BULTÜRK Gazetesi 91.Sayı

Page 1

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

1 9 1 3 ’ t Sofya e Sofya 1913

Yıl:11 Sayı: 91 Aralık - 2014

Bi l g i Or d u s u Bi z i m Or d u m u z , Bi l i p Ög r e t m e k Bi zi m Bo r c u m u z

Bulgaristan’da Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırımın 30.yılı Sempozyumu Gelen telgraflar okundu; Dış

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) ve Bulgaristan Adalet Federasyonu (BAF) 18.12.2014 tarihinde Zeytinburnu Belediyesinin Akdeniz Salonu Konferans salonunda Bulgaristanda etnik temizlik ve kültürel soykırımın 30.yılı sempozyumu gerçekleştirildi. Sunuculuğunu Bulgaristan Türklerinin İstanbul Üniversitesinin Akademisyenlerinden Dr. Müjgan DENİZ Bultürk Genel sekreterinin yaptığı sempozyum saat 10.00 da başladı.

Türkler devlet bakanı Numan KUTULUŞ, İBB Mimar KAdir TOPBAŞ, İstanbul Valili, Bayrampaşa Kaymakamı, Sultangazi Belediye Başkanı Cahit ALTUNAY, Bakırköy Belediye Başkanı, Açılış konuşmasını (3.sayfa) Bultürk Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK yaptıktan sonra sempozyumun Oturumlarına geçildi. I. ve II. Oturum D r . M ü j g a n DENİZ – Oturum Başkanı Dr. Erjada P O R O G O N AT İ Doc. Dr. Toğrul İsmayıl - Bulgaristan’da Türklere yapılan baskılar ve bu olayların SSCB’de yankısı Doç.Dr.Gökçe Yükselen Abdurrazak Peler -”ilk Müslüman Türk Devletinden Slav Birliğine”

TBMM AK Parti İzmir Milletvekili

Devamı 5’ci sayfada Rıfat SAİT BULTÜRK’ten Plaket taktimi

N O E L B A B A D E Ğ İ L , AYA Z ATA Özellikle Kazaklarda ve Kırgızlarda “Soğuk Tanrısı” lerindeki Şaxta Baba karakterinin birebir

İki Ülkenin Ortak Değerleri Restore Edilecek

B U LT Ü R K B a ş k a n ı

Kaşgarlı MAHMUT

olarak adlandırılan Türk, Orta Asya ve Altay mitolojilerinde Noel Baba ile özdeşleşen karakterdir. Ayoz Bobo ya da Ayos Ata olarak söylenişleri de mevcuttur. Mitolojiye göre soğuklara neden olan Ayaz Ata ay ışığından yaratılmıştır. Ayaz Türkçede yakıcı soğuk anlamına gelir ve özellikle kışın ayın olduğu günlerde kendisini fazlaca hissettirir. Buna dayanarak eski Türkler ayaza ay tanrısının ve ay tanrısına bağlı olan Ayaz Han’ın sebep olduğunu düşünmüşlerdir. Hristiyan dünyasındaki Noel Baba figürü ile özdeşleşmiştir. Hatta bazı kaynaklarda Ayaz Ata’dan kışın soğuk havalarda ortaya çıkarak fakir ve düşkünlere yardımcı olan evliya olarak bahsedilmiştir. Yapılan araştırmalar Türk kültüründe olan biri olduğunu hatta Ayaz Han ile aynı kişi olduğu söylenmektedir. Kazaklarda soğuğu karşılamak için Soğumbası adı verilen bir eğlence düzenlenir. Bu eğlence ilk karın düştüğü gün yapılır. Azeri Türk-

Kırklareli Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce hazırlanan “İki çevirisi de yine Soğuk Ata ya da Ayaz Ata’dır. T ü r k l e r d e A y a z A t a Komşu Ülkenin Ortak DeA z e r i l e r d e Ş a h t a B a b a y a d a Ş a x t a B a b a ğerlerinin Korunması” projesi B a ş k u r t l a r d a A y a z A t a Tatarlarda Qış (Kış) B a b a y kapsamında Kırklareli’nde bir kilise, Bulgaristan’da ise Osmanlı eseri restore edilerek, turizme kazandırılacak.Kırklareli Kültür ve Turizm Müdür Vekili Fikret Macit, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bulgaristan’ın Burgaz Valiliği ve Belediyesi ile yürüttükleri proje çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Proje ile Osmanlı’nın Balkanlar’da bıraktığı bir yapıyı turizme kazandıracaklarını belirten Macit, bu tür projeleri önemsediklerini ifade etti. Projenin bir milyon 200 bin lira bütçeyle yürütüleceğini dile getiren Macit,

İnternette şimdiye dek karşılaşılan “en güvenlik açığı paniğe yol açıyor 3.Uluslararası Bulgaristan vahim” Shellshock adlı yeni keşfedilen bir bilSempozyumunda açılış konuşması;

Değerli Misafirler, Düzenlemiş olduğumuz bu toplantıya katılmanızdan ve bize verdiğiniz destekten duyduğumuz memnuniyeti ifade ederek hoş geldiniz diyorum. Hepimizin malumudur ki, 1970-li ve 80-li yıllarda Bulgaristan’da Türk ve Müslüman topluluğunu ortadan kaldırmak için geniş çaplı bir kültürel soykırıma girişildi. Kültürel soykırım diyorum çünkü bunu söylemememizi gerektirecek tek bir sebep bile bulamıyorum. Bu nedenle bu dönemde totaliter Jivkov rejiminde yapılanlar kelimenin tam anlamı ile kültürel soykırımdır ve aynı zamanda insanlık suçudur. Bulgaristan medyasında ve siyasi literatüründe “Vızroditelen protses” diye saçma sapan bir terim kullanılmaktadır. Biz neyiz ki, neyin Vızrajdanesi olacakmışız. Bizler bu terimin kullanılmasına karşıyız ve maksadı da kültürel soykırımı maskelemektir. 1981 yılında baskısı yapılan Bulgar ceza kanununda soykırım üçe ayrılmaktaydı. 1.Fiziki soykırım 2.Kültürel soykırım 3.Ekonomik soykırım Bu suçu işleyenler ile ilgili de cezalar son derece ağız idi. Ne gariptir ki, yeni ceza kanununda sadece soykırım ifadesi yer almaktadır. Uygulamaya geçilen kültürel soykırımdan Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ve Müslümanların tamamı nasibini aldı. Etkileri ise hala bugün bile devam etmektedir. Yapılan haksızlıklar ile ilgili Bulgaristan devlet olarak hiçbir adım atmamıştır.

Devamı 7’de

gisayar virüsü dünya çapında ağ güvenliği için büyük tehdit yaratıyor. Apple’ın Mac işletim sistemleri, Linux tabanlı sistemler ve devlet kuruşlarının, bankaların ve askeri organizasyonların kullandığı güvenli internet serverlarında kullanılan Bash adlı yazılımın içinde bulunan virüsün dünya üzerindeki milyonlarca bilgisayarın uzaktan kontrolüne imkan sağlayabileceği belirtiliyor. İngiliz siber güvenlik birimi Cert-UK, hükümet birimlerini “olası en büyük güvenlik tehdidine” karşı uyarırken, Birleşik Devletler Ulusal Siber Güvenlik Birimi tehdidin ciddiyetini 10 üzerinden 10 olarak sınıflandırıyor. Sıradan kullanıcılar virüse karşı bir önlem alınıncaya kadar internet üzerinden kredi kartı kullanmamaları konusunda uyarılıyor.

KAŞGARLI MAHMUT: XI. Yüzyılda yaşayan bir Türk bilginidir. Divanü Lugati’t-Türk adlı eseriyle ünlüdür. Karahanlılar soyundandır. Doğum tarihi 1025 olarak tahmin edilmektedir. 1090 da da öldüğü sanılmaktadır Aynı zamanda filolog, etnograf ve ilk Türk haritacısı olan Kaşgarlı Mahmut bu meşhur eserinde yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının kullandığı ağızları canlı olarak tesbitett. Oğuz Türklerinin 24 boyu ile ilgili şemayı da verdiği eserinde, Türkçenin zenginliğini ve Arapça ile Farsça yanındaki değerini ispata çalışan Mahmut, ayrıca Türkçeyi araplara da öğretmek gayesiyle ayrı bir gramer kitabı yazdı.Oniki hayvanlı Türk takvimini ve Nevruzu da belirlemiştir.

Kırklareli’nde Bulgaristan yetkililerin arzu ettiği bir kiliseyi restore ettirerek, turizme kazandıracaklarını kaydetti. Bu çerçevede Burgaz’da da atıl durumda olan bir Osmanlı yapısının restore edileceğine işaret eden Macit, “Komşu iki ülkenin kültürel bağlarının ve dostluklarının artması amacıyla hazırlanan proje kapsamında Türkiye’de kilise, Bulgaristan’da bir Osmanlı eseri restore edilecek. Çalışmalarımızı tüm hızıyla sürdürüyoruz. Projeyi hazırlarken çok heyecanlandık. Şuanda proje çalışmaları için iki ülkenin yetkilileri fikir alışverişinde bulunuyor. Proje tamamlandığında Türkiye ve Bulgaristan’daki iki yapıyı turizme kazandıracağız” diye konuştu.

Kayaköy’deki taş evler restore edilecek

Geçmişi MÖ 3000’li yıllara uzanan Muğla’daki Kayaköy ören yeri, mimari yapısı korunarak restore edilecek ve kültür turizmine kazandırılacak. Rumların 1922’deki mübadelede Yunanistan’a gönderilmesinden sonra boşalan Kayaköy’deki taş evlerin, proje kapsamında restore edilip kültür turizmine hizmet etmesi planlanıyor. Kayaköy’ü ziyaret eden Muğla Valisi Amir Çiçek, ören yerinin tarihi ve mimari yapısı hakkında yetkililerden bilgi aldı. Çiçek, kamuoyunda Kayaköy’e oteller yapılarak mimari özelliğinin bozulacağı yönünde yer alan bilgilerin gerçeği yansıtmadığını söyledi. Kayaköy’ün kültür turizmine kazandırılmasıyla ilgilibakanlıkdüzeyindeçalışmalaryürütüldüğünübildiren Çiçek, projenin bölgeyi turizme açarken mimari yapısını koruyacak şekilde planlandığını ifade etti. Çiçek, ören yerindeki bina, kilise ve diğer yapıların bugüne kadar korunduğunu ve tescil altına alındığını vurguladı. Kayaköy’ün turizme kazandırılmasıyla ilgili birkaç yıldır düşünülen bir plan olduğunu kaydeden Çiçek, «Kayaköy, Türkiye’nin önemli bir tarihi mekanı. Bu nedenle bünyesinde barındırdığı yapılara bakanlığımız tarafından koruma amaçlı nazım imar planı yapılmış. Koruma kurulları tarafından da karar alınmış. Bakanlığımız, ören yerinin mimari özelliğini koruyacak şekilde kültür turizmine açılması için çalışmalara başladı» dedi. Vali Çiçek, Kayaköy’ün, Fethiye’nin kadar ülkenin de önemli bir değeri olduğunu, bu yönde yürütülen işlerinde kendisini sevindirdiğini dile getirdi.


2

C a n Dr. Nedim BİRİNCİ

Bulgaristan Türklerinin Sesi

V e r e m e z l e r Ben Yabancı Değil, Senin Evladınım

Almak kolaydır. Vermekse zordur. En zor olansa CAN VERMEKTİR! Bizim ahlakımızdaki en ağır lanetler: CAN VEREMEZ İŞ ALLAH! ya da ALLA CANINI ALMASIN! Beddua ahlakımızda çok seyrek kullanılsa da, halkımızın her zaman dilinin altındadır. Düştüğü yeri ebediyen yakar. Bulgar Ulusal Televizyonu 1. Programındaki Türkçemizle 10 dakikacığımız – en son edinimlerimizden biridir. Bu 10 dakikacık haber bülteninin bizim için büyük önemi şudur: BİR KARA HABER GELİRSE BAŞKASINDAN DEĞİL KENDİ EVLATLARIMIZDAN, BİZİM SÖZCÜLERDEN İŞİTİRİZ, umudu vardı hep içimizde. Biz Türkleri ve Müslümanlar 1984’ten beri Sofya’dan hayırlı haber beklemeyiz! Büyük kötülükler edenlerden büyük iyilik gelmez. Bu bizim bilinçaltımızdaki ana çizgidir. Kötülüğünü gördüğümüz bir devletten, bizi yok etmek için vurucu saldırgan güçler, kuduz köpekler yetiştiren ve onları üstümüze kışkırtanlardan ve onlara yama olanlardan biz hayırlara vesile haber gelmesi, beklenebilir mi? Asla beklemedik! Bulgar TV yayınlarından anadilimizdeki haberlerden başka bir şey izlemeyiz. Onlar bizim okullarımızı, okuma evlerimizi, radyo yayınlarımızı, basım yayın merkezlerimizi, gazetelerimizi, dergilerimizi, kitapçılarımızı, kütüphanelerimizi ve manevi kültürel alanda daha nelerimiz varsa her şeyimizi kapattılar. Şairlerimiz, yazarlarımız hapislerde çürüdü. Sürüldü. Tüm sanatçılarımız yurttan kovuldu. Yasaklı, kelepçeli, tuzaklı bir özgün kültür yaratmak çok zordur. Yar altında akan bir ırmak, ancak gönülden gönülle geçen, sessizlikte konuşan bir sanattır bizimki. Kırcaali’li Bayram hocanın dillendirdiği gibi: “RODOPLAR TÜRKÜ ÜRETMİYOR ARTIK!” Ne yazık değil mi, bir sanatın, bir yaratıcılığın kısırlaştırılmasından daha büyük günah olabilir mi. Bu bir bülbüle yaşarken yalnız yem yeme ve ölme hakkı tanımak anlamındadır. Uçmadan, ötmeden, güllerle söyleşmeden, kıralı dala konmuş şafağı şarkılarla beklemeden ölmek… Şöyle bir gerçek de var. Ne de yapsalar asla gönül rahatlığı bulamadılar ve bulamayacaklar!. Aklıma gelen hep, 1877/78 Savaşında Osmanlı ordusu şehitleri kemiklerinin Plevne ortak kabrinden çıkarılıp, Londra’ya götürülüp, kemik değirmeninde öğütüldükten sonra çok rüzgârlı bir havada denize savrulmasıdır. Bu gerçeği neredense öğrenmiş olan Koşukavak Türk gençleri 1982’de “Birbirine Vuran Kemikler” adlı bir orkestra kurmuşlardı. 500 yıl süren Osmanlı düvelindeki beraberliğimizden kendilerine her hangi bir konuda adaletsiz davranıldığını gösteren bir olay gösterebilseler, bize ata yurdumuz dar gelebilirdi, ama yok! “Belen” ölüm kampı, Yakılan köy ve kasabalar, mezar taşı yıkmak, hep kendi işleri. 1944’ten sonra 200 bin kişinin öldürülmesi, 1912-13’te, 1936’da, 1950-51’de 1989’da Türklerin Vatanlarından kovulması ve ülkenin yüz üstü düşürülmesi hep kendi domuzluklarıdır. Şimdi yeniden baş kaldırdılar. Devamlı olarak dıştan gelen “AYIR BUYUR” politikasına kurban oldular ve oluyorlar. Bizi şimdi de ayırmak ve güçleri olsa hesaplaşmak isteyen milliyetçi, ırkçı, faşizan-uç siyasi güruhu parasını Moskova’dan alıyor. Bunu kendileri gizlemiyor. Memlekette parasızlıktan kimse gazete çıkaramazken “Ataka” gazetesi yüz binlerce tirajla bedava dağıtılıyor. (VMRO) yayınları elde dağıtılıyor. Aşırı sağ- uç 20 yıldan beri “Skat” TV, aşırı sol-uç “Alfa” TV yi Moskova’nın ve Yahudi parasıyla ayakta tutuyor. Bu paralar düşmanca propaganda için veriliyor. Memleket sağdan soldan zehirli propagandaya boğuluyor. Kafa çelen kara paralar dışardan geliyor. Cumartesi gün (06.12.2014) “PF” inisyali ardına gizlenen aşırı sağcı, ırkçı faşist milliyetçiler Sofya’da 2. kurultay yaptı. Gazeteci ve konukların içeri alınmadığı kurultayda Milliyetçi Başbuğu V. Simyonov “Çağdaş Bulgaristan’da en kuvvetli milliyetçi birliği kurmakla” övündü. Yeni tüzük kabul edildi ve “milletvekilleri parti kararlarına ters yönde oy kullanamaz!” dendi. Kurultaydan sıza haberlerden “milliyetçi-ırkçı çizgiye eleştirel yaklaşan her konuşmacının kürsüden indirildiği” öğrenildi. Ana slogan: “Bulgaristan her şeyin Üstünde!” “Almanya Her Şeyin Üstünde!” Hitlerin şiarıydı. Bulgar faşistler Sofya’da kapalı kapılar ardında kurultay yapmaya başladılar. Temel düşman hep Türkler ve hep İslam! Hortladılar! Hükümeti kontrol eden duruma geldiler. HÖH-DPS partisini hükümet ortaklığından ve katından ilk yumrukta ittiler. Türk kadroları söküp atıyorlar. Baş kaldırdılar ve dil uzatıyorlar. Ne var ki, hiçbir yerde ve hiçbir zaman gönül rahatlığı bulamadılar ve bulamayacaklar. Başkasının hakkı karın doyurmaz, gönül serinletmez. Türklük yenmez… Son 25 yılda, ondan önceki 10 yılda, Sofya’dan bize hangi hayırlı haber geldi ki?! Ya adımızı, ya dinimi değiştirdiler, ya tütünlerimizi almadılar, ya parasını ödemediler, ya fiyatını düşürdüler ya da emekli maaşlarımızı azatlılar. Son 2 senede ise, art arda gelen sağanak yağışlar, elektrik tellerinin kopması, yolların kapanması, seri kazalar, suların kesildiği, taşkın seller, baraj duvarlarının patlaması, Edirne’yi su basması, otobüs seferlerinin kalkması, sınırın kapanması, yolda kalanlarımız olursa onların haberlerine TV 1. programından kulak veriyorduk. Bizden “Hava Soyacak!” ya da “Güneş Açacak!” haberini bile çok gördüler.. Şimdi TV 1 Program haberlerimizi alıyorlar, bakalım ardından neyimize göz dikecekler? Bir az gerilere dönersek, şimdiki faşistlerin babaları “tuvaletler ev içinde olacak, ayakyoluna avluya gidilmeyecek” deyecek kadar ileri gitmişlerdi. O zaman halk “bokumuza da karışır oldular,” demişti.” Kurultay yapanlar 30 yıl önce isimlerimizi değiştirmişti, komandoydular, kızıl barelidiler, tankçıdılar, gardıyandılar, milistiler… Şimdi artık bir tek “tar atlanmamıza” karışmadıkları kaldı. Bu da yakındır. Su tasarrufuna Müslüman tuvaletten başlamaları akla uygundur. Son hedefleri kökümüzü kazımak olsa da, ruhumuzdan korkuyorlar. Amma da uğraştılar bizimle, yorulmuyorlar.

Bıkmadılar. Allah da şu son dönemde işaret ardından işaret verip sanki “kendinize gelin” diyor da, halen cezaları tam çıkmadı ama yakındır! Gözü kör olasıcılar her gün başka bir saldırıya geçiyorlar. Hatta çok yöne birden saldırıyorlar. Atık “PF” 23 milletvekilli olan bir meclis grubu kurdu. “Ataka” 11 milletvekilli bir meclis grubu oldu. BG 2015 bütçesinden milyonlar çekmeye hazırlanıyorlar. Palazlandıklarında zehirleri daha da zehirli, daha da boğucu olacak. Aynı parayı HÖH-DPS partisi de fazlasıyla alıyor. Ahmet Şoparov’u koruyan silahlı komandolara maaş olarak ödüyor. Paralarımız “saray” sofralarında eriyip gidiyor. Halkımıza zırnık yok. Kör sakat, yaşlı ihtiyar sürünüyor. 25 yıldan beri milyonlar üstüne milyonlar geldi de ana dilimizde bir gazete çıkarmadılar, ana dilimizde bir özel radyo açmadılar, anadilimizde bir TV yayını başlatmadılar. Ahmet Şoparov’un Romanlığını gizleyen kitaplardan başka bir kitap bastırmadılar. Şoparın çingeneliğini gizlemek için filmler çevirdiler. Yedikleri içtikleri kursaklarına dursun! “PF”, VMRO ve “Ataka”nın bize karşı saldırılarda harcadıkları paralar zaten yıllardan beri dışardan geldi. Bundan böyle Bulgar devleti bütçesinden finanse edilmeye başlayınca iyice kudurmalarını bekleyebiliriz. Artık saldırganların komando kampı kurma zamanları geliyor. Bugün yasal hakkımız olan anadilimizde TV haberlerimiz yasaklanırken, yarınki gün başka bir kazanımımızı yasaklayacaktır. Onlar adım adım ilerliyor. Göreceksiniz ve demişti deyeceksiniz, yollarımızda köprüler çökecek, yol kenarındaki çeşmelerimizin kurnaları çalınacak, camilere kömür verilmeyecek, acil yardım yol olmadığı gerekçesiyle gelmeyecek, çocuklarımızın okuduğu okullara öğretmen gönderilmeyecek vs. vs. her şey bekleyebiliriz. Öbür gün herkesi şaşırtan bambaşka bir kötülük için gerekçe uydurulacak. Yeni azınlık teorisi geliştirmişler: Yeni geliştirdikleri azınlıklar kuramında Türkler, Pomaklar ve Çingeneler Bulgaristan’da etnik azınlık değilmiş. Bizde yalnız 2 etnik azınlık varmış. Birisi Varna yöresinde yaşayan Ruslar, diğerleri de Ermeniler. Onların dışındakilerin hepsi Bulgar olduğundan anadil hakimiz yokmuş. Anadil hakkımız olmayınca anadilde TV yayını hakkımız da olamazmış. Bizim azınlık haklarımızın geçersiz kılınması için kanun üstüne kanun yamayacaklarmış. Çingenelere ev hakkı da yokmuş. Pomaklarsa dağları bekle sinlermiş. Yasaklara yenileri iliştirilecek. Durum totalitarizmden kötü olacak. Onların düşman kanunları yüzümüze okunsa bile anlayacak kafa mı kaldı? Bu kadar çok kötülükten sonra can veremezler. İyilikten anlamayana iyilik yapmak zor iş, yapsan da yaramaz. Yaratan insan ruhuna iki yüz vermiş. Camın iki tarafı da ayna! Öyle düşünün. Bu 2 taraf, 2 kurt gibidir. Dedelerimiz bize insanın içinde yürütülen ve başı sonu olamayan bir kavga olduğunu anlatırken şöyle diyordu: “Oğulum bizim hepimizin içinde 2 kurt yaşar. Arasında devamlı didişir, kavga eder. Biri kinci, fena ve kötü olandır. Bu insandaki gazap, öfke ve kindir, kıskançlıktır, açgözlülüktür, merhametsizliktir, böbürlenmedir, kendi zavallılığını gizleme çabasıdır, içini kemiren kölelik ruhuna isyandır, suçluluk duygusudur, yalancılıktır, sahtekârlıktır, çarpık gururdur, bencillik ve egoist merkezciliktir. Bu bir kötülükler yumağıdır, aynanın bir yüzüdür. Hayat gücünü başkalarına saldırmaktan alır. İkinci kişi, iyi olandır. Hayat sevincidir, huzur ve barışı aramaktır, sevgi, umut, onurla, namusla, insanlara yararlı olma hevesiyle, hoşgörülü olup gerçeği aramak, adaletle iyiliklerin hepsinde tuzum olsun çabası ve sönmeyen umutla var olmaktır. Bu ikinci kurt ya da aynanın öbür yüzüdür. Anlatılanı dinlerken, dedemin “Yarabbi şükür, bu günleri de gösterdin bize!” dediğini işitince, kısadan kestiğini anlar ve BU İKİ KURTTAN HANGİSİ ÜSTÜN GELİR? Dede derdim. Hangisini beslersen o güçlenir ve ötekini altlar, diye cevaplardı ve aynanın hangi yüzünü silersen orası şakır, diğeri de göstermez, derdi. Bu beyin fırtınasına “cennet ve cehennem” benzetmesiyle devam edebilirsiniz. Cennet yolu kötülere kapalıdır. Hakikatten de öyle. Düşünüyorum da: Bizim milliyetçileri, faşist uzantılarını, ırkçı bozuntularını bir yandan Moskova besliyor. Çünkü Bulgaristan’da bel bağlayacakları ana güç sanki eski faşistler. Öte yandan Fransa’da kabaran Arap ve İslam düşmanlığı yüreklendiriyor. AB Genel Kurulu’nda öteki düşmanlarının kalabalık bir grup oluşturması da etkiliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin AB içindeki yabancılar, kaçaklar ve ötekileştirilenler hakkında aldığı kararlar da ard arda olumsuz. Irkçıları cesaretlendirecek niteliktedir. (05.10. 2014) seçimlerinden sonra Bulgar hükümeti de (PF) ırkçılarının ağızlarına artık ballı bir meme taktı, (Devletten partilere yardım programına takıldılar). Başbakan Borisov hükümet kurmada zorlanınca, “aman biz dışardan destekleriz” demekle bir kaşık da pekmez çalındı ağızlarına ve iştahları iyice kabardı. Şimdi bir görseniz kurultay kürsüsünden bağırış çağırışı… Gelinime yazdım, kızım sen anla… Olay budur. Bazen aklımdan şu geçiyor. Ya biz onlara bazı yasaklar getirsek. Mesela İŞKEMDE ÇORBASINI bizden öğrenmişler, sarma da öyle, dolma da, börek de baklava da, ev yapmak da yol yapmak da, bir yasaklasak onlara her şeyimizi, onların bizim anadil ve azınlık haklarımızı yasakladığı gibi ….Şu turizm gelişti Türkiye’yi gördüler. Tuvaletlerimizde götleri su gördü. Kokmaz oldular. Taratılanınca şöyle bir rahatladılar…. Daha önce bize “ibrikçi” diyorlardı, dedelerimizin ayak yoluna ibrikle gittiğini ima ediyorlardı, akıllarınca… Şu Bulgar aşırı milliyetçileri, modern faşistler, ötekici ırkçılar var ya, Bulgar basını gündeminden düşmüyorlar artık onları. Yazarlar, sanat ustaları, filmciler, tiyatrocular kiöin kim olduğunu anladı. Aktrisler hep beraber istifa etmek istiyorlar. Öğrenciler de Üniversiteleri boykot etmeye hazırlanıyor. Toplumun faşistler ve demokratlara bölünmesi bu ulusun ve devletin yeni bir sonu olur. Can veremezler!

Dr.Halide AKINCI

Mayıs 1989 Olaylarının Yirmi Beşinci Yıldönümü Not Defterinden Ben yabancı değilim Ben senin evladınım Ey Bulgaristan, Ben senin evladınım, Senin yolların benim de yollarım.

Recep Küpçü

Bulgaristan Türklerinin kendilerine karşı şiddet kullanılarak Bulgarlaştırılmalarına isyan ettikleri 1989 Mayıs günlerinden 25 yıl uzaklaştık. Bu görkemli yürüyüş ve protesto eylemleri ülkemizde komünist rejime karşı 1951 köylü başkaldırısından sonra ilk kitlesel yinelemeydi. Mayıs başkaldırısıyla Bulgaristan Türkleri totaliter rejimin temellerini ciddi surette sarstı. Diktatör T. Jivkov ilk korkulu gecelerini 1989 Mayısında yaşadı. Rejim raydan çıktı. Sökülmeye başladı. Özünü terk etmiş, biçimini çarpıtmış bir yönetimin sonu göründü. Memleketin en cesur evlatlar mücadele öncüsü oldu. Politik önderliği İnsan Haklarını Savunma Demokratik Liga örgütü üstlendi. Yarı legal durumuyla halk tarafından kucaklandı. Totalitarizmi kökten sökme kararlılığıyla güç topladı. Onur ve haklarını savunma yolunda zafer arayan Bulgaristan Türkleri Demokratik Lig ve Viyana 89’u Destekleme Derneği gibi onlarca sivil direniş örgütünde güç birliği kurdu. Mayıs sonları Paris’te düzenlenecek olan İnsan Hakları Konferansı; Avrupa’da Güvenlik ve Yardımlaşma Konferansı gibi uluslar arası olaylar direnişe hazır müfrezeleri tamamen yüreklendirdi. Bu direnişler yalnız Türklerin ve Müslümanların davası uğruna değildi. Dünyanın gözü Bulgaristan’daydı. Fransa Cumhurbaşkanı Fransoa Miteran Sofya’ya gelmiş ve farklı düşünen aydınlarla karşılaşmıştı. Yarı ömürleri hapishane koğuşlarında geçen demokratlardan Petır Manolov ile İliya Minev açlık grevlerine daha Şubat ayında başlamışlardı. Doktor Trençev köy köy memleket dolaşıyor ve halkı hürriyet ateşinde yanmaya uyandırıyordu. Zülüm üstüne zülüm yaşayan Ramadan Runtov, Hasan Byalkov ve daha pek çok daha kahramanı Pomak da işaret bekliyordu. Açlık Grevleri. 21 Nisan 1989 sabahı İnsan Haklarını Savunma Bağımsız Örgütü üyelerinden Dulovo’lu (Ak Kadınlar) Sabahat Naimova, Naim Naimov ve Zakir Mustafaov Bağımsız Örgüt Demokratik Liga üyelerinden tutuklanması gerekçesiyle açlık grevi ilan ettiler. 6 Mayıs günü Dulovo’dan Fevzi Hüseyinov, Zakir Mustafaov, Hakkı Mehmedov, Remzi Necibov Türk ve Müslüman isimlerinin geri verilmesi, din ve ana dil özgürlüğü istekleriyle açlık grevine başladı. Direnişe daha ertesi gün Prestoe köyü ve Kaolinovo’dan daha 7 kişi katıldı. Grev haberleri “Hür Avrupa Radyosu”nda birinci haber oldu. Demokratik Liga örgütü Genel Sekreteri Sabri İskender her gün kalabalaşan grev direnişlerini desteklerken, halkın haklı demokratik mücadelesini daha da yüreklendirdi. Direniş alevleri Kuzey Doğu Bulgaristan’ı kısa sürede sardı. Halkın haklı direnişleri karşısında totaliter rejimin tank ve topları yetersiz kalınca Demokratik Lig Genel Başkanı Mustafa Ömer ve Başkan Yardımcısı Ali Ormanlı sınır dışı edildi. Bu da yetmedi. 15 Mayıstan itibaren Demokratik Lig ve Bağımsız İnsan Haklarını Savunma Örgütleri üyeleri gruplar halinde baba ocağından koparılıp sınır dışı edilmeye başlandı. Aynı günlerde halk aydınları, en cesur Türkler, istidatlı genç aileler, öğretmenler, ustabaşılar, uzman işçiler, daha varlıklı Türkler, kamuoyu oluşturabilenler, halkın ardından sürükleme yeteneğine sahip olanlar önceden hazırlanmış pasaportları ellerinde buldular. İlk günlerde “sınır dışı” İsveç’ten Kars’a kadar uzanan uçsuz bucaksız bir dünyaydı. Ailelerini toplayıp Vatan toprağını hemen terk etmeleri şartıyla sürgünler salındı. Koğuşlar, ıssız hücreler, hapishaneler aynı şartla boşaltıldı. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi özel yetkili kadrolarını Sovyetler Birliği’nde çalışan Türk ve Müslüman işçilerimizin şantiyelerine gönderdi. Bilinçli olarak büyük bir panik yarattı. Çile ve acısı asla unutulamayan büyük göç seli kapısı ardına kadar açıldı ve modern dünya emsalsiz bir barbarlık ve daha önce eşine rastlanmamış bir trajedi izledi. Gösteriler ve Şehitler. 19 Mayıs günü küçük bir Rodop kenti olan Cebel’de 3 bin kişi zoraki asimilasyonla kimliklerinin eritilmesine karşı ilk kitle gösterisinde buluştu. Kent abluka altına alındı. Polis copları direnişçilerin belinde kırıldı. Sopadan geçirenler hastanelik oldu, kan kustu. Birçok kişi tutuklanırken, bütün hapishane koğuşlarını elinin içi gibi bilen bugünkü HÖH-DPS İcra Müdürü Lütfü Mestan’ın Bulgarca öğretmeni Avni Veliev sınır dışı edildi. Cebel kitle gösterisi misali ilk büyük halk gösterisi 20 Mayıs günü Kuzey Doğu Bulgaristan’da tekrar etti. Pristoe köyünden çekilen gösteri alayı Kaolinovo kasabasına giderken yollar insan seli oldu. Kalabalığı tank alayı da durduramadı. Yollardan taşanlar son hedefe yürüdü. Birkaç bin kişi bir-

den isimlerin geri verilmesinde, d,n haklarının tanınmasında, ana dilin serbest kullanılmasında ve demokratik hak ve özgürlüklerin, doğal ve insan haklarının tamı tamına uygulanmasında ısrar etti. Kadınların, öğrenci ve küçük çocukların da katıldığı bu gösteri hedef, öz ve biçim olarak politik barışçı bir nümayişti. Gösteriye ateş açıldı. İlk şehitler düştü. Yaralıları hastaneler almadı. Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanmasında ilk kan o gün akmıştı. Halk tepkisi Dulovo’da 3 bin kişiyi ayağa kaldırdı. Ak Kadınlar da diriliş ve mücadele tarihimize Türk adları altın harflerle yazılan ilk 3 şehidini o gün verdi. Aynı gün öğleden sonra direniş dalgası Tolbuh’in şehrine sıçradı ve 4 bin Türk şehir merkezini doldurdu. 23 Mayısta protesto hareketine katılan Razgrat’ın Ezerce köyü de 2 şehit verdi. Halk eylemlerine ateş açan asker, polis ve kızıl baretlerdi. Olayların gelişmesini ve direniş dalgasının kuzeyden güneye köyden köye şehirden şehre sıçradıkça alevlenişini yakından takıp edip yansıtan “Hür Avrupa” Radyosuna dünya demokratik kamuoyu, uluslar arası iletişim araçları katıldı. Totaliter rejime kesin karşı bayrak açtılar. Türklerin haklı oluşu ve en yüce adaleti hak ettikleri, tüm demokratik haklarının, insan onurunun geri verilmesinde direndiler. Tutukluların serbest bırakılması, hapishane ve toplama kampı kapılarının sonuna kadar açılması ana isteklerin başında geliyordu. Demokratik dayanışma göklere çıktı. Bu güçlü birliktelik hareketinin başında Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti, soydaşlarımız, kardeşlerimiz, onların dernekleri ve sivil toplum örgütleri, dostlarımız yer aldı. 27 Mayıs günü Kuzey Koca Balkan eteklerindeki Varna’ya bağlı Medovets köyü iki Türk anayı şehit verdi. Bütün askeri güçler, tüm polis birlikleri özel birlikler Kuzey Doğu Bulgaristan’a sürüldü. Türk köy ve kasabalarına yığınak yapıldı. Olağanüstü durum ilan edildi. Türklerin kanı kabarmış, ruhları kaynıyordu. Türk Ayaklanmasına Demokratik Bulgar Örgütlerinden Yakın Destek. Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs protestoları bir ayaklanma niteliğinde olup, insan haklarını savunan ve farklı düşünen Bulgarların faaliyetlerini de hızlandırdı. 22 Mayıs 1989 günü Bulgaristan’da İnsan Haklarını Savunma Bağımsız Örgütü 20 ve 21 Mayıs günlerinde protestocu Türklere ateş açılmasına, şiddetlenen baskı ve hakaretlere karşı tepkisinde etnik asimilasyon politikasına son verilmesini istedi. Bağımsız örgüt üyesi Anton Zapryanov, Dinsel Hakları Savunma Komitesi’nden papaz Hristofor Sıbev Bulgaristan Türklerine karşı silahlı saldırıyı ve Türk bölgelerinde sıkıyönetim uygulanmasını şiddetle yerdiler. Bilim adamı Bayan Antonina Jelyaskova bir açık mektup yayınlayarak zorla “Bulgarlaştırma” kampanyasına son verilmesini ve vatandaşları zorla göçe zorlama politikasına son verilmesini istedi. 18 Temmuz 1989 günü şaire Blaga Dimitrova 120 Bulgar aydının imzaladığı çağırıyı Millet Meclisi’ne sundu. Bu dayanışma çağrısını imzalayanların çoğunu Açıklık ve Yeniden Tanzim Kulübü (Kulüp Perestroyka) üyeleri oluşturuyordu. Bu aydınlar Bulgaristan Türklerinin adlarının iadesinde, etnik kimliklerin korunmasında ve baba ocağından zoraki surette kovulmalarına son verilmesinde ısrar ediyorlardı. Aynı zamanda Bulgaristan Türklerine memleketi terk etmemeleri için çağırıda bulunuyorlardı. Komünist İktidar Kendi Kapanına Düştü Uluslar arası protestolarla ve memleket içi gösterilerle yüzyüze gelmişAçiklik ve Yeniden Tanzim Kulübü, Bağımsız “Podkrepa” Sendikası ve Dinsel Hakları Savunma Komitesi’nin aktifleşmelerinden rahatsız olan rejim Mayıs 1989 sonunda geri adım atmaya başladı. Orduyu kışlaya toplarken, geniş çapta “vatanperver kampanya” adı altında milliyetçi kampanya düzenledi. Parti politikasını desteklemek amacıyla emekçiler arasına indi. İşçiler, memurlar ve üniversite öğrencileri Sofya’da Türkiye Büyük Elçiliği, Plovdiv ve Burgas Konsoloslukları önünde düzenlenen nümayişlere katılmaya zorlandılar. Nümayişçiler “hainler ve soya ihanet edenler mahkeme huzuruna” sloganıyla yeri göğü çınlatıyorlardı. Etnik Temizleme. Türk ahalisinin ayaklanmasına ve anti-sosyalist sivil grupların faaliyetlerine karşı kesin karar etnik temizlemeydi. 29 Mayıs günü T. Jivkov ülkenin belirli bölgelerindeki ahalinin dış dünyanın kışkırtması sonucu vuku bulmuş olan gerilime ilişkin resmi bir beyanatta bulundu ve Bulgaristan Müslümanları adına Türkiye’nin anlara sınırları açmasını çağırısında bulundu. T. Jivkov yüksek parti yönetimi huzurunda “bizim stratejik görevimiz bu insanları Türk değil, temiz Bulgar olduklarına ikna etmektir” diyen tezden vazgeçip yeni stratejik görevin ülkeden 300 bin Türk’ün göçe zorlanması olduğunu belirti. “En azından 200 bin kişinin, hatta mümkünse bu ahaliden 300 bin kişinin göç etmesi Bulgaristan Halk Cumhuriyeti için son derece zaruridir… Devamı gelecek sayıda


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3 Biz, Bulgaristan Türkleri de, 1989 Mayısında ayaklanırken Totaliter Duvarı Yıkamadık Can alıcı, yazgı belirleyici öz konularımızı görüşmek ve bilgi alış verişinde bulunmak

KASKATI–KATILAŞMIŞ TOTALİTARİZM DUVARINI ÇATLATIP DEVİRMEK İÇİN BAŞ KALDIRMIŞTIK.

üzere 3.uluslararası Bulgaristan sempozyumu toplantımızın bu denli yüksek ve saygın temsil edilişi, konumuzun önemine işaret ettiği kadar, artık siyaset sınırlarını aşarak, bilim çevrelerini ilgilendirdiği gibi, halka indiğini de gösteriyor. Bir de, dış ülkelerden, Azerbaycan, Arnavutluk ve öncelikle de Bulgaristan’da ilgi görmesi ve ses getirmesi çok önemli ve anlamlıdır. Bulgaristan’da yaşayan Türkleri anlatmak yazılmamış bir kitabın sayfalarını okumak kadar zordur. Konumuz acı dolu geçmişimize dayanan hiç de iç açıcı bir konu değildir! Fakat geleceğe yön verebilmemiz için geçmişimizi iyi bilmeliyiz, unutmamalıyız ve unutturmamalıyız. Halkımız baba ocağından, öz toprağından, Vatan bildiğimiz Bulgaristan’dan zor kullanılarak, mecbur bırakılarak kovuldu. Yerinden yurdundan sökülüp atılanlar buraya bir canı, bir de Türk ve Müslüman ruhuyla geldiler. Bu gerçek ne kadar acı olursa olsun, bizim gerçeğimiz ve bizim geçmişimizdir! Bizleri, burada, bugün bir araya getiren temel olay, budur. İnsanoğlunun yaşayabileceği kötülüklerin en kötüsünü yaşadık. Her duruma kanaat getirdik, sonuç çıkardık ve hiç karamsarlığa fırsat vermeden yılmadık ve mücadelemize devam ettik! Topsuz tüfeksiz sadece içimizdeki ruh ve iman gücü ile üstün geldik. Anlatmaya dil dönmeyen facialara bile: “Başa gelen çekilir” deyip sabreden ve büyüklük sergileyen, fakat mücadelen asla vazgeçmeyen, benim halkımdır. Bu gurur bize yeter de artar bile! Sayısız oldukları kadar tarifsiz ve bitmeyen çileleri bir asırdan uzun süren ve hala dinmeyen acıları – BULGARİSTAN TÜRK VE MÜSLÜMANLARINA KARŞI UYGULANAN SÜREĞEN ÇOK YÖNLÜ SOYKIRIM, bugün ve yarın bu birlikteliğimiz esnasında ele alacağımız ana konudur. Bu, dedelerimizin, babalarımızın, hepimizin, çocuklarımızla torunlarımızın en yaşamsal sorunu olduğu için, buradayız. ETNİK TEMİZLİK VE KÜLTÜREL SOYKIRIMIN 30. YILI BİLGİ ŞÖLENİNE: HEPİNİZ HOŞ GELDİNİZ! SEFALAR GETİRDİNİZ. İnsan dünyayı görmek için uyanır. Tarihin de uyanış çağları vardır. Ata Vatanımız olan Bulgaristan’da ulusal uyanışı Osmanlı dönemine rastlar. İşte o sabah kandilleri yakılırken, komitacılarının komitası, Diyarbakır mahkumu, sözü dinlenen, kaynak yazar Zahari Stoyanov, biz Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanlar için, yani bizim hakkımızda “DAİMA BURADA OLACAKLAR” diye yazmıştır. Busözler,belki500,belki600,belkideçokdahauzunbirbirlikteyaşamışlığıntarihindensüzülen çokönemlibirhülasadır.Bulgaruyanışıylakurulandevletintemeltaşı,ortakgeleceğimizinçatısıdır. Ne yazık ki, insan kendinden kaçamaz. Etnik topluluklar ve uluslar da öyle! 19. yüzyıldan beri dünyada bir salgın haline gelen “TEK ULUSLU DEVLET” hastalığı, bizim memlekette bitmeyen kangren oldu. Bizi vatansız bırakıp yollara döken ve bu iki gün İstanbul Zeytinburnu Belediyemizin ev sahipliğinde buraya toplayan da, Bulgar milliyetçiliğinin şu dermansız “Tek ulusçuluk” derde yakalanmış olmasıdır. Birlikte gerçekleştireceğimiz beyin fırtınasında, çözüm arayacağımız stratejik konu, ırkçılık ve milletçilik ile beslenen bu ucubeyle baş etme yollarını arayıp bulmaktır. Tekrarlıyorum, “tek uluslu devlet” fikrini bir yerlerden aşıranlar, Bulgaristan da “Kraldan fazla Kralcı” olmakla kalmadılar. Son 136 yılda kurulan, düşen ve yeniden kurulan Bulgar iktidarları, hiç istisnasız, Bulgaristan’ı, Bulgar ırkından olmayanlardan “temizlerken” Türk ve Müslümanları, ata topraklarından, köy ve kasabalarından yani memleketinden söküp attılar. İsim, soy isim, din değiştirme, minare yıkma, camilerimizin Hristiyan kilisesine dönüştürülmesi, mezarlıklarımızı bir defa sürüp süresiz nadasa bırakma işlerini hiç elden bırakmadılar. Gerekçesiz tutuklayıp zulüm, yargısız sürgün, hapsedip zindanda çürütme, koğuşlarda yıldırma, dilimize kilit vurma, çocuklarımıza ana dili ve din derslerini yasaklama, yaşam tarzımızı, örf ve adetlerimizi, yaşam kurallarımızı, ahlakımızı değiştirme, öz kültürümüzü yoktan sayma, radyo, televizyon, basın yayın, dergi, kitap gibi yaşam ihtiyaçlarımızı, iletişim kaynaklarımızı ve en doğal haklarımız da dahil hiçbir özgün hakkımızı tanımamayı normal bir devlet yönetimi ve politikasıymış gibi uygulamaya kondu. Öte yandan ikinci sınıf vatandaş olmayı kabullenmemiz ve normal görmemiz istendi. Eğitimde, tarih ve edebiyat kitaplarında, şiir ve şarkı bestelerinde, gazete, dergi, kitap ve tüm sanat eserlerinde Osmanlıyı konu alarak insanlık adına ne kadar kötülük varsa Osmanlıya atıfta bulunuldu ve kötülendi. Değer arz eden neyimiz varsa ayakaltına alma şampiyonu oldu. Müsaade buyurunuz da, kendimi düzelteyim, “şampiyonlar şampiyonu” oldu. Amaç, bir tarafa kin ve nefret aşılamak, diğer tarafa da suçluluk hissi pompalamak. Ne yazık ki bu amaç yüz yılı aşkın bir devlet yönetim gücü ile sonucuna ulaştı ve maalesef günümüz siyasetinde dahi, bazı art niyetli ve ırkçı çevreler hala “meyvesini” yemekteler. Dünyanın başka bir yerinde böyle bir şey görülmemiştir. Bu bakıma özürlü doğan Bulgar devletinin durumu bugün de yürekler acısı olup, ne yazık ki, bu illette hala derman bulunamamıştır. İlk vazifemiz bu hastaya yardım etmektir. Bulgaristan, Bulgaristan olalı sanki “hıncını alamadı,” “öfkesi sönmedi” Bize karşı nankörlüğü bitmedi. Bir insan nankör doğar mı? Hayır doğmaz! Nankörlük ve düşmanlık beslenen, kışkırtılan, finanse edilen, bilinçli ve hedefli hortlatılan bir karanlık güç işidir. Mayalanışı, kışkırtılışı, stratejisi, taktiği, hedefi, iktidarı, politikası, baskı ve terör araçları, süngüsü ve zindanı, enstitüleri, partileri, dernekleri, fen kulüpleri, motosikletçi roker grupları, namaz kılarken Müslümanları tekmeleyen, vuran, kıran, azgınlıkları olan, diğer etnik gruplara karşı kin kusan çevrelere bugün Bulgaristan’da çokça rastlamak mümkündür ve hala hayatın içinde güncel bir olaydır,maalesef. Kimse nankör doğmaz, nankör yetiştirilir ve nankörce kullanılır. Olay budur. İnsan neyi ararsa onu bulur, kötülük arayan, kötülük bulur. “150 yıl boyunca zehirlenmiş beyinler” bugün aşırı sağ ve solda hortladı. Kanlı irin ve kin kusarak siyaset yapıyorlar. Esef duyarak söylüyorum, 5 Ekim 2014’te seçilen Sofya parlamentosuna, sol milliyetçilerin 11; ve 19-da ırkçı sağ faşizan vekil Bulgaristan parlamentosuna girmeyi başarmıştır. Besbelli ki, şifasız salgın aşağıdaki kitleye de iniyor. Önünü göremeyen ve bunlara oy veren ama artık hareketli bir katman oluştu. Onlar, son 20 yılda Moskova ve memleketimizdeki Moskova ajanları- Ahmet Doğan gibi göbek bağı olan ve her dalda sallanan hainler tarafından akıtılan paralarla palazlandılar. Fışkıran Bulgar ırkçı-milliyetçiliği en güçlü sosyal silahlarla donandılar – TV yayınları, radyo ve büyük tirajlı gazete, dergi v.s.. Anti-Türk, anti-Müslüman cephede kullandıkları mermiler bedava olduğundan, yayılım ateşi kovanlarını toplamıyorlar. Görüldüğü üzere, Bulgaristan’da artık, karanlığın sürmesini, bulanık su ortamı isteyenlere politik sahnede rol veriliyor. Nitekim iktidar basamaklarına da tırmandılar. Ne pahasına olursa olsun iktidar olmaya heveslenmek, zehirlenmiş beyinlerin önemli özelliğidir. “Kuru tezek su üstünde gider!” diyen halkımızın zekasıdır. Konuşmamın başında: TOTALİTER DUVARI YIKAMADIK! Dedim. Evet yıkamadık. Hatta artık bu iş daha da zorlaştı. Mukayeseli anlatsam sanki daha kolay anlaşılır. “Duvar” dendiğinde, son 25 yılda akla ilk gelen hep “BERLİN DUVARI!” oldu. Birkaç hafta önce bu tarihsel olayın yıl dönümü büyük bir coşkuyla kutlandı. Hem Berlin’i, hem de eski Kıtayı ikiye ayıran ve yarım asır dehşet saçan bu “DUVAR” yeni bir medeniyet özleyen güçlerin, ortak geleceğinden kuvvet alan ve soldan ve sağdan inen büyük balyozun iradesine dayanamadı, yıkıldı gitti. Biz, bunu yapamadık! Bizdeki duvarın bir yanında - zehirli totaliter zihniyetin tek uluslu devletçi politik yapısı; Öte tarafında ise, - etnik azınlık halk toplulukları, kendi özgürlükleri uğruna örgütlenip yıllarca savaşanlar, Türkler, Pomaklar, Romlar ve diğer azınlıklar, Bulgar ulusunun ilk adımlarını atmaya çalışan demokratik mücadele hareketi yer aldı. Ben burada, bir sembol olarak, bir duvardan söz ederken ya da sizlere lütfen gözlerinizin önüne son aylarda Bulgaristan -Türkiye sınırına gerilen 3 metre yüksek tel örgüyü getirin desem de, o olayların tasvirinde yetersiz kalır. 130 yıldan beri acıyıp sızlayan, ağarıp yanan ve bitmeyen bir yara olan trajedimiz, bundan tam 30 yıl önce çok derin bir hendek, bir yanardağ ağzı – krater gibi açıldı. “Tek ulus devlet” hayaliyle birlikte, despot, totaliter politik devletin kendisi de çöktü.

Bunu başarabilseydik, zafer yalnız bizim olmayacaktı. Kazanan hepimiz, bütün Bulgaristan halkı, tüm demokratik güçler olacaktı ve gerçek demokrasiye geçiş sağlanacaktı. Hepimiz bilirsiniz, Türk sofrasının bereketi, bizimle oturanın tok kalktığı için büyüktür. 1989’da biz totalitarizmi püskürtmek için kükreyip şahlanmıştık. Şimdi o tarihe not düşen günleri hatırlatılmak bile istenmiyor, şehir anıtlarına çelenk konmuyor. Amma biz davamızı unutmadık ve davamız devam etmektedir ve o günleri hatırlatacak manevi büyük çelenk işte bu bilgi şölenidir. Bu davamıza gelip bizlere güç veren burada hepinizi yürekten kutluyorum! Ancak AYAKLANMAMIZDAN, yalnız biz Türklerin, yalnız Pomakların ve bir tek Müslüman azınlığımızın kutsalı olarak algılanınca, kazananlar kötü niyetliler oldu. Geri istediğimiz isimlerimiz, okullarımız, dinimiz, camilerimiz, en doğal insan haklarımız, özgür kimliğimiz olsa da, Bulgar halkı totaliter zehirden arınamadığı, katılaşmış ırkçılıktan çözülemedi ve gerçeği bütünsel göremediği için Bulgar demokratik güçleriyle birlikte GÜÇLÜ BİRLİĞİMİZİ kuramadık. Dekoru değişen yeni sahnede sözde “kahraman” , sözde “Bulgaristan’ı Bosna olmaktan kurtaran” gibi sözler dillendi. O sözüm ona, sözde “kahramanlar”, aslında hokkabazlar, yalanla dolanla iş görenler, daha sonraki yıllarda demokrat Bulgar yazarların kendilerine “şeytan” dediği “lider”- tipleri, politik sahneye doldular. Türkler ile Bulgarlar ellerine tokmak alıp totalitarizm duvarını, rejimini ve korku dünyasını birlikte ve aynı yere vura vura, eze eze yok etmeliydiler, maalesef olmadı. Kuyruğuna basılan yılan yıllardır uzayıp gidiyor. Ona müzik yapan,eşlik eden tırnak içinde söylüyorum “BİZİM” sahte liderlerimiz, şeytanlardır. Hiç bir şey tesadüf değildir. Onlar bu iş için hapislerde kurs gördüler, eğitim aldılar. İsimleri artık herkes tarafından biliniyor. Hainlerin, ajanların, nifakçıların, haklı davamızı satanların isimlerinin tekrarlanmasında yarar görmüyorum!!! Halkımızın başına arı sepeti geçirenler şunu bilmeliler ki, bir gün gelir yılanlar saray deliklerine de saklansalar, mutlaka çıkmak zorunda kalacaklardır. Yılanın başı delikten çıkarken doğrulur, işte o gün onlarla hesaplaşma günü olacaktır. Şimdi yine duvardan söz edeceğim, ama bu defa Bulgar totalitarizm duvarının kendi içinde çatlaması dır. “Berlin Duvarı”ndan sonra bizim totaliter duvar da 10 Kasım1989’da ilk kez çatladı. “Tek ulusçu devlet” tezinin tuzla buz olduğunu, Bulgar derdine derman bulunduğunu sanmıştık. Daha 1878’de başlayan etnik problem, 110 yıl sonra, hem etnik hem de politik olarak, çok ağır bir bunalım şeklinde ortaya çıktı. Beklenen, totaliter sistemin yıkılması ve devamında toplumda demokratik ve hukuk devleti kurulması iken, olaylar bambaşka yön aldı. Totaliter cephenin karşısında duran bizleri, 500 bin çulsuz olarak vatanımızdan kovulduk Amaçları duruma hakim olmak ve iktidarlarını sürdürmekti. Başardılar da! Totaliter zihniyetin, zor günler için eğittiği hain kadrolar sözde “demokratik dönüşümlere” hemen bayrak oldular. Bugün bu bilgi şölenine gelemeyen yüzsüzler – HÖH-DPS – maskeli demokratları yeni sahnede “şeytan” rolünü üstlendi. Bu rolü günümüze kadar oynadılar. Görülmeyen iplerden bugün de kurtulamadılar. Sanki yemeleri ve yediklerini istifra etmeleri için kendilerine iğne yapılıyor. Böyle olmasa, Osmanlıyı soykırımla suçlamalarını, totaliter rejim katillerini af etmelerini hangi akla ve mantığa sığdırabiliriz ki?, hapislerde, toplama kamplarında çürütülen Türk ve Pomaklara karşı işlenen suçların, “Belene” ölüm kampı ve öteki canilerin suçlarının zaman aşımına uğramasını istemelerine akıl erdirmek mümkün müdür? Tamamen olanaksızdır. Forumumuzun belgelerinin HÖH-DPS milletvekillerine ayrı ayrı, Sofya meclis grup başkanlarına, bakanlara ve Başbakana, Cumhurbaşkanı Plevneliev’e, Avrupa BirliğiBaşkanlığınaveAvrupaİnsanHaklarıKomisyonBaşkanlığınadaayrıayrıgönderilmesinde yarar görüyorum. Oysa biz her an her yerde, demokrasiye uzanan Bulgar demokrat aydınlarla, evrensel insan hakları savaşçılarıyla birlikte olmak istedik ve beraberdik. “Soya dönüş” çılgınlığına karşı olan büyük kitle hep bizimleydi. Aynı direniş saflarında, aynı kardeş sofrasındaydık. En büyük hedefimiz Çarlık faşistleri ve komünist totalitarizm uşaklarının kapattığı “komşu kapılarını” yeniden ardına kadar açmak, Vatan topraklarında karşılıklı-hoşgörü çınarı altında yeniden toplana-bilmekti. Büyük hedefimiz ise TOTALİTERİZİM ENGELİNİ YIKIP TARİH ÇÖPLÜĞÜNE atmaktı. Olmadı, 25 yıl süren Geçiş Dönemi bile bu kaskatılığı çözemedi, eritemedi. Totaliter enkaz kalkmadı. Çalışıp besleyenlerle yeyip beslenenlerin arası daha da açıldı. Sonuncular “saraylara” çekildi. Asırlarca süren göçlerin dinmeyen acıları, kimlikleri ve kültürleri yok edilenlerin boş bakışları, ağızlarına götürecek lokmayı bulamayanların dinmeyen yeni feryatları “saray” duvarlarına tosladıkça onları da ürkütüyor. Totaliter rejim çöktü, fakat totaliter zihniyet ve dermansız hastalık halen yaşıyor. Bu trajedi bizim özelimizdir. Davamızın asil hedefi hiç değişmemiştir, aynıdır. Bizimkisi bir VATAN davasıdır. Biz Ata Vatanımızdan kovulduk! Vatan aramaya gelmedik. İnsanın Vatanı, dedelerinin mezarları neredeyse orasıdır. Bizim dedelerimiz Bulgaristan’da yattığı sürece orası bizim Vatanımızdır. İnsanın ecdadından ayrı düşmeye zorlanması bir suçsa, bunu yapanlar soy kültürümüzün devamlılığını baltalamışsa, bize karşı KÜLTÜREL SOYKIRIM işlenmiştir. Ama bize karşı bir değil, bir sürü SOYKIRIM İŞLENDİ: Mesela, yine Osmanlı döneminde 1722–1773 yılları arasında yaşayan Bulgar ulusal aydınlıkçılarından Paisiy Hilendarski “Hey Bulgar, soyunu ve dilini unutma!” demişti. Soyunu ve dilini unutursa, Bulgarlara karşı soy kırım işlenmiş olacaktı! İnsan dilinin ağzına kilitlenmesi, yani anadilde konuşma yasağı, yazma yasağı, okuma yasağı, yaratma yasağı vs. tarihin bildiği en ağır cezaların amma en en ağırıdır. Çünkü konuşamayan, geçmişi unutturulan insan HAYVANLAŞTIRILMIŞ bir varlıktır. Biz Bulgaristan Türklerine anadilimizde konuşma çok görüldü, çok görülüyor. 21. yüzyılda ana dilimiz okullarda okutulmuyor, yasak. Bu emsalsiz bir Kültürel Soy Kırım değil de, nedir. 136 yılda, bize, soyumuza, sopumuza, ayrıca özellikle bizim kuşağa karşı işlenmiş 136 bin az, 136 milyon değişik tür soykırım örneği gösterebilirim. 1912’de Rodoplar’da 560 minare yıkıldı, bütün camilerde Papazlar ayine başladı, 1912’de, 1923, 1936-1944’te, 1972-73’te, 1984-1989’da isimlerimize, kimliklerimize, köylerimize, dinimize, okullarımıza, kültürümüze yapılan saldırılar Bunlar, SOYKIRIMIN EN PARLAK BULGAR ÖRNEKLERİ DEĞİLSE! Soruyorum NEDİR? Bir insanın 3–5 evi, yazlığı, konağı, sarayı olabilir ama VATAN’I tektir. Şimdi biz sözde çok-vatanlı olduk. Türkiye, Bulgaristan, Avrupa Birliği hepimize hep Vatan! Telefonlar Kanada, Amerika ve Avustralya’dan vızıl vızıl. Öz Vatan’ı olmayanın başka Vatan’ı olamaz. İnsan Vatan değerini ömrü sona yaklaştıkça belki daha iyi anlıyor. Bugün İsviçre toprağına yabancı gömdürmüyor. Berlin, Amsterdam, Münih, Paris Viyana seferinden dönen Türk uçakları ambarlarında son nefesini oralarda vermiş gurbetçi kardeşlerimizin tabutlarını taşıyor. “İnsanı son kucaklayan ata toprağıdır” sözü bizim atalarımızın dır. Mezar hakkımızın, mezar başında bir Fatiha hakkımızın yasaklanması da, bizim için paha biçilmez bir kayıp, büyük bir SOYKIRIMDIR. Ben, son 136 yılda Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının yaşadığı soy kırım trajedisi örneklerindeki çeşitliliğin, genel olarak KÜLTÜREL SOYKIRIM kavramına denk olduğuna inanıyorum. Bizi buraya toplayan yazılmamış programda, hepimiz için adalet ve herkes için özgürlük hayali var. Saklı olan bir şey yok. Demokrasi şafağının ilk ışıkları ile beklediğimiz günlerde, biz hepimiz, dünyanın en saf insanlarından dana naif, daha safdil ve pırıl pırıldık. Hayallerimizden kaynaklanan inancımızın özü, bizim oralarda, taş toprak arasında baharı müjdeleyen ilk güneş ışınlarıyla eriyen karların su birikintileri kadar şeffaftı, özlemlerimiz içtikçe içil-esiydi. Oysa totalitarizm adıyla ünlenen düşman, hiç öyle kazmayla çekiçle parçalanacak, ufalınca derelere doldurulacak bir kütle değilmiş. Teslim bayrağı yerine beyaz gömlek sallayacak sanmıştık. Çoooook, çok aldanmışız. Çocukluğumuzda ÖCÜbildiğimiz UMACI, totaliter kara kayanın altından çıktığı gibi, hem “adalet özlemimizi”, hem de “özgürlük hayallerimizi”

ilk hamlede, hem de ikisini de birden, çekip aldı. Bizi ikiye böldü. Bilinçli “adaletçi ve özgürlükçüleri” yani bizleri, açlık grevlerinden, gösterilerden, çatışma meydanlarından alıp, hayallerimizi koltuk altımıza sıkıştırıp, neredeyse bir don bir gömlek, baba ocağımızdan, vatan toprağımızdan, evimizden, köyümüzden kovdu. Ötekiler ise Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ‘nin cici bici vaatler paketine sarmalandı. Su ve tuz bizden, köle gibi çalışmak ve her seçimde bize oy verip yeni bir umutla özgürce yaşama hakkı sizin, dediler. Bu sözler önce umuttu, sonra öykü, artık efsane oldu. Bulgaristan Türk ve Müslümanları “hak ve hürriyet kasabının sayasına” kapadı. Sesini çıkaran dava kurbanı oluyor. Bu açıdan değerlendirdiğimizde: Sözde Avrupalı olduk da ne oldu? 2007’den beri AB üyesiyiz. Vatandaşa demokratik hakları en doğal hakları bile tanınmadı. Şimdi “şengene” girecekmişiz. Köydeşim Hasan dayının cebinde, doktora gitmek için, şehre inmeye parası yok… Bugün de ister milletvekili, ister bakan ol, hiçbir kimse “sayanın” dışına çakamaz. Geçerli olan yasalar “taş devri” kuralıdır! Yeni milletvekilleri Güney ile Palev’in başına geleni işitmişsinizdir. Dr Tabakov Varna cezaevinde gün sayıyor. Mayıs 1989 Ayaklanması; 10 Kasım 1989’da T.Jivkov’un devrilmesi; 1992’de yeni sözde demokratik Anayasa’nın kabulü ve artık çeyrek asır yerinde sayan totalitarizmden demokrasiye GEÇİŞ DÖNEMİ, sözünü ettiğim o bilinen TOTALİTARİZM DUVARINI yalnız ve ancak İKİYE PARÇALAYA BİLDİ. Adına Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) denen birinci parça kertenkele gibi komünistliğin yalnız kuyruğunu koparıp sosyalist renk alırken ve iktidar ile muhalefet merdiveninde aşağı yukarı tekerlendikçe iyice ufaldı “Tek Ulus – Tek Parti” balonu patladı. Meclisteki sandalyeleri 39-a düştü. Ne var ki, Bulgaristan Türkleri ve öteki azınlıkların özgün haklarının tanınması konusunda fikirleri değişmedi. “Bay Sali”nin soydaş olmasıyla Kostendil ilinden milletvekili seçilmesine büyük tepkiyi izlemişsinizdir. Bugünkü sosyalist liderlerinin babaları tarafından yetiştirilen HÖH-lü yöneticileri ve halkımızın öz davasına ihanet edenlerin süresi doluyor. Halkımızın güven balonu patladı. 250 bin Türk seçmenden oy alamadılar. Dokunulmazlığı zırhlı olan “ebedi liderin” kurultay kürsüsünden çöp çuvalı gibi atılması, bu bakıma çok anlamlıdır. Halkımız artık değişimler bekliyor. NATO ve AB üyeliği de etnik sorunları kendiliğinden çözmedi. GERB’in rolü: Totaliter kütlenin ikinci parçası – bugünkü ana iktidar gücü – GERB Partisidir. Sosyalisttotaliter mayalanmayı yıllarca ekşitipHALK PARTİSİ maskeli bir merkez sağ oluşum meydana gelene kadar 20 yıl beklediler. Yeni hükümet de dahil son 25 yılda kurulan kabinelerin hiç biri totalitarizmi gömüp demokrasiye dönüşmeyi hedefleyen bir PROGRAM ortaya koymadı. Bu bakıma etniklerin özgün kültürel hakları da Todor Jivkov zamanında olduğu gibi kaldı. Şöyle bir süreç de izlendi: Bu yıllar içinde, (temel ödevi demokrasiye dönüşümü gerçekleştirmek olan) Demokratik Güçler Birliği (CDC) yıkamadığı totaliter duvara toslaya toslaya kendi dağıldı. Şimdi çavdar sapı kadar cılız bir bünyeyle iktidar ortağı Reformcu Blokla birlikte nefes alıyor. 2014 Bulgaristan’da çok renkli çoğulcu politika için yeni bir başlangıç oldu. 2 ay önce 8 siysi parti meclise girdi. Yukarıda işaret ettiğim milliyetçi sağ ve sol uçlar siyaset ortamını iyice renklendirdi. Politik literatüre “ksenofob” yani Bulgar olmayana düşmanız terimini taşıyanlar koro oldular, motorlu sürüler halinde dolaşıyorlar, futbol fenlerinin zavalı enerjisini marjinalleştirmeyi başardılar. “Ataka” partisi soldan, Makedon İç Devrim Teşkilatı (VMRO) ile Milletçi Cephe (PF) sağdan ırkçı, milliyetçi, yeni-faşistler ortak icraata geçtiler. “Düşman olarak tanımlanan Bulgar olmayanların saflarında” bu ülkenin öz vatandaşları Türk, Pomak ve Roman kardeşlerimiz var. Onlarla birlikte, Suriye savaş kaçakları ve diğer etnikler var. Bu gerçek, demokratik Avrupa kamuoyunun gözünde bir çöptür. Çeyrek asır boyunca dönüp nereye baksak “Tek Ulus Devleti” bir çıbanbaşı olarak hep karşımızdaydı! Çok kültürlülükten, farklılıkların bütünselliğinden oluşacak yeni uygarlıktan söz eden yok. Faşizan zihniyetin çete başı, Milliyetçi Cephe (PF) Başkanı milletvekili Valeri Simyonov yemin töreninde “Bulgaristan her şeyin Üstünde” derken sağ elini Naziler gibi kaldırdı. Hazır bulunanların üstüne Hitler zamanlarından kalma bir kova buzlu su döktü de, bu jest hala kınanmadı, sadece hatırlatıyorum. Sözde ikiye ayrılıp biraz da ufalanan totaliter duvar parçaları arasında kalan, Türk-Müslüman hareketi olarak bilinen HÖH-DPS, yine konumuz olan şu dönemde Türklük ve Müslüman geleneklerine, demokrasi ve insan hakları prensiplerine sonuna kadar bağlı kalsaydı, bugün burada bambaşka bir vesileyle toplanmış olurduk. Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) hakkında fikir beyan etmek isteyen konuşmacılara peşinen söylüyorum. Halk topluluğumuzdan, beklentilerimizden ve emellerimizden tamamen kopan bu partide biçim ile öz birbirinin aynası olmaktan çok uzaktır. “Hak” ve “özgürlükler” terimlerinde dile gelen şekil bir paravan olarak kullanıldı. “Öz” olani ise – totalitarizmin etnik azınlıkları asi mile edip eritme değirmenine su taşıdı. Müslüman etniklerin Bulgarlaştırılması işinde HÖH yönetimi totalitarizmden demokrasiye geçiş döneminde eskiden gelen ve değişmeyen devlet siyasetine hizmet sundu. Hem içi hem dışı hepimizi yakan “Bulgar Etnik Modeli” HÖH-lideri Ahmet Doğan’nın icadıdır. Zamanını, daha icat edildiği gün kesin dolduran bu model, Türk, Pomak ve Roman’ları, Türkiye’deki soydaşlarımızı bir “oy makinesi” haline getirdi. Ayrıca Bulgaristan’daki kardeşlerimizi uyanmamak üzere uyutma aracı rolü gördü. Netice ortadadır. Geçimi ateşten gömlek olan Türkler ve Müslümanlardır. En fazla göç veren kesim Türkler ve Müslümanlardır. 50 yıldan beri ana dilinde ders görmemiş çocuklar, bizim evlatlarımızdır. Türkiye’ye gelenler dışında 2.5 milyon kişi vatanı terk etti. Tüm Bulgaristanlılar dağıldık. Göç eden, ekmek parasını dış ülkelerde arayan her kişi Bulgaristan’da demokrasi davası için bir kayıptır. Totalitarizmin ayakta kalıp ömrünü sürdürme çabalarına göğüs geren ana güçlerin başında işçi sınıfı, sivil toplum örgütleri gelir. 1989’da açlık grevine kalkıp isyan eden Türkleri ve Müslümanları tecrit eden zihniyet bugün artık aşıldı. Sofya’da meclis önünde düzenlenen son sendikal ve sivil toplum örgütleri eylemlerinde Kırcaali, Haskovo, Roduzen ve Madan’dan kadın ve erkek işçiler omuz omuza yürüdü. Güçlenen protestolar, 2013’te bir kalın enseli dolandırıcı olan HÖH milletvekili Daniyel Peevski’nin Devlet Güvenlik Sistemi DANS Başkanı seçilmesini önledi. Şimdi de bağımsız Türk doçent Doktor Orhan İsmailov’un Savunma Bakanı Yardımcısı atanmasına karşı tepkiler ve Bulgar Ulusal Televizyonu 1 Kanaldan 10 dakika Türkçe Haber Bülteni’nin kaldırılması isteğini de suya düşürüldü. Protesto dalgası yükselirken toplam 28 kişi kendini yaktı. Totaliter duvarı yıkıp demokrasiye geçme davamız devam ediyor, sivil toplum örgütlerimiz bu davada ön saflardadır. Azınlıkların toplamını kucaklayan iletişim araçları, güçlü ortak kazanımlar, günlük gazete ve aylık dergileri olmayan, garibanlığın yarattığı ortamda birlikte gülüp eğlenmekten çekinir duruma gelen, sefil bir halk katmanından söz ediyorum. Köylerimizde köpek havlamıyor. Bizim insanımız “genosit”tir, “soy kırımdır” sözlerini pek bilmez, kime sorsanız alacağınız cevap, “biz kırıldık” olur. Hastalıktan kırılsak, “kırılmışızdır” Soy kırımına uğrasak gene “kırılmışızdır !” Evet, savaş görmeden yok olsak, yine “KIRILDIKTIR!” da, uzun süreli ve süreğen bir soykırım yaşamışızdır. Ama bizde bunu kimse bu kadar uzun anlatmaz. Evet, 136 yıldan beri biz, her gün SÜREĞEN KIRIMLA YAŞIYORUZ. Ve “ufalana ufalana büyüyoruz!” Ezildikçe bilinçleniyoruz. Artık bir araya gelip toplantılar yapıyoruz, konferanslar, Sempozyumlar düzenliyoruz. Elektronik gazetemiz var. Dernek gazetemiz çıkıyor. Irmağımız yola çıktı, çağlayarak akıyor. Herkesin yüreğine serinleteceğine ve uyuyanları uyandıracağına inanıyoruz. Bizim artık sürekli soykırımla kırılarak yaşamaya son vermemizin vakti geldi, geçiyor. Yani “U” dönüşü yapmalıyız, uyanmalıyız ve ufuktaki ışıkları görebilmeliyiz. Eğer bunu yapamazsak iyice toz olmayı ve LODOS RÜZGÂRININ bir gün bizi alıp Vatanda her yerin her yerine, yeniden bitelim diye alabildiğine savurmasını mı bekleyeceğiz, bilemiyorum artık!!! Tüm anlattıklarıma ve anlatılanlara karşın, Zahari Stoyanov’u unutmayalım, “DAİMA BURADA OLACAKLAR!” değişmez bir gerçektir ve bizim en kutsal hakkımızdır. Yine bu cümleden sonra, Payisiy Hilendarski’nin yazdıkları da kulağımıza küpe olsun: “soyumuzu ve dilimizi öğrenip geliştirmemiz ve yüceltmemiz en büyük vazifemizdir!”

Yani kısacası birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız!


4

Anadili ŞiirAÇelengi NADİLİM Seni anamdan öğrendim Sen kolum kanadım elim Geceyi seninle yendim Güzel Türkçem Anadilim Ben seninle dedim: ANA Sevilcan YÜCE Büyük Atama ant içtim. Biz bir soykırım sempozCandan bağyumuna gidiyoruz. Katliam l a ndım vatana insanın kendisini öldürmezGüzelTürkçemAnadilim. den önce, ana dilinin, soy kimliğinin, özgün kültürel Sen ışığısın güneşin benliğinin, Türk ise Türk Seninle yücelir ilim. ruhunun düşmanı olur, ruhun katledilmesi demekDünyada yoktur tek eşin tir. Yıllara sığamayan, onGüzelTürkçemAnadilim. larca yıllar süren, asırlarca uzayan ve en sonunda soSeni öğrenen ak bahtlı nuçsuz kalan bir eziyet seSeninle aydındır yolum rüvenidir bu. Çünkü kimliHer kelimen baldan tatlı ğimizi sonsuzluğa taşıyan Güzel Türkçem Anadilim ruhumuz ölümsüzdür… Ben senden Bu bizde 136 yıldan başka dil seçmem beri bitmeyen bir kavgaSen benim mutlu kaderim dır. Birlikte var olma kavÖlürüm sengası. Gölgelerin kesişme d e n v a z g e ç mem noktalarında birbirlerini Güzel Türkçem Anadilim. yenememesi gibi bir şey… Şairlerimiz doğuştan biAli BAYRAM zim olan en kutsalımızı, Anadilimizi şöyle anlatıANADİLİM yor. Anlattıkça da yaşatıyor. Şiirlerimizin tüm çoBenimsönmezgüneşimsin cuklarımızın ezberinde Işık saçan öz kandilim yaşatmasıtemennilerimizle: Vazgeçilmez bir eşimsin GüzelTürkçemAnadilim! Ahmet ŞERİF

ANADİLİMİZ

Türk milleti dilini Asırlardır işlemiş, To p r a ğ ı n ı i l i n i , Türk ruhuyla süslemiş! Annem bana bir yürek Bir ezanlı ad vermiş, Dilde her ses mübarek Her söze renk vermiş! Ezana minare Türküye saz yaratmış Dili kitaptır, hak çare Vatanımıza nur katmış! Dilim bayrak, hasretim, Milletimin incisi; Kutsal milli servetim Türklüğümün Türkçesi!

Ecdadımın dilisin sen Seni candan severim ben Güzelliğini överim ben GüzelTürkçemAnadilim! İpek gibi bükülürsün Yumak gibi sökülürsün İnci gibi sökülürsün GüzelTürkçemAnadilim! Sevimlisin yaprak gibi Cevher dolu toprak gibi Şereflisin bayrak gibi GüzelTürkçem,Anadilim! Bir su gibi akıcısın Dilber gibi yakıcısın, Hem tadısın, hem acısın GüzelTürkçemAnadilim!

Sensiz dünya Latif KARAGÖZ h a r a m bana. Sensiz yaA N A D İ L İ M şam verem bana. Neşe, sevinç veren bana İlkgözaçtımduydumseni Güzel Türkçem Anadilim! Anam gibi ana dilim. M e h m e t Ç AV U Ş Büyüledin o an beni Çiçek açtın kilim kilim!

ANADİLİM

Ninnilerim senle oldu Rüyalarım senle oldu Verdiğim hazlar ne boldu Nar gibisin dilim, dilim! Bilgileri siperlerim Ellerimden güç derledim Yollarımda ilerledim Kucak açtı bana bilim! Türk’ün ayağı elisin Yüreğinin gür selisin Kültürümün temelisin Benim eşsiz ana dilim! Sen dünyada var oldukça Gönlümüzdeyâroldukça İçimizde har oldukça Ana dilim tek sevgilim! Şaban KALKAN

Ana dilim pek tatlı Türkçe derler adına, Türkü gibi kanadı Doyum olmaz tadına. Alfabesi güç değil; A, Be,Ce, De, E, Fe… Ona hürmetle eğil Her sözü bir felsefe! Özü destan, şarkıdır Çor Tigin’le başlayan, Kırk beş ağız farkıdır Şer güçleri taşlayan! Bozkırlarda sel oldu Orkun’dur ilk akını, Anadolu’da buldu En çalışkan çarkını!

Gayeli Mücadele

Neriman ERALP Soykırımla hesaplaşma sempozyumuna selam. Mum dediğin, yanıyorsa mumdur, Yanıyorsa, ölüme mahkûmdur. Bu savaşımı dedelerimiz, babalarımız verdi. Gün geldi birçokları ateşini yeni kuşağa devrederek, dünyanın kendilerinden sonra da aydın kalacağına inandıkları an, söndüler. Ve ben birçok defa soruyorum kendi kendime. Baba ocağından buralara taşıdığımız ve bir türlü vazgeçemediğimiz öz nedir diye? Şu dörtlük geliyor aklıma hep: Bahçelerde saz olur Gül açılır yaz olur. Ben yârime gül demem Gülün ömrü az olur. Yüreklerimizdeki büyük gerçekliğin her zaman bizim olan ebediliğidir bu. Büyük bir davanın devamcısıyız. Bizim kuşak meşale alıyor. Gayeli bir mücadelenin yeni erleri olmakla yükümlüyüz. Bizi bugünlere dalgalanarak getiren bayrak kimlik davamızı yaşatandı. Osmanlının 40 düvelinin içinden çıkan Türkler biziz. Biz Urumeli Türkleriyiz. Öyle beyaz badanalı, kolalı çarşaflı yataklarda doğmadı bizim dava. Kendi şairlerimizin anlatışlarındandır şu dörtlük: Yarı belime kadar mezarıma gömülü Dedim bir kere daha haykırayım, SOS Sanırsın koca dünya ya sağır, ya da ölü Yankılanıp döndü mü, can verdi ses. Gayeli kavgamızın öncüsü ve meşalesi olan ozanlarımız koğuş karanlığında içsel aydınlıkla yazdıkları her dörtlükte, başka ama belki daha büyük, beldi sesi daha güçlü olan bir başka yaratıcımızın dediği gibi “tepeden tırnağa kavga, hasretten ve ümitten ibaret” değil de nedir? Devrimlerin devrimi ve gayeli kavgaların er meydanı olan Paris’te tarihsel olaylar arifesinde söylev ateşini hissetmek ve devrim alevlerinin yükselişini görebilmek için, yazılı çizili anlatımı okumaya zaman ayırdım ve vardığım sonuç şöyledir. Büyük olaylar, büyük ayaklanmalar, söndürülemeyen isyanlar, çağ değiştiren ve insanlığa yeni uygarlık doğurtan güç güzel kadınların emsalsiz güzelliğinin cesur erkelerin gözlerindeki ateşte yanmak istemesinden kaynaklanandır. Çıt kırılır diye itinayla korunan kız güzelliğinin güçlü kollar arasında çatırdamak arzusu, lüle lüle dökülsün diye her teliyle özenle oynanan saçların karman çorman olmak istemesidir. Hayır deniz kıyısında savrulmak değil, işte böyle karman çorman olmak ve çatır çutur kırılmaktır. Bizde 1989 Mayısında tozlu yollara düşen Ak Kadın’lı kadınların yolunu kesen tanklar neden ateş açamadı, askerler neden yerinde donup kaldı, otomatik silahlar neden şarj olmadı. Evet güzelliklere ateş açılamadı. Hayat yaratan güzellikler öldürülemezdi. Çünkü hayat bir bütündür. Hayata el kaldıranın gücünü mutlaka alan ölümdür… Sonra o büyük gayeye yürüyenler, güneşten ışık içmeye gidenler kültür akademisi bitirmemişti, demokrasinin mutlaka hayata geleceğini, doğum gününün yakınlaştığını hissettikleri parlayan gözlerinden besbelliydi. Özlemlerinde olanın yolda olduğunu biliyorlardı. Evet, onlar belki de başka halkların kültürünü bilmiyorlardı ama kendi kültürlerini iyi biliyorlardı. Geleneklerine ve özgünlükleriyle yaşamak istiyorlardı. Farklı olmak onların özelliydi. Bilinçli gaye belirlemişler, hedef saptamışlar, yakın amaca yürüyorlardı. İlk istekleri toplama kapları, hapishane kamplarının açılması ve sevdiklerine kavuşmaktı. Yürek çarpışlarından özgürlük sedaları yükseliyordu. Onlar için gelecekleri umut yüklüydü. Yasaklanmış olan anadilleri, güzel Türkçemiz, ölüm kalımın dönüm nokrasındaydı. Üç kuşaktır dilleri kelepçeli olsa da gönülleri ve gözleri Türkçe konuşuyordu. Yıllanmış tohumların küflenip çürümesi misali anadilleri ve öz kültürleri hafızalarına hapsedilip unutturulmak isteniyordu. Dilimizin temizliğe, güneşli su gibi ışıklığa doğru akışının önüne geçilemezdi. Burada sorun, okul kitapları, kalem defter, konuşma diliyle yazı dilimiz arasındaki hendeği aşmaktan fazla gönül sesimizin Türkçe olması ve kuşlar gibi uçmak ve seçtiği sevda dalına konmak isteyen güzelim Türkçe sözlerin dile gelirken dünyayı hareketlendirmiş olmayıydı. Taşıma suyla değirmen dönmeyeceğini de çoktan anlamışlardı. Bugün de değişen bir şey yok. Birisi “Benim Türk kültürüne ihtiyacım yok” derken, karşı taraf 500 TV yayını açsa da, gönül boşluğu ortadadır. İnsanlarımız dünyanın en iyi halklarından biridir. Konuştuğumuz ana dilimiz anaların en güzellerinin dilidir. Bu dili Türkiye bakımından sınır ötesi yaşatma özlem ve çabamız ise, ona buna yaranmak gayesi gütmez, gıcık yaratmak da işimiz değildir, olay özümüzün gerçek yansımasıdır. İşitmek istediğimiz kendi sesimizin sedasıdır, yabancı bir gürültü değil. Toprağı sevdiğimiz, su gibi içtiğimiz ana dilimizle severek yaşama kutsalımız olduğundan, bu uğurda isyan etmemizden daha normal, daha yasal, daha yüce bir şey gösterebilmek kimin haddine. Birbirini göremeyen gözlerin, konuşarak sevişmeye can atan dillerin arzuladığı hürriyetten daha büyük bir özgürlük göstere bilir misin? Ayaklanan, öz hakları bir yana, adaletli toplum isteyen insanların, dünyayı yenilerken. Özgürce sevişmesinden, yaratacakları farklılıklarla dünyayı renklendirmesinden daha asil daha yüce bir erdem olabilir mi? Ayaklanmalar bir de bir rüzgârdır. Güzellikleri dallandırıp ballandıran bir mehlem misali rüzgâr! Bir gerçeğin herkesçe bilinmesinde yarar vardır. Doğuştan kendilerinin olan her şey ellerinden zor kullanılarak alınmıştı. Dilleri, dinleri, Türkçe sevişmek için Türk gibi evlenme

Bulgaristan Türklerinin Sesi hakları, sevgilileri gönüllerinden koparıp hapsedilmişti, zindanlar dünyasına atılmışlardı, çocuklarına okul kapıları kapanmış, sarı kırmızı mor açan, buram buram kokan çiçekler bile birer birer açmaz ve kokmaz olmuştu. Onların sevgisi olmadan açan çiçekleri koklamanın ne anlamı vardı ki! Fakat kendini akıllılardan akılı satmak isteyen devletin bilmediği pek çok şey vardı. Mesela onun emriyle sevmek mümkün olamazdı. Devlet emriyle çocuklar cahil bırakılabilirdi ama halk bilgeliği yok edilemezdi. Devlet emriyle Türkçe türküler yasaklanmıştı, sazların telleri koparılmış, sapları kırılmıştı fakat halkın gönlündeki sanat ayarı bozulamazdı. Ozanların yaratıcılığı sadece kulağa gelen değil, gönül derinlerinde yaşayandı. Duyumlardaki nameler yeraltında arken de şırıldayan ırmaklar gibi şarkı söylemeye, yaratmaya, güzellikleri her gün başka bir şekilde yaşatmaya çalışıyordu. Devlet anne kokusunu da değiştiremezdi. Devlet namus bütünlüğü içinde evlat, ana baba, nişanlı, sevgili bekleyenlerin gönül sıcaklığının yerine asla ve asla hiçbir şey koyamazdı. Dolmayan boşluklarsa sönmeyen köz ocaklarıydı. Bizim büyüklüğümüz belki de çok bilge ve sabırlı olmamızdaydı. Sabır köklerimizin tarihin çok derinlerinde olmasında ve budanan ağaçların içten içe ağılaya sızlaya baharı beklediği gibi yeni filizlerin mutlaka fışkıracağına, yaprakların yolda olduğuna, meyvelerin gelirken de ballandığına sonsuz inancımız yaşıyordu. Devlet, nasıl devlet olursa olsun, hainliklerin rengi ne şekil olursa olsun bu büyük gerçeklik bizim hayat kuramımızda bir yasa değil, yasallıktı ve her bahar kendi yineleyerek hayata geliyordu ve yine gelecekti. Ve Ayaklanan insanlar topraklarını, köylerini, vatanlarını seven insanlardı. Onlar bu topraktan gelmişti. En büyük inançlarında bu toprağın bir gün gelip onların kemiklerini isteyecek olmasıydı. Onun için toprağa, anaya, doğurana ve taratana dillerinde lanet ve küfür yoktu. Onların şerefi, namusu ve bilinci bütündü. Bu dini bütün olmaktan da öteydi. Onlar bu topraktan bir parçaydı ve aynı topraktan bir parça olmak istiyorlardı. Yazıktı! Bu güzelim toprağı çiğneyen tanklara, zırhlılara, asker ve çavuşa. Öldürmek istedikleri ölümsüzdü. Besbelli kulluk eden asker korkmasın diye Bulgar’ın kitabında Türk ruhu hakkında “ölümsüz “ ve “ebedidir” kaydı konmamıştı. Bulgaristan Türklerinin ve tüm Müslümanların özgürlük savaşı Bulgarlara da örnek oldu, onların birçoğunu uyandırdı. İnsanlara baskı yapmanın, doğal kimliklerine terör uygulamanın anlamsızlığını algılama süreci yıllar aldı. Kendi tarihlerinde olmayan ama dünya tarihinde yer alan bilgeliği, ibret derslerini öğrenmeleri gerekiyordu. Yüzlerine yapışan tükürüğün yağmur olmadığını sezinlemeleri zaman aldı. Önce başka birine zulmeden kendisi özgür olamaz gerçeğini öğrenmeliydiler. Vatandaşlarına zulmeden bir devletin demokrasiden söz etmesi büyük bir saçmalıktı. Aldatmanın oyalamanın da bir sınırı olduğu bilinci kendileri için de büyük bir tehlikeydi. Hayatın kendisi, gelecek hapsedilemezdi. Dünü bugüne bugünü yarına bağlayan hayatın yok edilmesi imkânsızdı. Yeni hiçbir mum yakılmasına müsaade etmeseler bile Türklüğün geçmişten gelen ışığı bizim önümüzü görmemize yetiyordu. 1989 Mayıs İsyanı bu aydınlığı yaşatma davasının şahlanışıydı. Ayaklananların dillerinde türküler, şiirler, destanlar vardı. Onlar insanların ancak şiirle, şarkı ve türküyle sevilip, fıkralarla, eleştiriyle, mizahla dövüleceğine inanıyorlardı. O an tanklara karşı yürürken, şehitler verirken, mezar kazıp dua ederken en büyük erdemleri şiirlerinin, türkülerin, şarkıların, masal ve efsanelerinin vatan toprağında kalması ve bilinmeyen yaratıcıların, yüreklerdeki sanatının ebediyen yaşarken, gelecek kuşaklara meşale olmasıydı. Hepsinin bilincinde dünya ne kadar değişirse değişsin yiyeceğimiz ekmeği doğuran toprağımızdır, bu topraklar bizimdir inancıydı. Ve bunu söküp atmak imkânsızdı. O öyle bir inançtı ki, değil rüzgârlar ve fırtınalar, yerle gök birbirine kapansa bile, hayat yine de bu topraklarda onların gönlünce yoluna devam edecekti. Saçılıp dökülmek, kayıplara karışıp başka yerlerde mutluluk aramak karanlıklar girdabına düşmekten başka bir şey değildi. Onlara bilmedikleri bir şey anlatılmasına gerek yoktu. Ayaklananların halk felsefesinde Urumeli ve Dobruca vardı. Doludizgin akan Tuna ırmağının yaşattığı bir kültür yaşıyordu. “Ovada kabak, Balkanda adam yetişir” nüktesi onlarındı ama yerine göre kullanmada ustalaşmışları ve “Ovada adam, Balkanda odun yetişir” deyenler de onlardı. Lehçelerinde “kaza” sözü yoktu, onlar yalnız “eda” kullanırdı. Ayaklanma tam zamanında patlamıştı. Yarına veya yarım bırakılacak bir iş değildi. Tütüne, mısıra, yonca biçmeye, harman dövmeye gider gibi çıktılar yollara ve her adımları kutsaldı. Hiç kimseye kin ve nefret beslemeyenler onlardı. Eski yapraklara yeni meyveler sarılmayacağını biliyorlardı. “Olur, böyle şeyler” derken akıllarındaki “Keskin sirkenin zararı küpünedir!” idi. Öyle de oldu. “Eden kendine eder” misali devlet çöktü. Kötülük eden kötülük buldu. Çırpınmak, yalvarıp yakarmanın para etmediği günler geldi. Kötülükler de insan seçiyor ve intikam almaya kötü insanları birer birer buluyordu da, bu gidişin konuya komşuya zararı da az olmadı. Çilelerin en ağır yükünü taşıyanlar biz, umutların en büyüyle yaşayanlar da biz olduk. Yerinden sökülenlerin yıllarca meyve veremediğini öğrenmek de çok acı verici oldu.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Bulgaristan’da Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırımın 30.yılı Sempozyumu Doc.Dr.Kutluk Kaan SÜMER İsmail CİNGÖZ-Bulgaristan’da Türk Soykırımı Doc.Dr. Hasine ŞEN-”Bulgar Yazarının Sessizliği: 1984-89 Sürecinin Bulgar Edebiyatına Yansımaları” Doc.Dr. Aziz ŞAKİR – Mezarlarımızın durumu Dr. Nedim BİRİNCİ, Kosta PRAMATARSKİ Abidin KARASU, Sevilcan YÜCE 2.Gün Saat 10.00 da başladı III.Oturum Sezgin MÜMİN – Oturum Başkanı Şükrü SÜLEYMAN BAHAD Başkanı Lilyana DRUMEVA, Ramazan KURUCU Sabri İSKENDER, Miroslav PİSOV IV.Oturum Alptekin CEVHERLİ – Slayt gösterisi Yrd.Doc.Dr.Süleyman ÖZMEN - Slayt gösterisi İstanbul Okan Üniversitesinde öğretim üyesi ve Tekirdağ Dayanışma ve Düşünce Topluluğu (TEDAY)ın kurucu üyesi Evgeniy MİHAYLOV, Edvin SUGAREV Prof. Dr. Evelina KELBEÇEVA V.Oturum Dr.Donika GEORGİEVA, Av. Bilyana PİSOVA Dr. Georgi BOZDUGANOV, İliya GLAVÇEV Stoyko STOYANOV, Hristo HRİSTOV VI.Oturum Aleksis PROKOPİEV, Maya BÜYÜKLİEVA Teodora DİMOVA, Dr. Nejdet ÖZGÜR;

Sempozyumdan bazı özetler;

Lilyana DRUMEVA konuşmasında; Bir Bulgaristan vatandaşı ve bir Bulgar olarak tek suçum komünistlere karşı direnmem oldu. Bir soydan olmam ve dedelerimin ve babalarımızın yetiştirdiği tarzda benim de kendi düşüncelerimle hareket etmem onlar için suçtu. Dolayısı ile komünist partisinin düşmanları ırklara ayrılmış değildi. Bunlar sisteme karşı gelen her vatandaşı ellerinden geldiği ve iktidarın verdiği tüm gücü kullanarak yıldırmaya çalışıyor ve kelemenin tam manası ile yok ediyorlardı. Bu mücadelemde çok acımasız ve insanlık dışı cezalara maruz kaldım ve bu kaderimi en çok Türklerle paylaştım ve tek onlardan anlayış görebildim. Bir yaşındaki çocuğumla sürgüne gönderildiğimde iletişim kurduğum herkes beni ret ederken sadece bir yaşlı kadından merhamet görebildim. O da beni sadece bir anne olarak kabullenebildi. Burada belirtmek isterim ki, Belene ve diğer toplama kampları ilk komünist karşıtları Bulgar aydınları için açılmışlardır. Özetleyecek olursak komünistler düşmanlarını ırklara göre değil yandaşlara ve karşı gelenlere göre seçiyorlardı. Burada Türkiye’de Belene dendiğinde herkes Türkleri anlıyor yani Belene Bulgarlar için kuruldu daha sonra Türkleri de oralara aldılar. Burada çok ama çok Bulgar aydını hayatını kaybetti hatta bunların mezarları bile yok çünkü izlerini kaybettirmek için cesedlerini domuzların önüne yem olarak atmışlardır. Acı ama gerçekler bunlar. Komunistler Bulgar aydınlarını, işadamlarını, subaylarını, sanatçı ve sanatkârlarını, düşünürlerinin tamamını yok etiller. Onun için bu gün kararlı ve idealleri olan bir toplumdan yoksunuz maalesef. Evgeniy MİHAYLOV (E.Demokrat Güçler Birliğ Milletvekili) Konuşmasında; 1989 sonu ve 1990’nın ilk aylarındaki protesto yürüyüşleri ile ilgili o tarihlerde çekilmiş videoları bizlerle paylaştı veinsanlarımızın o tarihlerdeki anılarını canlandırarak tekrar bizleri o günlere götürdü. O olayları canlı yaşamayanlar da o sahnelere şahitlik etmiş oldular. İsimlerimizin iadesi ile ilgili detaylara değinerek ve komünist par-

tisinin yüzsüzlüklerini tekrar hatırlatarak o günkü doğal birlikteliğimiz ve komünizme karşı dik duruşumuzu mağlesef daha sonra yine komünist partisinin elemanlarının müdaleleri ile hepimiz kaybettik. Bizleri etnik gruplara ayrıştırarak bölmeyi başarabildiler ve neticesinde 25 yıl daha ihtidarlarını sürdürebildiler. Edvin SUGAREV – (E.Demokrat Güçler Birliğ Milletvekili ve ilk demokratik mücadelelerinin öncüsü) konuşmasında; Türklerin isimlerini geri alma mücadelesi ile aslında Türkler Komunist Totaliter rejimin yıkılmasında en önemli etken olmuşlardır. Mağlesef daha sonra bu gücü komünist partisinin yetiştirmiş olduğu elemanları sözde Türklerin partisi diye adlandırdıklarıpartinin başına getirerek Türkleri etkisiz hale getirdiler ve totaliter rejimi yıkılmasındaki rölünü önemsizleştirdiler. OdönemdebizlerindeyaniBulgaristan’dakiBulgaraydınlarınınTürklerin yanında yer almamızı komünistler ve ırkçılar kabullenemediler ve bizlere fes-Türk diyerek hakaret etiler. Beni çok etkileyen bir olayı Türkler çokzekicebirmuhtaracezaverdiklericezayısizlerlepaylaşmakistiyorum. Razgradın bir köyünde isim değiştirme olaylarında aşırı katkı sağlayan bir Türk muhtarını köylüler cezalandırıyor fakat ne dayak ne de sopayla. Bu muhtardan tüm köylüler selamlarını kesiyor ve köyde muhtarı yanlızlaştırıyorlar. Türk Muhtar bu psiholojik baskıya dayanamıyarak kendisini içkiye veriyor ve zamanla o köyü terk etmek zorunda kalıyor. İşte bu örneğibizler hepimiz komünistlere karşı yapabilmeliydik ama mağlesef yapamadık. Bu olayı örnek olarak yani Türkler ve Bulgarlar tekrar o 90 lı yıllardaki komunizme karşı birlikteliğimizi yenileyerek bulgaristanda komünistlere benzer cezayı uygulamamız gerekmektedir. Bulgaristan komünist geçmişinden kurtulmalı ve bunları iktidardan uzaklaştırarak hiç ayrım yapılmayan gerçek birdemokratik yapıya kavuşmalıdır. 90 lı yılların başında Bulgaristandaki mü cadelelerde iki taraf vardı, ezen ve ezilenler. Birinci tarafta ezen komünistler, diğer tarafta ise Türkü, Bulgarı, Romeni, Pomağı v.s. ile ezilen halk. Bulgaristan halkının o mücadelelerde tek hedefi vardı, komünizmi yıkmak ve gerçek demokrasiye geçebilmekti. Bu doğal birlikteliği komunistler kendine has manevraları ile bozmayı başardılar ve 25 yıl süren geçiş döneminde de iktirdarda kalarak maalesef yine galip geldiler. İstanbul’da düzenlenen bu sempozyumdaki samimiyetle tekrar 90 lı yılları hatırladım ve bundan sonra tekrar o birlikteliği sağlayabilmek için bir ışık görebiliyorum. Yalnız burada liderlerin yeni nesilden olmalarına dikat edilmelidir, çünkü yenilik yeni nesille gerçekleşebilir ancak. Te k r a r b u s e m p o z y u m u g e r ç e k l e ş t i r e n l e re e m e ğ i g e ç e n h e r k e s e t e ş e k k ü r e d i y o r. Sabri İSKENDER Komunizme karşı mücadelemiz birlikte hareket etmekten geçer. İlk sürgüne gitmeden önce kaldığım kira sahibi Bulgar kaleminizi Todor Jivkova karşı yöneltmeniz gerekiyor diye öğüt verdiğini hatırlattı. 90 yılları da hatırlatarak o günlerdeki birlikteliğimizden yoksun kaldığımızı belirtti. Komunistler geçmişte yönettikleri gibi 25 yıllık geçiş döneminde de komünist burjoazisini oluşturarak tekrar yönetmeye devam ettiler. Halk ise komünist döneminde ezilen geçiş sürecinde ise fakirlikle ve yoksullukla boğuşan ve yine ezilen taraftı. Bu sempozyumda ezilenleri temsilen Türk ve Bulgar kader birliği yaparak bir araya gelip bu konuları dile getirebilmemiz komünizme karşı yeni bir direniş başlangıcı ve yeniden içimde bir umut yeni bir ışık doğdu. Bu sempozyumları çoğaltmamız ve komünistlere karşı birliktelimizi güçlendirmeliyiz.


6

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Когато истината за комунистическия режим обедини българи и турци ПАМЕТ - Инициативи

Написано от Христо Христов Понеделник, 22 Декември 2014 09:55


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

3.Bulgaristan Sempozyumundan Erdal KARABAŞ

Bulgaristan Türkleri Derneği (BULTÜRK )tarafından düzenlenen 3 ‘ncü sempozyumun konusu ‘’ Bulgaristan’da Etnik Temizliğin ve Soykırımın 30.Yılı ‘’ idi. 18.Aralık 2014 günü açılış toplantısına katıldım. Aradan tam otuz yıl geçmiş. Tüm Dünya için zor yıllardı. Meğer inanılmaz olaylar yaşamışız. Rejimi ne olursa olsun , kamusal erki eline geçirmiş bir yapı , vatandaşlarının isimlerini değiştirir ise; sisteminin başarılı olacağını düşünerek aldığı kararları eyleme koymuştu. İki kutuplu Dünya da , karşı pakt’ta ki bir ülkeye karşı , devletlerin açık bir şekilde dünya kamuoyuna açıklama yapması pek düşünülemezdi. Ancak sivil toplum kuruluşları kendi ulusal kamu oylarına yapabildikleri kadar açıklama yapabiliyorlardı. Dünyada batı blokundan 4 haber ajansı ( Associated Press -ABD , Reuters -İngiltere ,Wolff -Almanya , Agence France-Presse -AFP/ Fransa ) doğu blokundan da 1 haber ajansı (TASS -Sovyetler birliği ) ürettikleri haberler ile dünya kamu oyunu oluşturuyorlardı. ( SOSYAL MEDYA ,İNTERNET ,..v.s ) olmadığı gibi ,telefon ile bile haberleşmek mümkün değildi. En yaygın haberleşme aracı ‘’ MEKTUP ‘’ tu. 12 Aralık 1984 ‘te Bulgar Todor Jivkov yönetiminin ‘’Türklerden isimlerini değiştirmeleri, Türkçe konuşmamaları ve ibadet etmekten vazgeçmeleri ‘’ konusunda aldıkları kararları ve insanlık dışı uygulamalarını ,Almanya’dan karayolu ile gelen işçilere ve Tır şoförlerine ,oradaki soydaşlarımızın bin bir güçlükle verebildikleri mektup , fotoğraf ve diğer belgelerden öğrenebiliyorduk. Bu Mektupların adresi belli idi ‘’ İstanbul Gaziosmanpaşa da bulunan 1950 göçmenlerinin kurduğu ancak kirasının bile zor ödenebildiği ‘’ GÖÇMENLERE YARDIM DERNEĞİ KONFEDERASYONU ‘’ idi. İsim çok büyüktü ama fonksiyonunu tamamladığı için tabela derneği durumda idi. Ekonomik durumu iyi olan , uluslararası otobüs taşımacılığı ile iştigal eden , 1984 yerel seçimlerinde Milliyetçi Demokrasi Partisinin Belediye Başkanı Adayı Yugoslavya Göçmeni Muharrem Balata Genel Başkandı. Tabir yerinde ise; çok hazırlıksız bir dönemde , Bu konfederasyonun önüne , Sovyetler Birliğinin Dağılma sürecini hazırlayan Öncül olaylardan biri gelmişti.( Bu arada Başka derneklerde kurularak çok yararlı faaliyetlerde bulundular ) Rahmetli Babamda , Yanılmıyorsam denetleme kurulu üyesi idi. Bulgaristan’dan Binlerce Mektup ve Belge Derneğe geliyordu. Mektup ve Belge gönderenler, uluslararası kamu oyu , özellikle Birleşmiş Milletler Teşkilatının bir soruşturma açması halinde , yazılanların inanılırlığını arttırmak için , isimlerini ve adreslerini ,başlarına gelen olayları açık açık yazıyorlardı. Ancak , derneğe ulaşmayan bazı mektup ve belge sahiplerinin , Bulgar casuslarca isimlerinin öğrenildiği ve Bulgaristan da bunların tutuklandıkları , işkence yapıldıklarını öğrendik. Daha sonra , Dernek Çatısı altında , bu belgeleri bulundurmanın sakıncalı olacağı düşünüldü ve usulü dairesinde resmi makamlara teslim edildi. Daha sonra , dernek tarafından , Bulgaristan daki soykırımı Protesto amacı ile İstanbul Saraçhane de yaklaşık 30.000 kişinin katıldığı bir miting düzenlendi . Tabii ki , göçün başlaması ile birlikte Tüm Rumeliler ,gelen soydaşlara ellerinden gelen bütün destekleri verdiler. Hatta , Rumeli kökenli olmayan vatandaşlarda çok büyük yardımlar yaptılar. Türkiye de Kenan Evren ve o dönem hakkında birçok şey söylenebilir. Ancak , Kendisinin de Rumelili olmasının etkisi ile konu hassasiyet ile takip edildi , Dönemim Başbakanı Rahmetli Turgut Özal ‘ın üstün çabaları ile Dünya Halter Şampiyonu Naim Süleymanoğlu ,Avustralya ‘da kaçırılarak , Türk Vatandaşlığına geçmesi sağlandı. 1989 yılından itibaren 350.000 civarında soydaşımız Türkiye ‘ye göç etti. Biz Daha fazla Türkiye ve Bulgaristan dışındaki olayların içinde idik. Ancak bu katıldığım toplantıda , O dönemim canlı tanıklarından intikal değil , bizzat kendi yaşadıklarını dinledik. İnşallah Dernek Yönetimi ‘’ SUNUMLARI YAYINLAYABİLECEK MADDİ DESTEĞİ BULUR ‘’ da , yaşananlar tozlu raflarda kalmaz. Ben sadece konuşmacılardan , ismini değiştirmediği için 9 Yıla yakın hapis yatan ve değişik işkenceler maruz kalan amcamızın anlattığı bir olayı aktarmak istiyorum. Kendisine ismini değiştirmesi için baskı yaparlar , işkence yaparlar , kabul etmez. Sonunda dayanamaz , bulgar işkencecilere ‘’ SİZİN İSMİNİZ NASIL KONUR BİLMEM , ANCAK BENİM İSMİM KURAN VE EZAN İLE KONUR. VE BENİM İSMİM KANIM AKMAYINCA , CANIM ÇIKMAYINCA ÇIKMAZ ‘’ der . Bu cevabın cezası 2 ay 8 gün , soğuk su içinde bulunan bir hücre hapsidir. Bu olayı anlatırken yüzünde asla , kin ve nefret yoktu, Hatta bir tebessüm vardı. İnanın O yüze yansıyan tebessüme neden olan ruh halinin ne olduğunu öğrenebilmek için neler vermezdim. Ancak , Ben , Rumeli insanın Muhafazakarlığı ve dindarlığındaki , inançlarındaki samimiyeti hissettim. Asla taassup , boş inanç ,hurafe yok . Dinine olan inancı , Allah ile kendi arasında olduğunu bir defa daha açıkça gördüm. Daha sonra , çok daha acı olaylar, 1992 -1995 yılları arasında Bosna da yaşandı. Balkanlar 20 asrın sonuna doğru kan ile yıkandı. Bu gün Suriye de daha berbat olaylar yaşanıyor , milyonlarca insan ülkelerini terk ettiler. Onları belki en iyi bizler anlıyoruz. İnanın barışının tesisinde en büyük silah ‘’ BUNCA İŞKENCEYE İNSANLIK DIŞI MUMELEYE MARUZ KALMASINA RAĞMEN AMCAMIZIN YÜZÜNDEKİ TEBESSÜM ‘’

3.Uluslararası Bulgaristan Sempozyumunda konuşma Sezgin Mümin: Bizi komüBulgaristan’da hiçbir dava açılmadığı gibi mağdur olanların mağduriyetlerinin giderilmesi için de yapılan hiçbir şey yapılmadı. Neredeyse neden yok olmadınız diye suçlanacağız. Bu nedenle geçmiş sayfasını kapatıp geleceğe hesapları yapamıyoruz. Geçmişin büyük etkisi vardır tabi ki. Bu nedenle en büyük sorun güven sorunumuzdur. Yarın endişesi. 1989 yılından sonra tehcir olayının yanında ülkeden kaçış da başladı. Halk kaçıyor çünkü geleceğini güvende görmüyordu. Çoluğunu çocuğunu zalimin elinden kurtarmaya çalışıyordu. Türkiye Cumhuriyeti kısıtlı imkânlarına rağmen herkese kucak aştı. Tüm sorunları ile ilgilendi hepsine yeni bir hayat verdi. Peki, bu arada Bulgaristan ne yaptı. Tek bir soruna parmak bastı mı, geçmişin izlerini silmek için tek bir adım attı mı? Hayır. Basit bir şeye değineceğim örnek olarak. 1991 yılına kadar Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç edenlerin emekli olabilmeleri için, göçmenlerin Bulgaristan’da çalıştığı yılları yani stajlarını borçlanabilmelerine imkân tanıdı. Birçok göçmen kardeşimiz bulgaristanda ödediği pa-

rayı tekrar ödemesini yaptı ve emekli olabilmeleri için gün sayılarını tamamladı ve emekli oldu. Dikkatinizi çekmek isterim ki, onlar zaten Bulgaristan devletine primlerini ödemişlerdir. Bu nedenle Bulgaristan devlet olarak bu borçlanmaları ödemesi gerekir idi. Her tür suç devlet eliyle işlenecek, sonra devlet hiçbir külfet altına girmeyecek. Buna bizim artık dur dememiz gerekiyor. Peki 1991 den sonra Türkiye’ye yerleşenlerin durumları ne olacaktır. Onların prim borçları da Türkiye’ye aktarılması şarttır. Bu güvensizliği yaratan Bulgaristan’dır ve neticelerine de katlanmak zorundadır. Değerli arkadaşlar ben sadece bir konuya örnek olarak değindim. Meselelerimiz çok ve hadiselerin üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen dile getirilmektedir. Ümit ederim ki, bu toplantımız sorunların tam adının kullanılmasına ve halledilmesine yönelik çalışmaların başlatılmasına vesile olur. Değerli misafirler, katılımcılar, teşrifleriniz için teşekkür eder tüm katılımcılarımıza başarılar dilerim. Saygılarımızla,

Avrupa Birliği projesi kapsamında hazırlanan ‘Yasa dışı avcılık, Deniz kirliliği ve İllegal deniz avcılığı’ konusunda bilgi almak amacıyla aralarında Romanya, Slovakya, Bulgaristan ve Türkiye’den 43 öğrencinin yer aldığı heyet Didim Belediye Başkanı A. Deniz Atabay’ı ziyaret etti. ‘Yasa dışı avcılık, Deniz kirliliği ve İllegal deniz avcılığı’ ile ilgili Avrupa Birliği projesi kapsamında ve Zift organizasyonu liderliğinde Didim’e gelen ve 5 gündür İlçede bulunan 43 kişiden oluşan öğrenci heyeti Didim Belediye Başkanı A. Deniz Atabay’ı makamında ziyaret etti. 5 günlük inceleme gezisi kapsamında öğrenciler Didim’de Balıkçıları ziyaret edip, Didim kıyılarında incelemeler yaptılar. Proje kapsamında Ülkemizden projeye katılan öğrenciler projenin konusuyla ilgili yurt dışından gelen öğrencilere bilgilendirmelerde bulundular. Projenin son gününde Didim Belediye Başkanı Deniz Atabay ile biraraya gelen öğrenciler Başkan Atabay’a Didim ve projeleriyle ilgili sorular sorarak cevap aldı.

Başkan Atabay öğrencileri Didim’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirirken Didim’in ekonomik yapısı ve nüfus yapısı hakkında bilgiler verdi. Didim’in turizm ve tarih kenti olduğunu ve yaz-kış nüfusunun farklılık gösterdiğini söyleyen Atabay, “Ülkemizde balıkçılık Eylül ve Nisan ayları arasında yapılıyor. Bunun dışında avlanma yasak; kaçak avcılıkla ilgili cezalar çok ağır, bu konuyla ilgili yetkili kurumlar çeşitli kanunlardan cezalar kesiyor” dedi.

Proje İçin Didim’e Gelen Öğrencilerden Başkan Atabay’a Ziyaret

Putin Bulgaristan’ı gaz haritalarının dışında bıraktı Rusya Devlet Başkanı ülkemizi anmadıysa da Bulgaristan ve Rusya arasındaki ilişkiler üzerinde Moskova’daki üst düzey yönetici çevrelerinde epey düşünüldü. Bu husus, Putin’in durdurulan “Güney Akım” gaz boru hattı yerine alternatif bir güzergahın kurulması yönünde ortaya attığı yeni fikirde açıkça görülmektedir. İlk planlara göre “Güzey Akım” gaz nakil hattı Karadeniz’in dibi üzerinde döşenerek AB topraklarına Bulgaristan kıyısında çıkacaktı. Sofya projenin AB koşullarını karşılaması ve ülkemiz için kazançlı olması şartını koştu, ancak Moskova ve Gazprom, Bulgaristan’ın her iki istemine uymadı. Bu arada Moskova, Orta ve Batı Avrupa’ya sattığı gaz karşılığı alacağı dövize son derece muhtaç olduğu için Ruslar, Bulgaristan üzerinden geçen güzergahın alternatifini bularak gaz boru hattının Türkiye üzerinden Yunanistan’a ulaşması ve oradan kıtanın diğer bölümlerinde bulunan tüketicilere nakledilmesini kararlaştırdılar. Dünkü basın toplantısında Ruslar’a göre Rus gazının kıtanın içine nasıl varacağı da öğrenildi –

gaz Yunanistan’dan Makedonya, Sırbistan ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya ulaşacak. Yeni projenin çok daha uzun ve dolayısıyla çok daha pahalı olacağını anlamak için haritaya bir göz atmak yeter. Anlaşılan Putin’in deyişi ile “Rus ayısı”öfkelenip usulca orman çileği yemekten vazgeçip küçük Bulgaristan’ı ezmek. Oysa Başbakan Borisov’un dün akşam Brüksel’de yaptığı son açıklamalara göre Bulgaristan gaz projesine önem vermeye devam ediyor ve Rusya ile “Güney Akım” konusunda yapılan anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmek niyetindedir. Bulgaristan’ın Güney Akım’ın durdurulması için kesinlikle suçlu olmaması gerektiğini vurgulayan Borisov, ülkemizin hazırlık çalışmalarını sürdüreceğini belirtti. Dahası da Sofya’nın bu politikası, Brüksel’de AB’nin üst organı tarafından desteklendi. Bütün bunlar Bulgar yönetimleri ve AB tarafından iyi niyet, Moskova ile diyalog hazırlılığı ve karşılıklı menfaatlere dayanan işbirliği arzusunun duyulduğu yönünde yeni bir kanıttır.

Uğurlu Kozmetik Temizlik Kimyasalları Gıda Dolum İthalat ve İhracat

UĞURLU KOLONYA

UĞURLU

Adres: Barbaros Hayrettin Paşa Mah. 1001 Sok. No:36/a Gaziosmanpaşa, İstanbul, Türkiye

İstanbul Tel: +90 (212) 537 63 54

nizm karşıtlığı birleştiriyor

Bulgaristan Adalet Federasyonu (BAF) Başkanı Mümin “Türk, Bulgar ve Pomak diye ayırım yapmayalım. Bizi komünizm karşıtlığı birleştiriyor.” dedi. Mümin, BAF ile Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin (BULTÜRK) düzenlediği Bulgaristan’daki Etnik Temizliğin ve Kültüren Soykırımın 30. Yılı forumunda “Türk, Bulgar ve Pomak diye ayırım yapmayalım. Bizi komünizm karşıtlığı birleştiriyor.” dedi. Mümin şu ifadelere de yer verdi: Biz intikam istemiyoruz. Bizim için etnik köken önemli değil, önemli olan sadece gerçeklerin prtaya çıkması ve adaletin yerini bulması. 1984-89 yıllarındaki zulümle ilgili dava 18 Aralık’ta sona eriyordu. BAHAD ve BULTÜRK’le il mahkemesine davanın uzatılması için dilekçe sunduk. 048 No’lu dava arkadaşlarımız aracılığıyla daha 4 ay uzatıldı. Evgeni Mihaylov ve 22 Eylül Hareketi, komünist dönemde işlenen suçların zaman aşımının kaldırılmasıyla ilgili yasa tasarısını hazırladı. Mümin, Türkiye’de yasa tasarısıyla ilgili imza kampanyası başlatarak 1 516 imza toplayan Adnan Pelvanlar’a da teşekkür etti. Mümin, 1 516 imzanın Başsavcıya, Cumhurbaşkanına ve Adalet Bakanına sunduğunu açıkladı. ŞÜKRÜ SÜLEYMAN: BU DAVANIN ETRAFINDA BİRLEŞMELİYİZ Smpozyumda konuşma yapan Balkanlarda Adalet, Haklar,KültürveDayanışma(BAHAD) BaşkanıŞükrü Süleyman, Bulgaristan Türklerini asimile etmek için yapılan çabaları boşa çıkarmak için çalıştığını söyledi. Süleyman, BAHAD’ın 1984-89 yıllarında Türklere ve Müslümanlara yapılan zulümlerin sorumlularının yargılanıp cezalandırılması için çalıştığını ifade etti. Süleyman “Bulgar Komünist Partisi’nin (BKP) yöneticileriyle Polütbüro’nun üyeleri, 1989 göçünü Büyük Gezi olarak adlandırdı. O dönemde Türkler ve diğer Müslüman azınlıklar ülkeden atıldı. 1989’dan sonra da o eski iyi günlerin süreceğini, yani kovmaya devam edeceklerini sandılar. 72 günün içinde 350 binden fazla Türk ve diğer Müslümanlar ülkeden atıldı” dedi. Süleyman, Soya Donüş Süreci olarak bilinen davayı, Eşref Kahraman önderliğinde BAHAD’ın 2003 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdığını açıkladı. Süleyman, Güntekin Kahraman’ın tek başına yola çıkarak 1994 yılında 1984-89 yıllarında Türklere zulmedenlerin yargılanması için dava açtığını belirtti. BAF ile birlikte dava konusunda 2003 yılından beri Avrupa kurumlarıyla irtibat halinde olduğunu söyleyen Süleyman zulümlere ilişkin bütün delilleri sundunu ve 2009 yılında çıkan monitoring raporunda çıkan yazıda taletlerinin haklı bulunduğunu ve bugün Bulgaristan’ı yönetenlerin bunu dikkate alması gerektiğini kaydetti. Süleyman, Avrupa mahkemelerinin Bulgaristan kurumlarına baskı uygulayacak imkanı olmadığını söylediğini açıkladı. S ü le y ma n , e s k i B aş s av c ı N i k o la Filçev’in davaya sıcak bakmadığını belirtti. Süleyman, bu zulümlerden Bulgar halkının değil, BKP’nin birkaç yöneticisinin suçlu olduğunun altını çizdi. 1989 yılından bu yana 500 binden fazla Türkün ve Müslümanın Bulgaristan’dan ayrıldığını kaydeden Süleyman, düzenlenen sempozyumun dava etrafında halkı birleştirmesi gerektiğini belirtti.

Marmaris Turizm İstanbul Otogar 0212 658 20 65

Marmaris Turizm - 0212 658 20 65 500 Evler - 0531 450-46-85


8

Bulgaristan’da Türkçe Yayın Sorunu

Hepimizin bildiği gibi Türkiye’mizde TRT tarafından yıllardır çeşitli lehçe ve ağızlarda yayın yapılmakta.Hatta bu amaçla TRT’nin bir kanalı özel olarak sırf bu işe ayrılmış durumda.Aşağıda okuyacağınız haberde ise her fırsatta Türkiye’ye akıl vermekten geri durmayan Avrupa Birliği üyesi Bulgaristan’daki uygulamayı ve Türkçe’yi engellemek maksadıyla yapılacak referandumun ayrıntılarını göreceksiniz. “Bulgaristan Devlet Televizyonu K1’de Türkçe Yayınları Masası’nın kapatılması yeni koalisyon hükümetinin kurulmasıyla yine gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, bu yayınların kaldırılmasına karşı çıkarak, Türkçe Masasını kapatmakla yaşam standardımızın ve demokrasinin daha yüksek seviyede olacağına, ekonomiyi teşvik edeceğimize, daha fazla istihdam sağlayacağımıza ve Bulgarların daha iyi bir yaşam sürdüreceğine inanmıyorum, dedi. 21’inci yüzyıldaki iletişim ve internet çağında, neden yasaklama getirilmesi gerektiğini hiç bir türlü algılayamıyorum. Örneğin ben Bulgar medyalarını izlemekle birlikte, İngiliz ve Alman medyalarını da sürekli takip ediyorum, eğer Türkçe ve Yunanca bilseydim bu haberleri de izlerdim, şeklinde konuştu. BSP’nin yazılı basın medyası olan Duma gazetesi, Devlet Televizyonu K1’deki Türkçe Yayınlarıyla, Bulgar Anayasası çiğnenmiyor, bu yayınlar her Bulgar vatandaşına saygılı davrandığımızı gösteriyor haberini yaydı. HÖH lideri Lütfi Mestan, yeni kabinenin Vatansever cephesinin programını uyguladığını ve bunun ağır bir ahlak zayıflığı olduğuna işaret ederek, bu haberlerin haber niteliği kadar, o denli fazla sembolik değeri var.Türkçe Haber bülteni, toplumdaki etnik ve dini farklılıklara saygıyı yansıtıyor. Türkçe Haberlerin kaldırılması, bu farklılıklardan efektif bir şekilde vazgeçmek demektir. Farklılıkların inkâr edilmesi ise Bulgarlaştırma süreci felsefesinde yer alıyordu, dedi. Türkçe Yayınlarının, Kırcaali, Hezergrat, Şumnu ve Silistre gibi bölgelere yönlendirilmesi fikrine değinen Mestan, bununla Bulgaristan haritası üzerinde etnik bölgelerin çizildiğini, oysa Bulgaristan’ın bağımsız, parçalanmaz ve tek devlet olduğunu öne sürdü. İktidardaki GERB partisi Başkan yardımcısı Tzvetan Tzvetanov, Bulgaristan vatandaşlarının etnik kökenine bakılmaksızın, Türkçe yayınlarının her bir Bulgaristan vatandaşına ulaşması güzeldir, diye belirtti. Türklerin çoğunluğunu oluşturduğu ikinci parti konumunda olan HSHP lideri Korman İsmailov, ayrıca Bulgaristan Adalet Federasyonu Başkanı Sezgin Mümin tarafından konuyla ilgili olarak hala bir açıklama yapılmadı. Aşırı Milliyetçi Vatansever Cephesi lideri Valeri Simeonov ise Türkçe Yayınlarının kapatılması taraftarı olduğunu ve dünyanın hiç bir ülkesinde Devlet Radyo ve Televizyon kanallarında Azınlıklar için Anadilde yayınların olmadığını kaydetti. Hatta Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov bile Türkçe Yayınların kapatılmasına karşı olmadığını ve bu yayınları anlamsız bulduğunu ifade etti. 2009-2013 dönemindeki Borisov hükümetinde yine Kültür Bakanı olarak görev alan Vejdi Raşidov, Kırcaali, Hezergrat ve Şumnu’daki Türk Dans ve Drama Devlet Tiyatroları’nı kapatmıştı. Bulgaristan’daki Rumeli Türkülerinin 20’nci yüzyılın 50’li yıllarındabaşlangıcını atan bülbül sesli rahmetli anası ses sanatçı Kadriye Latif kabrinden çıksa da oğlununBulgaristan’daki Türk kültürüne vurduğu darbeyi keşke bir görebilse. Bulgaristan’daki yeni hükümet,Türkçe Yayınları kapatmakla ilk başta kendi Anayasasını ve İnsan Hakları ve Avrupa Birliği yasalarınıçiğnemiş olacak. Örneğin Romanya, Yunanistan, Macaristan, Polonya gibi ülkelerin yanı sıra, AB üyesi olmayan Türkiye, Makedonya, Ukrayna, Moldova, Kosova ve Arnavutluk’ta bu ülkelerin DevletTelevizyon ve Radyo kanallarında etnik unsurlar ve azınlıklar için anadilde yayınlar mevcuttur. Hattaözel radyo ve televizyon kanalları bile var.Diğer yandan Bulgaristan Medya Kurulu, Türkçe Yayınlarını savundu. Bulgaristan Medya Kurulu üyesiMariya Stoyanova, madem ki yabancı ülkelerde yaşayan etnik Bulgarlar için Bulgarca yayınlarınınolmasını istiyoruz, aynı standartları ülkemizde de uygulamamız iyi olur, görüşünü savundu. (Kaynak:Turkuazbg.com) Ne diyelim, her fırsatta Türkiye’ye Bulgaristan Türkleri’nin yaşadığı “rahat hayatı” (?) örnek gösteren bazı aklı evvellere ithaf olunur… E tabi, bu haberden sonra Bulgar devleti nezdinde ne yapılması gerektiğini söylemek sanırım ayıp olur…

Bulgaristan Türklerinin Sesi

İstanbul’da Sempozyumdan görüntüler D e m o k r a t i k

Reformlar Bunlar Mı?

Seyhan ÖZGÜR Dilimizdeki “Herkesle düğüne gidilmez!” sözü bilinir. Derin anlamlıdır. Daha düğüncü karşılama işinde kullanılan “Şöyle geçin!” dendiğinde, işler belli olur ve yoluna girmeye başlar. Daha salgın, düşün sahiplerine taraf olan kişilerin başka bir haneye alınacağı ve orada ağırlanacağı, bu törene düğüncü olarak gelenlerinse daha umum bir yere davet edildiği ortaya çıkar. Bu gerçeklik her düğünde böyledir. Hayat tekrarlarla ilerler. “Cumanın gelişi salıdan belidir,” sözündeki gerçek de bir hakikati yansıtır. Bir de “Zorla olan işten hayır çıkmaz!” sözümüz vardır ki, o da çok anlamlıdır. Şöyle düşünelim: Bulgaristan’ın son hükümeti olan bugünkü Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin GERB partisi Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov, Reformcu Blok (RB) partisi ve Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu için Alternatif (ABV) partisi ile ortaklığı çok zor kurdu. Aylarca süren görüşmelerden ve karşılıklı tavizlerden sonra şimdiki ortaklığın oluşmasına herkes “büyük başarı” dedi ve biz buna da “neyse ne?!” diyoruz. “Zorla olan işten hayır çıkmaz!” uyarısına devam olarak, bir de üstüne üstelik bu hükümet pazarlıklarının içindeki çıbanbaşı şu günlerde sivriliverdi. Kabineye dıştan destek veren, mecliste lehte oy kullanan kısa adı (PF) olan ve özünde ve görünümünde Çarlık döneminde (1908 – 1944) yapılanan eski Bulgar faşizminin uzantılarının yeni milliyetçi, ırkçı ve kendilerinden olmayan herkesi düşman bilen bir örgütlü kesime “hükümet icraatlarını kontrol görevi tanındığı” ortaya çıktı. Daha açık ve anlaşılır bir şekilde sunduğumuzda, Reformcu Blok cephesine giren 5 partiden biri olan ve hükümetin ana ortaklarından biri sayılan Başkan Korman İsmailov ‘un Halkın Özgürlük ve Şeref Partisi (HÖŞP) kontenjanından Orhan İsmailov’un Savunma Bakan yardımcılığına ve Dimitir Velev’in de Sofya Valilisi atanması olaylı geçti. Milliyetçi-ırkçıların nefesini kesti. Yutkunamadılar. Apışıp kaldılar. “Asla olmaz yaygarası” 22 gün sürdü. Anlaşılan arkalarına bir iki yumruk yediler ki, üstüne bir bardak da su içince bakıyorum dün (05.12.2014) sanki gözleri pınarlarına toplandı ve rahat nefes alabiliyorlar. Tabii birinci isteklerinden vazgeçmediklerini hemen açıkladılar: “Bulgar Ulusal Televizyonu (BNT) 10 dakika Türkçe haber bültenini kaldıracak!” Bu adamlar (Bulgar ırkçı-milliyetçiliği) hasta mıdır nedir, anlamak çok zor olsa da, bir şeye kesin inanmaya devam ediyorum. Sanki kendiişler (otomatik) çalışan ve Bulgaristan Türklerine, Türklüğümüze ve Müslümanlara ve Müslümanlığa ve İslam’ la İslami yete ve müminlerin hepsine karşı komplo üreten bir makineleri var. Bu cihazın ambarına 1877-78 Osmanlı İmparatorluğu – Rus İmparatorluğu Savaşından (93 Harbinden) bugüne değin tüm olup biten sıkıştırmış ve programlı çalışarak komplo ardına komplo itiraf ardına itiraf üretiyor. Mesela şu Orhan İsmailov’un Savunma Bakan Yardımcılığına ve Dimitir Velev’in de Sofya Valisi görevine atanması olayı geçti, şükür deyip bir rahatlamadan, Pazarcık şehrindeki “Ebu Bekir Mescidi’ne” ve daha birçok mahalle ve köye maskeli polis saldırısı, tutuklama,yargılama ve içeri atma tantanasının yankısı da dinmeden, Başkentte çıkan ve en fazla satan “Presa” gazetesinin (05 Atalık 2014) başlığından okuyoruz: “TÜRKİYE CUMHURİYETİ, RUSE, ŞUMEN VE MOMÇİLGRAT’TA 3 M Ü S L Ü M A N O K U L U N U N PA R A S I N I Ö D Ü Y O R ! ” Irkçı kafa sanki vites değiştiriyor. Çocuklarımıza anadil dersini çok gördükleri yetmezmiş gibi, bir de onlar için 140 yıldan beri her an en önemli olan Türk ve Müslüman düşmanlığı ateşinin bir an için sönmesidir. Hatta düşmanlık ateşinin közlenmesine bile izin vermemektir. İlgileniyoruz, “Presa” da çıkan haber peşin ödenmış: Hoca dediyse “Parayı ödeyen çalar düdüğü!” Şu bizim ırkçı-milliyetçi, “ötekileştirici”, küfleri faşizm kokan “PF” tayfasının Boyko Borisov hükümetine “yakın destek” politikasıyla bayram ettirmeyen Korman İsmailov’u kutluyorum. HÖH-cü hırsızların “Ali Baba Hazinesinde ah, vah ettikleri bir dönemde” bizi düşman bilenin ayağında nasır oldu. Uykularını kaçırdı. Sakın ve tutarlı tavrıyla hepsini kudurttu. Geri adım atmadı! Bu işte bizim Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) yönetimine de söyleyecek başka sözlerimiz de var. Halkımızın öz ve öz davasını, adalet ve hürriyet davamızı, kişisel menfaatler uğruna satınız! Ayıp ettiniz. Yazıklar olsun size… Dünyanın en namuslu insanlarının namus ve şerefini peş para ettiniz. Hedefiniz 8–10 karıyla yaşamaktıysa, sözde adam olmak için karı değiştirmektiyse, Türk kızlarını alıp alıp rezil edip boşamaktıysa, hapis hücrelerinden sonra kirada değil saraylarda yaşamaktıysa, keşke peşin söyleyeydiniz! Haklımız size aynı yastığa baş koyacağınız ve sizi ömür boyu rahat ettirecek karı da bulurdu, sizi mesut kılacak konak da tesis ederdi. Bu topraklarda sizden önce konaklarda yaşamış dedelerimizin namusu ve hatırası var. Ne yazık değil mi! Ahmet Şoparov köye İngiliz kalesi gibi sözde “okul” yaptırdı ama bir türlü açıp dört çocuğa ana dilini öğretmek bile nasip olmadı. Neden mi? Çünkü İlahi adalet var, çalma kapma haram parayla gelen bizim halkımızı bulmaz. Evet, haram olan, bize yaramaz! Ahmet Şoparov bunu nereden bilsin?. “Viski” şişesinin ve bardağının üzerinde “Şerefe” yazıyor ve anlamı da şudur: “İç! Baban gibi eşek olma!” Şoparov’un okumak istediği ise: “Oku baban gibi, eşek olma!” Ne yazık ki, yapacak bir şey yok… Şu dünyada açıklanamayan sır yoktur. Öyle de sizin şu ana kadar “yediğiniz bokların hepsi hala açıklanamadı” bu iş bir süre daha böyle gidebilir. Fakat her şey yüzde yüz gün ışığına çıkar ve öğrenilir. Sır kalmaz! Artık Savcılıkla, Yargıçlarla, gizli güvenlik servisi DANS ile birlikte çalıştığınız, dolapları ortaklaşa çevirdiğiniz, aynı sofrada olduğunuz, birlikte çaldığınız göründü. Göründü ve biliniyor. Sis yavaşça da olsa giderek kalkıyor. Çaldığınız 4.2 milyar levadan 1.07 milyarını halk bir günde ödetti. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Ama bir de şu paraları için yananların paralarını geri aldığı günü görelim. Bu insanların çığı gibi üzerinize geleceği günler ileridedir. Unutmayın, dünyanın geçmişindendir: “hırsız bir defa çaldığı kapıya yeniden döner ve o zaman yakalanır!” Konumuzu dağıtmadan şu demokratik reformlar meselesine dönelim: Ş ö y l e b i r g e r ç e k v a r : Bana öyle geliyor ki, Boyko Borisov hükümeti, reform yapmaktan evvel yani ilkönce, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) yi hükümet sofrasından uzaklaştırmak için kuruldu gibi bir hava var. Başbakan B. Borisov’un itfaiyeci geçmişi ile Başbakan yardımcılarının baş komünist kökenleri dikkate alındığında, meclis içindeki iktidarcı kalabalıkta ağzı aklı başında söz yapan eski avukat, Güçlü Bulgaristan Partisi (DCB) lideri Radan Kınev’ten başka adam yok gibi. O, birkaç gün önce verdiği demeçte “İktidarın Sosyalist Parti (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ikilisini devlet softasından ve politik sahneden kovmak için kurulduğunu” açıkladı. Kınev’in dile getirdiği ikinci fikir ise “GERB, RB ve PF koalisyonunun bizim için çok önemlidir” oldu. Burada çok büyük bir çelişki baş kaldırmış oluyor. Bulgar solunda başoyuncuyu – (BSP) şahsında ve Bulgar politik sahnesinde orta direk (HÖH-DPS) ikilisini şçpe itip, yerine “PF” –ırkçılarını, Türklere karşı konuşurken ağızları köpüren faşistleri iktidarda palazlandırmak da yenir yutulur bir durum olarak kabul edilemez. Borisov’un GERP partisi ile Kınev’in RB partileri “PF” faşistleri karşısında nereye kadar ödün verebilir. Örmeğin eski (sol Milliyetçi, Rusya yanlısı) “ATAKA” milletvekili ve halen faşist tandanslı, ırkçı “PF” partisi milletvekili olan Slavi Binev’in Meclis Kültür Komisyonu Başkanı önerisine karşı tüm demokratik kamuoyu, aktrisler, yönetmenler, şair ve yazarlar, sanatçılar, opera sanatçıları, üniversite öğrencileri ayaklandı ve meclis basamaklarına oturdu. Bir kültürün milliyetçileştirilmesi, ırk ve insan düşmanlığına oturtulması, kültür ve sanatın hümanist özünün yok edilmesi, Bulgar toplumunu çok ağır yaralayabilir. Geleceksiz kılabilir. Bu açıdan bakıldığında ve Bulgaristan’ın bir Avrupa Birliği (AB) üyesi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bizi iyi günlerin beklemediğini, bu gidişle mundar bile olabileceğimizi düşünmeye başladım. Sözümü konuya ilişkin bir hikâyecikle bağlamak istiyorum: Devamı gelecek sayıda


Bulgaristan Türklerinin Sesi

”Uyanış veya Bulgarlaştırma Süreci” Hatıralarım Muazzez YURDAKUL

Bir hamur teknede karılırken yumruklandıkça nasıl kıvama geliyor, içi içine sığmayınca “taşıyorsa, biz de çarpışmalarımızın içinde uyandık, dirildik ve yüceldik. Bu var olma, Türk olarak yaşama ve yücelme kavgasını kadınlarımızın ağzından dinlemek, onların yazdıklarını okumak kadar zevkli bir şey yoktur. Çünkü kadınlar uyanmadan toplumlar ve halklar uyanmaz. Analar cesur evlat doğurmadan sokaklar savaşçı dolmaz! İşte bir Kırcaali’den bir bacımızın, Sofya “Kliment Ohritski” Üniversitesi öğrencilerine gönderdiği bir açık mektupta kadın diliyle çeki, tepki ve mücadelemiz: Hayır, O günlerden hiçbir şey anımsamak istemiyorum. Çünkü o olay beni en üzüntülü rüyalarımda bile rahata bırakmıyor, hep peşimden geliyor. Bana harap olmuş sağlığımı anımsatıyor. Eh Allahım Sen o uyandırıcıları bağışla. Ben onları keza bağışladım. Çünkü o karınca kaderince arılardan farksız geceyi gündüze katarak çoluk çocuklarıyla birlikte tütün tarlalarında sigara fabrikalarında büyük sanayi işletmelerinde inşaatlarda memleketin en ücra köşelerinde çalışarak nafakasını kazanmaya çalışan bu barışçıl ve hoşgörülü insanlara ne yaptıklarının farkında değillerdi… Ben Kırcaali şehrinde doğdum ve orada da yaşamaya devam ediyorum. Ana babam dedelerim ninelerim de bu topraklarda doğmuş ve cesetleri de bu topraklarda yatıyor. Bulgar’ı, Türk’ü, Çingene’si, Ermeni’si ve Yahudi’si huzur ve iyi komşuluk içinde sürdürüyorduk hayatımızı. Karşılıklı birbirimize sevgi ve saygımız sonsuzdu. Her birimiz diğerinin dinsel ayin ve törenlerine saygılı davranıyordu. Sokaklarda bile selamlaşmadan geçmiyorduk. Hep beraber yiyor ve beraber içiyorduk. Bir gün aniden şehrimiz zırhlı taşıtlarla kızıl ve mavi berelilerle yabancı illerden gelen milislerle gönüllü müfrezeler denen sivil milislerle abluka altına alınıverdi. El çantalarımızı yokluyorlar ve kimliklerimizi istiyorlar. Anadilimiz Türkçemizle konuşmamızı yasakladılar. Konuşanı para cezasına çarptırmaya başladılar. Türk öğretmenler işlerinden azledildiler. Yerlerine üç kat daha yüksek maaşla Bulgar öğretmenler getirildi. Bizden hiç kimse şehri terk edemezdi. Dışarıdan yabancılar da şehre giremezdi. Tutuklananlar da vardı artık. Bazılarının “Belene” ölüm kampına sürülmesinden söz edilmeye başlandı. Söz konusu kişilerden çoğunluğu öğretmenler imanlı kililer din görevlileri oluşturuyordu. Sancakta artık bazı bölgelerde Türklerin adlarının değiştirilmesinden söz edilmeye başlandı. İnsanlar aralarında fısıltıyla konuşuyorlar, bazı yerlerde direniş bazı yerlerde ise şehit düşenler olduğundan bahsediyorlardı. İnsanların bir yere toplanmalarına izin verilmiyordu. 80-lik herhangi bir nine tabu dilce ” merhaba” veya “gün aydın” demeye görsün yandığı gündür. Yalnız para cezasına çarptırılmakla kalmayıp görevinden de uzaklaştırılıyordun. Dikleşmek istersen dayak da yiyordun.

31 Aralık 1984 Kırcaali’de yeni yıl kutlamaları. Yeni yıl gecesi şehrin sokaklarında tek bir insana rastlanmıyordu. Ancak otomatik silahlı milis hakimdi sokaklarda. Balkonlar altında kapı önlerinde asker pusu tutmuştu. Şehir baştanbaşa muhasara altındaydı. Sokaklarda genç delikanlılar silahlarına sarılmış tetikte duruyorlardı. Tek ayak sokağa çıkıp da eğlenemezdi, sevincini ifade edemezdi. Sokağa çıkma yasağı vardı sanki yerde insanlardan gayri gökte bulutlar bile tir tir titriyordu sanki… İnsanoğlu dünyaya bir defa gelir ve bir defa da ölür. Lakin biz Tanrı’nın her saatinde ölümle yüzleşiyorduk. Kendi kendimize acaba yarınki gün başımıza neler gelecek diye soruyorduk. Oturduğumuz apartmandaki komşularımız İvaylovgratlıydı (Ortaköy). İvaylovgrad’a gittiler ve on gün kadar ortalıkta yoktular. Kampanyanın sona ermesini beklememiş olsa gerek. Beşinci kattaki komşumuz Türk’tü – Müslüman ailesiydi. Aile başını tutukladılar ve Belene’ye sürdüler. Adamcağıza gık bile dedirtmediler. İki küçük çocukları vardı. Adam beyin felci geçirdi. Üstelik hiportenik ve diyabetikti. Halen malûl. Selam vermek istediğinde ne dediğini anlayamıyorsun. Yürüyecek hali yok. Bastonuna dayana dayana güç bela aşağıya inip kanepeye oturabiliyor. 6 Ocak 1985 Gecesi Sokaklarda in cin yoktu. Otomobil filan da görünmüyordu. Telefonlar kesilmiş. Kalp krizi filan geçirirsen “acile” bile haber veremiyorsun. Hastanelerdeki hastalarını ziyaret edemiyorsun, çünkü sancağın diğer yörelerinden yaralıları yerleştiriyorlardı. Olup bitenlerşi gözüyle görünce daha fazla tahammül edemeyip olanca sesiyle milislere “Katiller” diye bağıran bir Türk doktor bayanı tutukladılar. O gece evde yapa yalnızdım. Kızım Nihal Sofya’da üniversite öğrencisiydi. Eşim ise Zlatograt’a ana babasını görmeye gitmişti. Derin uykulara dalmıştım. Birkaç defa kapının ziline basılmış ama ben işitmemişim. Saatin tam kaç olduğunu bilmiyorum ama gece yarısı geçmişti. Kapının önünde iki polis köpeğinin havlayışından uyandım. Kapıyı açınca Kalaşnik otomatik silahlı iki kişi dört milis iki sivil polis ve “uyanış süreci” müfettişi, sıfatıyla üç kadın canavar misali içeriye atıldılar. Kadınlardan birisi bana sorular yöneltiyordu. Niçin yalnız başıma olduğumu soruyorlardı. Eşin kızın kardeşin ve gelinin nerede diyorlardı. Ben bildiğimce sorularını yanıtladım. Eşime bir broşür sıkıştırdılar. Oradaki adlardan yeni bir Bulgar adı seçmemi istediler. Broşürde “U” harfiyle ad yoktu. “Ulyana” adını alabilir miyim diye sordum. Olamazmış çünkü Rus adıymış. “Olga” olsun dediler. O da Rus adı dedim. “Yula” olabilirmiş. Lakin kimliğimi, pasaport aldığımda “Yuliya” yazdıklarını gördüm. Kızımın adını sordular. Onun adının artık değiştirilmiş olduğunu izah ettim. Çünkü karma aile çocuğu dedim. Babası Pomak onun için de çoktan değiştirdiklerini söyledim. Nihaela temiz Bulgar adı değilmiş ve kızımın adını da tekrar değiştirdiler ve “Mihaela” yaptılar. “Uyandırıcılar” bir kâğıt daha sıkıştırdılar elime. Bu defa kızımın yeni adıydı. Çoktan vefat etmiş olan babamın adını “Mehmet”ten “Milan” yaptılar. Babamın adı için kardeşimle anlaşmamız lazım dedim razı gelmediler. Kardeşim ise artık “Martin” adını koymuştu babamıza. Böylece aynı anneden ve aynı babadan doğmuş kardeş ve kız kardeş iki ayrı ad taşımaya mecbur kaldık. Artık kâğıt üzerinde üç adımız vardı. Yeni belgelerimizi alıncaya kadar sokaklarda

9

Bulgaristan’da ne kadar ajan var Komisyon, Yukarı Cuma (Blagoevgrad) İli, Burgaz İli, Varna İli, Tırnova İli, Vidin İli, Ivraca (Vratsa) İli, Gabrova İli ve Hacıoğlu Pazarcık (Dobriç) İli’ndeki 74 ilçede 18 bin 166 belediye başkanı, belediye başkanı yardımcı, belediye sekreteri ve belediye meclisi üyesi üzerinde yapılan araştırmada 767’si DS ajanı çıktı. Alfabetik sıraya göre giden Komisyon şu an Kırcaali İli’ni araştırmakta. Mestanlı, Cebel ve Eğridere İlçesindeki araştırmalar tamamlandı. MESTANLI’DA NE KADAR AJAN VAR? Dosyalar Komisyonu’nun Metsanlı’da 269 kişi üzerinde yaptığı araştırmada 35 ajan çıktı, fakat 22 Ekim’de alınan kararla sadece sağ kalan 25 kişinin ismi açıklandı. Dosyalar Komisyonu Kanunu ölenlerin isimlerinin açıklanmasına izin vermiyor. 1991-99 yıllarında belediye başkanlığı yapan ve 19992003 yılları arası belediye meclisi üyesi olan Sabahattin Ali ve 1990 yılında İlçe İcra Kurulu Komitesi Başkanı olarak görev alan Atanas Kostadinov ismi açıklananlar arasında. Sabahattin Ali’nin kod adı Bahri, Atanas Kostadinov’un ise Bor. Geri kalanlar eski belediye meclisi üyesi ve köy muhtarı. C E B E L’ D E KAÇ AJAN VA R ? Cebel İlçesi’nde’da 197 kişi üzerinde yapılan araştırmada 22 ajan çıktı, ancak sadece sağ kalan eski DS ajanının ismi açıklandı. İsmi açıklananlar arasında şu kişiler bulunmakta: Ekim 1990 yılına kadar Cebel Belediyesi’nde sekreter olarak çalışan, 1990-1991 yıllarında yüksek icra komitesi görevinde yer alan, 19911999 yıllarında belediye meclisi üyesi olarak görev alan Boyan Şişkov; 1990-1991 yıllarında belediye’de sekreter olarak çalışan, 1991-1999 yıllarında belediye meclisi üyesi olarak görev alan Veliçko Kırmaziev; Ekim 1990’dan Kasım 1991’e kadar yüksek İcra Komitesinde görev alan Vılko Vılkov; 1991-1992 yıllarında belediye başkanı yardımcılığı yapan Radko Paşov. EĞRİDERE’DE NE KADAR AJAN VAR? Eğridere (Ardino) İlçesi’nde’da 307 kişi üzerinde yapılan araştırmada 22 ajan çıktı, ancak sadece sağ kalan eski DS ajanının ismi açıklandı. 10 ajan üzerinde tam sahibi olunmadığı için araştırmalar sürüyor. Yasaya göre 23 kişi16Temmuz1973yılındansonradoğduiçinaraştırmayatabitutulmuyor. 2 kişi ise daha 17 yaşında 1984-89 yıllarında Türklere yapılan zulümlerin şiddetlendiği sırada DS’ye çalıştığı açıklandı. 2 Ekim 1990 yılına kadar İlçe İcra Komitesinde görev alan, Gogo Yordanov Baltov da var. Baltov’un iki kod adı var: Dinev ve Bobrev. K I R C A A L İ D I Ş I N D A K İ 8 İ L D E YA PILAN ARAŞTIRMA SONUÇLARI

Yu k a r ı C u m a İ l i ’ n d e k i a r a ş t ı r m a s o n u ç l a r ı Yukarı Cuma İli’ndeki 14 ilçede 2 bin 953 kişi üzerinde yapılan araştırmada 175 eski DS ajanı çıktı: 1. Petriç – 436 kişi üzerinde yapılan incelemede 34’ü DS ajanı çıktı; 2. Satovça – 190 kişi üzerinde yapılan incelemede 21’i DS ajanı çıktı; 3. Gotse Delçev – 255 kişi üzerinde yapılan incelemede 19’u DS ajanı çıktı; 4. Yukarı Cuma – 327 kişi üzerinde yapılan incelemede 17’si DS ajanı çıktı; 5. Sandanski – 392 kişi üzerinde yapılan incelemede 16’sı DS ajanı çıktı; 6. Razlık(Razlog)–205kişiüzerindeyapılanincelemede13’üDSajanıçıktı; 7. Gırmen – 197 kişi üzerinde yapılan incelemede 12’si DS ajanı çıktı; 8. Hacidimovo – 157 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 9. Bansko – 175 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 10. Belitsa – 158 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 11. Simitli – 181 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 12. Yakoruda – 177 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 13. Strumyani – 153 kişi üzerinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı çıktı; 14. Kresna – 125 kişi üzerinde yapılan incelemede 2’si DS ajanı çıktı; Burgaz İli’ndeki sonuçlar Burgaz İli’ndeki 13 ilçede 3 bin 584 kişi üzerinde yapılan araştırmada 176 eski DS ajanı çıktı: 1. Oğlanlı(Ruen)–417kişiüzerindeyapılanincelemede26’sıDSajanıçıktı; 2. Burgaz – 446 kişi üzerinde yapılan incelemede 20’si DS ajanı çıktı; 3. Sredets – 291 kişi üzerinde yapılan incelemede 18’i DS ajanı çıktı; 4. Pomorie – 279 kişi üzerinde yapılan incelemede 16’sı DS ajanı çıktı; 5. Aytos – 309 kişi üzerinde yapılan incelemede 16’sı DS ajanı çıktı; 6. Misivri(Nesebır)–249kişiüzerindeyapılanincelemede16’sıDSajanıçıktı; 7. Vasiliko (Tsarevo) – 197 kişi üzerinde yapılan incelemede 15’i DS ajanı çıktı; 8. Süzebolu (Sozopol) – 332 kişi üzerinde yapılan incelemede 11’i DS ajanı çıktı; 9. Tırnovacık (Malko Tırnovo) – 144 kişi üzerinde yapılan incelemede 10’u DS ajanı çıktı; 10. Karnabat (Karnobat) – 394 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 11. Sungurlare – 267 kişi üzerinde yapılan incelemede 8’i DS ajanı çıktı; 12.Kayalı(Kameno)–181kişiüzerindeyapılanincelemede6’sıDSajanıçıktı; 13. Primorsko – 78 kişi üzerinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı çıktı. Varna İli’ndeki sonuçlar Varna İli’ndeki 12 ilçede 2 bin 216 kişi üzerinde yapılan araştırmada 74’ü eski DS ajanı çıktı:

1. Varna – 372 kişi üzerinde yapılan incelemede 17’si DS ajanı çıktı; 2.Yasatepe(Vetrino)–141kişiüzerindeyapılanincelemede8’iDSajanıçıktı; 3 . Ye n i K ö y ( D ı l g o d o l ) – 1 7 7 k i ş i ü z e rinde yapılan incelemede 8’i DS ajanı çıktı; 4.Kurtdere(Vılçidol)–257kişiüzerindeyapılanincelemede8’iDSajanıçıktı; 5.Avren – 160 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 6.Aşağı Çiftlik (Dolni Çiftlik) – 208 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 7.Akdere (Byala) – 113 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 8.Kozluca(Surovo)–134kişiüzerindeyapılanincelemede4’üDSajanıçıktı; 9.Acemler (Aksakovo) – 178 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 10.Pravadi (Prodaviya) – 240 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı; 11.Gebece (Beloslav) – 128 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı; 12.Devne (Devnya) – 108 kişi üzerinde yapılan incelemede si DS ajanı çıktı. Tırnova İli’ndeki sonuçlar Tırnova İli’ndeki 9 ilçede 2 bin 85 kişi üzerinde yapılan araştırmada 56 eski DS ajanı çıktı: 1. Tırnova – 382 kişi üzerinde yapılan incelemede 12’si DS ajanı çıktı; 2.Ziştovi(Sviştov)–269kişiüzerindeyapılanincelemede10’uDSajanıçıktı; 3.Yukarı Rahova (Gorna Oryahovitsa) – 287 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 4. Pavlikeni – 328 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 5 . L e s k o f ç a ( Ly a s k o v e t s ) – 1 9 3 k i ş i ü z e rinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 6.Kadıköy(Strajitsa)–192kişiüzerindeyapılanincelemede6’sıDSajanıçıktı; 7. Karaca (Elena) – 169 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı; 8. Suhindol – 100 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı; 9. PolskiTrımbeş – 166 kişi üzerinde yapılan incelemede 2’si DS ajanı çıktı. Vidin İli’ndeki sonuçlar Vidin İli’ndeki 11 ilçede bin 800 kişi üzerinde yapılan araştırmada 86’sı eski DS ajanı çıktı: 1. Vidin – 412 kişi üzerinde yapılan incelemede 22’si DS ajanı çıktı; 2. Kula – 179 kişi üzerinde yapılan incelemede 11’i DS ajanı çıktı; 3. Boynitsa – 84 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 4. Bregovo – 130 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 5. Novo Selo – 115 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 6. Dimovo – 165 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 7. Belogradçik – 179 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 8. Rujnitsi – 185 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 9. Makreş – 76 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 10. Gramada – 118 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 11. Çuprene – 157 kişi üzerinde yapılan incelemede 2’si DS ajanı çıktı. Ivraca İli’ndeki sonuçlar Ivraca İli’ndeki 10 ilçede 2 bin 320 kişi üzerinde yapılan araştırmada 77’si eski DS ajanı çıktı: 1. Ivraca – 417 kişi üzerinde yapılan incelemede 20’si DS ajanı çıktı; 2. Kozloduy – 262 kişi üzerinde yapılan incelemede 14’ü DS ajanı çıktı; 3. Oryahova – 228 kişi üzerinde yapılan incelemede 11’i DS ajanı çıktı; 4. Mezdra – 333 kişi üzerinde yapılan incelemede 9’u DS ajanı çıktı; 5. Byala Slatina – 202 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 6. Borovan – 143 kişi üzerinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı çıktı; 7. Roman – 173 kişi üzerinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı çıktı; 8. Krivodol – 234 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 9. Mizya – 165 kişi üzerinde yapılan incelemede 2’si DS ajanı çıktı; 10. Hayderin – 163 kişi üzerinde yapılan incelemede 1’i DS ajanı çıktı. Gabrova İli’ndeki sonuçlar Gabrova İli’ndeki 4 ilçede bin 93 kişi üzerinde yapılan araştırmada 35’i eski DS ajanı çıktı: 1. Selvievo – 384 kişi üzerinde yapılan incelemede 20’si DS ajanı çıktı; 2. Gabrova – 284 kişi üzerinde yapılan incelemede 8’i DS ajanı çıktı; 3. Dryanova – 224 kişi üzerinde yapılan incelemede 4’ü DS ajanı çıktı; 4. Tryavna – 201 kişi üzerinde yapılan incelemede 3’ü DS ajanı çıktı;

Hacıoğlu Pazarcık İli’ndeki sonuçlar Hacıoğlu Pazarcık İli’ndeki 8 ilçede 2 bin 115 kişi üzerinde yapılan araştırmada 89’u eski DS ajanı çıktı: 1 . H a c ı o ğ l u P a z a r c ı k – 3 1 5 k i ş i ü z erinde yapılan incelemede 25’i DS ajanı çıktı; 2.K ur tpınar (Tervel) – 2 70 k iş i üze rinde yapılan incelemede 13’ü DS ajanı çıktı; 3.Balçık (Balçik) – 215 kişi üzerinde yapılan incelemede 12’si DS ajanı çıktı; 4.Pazarcık Şehir (Dobriçka) – 527 kişi üzerinde yapılan incelemede 11’i DS ajanı çıktı; 5.Kasım (General Toşevo) – 272 kişi üzerinde yapılan incelemede 10’u DS ajanı çıktı; 6. Kavarna – 207 kişi üzerinde yapılan incelemede 7’si DS ajanı çıktı; 7. Şabla – 124 kişi üzerinde yapılan incelemede 6’sı DS ajanı çıktı; 8 . A r m u t l u ( K r u ş a r i ) – 1 8 5 k i ş i ü z erinde yapılan incelemede 5’i DS ajanı çıktı.


10

Бъдеще, зависимо от миналото на комунизма Написано от Христо Христов Понеделник, 24 Януари 2011 12:28

Желая, когато младите хора отворят страницата на историята, да има откъде да запълнят белите петна от епохата на комунизма в България. Едно от тези петна е истината за Държавна сигурност, нейната дейност и ролята й на репресивен апарат на Българската комунистическа партия. Желая, когато българите се обръщат към недалечнотоминало,дазнаятняколкобезспорни факта, които все още не са изписани ясно в историята и не се казват на висок глас. А именно: БКП установява еднопартиен режим в България с помощта на Съветската армия и Сталин чрез убийства без съд и присъди, скалъпени съдебни процеси срещу опозицията, заточения в лагери, изселвания на хиляди семейства от домовете им. По броя на жертвите и размера на насилието спрямо населението България отстъпва само на СССР в целия Източен блок. Най-продължителната въоръжена съпротива срещу комунистическото управление в Източна Европа е на българските горяни, продължила до 1954 г. Първите бунтове срещу комунистическо управление зад желязната завеса е на българските селяни от Кулско през 1951 г., предшестващи работническите бу н то в е в ГД Р п р е з 1 9 5 3 г. Първата държава от социалистическия лагер, която изпада в неплатежоспособност, е НРБ през 1960 г. при управлението на Тодор Живков. В резултат първият секретар на БКП еднолично и тайно продава златния резерв на България - 23 тона, на Хрушчов, за да върне малка част от дълговете на комунистическата власт към основния й кредитор СССР. Последните комунистически лагери в Източна Европа са тези край Ловеч и Скравена, закрити през пролетта на 1962 г., едва след като в ЦК на БКП достигат сигнали въпреки контрола и наложената конспирация от страна на отговарящия за лагерите зам. вътрешен министър и дясна ръка на Живков Мирчо Спасов, че в тях се извършват убийства. Човекът, който е лежал най-продължително време – 33 години – в затворите на Източния блок (повече от Нелсън Мандела в ЮАР), е българският дисидент и борец за свобода Илия Минев, интерниран и наблюдаван зорко от Държавна сигурност до 1990 г. Управлението на БКП не се е свенило да използва Държавна сигурност да спре гласовете на своите критици зад граница като писателя Георги Марков (1975) и емигранта Борис Арсов (1974) чрез отвличане и убийство. Специално създадени от Държавна сигурност фирми извършват под контрола на Политбюро на ЦК на БКП десетилетия наред контрабанда в нарушение на международните норми, включително и контрабанда на оръжие и наркотични вещества, както и износ на държавни капитали. Държавна сигурност след 9 септември 1944 г. е конструирана, развивала се е и е била пряко подчинена на КГБ до 1990 г. Тодор Живков дава указанието „координацията и взаимодействието между ДС и КГБ да се издигат на такова равнище, че те да функционират като единна система, Държавна сигурност да работи като филиал на КГБ”. През 1956 г. Тодор Живков наследява от Вълко Червенков политическата полиция в Държавна сигурност в лицето на ІІІ секретно политическо управление за „борба с контрареволюцията” и развива нейния всеобхватен контрол над обществото с Шесто управление на Държавна сигурност за „борба с идеологическата диверсия, контрареволюционни, националистически и други противодържавни прояви” в НРБ през 1967 г. Репресията над всеки инакомислещ сред интелигенцията, духовенството, научните среди, средствата за масова информация, студентите, включително и членове на БКП, е в основата на комунистическия режим. Репресивният апарат на Държвана сигурност е използван за потъпкване на човешките права на българските граждани, включително и на представители на малцинствата, като

най-бруталните мащаби на тази политика, изповядвана от висшето ръководство на БКП, намира израз в насилствената смяна на имената на българските турци. Тодор Живков използва репресивната машина на Държавна сигурност и в последните дни на своето управление за разправа с неформалните организации в страната и за разпръскване на мирния протест на независимото сдружение „Екогласност” пред градинката на „Кристал” на 26 октомври 1989 г. През януари 1990 г., броени месеци преди първите демократични избори в България след краха на комунизма, изпратеният от триумвирата Петър Младенов - Андрей Луканов - Александър Лилов за министър на вътрешните работи ген. Атанас Семерджиев дава строго секретна от особена важност заповед за унищожаване на досиетата на Държавна сигурност тайно от опозицията и от обществото. Целта е БКП да прикрие и запази контрола на своя агентурен апарат и да се прочистят архивите от компрометиращите комунистическото управление материали. Мрежите на зависимост от Държавна сигурност и задкулисното й влияние в политиката, икономиката и медиите хвърлят сянка върху процесите на целия български преход от комунистически режим към демокрация. Независимият специализиран сайт desebg.com е дългосрочен проект, чиято цел е да предлага на едно място в удобна форма леснодостъпна справочна, историческа и аналитична информация и знание за системата на функциониране на бившата Държавна сигурност и нейната дейност като репресивен орган на БКП по време на комунистическата епоха в България, както да анализира и документира ролята и мястото й в комунистическата държава и по време на прехода от комунизъм към демокрация. Втората цел е да систематизира на едно място досегашната държавна политика, свързана с декомунизацията, както и да следи, отразява и популяризира в българското общество процесите, свързани с разграждането на комунистическото минало на национално и европейско равнище. Поставените цели ще бъдат постигнати чрез: Публикуване на обективна информация за проблемите с наследството на комунистиче ското минало и системата на Държавна сигурност в национален и европейски мащаб Проучване на архивите на бившата българска Държавна сигурност и тяхното систематизиране и анализиране Публикуване на материали за отраженията и проявленията на бившата Държавна сигурност върху обществено-политическия живот в България след промените през 1989 г. Представяне на пълна и подробна информация за дейността на Комисията за разкриване на документите и за обявяване на принадлежност на български граждани към Държавна сигурност и разузнавателните служби на Българската народна армия Осъществяване на изследователски проекти за о светляване на комунистическото минало и изследването на архивите на Държавна сигурност. Убеден съм, че когато хората са по-добре информирани за епохата на комунизма и за Държавна сигурност като ключов механизъм на комунистическото управление за контрол и влияние върху отделния индивид и върху цялото общество, една голяма част от неудобните въпроси, които изплуват всекидневно, ще намерят точните отговори. И тогава българите ще имаме силата и аргументите да убедим властта да назовава ясно причините за една част от основните проблеми в държавата, свързани с миналото, и да предприема такива решения, с които да ги преодолява, а не заобикаля. Защото Джордж Оруел го е казал най-точно: „Който контролира миналото, контролира бъдещето”. Затова знайте истинската история, помнете я и не я забравяйте! За да не позволявате бъдещето ви да продължавадазависиотминалотонакомунизма.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

1912’dePomaklaraGenelSaldırı BGSAM 1912- 1913’te Rodoplarda Pomak Türk kimliği Hıristiyanlaştırılarak yok edilmeye hedef oldu. Din, dil, isim, kimlik değiştirme zulmü genel ve şiddetliydi. Müslümanlığı yok etme eylemi bütün köyleri ve haneleri kasıp kavurdu. Pomak bölgeleri işgal edildi. Bulgar idari makamlarının köy ve kasabalara yerleşmesiyle 1912 yılında Müslümanların isim, soyadı, din, giyim ve yaşam tarzı değiştirmekle Hıristiyanlaştırılması işi öncelikli oldu. Müslümanlardan Hıristiyan yapma işini askeri din adamları – ordulu papazlar, günümüzde de ırkçılık, Müslümanlık ve Türk düşmanlarının başını çeken Makedonya İş Devrim Örgütü (VMRO) çeteleri, haydutların zorlamasından güç aldı ve yerel kilise görevlileri üstlendi. Bu zorlama o zaman Bulgar demokratik aydın tabakası tarafından tepkiyle karşılandı. Müslümanlara zorla kimlik değiştirmek isteyenlere karşı çıkanlar arasında, ön sıralarında yazar Anton Straşimirov’u görüyoruz. Savaş yıllarında çıkan “Tsırkoven vestnik” (Kilise Gazetesi) konuya adadığı özel bir yazıda iktidarı ve makamları Pomakları Hıristiyanlığı kabule zorlama zamanının asla kaçırılmaması gerektiğine uyardı. Yazıda, acele edilmesinde ve enerjik davranılmasında ısrar ediliyordu. “Zamanın uygun olduğuna” işaret edilirken, kamuoyunun aynı görüşte olduğuna yer verilmiyor, olaya yalnız Bulgar Ortodoks kilisesi açısından bakılıyordu. Bu saptama Çar ve hükümet çevrelerinde destek buldu. Hıristiyanlaştırmayı örgütleyen Çar ve Başbakan! Pomakları Müslüman dininden Hıristiyan dinine geçmeye zorlama konusuna ilişkin ayrıntılı bilgi için rahip d-r Stefan Yankov konağa çağrıldı. Çar Ferdinand ile eşi gerekli malumatı aldıktan sonra Yüksek Ruhani Meclis Sekreteri Stefan Kostov konuyla ilgili başbakan İv. Ev. Geşov’a da gerekli bilgileri iletti. Pomak yerleşim yerlerine küçük kiliseler inşa edilmesi, bunlara din kitapları, ruhani giysi ve gerekli görülen başka dinsel eşyaların sağlanmasına gerekli paraların toplanmasıyla birlikte Kızıl Haç örgütünden de Hıristiyanlığı yeni kabul edenlere hediye olarak kalpak, İncil, ayakkabı, elbise sağlanması için yardım yine başbakandan istendi. Güney Rodoplar’da Hıristiyanlık nasıl dayatıldı? Müslüman Pomakların isim ve soyadlarını değiştirip Hıristiyan dinini kabul etmeye zorlanmalarını öngören bir program 1912 sonunda Yüksek Ruhani Meclis tarafından hazırlandı ve 1913’ün Ocak ayında onaylandı. Bu program bir “ruhani görev” olarak saptanırken işin önünde papazlar olmakla bir sürü din görevlisi eyleme katılacaktı. Görevliler bu çalışmaları iki ayrı bölgede yürüteceklerdi. Biri, Güney Rodoplar ile Gümülcüne. İkincisi Nevrekop (Gotse Delçev) bölgesiydi. Güney Rodop-Gümülcüne bölgesinde isimler ve din değiştirilerek Hıristiyanlığı kabule zorlama 1912’de başladı. Genel Kurmayda Dinİşleri Başkanı olan Stara Zagora piskoposluğunu yöneten Dragovo papazı Yosif işin başına geçti. 8 kilise hizmetçisi ve bir ayinci ona yardım edecekti. 25 Nisan 1912’de papaz Yosif sağlık nedenleriyle izine ayrıldığında yerine Sofya Metropolit hanesinde piskopos naibi olan Levki papazı Varlaam’a atandı. Güney Rodoplar’da Pomak nüfusun Müslüman isimlerinin değiştirip Hıristiyan dinini kabul etmeye zorlanırken Bulgar makamlarca atanan ve köy bekçisi veya polis olarak görev alan bazı yerli Pomaklar da bağlandı. Onların vazifeleri arasında, Pomakların Bulgar isimlerinin yazı olduğu sicil defterlerini korumak; Çan çalıp ayine çağırmak; yerlilerin ayinlere katılıp katılmadığını gözetlemek; Müslüman ahaliyi Hıristiyan yaşam usulüne göre davranmaya alıştırmaktı. Onlara belirli şartlarda isim değiştirme yetkisi de tanınmıştı. Örneğin papaz yardımcısı görevinde bulunan Hasan Saidov ile Petkovo köyünden Dimitır Kurtev’in Eski Köy (Mala Arda) sakinlerini isimlerini değiştirmek için hane hane silahla gezip Pomakları bir kilise haline getirilen eski camiye zorla toplamak da vardı. Köylülerin isimleri vaftız edilmeden, bir mum bile yakılmadan apar topar değiştirilmişti. Papaz yardımcıları köylülere Hıristiyan adı koyup Pomaklara birer haç takıp, başlarına kalpak geçiriyordu. Kiliseye çevrilen camilerin minareleri yıkılıyordu. Eski Köyde çanlar cami avlusundaki ağıcın dalına asıldı. Pazar ayini için çanı Petkovo’lu Papaz Hariton gelip çalıyordu. O, isim değiştirme ve Hıristiyanlığı çok yönlü dayatma işini Petkovo köyünde başarılı gerçekleştirdiğine dair raporunu yazmazdan önce, Blatevo köyünde kurşuna dizilen 18 Pomak Arda ırmağı üzerindeki köprüden suya atıldı. Bu Pomaklar Petkovo köylüleriydi. Çok direnen ve büyük sayıda kurban veren Petkovo Pomakları belirli bir zaman sonra mukavemete ara verdi. Kurtuluşu Gümülcüne ye kaçmakta bulanlar da oldu. Kaçanlardan biri olan Hafız Hasan 1932’de köyüne döndü. İsim ve din değiştirme konusunda sert baskı altına alınınca yakınlarının yaşadığı Bursa’ya kaçtı. Ürpek (Krıstevo) köyünde isim ve din değiştirme faciası 1913’te başladı. Dininden vazgeçmek istemeyen Ayşe Paşalieva öldürüldü. Ürpeklilerin isimleri hem muhtarlıkta hem de camide değiştirildi. Müslüman ismi ve dinimizin azılı düşmanı olan Papaz Kuzey Bulgaristan’ın Çevren Bryag kasabasından gelmişti. 1912’nin son günlerinde çeteci haydutlar Dolaşır (Zagrajden) köyünü kuşattı ve daha sonra ele geçirdi. Köyünü namusunu dinini ve ismini şerefle savunan Recep Bekir şehit düştü. Ordu birlikleriyle beraber köye kırmızı at üstünde papaz da girdi. Ahmet Karşılı Papaz naibi atandı. Dolaşır camiine toplanan köylülerin isimleri caminin mihrabı önünde değiştirildi. Balcı Dere, Kanievo, Susuz Köy (Bezvodno) Hasan Köy ve Alaburun Pomaklarının isimleri de aynı camide değiştirildi. Hambar Dere köyünde ismini ve dinini değiştirmek istemeyen yaşlı bir kadın öldürüldü. Köylülerden birçoğu Gümülcüne ve Bursa’ya kaçtı. Daha sonraki yıllarda Dolaşır köyüne dönenler oldu. Söğütçük (Vırbina) köyünde cami minaresi yıkıldı. Cami içine haçlar asıldı. Avlusundaki kirazda çan sallandı. İsim ve din değiştirmeyi kabul etmeyen köylülerden çoğu ormana kaçtı. Askerler köylüleri toplayıp geri getirdi ve zorla Hıristiyanlaştırdılar. Vaftiz edilen ve buhur dumanı koklatılan köylüler papazın cüppesini öpmeye zorlandı ve ardından isimleri değiştirildi. Erkeklere kalpak dağıtıldı. Kadınlar geleneksel Pomak giysilerini çıkarmaya zorlandı. Papazların başka köylerde de işi olduğundan Söğütçük Pomakları Hıristiyan adet ve geleneklerine uymada birbirlerini kontrol etme şartıyla serbest bırakıldılar. Osman Veleski ve Hasan Truski denetleyici olarak atandı. Kilise durumuna getirilen eski camilerine sözde istavroz çekmek için giren köylüler namaz kılmaya devam ettiler.

Trın köyü bir merkez köy ve yol kavşağı olduğundan, onlar şimdiki adı Trıbişte olan komşu köyde vaftiz edildiler. Yonuz Dere köyünde köy imamı Hasan Kaftacı da vaftiz edildi. Onun Hıristiyanlığı kabul etmesi öldürüleceği haberini aldıktan sonra oldu. Yonuz Derede askeri karargâh da kuruldu. Alelacele bir kilise de yapıldı.Yanivaftizedilenleristavrozetmekiçinbukiliseyegetiriliyordu. Akpınar (Byala Reka) köylülerine de vaftiz ettirildi. Erkeklerin fesleri toplandı ve kasket dağıtıldı. Kadınlar da renkli önlüklerinden oldular. Dvutköy’de (Davitkovo) isim ve din değiştirme saldırısına ilk kurban giden bir Pomak’ın fesi oldu. Kafasına kasket geçirilen imam Hasan’ın da adı ve dini değiştirildi. Caminin minaresi yıkıldı ama Müslüman Pomaklar gelecek sene yeni minare diktiler. Elekçe Köyde (Starsevo) Pomaklar 1912’nini Kasım ayında vaftiz edildi. Köye katır sırtında getirilen büyük kazan cami içinde ocağa kondu. Yaşlılara su serpilirken, çocuklar kazanda yıkandı. Papaz hepsine haç çekmeyi öğretti. Camiden kilise yapıldı. Avludaki asırlık ağıcın dallarına da çan asıldı. Hüseyin Sandov’un işi her Pazar çan çalmaktı. Hıristiyanlığı kabul etmediklerinden dolayı köylülerden çoğu Bulgar Prensliğindeki Bratsigovo kasabasına sürüldü. Din değiştirme kampanyası sona erdikten sonra köylerine dönen pek olmadı. Trımbaş adlı bir köylü Hıristiyan dinini kabul etmeyince, Uzun Dere köprüsünden sallandırıldı ve direnmeye devam ederken sulara atıldı ve ayini okundu. Tikla (Sredets) Granatşi Burevo, Kozarka, Koçani köyleri ve etraf mahalleler vaftiz işinin yapıldığı Ravnitsa mevkiinden uzak kaldığından isim değiştirme Hıristiyanlıştırma merkezleri iki oldu. Merkez konumlu olan Tikla’da ahşap olan minare kesildi. Cami avlusunda bir büyükçe taş üzerine çıkan papaz, sıraya dizilmiş olan Pomakları birer birer vaftiz etti. Ravnitsa mevki iğinde Pomakları Selvi’den (Sevlievo) gelen bir Papaz vaftiz etti. 1912’de Ahi-Çelebili Pomaklardan Salih Aguşun Pomakları yazı Kirazli’da kışı da Toz Pınar’da (Mogilitsa) geçiriyordu. Albay Vl. Serafimov emrindeki askeri birlik Salih Aguş sorundaki Pomakları eski Bulgar zengin ailelerindenmişler gibi tanımak istediğini gizlemiyordu. Aguşların vaftiz edilmesini isteyenlerin iki arzusu vardı: Bu Pomak soyunun Rodoplardaki otlakları ve tarlaları sonsuzdu. Sürüleri de kalabalıktı. Ekonomik bakıma durumları iyi olan Aguşların manevi etkisi ve nüfusu da büyüktü. Bu soydan müftüler vardı. Ahi-Çelebi müftüsü Hacı Salih ve diğer Müslüman alimler Toz Burun, Paşmaklı (Smolyan) ve Smilyanda müftülük yapan Hüseyin Efendi ile Mehmet Aguş saygın kişilerdi. Tırın köyü imamı Dalgıç Aguş Efendi de onlardandı. İstanbul’da Mehmet Aguş, İzmir’de Petref Bey ve Filistin’de Hasan Şakır Bey hep aynı köklerdendiler. Aguşeflerin din değiştirmesi ve eski kimliklerinden sözde vazgeçmeleri daha tantanalı bir ortamda geçsin niyetiyle törene Ekzarh Stefan da davet edilmişti. Daha sonra bir mandıra halinde işletilen ve bugün de ayakta olan bir bina kilise haline getirildi. Tüm çabaların boşa gittiği öğrenildi. Aguşlar soyundan kimsenin ismi ve soyadı Bulgar siciline kaydedilmedi. Üstüne üstelik Aguşlar soyundan hiçbir Bayan papazın dağıttığı elbiseleri giymedi. Şu da var, gergin ortama karşın, Aguşlar soyundan hiçbir kimse Yunanistan’a ya da Osmanlı topraklarının derinlerine doğru kaçmayı denemedi. Soğukkanlı, sabırlı ve cesur davranışları Aguşlar soyunu kan dökmeden korudu. Mogilitsa köyünde Aguşların ırgatlarından biri din değişikliğini kabul etmeyince öküz gibi boyunduruğa koşuldu ve saban çekti. Bu ırgatın aslında bir Hıristiyan olduğu anlaşıldığında, ikinci defa Hıristiyan yapılmıştı, gene de inanmadılar ve genci çırılçıplak soydular. Darı Dere (Zlatograt) kasabasında 600 – 700 Pomak ve 100 hane Bulgar yaşıyordu. Bu kadar kalabalık bir Müslüman nüfusun vaftiz edilmesi için büyük sayıda Papaza ihtiyaç vardı. Halen Kırcaali iline bağlı Emlener köyünden olan (Dobromirtsi) ve Osmanlı askeri birliğiyle beraber Darı Dere’ye taşınan Ali Bey’in Konağına doldulaer. O yıllarda Darı Dere’de “Ts. Georgi” adlı bir kilise de vardı. Darı Dere Pomaklarından daha fazları bu kilisede vaftiz edildi. 1912 yılı sonunda Tekir köyünde (Sevino) Hıristiyanlığı kabul ettirme zulmü Hafız Emin’in Konağında uygulandı. Askerin kuşattığı konak duvarlarının içinde su kaynatıldı ve kandil yakıldı. Daha sonraları Türk çeteleri tarafından hesabı görülen Hüseyin Maletsov, Gudevitsa köyünde Pomakları vaftiz ederken yardım etmişti. Bu köyde Hasibe Kör ve torunu öldürüldü. Caminin minaresi yıkıldı. Cami eşyaları ve köylülerin varı yoğu talan edildi ve katıra yüklenip kaçırıldı. Palas (Rudozem) kasabasına yakın olan Borie köyünde isim ve din değiştirmeye Ustino’lu papaz Tonyo Georgiev zorladı. Borie köylüleri asker dipçikleriyle dipçiklenerek Şerif Şerifov’un evine dolduruldu. Çardaktan Pomakların üzerine kutsanmış su serpildi. İsmilyan köyünde vaftiz papazı Çokmakovo köyünden özel olarak gelen Papaz Çakırov ve yardımcısı da muhtar Tomçev’ti. İsmilyanlılar vaftiz edilirken çobanlardan Emin Ilıcalı ve Bekir yardım ettiler. Caminin minaresi devrildi, Konaklar ateşe verildi, Kaynarca mahallesi de yıkıldı. Pomakların zorla vaftiz edilmesinden sonra, sindirildiklerinden dolayı Osmanlı İmparatorluğu derinlerine kaçan Pomakların evlerine ve topraklarına Çomakovo, Arda ve Gudevitsa köylerinden Bulgarlar yerleştirildi. Bu köyde de Pomak erkeklerin fesleri toplandı ve kalpak dağıtıldı. Kadınların fırtlarındaki fereceler toplandı ve onlara yeni tip başörtüsü dağıtıldı. Papaz Çakırov’un ayinlerini daha iyi işitebilmeleri için bayanların kulakları görünür şekilde açıkta tutmaları dayatıldı. Köy camisi kilise yapıldı. Hıristiyan isimleri Simo ve Mityo olan köy bekçilerinden Sülü Seyitov ile Mehmet Recebov’tan Hıristiyan dini istemlerine ve usulüne göre yaşayışa geçilmesini denetlemeleri istendi. Ravnina köyü sakinleri camiye toplandı ve isimleri değiştirilirken vaftiz de edildiler ve her Pazar kiliseye toplanıp dua ezberlediler. Ramazan ayında köyleri dolaşan bekçi Mehmet Recebov Pomak hanelerine girip oruç tutup tutmadıklarını denetledi. Moratev höğü adlı yerde bir kilise kurma planı da çizilse de, taşlar taşınmış ve bir bir üstüne yığılı kalmıştır. 2014 Bulgar aşırı sağ milliyetçilerinin, Pomak, Türk Müslüman düşmanlığının kökleri 1912’lere işte bu şekilde iniyor. Bu memlekette 100 yıl boyunca hep aynı oyun oynandı. Devletin derdi hep Müslümanların ismi, soy adı, mezar taşı, dini, sünnetti, elbisesi ve dili oldu. Bu sorun bir an bile huzur yaşamadan tekerlene tekerlene günümüze geldi. Biz bugün “Bulgar Etnik Modeli” çöpe atılmalıdır derken, tüm bunları yani dedelerimizin, babalarımızın ve kendi çilelerimizi birlikte ele alıyoruz ve yeni kuşağın aynı çileyi çekmemesini istiyoruz. Demokratikleşebilirsek bu çiller sönebilir.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Araştırmacı Gazeteci Hristo Hristov

Araştırmacı Gazeteci Hristo Hristov, HÖH ile BSP ulusal temizlik yapmadığı için suçlamamamız gerektiğini, çünkü bu partilerin bu konuda çalışacağına ve değişiklik yapacağına söz vermediğini ifade etti. Bulgaristan Adalet Federasyonu (BAF) ile Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin (BULTÜRK) İstanbul’da düzenlediği Bulgaristan’daki Etnik Temizliğin ve Kültüren Soykırımın 30. Yılı forumunda konuşma yapan Araştırmacı Gazeteci Hristo Hristov, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) ile Bulgar Sosyalist Partisi’ni (BSP) ulusal temizlik yapmadığı için suçlamamamız gerektiğini, çünkü bu partilerin bu konuda çalışacağına ve değişiklik yapacağına söz vermediğini ifade etti. Hristov, 1997 yılındaki genel seçimlerde Birleşik Demokrasi Gücü (ODS) Koalisyonu’nun 137 milletvekili çıkarmasına rağmen ulusal temizlik yasasını çıkarmamasını eleştirdi. Hristov, demokratların sadece seçim öncesi BSP’ye komünist karşıtı konuşmalar yaptığını, ancak bu konuda ciddi adım admadığını söyledi. Hristov, Çek Cumhuriyeti’nin ve Polonya’nın kendi tarihiyle ilgili belgeleri Rusya’dan istediğini, Bulgaristan’ın istemediğini, belgeler dışında Rusya’da dosyalar da bulunduğunu kaydetti Hristov, yaptığı araştırmalar üzerine yazdığı kitapları BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk’e hediye etti.

Belene’de

Hristov, Bulgar Komünist Partisi’nin (BKP) ve komünist dönemin istihbarat servislerinin dosyalarının açılmasında binlerce zorlukla karşılaşıldığının ifade etti. Hristov, komünist dönemin diktatörü Todor Jivkov’un hayatını anlatan kitabı tanıttı. Hristov, yazdığı kitapta Jivkov’la ilgili her şey olduğunu, 100’den fazla kitabı kaynak edindiğini ve suç bölümü bulunduğunu açıkladı. Hristov şu ifadeleri de kullandı: Deyim yerindeyse tarihi soldan sağa okuyan profesyonel tarihçiler Todor Jivkov’u halkını düşünen iyi bir devlet adamı olarak tanıtırlar. Bu yüzden de ben bu biyografi üzerinde çalışırken Jivkov’un partiden atıldığı dönemdeki karanlık geçmişine olduğu gibi kamplardaki bütün suçlarından Soya Dönüş Süreci’ne, Bulgar ekonomisini batırdığı döneme kadar yer vermeye çalıştım. Hristov, komünizmi savunanların Jivkov’u Türklere saygı duyan biri olarak tanıttığını kaydetti ve “Sanki Türklerin ifadesini alırken işkence etmedi de, normal diyalog yürüterek ifade aldı” dedi. Hristov, Jivkov’un iktidardan indiğinde Bulgar Başsavcılığına verdiği ifadere de kitapta yer verildiğini bildirdi. Hristov, Dosyalar Komisyonu’nun başarıları üzerine yazdığı 2 ciltlik kitabını da tanıttı ve bu kitaplardaki belgelerin orijinal ve ilk örnek olduğuna vurgu yaptı. Hristov kitapta Bulgar Komünist Partisi’nin bütün azınlıklar üzerinde uyguladığı siyasete de yer verildiğini ekledi.

resim

Milli sanat galerisinde ilginç ve biraz tuhaf sergi açıldı. Sergi Belene kampından portrelerden ibaret. Sergi ülkemizde demokratik değişikliklerin başlamasının 25. yıldönümü dolayısıyla örgütleniyor. Resimler gizli çizilmiş. Hukukçu ve ressam Petır Bayçev’e ait bu enteresan portreler. Bayçev siyasi sebeplerden yaklaşık beş sene tutuklu durmuş Belene’de. Sergi açılışında hazır bulunan Cumhurbaşkanı Plevneliev ‘Bu insanların ıstıraplarını günümüzde de hatırlayıp tarihten silmemeli. Buna izin vermemeliyiz. Sergiye başarı dilerim. Umarım bu sergi yalanlar ve

unutkanlık duvarına büyük bir darbe indirmiş olur. Gerçeğin, bizim ortak davamız olmasını dilerim’ şeklinde konuştu. Serginin organizatörü yakın geçmişi araştırma enstitüsüdür. Bu enstitü özel hikayeler, belgeler komünizm dönemi ile ilgili her türlü malzeme toplamaktadır. Arşivinde o zamanlar kamplarda ve cezaevlerine tıkılmış insanlarla yapılan 10 binden fazla sayfa söyleşiler var. Enstitü müdürü prof. İvaylo Znepolski bu dönem için anlatmanın önemine değinirken, ‘Bütün bunları,ayrı ayrı insanların kaderini anlatmak çok önemli. Baskı makinesine maruz kalan insanlar ile neler oluyor? İnsanın yolunu kesince, ne oluyor? Ya yetenekler

Bulgaristan Adalet Federasyonu (BAF) ile Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin (BULTÜRK) İstanbul’da düzenlediği Bulgaristan’daki Etnik Temizliğin ve Kültüren Soykırımın 30. Yılı forumunda katılan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) İzmir Milletvekili Rıfat Sait’e onur plâketi verildi.

çizmek

ile , uzmanlık alanı, nitelikler ile ne oluyor? Petır Bayçev işte bu insanlardan biri. Ailesinden ayrı düşüyor, insan dışı şartlarda yaşam sürdürmek zorunda kalıyor. Hatta serbest bırakıldığı zaman hukuk alanında çalışma izni vermiyorlar, evine dönemiyor. Bütün bunlara rağmen bize bakın nasıl bir miras bırakıyor. Demek ki yetenekli ve iradeye sahip insan kampa da kapatıldığı zaman içinde özgürlüğü besleyebiliyor. ‘Prof. Znepolski devam ediyor: Bu, yüzü olmayan, gök, kirli parçalanmış asker paltosu giymiş insan kalabalığı arasında kendisi için değerli olan insanları seçmiş Bayçev. Kimin portrelerini çiziyor dikkat edin – milletvekilleri, bakanlar, siyasi muhalefetin yöneticileri, 1944 yılından önce burjuva parti liderleri, generaller, sanayiciler, bankerler.İşte bu serginin bize verdiği dersler – komünizm zamanında bu resimleri gizlice kamptan çıkarabildim, koruyabildim bunu unutmayın. Ve ikincisi – insanlar ile temasa girmek, onları resmetmek için bir ihtiras. Ve gerçeğin kanıtı. Bayçev Bulgaristan tarihindeki ünlü isimlerinin nelere dönüştürüldüğünü gösteriyor. Sergi açılışında ressamın kızı ve oğlu İlina ve Veselin Bayçev hazır bulundu. Bayan Bayçev şöyle konuştu: ‘Neredeyse babamız günümüzü tasarruf edemezdi, kampta köle olarak çalışıp resim edip. Belene’de babamız bulduğu kağıt parçalarına neler yaşandığını not almış, steno yazısıyla kağıtlardan birine anneme şöyle yazmış bu notları koru zaman gelir lazım olurlar. E kendisi için bu zaman gelmedi. Ama işte ihtiyaç duyuldu ve bu sergi bunu kanıtlamaktadır.

Bu Defa Gerilediler NAfiye YILMAZ

50 milyon insanın ölümüne sebep olup tarihe en büyük katil olarak giren Hitler’e faşist propaganda makinesi şefi Göbbels şöyle bir soru yöneltmişti: “Nereden başlayalım?” “Sudan, Günde 10 defa içtikleri sudan!” cevabı önce soruyu soranı da Şaşırttı ama ardından ikinci bir soru gelmedi. Turistlerimiz ve öğrencilerimiz dışında bugün Almanya’da çalışan ve yaşayan binlerce Bulgaristan Türk, Pomak ve Roman’ı var ve artık öğrenmiş olmalılar: “Su içen inektir!” sözü Almanlara aittir. Kendi halkını “inek” durumuna getirenlerse ALMAN NAZİLERİ, ALMAN FAŞİSTLERİDİR. Almanya’daki içecekler doğal değil, tatlandırılmıştır, şişelidir. Su yerine içilen ise biradır. Bu defa konuma uzak Almanya’nın 70–80 yıl evvelinden girmemin nedeni, insanı değiştirme işinin önce yemesinden içmesinden başladığını anlatmam içindir. Hitlerin baskıları ve öz halkının başına sardığı İkinci Dünya Savaşı halkı kavanozlara su konserve edecek durumlara düşürmüştü. Bizim Bulgaristan’da “sürünen düşenini halinden anlamaz” ilkesine bağlı kalındı. Halkı susuz bırakma hedefi taklit edilmese de, çünkü bizde her taraf kaynarca, her taraf dere ve göl. Hele son aylarda taşan ırmakların seli neredeyse memleketi götürecek. Sefillik derinliğinin yeni katlarına inildi. Lom belediyesi bağlı “Kovaçevtsi” köyünde üç çocuklu ailesiyle oturan ve Devlet Su İşlerine bağlı “Sulama Sistemleri” Müdürlüğünde pompacı olarak çalışan Boris Mihaylov aylardan beri maaş alamıyor, dağıtılan sosyal yardımlarla geçinmeye çalışıyor. Çocuklarının okul masraflarını kan satarak karşılıyor. Olayın iletişim ortamına düşmesine vesile olansa, onun işlerinde düşüp hastanelik olmasıdır. Emekçileri piyon durumuna getirip istediğini yaptırma uygulaması Hitlerin faşist yöntemlerinden alınmıştır. Dünkü gün (09.12.2014) Stara Zagora şehrinde 32 yaşındaki Bayan Silviya Nedyalkova Mişkova’nın üzerine bir kova benzin döküp kendini yaktı. Olaylar çok sık tekrar ediyor. Bu yıl kendilerini yakarak bu çekilmez hayattan kurtulmak isteyenler hep Cumhurbaşkanlığı önündeki şadırvan kenarını ya da Adalet Sarayı basamaklarını seçiyordu. Bazıları Varna Kanalı üzerindeki yüksek “Asporuh Köprüsü”nden atlayıp canından oldu. İnsanlarımız karanlıkta, çaresizlik zindanında, açlık kâbusunda bunalıp halkın isyan ruhunu ateşlemek için kendilerini feda ediyorlar. Bu seçim, yaşamaya ve mücadeleye “evet” ya da “hayır” kavgasında, ikincisinin üstün geldiği an, yok olmanın seçilmesidir ki, bu gidiş tehlikelidir. Halkta umut kararması yaşadığına bir işarettir. Bu yolu seçenlerden farklı olarak, aynı koşullarda yaşamak zorunda olan Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Rom kardeşlerimizde özgür bir seçimle kendi varlığını ortadan kaldırıp “dünya dertlerinden kurtulma” ahlakı yoktur. Sonuna kadar dayanmak, zafere kadar savaşmak özümüzü ayakta tutan bilinçli tavrımızdır. Hayat hem maddi ve hem de manevi yanıyla vardır. İnsanı biyolojik olarak yaşatan maddesel olan yanıdır da, manevi olan da bir o kadar önemlidir. Yüksek ruhlu olmadan maddi güçlüklere dayanılamaz. Bulgaristan’da 12 günden beri süren meclis içi ve parlamento dışı kapışma KÜLTÜR İÇİNDİ. Yani manevi olanın geleceği söz konusuydu. Olayı şöyle anlatayım: “Biz hiçbir makam istemiyoruz, bakanlıkta, bakan yardımcılığında, komisyon başkanlığında, banka müdürlüğünde….” gözümüz yok” deyip, süt dökmüş kedi gibi kuyruk kıvırıp etrafta dolaşan “iktidarı sözüm ona program temelinde dıştan desteklerken kurt gibi içine girip son duasını okumaya hazırlanan “PF” aşırı ırkçı-faşist, öteki düşmanlarından biri olan milletvekili Slavi Binev Meclis Kültür Komisyon Başkanlığına göz dikti ve yapıştı kopmak istemedi. Gerekçelerinden biri Kültür Bakanlığına Türk isimli eski bakan Vejdi Raşidov’un yeniden atanmamsı ve “kültür elden gidiyor” saçmalığını ateşlenmesi oldu. .Komisyon başkanlığına atanmazdan önce, önce aşırı solcu olarak ortaya çıkan, aslında “öteki” düşmanlığı ve başlıca da Türk ve İslam düşmanı olarak ün yapan, “Ataka” partisinden Avrupa Birliği milletvekili seçildiği yıllarda Moskova ajanlığıyla itham edilen ve son seçimlerde birde aşırı sağ uca kayıp faşist saflarda ön sırada sivrilen Sl. Binev “KÜLTÜR İŞLERİNDE BENDEN HAZIRLIKLI KİMSE YOK!” dedi. Faşist ruhlu ve zihniyetli biri olan Binev, Bulgar faşistlerinin fırsat kolladığını ve ülkedeki demokratik aydın düşünce ve tabakaya hazır olduklarını ortaya koydu. Hitler, kendi halkını önce yalnız geçinebileceği kadar parayla, açla tok arası, çalışıp yaşamaya zorlarken demokratik Alman kültür geleneklerine ölümcül darbe vurmuştu. Demokratik kamuoyu faşizmin can düşmanıdır. Bulgaristanda bu ordunun içinde etnik azınlıklar ön saflarda yer alıyor. Faşizmin bir biçimi olan totalitarisme karşı ilk ayaklanan Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar oldu. 1972 Kornitsa köyü Pomak Ayaklanması. 1989 Mayısı’nda Türk İsyanı Bulgaristan’da demokrasinin parlak şafağı olurken, bugün de azınlıklarımız demokrasi mücadelesinin içinde şerefle yer alıyor. Demokratik alman kültürüyle mücadele eden Hitler şöyle düşünüyordu: “ÖDÜ KOPAN KÜLTÜRDEN KENDİSİ VAZGEÇER!” İnsanları aç susuz bırakmak, korkutmak ve süründürmek onun için öncelikliydi. Bu bakıma bizdeki ortam da, katmerleşmeye devam eden mali ve ekonomik bunalım şartlarında, demokratik ve kültürel kazanımlara ölümcül darbe vurmaya elverişliydi. Tiyatro sahneleri boşaltılıp salonlarda marş müziği çalma günleri sanki yeniden gelmişti?! Almanya örneği asla unutulmamalıdır. Büyük Savaş bittiğinde Almanya’da ne çocuklara okunacak bir masal kitabı, ne de tatlı masal bilen birileri kalmıştı. Ben son zamanda sık sık karşıma çıkan “başa gelen acıları kuma, başa kelen iyilikleri taşa yaz!” öğüdüne katılmak istemiyorum. Bir rüzgâr, bir dalga kuma yazılanı hemen silip düzler. Unutmak vasıflarımızdan biridir. Fakat kötülükleri asla unutmamalıyız. Unuttuğumuzda yinelemelerini çabuklaştırırız. Gördüğümüz kötülüklerin ve çeki-

lerin hatırasıyla yaşamak gönül açıcı olmasa da, hiçbirini asla unutmamalıyız. Çünkü ruhumuzun su aldığı yer çekilerimizdir. Hayat zekasını pekiştiren ezilmişliğimizdir. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce faşizmin ve XX. yüzyılın ikinci yarısında Bulgar halkı, Bulgaristan Türk ve Müslüman azınlığı totalitarizm zehrinden tatmış, çilesini çekmiş, kurbanlarını vermiştir. Tarihi demokrasi mücadelesinin şanlı sayfalarıyla doludur. Bugünde Bulgar halkını gericilik ve faşizm boyunduruğuna koşmak isteyenler var. Faşist zihniyet parlamentoya kadar girdi. Hükümeti destekleyen direk oldu. Faşist bencillik hortladı. Bizi gemleyebilmeleri için önce demokratik kültür geleneklerimizi tamamen yok edip, kendilerinden olmayanları kültürsüz ve kimliksiz yaşamaya alıştırmaları gerekecektir. Fakat kötülüklerin bu ikramından hem Bulgar demokratik kamuoyu, hem de “soya dönüş” ateşinden geçen Bulgaristan Türkleri ve Müslüman cemaatimiz artık tatmış bulunuyoruz. Bu tuzağa bir daha düşmemeliyiz. Bulgar faşist milletvekillerinden Slavi Binev’in Meclis Kültür Komisyonu Başkanlığına heveslenmesi gerici zihniyet açısından büyük bir hedefi gerçekleştirme yolunda ilk ama çok önemli bir adım olacaktı. Tiyatrolardaki yapımcıları, yazarları, aktrisleri, sanatçıları dünya görüşlerine göre ayıklamak, politik görüş açılarına göre gruplaştırmak ve demokrasiye, etnik kültüre hizmet edenlerin hepsinin koluna birer zehirli serum hortumu takıp olayı bitirme fırsatı belirmişti. Son nefesini yatakta vermek istemeyenlere sınır kapısı açıktı. Demokratik Bulgar kültür geleneklerini, kültür devrini yapan kadroları saf dışı ederek katletmek, aslında totalitarizmden kurtulup demokratikleşmeye Geçiş Dönemini durdurup baltalamak, henüz talan edilmemiş olan ve sanatsal değeri olan her şeyi yok etmek, gerekirse Hak Tiyatrosu’nu Ulusal Opera Binasını ve daha nerede ne varsa her yeri özelleştirip alış veriş merkezi (AVM) haline getirip olayı bitirmekti. Binev’e ve akıl aldığı “PF” faşist zihniyetli kodamanlarına göre, Çar II. Boris’in hükmettiği yıllarda Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin tiyatrosu, kulübü, orkestrası, sanat kolektifleri, Türk dilinde yayın yapan radyosu falan yoktu ve şimdi ne haklarla istekte bulunuyorlardı? O, “İlk işim, TV’deki 10 dakikalık Türkçe yayını hemen kapatmak olacak!” demekten çekinmedi. Binev’in kaldırdığı kapaktan çıkan buhar buram buram faşizm kokuyor. İnsanlık tarihinde en büyük suçlardan biri insanları doğal ve insan haklarından mahrum etmektir. Biz Avrupa kıtasında, yani ESKİ KITADA yaşıyoruz ve Avrupa Birliği üyesiyiz. AB parlamentosunda 26 dil konuşuluyor. Afrika’nın Paragonya’ya en yakın yerinde olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nde milli marş 6 dilde birden söyleniyor. Tüm etnik diller milli marşta sesleniyor. Bütünü oluşturan bireyler bütünsellikte yaşıyor. Antakya Ruhani Korosu bir Ermeni şarkısı olan “SARI GELİNİ” dört dilde birden söylüyor. Ve insanlar 6 dilde söylenen milli marşların, 4 dilde seslendirilen Sarı Gelin öyküsünün çok daha gerçekçi, çok daha etkileyici olduğuna giderek daha fazla inanıyorlar. En büyük günah, insanın ana diline saldırıdır. İnsan konuşarak yaşamak için dünyaya gelir. Dili olmayanların kendi toplum düzenleri yoktur. Hedefiniz buysa ayrılalım. Biz ana dilimizle yaşamak istiyoruz. Tehlike bu defa yalnız etnik azınlıkların demokratik ve insan haklarına, özgün kültür yaratarak yaşatmaya ilişkin son derece kısıtlı imkânlarına karşı değildi. Bulgar halkının demokratik kültür geleneklerine kapsamlı yok edici bir saldırı niyeti baş gösterdi. Üzerinde İngiliz gabardininden takım elbise, Wersashe marka gömlek, kravat, diplomat ayakkabı, Hetric parfümle Meclis kulislerinde hava yapan fırsatçı Sl. Binev aslında XXI. yüzyıl başında yineleyerek mayalanan Bulgar faşizminin görünüş şeklidir. Geçiş Döneminde baş hırsız, baş soyguncu, baş dalavere ve dolandırıcı takımı kalın enseli haydutların “mutraların” hep siyah Mercedes araç ve siyah takım elbiseyle dolaşıp, saygınlık dilendikleri gibi, bir yeni durum olarak belirdi. Düne gelene kadar kafaları sürtük, boynu bükük gezen Bulgar ırkçı-faşistleri, çul değiştirmiş, cilalanmış, kolonya sürmüş ve demokratik toplumsal gelenekle hesaplaşmak için kılıç çekmiştir. Demokratik sanat çevreleri, şu çok yağışlı ve baraj savaklarından saniyede 200 bin m³ su taştığı kış günlerde seller bütün ağaçları nasıl yerinden söküp önüne takarak yok edemiyorsa, hep birlikte mukavemet gösterilmesi gerektiğine ve yükselen faşist dalgasını durdurup geri zorlama püskürtme zamanı geldiğine inandılar. Tiyatro salonlarında alkış tufanı bir o kadar yükseldi. Yüreklenen sanatçıları göreve çağırdı. Bütün yapımcı ve sanatçılar, orkestra şefleri ve müzisyenler, protesto hareketi öncüleri, gazeteciler, yayımcılar, sivil toplum örgütleri, elektronik iletişim ortamındaki sanal dayanışma, eyleme çağrı dalgası aynı anda hareketlendi. Bulgaristan tarihinde ilk defa olmak üzere tiyatrolar birden boşaldı sahnedeki “Hamlet”, “Kral Lir”, “Romeo ve Jüliyeta”, “Ölü Canlılar” ve daha ne kadar kültürel değer varsa yola çıktı ve Sofya parlamento binası merdivenlerine oturdu. Bunun anlamı şuydu: FAŞİST KÜLTÜR ANLAYIŞINA MECLİSE GİRİŞ ÇIKIŞ YASAKTIR. Demokratik sanat çevreleri “Yol Kesen” sahnesinde rol aldı. Faşist “PF” partisi Kurultay topladı. Kapalı kapılar ardında gizli görüştüler. Sl. Binev istifa etti. Türk, Pomak ve Çingene sivil toplum örgütlerince de desteklenen demokratik protesto dalgası muzaffer oldu. İkinci defa galip gelinmiştir. İlk önce HÖH-DPS milletvekili, Ahmet Doğan’ın himayesindeki, nasıl zenginleştiği bilinmeyen, totaliter rejim generallerinden birinin oğlu olan ve Rusya oligarşi çevrelerine Bulgaristan’da aracılık eden, D. Peevski’nin 2014 Temmuzunda Devlet Güvenlik Ajansı (DANS) Başkanlığından istifaya zorlayan başarılı direniş tekrarlandı. O zaman yükselen protesto dalgası dinmedi ve Kasım 2014’te kurulan yeni Bulgar hükümetinde HÖH-DPS partisine kapı kapattı. Umudumuz, gelecek seçimlerde “PF” faşist partisinin tamamen püskürtülüp meclis dışı kalmasıdır.


12

Bugün Haydar

Umum Milli Lider Aliyev’i anma günü

Azerbaycan’ın Umum Milli Lideri Haydar Aliyev’in ölümünden 11 yıl geçti. Bu nedenle başta başkent Bakü olmak üzere Azerbaycan’ın bütün bölgelerinde anma törenleri düzenlenecek. Devlet kurumları, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, medya temsilcileri ve halk Haydar Aliyev’in Fahri Hiyaban’da bulunan mezarını ziyaret edecek. Azerbaycan’ın yabancı ülkelerdeki temsilcilikleri ve diaspora teşkilatları da Haydar Aliyev’in vefatının 11. yıl dönümü dolayısıyla anma törenleri düzenleyecek. 1923 doğumlu Haydar Aliyev 1967 senesinden itibaren Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) başkanlığını, 1969 senesinden itibaren ise Azerbaycan SSC Komünist Partisi Merkezi Komitesinin Birinci Sekreterliğini yaptı. 1982 senesinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi Politbüro üyesi olarak SSCB Bakanlar Konseyi Başkan Yardımcılığını üstlendi.

1987’de bu görevinden istifa etti. 1990 senesinde Bakü’ye döndü, önce başkentte sonra ise Nahçıvan’da yaşadı. 1991-1993 yıllarında Nahçıvan Yüksek Konseyi Başkanlığını ve Azerbaycan Parlamento Başkan Yardımcılığını yaptı. 1993 senesinde önce Azerbaycan Parlamentosu Başkanlığına gelen Aliyev, aynı yıl içerisinde Cumhurbaşkanı seçildi. 1998 senesinde ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilen Aliyev, 2003 senesinde adaylığını koysa da sağlık durumundan dolayı seçimden çekildi. Uzun süre ABD’de tedavi gören Haydar Aliyev,12Aralık2003’tehayatınıkaybetti.

Çin, Balkan ülkeleriyle ortaklaşa oluşturmayı planladığı deniz-demiryoluliman bağlantısıyla, Avrupa’daki ihraç potansiyelini arttırmayı hedefliyor. Dün Belgrad’da imzaları atılan projeyle birlikte Macaristan, Sırbistan, Makedonya ve Yunanistan aracında de-

mir yolu nakil bağlantısı kurulacak. Budapeşte’den başlayacak bağlantı, Belgrad, Üsküp üzerinden Atina’ya ve Avrupa’nın en büyük konteynır limanlarından biri olan Pire Limanına bağlanacak. Projenin 2017 yılında tam a m l a n m a s ı ö n g ö r ü l ü y o r.

Liberal Demokrat İçişleri Bakan Yardımcısı Norman Baker’ın istifası sonrasında koalisyon hükümetinin AB ve göçmenlik politikaları bir kez daha tartışma gündeminde… Baker, İçişleri Bakanı Theresa May’i ve bakanlıktaki diğer Muhafazakârları “olgulara dayalı rasyonel politikalara izlememekle” suçlarken, yeni yayınlanan bir araştırma AB göçmenlerinin İngiltere ekonomisine katkısını ortaya koyuyor. London College Üniversitesi Göçmenlik Araştırma ve Analiz Merkezinin yaptığı çalışmaya göre 2001-2011 yılları arasında AB ülkelerinden İngiltere’ye çalışmak için gelen göçmenler ülke ekonomisine 20 milyar sterlinden (70 milyar liradan) fazla katkı sağladı. Bunlar arasında 15 üyeli Avrupa Birliği ülkelerinden gelen vatandaşlar aldıkları sosyal yardımlardan yüzde 64 daha fazla vergi verirken, “katılım süreci ülkeleri”

denilen Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri vatandaşları dahi aldıklarından yüzde 12 daha fazlasını hazineye kazandırdı. 2000 yılından sonra İngiltere’ye gelen AB vatandaşları İngilizlerden yüzde 43 daha az devlet yardımı alıyor, yüzde 7 daha az sosyal konutlarda yaşıyor. Üstelik AB göçmenleri İngiliz vatandaşlarına göre çok daha eğitimliler ve ülkeye getirdikleri “insani sermaye” katkısı 6.8 milyar sterlin (yaklaşık 24 milyar lira) ilave eğitim harcamasına eşdeğer!

Fransa’nın haritasının, 13 bölgeli olarak, yeniden çizilmesini öngören tasarı dün 95 “evet” oyu, 56 “hayır” oyu ve 11 çekimser oyla kabul edildi. Söz konusu tasarının 2015 bölge seçimlerinden sonra, 2016’nın başında yürürlüğe sokulması planlanıyor. Tasarıya karşı çıkan UMP, merkez sağ, radikal solcu, çevreci ve komünist vekiller “hayır” oyu kullandı. Kimileri ise

tartışmanın içinde yer almamayı tercih etti; özellikle de Alsace (Alsas) bölgesi vekiller… Kimileri Alsace bölgesinin özerkliğini savunurken, kimileri de bölgedeki birleşime karşı çıktı. Bu tartışmalara uzak duran İçişleri Bakanı ise arkasında durduğu tasarının Meclis’te kabul edilmesinden memnun olduğunu bildirdi. Ancak bundan sonraki Senato sürecinin akıbeti henüz belli değil.

Hükümetin talebiyle hazırlanan bağımsız “İngiltere Kütüphane Raporu” ülkedeki kütüphane ağının geleceğine dair son derece karamsar bir tablo çiziyor. Ülkedeki kütüphanelerin bütçe kesintileri ve ilgisizlik nedeniyle felaketin eşiğine geldiğini vurgulayan rapor, ülkedeki kütüphane sisteminin 21. yüzyıl gereklerine uygun olarak renove edilmesini öneriyor. Raporun bu konudaki en çarpıcı önerisi ise gençleri kütüphanelere daha fazla çeke-

bilmek için okuma salonlarının rahat koltuklar, sıcak içecek servisi ve kablosuz internet bağlantısıyla donatılarak Starbucks tarzı cafelere rakip hale getirilmesi… 2011 yılından bu yana ülkede toplam 324 kütüphane kapısına kilit vurmak zorunda kaldı.

Çin, Avrupa’ya ray döşemeye hazırlanıyor

AB göçmenleri 10 yılda ekonomiye 20 milyar katkı sağladı

Meclis 13 bölgeli Fransa’ya yeşil ışık yaktı

İngiltere’nin büyük kütüphane ihaneti

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Lanetleyen ve Lanetlenenler 26 Kasım günü ikindiden sonra Sofya’da Yüksek Yargı Konseyi (BCC) önünde “Lanet Duası” okundu. Cüppeli Hocaların Başında eski Baş Müftü Nedim Gençev, refakatinde ise Türklerimizin yoğun yaşadığı Kırcaali ve Razgrat eski bölge müftüleri özel olarak gelmişler ve beraberce lanetlediler. Aynı gün yüksek yargı mensupları Yüksek İdari Mahkemesine (BAC) geçici Başkanı seçecekti. Başkan adaylarından biri olan ve yıllar önce şimdiki Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğüne Mustafa Aliş Hacıyı sözde “bazı evrakları değiştirerek ve Euro olarak büyük bir rüşvet alarak” seçen ve şimdi de (BAC) başkanı seçilmek istenen yargıç Stefan Grozdev beddua aldı. Aynı gün açıklanan seçim sonuçlarında Grozdev seçilemedi, 2 oy yetmedi. Gencev, “Ben yargıcı lanetlemiyorum, Allahtan onu cezalandırmasını talep ediyorum, Hacı Mustafa’nın Bulgaristan Müslümanlarına Baş Müftü seçilmesi yanlış oldu” dedi. Olayın temelinde gündemden düşmemek ve medya gündemine oturma hesabı olabilirdi. Öyle de oldu hafta sonu basını, radyo ve TV “lanet duasına” geniş yer verdi ve dinleyen şaşırdı. Bulgarlar boş boş şeylere biraz inanmaya yatkın bir millet olduklarından olacak, eski sandıkta ne varsa havalandırmak üzere hafta boyu ipe serildi. O, kendisi eski bir polis olduğundan dolayı Müslümanların konseylerinde seçilmediğini söylemeyi tasarruf etti. Yeri gelmişken değinmek istiyorum, Nedim Gençev’in özel olarak lanetlediği kişilerden birisi de Hak ve Özgürlükler Partisi “fahri” Başkanı A. Doğan’ın eski özel ofis şefi Ahmet Emin’dir. O intihar etti ve artık hayatta değildir. Gençev’in bir yakının açıkladığına göre, “mali yolsuzluk için Baş Müftü görevinde iken onun tutuklanması emrini veren” Emin olmuştur. Lanetlendi! 17 Ekim 2008’de “sarayda” intihar etti. Baş Müftülük görevinden alınmasını isteyen Ahmet Doğan ise lanetlenmedi. Ahmet Doğan Bulgaristan Müslümanlarına tonlarca kötülük etti, insanlarımızı köle etti ama Gençev lanet duası yapmaya vakit ayıramadı. Üçüncü olay da şudur: Gencev’in Baş Müftülük veznesinde 600 000 leva çaldığı iddiasına dayanan ve tutuklamaya gerekçe olan bu olaya geçici savcı olarak bakan Petır Santirov da lanetlendi. Daha sonra bu savcı devlete 120 milyon leva zarar veren bir dava ile ilgili tutuklandı. Ve kısa bir süre sonra ansızın hayata gözlerini yumdu. Gençev ve adamlarının iddialarına göre, Sofya Belediye Mahkemesi yargıçlarından Dobri Dobrev de lanetlenmişti. Çok kısa bir zaman içinde kalp sektesinden öldü. Bu yargıcın suçu ise, başka bir davadan Gençev’i büyük miktarda müftülük malını zimmetine geçirdiğinden cezalandırıp hapse attı. Nedim Gençev bu arada Dini Bilimler Doktoru ve ardından Profesör oldu. 2010 yılında Prof. N. Gençev Baş Müftülüğe Baş Müftü sıfatıyla geri döndü. Fakat Sofya eski Baş Savcısı olan Nikolay Kokinov Müftülükten çıkmasını emretti. Müftülükten çıkarken Gençev savcıya “sözüme kulak ver, sen bu görevde uzun zaman kalmayacaksın!” dedi ve ertesi gün Sofya içinde yeni bir “Lanet duası!” okundu. Hakikatten 2 ay sonra Kokinov Sofya Şehir Baş Savcısı görevinden kendi isteği üzere istifa etti. Üstüne Bulgaristan Cumhuriyeti Baş Savcısı Nikolay Filçev de beddua aldı. O, şimdiki Baş Müftü Hacı Mustafa’nın Baş Müftü seçildiği 4 Müslümanlar kurultayının kararlarının tanınmaması isteğine uymadığı ve kararları geçersiz kılmadığı için lanetlendi. Filçev hala sağdır. Gençev’ın yakın çevrelerinin anlattığına göre, daha sonra Bulgaristan’ın Kazakistan Büyük Elçisi olan N. Filçev çok ağır sağılık sorunları yaşamıştır. Olayın ceza yasası kapsamına girebileceğini sezen Gençev “ben kimsenin intihar etmesi ya da ölmesi için dua etmedim, yüce Allah’tan adalet ve intikam talep ettim, her şeyi onun yüce vicdanına bıraktım.” Beyanı verdi.

Bulgarların Hıristiyan dininde de “lanet duaları” olduğundan ve Sofya Baş Piskoposlun’da sık sık bu yola başvurduğundan, “hocaların lanet duaları” kamuoyunda olay geniş yankı uyandırıyor. Birkaç örnek vermemiz gerekirse, dünyaca ünlü bir kâhin olan Vanga “ölülerin ruhlarıyla temas kurabildiği” için “cadı” olarak aforoz edilmişti. Hıristiyanlıktaki lanetleme sürecinde, önce belirlenen kişinin “suçu” Yüksek Sinod’un özel bir komisyonunda görüşülüp karar alınır. Bulgar ulusuna büyük hizmetlerde bulunan kişiler listesinde Uyanış Çağı Havarisi Paisiy Hilendarski, büyük şair Hristo Botev ve komitacı havari Vasil Levski’den önde sıralanmış olan bilgin Dınov kiliseden kovulmuştur. 1997’de İvan Kostov hükümetinde Eğitim Bakanı olan ve Bulgar devlet okullarında din eğitimi uygulanması programını geliştiren Bakan Daniel Vılçev de beddua alan faka hala yaşayan aydınlardan biridir. Bu alanda konsept geliştiren Bulgar Bilimler Akademisi görevlisi Prof. Bakalov ise lanetlendiği günden 2 ay sonra hayata gözlerini yumdu. Benzer örnekler sıralamakla bitmez. Burada değinmemiz gereken noktalardan biri şudur. Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğüne el uzatan, dinsizleri imam hatip okullarına Müdür atayan, Ruse’de vakıf otellerini oğluna devreden, günah olduğunu bile bile vakıf mallarını satıp paralarını cebine atan vs. Prof. Nedim Gençev “Bulgarlaştırma” süreci konusunda, milyonlarca insana zulmedenleri lanetlemedi. Müslüman köylerine tanklarla saldıranları, gösterici, grevci ve direnişçi kitlelerimize ateş açanları lanetlemedi. Camileri ve mescitleri kilitleyenleri, türbeleri yıkanları, medreseleri geri vermeyenleri, yüzlerce tarih ve Müslüman mimari eserinin onarılmasını ve hizmete açılmasını engelleyenleri lanetlemiyor. Binlerce dönüm Müslüman vakıf toprağının işlenmesine engel olanları lanetlemiyor. “Büyük Göç”ün sorumlularına beddua etmedi. İnsanlarımıza kan kusturan hapis gardiyanlarını, “Belene” ölüm kampında zulüm edenleri lanetlemedi! Evlatlarımızın ana dilini öğrenmelerine engel olanları lanetlemiyor. 1970 – 72’de Pomaklara yapılan baskı ve terörü görmezlikten geldi. Totaliter rejimde zalimlerin baş çavuşu Todor Jivkov’u lanetlemedi. Yardımcılarını aforoz etmedi. Hainler, ihbarcılar, jurnalciler ve gizli ajanlar için ağzını açmadı. Dikkati çeken ikinci nokta ise, bedduaların yalnız kişisel menfaatler ve şahsi kazanç için yapılmasıdır. Artık çeken çekeceğini çekti, ölen öldü, sağlar bizim. Bir gün lanet duası okuyan ertesi gün mevlit okuyan hocadan kimseye fayda gelmez. Halkımız da bunu iyice anladı. Lanetleyenlerle lanetlenenleri birbirinden daha titiz ayıralım. Bu memleketten 1 000’den fazla din adamı takip edildi, içeri düştü, vatandan kaçmak ve göç etmek zorunda kaldı. Bu çileyi yapanlar ne zaman lanetlenecekler? İnsanlarımızı vatan değiştirmeye, adaleti ve özgürlükleri başka ülkelerde aramaya zorlayanları lanetleme zamanı gelmedi mi? Bir de, Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğü ne Osmanlı malının düklünün talan edildiği bir açık artırma merkezidir. Ne yargı duruşma ve hesaplaşma salonudur. Ne de bir sayfiye merkezidir. Unutmayalım! Baş Müftülüğe haksız yere el ve dil uzatan kendiliğinden lanetlenir. Baş Müftülük bir şeref yeridir. Namus ve adalet ocağıdır. Gelecek hafta, “Kâhin Vanga’nın yerine kalan kim biliyor musunuz?” sorusunu gönderen Gülşen Akgün’e yanıt vereceğiz. Evet Vanga’nın varisi bir Türk kızıdır.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

İngiltere Türk Çalışanların Haklarını Gasp Edemeyecek

İngiliz Daily Mail’in haberine göre; İngiltere, ülkede çalışan Türk vatandaşlarının Ankara anlaşması kapsamında sahip olduğu sosyal yardım haklarını kısıtlamak için Avrupa Adalet Divanı’na açtığı davayı kaybetti. AB VATANDAŞLARI İLE AYNI HAKLARA SAHİPLER Mahkmenin kararı, İngiltere’de yasal olarak çalışan Türk işçilerin aynı AB vatandaşı ülkelerden gelen işçiler gibi devletin sunduğu sosyal yardım ve emeklilik haklarından yararlanmaya devam edebileceği anlamına geliyor. EMEKLİLİK HAKLARI KORUMA ALTINDA

İngiltere’de çalışan Türk işçiler 1963 tarihli Ankara anlaşması kapsamında hem kendileri hem de aileleri için devletten yardım alma hakkına sahip. Türk işçiler ayrıca ülkede emekli olma ve emekli olduktan sonra Türkiye’ye geri dönerlerse emeklilik maaşlarını burada almaya devam etme hakkına da sahip. “SONUÇLAR İNCELENECEK” İngiltere İş ve Emeklilik Departmanı konu ile ilgili yayınladığı basın açıklamasında, “İngiliz halkı bu ülkeye gelenlerin ekonomiye katkı sağlamasını talep etme hakkına sahip. Biz bu kararın doğurduğu sonuçları detaylı olarak inceleyeceğiz” dedi.

Doğu- Batı Trakya Belediyeler Birliği, (Trakyakent) yönetimi, Bulgaristan’ın Ram Trakya Belediyeler Birliği’ni ziyaret etti. Trakyakent’ten yapılan yazılı açıklamaya göre, Ram Trakya Başkanı Kolyo Milev, iki birlik arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi adına çalışmalar yapmak istediklerini söyledi. Bulgaristan ile Türkiye arasındaki kültürel faaliyetleri ve ortak proje çalışmalarını sürdürmek istediklerini kaydeden Milev, Trakyakent üyelerini Bulgaristan’da görmekten dolayı mutlu olduğunu ifade etti. Trakyakent’i temsilen toplantılara katılan Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Münür Karaevli ise,

Bulgaristan’da karşılaştıkları samimi ortam dolayısıyla Ram Trakya Birlik Başkanı ve yönetim kuruluna teşekkür etti. Stara Zagora ve Sliven şehirlerinde yapılan toplantılara Trakyakent’i temsilen Karaevli ve beraberindeki heyet katıldı.

Trakyakent’in

Bulgaristan

ziyareti

Safranbolu Belediye Başkanı

Aksoy’a

Bulgaristan’ın Nessebar Belediye Başkan Yardımcısı Stoyko Stoyonof, Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy’u ziyaret etti. Aksoy, yaptığı konuşmada, ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Kardeşlik ilişkilerinin 2 şehir arasındaki bağları daha da geliştireceğini ifade eden Aksoy, “İki şehir arasında olan kardeşlik bağı ülkeler arasında da ilerleyerek devam edecektir. Biz her daim Nessebar şehrimizin yanında olmaya devam edeceğiz. Sürekli diyalog halinde olarak kardeşlik ilişkilerimizi ilerle-

Ziyaret

teceğiz” diye konuştu. Stoyonof da Safranbolu ile kardeş şehir oldukları için çok mutlu olduklarını vurguladı. Safranbolu’nun bambaşka bir şehir olduğunu belirten Stoyonof, şöyle konuştu: “Eşi benzeri olmayan yapısıyla örnek olacak çalışmalarıyla çok güzel işlere imza atılmaktadır. Ben Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy’a da yapmış olduğu çalışmalardan dolayı çok teşekkür ediyorum. Biz Safranbolu ile kardeş şehir olmaktan büyük mutluluk ve gurur duyuyoruz.”

Telefon: (0212)

477 66 81

info@tutargiyim.com e-mail : tutargiyim@gmail.com

Adres: B.H. Paşa Mah. Şehit Mustafa Yeşil Caddesi (Eski Poligon Caddesi). No:7 /A, Beşyüzevler, 5 0 0 E v l e r G a z i o s m a n p a ş a , İ S TA N B U L - Te l : + 9 0 2 1 2 4 7 7 6 6 8 1

D O L UFiliz SOYTÜRK N AY Karanlığın aydınlığa dönüşmesi! Nenem bizim masallarımız gibi içinde kıvılcımı olan yoktur derken tam ne demek istediğini anlayamıyordum. Her şeyi masalsı anlatırken dünyayı sanki yeniden yaratıyordu. Bugün sizlere ocak başında dinlediğim güzel masalların en güzelini anlatmak istiyorum. Hepinizi günlerce düşündüreceğinden eminim. Çünkü ben çocukluğumda Ay Dedeye baktıkça ve şimdi de kısmetim bütün olsun dileği tutarken Dolunay’ı beklerim ve bu masaldır kafamda, gölümde, nenemin o güzel kokusudur burnumda ve sönmeyen bir umut.. . Birlikte okuyalım: Çok çok eskiden yeşil bir vadinin içinde bir ırmak kıyısında kurulu bir köy varmış dünyada, tam dünyanın öbür ucunda. Çok eski dedik ya, o zamanlar gündüzleri pek güneşli geçermiş, yağmur yağmadıkça; geceleri hep yıldızlı olurmuş, bulutlar olmadıkça. Köy sakinleri tarımla uğraşırlarmış, hayvanlar avlarlarmış uçsuz bucaksız arazilerinden, sularını kaynağı çok uzakta olan, köylerinin içinden geçen, ırmaktan alırlarmış. Köyde herkes birbirini sever, sayarmış. Köyde bir tek kişinin kalbinde öyle büyük bir sevgi varmış ki bütün köyünkine bedelmiş; Dolun’un Interaya olan aşkıymış bu. Kız Dolun’u bilirmişte tanımazmış yakından. Dolun dayanamamış bir gün gitmiş kızın yanına. Sormuş Intera”ya onunla evlenip evlenmeyeceğini. Intera demiş ki Dolun’a : – “Evlenirim evlenmeye ama benim isteyenim çoktur, her gelen kişiden ayni şeyi ister benim babam. Ancak babamın bu isteğini yerine getiren benimle evlenir.” Dolun şaşmış. – “Sensin benim kalbimim sahibi” diyerek başlamış sözüne “senin dileğin benim için bir emirdir, söyle isteğini hemen yapayım” demiş aşkına. Intera demiş ki; – “Bir çiçek vardır yaprakları gümüşten tomurcukları elmastan, onu ister babam benle evlenecekten”. Dolun: – “Bekle beni” demiş Intera”ya, “hemen gidip getireyim o çiçeği ama nerededir yeri?” Intera parmağıyla göstermiş akan ırmağı – “İşte bu ırmağın kaynağındadır der babam, kırk gün yürümek gerekirmiş oraya varmak için ama bir giden bir daha gelmedi şimdiye dek, çünkü oralar büyülüymüş derler, giden geri gelmezmiş çünkü buralardan çok daha güzelmiş oralar.” Dolun: – “Senden daha güzel ne olabilir ki bu dünyada” demiş Intera”ya “Döneceğim, o çiçekle, döneceğim çünkü seviyorum seni, çünkü sensiz anlamı olmaz benim için o güzelliğin”. Dolun çıkmış yola sonra. Kırk gün yürümüş ırmağın yanından. Hep ne kadar sevdiğini düşünmüş Intera’ya yol boyunca. Tek aklındaki Intera”ymis, tek amacı ise o çiçek. Kırkıncı gün kalkmış Dolun sabah erkenden, yüzünü yıkamış ırmaktan, anlamiski çok yaklaşmış kaynağına ırmağın suyun serinliğinden. Devam etmiş yoluna sonra. Biraz sonra varmış kaynağa, bütün yeşilliklerle çevrili bir göl varmış kaynakta, gölün ortasında bir adacık, adacığın üstünde de o çiçek duruyormuş. Anlamış Intera”nin anlattığı çiçek olduğunu güzelliğinden. Yüzmeye başlamış adaya doğru hemen. Adaya çıkınca karşısında bir adam belirmiş Dolun’un. Adam Dolun’a: – “Her gülün bir dikeni, koruyucusu, olduğu gibi bende bu çiçeğin koruyucusuyum, eğer almaya geldiysen ben, Savut, izin vermem buna” demiş. Dolun şaskın ve de kararlı bir tonla: – “Ben o çiçeği alacağım sonra aşkıma kavuşacağım” demiş “Hiç bir şey beni kararımdan çeviremez”. – “O zaman beni biraz dinleyeceksin” demiş Savut “sana neden koparmaman gerektiğini anlatacağım, eğer hala ikna olmazsan o zaman izin veririm almana”. Dolun ikna olmuş ve çökmüş yoncaların üstüne, başlamış dinlemeye… – “eğer bir şeyi çok fazla istersen ve engelin yoksa önünde onu alırsın, hayatta böyledir, insan engelleri aşarsa yaşamına devam edebilir.

Bu çiçekte sadece yasam için bir şeyler yapacaksan engelleri kaldırır önünden çünkü onunda bir görevi var, bu çiçek sadece 28 gecede bir açar yapraklarını ve parlayan tohumlarını göle döker, bu sayede buradaki sular yükselir ve ırmaktan taşar gider zamanla. Bu ırmak sayesinde yaşar bu doğadaki yeşillikler, insanlar, hayvanlar.” demiş Savut. Dolun başlamış düşünmeye, eğer çiçeği koparırsa kavuşacaktır sevdiğine ama kuruyacaktır ırmakları bunun yanında. Sonunda çiçeğin başına çöker kalır Dolun. Gümüş yapraklarında kendini görür Dolun çiçeğin. Yanında Intera vardır ama niye mutsuzdur ikiside. Aslında kalbindeki tek endişeyi görür Dolun. Zaman geçtikce Dolun’un düşünceleri yoğunlaşır kafasında. Mutsuzluğunu düşünür, çiçeksiz Intera’siz bir yaşam düşünür. Koparamaz çiçeği günlerce. Dolun artık yaşamaktan zevk almaz şekilde sadece aşkını düşünerek beklemeye başlar olacakları. Bir gece çiçek tohumlarını bırakırken göle, bir tomurcukta Dolgun’un sertleşmiş kalbinin üstüne düşmüş, aniden Dolun kalbindeki aşkının büyüklüğü kadar kocaman bir taşa dönmüş, taş o kadar büyükmüş ki dünyaya sığmamış gökyüzüne yükselmiş ve Dünya’yla dönmeye başlamış. Öyle ki masaldaki ayrılık ebedi, buluşma mucizedir. Karataş şeklinde ayrılık dünya düzenini bozanın kaderidir sanki… Canlı dünyada kara taş olup cansız dünyaya kaymaktan kötüsü olabilir mi? Bu belki de herkesin olmak için var olana bir bireyin el uzatmasına en ağır cezadır. Mutluluk parçalanmaz bir bütündür, ama bin bir yüzlü olduğundan en ince hilalden dolunaya doğru her gün birazcık daha büyü yerken insanlara her şeyin her an değiştiğini devamlı hatırlatmak için vardır. Bir daha geri dönememe ama döndükçe yeniden doğma; kavuşamama ama birlikte olma anını sürekli arama; her an bir daha bütünleşmeyi arama kaderi var ya! Uzak düşmek, devamlı birlikte dönmek ama bir türlü kesişememek, cezaların en büyü olsa gerek! Durum değiştiğinde, kurallar değişir, yeni olanın ne sonu var ne başı olur! Dünya ile dönen insan ve dünya etrafında dönen Ay! İnsan mutluluğu kendi içinde yaşıyor, Dolunay ancak mutluluk müjdeliyor. İnsan da Ay gibi eski yerinden göç edince tamamen değişiyor. Parçalanmış mutluluk olamaz! Olaylara uzaktan, yandan, yüreksiz bakmak insanı mutlu edemez. Sey,rc, kalan istese de, ne geçmişiyle ne de geleceğiyle iç işe olamaz. Öyle ama geçmişsiz olmak geleceksiz olmaktan pek farklı değildir. Birisi olmadan diğeri olmadığındandır. Geçmişsiz olmak sevgilisiz, sapsız çöpsüz olmak olduğundan, geri dönüşü olmayan başlar. İnsanın Dolunay beklerken devamlı Ay’ı seyrettiği gibi birşey! Beklemek seyretmenin bir şeklidir. Ay’ın dünyayı seyretmesi misali! İnsan kaybettiğini hep arar. Özler vatan toprağını, bahçelerin kokusunu, karın beyazlığını ve bahar yağmurlarının doğaya can verişini. . Seyrederek beklemek, özlemek kadar zordur. Nenemin bana masal anlattığı ocak başını özlüyorum. Dolunay günlerimdi onlar. Ben bir ocak başı kızıyım. Ateşe bakıp ısınarak büyüdüm. Yanan ateş aydınlıktır. Sıcağı sevgidir. Sıcaklık aşktır. Sönmüş ve kara kaya olmuş bir kalp olduğu için ay ağarıyor, parlar gibi oluyor ama ısıtmıyor. Güzeller ve güzellikler her an sıcaklıkla okşanmak ve dolmak ister ve bununla yaşar. Sıcaklık olmayan yerde sevgi olmaz! Sıcaklık insanın kalbinde, gönlündedir. Kimse başkasının ateşinde ısınıp mutlu olamaz. Bizim ateşimiz bize yeter. Biz Türkler Tatminkârız. Büyük özelliğimiz severek ve sevilerek sevgi üretmemizdir. Sevginin bin bir türünü biliriz. Bizde seven uzaktan da sever, uzaktan da sevse sevenin sevgisi ısıtır. Sevginin yaşı yoktur. Ve masalların masalına en güzel sensin demiş olsam da, insanın bazen ömür boyu mutlu olmasına anların en küçüğü bile yeterlidir. Kısmetimiz ve mutluluk haberlerimiz Dolunayla gelir. Umutlarımız açar. Dolunayı bunun için rahmet bekler gibi bekleriz. Onun üşenmeden ve usanmadan dünya etrafında döndüğü gibi biz de Dolunay’ı ararken üşenmeyiz, yorulmayız. Umut yüreğin kanatlarıdır. Dolunay kendi sevgilisine veremediğini bütün sevenlere vermekle mutludur. Karataş bunu anlatmak ve umudu yaşatmak için Dolunay olmuştur.


14 D r. M ü j g a n D E N İ Z

Biz Orada Olmalıydık

7 Aralık 2014 günü Demokratik Güçler Birliği (CDC) 25. kuruluş yıldönümünü andı. Anma terörüne kurucu başkan Jelü Jelev’in, 1997’de bu partiden başbakan olan İvan Kostov’un ve diğer tanınmış demokratların gelmemesi dikkati çekti. Bu kutlamada asıl Bulgaristan Türklerinin gerçek demokratik temsilcileri olmalıydı. Maalesef bizden, Halkın Halk ve Şeref Partisi lideri K. İsmailov dışında kimse yoktu. 1989’un 7 Aralık günü yani kötülüklerin başı T. Jivkov’un ve totaliter komünist rejimin düşmesinden tam 28 gün sonra, 20 sakallı muhalif temsilci anakentin “Moskovska” sokağındaki Sosyoloji Enstitüsünde nihayet bir araya gelebildi. Birkaç saat sonra şimdiki “Radisin” o zamanki “Sofya” otelinde yabancı basın mensuplarına Bulgaristan’da Demokratik Güçler Birliği adında bir muhalif örgüt kurulduğu, saflarına 10 politik kuruluş topladığı ve feylesof D-r Jelü Jelev’in başkan seçildiği haber verildi. İlk bileşimiyle (CDC) ülkemizde demokratik muhalefeti oluşturdu, yuvarlak masada yer aldı ve Anayasa değişikliğini değiştirip demokratik dönüşümleri başlatacak Büyük Millet Meclisi seçimlerinin 10 Haziran 1990 günü yapılmasını kabul etti. Bulgaristan’da totaliter rejimin çökmesini büyük boyutlu belirleyen dış etkenler Rusya’daki “perestroyka” hareketi, Polonya’da “Dayanışma” sendikasının siyasal nitelik kazanıp iktidara uzanması, N. Çauşesko’nun kurşunlanarak öldürülmesi, demokrasi isteyenlerin Prag meydanlarını doldurması ve “Berlin Duvarı”nın çatlamaya başlaması oldu. Kurucular arasında, Bulgaristanlı Türklerin 1989 Mayısında adalet ve özgürlük uğruna, zulüm rejiminin belini kırmak için başlattığı Ulusal Ayaklanma boyutundan fazlasıyla etkilenen ve totaliter iktidarın yelken dürmesinden güç alan, 1988’de gelişmeye başlayan “Açıklık ve Dönüşüm Kulübü”, insan hakları, demokratik edinimler, çevreci ve özgürlükçü siyasi mahkûmların örgüt temsilcileri yer aldı. Aynı gün Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi yerel parti örgütlerine gönderdiği genelgede “ülkede karanlık ve gerici güçlerin baş kaldırdığına” uyarıda bulundu. Bulgaristan tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Totalitarizmden demokrasiye dönüşme süreci başlıyordu. Demokratik güçler Birliği’nin kurulması “karanlık ve gerici güçler” tanımının halka indirilmesine vesile olurken, direk olarak işaret edilmemiş olsa bile, karanlık güçlerin arasında en karanlık, en gerici, en tehlikeli olan 8 ay önce ayaklan Bulgaristan Türkleri, onları destekleyen Pomak ve Çingene Müslümanlardı. Totalitarizm zulmünden kaçarken 500’lik bir ordu oluşturan Bulgaristan Türkleri, Türkiye’ye sığınmış olsalar bile, her an geri dönüp büyük hesaplaşmada devinim gücü olabilirdi. 1970 – 1972’de isimleri değiştirilen, sürülen, iman uğruna hapis yatan Pomaklar da bu selin “karanlık” içsel güçlerindendi. Dünyada esen rüzgârlar değişmiş gidicilere yol gösteriyordu. Totaliter yıllarda Bulgar ulusuyla azınlık topluluklarının arası açılmıştı. BKP ve baskı rejiminin halkı birlik yoluna toplama çabaları hep ters tepmişti. Ağır baskı ve terör yıllarında Bulgar devleti ve Bulgar ulusu ile ülkede yaşayan etnik azınlıklar arasındaki güven, eski iyi komşuluklar, enternasyonal dayanışma ruhu tamamen ortadan kalkmıştı. Etnik azınlıklar totalitarizme baş kaldıran güçlerin öncüsü oldu. Azınlıkların zulme direniş bilinci ana ulustan daha yüksekti. Etnik azınlıkları, onların kimliğini, inançlarını ve geleceğini eritme politikaları işçi sınıfının tarihsel öz görevini, fonksiyonunu da rafa kaldırmış, kitlelere unutturmuştu. Baskı rejiminin yerine demokrasi, adalet ve özgürlük düzeni kurma kavgasının kıvılcımlarını etnik azınlıklar yaktı. Etniklerin yaşam kavgası demokratik nitelikli ve özgürlükçü olmakla birlikte aynı baskıları ve terörü yaşayan Bulgar demokratik toplumu saflarındaki kıvılcımlanmadan çok daha evvel başladı. Belki de ülkedeki totaliter polis rejiminin diğer sosyalist ülkelerden daha sıkı olduğundan olacak, Bulgar toplumu dönüşüm sinyallerine hemen kucak açmadı. CDC işte böyle bir politik ortamda kuruldu ve gelişmeye başladı. Halk kitlelerinin yeni fikirlere ısınması kolay olmadı. 1990’da (CDC) Sofya “Kartal Köprü” kavşağına 1 milyon dönüşüm taraftarı topladı, ama ilk demokratik seçimleri kaybetti. 1 Ağustos 1990’da Halk Meclisi Jelü Jelev’i Cumhurbaşkanı seçti. O tarihten sonra (CDC) demokrasi kavgası kökenlerinden gelen başka bir lider bulamadı. 1991’de D-r Jelev halkın direk oylamasıyla yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. D-r Jelev’in Bulgaristan’da demokratikleştirme hareketine katkısı, Marksizm-Leninizmi kaskatı dogmalaşmış bir kuram olduğunu kanıtlamasında ve sosyalist devlet yapısının bir totaliter devlet yapısı olduğunu açıklamasında gizlenir. 1997’den beri bir Vakıf Başkanı olan D-r Jelev kaleme aldığı eserlerinde Bulgaristan Türklerinin 1989 İsyanına değinmiş ve “hain liderlerin gerçek halk ayaklanmalarını yönetecek vasıflara sahip olmayan kişiler olduğunu yazmıştır. Ne yazık ki, (CDC) D-r Jelev’in yerini dolduran bir lider yetiştiremedi. (CDC) güçlerini şereflendiren ilk başbakan, birlik saflarına katılan Yeşiller Partisi Başkan Yardımcısı Filip Dimitrov oldu. O, (CDC) içinde hesaplaşmayı başlatan, o yıllarda Cumhurbaşkanı olan D-r Jelev’le partinin arasını açan, parti içinde temizlik başlatan ve 1994’te bir gensoruyla hükümetten indirilen kişidir. Ekonomik alanda, bütün demokratik reform yasalarına aykırı hareket ederek tasımda kooperatifçiliği baltalayan Dimitrov 53 bin traktör ve tarım aracını hurdaya çıkarmakla, sulama sistemlerini yok etmekle ve iri ve küçükbaş hayvancılığa ölümcül darbeler indirmekle, Bulgaristan pazarlarında satılan dereotu ve maydanozun komşu ülkelerden getirilmesine sebep olan kişidir. Halen AB’nin Gürcistan Daimi Temsilciliğinde görevlidir. Yükseliş ve Yenilgi Yılları: 1994’te iktidardan düşen (CDC) 1997’de Başbakan İvan Kostov yönetiminde 2,223 bin oy alarak tek başına iktidar oldu. O zaman, İkinci Dünya Savaşından sonra mallarına mülklerine el konan şehir esnafının taşınmazları geri verildi, sosyalizm yıllarında kurulan büyük ölçekli demir döküm, kimya ve renkli metal sanayilerine ölümcül darbeler indirildi. Binlerce işletme kapandı. Kamuoyunda şöyle bir izlenim belirdi, sanki demokratikleşme toplumda asalak bir kesim yaratmak için mülkleri gasp edilenlerin mallarını ve mülklerini iade etmekti. Öyle olsa bile Baş Müftülüğün ve Türk ve Müslüman vakıflarının binlerce dönüm tarlası, ormanı, korusu, çayırı, dükkân, okul ve bezi stenleri vs. geri verilmedi. İv. Kostov zamanında (CDC) parti

Bulgaristan Türklerinin Sesi

oldu. Daha sonraki yıllarda aynı kişinin partinin cellâdı oldu. Yeni yüzyılda asla toparlanamadı. 2001 yılından başlayarak (CDC) 13 yılda 13 seçimde hep küçüldü. 2013’te meclise giremedi. 2003; 2007 ve 2013 yerel seçimlerde Sofya, Burgas, Plovdiv gibi büyük şehirlerde, demokrasi kalelerinde yenilgiye uğradı. Bu seri yenilgilerden çıkan sonuçlar, (CDC) partisinin halka inemediğini, köy ve kasabalarda örgütlenemediğini, Bulgaristan’da demokrasi ideolojisinin gelişip yerleşemediğini, halkın öz yönetimde belirleyici rol oynamaya hazır olmadığını kanıtladı. (CDC) halkın sesini yıllarca duymadı. Buna ilişkin anlatılan fıkraların biri şöyledir. Bir erkek eşinin işitmez olmasına çok üzülüyormuş. Bir gün eşim beni kaç metreden işitiyor acaba, bir tespit edeyim demiş. Mutfakta yemek yapan eşine seslenmek için, oturma odasının mutfağa en uzak köşesine gitmiş ve: Hayatım bugün hangi yemeği pişiriyorsun, kokusundan kestiremedim, demiş. Eşinden çıt yok. Burası 15 metreydi, 15 metreden işitmiyor, diye düşünüp 5 adım ileri gitmiş ve yine aynı tonla: Hayatım öğlende ne yiyeceğiz, kokusundan anlayamadım, demiş, Yine çıt yok. Mutfağa 5 metre daha yaklaşmış ve aynı edayla: Hayatım ne yiyeceğiz, kokusu burnuma gelmedi, demiş. Bu defa da çıt yok. Artık mutfağa girmiş ve eşine 1 metre yaklaşarak: Hayatım hangi yemeği pişirdin?, diye sormuş. Bu defa da ses seda yok. Eşinin arkasına iyice abanmış ve kulağına: Hayatım hangi yemeği yiyeceğiz?, diye sorduğunda şu cevabı almış. Ben sana artık 5 kez cevap veriyorum….. (CDC) partisinin 25 yıl geliştirdiği siyasetin en büyük özelliği halk kitlelerini işitmemesi, emekçilerin ve emeklilerin sorunlarına kulak vermemesi ve demokratik Bulgaristan’ın deniz üstünde bir boş kayık gibi dalgalarla dalgalanan geleceğine parlak ufuk gösterememesindedir. Büyük kavgada kaybedenler ve galip gelenler: (CDC) partisinin ardına takılan milyonlar Anaya değişikliğinden, komünist partisinin devlet yönetiminde öncü rolünün kaldırılmasından sonra gizli polis ajanlarının sivil hayatta ve orduda açığa çıkarılmasını ve toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmalarını isteyeceklerine, özel mülkiyete dayanan tarımsal kooperatifçiliğe öncelik tanıyacaklarına, sosyalim yıllarında geliştirilen yoğun emek gerektiren ekonomi yerine yoğun teknolojiyle üretime geçemediler. Modern teknolojiyi üretim atölyelerine getireceklerine işleri yıkmayla noktaladılar ve yarın ufuklarını göremediler. Makineleri hurdaya çıkarıp ucuzdan satarak günlerini gün ettiler. Bir iki senede bir değişen iktidarlardan hiç biri Bulgaristan’ı kalkındırma programı çizemedi. (CDC) Partisi ile Sosyalist partisi arasında birbirini bitirme kavgası, bir sağ sol kavgası olarak şiddetlenirken, 2013’te Reformcu Blok grubuna katılan (CDC) 05.10.2014 erken meclis seçimlerinde 10 yılda oylarını 10 defa azaltarak ancak 291 bin oy alabildi. Bu didişmede Sosyalist Parti de tükendi ve milletvekili sayısı 39’a düştü. İki kişi kavga ederken üçüncüsü kazanır mantıyla eski komünist sistemin genelde güvenlik güçlerinden gelen disiplinle örgütlenen GERB partisi 2009’da 117 milletvekiliyle sağ alana yerleşti, (CDC) partisini iyice ezdi ve tek başına iktidar oldu. Bulgaristan Demokratik Güçler Birliği kamuoyunun beklediği şekilde gelişip meyve vermedi. Sanki hastalıklı dünyaya geldi, belki de dadıları görevini yapmadı, onu iyi yetiştiremediler. Önemli olan Kuzey kutup buzlarının yavaş yavaş çözüldüğü gibi bizdeki totalitarizm buzları da çok yavaş eriyor ve onlar erimeden, eski rejimin hurda demirleri kesilip eritilmeden yeni perspektifleri yaşama çağırmak çok zor oluyor. (CDC) partisinin 25. yılını kutladığı günlerde Sofya’da Savunma Bakanı Yardımcılığına atanan Orhan İsmailov’un görevinden alınması için hükümeti meclisten destekleyen (PF) ırkçı partisinin bir NATO ülkesi olan Bulgaristan Cumhuriyeti Savunma Bakan Yardımcılığına önerdiği isim basında yayınlandı. Adı ve soyadı İVO ANTONOV. Fotoğrafta bir tank önüne durmuş, Hitleri selamlar gibi sağ kolunu düz öne kaldırmış ve sanki dünyaya bağırıyordu. Resmin altındaki notta “YAŞASIN ÜÇÜNCÜ ALMAN REİYHI!” yazıyor. Günümüzün siyasi gelişmeler,i Reformcu Blok partisinin bu arada (CDC) Başkanı Lukarski, milliyetçi-ırkçı kesim karşısında art arda ödün verme taraftarıdır ki bu da partiyi tamamen bitirebilir. Dünyada boş yer yok. Ne yazık ki, kendini beğenen benciller başkalarını beğenmiyorlar. Hak ve Özgürlük Partisi’ni kurmakla eski komünistler bizi de oyuna getirdiler. Demokratik Güçler Birliği kurulduğu zaman yan yana olsaydık belki de şu demokratikleştirme işini birlikte bitirecektik. Ne yazık ki, hem onlar hem de biz oyuna getirildik. Hem o zaman hem de 25. yıl dönümde bizim orada olmamız gerekiyordu. Sanki GEÇİŞ DÖNEMİ yeni yeni başlıyor.

D R U M E V A : K O M Ü N İ S T L E R Bulgaristan Türklerini HİÇBİR Z AMAN DEĞİŞMEDİ Asimile Etme Söz alan Zulüm Mağdurları Kulübü Başkanı Lilyana Drumeva komünistlerin hiçbir zaman değişmediğini ifade etti ve konuşurken göz yaşlarına hakim olamadı. Drumeva, edebiyat derlerini komünistlerin istediği gibi vermediği için 1 yaşındaki çocuğuyla birlikte Pet Mogili köyüne gönderildiğini, eşiyle ayda 1 kez 2 saat görüşmesine izin verildiğini anlattı. Drumeva Pet Mogili’de sürgündeyken kendilerine Türklerin yardım ettiğini ve Türklere minnettar olduğunu ifade etti. Drumeva 16 yıl boyunca Şumnu İli’nde binlerce Türk çocuğuna ders verdiğini söyledi. Drumeva zulmün başladığı dönemde Karavelovo köyünde adı Tanya olarak değiştirilen bir Türk kızını ailesinin Türkiye’ye yanında götüremediği için biriktirdiği 2 bin dolarla birlikte bıraktığını, üniversite öğrencisi olduğunda kira bulmasını, gerektiğinde de paradan azar azar vermesini istediklerini anlattı. Bunları, konukları hüzünlendirmek için anlatmadığını söyleyen Drumeva Zulmün başlamasından bu yana 30 yıl geçtiğini, komünist rejimin yıkılmasından bu yana da 25 yıl geçtiğini, ancak zulümlerin mağduru olan Türkler ile Bulgarların bir yumruk olup da zulm edenlere karşı birleşemediğini ifade etti. Drumeva, 22 Eylül Hareketi ve BAF ile birlikte birçok kez meclise komünist rejimde işlenen suçların zaman aşımının kaldırılması için talepte bulunduğunu, bu konuda ısrarcı davrandıklarını, BAF Başkanı Mümin’in Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) temsilcilerinin bunu desteklemeleri için ikna etmeye çalıştığını, fakat HÖH’ü ikna edemediğini söyledi. Drumeva şöyle konuştu: Komünistlerin zulümlerine mağruz kalan Türkler neden HÖH’e oy vermeye devam ediyorlar. Bunlar, bugüne dek üstlendikleri yükümlülükleri çoktan unuttu. Sürekli etnik barışla tehdit ediyorlar. Bu, onların kullandığı kart. Türkler tereddüte düştüğünde Bulgarlar size şöyle böyle yapacak diye sizi korkutuyor. Bu şekilde Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Türklerin beyinlerini yıkıyorlar. Türklerin sağlıklı düşünmesine imkân vermiyorlar. HÖH, Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Türklerinin çıkarrlarını savunuyor mu, yoksa sadece bunu iddia ederek Türklerin sırtından mı zenginleşiyor. Bazılarınının milyarder olduğunu söyleyebilirim. Bu ne zamana kadar böyle devam edecek. Belki de komünist dönemde işlenen suçların zaman aşımının kaldırılması için yeterince çalışılmadığını düşünüyorsunuz, belki de gerçekten de haklısınız. Bu yıl 20 Mayıs’ta Zulüm Mağdurları Kulübü ve BAF, Bulgaristan Cumhurbaşkanına o günü Yusufhanlar (Pristoe) olaylarını anma günü ilân etmesini teklif ettik. Cumhurbaşkanı anma törenine geldi, çok heyecanlıydı, o eski günleri hatırladım. Polisler bir taraftan üzerine sıcak su sıkıyordu, öte taraftan çıkışı olmayan sokaktan kaçmaya çalışanlara ateş ediyordu. Bunları ben kendi gözlerimle gördüm. Bu zulümleri yapanları nasıl bağışlayabildik. Bunları yapanların cezasız kalmasına nasıl izin verebildik. Drumeva şunları da ekledi: Cumhurbaşkanı 20 Mayıs’ta tam saat 12’ye 10 kala helikopterle geldi. Tören tam saat 12’de başladı. Düşünebiliyor musunuz Cumhurbaşkanı ordaydı. Orada birçok Yusufhanlar, Şumnu, Prevlev, Filibe, Kırcaali, Sofya, Eski Cuma (Tırgovişte) sakini bulunmuştu. Otobüslerle gelmişlerdi. HÖH’ten tek bir kişi bile gelmedi. Çünkü bu, onların anma töreni değilmiş. Ben sorarım, bu kimin anma töreni? Bunlar kimin çıkarlarını savunuyor. Bu sorunun cevabını size bırakıyorum. Drumeva sözlerini şöyle sürdürdü: Bunu böyle bırakmadık. Bildiri hazrıladık. Bildiride Cumhurbaşkanına hitap ettik. Buraya bildiri okumaya gelmedik, kısaca özetleyeyim bildiride 20 Mayıs’ın milli birlik ve uzlaşı günü ilan edilmesini istedik. Fakat şu soruyu da sormak gerek: Ne uzlaşısı, ne barışı ve bunu kiminle yapacağız? Sizlere yapılan zulümlere ve komünizme karşı gelen Bulgarlara yapılan zulümlere üzülmeyenlerle nasıl birleşelim? Biri pişman olduğunda ve üzüldüğünde uzlaşı olabilir. Bir insan özür dilediğinde sen gözlerinde üzüntüyü gördüğünde bağışlıyorsun. Onlar sadece üzülmemekle ve özür dilememekle kalmadılar, devleti soymaya ve Türkleri ve bütün Bulgarları aldatmaya devam ediyorlar. Sözde onlar suçlu değilmiş, hiçbir şey çalmamışlarmış. Başkası suçluymuş. Drumeva, konuyla ilgili dönemin Meclis Başkanı Mihail Mikov’a mektup gönderdiğini, 20 Mayıs’ın Bulgaristan İnsan Haklarını Savunma Günü ilan edilmesini teklif ettiğini, ancak Mikov’un bu konuda sessiz kaldığını söyledi. Drumeva, Mikov’un Bulgar Sosyalist Partisi’nden (BSP) seçildiğine de vurdu yaptı. KomünistrejimlemücadeleedenDemokratikLig’inkurucularındanbiriolan Sabri İskender de konuşma sırasında geldi ve bütün dikkatleri üstüne topladı. Drumeva, Belene kampının sadece Türkler için açılmadığını, komünizme karşı gelenler için açıldığını, hatta Bulgarların cesetlerinin bile domuzlara yedirildiğini ifade ett. Drumeva, komünist dönemde sadece istihbarat servisi DS ile iş birliği yapan Türklere okuma ve gelişme imkânı verildiğini hatırlattı ve Türklerin askerde sadece ağır işlerde kullanıldığının altını çizdi. Drumeva, 80 yılına kadarki dönemin iyi olduğu iddialarının tamamen yalan olduğunu, kendisinin 80 yılında sürüldüğünü ve 1980’den sonra Türklerin komünislerin emirlerine uyulmadığı zaman neler yapabildiğini gördüğü ifade etti. Drumeva, komünist rejimin gençlerin hayallerini ve umutlarını öldürdüğünü, her şeyi takip ettiğini ve sürekli ifade vermek zorunla kalındığını kaydetti. Drumeva, biz acımız tazeyken olayın üzerine gitmediğimizi ve halk olarak mücadele edenleri desteklemediğimizi belirtti ve 1989’dan sonra da hiçbir şey değişmediğini, komünistlerin her iktidara geldiğinde kendisinin görevinden alındığını ve iş birliği yapmayanları sevmediğini ve imza atanların dosyalarını şantaj için kullandığını söyledi.

1913 Sofya

www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Abidin KARASU

Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Dr.Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK D o c . D r. S a k i n Ö N E R D o c . D r. H a s i n e Ş E N Diş Hekimi Halide ÜMİTFER Dr.A ziz ŞAKİR Şakir ARSL ANTAŞ

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Bu yıl Bulgaristan’da totaliter rejim tarafından zorla isim değiştirme, Türk kimliğini inkâr etme, Türklerin bü- Embiya ULUSOY tün haklarının elinden alınması ve baskıların uygulanmasının 30. yılıdır. Aynı böyle 1989 yılı Mayıs yürüyüşlerinin de 25. yılıdır. Bu acıklı ve o kadar da gurur verici mücadeleyi anmak ve gelecek nesillere anlatmak bizim görevimizdir. Bulgaristan Türklerini asimile etme ve göçe zorlama hatta Bulgaristan’da Türk varlığını inkâr etme politikası her zaman Bulgar ırkçıları tarafından hep gündemde tutulmuştur. Hep gündemde kalmıştır. Ben burada kısaca bu süreci özetleyerek sözlerime başlamak istiyorum. Çünkü bu süreç yüzyıldan fazla planlı bir şekilde devam etmiştir devam etmektedir. Türk kıyımı daha 1877-1878 Rus Osmanlı savaşında sivil Türk halkının kıyımı ve göçüyle başlamıştır. Türk halkı Savaştan sonra göçe zorlanmış ve göç ettirilmiştir. Balkan savaşı yıllarında Pomakların adlarını değiştirtirildi. 19341944 arası Türkçe yer adlarının değiştirildi. Türk özel okullarının Bulgar devlet okullarıyla birleştirilmek istendi ve Türk öğretmenlerinin (özellikle Daru-l Muallimi-n okulunu bitirenlerin) yurt dışına kovuldular. 1947 yılından itibaren okullarda İslâm dinine kısıtlamalar geirildi. Bu asimilasyonun ve göçün Bulgaristan Türkleri tarihinin bir küçük özetidir. Bulgaristan Türkleri bu baskılara dayanamayarak, Nisan 1878 yılında Rodoplarda Rus işgaline karşı, Şubat 1880 y. Kırcali ilçesinde, Aytos ilçesinde Bulgar zulümlerine karşı isyanlar çıkardı*5. En büyük baskılar ve zorla asimile etme siyaseti ise 1956 yılından sonra April plenumu adıyla bilinen merkez Komitesinin (geniş oturumda) alınan kararlarla başlamıştır. Süreç 1956-1989 yılları arasını kapsamaktadır. Bu süreci 3 döneme ayırabiliriz. 1. Türklerin haklarını ellerinden almak için ilk denemeler. 2. Türklerin bütün eğitim ve kültür kurumlarının kapatılması. 3. Zorla isism değiştirilmesi ve Türk varlığını inkâr etme. Isim değiştirme 24.12.1984 yılında başladı ve 24.01.1985 tarihinde sona erdi. Asker ve tanklarla sarılmış köylüler direndiler. Çarpışmalar oldu. En büyük çarpışmalar Benkovski, Mestanlı, Kirkovo, Prahovo, Mleçino, Yablanovo, Novo selo, Golâmo gradişte ve başka köylerde oldu. Bundan sonra Türklerin haklarını elinden almak için baskılar başladı. Ancak bu süreç 1989 yılına kadar devam etti. Mayıs 1989 yılında Özgürlük yürüyüşleri başladı. En büyük yürüyüşler, Yusufhanlar – Kaolinovo, Mahmuzlu köyü, Ezerçe köyü, Kalova, Sarıkovanlık, Dulovo ve toplam 73 yürüyüş yapıldı. Yürüyüşlerle başa çıkamayacağını anlayan T. Jivkov Zorunlu Göçü başlattı. HEPİMİZİN, ÖZELLİKLE DE DERNEKLERİMİZİN GÖREVİ: BUNLARI UNUTMAMALIYIZ, UNUTTURMAMALIYIZ.

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK

BULGARİSTAN TÜRKLERİNİ ASİMİLE ETME VE GÖÇE ZORLAMA SİYASETİNİN ÇOK KISACA ÖZETİ

Nafiye YILMAZ Av. Vildan UMUT Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM İsmail ERDEM Filiz SOYTÜRK Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Neriman ERALP Nazım ÇAVUŞ

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 412 89 89 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.

Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Avusturya -Viena Osman BÜLBÜL Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan İsveç Seval ÖZTÜRK

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar: Müjgan DENİZ ist. Başakşehir: Ayten ERDEM ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

Canlı Noel ağacı satışları artıyor

Tüccarların devlet orman ve av çiftliklerinden canlı Noel ağacı satışı için talepleri bu sene iki kat daha yüksektir ve 20 bine varmıştır. Geçen sene piyasada yaklaşık 9 bin canlı Noel ağacı satıldı. Bunu Tarım Bakanı Desislava Taneva, Bulgar ormanının korunması kampanyasına start verdikten sonra bildirdi. Söz konusu kampanya, Tarım Bakanlığı’nın çevrenin korunmasıyla ilgili önlemler dizisinin bir parçasıdır. Bu yılın sonuna kadar bakanlık, Bakanlar Kurulu’na ülkemizdeki korunmuş orman topraklarını yüzde 5 ile artıracak bir düzenleme sunacaktır. Bakan Taneva’ya göre bu önlem, ağaç kesimini sınırlandıracaktır ve bu yıl meydana gelen sellerin önlenmesi amacıyla yapılan bir önleme eylemidir.

Yeşil Kedinin Sırrı Çözüldü

Bulgaristan’ın Varna kentinde görülen ve yeşil rengi nedeniyle “radyoaktif” olarak adlandırılan yeşil kedinin bir garajda sentetik yeşil boya üzerinde uyuduğu ortaya çıktı. AYNI YERDE UYUYOR Independent’ın haberine göre, daha önce saldırıya uğradığı düşünülen kediyi boyayanları bulmak için hayvan severler harekete geçmiş ve sosyal medya üzerinden kampanya başlatmıştı. Bölge sakinlerii, kedinin renginin sürekli aynı yerde uyuması nedeniyle normale dönmediğini belirtti.

Bulgar bakandan acı itiraf

Kolarova, bakanlık olarak diploma piyasasını mümkün olduğunca sınırlandırmaya çalıştıklarını söyledi. Bulgar bakan Rumyana Kolarova, internetten her türlü eğitim kurumuna ait diploma satışı yapan bir siteyle ilgili Sofya İl Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı. Bakan Kolarova, “Sahte diploma piyasasının var olduğunu kabul ediyoruz ve sınırlandırmaya çalışıyoruz” itirafından bulunarak sorunun uzun zamandır gündemlerinde olduğunu belirtti. İnternetteki paylaşım siteleri üzerinden satış yapan sahte diploma piyasasını en önemli sorunlarından biri olarak niteleyen Kolarova, konuyla ilgili çok sayıda şikayet aldıklarını söyledi. Üniversite ve liselerde diploma ve diğer belgelere ilişkin denetimleri daha da artırdıklarını belirten Kolarova, verilen her bir diplomanın orijinalliğinin üzerine yapıştırılan özel etiketlerle kanıtlanması gerektiğini sözlerine ekledi.

Mudanya Gazeteciler DMudanya e r n Gazeteciler e ğ i Derneği’nin A B ’ l 15i ay sürecek O l dolanu

“Yerel Medyanın AB ile Uyumu” adlı projesi Avrupa Birliği’nden sağladığı destekle hayata geçti. Avrupa Birliği ve Türkiye Arasındaki Sivil Toplum Diyalogu III-Medya Hibe Programı kapsamında Mudanya Gazeteciler Derneği (MGD)’nin “Yerel Medyanın AB ile Uyumu” adlı proje başvurusu kabul edildi. Türkiye’de hibe almaya hak kazanan 16 dernekten biri olan MGD’nin 15 ay sürecek projesi çerçevesinde Bulgaristan ve İngiltere’de çeşitli temaslarda bulunacak gazeteciler, hem mesleki, hem de kültürel ziyaretlerle kültürlerarası diyaloga katkı sağlayacak. MGD Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Gerçekçi, toplam bütçesi 93.733,70 Euro olan projenin yüzde 90’ının T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Merkezi Finans ve İhale Birimi’nden hibe olarak geleceğini, yüzde 10’luk kısmının ise dernek tarafından karşılanacağını bildirdi. Bulgar Gazeteciler Birliği ortaklığında, Mudanya Turizm İşletmecileri ve Otelciler Birliği Derneği’nin iştirakçiliğindeki proje kapsamında, AB’nin sektöre katkısı ve medya aktörlerinin kariyer gelişimine katkı sunmayı hedeflediklerini kaydeden Gerçekçi, üyelerin, yazılı ve görsel medya konusunda AB standartlarını da yerinde gözlemleyeceklerini söyledi.

SŞakiruARSLANTAŞ yu Bulduk

İstanbul Zeytinburnu’nda 3. Uluslar arası Bulgaristan Sempozyumuna katıldım. Ankara’dan Bulgaristan Türklerine AK Partinin dışından destek gelmedi. İzmir Milletvekili Rifat SAİT’e bizlere desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Türkiye’de siyasi güçleri, partiler, belediyeler, göçmen dernekleri hep beraber sorunlarımızı görüştük. İlk kez, (30 yıl gecikmeyle) Bulgar demokratik aydınları, sivil toplum örgütleri, protesto hareketi öncüleri bize geldi. Konuştuk. İsimlerimiz değiştirilirken ve biz sel gibi akarak göç ederken çektikleri filmleri birlikte izledik. Onlar da “büyük bir trajedi” dedi. Bu trajedide, istediğimiz zaman geri dönme hakkımızı muhafaza edebilmemiz çok iyi oldu. İlk defa Belenede sadece Türkler değil Bulgarların hatta onlar için oraları kurulduğu ortaya kondu. Bulgarlar da Belene’de veya diğer toplama kamplarında neler çektiklerini anlatırken halkın büyük çoğunluğun göz yaşları akıverdi. Bu buluşmada Türk-Bulgar “davamız ortak” görüşü ağırlık kazandı. Böyle bir foruma ilk kez geldikleri için endişeliydiler. 5 oturumda beraberdik ve ortak bildiri kabul ettik. 25 yıl sonra da olsa Bulgarca’mızdan etkilendiler. “Bundan sonra her an her yerde birlikte olma ve dayanışma gereği” ana konu olarak sivrildi. “Büyük dava – demokratikleşme ve adaletli bir toplumu kurma” değerli bir tespit oldu. Bu olmadan etniklerin eşitliğinden söz edilemeyeceği noktasında birleştik. Onlar da “Bulgar Etnik Modeli” için çok zarar verdi ve artık çöktü fikrini savundu. Konuşmacılardanbirigizliservis“DS”tarafındanLondra’daöldürülen,bilinenve sevilen Bulgar yazar Georgi Markov ile Türkiye’ye kovularak süründürülen Ömer Osman Erendoruk arasında fark görmüyorum, dedi. İkisi de Bulgaristan’ın, Bulgaristan demokrasi mücadelesinin ve sonunda Bulgar halkının evladı. Bu sözler çok alkış topladı. “Sevgi Kırıntıları Arıyorum Yollarda” kitabından şu dörtlük okundu: “Korkma, yürü umudusun milletin. Her mâni yıkar, ezer himmetin. Tuttuğun yol terakkinin yoludur. Kalbin, fikrin emel ile doludur.” Yoğun katılım, yüzlerce kişi, Türk, Bulgar, Pomak ve Roman! Esaslı konuşmalarda tokmağı örs üzerindeki aynı noktaya vuruş, siyasi analizlerde çakışma, son hedef bizi mutlaka kaynaştıracak umudu doğdu. Ben ilk kez böyle bir heyecan yaşadım. Birlikte uyanmamız ne güzel olur… Derelerin, çayların bir ırmakta toplandığı gibi, demokrasi ve özgürlük davasının yeni aşama heyecanı, birlikte olma umudu sanki doğdu. Ve yenilmezliğin irade ve kudretiyle bütünleşti.. bilgi şöleni kendi başına bir olay oldu. Bir asır tekrarlayan göç gerçeği, etnik temizlik faciası, arasız devam eden ve ucu görülmeyen kültürel soykırım! Çok sevdiğimiz vatanımızda şifa bulamayan totalitarizm hastalığı! Parçalanmış, bölünmüş olmanın, ezginliğin sızlayan yaraları? Bu dünyadan göçerken kimsenin vatanını beraberinde götüremediği bilincinin uyanması! Şimdiye kadar geçmişimizin acı gerçekleri Bulgarların önünde ve onlarla birlikte böylesine ince elenip sık dokunmamıştı. Balkanların kültür anakenti İstanbul’da masaya yatırılan etnik temizlik ve kültürel soykırım konusu başlı başına önem arz etti. Olaya bir başka açıdan bakıldığında göçe zorlananlara sanki iyilik yapılmıştı, çok daha iyi koşullarda yaşıyorlardı. 2002’den beri dünyanın belini büken ekonomik, mali, kültürel bunalım ortamında, arasız yükseliş trendi gösteren Türkiye Cumhuriyeti adını sempozyuma büyük harflerle yazarken, olaya farklı anlam kazandırdı. Orda Doğu sınırında yıllar yılı savaş olmasına karşın ve 2 milyon savaş kaçağına ev sahipliği yapan Türkiye’nin olaylara bakış açısı Bulgar konukları etkiledi. İnsanları kovmak memleket sorunlarına çözüm anahtarı olamaz fikri parladı. Gözler, tamamen Ankara’ya döndü. Türklerin yarattığı mucizeler etkileyici oldu. Bulgaristanlı göçlerin Bursa’dan sonra en büyük kitle olarak İstanbul’da, Trakya’da olması, forum havasına yansıdı. Yerli ve yabancı sivil toplum örgütleri aralarında temas kurdu. Hak ve Özgürlük Hareketi HÖH-DPS foruma temsilci göndermedi. İstanbul, Bayrampaşa, Yıldız Merkezli BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği bu girişimde öncü oldu. Ana konuşmayı Bultürk Başkanı Rafet Ulutürk yaptı. Rapor, sanki etnik temizlik ve kültürel soykırım 21. yüzyılda Bulgaristan’da hayat hakkı bulamamalı, çağrısıydı. Hazırlık dönemindeki stratejik çalışmalar, yayınlar, halkla görüşmeler konuları her soydaşa indirdi. İlgi dalgası yükseldi. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin sürekli yayınları ve nitelikli sunumları dikkati çekti. Şöyle ki, Vatan’da olup biten her şeye, siyasi güç dengesine, iktidar kavgalarına, halkımızı daha da talan etme tuzaklarına yeni bir geniş görüşlülükle ışık tutmak doğal hakkımız olarak yerleşti. Kapılarımız sonuna kadar açıktır. Foruma ilgi pekişen güveni kanıtladı. Artık Bulgaristan’daki kardeşlerimizle Türkiye’deki soydaşlarımızın, Türkiye’de gelişin sivil toplum hareketleriyle Bulgaristan demokratik direniş hareketinin bir bütünde birleşmeleri gereği herkes inandı. Büyük demokrat Edvin Sugarev’in hararetli konuşması bu açıdan yeni bir sayfa açtı. Bu arada bu davada kuşakların da birbirinden koparılamayacağına inancı belirdi. Türkiye’de yaşayan bir Karslı nasıl Vatanıyla gururlanıyorsa, Kubrat’lı bir soydaşımız da aynı gururla yaşama hakkına sahiptir. Kimsenin vatanında gözümüz yok. Bizim olanı da kimseye vermeyiz. Bizim vatanımız bize yeter. Aksini iddia edene aramızda yer yoktur. Öyleyse, suyu aynı kaptan içme ve aynı kaynaklardan bilgilenme, aynı yöne bakma zamanı gelmiştir. Gel gelelim bu adımları yine planlı ve yine halkla el ele vererek atmamız gerekiyor. Yanlış adım atma, kibirlenme, birbirimize düşme, tek başımıza karar verip yanlış yapma lüksümüz yok artık. Yazımı burada noktalamayı düşünürken bir olay oldu. Olana bakınız! Duvarındaki TV, Feytullah Gülen hakkında kırmızı bültenle arama kararını okudu. Yıllardan beri devam eden Türkiye’yi, Türk milletini bölme, devlette darbe, dini çarpıtma, halkımızı aydınlık ve kardeşlik isteyen öz iradesine rağmen karanlıklara itme çabaları nihayet suya düştü. Sağduyulu olan herkes “yılanın başı ezildi” dedi. Biz, Bulgaristanlılar, Türkiye halkına, öz vatanımızda yaşayan yakınlarımıza geçmiş olsun diyoruz. Yobazlara karşı alınan tedbirlerin basın özgürlüğü, insan hakları falan filanla ilişkisi yoktur. Türkiye devletini devirmek isteyenin meşru hakkı olamaz. Tümümüz büyük bir dertten kurtulduk.

Yobazlar “okutacağız” vs. bahaneleriyle uyanık ve sağlıklı evlatlarımıza şahin gibi atlıyordu. Kandırıyorlardı, Kime yaklaşsalar hepsinin geleceğini kararttılar. Birçok ana baba kan ağladı. Gözyaşları dinmedi. Başımız bir yandan Bulgar ırkçı-milliyetçi, şöven mayalanma ile dertteyken, Türklüğümüzü kemirip bizi içten teslim almak isteyen Feytullahçılardan kurtulmamız çok önemli bir zafer sayılır. Gülen giderse onlar da tasını toplar gider. Yaklaşık 10 yıl önce bizim “Drındar“ köyünde İngiliz Şatosu gibi bir “okul ve yerleşke” kuruldu. Köy ortasına da bir cami diken Ahmet sinsisinin aklından geçen “okulu” yobazlara kiralamak oldu konuşuldu. Korkmuştuk. Açılış yapmak nasip olmadı. Dobruca yöresi Türk ve Müslüman çocukların gözlerine karanlıklardan en zifiri karanlık perdesi çekilemedi. Halka yararı dokunmayan “Bulgaristan Zaman” gazetesi onlarındır. Bu yayın Türkçe olmasına karşın, içeriği bize yabancıdır. Ana dilimizde çıksa da, bu yayının okunmasında yarar göremedik. Türkiye devletine zararlı, darbe niyetli yayınlar bize gelmez. El sürmek istemeyiz. Şu da var. HÖH-DPS-ci zihniyetin Sofya’da çıkan “Zaman”ı yasaklatmak isteyeceğine inanmıyorum. Çünkü bu yayın dişsiz ve ilkesiz yazılarıyla Türklüğümüzü ve Müslümanları uyutma davasına hizmet ediyor. Papazlarla sarmaş dolaş olma, onları ödüllendirme masallarını getiren onlar oldu. Bu yayınla hükümeti elde etmek için yağcılık yapıldığı iyi biliniyor. Bizi yalan yanlış haber, asılsız ve tutarsız yorumlarla avutma konserinde onların solist rolü gözden kaçmıyor. Dini fikirleri bizim gerçekliğimize uymuyor. Burası ne Arap çölü ne de dağ başı! Dayatılan görüş bize terstir. Bakış açıları önem ve değer arz etmez. Dinlerin birliği maskesiyle Papazlarla sarmaş dolaş olma, İftar gecelerine paraları sofraya toplama, şu gergin ve sızılı döneme hiç uygun düşmedi. Halkın kendi sorunları başından aşkın! Ucunda umut olmayan bir bakış açısı kabul edilemez. Dertlerimize tuz ekenlere şirin bakamayız. Bu bir çeşit zorlama ve ödüncülük olur. 20.yüzyıl yaralarımız henüz savmadı. Toparlanamadık. Kimliğimiz üzerindeki ince hesaplara tahammül edemeyiz. Zaman Gazetesinde Bulgaristan Türk köylerinden alınıp eğitilmiş kadrolar da çalışıyor deyip itiraz edenleriniz de olabilir. Evet, F. Gülen zihniyeti kendine kadro eğitmek için bizde de okul açtı. Hain zihniyette hizmetçi eğitti. Onların ödevi, Türk ve Müslüman halka, dinimize ve geleneklerimize hizmet ve katkı sağlamak değil, kendi çıkarlarına hizmet sunmaktır. Bizde yerleşen bu kanıdır. Görüş ve faaliyetleri öz davamıza yararsızdır. Biz artık filizlenip yapraklanmaya çalışırken yeni tuzaklara düşemeyiz. Türkiye’den geldi diye, hepsini başımıza taç edemeyiz. “Kırmızı Bülten” kendi konuşuyor. HÖH-DPS hain zihniyeti Feytullahçıları destekledi. Onlar Bulgaristan’a girerken iktidardaydılar. Memleket çapında örgütlendiler. Göz yumuldu. Türklüğe bir damla katkıları olsa idi Volen Siderov ile Valeri Simyonov dünyayı başlarına yıkardı. Çıt diyen de yok. Önce “Bankiya” kasabasında, sonra Sofya’nın “Obelya” semtinde okul açtılar. Sahte Türkçü, sahte Müslüman gençler yetişti. Yapılan bir ankette hepsinin polis olmak istediği anlaşıldı. Bitirince “tercüman” oldular. Dönen dolaplar sayesinde Ankara Türk Edebiyatını dış dünyada tanıtma kaynaklarından kazandıkları paralarla geçinmeye alıştılar. Bulgarlaştırdıkları eserler elektronik çeviri şaheseri, ruhu alınmış yazarlar, özsüz fikirler ve havası olmayan bir çağ. Türk maneviyatı öksüz! Yüreksiz bir Türklük yaratmakta amaç ne olabilir?! Sormak istiyorum da, soracak adam bulamıyorum. Olaya bir basamak daha derinden bakalım: Birkaç yıl öncesiydi. “Aktüel” dergisine takıldım. Klasik Rus yazar F.M. Dosytoevski’nin temel eserleri Rus dilinden Türkçemize değişik zamanlarda 9 ayrı çevirmen tarafından tercüme edilmiş. Baskı tarihleri ortada! Türkçeleştirilen metinler yıllar sonra birbiri ve orijinalle karşılaştırılınca yeniden yapılan çevrilerin eski tercümelerin kopyası ve hiç birinin Rusça metne uymadığı saptamıştı. Böylece tercüme işi para basan makine olmuştu. Şimdi şu F. Gülen’in molla uzantısı tercümanlarının yaptığı iş de akıllara durgunluk veren niteliktedir. Romanları şiirleri bilgisayarla tercüme edip, çevirmenden geçiniyorlar. Türkçe’mizi, ana dilimizi, Türk edebiyatında yaşayan ruhsal yüceliğimiz i, uygarlığımızı baltalama ödevi benimsemişler sanki. Hem de bunu Ankara Kültür Bakanlığından aldıkları paralarla yapıyorlar. Ruhumuzu söküp, yerine zehir otu dikip bize şifa niyetiyle içiriyorlar. Feytullahçı kadroları Ankara’dan besleme yolu bulunmuş. “Eden kendine eder! Bir gün gelir işler yoluna girer!” Ben demedim. Bu pirincin taşı ayıklanmazsa yazık olur. “Elektronik çeviri piyasaya çıkalı bu elemanlar Ankara’dan Euro emerken bacak bacak üstünde Türklerin budalalığına gülüyor.” Bu meyveler çürük. Azerbaycan, Özbekistan, Rusya bu işi yıllar önce noktaladı. Onlara “defolun” dedi. Amerikan emperyalizminin dünyaya hakim olma amacıyla yarattı bunları. “Türk Dünyasında Halifelik” hayallerine kapılanlar onlar değil mi? Molla bozuntularının bizimle işi yoktur ve olamaz. Çeviri konusuna biraz daha derin girmek istiyorum. Bazen tercümanın kırdığı potu yaratan gelse düzeltemez! Şu Feytullahcı yobazlar değil midir “Türkçe diye bir dil yok!”, “Türklüğün kendi kadım kültürü yoktur!” diye yazıp çizenler? Şimdi biriniz yerinde fırlasa ve “iftira” dese. İnanmam, çünkü bunları kendi kulağımla işitmişim, okumuşum…Bu saçmalıklar hazımlarımızın işine nasıl da yarıyor bir bilseniz! Böyle düşünen bir kişiden doğru dürüst tercüme etmesini beklemek abestir. Tercümanlara acıyorum: İktidar memesinden 25 yıldır emebilmek için ana dilimize, dinimize ve geleneksel kültürümüze düşman kesilen HÖH-DPS – kafasızlarından pek farkı yok Gülencilerin. Bizim “lider” bozuntuları Türkçesiz, İslamsız, özgün gelenek ve kültürsüz bir Türklük yaratma kalıbı geliştirdiler yani bizim paralelimizi, sahte modelimizi geliştirdiler. Bu kalıba şimdilik kendilerinden başka giren yok. Kalıptan çıkarlarsa gidecekleri yer hapis koğuşu olduğundan kalıplamış kalmak zorundadırlar. Halk topluluğumuzu da “taş kadın” durumuna getirdiler. Gülencilerle aralarındaki fark vurgulama ve üsluptadır. Gülen kadrosunun kullandığı terimler Türkçe sözlüklerde yoktur. L. Mestan tayfasının lügatindeki terimler de Bulgarca sözlüklerde yoktur. Halktan o derece uzaklaştılar ki, onları anlamak zorlaştı, çevirmenlere ise acıyorum. Biz söz daracığımızda olmayan bir şeyin hayatta olacağına ve olur da bize yarar getireceğine asla inanmıyoruz. Devamı gelecek sayıda


Atina’da Makedonya’ya karşı Yunan-Bulgar zirvesi Brüksel’de olduğu gibi, her iki ül1913 Sofya

2015’te asgari ücret 380 leva Maliye Bakanı Vladislav Goranov, “Asgari işçi ücreti 1 Ocak 2015 tarihi itibariyle 340’tan 360’a yükseltilecek. Temmuz ayında ise 20 ile ikinci bir zam yapılarak 380’e (195 avro) kadar çıkacak” diye bildirdi. Bu kararın 2015 Bütçesine ilişkin Bakanlar Kurulu’nun olağanüstü oturumunda alındığı belli oldu. Maliye Bakanı’nın hükümete resmi olarak asgari işçi ücretinin aşamalı olarak yükseltilmesini teklif ettiği açıklandı. Bununla asgari ücretin 2017 yılında 460 levaya ulaşması hedefleniyor. Gelecek yıla ilişkin bütçedeki üç yıllık tah-

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

minlere göre Ocak 2016’da asgari işçi ücreti 420 leva olacak, Ocak 2017’de ise 460 levaya ulaşacak. Maliye Bakanı, ilk önce ekonomik büyümenin düşük oranda olması ve neredeyse sıfır enflasyon olması halinde asgari işçi ücretine böyle bir zam yapıldığında işgücü pazarına baskı olacağını düşündüğünü, fakat işverenler tarafından işsizlik oranının fazla olarak hesaplandığına dair eleştiri aldığı için asgari ücretin yükseltilmesine karşı gerekçesinin ortadan kaldırıldığını izah etti.

Kardeş Şehir Çernooçene’yi Ağırladı Konya’nın merkez Selçuklu İlçe Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Şeb-i Arus törenleri için Konya’da bulunan kardeş şehir Bulgaristan Çernooçene Belediye Başkanı Aydın Arif Osman, Hak ve Özgürlükler Hareketi Milletvekili Şabanali Ahmed ve Çernooçene Belediye Meclis Başkanı Bedriye Yaşar Gaziömer’den oluşan heyeti makamında ağırladı. Kardeş belediye ilişkisi çerçevesinde heyeti Selçuklu’da ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getiren Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, “Hz. Pir’in 741. Vuslat Yıldönümü’nde kardeşimiz Çernooçene Belediyesi ile bir araya gelmek, bu güzel günü onlarla karşılamaktan son derece mutluyum. 2013 yılında Çernooçene Belediyesi ile geleneksel ve tarihi bağlar çerçeve-

sinde her alanda işbirliğinin geliştirilmesi için kardeş şehir protokolü imzaladık. Müslüman ve Türk kardeşlerimize sorunlarının çözümü konusunda her platformda destek vermeye hazırız” dedi. Selçuklu Belediyesi ile yapacakları ortak faaliyetlerin iki halk arasındaki bağları daha da güçlendirileceğini söyleyen Çernoçene Belediye Başkanı Aydın Arif Osman, “Bölgemizde yaşayan halk, geçmişte Konya ve Karaman bölgesinden göç ederek Kırcaali bölgesine gelmiştir. Selçuklu ve Çernooçene arasındaki geçmişten gelen kardeşlik ilişkileri zaman içerisinde daha da gelişecek. İnşallah sizlerin belediyecilik deneyimlerinden faydalanmak istiyoruz. Bizleri burada ağırladığınız için teşekkür ediyorum” diye konuştu.

Bulgaristan’daki kadınlar erkek meslektaşlarına nazaran yüzde 18 ile daha düşük ücret alıyor Dünyanın daha büyük kısmında kadınlar, daha iyi eğitimli, daha tecrübeli ve erkek meslektaşlarına nazaran daha verimlidir. Buna rağmen ama kadınlar daha kötü ücretler alıyor. Bunu Uluslararası Emek Teşkilatı bildirdi. Dünya çapındaki ücretler konusundaki raporunda Bulgaristan’daki kadınların yüzde 4 ile daha yüksek ücretler alması gerektiği, ama aslında yüzde 18 daha az aldığı belirtiliyor.

kenin Başbakanı, Batı Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği’ne üyeliklerini desteklediklerini bir kez daha teyit etti. Ancak Birliğe aday ülkelerin Avrupalı gibi davranmaları gerektiğini belirten komşu iki ülke Başbakanı, aday ülkelerin AB prensiplerini benimsemesi gerektiğini vurguladı. Yunan ve Bulgar Başbakanları, Makedonya’nın ismini kullanmadan, ülkeyi gündemlerine taşıdılar. Ortak basın toplantısında, her türlü dostluğun ve hoşgörünün bir sınırı olduğunu söyleyen Bulgaristan Başbakanı Borisov, İkinci Dünya Savaşını konu edinen Makedonya yapımı “Üçüncü Yarı” (treto poluvreme) filmini sert bir şekilde eleştirerek, aslında

filmde gösterilenin tam aksine, Bulgaristan’ın Yahudilere sahip çıktığını söyledi. Yunan Başbakan Samaras ise, ilk defa “iyi komşuluk ilişkilerinin” üyelik için bir ön şart olarak sunulmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Neden içki içilirken ŞEREFİNE denir ? ŞEREFİNİZE Neden içki içilirken ŞEREFİNE denir ? Her ülkenin kendine has deyişleri vardır bu konu ile ilgili Kimi sağlığına der, kimi mutluluğuna Ruslar “nazdrovya” der, Rumlar “stin igia sas” Bizde ise konu daha hoş ve de farklıdır Biz “şerefe” ya da daha da özelleştirip “şerefine” deriz Eee bize de bu yakışırdı değil mi!!! Bu “ şerefe” sözünün nereden geldiğini hiç merak ettiniz mi ya da niye “şerefe” dendiğini? Zamanın zaman olduğu dönemlerde, içki içmek bir adap, usül işiymiş İçki masa-

sına oturan ağır abiler içmeye başlamadan önce kendi aralarında şu anlaşmayı yaparlarmış: “Arkadaşlar bu meret şişede durduğu gibi durmaz, her ne kadar yakın ahbap olsak da, bir süre sonra çenemizin bağı çözülür ve olmadık şeyler söyleyip sonradan pişman olacağımız şeyleri anlatabiliriz Bu masada konuşulan ve anlatılanlar sadece ve sadece bu masada kalacak, söz mü? Söz! Şerefine mi? Şerefine!! “ O günlerde belki de bir yeminmiş bu “şerefine” sözü İşte tüm hikaye bu

Noel her beş kişiden biri i Linzer ç i n Market sadece dini bayram

Araştırma Şirketi’nin Der Standart gazetesi için yaptığı anketten ilginç sonuçlar çıktı. Ankete göre, halkın %44’ü Noel’in son yıllarda anlamını yitirdiğini düşünüyor. Buna karşılık sadece %5’i Noel’in daha anlamlı hale geldiğini ifade ediyor. Avusturyalıların %68’i Noel’i dini bayram olarak görürken, %13’ü Noel’e sıradan bir tatil günüymüş gibi bakıyor. Anketten çıkan sonuçlar yorumlandığında, Avusturya’da biri de, “Kilise ne yapmalı?”. Katılanların halkın Katolik Kiliseden gitgide uzaklaş- %75’i, Kilisenin daha modern ve çağa uytığı anlaşılıyor. Ankette sorulan sorulardan gun kararlar alması gerektiğini söylüyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.