BULTÜRK Gazetesi 89.Sayı

Page 1

1 9 1 3 ’ t Sofya e Sofya 1913

Yıl:11

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Sayı: 89

Ekim - 2014

Ye n i k a p ı - A k s a r a y

H a t t ı

A ç ı l d ı

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek

Bizim Borcumuz

Ne biz Kudüs’ü unuturuz ne Kudüs, İstanbul’u unutur

İstanbul’u dünyanın en uzun raylı sistem ağına sahip ikinci kenti yapma hedefinde olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katılımıyla Aksaray-Yenikapı metro hattını hizmete açtı. Davutoğlu, açılış töreninde, İstanbul’un tozunun bile bereket, rahmet olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti: “Selam olsun bu aziz şehrin mübarek sakinlerine, İstanbullular’a selam olsun. Eğer bize sorsalar ve deseler ki ‘size Rabbimizin ve tarihimizin en büyük emaneti nedir’ diye sorsalar hiç tereddüt etmeden ‘İstanbul’ deriz. İstanbul’un güzelliğini korumak bize ilahi bir emanettir. İstanbul’un tarihi, kadim başkent özelliğini korumak bize tarihi bir emanettir. Biri Rabbimizden biri ecdadımızdan. Bu ema-

neti korumak için gece gündüz çalışacağız. Gün tarihi anma günüdür. İstanbul’un kadim başkent olduğu dönemlerde yaşanan, bütün dinler, kültürler arasında yaşanan barış düzenini anma günüdür.” Başbakan Davutoğlu, 400 yıl Kudüs-ü Şerif İstanbul’dan idare edildiğinde o beldede yaşayan, nefes alan herkesin ister Müslüman, ister Hristiyan, ister Yahudi olsun ibadetini barış içinde yaptığını anlattı. Müslümanların, Hristiyan ve Yahudiler’in her mezhebinin 400 yıl boyunca Kudüs’e emniyet içinde girdiklerini ve ibadetlerini ifa ettiklerini dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti: “Öylesine ifa ettiler ki Kıyamet Kilisesi, ki Hristiyanların en mübarek mekanıdır, anahtarlarını Müslümanlara teslim etti. Halili İbrahim şehri diyerek, İbrahim’in mekanı diyerek, asırlarca biz Kudüs’e gözümüzün nuru gibi baktık. Çünkü İstanbul’da Kudüs ruhu vardır. Kudüs’te İstanbul’un izleri vardır, bu bağı hiç kimse çözemez. Bugün Kudüs’e gidenler görürler ki hala eserlerimiz orada. Hala her bir taşında, toprağında bu tarihin izleri var ve İstanbul’a gelenler görürler ki aynı sokaktaki cami, kilise, havra ile yan yana yaşanan o barış düzeniyle İstanbul’un sokaklarında da Kudüs vardır. Ne biz Kudüs’ü unuturuz ne Kudüs, İstanbul’u unutur. Onun için bu al bayraklarla Filistin bayraklarını yan yana getiren kardeşlerimize selam olsun.”

ni Başbakanın adı Boyko Borisov Devlet İstihbaratı ve “Düşman Radyolar” Ye Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev tarafından başbakan

Devlet İstihbaratı ve “Düşman Radyolar” arşivi Dosyalar Komisyonu “Devlet İstihbarat arşivinde düşman radyolar” konulu yeni dosyalarını tanıttı. 14. bölüm bilgi kitabında, sosyalist rejim tarafından, rejim otoritesini zedeleyici, Doğu blok ülkelerinden komunizmin temellerine engel teşkil edici Batı radyoları konu alınıyor. “Düşman radyolar” tanımlamasıyla Devlet İstihbaratı en büyük korkuyu ve istihbarat eylemini “Goryanin”, “Hristo Botev”, BBC” , “Hür Avrupa “, “ Deutche Welle” ve “Amerika’nın Sesi Radyosuna” doğru yönlendiriyor. Devlet İstihbaratına göre, bu radyoların amacı sosyalist rejimin temellerini yıkmak, halkın ahlak ve politik inan-

Bulgaristan’da Milletvekillerin aylık aktifi 500 bin Avro

Milletvekillerin aylık aktifi 500 bin Avrodur. Bu ise her birinin günlük aktifinin 2 bin Avronun üzerinde denk geldiği anlamına geliyor. Bu hesaba önce milletvekili maaşı dahil edilmiştir. 43. Halk Meclisi’ndeki milletvekillerin aylık maaşı 1300 Avro civarındadır. Bu paraların dışında komisyonlara katılım için ek ücret ve çalışma ortakları için 850 Avroluk ücret mevcuttur. Milletvekillerin devlet lojmanları da hazır beklemektedir. Yeni yönetime yeni lüks otomobiller de tahsis edilecektir.Otomobillerin fiyatı 360 bin avronun üstündedir. Milletvekili düzenlemelerine göre, seçmenlere kadar yapılacak seyahatler de iş gezisi olarak karşılanacaktır.

cınıbozmak,burjuva-kapitalistyöntemleriyenilemektir. Radyolara karşı tutumda farklılık var. “En düşmanca” tasvip edilen radyo istasyonu “Hür Avrupa” olur. Devlet İstihbaratı açısından ondan daha düşmani bir istasyon olamaz. “Hür Avrupa” rejim açısından en tehlikeli radyo olarak görülüyor ve ona karşı “ölüm siparişleri” dahi eklenirmiş. 1970 yılından bir arşiv belgesinde, bir şahsın fiziksel imhasına gidilmesi gerektiği yazıyor. “Hür Avrupa” ve “BBC” belgelerinde, sürgün yazar Georgi Markov’un faaliyetleri konu alınıyor. Onun radyodan yayınladığı “Kontakti” programının halkı olumsuz etkilediği yazıyor. Bulgaristan’a düşmanca radyo programlarıyla “halkın beynini yıkamaktan” vazgeçmeleri için, düşman propagandasının yolu kesilmesi için, radyo frekanslarını engellemeye başlar. Bu engelleme mevzusu, seçici bir şekilde yapılırmış. Bazen bu yayınlar çok rahat duyuluyor, bazen de, örenğin 1968 Çekoslovakya olayları sırasında tamamen susturulmuş.

adayı olarak gösterilenBulgaristan‘ınAvrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar (GERB) partisinin lideri, eski başbakanlardan Boyko Borisov dört partili koalisyon hükümetini kurdu. Zıt görüşlü siyasi partileri bir araya getiren kabine taslağını oluşturan GERB, sağcı Reformcu Blok (RB) ile koalisyon anlaşması imzaladı. Irkçı ve aşırı milliyetçi Vatansever Cephesi (PF) ve solcu Bulgaristan‘ın Yeniden Doğuşu İçin Alternatif (ABV), yeni hükümete “stratejik destek” vermek üzere siyasi bildiri imzaladı. Hükümetin kurulması dolayısıyla parlamentoda düzenlenen töreninin ardından Borisov, siyasi görüşmelerin zor olduğunu ancak iyi sonuç aldıklarını söyledi. Tarafların kendilerine göre tavizlerde bulunduklarını açıklayan Borisov, ülkeyi dört yıl boyunca yönetebilecek bir hükümet için gerekli desteğin sağlandığını belirtti. Başbakan adayı Borisov, “Vatandaşlar önündeki sorumluluğumuzu yerine getirmeyi başardık. Görüşmeler sırasında 10 kez erken seçiminden döndük. Bu hükümete GERB en iyi kadrosunu verdi. Bulunduğumuz binanın girişinde ‘Güç Birlik-

ten Doğar’ yazıyor. Yaşasın Bulgaristan” diye konuştu. Bulgaristan‘da 240 sandalyeden oluşan parlamentoda GERB, RB, PF ve ABV toplam 137 milletvekiline sahip. Hükümetin kurulması için en az 121 milletvekilinin desteği gerekiyor. Başbakan adayı Boyko Borisov, parlamentodaki tören sonrasında hükümet ortaklarının liderleri ileCumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’e giderek kabineyi sundu. Cumhurbaşkanı Plevneliev, dün hükümet kurmakla görevlendirilen Borisov’un sadece bir günde görevini yerine getirmesinden dolayı kendisine teşekkür etti. Bulgaristan‘da halen birçok iç ve dış kaynaklı krizin yaşandığını belirten Plevneliev, “Buna rağmen ülkemiz istikrar ve yeni bir siyasi kültürün sinyalini veriyor” dedi.

Ş u m n u ’ d a Yoksulluk sınırı 286 Cumhuriyet kutlama “Bugün Cumhuriyet kendi özüyle yeniden buluşmuştur” Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye Cumhub i l g i y a r ı ş m a s ı levaya yükselecek Cumhurbaşkanı riyeti milletimizin ortak eseridir, aynı şekilde Türkiye Cum-

Kuzey ve Doğu Bulgaristan Türkçe Öğretmenleri Derneği tarafından Şumnu’da 18 Ekim 2014 tarihinde çocuklar için bir bilgi yarışması düzenlendi. Etkinlikte, T.C. Buraz Başkonsolosu Niyazi Evren Akyol şeref konuğu oldu. Şumnu’ya bağlı Emberler (Kliment), Yazla (Lyatno) ve Bohçalar (Kaolinovo), Rusçuk’a bağlı Beyalan (Smirnenski), Silistre’ye bağlı Doğcalar (Paisievo), Burgaz’a bağlı Karaeseköy (Snyagovo), Hacıoğlu Pazarcık’a (Dobriç) bağlı Kilikadı (Zırnevo) ve İslimiye’ye (Sliven) bağlı Alvanlar (Yablanovo) köylerinden toplam 45 öğrenciyin katıldığı sözkonusu etkinlikte edebiyat ve genel kültür soruları soruldu, etkili şiir okuma yarışması yapıldı ve drama bölümünde konulu skeçler, halk şarkıları ve dansları sergilendi. Yarışmanın sonunda, tüm katılımcılara çeşitli hediyeler dağıtıldı.

Geçici hükümet tarafından alınan karar doğrultusunda gelecek yıldan itibaren yoksulluk sınırı 286 levaya yükselecek. Şuan bu miktarın 251 leva olan yoksulluk sınırının, üç ay sonra 35 leva veya yüzde 14 oranında artması öngörülüyor. 2014 yılı içinde sözkonusu miktarın bir yıl öncesine kıyasla sadece 10 leva olmuştu. Avrupa Birliği tarafından yapılan son kamuoyu araştırma verilerine göre, ülkede çalışan vatandaşların yüzde 30’unun sözkonusu yoksulluk sınırının çok altında bir miktar ile geçinmek zorunda kaldıklarını gün yüzüne çıkardı. Ayrıca, bir yıl önce KNSB sendikası yetkilileri yaptık-

huriyeti cumhurun tamamının yani istisnasız 77 milyonun cumhuriyetidir, 77 milyonun her bir ferdi bilaistisna bu Cumhuriyetin öz evladıdır, bu Cumhuriyetin eşit derecede sahibidir” dedi. T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’n i n k u r u l u ş u nun 91. yıl dönümü dolayısıyla Atatürk Kültür Merkezi (AKM) tören alanında resmi geçit düzenlendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ile üstü açık klasik araçtan, TSK Atlı Tören Kıtası ve Cumhurbaşkanlığı Motosikletli Timi eşliğinde tören birliklerini denetledi, vatandaşlar ile öğrencilerin bayramını kutladı. Selamlama öncesi TSK Bando Okulları Komutanlığı Bandosu öğrencileri ve Çankaya Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi Korosu kısa bir konser verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasınдa: “Kuruluşunun 91. yıl dönümünde bir kez daha altını kalın çizgilerle çizerek ifade etmek isterim ki; Türkiye Cumhuriyeti milletimizin ortak eseridir, aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti cumhurun tamamının yani istisnasız 77 milyonun cumhuriyetidir, 77 milyonun her bir ferdi bilaistisna bu Cumhuriyetin öz evladıdır, bu Cumhuriyetin eşit derecede sahibidir. Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki bugün ulaştığımız seviyede Cumhuriyet, tüm etnik kökenlere, inançlara, dillere, kültürlere eşit mesafede duran bir yapıya kavuşmuş, yani kendi özüyle, ruhuyla gerçek manasıyla yeniden buluşmuştur. Devlet ile millet, cumhur ile cumhuriyet bugün daha büyük bir muhabbetle kucaklaşmış eski acılar, kırgınlıklar, dargınlıklar tedavi ve telafi yoluna girmiştir. İşte bu dayanışma ve kardeşlik ruhuyla geleceği inşa etmeyi sürdüreceğiz. İnşallah 9 yıl sonra Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yıl dönümünü yeni ve büyük kazanımlarla daha büyük bir coşku ve heyecanla idrak edeceğiz. Başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyetimizin sağlam temellerini atan herkese, TBMM’ne, aziz şehitlerimiz ve gazilerimize milletçe bir kez daha minnettarlığımızı ifade ediyoruz. Cumhuriyetimizi daha da büyüteceğimize, yücelteceğimize, onu insanlığın bir umut kaynağı olarak muhafaza edeceğimize dair tüm şehitlerimize buradan bir kez daha söz veriyoruz.”


2

Bulgaristan’da ne Kadar Ajan Var

Komisyon, Yukarı Cuma (Blagoevgrad) İli, Burgaz İli, Varna İli, Tırnova İli, Vidin İli, Ivraca (Vratsa) İli, Gabrova İli ve Hacıoğlu Pazarcık (Dobriç) İli’ndeki 74 ilçede 18 bin 166 belediye başkanı, belediye başkanı yardımcı, belediye sekreteri ve belediye meclisi üyesi üzerinde yapılan araştırmada 767’si DS ajanı çıktı.

Alfabetik sıraya göre giden Komisyon şu an Kırcaali İli’ni araştırmakta. Mestanlı, Cebel ve Eğridere İlçesindeki araştırmalar tamamlandı. MESTANLI’DA NE KADAR AJAN VAR?

Dosyalar Komisyonu’nun Metsanlı’da 269 kişi üzerinde yaptığı araştırmada 35 ajan çıktı, fakat 22 Ekim’de alınan kararla sadece sağ kalan 25 kişinin ismi açıklandı. Dosyalar Komisyonu Kanunu ölenlerin isimlerinin açıklanmasına izin vermiyor. 1991-99 yıllarında belediye başkanlığı yapan ve 1999-2003 yılları arası belediye meclisi üyesi olan Sabahattin Ali ve 1990 yılında İlçe İcra Kurulu Komitesi Başkanı olarak görev alan Atanas Kostadinov ismi açıklananlar arasında. Sabahattin Ali’nin kod adı Bahri, Atanas Kostadinov’un ise Bor. Geri kalanlar eski belediye meclisi üyesi ve köy muhtarı.

CEBEL’DE KAÇ AJAN VAR?

Cebel İlçesi’nde’da 197 kişi üzerinde yapılan araştırmada 22 ajan çıktı, ancak sadece sağ kalan eski DS ajanının ismi açıklandı. İsmi açıklananlar arasında şu kişiler bulunmakta: Ekim 1990 yılına kadar Cebel Belediyesi’nde sekreter olarak çalışan, 1990-1991 yıllarında yüksek icra komitesi görevinde yer alan, 1991-1999 yıllarında belediye meclisi üyesi olarak görev alan Boyan Şişkov; 1990-1991 yıllarında belediye’de sekreter olarak çalışan, 1991-1999 yıllarında belediye meclisi üyesi olarak görev alan Veliçko Kırmaziev; Ekim 1990’dan Kasım 1991’e kadar yüksek İcra Komitesinde görev alan Vılko Vılkov; 1991-1992 yıllarında belediye başkanı yardımcılığı yapan Radko Paşov.

EĞRİDERE’DE NE KADAR AJAN VAR?

Eğridere (Ardino) İlçesi’nde’da 307 kişi üzerinde yapılan araştırmada 22 ajan çıktı, ancak sadece sağ kalan eski DS ajanının ismi açıklandı. 10 ajan üzerinde tam sahibi olunmadığı için araştırmalar sürüyor. Yasaya göre 23 kişi 16 Temmuz 1973 yılından sonra doğdu için araştırmaya tabi tutulmuyor. 2 kişi ise daha 17 yaşında 1984-89 yıllarında Türklere yapılan zulümlerin şiddetlendiği sırada DS’ye çalıştığı açıklandı. 2 Ekim 1990 yılına kadar İlçe İcra Komitesinde görev alan, Gogo Yordanov Baltov da var. Baltov’un iki kod adı var: Dinev ve Bobrev. KIRCAALİ DIŞINDAKİ 8 İLDE YAPILAN ARAŞTIRMA SONUÇLARI Yukarı Cuma İli’ndeki araştırma sonuçları Yukarı Cuma İli’ndeki 14 ilçede 2 bin 953 kişi üzerinde yapılan araştırmada 175 eski DS ajanı çıktı:

1. Petriç – 436 kişi üzerinde yapılan incelemede 34’ü DS ajanı çıktı; 2. Satovça – 190 kişi üzerinde yapılan incelemede 21’i DS ajanı çıktı; 3. Gotse Delçev – 255 kişi üzerinde yapılan incelemede 19’u DS ajanı çıktı; 4. Yukarı Cuma – 327 kişi üzerinde yapılan incelemede 17’si DS ajanı çıktı; 5. Sandanski – 392 kişi üzerinde yapılan incelemede 16’sı DS ajanı çıktı; 6. Razlık (Razlog) – 205 kişi üzerinde yapılan incelemede 13’ü DS ajanı çıktı; 7. Gırmen – 197 kişi üzerinde yapılan incelemede 12’si DS ajanı çıktı; 8. Hacidimovo – 157 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 9.Bansko – 175 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 10. Belitsa – 158 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 11. Simitli – 181 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 12. Yakoruda – 177 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 13.Strumyani – 153 kişi üzerinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı

çıktı; 14. Kresna – 125 kişi üzerinde yapılan incelemede 2’si DS ajanı çıktı; Burgaz İli’ndeki sonuçlar Burgaz İli’ndeki 13 ilçede 3 bin 584 kişi üzerinde yapılan araştırmada 176 eski DS ajanı çıktı: 1.Oğlanlı (Ruen) – 417 kişi üzerinde yapılan incelemede 26’sı DS ajanı çıktı; 2.Burgaz – 446 kişi üzerinde yapılan incelemede 20’si DS ajanı çıktı; 3. Sredets – 291 kişi üzerinde yapılan incelemede 18’i DS ajanı çıktı; 4. Pomorie – 279 kişi üzerinde yapılan incelemede 16’sı DS ajanı çıktı; 5. Aytos – 309 kişi üzerinde yapılan incelemede 16’sı DS ajanı çıktı; 6. Misivri (Nesebır) – 249 kişi üzerinde yapılan incelemede 16’sı DS ajanı çıktı; 7. Vasiliko (Tsarevo) – 197 kişi üzerinde yapılan incelemede 15’i DS ajanı çıktı; 8. Süzebolu (Sozopol) – 332 kişi üzerinde yapılan incelemede 11’i DS ajanı çıktı; 9. Tırnovacık (Malko Tırnovo) – 144 kişi üzerinde yapılan incelemede 10’u DS ajanı çıktı; 10. Karnabat (Karnobat) – 394 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 11. Sungurlare – 267 kişi üzerinde yapılan incelemede 8’i DS ajanı çıktı; 12. Kayalı (Kameno) – 181 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 13. Primorsko – 78 kişi üzerinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı çıktı. Varna İli’ndeki sonuçlar Varna İli’ndeki 12 ilçede 2 bin 216 kişi üzerinde yapılan araştırmada 74’ü eski DS ajanı çıktı: 1. Varna – 372 kişi üzerinde yapılan incelemede 17’si DS ajanı çıktı; 2. Yasatepe (Vetrino) – 141 kişi üzerinde yapılan incelemede 8’i DS ajanı çıktı; 3. Yeni Köy (Dılgodol) – 177 kişi üzerinde yapılan incelemede 8’i DS ajanı çıktı; 4. Kurtdere (Vılçidol) – 257 kişi üzerinde yapılan incelemede 8’i DS ajanı çıktı; 5. Avren – 160 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 6. Aşağı Çiftlik (Dolni Çiftlik) – 208 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 7. Akdere (Byala) – 113 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 8. Kozluca (Surovo) – 134 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 9. Acemler (Aksakovo) – 178 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 10. Pravadi (Prodaviya) – 240 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı; 11. Gebece (Beloslav) – 128 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı; 12. Devne (Devnya) – 108 kişi üzerinde yapılan incelemede si DS ajanı çıktı. Tırnova İli’ndeki sonuçlar Tırnova İli’ndeki 9 ilçede 2 bin 85 kişi üzerinde yapılan araştırmada 56 eski DS ajanı çıktı: 1.Tırnova – 382 kişi üzerinde yapılan incelemede 12’si DS ajanı çıktı; 2.Ziştovi (Sviştov) – 269 kişi üzerinde yapılan incelemede 10’u DS ajanı çıktı; 3.Yukarı Rahova (Gorna Oryahovitsa) – 287 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 4.Pavlikeni – 328 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 5.Leskofça (Lyaskovets) – 193 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 6.Kadıköy (Strajitsa) – 192 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı;

7.Karaca (Elena) – 169 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı; 8.Suhindol – 100 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı; 9.Polski Trımbeş – 166 kişi üzerinde yapılan incelemede 2’si DS ajanı çıktı. Vidin İli’ndeki sonuçlar Vidin İli’ndeki 11 ilçede bin 800 kişi üzerinde yapılan araştırmada 86’sı eski DS ajanı çıktı: 1.Vidin – 412 kişi üzerinde yapılan incelemede 22’si DS ajanı çıktı; 2.Kula – 179 kişi üzerinde yapılan incelemede 11’i DS ajanı çıktı; 3.Boynitsa – 84 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 4.Bregovo – 130 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 5.Novo Selo – 115 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 6.Dimovo – 165 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 7.Belogradçik – 179 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 8.Rujnitsi – 185 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 9. Makreş – 76 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 10. Gramada – 118 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 11.Çuprene – 157 kişi üzerinde yapılan incelemede 2’si DS ajanı çıktı. Ivraca İli’ndeki sonuçlar Ivraca İli’ndeki 10 ilçede 2 bin 320 kişi üzerinde yapılan araştırmada 77’si eski DS ajanı çıktı: 1.Ivraca – 417 kişi üzerinde yapılan incelemede 20’si DS ajanı çıktı; 2.Kozloduy – 262 kişi üzerinde yapılan incelemede 14’ü DS ajanı çıktı; 3.Oryahova – 228 kişi üzerinde yapılan incelemede 11’i DS ajanı çıktı; 4.Mezdra – 333 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 5.Byala Slatina – 202 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 6.Borovan – 143 kişi üzerinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı çıktı; 7.Roman – 173 kişi üzerinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı çıktı; 8.Krivodol – 234 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 9.Mizya – 165 kişi üzerinde yapılan incelemede 2’si DS ajanı çıktı; 10.Hayderin – 163 kişi üzerinde yapılan incelemede 1’i DS ajanı çıktı. Gabrova İli’ndeki sonuçlar Gabrova İli’ndeki 4 ilçede bin 93 kişi üzerinde yapılan araştırmada 35’i eski DS ajanı çıktı: 1.Selvievo – 384 kişi üzerinde yapılan incelemede 20’si DS ajanı çıktı; 2.Gabrova – 284 kişi üzerinde yapılan incelemede 8’i DS ajanı çıktı; 3.Dryanova – 224 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 4.Tryavna – 201 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı; Hacıoğlu Pazarcık İli’ndeki sonuçlar Hacıoğlu Pazarcık İli’ndeki 8 ilçede 2 bin 115 kişi üzerinde yapılan araştırmada 89’u eski DS ajanı çıktı: 1.Hacıoğlu Pazarcık – 315 kişi üzerinde yapılan incelemede 25’i DS ajanı çıktı; 2.Kurtpınar (Tervel) – 270 kişi üzerinde yapılan incelemede 13’ü DS ajanı çıktı; 3.Balçık (Balçik) – 215 kişi üzerinde yapılan incelemede 12’si DS ajanı çıktı; 4.Pazarcık Şehir (Dobriçka) – 527 kişi üzerinde yapılan incelemede 11’i DS ajanı çıktı; 5.Kasım (General Toşevo) – 272 kişi üzerinde yapılan incelemede 10’u DS ajanı çıktı; 6.Kavarna – 207 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 7.Şabla – 124 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 8.Armutlu (Kruşari) – 185 kişi üzerinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı çıktı.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

İ s l a m i y e t

Şaban HOCAOĞLI Ramadan Runtov Kimdir? Ramadan Runtov, 30 Ocak 1930 tarihinde Gotse Delçev’e bağlı Kornitsa köyünde doğdu. Breznitsa ve Lıjnitsa köyleriyle birlikte bir gerdanlıktırlar Rodopların boynunda. Zaten bu üç köyün talihi geçmişten bugüne birbirlerinden ayrılmayan tek yumruk oluşturmaktadır. Adeta pahasız bir cevherdirler. Ecdat bu cevheri güvenilir kuşaklara bahşetmiştir. İlle velâkin 1877–1878 Rus – Türk Savaşı’ndan, özellikle Balkan Savaşları’ndan bu yana buranın ahalisi huzur görmemiştir. Yaşam tarihini gözyaşlarını sayısız şehitler vererek yazdılar. Bu tarihi insanca okumak isteyen bulunmadı sanki. “Her şey insanımızın refahı, mutluluğu adına” sloganıyla sahnede elini kolunu sallayan totaliter rejimin ileri gelenleri olan komünistler defalarca tanklarla, zırhlılarla, otomatik silahlarla kuşatılmış asker, milis, gönüllü müfrezelerle bu illerin “efendisi” olan Müslüman Pomaklara “Siz Bulgarsınız, size ancak Hıristiyanlık yaraşır” diyerek üstlerine gittiler, aç kuduzlar gibi çullandılar. Köy meydanları defalarca bu mahsusları yok etmek isteyenlerle hakiki cenk meydanına dönüştü. Nice ölüler düştü, şehitler verildi. Ömür boyu sakat kalacak onlarca yaralı vsy. Sağ kalanlardan büyük bir kısmı memleketin çeşitli köşelerine sürgün edildi. Rejim için tehlikeli hesap edilenler ya “ölüm adası” Belene’ye veya cezaevlerine tıkıldılar. Arkası gelmeyen baskı ve zulümlere rağmen, İslamiyet’ten ve Türk adlarından vazgeçiremediler onları. Baskı arttıkça içlerindeki ateş külhan oldu. Yandı da yandı, hem de dünyanın dört bir köşesine ışık saçarak. Bu sönmez ışığı yakanların başında Ramadan Runtov ve ailesi aslan misalli oğulları bulunuyordu. Her erkek gibi Ramadan’ın da vatan borcunu ödemesi zamanı geldi. Azınlıklardan çoğu gibi onu da silahlı sıra askeri değil, emek eri (trudovak) aldılar. Komutanları daha ilk anda teklifte bulundu. Partimize (BKP) üye olursan seni derhal kurslara göndereceğiz ve diğerlerinin Başına Çavuş olacaksın dediler. Kabul etmemek olanaksızdı. Yıl 1952 kurstan geçti ve Sofya’nın “Diyanabad” semtinde inşaat işleri yaparken buraya 36 Türk emek eri getirdiler. Onları görünce siyasal ast çavuş: Beş yüz yılın hesabını görmeliyiz. Türk çocuklarının suyunu çıkarmalıyız, dedi. Ve kafasında daha nice insanlık dışı düşünceler sepetteki uğul vermek isteyen arılar misali vızıldıyordu. Asteğmen beni ustabaşı yaptı. Bana tabi olan arkadaşlarım hep Rodoplardan ve Deliorman bölgelerindendi. Ramadan Runtov’u 1954 kışladan terhis edilince iki yıllık parti okuluna göndermek istediler. Razı gelmedi, çünkü ha oraya gitmiş, ha vicdanını satmış mahiyetinde bir kuşku kıpır kıpırdı içinde. 1956 yılında Gotse Delçev kasabasında parti konferansı düzenlendi. Parti sekreteri konferansı açarken: Nihayet Rodopların üzerindeki siyah tül perdeden kurtulma zamanı geldi, dedi. Emir verircesine yüksek sesle. Damarlarımızdaki farklı kan birleşmeli, kadınlar da fereceleri atmalıdırlar. Üç köyün kadınları ayaklandı. Breznitsa’da bir cip kırdılar. Hava adında bir kadın diğerlerine el ayak olarak, köyün hocasını tutuklanmadan kurtardılar. Ama kadınlar öyle el ele verdiler ki, saflarını bozmak olanaksızdı. Yılmalandılar. Gotse Delçev’ten gelen 40–50 kişiyi belediye binasına kapayıp rehin aldılar ve bütün gece onları kapalı tuttular. Duruma müdahale etmek için Blagoevgrat’tan partinin Birinci Sekreteri İvan Gulev geldi. Fakat o da köylüleri yatıştıramadı. Bilakis ateşe körükle gidercesine kan kabartıcı bir konuşma yaptı. Konuşmaya Muharrem Hacıbekir itiraz etti. Etti ama tutuklanarak öyle dayaktan geçirildi ki, sonunda hayatından oldu. Sonra Ramadan söz aldı. Gulev ve Kutinov’a dönerek: Bulgaristan’da Türklerin meselesi gerçeklerden çok uzak! Bunlar ancak sizin gibilerinin hayal ürünleridir. Biz Türklerin talihi sizlerin elinizde! Halen, 20. yüzyılda yaşamamıza rağmen, siz 13. yüzyılın sonlarında bocalıyorsunuz. Bu sözler Gluev’i çıldırttı. Ramadan tutuklandı ve Belediye Başkanı Panayotov salondakilere: “İşte bütün isyanların elebaşısı.” Diyerek Ramadan’ı gösterdi işaret parmağı ile. Ben Türküm. Bulgar değilim. Annem de İvanka değil, Hatice, diye haykırdı. Salondan tartaklanarak çıkarılırken: Boris Dermenciev ve ekibi 3 gün Ramadan’ı çarmıha germeye çalıştılar. Aralıksız sorguya çektiler, tehditte bulundular. Dördüncü gün kaza komitesinden gelen Kutinov’a: – Kutinov karşımda göz kırpıştırıp durdu. “Söyle bu kölelerden ne istiyorsun? Onları ayı gibi oynatmak için bir kemençe getirmediğin kaldı,” diye bastı narayı. Ve cebindeki parti biletini önüne attı. Onu daha 8 köydeki takip etti. Bunu gören gizli hafiye Petrov kirpinin sırtındaki dikenler arasından başını çıkardığı ve kedinin sıçanın üzerine atladığı gibi üzerine atladı ve diğer odaya sürükledi. Dövmek istedi. Dövemedi. Ramadan kolunu kıvırıverdi. Tabancasına davranmak istedi. Ramadan bir vuruşla onun da önünü aldı. Sonra Kornitsa, Breznitsa ve Lıjnitsa köylerini kışkırtma tutanağı hazırladılar. İmzalatmak istediler. İmzalamadı. Ana avrat düz gittiler. “Barbarlık üniversitesinde” öğrendikleri bütün oyunları oynamaya çalıştılar. Fakat Ramadan’ın iç alemini fethedemediler. Bu olaylardan sonra Ramadan ailesiyle birlikte Kazanlık şehrine bağlı Dolni İzvorovo köyüne göç etti 1960’tan 1964’e kadar burada tarım kooperatifinde huzur içindeydiler. 1964 yılında Pomakların adlarını değiştirmek için bir deneme yapıldı ve 24 000 kişinin adları değiştirildi. Bu hal karşısında ahali Balkanı boyladı. Orada günlerce aç susuz kaldı. Kara bulutların üzerine

F e d a i l e r i

dolu yağdıracağını sezen Ramadan ve arkadaşları Kazım Çavuşev, Asım Mustafaov, Hüseyin Hayrullov, Selim Mustafaov vb. 10 kişilik bir örgüt oluşturdular. Protesto ifadesi olarak 3 800 imza toplayıp Plovdiv Türk konsolosluğuna teslim ettiler. Ramadan kendilerini Türk olarak kabullenen Pomaklar’ın hikâyesini defalarca anlatırken şöyle diyordu: 1971 yılında Türkiye’den “Rodop Tarihi” başlığı altında Batı Trakyalı Ahmet Aydın tarafından kaleme alınmış bir broşür getirttik. Ahaliye bilmedikleri bazı olayların ayrıntılarını açıklamış olduk. Ramadan’ın Ferhat adındaki oğlu 1975 yılında Türkiye’ye irtica eder. Orada Hukuk Fakültesinden mezun olur. Göçmenlere yardım derneğinde Rodoplar tarihi üstüne ayrıntılı bir konferans verir. Katılımcılar Rodop ahalisinin geçmişten bugüne tarihi hakkında bilgi edindiler. Yeni kimliklerimizi, dinimizi, gelenek ve göreneklerimizi yaşatma davası adına diğer oğlu İbrahim insan hakları savunucuları Dr. Konstantin Trençev ve arkadaşlarının yanında yer alır. Yıllarca illegal bir mücadelenin içinde olgunlaşırlar. Bir gün ustam bana yarın işe gelme, adlarımızı değiştirmeye gelecekler, dedi.Karşıdaki orman milis ve cip dolu!Biz de ertesi günden itibaren köye gelen arabaları yoklamaya başladık. Arabaların birinden bir kız fırladı. Yanımıza koştu. Biz de hemen kızın namusunu kirletmek isteyen caniyi yakaladık. Yanına köyünde 8 tutukluyu serbest bıraktırdık. Yoklama esnasında Şeynovo’da bir otobüs durdurduk, fakat içinde 20 polis ve 2 köpek varmış. Hemen bizi yakaladılar. Ben ve arkadaşlarım 4 ay sürekli sorguya çekildik. Mahkeme huzuruna çıkarıldık nihayet. Duruşmadan sonra grubumuza dahil olanları çeşitli ceza evlerine gönderdiler. Beni Burgas Cezaevine yönlendirdiler. Hatta 28 Mart 1973 olayları ile ilgili duruşmalarda savcı şahidi olarak salona aldılar. Sonra beni Stanke Dimitrov’ta (Dubnitsa) su dolu bir hücreye yerleştirdiler. Ramadan 1974’te altı yıl hüküm giydi. Cezaevinde onu hafiye ve müzevir yapmak istediler. Durumu anlayan sanıklardan Hasan aga adında biri Ramadan’a Nasıl temiz geldinse buraya, öyle de temiz çıkmalısın, diye nasihatte bulundu. Ramadan’ın cevabı şu oldu: Canımı alabilirler caniler ama beni Türkİslam haini yapamazlar. 25.09. 1074’te Ramadan’ı 15 görevli karşısına çıkardılar. Türkçeyi düzgün konuşan Binbaşı Balabanov ve yüzbaşı Slavov Ramadan’a “Bir ad için insan bu kadar inat eder mi?” deyince Ramadan: Bizim adlarımız Allahü teâlânın Peygamberimize Cebrail (A.S.) vasiyetiyle gönderdiği kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’den alınmıştır. Doğumdan hemen sonra Ezanla ana babalarımız tarafından verilmiştir. Öyle ki, onları bizden kimsenin almaya hakkı yoktur. BUZHANENİN BUZLARINI ERİTEN İRADE Ceza evinde Ramadan’la ad boğuşması 2 ay 10 gün sürdü. Bu zaman esnasında Ramadan gerçek buzhaneden farksız bir hücrede tutuldu. Buradan ancak uyuyanın cesedi çıkıyor.Öyle ki, Ramadan bu buzları da eritebildi. Yüce Tanrı adına iradesine sahip olmanın ne olduğunu tekrar gösterdi. Tehditler, dayaklar, mengeneler yardım etmedi. “Buradan ancak kemiklerin ve ölün çıkacak” deseler de Ramadan yılmadı. Ramadan cezaevinde beraber bulunduğu arkadaşlarından da söz etti. Plovdiv’in Kulken köyünden Hüseyin Kepçe adında bir hain Ahmet, Orhan ve Hüseyin adındaki köydeşlerinin 20-şer yıl hüküm giymesine neden olmuş. Samakov’tan Stefan Zarkov adındaki bir gazeteci 8 yıla çarptırılmıştı. Pazarcık cezaevine değiştirildi ve orada da boğularak hayatından oldu. Ramadan’a af için Yüksek Mahkeme’ye dilekçe yapmasını söylediler. Vazgeçti. Bir kemik bir deri kalmıştı. Hapishane arkadaşı Ahmet Habibullah kurtardı onu. Ahmet ailesinden aldığı yağ ve balın bir payını ona verdi. Ve 20 gün zarfında Ramadan’ı ayaklanın üstüne doğrulttu. 1977 yılında hapisten çıktı. Sonra daha defalarca tutuklandı. Sorguya çekildi. Cezalandırıldı. Ama hep Ramadan Ramadan olarak kaldı. 20 Mayıs 19890’da Sultanov adında bir görevli yeniden tutukladı Ramadan’ı, çünkü Konstantin Trençev, Hristofor Sıbev, Petır Boyaciev, İliya Minev, Nikolay Bosiya ile “Müslüman Grev Komitesi” kurmuşlardı. Petır Boyaciev’in tavsiyesiyle Sevlievo, Cebel, Gotse Delçev bölgeleri açlık grevlerine gittiler. Aynı gün gecenin saat 12’sinde Ramadan bütün ailesiyle birlikte Plovdiv’te trene bindirilerek Viyana’ya sürüldü. Cebinde bütün ailesi için ancak 30 Doları vardı. Yugoslavya hududunda durdurdular ve “bu parayla siz tuvalet ihtiyaçlarınızı bile karşılayamazsınız” dediler. Paris’e Petır Boyaciev’e telefon edince işler yoluna girdi. Üç gün içinde Belgrat’ta sınır dışı edilen 100 Bulgar vatandaşı toplandı. Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal Belgrat’ta özel uçak gönderdi. Uçakta İstanbul’a kadar Ay yıldızlı bayrak Ramadan’ın elinde dalgalandı. Atatürk Havaalanında Turgut Özal’ı, Deniz Baykal’ı VE DAHA NİCE YÜKSEK DÜZEY DEVLET ADAMLARINI görünce sel gibi akan sevinç göz yaşlarıyla doldu. — Ben hayatımı bu bayrağa hasrettim. Nihayet özgürlüğüme kavuştum! Beyanatında bulundu. Yine burada 18 yıldan sonra birbirlerine kavuştukları oğlu Ferhat’ı bağırına bastı. Türkiye Cumhuriyetinde Ramadan Runtov ve ailesi mutluluğun kanatları üzerinde yeni ufuklara açıldılar.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

Orkestra Şefi Gürer Aykal Bulgaristan’da Orkestra Şefi Gürer Aykal Bulgaristan‘da- Bulgaristan Ulusal Radyosu Senfoni Orkestrası’nı yöneten Aykal, Sofyalı sanatseverleri büyülediSOFYA (AA) – İHVAN RADOYKOV – Orkestra Şefi Gürer Aykal, BulgaristanUlusal Radyosu (BNR) Senfoni Orkestrası’nı yöneterek Sofyalı sanatseverlere unutulmaz bir gece yaşattı.BNR’nin kuruluşunun 80. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen etkinlikler çerçevesinde verilen konserde Felix Mendelssohn, Richard Strauss ve Johannes Brahms’ın eserleri seslendirildi. Bulgaristan’da en iyi akustiğe sahip “Zala Bulgaria” salonundaki konserdeGürer Aykal, korno sanatçısı Yasen Teodosiev ve senfoni orkestrası sanatçıları dakikalarca alkışlandı.Konseri, eşi Boryana Tabakova ile izleyen BNR Senfoni Orkestrası Şefi, eski Kültür Bakanı Emil Tabakov, yıllardır tanıdığı Türk meslektaşı Aykal’ı, büyük bir müzik dehası olarak niteledi.Gürer Aykal’ın daha önce de Bulgaristan‘ı konser vermek üzere ziyaret ettiğini belirten Tabakov, AA’ya yaptığı açıklamada şunları söyledi: “YıllardırGürer Aykal‘ın profesyonelliğini, yeteneğini ve or-

kestrayla çalışma başarılarını tanıyorum. Bu yüzden de kendisini Bulgaristan‘a davet ettim. Kendisi bu akşam çok başarılı ve mükemmel bir konser verdi. Orkestrayla çok iyi uyum sağladı.”Her konserde orkestranın düzeyi ne olursa olsun, orkestra şefinin yeteneğiyle kendini gösterdiğine işaret eden Tabakov, “Burada Gürer Aykal‘ın bir kez daha yüksek profesyonellik ve ustalığını ve müzisyen olarak dehasını gördük’ diye konuştu.- “Atama olan borcumu Ödemişgibiyim”Konser sonrası izlenimlerini paylaşan Aykal, Mustafa Kemal Atatürk‘ün geçmişte bir dönem görev yaptığı başkent Sofya‘da Bulgar sanatseverlerle buluşmaktan duyduğu mutluluğu dile getirdi.Gürer Aykal şöyle konuştu: “Bulgaristan’ın bizde ayrı bir yeri vardır,Atatürk‘ten ötürü. Atatürk burada görevdeydi. Görevde olduğu zaman operalara gitti. Buradaki sanat yaşamına tanık oldu, özen duydu ve gelecekteki kuracağı cumhuriyette bu gibi sanat dallarını kuracağını düşündü. Bence bütün bunlar Sofya‘dan başladı. O nedenle bizim, bütün sanatçıların Bulgar sanatçılara karşı çok büyük bir sempatisi var-

DS’nin “vatanseverlik” kisvesi

altında ülkeye verdiği zararlar Avrupa’daki otomobillerin yüzde 80’inde Bulgaristan’da üretilmiş parçalar var Eki. 30 Ekonomi no comments Yatırımlar Ajansı’na göre Bulgaristan’da şu an dünya otomobil sanayii için parçalar ve sistemler üreten yaklaşık 50 şirket faaliyet gösteriyor. Bunların 27’si yabancı, 22’si ise Bulgar şirkettir. Onların ülkemizdeki fabrikalarında BMW, Mercedes, Audi, Ford, Volvo, Peugeot, Renault, Dacia ve saire gibi dünyaca ünlü otomobil markaları için farklı parça üretiliyor. Bütün üretim, yılda 200 milyon avro değerinde ihracat içindir ve bütün ihracatın yüzde 4.5’ini ve ülkenin GSYH’sının yüzde 2.5’ini oluşturuyor. Bu sektörde yaklaşık 25 bin kişi istihdam edilmiştir. Bu, Alman Witte Automotive şirketinin Ruse şehrinde son otomobil parçası fabrikasının Cumhurbaşkan Rosen Plevneliev tarafından açılmasında belli oldu. Devlet başkanı, yeni fabrikanın ek olarak bölgeden 550 işçi ve görevli istihdam edeceğini kaydetti. Otomobil parçaları için üretim fabrikaları, neredeyse bütün ülkede işliyor. Fransız Montupet şirketi, Ruse’de motor parçaları üretiyor. Şirketin yatırımları 36 milyon avrodan fazladır. Sofya’da temsilciliği olan Belçikalı Melexis şirketi ise, elektronik fabrikasına 14 milyon avro yatırmıştır. Botevgrad’da da elektronik alanındaki yatırım 44 milyon avro değerinde. Alman Grammer şirketinin ise Trudovets’te fabrikası var. Bulgar makamlar, uygun fiyatlarda inşaat arazileri vererek ve işçilerinin sigortalarının belli bir zaman diliminde devlet tarafından üstlenmesini sağlayarak yatırımcılara elverişli şartlar öneriyor. Yabancı şirketler ama bürokrasi ve kötü altyapı gibi bazı sorunlarla karşılaşıyor. Yabancı analizatörlere göre bu sorunlar, sektöre ülkenin ekonomisini değiştirmesinde engel oluşturabiliyor. Bundan başka bu sorunlar yüzünden Bulgaristan, geçen yüzyılın 90’lı yıllarında Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’da başlayan otomobil üretimi alanında geride kalıyordu. Ama şimdi her şey değişiyor. 2012 yılında ,komünizm rejiminin düşmesinden sonra ilk defa ülkemizde Çin Great Wall Motors şirketinin işbirliği ile otomobil üretimi canlandı. Ç e v i r i : R a y n a İ v a n o v a

2+2=1 Olmadan Olmaz

Son dönemde kafamı devamlı meşgul eden birkaç sorun var. Bu yazımda sizlerle onlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Hükumetin rengi: Konumuz Sn.Boyko Borisov başkanlığında kurulan yeni Sofya hükumetidir. Merkez sağ olarak tanıtılan hükumet: Başbakan, 4 başbakan yardımcısı ve 18 bakandan oluşmaktadır. Bakanlar Kuruluna sağ cepheden Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşlık GERB Partisi; Reformcu Blok (RB) ve sol cephedense Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu İçin Alternatif “ABV” Partisi Başbakan Yardımcısı ve Sosyal İşler Bakanıyla bu hükumete katıldılar. Aşırı sağ ve aşırı milliyetçi tutumlu Milliyetçi Cephe (MC) partisi de oylama esnasında Başbakanı ve Bakanlar kurulu dışarıdan destekledi. MC’nin aşırı sağ ve ırkçı tutumuna Avrupa Birliği (AB) ile Avrupa Halk Partileri (ENP) tepki gösterdi ve bakan düzeyinde hükumete katılmaları engellenmiş oldu. Açıklama 1: AB ve ENP’nin onaylamadığı noktalar. Güney Bulgaristan’a Türkiye hedefli orta menzilli “yer yer” füzeleri yerleştirilmesi ve okul çağındaki etnik azınlık çocuklarının Bulgar dilini bilip bilmedikleri konusunda en sınava tabii tutulması ve Bulgarcayı bilmeyenlerin okul kaydı yapılmaması gibi iki ana konudur.) Kendini merkez sağ konumlu olarak tanıtan yeni Sofya hükumeti, eski komünistlerin kırmızısından ve 1944 öncesi faşistlerin koyu kahverengi-sinden tonlar belirgindir. Boyko Borisov’un kurmuş olduğu hükumet ise alaca dır. Gölgeden çıkan ya korku ya şeytandır. Hükumetin ömrü büyük ölçüde Milliyetçi Cephenin ruh haline bağlıdır. Onlar bu kabineye “değişen gölge hükumeti” dediler. İsteklerinin mutlaka yerine getirilmesinde ısrarı sert olan yeni Bulgar milliyetçilerinin program hedefleri şöyle: İç ve dış Türklere sürekli şiddetlenen saldırıya devam etmek. İç hedefler: Hak ve Özgürlük Partisi HÖH-DPS’yi “iktidardan kazımak”, Bulgaristan Türklerine Türklüğü zehir etmek! Bulgar ismi olmayan Türkleri memurluğa tayin ettirmemek! Okullarda Türk dilini, camilerde ezanı, cami içinde Türkçe teması, dua, vaaz, mevlit v.s. ancak Bulgarca okunursa izin vermek! Bulgar Türk sınırına 3 metre tel örgü germek! Soydaşların serbestçe Bulgaristan’a girip çıkmasını, seçme ve seçilme haklarını yasaklamaktır. Boyko Borisov’un 1 ay süren görüşmelerinden çıkan hükümetin ipi bu adamların elinde mi acaba? Cuma gün kurulan hükumetin bakanları daha koltuklarına oturmadan, 09. Kasım 2014 Pazar günü Başbakan Yardımcısı Rumyana Bıçvarova, ayağının tozuyla ilk demecinde, günde 10 dakika Türkçe haber veren (hiç bir işe yaramayan) Bulgar Ulusal Televizyon Birinci Program’daki Türkçe Haber Programın kapatılacağını açıkladı. Buna ne gerek var diyenlere de, Milliyetçi Cephe ısrar ediyor, demekten çekinmedi. Bu hükumeti düşürecek olan Bulgar ırkçılık zehiridir. Hükumet gölgesinden şeytan çıkacaktır. Milliyetçi Cephenin ardında duran aşırı milliyetçiler ve ırkçı kitle acaba kimdir? Potansiyelleri nedir? Bilindiği üzere, 1992’den sonra “Skat” TV yayını etrafında gruplaşan ve önce (2003’te) Ahmet Doğan’ın verdiği 1 milyar 600 bin leva ile Türk ve Müslüman seçmeni ürkütmek için kurulan “Ataka” partisinden 2013’te kopan Milliyetçi Cephe aşırı sağcı Anti-Türk ve Anti-İslamcı bir gruptur. “Ataka” partisi ilk yıllarda aşırı sol ve aşırı sağ kanadı bir yumrukta toplamaya çalıştı. Partiyi kemikleştiren Türk ve İslam düşmanlığıydı. Camilere saldıranları, cami ve medreselerin, Baş Müftülüğün diğer taşınmazlarının geri verilmesi lehinde çıkan (2013) mahkeme kararlarının uygulanmasını durduran aşırı hareketlenmeyi“Ataka” başlattı. Fakat geçen sene baş gösteren dış etkenlerden Ukrayna-Rusya bunalımı, Kırım Yarımadası’nın Ukrayna’dan koparılıp Rusya’ya bağlanması ve Ukrayna’nın doğu eyaletlerinden ikisinin de bağımsızlık direnişleri Bulgar milliyetçileri etkiledi ve parçalanmalarına neden oldu. Moskovacı yani Rusofil bir milliyetçi Bulgar hareketi olan “Ataka” içinden parçalandı. Volen Siderov yönetimindeki“Ataka” aşırı solcu yani Rus yanlısı cephede kalırken, aşırı sağda ulusalcı Bulgar milliyetçiliği Milliyetçi Cephe kurdu. Bulgar politik sahnesinde sol uçta “Ataka”, aşırı sağda ise MC belirdi. 5 Ekimde “Ataka” 11, MC’de 19 sandalye ile meclise girdi. Birbirlerine zıt bu iki aşırı uç meclis kürsüsünden olduğu gibi, “Ataka” – “Alfa” TV’den, MC de “Skat” TV’den propaganda karşılıklı didişmeye devam ediyorlar. Omurgasında Bulgar milliyetçiliği ve Türk -İslam düşmanlığı olan iki partiyi birbirinden ayıran ve farklı eden nedir? 1) “Ataka” NATO ve Avrupa Birliği aleyhinde ve Moskova lehinde mayalanmış bir partidir. İç politikada Bulgaristan Türkleri’nin doğal insan haklarına, özgürlüklerine ve toplumsal yaşamda özgün kültürleriyle var olmalarına karşı olup, asimile edilmelerinden yanadır. 2) “Milliyetçi Cephe” izlediği iç politika çizgisini tamamen anti-etnik, antiTürk ve anti-İslam ötekileştirme temellerine oturmuştur. Orta Doğu’da devam eden savaştan kaçakların ülkeye girmesine, gelenlere Bulgaristan’da kalma statüsü tanınmasına, çocuklarının okullarda eğitilmesine, işsiz yabancılara iş verilmesine kesinlikle karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti ile devlet sınırına aşılmaz Çin Seti gerilmesinden yanadır. Bugün (10. Kasım 2014) Kapı Kule sınır kapısındaki TIR kuyruğu 30 km uzamıştır. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının 25. yıl dönümünde Almanya’dan gelen 100 özgürlükçü ellerindeki kesicilerle Bulgar –Türk sınırındaki tel örgüyü kesip yıkmaya yöneldi, ama jandarma ve polisler tarafından durduruldu. Demokratik Avrupa gençliği AB’nin tel örgülü yeni bir toplama kampı olmasına isyan ediyor. Türkiye dış ekonomik ilişkilerinin gelişmesine engel olmak milliyetçi hedeflerden biridir. MC“Bulgarlaştırma” ve asimile etme zulüm defterlerinin yeniden açılmasından ve Bulgaristan’da Türk ve Müslüman kimliğinin tamamen yok edilmesinden yana bir politik platform uygulanmasından yanadır. Zehirli bir çıbanbaşı olan MC’nin politik ve ideolojik temel kaynağı nedir? Bu partinin çıkardığı milletvekillerinin hepsi eski (açıklanmış ya da açıklanmamış) gizli polis “DC” ajanı, parti sekreteri ya da ordudaki politik subaylarındandır. Bu gibi güçlere dayanan tabanda totalitarizm terörüne son verilmesinin 25. yıldönümü vesilesiyle yapılan bir ankette, emekli Bulgarların % 55’i totaliter zulüm döneminin geri gelmesini istemiştir. Sosyal tabanı hala çok geniş olan aşırı Bulgar milliyetçiliğine bir de köhnemiş faşist ideolojik akıl hocaları katıldı. Olayı şöyle açıklayabiliriz: MC içindeki politik partilerden biri BÜTÜNSEL BULGARİSTAN partisidir. Bu parti bundan 10 yıl önce kurulan Bulgar Bilim ve Sanat Akademisi Başkanı Akademisyen Velev tarafından yönetiliyor. 2004’te kurulan bu Akademinin aktif üyeleri arasında artık 220 profesör ve 400 bilim adamı var. Ayrıca birçok aktör ve sanatçı bu saflarda örgütlendi. Modern Bulgar milliyetçiliğine kaynak olup yön veren bu düşünce akımı, Bulgaristan’da faşist ırkçı milliyetçilik ininden çıktı. Olayın asıl tarihçesi şöyledir: 1948’de kapatılan ve 256 üyesi tutuklanıp yargılanan Çar döneminin faşist ruhlu bilim enstitüsünün yerine bugünkü Bulgar Bilim Akademisi (BBA) kurulmuştu. Bütünsel Bulgaristan Partisi hala çalışan Bulgar Bilimler Akademisinin kapatılmasını ve onun mal mülk ve imkânlarına konmak istiyor. Son dönem çalışmalarında bu ulusalcı akım birkaç tarihçi ve ideolojik eserle modern Bulgar milliyetçiliğinin gözünü açtı ve artık iktidar yoluna girdi. Bu açıdan bakıldığında Bulgaristan’da faşist düzeni diriltmek isteyen MC bir anti-sistem partisidir. Yasa dışıdır ve kapatılmalıdır. Demokratikleşme yolundaki aşılmaz hendeklerden biri işte budur. MC ideolojisi, 1944 öncesi faşist Bulgaristan kalıntılarıyla bağlantılı ve iç içedir. Özünde “Her şeyin Üstünde Olan Bulgaristan’dır!”, gibi faşizan-ırkçılık söylevle meclis kürsüsüne kadar tırmanan bu parti, Bulgaristan’ın AB’den dışlanmasına ve kom-

şularımızla aramızın açılmasına neden olabilir. MC’nin ideolojik temeli ırkçılık yani faşizmdir. MC’nin en büyük ortağı VMRO. MC’de buluşan aşırı sağ kanat parti, hareket, cephe ve birlikler arasında kaynaşma süreci devam ediyor. Onlar köy ve kasabaları gece gündüz dolaşarak örgütlenmeyi tabana indirmeye çalışıyorlar. Valeri Simyonov’ adında Burgazlı bir iş adamı tarafından yönetilen MC’ye Ekim 2014 erken genel seçimlerinde onlara arka olan büyük güçlerin en irisi de, 1908 İlinden Ayaklanmasında (Osmanlıya Karşı bir hortlamadır) asi çetecilerinden olan Makedon haydutlarının Anti-Osmanlı, Anti-Müslüman, Anti-Türk ve Anti-Pomak zıplamasında temel rol oynayan, 1913’te Gotse Delçev-Satovça Pomaklarına kan kusturan, aileleri, soyları, köyleri göçe zorlayan, taşınmazlarına el koyup talan eden Makedonya İş Devrim Teşkilatı (VMRO) partisinin günümüzdeki çömezleridir. Meclisteki MC grubunun omurgasını Milliyetçi Cephe –Makedonya İç Devrim Teşkilatı oluşturuyor. 1944’ten beri Bulgar sağ kanat aşırı milliyetçileri ilk kez meclise girdi ve aşırı politik söylevlerini şiddetlendirme imkanı buldular. Açıklama 2: Günümüzde Bulgar milliyetçiliği aşırı sağ ve aşırı sol olmak üzere iki kanat halinde örgütlenmiştir. 1990–2003 arasında Bulgaristan’da örgütlü milliyetçi hareket yoktu. Ülkede Anti-Türk milliyetçiliğinin köklerinin kazınabileceğini düşünenler bile olmuştu. Milliyetçiler uzun zaman sindiler ve inlerinden çıkmadılar. Olaylar Bulgar sosyalist ve komünist hareketinin özünde ulusalcılık ve aşırı milliyetçilik damarında canlı bir öz olduğunu artık tamamen kanıtladı. Bu açıdan şunu önemle belirtmemiz gerekir, 25 yıldan beri sözde gelişen ve bir adım yol alamayan Bulgar demokratikleşme hareketinin sürekli el freninde durmasının iki ana nedeni vardır. Bunlardan biri, a) Demokratik Güçler Birliği (CDC) partisini kuranların ancak ve yalnız komünist totaliter rejim tarafından el konan dedelerinin mal ve mülklerini geri almak (aldılar ve dağıldılar) için kurulmuş olması ve b) II. Simeyon Hareketinin de ancak ve yalnız Simiyon Sakskoburgotski’nin dedesi Çar Ferdinat ve babası Çar III. Boris’in (1908 – 1944 arası) Bulgaristan’da üzerlerine tescil ettirdikleri taşınmazları yasal kılıfla yeniden elde etmekti (o bunu başbakan olduğu yıllarda başarmıştı da, şimdi Bulgar mahkemeleri aleyhinde art arda karar verip bunlardan en irilerini yeniden geri aldı..) Bu unsurlara bir de Bulgar demokratikleşme hareketinin ideolojisi ve gelenekleri olmamasını eklemek gerekir. Bulgar halkı 25 yıldan beri el yordamına ilerlemeye çalışıyor ve yol açmayı başaramıyor, hedef göremiyor. Yeni kurulan II. Borisov hükümetinde GERB partisi orta direk olsa da, duruma hakim olan birbiriyle bağdaşmayan zıtlardır, birbirinin yüzünü görmek istemeyen, görüşmek istemeyen kişilerdir. Mesela bir yanda “ABV” gibi sol görüşlü ve Batı dünyasında yaşayıp Moskova ile flört etmek isteyen, öte yanda Bulgaristan’da İkinci Dünya Savaşı öncesi faşist Çarlık milliyetçiliğini diriltme hevesiyle yanıp tutuşan MC’nin aynı davaya hizmet etmesi, aynı ruhta olan reformları gerçekleştirmesi, aynı istikamette yürümesi düşünüle bilir mi? Evet Her odun bile her ateşte yanmaz! Üstüne üstelik bu kabinede 6 bakanlığı Reformcu Blok alırken, hedefinin reform yapmaktan fazla, bakan koltuğu kapmak olduğunu gizleyememesi de dikkatleri üzerine topladı. GERB partisi ise, sanki hayatının kumarının son şansını yani son elini oynuyor. “Ya kazanırım”ya “yok olurum” havasının dehşetinden cin çıkacak endişesinden kendini kurtaramıyor. Politik ufalmanın seyri. Yerden yere değişen, gölge gibi hareket eden ve hatta karada yüzen diyebileceğim bir mutabakat, bir yeni ortaklık kuruldu. 8 partili meclisin 4 partisi aynı kavanoza kapansa da yakında bomboş olacağından korkanlar var. Öte yandan İvan Kostov’un 1997’de konserve ettiği politikacılar kapsüllerinden çıkıp politik sahada oynamak istediklerini duyurdu. Bunun önlenmesi için yeni hükümet 1 000 (bin) yüksek memurun (müdür ve müsteşar) görevden alınamayacağını açıklamak zorunda kaldı. Bir korku ikincisini doğuruyor kuşkusuz. 1 000 müsteşarın görevinde kaldığı bir politik ortamda reform yapılabilir mi? Eskimiş kafalardan yenilik beklemek doğru olabilir mi? Bulgaristan’ı çökerten, sanayi ve tarımın ardından bankacılığı da iflasa zorlayan bilinçaltı görev başında kalınca, herhangi bir değişikliğin kapısı açılamaz! 10 Kasım 1989’da devrilen totaliter rejimden sonra bizde böylesi dalgalı, sallantılı ve kırılgan denge kurulmamıştı. Yine son 25 yılda Bulgar parlamentosuna 8 parti birden girmemişti. Bir aydan beri süren iktidar kurma görüşmelerinde birinden çok uzak uçların bir noktada buluşturulmasına da bu denli çaba sarf edilmemişti. Bizde eskiden işler hep ufalanmaya tepki gösteren, daha doğrusu olanak bulamayan iri parçalar halinde yuvarlanıyordu. Mesela, T. Jivkov zamanında her seçimde % 99, 98 oy verilirdi. BKP hep neredeyse % 100 seçim zaferi kutlardı. Bu alışkanlık kolay bozulmadı. 1992’de Bulgar seçmenlerden 2 400 000 (iki milyon dört yüz bin) kişi hep birlikte Demokratik Güçler Birliği (CDC) Partisine oy verdi. Aynı tabloyu 2001’de Çar II. Simyon’un İspanya’dan dönüşünde de yaşadık O henüz politik parti bile kurmamıştı ki 1 800 000 (bir milyon sekiz yüz bin) oy aldı. Sanki evi yanan samanlığa kaçıyor, samanlığı yanan cami odasına doluyordu. İdeoloji, politika, ulusal menfaat falan arayan yoktu, herkes canını kurtarma peşindeydi. Yıkılan toplum düzeni harabelerinde kalmaktan kaçış vardı. Burada halkın bilinçli değil, kurtuluşu arayan bilinçaltı ile hareket ettiğini görüyoruz. İki partiden de (CDC ve II. Simyon) kaçanlardan 1 200 000 (bir milyon iki yüz bin) seçmen 2009’da hiç tanımadığı GERB partisine oy verdi. Yine ideoloji, hükumet programı, reform paketi aramadı. İstek ve kutsal emellerinden kaynaklanan bir stratejik hedef henüz doğmamıştı. Son çeyrek asırda Bulgar dilinde adına (elektorat) denen, oy hakkını kullanan bu büyük kitlede bir partiye sırt çevirip yeni umut peşinde koşarken adeta sel olup aktı. Akarken dağıldıkça dağıldı, dağılırken de azalıp ufaldı. Meclisteki 8 parti bu sürecin parlak ürünüdür. Şimdi bunların en iri olan bölüm 84 milletvekilli GERB partisidir. 2 artı 2 DÖRT diyenler neden yanıldı? Sel gibi dediğimiz bu akış günümüzde güneşe göre dönen bir gölge şeklini aldı. Birkaç gölgenin yakınlaşarak bütünleştiği ve büyüdüğü doğaldır. Katı çizimler de bir yere toplandıkça büyür. Yeni hükümet için 2 + 2 = 4 diyenler neden yanıldı? Bunu düşündünüz mü? Bu olayı (yeni hükümetin kuruluşunu) katı 4 cismin bir yere toplanması olarak değil, gerçek niteliği anlayabilmek için 4 damla sıvının bir yerde toplanması olarak görmeniz gerekir. 2 damla su + 2 damla su eşittir 1 büyük damla su. Doğru olan da budur. Bu işlem, sıvı niceliklerin toplamından yeni nitelik oluşması olarak ele alındığında, 2 damla su artı 2 damla su elde edilen büyük ve homojen 1 (BİR) damla su olacaktı. Yasal olan budur. Hükumet bir elin yumruğu, bir koldaki güçtür. Ne yazık ki, bizdeolmadı.Bupartilerinrenklerivebileşimlerifarklıdırvebirleşmeleriolanaksızdır. Bu dört damla (yani dört politik parti) birbirine karışmıyor, yağı ile su gibi birbirine karışıp bütünleşmiyor. Yani yeni Bulgar hükumeti dört yamalı bohça durumundadır. Gün gibi ortada olan, şartlı işlerin sağlıklı olmadığıdır. Aralarında, aynı politik sorumluluğu birlikte taşımak istemeyenlerin birleşmesinin imkânsızlığını görebiliyoruz. Vatandaşların şu ya da bu kesimine karşı hükümet kurulamaz. Farklı olmak varken, şunu “kazımak” bunu “kovmak”, ötekini “eritmek”, daha ötekini “kovuşturmak” için iktidar olmanın anlamsızlığını zaman hemen gösterecektir. Bu kadar çok yamalı bir bohça veya elbiseyle evde oturulabilir ama dışarı çıkılamaz, dünya insana güler. Rezil olmak işten değil. Yerinde sayanlar yeni bir sayfa açtı. Hayırlı ve uğurlu olsun!


4

Kokusu Burnumuzda Sevilcan YÜCE

“Güneş Aşka Doğdukça” şiir kitabı alın yazısı benzerliğimiz olan Kıbrıslı şaire Gülşen Şendemir’in eseridir. Kıbrıs’ta Doğup büyümüştür, Rum mezalimini ve Kıbrıs Türkünün kurtuluşunu görmüştür, bir sıra yurt dışında yaşamış yanı sıla hasretini de yoğun biçimde yaşamıştır. Şiirlerinde sıla hasretini açık bir şekilde görebilmekteyiz. Vatan kaybetmek, vatandan uzakta kalmak büyük bir acıdır. Yeri hiçbir şeyle doldurulamaz. Aşağıdaki dörtlükte onun sıla hasreti şöyle betimlenmiştir: Ey seher neşesi, şakıyan bülbül Bu bahar yangını, yediveren gül Baş eğme rüzgâra, mor döken sümbül Gülistan gül günü, turalı ülkem. Şiir, duyguların çağlayarak akması, kelimelerin birbirine yakışması ve seslerin çağrışmalarından oluşan bir senfonidir. Gülşen Şendemir şiirlerinde sanki bizim trajedimizi yansıtıyor. Bu şiirde sanki bizim dağların, mevsimlerin, çiçeklerin kokusu var. Eski Zaman Özlemi Bakireliyle köyünde olmalı insan, Doğayla baş başa, yaşamla iç içe. Şubatta gelin tacıdır badem çiçekleri, Bağ budamaları, sümbül koklamaları, Mart aşk yangınlarından bir kanaviçe, Anemon laleleri, papatya fallarında Nisan, Henüz tatmadığı aşkı hayal etmeli, Bahara hazırlanan dağ eteklerinden, Köpük köpük kar buz sular gibi kar arı, Coşarak akmalı yaşama sil baştan… Mayısı yakalamak misklerin deminde, Haziran gülüşleriyle zeytin çiçekleri, Temmuz sıcağında sarı başaklar, Orak tarlasının sıcacık sohbetleri, Harmanda savrulan rüzgârın sesinde, Umudun, hasadın türküsünü söylemeli, Doğduğum köy! Özlemiyle gözümde tüter, Meyve kokulu bahçelerinde kuşlar,

Ovalarında yavrularıyla meleşen hayvanlar, Tepeler, bayırlar güneşle giyinirken, Yeşile dans eden gizem dolu yokuşlar, Zincir gibi yüklenmiş cevizler, bademler, Ağustos ortasında mor mor üzümler, Eylül dendi mi, bağ bozumu, paluzeler. Ekimde güzlük ve bahar ekimleri, Toprak sürümleri, fidan dikimleri, Yeniden yaşamsal hazırlığın telaşı… Sonbaharda şiir olmalı insan, Ömrünün kışında gençliğe soyunup, Sevda düşlerinde alları yazmalı, Sonra kucaklamalı bir gül bahçesini. Aşkla doldurmalı sevgi kadehini Ne güzel bir haz, eski zaman özlemi, Altmış yaş basamağını adımlarken, Dünyayı fethedecek anılarla dopdolu, Yaşam yolcusu olmak, olabilmek ne güzel… Şaire Göç Senfonisi şiirde ise köyüne olan sevgisini şöyle dile getiriyor: Şafak söker yeniden başlar güncel yolculuk, Özlemiyle uzakta doğup büyüdüğüm köy, Suyu toprağı altın, her yan bereket bolluk, Bülbül tutkularında güle boyadığın köy, Deprem vurmuş misali, ne gül kalmış ne güllük. Barış türkülerinin varken güzel tınısı, Bellek odalarında çınlar göç senfonisi….. Kıbrıslı şaire için vatan sevgisi sonsuz bir deryadır ve kaybedilen vatanın acısı asla dinmez: “Göç Türküsü” şiiri sanki biz Bulgaristan Türkleri için yazılmıştır. Ardımızdan varımızın yoğumuzun talan edilişi anlatılır sanki. Acının en vahimi; toprağını bırakmak! Yaşamayan anlamaz zorlu göç tufanını, Şaşkınlık çamurunda belirsizliğe akmak. Sırtındaki sancıyla, o bozgun hazanını Tatmayan bilmez, o vurgun yangınını. Susar köyümde yaşam, susar derenin sesi, Okulun sesi susar, yiter yaşam neşesi, Yılgın bir karanlıktır çöken dağların sisi, Göremezsin ufukta sana doğan güneşi. Eller bile dilemez, o vurgun yangınını. Göçün hüzzamlı yanı, sersefil aç karınlar, Solgun yüzler yaşlılar, çocuklar ve karınlar, Denklerin yorgunluğu, güvencesiz yarınlar, Ölüm değil, ayrılık türküsünü yorumlar! Dirençlik de önlemez, o vurgun yangınını. Son

Bulgaristan’da Türk soykırımı ve Türk direnişi: Çiçekler Büyür

Esir ve köle olmamak için, Türklüğünü unutmamak için, Ülküleri için insanlar canlarından vazgeçmiş, Ülkülerinin devamlılığını sağlayacak yeni nesillerin yetişmesi için kendilerini feda etmişlerdir. Yeni çiçeklerin büyümesi için kendilerini toprağa gübre etmişlerdir… … Evet, bahsettiğimiz topraklar bugünkü Bulgaristan topraklarıdır ve Türklerin kanıyla sulanmıştır. Kadim Türk toprakları tarihin en insanlık dışı uygulamalarıyla Türk’ten arındırılmıştır. İşte Emine Işınsu’nun “Çiçekler Büyür” adlı romanı Bulgaristan Türkleri’nin Todor Jivkov döneminde yaşadığı bu mezalimi anlatmaktadır. Bulgaristan’da Türk soykırımı Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımız tarihin en kanlı katliamlarına maruz kalmıştır. İlk önce 1876’da Osmanlı Rus Savaşı’nda bölgeye giren Ruslar başlatmıştır bu soykırımı. Binlerce Türk göçe zorlanmış, geri kalanlar katledilmiştir. Böylelikle çoğunlukta olan Türkler azınlık konumuna itilmiştir. Daha sonra Ruslar çekilmiş, katliam kaldığı yerden Bulgarlar tarafından devam ettirilmiştir. Bulgaristan’a “sosyalizm”in dahi gelmesi Türk’ün kaderini değiştirmemiştir. Hatta daha beter asimilasyon politikaları uygulanmıştır. İlk başta Türklere karşı özgürlükçü ve eşit olunacağından bahsedilmiş ancak tam tersi yaşanmıştır. Türkleri bekleyen koskoca bir hayal kırıklığı olmuştur. Türklere insan hakkı Bu coğrafyada katliamlar Türklerin yaşadığına dair hiçbir iz bırakmamışçasına yapılmıştır. Ve bu soykırım tüm dünya tarafından görmezden gelinmiştir. Hiçbir yasa Türkler için işlememiştir. Ne sosyalistlerin “mazlum halklar” için tasarladıkları, ne de Batılıların “insan hakları” Türk için geçerli olmamıştır. Kulaklar sağır olmuş, gözler görmez olmuştur. Onlara kimse acımamış ve yardım etmemiştir. Bedenler o topraklara gübre olmuştur… Türkiye de yardım etmemiştir. Anavatan olarak gerekli hassasiyeti göstermemiş, Bulgar yönetimini kınamaktan öteye gitmemiştir. Soydaşlarımız orada öyle savunmasız kalmış, adeta kendi kaderine terk edilmiştir.

Emine Işınsu’nun “Çiçekler büyür” adlı romanı bu dönemde yapılan insanlık dışı uygulamalara değinmek bakımından ve Türk’ün kendi davasına sahip çıkması açısından önemlidir.

Jivkov’un asimilasyon politikaları Emine Işınsu romanında, Jivkov dönemini anlatmaktadır. Özellikle Jivkov’un Komünist Parti’de güçlenmesiyle birlikte Türklere karşı asimilasyon politikaları daha da güçlenmiştir. Jivkov’un “sınıfsız toplumunda” sıralama Partili Bulgar, Bulgar, Partili Türk ve Türk’tür. Türk sıralamanın en sonundadır. Bu durum romanda da ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Jivkov amacını tek bir Bulgar milleti yaratmak olarak açıklamıştır. Bu doğrultuda Türklerin eğitim gördüğü okullar devletleştirme adı altında Bulgar okullarıyla birleştirilmiştir. Türk isimleri Bulgar isimleriyle değiştirilmiş, Türkçe yer isimleri değiştirilmiş, camiler kapatılmış, sünnet yasaklanmıştır. Türklerin yaşadığı yerler ekonomik olarak geri bıraktırılmış, Türkçe konuşanlar para cezasına çarptırılmıştır. O zamana kadar “Türk azınlığı” veya “Türk ahalisi” olarak adlandırılan soydaşlarımız, 1984’ten sonra “Bulgar Müslümanları” olarak tanımlanmıştır. Tüm bu politikalara itiraz etmenin bedeli ise ölüm olmuştur. Evet, Jivkov Türkler için ölüm kampları hazırlatmıştır. Toplama kamplarına götürülen Türkler buralarda ağır işkencelere tutulmuştur. Binlerce soydaşımız burada ölüme terk edilmiştir. Bu kampların en ünlüleri Belene’dir ki burada yapılanlar insanlık açısından utanç vericidir. Bulgar sosyalizmi Türklere ne getirdi? Türklerin maruz kaldığı bu maddi ve manevi işkenceler sadece bir roman hikâyesi değildir. Maalesef yaşananlar gerçektir ve Emine Işınsu bu romanı gerçeğe çok yakın bir şekilde ele almıştır. Evet, bu katliamlar Bulgaristan’da sosyalist bir partinin iktidarında gerçekleşmiştir. Bu yüzden romanda sol eleştirisi yapılmaktadır ve Işınsu bu eleştirilerinde çok haklıdır. Rusya’da da aynısı olmamış mıdır? Türk halkları Sovyet rejimi altında en ağır soykırıma tabi tutulmamış mıdır? Bu anlamda Emine Işınsu’nun romanı önemlidir. Artık Türkler kendi hikâyelerini anlatmalıdır. Öncelikle kendi nesillerine anlatmalıdır ki dökülen kanlarımız yerde kalmasın. Türk davasına sahip çıkacak kuşaklar yetişin. Yeni çiçekler büyüsün…

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Geleneklerimiz Neriman ERALP

Dilimizde “körün taşı rasgele!” diye bir değim vardır. Doğrusunu isterseniz Bulgarin taşı hiç de rasgele değildi. Tam da gözümüzden vurdu. Geleneklerimizi yasaklamakla gözümüzü gör edip, geçmişimizi göremememizi hedefledi ve bunu yapamayınca bizi dağıttı, kovdu ve vatansız bıraktı. Bu çok derin düşünülmüş bir saldırı oldu. Bu defa sizleri, köy geleneklerimize geri götürmeye gayret edeceğim. Ben de genç olduğum ve kendi yaşımdan gerisini işittiklerim ve okuduklarım olarak anlatabildiğim için, yardımcı eser olarak Dr. İsmail Cambazov’un bu yıl basılan “beşiğim ve eşiğim” kitabını yeniden açıyorum. Önce yazarını bir daha tanıyalım. “Kitabimin konusu: doğduğum büyüdüğüm Rodoplar’daki köydür, onun insanlarıdır. Ben beşikten inip eşikten çıktıktan sonra etrafımda gördüğüm insanları, hısım akrabayı, konu komşuyu anlatıyorum. Sadece kendi gördüklerimi değil de, 80–90 yaşında ihtiyarlardan daha çocukluğumda işittiklerimi de ekledim. Böylece temelinin tam hangi yüzyılda atıldığı bilinmeyen köyümün bir asırlık (XX. asır) hayatını anlatmaya çalıştım. Bu tariho kadar dramatik olaylarla, çetin yaşam mücadelesi, fakirlik, sefalet, her bakımdan geri kalmışlıkla dolu ki, genç köydeşlerimin ebelerinin, dedelerinin, analarının babalarının çektiklerini anlayabildiklerinden kuşku duyuyorum.” Kitabın Bayramlar Bölümünden Ramazan: (Sayfa 414) Bayramlar: İnsan ihtiyarladıkça masumlaşır, çocuklaşır, derler. Çok doğru bir söz… Çocukluğumun bayramları, düğünleri bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden. Tek düze köy hayatını renklendiren dini ve yerel törenlerimizi anımsadıkça kalbim hopluyor. Bunlar basitliğine, sadeliğine, hatta ilkelliğine karşın ne kadar zevk, şenlik dolduruyormuş insanın kalbine! 1.asrın 30’lu yıllarında bizim köylünün tek düze, sıkıntılı, fakir yaşamını çeşitlendiren geleneklerin göreneklerin başında gelir bayramlar. Hele de iş mevsimlerinin dışına rast gelirse her ikisi de büyük bir coşku ile kutlanır, uğurlanır.

Ramazan:

Eski cami direk ister, Söylemeye yürek ister. Benim karnım toktur ama, Arkadaşım çörek ister.

Davulcu ev sahibini kaldırmayınca avludan çıkmaz. Ev sahibinin kalktığına işaret de ışığın yakılmış olmasıdır. Pencereden kandil ışımış ise, davulcu görevini yapmıştır. Yok kandil yanmaz ise, kapı vurulur, başka gürültü çıkarılır, insanlar illa savura kaldırılır. Biz mahalle çocukları davulcunun arkasına takılır, manilerini koro halinde söyler, her avluya bir yanlılık coşkuluk sokardık. İmsak da davul gümbürtüsü ile biterdi. Dervişe sormuşlar, orucun en çok nesini seversin, diye. Cevap “yemesini” olmuş. Orucun en zevkli yeri iftarı beklemektir. İftar yaklaşınca merdivenin başındaki göce kayasının (elle çevrilen değirmen taşı) üzerine oturup davulun vurmasını bekledim. Davul güm deyince iftar diye sevinçle müjdelerdim. Babalarımız iftarı teravih kılınan odada yaparlardı. Hoca kendimizden olduğu için hoca sırası güdülmezdi. Konu komşuyu, hısım akrabayı iftara davet etme geleneği de yoktu bizde. Herkes evinde oğul uşağının iftarı için hazırlanan yemekten bir tasa ya da sahana doldurur, bir parça ekmek alıp giderdi hocanın yanına. Daha tabiat sahibi haneler ayrıca patates pidesi, kabak pidesi getirirlerdi iftara. Böylece 15-20 haneden getirilen çeşitli yemekler büyük bir iştahla yenir, sofra daima dua ile bitirilirdi. İftardan sonra insanlar evlerine dağılmazdı. Herkesin karnı doymuş, susuzluğu giderilmiş, keyfi gelmiştir. Sigaralar tellendirilir, öyle koyu bir muhabbet başlar ki, tadına doyum olmaz. Teravihlere sık sık vaiz hocalar gelirdi. Böyle hallerde kadınlar da gelir, dışarı oturarak hocanın vaazını dinlerlerdi. Ramazan ayı, uzun sıcak yaz günlerine rast gelse dahi daima büyük bir huzur, kalb rahatlığı, mutluluk içinde geçerdi. Bir defa Ramazan 15’i geçti mi, biz çocuklar bayramı dört elle çekmeye başlardık. Ancak analarımız babalarımız için Bayram büyük sorunlarla gelirdi. Çocukların giyecekleri yoktur, misafir önüne konulacak et yoktur, pide yapmak için gündöndü yağı yoktur, baklava için şeker yoktur. Pazar tamtakır. Karaborsadan almaya para yok. Fiyatlar cep yakıyor. Fakat yarım litre, bir litre gündöndü yağsız olmaz. Pideden de vazgeçersin, yağlı pilavdan da ama kulaçtan vaz geçemezsin. Hem kendi köyünün hem de komşu köylerin çocukları en aşağı yüz çocuk ellerindeki büyük şişlerle kulaç gezmeye geleceklerdir. Senden aldığı kulacı o şişe dizecek ve aralarında kim daha fazla kulaç toplayacak yarışı yapacaklardır. Çocuk yoktan anlar mı? Yağı nasıl, nice bulup kulaç pişirmek şarttır. Rahmetli babam nereden nereden birkaç litre yağ bulur amcalarıma fincan fincan taksim eder, illa İsmail Çavuş’un hanesi kulaçsız kalmazdı. Misafirler için bir iki litre et bulmak da mesele olurdu. Derede tepede gizlice hayvan kesen kasaplar çok yüksek fiyatlar koyarlardı ete. Alabilirsen al. Kendi yetiştirdiğin tavuk etini misafirin önüne koymak her halde ayıp hesap ediliyordu ki, Ramazan bayramında hiç tavuk kestiğimizi hatırlamıyorum. Enişteler, Ramazan içinde ayrıca bir akşam misafirliğe çağrılır. Birinci akşam, ikinci akşam için buyur edilirler. Ramazan bayramı kısa olduğu için misafirler en çok birinci akşama toplanır. Bizde beş tane damat vardı. Oğulları uşaklarıyla gelirlerdi. Bir orduluk insan toplanırdı. Misafirin istirahat etmesi, uyuması diye bir şey yoktu. Bütün yıl birbiriyle görüşmemiş bacanaklar bir muhabbette dalar, uykusu gelen döşeğin üzerine biraz kıvrılıp bir iki saat kestirir, gözlerini uyuşturarak kalkar, hemen muhabbete giriverirdi. Biz çiçeği burnundaki gençler ancak gelen giden ile pek meşgul olmazdık. Bizim başka derdimiz, bayramdan başka beklentimiz vardı. Kıza bakmak: Erkekler Bayram namazından döner dönmez kızlar kızlar koşa meşalelere salıncakları kurar şarkı söylemeye başlardı. Şarkıları da kendileri gibi allı pullu, şen şakrak: Benim yârim gelişinden bellidir. İbrişim kuşaklı ince bellidir.

Kutsal oruç ayı Ramazan Haziran, Temmuz, Ağustos gibi yaz aylarına rastlarsa sevabı büyüktür; ancak kırda barıda çalışanlar için bir felaket olur. Bir taraftan kızgın güneş, öte taraftan 16 saat süren uzun bir gün, al üstüne kırda gergin çalışma ayları. Ya oraktasın ya harmanda ya kosa biçiyorsun ya düğün yapıyorsun. Mübarek güneş dikilir başına, hiç ağnamaz Batıya doğru. Saatlerce tepende duran güneş, dışını değil daha fazla içini kavurur. Susuzluğu gidermek için başımızı yıkarız olmaz, başımızı kovaya sokarız, içimiz daha fazla yanmaya başlar. İftarda yemekten önce suya hücum edilir. Su testisi elden ele birkaç defa dolaşır. Ben hayatımda iki dönem yaz aylarında oruç tuttum. Allah’tan da üçüncüye de erdirmesini niyaz ediyorum. Bizim köyde daha ğç ayların girmesiyle başlardı Ramazan hazırlıkları. Şaban ayının ikinci yarısında doruk noktasına çıkardı. Ramazan yemeklerinin başında kuskus gelirdi köyde. Her hane evvela kuskusunu hazırlar. Annelerimiz, yengelerimiz, ablalarımız sıvarlar kolları, has unu (buğday unu) elerler teknedeki hamuruna yumurta karıştırırlar tekneden yastacın üzerine çıkarırlar hamuru bir tarafını uğura uğura küçük tanecikler haline getirirler, Küçük hamur taneleri çarşaflar üzerine serilip dışarıda kurutulur. Biz çocuklar da başında bekler, tavuklardan korurduk. Fakat kendimizi oyuna kaptırdığımız olurdu. Tavuklar kuskusun yarısını kagalarlardı. O zaman dayan annemin, yengemin şamarına dayanabilirsen. Bulgur çorbsı, pilavı Ramazan sofralarının vazgeçilmez demirbaşı idi. Komşular da bulgurlarını bizim göce kayasında öğütürler, torbalarına doldururlardı. Çiğ buğdayın dövülüp ezilmesiyle yapılan keşkek ise odanın yanındaki koca taş dibekte dövülürdü. Ramazana karşı dibeğin başı hiç boş kalmazdı. Artık tarladan çıkarılmış olan patateslerin iyiceleri Ramazan sofrası için ayrılır, geri kalanı çürümesin, donmasın, sürmesin, sürmesin diye kuyulara doldurulurdu. Fasulye zaten köylünün milli gıdası. Tarcıkta Ramazanı bekler. Güzün toplanan erikler, elmalar, armutlar kurutulmuş, tarcıklara doldurulmuştur. Ramazan hoşafı hazırdır. Bir aylık sahurluk, iftarlık temin edildikten sonra iş dayanır evlerin içini dışını temizlemeye. Her yer süpürülür, yıkanır, temizlenir. Nakarat: Oruç temiz vücut ve kalp ile başlar. İlk teraviye herkes yıkaGel aman gelişine narak paklanarak temiz sırt başla gider. Ramazan sevinci herkeGül aman gülüşüne sin kalbini doldurmuş, coşturmuştur. Yüzler manevi zevkten, huHayran olayım… zurdan şakımıştır. Armudumu dişledim, Eski Ramazanların zevkli yanlarından biri de Ramazan daSapını gümüşledim vulu ve davulcusuydu. Ramazan ayı başında sahura kalkmak için Ben yârimin resmini Ramazan davulcusu tutulurdu. Davul gene her cami ve mescitte Defterime işledim. vardı. Davulcu akşamları iftar vaktini bildirir, imsakten önce davuArmut koydum sepete, lunu çalarak köyü gezer Müslümanları sahura kaldırırdı. Herkesten Yâri buldum tepede, davulcu olamazdı. Davulu zevkle vurmak bir marifetti. Ramazanın Küçükten bir yar sevdim, on beşi davulcu ve köy çocukları için bir bayramdı. İftardan sonra Şan oldum memlekete, davulcu davulunu alır, çocukları arkasına takar ev ev dolaşırdı. Her ev önünde, hep birlikte ramazan manileri söylenir ve hane sahiKomşu köylerin kızları böyle kendi aralarında şenlenip binden bahşiş almadan çekil inmezdi. Bahşiş para olur, gömlek, oynarken bizleri karşıdan görünce hemen veryansın ederler. havlu vs. verilirdi. Hepimiz için ayrı maniler yakarlar. İşte o söylenilen manilerden birkaçı: Sıçan gelir tıkla tıkla, Ne nohut kaldı ne bakla. İki gözüm Mahmut aga, Cebinin dibini yokla … Dar yatakta yatarız, Keyfimize bakarız. Biraz bekle davulcu, Bahşişini atarız …. Aldım bahşişimi giderim, Çok dualar ederim, Sağ olup da ölmezsek, Gelecek yıla gelirim. … Veli aga ne uyursun, Uykularda ne bulursun. Kalksan namazını kılsan Doğru … cematini bulursun Davulumun içi pekmez, Çalarım fakat ötmez. Bir bahşiş vermezseniz, Davulcu buradan gitmez … İşte geldim kapınıza Selam verdim hepinize. Selamımı almazsanız, Bir daha gelmem kapınıza. …

Ayak baktım ay ayaz. Kıza baktım kız beyaz Kesede de para az Bu kız bana yaramaz… Ev ardında mum yanar O burada ne arar Yaşı gelmiş otuza On beşinde kız arar… Kız avludan atladı Yemenisi patladı Yârim senin kafanı Kaplumbağa mı otladı?… Sıcakta asılı bakır Yârimin gözleri çakır Zengin diye gitmiş idim Kuru imiş takır takır.

Hepimiz kızların bu taşlamaları, takılmaları kimin için söylediklerini anlar, içerden hem sevinir, hem de yüzümüz kızarırdı. Kızların diline düştüğüne sevinirdi, aşağıladıkları için ise gücenirtdi. Gelecek yazımda size Doğu Rodoplar’da kıza bakma geleneğimizi anlatacağım.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Derin Uzlaşmazlık Dr. Nedim BİRİNCİ

Bulgaristan hükümet kurma sorununu uzlaşmalı çözmede zorlanıyor. Politik partiler dönüp geriye bakmadan ileri adım atmak istemiyor. Arkasına bakanda ise intikam (revaşizm) duyumları alevleniyor. Bulgar’ın yeni politikası 1989’da YUVARLAK MASA görüşmelerinde başlamıştı. O zaman bu masanın kenarında Müslümanlar adına oturmuş Nedim Gencev isminde bir ateist Baş Müftü vardı. O hiç konuşması, bir şey önermedi, hiç bir şey istemedi. İşleri karıştırmazsa ödüllendirileceğini biliyordu. O zaman Ahmet Doğan henüz politik pazara sürülmemişti. Elbiseleri kuru temizlikçide, kendisi de tellaklı hamamdaydı. Ahmet Doğan’ın Sofya sahnesine çıkması 1989’un son günlerinde oldu, o zaman henüz “doğan” değildi, tüyleri çıkmamış ve uçamadığından, bir yerden bir yere polis aracığıyla gezdiriliyor, burnu zincirli ayı gibi oynatılıyor ve sonra yine kafese toplanıyordu. Yollarda, meydanlarda insanlar arasında fazla gezip tozmasına da izin yoktu, çünkü ayakkabının ökçesi olmadığından, su alır ve hastalanır diye korkanlar vardı ama al şu parayı da bir çift ayakkabı al deyen de olmadı, çünkü bilirsiniz, bal bozumu başlamadan kovandan bal yenmez. O günler de gecikmedi, “ilk ihtiyaçlarını karşılasınlar” diye Baş Müftüye Bulgaristan Komünist Partisi Politik Büro üyesi Boris Velçev’ın, Ahmet Doğan’a da Başbakan Georgi Atanasov’un daireleri verildi, içi boş durmasın diye duvarlara asmak için birkaç haydut voyvoda tablosu, birkaç eski kama, kılış, patlamayan patlak vs. hediye edildi. Generallerin bu hediyeleri sunarken söyledikleri sözlerde ”revaşizm” yok, yani Türk ve Müslümanların dini, doğal ve insan haklarını, ana dil, baba dil, olup biteni sorup sorgulamak yok, hapisler, “Belene” ölüm kampı ve mengenelerde yapılan işkenceler unutulacak, unutturacak, dedi. İşleri perde ardından yönetenler nefretten sonra sevgi gelmesini bekliyorlardı. Nefretin özelliği insanlara dağılma çağı yaşatmasıdır. 1984–1990 nefret çağı geçmişti. Bu dönemde insanlar doğal olar dağılmış, ülkeden kovulmuş veya kaçmıştı. Onların anlayışına göre 1990’da nefret bir kenara çekilmek zorundaydı. İnsanlar yeniden bir araya gelecek ve sevinçli günler yaşayacaktı. Sorunları çözmek için yeni liderler artık bir tek “uzlaşma” formülü icat edeceklerdi. Ön

Plovdiv’deki Uluslararası Fuar’a 800’den fazla şirket katılıyor

Zindan Şelalesi, Keşfedilmeyi Bekliyor Eki. 30 Sağlık-Spor no comments Kırklareli’nin Demirköy ilçesine bağlı Avcılar köyündeki Zindan Şelalesi, ziyaretçilerini bekliyor. Rumların yaşadığı dönemde, Korfa olarak bilinen ve mübadelenin ardından adı Avcılar olarak değiştirilen köydeki şelalenin turizme kazandırılması için çalışma başlatılacak. Kırklareli Kültür ve Turizm Müdür Vekili Fikret Macit, AA muhabirine yaptığı açıklamada, şelalenin doğal güzelliğiyle dikkat çektiğini söyledi. Şelalenin köye 12 kilometre mesafede olduğunu dile getiren Macit, Istrancalar’ın bu tür önemli su havzalarına sahip olduğunu belirtti. Kırklareli’nin turizm bölgesi ilan

Elektronik oylamanın getirilmesi mümkün müdür?

Başkent Sofya’da düzenlenen elektronik oylama konulu tartışma toplantısı düzenşlendi. Bu konuda “Dijital Ulusal Koalisyonu” Derneği Başkanı Gergana Pasi radyomuza konuştu: “Elektronik oylama insanlara daha büyük erkin verilmesi yönünde ve elektronik hizmetlerden yararlanmaları konusunda onlara daha büyük motivasyon verilmesi yönünde atılan bir adımdır. Elektronik süreçler ne kadar çok olursa elektronik hükümete de o kadar yakın oluruz” dedi bayan Pasi ve şunları da ekledi: “Düzenlediğimiz bu konferansa bütün IT sektörü katıldı. Bilgi teknolojileri uzmanları, elektronik ortamda oy vermekle ilgili hiçbir teknolojik sorunun mevcut olmadığı konusunda hemfikir oldular. Hukuki engellerin de olmadığı anlaşıldı. Tartışmaya eski Anayasa Mahkemesi hakimi ve şimdi başbakanın seçim müşaviri olan prof. Emiliya Drumeva da katıldı ve elektronik oylama ile ilgili Anayasa açısından herhangi bir engelin bulunmadığını belirtti. Tartışmada öne çıkan esas itiraz, İçişleri Bakanlığı’ndan geldi. Elektronik oylamanın oy ticareti ve kontrollü oylama sorunlarına çözüm getireceğinden duyulan şüpheler dile getirildi” şeklinde konuştu Gergana Pasi. Tartışma toplantısının eşorganizatörü olan “Bilgi Hizmetleri” kuruluşunun Yürütüm Müdürü Ni-

kolay Nedyalkov da “Elektronik oylama birçok ülkede varsa Bulgaristan için de teknolojik engellerin olmaması gerekiyor” dedi ve şunu da ekledi: “Elektronik oylama ile ilgili birkaç zorunlu unsur vardır. Herşeyden önce oy gizliliğinin sağlanması için teknoloji ve mekanizmanın temin edilmesi gerekiyor. İkincisi – defalarca oy verilmesi engellenmeli ve verilen oyun ancak bir kez sayılması sağlanmalı. Üçüncüsü de üçüncü bir taraf önünde oyumuzu kime vermiş olduğumuzun kanıtlanamaz hale getiren bir teknoloji uygulanmalıdır. Bu mekanizma oy ticareti açısından son decere önemlidir. Dördüncü prensip de tekonoli ile organizasyon unsurlarının bir arada bulunmasıdır ve bu sayede elektronik ortamda oy vermek isteyen vatandaşlara bunu birkaç kere yapma imkanının sağlanmasıdır. Bu ne anlama geliyor? Elektronik oylama seçim gününden 4 ila 10 gün önce arasında değişen dönemde yapılır. Bu dönemde herkes birkaç defa oy verebilir ve ancak son oyu kayıtlara geçer. Ayrıca seçim günü dilerse oyveren, sandığa da gidebilir. O zaman sırf kağıt oy pusulası dikkate alınacaktır. Bu vatandaşların hem kararların alınması sürecine, hem de ülkenin elektronik yönetimine katılmalarını sağlayan mekanizmalardan biridir” diye konuştu Nikolay Nedyalkov.

Bulgaristanlıların mali zenginliği ne kadardır Bulgaristanlının ortalama mali zenginliği yaklaşık 5 bin avro. Bu para miktarına hanelerin banka mevduatlarındaki tasarrufları, nakit para, emeklilik ve sigorta fonlarındaki kaynaklar ve hisseler şeklindeki doğrudan yatırımlar dahil ediliyor. Banka mevduatları, Bulgaristanlılar arasından en tercih edilen tasarruf şekli olmaya devam ediyor. Banka mevduatları, Bulgaristanlıların mali zenginliğinin yüzde 67’sini oluşturuyor. Son verilere göre nüfusun mali varlığı, 25 milyar avroyu aşmaktadır, ama bu yıl 27 milyar avroya artması beklenmesine rağmen daha gelişmiş Avrupa ülkelerindeki seviyelerin çok altında kalıyor. Az da olsa Bulgar hanelerinin mali aktifleri, AB’de en yoksul olmaya devam eden devletin kamu borcundan iki kat daha büyüktür. Ama eğilim olumludur ve bu eğilim, Bulgarların mali zenginliğinin daha da büyük tasarrufları sonucu 4 kat arttığı son 10 yıl için verilerden doğrulanıyor. Uzmanlar, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin, kıtanın batı kısmında kaydedilen göstergelere yavaş da olsa ayak uydurduğunu düşünüyor. Bulgaristanlıların ayrıca Batı Avrupalılara nazaran üç kat daha az borcu vardır. Orta sınıf Bulgaristanlıların mali zenginliği neden ibarettir? Bulgaristanlıların aktifleri 4 bin 876 avro olurken bir Luxemburg vatandaşının aktifleri yüz kat daha çok olup 432 bin 200 avrodur. Bulgaristanlılar, paralarının yüzde 82’sini banka mevduatlarında veya evinde tutuyor, yüzde 16’sını emeklilik fonlarına veya sigorta ürünlerine yönlendiriyor. Kaynakların ancak yüzde 2‘simenkul kıymetlere yatırılmış-

Best Coffee House

tır. Bu, hanelerin çok kısıtlı olan ve daha ciddi yatırımlara yol açmayan mali kaynakları göz önüne alınırsa açıklanabiliyor. Analizatörler, daha zor mali ürünlere ilginin de yavaş yavaş arttığını kaydediyor. Bu, güvende artış ve daha uzun vadeli perspektifleri olan yatırımlara yöneliş için ipucu veriyor. Mali başarının öte yanında Bulgarların mali borçlarıdır. 2013 yılının sonunda borçlar, 10,39 milyar avro değerindeydi ve tüketici kredileri ipotek kredilerinden daha çoktu. Bu yıl borçların toplam değerinin 10,38 milyar avro olması bekleniyor. Bulgaristanlıların diğer AB vatandaşlarına nazaran pek büyük mali aktifleri olmasa da, çoğu Bulgar hanelerinin bir veya daha çok apartman dairesi, taşrada evi, tarım arazisi veya ormanı var. Bulgaristanlılar, Avrupa’da en büyük taşınmaz mal sahipleri arasındadır. Ülkemizde kirada oturanlar azınlık oluşturuyor. Uzmanlara göre Bulgarların bu taşınmaz malları, mali zenginliğinin daha büyük kısmını teşkil ediyor ve hanelerin sahip olduğunun yüzde 71’ini aşıyor. 2008 yılında taşınmaz mal piyasasındaki balonun patlatılmasından sonra taşınmaz malların değeri ve vatandaşların zenginliği hissedilir bir şekilde düştü. Ama artık bazı canlanma belirtileri gözlemleniyor, ki bu Bulgaristanlıların elindeki taşınmaz malların fiyat ve değerinin artışına yol açacaktır. Bu ise, nüfusun ortak mali durumuna elverişli etki yaratacak ve uzmanların mali ve maddi aktiflerin artması ve bu göstergelerin daha gelişmiş ülkelerdeki seviyesine yavaş yavaş varması beklendiği doğrultusundaki tahminlerini doğrulayacak.

Best Coffee House

+90 212 537 54 97

Bulgaristan’da Erken Seçimler

Osmanlı Devleti’nin 1352 yılında Gelibolu üzerinden Avrupa’ya geçmesi ile Türk-İslam unsuru da bu coğrafyaya geçmiş oldu. O günden itibaren, günümüzdeki tabiri ile “İslamofobi” de Avrupa’nın gündemine girmiş ve bir daha çıkmamıştır.Osmanlı Barışı her ne kadar 600 yıl sürse de Fransız ihtilali ile başlayan milliyetçilik fikirleri, eski gücünü kaybetmesi nedeniyle Osmanlı tebaalarında da karşılık bulmaya başlamış, başta Rusya ve Patrikhanenin kışkırtmaları sonucunda Balkan milletleri bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bağımsızlığını elde eden devletlerin Osmanlı’ya karşı kin ve nefretleri bu coğrafyanın Türk ve Müslüman unsurlarına katliam ve işkence olarak yağmış, sürgün ve göç olarak devam etmiştir. Şunu bilhassa belirtmek gerekir ki en fazla zulüm Bulgarlardan gelmiştir. 1877’den 1989 yılına kadar Türk ve Müslüman unsurlara yaşatılan sayısız zulümler ve gözyaşları[1], kara lekeler olarak bir bir tarihe geçmiştir. 2004 yılında NATO üyesi olmakla Türkiye ile aynı kanatta yer alması, 2007’de de Avrupa Birliği (AB) üyesi olması ile Bulgaristan’da sosyal, siyasi ve insan hakları konularında yaşanan olumlu gelişmeler, Türk ve Müslüman halka karşı bakış açısında da elbette pozitif etki göstermiştir. Fakat Bulgarların Türk ve Müslümanlara olan kini sönmüş görünse de hala bitmemiş olduğu görülmektedir. Bulgaristan’da 5 Ekim 2014’te erken genel seçimlerin yapıldı. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşı soydaşlarımızın da oy kullanabilmesi için Türkiye genelinde 136 sandık kuruldu. 2011’de yapılan genel seçimlerde Bulgaristan parlamentosuna 36 milletvekili göndermeyi başaran MüslümanTürk kesimi bu seçimlerde daha fazla milletvekili çıkarta bilmek amacıyla yoğun gayretler sarf ettiler. Bu seçimlerde 46 milletvekili çıkartmayı hedefleyen Bulgaristan Türkleri[2], 31 temsilci çıkartabildi. 7.3 milyon nüfusu olan Bulgaristan’da var olan 2 milyon civarında Müslüman-Türk, halen dört siyasi parti ile seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar. Üyelerinin çoğunluğu Türklerden oluşanve Lütfi Mestan liderliğindeki Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) bu seçimlerde %14.1 oy alarak üçüncü en büyük siyasi partisi olduğunu kanıtlamış ve 28’i Türk olmak üzere 38 milletvekili ile parlamentoya girmeyi başarmıştır.84 milletvekili çıkartan Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar Partisinde (GERB) ise sadece iki Müslüman milletvekili yer alabilirken, Reformcu Blok Koalisyonu (RB) olarak seçime katılan grupta da Hürriyet ve Şeref Halk Partisi’nin (NPSV) lideri Korman İsmailov seçilmeyi başarmıştır[3]. Son iki sene içerisinde yapılan ikinci erken genel seçimlerde birinci parti olmayı başaran ise Eski Başbakan BoykoBorisov’un lideri olduğu GERB olmuştur. Fakat oyların yaklaşık %33’ünü almış olmasına rağmen tek başına iktidar olamayacak olması ise yeni kurulacak hükmet çalışmalarının zorluğunun göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır[4]. Hayat standartlarının düşüklüğü nedeniyle başlayan boykotlar karşısında 20 Şubat 2013’te istifa etmek zorunda kalanBorisov, 2013 yılında yapılan erken genel seçimlerde de birinci parti olmasına rağmen koalisyon ortağı bulamadığından Sosyalist Parti ile HÖH koalisyon hükümeti kurmuş fakat bu hükümet de geçtiğimiz Temmuz ayında istifa etmişti[5]. Seçim sonuçlarına baktığımız zaman kurulması muhtemel hükümetin de uzun ömürlü olamayacağı veya hükümet kurulamadan yeniden seçime gidilmesi de kuvvetle muhtemel görülmektedir. Borisov’un seçim sonrası yaptığı açıklamada “İstikrarlı hükümet kurulması için GERB, diğer partilerle yürüteceği müzakerelerde gelecek yönetimde sorumluluğun paylaşılması konusunda taviz vermeye hazır” şeklinde açıklama yapmış olmasına rağmen, seçimden ikinci parti olarak çıkan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve üçüncü parti HÖH ile koalisyon hükümeti kurmayacak gibi görülmektedir[6]. Fakat bizim dikkatimizi çeken gelişme ise daha farklı ama bilinen bir gerçeğin tekrar zuhur etmesidir. AB üyesi Bulgaristan’da Müslüman-Türk adayların milletvekili olmalarının hâlâ hazmedilemediği bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. 14 Ekim 2014 tarihinde internet haber siteleri ve Haber Türk Gazetesi incelediğinde bu hazımsızlık ayan beyan görülecektir. İğrenç bir şekilde “Türkler vekil olabiliyorsa eşekler de parlamentoya girebilir” pankartı asılmış bir eşek ile gösteri yapan eylemciler, Türkiye’de kullanılan oyların Bulgaristan seçimlerini etkilemesinden rahatsız olduklarını açıklıyorlardı[7]. Haberlerden anlaşılan eylemciler parti gözetmeksizin bütün Türk Milletvekillerini hedef aldıkları görülmektedir. Bulgaristan Türklerinin sorunlarının tartışıldığı “1989 Göçünün 25. Yılı” konulu Uluslararası Sempozyumu’nda[8] dile getirilen ve ortaya konulan hususların doğruluğunu ortaya koymaktadır. AB üyesi Bulgaristan’ın, asli unsurları arasında yer alan Müslüman-Türk nüfusunun başarıları ve gelecekte ülkenin ikinci siyasi partisi olmaya doğru hızla ve istikrarlı bir şekilde ilerliyor olması önemlidir. Ancak gelecekte daha büyük sorunların yaşanmaması için ötekileştirici söylem ve eylemlerden kaçınılmalı, kabuk bağlamış yaralar yeniden açılmamalıdır. Bu konuda her bir siyasi parti lider ve yöneticilerine taraftar ve destekçileri üzerindeki kontrolü elden kaçırmama gibi önemli görevler düşmektedir. K a y n a k : U S G A M


6 ARŞİV BELGELERİNE GÖRE 1937-1938 DERSİM İSYANI

TARİH BOYUNCA TÜRKLERDE HABERLEŞME Giriş

1. ARŞİV BELGELERİNE GÖRE 1937-1938 DERSİM İSYANI

İnsanlık tarihi kadar eski olan haberleşme faaliyetleri, çağlar boyunca değişik aşa1.1. İSYANININ NEDENLERİ VE ÇIKIŞI malardan geçerek ve sürekli gelişerek bu günkü yapısına kavuşmuştur. Posta Dersim bölgesi, doğuda Bingöl, Kuzeyde Erzincan batıda Malatya, Güneyde Elazığ illeri ile komşu olan ve haberleşme insanlığın göçebe yaşaKarasu, Peri, Murat Akarsuları ile bir ada gibi çevril- yıştan yerleşik topluma geçmesinde olmiş sarp dağları olan ulaşımı zor bir araziye sahiptir. duğu kadar medeniyetlerin gelişmesinde Hem coğrafi özelliklerinden dolayı hem de Osmanlı Devleti’nden beri süregelen feodal bağlardan dolayı hem de önemli bir rol oynamıştır. Aynı zaOsmanlı döneminde hem de Cumhuriyet döneminde manda milletlerin var olmalarını, iç ve Dersim de isyanlar görülmüştür[1].Tanzimat’a kadar dış tehditlere karşı savunma mekanizmaderebeylik sistemi ile idare edilen bölge Tanzimat’tan larını zamanında oluşturmalarını sağlasonra Nizam-ı Cedit usulü kabul edildikten sonra hükümet, Dersim’den de asker almayı sağlamak suretiyle yan en önemli hizmet alanlarından biridir. bu bölgeye nüfuz etmeyi planlamıştır. Bu sebeple de nişan, rütbe ve hediyeler dağıtarak Dersim reislerini ele geçirmek istemiştir. Fakat bu dönemde bölge ağaların ve şeyhlerin iktidar mücadelelerinden kurtulamamıştır. Dersim bölgesine hükümet Dersimli kaymakamlar atamışsa da Dersimlilerin asker vermesi ve Bab-ı Ali’nin bu bölgede hükümet tesis etmesi mümkün olmamıştır[2]. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Dersim ağaları Erzurum’daki Rus Konsolosluğu’na giderek Ruslara yardım teklifinde bulunmuşlar savaşın devamında Hozat ve Mazgirt’teki kışlaları talan ve tahrip etmişlerdir. Osmanlı-Rus Savaşı’ndan önceki günlerde Rus askerî teşkilatının Dersim hakkındaki yorumu ilgi çekicidir; Harp vukuunda Türkler, Dersim ve Kazuçan Kızılbaşlarından yardım görmezler, bunların Rusların hesabına çalışacakları da şüphelidir. Galibiyet sağlandıktan sonra bunların Rusların hesabına hareket etmeleri sağlanır. Bunun için de Dersimlilerin asırlık iç işlerine karışmamak ve kendilerini kendi itiyatlarına terk etmek gerekir. …[3] Birinci Dünya Savaşı sırasında da bölgede genel asayişsizlik artarak devam etmiştir. Bu savaşla birlikte Dersim’de silahlanma da artmış artık geleneksel çapul ve soygun olayları daha kırıcı hale gelmiştir. Genel olarak Osmanlı Devleti’nin Dersim’e hâkim olmaya çalıştığı 1860’lardan Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Dersim’de birçok olay olmuştur. Bunlardan bazıları tenkil harekâtını gerektirmiş 1892’de Koçuşağı ve Şamuşağı harekâtları, 1907’de soyguna son vermek için yine Koçuşağı ve Resik Aşiretlerine karşı harekât, 1908’de 4. Ordu tarafından yapılan harekât, 1909’da Haydaranlar Aşireti’ne karşı yapılan tedip, 1914 yılında Kırgan Aşireti’ne karşı yapılan harekât, 1916’da Ferhatuşağı Aşireti’nin isyanının bastırılması, nihayet Cumhuriyet döneminde 1926 tarihinde yapılan Koçuşağı Hadisesi, 1930 yılında yapılan Pülümür Harekâtı da tarihe yazılan Dersim hadiseleridir[4]. 1930’lu yıllara gelindiğinde ise devlet daha merkezileşmek istiyor ve otoritesinin tesis edilmediği vatan toprağı kalmasını önlemek için tedbirler alıyordu. Bu tedbirleri dönemin basınından takip edecek olursak; Mazideki hataları tekrar etmemek için yıllarca araştırmalar yapıldı ve izlenecek yol teferruatlı noktalara kadar karar verildi. Bir sene evvel de tatbikata geçildi fena hatıralarla dolu Dersim ismi atıldı. Anavatanın tabii hayatına yeniden karışacak olan bu kıtaya Tunceli ismi verildi. Islahat hareketinin başına da büyük salahiyetlerle General Alpdoğan getirildi. Bu kıymetli generalimiz, çok geniş görüşlü ve tedbirli bir asker ve idare adamı olduğunu Tunceli’de işbaşında ispatlamıştır Tunceli halkına cezalandırılacak bir suçlu değil şifa bekleyen bir hasta gözüyle bakmıştır… Köle sınıfının yüzü gülmüş onlar için insanca bir hayat başlamıştır[5] İçişleri Bakanı Şükrü Kaya bölgeye yaptığı geziden sonra 18 Kasım 1931 tarihinde Başbakanlığa bir rapor sunmuştur. Raporunda Dersim için yapılacak ıslahatlar imar ve iskan faaliyetleri yer almaktadır[6]. Dönemin gazetelerine göre oluşturulan idare bölgede yaşayan halk için umulmaz bir saadet devri oldu[7]. Dersim’de yoğun bir feodal yaşam tarzı ve aşiret sistemi olduğundan dolayı devlet otoritesi sözü edilen aşiret liderlerinin şeyhlerin ağaların ve seyitlerin nüfuzunu kırmak için topyekûn bir mücadeleye girişmişti. Bu mücadelede devleti Dersim’e getirecek yollar köprüler yapılmaya çalışılırken bir taraftan da askerî olarak bölgeyi güçlendirmek amaç edinilmişti.

Nuri Dersimi, eserinde aşiret liderlerinin bu idare şeklinden rahatsız olduklarını ve bazı aşiretlerin zaman zaman bir araya gelerek bu durumdan kurtulma çareleri aradıklarını bir birleriyle anlaşma yollarına gittiklerini ve hatta Seyit Rıza ve birkaç aşiretin anlaştığını, bunu kamuoyuna ve dış ülkelere duyurma görevinin de Dersimi’ye verildiğini bu gelişmeler yaşanırken de Ermenilerin bölgede uzun zamandır propaganda yaptıklarını yazmaktadır[8]. Nitekim çeşitli asayiş raporlarında bu aşiretlerin 1930’lardan beri bir örgütlenme amacıyla aralarındaki kan davası gütmeye ara verdiklerini görüyoruz. Örneğin 4 Nisan 1930 tarihli bir belgeye göre Vali Tahsin Bey, Dâhiliye Vekâleti’ne Ovacık’ın Mercan köylerinde Keçeluşağı aşiretinden Kahraman oğlu Munzur ağa Pülümür’ün Danzik nahiyesine gelerek araları açık olan Pir Ahmet oğlu Yusuf ile barıştıkları, oradan da Seyit Rıza ve diğer Dersim aşiretleri ile barışmaya gidecekleri yazmaktadır[9].

Devamı gelecek sayıda

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Türkler 6. Yüzyıldan itibaren yerleşik uygarlıklarını fars dilinde Türk ili anlamına gelen Türkistan’da geliştirdiler. Göktürklerden beri yollar ve ulaştırma bilinen konulardı. Bu dönemin yollarını çok gelişmiş sanmak elbette söz konusu değildir. Genellikle doğanın gelip gitmeye izin verdiği, ama askeri nedenlerle düzeltilen, arabaların gidip gelebildiği yollar kullanılıyordu. Geleneksel İpek Yolu bu gibi yollar Türkler tarafından biliniyordu. Bu yollar üzerinde bir posta örgütünün çalıştığını biliyoruz. “Ulak” sistemi daha 7. Yüzyılda gezginlerin dikkatini çekmişti. 11. Yüzyılda kullanılan ve atlı haberci anlamına gelen “Eşkinci” sözü, 15. Yüzyıla kadar “Ulak” sözü ile birlikte Anadolu’da kullanılan ve atlı postacı anlamına gelen “Çapar” deyişi hep Orta Asya (Türkistan) kökenlidir. “Arkış” sözü de kervan, haberci ve mektup anlamlarında kullanılmıştır. Türk tarihi incelendiğinde posta ve haberleşme alanında farklı araçlardan yararlanıldığını görmekteyiz. Mesela, Büyük Hun İmparatorluğundan Osmanlı İmparatorluğuna kadar bütün Türk devletlerinde gündüzleri bayrakla, geceleri davullarla ve borularla askeri haberleşme sağlanmış, “karguy” adı verilen ateş kuleleri kullanılmıştır. Türk Ulakları dörtnala, hızlı giden atlarıyla Kağanlarının mektuplarını komşu devlet hükümdarlarına götürürken kurultay davetiyelerini Türk Beylerine iletmişlerdir. Memlük ve Eyyubiler zamanında askeri amaçların dışında ticari amaçla da güvercinle haberleşmeden faydalanılmış, daha sonra kurulan Büyük Selçuk İmparatorluğu’nda ise güvercinlerin yanı sıra ulak, çapar ve peyk adı verilen resmi posta görevlileri ile berid teşkilatı geliştirilmiştir. Türkistan’dan Batı Anadolu’ya kadar olan geniş bir alanı kontrolleri altına alan Selçukluların haberleşme olmadan bu ülkeyi yönetebileceklerini sanmak mümkün değildir. Daha önceki Türk devletlerinde kullanılan devlet haberleşme sistemi olan berid örgütü “Ulak” adı verilen atlı postayla yaya habercilerden oluşuyordu. Berid sistemi Büyük Selçuklu İmparatorluğu zamanında görülmez. Berid divanı kaldırılmıştır. Berid örgütü alışılageldiği biçimiyle artık yoktur, ama hükümet kontrolü tekke ve medrese gibi aslında yönetimin dışında kalan kuruluşlara kadar uzanmıştır. Selçuklu İmparatorluğunun Anadolu’da 14. Yüzyıl başına kadar

süren dönemi göz önüne alınırsa yolların ve konaklanma yerlerinin de düzenli olduğu görülür. Her 30–40 kilometrede “uzaktan bakılınca bir kale, içlerine girildiği zaman bir yolun konak menzilinde kervan kafilelerinin her türlü gereksinimlerini karşılayacak” kervansaraylar yapılmıştı. Yakın zamana kadar haberleşme sözcüğü, batı dillerindeki communication karşılığı olarak kullanılıyordu. Bugün bu yabancı sözcüğün Türkçesine iletişim demek eğilimindeyiz. İletişim sözcüğüyle anlatmak istediğimiz ileti (mesaj) alışverişidir. Bu noktada iletinin ne olduğunu, ne anlama geldiğini de açıklamamız gereklidir. İletinin sözsel ve görsel olabileceğini, yani dün yazılan bir kitabın, yapılan bir konuşmanın, bugün çekilen bir filmin, yarın yapılacak bir heykelin ve bir resmin ileti olduğunu düşünüyoruz. Bu çerçeve içinde iletişim geniş kapsamlı bir terim olarak ortaya çıkmaktadır ve bu geniş kapsamı içine haberleşme de girmektedir. Haberleşme ise en kısa deyişle haber alışverişidir. Auguste Comte “öngörmek ve gereğini yapmak için bilmek gerekir” diyor. Bilmek içinde haber almak gerekir. Bu, insanların çok eski zamanlardan beri duyduğu önemli bir gereksinimdir. İnsan, çevresinde olan biteni görerek, duyarak, kısacası duyularıyla algılar. Haberleşme, insanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri geçerli olmuştur. Önceleri yaşamını sürdüre bilmek için doğa ve öteki insanlarla ilişki kuran, haberleşmeye gereksinme duyan insan, toplumsal yaşam gelişip karmaşıklaştıkça başlangıçtakinden pek farklı olamayan nedenlerle, ama artık karmaşık hale gelen haberleşmeyi kullanmaya devam etmiştir. Konuşarak duygu ve düşüncelerini karşısındakine aktaran insanoğlu, tarih boyunca haberleşme ihtiyacını gidermek için çeşitli yollar aramıştır. Görsel işaretlerden ateş, duman, ışık, ayna, akustik işaretlerden; boru ve ıslık çalma buna örnek olarak gösterilebilir. S

ü

m

e

r

l

e

r

Tarihte ilk defa meclislerin kurularak demokrasinin yaşandığı Sümer Devleti, yazıyı bulduktan sonra 68 adet ebedi türde, eser bırakan Sümerlerde haberleşme ile ilgili ipuçları veren belgelerde mevcuttur. Bunların başında “Enmerkar ve Aratta Beyi” adlı Sümer Destanı gelir. Aratta Beyi ile Enmerkar arasında haber getirip götüren habercilerden de bahsedilmekte olup, habercilerle ilgili şu ifade dikkat çekmektedir; “Enmerkar’ın habercisi İsumud, kırlarda av arayan Ejder gibi yolculuğa atıldı”. Sonuç itibariyle bu eser bize yaklaşık 5000 yıl önce Sümer şehir kralları arasında haberleşmenin her şehir kralının kendi seçtiği habercilerle sağlandığını anlatması bakımından önem arz etmektedir. Tarihte ilk defa Sümerler’de kil üzerine çivi yazısı ile yazılmış, tablet mektuplar kullanılmıştır. Devamı Gelecek Sayıda İ s l a m i D ö n e m

“GÖKTÜRK KİTABELERİNDE TÜRK DİNİ İNANCININ İZLERİ”

Giriş Sekizinci asırda Batı Göktürkleri tarafından dikilen Göktürk Kitabeleri, Türklerin siyasi tarihine ışık tutan en önemli belgelerdendir. Kitabeler, eski dönemlere ait derli toplu bilgiler verdiği için araştırmacılar tarafından önemli bir bilgi kaynağı olarak görülür. Kitabeler sadece tarihsel anlamda değil sosyolojik, dini hayat hakkında da bazı bilgileri içerir. Hatta kitabelerin Tanrıcılık ya da Tengrizm denen eski tük inancının ana kaynağını oluşturduğu söylenebilir (Güngör, 2013: 64). Toplumlar tarihin çeşitli dönemlerinde dinlerini değiştirebilir. Bu değişim kimi zaman dinin kendi içinde yaşadığı değişiklikler olarak karşımıza çıkarkenbazen de toplumlar diğer toplumların etkisi ya da zoruyla dinlerini değiştirebilir. Bu değişim süreçlerinde dini inanç ya da ritüellerin tamamının yenileriyle değiştirildiğini söylemek mümkün değildir. Böyle durumlarda toplumlar bir yandan yeni inanç sisteminin esaslarını yaşamaya başlarken bir yandan da eski inanç ve uygulamaları yeni inancın içinde yeni formlarla yaşatmaya devam eder. Tarihsel süreçte Türkler, Gök Tanrı inancından Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık ve İslamiyet’e kadar pek çok din ve inanç sistemini kabul etmiştir. Bununla birlikte kabul edilen yeni dinin içinde eski gelenek ve uygulamalar, yeni formlar ile yaşamaya devam eder. Bu yazıda kitabelerin yazıldığı dönem olan sekizinci asırda Türklerin dini inancını hangi aşamada olduğunu tespit edilmeye çalışılacaktır. 1. Kitabelerin Yapı Olarak Önemi Göktürk Kitabeleri, bilindiği üzere, taş sütunlar üzerine kazınmıştır. Taş, insan için kendi kırılgan ve geçici yapısını aşan bir gücün temsilidir. Bu yüzden de sadece Türkler için değil, neredeyse bütün medeniyetler için kutsallık barındıran bir maddedir. Sertliği, kalıcılığı her zaman insanların dikkatini çekmiştir (Eliade, 2003: 222; Sarıkçıoğlu, 2002: 16). Kitabelerin yazıldığı taşlar kaplumbağa şeklinde bir kaideye sahiptir. Ayrıca Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının üst kısmında da kurttan süt emen bir çocuk tasviri bulunur (Alyılmaz, 2003: 14). Kaplumbağa uzun ömürlü olduğu için Türklerde kutsal kabul edilir. Çin ve Hint mitolojilerinde kaplumbağa, yeri taşıyan hayvanlardan birisidir. Buna benzer bir inancın Türlerde de olduğu kabul edilir. Kurttan süt emen çocuk tasviri ise Göktürklerin Bozkurt destanına gönderme yapar.1 Kitabelerin taş olmasını ve kaplumbağa şeklinde bir kaideye sahip olmasını sonsuzluğa uzanan bir zaman anlayışının izleri olarak değerlendirmek mümkündür. 2. Kitabelerde Tanrı’nın Konumu Tengri, kitabelerdeki en önemli kelimelerden biridir. Gerard Clauson bu sözcüğün aslen fiziksel gökyüzü anlamında kullanıldığını ancak sonradan Tanrı anlamını da kazandığını belirtir (Clauson, 1972: 523b). Roux’a göre ise eski Türklerin nesnel gökyüzü ile bir Tanrı olarak gökyüzü arasında ayrım yapıp yapmadıkları belli değildir. Bu sebeple de kitabelerde geçen, gökyüzü ile yerin yaratıldığı bölümde sadece iki kozmik bölgenin mi yoksa aynı zamanda Tanrıların da mı kastedildiği bilinememektedir (Roux, 2011: 127; Ögel, 1998: 147). Her ne kadar gök ile Tanrı arasında bir ilişkinin varlığı inkar edilmese de Türklerin önce göğü kutsal bir nesne olarak kabul edip sonradan göğe Tanrısallık atfetmeleri ya da antropomorfik bir Tanrıyı ya da Tanrıları sonradan gökyüzüne çıkarmaları konusundaki bilgilerimiz konuyu netleştirecek düzeyde değildir (Bayat, 2007: 41). Eliade’ye göre ilkel insan için gök, kutsal olmadan önce de aşkındı, izleyende dini duygular uyandırıyordu. Bu aşkınlık karşısında insanlar zamanla göğün bizzat kendisini kutsal kabul etti (Eliade, 2003: 62). Buradan yola çıkarak Türklerin önceleri göğü kutsal kabul ettikleri, daha sonra ise gökteki bir Tanrıya inanmaya başladıkları söylenebilir. Türk düşüncesinde Gök ile Tanrı arsındaki ilişki gibi Tanrı’nın kendisi de tartışmalı bir konudur. Türklerdeki Tanrı inancı üzerine çalışan araştırmacılardan bazıları Türklerde monoteist bir inancın olmadığını, çok tanrılı bir inancın olduğunu savunurken (Esin, 1978: 90) bazıları tek Tanrılı bir inancın varlığını savunur. Aynı şekilde Tanrı konusunda bazı araştırmacılar Türklerde Tanrı, soyut bir algılanış biçimidir derken bazıları da bunu somutlaşmış Tanrı olarak kabul eder (Bayat, 2007a: 221). Devamı gelecek sayıda


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

16 Ülke Kalkınma İçin Tekirdağ’da Buluştu

Balkanlar ve Karadeniz bölgesinde yer alan 16 ülkede kalkınma üzerine çalışan akademisyenlerden, kalkınma ajansları temsilcileri, uzmanlar ve farklı sektörlerde faaliyet gösteren küme temsilcilerinden oluşan 250 katılımcı, bağ rotası, bağcılık, şarap üretimi, süt ve süt ürünleri üretimi ve tarım makinelerinin üretimini görüşmek üzereTekirdağ‘da bir araya geldi. Tekirdağ‘da Trakya Kalkınma Ajansı tarafından düzenlenen 5. Balkan ve KaradenizÜlkeleri Kümelenme Konferansı’nın açılışı Türkiye, Romanya, Sırbistan ,Bulgaristan,Bosna Hersek, Danimarka, Yunanistan,Avusturya, Karadağ, Almanya, İspanya,Makedonya, Slovenya, Arnavutluk, Hırvatistan, İtalya‘dan gelen yaklaşık 250 katılımcıyla gerçekleştirildi. Bir otelde gerçekleştirilen konferansa Balkanlar veKaradenizbölgelerinde yer alan 16 ülkeden toplam 250 temsilci katıldı. Trakya Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Mahmut Şahin‘in konuşmasıyla başlayan konferans, diğer katılımcı ülkelerin temsilcilerinin sunumlarıyla devam etti. Bağ rotası, bağcılık, şarap üretimi, süt ve süt ürünleri üretimi ve tarım makinelerinin üretimi ile ilgili kümelenme çalışmalarının yapılacağı konferansın 2 günde 6 oturum şeklinde yapılacağı belirtildi. Trakya bölgesini uluslararası alanlarda da tanıtarak, Türk firmaların yurt dışında da başarılı işler yapması için çalıştıklarını söyleyen Trakya Kalkınma Ajansı Genel SekreteriMahmut Şahin, “Bugün 5. Balkan veKaradeniz Ülkeleri Kümelenme Konferansı dolayısıyla buradayız. Yaklaşık 16 ülkeden Türkiye ile beraber 250’nin üzerinde katılımcımız var. Trakya tarım üzerine yoğunlaşan bir bölgedir. Tarım makineleri de bu vesileyle yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu 3 sektörü uluslararası alanda da partnerler bularak daha da geliştireceğiz. Bunların arasında Danimarka, İspanya, İtalya,Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya,Hindistan gibi çok büyük önemli ülkeler var” dedi Şahin, çalışmaların sonunda yurt dışına açılma konusunda kümelenme konferansının çok verimli olacağını belirterek, “Bugün ve yarın 6 oturumumuz olacak. Cumartesi günü ise yurt içi ve yurt dışından gelen katılımcılarımıza Osmanlı’ya başkentlik yapmış Edirneşehrimizde kültürel bir gezi yaptıracağız. Bu 3 günlük süreç boyunca Trakya‘mızı tanıtma anlamında Trakya‘mızın ve Türkiye‘nin güzel lezzetlerinden tattıracağız. Hem kümelenme konferansı yapmış olacağız hem de 16 ülkeden gelen bu kadar katılımcıyı bir arada bulmuşken Trakya‘mızı tanıtma anlamında faaliyetlerimiz de olacak. Bunun neticesinde gelecek aylarda yurt dışına açılma noktasında çok verimli çalışmalar olmuş olacak” diye konuştu. İki gün sürecek konferansta Balkan ve Karadeniz ülkelerinde Stratejik Küme Gelişimi, Uluslararası İyi Kümelenme Örnekleri, Sınır Ötesi İşbirliği Şarap Kümelenmeleri, İnovasyonun Sürükleyicisi Olarak Kümeler, Başarılı Küme Gelişimi Hikayeleri, Organize Sanayi Bölgesi, Teknoloji Geliştirme ve Teknoparkların, Kuluçka ve İnovasyon Merkezlerinin Kümelenmedeki Rolü oturumları yapılacak.

Sivas’tan Bulgaristan’a Maden İhracatı Bulgaristan’da Müftü Koyulhisar ilçesinde bir firma tarafından lük 80 ton maden çıkartabiliyoruz. Maden

işletilen maden ocağından çıkarılan çinko, kurşun ve bakır, şirketin yörede bulunan fabrikasındaki ayrıştırma işlemlerinin ardından Çin ve Bulgaristan’a ihraç ediliyor Firmanın yetkilisi Tevrat Yeniyol: “Günlük kapasitemiz 200 ton olan maden ocağımızda, kış şartları. Sivas‘ın Koyulhisar ilçesine bir firma tarafından işletilen maden ocağından çıkarılan çinko, kurşun ve bakır, şirketin yörede bulunan fabrikasındaki ayrıştırma işlemlerinin ardından Çin ve Bulgaristan‘a ihraç ediliyor. Koyulhisar‘a 55 kilometre uzaklıktaki Aksu köyü yakınlarında bulunan maden ocağını işleten firmanın yetkilisi Tevrat Yeniyol, AA muhabirine yaptığı açıklamada, şirketlerinin bölgede geniş bir alanda maden arama izni bulunduğunu belirtti. Üretim kapasiteleri hakkında bilgi veren Yeniyol, “Günlük kapasitemiz 200 ton olan maden ocağımızda, kış şartları nedeniyle tam kapasite çalışmadığımız için gün-

arama bölgemizde 50 milyon ton maden olduğu tahmin edilmektedir. Bu yerden 47 yıldır, bugüne kadar yaklaşık bir milyon ton maden çıkartılmıştır. Bu da demek oluyor ki maden bölgesi olarak zenginiz” dedi. Çıkarılan madenin, Çandır köyü yakınlarındaki fabrikalarında ayrıştırma (zenginleştirme) işlemlerinin ardından Çin ve Bulgaristan‘a ihraç edildiğini ifade eden Yeniyol, Türkiye‘nin maden zengini bir ülke olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti: “Buna karşın izabe (madenleri ergitme, sıvı durumuna getirme) tesisi dediğimiz, madeni yüzde 100 metal haline getirecek tesisimiz yoktur. Bu nedenle madenimizi Bulgaristanve Çin‘e ihraç etmek zorunda kalıyoruz. Bu ülkelerde gerekli işlemleri yapıldıktan sonra işlenmiş madeni geri alıyoruz. Bu ülkelerde gerekli işlemleri yapılan maden, Türkiye’ye tekrar satılıyor. Bu da ister istemez pahalı oluyor.”

Bulgaristan‘dan göç edenlerin Türkiye‘de yaşadığı ikamet sıkıntısına AK Parti BursaMilletvekili Mustafa Öztürk yaptığı çalışmalarla son verdi. Türkiye Bulgaristan Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı ve AK Parti BursaMilletvekili Mustafa Öztürk,Bulgaristan‘dan Türkiye‘ye göç edenlerin ikametleriyle ilgili yaşadıkları problemin çözüldüğünü aktardı. Konuyla ilgili açıklama yapan Öztürk, “Şahsıma daha önce Sivil Toplum Kuruluşlarından ve Bulgaristan‘dan göç eden soydaşlarımızdan gelen şikayet ve talepler doğrultusunda İç İşleri Bakanımız Sayın Efkan Ala ve yetkililer ile yaptığımız görüşmede konuyu kendisine aktarmış ve detaylı bir rapor sunmuştuk. Sayın Bakanımız da Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne talimat vererek, 6458 sayılı Yabacı ve Uluslararası Koruma Kanunun 11 Nisan 2014 tarihi itiba-

girmesinden sonra Bulgaristanuyruklu soydaşlarımızın ikamet izinleri Kanun hükümleri çerçevesinde değerlendirilerek yeni bir düzenleme getirilmesini sağladı.” dedi. İKAMET BAŞVURULARI BAŞLADI Düzenlemenin içeriğiyle ilgili bilgi veren Öztürk, Bulgaristan uyruklu göçmenlerin ikamet izni taleplerinde bireysel başvuru yapmaları gerektiğini, bugüne kadar Bakanlık genelge ve talimatlarına istinaden ikamet izni almış olanların ise başvuru için herhangi bir süre koşulu aranmadan uzatma başvurusu yapabileceklerini söyledi. Çıkan bu genelgeyle ilgili olarak Valilik ve İl Emniyet Müdürlükleri’nin bilgilendirildiğini, bu genelgeyleBulgaristan‘dan göç edenlerin bir sorununun daha giderildiğini belirten Öztürk, “Bulgaristan’dan göç eden soydaşlarımız ve aileleri başta olmak üzere bu genelgenin tüm göçmen camiasına hayırlı olmasını diliyorum” dedi

BBulgaristan a l k aGöçmenlerine n F e sMüjde t i vriyleabütün l ihükümleriyle , B a birlikte ş l ayürürlüğe dı

Plovdiv-Filibe 2015 yılında Polis Operasyonu

Araçlar bulundu dünyanın en iyi şehirleri arasında Saygın gezi rehberi Lonely Planet’in Polis operasyonu sayesinde yüzbinlerce ça-

2015 yılı için gidilmesi gereken turizm destinasyonları sıralamasında Plovdiv şehri 6’ncı en iyi yer oldu. Seyahat rehberi Bulgar şehrinden önce gidilecek diğer yerleri Washington(ABD), El Chalten(Arjantin), Milano(İtalya), Zermatt(İsviçre), Valletta(Malta) olarak sıraladı.Lonely Planet: “Nihayet Plovdiv büyüleyici kaldırım sokakları, ince boyalı evleri, zanaat mağazaları, harika müzeleri ve alış-veriş için cezbedici fiyatlarıyla kozasından çıktı” diye yazıyor.

lıntı araç ele geçirildi İçişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada ülke genelinde düzenlenen polis operasyonunda 220 bin levanın üzerinde çalıntı araçlara el konulduğu belirtildi. Polis ekiplerinin ülkenin kilit noktalarına giriş-çıkış noktaları belirleyerek sadece iki gün içinde yaklaşık 10 bin adet binek araç, bin 400’ün üzerinde yük aracı, 126 adet motosiklet ve 245 adet iş makinasına dentim düzenledi. Denetim sonucunda 17 binek araç ile bir motosikletin çalıntı olduğu ortaya çıktı. Sözkonusu araçların hem ülke hem de Shengen bilgi merkezi tarafından aranılan araçlar olduğu öğrenildi.

Uğurlu Kozmetik Temizlik Kimyasalları Gıda Dolum İthalat ve İhracat

UĞURLU KOLONYA

UĞURLU

Adres: Barbaros Hayrettin Paşa Mah. 1001 Sok. No:36/a Gaziosmanpaşa, İstanbul, Türkiye

İstanbul Te l : +90 (212) 537 63 54

Ya r d ı m c ı s ı K i ş i s e l Resim Sergisi Açtı

Bulgar Karadeniz sularında cruise turizmi gelişmeye devam edecek mi? Karadeniz’de cruise turları ve turistlerin sayısında 2013 yılına kıyasla iki kat artış var. Söz konusu olumlu gelişme, kazançlı endüstriye yol açabilecek bir turizm branşına dönüşebilir.Ekim sonuna kadar Varna limanı, saraya benzer dev cruise gemilerinde yolculuk yapmayı seçen 25 bin turisti ağırlayacak. Burgas limanı da rekor sayılabilecek bir cruise turistini ağırladı. Tam 18 bin kişi, cruise gemilerinden inerek, Burgas’ı gezdi.Denizlerde lüks otel ve saraylara layık yolculuğu yapan yabancı turistler, Nesebır’ı da bir uğrak noktası olarak seçmeye başladı. Küçük deniz kasabasına 26 uzun yol turist gemisi demir attı ve 7 bin yolcu Nesebır’ın eski kent cazibesini gördü. Yüzen otellerin limanlarda standart kalış süresi bir gündür. Bu bir gün içinde turistler hem şehirleri geziyor, hem ortalama yüz euro harcıyor. Bu yerli ekonomi için bir nefes sayılır. Bu yıl cruise gemilerin çok olması mantıklı bir neticeye bağlı. Son yıllarda Karadeniz, rağbet edici bir istikamet olmasa da, büyük ilgiye seviniyor. Kuzey Afrika’da çatışmalar, Akdeniz, Ege etrafındaki sorunlar gemileri daha sakin ve istikrarlı sulara Kuzeye itti. Karadeniz iki yıl önce en hızlı gelişen cruise destinasyonu seçildi. Valdimir Karacov, dünyanın birkaç büyük cruise şirketinin Bulgaristan temsilcisi. Bulgaristan radyosuna verdiği bilgide, turizm dalının yerli ekonomiye büyük girdi sağlayabileceğini vurguladı. Karadeniz’de 4, 5 limanda duruyor gemiler. Ukrayna’daki çatışmalar güzergahı değiştirdi, Yalta ve Odesa’dan cruise durakları Varna, Burgas, Nesebır’a yönlendirildi. “Ekim sonuna kadar Bulgar limanlarına 120 lainer demir atacak. Diğer yıllarda bu sayı 50-60’ı geçmiyordu” dedi Karacov: “Cruise firmaları turist istikametini değiştiremezdi. Turistlerin Karadeniz’e uçak biletleri ve rezervasyonları yapılmıştı. Karadeniz gezilerini iptal etmeleri çok pahalıya patlardı. Fakat seneye böyle bir sorun olmayacak. Ukrayna’daki durum düzelmezse, bu şirketler yolculuklarını 1, 2 limanda sınırlayabilir. Şimdiye kadar olduğu gibi Karadeniz’in 4, 5 limanına inmezler. Bu durumda da büyük olasılıkla Bulgar yerine, Romanya’dan bir port seçebilirler”. Vladimir Karacov, bunun nedenini de açıkladı. Bulgar limanları Karadeniz havzasında en büyük ücretler alıyor. Yüksek ücretlerle ülkemiz bu turizm branşını kendisinden uzaklaştıracak. Turist akımı Romanya’ya gidecek. Kıyas olarak

Marmaris Turizm İstanbul Otogar 0212 658 20 65

Marmaris Turizm - 0212 658 20 65 500 Evler - 0531 450-46-85


8

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Bulgaristan’a yarayacak K ı r ı l g a n BG’da Türkçe Yayın Sorunu 3.Havalimanı İhaleyi kazanan konsorsiyumun karşılaştığı zorluklar ne- Seyhan ÖZGÜR Hepimizin bildiği gibi Türkiye’mizde TRT tarafından yıllardır çeşitli lehçe ve ağızlarda yayın yapılmakta. Hatta bu amaçla TRT’nin bir kanalı özel olarak sırf bu işe ayrılmış durumda. Aşağıda okuyacağınız haberde ise her fırsatta Türkiye’ye akıl vermekten geri durmayan Avrupa Birliği üyesi Bulgaristan’daki uygulamayı ve Türkçe’yi engellemek maksadıyla yapılacak referandumun ayrıntılarını göreceksiniz. “Bulgaristan Devlet Televizyonu K1’de Türkçe Yayınları Masası’nın kapatılması yeni koalisyon hükümetinin kurulmasıyla yine gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, bu yayınların kaldırılmasına karşı çıkarak, Türkçe Masasını kapatmakla yaşam standardımızın ve demokrasinin daha yüksek seviyede olacağına, ekonomiyi teşvik edeceğimize, daha fazla istihdam sağlayacağımıza ve Bulgarların daha iyi bir yaşam sürdüreceğine inanmıyorum, dedi. 21’inci yüzyıldaki iletişim ve internet çağında, neden yasaklama getirilmesi gerektiğini hiç bir türlü algılayamıyorum. Örneğin ben Bulgar medyalarını izlemekle birlikte, İngiliz ve Alman medyalarını da sürekli takip ediyorum, eğer Türkçe ve Yunanca bilseydim bu haberleri de izlerdim, şeklinde konuştu. BSP’nin yazılı basın medyası olan Duma gazetesi, Devlet Televizyonu K1’deki Türkçe Yayınlarıyla, Bulgar Anayasası çiğnenmiyor, bu yayınlar her Bulgar vatandaşına saygılı davrandığımızı gösteriyor haberini yaydı. HÖH lideri Lütfi Mestan, yeni kabinenin Vatansever cephesinin programını uyguladığını ve bunun ağır bir ahlak zayıflığı olduğuna işaret ederek, bu haberlerin haber niteliği kadar, o denli fazla sembolik değeri var. Türkçe Haber bülteni, toplumdaki etnik ve dini farklılıklara saygıyı yansıtıyor. Türkçe Haberlerin kaldırılması, bu farklılıklardan efektif bir şekilde vazgeçmek demektir. Farklılıkların inkâr edilmesi ise Bulgarlaştırma süreci felsefesinde yer alıyordu, dedi. Türkçe Yayınlarının, Kırcaali, Hezergrat, Şumnu ve Silistre gibi bölgelere yönlendirilmesi fikrine değinen Mestan, bununla Bulgaristan haritası üzerinde etnik bölgelerin çizildiğini, oysa Bulgaristan’ın bağımsız, parçalanmaz ve tek devlet olduğunu öne sürdü. İktidardaki GERB partisi Başkan yardımcısı Tzvetan Tzvetanov, Bulgaristan vatandaşlarının etnik kökenine bakılmaksızın, Türkçe yayınlarının her bir Bulgaristan vatandaşına ulaşması güzeldir, diye belirtti. Türklerin çoğunluğunu oluşturduğu ikinci parti konumunda olan HSHP lideri Korman İsmailov, ayrıca Bulgaristan Adalet Federasyonu Başkanı Sezgin Mümin tarafından konuyla ilgili olarak hala bir açıklama yapılmadı. Aşırı Milliyetçi Vatansever Cephesi lideri Valeri Simeonov ise Türkçe Yayınlarının kapatılması taraftarı olduğunu ve dünyanın hiç bir ülkesinde Devlet Radyo ve Televizyon kanallarında Azınlıklar için Anadilde yayınların olmadığını kaydetti. Hatta Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov bile Türkçe Yayınların kapatılmasına karşı olmadığını ve bu yayınları anlamsız bulduğunu ifade etti. 2009-2013 dönemindeki Borisov hükümetinde yine Kültür Bakanı olarak görev alan Vejdi Raşidov, Kırcaali, Hezergrat ve Şumnu’daki Türk Dans ve Drama Devlet Tiyatroları’nı kapatmıştı. Bulgaristan’daki Rumeli Türkülerinin 20’nci yüzyılın 50’li yıllarında başlangıcını atan bülbül sesli rahmetli anası ses sanatçı Kadriye Latif kabrinden çıksa da oğlunun Bulgaristan’daki Türk kültürüne vurduğu darbeyi keşke bir görebilse. Bulgaristan’daki yeni hükümet, Türkçe Yayınları kapatmakla ilk başta kendi Anayasasını ve İnsan Hakları ve Avrupa Birliği yasalarını çiğnemiş olacak. Örneğin Romanya, Yunanistan, Macaristan, Polonya gibi ülkelerin yanı sıra, AB üyesi olmayan Türkiye, Makedonya, Ukrayna, Moldova, Kosova ve Arnavutluk’ta bu ülkelerin Devlet Televizyon ve Radyo kanallarında etnik unsurlar ve azınlıklar için anadilde yayınlar mevcuttur. Hatta özel radyo ve televizyon kanalları bile var. Diğer yandan Bulgaristan Medya Kurulu, Türkçe Yayınlarını savundu. Bulgaristan Medya Kurulu üyesi Mariya Stoyanova, madem ki yabancı ülkelerde yaşayan etnik Bulgarlar için Bulgarca yayınlarının olmasını istiyoruz, aynı standartları ülkemizde de uygulamamız iyi olur, görüşünü savundu. (Kaynak: Turkuazbg.com) Ne diyelim, her fırsatta Türkiye’ye Bulgaristan Türkleri’nin yaşadığı “rahat hayatı” (?) örnek gösteren bazı aklı evvellere ithaf olunur… Etabi,buhaberdensonraBulgardevletinezdindene yapılması gerektiğini söylemek sanırım ayıp olur…

deniyle işi ve kredi borçlarını devlete bırakıp gitme ihtimalinin bulunduğu iddialarını hatırlatan Öztrak, “Bu konsorsiyuma Hazine veya diğer kurumlar tarafından açık ya da örtülü hangi garantiler verilmiştir? Verilen garantilerin tamamı Hazine’nin garantili borçlar kütüğünde yer almakta mıdır?” diye sordu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztrak, Ulaştırma Bakanı Lütfi Elvan’ın cevaplaması talebiyle verdiği soru önergesinde, İstanbul’a yapılacak 3. Havalimanı ihalesiyle ilgili iddiaları gündeme getirdi. İhalenin, proje ve jeolojik etütler yeterince çalışılmadan yapıldığı, ihaleyi alan firmaların inşa sürecinde ortaya çıkan zorluklar nedeniyle işi yapmakta gönülsüz olduğu iddialarını hatırlatan Öztrak, ihaleyi alan konsorsiyumun işi ve kredi borçlarını devlete bırakıp gitme ihtimali bulunduğu yönündeki haberlerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını sordu. ‘BULGARİSTAN’A NE KADAR ÖDEYECEĞİZ?’ İddialardan birinin de havalimanının Bulgaristan hava sahasına yakınlığı nedeniyle inecek uçakların sürekli Bulgar hava sahasını kullanacağı, yaklaşmalarının ve beklemelerinin Bulgar hava sahasında olacağı, bu nedenle uçakların Bulgaristan’a yüksek miktarda ödeme yapmak zorunda kalacağı, Bulgaristan’ın bu nedenle DHMİ’den çok ciddi paralar istediği iddiaları olduğunu belirten Öztrak, şu soruları yöneltti: “Üçüncü havalimanının inşaatı için DHMİ tarafından tasdik edilmiş bir projenin olmadığı haberleri doğru mudur? Havaalanının konumu nedeniyle buraya inecek uçakların Bulgar hava sahasına girmek zorunda kalacağı ve bu nedenle Bulgaristan’a ödeme yapılacağı doğru mudur? Doğruysa 150 milyon yolcu kapasiteli olacağı belirtilen havalimanına inecek uçaklar için Bulgaristan’a ne kadar para ödenecektir? İhaleyi kazanan konsorsiyuma kaç yolcu için ve yolcu başına ne kadarlık ücret karşılığında garanti verilmiştir? Bunun dışında Hazine veya diğer kurumlar tarafından açık ya da örtülü(yasayla belirlenmiş) hangi garantiler verilmiştir? Verilen garantilerin tamamı Hazine’nin garantili borçlar kütüğünde yer almakta mıdır?”

Osmancık’ta Birleşen Gönüller Çorum‘un Osmancık İlçesi’nde kalır. Takvimler 1990 yılına ilerler

24 Ekim‘de vizyona giren “Birleşen Gönüller” adlı sinema filmi Kardelen Eğitim Çevre ve Yardımlaşma Derneği’nin katkılarıyla Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günleri seyircilerle buluşuyor. Osmancık‘ta faaliyet gösteren Kardelen Eğitim Çevre ve Yardımlaşma Derneği ilçede sinema kültürünün gelişmesi amacıyla 24 Ekim‘de vizyona giren “Birleşen Gönüller” adlı sinema filmini seyirciyle buluşuyor. 8-9-10 Kasım 2014 günlerinde Yazı mahallesi’nde ki Fem Derhanesi üst katından özel olarak hazırlanan salonda gösterilecek olan film 11.00 – 14.00 – 17.00 – 20.00 saatlerinde olmak üzere 4 seans şeklinde gösterimde olacak. II. Dünya Savaşı döneminde geçen filmin konusunda, yolları trajik bir şekilde ayrılan iki aşığın hikayesi ele alınıyor. Niyaz ve Cennet yeni evli bir çifttir. Ancak alevlenen savaş, yaşadıkları köye kadar yaklaşır ve Nazi işgalinden kaçmak isterken yolları ayrılır. Niyaz trenden atlar, Cennet ise atlayamadan yakalanır. Doğumunu dahi trende yapar ve birçok sefaletle tek başına yaşamak zorunda

ve tıpkı onlar gibi birbirlerine aşık bir çift Türkiye‘den Kazakistan‘a gider. Amaçlarıysa çorak topraklarda okul inşa etmektir… Çekimleri Türkiye ve Bulgaristan‘da gerçekleştirilen film, İkinci Dünya Savaşı döneminde geçen bir aşk hikayesini konu ediniyor. Filmin yönetmen koltuğunda Hasan Kıraç bulunurken oyuncu kadrosunda Hande Soral, Serkan Şenalp, Sema Çeyrekbaşı veAtılgan Gümüş gibi isimler yer alıyor. Yüksek bütçeli olan ve izlenme rekorları kıran filmin biletleri Fem Dershanesinden temin edilebilecek. Kardelen Eğitim Çevre ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Bekir Demir yaptığı açıklamada, “İlkini gerçekleştireceğimiz sinema gösteriminin Osmancık Halkının sinema kültürünü geliştireceğini düşünüyoruz. İlerleyen zamanlarda sürekliliğini artıracağımız bu etkinliğin Osmancık halkı tarafından beğeni toplayacağını düşünüyoruz. İki saat 15 dakika sürecek olan “Birleşen Gönüller” adlı sinema filmini izlemek üzere tüm Osmancıkhalkını bekliyoruz” dedi.

Denge

Bulgaristan’daki gelişmeler bizi yakından ilgilendirir. Orada bıraktığımız vatandır, hatıra defteri değil. Stratejik Araştırma Merkezine yazan gözlemciler, olaylara daha fazla iç siyaset açısından baktı. Balkan Yarımadasının göbeğinde, yollar kavşağında yer alan Bulgaristan gibi bir ülkede iç siyasetin dengeleri ve konumları önemli olsa da, iç dengeler her zaman dış güçlerin ve jeopolitik konumlanman etkisi altındadır. Son 20 yılda Avrupa jeopolitiği sınır değiştirerek, Berlin Duvarı’ndan Ukrayna Rusya sınırına, Karadeniz’e kaymıştır. Cephe konumundan jeo-politik siyasete geçiş: Son 2 yılda Avrupa eski kalıpları kırdı. Yeni dengede konuşlanma oldu. 28 devletli Avrupa Birliği bütün eski Doğu Avrupa’ya yayılırken Karadeniz’de de çıktı. Biz 1990’a kadar Rusya ile Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletler, (US) arasındaki soğuk savaş genelde bir ideolojik yarış olarak algılanıyordu. Oysa aynı zamanda enerji, emek verimliliği, teknolojik öncülük ve yaşam standardı savaşımı olarak kızışmıştı. Her yerde sistem yarışı ve üstünlüğü kavgası vardı. Batı sisteminin üstünlük sağlamasıyla eski değer yargıları bundan 25 yıl önce Avrupa çöp kofalarına doldu. Eski anlayışın yerini jeo-politik strateji aldı. Sosyalist Doğu Blok ülkelerinin Sovyetler Birliği zincirinden kopmasıyla önce Polonya, Çek ve Slovenya Cumhuriyetleri, 2004’te Macaristan, ardından Litva, Latviya, Estonya, sonunda da 2007’de Bulgaristan, Romanya daha sonra Hırvatistan Avrupa Birliği üyesi oldu. Eski kıta savaş vermeden doya doya genişledi. Avrupa Topluluğu da Avrupa Birliği oldu. Avrupa’da yeni jeo-politik denge oluştu. Bir defa Rusya etki alanı daraldı. Birkaç Orta Avrupa ülkesinin birden AB’ye katılması jeo-politik dengeyi değiştirdi. İki Almanya’nın birleşmesinden Avrupa’nın yeni motoru doğdu. Eski kıtadaki Rus etkisi kırılıp azaldı. Bulgaristan ile Romanya’nın AB ve NATO üyeliği Karadeniz’de Rus hâkimiyeti planlarını çökertti. Bu gelişmeler AB’yi devletler üstü bir örgütlenme olarak ortaya çıkardı. Başkent olarak Brüksel seçildi. Yürütme organı Avrupa Parlamentosu. Bakanları da her dalda özel sınavlarla seçilen komiserler oldu. Ortak bütçe, ortak mali politika, ortak ilkeli ekonomi, Birliğin Anayasası ve esas yasaya uyumlaşan yasa değerleri yeni bir adaletin ve uygarlığın temellerini atmak için hazırlanmıştı. R u s s i s i k a l k m a d ı . Rusya birinci kez 1878’de, ikinci kez de 1945’te çöreklendiği Bulgaristan’dan göçebe kuşlar gibi su içip bir iki de solucan yutup gitmedi. 1990’dan sonra sözde çekilmiş gibi görünse de, ensemizde solumaya devam ediyor. Ukrayna ve Kırım Yarımadası etrafında 2013 ve 2014’te tuzakları, turuncu devrim, Rus nüfusun otonomi talepleri, Kırımın uydurma halk oylamasıyla ilhakı, transit doğal gaz boru hatları etrafında dönen oyunlar vs. kırılgan ve güvensiz bir siyasi ortam yarattı. Bulgaristan’da yapılan güvenlik konulu bir sosyolojik araştırmada halkın % 17’si bir Rus saldırısından endişeli olduğunu gizlemedi. Bu endişe ve güvensizlik 5 Ekim erken seçim sonuçlarında gün ışığına çıktı. Göbekten Moskova’ya bağlı Sosyalist Parti (BSP) seçim sonuçlarında neredeyse ikinci parti olma konumunu kaybediyordu. Halkın sürünmekten tiksindiği görüldü. Bulgaristan doğal gaz ve petrol gibi enerjisini Rusya’dan aldığı yetmezmiş gibi, hala mahkemelik olan yarım kalmış atom enerji santralli tasarımlarıyla bileklerini kelepçeletmiş durumdadır. Enerji, yargı ve güvenlik konularında reform yapmasında ısrar edilen ülke, AB üyesi olmakla birlikte, ensesinde soluyan Rusya’nın etkisinden kurtulmaya güç bulabilecek durumda değildir. Moskova baskısı Sofya’da 2 haftadan beri arasız devam eden sağ merkez kabine oluşturma görüşmelerini doğrudan doğruya etkiliyor. Sosyalist Parti, Hak ve Özgürlükler Hareketi, “Ataka” partisi ve Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu İçin Alternatif Parti’nin ortak kabinde ya da beraberce paylaşılan sorumluluklar hükümetinde birlikte olma şansını kaybetti. Bu gelişmeler Moskova gölgesindeki oligarşiye hizmet eden siyasi oluşumları kabine dışı tutmak için ilk denemeler yapılacağı anlamındadır. Böylece, 1944-1990 arası dönemde totaliter rejimin fiilen uygulanmasında katkısı olan ama 1990’da birden “U” dönüşü yapıp “demokrat” maskesi takan ve Moskova uşağı olduklarını gizlen ve iktidar olan siyasi güçler bu defa sahneden indirilecektir. Güney Doğu Avrup alı olmak zor: Bulgaristan, son 8 yıldır, Avrupa Birliği evraklarında Güney Doğu Avrupa ülkesi adıyla yer alıyor. Aslında ülkemizin konumunda hiçbir şeyi değişmedi. Halkın geçimi zorlaştı. Ekonomi durdu. Avrupalılardan farklı olan düşünme yapımızla, devlet makamları olarak onlar gibi iş görmeye hazırlıksız yakalandık. AB standartlarına göre dönüşümü yapacak kadro yetiştiremedik. Esnaf ve özel girişimci kültürümüzdeki eksiklikler, özel sektörde AB yatırımlarını karşılayacak kapasite eksikliklerimiz ve daha birçok olumsuzluk ortadayken Brüksel yine de katı istemli olmakta direndi. Avrupa dönüşümlerindeki genel geçerli standart uygulanması yarı cahil ve dar imkânlı Bulgaristan halkına çok sarp bir yokuş gibi geldi. Ekonomiyi gemleyen Pazar tıkanıklığı ve dolandırıcılık: “Soya dönüş” zorbalığının uyguladığı yıllarda yitirilen Müslüman ülkeler pazarları geri dönmedi. AB’ye üye olunca Rusya pazarı bize kapandı. O gün bu gün ülkemiz derin bir ekonomik bunaklım içinde debelendi durdu. Daha 1992’de devletçiliği ve kooperatifçiliği söken ve köyde bireysel üretime, sanayi ve hizmet işlerinde özel girişime geçiş tasarlayanlar “geçiş dönemini” sonu olmayan bir süreç olarak görmüşlerdi. Bu yüzden olacak çöküş derinleşirken yerli 15 banka battı. Geçen seneye kadar Sofya’da en büyük özel banka olan Ticaret ve Kooperatif Bankasında (BTK) ansızın 4-5 milyar levalık bir kara delik belirmesine pek şaşmadık. Yalan dolan ve dalaverelerle, rüşvet ve çalma çırpmayla yönetilen bir devleti yönetmeye soyunmak belki bu yüzden de çok zor oldu. İşlerin Arap saçı gibi olması AB yardım fonlarını da felce uğratmış durumdadır. Kırılgan denge merkez sağ siyasetten güç alacak. Rusya gölgesinde, AB ile pek kaynaşamamış bir ortamda ve iç politikada da öz kaynaklarla aşılamayacak kadar derin bir bataklık içinde kurulacak bir hükümet genel bunalımdan çıkmayı hedeflese de yol alabilecek mi? Kabinenin merkez-sağ konumlu olmasında artık anlaşıldı. Daha önce hiç ortaklık yapmamış, koalisyonda bulunmamış GERB partisi, meclise ilk kez giren Reformcu Blokla kaynaştığında birbirinden güç alabilecekler mi? 84 milletvekilli Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşlık GERB partisi ancak 23 milletvekili olan Reformcu Blok grubuyla devamlı bir ortaklık sağlayabilecek mi? 121 kişilik basit çoğunluğu politik programa dayalı ortaklık dışı destekli düşünen iktidar iradesini etkileyen başka etkenler de var mı? Güvenliği etkileyen Orta Doğu etkeni: Bulgaristan’daki kırılgan dengeyi etkileyen unsurlardan biri de Türkiye’nin Irak-Suriye sınırlarındaki ateştir. Savaştan 3 milyon Suriyeli kaçtı. 80 bin Iraklı ve 30 bin Afganistanlı AB ülkelerine göz dikmiş. Türkiye’ye sığınan 2 milyon kaçak tüm yardımlara rağmen kışı düşündükçe titriyor. Göç dalgası Bulgaristan’da da gerginlik yaratıyor. Türkiye Bulgaristan devlet sınırına tel örgüler gerilmiş olmasa da, Bulgar Yunan sınırı açık olduğundan Sofya kent merkezine her sabah 100-150 kişilik Yakındoğulu grup dünüyor. Pek güven aşılamayan böylesi bir ortamda gelecek hafta olumlu, birleştirici, yapıcı, şeffaf ve güvenilir bir Bulgaristan hükümetinin açıklanması bekleniyor. GERB partisinden sağ uçta yer alan ve sağ merkez siyaset alanında yağlı pehlivan gibi boy atmaya başlayan Milliyetçi Cephe lider ekibi de bu börekten pay istediğinden, onların hesaplarını boşa çıkartmak çok önemli bir ödev olarak gündem oluşturuyor. KIRILGAN BİR DENGEDE kazasız belasız yürüyebilenleri kutlarız.


Bulgaristan Türklerinin Sesi

9

Ölüler yaşayanların Sosyal Sigorta Sisteminde Çıkmaz Y o k s u l l u k sosyal sigorta sistemi yılve Değişim gö z l e r i n i a çı y o r Bulgaristan’ın lardır bunalım içindedir. Bu duruma yol Bulgaristan’da SPA ve kaplıca know- how turizmi

Sofya’da sinema evinde ilginç bir film girdi gösterime. Stanislava Kalçeva, ‘Ölüler yaşayanların gözlerini açıyor’ başlıklı filmini tanıttı. Filmin galası Bulgar Çarı Samuil’in ölümünün 1000. yıl dönemi dolayısıyla düzenlendi. Film 2013 yılının son baharında çekildi esasen çekimler Sveti Ahil adasında yapıldı. Ekip Çarın izlerini sürdü. Yolculuk Çar Samuil’in öldüğü yerden başladı. Adadan, Belasitsa’dan geçti, tam Çar ordusunun büyük yenilgiye uğradığı ve askerlerinin çoğunun kör edildiği yerden geçildi, ondan sonra Trayanovi vrata geçidinden, ta Vidin şehrinde varıldı. Bazı varsayımlara göre Samuil yönetici olarak buradan yola çıkmıştır. Bir parantez açarak hatırlatayım: /997 ile 1014 yılları arasında hüküm süren Çar Samuil’in ülkemizin bağımsızlığı için mücadele etti. Bizans belgelerine göre Bulgar ile Bizans askerleri arasındaki savaşta 14 ile 15 bin Bulgar asker esir düştü, onlar da kör edildi, her 100 askerden birine diğerlerini eve götürmesi için sağ bir göz bırakıldı./ Stanislava Kalçeva bilgi verdi: ‘Bizde bu tarihin anılması öngörülüyordu. Biz film ile sadece tarihe bir yolculuk yapmıyoruz. Ben genç insanların, ressamların bu konuya nasıl yaklaştıklarını merak ettim. Onları acaba duygulandıracak mı, diye merak ettim. Çalışma sürecinden memnunuz. Umarım film yapımında harcadığımız enerji ekrandan yansıdı. İnşallah filmi izleyen herkes bir kez daha kendi kendine sorar, biz kim, nereden geldik, nereye gidiyoruz’ Rejisör yedi genç ressam davet etmiş. Samuil Stoyanov, Ralitsa Katseva, Stefana Mitova, Ana Dobarova ve Zlatin Orlov. Bunlardan ikisi Desi ve Mladen Vrabçevi kağıttan büyük, dev kanatlar yaptılar ve üzerine değişik balkan dillerinde mesaj yazdılar. Stanislava Kalçeva, bu eserin bütün filme hız verdiğini düşünüyor ve diyor ki: ‘Artistik bir yöntem ile fikrimi izah etmek isterdim bundan dolayı kahramanlarımın ressam olmasını seçtim. Onların fırçalarından nasıl bir tarih çıkacağı çok ilgimi çekti. Onlar söz konusu Samuil dönemi için okumuşlardı. Hatta ünlü Yunan tarihçi prof. Nikolaos Mutsopulus ‘un kitabından resimler çıkarmıştı.‘ Kameraman Krasimir Andonov anlattı: ’Stanislava Milli film merkezinden projesini onayladıktan sonra beni davet etti.Biz önceden tanışmıyorduk. Fakat çok çabuk bir birime yolu bulduk, ekip oluşturduk. Henüz film ile yaşamaktayız. Şimdi daha fazla izleyici peşindeyiz. Umarım büyük ekranlara taşınır. Sadece biz değil, film izleyicileri de bu değeri hak ettiğini söylüyorlar. Konu herkesi heyecanlandırdı. Tarihimiz ile ilgili yerler, mekanlar çok heyecan verici. Yerli insanlar ile çok ilginç görüşmelerimiz oldu. Onlar kendi felsefesini paylaştı. Biz Balkanlar’da yaşayanlar hepimiz bağlıyız, bizi ayıran siyasettir.’ Krasimir Andonov Yunanistan’da Samuil’in mezarını keşfeden prof. Mutsopulos ile çok önemli görüşmeyi anlatıyor. İşte son baharın muhteşem renkleri, bir zamanlar savaşın yürütüldüğü Bulgar tarihinin seyrini değiştirmiş olayların geçtiği harika yerler ve sözle anlatamayan şeyler işte ‘Ölüler yaşayanların gözlerini açıyor’ filminde izlenebilir. Türkçesi: Müjgan Baharova

açan nedenlerden biri, çalışanlar ve emekliler arasındaki farkın hızla azalmasıdır. Şu an itibari ile yaklaşık 2 milyon 700 bin çalışan vatandaş, 2 milyon 200 bin emekliyi geçindiriyor. Krize yol açan başka bir neden ise sigorta ödeneklerinin tahsil oranının düşük olmasıdır. Neticede kamu sigorta fonlarındaki kaynaklar yetersiz kalıyor ve emekli aylıkları ve sigortaların ödenmesi için bütçeye el uzatılıyor. Geçici hükümetten Çalışma ve Sosyal Politika Bakanı olan Yordan Hristoskov nezdinde sigorta sisteminin optimal hale getirilmesi için oluşturulan Danışma Kurulu, çıkmazdan çıkış yolunun bulunması için reform önerilerini içeren bir paket hazırladı. Lakin sigorta sisteminin alacağı rota, GERB’in yetkisi ile kurulacak yeni hükümetin takdirinde olacak. Uzmanlar, gelirleri artırmak için kendi kendini istihdam eden herkese uygulanan asgari sigorta gelirininin eşleştirilmesini öngörüyorlar. Bu durum, şu anda daha düşük gelir üzerinden sigorta yatıran çiftçileri ve tütün üreticilerini etkileyecek. Aynı yönde düşünülen diğer bir önlem ise devlet memurlarının sigorta kesnitilerinin devletçe karşılanması ayrıcalığının kaldırılması olmaktadır. Danışma Kurulu ayrıca sigorta kaçakçılığı yapanlar için cezai sorumluluğun getirilmesini de teklif ediyor. Bu önlem sonucu tahsilat oranının en az yüzde 5 oranında artması bekleniyor. Ayrıca emeklilik ve işsizlik kesintilerine zam getirilmesi de düşünülüyor. “Sigorta ödeneklerine zam getirilmesi yönündeki öneriler, kamu sigorta fonlarındaki açığın çok büyük olmasından dolayı getirildi, diyor Bakan Hristoskov. Şu anda emeklilik ve tazminat harcamalarının yarısından fazlası, devlet bütçesi hesabına-

başarı kaydediyor Deniz tatil köylerinden otelciler, bu yaz turist sayısında azalma kaydetti ve yaz boyunca şikayet etti. Onlardan farklı olarak, kaplıca ve SPA turizmi büyük başarı kaydediyor. Sonbahar, kaplıca ve SPA merkezlerinin en verimli mevsimi sayılır. Farklı şikayetleri olan, stresten kaçan ve “suyla gelen sağlık” ve rehabilitasyonda çare arayan turist sayısı hiç azalmıyor. Sağlık prosedürleri, güzellik ve dinlenme imkanları, hem beden, hem beyin için sukunet ve huzur vaad ediyor. Bulgar SPA otelleri ülkenin en güzel doğa köşelerinde lüks hizmetleri sunuyorlar. Yabancılar sadece güz aylarında değil, yıl bodır. Sigorta kesintilerinin aşamalı olarak yunca kaplıca turizminden vazgeçmiyor. Bulgar

artırılması ile devlet bütçesi ve öz kaynaklar arasında daha sağlıklı bir denge sağlanacak. Sadece Bulgaristan’daki uzmanların değil, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu dahil otorite sahibi uluslararası kuruluşların önerileri de bu yöndedir.” Önerilen reformlarda tüm iş kategorilerinde yaş ve hizmet süresinin aşamalı olarak artırılması da öngörülüyor. Ayrıca sözüm ona “özel kuruluşlarda” çalışanlar için erken emeklilik imkanının kısıtlanması da düşünülüyor. Seçilecek varyanta göre 2028 veya 2036 yılına kadar hem erkekler, hem kadınlar 65 yaşında emekliliğe ayrılma hakkını kazanacaklar. Danışma Kurulu, yaş artırımına karşı sosyal koruma mekanizması olarak emeklilik öncesi dönemde işsizlik desteğinin getirilmesini öneriyor. “Emekliliğe ayrılmak üzere olan birçok vatandaş işsiz kalınca işsizlik tazminatı haklar artık kalmadığı için sırf sosyal desteğe bel bağlıyorlar, diyor Sosyal Politika Bakanı. Dolayısıyla uzun süredir işsiz olan ve emeklilik yaşını tamamlamasına 2 yıl kalan vatandaşlara 12 ay süre ile asgari tutarda para tazminatı ödenmesi teklifi getirildi. Bu tazminatın büyüklüğü, Kamu Sigorta Sisteminin Bütçesine ilişkin Yasa ile belirlenecek” diye konuştu Yordan Hristoskov.

merkezlerinde uluslararası standartlara uygun hizmet, olağanüstü iyi prosedürler, defalarca daha ucuz fiyatlardan alınıyor. Ruslar, Yunanlar, Makedonlar, Romenler ve İsrail konukları Bulgar SPA merkezlerinin en sadık müdavimleri arasında yer alıyor. Bulgaristan’ın bu yönde ana zenginliği termal su nimetleridir. Avrupa’da İzlanda’dan sonra en çok termal ve şifalı su kaynağı Bulgaristan’da var. Daha Romalılar zamanında bu termal suların nimeti bilinmiş ve şifası keşfedilmiş. Öyle ki, Roma döneminde tüm kentler termal kaynakların yanına kurulmuş. Antik dönem kent kalıntıları genelde hep bu maden kaynak sularınına yakın bulunuyor. Hisar, Küstendil, Sandanski, son zamanlarda Çiflik köyü, kaplıca turizmin vazgeçilmez güzergahları oldu. Rodopların incisi Velingrad kasabası da birkaç yıl önce “Balkanların SPA Başkenti” ilan edildi. Uluslararası Otelciler ve Restorancılar Derneği bu ünvanı Velingrad’a verdi.Herşey arz-talep meselesi olduğu için, burada da yabancıları celbetmek için Bulgarlara has ürün ve hizmetlere ağırlık veriliyor: “Herkes Bulgar yoğurdunun na kadar güzel birşey olduğunu biliyor. Biz de onu farklı SPA prosedürlerine katıyoruz”. Bir otelde terapist olan Nina Pehlivanova bunu anlatıyor ve yoğrudun yararlarını saymakla bitiremiyor. “Cildi temizliyor, beyazlatıyor, yüzü ve vücudu nemlendiriyor ve canlılık katıyor. Rodoplardan kekik ve başka şifalı otların karışımıyla “Bulgar hayali” kokulu terapisi büyük ilgi görüyor. Gül yağı ile aroma terapi de turistlerin vazgeçilmezleri arasında. Dinlendirici ve canlandırıcı etkisi olan bu karışım, insanı stresten de uzaklaştırıyor”. Bulgaristan’ın ünlü gül yağı da SPA komplekslerin mutlaka hizmete aldıkalrı prosedürler arasında. Kaplıca turizminde başlıca Bulgar know- haw dalında gül “Kraliçe ürün” olarak ele alınıyor. Çiflik köyünde bir otelde masör olan Dimitır Penev anlatıyor:“Bulgar gülü yabancılar arasında çok ünlü. Piling, masaj, vücut maskesi veya saf gülyağından prosedürler yapılıyor. Gülde çok vitamin var, vücudu temizliyor, yumuşatıyor ve aromasıyla rahatlatıyor. Cilde, eklemlere de iyi gelir”. Son yıllarda otelciler sağlık turizmine tildi. Meteoroloji uzmanları, önümüzdeki de ağırlık veriyor. Bu bağlamda modern tıbbi aletler günlerde hava şartlarının değişmeyeceğini ve yabancı dil konuşan sağlık ekpleri işe alındı. Sanve Hisar’da benzeri sağlık tedavi yöntemleri kar ve yağmur yağışının devam edeceği danski de uygulanıyor.

Bulgaristan’da İlk Kar yadı İlk kar yağdı, binlerce kişi elektriksiz kaldı. Ülkenin kuzey ve batı bölgelerine yağan yılın ilk karı binlerce konutu elektriksiz bırakırken, çok sayıda karayolu ulaşıma kapandı. Ülkenin büyük bir kısmında etkili olan kar ve sağanak yağmur nedeniyle, yüzlerce yerleşim yerinde elektrik kesintileri yaşanıyor. Ülke genelindeki kötü hava şartlarından kaynaklanan olumsuzluklarla mücadele için İçişleri Bakanı Yordan Bakalov’un emriyle operasyon merkezi kuruldu. “Trakya” ve “Hemus” gibi ana otobanlar aralıklarla ulaşıma kapanırken yük araçlarının trafiğe çıkmasına izin verilmiyor. Karadeniz bölgesindeki Burgaz şehri yakınlarında iki barajın taştığı bildirilirken, çok sayıda evin sular altında kaldığı belir- yönünde uyarıda bulundu.


10

Üç Türk’e Devlet Nişanı Baskıya Direnen Üç Zeynep Keleş de Türk’e Devlet Nişanı Verildi. Bulgaristan’da 1989 yılından önce totaliter rejime direnerek demokrasi ve insan haklarını savunan 23 kişiye devlet nişanı verildi. Nişana layık görülen 23 kişi arasında 3 de Türk kökenli bulunuyor. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in nişana layık gördüğü 23 kişiden 12’si hayatta olmadıkları ortaya çıktı. Söz konusu kişilerin nişanlarını yakınlarına takdim edildi. Türk kökenli Zeynep Keleş ve Sabri İskender bizzat ödüllerini Cumhurbaşkanı’nın elinden alırken, merhum Nuri Adalı’nın nişanı oğlu Turgut Adalı’ya takdim edildi. Bulgaristan’ın Nelson Mandela’sı olarak görülen Nuri Adalı, ülkedeki Türklerin haklarını savunduğu için hayatının 23 yılını hapislerde geçirdi. Belene Kampı’nda en uzun süreli hapis yatan Adalı, 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutuldu. Adalı, 2004 yılında hayata gözlerini yumdu. Sabri İskender ise, 1988 yılında İnsan Hakları Koruma Demokratik Ligi’ni kuruculardan biri. Legal olarak devlet terörüne karşı çıkan İskender, dönemin diktatör Todor Jivkov’a mektup göndermişti.

1988 yılında Bağımsız İnsan Hakları Koruma Derneği’ne üye oldu. Şimdi Ankara Gazi Üniversitesi’nde eğitim görevlisi olarak çalışıyor. Nişana layık görülenler arasında ülkede 1980’li yıllarda ilk protesto gösterilerini yapan Rusçuklu kadın grubu da yer alıyor. Romanya’daki fabrikaların zehirli gaz çıkarması sonucu etkilenen Rusçuk halkı şehrin çevresini koruma adına ayaklanmıştı. Bulgaristan’ın komünizmin çöküşünün 25’inci yıl dönümünü kutlamalar çerçevesinde yapılan nişan töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Plevneliev, 25 yıl önce Bulgaristan halkının 45 yıl Moskova’nın gölgesinde baskı gördüğü ifade etti. Komünizmin kontrolü altındaki baskıya rağmen insan hakları ve özgürlük için cesurca mücadele edenleri tebrik ederen Plevneliev, “Sizler, hiçbir siyasi sistemin zorla ve terör estirerek Bulgaristan halkının manevi gücünü ve özgürlük ruhunu kıramayacağını ispatısınız.” dedi.

Doğan ve Etem Soruşturuluyorlar Ahmet Doğan ile Emel Etem soruşturuluyor rak olayla ilgisi olan tüm gerçek kişiler hakSavcılık, Hah ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) Onursal Başkanı Ahmet Doğan ile eski Doğal Afetler Bakanı Emel Etem’i Korporatif Ticaret Bankası’ndaki (KTB) kredi kartları nedeniyle soruşturduğunu bildirdi. Etem ile Doğan’ın limtli kartlarıyla yaptıkları harcamaların gelirlerini kat kat aşması nedeniyle sorguya çekiliyor. Savcılık, Etem ile Doğan da olmak üzere KTB davasıyla ilgili tüm gerçek kişiler hakkında incelemede bulunduğunu açıkladı. Savcılığın basın açıklamasında şu ifadelere yer verilmekte: Savcılık KTB ile ilgili bütün ihtimalleri inceliyor. Savcılığın basın merkezi, Kapital gazetesinin 29 Ekim 2014 tarihinde “Savcılık Doğan ile Etem’in kredi kartlarıyla uğraşmayacak” başlıklı yazısında verilen bilgilerin gerçeği yansıtmadığını belirtir. Gözlemci savcılar istisnasız KTB davasıne ilişkin ola-

kında kesinlikleri tüm bilgileri soruşturmakta. Kapital gazetesinin aynı yazıdaki “Savcılık aynı zamanda haliyle gözden düşen Hristo Biserov’ı yurt dışındaki banka hesaplarını Sayıştay’a bildirmediği soruşturmakta” iddialarıyla ilgili olarak da bunun gerçeği yansıtmadığını belirtiriz. Hristo Biserov’un soruşturmasıyla ilgili olarak banka hesaplarının tespit edilmesi için İsviçre’ye istinabe gönderilmiştir ve İsviçre tarafından cevap beklenmektedir. Kapital gazetesi, 5 Ağustos’taki yazısında Ahmet Doğan ile Emel Etem’in KTB’de VISA kartı olduğunu, ancak bunu sayıştaya bildirmediğini belirtmişti. Yazıda 67 kişinin KTB kredi kartı olduğu, Ahmet Doğan’ın en yüksek limitinin de 78 bin avro olduğu bildigisine yer verilmişti. Savcılık, o yazının daha Kapital’de yazıldığı sırada bunun Savcılığın görevi olmadığını, Sayıştay’ın görevi olduğunu açıkladığını ifade etti.

Bulgaristan’da bir kadın kendini

ateşe

Bulgaristan ‘ın başkenti Sofya’da, 38 yaşındaki Lidiya Petrova adlıkadın , hükümet görüşmelerinin devam ettiği Bulgaristan Devlet Başkanlığı Sarayı’nın önünde kendini ateşe verdi. Vücudunu çevreleyen alevler söndürülen kadın, durumu ağır şekilde hastaneye kaldırıldı. NTV ‘de yer alan habere göre, olayın görgü tanıkları, taksiyle gelen Petrova’nın önce sırt çantasından bir şişe çıkarıp üzerine akaryakıt döktüğünü söyledi. Daha sonra çevresindeki insanlara uzaklaştırmalarını işaret eden Petrova, kibritle kendini yaktı. Yangın söndürücüyle gelen bir kişinin alevleri söndürmesine kadar kadının vücudunun büyük bir bölümü yandı. R U H S A L S O R U N YA ŞADIĞI B E L İ RT İ L D İ Lidiya Petrova’nın ambulansla kaldırıldığı acil yardım hastanesi yetkililerinden, kadının vücudunun yüzde 90’ının yandığı ve hayatta kalma şansı olmadığı açıklaması geldi. Kısa süre sonra da, Petrova’nın hayatını kaybettiği duyuruldu. Bulgaris-

verdi

tan Devlet Televizyonu (BNR) intihar girişiminde bulunan Petrova’nın profesyonel fotoğrafçı olduğunu, ancak bir ruhsal sorunu yaşadığını açıkladı. BNR’ye göre Petrova, “kendi çocuğunun geleceği için endişelenerek bu umutsuz girişiminde” bulundu. 2013’TE 14 KİŞİ BENZER GİRİŞİMDE BULUNMUŞTU Ekonomik krizde bulunan Bulgaristan’da 2013 yılının başında 14 kişi benzer bir şekilde intihar girişiminde bulunmuştu. Ülkeyi dehşete sokan intiharlar girişimleri dizisi ve onlara paralel süren sokak protestolar yüzünden eski Başbakan Boyko Borisov’un hükümeti görevinden istifa etmişti.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Gel Zaman Git Zaman

N a f i y e Y I L M A Z Eskiden Sofya Parlamentosu’nun olduğu yer Müslüman Mezarlığı imiş. Geçen sene Baş Müftülük 1944’ten sonra devlet tarafından el konan Vakıf ve Baş Müftülük taşınmazlarını geri almak için 90 dava birden açınca Bulgar Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Müdürü Akademisyen Georgi Markov Baş Müftü Hacı Mustafa’yı ziyaret etmiş ve Sakın parlamento binasını istemeyin, demiş. Akademisyen şaka etse de, bu meclisten hayırlı bir şey çıkmaması insanı düşündürüyor. Bugün Bulgar parlamentosu açıldı, salonda hava çok gergindi. Parti liderleri birbirine karşı daha ilk günde iğneli konuşmaya başladı. Bir arada en yaşlı mebus olan St. Danailov YEMİN METNİNİ kaybetti. Metinsiz de yemin olmaz tabii. Bulgar Başpiskopos’u oturum Başkanı Danayilov’un tam önüne oturmuştu ama o da İncili beraberinde getirmemişti. Bizim Baş Müftü de Balkonda oturuyordu, fakat o da beraberine Mushaf almamıştı. Neyse en sonunda yemin metni bulundu. İşler böyle karışınca şöyle düşündüm: Her halkın bir nebze de olsa sabrı vardır, kuşkusuz sabrında sınırı vardır, o sınır aşılınca ise öfke hakim olur ve kafalar çalışmaz olur. Mezarık üstüne meclis kurunca da belki böyle olur… Konuşmacıların hepsi meclis kürsüsüne sanki Türklere karşı konuşmaya çıktı. “Ataka” lideri Siderov AB ile NATO’ya karşı da konuştu. Milliyetçi Cephe lideri Simıyonov’un derdi Türkiye’den daha güçlü ve daha dikenli sınır perdesiyle ayrılmak, soydaşlara seçme ve seçilme hakkı tanımamak, ana dil meselesini unutturmak, Türk gençleri yine inşaat erleri olarak toplayıp bedava çalıştırmak, Bulgarcayı bilmeyen çocukları okula almamak, iki çocuktan fazla doğuranlara yardım göstermemek vs. vs. Gel zaman git zaman biz konumuza dönelim. Çatısından kopan bir tahta, damından uçan bir kiremit, duvarından yuvarlanan bir taş senelerce düştüğü yerde kalır. Bu sözler bizim için söylenmemiş de kimin için söylenmiştir acaba! 24 yıl önce koptuk yuvamızdan yurdumuzdan ve sel gibi aktık Türkiye’ye. 24 yıldır konuşuyor, tartışıyor, sönmüş gibi olan o küllenmiş közlerde gizlenen naif özlem hiç beklemediğin bir anda birden bire alevleniyor. Şimdi Bulgaristan’da çalan plak değişmiş, yeni yüzünde bizimkiler “Bulgarcayı inadına onlardan daha iyi öğreneceğiz, bunlar bizimle başa çıkamaz” diyorlar. “TV 7” televizyon yayınına telefondan bağlanan yaşlılar “Tanrı bizi cezalandırdı, kofadan dökülür gibi yağışlar, seller, kar kış hep bizi buluyor,” lanetliyiz, ediyorlar. Hayatın gösterdiği üzere insanları evinden, yerinden yurdundan kovmak da büyük vatan sahibi olmak için yeterli olmuyor. İnsan kendi başına gelmeden acısının neresini dağladığını anlayamıyor. Ağılamaya kıvranmaya başladılar. Yaratan kimi nerede isterse orada yaşatıyor. Bizden kalan topraklarda hasat, bağ bozumu olduğunu işittiğiniz mi? Bu evladı olmayan ananının süttü de olmadığı gibi bir şey. Sahipsiz bahçede ne sebze ne meyve olur. Bu sene kiraz tadamadık, yağmurdan patladılar, cevizlerin içi de boş…Su baskınları Burgas ve Haskovo gibi büyük şehirleri göl yaptı. Çalıp kapanların malı mülkü, hayvanları, saman ve yemlerini sel götürdü, ilahi adalet sanki gereğini görüyor. Doğal afetler alışılmamış çok farklı deli divan bir çehre gösteriyor. Şimdiye kadar bizde şehirlerin su altında kalmamıştı! Ekim ayında içi insan dolu araçların 6 metre kar altında kaldığını işitmemiştik. Bulgar’ın kendi aklına derin çizgiyle yazdığı bir atasözü var: “Yanlış yaptığını gördüğün düşmana yanlışını düzeltmesi için yardım etme!” Böyle bir söz bizde yok. Okurlarım işitmemiş olabilir. Bulgarlar bizimle olan münasebetlerinde hoşgörümüzü istismar etti. Sıcak gönüllü olmamız kötüye kullanıldı. Bu yüzden olacak ve bizi düşman bildiklerinden devlet zulmüyle köklerimiz sökerken kimse bize “Nasılsın?”, “Nedir bu başınıza gelen?” demedi. Kimse merhametli olmaya asla cesaret göstermedi. Demek oluyor ki, bizi hakikatten düşman bilmişler ve hiçbirimize yardım eden olmadı. Şu bizim hoşgörülü, müsamahalı sözümüzün yerine onlarda Fransızcadan çaldıkları toleranslı sözü geçerlidir. “Biz size karşı toleranslıydık!” demeye devam ediyorlar. Aslında şu “toleranslı” sözcüğünün Paris genel evleri tüzüğünden alındığını bilseler, belki de durup derin bir nefes alırlar. XVIII. asırda Paris’te fuhuş evleri gelişirken çalışan bayanlardan her müşteriye aynı nezaketle davranıp aynı ince hizmeti kusursuz vermelerini sağlamak için bir İÇTÜZÜK hazırlanmış ki adına TOLERANS TÜZÜĞÜ demişler. Şimdi bize “size karşı toleranslı davrandık” diyorlar. Ağlar mısın güler misin! Bugün yeni meclise dolan vekillerin yüzüne gözüne bakan gazeteciler “sabır taştı” dediler. Belki “tolerans sınırları aşılırsa” kavga olur, akıl erdirilemeyen yerde fiziksel güç kullanır gibi bir şeyler geçiyor akıllarından olabilir. Bunu da ben düşündüm. Oysa bizim kültürümüzde mezarlıkta kavga edilmez, acele de edilmez, nasıl olsa her birimizin vakti saati gelir… Bununla birlikte ben soydaşlarımızın yeminli gibi ve inadına hareket etmesine de akıl erdiremedim. Bulgaristan’daki seçimlere seçmenin % 48’i katıldı. Türkiye’de ise soydaşlarımızdan 150 bin oy beklenirken yalnız 60 bin kişinin yani % 40’ı sandık başına gitti. Biz öteden beri her işte Bulgarlardan ilerideydik. Nasıl oldu da şimdi geri kaldık? 1992’de bizim şu oy verme derdinden kurtulma şansımız doğmuştu. Büyük Halk Meclisi Bulgaristan’ı parlamenter cumhuriyet yerine, Başkanlık rejimi ilan

etseydi işler değişirdi. O zaman şu git seçim gel seçim derdinden de toptan kurtulacaktık. Aslında parlamenter cumhuriyet dendiğinde bir Çarlardan, Sultanlardan ve Genel Sekreterlerden bir çırpıda kurtulduk. Bizim parlamentonun cephe duvarına BİRLİKTEN GÜÇ DOĞAR yazmışlar. Bunu da biz icat etmemişiz. Belçika devlet armasından çalmışız. Öteye beriye büyük büyük laflar yazıp çizmenin hiç anlamı yok. 1916’da kurulan Belçika bugüne kadar birleşip kaynaşamadı. Son dönem 2 sene hükümetsizdi. Bu hükümetsizlik de salgın gibi şimdi bize sıçradı. Bizde geçerli olan başka bir atasözü var: “Nerde çokluk orda bokluk!” 42. mecliste 4 parti birbiriyle ortak dil bulamazken, şimdi 8 partinin turna, yengeç ve balık gibi hareket etmesi işten değil. Bizde her şey perde ardından idare edildiğinden, onlar da insan tabii, mezarlık işlerine fazla karışmaz oldular, bu yüzden mecliste konuşulanın ne kontrolü ne de geçerliliği var. Eskiden bizim Bulgaristan’da köylüler doğuştan zekiydi. Meclise giren köylülere bakıyorum, kör cahil oldukları bakışlarından okunuyor. Git zaman gel zaman insanlarımız değişti. Lütfü Mestan’ın işi de zor. Çalma elektrik kullananlardan biri olan Samakov’lu Al. Metodiev’i (Bat Sali) soydaş oylarıyla mebus yaptı. Yönetimindeki 180 Rom hane çalma elektrik kullanıyormuş. Her gün meclise gelirse çalmaya vakit bulamaz! Düşünmüş olabilirler. Ne ki, onun mebusluğu etrafında büyük yaygara koptu. Bulgaristan elektrik şebekesi her yıl 1 milyar leva zarar ediyor ama yıkılmıyor, çünkü çalınan elektrikten doğan açığı bütçe kapıyor. Gel zaman git zaman bu işler 24 yıldır böyle. Liseyi bitirdiğimde avukatlık okumak istiyordum. Kısmet değilmiş. Rusya’da böyle imkân bulamadım. Okusam da ne olacaktı ki!. Dolandırıcı tayfasının adalet duygusu bizden çok farklı! 1 milyar levalık elektrik çalındığını görmek istemeyenlerin gözü HÖH –DPS mebusu Bay Sali üzerinde. Havadaki bulut ne kadar büyük olursa olsun, herkes üzerine düşen damladan şikâyetçi. Mebus maaşı 4 500 (dört bin beş yüz) levadır. Nihayet, Samakov Çingeneleri’nin elektrikli sobada ısınmadı, her yıl 1 milyar levalık elektrik çalanlara ağır geliyor. Oysa aralarından bazıları düne kadar “Yârin yanağından başka her şeyde ve her yerde beraber olacağız!” diyordu. Anlaşılan söz sahibi olanlar mezarda ve dalaverede ortaklık istemiyor… Bulgaristan Türklerinin Türk partisi bildikleri Hak ve Özgürlük Partisi’ne oy vermelerini anlıyorum. Halen bu meraktan vazgeçen 90 bin kişi var. “Kendi işimi kendim bilirim” havasına girenler sandığa gitmiyor. Bir kapıdan çıkanın mutlaka başka bir kapıdan içeri gireceği diye bir şey yok. HÖH’ten soğanların yeni seçimlere kadar ısınma vakti var. Bu da olaylardan gelişmelerden durum değişikliğinden uzak düşmenin doğurduğu yeni bir tutumdur. Bulgaristan’daki durum çok farklı! Yeni-liberal bir politika izleyerek, oy veren, hak ve özgürlük için savaşan, hapis yatan ve çok sefil bir durumda olan halkın dertlerini ve sorunlarını tamamen unutan HÖH-DPS partisi tabanında çok büyük bir hareketlenme gözleniyor. Sol partilerin sosyal politika izlemeye yanaşmadığını, işyeri açmadığını, fiyatları düşürmediğini, enerji sorunlarını çözmediğini, sağlık sorunlarını ve eğitim işlerini arapsaçına çevirdiğini görün hak kendini DPS partisinden çekti. DPS’nin daha fazla oy aldım diye böbürlendiğine bakmayın siz. Başkasının sayasındaki koyunların sahibi vardır. GERB partisinin aldığı 1 126 000 (bir milyon yüz yirmi altı bin) oyun % 9.5’ yani yaklaşık 100 000 (yüz bini) Türkler ve Pomaklar tarafından verildi. Seçimle politik tutum değişikliği ortaya çıktı. Bu açıdan değerlendirildiğinde 5 Ekim 2014 seçimlerinde çok büyük bir uyanda ve yeni yönlenme olduğu dikkati çekti. Pazartesi gün meclis açıldı. 8 parti verilen oyların % 95’ini temsil ediyor. Bulgaristan bir parlamenter demokrasidir, yürütme meclisin onayındadır, yani Bakanlar kurulunu meclis seçer. Son iki senede Bulgaristan’da 4 hükümet kuruldu. Hiçbiri halkın onayını alan bir programla ortaya çıkmadı. Mecliste oturanların gözü önünde ağır ve hafif sanayi ile tarımsal üretimden sonra enerji sistemi de çöküyor. Bu arada ülkenin en büyük özel bankası Kooperatif ve Ticaret Bankası (BTK) iflas etti. Bankacılık sistemini hırpaladı. Neden olduğu 4-5 milyar levalık zararla, yeni hükümetin kurulması yolun da tıkadı. Meclisin açılışında konuşan GERB parti Başkanı Boyko Borisov, istikrarlı ve güvenilir bir hükümet kurulmasının çok zor olduğunu itiraf etti. Halkın politikacılara güveni bitmiş gibi. Daha oy sayımı yeni bitti. 2 haftadan beri birinci ve ikinci tur ortaklık görüşmeleri yapıldı. Fakat kesin sonuç alınamıyor. Hükümet kurmakla yükümlü Borisov 3 şık üzerinde durdu. Bir) Önümüzdeki 8 ay için bir geçici hükümet kurulsun ve 1 Temmuz 2015’te yerel seçimlerle birlikte yeni bir erken genel seçim yapılsın; İki) 2 yıllık bir geçici hükümet kurulsun ve 2016’da Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte yeni erken genel seçim yapılsın; Üç) Meclisin destekleyeceği dört yıllık bir azınlık hükümeti kurulsun. Bu seçimlerden güvenilir, istikrarlı ve barışçı bir hükümet çıkmadı. Gel zaman git zaman adam gibi adam olmayan yerde hükümet bile kurulamıyor. Yoksa bu işin içinde Sofya’nın eski mezarlığının şeytanlarının çevirdiği bir iş mi var!?


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Bulgaristan’da her vatandaş banka kartı sahibi

Bulgaristan vatandaşları, prensipte karamsar ve gerçekçi insanlar olmalarına rağmen, yenilikleri çok çabuk kabul ediyor. Yeni teknoloji, yeni hizmetler söz konusu olunca bir o kadar çabuk ikna olabiliyorlar. Böylece 20 yılda ülkedeki elektronik banka kartları sayısı Bulgaristan nüfusu sayısına ulaştı. Çocuklar banka kartı sahibi olamıyor, dolayısıyla Bulgar vatandaşlarının birden fazla kredi veya debit kartına sahip olduğu söylenebilir. Dünyada en büyük banka kartları şirketlerinden birinin yaptığı araştırmada, Bulgar vatandaşları, eğer gittikleri mağazada veya markette POS terminal varsa, 15 eurodan fazla alışverişlerinde kartla ödemeyi tercih ettiğini tespit etti. Aynı zamanda elektronik banka kartları, bankamatiklerden nakit para çekmek için de tercih edilen bir yöntem. Sofya’da 30 farklı bankanın 1000’e yakın bankamatiği bulunuyor. Öte yandan kayıtdışı ekonomi azaldıkça, çoğu kurum ve işletmeden maaşlar da doğrudan banka kartına transfer ediliyor. Bulgaristan’da yüksek sayı olan emekliler de, emekli maaşını banka hesp numaralarından doğrudan debit kartına alıyor. Elektronik ve internet alışveriş imkanları ve sanal ticaret olanakları arttıkça da, banka kartlarının işlevi artıyor. Ülkede her vatandaşa birer banka kartı düşüyor. Onların toplam sayısı 7 milyonu aşıyor. Debit kartları çoğunlukta, kredi kartları onlardan yedi kat az. Piyasada iki dünya devi olan Visa ve Maestro ezici

bir çoğunluk teşkil ediyor. Bu iki markanın mevcudiyeti toplam kartların %80’ini oluşturuyor. Bulgarların banka kartına bağlılığı ve güvenini aktarmak için birkaç rakamı vermek yeterli olur. Bulgar Merkez Bankasının verilerine göre, geçen sene banka kartı işleme sayısı 10 milyar euroyu geçmiş. Bu yıl ise işlemlerin 1 milyar euro daha artması

bekleniyor. Banka hesap hırsızlığı, kart bilgilerini hortumalma, suistimal etme, kimlik hırsızlığı gibi riskler de göz ardı edilmiyor. Birçok insan bu durumalrdan dolayı çok tedbirli. Örneğin birçok vatandaş, banka kartı bilgilerini açıklamamak için, internetten alış veriş yapmıyor. Bulgaristan’da PİN şifrenizi öğrenip, paranızı çalmayacakalrına dair bir güvence yok. Şimdilik problem daha çok psikolojik. Geçen sene banka kartlarından hırsızlıklar 4 milyon euroya ulaşmış.

Geçiş döneminin 25. yılında Georgi Markov’un anıtı kuruldu

Hafta içinde Bulgaristan’da ülkedeki komünist rejimin çökmesi üzerinden geçen 25 yıl kutlandı. Tarihi 10 Kasım’dan çeyrek yüzyıl sonra Sofya’nın “Jurnalist” meydanında 1978 yılında Londra’da öldürülen yazar ve siyasi göçmen Georgi Markov’un anıtı açıldı. “25 yıl özgür Bulgaristan” kampanyası kapsamında düzenlenen açılış töreninde Jelyo Jelev, Petır Stoyanov ve Rosen Plevneliev olmak üzere üç cumhurbaşkanı hazır bulundular. Toplanan vatandaşlara seslenen Cumhurbaşkanı Plevneliev şu sözleri kullandı: “Geç kurulan bu anıtın açılışında bulunmaktan büyük şeref duyuyorum. Bu anıtla komünist diktatörlük döneminde çalışmış olan en yetenekli Bulgar yazarlarından birini saygı ile anıyoruz. Güçlü kalemi ve sesi ile Georgi Markov, özgür olmak ile baş eğmek arasındaki seçimin en büyük örneğine dönüştü. . ” Anıtın kurulması için gerekli kaynaklar, 1969’da Bulgaristan’dan göçeden dünyaca ünlü cerrah dr. Georgi Lazarov tarafından bağış-

landı. Törende konuşan dr. Lazarov, Georgi Markov’un eserlerinin edebiyat ders kitaplarında Hristo Botev’in eserleri ile birlikte yer almaları gerektiğini kaydetti. Georgi Markov, vatanı “Ben O’ydum” piyesi üzerine sansür uygulanması ve prömyerinin aniden durdurulması üzerine terketti ve bir süre sonra Londra’ya yerleşerek BBC, DW ve “Özgür Avrupa” radyolarında çalıştı. 1975 ila 1978 yılları arasındaki dönemde sosyalist Bulgaristan’daki hayatı anlatan “Gıyabi röportajlar” üzerinde çalıştı. Röportajlar, her hafta “Özgür Avrupa” radyosunda radio hikayesi şeklinde yayınlandı. Eleştiriler, sosyalist düzenin noksanlarına ve bizzat Todor Jivkov’a yönelikti. Birçok insan, Georgi Markov’un bundan dolayı öldürüldüğüne inanıyor. Todor Jivkov’un doğduğu tarih olan 7 Eylül günü, rejim aleyhtarı olan yazar, Waterloo köprüsü üzerine saldırıya uğradı. Yazar, şemsiye ucunda bulunan iğne vücuduna batırılarak zehirlendi. Georgi Markov, 11 Eylül’de gözlerini hayata yumdu.

Hortladılar

Dr. Nedim BİRİNCİ Hak ve Özgürlükler Hareketi bu gidişle Allaha ruhunu teslim edecek. Nasipse var olacak olan bizleriz –Bulgaristanlı Türk, Müslümanlar. Toplumsal barış, herkese güven, daha güzel yaşayış, adalet gibi özlem ve değerlerle kurulan HÖH hareketi halkımızın gönlünde ısınmıştı. Bulgaristan Türklerinin oluşturduğu etnik topluluk, tüm Müslümanlık aynı dava uğrunda birleşmişti. Şanlı hareketin yüce davasını halkımız aziz ve kutsal buldu. Bayrağı dalgalandıranlar öze ve hedefe ihanet etmedi. 25 yılda yetişen parti akranı genç kuşak hak ve özgürlük davası ruhuyla mayalandı ve metanetli yetişti. Avrupa Birliği devletleri arasında öz davasına bağlı olan en güçlü gençlik hareketi bizimdir. Sembollerimiz birliğimizle, yüksek azimle barış için savaşçısı olmamızla ve öz güvenimizle hareketlendi ve güçlendi. Ne yazık ki, bugün HÖH-DPS partisi kendi içindeki kurtların hainliğine ve zalimliğine kurban gidiyor. Türklük ve Müslümanlık prensiplerine ihanet edildi. Her zaman ve her yerde dürüst ve yüksek ahlaklı olma prensipleri ayakaltına alındı. Devletin, özel ve tüzel kişilerin malına mülküne göz dikenler yasal düzeni bozdu. Ülkemizi soyup soğana çevirmek isteyen yabancı oligarşi çevrelerinin hizmetine geçenler çöküşe neden oldu. Halkından, emekçi insanlardan, seçmenlerinden kopan bir parti ayakta kalamaz! İnsana düşman olan yakınında olandır, diyenler doğru söylemiştir. Bu sözlerin sahibi aslında Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan gibileri, onların etraflarına toplanmış olanları uyarmak istemiştir. Türklük, hoşgörü, karşılıklı güven ve barış ortamında birlikte yaşama davamızın mezar kazıcılığını da sözüm ona “dostlar” yapıyor. Kazma ve kürek kâfirlerin elindedir! Partinin bugünkü yönetimi nasıl feryat koparırsa koparsın suçlu olan kendisidir. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları öz davalarında her zaman birlik oldu. Ödün vermeyen onlardı. 1990 öncesi yaşanan acı geçmişi selamete çıkaran uyanışımız bir daha hayata çok zor çağrılabilir. Toplumsal uyanışımız ve bilinçli hareketlenmemiz atılımlarımızla gerçekleşti. Biz yeni bir nesiliz! XXI. yüzyılı yaşıyoruz. Dedelerimizin, babalarımızın ve yakınlarımızın çektiği büyük acılar bizim için anlatılan masallardır. En büyük kahramanlık öyküsünü en büyük fedakârlığın hikâyesini dinlerken bile biz onların çektiği çilenin küçük bir nebzesini, en ufak parçasını yaşayamayız. Ezilenler onlardı. Onların bize devredebileceği en büyük zenginlik çıkarılan ibret dersleridir. Yeni tehlikeler karşısında uyanık olmamız, bilinçli davranmamız, dostla düşmanı uzaktan seçebilmemiz inceliğini bize de öğretmiş olmalarıdır. Aynı anda kaynaktan fışkıran ve denize dökülen su aynı olsa bile birbirini tanımaz. Her kuşak kendi derdiyle yaşar. Giderken kendi acılarını götürür. Dünya yeni kuşağın sırtına yüklenir. Ne var ki, aynı problemlerle yaşayan aynı dava için direnen insanlar bile birbirine benzemez. Kimileri hoşgörüyle yaşamak isterken, diğerlerinin içi kin ve öfkeden köpürür. 25 yıldan sonra Bulgaristan’da göbek bağında milliyetçilik zehri olanların yeniden hortladılar ve politik piyasaya çıktılar. Bu ay onların yeniden meclise doluşuna tanık olduk. Hayat alabildiğine değişiyor. 1989’da Bulgar kanındaki zehrin aktığını, o da biz de kurtulduk sanmıştık. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının, tüm ezilenlerin hak ve özgürlüklerinin, ülkede adaletin ve demokratikleşmenin garantörü olarak meydanları dolaşan 1990 uzantısı Ahmet Doğan bugün dilini yutmuş, adına saray denen hapishane koğuşundan başını çıkaramıyor, artık herkes için korkulu bir rüya oldu. Halkından kaçanlar halkı yönetemezler. “Ben yükümü yaptım sizinle işimiz olmaz!” deyenler haindir. Halkımız çalınan her bir lokmasının hesabını tutuyor. Yargı günü yakındır. Bir sene 3 ay iktidarda kalıp yalnız bir bankadan 4.2 milyar çalanlardan hesap sorulmalıdır. Kaçıp gizlenmek kurtuluş değildir. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar hakları ve özgürlüklerini elde etmek, hapistekileri kurtarmak, totalitarizmi yıkmak ve yepyeni bir dünya yaratmak için mücadele ederken ufuk kanlı ve ölü gibiydi. Bir asır boyu çok tehlikeli bir yalnızlık yaşandı. Kayıplara karışanların sayısı bilinmiyor. Bulgaristan Türklüğü kendi özgürlük imgesini kendisi yarattı. Bunu yapmaya çalışırken önce dünyaya canlı olduğunu, nefes aldığını, ezildiğini ama var olduğunu, hala dayanabildiğini ve yaşama azmini koruyabildiğini duyurmak için az mı direndi, az mı süründü, az mı düşüp kalktı!? Bizi yok etmek isteyenler ruhumuzdan ve gözlerimizdeki ateşten başka her şeyimizi elimizden almıştı. Kuduz sürüleri gibi saldıranlar önce Türklüğümüzün sembollerine göz diktiler. Bize kırmızıyı fazla bulanlar önce feslerimizi çaktırdılar. Belimizin kudretinden korkanlar kuşağımızı aldılar. Temizliğimize imrenenler ibriklerimizi kırdılar. Keşkek kazanlarımız delindi. Dibeklerimiz kırıldı. Tüm yaşam tarzımızı dinamitlemeyi düşünürken onların can damarını da ezan sesimiz deldi. Annelerimizin şalvarı dikkatleri çekti yasakladılar. Kızlarımızın güzelliğini kıskandılar. Pehlivanlarımızla baş edemediler. At yarışlarında hep yenik düştüler. En yeni icatları, üç çocuktan fazla doğum yapan annelere devlet yardımını kestiler. Köstendil’de Fatih Sultan Camii’ye, Karlovo’da Kurçun Camiye, Kırcaali’de Medreseye, Vidin’de Konağa göz dikmişler. Baş Müftülüğün açtığı 90 dava Türklük, Müslümanlık ve İslam simgeleri içindir. Yalnız kimliğimizle değil malımızla mülkümüzle ve her şeyimizle hesaplaşmak istiyorlar. Herkesin nasibiyle doğduğunu bilmiyorlar… Bizi yaşatan, ünlü eden, kanatlandıran onların yasakları değil, binlerce sembolümüzdür. Sakin ve sabırlı imajımız hepsine taş söktürür. Çocuklarımıza ana dili, okumak, aydınlanmak çok görüldü. Okul işleri karıştırıla karıştırıla dersler ders olmaktan çıktı. Hocalarından iki üç kuşak ders alamayanlar, Türk öretmen karşısına çıkamayanlar Müslümanlığı ve Türklüğü yaşatmaya çalışanlar değilse, kahramanlımızın sembollerini yaşatanlar değilse, kahraman olan kimdir? XXI yüzyılda çözmeye çalıştığımız sorunlar insanlık namına utanç vericidir. Mahkeme kararları uygulayamayan bir ülkede adaletten söz etmek mümkün müdür? Aile bütünlüğü, yaşlılara saygı, Türk komşuluğundan düşman çıkmaz gibi geleneklerimizi yaşatmamız, önemsiz olanı görsek de görmezden gelmemiz, selamlaşıp bayramlaşmalarımız, yaratan karşısında boynumuzun kıldan ince olması, akan soy suyumuza katılıp yolumuza devam etmemiz düşmanlarımızın asla alamayacağı kalelerimizdir. Türk halkının beraberli, iyi ve kötü gün dostluğu, ayrım gözetmeden yücelmesi her kalemizde erişilmez bir kuledir. Ne kadar iyi olursak olalım, hoşgörü ve gönül hoşluğumuzdan asla ödün vermemiş olsak da biz onlarla ne yazık ki asla etle kemik gibi olamadık. 1989 Ayaklanmamızdan ve ardından gelen Büyük Göçten sonra “başımıza gelecek var” bulutu üzerlerine fazla çöktüğünden olacak azdan az sümüklü böcekler gibi kabuklarına çekil-

mişlerdi. Uzunca bir süre kamuoyu oluşturan söylem değişirken hele de şu ulus devlet döneminin bittiğine sanki birlikte inanmaya başladılar. Dillenen “ortaklığın kutsallığı”, “birlikte yaşamamızın zorunlu oluşu”, “yeni uygarlığın farklılıkların birliğinden oluşacağı” gibi sloganların yükseldiği ve daha ılımlı değer yargıları yerleşmeye başlarken, yeni esintilere yön veren, yakınlaşmamıza yol açan, zıt tavırları uzlaştıran ve sivri uçları hakikatten törpüleyen bir mekanizma, yargı değerleri sistemi oluşmadı. İçi parçalanmış olan bizler acılarımızı unutmaya çalışsak, çığlıklarımız yankılanmasın diye sesimizi kıssak bile, bize bu acıları yaşatanlar uygun ortam bulup git gide dirildi ve toplumu zehirlemeye başladı. Artık her gün Türklere karşı ya erken yapılan seçimin sonuçlarını beğenmediklerinden, ya milletvekillerinin isimlerine itiraz ettiklerinden en az 2–3 gösteri, miting, yol kesme, Cumhurbaşkanlığı önüne toplanma gibi olay oluyor. TV yayınlarında aynı nitelikli 10 haber yayınlanıyor. Hortlama önce Burgas şehri konumlu milliyetçi-ırkçı “Skat” TV yayınları başladı. 1913’te kükreyen Makedonya milliyetçileri (VMRO) düşmanlıklarından asla vazgeçmedi. Türkleri, Müslümanlığı, İslam dinini haber yaparken sanki şeytan görmüş gibi konuşan ağzı açlıktan kokmuş sözcülere yazıp yazıp okuttular. Bir şeye ne kadar kötü derseniz deyin, o şey iyi bir şeyse asla kötü olmaz. Bir Türk’ten de asla kötü bir kimse olmaz. Çünkü iyilik bizim özümüzdeki nurdur. Öte yandan totalitarizm illetini sözde eleştirenler, demokrasi için verilen mücadeleyi, insan hakları ve adalet savaşımını hep hasıraltı ettiler, hep anlatmaya vakit bulamadılar. Zehirli oklar kısa sürede Bulgar milliyetçiliği kösteresinde yeniden bilenerek Türk ve Müslümanlara karşı dikildi. Türkiye Bulgaristan sınırına 3 metre dikenli tel örgü dikenler “av elimizde artık kaçamaz” havalarına girdiler. Zehirli uç sivrildikçe sivrildi. Dedikleri dedik, normal ortamda sakin konuşma yeteneği olmayan Türklük ve İslam tarih ve kültürü düşmanları ters mayalanmış kendini beğenmişlerdi. Bulgar toplumunda ve devlette demokratikleşme sürecinden korktuklarından değişimlerin derinleşmesini durdurma ve yenileşmeyi bütünüyle dondurma yolunda birleştiler. Parçalanmış görünmeleri oyundur. Kendi aklıyla hiç bir iş görmeyen A. Doğan gibi sahte liderlerin pazara uymayan tamamen yanlış hesaplarından da destek alan “Ataka” gibi milliyetçi ve ırkçı subjeler bizim öz kalemize önce küçük bir grup halinde girdi. “Ataka”cı Başı V. Sideov’un milliyetçi it sürüsünden ayırmayı başaranlar zafer kutladı. “Saray”da yaşatılan sahte liderlerimiz hangi hesabı doğru dürüst çıktı ki? Kokuşmuş eski Bulgar ırkçılığı ve öteki düşmanlıyla isabetli mücadele kolay iş değildi. “Ataka” şımardıkça şımardı. Öteki şımarık ırkçıların XX. yüzyılda olup bitenlerden sonra bize karşı konuşmaya önce dilleri dönmüyordu. Giderek parti kurmalarına izin verildi. 2014 yılında gerçek demokrasi raylarına geçilmesi mücadelesi yürütüleceğine 2 adet milliyetçi çıbanbaşı birden sivrildi. Milliyetçi Cephe saflarına eski ajanlar, Türklerle çatışmadan gelenler, Müslümanlarla yüzleşmeden tiksinen, isim değiştirme çirkefliğinden aldığı ödülleri göğsüne takıp böbürlenememiş yani hevesi kursağında kalanlar birden hortladı ve sıra düzdü. Milliyetçi Cephenin 19; Sansürsüz Bulgaristan’ın 15 ve “Ataka”nın 11 milletvekili sol ve sağ marjinal cephedenmişler gibi görünseler de aynı ırkçılık ve Milliyetçilik zehri artık kaynıyor. Onlar şimdi GERB kabinesine yön vermeye çalışıyorlar. Burgazlı ırkçıların başkanı olan V. Simyonov, Reormcu Blok grubunun kurucularından Halkın Şeref ve Hürriyet Partisi Başkanı Korman İsmailov’un yeni kabineden bakanlık almasına kesin karşı çıktı. “Türklerin iktidarda yeri olmayacak” dedi. Yeni hükümet döneminde zaten son derece kısıtlı olan özgün haklarımızın yeniden iyice sıfırlanması söz konusudur. BKP Partisinin Andrey Lukanov kanadı olan Sosyalistler (BSP) ile isimlerimizi değiştiren, zulmün en kötüsünü Türk ve Pomaklara yaşatan aynı partinin T. Jivkov kanadı 19 yıl pusuda yattıktan sonra baş kaldırdı. GERB partisi Milliyetçi Cephenin mecliste, medyada ve kamuoyunda anti-Türk ve antiİslam şımarıklığına göz yumup dayanmak, katlanmak zorunda kalmaya zorlanıyor. Bu defa Bulgar milliyetçilerinin Türklük, Müslümanlık ve İslam’dan gelen son sembollerimize de saldırmasını bekleyebiliriz. Hiçbir yasa ve devlet gücü önünde durmayacaklarından eminim. Ailelerimizde, mahallelerimizde, topluluğumuzda daha şimdiden derin bir sessizlik ve hüzün sezildi. Birçok köyde yalnız erkekler ve yaşlılar yaşıyor. Yaptığımız yanlışların artık farkındayız. Bundan 25 yıl önce perde ardında ipleri çekilerek yükseltilen adamın (A.Doğan) iplerini çekenin başkaları olduğunu anlayamadık. Daha doğrusu gözümüze gül yaprağı atıldı ve aldatıldık. Geleneklerimize göre kendiliğinden yükselen güçlü bir adama ihtiyacımız vardı ve güvenmemiz doğaldı. Bizi “liderli” yaşamak isteyen, lider yaratan ve yetiştiren milletlerdeniz. Artık biliyoruz ki, bir lider halkını yönetirken yüceltebilir ama aynı zamanda çökertebilir ve yok da edebilir. Bizim başımıza gelen sonuncusudur. HÖH – DPS partisi ayakta kalmak istiyorsa “fahri liderinden” hemen kurtulmalı ve oligarşi ajanlarını parti yönetiminden ve meclisten uzaklaştırmalıdır. Biz başı sıkışana el uzatan bir milletiz. İyiliklerin en iyisi hak etmiş insanlarız. İyi olmamızın temelinde devamlı mücadele azmi, ehlileşme ve arınma gibi meziyetlerimiz yatar. Gücümüzü er meydanında toplarız. Bu defa da Bulgar milliyetçiliğiyle gelen yeni kabadayılık, umumi kahkaha tufanı, sonsuz içkili kutlamalar bizi etkileyip yanlış yola yönlendiremez. Zekamıza, bilincimize, kollarımıza ve ayaklarımıza pranga vurulmasına bir daha asla izin vermeyeceğiz. 50 yıldan beri hesabı yanlış çıkanların kuruntularını bu kez de yanlış çıkartmak zorundayız. Her zaman her yerde birlik olmak ve birbirimizi desteklemek öncelikli oldu. Durumun acısına katlanabilmemiz için aldatıldığımızı, oyalandığımızı ve belleğimiz silinerek geçmişsiz ve geleceksiz bırakılmak istendiğimizi unutmamalıyız. Hasımlarımız kalabalaştı, sahaya çıktı, güç topluyor ve bizi yok etmeyi bir daha deneyecektir. Yeni durumda genç kuşağımızın, öğrenimli göçmen gençlerin ana hedeflerinden biri halkımızın alın yazısıyla, geçmişimiz ve geleceğimizle kaynaşıp yeni ufuklara yönelmektir. Biz Balkanların en uyanık, en atılgan, en iyi örgütlenmiş, en yaratıcı ve en cesur, gözü pek gençleri olmak zorundayız. Başka seçeneğimiz yoktur. Biz hayat alametlerimizi, eski ve yeni sembollerimizi, Türklüğümüzü, özgün kültürümüzü, ana dilimizi, edebiyat dilimi, türkülerimizi, halk sanatımızı ve daha neyimiz varsa her şeyimizi yaşatmak zorundayız. Dağ başlarında tek tük evlerde yanan lambalar, nefes alan yaşlılar, gıcırdayarak açılan kapılar bizimdir. Yaratan ve dünya bizi sevdiği için yaşamamızı istiyor. Kokumuz, bakışımız, terimiz yaratanın yaratabildiği en güzel nimetlerin başında gelir. Onlar hortlaya dursun. Biz güzellikler yaratmaya devam edelim.


12

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Berlin Duvarı ve Balkanlar Mırın Kırın M u s a 11 ile 12 Kasım günleri zıları ise hala çok ge-

arasında Sofya’da “Geleceğe dönük olarak geçmişimizle hesaplaşmak” konulu iki günlük uluslararası konferans düzenlendi. Konferans, “25 yıl özgür Bulgaristan” sivil girişimin bir parçası olarak Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliyev’in himayesinde düzenlendi. Konuşmacılar arasında yurtdışından ve yurtiçinden ünlü siyasetçiler, gazeteciler, siyaset bilimcileri ve sosyologlar katıldı. Konferans sırasında Kasım 1989 sonrası Orta ve Doğu Avrupa’da meydana gelen değişiklikler tartışıldı. Balkanlarda Berlin Duvarı tamamen yıkıldı mı yoksa Balkanlar hala demokrasiye geçiş dönemini mi yaşıyor? Konuyu Makedonya’nın Tetovo bölgesinden Güneydoğu Avrupa Üniversitesi (SEEU) Siyasi bilimler ve uluslararası ilişkiler öğretim üyesi Profesör Doktor Veton Latifi yorumluyor: Komünist rejiminin yıklılmasından 25 yıl sonra nedir Balkanlardaki durum? “Bugün Balkanlar farklı bir yüze sahip. Demokrasiden bahsedince Balkanların bu yüzü pek açık görünmüyor. Çünkü bugün olduğu gibi 25 yıl önce de, komünizm yıkılınca demokrasinin kendiliğinden gerçekleşeceği gibi yanlış bir düşünce hakimdi. Bazı Balkan ülkelerinde hala demokrasi eksikliği var ve demokrasinin gerçek dışı çalışmalarıyla başları dertte. Ancak herşeye rağmen Balkanların her yerinde bir yudum umut ve AvrupaAtlantik entregrasyonuna giden ortak yol var. Bazı ülkeler daha fazla mesafe kattetmiş, ba-

ride. Bugün ortak projeler üzerinde odaklanmamız gerekiyor ve tarihin ekonomik, siyasi ve entellektüel yaşamımızı engellemesine izin vermemeliyiz. Sanki Avrupa Birlipğinin kuruluş amacının barışı ve refahı sağlamak olduğunu unutuyoruz. İşbirliği, dostluk ve uzlaşmaya giden yolu hep beraber inşa etmeliyiz. Hatta bir Balkan ülkesi bile tam demokrasi sağlayamaz ise, bölgede entegrasyondan bahsedilemez. Balkanların yıkması gereken Berlin Duvarı mevcut mu? “Berlin Duvarının yıkılması Güneydoğu Avrupa’da komünizmin yıkılması anlamına geliyor ve özgürlüğün simgesidir. Geçen 25 yıl zarfında eski kominist bloğuna üye birçok ülke, önyargı, basmakalıp, yıkıcı söylemleri, anlaşmazlığa götüren hareketleri ve biribirine olan tarihi önyargı duvarlarını da yıkmayı başardılar. Lakin hala Balkanlarda kararların alınması sırasında kısmi demokrasi yaklaşımı gözleniyor. Hala siyasi seçkinlerin basmakalıpları geçerli, ki onlar hala siyasette diktatörlük yöntemleri hayalleriyle yaşıyorlar. Bugün de gerçek anlamda değil de, sadece sözde “açık” toplumlara şahit oluyoruz. Söz konusu olan komünist rejiminden miras kalan mikro duvarlardır, ki onlara geleceğe dönük bakılacak olursak duvarlardan oluşan bir sistem kurduklarını görüyoruz. Şiddet kullanmadan bu duvarların yıkılması için en doğru formulü bulmamız gerekiyor.

Bu iş de böylece bitti. Sofya’da 15 günden beri bir ileri iki geri ilerlerken hep geri giden hükümet kurma görüşmeleri nihayet noktalandı. Son görüşme Pazar gün (26 Ekim 2014) Meclis binasında 240 sandalyeli parlamentoya yalnız 84 milletvekili götürebilen ve kabine oluşturma görüşmelerinde kendine ortak bulmakta zorlanan Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşların GERB Partisi Başkanı Boyko Borisov ile 39 vekille seçim ikincisi olan Bulgaristan Sosyalist Parti (BSP) Başkanı Mihayil Mihov arasında yapıldı. Bu görüşme iki parti liderinin kendi istekleri üzerine değil, GERB partisinin üyesi olduğu Avrupa Halk Partisi ile BSP’nin üyesi olduğu Avrupa Sosyalistler Birliği PES tarafından gelen baskı sonucu gerçekleşti. Gerçekçi olmamız gerekirse bu iki liderin birbirine söyleyeceği bir şey yoktu. Fakat Avrupa’da oturan ve bizim politikacıları sofra başında otururken çimdikleyen kulis ardındaki BÜYÜKLER farklı düşünüyor. Daha önceki yazımda da BSP ile GERB partilerinin aynı kökten yani Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) den geldiğine işaret etmiştim. BKP 1990’da parçalandı. Bu esastan çıkarak, M. Mihov “Bizde talih yok, biz öbür yana düşmüşüz!” diyerek başlamış söze, yani bizim sosyal-demokrat politika izleyen bir sosyalist parti olmamızın nedeni bir tesadüf demek istese de, laflar havada kaldı. Biraz daha mırın kırın ettikten sonra Borisov: - Sizlere güvenim yok artık! Diyerek yerinden kalkmış. Bu kalkış son kalkıştı, hükümet kurma temas ve görüşmeleri noktalanmıştır. Avrupa’daki, kodamanlar ise tam tersini düşünüyordu: Bu iki lideri akran buluyor, ikisi de öğretmen ailesinde, ikisi de küçük taşra kasabasında, ikisi de aynı sosyal ortamda, aynı komünist gençlik örgütü KOMSOMOL örgütünde yetişmiş, iki ayrı üniversite de okusalar da hemen hemen aynı dersleri görmüş ve aynı başarıyı göstermişlerdi. Onların bir de aynı partinin totalitarizm yıllarında ana nüvelerinde parti kuruculuğu basamaklarını birer ikişer çıkarak yükselmişlerdi. Uzlaşma şıkları çoktu. Şu Mihov’un kafasına saplanan “Bizde talih yok, biz öbür yana düşmüşüz!” sözlerine anlam vermek de zordu. Kuşkusuz 70’li ve 80’li yılların politikalarında Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Genel Sekreteri Leonit Brejnev ile Fransa Cumhurbaşkanı Şarl de Gol arasında yani Avrupalı sol ve sağ liderler arasında, bir örnek daha vereyim, BKP MK Genel Sekreteri Todor Jivkov’la Federal Almanha Hırıstiyan Soysan Birliği Başkanı ve Kansler Yosev Ştraus arasında çok yakın ilişkiler vardı, sık sık görüşüp anlaşıyorlardı. Mesela Straus Bulgaristan’a ava geliyordu. Fakat soğuk savaş döneminin hesapları sanki başkaydı. Günümüzün Bulgaristan’ında herkes hesabını gizli saklı yapıyor ve bazı görüntüler ya da bazı temasların sonuçları ortaya çıkınca insanlar şaşırıyor. Biz B. Borisov’un Başbakan olmak için can attığını, 2 yıl sonra da Cumhurbaşkanı olmak için her şeyi feda etmeye hazır olduğunu bilsek de, gözünün daha da yukarılarda olduğunu düşünmüyorduk. Başkası ne olabilir ki, DEĞİŞMEZ BAŞKAN OLMA hevesi olabilir mi? Olsa da ne olacak. T. Jivkov bile dayandı dayandı da 35. yılında birden çöktü. Hafta başı (20 Ekim 2014) AMAN NE YAPALIM sorusunu görüşmek ve bir karar almak için GERP partisi eski ve yeni milletvekilleri, belediye başkanları, il yöneticileri, özel ailesinin başı sağolsun. Ciguli’nin cenazesi, Bulgaristan’ın yetkili militanlar ve muhtarlar Ulusal Danışma Haskova şehrinde toprağa verilecek.’ dedi. Toplantısına çağrıldılar. Sofya Ulusal Kültür Sarayı (NDK) bahçesinde birden bire 8 papaz belirdi. Dikkati çeken birinci unsur, Papazların B. Borisov’un larında nişanlılarının ruhuna bir cami yaptırmaları söylenir. Bunun üzerine kızlar nişanlılarımız yokken bize elini öpmesi değil, Borisov’un yüzde yüz karizçeyiz ne gerek diyerek ortaya yine tek varlıkları olan matik duruşunu feda ederek iki büklüm eğilerek çeyizlerini koymuşlar. Kızlar kararlarını babalarına da papazların eline sarılması oldu. Bu gönlünün çok anlatmışlar. O zaman Nalbantlar köyü ve yörede yaşayan tüm insanlar caminin yapılması için yardıma koş- daha yükseklerde olduğuna yeni bir işarettir. Başka muş, fakat yedi kızlar bu yardımları kabul etmeyerek bir olay da, GERRB akıl hocası güruhunun % 60 ; ”bu cami olacaksa bizim çeyizlerimizle olsun demiş- “aman, seçime gidelim” ve hepsine “İncili ters okuler”. Kızların paraları azdır diye hiçbir usta cami inşaatına yanaşmıyormuş. Nihayet Hırlar köyünden dört talım” kararında birleşmesine rağmen, B. Borisov hayırsever usta cami yapmaya razı olduklarını bildir- “ortak hükümet görüşmelerinin ikinci turuna demişler. Ustalar “Biz bu camiyi kurarız ama duvarları taştan değil meşe ağacından olacak’’ demişler. Tüm ahşap malzemeler, aralarında vam edecerğiz” demesi oldu. Hafta boyu pısırık pı15 metre boyunda kocaman kirişler (mertekler) ki, günümüzde bulmak bile zor he- sırık hareketlerde bulunup, olası başbakan Pazar samen köyün üzerindeki ormandan kesilmiş. Cami hiç çivi kullanılmadan büyük bir bahı M. Mihov ile görüşmesinde “Sizlere güvenim ustalıkla yapılmıştır. Bazı rivayetlere göre cami bir gün bir gecede; bazılarına göre ise yedi gün yedi gecede inşa edilmiştir. Cami hemen ibadete açılmış, yöre halkı bu yok artık!, demesi başlı başına çok anlam kazandı. olaya çok şaşırmış. Kızlar aniden kaybolurlar ve kimse onların izlerini bulamaz. BaGelişmenin özeti budur. İki sözle söyzıları bu ahşap camiyi görmek için gelirlermiş, bazıları da ibadet için geliyorlarmış. lemek gerekirse GÜDÜK KALDILAR. Herkes kızlar için şükür duaları edermiş.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi Bulgaristan’da

Osmanlı döneminin ünlü gezgini Evliya Çelebi‘nin kaleme aldığı 10 ciltlik “Seyahatname” adlı gezi notlarının ilk cildi Bulgaristan‘da yayımlandı. Kitabın yayımlanması dolayısıyla Türkiye’nin Sofya Büyükelçiliği konutunda tanıtım toplantısı düzenlendi. Toplantıda konuşan Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanı Todor Tanev “Hepimiz bu kitabın piyasaya çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorduk” dedi. Tanev, Evliya Çelebi‘nin gezdiği, “Şark dünyası” olarak adlandırılan geniş coğrafya hakkında paha biçilemez belgeleri miras bıraktığını belirterek, “Ben de bu Şark dünyasının bir parçası olmaktan mutluluk duyarım” dedi. Türkiye‘nin Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe de Avrupa Konseyi’nin Evliya Çelebi‘yi 2012 yılında “21. yüzyılda insanlığa yön veren en önemli 20 kişiden biri” olarak tanıttığını,UNESCO‘nun da 2011 yılını “Evliya Çelebi Yılı” ilan ettiğini hatırlattı. Bulgaristan halkının okuma sevgisinden etkilendiğini belirten Gökçe, Türkiye‘de de bir yılda basılan 50 bin kitabın tirajının 600 milyona ulaştığını söyledi. Evliya Çelebi‘nin “Seyahatname” eserini Bulgar okuyuculara sunan “Doğu Batı Kitapevi” yöneticisi Lüben Kozarev ise Bulgarcaya ilk kez 1973 yılında çevrilen kitabın uzun bir aradan sonra okuyucularla yeniden buluşmasından mutluluk duyduğunu ifade etti.

Ciguli hayatını kaybetti

Tüm Türkiye’nin Binnaz adlı şarkısıyla tanıdığı Ciguli hayatını kaybetti. Bulgaristan’da yaşayan şarkıcı, ciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle ameliyata alındı; ancak uyanamadı. Binnaz adlı şarkısıyla tanınan şarkıcı Ciguli, ciğerlerindeki sağlık problemleri dolayısıyla girdiği ameliyatta hayatını kaybetti. Daha önce kalbinden bir operasyon geçirdiği belirtilen şarkıcının ölüm haberini Twitter’dan Türk sanat müziği sanatçısı Onur Akay duyurdu. Akay, ‘Sosyal medyada daha önce 3 kez Ciguli’yi öldürdükleri için önce inanmadım! 3 ayrı menajerden aldığım haber ne yazık ki doğru. Ciguli dün saat 21.00 sularında yaşama veda etmiş. Sofya’daki bir hastanede ameliyata alınmış ancak, ciğerlerinde yaşanan sorun nedeniyle aldığı narkozdan uyanamayarak yaşamını kaybetmiş. Kederli

Minaresi yenilenen Yedikızlar Camisinin açılışı yapılacak 28 Eylül Pazar günü Kırcaali’nin Podkova (Nalbantlar) Kö-

yünde bulunan minaresi yenilenen Yedikızlar açılışı yapılacak. Törene T.C. Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe ve Filibe Başkonsolosu Alper Aktaş’ın yanı sıra yurtiçi ve yurtdışından çok sayıda misafirin katılması bekleniyor. YEDİ KIZIN BİR GECEDE YAPTIĞI MABET 15. yüzyılda (1438y.) yapıldığına dair Osmanlıca kitabesi bulunan Yedi Kızlar Cami’nin, eskiden günümüze ulaşan bir hikâyesi bulunuyor. Yapılışı Osmanlı İmparatorluğunun yükseliş dönemine rastlar. O zamanlar da gençler cepheden cepheye gönderilirler, çoğu geri dönemez ve şehit bedenleri yabancı topraklarda kalırlar. Kırcaali İli Kirkovo (Kızılağaç) Belediyesi Podkova (Nalbantlar) köyüne yakın ve artık var olmayan Ramoğulları mahallesinden yedi kızın da nişanlılarının askere gitmeleri gerekiyormuş. Kızlar babalarına nişanlıları için bedel ödemelerini teklif etmiş ama fakirlik yüzünden babaları bedelleri ödeyememiş. Bu durumda kızlar nişanlılarının bedellerinin ödenmesi için çeyizlerinin satılmasını bile teklif etmişler. Ama nişanlılarının mutlaka cepheye gitmesi gerekmiş. Kızlara nişanlıları için Allah’a sürekli dua etmekten başka çere kalmamış. O dönem askerlik 7 yıl olduğu için kızlar 7 yıl boyunca nişanlılarının sağ salim dönmelerini beklemişler. Kızlar nişanlıları için kurban kesmişler, çeşitli adaklarda bulunmuşlar ama nişanlıları dönememiş. Yedi kızlara bir gece rüya-

VATANSEVER

GERB partisi hükümeti yalnız Reformcu Blok grubuyla kuracaktır. 84 – 23 milletvekilinin 107 milletvekili yapması ve hükümet kurmak için 120 +1 milletvekiline ihtiyaç olması, bize bu işe GÜDÜK dedirtti. 2009’da GERB partisi 117 millitvekili ile ilk kabinesini kurmuş ve 4 yıl ayakta kalabilmişti. 13 Şubat 2013’te iktidardan düşmesiyle politik sahnede meydana gelen bunalım bugüne kadar derinleşerek devam etti, diyebiliriz. Birçok çevrelerin umudunda belki de Ulusal Cephe (UC) yeni faşist ve ırkçı sürüsünün de bu hükümete katılabileceği söylentileri belirmişti. Fakat bu parti yöneticilerinin hemen hemen hepsinin eski gizli servis “DC” ajanı olduğu ve dosyalarının cilt cilt oluşu NATO karargâhının ve AB merkezlerinin dikkatini çekti. Mesela Makedonya İç Devrim Teşkilatı (VMRO) lideri Krasimir Karakaçanov’un Savunma Bakanı olmasına NATO Baş Komutanlığı olmaz deyince, Tarım Bakanı olsun diyenleri de AB Konseyi hemen telefonda aradı. Şimdi yeni hükümeti dışarıdan yani hiçbir makam talebinde bulunmadan destekleyeceklermiş. Reformcu Blok ise Vatandaşların Girişimi Hareketi Başkanı Miklena Kuneva’nın Dış İşleri Bakanı ve Demokratik Güçler Birliği Başkanı Bojidar Lukarski’nin Adalet Bakanı olmasıyla yetindi. Seçimden buyana Bulgar kamuoyunda ve basında en fazla dillenen siyasi formül şuydu: PAY L A Ş I L A N S O R U M L U L U K LAR HÜKÜMETİ KURULSUN! Öyle ama mırın kırın edenlerden hiçbiri hiçbir sorumluluğu paylaşmak istemiyor. Sorunlar ise şunlardır: Enerji sorunu; Adalet reformu yapılması sorunu ve Güvenlik sağlanması. Şunu hemen ilave edelim: a) GERB hükümeti düşüren enerji sorunu oldu. O gün bu gün enerji sektöründeki borçlanma 3 milyar leva oldu; elektrik fiyatı % 10 yükseldi; “Belene” AES inşası yarım kalmıştı ve olduğu gibi duruyor; “Kozloduy” AES 7. reaktörü yapılacaktı, dosya açılmadı. Varna Isı Elektrik Santrali durmak üzere; “Maritsa İstok” Isı Elektrik Santralinde reaktör parladı, “Burgas” ve “Bobovdol” kömür madeni ocaklarında grev var. b) Adalet reformu yapılacak ama nasıl olacağı bilinmiyor. Bugün siyasi yapılanma ile savcılık iç içe girmiş durumdadır. Anayasa değişikliği yapılmadan Adalet reformu yapılamaz. Olağan bir Halk Meclisi bileşimi olan 43. meclis Anayasayı değiştiremez vs. vs. İlk önce görüşülmeye açılacak yasama konusu SEÇİM KANUNUNDA DEĞİŞİKLİKLERİ olmalıdır. Seçmen % 50 majoriter (çoğulcu), % 50 proporsiyonel (oranlı) seçim yasası istiyor. T.C.deki soydaşlarımız ve AB ülkelerindeki gurbetçilerimiz için oraklardaki il merkezlerinde seçim bölgeleri kurulması ve seçilecek adayların STÖ yardımıyla yerinde belirlenmesinden yani yeni bir düzenlemeden yana görüş savunuyor. 1.Güvenlik konusu da herkesin canını sıkmaya başladı. Bir defa ülkede can güvenliği yok. İki yasal güvenlikler sağlanamıyor. Hırsızlık almış yürümüş kimse kendini, çocuklarını, malını, mülkünü güvende hissetmiyor. Yargıda icra sisteminin hakları ve yetkileri son derece yükseltilmiş ve adeta adalet didişmesi duruşma salonlarından çıkmış ve sokaklarda yürütülüyor. Bunun dışında milliyetçi ve ırkçı kesimin taleplerinden kaynaklanan bir ötekileştirme ve azınlık haklarına genel saldırı şiddetlenmiş durumdadır. Bugün artık şehirlerde yaşayan Türklerinin çocuklarının ana dillerini bilmediğini kesin söyleyebiliriz. Dil din, yaşam tarzı, gelenek, görenek, özgün kültürel haklarımıza karşı acımasız saldırı dalgası kabardıkça kabarıyor. her şeyi her yerde ve her bakıma kısıtlayarak sınırlandırma ve unutturma politikası yerleşiyor. Güvensizliğin bir de dış boyutu var. O da Ukrayna-Kırım, Irak-Suriye olaylarından, IŞIT terörizminden kaynaklanan güvensizliktir. Banka sisteminden, kış geliyor yakıt yetersizliğinden, fiyatların devamlı tırmanmasından, emeklilik sisteminin bunalım yaşamasından, nüfusun % 20^den fazlasının işsiz olmasından ve genel sefillikten gelen bir başka güvensizlik var. Son dönem sosyal gelişmeler, yürütülen temas ve görüşmelerden halkın beklentileri MIRIN KIRINLA çözülemez. Herkes bir şeyler döndüğünden kuşkulanıyor. Halkın beklediği yeni ve adil yargı değerlerine dayanan, barışı, güvenliği ve istikrarı, herkes için demokrasiyi hedefleyen ilkeli bir politikaya yürütülmesinidir. Yeni hükümetin varış güvenlik, istikrar ve daha iyi yaşayış sağlama ilkelerine dayandırılması halkın ortak isteğidir. Yarın mırın kırın edenlerin değil HALKINDIR.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Bulgaristan’daki Milletvekillerin Soruşturulması Sıcaklık Arıyorum

Cumhuriyet Başsavcısı Tzatzarov, 6 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını talep etti. Bulgaristan Cumhuriyet Başsavcısı Sotir Tzatzarov, çeşitli suçlar işledikleri gerekçesiyle haklarında soruşturma açılan 6 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması talebinde bulundu.Dokunulmazlığının kaldırılması istenen, iktidardaki Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar (GERB) partisinin Parlamento Grubu Başkanı Tzvetan Tzvetanov, üç ayrı davada yargılanıyor. Aşırı milliyetçi ve Rusya yanlısı ATAKA (Atak) partisinin lideri Volen Siderov’un ise Sofya-Varna seferini yapan uçakta bir polis görevlisini yumruklayıp yaralamak ve bir Fransız diplomata ağır hakaretlerde bulunmaktan yargılanması bekleniyor.

Tzatzarov’un talep listesinde ana muhalefet Bulgaristan Sosyalist Partisi’nden (BSP) iki milletvekilinin ismi de yer alıyor. Georgi Svilenski, görevini suistimal ederek maddi zarara sebebiyet vermek, Dimitar Dimitrov da ipotekli mülke zarar vermekten soruşturuluyor. Üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu muhalefetteki Hak ve Özgürlükler Hareketi’nden (HÖH) İliya İliev, gelir gizlemek ve vergi kaçakçılığından suçlanıyor. BSP’nin eski lideri Sergey Stanişev’in dokunulmazlığının ise Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından kaldırılması talep ediliyor. AP’de grubu olan Avrupa Sosyalistler Partisi’nin (PES) lideri Stanişev, 2009 yılına dek iktidarda olan 86. hükümetinin başbakanı olarak “çok gizli” mühürlü, devlet sırları içeren 9 dosyayı kaybetmekten yargılanıyor.

Kas. 12 Siyaset no comments 25 yıl önce 9 Kasım günü Berlinliler, bölünmüş Almanya`nın ve bölünmüş Avrupa`nın sembolü olan nefret duvarını yıktılar. Duvar, iki dünya arasında sınırdı. Berlinliler, duvarı tam anlamıyla yıktılar – çekiçle tuğla tuğla söktüler. Tam bu günde ve bu saatte spontan şeklinde düzenlenen saldırı herkes için sürpriz olsa da, İşçilerin ve Köylülerin iddia edilen cumhuriyet yıkıldı. Aylar boyunca binlerce Doğu Alman vatandaşı Berlin, Leipzig, Drezden ve Rostock şehirlerinde protesto ettiler. Gün geçtikçe sayıları daha fazla oluyordu, talepler ise – daha cesur ve daha cesur: Batıya serbest seyahat, serbest seçimler, sistemin değiştirilmesi. Ve bu gerçek oldu – Berlin duvarının yıkılmasının ardından geçen bir yıl sonra Almanya birleşti. Ülkemizde Berlin duvarının yıkılması haberi çok ani ve beklenmedik oldu. Ancak 10 Kasım günü daha da ani ve beklenmedik oldu. Duvarın yıkılmasından sadece bir gün sonra Todor Jivkov da „yıkıldı“. Parti içindeki devrim Avrupada en uzun dönem iktidarda kalmış olan komünist liderini görevden aldı. Hepimiz o kadar şaşkındık ki, sevinmeyi bile beceremedik. O söz konusu Cuma günü yayınlanan „Po sveta

bülteni, belki de Bulgaristan Ulusal Televizyonu (BNT)nin tüm zamanların en fazla seyirciyi ekrana kilitleyen haber bülteni oldu. Insanlar evden çıkmadı, evinin güvenli duvarlarının ardında kalarak gözlerine ve kulaklarına inanamıyordu – Jivkov, 35 yıl iktidarda kaldıktan sonra üstelik sağ iken görevden alındı ve Pariye, devlete veda etti. Çok az insan olayların bu şekilde gelişmesini bekliyordu. Ancak „glasnost ve perestroykaya“ (Açıklık ve Yeniden yapılanma), GDR (Doğu Almanyadaki) gösterilere rağmen Bulgaristan`da toplu halde gösteriler yoktu. Hatta Ruse ve Sofyadaki Çevrecilerin 10 Kasın arifesindeki protestoları hak ve demokrasi taleplerinden başka birşey değildi. Tek sözle Komünist Partisinin bir toplantı tarihi, Bulgaristanda demokrasi değişkiklerin sembolü oldu. Aslında sembol neyse, değişiklikler de öyle. 89 sonbaharında piyasaya yeni bir „muskal“ ( küçük parfüm şişesi) sunuldu – „Komünizmin son nefesi“. Aslında çok kısa zaman sonra komünizmin son nefesini çekmediği ortaya çıktı. Bulgaristan`da düzenlenen ilk demokratik seçimleri, ismini Bulgar Sosyalist Partisine çe-

Bulgaristan’da 1989 yılında sona eren eski komünizm rejiminin muhaliflerini sürdüğü Belene toplama kampının miras bıraktığı hatıralar başkent Sofya’da açılan bir sanat sergisinde yeniden canlandırıldı. “Duvarı Delenler” adlı, Tuna Nehrinin Persin ve çevresindeki adalarında bulunan kampta kalan eski mahküm Doktor Petar Bayçev’in çizdiği portrler ve diğer izlenimler Ulusal Sanat Galerisi’nde sergilendi.Büyük bir bölümü hüküm dahi giymeden, sadece “rejim karşıtı olma” etiketi ile Belene’ye sürülen kampta yaklaşık 5 yıl kalan Bayçev, kader arkadaşlarının portrelerini, dikkatini çeken obje ve ortamların resimlerini çizmiş, resim kenarlarında not düşürmüştü.Yaşamını riske atarak, çeşitli yasa dışı yollardan eserlerini kampın dışına çıkarmayı başaran Bayçev’in arşivi bugün, belgelerin sınırlı bulunduğu Bulgar komünizmin en karanlık sayfalarından birini aydınlatılıyor.Kızı İlina ve oğlu Veselin tarafından yıllarca saklanan eserler ayrıca bir albüm haline getirilirdi, orijinalleri ise galeri duvarlarında sergilendi.Bulgaristan’ın komünizm diktatörlüğü yıkılışının 25. Yıldönümüne rastlanan sergi açılışına Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, eski Cumhurbaşkanlarından Jelyü Jelev ve Petar Stoyanov, Sofya belediye Başkanı Yordanka Fandıkova ve Belene kabusundan sağı olarak çıkıp hala yaşayan bir çok eski mahküm da katıldı. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, Belene’nin çevresindeki dikenli tellerini aşan resimleri içeren sergi ile ilgili açıklamasında, “Çocuklarımıza, komünizm konusundaki tüm geçekleri söyleme zamanı gelmiştir” dedi.Mahkemeye çıkarılmadan, hüküm giymeden sadece Türk olduğu için Belene’ye 1985 yılında atılan Sabri İskender, AA’ya yaptığı açıklamada da, “Tam bin 113 gün hüküm giymeden mahküm oldum. Bölgede mısır tarlalarında çalıştığımız zaman, kazdığımız her yerde topraktan insan kemikleri çıkardı.” diye konuştu.Sabri İskender, Belene’de 1950’li yıllarında komü-

nizmin vahşetlerinin çok daha büyük olduklarını anlatarak sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizim dönemimizde orayı nazi toplama kamplarından farklı kılan sadece gaz odalarının olmayışıydı. Ama psikolojik işkence vardı. Biz o baskının önüne boyun eğilmedik, onu reddettik ve Türklüğümüzü koruduk. Ortada bir suç var, suçlu var, ama hiç kimse, asla ceza görmedi.”Komünizm rejiminin son döneminde sisteme karşı çıktığı için siyasi mahküm olarak hapis yatan politikacı Kazım Dal da sergiden çok etkilendiğini paylaştı.Bugün iktidar ortağı sağıcı Reformcu Blok’un (RB) üyesi Hürriyet ve Şeref Halk Partisi’nin (NPSV) başkan yardımcısı olan Kazım Dal, serginin geçmişin tüm gerçeklerini yansıdığını söyledi.AA’ya konuşan Dal, “İşin en kötüsü, bu zulümleri yapanlar asla mahkeme önüne çıkıp gerekli cezayı görmemiştir. Malesef hala gerçeklerle yüzleşmedik. Hak yerini bulmadı. Bunun tek bir suçlusu var – siyasetçiler” dedi. Dal, eski komünist rejiminin siyasi polis ajanlarının bugünkü siyasetten ihraç edilmeleri gerektiğini savundu.Sergiyi gezen eski Cumhurbaşkanlarından Petar Stoyanov da özellikle gençlerin komünizmin ne olduğunu bilmeleri gerektiğini belirtti. Komünizm gibi rejimlerin asla geri dönmemeleri gerektiğini de ifade eden Stoyanov Stoyanov, AA’ya açıklamasında şunları söyledi: “Eskiden komünist partisi üyesi olmadan özgürlük, serbest dolaşım yoktu, ifade özgürlüğü, hatta normal çalışabilme özgürlüğü bile yoktu. Öyle bir devlette yaşıyorduk.”Yeni genç neslinin geçmişle değil, daha ziyade internet ile ilgilendiklerini belirten Stoyanov, “Bizim görevimiz de geçmişi asla unutturmamaktır” diye konuştu.”

Kapıkule’de Yaklaşık 2,5 Toni u nas“ Kurban Etine El Koyuldu Demokrasinin „patlak verdiği“ gün (Dünyadan ve ülkemizden) ana haber

Bulgaristan’da “Belene” Kabusu Sergi ile Hatırlatıldı

Filiz SOYTÜRK

Bir ağacın hangi ormanda yetiştiği önemli değildir. Kederi odun olmaksa, yanacağı ateş de önem arz etmez. Önemli olan yanmasıdır. Yanarken dünyayı aydınlatmasıdır. Bir de sıcaklığıdır, önemli olan. Sıcaklık, ateşin insanlara verdiği sevgi ve daha doğrusu aşktır. Sıcaklık olmayan yerde aşk olmaz. Aşk olmayan yerde ise üretim olmaz, üretim olmayınca da hayat devam etmez. Babamla annemin bazen yüksek sesli homurdanmalara varan didişmelerinden biri bizim avludaki incir ağıcı üstüneydi. Bizim inciri kimse dikmemişti. Olabilir ya balkondan, yine bir ihtimal sofralık silktiğimiz mutfak camından düşmüş çekirdekten ya da birinin kötülük olsun diye komşumuz Hacı Mehmetlerle olan taş duvarımızın kenarına gömdüğü bir çekirdekten fışkıran yeşillik yerini sevmiş yeşerdikçe yeşerince beğenmediği gölgeyi delip güneşi tutmak için uzanırken komşu duvarını yerinden oynatması ve komşu avlusunda da boy atması gözlerimin hep önündedir. Beliklerim elimde naif çocuk gözleriyle bakarken bu iri yapraklı ağıcın nasıl olur da bu kadar büyük taşlarla örülmüş duvarımızı yerinden oynatıp kaldırmaya çalışırken kamburlaştırdığı ve bu haksızlığa dayanamayan kiremitlerin birer ikişer yere düşmesine şaşıyordum. Yıllar sonra, yine bizim incirin gölgesini seven tavuklarımızdan birkaçının ne sebeptense kaybolduğunu öğrendiğimde anneannem “ ocağına incir ağıcı dikilsin’” gibi lanet sözleri kullanmıştı. Oysa “ocağına incir ağacı dikilsin!” soyun sofun kurusun anlamındaymış. Bizim Yuvamıza ise incir ağacını Bulgar dikti. Evimizi, bahçemizi, kamburlaşan komşu duvarını, yere düşen kiremitleri yerli yerinde bırakıp göç etmek zorunda kaldık. Öyle olsa da “bizim incirin duvarı delmesi” aklımdan çıkmadı. Türkiye üniversitelerinde ders görürken, bir gün edebiyat hocam antik çağda doğa düşüncesinin temellerinin kadim zamanların yaban incirlerinin orman krallığı olan İzmir Aydın (İonia) yöresinde filizlendiğini söyledi.Yaratanın ezene bezene biçimlendirdiği doğa üstüne beyin fırtınası yapmanın sıra dışı etkileşimler sonucu olabileceği aklımın ucundan geçerken, insan zekasını delip uyandıran ve onu düşünmeye zorlayanın incir ağacı olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Bu düşünceler tarih ve felsefe eserlerinde sayfalar doldurmazdan önce dervişlerin öykülerinde ve aşıkların sazlarında nakışlanmıştır. 17 yıl hapis karanlığı soluyan Büyük Nazım, nedense aydınlık insanın içindedir, ya da sıcaklık arayanlara hitabında “ben yanmazsam, sen yanmazsan…..” demezden önce, “senin elmayı sevmen, elmanın senin sevmesini gerektirmez” demesine neden olmadı mı? Burada çift olmanın tek yanlılığı var. Üstat haklı, çünkü ateşten gelen sıcaklığa bir yalnız bağrımızı açıyoruz, ona sıcak yuva sunmuyoruz. İncir ağacı bile duvarlar delip, büyük taşlar sökerken bizden su istemezdi, ancak büyük yapraklarıyla güneşten sıcaklık toplamakla yetindi. Güzel olan yeni olan hep bir çelişkinin sonucudur, çelişki ateşinden doğar ve dünyayı ısıtır. Türk mizahının XX. yüzyıl ustası Aziz NESİN konuya “Boşuna” diyerek yanaşıyor. Şiirin felsefesinde sıra dışı işlerin olması için en az iki şeyin yan yana olması zorunlu gibi. BOŞUNA Sen yoksun……… Boşuna yağıyor yağmur… Birlikte ıslanmayacağız ki….. Boşuna bu nehir…… Çırpınıp pırpırlanması….. Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki… Uzar uzar gider.. Boşuna yorulur yollar.. Birlikte yürüyemiyeceğizki.. Özlemlerde ayrılıklar da boşuna Öyle uzaklardayız.. Birlikte ağlayamayacağız ki Seviyorum seni boşuna.. Boşuna yaşıyorum Yaşamı Bölüşemiyeceğiz ki … Aziz NESİN Bu felsefi anı yaşamak isteyenlerin duyguları güzel şiirlere hep konu olmuştur. Birini aramak, çünkü o biri olmadan sanki hayat bütün değildir. BİRİSİ bir şey var aramızda senin bakışından belli benim yanan yüzümden dalıveriyoruz arada bir ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki gülüşerek başlıyoruz söze bir şey var aramızda onu buldukça kaybediyoruz isteyerek fakat ne kadar saklasak nafile bir şey var aramızda senin gözlerinde ışıldıyor benim dilimin ucunda Nahit Ulvi AKGÜN Aşkta hep iki taraf aranır. Ümit Yaşar bu

konuyu en iyi işlemiştir. BEN EYLÜL SEN HAZİRAN Bir eylüldü başlayan içimde Ağaçlar dökmüştü yapraklarını Çimenler sararmıştı Rengi solmuştu tüm çiçeklerin Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı Katar gidiyordu kuşlar uzaklara Deli deli esiyordu rüzgar Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar Neydi o bir zamanlar Sevmişliğim, sevilmişliğim O heyheyler, o delişmenlikler neydi Ne bu kadere boyun eğmişliğim Ne bu acıdan korlaşan yürek Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım Beni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle Cana can katan güneşinle Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime Çiçekler açtı dokunduğun Çimler büyüdü yürüdüğün Ve güller katmer oldu güldüğün yerde Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi Oldurduğun yemişlerin ağırlığından Dallarım yere değiyor Güneşi batmadan saçlarının Bir dolunay doğuyor bakışlarından Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan Ölebilirim artık Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma Baksana; parmak uçlarım ateş Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan Benimle meydan oku her çaresizliğe Benimle uyu, benimle uyan Birlikte varalım on üçüncü aylara. Ümit Yaşar Oğuzcan Olaya felsefi yaklaşımı Necati Cumalı!da da buluyoruz: GÖLGE Ben senin gün ışığında Saçlarını buğdaylar gibi uzar gördüm. Gökler, denizler gibi bakardım Gülen ağlayan gözlerine. Ben senin ellerinin Sıcaklığını duydum avuçlarımda Yazlar, kışlar geçti unutamadım Bilirdim, küçük kalbin Nasıl iyilikle sevgiyle çarpar Bilirdim neler düşünürsün susunca… Ah, bir gün bir bulut üstümüze gölge edecek Güzel yüzün, kaybolacak aynalarda sularda Öyle sönen lambalar gibi alaca karanlıkta Gelecek ölüme razı değilim. Adını yazıyorum, saçlarını çiziyorum Eğilip düşünüyorum boş kağıtlara Sensin işte, yalnız sensin sevdiğim Her haline ayrı bir şiir söylemeliyim. Necati CUMALI Şairlerimizden Edip CENAVER de mutluluğun insanın kendi duyulmamasında olduğuna inananlardan biridir. BİTMEYEN Ve ağzım ağzını öptü ise Çünkü için sözle doludur Elim eline değdi ise Çünkü elin yaratılmış işler doğurur Gözlerine baktım ise Ki bakmışımdır Onlar bir denizi sezme derinliğindedir Ve saçlarına Ve boynuna Ve omuzlarına Baktım ise Ki bakmışımdır Onlar bir kuşun uçuşunu Sezme derinliğindedir Ey sözlerim benim Onlar ki bana her zaman Bir diriliş verenedir Meselim bitmeyendedir. Edip Cansever Sevginin hangi çağrışımla doğacağını öngörebilmek çok zordur. İşte bir örnek daha. AY KARANLIK Maviye Maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam, Bozuksam, Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık… İtten aç, Yılandan çıplak, Vurgun ve bela Gelip durmuşsam kapına Var mı ki doymazlığım? İlle de ille Sevmelerim, Sevmelerim gibisi? Oturmuş yazıcılar Fermanım yazar N’olur gel, Ay karanlık… Dört yanım puşt zulası, Dost yüzlü, Dost gülücüklü Cıgaramdan yanar. Alnım öperler, Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş, Etme gel, Ay karanlık… Ahmed ARİF


14

Daha Derinlere İnelim Çeviri Geçiş Dönemi Bitti…Yeni Geçiş Dönemi Başlıyor 10 Kasım 1989’da totaliter rejimin düşünce Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve protestolardaki şahsiyetlerden biri olan Dimitır Lucev, Dimitır Popov hükümetinde (1990–1991) Başbakan Yardımcısı ve Filip Dimirtov’un hükümetinde (1991–1992) Savunma Bakanı oldu. Son günlerde yayınlanan sosyolojik araştırın birinde, Bulgarlardan % 55’i Todor Jivkov’un kim olduğu ve 10 Kasım 1989’da olup biten konusunda bilgisizlik gösterdi. Tarihin bilinçli olarak hafızadan silindiğini söyleyebilir miyiz? Çağdaş tarihin konum olmasının sağladığı olanaklarla ve elimdeki bilgilere dayanarak, okullarda ders olarak öğretilenin, yumuşak bir ifadeyle olmak kaydıyla, gerçekten şematik bilgiler olduğunu söyleyebilirim. Öte yandan, ders metinleri kolayca okunur bir şekilde sunulmuyor. Genel olarak ifade edildiğinde, öğrencileri tiksindiren ve onların öze inmesine engel olan ders kitaplarında eski sosyalist terminoloji egemenliği var. Bu gerçek, tarihin silinmesi için bilinçli olarak yapılan bir deneme olmayıp bizdeki eğitim seviyesidir. Problem, öncelikle televizyonda ve genelde iletişim araçlarında tarihin bu dönemine çok az zaman ayrılmasında gizlidir. En güçlü etkileyici araçlar bunlardır. Son zamanda belgesel filmler gösterilse de, şimdilik yetersiz kalıyor ve gençler izlemiyor. Öte yandan, içinde bulunduğumuz şu ortam, konu ettiğimiz dünyadan kökten farklıdır. Gençler o zaman tam olarak ne olduğunu bilmiyorlar. İnsanların Jivkov’u, o Pravets köyü kurnazını, unutmaları biraz da olumludur. Aslında, komünizmin kötü bir şey olduğunu bilmeleri, iyidir. O zaman olanların artık hatırlanmaması, Geçiş Dönemi için nasıl bir anlam taşıyor? 25 yıl sonra bugünkü geçişi nasıl görüyorsunuz? Bizim Bulgar anlayışında ve medyaların da daha fazlasında, eleştirici bir eğilim gözleniyor. Dünya topluluğunda yaşıyoruz, bilgi teknolojilerinden faydalanıyoruz, farklı giyiniyoruz, değişik kitaplar okuyoruz, dış ülkelerde öğrenim görüyoruz… Farklı olmamız doğaldır! Sofya’ya bir kuş bakışı yapsak, kentin yarısı yenilendi, yollardaki araçlar hep yeni… Bir “Şkoda” için 10 yıl sıra beklediğimi kızıma nasıl anlatırım. Dev yenilenme oldu. Bulgaristan global dünya ile hakikatten kaynaştı. Yaşam niteliğinin, politik sistem, demokrasimizin kalitesinin olması gerektiği gibi olmaması başka bir sorundur. Sıkça demokrasimiz ve serbest pazar ekonomimiz olduğunu fakat onların iğrenç biçimde olduğunu söylüyorum. Sosyalizm üstüne yazdığımda, o zamanlar sanayileşme gerçekleştirildiğini, fakat bunun dünya standartlarında rekabet edemeyen bir iğrenç endüstrileşme olduğunu belirmiştim. Şimdi de bizim serbest Pazar ekonomimiz ve demokrasimiz Avrupa topluluğu standartlarında rekabet edemez durumdadır. Sizce engel olan neydi? Her şey insanlara bağılıdır. İşin sırrı, toplumdu reform edip modernleştirmeye ne kapasitesi, ne arzusu ne de hırsı olan ulusal liderleri şu dönemde iş başına getirmemizde gizleniyor. Bu uğurda çalışmak gerek. En nihayet kendiliğinden olan bir şey yoktur, bir toplum yöneticileri onu nasıl dönüştürürse öyle gelişir ve ilerler. Değişiklik olabilir mi? Yakın zamana kadar devam eden protestolar 1990’ların protestolarıyla kıyaslanıyordu. O zamanki ve şimdiki protestoların arasındaki fark nedir? Devasa fark var. 1990 ve 1991 protestolarında, tek partili rejimin kaldırılması, çoğulcu sistem uygulanması vs. vs. gibi somut fikirler, program ve hedef vardı. Bir sıra istek yer alıyordu. İnsanlar yıkımdan sorumlulardan hesap sorulmasını vs. istiyordu. Demokratik Güçler Birliği (CDC), sendikalar, sivil toplum kuruluşları gibi örgütleyici bir gücün karşılarında durduğu 1997 Ocağında komünistlerin iktidardan çekilmeleri gerektiği yönünde şeffaf bir fikir vardı. Geçen yılki protestolarda farklı olan nedir? Kendilerine güzel ve aydın denen, Bulgar toplumunun en uyanık kesimi ruhsuzluk sergiledi. Fark budur. Somut istek hazırlayıp sunamadılar. “KİM” sorusunda güç yoktu. İkinci, şimdiki genç neslin, demokrasiye ulaşılmasının yegâne koşulu olan, kendi kendini örgütleyebilme gibi çok önemli bir niteliği yitirmiş olduğu ortaya çıktı. Protestocuların kendilerini örgütleyememesi bir yana, örgütlenmek istemeyişleri dikkati çekti. Örgütlenmeyi küçümsediler. Demokrasi koşullarında başka bir sivil ya da politik temsilciliği yükseltebilmenin başka bir yolu yoktur. Belirli hedeflere ulaşabilmek için kendilerine güvendiğin kişileri ön sıraya çıkarabilmelisin! Böyle bir şey olmadığına göre, sonunda ne yaptılar? Statükoyu geri çardılar, işareti ters çevirdiler. Şimdiye kadar iktidarda olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yerine, GERB partisini çağırdılar. Söylediklerinizden anlaşıldığına göre, bugün de niteliği farklı bir sivil toplum enerjisi var. Ben insanlarımızın ruhsuz olduğunu, bu nedenle söyledim. Ne istediklerini kendi kendilerine anlatamıyorlar. Oreşarski gitsin. İyi. Peevski de gitsin. Bu da iyi! Ne var ki, sorunun çözümü onların gitmesinde gizlenmiyor. Bulgaristan’da şu an egemen olan ve toplumun tüm kanını emen parti kadroları modeli yok edilmeden, bizim devletimizde ciddi hiçbir şey yapılamaz. Jivkov’un artık hatırlanmaması bir yere kadar iyi, dediniz. Önce yapılmış olanın bir yanlışlık olarak tekrar edilmemesi için, 10 Kasım 1989 öncesi olmuş olan bazı iyi şeyleri de hatırlatır mısınız? Öncelikli olan sivil toplumla ilintilidir. Vatandaş olmak isteyenin uyruklu olmakla yetinmemesi anlaşılmalıdır. Sosyalizm döneminde, komünist partisinin yönetici rolü ve mühendis kolları altında hepimiz uyruklu kişiler olarak eziliyorduk. Bir grup insanın hepimizi ezmesine müsaade etmemeliyiz. Özgür olma, örgütlenme, iş sahibi olma, eylem ve söz özgürlünden yararlanma gibi dünya insanları için önemli olan haklardan Bulgar vatandaşlarının da yararlanabilmesi olanakları savunmalıyız. Bu her zaman hatırlanmalı ve asla unutulmamalıdır. Devletin herkesi himaye ettiği devletçi düzene dönmemeliyiz. 90’lı yıllarda sosyal eşitlikten, devletin herkes için hizmet sunduğundan dem vuran komünist propagandaya devamlı karşı çıkıyorduk. Yoksulluk koşullarında eşit olmayı arzulayan yoktur. O zaman var olan eşitlik sefillik kıtlığında olabilir bir eşitlikti. Şu da var ki, bugünkü durumda, birçok kişi o dönemin yoksullar eşitliğini de arar duruma geldiler. Bizden neden böyle oldu. İşler neden ters gitti? Bunu yapan da insanlardır. Bürokratların ve memurların himayesi altında olan yoksul bir toplum daha önce gördüğümüz ve yaşadığımız, sefil, mutsuz, gri hayatı yeniden dayatıyor. Çünkü insanların en ilkel isteklerine yanıt verebilecek kadar gelişemiyor. Sözlerinizde hayal kırıklığı hissediliyor. 1989’da büyük sivil toplum enerjisi üreten fikirler vardı. Onlar bugün yaşıyor mu?, yoksa unutuldular mı? Unutuldukları kanısındayım. Onlar çok çarpıtıldılar. Solcuların, milliyetçilerin, halkçıların her çeşidi tarafından tenkit edilen, liberal devlet ve liberal modelin lanetlenmesi yaptıkları en büyük kötülüktür. Hedeflerimizin ne olduğunu ya bilmiyorlardı ya da bilmek istemiyorlar, bu da çarpıklığın temel nedenidir. Refah toplumundan söz ederken, bir de her şeyden sorumlu olan liberal model ve liberal reformlardır, diyorlar. Saçmalıktır bu. Önce şu soruya yanıt versinler. Bu reformlar diğer Doğu Avrupa devletlerinin hepsinde olumlu sonuç verdi de bizde neden uygulanamadı? Bizde işlemediler, çünkü durduruldular. Bulgaristan’da küçük fakat iyi çalışan bir devlet fikri asla çalıştırılamadı. İktidar, ayrıcalık, imtiyaz ve zenginlik kaynağı hep devlet kaldı. Politik yönetim bunu bilinçli olarak gizlemeye devam ediyor. Bulgar toplumunun en büyük tümörü, her şeyi sağlayan ve her şeyi paylaşan büyük devlet oldu. Ekmek veren devlettir. Merkeziyetçi ahlaksız devlet… İyimserlik için de biraz yer ayıralım. Tüm değişikliklerin yapılabilmesi için 25 yıl daha mı gerekli olacak? Bu sizlere bağlıdır. Parlamentoya dolanlara baktıkça içim bulanıyor. Tekrar ediyorum. Değişimleri yapanlar insanlardır. Devleti yöneten kişilerin nitelikleri yoksa, toplum aydınlanamıyorsa, yapılacak bir şey yoktur. Enerji dava için gereklidir. Hangi davadan söz ediyoruz. Para kazanmak hedef oldu. İktidara yükselmek dava oldu. Kolay ve tatlı yaşam dava hedefine dönüştü. Size 1934 yılında Atanas Burov’un Bulgar burjuvazisi hakkında söylediği şu sözleri hatırlatmak istiyorum: “Bulgar burjuvazisi kişisel refah yolunun toplumsal başarılardan geçtiğini henüz öğrenemedi.” Bugün sosyal başarıya götüren yol yoktur. B G S A M – Ç e v i r i

Bulgaristan Türklerinin Sesi

5. Balkan ve Karadeniz Ülkeleri Konferansı”

“Balkan ve Karadeniz Ülkeleri Konferansı” kümelenme günleri etkinliği, 16 ülkeden 200’ün üzerinde katılımcıyla başladı. Trakya Kalkınma Ajansı (TRAKYAKA) Genel Sekreteri Mahmut Şahin, kentteki bir otelde düzenlenen konferansın açılışında, programa, Türkiye, Romanya, Sırbistan, Bulgaristan,Bosna Hersek, Danimarka,Yunanistan, Avusturya, Karadağ, Almanya, İspanya,Makedonya, Slovenya, Arnavutluk, Hırvatistan,İtalya‘dan kalkınma ajansları, bölgesel kalkınma üzerinde çalışan akademiysen, uzman ve farklı sektörlerde faaliyet gösteren küme temsilcilerinin katıldığını söyledi. Konferansta farklı ülkelerden temsilcilerin kümelenme

deneyimlerini paylaşacaklarını aktaran Şahin, şöyle konuştu: “Üç günlük bir konferans. İki günü çalıştay şeklinde olacak ve 6 oturum gerçekleştirilecek. Üçüncü gün iseEdirne‘ye tarihi ve kültürel bir gezi düzenleyeceğiz. Ülkemizde ve diğer ülkelerde bulunan bazı sektörleri baz alarak, örneğin bizim önem verdiğimiz süt ve süt ürünleri, tarım makineleri üzerine bir kümelenme çalışması yapmaktayız. Hem bu konudaki tecrübelerimizi yurt dışından gelen katılımcılara aktaracağız hem de onların tecrübelerini öğreneceğiz. Bilgi paylaşımı yapacağız.” Konuşmanın ardından konferans kapsamında “Balkan ve Karadeniz Ülkeleri’nde Stratejik Küme” oturumu yapıldı.

Pilotların Haberleşme Sistemine Artık Müzik Sesi Karışmayacak

Frekansı bazı uçakların haberleşme sistemine karıştığı için yayınına ara verilen Edirne Polis Radyosu, arızanın giderilmesinin ardından yeniden yayına başladı. AA muhabirinin Edirne Emniyet Müdürlüğü yetkililerinden edindiği bilgiye göre, 2007’de kurulan Polis Radyosu Edirne Stüdyosu, 90,5 frekansından sabah ve öğleden sonra ikişer saat olmak üzere günde 4 saat yayın yapıyordu. İlk kurulduğunda frekans gücünün yüksekliği dolayısıyla Bolu civarından bile dinlenebilen radyonun çekim gücü, Yunanistan ve Bulgaristan’daki

radyo frekanslarını etkilemesi üzerine bu ülke makamlarının isteği üzerine düşürüldü. Bu yılın başında antenindeki arıza nedeniyle radyonun frekansının, gücü düşürülmesine rağmen Edirne üzerinden geçen bazı uçakların haberleşme sistemlerini etkilediği belirlendi. Radyo Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun incelemesinin ardından radyo, 10 Nisan Polis Günü’nde mikrofonunu kapattı. Antendeki arıza ve sistemlerinin yenilenmesinin ardından Edirne Polis Radyosu, geçen hafta sorunsuz şekilde yeniden yayına başladı.

Engelliler ve yaşlılar için oturaklı lavabo

Zonguldak‘ta bir firmanın banyo dolabının içine monte ettiği, önünde oturağı bulunan çekmecelavabosayesinde engelliler ve yaşlılar, kişisel temizliklerini rahatlıkla yapabiliyor. Firma sahibi Taner Yıldırım, ürettikleri banyo dolabında yerden 46 santimetre yükseklikte, çekmece şeklinde, önünde oturak bulunan lavabo bulunduğunu söyledi. Patent almalarının ardından üretime başladıklarını belirten Yıldırım, İslam ülkelerinin yanı sıra yaşlı nüfusunun ağırlıklı olduğu Avrupa’da geniş bir pazar bulunduğunu kaydetti. Yıldırım, Ar-Ge çalışmasıyla geliştirdikleri ürünü ”akıllı banyom” adıyla fuarlarda tanıttıktan sonra ihracata yönelik siparişler almaya başladıklarını ifade etti. Ürünün özellikle İslam ülkelerindeki yaşlılara ve engellilere abdest sırasında kolaylık sağladığını ifade eden Yıldırım, şöyle konuştu: ”Banyo lavabosunun altına çekmeceli dolap yerleştirdik. Çekmeceyi çektiğinizde ikinci bir lavabo ile önünde oturağı geliyor. Engelliler ve yaşlılar oturarak ellerini ve ayaklarını yıkayabiliyor, rahatlıkla abdest alabiliyor. ‘Akıllı banyom’u ön-

celikle İslam ülkelerine pazarlamayı düşünüyorduk ancak patentini aldığımız ürüne özellikle yaşlı nüfusun fazla olduğu Avrupa ülkelerinden yoğun talep var. Şu anda ihracat bağlantılarımız sürüyor. Kısa zamanda ürünlerimizi göndereceğiz. Yurt dışında katılacağımız fuarlarda da tanıtımı sürdüreceğiz.” Piyasada bu nitelikte, az yer kaplayan, kullanımı kolay bir ürün olmadığını belirten Yıldırım, şunları kaydetti: ”Normal bir lavabonun yerden yükseliği 85 santimetre olduğundan yaşlılar ve engelliler, kişisel temizliklerini yaparken zorluk çekiyorlar ya da başka birinin yardımına ihtiyaç duyuyorlar. Ürünümüz 46 santimetre yüksekliğinde ve oturarak lavaboyu kullanma imkanı veriyor. Ayrıca çocuklar için de kullanımı çok rahat bir ürün.” Yıldırım, ürünün uzaktan kumandalısını geliştirmek için çalıştıklarını belirterek, ”Ülkemizde engellilere yönelik ürünler yeni yeni planlanıyor. Biz de hedef kitlemizi engelliler olarak belirledik, onların yaşamını kolaylaştıracak ürünlere ağırlık veriyoruz” diye konuştu.

Öğrencilerin Yılbaşı Tatili uzatıldı

Eğitim ve Bilim Bakanı Prof. Naeliya Klisarova tarafından öğrenciler için ilk başta belirlenen Yılbaşı Tatili uzatıldı. İlk önce Noel ile Yılbaşı kutlamaları için verilen bu tatilin 24 Aralık’tan (Salı) başlayıp 5 Ocak’a (Pazara) kadar sürmesi planlanmıştı. Fakat son alınan kararlarla tatil 21 Aralık (Cumartesi) başlayacak ve 5 Ocak 2014 tarihine dek sürecek Yılbaşı Tatili, Bakanlar Kurulu’nun 14 Kasım tarihli kararnamesi üzere Eğitim Bakanı Prof.

Klisarova’nın 22 Kasım tarihli emirnamesiyle 13’ten 16 güne uzatıldı. Hükümetin kararıyla 23 Aralık (Pazartesi) tatil günü, onun yerine ise 21 Aralık (Cumartesi) iş günü olarak ilan edildi. 22 Kasım 2013 tarihli emirnamesiyle Bakan Klisarova, 21 Aralık (Cumartesi) gününün okullar için tatil günü olmasını buyurdu. Fakat bu günün yerine öğrenciler cumartesine denk gelen 14 Aralık 2013 tarihinde okulda olacaklar.

1913 Sofya

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Abidin KARASU

Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Dr.Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK D o c . D r. S a k i n Ö N E R D o c . D r. H a s i n e Ş E N Diş Hekimi Halide ÜMİTFER Dr.A ziz ŞAKİR Şakir ARSL ANTAŞ

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Babamın Kızı

Resmiye Mümün’ün “Babamın Kızı” isimli şiir kitabı tanıtıldı Kırcaali Ömer Lütfi Kültür Derneği salonunda gazeteci ve şair Resmiye Mümün’ün “Babamın Kızı” adlı ikinci şiir kitabının tanıtımı ve şiir dinletisi yapıldı. Ömer Lütfi Kültür Derneği, Güney Bulgaristan Türkçe Öğretmenleri Derneği, Recep Küpçü Edebiyat Kulübü tarafından düzenlenen etkinlik salonu doldurdu. Şair bol bol alkış ve tebrik aldı. Kitap tanıtımında hazır bulunan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Kırcaali İl Başkanı ve Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer, HÖH Kırcaali Milletvekili Şabanali Ahmet, Bölge Müftüsü Beyhan Mehmet, Müftü Vekili Erhan Receb, Kırcaali Belediye Başkan Yardımcısı Elisaveta Kehayova da şairi onurlandırdılar. Kırcaali İş Müfettişliği Müdürü Ömer Hüseyin ve Öğretmen Hatice Mustafa otobiyografik bilgiler eşliğinde şairin şiir kitabından seçilen şiirlerini okudular. Resmiye’yi bu anlamlı gününde yalnız bırakmayan Gümülcine’den Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği Başkanı Sami Ali Toraman kitabın içeriği itibari ile sunum yaptı. Eğitici, edebiyatçı ve azınlık kimliğine sahip olduğuna dikkat çeken Toraman, kitabın redaktörü şair, yazar, gazeteci ve araştırmacı İsa Cebeci’nin yazdığı önsözü okuyunca kitabın tanıtılmasına gerek olmadığını belirterek, Cebeci’yi tebrik etti. Babasını 12 yaşında kaybetmiş biri olarak şairi anlamaya çalıştığını ifade eden edebiyatçı Resmiye’ye, “Babanıza olan sevginiz, gıpta edilecek kadar, hatta kıskanılacak kadar mükemmel. Küçüçük yüreğe sığan büyük sevgi bu olmalı” diyerek, tebrik etti. “Hayalet” şiirini okudu. Ana diline sahip çıkmayan Bulgaristan Türküne itthaf ettiği “Türkçe Davası”şiirine dikkat çekerek, “Türkçe’ye gönül vermek bence bu olmalı. Hani küçücük insanlar vardır, ama onların büyük yürekleri vardır. Aynı Resmiye Mümün gibi” dedi. Şiirlerin zor olan hece ölcüsüyle yazıldığına dikkat çeken Sami Toraman şairi ayrıca bunun için tebrik etti. Kitabın herkes tarafından okunması gerektiğinin altını çizdi. Ardından şair Osman Akın, kitabın içeriğini okumamasına rağmen başlığından çok etkilenerek yazdığı yorumu okudu. Bu yazının 5-6 ülkede yayınlandığına dikkat çeken şair, “şu ana kadar babalar için yeterince şiir yazılmadı. Babalar nedense hep gölgede kalır. Böyle bir başlık seçtiği için kızımızı tebrik ediyorum. Bu kitapla baba sevgisi gelecek nesillere de aşılanacak” diye ifade etti. Kendisinin de kızı tarafından çok sevildiğini paylaşan Dr. Akın, “Sevelim, sevilelim dostlar, ömür, hayat kısa” diye seslendi. Kırcaali Belediye Başkan Yardımcısı Elisaveta Kehayova bu samimi ve yaratıcı ortamdan dolayı yazılı mesajla değil de, sözlü olarak şairi tebrik etmek istediğini paylaştı. Resmiye’yi gazeteci olarak tanımasından dolayı şiir kitabının bir sürpriz olduğunu belirten Kehayova, aslında bunun eli kalem tutanlar için doğal birşey olduğunu söyledi. Şaire nice nice kitaplar, bol ilham ve bol okurlar diledi. Şairi Belediye Başkanı Hasan Azis ve Kırcaali Meclis Başkanı Raif Mustafa adına da tebrik eden Kehayova, gönderdikleri çiçek demetlerini sundu. Çok duygusal konuşmayla şairi kutlayan şair Habibe Ahmedova, Resmiye’nin kitabını okuyunca 7 yıl önce kaybettiği babasını hatırladığını paylaşarak, “Bir solukta okuduğum bir kitap, ama bir solukta okunulan kitaplar sonra defalarca okunur. Tekrar tekrar okunan kitabın değeri başkadır. Resmiye Mümün’ün kitabı müthiş içeriği ile beni aldı götürdü, içine çekti adeta. Hasret yüklü, özlem dolu anılar gizlenmektedir her satırına. Rodopları, Rodop insanını, babaları ve anaları, mevsimleri, baharıyla, yeşiliyle, rüzgarıyla anlatmayı genç şaire bir görev kabul etmiş adeta. Onun gibi genç şairleri takdirle, onurla, gururla anmak gerektiğini derin borcumuz olduğunu belirtmek isterim” diye ifade etti.

Nafiye YILMAZ Av. Vildan UMUT Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM İsmail ERDEM Filiz SOYTÜRK Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Neriman ERALP Nazım ÇAVUŞ

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 412 89 89 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.

Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Avusturya -Viena Osman BÜLBÜL Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan İsveç Seval ÖZTÜRK

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar: Müjgan DENİZ ist. Başakşehir: Ayten ERDEM ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

Balkan

Şampionası

Darıca’da

Yapıldı D u r u m

Türkiye ile birlikte 6 Balkan ülkesinden bay ve bayan yaklaşık 100 sporcunun yarıştığı 58. Balkan Kros Şampiyonası Darıca‘da yapıldı. Türkiye‘nin yanı sıra Bulgaristan, Makedonya, Moldova, Sırbistan ve Romanya‘nın katıldığı 58. Balkan Kros Şampiyonası’na katılan sporcular, 4 kilometre genç bayanlar, 6 kilometre genç erkekler, 6 kilometre 23 yaş altı bayan, 8 kilometre 23 yaş altı erkek, 8 kilometre büyük bayan ve 10 kilometre büyük erkek kategorilerinde mücadele ettiler. Genç erkeklerde Süleyman Bekmezci şampiyon olarak kürsüye çıkarken Türkiye 1. oldu. Romanya ise ikinciliği elde eden ülke oldu. Darıca Belediyesi sporcularından Ramazan Karagöz yarışı ikinci sıra tamamladı. Genç bayanlarda ise Romen sporcular ilk üç sırayı alırken, Romanya‘nın ardından Türkiye takım halinde ikinci oldu. Yıldız ErkeklerdeTürkiye takım halinde birinci olurken Vedat Günen yarışı birinci tamamlayan sporcu oldu. Yıldız bayanlarda Özlem Kaya rakiplerinin önünde birinci olurken, Türkiye takım halinde şampiyonluğu elde etti. Yıldızlarda Romanya ikinciliği elde eden ülke oldu. Büyük erkeklerdeBulgaristan‘da

Mıtko Tsenov şampiyon olurken, takım halinde birinciliği Türkiye elde etti. Büyük bayanlarda ise Sırbistan‘dan Amela Terziç şampiyon olurken, ülke sıralamasında Romanya birinci, Türkiye ise ikinci sırayı elde etti. Organizasyon otoritelerden tam not alırken, Atletizm Federasyonu ile birlikte düzenledikleri organizasyonda ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek için ellerinden gelen çabayı gösterdiklerinin altını çizen Darıca Belediye Başkanı Şükrü Karabacak, “Darıcaailesi olarak ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek, şampiyonaya en iyi şekilde hazırlandık” dedi. Şampiyonanın düzenlenmesine katkı sağlayan herkese teşekkür eden Atletizm Federasyonu Başkanı FatihÇintimar ise, “Avrupa ve Dünya şampiyonalarında gördüğümüz bir organizasyon ve saha. Biz yarışma sahalarında böyle cıvıl cıvıl seyirci ve portföyü yakaladığımızda mutlaka büyük şampiyonlar da onların arasından gelecektir. Birinci amaç insanları sahaya çekebilmek, ondan sonra şampiyonları yetiştirebilmek” ifadesini kullanırken, başta Darıca Belediye Başkanı Şükrü Karabacakolmak üzere emeği geçen herkese teşekkür etti.

Amerika’nın siyahi başkanını 18 yıl öncesinden bilen Bulgar kahinin kehanetleri herkesi şaşırtıyor. İşte Baba Vanga’nın, yıllara göre kehanetleri: 2016: Avrupa’nın nüfusu tükenme noktasına gelecek. 2018: Dünyanın yeni süper gücü Çin Cumhuriyeti olacak. Sömürenler sömürge haline gelecek. 2023: Yerkürenin yörüngesinde belli belirsiz bir değişiklik yaşanacak. 2028: Yeni bir enerji çeşidi geliştirilecek (büyük olasılıkla kontrol altına alınmış termonükleer reaksiyon). Yavaş yavaş açlığın önüne geçilecek. İçinde insan bulunan bir uzay gemisi Venüs’e yollanacak.

2033: Kutuptaki buzullar eridikçe yerkürenin su seviyesi artacak. 2043: Dünya ekonomisi çok iyi durumda olacak. Müslümanlar Avrupa’nın hakimi olacak. 2046: Tüm vücut organları yeniden üretilip çoğaltılabilecek. Hastalanan organın yerine yenisinin konması en çok kullanılan ve en basit tedavi yöntemi olacak. 2084: Doğa yeniden canlanacak. 2088: İnsanların saniyeler için yaşlanmasına sebep olan yeni bir hastalık türeyecek. 2123: Küçük ülkeler arası savaşlar olacak. Büyük ülkeler tüm bunların dışında kalacak.

Kapalıçarşı büyük bir külliye olarak düşünülebilir. İçinde 61 sokak, 4400 dükkân, 2195 atölye, 18 çeşme, 2 bedesten, 40 han, 2200 han odası, 12 mescit, 12 depo, 1 okul, 1 hamam, 19 adet tulumba kuyusu bulunur. Kapalıçarşı’nın belli başlı kapıları; Beyazıt, Fesçiler, Sahaflar, Kürkçüler, Nuriosmaniye, Mahmutpaşa, Mercan, Tacirciler ve Örücüler Kapısıdır. Çarşı kapıları geceleri açılmamasına rağmen, 1546 yılındaki büyük yangında ve Abdülmecit’in Mısır seferi dönüşü yapılan kutlamalarda geceleri iki kez açılmıştır.

Kapalı Çarşı’nın Fatih çağında yapılan belli kısmı haricinde; asıl büyük çarşı Kanuni döneminde ahşap olarak inşa ettirilmiş. Bu ahşap çarşı 1546 senesinde, 1651 Sultan IV. Murat zamanında ve 1710’da II. Mustafa döneminde, üç yangın yaşamış ve tekrardan kâgir olarak inşa ettirilmiştir. Kapalıçarşı 31 bin metrekare alana sahip ve labirentsi bir yapıya sahiptir. Örtü sistemi kurşunla kaplı ve dam sayısız kubbeyle doludur. Ayrıca; Çarşının içindeki İç Bedesten denilen, 48 x 36 ölçülerinde dikdörtgen, 15 kubbe ve 8 ayaklı mekânın Bizans zamanından günümüze kaldığı da rivayet edilmektedir. Çarşı o günlerden günümüze birçok onarım ve restorasyondan geçmiş; en büyük çapta hasarı ise, 1894 yılında yaşanan depremde almıştır. Kapalıçarşı mimarisine uygun, yüzyılların çağdaşı olan yapı, günümüzde ticari ve turistik amaçlı her gün farklı dil ve kültürden ziyaretçilerini ağırlamaya devam etmektedir.

Sultan Ahmet Meydanı’nda, I. Ahmet Türbesi’nin karşısında konumlandırılmış olan Alman Çeşmesi; Alman İmparatoru II. Wilhelm’in ikinci İstanbul ziyareti anısına bina edilmiş;çeşmenin planı Mimar Spitta tarafından çizilmiş ve çeşme, Mimar Schoele başta olmak üzere Carlitzik ve Joseph Antony’nin de içinde bulunduğu mimari ekiple şekillendirilmiştir. 27 Ocak 1901 yılında II. Wilhelm’in doğum gününde açılışı yapılan, neorönesans tarzda sekizgen plan üzerine kubbeli olarak inşa edilen çeşme; Almanya’da hazırlanmış ve parçalar halinde İstanbul’a taşınarak Sultan Ahmet Meydanı’ndaki yerini almıştır. Yeşil renkli somaki taşından sekiz kolon üzerine oturtulmuş kubbenin içi mozaiklerle kaplıdır ve kubbe eteğinde sekiz madalyon bulunur. Bu madalyonlara II. Amdülhamid tuğrası ve II. Wilhelm’in insiyalleri işlenmiştir. Köklü Türk ve Alman dostluğunun güzel bir eseri olan Sultan Ahmet Meydanı’ndaki çeşmenin kolonları arasındaki kemerler, çeşmenin sanatsal değerini artıran öğeler olmuştur.

Beyazıt Kulesi’nin bugünkü yerinde Bizans zamanında da Tetratsiyon adında, uzaktan yangınları gözetlemek için bina edilmiş bir kule vardı. Osmanlı Dönemi’nde ise; Kule aynı yerine Paris’te Ecole des Beaux-Arts’da öğrenim gören ilk Osmanlı mimarı olan, mimar Kirkor Balyan tarafından ahşap olarak 1749 yılında inşa edilir. Kule yangınları gözetlemek amacıyla yaptırılan ilk kule olma özelliğini de taşımaktadır. Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış olan Kule’ye, Harik Köşkü veya Kulesi de denirdi. Harik kelimesi yangın anlamına gelmektedir. Kule’de görev alanlara köşklü, köşlü veya dideban da denirdi. O zamanki ahşap kule Yeniçeriler tarafından bir ayaklanma sonucu ateşe verilmiştir. Yanan Kule’nin yerine 1828 yılında 2. Mahmut tarafından Mimar Kirkor’un kardeşi Senekerim Balyana, Kule kâgir olarak tekrardan inşa ettirildi. Beyazıt Kulesi yaptırılmadan önce yangınları gözetlemek amacıyla Süleymaniye Cami’sinin minareleri kullanılmıştır. Beyazıt Kulesi’nin yüksekliği 85 metredir. Kule’ye 256 ahşap basamakla çıkılmaktadır.

BABA VANGA’DAN YÜZYILIN KEHANETLERİ

İstanbul Kapalı Çarşı Tarihi

Sultanahmet Alman Çeşmesi B e y a z ı t

Kulesi

Aynı

-

Son günlerde Hacıoğulu Pararcığı (Dobriç) ilinde bulunan Baraklar (Bakalovo) köyünden Necmettin Hak’ın anılarını okudum. Zahid Vahid ve Mümün Mustafa ile üçünün 1985’te Sofya’ya gelip Ahmet Doğan’la görüşmesinde, gelecek yılların “lideri” onlardan genel kültürlerini yükseltip zenginleştirmeleri isterken, önce neden İvo Andriç’in DRİNA KÖPRÜSÜ kitabını okumaları öğütlemiştir. Sırpça adı “Na Drini Cuprija” olan bu ünlü eser Türkçemize Hasan Ali Ediz ve Nuriye Müstakimoğulu tarafından kazandırıldı. Ahmet üç arkadaşına o kitabı okuyun derken, kendisi eseri önceden okumuş ve içindeki gelişme seyrini akla yakın bulmuş olmalı! Bu kitapta ne geçmişten bir şikâyet, ne de gelecek üzerine bir umut ya da erdem var. Derin düşünüldüğünde yılların aşındırdığı Müslümanlar öz topraklarında Hıristiyanlarla huzurlu bir ortamında yaşarken uyurgezer duruma getirilmelerinin acı çilesi anlatılmıştır. Bizdeki olay farklı gelişti. Devlet zulmü nankör ve güvensiz bir hava yarattı, güven köprülerini havaya uçurdu. Yalnız ezan sesinin işitildiği bir ortamda ölmeye razı olanları bile şaşırttı. O günlerden başlayarak Bulgaristan’da hayatta kalmak isteyen Türkler ölü taklidi yapmaları gerektiğini baskı altında inleyen gir halk olarak iyi anladı. Birçoğumuza göre zulümden kurtuluşun yolu “ölü canlı” yaşamaktı. “Drşna Köprüsü” kitabında dile gelen bir Hıristiyan aydının kaleminde, Osmanlıda farklı toplulukların bir arada yaşayışını, hayatı zorlamadan, kimlikler değiştirilmeden birlikte yaşayabilme romanını anlatırken, biz gibi 1985 soykırımını yaşamış Bulgaristanlı okurların aklına bambaşka duyumlar geliyor. Vizyon değiştiğinde “Drina Köprüsü” milliyetçiliği kan kabarttığı çağda hayatın evrim sıkıntılarıyla değiştiğini anlatıyor. Bu ulusallaşmayı bir türlü tamamlayamayan Bulgaristan’da da her sokak başında rastladığımız bir olardır. 1970-72’de ve 1985’te Bulgaristan’da uygulanan totaliter zorbacılıkla karşılaştırıldığında ise akla ilk gelen ne mi oluyor? Kuşkusuz insan “Drina Köprüsü” nin bombalanıp yıkılmasını düşünüyor. Etnikler ve uluslar arasındaki ilişkilerde en kötü olan köprülerin yıkılmasıdır. Şimdi Sofya’da bakıyorum hükümet temasları var ama Türklerin partisi HÖH-DPS ile görüşmek istemiyorlar. Beni düşündüren, A. Doğan’ın bundan 29 yıl önce söylemek istediği “oturun oturduğunuz yerde, evrimle devrimin son durağı aynıdır!” olabilir mi? Yoksa ne de yapsanız en sonunda olacak olan budur! Mu memiştir. “Osmanlı Yönetimindeki Bosna-Hersek’te Kültür Yaşamı” adlı bir doktora tezinin yazarı olan İv. Antiç, 300 yılı aşkın bir tarihsel dönemin yuvarlanışını yükseklerde uçan bir keskin kartal bakışındaki bilgelikle anlatırken Nobel Edebiyat Ödülü (1961) kazandı. Bu, ödül hak etmek için yazılmış bir eser değildir. Anlatılan, taşları birbirine yapıştırılmış bu köprünün bir aynası olan ayakları arasından birbirini itip kakalayarak bitirmeden akıp geçen ırmağın su damlalarından oluşan derya ve sanki gücünü kâh hoşgörülü yaşamdan, kâh didişip boğuşmadan alan toplumdur. 1.Hak “Drina Köprüsü”nü okuduğunu yazmıyor. Kimliklerine saldıranlara karşı etnik hakları için halkı uyandırıp devrim yapmak isteyen üç Dobrucalı genç yanıtı İvo Andriç’te aramıyor. Andriç eserinde ümmetlerden ulusa geçişin acılarını anlatırken yeni olanın eski ile bağlar aradığına hiç değinmemiştir. Çünkü sakın ve sabırlı anlatımıyla sönen bir çağın küllerinden uyanan yeni bir devrin parlayan kıvılcımlarında ötekileştirilen bir kişinin yabancı ateşinde ısınamayacağına değişik biçimde işaret ederken, kültürel etkileşimin ince ayrımlarına dokunuyor ve kendi yolunda giden hayatın doğası gereği mutlaka değişikliklerle yüklendiğine inandığı için kimseyi yön, biçim ve öz değiştirmeye davet etmiyor. Bu eser Dobrucalı 3 Türk gence tavsiye edilirken bizde artık ağıcın dalı kesilmişti. Yarası dinmeyen yerlere yeşil boya sürülmüştü. Böyle bir durumda, önerilen bu kitapla yürek acısından doğan devrimci şahlanmayı bastırma niyeti gizlenmiş olabilir mi! İsimlerini geri almak için örgütlenip ayaklanmayı göze alan 3 arkadaşa acaba hevesiniz kursağınızda kalabilir işareti mi verilmek istendi? O zamandan bugüne 29 yıl geçti. 1985’te felsefe hocalığı yapan ama felsefe biliminin hangi bölümünü anlattığı hala bilinmeyen ve “soya dönüş” probleminin felsefeyle ne işi olduğuna da asla değinmeyen A. Doğan daha o yıllarda Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Pomakların ve Romların evrim geçirip Bulgarlaşmayı usulca git gide kabul edeceklerine inanan ve bu başa gelene ayak uydurmanın kaçınılmazlığını sezebilen bir kişi olarak ortaya çıktı. Daha sonraki yıllarda Pazarcık Hapishanesinde, N. Hak’in da katıldığı “soya dönüş” konulu ve Orlin Zagorov (Şükrü Tahir) “Gerçekler” (İstinata) eseri kaynaklı konuşmalarında da bu konudaki inanmışlık havası hakimdi. Bu böyle olmasa zaten kendisine “Dönek” takma adı deyip yeni dosya açan Bulgar gizli servisi “DC” onu yeniden sofrasına davet etmezdi. Doğan her kuşağın kendine göre hayalleri olduğuna inanır. Oğullar babaları gibi yaşamak istemez. Kızlar da değişen bir dünyada açıp sarmayı hayal eder. Şu herkesin ismiyle cismiyle rezil edildiği olaylar ol-

Şakir

ARSLANTAŞ

masaydı, 1980’lerde Bulgaristan Türkleri kimlik somunlarını oldukça gevşetmiş ve daha iyi yaşama adına azdan az da olsa fedakârlık yapmıştı. Bugün de “şu Bulgarcayı Bulgarlarda daha iyi örenelim de bitirelim şu çileyi” deyenler çoğalıyor. Zaten sokakta konuşulan Bulgar dili ile iş hayatına giren Bulgarca arasında büyük bir uçurum belirdi. Batı dillerinden giren yeni sözlerin sayısı durmadan arttığı için, Bulgarlar kendileri de ana dillerini anlamaz duruma geldi. Devlet politikası ve toplumsal yaşam arkadan gelen kuşağa geçmişi öğretmediğinden dolayı karşılaştırmalı düşünen yok. Birçokları yeniliklerin doğruluğundan zaten kuşkulanıyor. Bıçak kemiğe dayanmadan uyanmayan kimlik bilincinden tepki de gelmez. Aslında bütün kuşaklar birbirinin tekrarıdır. Yen, kuşaklar eski nesillerin bellek kuyusu dibinde özlerini aramaya üşeniyor. Yeni nesiller atalarından sadece hayal bakımından daha zengindi. Bir öncekinin hayatını bilmeyen o zamanın güzelliklerini düşleyemez. Yitirilen ve elde edilen gerçekler, baktığımız açıya göre alevlenir, için için yanar ve söner. Öz tarihimiz, şanlı kimliğimiz soy öyküsü sosyalizm yıllarında hafızamıza ekilen soyut fikirlerle söndürüldü. Ayakaltına alındı. Geçmişimizden küllerinden başka bir şeyi olmayan bir uygarlık kaldı: Adı Osmanlı Türk uygarlığı olsa da ağza almak yasaktı. Görkemli olmasına rağmen, o da hiçbir işe yaramadığı için Türkiye halkının bile olumsuzladığı bir toplumsal olgu ve yeni alevleriyle parlayan yabancı bir gelecek vardı. Bu dönüşüm sürecine bize yapılan ani ama çok şiddetli bir saldırıyla soy kimliğimizi değiştirme gibi bir saçmalıkla devlet zulmü ile dayatılınca ruhları parçalanmış, ezilen ve boynu bükük bir kuşak ortaya çıkması beklendi. Ne var ki, halk isyan etti. “Drina Köprüsü”nün taşları tarihin çilelerine dayanabilmiştir. Köprü yıkılsa da ırmak kirlenmeden akıyor. Bizimse soy ağıcımızın dalları kesildi ve yerine yene farklı çubuk aşılanmak istendi, tutmandı. Yaralandık ve sızıları dinmiyor. Kitaplarda daha fazla geçmiş anlatıldığına, hangi kitabı açarsak açalım, yüreğimiz sızlıyor. Bizi yaralatyanlar sanki kör ettiler. Gidişatı geri çevirmeyi denemek sanki ortak bir inanç haline geldi. Bunun olabilmesi için herkesin kişisel özveride bulunması gerekir Herkesin içinde olan, sürüp giden ya da hayal edilen yaşayış biçimiyle zulümle dayatılan yaşam biçiminin asla bağdaşmazlığı ana çelişkimiz oldu. 1990’dan sonra ise, zamanını dolduran ile hayata çağrılan arasındaki boğuşma 25 yıldan beri sürüyor ve henüz genç olan filizlenebilmiş değildir. “Drina” Köprüsü”ndeki yıkımın da sürgünleri yoktur. Bu belirsizlik 1996’da savaşına kadar devam etti. Tüm ezilmişliklerin patladığı gibi orada da yeniz fışkırdı ama çok kurban aldı. Bizde totalitarizm döneminde Türklerin ulusal uyanışı devlet terörizmiyle dayatılan Bulgar milliyetçiliğini ret ediyordu. 1985 soy kırımını Türkler 5 yıl içinde ters çevirdi. Yeni ortamda balta girmez Türk ormanı oluşmadı. Acıların doruk yaptığı günlerden 29 yıl geçti. Bugün de büyük bir ağaç olamadık, hala karaçalı dikenleri gibi birbirimize sarılıp örülmüşüz, ayakta duruyor ama boy atamıyoruz. Boy atmaktan korkanlarımız da var. Çünkü bizim burada önce selviler kesilir. Bizdeki hayat da Andriç’in romanındaki gibi çok değişti. Kırcaali’ye bağlı Gorno Prahovo köyünde kadın kalmamış, erkek köy bekliyor sultanlık kurmuşlar. Andriç’in eserini yazdığı 1942’de Sofya Parlamentosu yemekhanesine uğrayan milletvekilleri meyhanelerde içki mezesi yapmak için ceplerine köfte kebap, kızartılmış balık dolduruyordu. Şimdi hem zaman hem milletvekilleri değişti, en fazla çalanlar kamara önünde “harama el sürmeyeceklerine dair yemin ediyorlar. Andriç aşılamayan çelişkileri şöyle bir öyküyle almış: “Kadiri mutlak, dünyayı yarattığı zaman, dünyanın yüzü, nakışlı güzel bir tabak gibi dümdüz ve parlakmış. Şeytan, Allahın Âdemoğluna bu bağışını kıskanmış ve henüz yeryüzü sertleşmemiş ve bir hamur gibi yumuşakken Allah’ın topraklarını uzun tırnaklarıyla kabil olduğu kadar derin tırmalamaya başlamış… Hikâye rivayet eder ki, insanlarla ülkeleri birbirinden ayıran uçurumlar, ırmaklar böylece meydana gelmiş ve Allah’ın Âdemoğluna gıdasını sağlayacak bir bahçe gibi hediye ettiği dünyada onların bir yerden başka bir yere gitmelerini imkânsız bir hale sokmuş. Allah bu mel’unun yaptığı işleri görünce, gazaba gelmiş ama şeytanın bozduğu bu işi baştan yapamayacağından, insanlara yardım etmek ve her şeyi kolaylaştırmaları için meleklerini yollamış. Melekler zavallı insanların bu derinlikleri ve uçurumları aşamadıklarını, işlerini göremediklerini, bir kıyıdan öbür kıyıya seslenerek boşuna vakit kaybettiklerini görünce, bu yerlerin üstüne kanatlarını germiş, insanlar da bir kıyıdan öbür kıyıya kolayca geçebilmişler. Âdemoğlu da köprülerin nasıl yapıldığını işbu meleklerden öğrenmiş. Onun için köprü yapmak çeşme yapmaktan sonra en büyük sevaptır.”


Başbakanımızın Cumhuriyet Bayramı Mesajı “Bugün, 77 milyon vatandaşımızla birlikte, Cumhuriyeti1913 Sofya

Lütfi Mestan DS ajanı Aylık Siyasi Aktüel Gazete

olmadığına dair belge imzaladı Sezgin Mümin o belgeyi ortaya çıkardı Belgede şu ifade geçmekte: BAF Başkanı Mümin, HÖH Genel Başkanı Mestan’ın komünist dönemin istihbarat servisi DS ajanı olmadığına dair imzaladığı belgeyi çıkardı. Bulgaristan Adalet Federasyonu (BAF) Başkanı Sezgin Mümin, Araştırmacı Siyaset Uzmanı Anton Todoroov’un özel arşivinden HÖH Genel Başkanı Lütvi Mestan’ın komünist dönemin istihbarat servisi DS ajanı olmadığına dair imzaladığı belgeyi çıkardı. Belgede Mestan’ın, 19 Mayıs 1990 tarihinde Demokratik Güçler Birliği Partisine (SDS) girip Kırcaali’den milletvekili adayı olurken Bulgar adı olan Vladimir Yasenov Zidarov’u kullandığı görülmekte.

İçişleri Bakanlığı organları ile ve DS ile iş birliği yapmadığımı, şu an da yapmıyor olduğumu beyan ederim. Ancak 2007 yılında DS ajanı milletvekilleri listesi yayınlandığında Lütfi Mestan’ın DS ajanı olduğu bildirilmiş, kod adının da Pavel olduğu ortaya çıkmıştı. Mümin şu açıklamada bulundu: DS’ye çalıştı ve DS ajanıydı. Bu da ortaya çıktı. Buna rağmen “DS ajanı değilim” diye imza atabilen insandan ben her şey beklerim. Elimde anasının donunu şalvarını kesen 100 bine yakın hainin belgesi var. Gerek kalırsa onları da bütün medyalara dağıtırım.

Vekiller TV Kanalı Oluşturmak istiyor

Milletvekilleri parlamenter te- olmayacağı henüz belli değil, çünkü levizyon kanalı oluşturmak istiyor finansmanı konusu hala açık kalıyor. Halk Meclisi için tüzük hazırlayan komisyonun bir oturumunda milletvekilleri, parlamenter televizyon kanalının kurulmasını kararlaştırmıştır. Söz konusu kanal üzerinden Halk Meclisi2ndeki oturumumlar naklen yayınlanacak, yayın sinyali ise serbest ve ücretsiz olarak sunulacak. Böyle bir kanalın olup

Bulgaristan’da Emeklilere, daha düşük muayene katılım payıyecek. ödeyecekler Diğer vatandaşların ödediği katılım Bugün milletvekilleri 2014 Ulusal Sağlık Sigorta Kasası Bütçe Kanunu’na değişiklikler kabul ederek, emeklilerin muayene için hekim ve diş hekimlerini ziyaretlerinde daha düşük katılım payı ödemelerine karar verdiler. Yapılan değişiklikle emeklililik sigortası ve yaş dolayısıyla emekli olan her bir vatandaş, her hangi bir hekimi ziyaret ettiğinde daha düşük muayene katılım payı öde-

payı ile olan aradaki fark kararda belirlenen prosedür gereği hekimlere ve diş hekimlerine devlet bütçesi tarafından ödenecektir. Bu değişiklikle 2014 Ulusal Sağlık Sigorta Kasası Bütçe Kanunu tamamen kabul edilmiş oldu. Meclisi oturumundan sonra Bütçe Komisyon Başkanı Yordan Tsonev, “Bütün gün aynı teklif görüşüldü, birkaç milletvekili teklifi savunan argümanlar ileri sürdüler. Bu şekilde oturum zamanı kaybediliyor. Bu sebepten dolayı tartışmalarda yer almadım” dedi.

mizin ilan edilişinin 91. yıldönümünü kutlamanın heyecanını yaşıyoruz. Biz, İstiklal Harbimizi zaferle neticelendirirken ve sonrasında yeni Cumhuriyetimizin temellerini atarken, bunu bir millet olarak, yani ortak duygu, hedef ve ideal etrafında kenetlenerek başardık. Bugün o kenetlenmeyi bir kere daha hatırlamak ve ülkemize bağlılığımızı en net haliyle ifade etmek için büyük bir fırsattır. Bu bayramda ortaya koyacağımız birlik ve beraberlik tablosu, aramıza nifak tohumları ekmeye çalışanlara verilecek en güzel cevap olacaktır. İstiklal Harbi’nin bizzat Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından sevk ve idare edilmesi ile sonrasında Cumhuriyetin ilan edilmesi, ülkemizin kuruluşfelsefesindemilletiradesinintemelteşkilettiğininenaçıkgöstergesidir. Yakın tarihimiz boyunca defalarca millet iradesinin gasp edilmeye çalışıldığını gördük, yaşadık. Özellikle milli iradeye yapılan darbeler yoluyla, ülke olarak yürüyüşümüz ciddi oranda sekteye uğradı. Türkiye’nin son 12 yılda yaşadığı tecrübe, millet iradesinin en net hissedildiği, milletin yönetimi vesayetçi yapılardan devralmış olması nedeniyle de büyük bir önem taşımaktadır. En son Cumhurbaşkanlığı seçiminin doğrudan millet oyuyla yapılmış olması, olumlu gelişmeleri taçlandırmıştır. Bununla birlikte, demokrasi kültürümüzü güçlendirmek adına daha katedecek çok mesafemiz olduğunun farkındayız. Bütün eksiklerimize rağmen, bugün bölgesinde demokrasi kültürüyle, hukuk devleti kimliğiyle, gücüyle ve birikimiyle örnek bir ülke olduğumuz da bir gerçektir. Bölgemizde yaşanan kaos ortamı, Türkiye’de sahip olduğumuz devlet geleneğinin, demokrasi kültürünün ve güçlü toplumsal dokumuzun ne kadar önemli olduğunu hepimize bir kere daha göstermiştir. Millet olarak, bütün kazanımlarımızı sonuna kadar ko-

ruyacağız. Bulunduğumuz seviyeden bir adım dahi geri gitmeyeceğiz. Bölgesel barış ve adalet için bütün imkânlarımızı seferber edeceğimizden herkesin emin olmasını isteriz. Yeni Türkiye’nin inşa sürecinde hepimiz bütün gayretimizle adalet, barış ve hakkaniyet için çalışmaya devam edeceğiz. Bizim için sembolik anlamı büyük olan 2023’e sadece 9 yıl kaldı. Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yıldönümünde her açıdan güçlü, lider, büyük ve yeni Türkiye’yi inşa edeceğiz. İşte bu inşa süreci, bir bakıma Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini, yeniden ve eksiksiz olarak hâkim kılmakla mümkün olacaktır. Bunu başaracağız ve geleceğin öncü ülkeleri arasındaki yerimizi alacağız. Bu düşüncelerle, Cumhuriyetimizin 91. kuruluş yıldönümünü ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı kutluyorum. Bilvesile, Hakkari’de pusu kurarak askerlerimizi şehit eden alçakları şiddetle lanetliyorum. Karaman’da yaşanan iş kazasından dolayı hüznümüzün büyük olduğunu ifade ediyor, devletimizin ve milletimizin bütün imkânlarıyla kömür ocağında kalan işçilerimizin sağ salim ailelerine kavuşmalarını diliyorum. Cumhuriyetimizin 91. Kuruluş yıl dönümünün başta Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal olmak üzere İstiklal Mücadelemizin bütün kahramanlarını, eşsiz fedakârlıklarıyla milletimizin gönlünde ölümsüzleşen bütün şehit ve gazilerimizi rahmetle, şükranla anıyor, aziz vatandaşlarımı muhabbetle selamlıyorum.”

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı TİKA, 2007 yılından bu yana Karadağ’da 185 proje hayata geçirdi. Bu kapsamda düzenlenen basın toplantısına TİKA Balkanlar ve Doğu Avrupa Daire Başkanı Mahmut Çevik, TİKA’nın Podgoritsa Koordinatörü Mustafa Yazıcı, Karadağ Başbakan Yardımcısı Rafet Husoviç, Karadağ Meclis Başkanı Yardımcısı Sulyo Mustafiç, Türkiye’nin Podgoritsa Büyükelçiliği temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı. TİKA Balkanlar ve Doğu Avrupa Daire Başkanı Çevik, 2007 yılında başkent Podgoritsa’da ofis açılmasının ardından, TİKA’nın ülke genelinde çok sayıda altyapı, sağlık, eğitim ve kültür alanlarında projeler gerçekleştirdiğini söyledi. TİKA’nın dünya genelinde şu ana kadar 3,3 milyar dolar değerinde yardım yaptığını belirten Çevik, “Kurumumuz, birisinin gözyaşını gördüğünde hangi millete mensup olduğuna ya da kökenine bakmaz. Dünyanın her tarafında etkin olmak istedik ve toplumların gelişmesi gereken tüm ülkelerde varız. Dünyada şu ana kadar 3,3 milyar dolar değerinde bağış yaparak, sekizinci sırada bulunuyoruz. Bölge ülkelerin-

yardım eden ilk kuruluş olduk” diye konuştu. TİKA’nın Podgoritsa Koordinatörü Mustafa Yazıcı da TİKA’nın Karadağ’da özellikle sağlık ve eğitim projelerine konsantre olduğunu söyledi. Ülkedeki sağlık ve eğitim sisteminin kalitesini yükseltmek istediklerini ifade eden Yazıcı, “2007 ile 2014 yılları arasında 185 proje gerçekleştirdik. Şu anda dokuz proje devam ediyor ve yıl sonuna kadar burada gerçekleştirilen proje sayısı 194 olacak. Önümüzdeki yıl yapılacak en önemli projeler arasında Karadağ Klinik Merkezi Acil Bölümü’nün restorasyonu olacak” şeklinde konuştu. -TİKA, Karadağ Anayasa Mahkemesi’nde asansör yapımını finanse etti TİKA, Karadağ’da gerçekleştirdiği projeler kapsamında, Karadağ Anayasa Mahkemesi’nde, engelli insanların da kullanabileceği asansörün yapılmasını finanse etti. Bu kapsamda, TİKA Balkanlar ve Doğu Avrupa Daire Başkanı Mahmut Çevik ve TİKA’nın Podgoritsa Koordinatörü Mustafa Yazıcı, Karadağ Anayasa Mahkemesi Başkanı Desanka Lopiçiç ile bir araya geldi.

TİKA Karadağ’da 185 Proje TİKA Karadağ’da 185 Proje Hayata Geçirdi den Bosna Hersek ile Sırbistan’a sel felaketinde


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.