümkün olmuştur. Metaforik olarak egemen sınıfa göç eden söz konusu işbirlikçi yazarlar resmî otoritelerin Soya Dönüş sürecinde izlediği çizgiden gitmeyi kabullenip propaganda makinesinin birer parçası haline geldiler. Bunun sonucunda bunların bir kısmı “yeni Bulgarlar”a hitap eden ve yerli gazete ve dergilerde kalitesi düşük metinler üretmeye koyuldular. Ödedikleri bedel ise halk nezdinde birer edebiyatçıdan ziyade artık rejime hizmet eden meddahlar olarak algılanmaları oldu. Hatta onların bu olaylardan önce neşrettikleri kitaplar, yerli Türk okurlarının gözünde estetik değerlerinden kaybetmeye başladı, çünkü yeni şartlarda, yazarlarının görüşlerindeki anî değişiklikten sonra, yapıtlarının algılanma şekli de değişime uğradı. Aynı zamanda meddah yazarlar da, edebiyat alanında verdikleri tavizlerden dolayı ve belki de halkın sevgisini kaybettikleri için, yazma yeteneğini yitirmeye başladı. Zorunlu Göç esnasında bunların çoğu (okurlarından farklı olarak) Bulgaristan’da kalmayı tercih etti. Bu noktada onlar kendi kendini lebensraum’larından (yani yaşam alanları’ndan) mahrum etmiş oldular: göç etme güzergâhı olarak tercih ettikleri egemen sınıf artık yoktu (veya en azından ortalıkta gözükmüyor gibiydi) ve meydanı terk ederken onları yanına almamıştı. İkinci ana gruba ait yazarlar çok daha güçlü bir Türk öz-bilincine sahipti ve ad değişimi olayı başlarına çöktüğünde onlar sadece adlarından değil, mesleklerinde kullandıkları esas âlet olan anadillerinden de resmen men edilmişlerdir. O zamana kadar Türkçe yayınlanan bütün gazete ve dergiler de ad değişim sürecine ayak uydurup Bulgarca yayın organlarına dönüşmüş ve günlük, haftalık ve aylık propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başlamışlardır. Bu organlarda daha önce editör ve muhabir olarak çalışan Türk aydınları işlerini ve edebî kabiliyetlerine ev sahipliği yapan kamu alanlarını kaybetmiştir. Netice itibariyle onlar kendi iç dünyalarına göç etmeyi seçmişlerdir. Bunu yapmayı reddedenler, anti-demokratik durumu açıkça protesto edenler, kendilerini siyasî suçlardan yargılanıp veya yargılanmaksızın hapiste bulmuşlardır. Dünyaya pencerelerini kapatan yazarların ağır şartlardan ilham alıp gizlice metinler yazmaları beklenirdi, ama Türkçe yasağının kalktığı ve sansürün geri adım attığı 1990’larda yayınladıkları kitaplar, net olarak onların (birkaç istisna dışında) 19841989 arası pek de değerli eserlere imza atamadıklarını göstermektedir. Zorunlu Göç’ün arifesinde Bulgaristan otoritelerinin “en tehlikeli” gördüğü ve herkesten önce sınır dışı etmek için acele ettiği Türk aydınlarının arasında az sayıda kalem ustası olduğunu gözlemlemekteyiz. Ama asıl göçün başlamasıyla kendi iç dünyalarına göç eden yazarların çoğu eski anavatan’larına yelken açmıştır. Orada (yani burada) onlar, Bulgaristanlı Türk diasporasının parçası haline gelip Balkan kimliklerini korumaya yönelik dernekler kurdular. Başkaları tercüman olarak çalışmaya başladı. Ama büyük çoğunluğu 70 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti nüfusunda ve yüzleştikleri gündelik sorunlarda kaybolup gitti. Her iki gruba ait yazarlar: vatanlarında ve çevrelerinde kalıp Bulgar toplumuna ayak uydurmaya ve entegre olmaya çalışanlar da, şartların göçe zorladıkları da, benzer bir şekilde otantikliklerini koruma konusunda başarısız olmuşlardır. Bu nok-

tadan sonra Soya Dönüş sürecinde ve yüzünden kaybedilenleri ihya etme işini yeni nesil Bulgaristan Türk yazarları üstlenmiştir. Ve bildirimin sonunda Soya Dönüş ve Zorunlu Göç’e verdiğim şahsî tepkimden kısaca bahsetmek istiyorum. Dileğim bunu Aziz Şakir - Taş olarak yapmaktan ziyade, az önce bahsettiğim yeni nesil yazarlarına çok sonradan katılacak olan bir çocuğun yaşadıklarını paylaşmaktır. Gerçek adım okul kayıtlarından silindiğinde ve yerini annemin oğluna hitap ederken asla kullanmayacağı bir ad aldığında, ben 11 yaşındaydım. Kendi adımdan: belki de sahip olduğum tek şeyden, o zamana kadar adını duymadığım sahipsiz bir toprağa sürgün edilmiştim. Benim ilkokul ve ortaokul hayatımda yeni adımı gerekli kılan tek belge okul karnelerimdi. Ad, soyadı satırını sadece bir kez doldurmam gerektiği 1984-85 ders yılında sunî adımın üzerine yaz tatillerinde dedemden öğrendiğim Arap alfabesini kullanarak gerçek adımı yazmıştım. Defterlerimin etiketlerinde ad hanesi genellikle boş kalırdı veya burada öğrenci numaram yer alırdı: 3, 23 ve 24. Hiç unutmam, bir defasında okul çantamı kaybettiğimde, polis çantanın sahibini bulmaya çalışmış, ama bir otobüs şoförünün onlara teslim ettikleri çantada buldukları defterlerin üzerinde herhangi bir ada rastlayamamışlar. Sadece numaralara: Soya Dönüş adımı basit bir matematiksel imgeye indirgemişti. İsim yerine çift ve tek sayılar kullanmak benim bu sürece ilk sessiz protestom oldu. Beni destekleyen öğretmenlerim benim örneğimi takip ederek bana isim yerine kayıt numaralarımla seslenmeye başladı: “3 numara, karatahtaya buyur!” İkinci sessiz protestoma beni zorlayan beni karatahtaya çıkarıp akrabalarımın yeni adlarını soran tarih öğretmenim oldu… Sanırım bu özel işkence türünün mucidi güzel tarih hocamın kendisi değildi, çünkü yıllar sonra aynı hikâyenin ağabeyimin bazı derslerinde de cereyan ettiğini öğrendim. Benim geleceğime homo scribus (“yazan insan”) damgasını vuran sözde Soya Dönüş’e en önemli tepkim ise şu oldu: bana işkence eden bazı öğretmenlerimi eleştiren İngilizce şiirler yazdım. Tahmin edebileceğiniz üzere İngilizcemin şiir yazacak kadar mükemmel değildi, ama bu benim “adlarımızı değiştirenlerin diline” isyanımın bir ifadesiydi. Benim edebiyat alanındaki ikinci adımım, okulumdaki bir edebiyat yarışması esnasında (okulun patronu ve aynı zamanda) Çağdaş Bulgar edebiyatının atası addedilen İvan Vazov’un bir şiirini İngilizceye çevirip ödüllerden birini kazanmak oldu. Bunun neticesinde jüri başkanı bendenizi bizzat yönettiği edebiyat derneğine katılmamı istedi ve orada ilk Bulgarca şiirimi yazdım. Yaşım 15’ti. Şiiri gerçek adımla imzaladım ve bunu yaparak içinde bulunduğum sürgüne son verdim. Sahipsiz topraktan geri dönmüştüm. Çoğu Bulgaristan Türk yazarının o dönemde niye yazı yazmaya yanaşmadığını anlamıştım. Bir yazar adını yitirdiğinde, yazıları bir nevi sürgündedir ve daha da kötüsü: çoğu yazılmadan kalır, çünkü yazar, o metinlerin kendisine ait olmayan bir adla tanımlanmalarını istemez. Bundan bir yıl sonra resmî olarak da gerçek adıma kavuşmuş oldum, ama Soya Dönüş’e tepkilerimi sürdürmeye devam etmekte kararlıydım, çünkü benliğimde bıraktığı hasar kolayca onarılacağa benzemiyordu. Böyle bir sürece verilebilecek en iyi cevap, her iki tarafa (Bulgarlara ve Türklere) birbirlerinden korkmaması gerektiğidir. Bu hedefe ulaşmak için en anlamlı yöntemlerden biri, bu iki tarafın kültürlerini birbirine tanıtmaktır ve bu çetin süreç, söz konusu fikre emeğini adamaya niyetli iyi çalışan arabuluculara muhtaçtır… Ben belki de yeterince iyi çalışmıyorum, ama fırsat buldukça Türkçeden Bulgarcaya ve Bulgarcadan Türkçeye kitap çevirmeye özen gösteriyorum. Umarım çevirilerim yeterince iyidir ve (yine bir mecaz kullanmam gerekiyorsa) benim bundan çeyrek asır önceki gibi kendilerini sürgünde hissetmiyordur. Benim Soya Dönüş’e en son tepkilerimden biri de hem Bulgarca hem Türkçe şiirler içeren “33’ünde Gökyüzü” adlı kitabım. Tepki vermeye devam etmekten vazgeçmek gibi de bir niyetim yok… (Sizinle paylaşmak istediklerimi sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim!)

Marmaris Turizm İstanbul Otogar 0212 658 20 65

Marmaris Turizm - 0212 658 20 65 500 Evler - 0531 450-46-85


6

Bulgaristan Türklerinin Sesi

ULUSLARARASI BULGARİSTAN SEMPOZYUMUNDAN Sempozyumda İLK OTURUM

Fatih Belediye Başkan Yrd. Sn.Hasan SUVER


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

BYazar-araştırmacı: U L G Emel AR İ S T A N T Ü R K LOsmanlı-Rus ERİN İ N G Ö Ç K A D E R İ Futbolda BG Türkleri Balıkçı-Alev Savaşı’nın o korkunç sonuçlarını burada noktalayalım. Ve bu

Göç kaderleri! Asıl konuya girmeden önce, “ Göç nedir ve halkları, toplulukları göçe zorlayan faktörler nelerdir?” Sorusuna şöyle bir bakış atalım! Her şeyden önce, beşeriyet halk olalıdan bu yana göçler, değişik nedenler sonucu vuku bulmuşlar, halkları, insan topluluklarını bir mekandan bir başka mekana aktarmışlardır. Bir çok hallerde bu mekanlar arasında onlarca, yüzlerce, hatta binlerce kilometrelik mesafeler vardır. Genel itibarıyla insanlar bir yerden bir yere göçmelerini şu nedenlere dayandırırlar: -coğrafi, -ekonomik ve -siyasi koşullar… Göçler, zorunlu ve gönüllü olur. Zorunlu göçler, her zaman bir siyasi gücün, bir halk ya da topluluk üzerine baskılar, katliamlar uygulaması sonucu vuku bulur. Böyle bir zorunlu göçe, 1400’lü yılların hemen ucunda Yahudi topluluklarının İberiya yarım adasından top yekun dünyanın değişik bölgelerine, en fazla da Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sürülmesini örnek olarak gösterebiliriz. Balkanlar’daki tüm halkların tarihlerinde göçlere rastlarız. Bu da ya bir, ya da iki defa olmuştur. Bulgaristan Türklerinin tarihinde göçler, her 10-15 yıl arası gerçekleştirilmiş, her kuşak onun acılarını yaşamış yaşamaktadır. Biraz esprili de olsa, Bulgaristan Türkleri göç konusunda uzmanlaşmışlardır. Planlı ve seri halindeki göçlerin başı, 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı’ndan itibaren çekilir… Bendeniz, Orta Rodop halkının anılarını temel alarak, göçü, tüm yönleriyle açıklamaya, bir yerlere kadar irdelemeye çalışacağım. Bura halkı, asırlar boyu işinde gücünde olan Türkler, Müslümanlar, bir anda kendilerini ateş çemberi içinde bulurlar. Bir can pazarı yaşanır ki, kimileri ormanları, kimileri Anadolu yollarına düşerler. O vakitlere ait bir yaşantıdan söz edelim: “Anılar, taş altında bastırılan anılar birden canlandı, birbirini kovalayarak… Gerilere döndü…1878, bahar… Akdeniz’den, Yürük tepe’ye* dönemediler, Gelibolu yolunu tuttular… Neler yaşadı Türk insanı? Her şeyleri Rodoplar’da kaldı. Ataların topraklarında. Ormanlar, yaylalar, mandıralar, evler, köyler. Karaasanlar’ın Yürük köyleri* – Soğanlık, Yürük tepe, Saksan, Karaasan, Eski mahalle ve öteki Türk köyleri: Yeni mahalle, Fotan, Selçe, Kara bulak, Küçük köy, Forsova, Gök viran – Selime civarında Pomaklar… mal, mülk, iş yerleri, aletler…” (resim - “Yürük laneti” kitabından) Şu ana kadar ünlüler arasına girmemiş olan Rodop yazarı Georgi Petkanov’un “Podplaşena tişina - Ürkütülmüş suskunluk” kitabının 141. sayfasını da açalım: “… 1878 yılının kışı gelmişti. Karlı ve soğuk. Rojen tepesi Türk halkının zorunlu göç etmesine tanıktı. Rusların görülmedik baskıları neticesinde büyük, acımasız bir facia yaşayan, can havliyle kaçan Türkler… O, derin kış kıyamet günlerde Filibe ve civar köylerden muhacir kafileleri. Yorgun, soğuktan donmuş anneler, çocuklar, çalmalı erkekler katırlar, öküzler ve eşeklere yükletmişler bir iki pala pırtı. Bu dramın ölçüsü, hesabı… Yol üstünde bırakılmış, öylece donan bebek… Gencecik bir anne yeni doğum yapmış… Kendi donmuş, kanlı yorgan ile sarmışlar kadını… Onların ardından da Süleyman Paşa’nın ordusundan kalıntılar - korkak, ümitsiz askerler…” Halk, köyleri boşatır… Kimi Naipli, Çavdar, Yılancı, Balaban, TrigradPomak köylerinde soluğunu alır. Osmanlı-Rus savaşının acıları, üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen unutulmamalı! Ve ondan ibret dersi almalıyız. Bu savaş, padişah Abdül Hamid’in basiretsizliği sayesinde, Bulgaristan Türkünün geleceğine çirkin ve acımasız bir kader çizmiştir. Bir ayrıntıya vurgu yapalım: Rus çarı İstanbul kapılarına gelir, çadırlarını da Yeşil köy civarlarına kurdurur. Onu, Koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun sultanı iki kat eğilerek selamlar. Henüz görüşmeler başlar başlamaz, Rus çarı hatır gönül bilmezcesine: “Balkanlar’dan Türklerini çekmelisin!” Padişah böylesine ağır bir dayatma karşısında daha da eğilmiştir: “ Haşmetlim, bunu hemen yapamam! Peyderpey olsun!” O yüzen bu tarihten itibaren göçler durmamış, her 10-15 yıl arası insanlarımıza baş belası olmuştur. Bu savaş, acımasızlığı açısından halkımız tarafından “Bozgun” olarak tanımlanmıştır. Rodop köyleri de yakılmış, yıkılmış, soyulmuştur. Bazı sülaleler kendi yurtlarını yuvalarını terk ederek komşu köylere yerleşirler. Sular durulduktan, 2-3 yıl aradan geçince geri, kendi köylerine dönmek zorunda kalırlar. Günümüzde bunu da nasıl tespit edebiliriz? Soyadlarından - Naipli köyünde kalanlar Naipliler olmuştur, Balaban’dakiler Balabanlılar, Karabulaklılar, Trigradlılar, Çavdarlılar vb. Bazı Rodop eteklerinde köyler, temelli Türklerce boşatılır. Bulgar halkı mensupları tarafından benimsenir. Birkaç örnek verelim: Kadı köy, Yeni köy, Kurt köy, Aydın köy vb. Kimi sülaleler de korkudan Selime civarına sığınmış, kalmıştır. Bu arada bazılarına yeni topraklar da gösterilmiş, yeni yerleşim yerleri oluşmuştur. En önemli sonuç, bu göçten sonra bir gerçek ile tekrar yüz yüze geliriz: Asırlar boyu birlikte yaşayan Türk ve Pomaklar bu beraberliği sürdürmüştür. Bu açıdan da, Orta Rodop köyleri günümüzde de karışıktır ve sülaleler de bir birine bağlı, evlilikler de sürdürülmektedir. Orta Rodoplar’da tüm köyler, Pomak-Türk köyleridir.

katliamdan daha da acımasız bir cehenneme göz atalım: 1912 Balkan Savaşı!! Bu savaşın acılarını ne kalem yeteri kadar yazmış, ne de kitaplar sayfalarına sığdırmış, sığdırmaktadır. 1877-78 Savaşı Rodoplar’da Yürük varlığını, köylerini yok etmişse, bu savaş da bazı Pomak- Türk köylerinin yerinde yeller estirmiştir. Halkın kurtulmak için tek bir yolu, bir yönü varmış. Bu da Kara su! Ümitler, dağları tepeleri aşıp gemilere ulaşmaktır. Onlar da adım başı komita çeteleri, yankesiciler ile çevrelenmiş, halkın peşine düşmüşler… Bazı köyler tekrar boşanmıştır - Baltacı, Tımrış vb. Kimi halkı kıyımdan geçirerek, kimi de kaçmıştır. Komitacılar her bastıkları köyü kılıçtan geçirirler, evleri yağma ederler, kadınların, kızların ırzına geçerler. Bu kıyımdan camiler, mandıralar, konaklar da nasibini alır. Her yaktığı köyde 2-3 ev de bırakmıştır. Bunun da nedeni çok önemlidir: Komitacılar halkın peşindeler. Yoldan geri döndürecek, Hıristiyan yapacak. (resim) Bulgar askeri de Türk ve Pomak köylerine baskı yaparlar, hanımların, kızların ırzına geçerler. Bir hatıra: Cansız Mustafa’nın Yonuzlar köyünden: “…Asker köye yaklaşınca, yaşlı anneler kızlara gelinlere şu emri verirler: “Alın göğsünüze dışkı sürtün da askere koksun, size yaklaşmasın!” Bu tür olaylar Karabulak köyünde de yaşanmıştır. Anneler, bebeklerin dışkılarını kendilerine sürtmüş, böylece canlarını kurtarmışlardır. Karabulak köyü Fatma Şahin Onbaşı’nın başına gelenleri aktaralım: “Gittik aşağıya, Yunana doğru. Bir burunda konduk. Sekiz kızandık, öksüz. Orandalar toplu. Yemek yok. Cebir Ağa yükletmişler ekmek, çevirme pişirmiş, hepimize verdi. Bir kızan uyumuş. “Kalk yemek ye oğlum!” Kalkmaz, ölmüş. Orda da gömdük. Gittik Gümürcina’ya. Anam (annem) kayıp oldu, ağladık, ağladık. Bir ara bulduk anamı. Yağmur yağır, 40 gün, her yer çamur oldu, gezilmez. Uyku yok. Sarı Şaban da öldü, orda gömdüler. Yerdik Kara suya, karşıya geçeceğiz. Geldi komitalar:” Bu arada hava durumu da acımasız 40 gün yağmur dökmüştür. O çamurlu, soğuk gecelerde yüzlerce can kurban gitmiştir. Selçe köyünden de bir anıya göz atalım: “Fotan – Selçe, bu Orta Rodoplar’da bulunan iki köy arasında Türk- Bulgar hududu var idi. Çal tepesi’nde Türk kalesi. Köyün kenarında da kışla. Orada çok asker bulunuyordu. Kale de, bekçiler tarafından bekleniyordu.. Annemin babası bir akşam gelmiş kahveden, güçlü güçlü: -Ey kızanlarım, yakın zamanda muharebe olacak! Gavur, bütün insanı buradan kovacak! Bir sabah toplar patladı, insan kalkıştı kaçmaya, hayvanlarıyla birlikte. Annemler dört kardeş, en ufağı bir yaşında. Alır sırtına, onu ta Kavala’ya kadar taşır. Bütün Rodop insanı Kavala’ya, Drama’ya dökülmüş. Türkiye’ye geçebilenler geçmiş. Bulgar çetecileri da Kavala’ya yetişir, durdurur insanları ve geri çevirir. “Herkes köyüne dönsün!” demiş. Erkekleri esir almış, karı kızan geri dönmüş. Dönmüş ama ne görsün, köyler kül olmuş…” (Fatma Ocak “Selçe-Çelikli anıları” kitabından) Savaşa giden asker, ölüme gideceğini biliyor. Göç eden hiç ummadığı, bilmediği bir katliama kendini verir. Aradan 14 yıl geçmiştir. Yine göç kapısı açılmış, Türk halkı kovulmuştur. Uluslar arası siyasi güçlerin umurunda mı göçün acımasız koşullar? Giden mi hazıra ev mal bulmuş, kalan mı başarmıştır? 1936, 1949-51! Rodop halkının göç maceralarını her bir göç eden sülale yaşamıştır. Biz 1949-51 göçünün sonucundan söz edelim. Türk köyleri toptan kalkmış, yurdunu yuvasını terk etmeye karar vermiştir. Bu arada karışık Pomak-Türk köylerinin acılarını hiçbir halk yaşamamıştır, çünkü Pomak asıllılara göç etmek yasaklanmıştır. Anne gider, evladı Pomak’ta evli kalır. Baba sülalesi göçer, oğul ailesi Pomak karışıklığı için kalır. Bu arada evrak hazırlamak, mal mülk satmaklar halkımızı dilenci değneğine dönüştürmüştür. 49-51 göçün acısını, kapanan hudut kapıları başında, üç ay kış kıyamette ümit bekleyen halk biliyor. Bu acıyı köylerde kalan evsiz, malsız halk da yaşamıştır. Bulgar yasaklılığı, iki haftalıktan fazla idare alınmasın, ailelere adeta açlık durumunda yaşatmıştır. Kapılar kapanır iken komşuluklar da kısıtlanır. Bulgar siyasetlerine göre, bu halkın bağımını koparmaktır ve ilişkileri kısıtlamak, durdurmaktır. 1968-71 göçleri. Bunlar da aydın avı. Türkleri aydınsız bırakmak, başsız ayaksız hale getirmektir. Güya parçalanmış aileler söz konusudur. Bu göç kopmuş aileleri birleştirdi derken, 89 göçü patlak erdi ve binlerce aileleri tekrara perişan etti. Sonuç: Göç hiçbir sorunu çözmüyor. Türk halkının kaderini bir Bulgar atasözüne uygun görüyorum: “Na çujd grıb i sto toyagi sa malko. (Başkasının sırtına 100 sopa dayak atsan bile azdır.” Bunu günümüzde aynen yaşıyoruz. 89 göçünde 350 bin üstünde insan yurdunu yuvasını terk etti. Biz BG Türkleri ne güne kadar bu kaderi yaşayacağız? Türkiye göçlere hayır demeli ve Türk-Müslüman halkını yaşadığı topraklarda desteklemeli, onun orada haklarına, din ve geleneklerine sahip çıkmalı, yardım elini uzatmalı. Saygılar!

Uğurlu Kozmetik Temizlik Kimyasalları Gıda Dolum İthalat ve İhracat

UĞURLU KOLONYA

Ahmet TÜZÜN Güreş, halter, voleybol, hentbol, bisiklet, atletizm gibi birçok spor dalında Türk sporuna renk katan Bulgaristan Türkleri, futbolda da kendini göstermiştir. Türkiye futbol liglerinde başarıyla top koşturan Bulgaristan göçmeni Türk futbolculardan biri de Nesim Özgür olmuştur. Nesim Türkiye’de bir ara Fenerbahçe ve Galatasaray kulüpleri arasında transfer krizine yol açmış, Türkiye liginde yıllarca başarıyla top koşturmuştur. 10 yaşında Bulgaristan’da futbola başlayan, 1989’da Türkiye’ye göç eden ve bu sosyal değişimin getirdiği ekonomik zorluklarla yüzleşen Nesim için de büyük takıma transfer olmak kurtuluş demekti. Ama Fenerbahçe ve Galatasaray’ın arasında sıkıştı kaldı, kurtulamadı. Fenerbahçe ile antremanlara çıkarken kendisini kaçıran Galatasaray’a da imza atıp kendi deyimiyle bilinçsizliği ve acemiliğinin kurbanı oldu. Federasyon 1 yıl futboldan men etti, kimin formasını giyeceği 1 yıl tartışıldı. Ailesinin en büyük maddi umudu iken o parasız geçen 1 sene babasını intihara sürükledi. Ceza bittiğinde federasyon “Sen Sarı - Kırmızı formayı giyeceksin” kararını verdi (Mayıs 1992). Huzura, başlamadan biten büyük takım hayallerini tercih ederek sessiz sedasız İstanbulspor’lu oldu, 6 yıl o formayla ter döktü. Trabzonspor’dan sonra 2003 yazında doğduğu topraklara, Bulgaristan’a gitti ve Lokomotiv Plovdiv ile çılgın kalabalıktan uzakta yaşamayı tercih etti. BULGARİSTAN KULÜPLERİNDE YETİŞEN BAZI TÜRK FUTBOLCULAR: Nesim Özgür Lokomtiv Plovdiv Ahmed Hikmet Spartak Varna Abdi Abdikov PFC Vidima-Rakovski Sevlievo Faik Tairov PFC Pirin Blagoevgrad Durmuşali Saithoca PFC Botev Plovdiv

T Ü R K İ Y E L İ G L E R İ N D E O Y N AYA N B U L G A R İ S TA N G Ö Ç M E N İ F U T B O L C U L A R ADI

SOYADI

D.YERİ

D.TARİHİ

BÜLENT YAVAŞ ESKİCUMA 01/12/1976 BİLECİKSPOR BERKANT MUTLU BULGARİSTAN 10/09/1989 ALTAY AKSEL RODOPLU KIRCAALİ 26/01/1991 GALATASARAY SEYHAN ÖZCAN İSPERİH 06/01/1991 İSTANBULSPOR HALİM KURTULUŞ ŞUMEN 09/04/1987 GALATASARAY CEMİL VATANSEVER KIRCAALİ 16/04/1984 İSTANBULSPOR, MEHMET DELİORMAN RAZGRAT 31/07/1977 MALATYASPOR SEMAVİ ÖZGÜR BULGARİSTAN 06/02/1982 KOCAELİSPOR GÜRHAN GÜRSOY KIRCAALİ 24/09/1987 FENERBAHÇE BÜLENT ÇETİN BULGARİSTAN 06/04/1989 BURSASPOR MECİT ERDEM BULGARİSTAN 06/02/1987 BURSASPOR SADETTİN ŞEN KIRCAALİ 19/04/1989 BURSASPOR GÖKÇEN MUTLU BULGARİSTAN 09/01/1989 BURSASPOR RECEP DEĞİRMENCİ KIRCAALİ 10/07/1988 BURSASPOR ATİLLA USTAOĞLU DOBRİÇ 17/07/1992 TEKİRDAĞSPOR ADNAN ŞİMŞEK KOZLUK 01/01/1990 TEKİRDAĞSPOR MESTAN ŞENTÜRK KIRCAALİ 21/06/1988 TEKİRDAĞSPOR AHMET CEYLAN VARNA 26/04/1989 ÇORLUSPOR ENER AKPINAR TERVEL 13/01/1993 ÇORLUSPOR ERÇAN ÇELEBİ BULGARİSTAN 12/12/1989 ÇORLUSPOR ERCAN YAŞAR KOZLUK 23/01/1992 ÇORLUSPOR ERDAL AKPINAR TERVEL 24/12/1991 ÇORLUSPOR ÜMİT YILMAZ AYTOS 28/04/1991 LÜLEBURGAZSPOR REYHANŞENSOYPOTOTCHNİTZA01/01/1982 LÜLEBURGAZSPOR REYHAN TÜRKER STANİMAKO 28/06/1982 YALOVASPOR HANİT ŞANLI KIRCAALİ 19/04/1986 ISPARTASPOR CENGİZ RECEPİ TETOVA 08/07/1982 BANDIRMASPOR BÜLENTÖZTÜRKBULGARİSTAN12/06/1994 GEBZEBALKANSPOR RIDVAN USTA BULGARİSTAN 21/02/1991 GEBZESPOR SUNAY ÖZTÜRK RANILIST 27/04/1982 GEBZEKARADENİZSPOR DENİZBURAKÇİLEM SOFYA 04/02/1987 BÜYÜKÇEKMECESPOR MEHMED İSLAMOĞLU BULGARİSTA N 06/07/1992 BÜYÜKÇEKMECESPOR CİHAN ŞAHİN BULGARİSTAN 02/08/1993 BALKANSPOR RIZA TÜRKER KIRCAALİ 06/02/1994 BALKANSPOR ERCAN YILMAZ RAZGRAT 04/09/1980 ANK.JANDRMAGÜCÜ ŞENOL CAN KIRCAALİ 03/04/1983 ANTALYASPOR ÜZEYİRHACIOĞLUBURGAZ 05/05/1978 MERSİNTELEKOMSPOR

DENİZ ŞEH PAŞMAKLI 23/06/1993 BURSAKIELSPOR

Devamı gelecek sayıda

Best Coffee House Best Coffee House

UĞURLU

Best Coffee House

Adres: Barbaros Hayrettin Paşa Mah. 1001 Sok. No:36/a Gaziosmanpaşa, İstanbul, Türkiye

İstanbul Te l : +90 (212) 537 63 54

KULÜP


8

Balkanlar’da Yeni Stratejik Konsept Alptekin CEVHERLİ + Balkanlar Türk idaresinden çıktığından beri kargaşası dinmeyen çetin bir coğrafya. Çeşitli milletlerin, alt grupların ve inançların küçük sayılabilecek bir alanda iç içe yaşadıkları bu yarımadada istikrar ve huzuru sağlamak oldukça zor. Söz konusu karışık bölgede huzur ve güven, ya şimdiye kadar olduğu gibi dışarıdan gelen egemen bir gücün varlığı ile sağlanmaya devam edebilir (bu durumda tarih şahittir ki, söz konusu egemen güç zayıfladığı anda, kan ve vahşet Balkanlara bütün şiddetiyle geri dönüyor) ya da bölgede yaşayan milletler bir arada yaşamayı öğreneceklerdir... Evet, bu zor ama imkânsız bir çözüm değildir! Balkanlarda tarih boyunca Romalılar, Hun Türkleri, Peçenek Türkleri, Bizans, Osmanlı Türkleri, SSCB (Rusya) ve son olarak da ABD; bölgede bir nevi istikrarı sağlamış ve sağlamaya devam ediyor. Ancak NATO’nun yani ABD’nin bugünkü gücünün ortalama on yıl içinde Balkanlardan çekildiği anda; ne olabileceğini kimse düşünmek bile istemez öyle değil mi? Gerçi ABD’nin varlığı sayesinde bölgede kan akması durmuştur. Doğru… Fakat diğer yandan Balkanlar’da müthiş bir asimilasyon politikası başlatılmıştır. Kültür emperyalizminin en âlâsı bölgede uygulanırken diğer yandan da coğrafi yapının kontrol altında tutulabilmesi için böl yönet politikası uygulanmaktadır. Bu kapsamda mikro milliyetçilik ve etnik, dinsel, mezhepsel ve lehçe farklılıkları körüklenmektedir. Misyonerlik faaliyetleri ise sıradanlaşmıştır. ABD, bölgede güçler dengesi politikasıyla ‘şimdilik’ vahşeti durdurmuştur. Ama bu güç dengesi bozulduğu anda neler olabileceğini ve dostların bir anda nasıl düşmana dönüşebileceğini tarih göstermektedir. ABD yönetimleri, Saddam Hüseyin ile İran’a karşı müttefik iken on yıl sonra idam etmiş; Usame bir Ladin’i SSCB’ye karşı kullandıktan sonra öldürmek için fellik fellik aramış ve katletmiştir. Bugün için Kosova’yı destekleyen ABD; yarın Almanya veya Rusya ile antlaşıp bölgeyi Sırpların insafına terk edebilir. Bu durumda bölge insanının yine tek umudu Türkiye olacaktır. Diğer yandan şu andaki can güvenliği ortamının NATO yani ABD bölgeden çekildikten sonra ise tamamen ortadan kalkacağı malumdur. Gelecek de, bir gün gelecektir! Öyleyse, geleceğe karşı hazırlıklı olmak gerekir. Balkan yarımadasında kimler yoktur ki? Ana unsur olarak aslında bölgede 4 millet yaşıyor. Bölgede adlandırılan diğer millet ve devletler ise bu ana milletlerin alt unsurları. Üstelik bu alt unsurlar da hızla daha alt unsurlara ayrılmaya devam ediyorlar... Bölgede yaşayan alt etnik unsurlarla ilgili konular o kadar girift bir hal almış ki; din, mezhep, dil ve antropolojik ırk kavramları hepsi birbirine girmiş. Bu nedenle alt unsur olan milletler en kısa sürede üst kimliklerinde bir araya gelmek zorundadırlar. Aksi durumda ABD’nin önümüzdeki on yıl içinde Rusya karşısında geri adım atıp kendi kıtasına çekildiğinde ya da Rusya ile antlaştığında yarım adada yeniden yaşanması muhtemel katliamları ve soykırımları ‘Türkiye hariç’ hiçbir güç engelleyemez. Bugün için Türkler, Slavlar, Latinler, Germen (Alman) soylular ana unsurlar olarak Balkanlara dağılmış vaziyettedir. Bölgenin en eskisi olanlar ise Türkler ve Latinlerdir. Slavlar, Hun Türklerinin önünden kaçarak bölgeye gelmişler. Almanlar ise esas olarak Osmanlı’nın yıkılma döneminde kuzeyden güneye sarkmışlardır. Ancak buna rağmen Balkanlar etnik unsurlar müzesi gibidir... Bakın sadece bölgedeki (kabul etseler de etmeseler de) Türk soylu unsurları kısaca listelediğimizde ne demek istediğimizi çok daha iyi anlayabileceksiniz: 1.Osmanlı döneminde bölgeye yerleşen çoğu Konyalı Oğuz Türkleri, 2.Kırım Hanlığı yıkılınca kaçıp gelen Tatar Türkleri, 3.Peçenek Türkleri’nin devamı olan Pomaklar, 4.Oğuz soylu olmalarına rağmen Türkçe’yi konuşamayan Torbeşler 5.Oğuz soylu olmalarına rağmen Hıristiyanlaşmış ama Türk olduğunun henüz bilincinde olan Gökoğuzlar (Gagauzlar) 6.Türk soylu olmalarına rağmen dinleri ve dillerini yitirmiş, Türklükle alakası kalmayıp Slavlaşmış ve Germenleşmiş Macarlar. (Ancak şu anda Macaristan’da yoğun bir öze dönüş hareketi olduğunu da vurgulamak lazım) 7.Türk soylu olmalarına rağmen dinleri ve dillerini yitirmiş, Türklükle alakası kalmayıp Slavlaşmış Bulgarlar. 8.Cumhuriyet döneminde mübadele ile orta Anadolu’da yaşarken Yunanistan’a gönderilen Hıristiyanlaşmış ama dillerini kaybetmemiş Karamanlar (Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelip yerleşen ve Bizans baskısı ile Hıristiyanlaştırılan Oğuz Türkleri) 9.Kıpçak ve Kuman Türklerinin Avrupa’ya akınları ile gelip bölgeye yerleşmiş, Bogomil adını almış, zamanla Slavlaşmış ama Osmanlı döneminde İslamiyet’i yeniden kabul ederek Avrupalılar tarafından ‘Türk oldu’ diye nitelendirilen Boşnaklar. 10.Hunlarla birlikte bölgeye yerleşen Latinler ve Slavlarla karışarak dil özelliklerini kaybeden, Osmanlı döneminde yeniden İslamiyet’le tanışarak ¾’ü Müslüman olan Arnavutlar. Ve daha adını şurada sayamadığımız niceleri... Düşünün ki bunlar sadece antropolojik olarak Türk soylu olan Balkanlardaki etnik unsurlar.Bir de Latin, Slav ve Germen soylu milletlerin alt unsurları var. Tahmin edebileceğiniz gibi liste uzar durur... Ve hatta kültür mühendislerince halen Balkanlarda yeni alt etnik unsurlar adeta yaratılıyor da zaten... Şu anda bölgede ABD’nin askeri gücü sayesinde geçici bir istikrar sağlanmıştır. En azından kan dökülmesi azalmıştır. Balkanlara konuşlanmış bulunan NATO kuvvetleri (ki Türk Ordusu da bölgede çok önemli bir güç olarak görev yapmaktadır) şu an istikrarın teminatıdır. Ancak Putin Rusya’sının Balkanlar’a yönelik derinden gelen hareketleri ve ABD’nin buna karşı yetersiz kalışı ile Afganistan ve Irak’ta saplandığı bataklıktan geri çekilişi ve askeri yönden yıpranması, NATO’nun ana gücünü oluşturan Amerikan askerlerinin bölgede daha uzun müddet dengeyi sağlaması ihtimalini hızla zayıflatmaktadır. NATO güçlerinin ki buna Türkiye de dâhildir. Bölgeden çekilmesi ise Slav unsurların Rusya’nın desteği ile birlikte özellikle Türk ve Müslüman soylu milletlerin üzerine yeni bir soykırım politikası ile gelmesini sağlayacaktır. Böylesi bir durumda Türkiye’nin soydaşı ve dindaşı olan milletlere karşı sistemli bir soykırım yürütülmesine karşı sessiz kalması düşünülemez.

Aynı zamanda AB’yi hegemonyasına almış bir Almanya’nın da Hırvatlar ve Slovenler gibi akraba topluluklarına karşı bir soykırıma sessiz kalması da mümkün değildir. Bölgedeki üç büyük güç olan Rusya, Türkiye ve Almanya’nın karşı karşıya gelmesi ise büyük bir ‘Dünya Savaşı’nın temelini oluşturur. Bu nedenle Türkiye, o döneme kadar kesinlikle kendi askeri gücünü dış bağımlılıktan kurtarmak zorundadır. Kendi tank, uçak ve savaş gemilerini, denizatlılarını 1990 Yılındaki Dünya dünya standartlarının çok üstünde bir başarı ile üretmek zorundadır. Aksi halde Balkanlardaki dost ve akrabalarımızın varlığı orta ve uzun vadede ciddi bir tehdit altındadır. Ama bunun yanı sıra; bölgedeki Türk orijinli ve Müslüman halkların da en kısa sürede bir federasyon ya da konfederasyon çatısı altında tek devlet haline gelmeleri gerekmektedir. Günümüz Dünyası… Bugün ABD’nin desteği ile kurulmuş bulunan Kosova, Karadağ, hatta Bosna-Hersek ve Makedonya’nın NATO askerleri bölgeden çekildiğinin ertesi günü bağımsızlıklarının tehlikeye gireceği aşikârdır... (Bunları ne yazık ki; ‘Dost acı söyler’ atasözümüze sığınarak söylüyorum. Sizler Balkan Savaşları Öncesi Osmanlı de lütfen öyle dinleyin...) NATO çekildikten sonra Türk askerinin bölgede kalması ise oldukça güçtür. Bunun yukarıda bahsettiğim gibi tek yolu, kendi silah teknolojimize sahip olmamızdır. Ki bu da; Rusya ile her an bir çatışmaya girmeyi göze almak demektir. Öyleyse çözüm şudur: Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Sancak, Karadağ, Bosna-Hersek ve hatta Bulgaristan’ın da dahil olacağı bir Balkan Birleşik Devletleri Federasyonu’nun kurulmasıdır. Yunanistan’ın bile Güney Makedonya (Selanik bölgesi) konusunda teminat verilerek bu oluşum için desteği sağlanabilecektir. Sancak bölgesi ise Kosova benzeri bir yöntem ile kansız bir biçimde bu birlikteliğe katılmak zorundadır. Böylesi bir federasyonun iç işlerinde bağımsız, dış ilişkilerinde ve güvenlik konularında ortak hareket etmesi yaşama şansını artıracaktır. İç işlerinde bağımsız olması yerel ayrılıkların ve mikro etnik ırkçılığın önüne geçilmesini sağlarken, güvenlik ve dış politika konularında ise ‘akıl yollu düşüncenin’ galip gelmesi bütün toplumun çıkarlarının korunmasını sağlayacaktır. Bahsettiğimiz ülkelerin birlikteliği sonucu Karadeniz’e ve Akdeniz’e (Tiran Denizi vasıtasıyla) aynı anda çıkışı olan büyük bir bölgesel güç doğacaktır. Halkın nüfusunun yüzde 60’ı Müslüman olan ülkede diğer inanç Ortodoks Hıristiyanlar olacaktır. Bu ise bölgede yaşayan Müslüman unsurların yaklaşık 600 yıldır alışık olduğu bir durumdur. Aynı şey Hıristiyan azınlık için de geçerlidir.

Türkiye ile sınırdaş olunması ise Müslüman unsurlar için ayrı bir güvence teşkil edecektir. Türkiye, bölge ülkelerine göç edecek vatandaşlarına çifte vatandaşlık hakkı vererek ve düşük faizli kredi açarak sınırlı bir teşvik programı uygulayabilir. Bu durumda Balkan ülkelerinde dengeleyici bir güç olan Türk nüfus artmış olur.

Bu öneri, şu an için ütopya gibi gelebilir. Lakin ütopyaların gerçekleşmesi, plânlanırsa imkânsız değildir!

Unutulmamalıdır ki, Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından Atatürk’ün önderliğinde Balkan Paktı kurularak 15-20 yıl önce birbirini boğazlamış Balkan milletleri bir araya gelebilmiş. Anadolu’yu işgal edip soykırım yapan Yunanistan ile Türkiye bile, bir amaç etrafında el sıkışmıştır. Yeter ki durumun vahameti, başta Bulgaristan olmak üzere, Balkanlarda yaşayan söz konusu milletlere iyi anlatılabilsin. ATAKA bu konuda aslında iyi değerlendirilir ve Türkoloji çalışmaları Bulgaristan’da yaygınlaştırılırsa çok büyük bir şanstır... Ayrıca şu an için ABD ile ortak hareket edilebilir olması ise büyük bir avantajdır. Bugünden bu oluşumun temelleri atılarak, Rusya’nın Kırım tarzı muhtemel provokasyonlarının önüne geçilebilir. Çünkü geçen her an, bu konuda kaybedilmiş fırsattır.

Bulgaristan Türklerinin Sesi


Bulgaristan Türklerinin Sesi ULUS DERNEĞİNİNB

u l g a r i s t a n

ULUS Derneği

RAPORU Bulgaristan Cumhuriyeti Türk-Müslüman azınlığının 1990 yılı sonrası demokratik geçiş dönemindeki sosyal ve kültürel gelişmesi Hâlihazırda Bulgaristan’ın Türk-Müslüman topluluğu yaklaşık 1 200000 bin kişiliktir. İktidardaki Bulgar hükümetlerinin izledikleri baskı ve asimilasyon politikası sonucunda 1989 yılına kadar yaklaşık 784 000 kişi ülkeden göç ettirildi, daha 410000 kişi demokratik geçiş döneminde de ülkeyi terk etti. Azınlığımız, 1878 tarihi Berlin Antlaşması, 1909 tarihli İstanbul Antlaşması, 1925 tarihli Ankara Antlaşması gibi bir sıra uluslararası sözleşmelerde tesis edilen ulusal azınlık olarak tespit edilmiştir. Ancak insan hakları ve azınlıklar haklarına adanmış bütün uluslararası belgelerde söz konusu azınlıkların gerçekten var olması ve ulusal mevzuat hükümlerinde tanınmış olması gibi bir şart vardır. Bulgaristan’da hukuki açıdan Türk-Müslüman azınlığı yoktur, ne Anayasada, ne de diğer kanunlarda böyle bir azınlık tanınmış değildir. Gerçekten biz bugün bu Avrupa ülkesinin hudutları içinde oturuyoruz, çalışıyoruz, var oluyoruz, ancak kendi bilincimizi yansıtacak bir hukuki tanımlama hiçbir yerde yoktur. Lukanov’un 1991 tarihli yeni Anayasasında Bulgaristan Türklerinin ulusal azınlık statüsünü ortadan kaldırarak devletin tek ulusluluğunu kabul ettirildi. Bugünkü Bulgar Anayasası, ulusal azınlıkların var olmasını düzenleyen eski sosyalist anayasasından farklı olarak bizi Bulgar olarak tanımlıyor. Asimilasyona dayalı bu hüküm 1999 yılında imzaladığımız Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi hükümlerine aykırıdır. Bu sözleşmede Bulgar ulusal mevzuatı ile uygulanacak ana ilkeleri belirtilmiştir. Sözleşmede ulusal azınlık mensuplarına kendilerine özgü kültür özelliklerinin geliştirilmesine ve din, dil, gelenek ve kültür olmak üzere ulusal kimliğinin muhafaza edilmesine uygun ortam sağlanması öngörülmüştür. Devlet, Türk ulusal kimliğinin korunması ve geliştirilmesini garantileyen Avrupa Sözleşmesini uygulamayı ve hükümlerine uyulmasını Avrupa bürokratları önünde raporlamayı reddediyor. Eski komünist rejimi tarafından kurulan ve bu rejimin politik uydu partilerince gerçekleştirilen sözüm ona “Bulgar etnik modeli” de Avrupa Sözleşmesine karşı çıkıyor. Bu model ülkedeki etnik gerginliğin artmasına, etnik gruplar arasında korku ve nefret uyandırılmasına, azınlığımızın ayırımına ve yıkılışına yol açtı. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının bugünkü durumu sosyalist dönemindekine kıyasla daha kötüdür. Bulgaristan Türklerinin yurt dışına kovuşturuldukları 1990 yılından sonra devlet mülkiyetinin özel mülkiyete dönüştürülmesi ve piyasa ekonomisinin uygulanmasını da kapsayan birçok köklü ekonomik reform yapıldı. Ana ekonomik sektörlerden 3 000’i aşkın devlet işletmesinin özelleştirilmesi Bulgar ekonomisinin çehresini ve toplum içindeki ilişkileri değiştirdi. Eski komünist üst düzey yetkilileri, gerçek mali karşılığı olmayan senetler aracılığı ile işletmeler sahibi haline gelerek ekonomiyi fethetti. Bugün devleti ekonomik aletler ile idare eden kapitalistler kısa bir süre içinde dünyaya geldi. Bunun yanı sıra menşei bilinmeyen yabancı sermaye de ülkemize girmeye başlayarak yerli firmaların iflasına sebep oldu. Yerli piyasa yabancı mallar ile dolduruldu, düşük kaliteli Bulgar ürünlerinin Avrupa piyasalarına erişimi ise kesildi. Bu karmaşık ortamda korumasız Bulgaristan Türklerinin kimileri varlığını sürdürebilmek üzere ahırda ve tarlalarda kaldı, diğerleri ise yurtdışına gurbete çıktılar. Bu ekonomik gelişme politik değişmelere de yol açtı. Ayrı ayrı ekonomik oligarşi çevreleri için lobi kurarak farklı program ve ideolojilere bağlı 300’den fazla parti kuruldu. Bizim için de “devlet güvenlik güçlerince” bizleri eskide isimlerimiz zorla değiştirmiş bulunanların yararına yöneterek yakından izlemek üzere bir politik parti kuruldu. Sonuç olarak devlet yönetimi zayıfladı, yolsuzluk üstün geldi, bürokrasi genişletildi, yatırımcılar yeni yeni riskler ile karşı karşıya geldi, suç olayları kat kat arttı ve dolayısıyla Avrupa fonlarının kesilmesine sebebiyet verildi. Çok partili ve sorumsuz sosyalist yönetiminin Bulgaristan’ın Avrupa Birliğine üyeliğinin ileri sürdüğü meydan okumaların üstesinden gelmek üzere yetkili olmadığı anlaşıldı. Bulgaristan Türklerinin partisi sayılan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin, eski komünist rejimi ile sıkı sıkıya bağlı olup oligarşi çevrelerini temsil eden liderlik tipi bir Bulgar partisi olduğu görüldü. Rus gizli servislerinin baskı aparatı tarafından kurulan bu parti, bugünkü sosyalistlerin koalisyon partneri olup Türk azınlığının menfaatini korumaz. Türklerin ağır sosyal durumundan ilgilenmez. Gerçekten bu parti, Bulgaristan Türklerinin güçlükler ve sıkıntılar ile dolu yaşamının iyileştirilmesi ve de bunların azınlık statüsünün tanınması için hiçbir şey yapmış değildir. Eski komünistler ve ajanlardan oluşmuş küçük bir grup kendi firmalar çemberi kurup zavallı Türk proleterleri hesabına daha da zenginleşiyor. Politik partiler Türk-Müslüman azınlığının statüsü ve hakları sorununa çözüm getirilmemesi için çama harcıyor.

Osman BÜLBÜL

Sultanahmet

Caminin

9

Ülkede, Bulgaristan Türkleri azınlığı mensuplarının politik, kültürel, sosyal ve ekonomik haklarının gerçekleşmesi için uygun ortam yoktur. Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan’da anayasa hükümlerine göre ulusal azınlıkların mevcut olmadığından dolayı böyle azınlıkların var olmadığı zannedildiği için azınlıklara yönelik uluslararası sözleşmeler ile Avrupa Yönetmeliklerine devletçe uyulmamasına gerekçe sağlanır. Bir örnek verelim. Ülkemiz, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin “her halkın kendi kendini tayin hakkına sahip olduğu, kendi sosyal ve kültürel gelişmesini serbestçe gerçekleştirebildiği” belirtilen 1. Maddesine uymaz. Devletlerin mevcut azınlıkları ve bunların ulusal kültürünü korumasını gerektiren BMT’nın 1992 tarihli Azınlık Haklarına ilişkin Beyannamesine aykırı olarak Türk etnik grubuna karşı propaganda devam ediliyor. Bulgaristan, yasa gereğince kesinleşmiş Ulusal azınlıklar Çerçeve Sözleşmesine uymamaktadır çünkü benzeri azılıklar yokmuş, sözleşme ise Avrupa’nın aldatılması amacı ile formal olarak kabul edilmiş. Türkçenin ülke topraklarından kaldırılması amacı ile Avrupa Sözleşmesinin karma bölgedeki Türkçe sorunu düzenleyen 12 no’lu Protokolünün kabulü bugüne bugün de reddediliyor. Okullarda Türkçe, mecburi bir ders olarak değil de serbest seçmeli ders olarak kabul edildi. Böylece çocuklarımızın ana dilini okumamaları garantilendi. Yukarıdaki olumsuz görüşler esasında ve Bulgaristan Türklerinin mutsuz durumu gerekçesiyle kapsamlı imza toplama etkinliğine başlayarak Bulgaristan devletine 10 puanlık talep listesini sunduk. Bu belgede Bulgaristan’da Türk ulusal azınlığının tanınmasını istedik. Ayrıca serbest ulusal tayin hakkını istedik. Anayasada yer alan etnik açıdan parti kurma yasağının kaldırılması, Türkçenin mecburi olarak okutulması ve karma bölgelerinde ikinci resmi dil olarak tanınması, devletin Müslüman dinine karışmaması, Bulgar etnik modelinin kaldırılması, Türk okulları, okuma evleri ve üniversitesinin açılması taleplerimizin bir kısmını oluşturdu. Uluslar arası hukuka uygun olan taleplerimizin gerçekleştirilmesi Bulgaristan’ın Avrupa Birliği ile başarılı bütünleşmesi amacı ile Bulgar devletinin önceliklerinden biri haline getirilmelidir. Serbest birleşme ve ulusal Türk azınlığına mensubiyet haklarımızın ihlali nedeniyle Strasburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava açtık. Sivil toplumun bu ilk demokratik etkinlikleri parti aleyhindeki itiraz niteliğini kazandı. Bunlar, partiler statükosuna ve Türklere karşı devam eden asimilasyon politikasına karşı koymamızı ifade eden bu etkinlikler Türk azınlığının siyaset seçkinlerine karşı tutumunu açıkça gösterdi. Bulgaristan’ın AB’ne bütünleşmesinden sonra Bulgaristan Türklerinin yaşam standardının yükseltilmesi, ülkedeki etnik barışın korunması ve Tük ulusal kimliğinin muhafaza edilmesi olmak üzere üç ana amacı vardır. Bu sorunların çözüme bağlanması ekonomik amaçlı göç olaylarının sınırlanmasına, özel ekonomi ve serbest özel girişimlerinin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır. Türk dili ve kültürünün muhafaza edilmesi, Türk okulları, liseleri ve üniversitesinin açılması olağanüstü önemli sorunlardır. Türkçe yayınlana radyo ve televizyonun kurulması, okuma evleri, kültür merkezleri ve basın yayınları, kütüphaneler ve Türk kültürel ve tarihsel kalıtını sergileyen müzelerin açılması Bulgaristan’daki Türk azınlığının sağlamlaştırılmasına katkıda bulunacaktır. Türkiye Cumhuriyeti bu amaçların gerçekleştirilmesine yardımda bulunabilir ve bulunmalıdır. Bu amaçla Kamu sektörü ve Türk politik seçkinlerinin tümü ile karşılıklı etkileşim programı ve açık doktrin hazırlanmalıdır. Bu, devletin ve bütün partilerin önceliklerinden birine dönüştürülmelidir. Ulusal açıdan sorumlu bir politikanın uygulanması için arabuluculuk gerekli değildir. Bulgaristan Türkleri arasında üstün geldiğini iddia eden bir partinin tercih edilmesi başarısız, zararlı bile çıktı. Bulgaristan’daki TürkMüslüman topluluğunun geleceğinin, Avrupa Birliği çerçevesindeki var olmamızı garantileyebilecek tek etken olan Anavatan Türkiye’nin katılımı olmaksızın mümkün olmayacağı görüşü tespit edilmiştir. Bulgaristan’ın AB’ne katılmasından sonra karşı karşıya geldiğimiz riskler çoğaldı. İçinde yaşamak mecburiyetinde bulunduğumuz ortamda normal yaşam koşulları ve sosyal-politik şartlarının garantilenmesi için zayıflayan azınlığımıza karşı benzeri yükümlülük üstlenmelidir. Türklerin Bulgar etnik modelinden serbest bırakılması yalnız Türkiye Cumhuriyeti’nde etkin faaliyet yürüten hükümet dışı örgütlerin yardımı ile yerine girilebilir. Bulgaristan’daki Türk ulusal azınlığının korunması Balkanların istikrarı, refahı, demokratik güvenliği ve barışı için olağanüstü önemlidir. Bu sempozyumu organize edenlere bir kere daha teşekkür ederim. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim!

Karşısı

Mükemmel

Manzarasıyla

SAFİR Restorant Sultanahmet Çatalçeşme sk.No.1/1 Rezervasyon için Tel: 0212 526 87 98

Bulgaristan’ın İstanbul Başkonsolosu Angel ANGELOV’ ziyaret


10

Bulgaristan

S e m p o z y u m u n d a n Rafet

ULUTÜRK’ün

Konuşması

Biz, Balkanlılar, biz Bulgaristanlılar artık Türkiye Cumhuriyeti’nde 10 milyonu aştık, orada kalan kardeşlerimiz de en az bizim kadar Türk’tür. Aynı kökten, aynı soydan, aynı boydan ve çekirdekten gelmemiz, aynı ruhta birleşerek koparılamaz biçimde kaynaşmamız HEPİMİZDE YEPYENİ BİR B İ Z yarattı. Bu emsalsiz olgu, bu kudret toplayan yeni güç bu defa da Türkiye’den Balkanlar’a, Bulgaristan’a geri taşıyor, ata yadigarı topraklarımızda politik gündem belirleyen nitelik alıyor. Bulgaristan Bulgarların, Türkler Türkiye’ye sloganına artık eşekler bile gülüyor. Derin bir hüzünle ifade ediyorum. Bugün Bulgaristan stratejik çöküş yaşıyor; ulus devlet, tek ulus-tek dil, tek kültür saçmalıklarının enkazı altında inliyor. Öyle ki, politik, sosyo-ekonomik ve manevi çöküşün ardından, nüfus körelmesini de getirince “Türk’ten iyi ne komşu ne dost bulunur!” diyenler çoğaldıkça çoğalıyor. Biz içimizdeki hoşgörüyü koruyarak, iyi kötü buralarda barınırken, 2.5 (iki buçuk) milyon Bulgaristan vatandaşı, bu arada yakınlarımızın büyük kısmı ekmek teknesini Batı Avrupa’ya taşıdı. Olayı “ ulusal çöküş” le açıklayanlar “yok oluştan” dem vurmaya başladı. 35 yıl sonra, yani 2051’de son Bulgar’ın toprağa verileceği açıkça anlatılıyor. Profesörler, Bulgar Bilimler Akademisi uzmanları TV ekranlarına çarşaf çarşaf verilerle VAHİM OLAYI ispatlarken, çare mi arıyorlar? Biz son Bulgarın cenazesine gitmek istemiyoruz. 600 yıl beraber oluşumuzun bir saygın hatırı da olmalı. Yaşamak ve varolmak Tanrının hepimize bahşettiği kutsal hakların en büyüğüdür. Beraberliğimizin sonu, 25. Yılını andığımız son büyük ve acı göç, Bulgar milletinin sonunu getirip, son Bulgarın mezarını kazıyor ise, gelin acıları gömelim, yeni kardeşlik ağıcı dikelim ve gölgesinde iyi kötü birbirimize katlanarak, beraberce yaşayalım. El ele verip “eski dosttan düşman olmaz” ata sözünü hayata geçirelim. Bu düşünceler seyrinde, kimseyi lanetleyip kötülemiyoruz. Ama bir anaya evladına ana dilini öğretmeyi yasaklayanları Cenabı Hakkın cezalandırması, ebedi adaletin değişmez kuralıdır, buna inanıyoruz. Bir ulusun XXI. Yüzyılda ıssız köylerde, insansız yollarda, komşusuz şehirlerde, torunsuz dairelerde in cin gibi, ucubeler gibi tek başına, nefesine torun kokusu almadan yaşatmaya mahküm etmesi de, inanınız, Cenabı Hakkın lütfü olmalı… Güzelliklerbinbirolduğugibi,çekilecekçilelerdebinbirdir. Biz Bulgaristan göçmenleriyiz, çifte vatandaşız, Avrupa Birliği vatandaşı haklarına da sahibiz. Bu durum bizim mücadelelerimizin bir erdemidir. İstenen her seçime katıldık. Yüksek bilinçli irademizin ifadesi oyumuzdan korktular, kanunları kırpa çırpa anlaşılmaz duruma getirdiler, son seçime katılamadık, ama şimdi “yine bizsiz olmuyormuş” herkesin seçimlere katılmasını zorunlu kılan yeni yasalar yazmaya başlamışlar. BİZE DAHA BÜYÜK SANDIK GÖNDERİN. Sofya Parlamentosunun yarısını vekillerle doldurmaya hazırız.Ve biz oyumuzu GERB’e de veririz, bağımsıza da veririz. Oyların rengi insan kardeşliği gibi tek renktir. Bizim kimseye kinimiz yok! Ama atalarımıza yüz yıl kan kusturanlara, ninelerimize bir asır göç yolu gösterenlere, Türklüğe ve Müslümanlığa ihanet edenlere, HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZİ bit pazarına sürenlere, hem söylenecek sözümüz var hem de hainlerle bitmeyecek bir kavgamız ve hesabımız var. Çoban kulübesinden çıkıp Sofya’da “Saraylarda” sefa sürenlerle çok özel görüşmelerimiz olacak. Türklüğe ihanetin bedeli değişmez… Durum böyle olunca, değerli kardeşlerim, sayın konuklar, biz Bulgaristan vatandaşı olarak Vatanımızdaki tüm kültürel, sanatsal, siyasi, ekonomi sportif vs. etkinliklere Bulgaristan vatandaşı olarak eşit haklarla katılmak istiyoruz. Genlerin kaynaşması yarının dostluk, kardeşlik, işbirliği, farklılıkları birleştirecek yeni uygarlıkların kapısını açacaktır. Şu anda, hepimizi gururlandıran ünlü Vatan evlatlarımızdan Tokyo Olimpiyatlarında Serbest Güreş Şampiyonu Lütfü Ahmedov gözlerimin önünde; Şampiyonlar şampiyonu Naim Süleymanoğlu ve Halil MUTLU hep aramızda. Newyork’un Büyük Orkestra Salonunda Dünya Filarmoni Orkestrasına şeflik eden Muhsur Mehmedov’un namelerini sanki hala dinliyorum. Ve tüm benliğimle tekrar ediyorum: Bulgaristan’ı Bulgaristan yaparak VATAN’a gurur yaşatan bizlerdik. Ve biz bugün de o eskimeyen gururla yaşıyoruz ve yaşayacağız. Bu bilgi şöleni, sizin ilginiz ve katılımınız, her açıdan çok anlamlıdır. Balkanlar’da Bulgaristan’da, tüm bölgede yepyeni bir dünya yolcuları olarak hepinizi candan kutluyor; hepinize başarılar diliyorum.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

BULGARİSTAN TÜRKLERİ, 1989 GÖÇÜ, GERİ DÖNÜŞLER VE ÇÖZÜM BEKLEYEN SORUNLAR

“Bulgar rejimini ve dilini kabul ettiklerine dair” belgeler imzalamak zorunda bırakıldılar. En önemlisi de eski köylerine, evlerine, işlerine ve mesleklerine dönmelerine izin verilmemiştir (Konukman, 1990: 70). Türkiye’den Bulgaristan’a Geriye Dönüşün Aylar İtibari İle Sayısal Durumu İsmail CİNGÖZ TARİH GERİYE DÖNÜŞ YAPANLAR (KİŞİ) DÖNÜŞLERİN Özet; 1789 Fransız ihtilali ile başlayan milliyetçilik AYLAR İTİBARİ İLE GEN. TOP. (KİŞİ) TÜRKİYE’DE İKAMET EDEN (KİŞİ)

akımlarının Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemine gelmesi ile Balkanların kaybedilesi bir araya gelmiş ve Türk göçleri de başlamıştır. Göçler kesintisiz olarak 1989 yılına kadar devam etmiş fakat 1989 Bulgaristan Türklerinin göçü her zamankilerden farklı boyutta olmuştur. Binlerce Bulgaristan Türkü önce insanlık onuruna yakışmayacak zulümlere maruz kalmış, ardından kendi iradeleri dışında topraklarından atılma şeklinde göç etmek zorunda kalmışlardır. Bulgar zulmünden Türkiye’ye kaçan soydaşlarımızın bir kısmı geri dönmek zorunda kalırken, Türkiye’de kalanların iskân edilmeleri ile yaralarının sarılması için Türk Hükümetleri imkânlar ölçüsünde gereken yardımları yapmıştır. 1990 sonrası komünizmin çökmesi ile Bulgaristan’da da çok şey değişmiş, Türklerin sıkıntıları çözülmeye doğru yol almıştır. Fakat üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen gerek Bulgaristan’da gerekse Türkiye’de hala bazı sorunların çözüm beklediği görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Bulgaristan, Türk, Türkiye, azınlık, göç. Giriş Türklerin Balkanlar Bölgesine gelişleri iki ayrı koldan olmuştur. MS. 300’lü yıllardan itibaren Hazar ve Karadeniz Kuzeyinden gelerek Balkanlara yerleşen ilk Türk boyları Bulgarlar, Oğurlar (Utrugur, Kutrugur), Peçenekler, Oğuzlar, Kumanlar (Kıpçaklar), gibi Türk boylarıdır. Ancak bu Türk kavimlerinin büyük bir çoğunluğu Hıristiyanlığı kabul ederek asimile olmuşlar ve Slavlaşmışlardır. Bölgeye ikinci Türk geçişi Osmanlı İmparatorluğu döneminde Orhan Bey zamanında 1350 yılında başlamıştı. 1362 yılında Edirne’nin fethiyle devam eden Osmanlı ilerleyişi ile 1385 de Sofya fethedilmiş ve nihayet 1396 Niğbolu Zaferi ile Bulgaristan’ın tamamı Türk Hâkimiyetine geçmiştir (Şaybak, 2006: 58). Fetihler sonrası kitleler halinde Anadolu’dan yerleşmelerle adeta Türk ülkesi haline gelen Balkanlar ve özellikle Bulgaristan’da 500 yıllık Osmanlı barışı hâkim olmuştur. 1789 Fransız İhtilâli ile yayılan milliyetçilik fikri, Rusların Panslavist politikası ve Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin de gayretleri ile Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmaya başlayan Balkanlar’dan 1989 yılına kadar devam edecek göçler dönemi başlamıştır. 1908 yılında bağımsızlığını ilan eden Bulgaristan’la 1909’da yapılan protokolden itibaren 1998 yılına kadar birçok anlaşma imzalanmış ve Bulgaristan’da kalan Türklerin ve Müslüman Azınlıkların hakları garanti altına alınmıştır.Tarihsel süreç içerisinde Bulgaristan’daki Türkleri güvence altına alan antlaşmalar; 1. 1878 Berlin Antlaşması. 2. 1908’de bağımsızlığını ilanı ve Bulgar Krallığı ile Osmanlı hükümeti arasında 19 Nisan 1909’da İstanbul’da imza edilen Protokol. 3. 1912–1913 Balkan Savaşları sonunda 29 Eylül 1913’te iki devlet arasında Barış Antlaşması. 4. I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan 27 Kasım 1919 Neuilly Antlaşması. 5. 18 Ekim 1925’te Türkiye - Bulgaristan Dostluk Antlaşması. 6. 18 Ekim 1925’te Türk-Bulgar İkamet Sözleşmesi. 7. 10 Şubat 1947 Paris Antlaşması. (II Dünya Savaşına son veren antlaşmalardan biridir. Türkiye taraf olmadığından imzası yok) 8. 1965 yılında Türkiye-Bulgaristan Ticaret Anlaşması, 1966’da ise Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi imzalanmıştır. 9. 23 Mart 1968 Göç Antlaşması (Yakın Akraba Göçü). Yakın akrabaları 1952’ye kadar Türkiye’ye göç etmiş Türk asıllı Bulgar vatandaşlarını birleştirmek amacıyla yapılmıştır. 14 Ağustos 1969’da yürürlüğe giren “Yakın Akraba Göçü Antlaşması” ile Türklerin azınlık hakları yeniden teminat altına alınmıştır. 10. 1975’te Türkiye ile Bulgaristan arasında iyi komşuluk ve İşbirliği Esaslarını Belirleyen Deklarasyon. 11. Temmuz 1979’da imzalanan Türkiye-Bulgaristan Vize Antlaşması. 12. 1998’de Türkiye-Bulgaristan arasında Bulgaristan Emekli Aylıklarının Türkiye’de Ödenmesine İlişkin Anlaşma (Özlem, t.y.a: 1) olarak karşımıza çıkar.

Yeniden Canlanma (İsim Değiştirme) 1984-1985 1970’li yıllarda Bulgaristan’da azınlık nüfusundaki artış Bulgar hükümetini telaşlandırmaya başladı. Azınlık nüfusunun çoğunluk hale gelmesinden korkan yöneticiler ve Politbüro yetkilileri 17 Temmuz 1970 yılında “tehditle milliyet ve din değiştirme” kararı ile 1974’e kadar 220 bin Pomak Türküne baskı ve şiddet ile Bulgar ismi verildi (Nevrezova, 2006: 35). Fakat Bulgarların Türklere karşı baskıları 1984 yılından itibaren yeniden artmaya başlamış ve şiddetlenerek devam ederken isimler Bulgar isimleri ile değiştirilmeye başlamıştı. Baskıların doruk noktasına çıktığı 1985 yılında (Yorulmaz, 2012: 13) Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi yapılan bu zulümlere “Yeniden Canlanma” ismi vermişti. Önce Rodoplar Bölgesi güneydoğu kesimindeki 310 bin Türk ve Pomakların kimlikleri zorla Bulgar isimleri ile değiştirildi. Planın ikinci aşamasında ise baskı ve zulümler ülkenin bütün bölgelerine yayıldı. Todor Jivkof 18 Şubat 1985’ de “Yeniden canlanma planı başarıyla tamamlandı” açıklaması yaptı (Nevrezova, 2006: 37-38). Askerler ve yanlarında milisler olmak üzere Türk bölgelerine girerek zorla isim değiştirmeye başladılar. Mart 1985’e kadar uygulamalara karşı gelen 800-2500 arasında Türk katledildi (Yorulmaz, 2012: 13). Yapılan baskılara direnen binlerce soydaşımız uluslararası kamuoyunun gözü önünde Belene toplama kampında Nazi usulü işkencelere maruz kalmıştır. 1989 Göçü; Bulgaristan’da yapılan baskı ve zulümlere sessiz kalmayan Türkiye defalarca nota vererek Bulgaristan’ı ikaz etmiş ve uluslararası kamuoyunu da devreye sokmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İslam Konferansı Örgütü, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, Avrupa Konseyi platformlarında Bulgaristan protesto edilmiştir. Türkiye’nin yoğun girişimleri sonuç vermiş ve Bulgaristan Devlet Başkanı Jivkof 2 Haziran 1989 günü “Pasaportlarınızı vereceğiz, Türkiye kapılarını açsın kalmak istemeyen çekip gitsin” diye açıklama yapmıştır. Sonrasında Bulgar yönetimi kendi tespit ettiği aileleri parçalayarak, zorbalıkla, mal varlıklarına el koyarak göçe zorladılar. Bu uygulama Bulgaristan’ın ayıbı olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır (Konukman, 1990: 56-60). Bulgaristan’dan Türkiye’ye Zorunlu Göçün Başladığı Tarihten İtibaren Aylık Veriler Halinde “Sınırdan Türkiye’ye Girişin Sayısal Verisi” TOPLAM 345.960 Türkiye soydaşlarımızı zulümden kurtarabilmek amacıyla Bulgaristan’la aramızdaki vize uygulamasını geçici olarak kaldırmış ve girişlerine müsaade etmiş fakat Türkiye Bulgaristan ile bir göç anlaşması yapabilmek ve soydaşlarımızın haklarının kazanımlarını sağlayabilmek amacıyla 22 Haziran 1989 tarihi itibariyle vizesiz girişi durdurmuştur (Konukman, 1990: 60-63). Geriye Dönüşler ve Sebepleri Bulgaristan Türkleri gönderirken adeta kovarak göndermiş, yıllardır bin bir zahmetle yaptıkları birikimler Bulgarlarca yağmalanırken, Türkiye’ye gidecek aileleri de parçalayarak göndermiş ve yeni bir bölünmüş aile sorunu yaratmıştı. Ayrıca altı ay içerisinde Bulgar pasaportu ile geri dönmeyenlerin mal varlıklarına el koyacaklarını ve kazanılmış her türlü haklarını kaybedeceklerini ilan etmişti. Bu durumda bazı aileler aile bütünlüğünü sağlamak, türlü sosyal haklarını kaybetmemek ve de orada bırakıp geldikleri mal varlıklarını kurtarabilmek amacıyla geri dönmek zorunda kaldılar. (1989’da gelen soydaşlarımızın %13’ü emekli ve %9’u engellidir) Dönüşlerinde

MAYIS / 1989 HAZİRAN/1989 TEMMUZ/1989 AĞUSTOS/1989 EYLÜL/1989 EKİM/1989 KASIM/1989 ARALIK/1989 OCAK/1990 ŞUBAT/1990 MART/1990 NİSAN/1990 MAYIS/1990 TOPLAM

-- 40 76 3.677 26.181 21.486 16.293 27.688 8.292 6.816 10.033 7.341 5.343 133.272

-- 40 116 3.793 29.974 51.460 67.753 95.441 103.733 110.549 120.923 127.923 133.272 133.272

1.630 89.211 224.451 308.682 284.360 266.493 254.731 231.886 226.373 223.202 217.764 214.783 212.688 212.688

(Konukman, 1990: 71). Demokrasiye Geçiş ve Sonrası Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile Komünizmin sona ermesi sonrasında 1990’lı yıllarda Bulgaristan demokrasiye geçiş yaptı ve azınlık sorunlarını uluslararası anlaşmalarla çözmeye önem vermeye başladı. Anayasasında gerekli düzenlemeleri yaptı fakat 12 Temmuz 1991 tarihli anayasasında azınlık kavramına yer verilmemiş, Türkler ve diğer azınlık unsurlar “Anadili Bulgarca Olmayan Vatandaşlar” şeklinde ifade edilmişlerdir. Bulgaristan’la Türkiye arasında 1990 sonrası ilişkiler yumuşamaya başladı. Bunda etkili olan Komünizmin kaldırılmasının ardından ilerleyen süreçte Bulgaristan’ın 29 Mart 2004’de NATO üyeliği ile Türkiye’nin aynı kanatta yer alıyor olması yepyeni bir süreç doğmasına vesile olmuştur. Akabinde 1 Ocak 2007’de Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan’da sosyal, siyasi ve insan hakları konularında elbette ki olumlu gelişmeler yaşanmasına dolayısı ile Türk halkının da eski sıkıntılarının geçmesine yardımcı olacak yasal faktörleri devreye sokmuştur. Bulgaristan’da yaşanan kitlesel Türk göçü, iş gücü ve istihdam sorunlarını da beraberinde getirdi. Türk kökenli binlerce doktor, hemşire, öğretmen, mühendis, işçi ve memur ile çoğunluğu tarımla uğraşan soydaşlarımızın Türkiye’ye göç etmesi, tarım ve hayvancılığı da olumsuz etkiledi ve Bulgaristan’da derin ekonomik sorunlara sebep oldu (Atasoy, 2010: 3). Ekonominin kötüye gitmesi, rejimin çökmesi ile birleşince halk arasında kargaşa ve huzursuzlukla birlikte milliyetçi duyguların artmasına sebep oldu. Türklere kaybettikleri hakları ile eski isimlerinin iade edilmesi milliyetçilerin eylemlerine sebep olmuştur. Yeni dönem Bulgaristan siyasi oluşumunda da kendini göstermiştir. Bu dönemde daha iyi örgütlenme imkanı bulan Türkler 1991 yılında Türklerin Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) olarak yapılanmaya giderek partileşirlerken, yeni Türk partileri de kurulmuş ve Bulgaristan Türklerinin seçim başarıları hükümet ortaklığı yolunu açmıştır. Bulgar siyasi partilerinden aşırı milliyetçi görüşlere sahip Ataka Partisi fanatik duygularla öne çıkarken, Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar Partisi (GERB) azınlıklara karşı daha ılıman siyaset üretmesiyle dikkat çekmekte, özellikle Türk azınlık ve Türkiye’ye göç etmiş soydaşlarımızla ilgili olumlu projeler üretmesiyle öne çıkmaktadır (Dükkancı, 2012). Çözüm Bekleyen Sorunlar Avrupa Birliğine girmiş olan Bulgaristan’da komünizm dönemi ile kıyasladığımız zaman, günümüzde çok şey değişmiştir. Fakat ince ayrıntılarda göze görünmeyen önemli sorunların var olduğu görülecektir. Şöyle ki; ı. Milli Kimlik Sorunu, ıı. Dini Eğitim ve Din Adamları Yetersizliği, ııı. Eğitim Öğrenim Sorunu, ıv. Vakıflar ve Vakıf Malları, v. İşsizlik, vı. Bilgisizlik, vıı. Pomak Türkleri Sorunu, vııı. Ekonomik Sorunlar ve ıx. Devlet Kategorilerinde İstihdam Sıkıntıları (Ulutürk, 2009: 1-8; Özlem, t.y.b) gibi çözüm bekleyen hususlar karşımıza çıkarken, Bulgaristan’dan Türkiye’ye yerleşen soydaşlarımızın ise bazı sosyo-ekonomik beklentilerinin gerçekleşmediği veya dışlandıklarını düşünenler olduğu yapılan araştırmalarda görülmüştür. Bu fikirde olan soydaşlarımız arasında “Türkiye’de kalmak, Bulgaristan’a dönmek veya üçüncü bir ülkeye gitmek” tereddüdü yaşanmakta olduğu da tespitler arasındadır (Dişbudak ve diğ, 2012). Bulgaristan’da ikinci sınıf vatandaş olarak görülen Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göçten sonra da bu fikirlerinden tam olarak kurtulamadıkları ve kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak hissetmeye devam ettikleri görülmektedir. Ancak bu fikri beyan edenlerin genellikle ağır işlerde çalışanlar olduğunu belirtmek gerekir (Aktuğ, 2012: 16). Sonuç Bulgaristan Devleti bünyesindeki azınlıklara kendi kültürünü yaşamalarına izin vermesi gerekirken çözüm bekleyen sorunlara da zaman kaybetmeden olumlu girişimleri başlatmalıdır. Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlık iki ülke arasında köprü rolü oynamalı, Türkiye ise göçmen soydaşlarımızın çözülememiş olan sorunları için çözüm planları geliştirerek devreye sokmalıdır. En son göç olayının yaşandığı 1989 yılından bu yana 25 yıl gibi çeyrek asırlık bir süre geçmiş olmasına rağmen hala sorunu olduğunu beyan eden soydaşlarımızın belirttikleri hususların çözüm için; akademisyenlerce yapılan sosyolojik ve ekonomik araştırmalar dikkate alınmalı ve soydaşlarımız ikilemden kurtarılmalıdır. Ayrıca Türkiye’de bulunan göçmen soydaşlarımızın yaklaşık 2/3’nün halen Bulgaristan’da akrabaları bulunduğu düşünülürse, Türkiye ile Bulgaristan arasında Türkiye-Suriye örneğinde olduğu gibi bu ailelerin dini bayramlarda rahatça görüşebilmelerinin temini için yasal düzenleme yapılmalıdır. KAYNAKÇA; ATASOY, Emin, (2010) “Siyasi Coğrafya Işığında Bulgaristan Türklerinin 1989 Yılındaki Zorunlu Göçü”, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Coğrafya Dergisi, S. 21, s. 1-17, İstanbul, (Erişim), http://Journals.İstanbul.Edu.Tr/Tr/İndex.Php/Cografya/Article/View/10521/9758,12.11.2013 AKTUĞ, Elif, (2012) “Bulgaristan Türklerinin Kimliğe İlişkin Sorunları”, Türk Bilim, Mart, s. 13-18, (Erişim), http:// www.turkbilder.net/sayilar/8.pdf#page=27, 16.06.2014. ÇETİN, Turhan, (2008) “Bulgaristan’daki Soydaşlarımızın Türkiye’ye Göç Etme Süreçlerini Etkileyen Bazı Değişkenlerin İncelenmesi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, C. VIII, S. 1, s. 55-75, İzmir. DİŞBUDAK, Cem, AKGÜN, Gonca, BALMUMCU, Özgür, (2012) “Göçmenlerin Türkiye’de “Yaşamaya Devam Etme Kararlarının” Sosyo-Ekonomik Belirleyenleri: 1989 Bulgaristan Göçmenleri Örneği”, Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi, C. 4, No: 2, (Erişim), http://www.sobiad.org/eJOURNALS/dergi_HIA/arsiv/2012_2/cem_disbudak.pdf, 12.11.2013. DÜKKANCI, Sevda, (2012) GERB Partisi azınlıklara ve Türkiye’deki göçmenlere açılıyor, Bulgaristan Radyosu, 29 Eylül 2012, (Erişim), http://bnr.bg/sites/tr/Lifestyle/Politics/Pages/280912GERB-partisi-azinliklara-ve-Turkiyedeki-gocmenlere-aciliyor. aspx, 18.12.2013. KONUKMAN, R. Ercüment, (1990) Tarihi Belgeler Işığında Büyük Göç ve Anavatan (Nedenleri, Boyutları, Sonuçları), Ankara, Hazırlayan: Kutlay Doğan, Türk Basın Birliği, Ankara Temsilcisi. MARAL, Fevziye, (2010) Bulgaristan’dan Türkiye’ye 1989 Göçü, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, (Erişim), YÖK Ulusal Tez Merkezi Tez No: 264639, 16.11.2013. NEVREZOVA, Aydzhan, (2006) Bulgar Yönetiminde Azınlıklar (1878–2004), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Master Tezi, Ankara, (Erişim), YÖK Ulusal Tez Merkezi Tez No: 186826, 16.11.2013. (NOT: Tez sayfaları yazar tarafından numaralandırılmamış olup, sayfa numaraları pdf. sırasına göre tarafımdan verilmiştir) ÖZLEM, Kader, (t.y.a) “Lozan Antlaşması’nın Bulgaristan Türkleri İçin Geçerliliği, Hukuksal Bir Değerlendirme”, (kaderozlem@gmail.com), (Erişim), http://www.balgoc.org.tr/bilgi/kaderlozan.doc, 17.12.2013. ÖZLEM, Kader, (t.y.b) “Bulgaristan Türkleri Genel”, Balkanlar’da Türk Kültürü, (Erişim), http://btk.balgoc.org.tr/yazarlar/kaderozlem/kader8.html, 08.11.2013 ŞAYBAK, Arzu, 2006, Soğuk Savaş Sonrası Türkiye’nin Balkan Ülkeleriyle İlişkilerinde Güvenlik Olgusu ve Karşılıklı Çıkarlar, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Bursa. (Erişim), YÖK Ulusal Tez Merkezi Tez No: 187772, 16.11.2013. ULUTÜRK, Rafet, (2009) “Bulgaristan’da Türklerin Problemleri”, TURAN-SAM, Turan Stratejik Araştırmalar Merkezi, Tarih: 08.01.2009, (Erişim), http://www.turansam.org/makale.php?id=254, 08.11.2013. YORULMAZ, Seçil, (2012) 1984-1989 Yılları Arasında Bulgaristan Türklerine Yönelik Uygulanan Asimilasyon


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

BULGARİSTAN TÜRKLERİ’NİN TÜRK SPORUNA ETKİLERİ Tarihten günümüze HAZIRLAYAN: AHMET TÜZÜN sulh zamanında “diyâr-ı firengistan”da gayr-ı müslim pehlivanlarla karşılaşmışAVRASYA KÜLTÜR VE SPOR İŞ BİRLİĞİ DERNEĞİ BAŞ- lardır. Avrupa ve Amerika’da güreşerek dünyaya nam salan pehlivanlarımızın KANI ayarhan@gmail.com www.avrasyasporbirligi.com en meşhuru Koca Yusuf tur. Yusuf, ulemâların “darül harp”te güreş tutmanın ve Müslümanların maddeten de güçlü olduklarını isbat etmenin de bir cihad olduğu GİRİŞ; Bulgaristan Türkleri’nin Türk sporunda önemli etkileri ve katkı- yolunda beyanlarının da etkisiyle Avrupa ve Amerika’ya gitmiş, oralardaki bütün ları olmuştur. Türk spor tarihine baktığımızda, Bulgaristan Türkleri’nin bu alanda meşhur pehlivanların sırtını yere vurarak cihan pehlivanı unvanını almıştır. ciddi bir rol oynadığını görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu döneminin en revaçta Usta pehlivan kâmil insan Yusuf, çevikliği, kuvveti, ustalığının yanı sıra; ve önde gelen sporlarından biri güreş ve yağlı güreşti. Bu durum cumhuriyet dö- açık sözlülüğü, mertliği ve manevi hassasiyetiyle de dikkatleri çekmektedir. neminde de devam etmiştir. Dünyayı kasıp kavuran ve Türk gücünü bütün ci- Yirmi yaşına geldiğinde kendisine idman verecek pehlivan bulamayan Koca Yuhana kabul ettiren Koca Yusuf, Bulgaristan Deliormanlı bir Türk’tür. DÜNYA- suf çoğu vakit tek başına çalışmaktadır. Yusuf, koca koca kütükleri kaldırmakta, NIN YENEMEDİĞİ TÜRK Bulgaristan Deliorman’ın Karalar köyünde doğan bu kütükleri kucağına alarak taşımaktadır. Her gün yüksek dağlara inip çıkan, koKoca Yusuf, “Dünyayı Titreten Müthiş Türk” olarak tarihe geçmiştir. Avrupa’da şan, temiz havayı ciğerlerine dolduran Yusuf, duvar idmanı yapmakta, çamur yove Amerika’da önüne çıkarılan her güreşçiyi yenmiş, acı kuvvetiyle ve olağanüsü ğurarak parmaklarını ve bileklerini kuvvetlendirmektedir. Aliço’nun takdirini iradesiyle batılıları şaşkına uğratmıştır. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, şu dünyada kazandı Koca Yusuf yirmi yaşında iken 1885 yılında, 26 senedir Kırkpınar BaşKoca Yusuf’un sırtını yere getirecek birini bulamamışlardır. Batı’ya korku salan pehlivanlığını elinde bulunduran Aliço ile berabere kalmış, Aliço da sonrasında Bulgaristan Türk’ü güreşçilerden biri de Filiz Nurullah’tır. Ayrıca, “Ben güre- Koca Yusuf un “başpehlivanlığa” layık bir yiğit olduğunu kabul ederek başpehlişirken, arkamda Türk milletinin gücünü hissederim” diyen Kurtdereli Mehmet vanlığı devretmiştir. Bu tarihten itibaren Yusuf Türkiye’nin başpehlivanıdır. KarPehlivan da bir Bulgaristan Türkü’dür. şısına çıkan hiçbir pehlivan kendisinden bu unvanı almaya muvaffak olamamışİlk dünya şampiyonumuz Kara Ahmet de bir Bulgaristan Türkü’dür. Gü- tır. Devrin meşhur pehlivanları; Adalı Halil, Kara Ahmet, Katrancı, Karagöz Ali, reşte cumhuriyet döneminde de Bulgaristan Türkleri’nin etkisi devam etmiştir. Memiş, Filiz Nurullah, Kurtdereli Mehmet ve Hergeleci İbrahim, Koca Yusuf la Bulgaristan göçmeni, spor akademisi mezunu güreş antrenörü Muharrem Atik, kapışmışlar, hepsi de Yusuf un kendilerinden üstün pehlivan olduğunu kabul et1970’li yıllardan itibaren Türkiye’de Milli Takım seviyesinde büyük hizmetlerde mişlerdir... Er meydanında kıran kırana güreş yapılmaktadır. Zamana sınırlama bulunmuş, Türk güreşine yeni bir soluk, vizyon ve metod getirmiştir. Bilhassa yoktur. Mesela 1890’da Koca Yusuf’la Adalı beş saat güreşmişler, fakat herhangi Demirperde’nin yıkılmasından sonra Zekeriya Güçlü, Yüksel Şanlı, Remzi Mu- bir netice alamamışlardır. saoğlu, Ali Kayalı, Hayri Sezgin gibi güreşçiler, Türk bayrağını gönderde dalgaAvrupa Türk görsün! Türkiye’nin en kuvvetli adamı kabul edilen Yusuf, landırmış, İstiklâl Marşımızı dünyaya dinletmiştir. Bulgaristan Türkleri’nin olim- Fransız sirk cambazı Doublier’in dikkatini çeker ve Yusuf u Avrupa’ya götürepiyat şampiyonu isimlerinden İsmail Nizamoğlu da güreş milli takımlarımızda rek güreştirmek bu sayede para kazanmak ister. Meseleyi Koca Yusuf a açtığında uzun yıllar teknik direktörlük yapmıştır. ilk başlarda kabul etmeyen Yusuf, bilahare parayı pulu aklına getirmeden, saDÜNYAYI KALDIRAN TÜRK Türk halterine de Bulgaristan Türk- dece “keferelerin sırtını yere vurmak” ve Müslümanların kuvvet bakımından da leri imza atmıştır. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük haltercisi, vücut ağırlığı- üstün olduklarını isbatlamak için Avrupa’ya gitmeğe razı olur. Avrupalılar o denın üç katını kaldıran eşsiz sporcu, TİME Dergisi’ne kapak olan Naim Süley- virde serbest güreşin yabancısı olduğundan Koca Yusuf grekoromen güreşi dersi manoğlu, bir Bulgaristan Türkü’dür… Dünyada kırılmadık rekor bırakmamıştır. alır. 1895’te Fransa’ya gider. Yusuf, antrenmanda bile olsa içerisinde yenişme olYine onun yolundan yürüyen Avrupa, Dünya ve Olimpiyat şampiyonu halterci mayan güreşi kabul etmemekte, karşısındaki rakibini tutar tutmaz yere sermekteHalil Mutlu bir Bulgaristan Türkü’dür.. Halter Milli Takımlarımızın altın ça- dir. Fransa’ya giden Yusuf’un nâmı kısa zamanda bütün Avrupa’da duyulmaya ğında teknik direktör olarak görev yapan Bulgaristan göçmeni Enver Türkileri, başlamıştır. Yusuf peşpeşe yaptığı güreşlerde rakiplerini bir dakika bile beklemeTürkiye’den sonra gittiği Kazakistan’da, bu ülkeye dünya ve olimpiyat şampi- den tuşlamaktadır. Fransa’nın meşhur güreşçileri, Fenelon, Furnier, Dumont, Pol yonlukları kazandırmaya devam etmektedir. YEŞİL SAHALARDA BULGA- Pons, Sabes ve Feliks Bernard’ı Fransızları hayrette düşürecek kadar kısa zaRİSTAN TÜRKLERİ Güreş, halter, voleybol, hentbol, bisiklet, atletizm gibi manda yener. Mesela Dünya şampiyonu diye tanınan Sabes’i dört saniyede tuş birçok spor dalında Türk sporuna renk katan Bulgaristan Türkleri, futbolda da eder. Yusufun rakiplerini nasıl yendiğini anlamaya bile vakit bulamayan seyirciler kendini göstermiştir. Türkiye futbol liglerinde başarıyla top koşturan Bulgaristan güreşlerin uzatılmasını istemektedirler. Yusuf ise böyle bir teklifi şiddetle reddetgöçmeni Türk futbolculardan biri de Nesim Özgür olmuştur. Nesim Türkiye’de mektedir. Menacerleri Yusuf’tan yavaş güreşmesini rica ederler. Yusuf bu teklifi bir ara Fenerbahçe ve Galatasaray kulüpleri arasında transfer krizine yol açmış, kabul eder. Fakat Yusuf rakipleriyle bir-iki dakika oynadıktan sonra kâfi bulmakta Türkiye liginde yıllarca başarıyla top koşturmuştur. ve sırtlarım yere vurmaktadır. Çaresiz kalan organizatörler Yusuf’un karşısına peş GÜREŞ: Türk spor tarihine baktığımızda, Bulgaristan Türkleri’nin bu peşe iki güreşçi çıkarırlar ve iki güreşçinin yirmi dakika dayanması halinde büalanda ciddi bir rol oynadığını görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu döneminin en yük para vâdederler. Ne var ki Yusuf kendisiyle peş peşe güreşen Gambier ve gözde ve önde gelen sporlarından biri güreş ve yağlı güreştik. Bu durum cum- Raul gibi meşhur güreşçileri de yirmi dakika dolmadan tuşlar. Yusuf, karşısına çıhuriyet döneminde de devam etmiştir. Dünyayı kasıp kavuran ve Türk gücünü kan mağrur Rum Pierri ve İngiliz Tom Cannon’u da kısa zamanda tuş eder. bütün cihana kabul ettiren Koca Yusuf, Bulgaristan Deliormanlı bir Türk’tür. Türk’e Türk rakip Avrupalı organizatörler, bu müthiş pehlivanı ancak bir Koca Yusuf’un Bulgaristan’daki heykeli. Koca Yusuf’un doğduğu evden ge- Müslüman Türk pehlivanının yenebileceğine kanaat getirerek Türkiye’den Herriye kalanlar… geleci İbrahim’i getirirler. Fransa’da karşı karşıya gelen Koca Yusuf la HergeDÜNYANIN YENEMEDİĞİ TÜRK Bulgaristan Deliorman’ın Karalar leci, Avrupalıları hayrette bırakan müthiş bir güreş sergiler. Anlaşmalarına göre köyünde doğan Koca Yusuf, “Dünyayı Titreten Müthiş Türk” olarak tarihe geç- güreş Türkiye’deki gibi serbest ve kıran kırana olacaktır. Güreş süratle devam miştir. Avrupa’da ve Amerika’da önüne çıkarılan her güreşçiyi yenmiş, acı kuv- ederken Yusuf, Hergeleci’ye boyunduruk takar, Hergeleci’nin burnundan kan vetiyle ve olağanüsü iradesiyle batılıları şaşkına uğratmıştır. Onlar ne yaparlarsa akmağa başlar. Telaşlanan hakemler güreşi durdurup Hergeleci’ye bir şikayeti yapsınlar, şu dünyada Koca Yusuf’un sırtını yere getirecek birini bulamamışlar- olup olmadığını sorarlar. Şaşıran Hergeleci burnundan devamlı akan kana aldıdır. Batı’ya korku salan Bulgaristan Türk’ü güreşçilerden biri de Filiz Nurullah’tır. rış etmeksizin; “Neden ola ki? İşte pekâla güreşip duruyoruz” der. Oynaş güAyrıca, “Ben güreşirken, arkamda Türk milletinin gücünü hissederim” diyen reşe alışmış Avrupalılar’ın şaşkın bakışları arasında bir nâra savuran Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmet Pehlivan da bir Bulgaristan Türkü’dür. Koca Yusuf, Yusuf bu defa Hergeleciyi Kurt kapanına alır. Hergeleci’nin boğulduğunu zanneden seİsmail, Korkunç Türk…” Deliormanlı efsanevi Türk güreşçidir. Mindere çıkan yirciler telaşlanırlar, kadınlar bağrışmaya, ağlaşmaya başlar. Jüri heyeti ayrılmavegrekoromen güreşi yapan ilk Türk pehlivanıdır. 1885 yılında Kırkpınar baş- larını ister. Yusuf aldırış etmez. Birkaç kişi Yusuf’u çeker yine de ayıramazlar. pehlivanı olmuş; 1894yılından itibaren Avrupa ve ABD’de devrin en ünlü gü- Bu defa sopalarla, bastonlarla Yusuf’un sırtına, kafasına vurmağa başlarlar. Nereşçileri ile güreşmiştir. New York’taki 20 bin kişilik Madison Square Garden’da ticede ayrılan pehlivanlar berabere ilan edilir. Her iki pehlivanımız da neticeden minderlere çıkan ilk güreşçimiz Koca Yusuf’tur. Güreşin efsanevi isimlerinden memnun değildir. Yusuf; “Ne güzel güreşiyorduk” derken Hergeleci; “Bizde erYusuf, iri gövdesi, güreş becerisi, gücü ve sporcu ahlakı ile “Koca” lakabını al- kek güleşir, kadın ağlar; ama asla güreşi bırakın demez” ifadeleriyle kırgınlığını mıştır. Dünyada “Terrible Turk” (Korkunç Türk-Müthiş Türk) olarak tanındı. ortaya koymaktadır. Kendisinden sonra başka Türk güreşçiler de bu ünvanı kullandılar. 1900 yıAmerikalı da dayanamaz Fransızlar Yusuf’u yendirmek için Amerika’dan lında Rıza Tevfik ‘Güreşte Avrupa Usulü ile Türk Usulü arasındaki Fark ve Mü- zincirkıran lâkaplı Leitner’i getirtirler. Ne var ki Yusuf Leitner’i de kısa zamanda şahebet’ başlıklı yazısında, kendisinden Koca Yusuf diye bahsedince yurtta bu tuş eder. Fransa’da karşısına çıkacak rakip bulamayan Yusuf sıkılmağa başlar. isimle anılmaya başlanmıştır Koca Yusuf, bugün Bulgaristan sınırlarında yer alan Onu en fazla organizatörlerin davranışları üzmektedir. Yusuf’un paraya pula meŞumnu Kasabası’nın Karalar Köyü’nde dünyaya geldi. Doğum tarihi tam olarak telik vermediğini bilen organizatörler onun sırtından büyük servetler elde ederbilinmese de İsveç güreş tarihçisi William Baster’a göre 1857’dir. Babasının adı ken Yusuf a çok az pay vermektedirler. Yusuf buna da aldırış etmez. Fakat inanİsmail’dir. Çocukluğu, ırkçılık hareketleri nedeniyle Bulgarların Türk köylerini cına göz dikilmesi Yusuf u çileden çıkarır. Güreşirken tesettüre riayet eden ve diz bastığı bir ortamda geçti. Koca Yusuf dönemin ünlü pehlivanlarından Nasuhçulu kapaklarını örten şortla güreş tutan Yusuf hususi hayatında da dinî inançlarına Kel İsmail Pehlivan ve Pomak Osman tarafından yetiştirildi. Kırkpınar tarihinde son derece bağlıdır. Namazlarını düzenli olarak kılmaktadır. Yemeklerinin piş26 yıl boyunca üstüste başpehlivanlığı elinde bulunduran ve Sultan Abdülaziz’in tiği kaplarda daha önce domuz yağı ve etiyle yemek pişmiş olması ihtimalini göz başpehlivanı olan Kel Aliço ile 1885 yılında güreşti ve berabere kaldı. Bu karşı- önünde bulunduran Yusuf önceden bu kapları iyice yıkatmakta ve yemeklerin laşma sonucu ondan ülkenin başpehlivanlığı ünvanını aldı. Kel Aliço’nun çırağı pişmesine bizzat nezaret etmektedir. Yusuf’un davranışları hayretle karşılanmakolan ve 18 yıl Kırkpınar başpehlivanlığını elinde bulunduran Adalı Halil’i iki kez tadır. İngiliz Torna Cannon, “Meğer sizin Yusuf’un ahlâkı da gövdesinin kuvveti ardı ardına yendi. Sultan Abdülaziz, Sultan 5. Murat ve Sultan 2. Abdülhamit dö- kadar yamanmış” demektedir. Fransa’daki ve civardan gelen bütün meşhur güneminde pek çok güreş yaptı. reşçileri yenen Yusuf kendisine yapılan teklifi kabul ederek Amerika’ya gider. Fransa’da 3 yıl kaldı (1894-1897). Bu dönemde güreştiği ve dönemiKoca Yusuf Amerika’da Amerikan basını Koca Yusuf’un gelişine büyük nin önemli sporcuları olan Olsen, Pons, Fournier’i yendi. Gambier, Raul, Rum ehemmiyet vermiş ve yaptıkları neşriyatlarla Yusuf’u methetmişlerdir. Gazeteler güreşçi Antonio Pierri ve İngiliz güreşçi Tom Cannon’u da yendikten sonra aynı zamanda Yusuf’un meydan okumasına cevap vermeyen Amerika’lı güreşAvrupa’da rakip bulamaz hale geldi. ABD’de yaptığı 33 karşılaşmada yendiği çilerle de alay etmektedir. “Güreş âleminin İskender’i, Napolyon’u geldi” diyen sporcular arasında George Bothner, Ewan Lewis, Dan McLeod, Tom Jenkins Amerikan basını Yusuf tan şöyle bahsetmektedir: “Tırnağının ucuna kadar navardır. Şikago’da bir karşılaşmada dünya şampiyonu Evan Lewis’i üst üste iki muslu bir adam ve ne miktar olursa olsun para onu satın alıp canbazlık yaptıradefa yendi. 26 Mart 1898’de Ernest Roeber ile Madison Square Garden’da yap- maz.” “Bizim sporculara pek tuhaf gelecek bir gerçek var. Bu Türk paraya hiç tığı maçta rakibini ringden dışarı atması, Roeber’in öldüğünü düşünen seyircile- önem vermiyor.” “Yusuf geldi. Güreş etmek istiyor ve isteğinde gayet samimi. rin ayaklanmasına ve Yusuf’a karşı linç girişimine sebep oldu. Söz konusu maç, Parasını da yatırdı. Gelgelelim karşısına çıkacak Amerikalı bulunmuyor. Bundan spor yazarı Walter Camp tarafından kaleme alınan 1907tarihli “The Substitue: çıkan mânâ, bizimkilerin müthiş ziyaretçinin kuvvetinden ürktükleridir.” “Müthiş A Football Story” adlı romanda anlatılmıştır. Yaptığı güreşlerde yenilmemesi ve Türk Yusuf, maçlarını New York’a gelmeden evvel ayarlamadığı ve güreş etmek heybeti dolayısıyla ABD’de kendisine ‘Müthiş Türk’ ünvanı verildi. istediğini uluorta söylediği için hata etmiştir. Böyle bir açıklama Amerikalı güreşTürkiye’ye dönmek üzere 21 Mayıs 1898’de Fransız bandıralı La Bour- çileri paniğe uğratmak için kâfiydi. Anlaşıldığına göre, şimdiye kadar şampiyogogne transatlantiği ile yola çıkan Koca Yusuf, bindiği geminin 4 Temmuz sa- nuz diye poz veren adamlar, Türk bu memlekette kaldıkça meydana çıkmayabahı New York’un kuzeydoğusundaki Sable Adası’nın 60 mil açıklarında İn- caklar.” Güreşmek ümidiyle Amerika’ya gelen Yusuf her sabah organizatörlere; giltere bandıralı Cromartyshire şilebiyle çarpışıp batması sonucu yolcular ve “Bugün güreşecek miyim” diye sormaktadır. Yusuf’un karşısına çıkacak güreşçi mürettebatla birlikte boğularak öldü. Ölümünden sonra adı, şu anda Türkiye bulamayan organizatörler nihayet akıllarınca bir çare bulurlar. Yusuf’un karşısına Denizcilik İşletmelerine bağlı, Haliç Tersanesinde bulunan 40 Tonluk bir yüzer peş peşe beş güreşçi çıkacaktır. Ne var ki, Yusuf birincisinin sırtını yere serince, vince verilmiştir. 2001 yılında basılan Bin Yılın Türkleri Hâtıra Para Serisi’nde diğer dört güreşçi mindere çıkmaktan vazgeçerek organizatörleri hayal kırıklığına Koca Yusuf portreli hâtıra para yer almıştır. Hayatı, gazeteci-yazar Halil Delice uğratırlar. Bir diğer çare olarak, Yusuf’a beş dakika dayanana yüz dolar vâdedilir. tarafından “Cihan’ı Titreten Türk Koca Yusuf. Yalnızca Güle Yenildi” (2005) Bu da netice vermez. Çünkü hiçbir güreşçi Yusuf’un karşısında beş dakika daadıyla kitaplaştırılmıştır. Koca Yusuf’un cesedinin Atlas Okyanusu’nda kaybol- yanamamaktadır. Yusuf kendisine meydan okuyan, “Amerikan şampiyonu” unduğu sanılmaktadır. Ancak şair Sunay Akın’ınÖnce Çocuklar ve Kadınlar adlı vanlı Robert’le güreşir. Ancak iki dakika boyunca Yusuf’un eline geçmemek için kitabının “Okyanusa Yenilen Güreşçi” başlıklı bölümünde Azor Adaları’nda me- devamlı kaçan Robert yakalanacağını anlayınca minderden aşağı atlar. Çok kızarının bulunduğu iddiasına yer verilmiştir. Kaza sonrasında civar adalara vuran zan Yusuf salonda bulunan on bin kişiyi kendisiyle güreşe davet eder. Müteagemi yolcularına ait 20 cesetten pek heybetli değişik kılıklı olanının Koca Yusuf kip güreşinde Yusuf, Robert’i perişan ederek yener. Yusuf’un Amerika’daki meşolabileceğini iddia eden yazar, cesedin adadaki kilisenin mezarlığına defnedildi- hur güreşlerinden birisi de John F.Mc. Cormick ile yaptığı güreştir. Anlaşmaya ğini belirtmiştir. Koca Yusuf’un idman taşı, yaklaşık 400 kilo. Koca Yusuf’un göre Yusuf, Mc.Cormick’i bir saat içinde üç defa tuş yapacak, yapamadığı takKaralar Köyü’ndeki anıtında Muhtar ile… dirde mağlup sayılacaktır. Güreş başladıktan yedi dakika sonra Yusuf üç tuşu da EMSALSİZ BİR HAYAT, DRAMATİK BİR SON yapmıştır... 1898’de Amerika’da fırtına gibi esen Yusuf Amerika turuna çıkar ve GERÇEK EFSANE: KOCA YUSUF Henüz yürümeğe başladığı andan her gittiği yerde rakiplerini perişan eder. Zaman olur 41 derece ateşle güreşir. Yuitibaren akranlarıyla kapışarak pehlivanlığa ilk adımı atan yiğitlerimiz, büyüdükçe suf kendisine meydan okuyan ve esip savuran Rum Heraklides’i perişan eder. ustaların nezareti altında güreş dersi alarak er meydanına hazırlanmıştır. Devrin Rumla yaptığı güreşlerin birincisinde 47 saniyede, ikincisinde ise 23 saniyede hâkim havası altında, sağlam bir dinî ve millî kültür alan pehlivanlar, mertlik, yi- tuş yaparak Rum’un mağrur burnunu yere sürter. Yusuf Amerika’da son mağitlik, pehlivanlık yarışıı yapmayı en büyük zevk kabul etmiştir. Devrin insanla- çını serbest güreş dünya şampiyonu Lewis ile yapmıştır. Chicago’da yapılan gürının en büyük eğlencesi de bu yiğitlerin güreşlerini seyretmekti. Asırlardır harp reşte Lewis’i üst üste iki defa yenmiştir. Yaptığı bütün karşılaşmalarda, dininin, meydanlarında gayr-i müslimlerle karşılaşmış yiğitlerimiz, ilk defa 19. asırda, vatanının, milletinin şânını düşünen Yusuf, devamlı galip gelmiştir. Batılılar ken-

disine “yenilmez Türk” ünvanını takmışlardır. Vatan hasreti ile son yolculuk… Yusuf’un gözünde kazandığı paraların ehemmiyeti yoktur. O artık vatanını, ailesini özlemiştir. Yusuf kalan ömrünün iki çocuğu ve ailesiyle birlikte, Eyüb Sultan civannda alacağı bahçeli bir evde ibadet yaparak geçirmek istemektedir. Vatan hasretine dayanamayan Yusuf, New York’tan 21 Mayıs 1898’de Fransız bandıralı da Bourgogne Transatlantiği’ne binerek yola çıkar. Ne var ki ecel onu okyanusta beklemektedir. Bindiği gemi sis yüzünden İrlanda bandıralı Crmartyshire gemisiyle çarpışır. Geminin battığını gören Yusuf abdest alarak iki rekat namaz kılar. Daha sonra bir filikaya binmek üzere denize atlar. Ne var ki can telaşına düşen tayfalar ve yolcular Yusuf’un binmesiyle batacaklarından ürkerek, onun filikaya binmesini engeller. Yusuf’un mengene gibi kayığın kenarına yapışan elini kürek darbeleriyle sökemeyince balta ile bileklerine vururlar. Bunun üzerine Yusuf 5 Haziran 1898’de boğularak ruhunu Allah’a teslim eder… Koca Yusuf dünyaya örnek bir sporcu Koca Yusuf, kuvvetli olduğu kadar ahlâklı bir güreşçidir: “Osmanlı’da sporcuların birbirleriyle olan ilişkileri bugün örnek alınmalı. Çünkü bu sporculardaki erdem, ahlak, birbirlerine karşı saygı ve sevgi takdire şayandır. Bunu da örnekle açıklayayım. Koca Yusuf çok kuvvetli bir pehlivandır, Kurtdereli’den 13 yaş büyüktür. Gelibolu Mevlevi Şeyhi Mustafa Daniş Efendi 23 Ağustos 1894 günü yaptıracağı güreşe Koca Yusuf, Kurtdereli, Adalı Halil ve Katrancı gibi ünlü başpehlivanları çağırmıştı. Baş güreşinde Koca Yusuf, Kurtdereli’yi ezmeden kucaklayıp ayaklarını yerden keserek yendi. Koca Yusuf, ödülünün iki beşibirliğini de Kurtdereli Mehmet Pehlivan’a verdi. Ağabey nasihatleriyle de Kurtdereli’yi himayesine aldı. Nitekim, yakın civardaki ikinci büyük güreşe bilerek gitmedi ve meydanı Kurtdereli’ye bıraktı. Kurtdereli de ödül olarak konan tüylü deveyi kazandı. Bu hadiseden şunu anlıyoruz. Koca Yusuf, her güreşe gitse, önüne geleni yense pehlivan yetişmez. Güreşe hevesli ve kabiliyetli gençlerin yetişmesi için usta bir pehlivan kendi kazancından ödün vererek yeni nesillerin yetişmesini teşvik ediyor. Bu bağlamda pehlivanlığın hem vücutça, hem de ahlâken güçlü olduğu anlaşılıyor. Koca Yusuf’un centilmenlik ve teşvik edici davranışları spor ahlâkı açısından oldukça anlamlıdır. Bu yüzden Koca Yusuf dünya çapında namusuyla ün salmış bir pehlivandı. The World gazetesinin 21.2.1898 tarihli nüshasında aynen şöyle bir yazı kaleme alınmıştır: ‘Tırnağının ucuna kadar namuslu bir adam. Ne miktar olursa olsun para onu satın alıp canbazlık yaptıramaz. Yusuf’la Amerikalı güreşçiler arasında düzenlenecek bir seri maç bu cazip spora ilgiyi yeniden canlandırmak için çok faydalı olacaktır’. Bu cümleler dünya spor tarihinde eşsiz bir yer almasına yeterlidir”. BİR DÜNYA DEVİ: KURTDERELİ TÜRK MİLLETİNİN GÜCÜNÜ ARKASINA ALAN PEHLİVAN KURTDERELİ MEHMET Türk güreşinin en büyük adlarından biri olan Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Deliorman’da dünyaya gelmiş, sonra Balıkesir’in Kurtdereli köyüne yerleşmişti. İlk kez Koca Yusuf’la güreşerek ün yapmıştı. Koca Yusuf onda yetenek gördüğünden güreşi yarım bırakmış, ödülü de ona vermişti. Padişah II. Abdülhamid döneminde Batıya giden pehlivanlar arasında yer alan Kurtdereli, yurtdışında büyük başarılar kazanmış, dünya şampiyonu olmuştu. Son kez 1911’de İstanbul’da şampiyon olan Kurtdereli, 11 Nisan 1939 günü Balıkesir’de 75 yaşında ebediyete göçtü. Kurtdereli Mehmet Pehlivan 1.95 boyundaydı. Zamanının tüm ünlü güreşçileri ile güreşti. Fransa,Britanya, Hollanda ve Amerika gibi ülkelere seyahat etti ve bu ülkelerde yaptığı güreşlerde hiç yenilmedi. Kurtdereli’yi Adapazarlı Cinci Hoca yetiştirmiştir. Devrin meşhur pehlivanları Koca Yusuf,Adalı Halil, Ahmet Kara, Katrancı, Karagöz Ali, Memiş, Filiz Nurullah ve Hergeleci İbrahim ile güreşleri olmuştur. Kırkpınar başpehlivanlığı bulunmaktadır. Atatürk ve Kurtdereli Avrupa’da, gençliğinde yaptığı güreşleri anlattı. İşte, bu görüşmeler sırasında Kurtdereli Mehmet Pehlivan bu başarılarının sırrını öğrenmek için kendisiyle konuşanlara, baştanbaşa mücadele ve başarılarla dolu geçmişini anlatırken, birbirini kovalayan büyük zaferlerinin sırrını şöyle açıklamıştı: “ ....Güreşirken bütün Türk milletini arkamda hisseder ve onun şerefini korumak için herşeyi yapardım. Ve sanki bütün Türk milletinin kuvvetinin arkamdan dayandığını hissederdim.” Bunun üzerine, Atatürk’ün yazdığı ve Türk sporu için bir direktif niteliğinde olan, onun üstün kişiliğini ve üstün görüşünü yansıtan bu mektup şöyledir: Kurtdereli Mehmet Pehlivan’a (Ankara 12.11.1931) Seni cihanda ün almış bir Türk pehlivanı olarak tanıdım. Parlak muvaffakiyetlerinin (başarılarının) sırrını şu sözlerle izah ettiğini de öğrendim: “Ben her güreşte arkamda Türk milletinin bulunduğunu ve millet şerefini düşünürdüm.”Bu dediğini en az yaptıkların kadar beğendim. Onun için senin bu değerli sözünü Türk sporcularına bir meslek düsturu olarak kaydediyorum. Bununla, senden ve sözlerinden ne kadar memnun olduğumu anlarsın. Çoluk çocuğun için sana ufak bir armağan gönderiyorum. O, bu mektubumla beraberdir. Pehlivan ömrünün tam sağlıkla uzun sürmesini dilerim. GAZİ MUSTAFA KEMAL İLK DÜNYA ŞAMPİYONUMUZ KARA AHMET Kara Ahmet, 1870’de, bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Deliorman’ın Razgrad şehrindeki Omurbey köyünde doğdu. Küçük yaşta güreşe başladı. Döneminin ünlü pehlivanlarından Hergeleci İbrahim’in çırağı olarak yetişti. Kuvveti ve güreş yeteneği sayesinde kısa zamanda adını duyurdu. Hayatının en başarılı güreşlerini yurt dışında yaptı. 1.80 boy ve 100 kilo ağırlığındaydı. Teninin koyu esmer oluşundan dolayı Kara Ahmet diye ünlendi. 19 yaşında başa soyundu. Bursa’da bir güreş sırasında Prens Abbas Halim Paşa’nın dikkatini çekti. Paşanın çağrılısı olarak İstanbul’a gitti. Dönemin ünlü pehlivanı Hergeleci İbrahim’den ders aldı. Güreş zekâsı ve aşırı gücüyle kısa zamanda ünlendi. Ustası Hergeleci İbrahim ile ilk kez 1897’de gittiği Avrupa’da tüm güreşleri kazandı. 1899’da 20. yüzyıla giriş onuruna Paris’te düzenlenen uluslararası fuarda yapılan “Dünya Şampiyonluğu”güreşlerine katıldı. Dünyanın en seçkin pehlivanlarını peşpeşe yenerek, “ilk resmi dünya şampiyonluğunu kazanan Türk pehlivanı” oldu. Bu arada Paris’te tanıştığı Jüliette isimli bir genç kızın Müslümanlığı kabul etmesi üzerine onunla evlendi. Paris dönüşü 2. Abdülhamid tarafından huzura kabul edilerek, altın “Osmanlı Nişanı” ile ödüllendirildi. Ali Gümüş*, ilk dünya şampiyonumuz efsanevî güreşçi Kara Ahmet’i şu şekilde anlatır: “Ben, Kara Ahmet’i Suyolcu Mehmet Pehlivan’ın oğlu Kırkpınar Başhakemi Mazhar Özpınar’la, Dinarlı Mehmet’ten dinlemiştim. Dinarlı’nın babası Yusuf Hüseyin Pehlivan, yıllarca ABD’de güreşmiş, Kara Ahmet’i yakından tanımıştı. 1870 yılında Deliorman’ın Hazergrad kasabasında doğan Kara Ahmet, Paris’te dünya şampiyonluğuna ulaşmasına, ilk altın sporcumuz olmasına rağmen adı halk arasında dolaşır, sporumuzu yönetenlerce bilinmez. Bilinseydi birgün bir vesile ile anılırdı. “Desbonnet” adındaki bir Fransız “Güreş Kralları” (Les Rois de la Lutte) isimli eserinde Kara Ahmet’i şöyle tarif eder: “Geniş ve daimi bir tebessümle aydınlanan yüzü çok sevimliydi. Bu son derece değerli Türk güreşçisi sadece teknik bilgisiyle değil dayanıklılığıyla da takdir toplamıştı...” Kültürümüze en unutulmaz hizmetleri yapan tarihçilerden biri sayılan Reşat Ekrem Koçu birgün bana: “Güreşi çok seviyorsun bunun için sana bir armağan vermek isterim” dedikten sonra, bir paket uzatmıştı (1973). Bu paketi açınca, içinde Kara Ahmet’in fotoğraflarıyla Servet Gazetesi’nin 1899 tarihli nüshasını gördüm. 10 para’ya satılan ve Fransızca yayımlanan bu gazetenin manşetinde “Kara Ahmet’in Dünya Şampiyonu olduğu” duyuruluyordu ki, bana bundan daha değerli bir armağan verilemezdi.

Fransa’da “Karamel” adıyla namlanan Kara Ahmet, yağlı ve serbest güreşin ustası olmasına rağmen yurt dışında grekoromen yaptı ve Dünya Şampiyonluğunu kazandı. Komşumuz Bulgaristan’da yıllar yılı Nikola Petrov adına güreşler düzenlenir. İşte bu Bulgar pehlivanını Kara Ahmet, ilkinde 58, ikincisinde ise sadece 12 dakikada tuşlamış bir değerdir. Polonyalı Zibisko, Alman Wilhelm, İngiliz Canon ki bunlar o çağın devleriydi, Kara Ahmet’in karşısında duramadılar. Meşhur Rus Polyo da O’ndan ağzının payını aldı. Razgrad’ın İslopol köyünde doğan Hergeleci İbrahim’in çırağı, 12 Aralık 1899 tarihinde Paris’te Dünya Şampiyonluğuna ulaşınca altın madalya ve 3 bin Frank para ödülü ile armağanlandırıldı. Orada Jannet adında bir Fransız kızı Ahmet’e abayı yaktı”Ayşe Zarife” adını alarak Müslüman oldu ve evlendiler. Bu müthiş adam 24 Mayıs 1902’de 32 yaşında aramızdan ayrıldı. Rahat uyusun. Kara Ahmet’in ustasının lâkabı “Hergeleci” yani “At Çobanı” idi. O dönemlerde insanların tankı, otomobili herşeyi “at”tı ve “At Çobanları” koyun, keçi, tavuk ve büyükbaş hayvanların çobanlığından çok daha üstün tutulurdu. Hergeleci İbrahim, Rumeli ağzıyla “İbraam Pelvan” sadece 80 kilo olmasına rağmen Koca Yusuf’a pes etmemekle de namlıdır. Onları Paris’te kapıştırırlar. Koca Yusuf, Hergeleci’ye “Kemane” çekerken İbraam Pelvan’ın ağzından kan geldiğini gören Fransız güreşçi Paul Pons, mindere fırlayıp Yusuf’un sırtına sopayla vurur, müsabaka durur. O zaman Hergeleci, seyircilere dönerek şu açıklamayı yapar: “-Abe ne korkarsınız! Bizde erkekler güreşirken kadınlar ağlar. Öyle çıtkırıldım kapışma olmaz!” Kara Ahmet, Aksaray Yeşil Tulumba Sokağı’ndaki kahvede nargile çekerken kalp krizi geçirerek fani dünyadan ayrıldı.” AMERİKA VE AVRUPA’YA NAM SALAN SON TÜRK PEHLİVANI KIZILCIKLI MAHMUT PEHLİVAN Cihana Türkün gücünü gösteren, Er Meydanı Kırkpınar’da güreştikleri dönemlerde sırtı yere getirilemeyen gerçek kahraman. Cihan Pehlivanı… Eski Dünya Şampiyonumuz, Kızılcıklı Mahmut Pehlivan 1880 yılında Deliorman Bölgesi’nde Silistre’nin Kızılcık Köyü’nde doğmuş. 1929 yılında Anavatan’a hicretle Eskişehir’e yerleşmiş. Efsanevi gücü ve güreşleri ile tanınır. Nakkaşlı Eyüp, Kara Emin, Sebeblili Hüseyin, Madaralı Ahmet gibi döneminin pehlivanlarıyla güreşmiş. 1908, 1909, 1919, 1922 yıllarında Amerika’da yaptığı bütün güreşleri, ayrıca Paris’te yaptığı 27 güreşi galibiyetle bitirmiş, ünü dünyaya yayılmıştır. Cumhuriyet öncesi dönemde Kırkpınar’da başpehlivanlık almıştır. 1931 yılında vefat eden Kızılcıklı Mahmut’un kabri, Eskişehir Tepebaşı İlçesi’ndeki Zincirlikuyu Mezarlığı’ndadır. Makarnacı Halil, Adalı Halil Yardımcımız olsun Hazreti Celil, Kızılcıklı Mahmut, tarihte delil Bak bu meydan bir pehlivan arıyor (Ozan Dertli Polat) M. Sami Karayel, Kızılcıklı Mahmut adlı kitabında Kızılcıklı’yı şöyle anlatır: “Kızılcıklı Mahmut, aslen Deliorman Türkleri’ndendir. Muhacir olarak Anadolu’ya göçmüş bir ailenin evlâdıdır. Avrupa’da ve Amerika’da ve memleketimize dönen Kızılcıklı’yı adım adım takip ettim. Kızılcıklı, uzun boylu, kara yağız, adaleli, ense kulak yerinde, sert ve kavi pençeli bir gençti. Amerika ve Avrupa’ya Nam Salan Son Türk Pehlivanı Koca Yusuf, Kara Ahmet, Kurtdereli ve Adalı’dan sonra Avrupa ve Amerika’da Türk pehlivanlığının şöhretine layık ciddi ve mühim güreşler tutan profesyonel son Türk Pehlivanı Kızılcıklı Mahmut merhumdur. Amerika’da serbest güreş cihan şampiyonluğunu iddia eden Frangoç ve Boğucu Levis ile güreş tutmuş, yenilmemiştir. Hatta Boğucu Levis’i bir keresinde bacak kıskacı ile o kadar zorlamıştır ki, Amerikalı Kızılcıklı’nın baldırları arasında ezilen başını kurtarmak üzere Türk pehlivanın bacağını ısırmıştır. Kızılcıklı’nın Avrupa Şampiyonluğu Birinci umumi harp patlamadan 1913-1914 senelerini bağlayan aylarda Paris’te serbest güreş Avrupa Şampiyonası ilan edildiği vakit, müsabakalara iki Türk pehlivanın katılacağı ilan olunmuştu. Kızılcıklı ile beraber müsabakalara iştirak edecek Selim Pehlivan bizim bildiğimiz pehlivan kıyafetinde Kızılcıklı’dan daha çalımlı ve alımlı bir tesir bırakıyordu. Müsabakaların ilk gecesinde Selim Pehlivan’ı dört dakikada yendiler. Bu yüzden müsabakaların ikinci gecesinde görüşecek Kızılcıklı’dan ümidimizi keserek güreşlere gitmemiştik. Fakat kıyafeti ve cüssesi ile görünüşte bizleri tatmin edemeyen Kızılcıklı’nın ne cevherli bir pehlivan olduğu, Avrupa Şampiyonası’nın üçüncü gecesi anlaşıldı. Doksan altı kiloluk vücut ile önüne çıkan yüz otuz kiloluk heybetli şampiyonları beşer onar dakikada haklaya haklaya şampiyonanın sonuna kadar gelen Kızılcıklı Mahmut, serbestte Avrupa Şampiyonu sayılan İsviçreli’yi de minderden kaçırarak Avrupa Serbest Güreş Başpehlivanlığı’nı hakkı ile kazandı. Bu suretle Koca Yusuflar, Kara Ahmetler, Kurtdereliler, Adalılar gibi Türk pehlivanlığının şeref ve itibarını muhafaza etmiş oldu. “Yay gibidir kara yağızdır Gençtir ama nice hünerleri vardır. Yetmiş bin peygambere göndermeli selam Peygamberler arasında en sesi gürdür Davut Bu yağız aslana derler Kızılcıklı Mahmut” GÜREŞTE CUMHURİYET DÖNEMİ Güreşte cumhuriyet döneminde de Bulgaristan Türkleri’nin etkisi devam etmiştir. Bulgaristan göçmeni, spor akademisi mezunu güreş antrenörü Muharrem Atik, 1970’li yıllardan itibaren Türkiye’de Milli Takım seviyesinde büyük hizmetlerde bulunmuş, Türk güreşine yeni bir soluk, vizyon ve metod getirmiştir. Bilhassa Demirperde’nin yıkılmasından sonra Zekeriya Güçlü, Yüksel Şanlı, Remzi Musaoğlu, Ali Kayalı, Hayri Sezgin gibi güreşçiler, Türk bayrağını gönderde dalgalandırmış, İstiklâl Marşımızı dünyaya dinletmiştir. Bulgaristan Türkleri’nin olimpiyat şampiyonu isimlerinden İsmail Nizamoğlu da güreş milli takımlarımızda uzun yıllar teknik direktörlük yapmıştır. Bu isimleri çoğaltmak mümkündür. Zekeriya Güçlü (1971 - 2010 ) 1971 yılında Bulgaristan’da dünyaya geldi. 1983 yılında güreşe başladı. İstanbul Gemi Sanayi Spor Kulübünde güreş yaptı. Antrenörleri İsmail Nizamoğlu. 1990 yılı Sakarya TÜRKİYE de Serbest stil +100 Kg da Ümitler Balkan 1. 1990 yılı İstanbul TÜRKİYE de Gençler Serbest stil 115 Kg da Dünya 1. 1991 yılı Prievidze ÇEKOSLOVAKYA da Ümitler Serbest stil 130 Kg da Dünya 2. 1991 yılı YUGOSLAVYA da Serbest stil +100 Kg da Gençler Balkan 1. 1992 yılı MACARİSTAN da Ümitler Serbest stil Avrupa 1. 1997 yılı Bari İTALYA da Serbest stil 125 Kg da Akdeniz Oyunları 1. 1997 yılı Krosnoyarsk RUSYA da Serbest stil 125 Kg da Dünya 1. 20 Şubat 2010′da hayatını kaybetti. Muharrem Atik (1938 - 2007 ) Bulgaristan’da (Razgrad) doğan Atik, Bulgaristan Beden Eğitimi Yüksekokulu’nu bitirdi. Sağlık nedeniyle 23 yaşında güreşi bırakmak zorunda kalan Atik, 1971 yılında Türkiye’ye geldi. Serbest Güreş Milli Takımı’nın başantrenörlüğünü yapan Atik, aralıklarla bu görevi 1989 yılına kadar devam ettirdi. Çeşitli kulüplerde antrenör olarak görev alan Atik, güreş tekniklerinin yer aldığı bir de kitap yazdı. 17 Nisan 2007 tarihinde Bursa’da vefat etti.


12 Bulgaristan Türklerinin Çıkartığı Gazeteler Alpay DİNÇER

Yaklaşık 150 yıllık bir geçmişi olan Bulgaristan’daki Türk Basınını 5 ana başlık altında tarihsel olarak inceleyeceğiz. 1)YAYIN SÜRELERİ BAKIMINDAN Bulgar hükümetinin türkçe gazeteler üzerinde baskı kurduğudönemlerdeyayınsürelerikısalmıştır.Zirabugazetelerin sahipleri ve yazarları ekseriyetle öğretmenlerdi ve sürekli tayin edilmelerinden dolayı gazete yayın süreleri kısa kalıyordu. Ayrıca 2. Abdülhamid rejiminden kaçarak Bulgaristan’da yayın hayatına devam eden meşrutiyet savunucusu Genç Türklerin, Osmanlı yönetiminin baskısı sebebiyle sınıdışı edilmeleri yayınların aksamasına veya tamamiyle sona ermesie sebep oluyordu. Bir diğer sebep ise menfaat uğruna Osmanlı hükümetinin dikkatini çekmek için sürekli farklı gazeteler çıkarıp önemli mevkilerde yer edinme uğraşısıdır. Necip Nadir 1 yıl içinde yayın süresi2 ayı geçmeyen 3 gazete çıkarmıştır. Gazetelerindeki yazıları ile Osmanlı hükümetinin dikkatini çekmeyi başarmış ve Mülkiye Kaymakanlığı’na atanmıştır. Şunu da belirtmekte fayda vark ki uzun ömürlü gazetelerin çoğu sosyalist rejim zamanında çıkmıştır. Bu gazeteler rejimi destekledikleri, rejim propagandaları yaptıkları sürece varlıklarını korudular. 2)YAYIN ARALIKLARI BAKIMINDAN Bulgaristan’da çıkan Türkçe gazete ve dergiler çeşitli aralıklarla yayınlanmıştır. Bu aralıklar, günlükten başlayıp bir aya kadar uzayan geniş bir yayın yelpazesine sahiptir. En büyük etkenin teknik imkanların sağlanıp sağlanamaması ile ilintili olduğu görülmektedir. Ayrıca maliyetlerde etkilidir. Haftada bir sıklıkla çıkan gazetelerin sayıca üstünlüğü vardır. Bir kısmının sadece bir defa yayın yapıp kapanmasıda cabasıdır. Özellikle 19. Yüzyılın son çeyreğinden başlayıp 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar yoğun rastlanan bir durum. 3)GAZETE SAHİPLERİNİN NİTELİĞİ BAKIMINDAN Tarihsel süreç bazında inceleyecek olursak; 19.yüzyılın sonunda çıkan 43 gazetenin 24’ü Genç Türk gazetesidir. Genç türklerin amacı meşrutiyetin kurulması, 2.Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ve hürriyet ortamının oluşturulması olduğu için çoğunluğu cezaya çarptırılacaklarını hissettiklerinde Bulgaristan’a kaçtılar ve yayın faliyetlerine burada devam ettiler. Bu gazeteler arasında Ali Fehmi Bey’in çıkardığı muvazene ( düşünme) gazetesi Bulgaristan’daki Türk halkının sosyal ve kültürel hayatında çok etkili olmuştur. Ali Fehmi Bey Osmanlı hükümeti tarafından Bulgaristan’dan sınır dışı ettirilinceye kadar, gazete 9 yıl boyunca düzenli şekilde çıkarılmıştır. 20.yüzyılın başından itibaren 1920’ye kadar gazetecelerin veya sermaye sahiplerinin sayısı artıyor. Bu dönemde 46 gazetenin 41’i gazeteciler tarafından 5’i öğretmenler tarafından yayınlanmıştır. 1920 – 1944 arası dönemde 45 gazete ve derginin 23’ ünü öğretmenler çıkardı. 1945 sonrası dönem için bu ayrımı yapmak cok zor. Zira yayınlanan tüm gazeteler devlet güdümündeydi. 4)FİKRİ EĞİLİM BAKIMINDAN Bulgaristan Prensliği’nin (1878) kurulmasından meşrutiyete (1908) kadar Genç Türklerin fikriyatını destekleyen gazete ve dergiler yoğunlukta. Buna karşılık 2.Abdülhamid rejimini çeşitli nedenlerle destekleyen veya kasten yeren de vardı. 1908 sonrası Genç Türklerin Muhalif tavrı sona erdi. Bundan sonra Bulgaristan’daki Türklerin çıkarları doğrultusunda yapılan yayınlarda artış oldu. Bilhassa 1908 sonrası Bulgaristan Türklerini temsil eden 2 kurum vardı : 1)Başmüftülük : Yenilik hareketlerinin, Cumhuriyetin ve İnkılabların şiddetle karşısındaydı. Bu sebeple Bulgar hükümeti kimi zaman üstü kapalı kim zaman açıkça Müftülüğü desteklemiştir. 2)Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği : İnkılab taraftarı birlik sofya elçiliği vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti tarafından destek gördü. Bir diğer grup ise misyonerlik faaliyetinde gazetelerdi. Bu gazetelerin sorumluluları Müslüman iken – açıka belli ki – çıkar hesaplarıyla Hristiyanlığa geçmiş olan kimselerdi. 1907’de Şark Muhbiri ile başlamış olan bu tür propaganda gazetelerine 1944’te dahi rastlanıyor. ( Hakikat Şahidi ) 5)BULGAR HÜKÜMETİNİN TAVRI BAKIMINDA Prenslik dönemi boyunca Bulgaristan, Osmanlı ile iyi ilişkiler içinde olmaya özen göstermiştir. Bu sebeple Türkçe yayın yapan gazetelere baskı uygulanmamıştır. Balkan savaşı sırasında tüm gazetelerin yayınlanması durdurulmasına karşın 1. Dünya savaşı döneminde Osmanlı ile aynı safta yer aldığı için Türkçe basına müdahale edilmemiştir. 1923 darbesinden sonra Türkler ve türkçe basın üzerinde şiddeti giderek artan baskı, 1985 itibariyle hat safhaya ulaşmıştır. Zaten son gazetede bu dönemde yayından kaldırılmıştır. 1990 sonrası türkler ve Türk bas ı n ı i ç i n y e n i b i r d ö n e m a ç ı l m ı ş t ı r. DİPNOTLAR 19 YY sonları – 1919 : Menfaat peşinde koşanların ve Genç Türklerin yayınlarının yoğun olduğu dönem. 1919 – 1923 : Stambolyski’nin başbakan olduğu çiftçi partisi dönemdir. Türklerin geniş haklara sahip oldupu ve rahat yaşadığı bir dönem. 1923’te Prof. Çankov’un naşımı çektiği darbede idam edilmiştir. 1923 – 1934 : Darbe sonrası dönem. Nüvvab Mekteplerinin ve Başmüftülüğün türkçe yayınlar üzerinde etkili olduğu dönemdir. 1934 – 1944 Faşişt Döönem. Bu dönemde Türkçe yayınlara büyük darbe vuruldu. Ancak Başmüftülük destekli “Medeniyet” gazetesi 1944’e kadar yayınına sorunsuz devam etti. 1944 – 1990 : Komunist Parti dönemi. Parti yanlısı gazetelerin uzun ömürli olduğu dönemdir. Türkleri ve Pomankları bulgarlaştırmak için yoğun propagandalar yapılmıştır.

104.İkbal 1 Haziran 1929 1929 Halim Özdemir Lom 105.Halk Sesi 27 Temmuz 1929 10 Kasım 1934 Ahmet Hilmi/ Besim Hilmi,Muharrem Yumukoğlu vs Sofya 1 Bulgaristan’da Çıkmış Gazeteler; Sıralama GAZETE İlkYayın Son Yayın S a - 106.Rodop Sesi 13 Ocak 1929 1929 Mustafa Hasan Kırcaali 1 16 Aralık 1929 30 Ekim 1933 Yahya Hayati Eğridere-1 hibi/Sorumlusu/Başyazarı/Notlar Yer Yayın sıklığı(Haftada) 107.Birlik 108.Yeniyol 1 Mayıs 1930 31 Mart 1931 Mustafa Hasan/Yahya Hayati Kırcaali-1 1.Tuna-8 Mart 1865 13 Haziran 1877 Ahmet Midhat Paşa Rusçuk 2 109.Açıksöz 14 Mart 1931 14 Nisan 1937 Sofyadaki Başmüftülük Filibe 2.Mecra-i Efkar 12 mart 1867 14 aralık 1867 İsmail Kemal Rusçuk 1 (ayda) 110.Sada-i İslam 26 Nisan 1931 14 Agustos 1931 Hafız Yusuf Şinasi / Oman Nuri, ah3.Güneş (La Soleil)-13 Mart 1875 31 Aralık 1875 Nuri Enveri Rusçuk met Kemal Hasanof vs Şumnu Düzensiz 4.Tarla-1 Nisan 1880 28 Nisan 1880 Menizade Yusuf Türabi Sofya-1 111.Çiftçi Bilgisi 6 Kasım 1931 19 Mayıs 1934 bulgar çiftçi Partisi 5.Bulgaristan Resmi Gazetesi Tercüme12 Ekim 1880-15 Mart 1882 Hükümeti Sofya adına Ahmet Zihni/ Ethem Ruhi, Hüsmen Celal Sofya 1 6.Şark Yıldızı 1883 1885 Filibe 112.İrfan 1 Ekim 1931 15 Şubat 1932 İrfan Çavuşof Filibe 1 ( 15günde) 7.Vakit 1883 1883 Sofya 113.Özdilek 1 Ekim 1931 1 Haziran 1934 Ahmet Gültekin,Ahmet Refet,Mustafa 8.Dikkat 1 Haziran 1884 28 Şubat 1886 Menizade Yusuf Türabi Sofya-1 Oğuz,Mustfa Hasan,Yahya Hayati Kırcaali 1 9.Hilal 13 Kasım 1884 1 Şubat 1889 Ahmet Pehlivanoğlu Filibe 1 114.İstikbal 20 Aralık 1931 19 Mayıs 1934 Halim Özdemir - Bulgar resmi ma10.Çaylak 2 Aralık 1884 31 Ocak 1885 Sofya 1 11.Balkan 1 Mart 1885 31 Aralık 1886 Mustafa Ragıp Rusçuk-1 kamlarına göre tam bir Kemalist’tir Vidin 1 12.Varna Postası 15 Mart 1887 30 Eylül 1887 Necip Nadir Varna-1 115.İtisam 1 Mart 1932 30 Haziran 1933 İrfan Çavuşof / Hacı Mustafa Nurettin 13.Serbest Bulgaristan 14 Kasım 1887 1 Aralık 1887 Necip Nadir Varna-1 116.Karadeniz 8 Nisan 1932 19 Mayıs 1934 Arif Necip Kaskatı/ Ahmet Refe, Be14.Bulgaristan 13 Ocak 1888 1 Mart 1888 Necip Nadir Varna-1 sim Hilmi Razgrad 1 15.Başlangıç 13 Mart 1888 27 Şubat 1889 Sofya 1 117.Burluk 1932 1932 -Yanbol 16.Nadas 1 Mayıs 1898 8 Haziran 1898 Samakovlu Haşim Bey Filibe-1 118.Çocuk Sevinci 1 Aralık 1932 19 Mayıs 1934 Ahmet Hilmi Sofya 17.İttifak 1 Mart 1894 1 Agustos 1908 Menizade Yusuf Türabi-Sofya-1 119.İleri 15 Ocak 1935 3 sayı sonra kapandı Cemil Halil Pehlivanoğlu Kırcaali 18.Sebat 20 Kasım 1894 25 Aralık 1897 Mahmutoğlu İskender Bey ve Hacı Recep 120.Şahidü’l Hakayık 1 Şubat 1933 1936 İranlı Seyid Hüseyin oğlu Şevki Efendi Rusçuk-1 Nazif(Natanail Nazifof)-Protestan Misyoneri Razgrad 19.İbret 1895 1895 Rusçuk 20.Gayret 13 Mart 1895 25 Aralık 1897 İbrahim Oğlu Ali Rıza Paşa-Dr.Yanolof121.Yarın (Dergi) 1 Mayıs 1933 30 Mayıs 1933 Arif Oruç Şumnu-1 Dospatlı Ahmet Salih-Tırnovalı Osman Nuri-Selanikli Hilmi Efendi Filibe-1 122.Terbiye 15 Haziran 1933 Alman Misyoner Teşkilatı(Çingeneler arasında Protes21.Bedreka-i Selamet 15 Ocak 1896 30 Eylül 1896 Hilmi Bey Filibe-1 tanlık yayma)/Şaban Şakir Paşef Sofya 22.Muvazene 20 Agustos 1896 27 Mart 1905 Ali Fehmi Bey Filibe-1 123.Medeniyet* 19 Aguston 1933 12 Agustos 1944 Sofyadaki Başmüftülük Himaye23.Emniyet 29 Ekim 1896 15 Ocak 1908 Emin Tevfik/ Selanikli Hilmi Filibe 1-7 sinde/ Bulgar Uyruklu ahmet Hikmet(başyazar) Filibe 1 24.Şems 25 Kasım 1896 31 Aralık 1897 Hacı Hafız Ahmet Filibe-2 124.Çiftçi Kurtuluşu 1 Ocak 1934 19 Mayıs 1934 Bulgar Çiftçi Partisi/Ali Kemal Bal25.Sada-i Millet 15 Ocak 1897 15 Haziran 1897 Beratlı İsmail Kemal Sofya-1 kanlı Sofya-1 (15 günde) 26.Hukuk* 1897 11 Mart 1905 Ahmet Rıza Bey / Agon Garabedyan Varna-1 125.Yarın (Gazete) 30 Ocak 1934 belirsiz Arif Oruç - Düşmanca Muhalif tavrı sebebiyle 27.sada 1 Eylül 1897 31 Aralık 1897 Ubeydullah Efendi Filibe Düzensiz 28.Resimli Emniyet 1 Ekim 1897 27 Şubat 1898 Hacı Hafız ahmet Filibe 1 sınır dışı edilmiştir. Şumnu 29.Hamiyet 30 Aralık 1897 31 Ocak 1898 Selanikli Hilmi Bey Filibe-3 126.Balkan Postası 20 Nisan 1934 26 Agustos 1935 Ali Kemal Balkanlı- Türkiye ve 30.Doğruyol 1 Ocak 1898 22 Şubat 1898 Ubeydullah Efendi Filibe-1 Bulgaristan’daki Türkler lehine yazılar Filibe 2 31.Mecra-i Efkar (dergi) 11 Şubat 1898 1907 Ali Rıza Paşa Filibe-1(ayda) 127.Yenigün 15 Temmuz 1934 1 Aralık 1934 Mehmet Celil Kalgay- Türkiye ve 32.Balkan 14 Mayıs 1898 30 temmuz 1898 Ahmet Zeki Bey Rusçuk--1 Bulgaristan’daki Türkler lehine yazılar Sofya 1 33.Malümat 12 Eylül 1898 1 Agustos 1908 Mehmet Tahir Filibe-2 128.Doğruyol 17 Nisan 1935 31 Agustos 1939 Mehmet Celil Kalgay/- Sofya Hapis34.Islah 1 Mart 1899 27 Şubat 1902 Ahmet Zeki Bey Rusçuk-1 hanesinde işkence edilerek öldürülmüştür Sofya-2 35.Kamer 1 Mart 1899-Esseyyid İbnü’l Hak Mehmet Tahir Filibe-1 129.Yıldırım 18 Eylül 1935 16 Şubat 1936 Tahir Nurief / Çıkarı doğrultusunda 36.Rağbet 1899 1903 Hacı Hafız Ahmet Filibe-1 yazılar yazmıştır. Sofya 37.Müsademe-i Efkar 1899 1901-Filibe 38.Afak-ı Şarkiye’den Tulü Eden Müsademe-i Efkar 12 Aralık 1899 25 Şubat 1901 130.Hakikat Şahidi 1 Ocak 1936 31 Ocak 1944 Protestan Misyonerler / Natanail NaHacı Hafız Ahmet Filibe-1 zifof Filibe 39.Müdafaa-i Hukuk 1 Nisan 1901 30 Haziran 1905 Ahmet Zeki Rusçuk 1 ( 15 günde) 131.Açıksöz 1936 1937-Filibe 40.Uhuvvet 24 Aralık 1904 1 Mart 1908 Mehmet Teftiş Rusçuk-1 132.Havadis 1Şubat 1936 28 02..1941 Başmüftülük/Ahmet Kemal HasanofŞumnu 2 41.Temaşa-i Esrar 1 Ekim 1904 30 Haziran 1905 Süleyman Fehmi-1 133.Vatan*6 Şubat 1945 10 Nisan 1945 Cevat Şem’i - Türkleri yeni rejime 42.Efkar-ı Umumiye 27 Aralık 1904 30 Kasım 1905 Mustafa Ragıp Rusçuk-1 43.Rumeli Telgrafları 13 Ocak 1905 31 04 1905 Ethem Ruhi Filibe Cuma hariç hergün ısındırmak için yazılar yazıyorlardı Sofya 134.Işık ( Yeni Işık)13 Mayıs 1945 31 Ocak 1985 Kominist parti yönetiminde bir propa44.Şark 14 Ocak 1905 15 Şubat 1906 İsmail Yörükoğlu Sofya-1 45.Ahali*6 Nisan 1905 1 .08.1908 Mehmet Sabri Bey ( Ali Fehmi’nin Kardeşi) Filibe-1 ganda aracı olarak kullanıldı Sofya-3 46.Tuna*1 Eylül 1905 28 Şubat 1910 Mehmet Teftiş - 1907 den itibaren Hacı Mehmet 135.Halk Gençliği 1946-1970 Bulgaristan Halk gençliği Birliği Merkez Komitesi HiŞevki Bey Rusçuk hergün mayesinde çıkarılmıştır. Sofya 47.Feryad 14 Aralık 1905 31 Aralık 1907 Mustafa Ragıp Sofya-1 136.Eylülcü Çocuk ( Dergi)1946 30 Haziran 1960 Komunist Rejimin Propagandasını yapı48.Temaşa-i Efkar 1 Mayıs 1906 7 Haziran 1906 Süleyman Fehmi İslimye-1 yordu Sofya 137.Dostluk 5 Nisan 1947 1 Kasım 1947 Sovyet Orduları 49.Rumeli-Balkan grubu siyasi İdaresinin Himayesinde Bulgaristan’daki türk Halkı için çıkarıldı 50.Rumeli 1 Temmuz 1906 15 Mart 1907 Ethem Ruhi Filibe-1 138.Propagandacının Not Defteri (dergi) 1 Kasım 1947 1979 Bulgar Komunist Partisi51.Balkan*1 Temmuz 1907 12 Aralık 1920 Ethem Ruhi Filibe 5 veya 6 nin Himayesinde çıkarılmıştır Sofya 52. Şark Muhbiri 1 Kasım 1907 1 Aralık 1907 Seyid Hüseyin Nazif ( İranlı)--Din de139.Çiftçi Müdafaası 1947 1950 Şumnu ğiştirip Protestan olmuştur Filibe-1 140.Halk Yükselişi 1948 1950 Sofya 53.İttihad-ı İslam 22 Mart 1905 23 Mart 1905 Filibeli Hilmi Filibe-1 54.Güneş 24 Aralık 1908 1 Aralık 1909 Mehmet Şükrü(Ohannes Asodoryan)141.Ses - Işık 5 Ekim 1948 1 Aralık 1948 Bulgar Komunist Partisi tarafından Propaganda amacı güdüyor Pomakları Bulgarlaştırmak amacıyla çıkarıldı Sofya 55.Peyam 20 Eylül 1909 1 Kasım 1909 1 142.Halk Trudovağı 1948 1950 Sofya 56.Sofya Muhbiri 14 02.1910-10 Agustos 1910 Mehmet Ethem-A. Zeki Sofya-3 143.Yeni Işık 14 Aralık 1948 1Aralık 1950 Bulgar Komunist Partisi tarafından çıka57.Tütüncü Amele Gaz 1910-1910 Sosyalizm Propagandası için çıkarılmıştır Filibe rıldı / Hüseyin Çeşmecioğlu Sofya 58.Tırpan 14 Şubat 1911 30 Nisan 1914 Do 144.Brigadir 2 Haziran 1949 belirsiz Hristo Botev Halk Gençler Birliği Kuruculuk ğan Takma isimli biri-sofya başmüftülüğünü eletiriyordu Eskicuma 59.Hurşit*23 Ocak 1912 1 Mart 1913 Mehmet Şükrü(Ohannes brigadası Şubesi nin Bülteni A s o d o r y a n ) - P r o p a g a n d a a m a c ı g ü d ü y o r F i l i b e - 1 145.Sosyalizmi Kuruyoruz 1950 1952 Trudovo Delo gazetesinin eki Sofya 60.Eyyam 1Agustos 1912 30 Eylül 1912 Ethem Ruhi/Hafız İsmail Numan(müdür) Filibe-1 146.Rodop Mücadelesi 1951 27 Mart 1959 Haskovo BKP Sancak Komitesi Emekçi 61.Akşam Haberleri-1Haziran 1913 belirsiz Ethem Ruhi Filibe Deputatları Sancak Halk Saveti 62.Tunca 1 Mart 1913 1Ocak 1915 Ahmet Fazıl Şerifzade ve Halil Zeki Filibe 147.Titocu 7 Kasım 1951 31 Aralık 1951 milli Komunist ideolojisinin gerçek63.Resimli Türk Sadası(Gazete) 1 Aralık 1913 leşmesi için çabalıyordu. Ancak isminde Rusya rahatsız oldu Sofya 30 Haziran 1914 Ahmet Fazıl Şerifzade Filibe 148.Kolarovgrad Savaşı 1952 1959 Şumnu 64.ResimliTürkSadası(Dergi)* 1Temmuz 1914 7Ocak 1915 Ahmet Fazıl Şerifzade Filibe 65.Türk Sadası 14 Kasım 1915 31 Aralık 1920 A h m e t F a - 149.Trudovak Davası 1953 1970 Çiftçi Partisinin çalıştırılmak üzere gençlerden oluşturzıl Şerifzade / Halil Zeki, Bekir Sıdkı, Mehmet Celil Filibe Günlük duğu işçi ordusunun beynini yıkamak için 150.Duvar Gazetesi 1 Nisan 1953 1953 Sofya 66.Resimli Balkan 1917 belirsiz Ethem Ruhi Sofya 67.Çiftçi Bilgisi 14 Ocak 1919 9 Haziran 1923 B u l g a r Ç i f t ç i P a r - 151.Muhabir Yardımcısı 1953 1955 Şumnu 152.Halk Davası 16Haziran 1956 tisi( Parti vekili Ahmet Zihni)-Darbede kapatılmıştır. Sofya 68. 6Kasım 1931 19 Mayıs 1934 Bulgar Çiftçi Partisi Sofya 153.Yeni Hayat 1 Ocak 1954 31 Aralık 1969 Bulgarsitan Komunist Partisi Merkez 69.Sada-i Millet 15 Kasım 1919 12Aralık 1919 Pazarcıklı Ali Fehmi Filibe-1 Komitesi himayesinde.Sistemli şekilde bulgarlaştırma Sofya 70.Türk Sözcü 13 Mart 1920 9 Ekim 1922 Pazarcıklı Ali Fehmi--Gazete Türk 154.Tuna Gerçeği 1 Ocak 1955 22 Mart 1959 Dunavsk Pravda nın Türkçesi Rusçuk düşmanı MEB Umarçevski tarafından kapatılmıştır Filibe Düzensiz 155.Stalin Bayrağı Varna BKP Sancak Komitesi Sancak Halk Saveti ve Vatan Cephesi 71.Arda 1 Kasım 1920 1 Aralık 1920 İçişleri bakanlığı özel kalem müdürü Ragıp Sancak Komitesi Himayesinde Varna Mitişof(Sipahi)- Çiftçi partisi propagandası Kırcaali-1 156.Piyoner 1959 1960 DKMS MK ile Eğitim ve kültür bakanlığının çocuklara mahsus 72.Ziya 7 Kasım 1920 9 Haziran 1923 Bulgar Komünist partisi- Besim Hilmi, Tarık Türkçe yayını Sofya mümtaz Sofya-1 157.Savaş 1956 1959 Şumnu BKP Sancak Komitesi Sancak Halk Saveti ve Vatan Cep73.Ahali*18 Aralık 192014 Eylül 1922 Mehmet B. Perim/Mustafa Sungur Sofya-2 74.Mecmua-i İrşad (dergi) 1921 1921 Ahmet Zihni-1 hesi Sancak Komitesi Himayesinde Şumnu 75.Tunca 14 Ocak 1921 1 Kasım 1925 Ahmet Fazıl Şerifzade-1 158.Deliorman Doğrulupu 1960 1964 Razgrad 76.Kocabalkan 1 Eylül 1921 30 Kasım 1921 Mehmet B.Perim/Salim Efendi Filibe 159.Rodop ücadelesi 1955 1959 1960 - 1970 arasındada Kıcaali’de çıkarıldı haskovo 77.Terbiye Ocağı 1 Eylül 1921-1 Aralık 1923Besim Hilmi/ Tarık mümtaz Şumnu 160.Komunizm Bayrağı 24 Temmuz 1964 30 Aralık 1969 Rodoplardaki Müslümanların 78.Yoldaş 1 Aralık 1921 15 Şubat 1922 Hafız Fehmi (Meçik) 1 (15 günde) adlarının değiştirilmesinin yarattığı hoşnutsuzluk sebebiyle yayınlandı Eskicuma 79.Deliorman* 21 Ekim 1921 31 Temmuz 1933 Mahmut Necmeddin Deliorman161.Ziya 15 Nisan 1965 30 Aralık 1969 Bulgar Komunist Partisi Türkçe yayınıdır Silistre Gazete 3 kere kapatılıp açılmştır. Razgrad 1 162.Dostluk 1 Mayıs 1965 belirsiz Razgrad 80.Spor ( Türk Spor) Gazetesi 16 Mart 1923 belirsiz Ali Hüsnü Tunalı/ 163.Emek Davası 1965 1969 Sabri Basri İzbul Rusçuk 164.Çağdaş 1965 1969 81.Muallimler Mecmuası(dergi) 14 Agustos 1923 17 Mart 1925 Bulgaristan Muallimin-i İslamiye Cemiyet-i İttihadiyesi / Osman Nuri (Peremeci) İslimye 165.Kolarovgrad Savaşı Kolarovgradska Borba gazetesinin türkçe eki şumnu 82.Altın Kalem 10 Ocak 1924 15 Haziran 1924 Mehmet Behçet Perim/Mustafa Sun- 166.Filiz (Dergi) 5 Ocak 1966 24 Aralık 1968 Çocuklar için yayın gur Rahova 167.Muhabir 1966 1969 sofya 83.Muallim Fikri(dergi) 1924 1924 Türk Öğretmenler topluluğu 168.Ateşler 1966 1968 Maritsa İztok gazetesinin eki olarak Radnevo 84.Doğruyol (dergi) 1924 1924 Nüvvab öğrencileri çkardı Şumnu 169. Bülten Bulgaristan, Problemler ve Haberler 1974 Türkiye’de ücretsiz dağıtıldı Sofya 85.Genç Mektepli (Dergi) 14 Ekim 1924 1 Aralık 1924 Ahmet İlhan Şumnu-1 170.Müslümanlar*26 Nisan 1990 Başmüftülük / Nedim Gencev sofya 86.Başlangıç 13 Mart 1924 14 Temmuz 1924 Bulgarlar çıkarıd171.Işık (Svetlina) 6 Mayıs 1990 Mehmet Zeki yazdı - Türkiye aleyhtarı yazılar çıkardı. Kırcaali 172.Hak ve Özgürlük 11 Şubat 1991 Ahmet Doğan sofya 87.Rumeli 15 Agustos 1924 1 Eylül 1925 Tarık Mümtaz( Tür173.İslam Kültürü 1 Haziran 1992 belirsiz Uluslarası Hayırsever İslam Kültürünü Gelişkiye2deki Cumhuriyet Rejimini eleştiren yazılar yazdı) Eskicuma 88.Rumeli 1 Mart 1925 28 Şubat 1926 Cemil Halil Pehlivanoğlu Kırcaali-1 tirme vakfı nın yayın organı / Nedim Gencev 89.Yenisöz 13 Nisan 1925 1 Şubat 1929 Besim Hilmi Şumnu-1 174.Güven Arzu Tahirova 90.Dostluk 20 Haziran 1925 14 Mart 1935 Tahir Nuri / Ahmet Hulusi, Ali Kemal,Rıfat 175.Müslümanların Sesi 1 Aralık 1994 Nedim Gencev davud,Hüsmen Celal 176.Filiz 3 Nisan 1992 HÖH’ün çıkardığı çocuk gazetesi / Muharreö Tahsin 91.Bulgaristan 27 Ocak 1926 30 Ekim 1926 Mehmet B.Perim/Mustafa Sungur Sofya-2 177.Yeni Işık totaliter rejimde yayınlanan Yeni Işık gazetesinin devamı niteliğinde 92.Mücadele 14 Haziran 1926 30 Eylül 1930 Mustafa Şerif Alyanak Plevne 178.Çingeneler Müslüman çingenelere hitab ediyordu 93.Türk Muallimler birliği (dergi) 1926 1926 Rahova 94.Tunaboyu 14 Aralık 1926 30 Haziran 1927 Mahmut Necmeddin Deliorman- Ga- 179.Cır cır Güven gazetesi tarafından yayınlanan çocuk dergisi 180.Balon 1994 2005 Kazım Memiş zete 3 kere kapatılıp açılmştır. Razgrad-1 95.Yeni Başlangıç 3 Ocak 1927 1929 Yahya Hayati/ Mehmet rüştü Acar,Ahmet 181.Gönül Gültekin,Mustafa Halim Oğuz Kırcaali 1 182.Kaynak (dergi)1999 Türk Kültür Merkezi Tarafından sofya da yayınlanır / Sabri 96.İntibah*23 Aralık 1923 1 Aralık 1931 Başmüftülük adına Basri Hasanof / Alagöz Ahmet Şevki, Osman Nuri vs Osmanpazarı/Şumnu-1 183. Zaman Türkiye’dekinin Bulgaristan versiyonu / Kamil Demirkaya 97.Rehber 14 Ocak 1928 31 Aralık 1938 Mehmet Celil Sofya 1 184.Mozaik (dergi) 1 Kasım 2007 Nurten Remzi 98.Turan*6 Mayıs 1928 1934 Turan Cemiyetleri Birliği( Ahmet Gültekin) Vidin Aylık 185.Hoşgörü (dergi9 Deliorman Edebiyat Derneği nin desteğiyle 99.Yenilik 13 Ekim 1928 3 Eylül 1929 Mehmet Şükrü Acar Yanbol-1 100.Tebligat 14 Ocak 1929 14 Aralık 1929 Başmüftülük Müessesat-ı Diniye ve Vakfıye 186.Ümit 1995 187.Sabah 2002 Müdürlüğü Sofya Aylık 188.Kıcaali Haber Müzekki Ahmet 101.Savaş 14 Ocak 1929 28 Mart 1929 Besim Hilmi Şumnu 1 (15 günde) 102.Çiçek 1 Haziran 1929 15 Agustos 1929 Mehmet Celil’in kızı Fevziye Celil Sofya 189.Alev (dergi) 1Kasım 2008Emel Balıkçı 103.Rodop 19 Nisan 1929 31 Temmuz 1934 Mehmet Lütfü Takanoğlu Kırcaali-1 190.Bultürk 2004 Rafet Ulutürk

Bulgaristan Türklerinin Sesi


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

İnsani Boyutuyla 1989 Göçü Doc.Dr.Hasine Şen

Göç çalışmaları genelde göç sürecinin kendisine odaklandığından göçün bu sürece maruz kalan kişiler üzerindeki etkisine yeterince önem verilmemekte. Bu çalışmanın amacı 1989 Bulgaristan göçmenlerinin aidiyet duyguları ve kimlik oluşturma süreçlerine yoğunlaşarak, 1989 göçünü, siyasal art zemininin yanı sıra, insani boyutuyla da değerlendirmektir. Göç, Bulgaristan Türklerinin hayatında 1877-1878 savaşından günümüze dek önemli bir rol oynamış ve iki ülke arasındaki ilişkilerin bir göstergesi olmuştur. Bulgar Prensliği’nin kurulmasına neden olan Berlin Antlaşması ile birlikte Bulgaristan’da yaşayan Türkler Osmanlı idaresinin dışında kalmış, Bulgar hükümetlerinin uyguladığı politikalar ise göç olgusunun tarihlerinde sürekli gündemde kalmasına neden olmuştur. Berlin Antlaşması’nın Bulgaristan Türklerine sağladığı dinsel ve kültürel haklar, 19 Nisan 1909’da imzalanan protokol ile yeniden güvence altına alınsa da, 1878-1918 döneminde 150 000 kişi Türkiye’ye göç eder. Aleksandır Stamboliyski’nin başkanlığını yaptığı Çiftçi Partisi’nin yönetime gelmesi ile başlayan ve faşist hükümetin başa geçmesiyle sona eren 1919-1934 dönemi, Bulgaristan’da Türk azınlığı için en rahat dönem olarak anılmakta. Bu nispi özgürlük ortamı, Bulgaristan ile Türkiye arasında 1925’te imzalanan Dostluk Antlaşması ve İkamet Sözleşmesi aracılığı ile elde edilmiştir. İkamet Sözleşmesi’ne göre, iki ülke arasında serbest göç sistemi kurulmuştur. Takip eden faşist rejimi döneminde (1934-1944), Bulgaristan Türklerinin Bulgar hükümetine güveni sarsılır ve göç talepleri artar. Bu yıllarda Latin alfabesi yasaklanır, Arapça harflere dönüş yapılır, Türk okullarının sayısı azalır, 1906’da kurulan Öğretmenler Birliği kapatılır (1934). Bu baskılar nedeniyle önceki döneme göre Türkiye’ye göç edenlerin sayısı ikiye katlanır. Komünizm döneminde yoğunlaşan asimilasyon çabaları ise yeni göç dalgaları doğurur. Komünizm döneminin ilk yıllarında Türk okullarının devletleştirilmesi ve tarım arazilerinin kooperatiflere devredilmesi ile göç talepleri alevlenir, Bulgaristan Türkleri Türkiye’ye göç talebi bildiren dilekçeler vermeye başlar. Dilekçe sayısındaki artış, Türkiye Bakanlar Kurulu’nun 31 Mayıs 1947’de Balkanlar’dan toplu göçe karşı çıkan bir karar almasına neden olur. Göç, vize ile sınırlandırılır, fakat yoğun vize talepleri karşısında Türk hükümeti toplu göçün önünü açar ve yılda 25 000 – 50 000 kişilik göçmen kontenjanı belirler. Bulgar hükümeti üç ayda 250 000 kişiye pasaport vereceğini duyurunca, Türkiye 7 Ekim 1950 tarihinde sınırını kapatır. Aynı işlem, 8 Kasım 1951’de tekrarlanır. 30 Kasım 1951’de Bulgar hükümeti göçü kesin olarak durdurduğunu açıklar. 1959’da Türk okullarının Bulgar okullarıyla birleşmesi ise daha sıkı bir asimilasyon rejiminin başladığını gösterir. Yeni kısıtlamalar göç talebi bildiren dilekçelerin yeniden yoğunlaşmasına neden olur. 24 Şubat 1968 tarihli Antlaşma ile parçalanmış ailelerin birleşmesi kararlaştırılır. Totaliter rejimin Türk azınlığına getirdiği yasaklar ve kısıtlamaların 1984 yılında başlatılan “Soya Dönüş” kampanyası ile doruğa ulaşması ise bir sonraki, 1989 göç hareketinin temellerini hazırlamış olur (Lütem, 2000: 55-84). Göç eden bir kişinin aidiyet duyguları genel olarak terk ettiği eski ülke ve adım attığı yeni ülke arasındaki muğlak zeminde şekillenir. Göçe neden olan sosyal, ekonomik ve siyasal etkenler ve göçün gerçekleşme şekline göre bu sürece maruz kalan kişilerin aidiyet duyguları ve kimlik inşa etme süreçlerinde farklılıklar gözlemlenir. Bu açıdan 1989 Bulgaristan göçmenlerinin göç sonrasında yaşadıkları kimlik oluşturma süreci ve aidiyet duyguları, Türkiye’ye daha önceki göç dalgalarıyla yerleşen Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinden farklıdır. Türkiye’ye daha önceki yıllarda gelen Bulgaristan Türklerinden farklı olarak 1989 göçmenlerinin kimlikleri her iki ülke ile de özdeşleşme temeline dayanmakta. Türkiye’ye daha önceki göç dalgalarıyla yerleşen Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan ile olan kültürel, sosyal ve ekonomik bağları, mevcut siyasal iklimden dolayı neredeyse tümüyle kesilmiştir. Sosyalist rejimin çöküşü, küreselleşme sürecinin hızlanması, Avrupa Birliği tartışmalarının yükselmesi ve benzer siyasal ve iktisadi olayların gölgesinde gerçekleşen 1989 zorunlu göçü ile Türkiye’ye gelen Bulgaristan Türklerinin kimlikleri ise, Bulgaristan ile olan kültürel, sosyal ve ekonomik alanlardaki ilişkilerin sürdürülmesine dayanır. Bu farklılığın nedeni ise 1989 göçünün daha önceki göç hareketlerinden birçok açıdan farklı olmasıdır. Her şeyden önce 1989 göçü, 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerine karşı yürütülen asimilasyon sürecinin bir sonucu, bu sürecin yeni bir aşamasıdır. 1984 yılının sonunda ve 1985 yılının başlarında Bulgaristan Türklerinin isimleri Slav isimleri ile değiştirildi, Türkçe konuşmaları yasaklandı, etnik ve dini farklılık ifade eden tüm uygulamalar hayatın toplumsal ve bireysel alanlarından kaldırıldı. Bu uygulamalar o dönemin hükümeti tarafından “Vızroditelen Protses” (“Soya Dönüş”) başlığı altında yürütüldü. Resmi söyleme göre Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlar tarihi geçmişlerini değerlendirmiş, beş asırlık Osmanlı egemenliği döneminde zorla İslamlaştırılan ve zorla Türkleştirilen Bulgarlar olduğu gerçeğini kavramıştır, bu nedenle de Bulgar soylarına geri dönme kararı almıştır. Hükümetin tüm ideolojik aygıtları bu çarpıtılmış tarih anlayışını oluşturup yaymakla görevlendirildi. Birçok Türk aydını bu bilim dışı uygulamanın öncülüğünü yapmak zorunda bırakıldı. Bu sürece itaat etmeyenler farklı cezalara çarptırıldı. Türkçe konuşanlara para cezası kesildi; dini ve etnik farklılık ifade eden uygulamalarda bulunanlar (çocuklarını sünnet ettirenler, vefat eden yakınlarını İslami usullere göre defnedenler) işten çıkartıldı; dayatılan yasakları sorgulayan, rejimle işbirliği yapmak istemeyen Bulgaristan Türk aydınlarının mesleki kariyerlerinde yükselmesi engellendi; birçoğu ülkenin farklı bölgelerine sürüldü; rejime tehdit oluşturacak kişiler ise dönemin vahşetinin simgesi haline gelen Belene kampına gönderildi. Bu olayları belgelemek için Bulgaristan’a gelen yabancı gazetecilerin resmi söylemle uyuşacak haberler yapması için önceden belirlenen kişilerle görüşmeleri sağlandı. Ancak tüm bu süre içinde ülke çapında süren sessiz direniş farklı cezaevlerinde kurulan rejim aleyhtarı oluşumlarla somut bir yüz kazandı. Bu örgütlerin açlık grevleri ile başlayan eylemleri Mayıs 1989 tarihli toplu barış yürüyüşleriyle doruk noktasına ulaştı. Mayısın son günlerinde Bulgaristan Türkleri isimlerinin ve tüm diğer haklarının iadesini amaçlayan yürüyüşler düzenledi. Özgür Avrupa radyosu Mayıs Yürüyüşleri boyunca gösterilere katılan Bulgaristan Türkleri ile telefon bağlantısı kurarak Bulgaristan Türklerinin mücadelesini dünyaya duyurmaya çalışan kuruluşlardan biri oldu. 24 Mayıs 1989 tarihinde gazeteci Rumyana Uzunuva’nın Ayşe Fettova isimli Bulgaristan vatandaşı ile yaptığı telefon görüşmesi, göstericilerin amaçlarını açıkça ortaya koymakta: Ayşe Fettova: Bugün, 24 Mayıs (Çarşamba) 1989, saat 15:00’te Türk azınlığı Şumnu’da barış yürüyüşü düzenledi. İç İşleri Bakanlığı organlarının sabah göstericileri dağıtma çabalarından dolayı Şumnu’nun tüm Türk vatandaşları yürüyüşe katılamadı. Yürüyüşe katılanlar hükümet yetkilileri önünde Bulgaristan’daki Türk azınlığının haklarının iadesi ile ilgili şu taleplerde bulundu: 1. Türk adlarının iade edilmesi; 2. Türk çocukların okulda Türkçe okuması; 3. Din özgürlüğü; 4. Sünnetin yasal olması; 5. Defin törenlerinin vefat eden kişinin dini inançlarına uygun olması; 6. Bulgaristan Türkleri kültürünün gelişmesi; 7.Halkın ideolojik eğitiminin, gelecekte Bulgarlarla Türklerin arasındaki çatışmaları önleyecek şekilde yapılması; 8. Ülkenin ekonomisine zarar vermeyen barış yürüyüşlerine karşı şiddetin uygulanmaması; 9. Bulgar Telegraf Ajansı’nın barışçıl yürüyüşleri kınayan, gerçeği yansıtmayan yayınlar yapmaması; 10. Göstericiler kendi haklarının Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesi’nde kendilerinin seçtiği temsilciler tarafından temsil etmesini talep ediyor; 11. Devlete karşı suç işlemedikleri halde sınır dışı edilenler geri getirilsin; 12. Türkiye ve diğer ülkelerle yapılan telefon görüşmelerinin dinlenmemesi ve kesilmemesi, haberleşmenin normalleşmesi; 13. Müftülerin hükümet tarafından değil, Türk azınlığı tarafından seçilmesi; 14. İsim değişikli ile ilgili olarak hapiste bulunan herkesin serbest bırakılması; 15. Yine isim değişikliği ile ilgili olarak işten çıkartılan herkesin eski işlerine alınması. Tüm bunları halk önerdi ve hükümet yetkililerinin önünde oylama yaptı. Sonra da imza toplamaya başladık… (Angelov, 2009: 165) Devlet yetkililerine göre ise göstericiler özerklik talebi ile ülkeyi bölmek istemekte. Böylece kamuoyu yürüyüşlerin nedenleri ve amaçları konusunda yanıltılmakta ve göstericilere karşı düşmanlık uyandırılmakta. Aslında devlet yetkilileri Mayıs yürüyüşleri ile “Soya Dönüş” süreci başlığı altında yürütülen programın başarısızlığa doğru gittiğini görmüş ve çözüm olarak zorunlu göçe başvurma kararı almıştır. Baskılara yoğun tepki duyan Bulgaristan Türkleri göçe zorlanacak, geride kalanlara asimile olmaya boyun eğen kişiler olarak bakılacaktır. Bu planın neticesi olarak Mayıs olayları boyunca 2000 kişi sınır dışı edildi. Bu kişilere 24 saat içinde ülkeyi terk etme emri verildi. Bunlar genelde Türk aydınları veya rejim için en büyük tehlike olarak görülen kişilerdi. Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un 29 Mayısta yaptığı tarihi televizyon konuşması ise Bulgaristan vatandaşlarına serbest seyahat hakkının sağlandığını duyurdu: Saygıdeğer bayan ve bay yoldaşlar, kıymetli yurttaşlar! Dün, yazılı basında bildirildiği gibi, son günlerde, Halk Meclisi’nde kabul edilen pasaport ve Bulgar vatandaşlığı kanunları bağlamında, ülkenin belirli bölgelerinde, dış odakların kışkırttığı ahalinin bazı kesimleri arasında gerilim meydana gelmiştir. ...Her şeyden önce bu kanunlarla, her Bulgar vatandaşına, dünya medeniyetiyle temas etmesi için yurtdışına, dilediği yere, dünyanın herhangi bir yerine çıkma imkanı veriliyor. Dileyen herkes, vicdanı ve iradesi doğrultusunda bu haktan yararlanabilir. Kuşku yok ki, Bulgaristan’a bağımlılık; anavatan ve halkı önünde duyduğu vatandaşlık sorumluluğu, her Bulgar’da, nerede bulunursa bulunsun, yaşayacaktır. Eminiz ki ülkemizi terk edenler bile, güçlerini Bulgaristan’a adamak için er veya geç dönecektir. Bulgaristan karşıtlığı kampanyasının rejisörleri göç etme meselesini tutturdu. Türkiye’nin, göç etmek isteyen her Bulgar Müslüman’ını kabul etmeye hazır olduğunun borazanlığını yaptı. Bununla ilgili olarak, Bulgar Müslümanları adından ve Devlet Konseyi Başkanı sıfatıyla kendi adımdan, ilgili Türk makamlarına ısrarla şunu söylemek isterim: Geçici olarak Türkiye’ye gitmek veya orada kalmak isteyen bütün Bulgar Müslümanlarına sınırı açın. (Mevsim, 2013: 20-25) Döneme ait arşiv belgeleri Bulgaristan Türklerine tanınan serbest dolaşım hakkının aslında bir etnik temizlik planının bir parçası olduğunu gösteriyor. Bunun en belirgin kanıtını Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin göç öncesinde ve esnasında yaptığı toplantıların stenografik kayıtları sunuyor. Aşağıda sunulan 6 Haziran 1989 tarihli Politbüro toplantısı kesitleri bu saptamayı doğrular nitelikte: Todor Jivkov: Türkiye onları kabul etmeyi reddedecektir. Penço Kubadinski: Biz kendimiz için her zaman avantaj sağlayacak bir adım attık. Türkiye kapılarını açmazsa, biz Türkiye’nin suçlu olduğunu, onları kabul etmediğini söyleyeceğiz. Gidip daha sonra dönerlerse, “Siz Bulgarsınız… Size gitmeyin demedik mi” diyeceğiz. Şu anda onları kabul ederler mi etmezler mi konusu üzerinde kafa yormayalım, onları kabul etmeleri için baskı yapalım. Georgi Yordanov: Türkiye’ye göç etmek isteyenlerin sayısı iki yüz bin mi olur, yoksa yüz bin mi olur, bilemeyiz ama

biraz kanın akması devletimizin lehine olacaktır. Temiz olmayan kan dışarı akmalı. Todor Jivkov: Göç konusunu gündemden kaldırmalıyız. Emil Hristov: Evet, tümüyle katılıyorum. Yoldaş Kubadinski bile bunun bir göç olduğunu, onların da bunu zaten bildiğini, dolayısıyla ona ne isim vereceğimizin hiçbir önemi olmadığını söyledi. Hayır, bu doğru değil. Buna “göç” demememiz çok önemlidir, yoksa emekli maaşları, mülkiyet sorunları gibi birçok hukuksal sorunla karşılaşacağız. Göçten değil, serbest seyahat hakkından söz etmeliyiz. (İstinata, 2003: 61-73) Politbüro üyeleri arasında geçen bu konuşmadan da anlaşıldığı gibi yetkililer göç kavramından özenle kaçınmakta. Bulgaristan medyasının “göç” kavramından kaçınmak için “golyamata ekskurziya” (büyük gezi) olarak isimlendirdiği 1989 göç hareketinin özel konumundan söz ettikten sonra 1989 göçmenlerinin Türkiye ile ilk kucaklaşma anları, yoğun asimilasyon döneminde gönüllerinde umut kaynağı olarak yaşattıkları Anavatan imgesinin somut bir ülkeye dönüştüğü duygulu anlar üzerinde durmak istiyorum. Travmatik bir deneyimle baş etmek için hayali veya gerçek bir umut kaynağı hayati önem taşır. Asimilasyon yıllarında Bulgaristan Türkleri için bu umut kaynağı Anavatan Türkiye imgesi oldu. 1989 yılının yaz aylarında Kapıkule’de çekilen göç fotoğraflarına baktığımızda 1989 göçmenlerinin ilk jestinin Türk toprağını/bayrağını öpmek olduğunu görüyoruz. (Naim Süleymanoğlu da Türkiye toprağına bastığında ilk jest olarak bunu yapmıştır.) Herkesin istediği yere gitme konusunda özgür olduğu günümüzde birçok kişi, özellikle de gençler tarafından, toprağı öpmek anlaşılması zor, teatral bir eylem olarak okunabilir, ancak 1984-1989 yılları arasında zihinlerinde kurtarıcı bir imge ile yaşayan Bulgaristan Türkleri için bu eylem, özlem duydukları imgeye ulaşmanın sembolik tezahürüdür. 1989 göçmenlerinin seçtiği soyadları da bu birleşmeden doğan coşkulu sevinci yansıtıyor. 1989 göçmenleri arasında Vatansever, Ulutürk, Öztürk, Mutlu, Şen, Yılmaz gibi soyadları yaygındır. 1989 göçmenlerinin bir imge ile değil, somut, kendine ait sorunları olan gerçek bir ülke ile karşılaşmaları, coşkulu sevinçle birlikte yoğun bir hüsran da getirdi. Bunun sonucu olarak birçok Bulgaristan Türkü Bulgaristan’a geri döndü. Göç öncesinde iki ülke arasındaki sınırın kapalı olması, her tür etkileşimin en düşük düzeyde tutulması, mektuplaşma, telefonlaşmanın dahi engellenmesi, ziyaretlerin yasaklanması, Türkiye’nin Bulgaristan Türkleri tarafından idealize edilmesine, neredeyse gerçeküstü bir yer/güç olarak tahayyül edilmesine neden olmuştur. Bulgaristan Türkleri gittikleri ülke hakkında yeterli bilgiye sahip değildir, yola çok kısa bir süre içinde çıkmak zorunda kaldıkları için yaşayabilecekleri olası sorunlara da psikolojik açıdan hazır değillerdir. Bu nedenle de sevinçle birlikte hayal kırıklığı da göçün ilk aşamalarında yaşanan temel duygulardan biriydi. Ancak birçok Bulgaristan Türkünün geri dönmesini, sadece Türkiye’nin onların beklentilerine yanıt vermemesiyle açıklamak yetersiz olur. Bulgaristan hükümeti, göç politikasını, gidenlerin bir kısmının geri dönmesini sağlayacak şekilde kurgulamıştır. Bu eğilim, özellikle Haziran 1989’un ortalarına doğru yoğunlaşmakta. Sınırlar açılalı sadece iki hafta olmuştur ve bu süre içinde çoğunlukta Türklerin yaşadığı bölgelerdeki tarlalar ve fabrikalar tümüyle boşalmıştır. Beklenenden çok daha yoğun bir göç talebi olmuştur. Dolayısıyla hükümet serbest seyahat hakkı adı altında göçü devam ettirmeli ama gidenlerin geri dönmesini de sağlamalı, bunu sağlamak için de gidenlere yoğun bir psikolojik baskı uygulanmalı, onlar geri dönmek için şartlandırılmalı ki döndükten sonra boyunduruğa sokulmaları çok daha kolay olsun. Hükümetin bu politikasını desteklemek için Todor Jivkov’un Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 16 Haziran tarihli toplantısında yaptığı konuşmadan kısa bir alıntı yapmak yeterli olacaktır: İsteyen gidebilir demeye devam edeceğiz. Ama… biz bu nüfusa ölüme gittiğini anlatmalıyız, kendisinin de, eşinin de, çocuklarının da, kızının da. Veriler kullanılmalı, çünkü onların psikolojisi her şeyden önce verilerden etkileniyor... Onlara şunlar söylenmeli: Anadolu’ya gönderileceksiniz, onurunuzla oynanacak, nereye gittiğinizin farkına varmanız gerek… Birliklerimiz kamyon yollarına çıkıp yollarını gizlice kesmeli, dört ayak üzerinde geri dönmeleri sağlanmalı... Bu insanlara Bulgar olduklarını, damarlarında Bulgar kanı aktığının, onları hiç kimsenin kovmadığını anlatmalıyız… Kaynaklar mahsulün toplanmasına yönlendirilmeli. Bu nüfusun aydınlarıyla konuşmalar yapılmalı. Onların eğitimi ve hazırlığı için harcadığımız en az yarım milyon doları ödemeden önce buradan ayrılamayacakları söylenmeli. Gidip çalışmak yerine kaçmak istiyorsunuz, Ya gidip çalışın, yoksa pasaport alamayacağınız gibi başka bölgelere gönderileceksiniz denmeli… Öldürülebilirler bile. Bundan haberleri yok mu? (İstinata, 2003: 128-130) Aynı tarihte (16 Haziran 1989) devlet yetkililerinin “Ülke Gündeminin Gözden Geçirilmesi ve Pasaport ve Bulgar Vatandaşlığı Kanunu’nun Uygulanması” başlığı altında yaptığı toplantıda paylaşılanlar da yöneticilerin göç konusundaki kararlılığını yansıtmakta: Petır Mladenov: Dün de ortaya atmıştım: Eğer süreç durmazsa, bazı bölgeler tümüyle boşalacak… Bu arada, nüfusumuzda da gerçek bir psikoz oluşuyor. Ekonomideki sıkıntılar, iş bırakmalar… Ülkemizde, bu insanların gidişiyle ilgili bir düzen kuramadık. Bakınız yoldaşlar. 1968 Anlaşması’yla 100 bin civarında insan göç etti, ama her göçmen için önceden hazırlanmış grafiğimiz vardı ve biliniyordu ki şu köyden bilmem kim, bilmem hangi tarihte, bilmem nerde olacak. Oradan otobüsle alınacak ve sınıra kadar götürülecek… Yani o zaman düzen vardı ve eğer sıkıntılar olduysa, bunları Türk tarafı yaratıyordu. İvan Ganev: Türk azınlığımızın olmamasını nasıl sağlayacağız? Bu nüfusun kitlesel olarak göç ettirilmesi, meselenin çözümüne yaklaştıracak bizi. Şimdi yaklaşık 300 binin göç ettiğini göz önüne getiriyorum, ama Türk tarafı pes etmeyecek ve burada 1 milyon bilmem ne kadar kişiden ibaret Türk azınlığı kaldığını iddia edecek. Bence başlıca mesele, Bulgaristan’da kalacak bu nüfusu nasıl özümleyeceğiz. Daha az olursa, daha kolay özümleyeceğiz. Eğer uç unsurlar ülkeden atılırsa, daha iyi olacak. Türkiye’ye gideceklerin sayısından çok, başlıca ağırlığı bu hususa vermemiz gerek. Kapıyı Türkiye’nin kapatmasını bekleyelim. Biz hiçbir şekilde kapıyı kapatmayalım. Eğer kapının kapanmasına Türkiye neden olursa; bu, burada kalacakların özümlenmesine yardımcı olacak. (Mevsim, 2013: 35-41) Tek başına Bulgaristan’a geri dönmeye neden olmasa bile Bulgaristan Türklerinin uyum sürecini zorlaştıran ve aidiyet duygularını etkileyen nedenlerden kısaca söz edecek olursak, iş, barınma, göçmenlerin bir bölümünün ülkenin iç ve doğu bölgelerine yerleştirmelerinden kaynaklanan farklı düzeylerde kültür uyuşmazlığı, yerli insanların ilk coşkulu karşılamalardan kısa bir süre sonra onları ötekileştirmeleri gibi sorunlar anılabilir. Göçten sonraki ilk yıllarda Bulgaristan Türkleri kimlik ve aidiyet sorunlarını sık sık tekrarladıkları bir cümle ile dile getirir. “Bulgaristan’da Türk, burada ise Bulgar diye dışlanıyoruz.” Göçün 25.yılında bu sorun giderilmiştir ancak Bulgaristan göçmenlerinin adlandırma sorunu, akademik çalışmalarda ve medya tarafından kullanılan “Bulgar Türkü/göçmeni” ifadesi yerine “Bulgaristan Türkü/göçmeni” ifadesini yerleştirme çabalarıyla devam etmekte. Genelde göç ettiğin ülkenin dilini bilmek göç sancılarını hafifletir. Bu açıdan Bulgaristan Türklerinin şanslı olduğu düşünülür ama 1989’un yaz aylarında Türkiye’ye göç eden kişilerin bu konuda sıkıntı çekmediğini söylemek yanlış olur. Türkçe konuşmak Bulgaristan’da 1985-1989 yılları arasında tümüyle yasaklandı. Bir toplumun anadilini unutması için dört-beş yıl kısa bir süredir ancak Bulgar hükümetinin bu yöndeki çabaları çok daha eski bir dönemde başlamış ve sistemli bir şekilde sürdürülmüştür. Kademeli olarak sürdürülen eritme politikasının sonucu olarak 1980’lerde Bulgaristan Türkleri sadece günlük hayatla sınırlı olan ve yoğun bir şekilde Bulgarcalaştırılmış bir Türkçe konuşmakta. Bu nedenle de 1989 göçmenlerinin özellikle mesleki alanlarıyla ilgili Türkçeden yoksun olmaları, Türkiye’ye uyum süreçlerini zorlaştıran bir etken olarak gösterilebilir. Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye uyum sağlamalarını kolaylaştıran etkenler üzerinde duracak olursak, her şeyden önce büyük bir çoğunluğunun eğitimli ve iş sahibi olduğunu, çalışma konusunda cinsiyetler arasında fark gözetilmeden çalışabilecek durumda olan tüm aile bireylerin çalıştığını vurgulamak gerekir. Bu özellikleri sayesinde 1989 göçmenleri kimliklerinin en belirgin özelliklerinden biri olan “kendine ait ev sahibi olma” özlemlerini gerçekleştirdi. “Ev” kavramı göçmen, sürgün ve benzer konumda olanlar için son derece önemlidir ancak 1989 Bulgaristan göçmenleri için kirada değil de, kendine ait evde oturma kavramı çok daha hayati bir mesele gibi görünmekte. 1989 göçmenlerinin bu ev tutkuları Bulgaristan’daki yaşantılarıyla açıklanabilir. Ev temel bir ihtiyaçtır, insanın kendini özgür, güvende hissettiği mekandır. Ancak 1989 göçmenleri 1984-1989 yılları boyunca kendi evlerinde bile tedirginlik içinde yaşadı, hükümetin elleri evlerinin en gizli köşelerine kadar uzandı. Olaya bu açıdan baktığımızda 1989 göçmenlerinin ev tutkusu daha makul boyutlar kazanıyor. Ayrıca ev sahibi olmak aidiyet duygusunu da pekiştirdiği için uyum sürecinin hem amacı, hem aracı olmuştur. Bu açıdan bakıldığında ev sahibi olmak yeni ülkeye demir atmak olarak da okunabilir. Bir taraftan Türkiye’ye uyum sağlamaya çalışırken 1989 Bulgaristan göçmenlerinin her iki ülkeye de bağlı olmalarına yasal zemin hazırlayan gelişmeler oldu. Bulgaristan’ın Avrupa Birliği üyesi olması ve Bulgaristan göçmenlerinin çift vatandaşlık hakkı elde etmesi gibi önemli gelişmeler oldu. Bu gelişmeler sayesinde hem Türkiye’de, hem Bulgaristan’da çalışan ve yaşayan bir kesim oluştu, 1989 Bulgaristan göçmenleri çocuklarını eğitim almak için Bulgaristan’a göndermeye başladı. Bulgaristan göçmenlerinin Bulgaristan ile olan güçlü bağları seçim dönemlerinde de belli oluyor. 1989 Bulgaristan göçmenlerinin, 1989’un yaz aylarında başlayan çift yönlü düzensiz ve kuralsız gidiş-dönüş süreci zamanla, Bulgaristan’da meydana gelen demokratik gelişmelerle birlikte, Bulgaristan Türkleri için normal, hatta kimliklerini en iyi şekilde ifade eden bir duruma dönüştü. Bir olayın yıldönümlerini anmak, hem o olayın unutulmaması, hem de bulunduğumuz durumun değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Şu anda 25.yılını andığımız Mayıs Yürüyüşleri ve bu gösterilerin neticesi olarak gerçekleşen 1989 zorunlu göçü, Bulgaristan Türklerinin geleceğini belirleyecek en önemli olaylardır. Bulgaristan Türklerinin gerçekleştirdiği Mayıs yürüyüşleri, Bulgaristan’da demokratikleşme sürecinin ilk adımını oluşturması bakımından da altı çizilmesi gereken bir süreçtir, ancak şüphesiz resmi Bulgar tarihine Bulgaristan Türklerinin 1984-1989 döneminde maruz kaldığı olaylar kısa bir not halinde ve gerçek boyutundan uzaklaştırılarak girecektir. Bu nedenle de yaşananların tekrarlanmaması için 1989 göçü ve ona neden olan devlet politikaları sadece bu olayların yıl dönümlerinde anılan bir sürecin ötesine geçmeli, Bulgaristan Türklerinin kendi tarih bilinçlerinin oluşmasını sağlayan toplumsal bellek inşa etme çabasına dönüşmelidir. Kaynakça: Angelov, Veselin. Sekretno! Protestnite Aktsii na Turtsite v Bılgariya Yanuari-May 1989. Dokumenti. Fondatsiya Liberalna İntegratsiya, Sofya: 2009. İstinata za Vızroditelniya Protses Dokumenti ot Arhiva na Politbüro na Tsentralniya Komitet na BKP (Soya Dönüş Sürecinin Gerçeği: BKP Merkez Komitesi Politbüro Arşivi Belgeleri), İnstitut za İzsledvane na İntegratsiyata, Sofya: 2003. Lütem, Ömer E. Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989. Cil 1, 1983-1985, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara: 2000. Mevsim, Hüseyin ve Muzaffer Kutlay (ed.) “Arşivlerin Tozlu Yapraklarından.” Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü. Giriş. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara: 2013, s. 9-46. --- “Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un Bulgar Televizyonu ve Bulgar Radyosu’ndan Yaptığı Ulusa Sesleniş Konuşması, 29 Mayıs 1989.” Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü. Giriş. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara: 2013, s.20-27.


14

D r. M ü j g a n DENİZ 1989 Mayıs Ayaklanması (5)

Devamı Milis şefi, Nazım Saliev’n işine gönül sarmadığını anladığında (3.12.1977) onu işten uzaklaştırdı. O daha sonra değişik kurumlarda hukuk danışmanı olarak çalışır. İsimlerin değiştirilmesi siyasetini onaylamadığı için 14.10 1986’da Vratsa ili Stoyanovtsi köyüne sürgün edilir. Üç yıl Roman kasabasında eşiyle birlikte kalır. Orada Koşukavaklı şair ve yazar Ömer Osman’la, Burgas köylerinden Hüseyin Karabaşla, Kırcaali’den Hasanla ve yine Koşu kavak’tan Hamdi Ekimoğulu ve Şakırle tanışır. Komşu köylerde sürgün olan Koşukavaklı Mustafa Ömer; Yalvanlarlı (Radovene) İsmail Hamzov; Sarıyerli Sabri İsmail; Alvanlarlı Ali Orman ile dost olur. Razgradlı Ali Mutlu, Silistreli Hayrettin Ali ve Nasuf Bilal ile davaya uyanış yolunda birbirlerine ısınırlar. Nazım Salih Direniş Örgütüne üyeliği hemen kabul etmez. Dilekçesini tüm belgelerini, program ve tüzüğü okuduktan, üzerinde uzunca düşündükten sonra onaylar ve imzalar. O andan sonra da grevlerin, yürüyüşlerin, ayaklanmanın en önemli örgütçüsü ve kitleyi kabartan motor olur. Mukavemet hareketi gizli örgütlendi. Türk ahalisi hak ve özgürlükleri geri almak için her şeye, her fedakârlığa hazırdı. Gizli örgüte 3 bin kişi kaydoldu. 1988’de sürgünlerden bazılarının serbest bırakıldıktan sonra köylerine dönmeleriyle çalışmalar daha da geniş boyutlar aldı. O da Aydemir köyüne oğlunun yanına döndü. Demokratik Lig yönetimi ile Razgrad, Şumen ve Sevlili örgütleriyle irtibatı kurdu. Bu gizli faaliyetinde Razgratlı Ali Mutlu ve eşi Fatma, Şumen’li Ahmet Osman ve Ak Kadınlı Ehliman Dönmez, Doğrularlı Selahattin Bayraktar ile Yüksel Osman, Sevlili öğretmen Yusuf Akın ve eşi Vasfiye, “İskra” köyünden öğretmen Osman ve diğer birçok yürekli Türk aydını Ayaklanma örgütlenmesinde ve gerçekleşmesinde gece gündüz güç esirgemedi. Çalışmaların koordinasyonu “Hür Avrupa” ve “Amerikanın Sesi” radyolarında yankılandı. 1989’un Mayıs ayında Bulgaristan Türkleri Münih’ten yayın yapan “Almanya’nın Sesi” radyosundan Rumanya Uzunova ile 100 defadan fazla irtibat kurmayı başarmıştır. Türkler sürüldükleri bölgelerden bu yayınlara faal katıldı. Ayaklanma eşiğinde Demokratik Lig direniş örgütü yarı legal durumdaydı. Merkez yönetim sürgündü. Bölge yöneticileri de yarı legal durumdadır. Halk arasına yayılan örgütün Kurultay toplayıp legalleşmesi ve açık çalışmalara yoğunluk kazandırması zamanı gelmişti. Yönetim açlık grevlerini başlatma kararı aldı. Örgütü tescil ettirmek için önce Pleven mahkemesine başvurdu. İktidarı şaşırtmak için değişik kurultay yeri ve tarihi duyuruldu. Bu çalışmaların merkezinde olan ve açlık grevlerini koordine eden Nazım Saliev 15 Mayıs 1989’da tutuklandı. Türkiye’ye kovuldu. Yapılan hazırlıklara göre, açlık grevleri 20 Mayıs günü Ayaklanma şeklinde kabaracak ve yayılacaktı. Türklerin yaşadığı bölgeleri saracaktı. Bulgaristan’dan kovulurken Nazım Saliev kendi yerine Ayaklanma davasını sürdürmek için yetkilerini Silistreli dostu hukukçu İsmail İsmail’e devretti. Demokratik Lig Başkanı Mustafa Ömer ise, tutuklanıp Türkiye’ye kovulmadan önce başkan yetkileriyle Sliven’in Alvanlar (Yablanovo) köyünden Hüseyin Nuh’u donattı. Örgütün arşivi de Nuh’a teslim edildi. Böylece ayaklanma başsız kalmamıştı. Bulgaristan Türklerinin Demokratik Lig yönetiminde gerçekleşen 1989 Mayıs Ayaklanmasının son hazırlık dönemine çok aktif katılan Nazım Saliev’in çalışmalarını hatırlayalım: Silistre Gizli Polis Şefi Yovko Marinov 8 Mayıs 1989 günü, dik kafalı tutumundan vazgeçmesi için, onu son defa yanına çağırdı. Nazım, memleketten kovulacağını düşündü. Geceyi ailesiyle geçirmesi için eve gönderildi. Fırsattan yararlanıp yola çıktı, 500 km geçti ve Vratsa ili “Donla Kremena” köyünde Nasuf Bilal ile buluştu. (Nasuf Bilal Kotel’e bağlı Doğancılar köyünden olup, yüksek öğrenimli, 18 yıl Alvanlar’da Okul Müdürlüğü yapmış, Ocak 1985’te isim değiştirmesine karşı direniş öncülerden biri olup, işkence görmüş, 3 yıl “Belene” ölüm kampında kaldıktan sonra bu Bulgar köyüne sürülmüş, Demokratik Lig kurucularındandır.) Aynı gece Demokratik Lig yönetimiyle görüşür. Başkan Mustafa Ömer ile ayrı görüşmede bulunur. Sekreter Sabri İskender ile konuştuktan sonra Nasuf Bilal ile bir daha buluşur. Bu onların son görüşmesidir. Ertesi gece Sevlievoya geçer ve örgütçü Yusuf Akınlar’ı bulur. 11 Mayıs 1989 günü Razgrad’a döner. Bölge sorumlusu Ali Mutlu’nun evinde kalır. O gece Razgrad il örgütü üyeleri gelip kendisiyle görüşür. Talimat alır. 12 Mayıs 1989 örgüt sorumlusu Ali Özgür’ün evinde konaklar. Ona ge-

Bulgaristan Türklerinin Sesi

rekli bilgileri verir. Doğrular’da örgüt eylemcileri Ehliman Dönmez, Selahattin Bayraktar ve Yüksel Osman’la son görüşmesinden sonra, Aydemir’e ailesine döner. Milisin her gün kapıya geldiğini öğrenir. 15 Mayıs sabahı Silistre polisine gider. Baş amir Yanko Marinov önceden hazırlanmış 12 Mayıs 1989 tarihli pasaportlarını verir ve eşiyle ikisinin de ülkeyi terk etmesini ister. Totaliter rejimin iki polisi eşliğinde Kapı Kuleye getirilir 16. Mayıs’ta Bulgaristan’dan çıkar. Mustafa Ömer’in kaderi de aynı olmuştur. Yeri gelmişken işaret edelim. HÖH Başkanı A. Doğan ve arkadaşları Demokratik Lig örgütünü ve yönetimini arayıp temas kurmamıştır. O ağır dönemde sürgün bölgelerine gidip Mustafa Ömer ile görüşenlerden ve işbirliği yolları arayanlardan biri 1989 Viyana Destek Örgütü Başkanı Avni Veli’dir. Bu örgüt, Mayıs 1989’da Kırcaali ve Haskovo illerinde açlık grevleri, Cebel ve Mestanlı’da ayaklanma, Kırcaali’de polisle çarpışmıştır. AvniVeli Mayıs 1989’da Bulgaristan’dan kovuldu. Örgütün dağılması ya da mücadeleye devam etmesi konusunda alınan bir karar olmadığından Ayaklanma halkı ve ülkeyi sarmıştır. Nisan Mayıs 1989’dan başlayarak açlık grevleri ve grevler Bulgaristan’ın etnik olarak karışık nüfuslu ya da yalnız Türklerin yaşadığı Şumen, Novi Pazar, Mahmuzlu, Vırbitsa, Orlyak, Omurtag bölgelerini sarmış ve Silistre, Razgrad ve Kırcaaliye taştı. Açlık grevine, 7 Mayıs 1989 Bayram ertesinde, ilk başlayan Şumen’e bağlı Todor İkonumovo köyünden 7 kişidir: Tahir Çavuş, İsmail Kılıç, Rahim Fıçıcı oğlu, Mücellip Tabak, Vazım Kaçak, Kazim Tabak ve Hidayet Kuşku açlık grevini başlatanlardır. Birkaç günde etraf köylerde 300 kişi ölüm orucuna katıldı. Grevcilerden Rahim Fıçıcı oğlu ile Mücelip Tabak da olmak üzere 10 kişi Viyana’ya kovuldu. Daha sonra büyük sayıda Belgrad ve tek yönlü biletle Toronto’ya da kovulanlar oldu. Demokratik Lig tarafından örgütlenen kitle hareketleri, gösteri ve yürüyüşler kurban almaya başlamıştı. Mayıs Ayaklanması yarım asırdan beri tırmanan totaliter baskı ve terör rejimine karşı bir isyandı. Bulgaristan’da zülüm rejiminin devrilmesi ateşini yakan ve halkı uyandıran, Bulgar demokratik güçlerine de cesaret veren bir büyük ve güçlü hareketlenme oldu. İnsan haklarını çiğneyen, adaleti ayakaltına alan, demokrasiyi koklatmayan bir rejimden hak ve özgürlük arama, hesap sorma ışığını kendilerinde bulan Bulgaristan Türkleri bütün toplumu etkilemiş ve ayaklanmaya uyandırmıştı. Batı radyoları Bulgaristan Demokratik Lig yöneticilerinin, isyan alayı önderlerinin ülkeden kovulmaya başladığını 18 Mayıs 1989 akşam yayınında ilk kez duyurdu. Aynı haberde Demokratik Lig öderlerinden biri olan Ali ormanlı, eşi ve kızının da Bulgaristan’dan atıldığı bildirildi. 20 ve 21 Mayısta bütün Bulgaristan’da Türkler gösterideydi, polisle, askerle çatışıyordu. Sürgünler Kuzey Batı Bulgaristan köylerinde sürgündeyken, doğum yerlerinde hepsinin pasaportları hazır edilmiş ve ülkeden kovulmaları kararı yürürlüğe konmuştu. Ayaklanan halk ülkeden kovulmaları kararlaştırılan kahramanlarına sarılmış onları bırakmak istemiyor ve onların peşinden sınıra yönelmeye başlıyordu. Ayaklanma günü bir rastlantı sonucu seçilmemişti. 6 Mayıs 1989 Kurban Bayramdı. Türkler bayramlaşırken kendi aralarında 30 Mayıs 1989’da Paris’te Avrupa İnsan Hakları komisyon toplantısı olacağını paylaştılar. Hazırlıklara başlamadan hemen ertesi gün başlayan açlık grevlerinde isimlerin geri verilmesiyle birlikte, geleneklerimize göre yaşamak ve okullarımızın açılması istendi, Bulgaristan Türk ahalisini yok etme politikasına son verilmesi tüm dünyaya duyurma hedeflendi. devam edecek

GÖÇLERİN EDEBİYATIMIZA YANSIMASI Gazeteci-yazar: Mehmet Alev Kocamustafa halk türküsünde de Budin’de düşmanların İslam eserlerini acımasızca yakıp yıktıkları, insanlaOsmanlılar, bir uçbeyliği olarak, 1300’lü yıllara ka- rımızın naçar bir durumda oldukları zengin betimdar Anadolu’da siyasi, ekonomik ve bir ölçüde kültürel lemeler ve teşbihlerle terennüm edilmektedir. istikrarı yakaladıktan sonra, Balkanlar ve Avrupa coğOldukça uzun süren bir zaman diliminden sonra rafyasında fetihlere girişirler. O yüzyıllarda hükümdarla- Balkanlar’dan, özellikle Bulgaristan’dan Türkiye’ye, rın kendi topraklarını genişletme, büyütme istemleri ga- 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı yüzünden gerçekleyet normal ve doğal kabul edilirdi. Ve bu fetihler, birkaç şir. Kimi bilim adamlarına göre, bu vesile ile yurdunyüzyıl zaferden zafere koşmak gibi bir görünüm arz eder. dan yuvasından olanların sayısı milyon, hatta bu raAncak, 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması’ndan kamın bile üzerindedir. Demek ki, yumak sökülmüş, sonra, fetihlerin hızı kesilir, hatta geriye dönüş başlar. göçler ta günümüze kadar dur durak bilmeyecektir… Bu geriye dönüşlerin diğer adı “Göçler’dir”. Halk, Osmanlı-Rus Savaşı’nın açtığı derin yaralar Bu göçler, askerden, ordudan ziyade halkı, ale- yüzünden, köy ve kasabaları harabelere dönüştürdüğünlade insan yığınlarını, aileleri etkilemiştir. den dolayı gayet isabetli olarak, bu savaşı “Bozgun” olaŞimdi bu göçler edebiyata yansımış mı? Ne bo- rak nitelemiştir. Bu topraklarda varlığını sürdüren Türkyutlarda yansımış? Örneğin Prof. Dr. İlber Ortaylı Ho- ler, tüm Müslüman halk, tepetaklak bir konuma getirilir. camızın ifadesiyle: “1912-1913 kışı, felaket bir şey, Ama bu “Bozgun”, depremlerde olduğu gibi apanBalkanlar’dan insanlar ricat ediyorlar köylerden, şehirler- sızın, halsız habersiz gelmez. Ruslar’ın Balkanlar’a, sıden. Paltosunu bile bulamayan köylü çocuklar falan, pe- cak denizlere inme planları Karlofça Antlaşması’ndan rişan vaziyette Edirne’ye, İstanbul’a yığılıyorlar…” (Os- sonra, peyderpey devreye girer. Ruslar, kendi ve yerli manlılar… Hulki Cevizoğlu, İnkilap, 2011 sayfa: 262) ajanları vasıtasıyla ustaca “korku makinasını” devBöyle bir can pazarı yaşanırken edebi- reye sokarlar. Bu, “Moskof geliyor!”, “Bu toprakyattan söz edebilir miyiz? Ve ne ölçülerde? ları Moskof alacakmış!” anlamında şayiaları, TürkleOsmanlılar’ın ilk büyük yenilgisi Macaristan’da, rin yaşadığı yerlere yayarlar. Bu söylentiler, insanımızın Budin’de yaşanır. Osmanlılar, bu topraklara 150 yıla belleğine adamakıllı yerleşir. Osmanlı hakimiyeti zayakın hakimdirler. Türkler, bu yerlerde yerleşik bir ya- yıfladıkça, bu korkuların dozu da artırılır. Ruslar, bu şama geçmişlerdir. Kaçar-göçer değillerdir. Bu yenil- korku psikolojisini yaymakla iki temel amaç hedeflegiden sonra bu topraklardan geriye dönüş başlar. On- mişlerdir: Biri, hem ordularımızın, hem de insanlarıbinlerce, yüzbinlerce insan Balkanlar’a, Anadolu’ya mızın direnç gücünü sıfıra indirgemek, bundan sonra doğru yola çıkar. Hatta, Bab-ı Ali’de bu göçmenlerle da tüm Müslüman halkı göç yollarına dökmektir. meşgul olacak bir heyet dahi kurulur. Macar topraklaRus, bu iki hedefi de (Plevne savunması hariç) rını terk etmek zorunda kalan insanların bir kısmı yol- tamı tamına yakalar. Topraklarına, malına mülküne, larda kalır, bir kısmı Balkanlar’ın değişik bölgelerine sı- canına, ırzına karşı saldırı olmasına rağmen halktan ğınır. Bugün, Bulgaristan’ın birçok yerinde “Macarlar”, belli başlı bir direnç, bir karşı koyma anlamında bir “Latinler” , “Krallar” biçiminde soy adlarını araştırdı- hadise çıkmaz. Bununla beraber, “Ruslar Tuna’yı atğımızda, bu bizi, hiç kuşkusuz, 1700’lü yıllara götüre- lar” atlamaz, Türkler Anadolu yollarına dökülürler. cektir. Bir kısım vardır ki, tutsak edilmişlerdir. İsimleri Savaşın daha ilk günlerinde bu bir etnik temizve dinleri zorla değiştirilerek, Macaristan’da kalmışlar- leme savaşı olacağı anlaşılır. Çatışmalar daha fazla dır. Hatta günümüzde Zigetvar civarında bu tür sülalele- cepheler arasında değil, sivillere yöneliktir. Kazakrin varlığından bile söz edilmektedir. Ne var ki, bunlarla ların gaddarlıkları had safhayı bulur. “Göçmen kafiilgili olayları yazılı olarak kitaplarda bulmak zordur. leleri Bulgar çetelerinin acımasız saldırılarına uğraAma halk yaratıcıları, bu acılı ve korkunç olayları bel- mış ve çok sayıda göçmen katledilmiştir.” (B. Şimşir, leklerine yazmışlar, daha sonra dizelere döküp bir ağıt, Rumeliden Türk Göçleri, Ankara-1989, sayfa 132) bir türkü olarak dile getirmişlerdir. Çocukluğumda “Bozgun” zamanındaki gerçekleşen göçleri, yaanneannemden şu türküyü defalarca dinlemiştim: şanan katliamı, “Tarihçe-i Vaka-i Zağra” adlı eseHüseyin Raci Efendi en gerçekçi bir dille kaB U D İ N T Ü R K Ü S Ü rinde leme almıştır. daha ağırlıklı günce niteliğinde Budin dedikleri bir şirin kasaba olup Ruslar’ınBuveeser, Bulgarlar’ın zorbalıkları an be an İçinde kesilen kelleler gelmez hesaba anlatılmıştır. “…Birkaç mahalle halkı bir araya topAldı kafir, sardı düşman nazlı Budini lanıp, gece gündüz, uykusuz bekleşirlerdi. Kapı kıAman Padişahım böyle bilesin. rılmaya veya duvardan aşılmaya başlanınca kuzuHıristiyan güçler, barbarca bir taktik uygulayarak lardan ayrılan koyun sürüleri gibi hep bir ağızdan kısa bir süre içinde Budin içindeki Müslüman erkek un- feryad-ü figana başlar, gayet acı acı bağrışırlardı…” Gündüzleri ise bundan beter bir haldeydi. Bisurunu kılıçtan geçirerek topyekun imhasına giderler. Ortada aç açık, güçsüz kuvvetsiz kadınlar ve kız çocukları çare İslam muhacirleri kucaklarında masumvardır. Onları bir kıyıma tabi tutmamakla, Hıristiyanlar’ın cuklarıyla mezardan çıkmış gibi yalınayak, tithain, iğrenç amaçları daha sonra ortaya çıkacaktır… reyerek hükümet kapısına gelirler, titrek sesleri ile: - G i t t i e v l a t l a r ı m ! Halk yaratıcısı, bu tarihsel olayı, bu büyük tra-Yazık gitti erkeklerimiz. Babalarımızı, kardeşlejediyi tüm nüansları, olağanüstü boyutları ve renkleriyle gözlerimizin önüne sermektedir. Avrupa’nın rimizi öldürdüler!”… (Edebiyatımızda Balkan Türkgöbeğinde gerçekleşen bu kıyım, bir genç kızın ağ- lerinin Göç Kaderi, H.S.Yenisoy, Ankara-2005, s.188) Görüldüğü gibi, savaş ve göç hareketlezından verilir. Bey kızı olup bitenleri, Padişaha duyurmak ister, Budin’de yaşanan korkunç katliam- rine yazar H. Raci Efendi, bizzat tanık olur. Yazadan haberdar olmasını, imdat göndermesini talep eder. rın gözlerimizin önüne serdiği canlı tablolar, adeta Gözleri yaş dolu, bağrı yanık kızdan aynı akıbete uğ- yüreklerimizi karartır, vicdan sahibi bir adamı: “Bu rayan kızların ve gelinlerin sayısını da öğrenmekte- kadar da gaddarlık olur mu?” diyerek isyan ettirir. Esasen Osman Paşa’nın Pilevne savunmasında yiz. Aynı zamanda ağıtın müellifi, dinini imanının vermemekte direneceğini de kesin kes ortaya koy- askeriyle dillere destan kahramanlığını dile getiren maktadır. “Dinim din İslam’dır vermem kendimi…” “Marş”ta da göç ve insanların çil yavruları gibi da“Budin içinde toplar atıldı/ Sabah namazında cami ğılması motifi yer almaktadır: “…Kılıcımı vurikıldı/Üülen namazında kilise yapıldı/ Kilisenin içinde dum taşa / Taş yarıldı baştanbaşa / Kör olası Mahkafir oturdu…” (Anamın Türküleri, F.Ocak, 2008) mut Paşa / Attı ya bizi dağa taşa…” (Göç Kaderi, s.7) Bulgaristan Türklerinin yaşamını kökten sarBu dizelerdeki duygu yoğunluğu o denli şiddetlidir ki, adeta top atışları kulaklarımızı deler, ka- san 1877-1978 savaşının bilançosu da çok ağırdın ve çocukların bağrış ve yakarışlarını duyarız… dır: 250-300 bin ölü ve 1.5 milyon göç. Bu ra“ALDI NEMÇE BİZİM NAZLI BUDİN’İ” kamlar değişik kaynaklarda farklılık gösterebilir.

1913 Sofya

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Abidin KARASU

Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Dr.Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK D o c . D r. S a k i n Ö N E R Doç. Dr. Emine İNANIR D o c . D r. H a s i n e Ş E N Diş Hekimi Halide ÜMİTFER Dr.A ziz ŞAKİR

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Nafiye YILMAZ Av. Vildan UMUT Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM Nesrin S. KIRATLI Filiz SOYTÜRK Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Neriman ERALP Aydın FİDAN

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 477 61 10 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Star Medya Yayıncılık A.Ş. Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK

Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Avusturya -Viena Osman BÜLBÜL Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan İsveç Seval ÖZTÜRK

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. BPaşa-500 Evler: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar: Müjgan DENİZ ist. Başakşehir: Ayten ERDEM ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

ozgun Ruhu - Şakir ARSLANTAŞ 1989 Göçünün 25.Yıldönümü BBulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Der- şöyle bir gerçekle yüzleşiyoruz. Rus Osmanlı B S P - ATA K A - D P S ü ç l ü s ü n ü n T ü r k ve Türklük düşmanı etkinliklerinin hemen durdurulması en güncel sorun olmuştur. I.Oturum Başkanı Kırklareli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehet Dalkılıç da yaptığı konuşmada en önemli hususun eğitim olduğunu ve sadece bizler değil tüm yeni neslinin eğitmemiz gerektiğini ifade etti ve şöyle dedi:“Anadilimiz, özgün kültürümüz, ibadet haklarımız ve tarihi mirasımız tehdit ve tehlike altındadır.” Bursa’dan Sempozyuma katılan Ayşe Hacıoğlu da yaptığı konuşmada, “Bulgaristan’da yaşayan Türk çocuklarının ana dil Türkçe eğitim ve öğrenme problemlerini dile getirdi. Bu gün Bulgaristan’da özellikle köylerde yaşayan çocukların, Bulgarca eğitim almak noktasında sorun yaşadıklarını” belirtirken, “Bu gün Bulgaristan’da Türk çocuklarına doğru dürüst Türkçe dil eğitimi verilmediği için, ayrıca bu konuda Türkçeleri yeterli olmadığından, kültürel yok oluşumuz söz konusudur. Bu elbette tek sorun değildir; İbadet özgürlüğü, ibadethaneler, tarihi kültürel mirasımız ve pek çok unsur Avrupa Birliği kriterlerini hiçe sayıldığından güvence altında değil.” dedi. İnsanların yaşadıklarını unutmasının mümkün olmadığını ve yıllarca yaşanılan acıların hafızalarda kaldığını ifade eden Hacıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “ Artık Bulgaristan’ın içinde bulunduğu durumu fark edip burada yaşayan tüm insanların daha iyi şartlarda yaşamaya hakkı olduğunu fark edip ona göre bir karar vermesi gerekiyor. Elbette Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Pomakların, Bulgarların kısacası tüm halkın haklarının korunması, eşit, adil ve şeffaf bir ülkede yaşamaları öncelikli olmalıdır. İnsan haklarına saygılı, rüşvetin, haksızlıkların olmadığı bir ülke olmasını istiyoruz Bulgaristan’ın. Biz Türkler yüzyıllar boyu bu topraklarda yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz, edeceğiz de. Bulgaristan kopamayacağımız bir yer, öyleyse artık silkinmeli ve bir karar vermeliyiz.” Bulgaristan’dan gelen katılımcılar, sempozyumda sunulan ANA RAPORU yapıcı, hoşgörülü ve yaratıcı ruhlu buldular. Türkiye ile Bulgaristan işbirliği yapmadan ne finans ne de ekonomik bunalımlarından çıkış yolu bulunamayacağına işaret ettiler. 600 yıl iyi komşuluk diyarı olan Balkanların geleceğini belirleyecek olan da yine Türk Bulgar dostluğu ve iyi komşuluğu olacağını vurguladılar. Bulgaristan’dan gelen misafirler; Menderes KUNGUN, Ulusal Türk Birliği başkanı; - Bu sempozyumda olmamdan dolayı gurur duyuyorum. Özgür bir ortamda ve tarihi İstanbul Ünüversitesi’nde bizleri ilgilendiren konular üzerinde konuşma ve tartışma fırsatlarımız oldu. Bilindiği gibi, faaliyette bulunan HÖH, Bulgaristan’daki Türk azınlığının menfaatlerini korumuyor. Bence yeni veya temizlenmiş bir Türk partisi gerekli, tüm Müslümanları kapsamalı ve milli azınlığın birlikteliğini garantilemeli. Ulusal Türk Birliği (UTB) 2006 yılında kurulmasına ramen bir türlü günümüze kadar bir resmiyet kazanmadı, halbuki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ile kuruldu. Birliğimizin genel hedefi Türk azınlığının kabul edilmesi, oturtulması ve gelişmesini sağlamak. Bizler Avrupa standartlarına göre bütün insan haklarını, Türkçülüğün özünün korunması için mücadele etmekteyiz. Efrem MOLLOV, Pomak Parti Başkanı ve Avrupa “Pomak” Enstitusu başkanı; - Bende burada bulunmaktan çok sevinçliyim, çünkü bir tek Türkiye’deki göçmen Pomak kardeşlerim bunca yıldır hiç bir zaman herhangi bir asimilasyona

uğramamışlardır, baskı ve züllümün ne olduğunu bilmezler. Benim burada temsil ettiğim Avrupa “Pomak” Enstitusu, Bulgaristan’daki Pomakların tek sivil toplum kuruluşudur. İlk önce ben, bizim kuruluşumuzu bu önemli organizasyona davet ettikleri için BULTÜRK yönetimine ve bizzat Sayın Rafet Ulutürk’e teşekkür ediyorum. Bilindiği gibi, biz Pomaklar son 136 yılda Bulgaristan devleti tarafından yedi kere zoraki asimilasyona uğradık. Bu vahşi zorbalığın halkımızın üzerinde yarattığı tahribatları bir biz biliriz, bir de yüce Rabbimiz. 1989 yılının sonunda Pomaklar Sofya’nın göbeğinde büyük bir miting yaptık ve orada bu asimilasyonları şiddetle kınadık ve isimlerimizin iadesi için mücadele ettik. İşte bu miting esnasında başımıza, yine devlet eliyle, yeni bir zorba getirildi. Sivil polisler eşliğinde o beyaz arabadan inen şahıs Medi Doganov’tu. Son 25 yıldır bu şahsın yönettiği DPS partisi Pomaklara karşı en büyük asimilasyon politikalarını yürütmektedir. DPS bir devlet partisidir. Ben ümit ediyorum ki, Bulgaristan’daki Pomaklar yakın zamanda özgürlüklerine kavuşacaktır ve böylece halkımıza yönelik bu asimilasyon politikalarına son verilecektir. Osman Bülbül, Ulus Derneği Başkanı;- Bulgaristan’da hukuki açıdan Türk-Müslüman azınlığı yoktur, ne Anayasa’mızda, ne de diğer kanunlarda böyle bir azınlık tanınmış değildir. Bir imza kampanyası düzenleyerek, Bulgaristan devletine taleplerimizi sunduk. Bu belgede Türk ulusal azınlığının tanınmasını istedik. Ayrıca serbest ulusal tayin hakkını istedik. Anayasa’da yer alan etnik açıdan parti kurma yasağının kaldırılması, Türk okulları, kültür evleri ve üniversiteler açılması taleplerinde bulunduk. Serbest birleşme ve ulusal Türk azınlığının mensubiyet haklarımızın ihlali nedeniyle Strasburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açtık ve onun kararını beklemekteyiz. Sempozyum katılımcılar ve basın mensupları tarafından yüksek değerlendirildi. Yaratıcı ve hoşgörülü ruhun Sofya’ya taşınması istendi. Sempozyumda tebliğ sunan konuşmacılar: I:Oturum Bsk. Prof. Dr. Mehmet Dalkılıç (Kırklareli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı), Alptekin Cecherli (Strateji Uzm. –Yazar – Kocaeli) Doç. Dr. Hasine Şen (İstanbul Üniversitesi), Prof. Dr. Cengiz Hakov (Bulgaristan – Sofya), Doç. Dr. Aleksey Kalyonski, (Sofya Universitesi) Dr. Erjada Porogonati (Gazi Üniversitesi – USGAM - Arnavutluk), Ayse Hacıoğlu, Aziz Şakir (Sabancı Üniversitesi – Sofya Üniversitesi), Rüstem Avcı (TRT Sanatçısı), Ahmet Tüzün (İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı SporA.Ş.), II:Oturum Bsk. Dr. Müjgan Deniz (İstanbul Üniversitesi), Dr. İbrahim Karahasan Çınar, (Bulgaristan – Sofya), Abidin Karasu, Dr.Metin YURTBAŞI- (İstanbul Üniv., İngiliz Dili ve Edeb. Efrem Mollov (Avrupa “Pomak” Enstitusu Başkanı ve Pomak Partisi Genel Başkanı– Bulgaristan), Nesrin KIRATLI III:Oturum Bsk. Prof. Dr. Ramazan Biçer, Sakarya Unv. İlahiyat Fak. Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Başkanı Alpay Dinçer, İsmail Cingöz, Dr.Necdi ÖZTÜRK, Sabri İskender (Bulgaristan Türkleri İnsan Hakları Savunucuları), Mehmet Alev, Emel Balıkçı, IV:Oturum Bsk. Dr.Sakin Öner-İstanbul Lisesi Müdürlüğünden emekli, Sabri İSKENDER, Şamil Kucur (Araştırmacı Yazar – İstanbul), Menderes Kungün-Bulgaristan Ulusal Türk Birliği (UTB) Başkanı,, Osman Bülbül –Austriya - Viena; Aliş Sait – Bulgaristan Gazeteci yazar, Celal Öcal - Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği.

neği (BULTÜRK) üyesi olup Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi’ yayınlarından olan (bghaber. org) sayfalarında yazan soydaş kardeşlerimin Mahmuzlar (Todor İkonomovo) ve Bohçalar (Kaolinivi) bölgesinde başlayan Mayıs 1989 Ayaklanmasına bu denli büyük önem vermeleri ve olayları (imkanlarımız dahilinde olmaklla) yeni bir sık elekten geçirmeye çalışması, şahsen beni gururlandırdı. Burada çok önemli bir olaydan, Bulgaristan Türklüğünün bir zulüm rejimi olan komünist totalitarizme ve tek partili komünist yönetimin keyfi idaresine karşı ayaklanmasından söz ediyoruz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1956’da Macaristan’da ve 1972’de Çekoslovakya’da olmak üzere, daha önce iki anti-totaliter ayaklanma yaşandı. Birincisi Rus tanklarıyla ikincisi de Varşova Parti çizmesiyle bastırıldı. O iki ulusal patlamadan farklı olarak, Bulgaristan’da ayaklananlar bir ernik azınlık olan Türklerdi. Bulgaristan Türk azınlığının doğal ve insan hakları, hak ve özgürlük uğruna isyan etmesi hem ülkede hem de dünyada pek çok kişiyi şaşırtmıştı. Çünkü bir asırdan daha uzun bir zaman ezilen ve kimlikleri tescillerden silinen, hakları kölelerin haklarından az olan, hatta ana dillerinde konuşmaları bile yasaklanan ve İbadet hakları da ortadan kaldırılan bu Müslüman azınlığın kendinde kuvvet, ruhsal uyanış, cesaret ve umut ışığı bulup ayaklanmasına hayret etmemek elde değildi. “Türksüz bir Bulgaristan” yaratma çabaları çok eskilere dayanır. Bu, Güneye devamlı yayılmayı hedefleten Rusya’nın imparatorluk stratejisinde ana yönlerden biri olmuştur. 3 Masım 1839’da Sultan I. Abülmecit tarafından imzalanan ve toplekün bir değişikliği ve yeniden yapılanma ifade eden, “düzenleme”, “yapılanma” (reorganizasyon) anlamına gelen Tanzimat Fermanı’nı imzalamasından sonra siyaseten Batı’nın yörüngesine giren Osmanlı’da birçok değişiklikler oldu. Bu yenilenme bizim Dobrucayı, bugünkü kuzey Bulgaristan’ı doğrudan etkilemiştir. Tanzimat Dönemi 1839’dan 1876’ya kadar uzanan bu 36 yıllık reel yenilenme süresidir., 1876’da Osmanlı Anayası’nın kabul edilmesiyle noktalanmıştır. Bu dönemin insan haklarının eşitliği açısından uyguladığı özellikler şunlardır: 1) Fransız Devrimiyle hayat bulan özgürlük, adalet, eşitlik ve kardeşlik gibi temel insan hakları Padişah tarafından Osmanlı halkına (bu arada Hıristiyanlara ve Bulgarlara) bahşedilmiştir. 2) adalet sistemine hiçkimsenin yargılanmadan cezalandırılamıyacağı ilkesi getirilmiştir. Yargılanan bir kişinin malına ve mülküne devletin el koyması ilkesi kaldırılmıştır. 3) Gayrımüslüm Osmanlı uyuruklarına kaldırılan haklarla, Müslüman ve Müslüman olmayan halk arasındaki adli ayrılıklar ortadan kaldırılmıştır. 4) Gayrı Müslümler için İslam hukukundan kaynaklanan farklılıklar ortadan kaldırılmıştır. Fakat Ruslar ve Bulgarlar bu değişiklikleri kendi menfaatleri için kullanmayı başarmiştir. Bu reformlarla can ve mal güvenliği sağlanan gayrı Müslüm halkın, Rumelideki Türk ve Müslümanların Meşrutiyet ve arkasından Cumhuriyete, aydınlığa ve modernizme birlikte ilerlemelerinin hukuksal yolları açılmıştır. Osmanlı tarihinde, Aydınlanma çağına geçişin kapısını aralayan Tanzimat Dönemi’nde, bizdeki yaşam daha iyi olduğundan dolayı Rumeli’ye büyük sayıda Hırıstiyan giriş yapmiştir. Tanzimat ile birlikte din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin herkesi yasa önünde eşit sayan bir toplum anlayışı geliştirilmeye ve yerleştirilmeye çağrılmıştır. İşte böyle bir sosyal ortamda Bulgar okulları açılmış, Kiliselerde din eğitimi verilmiş, Osmanlı yıllarında aydıınlanma ve uyanış çağını yaşayan Bulhar halkının aydınlar ordusu kurulmuştur. Büyük yazar Dostoevski’nin “ANILARIM” eserinde yer verdiği üzere, 1877’de “Bulgar halkını esaretten ve sefillikten kurtarmak için” Tuna’yı geçen Rus asker ve subayları “Bulgar köylülerini avlusu ve bahçesi olan, sayaları koyun keçi dolu, huzur içinde, iyi komşuluk ilişkileriyle belirlenen varlıklı bir yaşam tarzı içinde bulmuştur.” Buna rağmen, Osmanlı’yı parçalayıp topraklarında hakimiyet kurmayı stratejik hedef bilen Rusya objektif gerçeklerden asla etkilenmeden, Balkanlar’da “Hrıstiyan” ulusları devlet kurma yolunda yönlendirmekten ve silahlandırıp kışkırtmaktan asla vaz geçmemiştir. 150 yıl sonra bu tarihsel gerçeklerden ders almak ve yeni gelişmeleri doğru algılayarak, çözmek zorundayız. Rus planlarında, bizdeki Müslüman Türk nüfusun Hırıstiyan nüfusla değiştirilmesi çok önemli yer tutar. Bu değişmez planın uygulanmasında farklı aşamalar görüyoruz. Örneğin 1977 / 1878 Rus-Osmanlı Savaşı’nı ve ardından gelen BOZGUN’u dikkate aldığımızda

Harbi’nden Rusya’dan yana yer alan Rumeli’deki Bulgar nüfusla Türk nüfus arasında birbirine karşı güvensizlik ve düşmanlık başgöstermiştir. Harp sonrası Türkler yenilgiyi kabul ederek, bundan böyle bu topraklarda kendilerinin güven içinde olmadıkları duygusuyla Anadolu’ya göç etmeyi tercih etmişlerdir. Zafer sarhoşluğuna kapılan Bulgarlar bunu fırsat bilerek, Türklere gözdağı verip, onları göçe zorlamışlardır. Osmanlı topraklarına yapılan bir saldırı savaşı, haksız bir savaş olan Plevne Savaşı’ndan sonra Bulgaristan Türkleri arasında bir Atasözü ayarında şöyle bir söylenti belirmiştir: “Bu topraklar bize haram olmuştur. Yürüyebilen yürüsün, yürüyemeyen sürünsün gitsin. Gideceğimiz yer Anavatan Türkiye’dir!” Bu ruhsal kırılma ve ani değişim sonucu, “askerlere cephane taşımak için hazırlanan trenlere, göçmenler doluşup İstanbul yolunu tuttular.” Şipma ve Plevne bozgularınden panikleyen ve göçe kalkışan ahali hakkında şu ünlü sözünü söylemekte hajklıydı: “Böyle ahaliyi Allah kahretsin!” Panik halinde kaçarak ata topraklarını terk edenler (Evlad-ı Fatihan) Fatihlerin Çocuklarıydı... Bulgaristan Türkleri’nin ruhunu parçalayan bu ilk yara bir daha kapanmadı. Bulgaristan Türkleri arasında yerleşmiş bir değim olan “halkın göçe kalkışması” ne 1878 Berlin Sözleşmesi’nde Kuzel Bulgaristan toprakları Osmanlı Padişahına bağlı bir Prenslik olduğu; ne 1908’de Çar Ferdinant’ın III. Bulgar Çarlığı’nı ilan etmesinden sonra; ne de sosyalisttotaliter Bulgaristan yarım yüzyılında unutturlmadı. Burada çok büyük bir özenle şu noktayı vurgulayarak hatırlatmakta yarar vardır. Bizde “halkın göçe kalkışması” her defasında savaş veya ayaklanma (örneğin 1923 Eylül Ayaklanması) ya da 1939-1945 İkinci Dünya Savaşı) bozgunlarına rastlamadı. Rusların himayesi altında hareket eden Bulgar hükümetleri, Türk ahalide ardı arası kesilmeyen bir şekilde tırmandırdıkları hor görme, kötüleme, tehdit etme, korkutma, huzursuzluk içinde yaşatmayargısız mahküm etme, adaletin yalnız kendileri için varolduğu inancını aşılama politikalarıyla Müslümanların ruhunu bunaltma yolunu seçerek halkı göçe kışkırtmış ve zorlamışlardır. Son 136 yılda ardı arası kesilmeyen göçlerin ana nedeni budur. 1989 Mayıs Ayaklanması Türk ve Müslüman nüfusta bir nefret patlaması ve taşmasıdır. Bulgar makamlarınca iyi yönlendirilerek “büyük seyahat” şeklinde göç olarak gerçekleştirilmiştir. Şimdi de bu süreç devam ediyor. 500 bin çifte vatandaşın Türkiye’de yaşaması, 2.5 milyon Bulgaristanlının halen Batı ülkelerinde bulunması bunun kesin kanıtıdır. Pek tabii ki, Türkleri memleketlerinden kovma politikasının körükleyicisi olan Moskova politikalarının bir ucu da Pomaklara ve Çingene kökenli Müslümanlara da dokunduğundan Bulgaristan boşalıyor. Ne ki dünyada boş kalan bir yer yoktur. Rusya Federasyonu Varna Başkonsolosu Yuriy Solovyov, görev süresinin sona ermesi nedeniyle Varna Belediye Başkanı İvan Prtnih ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, Bulgaristan’da daimi ikamet eden Rusya vatandaşlarının, 500 bin civarında emlakın sahibi olduğunu ifade etti. Rus vatandaşlarının Bulgaristan’da sıkıntıyla karşılaşmadıklarını vurgulayan Solovyov, Bulgaristan’daki Rusların Rusya’ya dönme gibi bir niyetleri olmadığını söyledi.Solovyov, 300 bin Rusya vatandaşının, genelde görev bölgesi içindeki Varna, Burgas, Yambol, Dobriç ve Sliven’de ikamet ettiklerini belirtti. Bizde bozgun havası sürerken, onlar topraklarımıza gelip yerleşiyorlar ve kendilerini huzurlu hissediyorlar. Kırım olayları bu politik komplolara başka bir örnektir. Türk düşmanlığı politikasını şöyle tanımlayabiliriz: Bulgar milliyetçiliğinin temelleri Türk düşmanlığına oturtulmuştur. En büyük kahramanları Türklere karşı vavaşmıl olanlardır. Milli eğitim, yazılı-görsel basın bu konuyu devamlı canlı tutar ve de genç nesli bu yönde eğitir. Türk düşmanlığı ortadan kalkacak olursa, Bulgar milliyetçiliği dayanıksız kalır ve yok olur. 1989 Mayıs Ayaklanmasına silahlı, toplu tanklı saldırılar bu bakıma acımasız ve gadar olmuştur. Büyük bir yüz karasıdır. Türk ruhu kırılmamız, ama iktidar değişikliğine yönelmişken, çağreyi barışçı göçte aramıştır. Bugünkü HÖH / DPS önderleri 1990’dan beri izledikleri politikayı “Yürüyebilen yürüsün, yürüyemeyen sürünsün gitsin!” sentezine dayandırdılar.Yürüyemeyenleri süründürüyorlar, ama nereye kadar?


Bulgaristan’da STK’lardan Erdoğan’a destek.. Bulgaristan Erdoğan’a Güveniyor Platformu Bulgaristan’da faaliyet gösteren beş sivil toplum kuruluşu, “Balkanlar Erdoğan’a Güveniyor Platformu” altında birleşerek Cumhurbaşkanı adayı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a destek vereceklerini duyurdu.

Erdoğan’a desteğin kendileri için görev olduğunu vurgulayan Küngün, ilk defa meclis tarafından değil de halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın Bulgaristan Türklerine daha güçlü bir anavatan sunacağını ifade etti.

Bulgaristan’da Türklerin en yoğun yaRodoplarda Dostluk ve şadığı Kırcaali’de Kültür Derneği’nden Smolyan bir araya gelen STK temsilci- Madandan Rufat FELETİ ise komşuları leri, Erdoğan’a desteklerini açıkladı. Türkiye’nin kendilerine iyi niyetli yaklaştığını ve toplantının Erdoğan’a destek Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet amacıyla yapıldığını öğrenince tereddüt Derneği’nin (BULTÜRK) girişimiyle dü- etmeden katıldığını söyledi. Türkiye’de zenlenen toplantıda üyelere ve vatandaş- yaşayan çok sayıda akraba ve yakınları lara seslenen dernek başkanları, 12 yıllık bulunduğunu anımsatan İsmail, cumhurErdoğan döneminde Türkiye’nin büyüdü- başkanı seçiminde Erdoğan’ın yanında ğünü ve bu büyümenin özellikle yurt dı- olacaklarına emin olduğunu söyledi. şından daha iyi algılanabildiğini belirtti. Yardımlaşma Derneği’nden Mümin BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk, İsmail, seçimim tek turda biteceğini ve Erdoğan’ın zaferini sadece Makedonya ve Erdoğan’ın halk tarafından seçilen ilk cumKosova’da değil, Kırcaali’de de kutlamak hurbaşkanı olacağına inandığını kaydetti. istediklerini ifade ederek, seçimin ardından Kırcaali’nin meydanlarını doldurarak sevince ortak olmak istediklerini söyledi. Ulutürk, “Dış Türkler, özellikle Bulgaristan Türkleri için en doğru ve yararlı yol, Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır” dedi. Ulusal Türk Birliği Başkanı Menderes Küngün de Başbakan Erdoğan dışında kendileri için alternatif olmadığını kaydederek Erdoğan’ın 10 yıl içinde Türk halkının yararına çalışan bir program yürüttüğünü gösterdiğini söyledi. Rafet ULUTURKÜN konuşması

Bizler Türklüğün meyvesi olan Orta Asya Bozkırlarından, Tanrı dağlarından yola çıkarak Anadolu’dan önce Türkleşen Rumeli’ye ulaşan, Bulgaristan topraklarını Türk Dünyası coğrafyasına katan Evlad-ı Fatihanların torunlarıyız. Rodop Dağlarından kıvrım kıvrım akarak Anadolu’ya doğru hızla ilerlediği Akıncılar yurdunda bulunmak. Birçok türkülere, hikâyeye romanlara ve manilere konu olan Rodop insanının ayrılmaz parçası nazlı yâri Arda boyunda yaşayan kahraman Kırcaalilere Bulgaristan’da ULUS Derneği -Aliş Sait,, Ulusal Türk birliği-Menderes KUNGUN, Kültür hizmet ve araştırma derneği, Türk kültür derneği progres –Rodoplarda tür kültürü smolyan Rufat FELETİ ve diğer STK kuruluşlarımızla birlikte yaptığımız bu iftarımıza hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Muhterem misafirler, Kırcaali’de iftarda bulunmak insanı çok farklı duygulara sevk ediyor. Yıllarca kendi kültürümüzden, dinimizden dilimizden uzak tutulmak için uygulanan kültürel soykırımın etkileri hala canlı duruyor hatıralarımızda. Bunlar bizlerin benliğimizde derin yaralar bıraktı. Bu yaraların onarılması daha yıllar alacak. Ama bizleri en çok etkileyen husus bu denli vahşiyane uygulamalar yapan Bulgar komünist devlet yöneticilerinden hiç bir kimsenin ceza almamış olmasıdır. Hatta bu konuda, dava dahi yürütülmemesidir. Bunu nasıl yorumlayacağız. Ya bugünkü yöneticiler bunu tasvip ediyor, ya da ülkede dürüst bir tane yargı mensubu yok demektir bana göre, ben böyle yorumluyorum. Belki de zaman aşımı için bekleniyor, ama insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı olmaz. Yüreklere su serpmek için bu davaların yürütülmesi ve sonuçlandırılması şarttır. Neticeleri ne olursa olsun. Günümüzde örf ve adetlerimiz ile dini inançlarımızı uygulama imkânımız var. Ancak bazı çevreler bizim adetlerimizi yozlaştırmak için elinden geleni yapmaktadırlar. Biz bunlara engel olmalıyız. En basit örnek, yağmur duası merasimlerini, bir nevi eğlenceye çevirme, maksadının dışına itme, gayretleri, bir nevi sıbora çevirme çabaları gözlenmektedir. Buna asla müsaade etmemeliyiz.

10 Ağustosta Türkiye Devletine Başkan seçiliyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde, yerli ve uluslararası medyada, Bulgaristan’da, Balkanlar’da, Türkistan’da ve Avrupa’daki Türk yurdlarında 10 Ağustos günü direkt oylamalı Başkanlık Seçimi gündeme oturdu. Her yerde, herkesin ağzında ve kulağında senin benim oyumla seçilip Çankaya’ya geçecek ilk Türkiye Devlet Başka-nının Sayın Recep Tayyip Erdoğan olması arzusu var. Biz Balkan ve Bulgaristan göçmenleri, soydaşlarımız da bu heyecanı yaşıyor ve Erdoğan diyoruz. Bizlerde değişimin ve yeniliğin bir parçası olmak ve bu değişimde yerimizi almak istiyor. Toplumun enerjisi ve birikimleri boşa gitti. Osmanlıdan Cumhuriyete geçerken oluşan tek partili, tek adamlı v.s. zihniyete dayanan vesait sistemi üç askeri darbeyle toplumu ezdi. Toplumsal yenilenme ve demokratikleşme hamlelerinin belini kıran cunta rejimleri, örneğin Kenan Evren’in tam 34 yıl sonra yargılanıp ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezası alması, aslında 30 yıldan bu yana sızlamaya devam eden yaraları bile saramadı, anaların gözyaşını silemedi, ancak aynı zihniyetle yaşamaya devam edip pusuda bekleyenlere ibret dersi oldu. Olmalıdır! Bizler Bulgaristan Türkleri de Türkiye’de ve Bulgaristan’da oyumuzla bu doğuşa ebelik yapmalıyız. Oyunu Erdoğan’a verenler yenilikçi De-

Çeyrek asır demokratikleşiyorum manisi çalan Bulgaristan’da seçilecek olan adayı ancak parti başkanları gösterdiğinden, halkın özgürce milletvekili adayı gösterebilme imkânı dahi olmadığından, seçmen özgür haklarını kullanmadan özürlüdür. Örneğin 5 Ekim 2014 günü Bulgaristan’da yapılacak meclis genel seçimlerinde soydaşlarımız oy kullanmalarına rağmen, hala kendilerinden hiçbir aday gösteremiyorlar. Bu nedenledir ki, son dönemde hiçbir hükümet 4 yıl süre boyunca ayakta kalamıyor. Parlamento devamlı didişme halinde. Politik güven ortadan kalkmıştır. 5 Ekim 2014 günü yapılacak erken parlamento seçimlerinde de dayanıklı bir politik denge kurulabileceğine inananlar parmakla sayılacak kadar azdır. Biz bugün Neden Erdoğan sorusuna yanıt ararken. Bunun bir tek yanıtı vardır: Türkiye Cumhuriyeti’nin Kafkasya ve Balkanlar, Yakın ve Orta Doğu ve Avrupa’da, dünya çapında lider devlet olmasını canı gönülden arzu ediyorsak; Tekrar Muasır medeniyetlerin (Akıl ve Bilimin) üzerine çıkabilmek için Türkiye Cumhuriyeti’nin Yarı Başkanlık ve ardından Başkanlık sistemine geçmesini desteklemek ve bu dinamizmi hayata çağıran ve yöneten, TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAŞBAKANI Sn. Recep Tayyip

mokratlardır. Başkanlık sistemiyle Türkiye’ye yerleşecek olan huzur ve güven, Türkiye’yi kıskananlara bugün de kâbuslar yaşatıyor. Biz çok ezilmiş azınlık topluluklar olduğumuzdan bu konularda çok duyarlıyız. Bir bakıma, Türkiye ana dil Türkçenin zorunlu okul programlarına alınmasına set çekmiş olan Bulgaristan gibi Avrupa Birliği ülkelerinden en az yarım asır ilerisinde bulunuyor. Bulgaristan Türkleri seçilme ve seçme hakkı gibi politik haklarını son 25 yılda sözde serbestçe kullanabilseler de, Türkiye’de söz konusu olan halkın Başkanını doğrudan seçebilme özgürlüğüdür. Direkt olarak seçme dolaylı seçim sistemlerinden çok ileri bir demokrasi sembolüdür. Doğrudan oylamayla Başkanlık seçimi yakın ve uzak kardeş bölge halklarından hiç birine henüz tanınmamış olan bir edinimdir.

Erdoğan’ı ilk Türkiye Devlet Başkanı seçmek ve yöneteceği rotayı beraberce izlemek zorundayız. Biz Dış Türkler, özellikle Bulgaristan Türkleri için en doğru ve yararlı yol Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’a oy vererek desteklememiz olacaktır.

Biz binlerce yıldır atalarımızdan nasıl devraldıysak öyle devan edeceğiz. Ülkemizde sevindir i c i g e l i ş m e l e r d e v a r. Atalarımızdan kalan onlarca hatta yüzlerce tarihi eserlerimiz. Bunlardan cami, han, hamam, türbe, mescit v.s. gibi onarılarak hizmete sunuldu ve devam etmektedir. Bu eserlerin gelecek kuşaklara aktarılmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ancak bu teşekkürü en çok hak eden Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Çünkü bizim ata yadigârlarımızın yaşatılmasında Türkiye’nin en çok katkısı geçen 10 yıllık süre içinde olmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan bizatihi de Balkanlardaki ata yadigârlarımızdan yakından ilgilenmektedir. Bu nedenle biz de kendisine Evlad-ı Fatihan torunları olarak teşekkür ediyor ve siyasi hayatında başarıların devamını diliyoruz. +++ Bizler Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya çapında lider devlet olmasını canı gönülden arzu ediyoruz. Tekrar Muasır medeniyetlerin (yani Akıl ve Bilimin) üzerine çıkabilmek için Türkiye Cumhuriyeti’nin Yarı Başkanlık ve ardından Başkanlık sistemine geç¬mesini destekliyoruz. Bu dinamizmi hayata çağıran ve yöneten, TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAŞBAKANI Sn. Recep Ta¬yyip Erdoğan’ı ilk Türkiye Devlet Başka¬nı seçmek ve yöneteceği rotayı birlikte belirlemek istiyoruz. Artık herkes değişimi fark etti. Herkes uyanıyor. Bizlerde deği¬şimin ve yeniliğin bir parçası olmak ve bu değişimde yerimizi almak ve oyumuzla bu doğuşa ebelik yapmak istiyoruz. Biz Dış Türkler, özellikle Bulgaristan Türk¬leri için en doğru ve yararlı yol Cumhurbaşkanı adayı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a oy vererek desteklememiz olacaktır.

TÜM TÜRK DÜNYASI’NIN YENİ DEVLET BAŞKANI RECEP TAYİP ERDOĞAN HAYIRLI VE UĞURLU OLSUN.

Hak her zaman hak edenin yanındadır. Değerli arkadaşlar fazla zamanınızı almak istemiyorum ve sizlere nice iftarlarda buluşmak dileği ile, tekrar bu iftarımıza teşriflerinizden dolayı hepinize teşekkür ediyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Rafet ULUTÜRK

TÜM TÜRK DÜNYASI’NIN YENİ DEVLET BAŞKANI RECEP TAYİP ERDOĞAN HAYIRLI VE UĞURLU OLSUN.

Bunu tüm halkımıza duyuruyor ve desteğimizi beyan ediyoruz Bulgaristan Sivil Toplum Örgütleri

ULUS Derneği -Aliş Sait -Kırcaali Kültür Hizmet ve araştırma derneği -Filibe Ulusal Türk Birliği-Menderes KUNGUN -Kazanlık Türk kültür derneği -Progres –Osman BÜLBÜL–Eski Zara Rodoplar’datürkültürüRufatFELETİ–Pomaklarıtemsilen B U LT Ü R K – T ü r k i y e - İ s t a n b u l


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.