BULTÜRK Gazetesi 92.Sayı

Page 1

1913 1 9 1 3 ’ t Sofya e Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Y ı l : 1 2 S a y ı : 9 2 O c a k - 2 0 1 5 Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek Bizim Borcumuz

Hangi Devletin tarihinde 16 devlet var? Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda önceki gün Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas için alışılmışın dışında bir karşılaşma töreni yapıldı ve sarayın içerdeki merdivenlerinde , tarihteki 16 Türk Devleti’nin askeri üniformalarını giymiş 16 asker yer aldı. Bu görüntü benim otuz yıldan fazla bir zamandan hayalimdi ve son yirmi -yirmi beş senedir defalarca yazmıştım .Karşılaşma törenlerindeki askerler geleneksel giysiler içerisinde olmalı ; yani yeniçeri , levend ve hatta daha eski Türk devletlerini sembolize eden tarihi elbiseler giymeli idiler. Türkiye Cumhuriyeti böyle yapmakla hem geçmişini unutmuş olan bazı vatandaşlarına , hem de memlekete gelen yabancı liderlere binlerce senelik tarihini rahatça hissettirebilirdi ve bu tantanalı giysiler amatörce dizayn edilmiş ibrişim ilikli firuze renkli üniformalardan ve beyaz kasklardan daha cazip idi! TA R İ H Ç İ L E R D E N G Ö R Ü Ş İ S T E N D İ Şimdi üç günden buyana büyük tantanaya sebep olan , hakkında bilen bilmeyen herkesin bir şeyler söylediği,

hatta bazılarının da işi mizah adına işi saygısızlığa kadar götürdükleri bu ”16 Türk Devleti’nin askeri giysileri” konusunun birazda arka planından bahsedeyim: Karşılaşma törenlerinde görev alacak Muhafız Alayı askerlerine eski Türk devletlerinin üniformalarının giydirilmesi konusu birkaç ay önce gündeme gelmiş ve Cumhurbaşkanlığı konuya yakın olanlardan görüş istemişti. Önceki hafta hem TV’de ki programa arkadaşım, hem de yakın dostum Prof. Erkan Afyoncu ile beraber Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı yakından görmemiz için Beştepe’ye davet edildik. Gittik ve öğleden akşama kadar saatlerce sarayın hemen her tarafını gezdirildik. S A R AY I G E Z D İ M , B E Ğ E N D İ M Cumhurbaşkanlığı Sarayı hakkında ne düşündüğümü merak etmiş olabilirsiniz ; Çankaya’da Atatürk’ün yaptırdığı köşk büyük bir restorasyona ihtiyaç gösteriyordu ,1990’larda inşa edilen bina da artık yetmiyordu ve yeni bir mekan lazımdı. Devamı 5’te

Rosen Plevneliyev: 2015 yılının reformlar yılı olması için çalışacağım

Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliyev, 2015 yılının, siyasi hesaplaşma yılı değil de, reformlar ve eylemler yılı olması beklentileri içersindedir. Devlet başkanı ve Yardımcısı Margarita Popova, göreve bastıklarının 3.yılı nedeniyle basın toplantısı düzenlediler. R o s e n P l e v n e l i y e v, b u d ö n e min farklı dış ve iç krizlerin himayesinde geçtiğini açıklarken şöyle konuştu: “80 yıldan bu yana en ağır dünya ekonomik ve mali kriz, AB’nin kurulmasından bu yana en ağır kriz yaşandı. Avrupa’da milliyetçilik ve popülizm baş gösterirken AB’nin temel değerlerinin üzerine gölge düşürüldü. Bulgaristan’da farklı krizleri aştık, ülke içinde ve ülke dışında protesto dalgalarına şahit olduk; topraklarımızda terör saldırısı gerçekleştirildi; eşi benzeri olmayan mülteci dalgası kapılarımıza dayandı; vatanadaşlarının kurumlara karşı en düşük güvenini kaydettik; siyasi liderler arasında en güçlü meydan okumalara ve hesaplaşmalara şahit olduk.”

Devlet başkanı, erken parlamento seçimlerinden sonra prensip olarak farklı anlaşmalarla dialog ve uzlaşma arayışına giren siyasi liderlerinin tutumundan umutlu olurken bu tutumun göz ardı edilmemesini de umuyor: “Bulgaristan daki demokrasinin prensipli ve çalışan koalisyonlara hazır olduğunu gösterme zamanı geldi çattı. Uzlaşma arayışı, bir zayıflık, siyasi vicdansızlık anlamına gelmiyor.” Plevneliyev, Bulgaristan’ın sahip olduğu kısıtlı kaynakları, reformlara tabii tutulmayan sektörler yüzünden, doğru bir şekilde paylaştırmadından dolayı bir kez daha uyardı. Cumhurbaşkanı “Bugün Bulgaristan, ilk defa geçim sürecinden bu yana oy birliğiyle kabul edilen uzun vadeli plana ve belirli önceliklere sahiptir” dedi

Televizyon dizilerinde rol olan, sinema filminde de başrol oynayan golcü futbolcuSerenay Aktaş, üç sezondur formasını giydiği Kadınlar Futbol 2. Ligi’nde mücadele eden 1207 Antalya Muratpaşa Belediyespor’dan, 3. Lig’deki Beşiktaş‘a transfer oldu. 50 MAÇTA 60 GOL ATTI Forvette görev yapan Serenay oynadığı hazırlık maçları dahil 50 karşılaşmada 60 gol attı. Televizyon dizilerinde rol olan, sinema filminde de başrol oynayan Serenay’ın, bu sene bir adada geçen yaşam mücadelesini anlatan ‘ Survivor All Star‘ adlı yarışma ileBulgaristan‘da çekilecek bir sinema filmi için kamera karşısına geçeceği belirtildi.

Trakya’da da havalimanı yapacağız.” dedi. Elvan, hızlı trenin de Kapıkule’ye kadar getirileceğini söyledi. KAPIKULE’YE KADAR HIZLI TREN Elvan, bir başka önceliklerinin de Türkiye’ye sınır olan ülkelerin ve sınır kapılarının hem demiryolu hem de karayolu açısından güçlendireceklerini belirterek, şunları kaydetti: “Bulgaristan, Yunanistan bağlantımız, Habur, Gürcistan ile bağlantımız… Yani sınırımızda yer alan ülkelerle altyapı bağlantımızı daha da güçlendirmek istiyoruz. Bu çerçevede İstanbul’u Edirne üzerinden Kapıkule’ye kadar hızlı tren ile bağlayacağız. 2015 yılında bunun ihalesine çıkmayı hedefliyoruz. Kapıkule’ye Bulgaristan sınırına hızlı tren ile bağlantıyı sağlamış olacağız. Mega projelerimiz arasında yer alan Kuzey Marmara Otoyolu, 3. Köprümüz, bu köprü üzerinden geçecek demiryolu hattımız da bu hat ile bağlanacak. Yunanistan ile karayolu bağlantımızı güçlendiriyoruz demiryolu bağlantımızı baştan aşağı yeniliyoruz. Yunanistan tarafından da kendi demiryolunu güçlendirmesini bekliyoruz.” 3 İLE HAVALİMANI YAPILACAK Elvan, havacılık sektöründe de çok önemli gelişmelerin söz konusu olduğunu, bu yıl 166 milyon yolcu sayısına ulaşıldığını ifade ederek, “Kamuözel iş birliğiyle havalimanları yapıyoruz, özel kesim marifetiyle yapılmasını sağlıyoruz. Yapişlet-devret ile gerçekleştiremeyeceğimiz bölgesel nitelikteki havalimanlarını inşa ediyoruz, mevcut havalimanlarımızın modernizasyonunu sağlıyoruz. Mart ayında Ordu-Giresun havaalanını açacağız. Mayıs ayında Hakkari havaalanını arkasından Rize, Yozgat havalimanları gelecek, Trakya’da da havalimanı yapmayı planlıyoruz” diye konuştu.

İstanbul – Ankara arası 90 dakikaya düşecek

Ulaştırma Bakanı Lüfü Elvan CNN Türk’e konuk oldu. Elvan, Ankara – İstanbul arasında hizmet veren Yüksek Hızlı Tren’i yeni bir hatla daha da hızlandıracaklarını açıkladı. 3 S A AT, 9 0 D A K İ K AYA İNECEK Ankara – İstanbul arası sefer yapan hızlı tren Eskişehir üzerinden Pendik’e ulaşıyor. Bu mesafeyide şu anda 3.5 saat ile 3 saat 45 dakika arasında kat edilebiliyor. Bakan Elvan yapılacak yeni hatla zamanın yarıdan da fazla bir oranda kısalacağını açıkladı. YENİ HATTIN GÜZERGAHI Hat, doğrudan İstanbul’dan Ankara’ya uzanacak. Bakan, yeni hatın Sincan Kö-

seköy arasından geçeceğini söyledi. Köseköy’de inşa edilecek Yavuz Sultan Selim Köprüsü ile bağlantılı olacağını fizibilite çalışmalarının da tamamlandığını belirtti. Projenin yap işlet devret modeli ile inşaa edilebilmesi için özel firmalarlada projeyi paylaştıklarını anlattı.

Kadın Golcü Serenay Aktaş, 3 İle Havaalanı Geliyor, Türkiye İlk Milli Lazer Çalışma Bakanlığı, göçmen B e şi k ta ş ’ a T r a n s f e r O l du Kapıkule’ye Hızlı Tren Yapılacak S i l a h ı n ı Y a p ı y o r entegrasyonuna 200 000 Avro Türk mühendisler ABD’nin kullandığı lazer silahının benzerinin ilk prototipini yaptı. ‘Lazer Silah Sistemi’ prototipi, izlediği hedefe odaklanıp yok ediyor. TÜBİTAK Savunma ve Güvenlik Teknolojileri Araştırma Destek Grubu (SAVTAG) tarafından Mayıs 2013’te proje çağrısı yapılan ‘Yüksek Güçlü Lazer Silah Sistemi’ (YGLSS) projesinde görüşmelerin olumlu sonuçlanmasının ardından teknik ve bütçe çalışmaları geçtiğimiz yıl başlatıldı. Proje için ASELSAN, TÜBİTAK ve Bilkent Üniversitesi ortak çalışıyor. Bütçesi 120 milyon lira olan projenin tasarım çalışmalarında ilk prototip üretildi. YGLS prototipi geçtiğimiz günlerde test edildiği BİLGEM Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü laboratuarındaki sınavı başarıyla geçti. YGLS üzerinde bulunduğu platformun hareketlerinden bağımsız dengeli bir şekilde belirlenen bir hedefi algılayıp takip etti. Sonrasında ise yüksek güçlü lazer hüzmesini hedef üzerine yönlendirip odakladığı noktaya lazer ışını göndererek imha ederken projeyi yakından izleyen Milli Savunma Bakanlığı’nda da yüzleri güldürdü.

“Göçmenler ile ilgili tedbirler sadece bir kurumun faaliyetinde ifadesini görmemeli.Göçmenlerin etkin entegrasyonunun merkezi ve yerel yönetimin başarılı ortaklığına bağlı olduğuna inanıyorum. ‘ Bakanlar Kurulu’na bağlı Etnik ve Entegrasyon Sorunları Ulusal Konseyi başkanı, Çalışma ve Sosyal Politika Bakanı İvaylo Kalfin bunu Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği temsilcisi Roland Francois Veil ile görüşmesinde belirtti. Bakan Kalfin, göçmenlerin sosyal entegrasyonunun çalışma bakanlığının öncelikleri arasında yer aldığını ve bu sebeple bütçesinden onların Bulgarca eğitimi ve istihdamlarına yönelik farklı tedbirler için de bu arada buna 200 bin Avro’nun sağlanmasının öngörüldüğünü belirtti.


2

Hedeften Sapıldı

BGSAM 1990 – 2009 döneminde Bulgaristan’da komünist totaliter zorba rejimi uzantılarına dalkavukluk eden Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) yönetimi son beş yılda hedeflerinden tamamen saptı. 2009’da Bulgaristan demokrasi ve adil insan hakları toplumu Geçiş Dönemi atılımı tabutuna son çiviler çakıldı. Herkes Geçiş Dönemi masalının özünde komünist zulüm rejimi varislerini politik sahneye çıkarma olduğunu gördü. Bu iş yapılırken 1944 – 1990 politik lâf ebeliği söylevi temizlendi, örneğin işçi sınıfı, kooperatifçi köylüler, halk iktidarı, sosyalist adalet gibi kavramlar çöpe atılırken, yerlerine “politik sınıf”, “siyasi elit”, “Pazar ekonomisi” ve “aşamalı geçiş dönemi” gibi özsüz kavramlar gevelenmeye başlandı. Hayata maddi ve manevi olanı birbirinden ayırmada güçlük çeken yeni siyasi elit, 1989’da kovulmadan önce başlıca Türklerin de emeği ile inşa edilen alt yapı, işleme sanayi ve tarımsal kooperatifçiliği baştan aşağı yok etti. Emekçi halkın gelir kaynaklarını tıkadı ve kesildi. Kitleler kader kurbanı oldu. 2 kuşak yalnız devlete çalışmış, özele teşebbüsse açılmak için maddi, mali ve manevi birikimi, ruhsal hazırlığı olmayan halk yolunmuş tavuk gibi sokak ortasında kaldı. Hele azınlıkla böyle bir eğitim verilmemiş, işten eve evden işe giden insanlardan harikalar beklemek de yanlış olurdu. HÖH-DPS partisinde birleşen Türk, Pomak ve Romanların beklentileri ise tamamen boşa çıktı. Baskı rejiminin çoğulcu ve demokrasi esaslı halka açık bir düzene dönüştürülmesi için eski düzenden kalan ne varsa, malın mülkün yok edilmesi, halkın ekmek uğraşısına birçok sertifika, kota, taban ve tavan fiyat gibi sınırlama, banka kredisi kısıtlaması ve bazı yerlerde yasaklar getirilmesi gereği dayatılması inandırıcı olmadı. Oligarşileşme yönü alan sermaye birikimi refah, adalet ve huzur umutlarını dondurdu. Bu yüzden de 2000 yılına kadar devam eden Filip Dimitrov, Lübomir Levçev, İvan Kostov icadı – aktif talan devri – emekçi halkı olup bitenden yabancılaştırdı. Kuşkusuz ilk başta ve öncelikle manevi olanın, yasaların ve kuralların değiştirilmesi gerekiyordu. Toplumdaki üst yapı değişmeden, zülüm mekanizması sökülmeden ve yerine adil yönetim, yürütme ve yargı sistemi getirilmeden ileri adım atılamadı. Yapılması gereken olan öncelikli işler bunlardı. Halkımız kendi partisinde örgütlenmiş de olsa polis şefleri, yargıç ve savcılar yerlerinde kalınca, oyunun bozulmadı hemen anlaşıldı. Demokratikleşme daha 1992’de yapılan Anayasa değişikliği ile ana çizgi ve hedefinden saptı. Kendini komünist duvara çarptığı yerde 25 yıldan beri kafasını tutmuş oturuyor. Anayasa’dan “komünist partisinin yönetici rolünü” söküp yerine Bulgaristan demokratik, çoğulcu ve sosyal bir devlet olduğunu monte etmekle işler bitmedi. Hukuk tanımaz totaliter diktatörlüğün yerine parlamenter cumhuriyet, çok partili sistem gibi bazı esas değişiklikler getirilse de, değişim şekilseldi ve değişmesi gereken öze dokunan olmuyordu. Betonlaşmış üst yapıyı belirleyen ve tek yanlı çalışan yasadışı zihniyet tuzla buz edilemedi. Bunu gören Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve HÖH milletvekilleri 1992’de yeni Anayasaya oy vermediler. Biz politik adalet, doğal ve yasal haklarımız, ihtiyaç duyduğumuz hürriyetlerimiz için örgütlenmiştik. Ayaklanma meydanlarından, toplama kamplarından, hapishanelerden, sürgünden, çileli çeki günlerinden gelmiştik. HÖH-DPS yönetimi daha 1990’da ve hele 1992’de yeni Anayasa hazırlanırken isteklerimizi teker teker sunup, savunup dayatamadı. Oysa böyle bir olanak doğmuştu. Bizim dini, dili, özgün kendi kültürü, yaşam tarzı, adet ve gelenekleri olan, toplu halde kendi toprakları üzerinde yaşayan bir etnik halk topluluğu yani Bulgaristan Türk azınlığı olduğumuzu bile Anayasa’ya işletemedi. Tüzel kişisi tanımlanmamış bir olayda hak hukuk aramakta da yönsüzdü. İşte bu noktada stratejik hedeflerimizin yolu kesildi. Yeni yasalar bize adeta “sizin biletiniz bu durağa” kadar dedi. Oysa büyük bir ateşin içinde yanıyorduk. Totalitarizmden demokrasiye geçiş devrimsel niteliklerle gerçekleşebilirdi. Böylece Bulga devletinin imza altına aldığı insan hakları, etnik halk topluluklarının haklarının tanınması gibi konuları kapsayan uluslar arası sözleşmelerin ülkemiz koşullarında yasal olarak alabildiğine uygulanması yolları da kesilmiş oldu. Yani iş daha ilk başta stop etti. Bu Çingene azınlığı ve Müslüman Pomak kardeşlerimiz ve diğer dini ve başka azınlıklar için de geçerlidir. Başka bir değişle ya da karşılaştırmayla ifade edildiğinde, biz Bulgaristan nüfusu bir otobüsün içindeki yolcular olsak,

Anayasa da otobüs olsa, yenilenen yalnız dış cephe boyası ve bazı aksesuarlardı. Yeni esas kanunun ilk sayfa ve bölümlerindeki değişiklikler önemli olsa da, diğer sayfalar korunmuş, yeni bir kapakla, yeni daha lüks bir baskıyla olay rafa kaldırılmıştır. Bugün yani, 25 yıl sonra, Sofya Meclisi’nde her gün daha da sertleşen bir dille tartışılan konu, insan hakları ve hukuksal reform konusudur. Demokratik hakların tanınmadığı bir ülkede adalet olamaz. İnsan haklarının askıda kaldığı, doğal hakların ve demokratik insan haklarının yalnız sözde var olduğu, adaletin rafa kaldırılmış olması, toplum motorunu sek telemeye zorluyor. Temel insan hakları konusu harmanlanıp yasallaşmadan ne sağlık, ne eğitim, ne kültür vs. alanlarında hiçbir başarılı reform (yenilenme) yapılamaz. 180 yerleşim yerinde eczane olmaması kendinden konuşan bir rakamdır. Reformların arasında yapılması gerekenin arasında öncelikli olan yargı reformudur. Durum Bulgaristan’da yönetim, yasama ve yargının birbirine kenetlenmiş durumu, üç erkin bağımsızlıktan söz edilmesine engel olduğu gibi, demokrasiden söz edilmesi kapısını da kapıyor. Bugün Bulgaristan’da ve Avrupa Birliği ülkelerinde geçerli olan hukuk eski Bizans hukukudur, 1000 senede derlenmiş ve 1000 sene de uygulanmış bir yasal sitemdir. Bizim toplumun algılaması kara kaya gibi Adalet dendiğinde bizim toplumun algılaması kara kaya gibidir. Son dönemde bu konunun masaya yatırılması gereği İtalyan ve başka AB ülkelerinin sert beyanlarının sonucudur. Diktatör T. Jivkov zamanında eğitilip özel yetiştirilen ve yargı sistemi çalışmayan, idam cezalanın duruşma salonu dışında alındığı bir rejimden miras kalmış 500 yargıç, savcı ve mahkeme heyeti üyesi bugün de kendileri seçtikleri ya da adrese gönderilen davalara bakıyorlar, biçip kesiyorlar, yabancı şirketlere bile duruşma salonunda tüzel kişilik değiştirte biliyorlar. Bizim yargıç ve savcılarımızın dokunulmazlığı var, görev süreleri ömür boyudur, onların kılına eski rejimde kimse dokunamazdı, şimdi de dokunamaz. Savcılığın gözü önünde Kooperatif ve Ticaret Bankası’ndan (BTK) 5 milyar leva para çalındı, dava açılmadı, 518 kişi sorgusuz yargısız “Belene” ölüm kampında çürütüldü, dava açılmadı, 1500 bin sanayi işletmesi kapandı, dava açılmadı, 15 milyon küçükbaş hayvandan ancak 1 milyon kaldı, kim yeni bu kuzuları diye sorup soruşturan olmadı. Bu yargı sistemini yenilemek amacıyla değiştirmek, Adliye Saraylarının beton duvarlarıyla kaynaşmış yargıç ve savcıları sökmek sözle, yazıp çizmeyle mukayeseyle vs. ifade edilemeyecek kadar zor bir iştir. Sofya’da Adalet Sarayı önüne dikilmiş ve herhangi bir konuda hak arama davası açmak isteyen vatandaşları durduran kâhinler var. Onlar dosyayı okur okumaz nasıl bir karar çıkacağını % 99 yanılmadan söyleyebiliyorlar. Ben artık Adalet Sarayı basamaklarında kendilerini bir tuba benzinle yakanların ne demek istediklerini, neden isyan ettiklerini düşünmez oldum. Mahkeme adaletine inanmayan Bulgaristan Türkleri, Baş Müftülük taşınmazları dışında, 2014 yılında bir tek dava açmamışlar. O davalardan çıkan olumlu kararlarsa eli sopalı, motorlu, saldırgan çapulcuların tepkisiyle felç ediliyor. Bu totaliter rejim kaskatılığının bir başka biçimidir. Yasaların üstünlüğü sağlanamayan ülkelerde demokrasi kök salamaz. Tek yanlı adalet olmaz. Hedef neden saptı? Nerede yanıldık? Bu konunun boyutları kitaplara sığmaz. Anlatmak ömür ister. Demokratik Güçler Birliği’nde (CDC) yaşlı kurmayları, hepsi artık emekli tabii, vakitleri bol, “CDC Neden Başarılı Olamadı?” başlıklı 700 sayfalık, bir de “CDC Başkanı ve Başbakan İvan Kostov Bulgaristan Demokratik Güçlerine İhanet Etti! O Derin Devletin Babası. Perde Ardından İpleri Çeken De O!” ” gibi başlıklarla 500 – 600 sayfalık kitaplar raf dolduruyor. Sosyal İşler Bakanı Kalfin’le görüşmek üzere, Sofya’ya son gidişime bu eserleri aldım ve biraz karıştırdım. Şu Geçiş Dönemi olayında hain ajanların yani bizim öz değimimizle döneklerin hedef saptırması var. ;ileri toslatan ve felç edenler onlar oldu. İvan Kostov’un Moskova’da eğitim almış bir komünist ajan olduğu; “CDC” partisini içerden çökertip dağıtmak ve ülkemizin demokrasi hedeflerini doğru yoldan saptırmak için görevlendirilmiş biri oldu anlatılıyor bu kitaplarda. Hainlik işi başarılı bir şekilde yerine getirilmiştir. Ahmet Doğan, Osman Oktay, ve Lütfü Mestan ile Önal Lütfü’nün bu işlerde parmağı vardır. Bulgar ekonomisi, maliyesi ve sosyal yaşamı öyle çökertildi ki, bir türlü dirilemiyor. Biz dibe vurmadık, dipte yaslandık. Bu iş Türkçemizde çok sık kullanılan “benden boşanırsan yaşatmam seni!” sözleriyle en net bir şekilde ifade bulur. Devamı www.bghaber.org

Bulgaristan Türklerinin Sesi

B iraz Ben de önce tüm oku-

yucularımın bizi okuyan soydaş kardeşlerimin yeni 2015 yılını kutluyorum. Hepinize mutluluk ve sağlıklı olmanızı ve hepinize bol şans getirsin. Bizim aşırı milliyetçiler, ırkçılar, kendilerinden başkasını beğenmeyen ksenefoblar, evet yılbaşında sanki biraz sustular, sanki biraz kabuklarına çekilmek zorunda kaldılar. Başbakanın öteki düşmanlığı ve milliyetçi halk yardakçılığını kınaması bir yere kadar etkili oldu anlaşılan. Fakat bu bizim koşullarımızda tamamen geçici bir olaydır! 2014’te kuduranlar, fırsat bulup inden çıktılar ve kendilerine meclis koltuğu bile seçtiler. Taşan acı su kuyusu gibi içlerini döküp ortalığı zehirliyorlar. Ama çok oldu artık diyenler yazıma ikinci bir başlık atmamı istiyorsa, şöyle diyelim: Türklüğümüzden Kaymaya Devam Ediyoruz. Evet, biz 2014’te bazı henüz gerçekleşmeyen vaatler dışında yeni hiçbir edinim elde edemedik. Hatta, 18–20 Aralık 2014 İstanbul Etnik Temizleme ve Kültürel Soykırım uluslar arası sempozyumu dışında, Bulgaristanlı Türklerin geleceği konusunda yeni açık herhangi bir hedef gösteren de olmadı. Geçimleri düşmandan aldıkları maaşa bağlı olanlarda bir beklentimiz de yok zaten. İstanbul’da yapılan Kültürel soykırımın 30.yılı forumda, davamız dar etnik çerçeveden taştı, Bulgar ve Türk demokratik güçlerinin ortak davası olduğu slogan oldu. 2015 yılına çok değişik damga vuracağına inanıyoruz. Umut ederiz ki, BULTÜRK Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin savunduğu fikirler artık BULTÜRK BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN SESİ GAZETESİ 2015’te Sofya’da hem Bulgarca hem de Türkçe çıkmaya başladığında adalet ve demokrasi, hak ve özgürlük, etnik hakları tanınmış etnik halk topluluğu oluşturma davamız artık yeni boyutlara ulaşaşacaktır inşallah. Bir şarkımızdan: Seni bir gün görmesem olmaz. Seni bir gün öpmesem olmaz. Bunu adalet, demokrasi ve hürriyet davamıza çeksek şöyle olmuyor mu? Hepimizin her gün aynı örsü bütün çekiçlerle bilinçli dövmeliyiz. Hünerlerini, bildiklerini, birikimlerini, yararlı olabilecek enerjilerini beraberlerinde götürenler için Cennette Tahtı yok! Adına VATAN VE İNSANCA YAŞAMAK UĞRUNA MÜCADELE dediğimiz bu büyük davamızı bundan 100 yıl önce Üsküplü usta şair Yahya Kemal Bayatlı şöyle miras etmişti: “Türklük Avrupa’ya doğru yükselişi biten bir deniz gibi o dağlardan çekilmiş, lakin tuzunu bırakmıştır. Bütün o toprak bu tuz Bulgar vatanının toprağında mı kalmamış? Kanında mı? Yaşayışında mı? Giyinişinde mi? Duyup düşünüşünde mi? Lisanında mı?” Şimdiki Bulgar milliyetçiliği kendini diğer milletlerden üstün görme, diğer etnik topluluklardan nefret etme ve onları zorla kendine tabi kılma çırpınışıdır. TV “Skat” Programı yayınladı: 2014 ırkçı hortlaması şefi (PF) Başkanı, milletvekili V. Simyonov demeç veriyor: Soru: Sizin diğer etniklere düşman olduğunuzu söylüyorlar. Doğru mu? Yanıt: Hayır. Ben hepsini çok severim. Soru: Nereye gidiyorsunuz? Yanıt: Burgas’ın Çingene mahallesine Kilise inşa ettik, açılış törenine Biz yıllardan beri her şeye sahte süs veriyoruz: Bu kara kayaları boyamak gibi bir şey! Çingenelere Hıristiyan süsü! Sanki son gidecekleri yer dedemin kabrinin yanı başı değil! Türk diline gönüllü süsü; Kakavanlara lider süsü; Kalpazanlara çalışkan süsü ve Kurda kuzu süsü… Ve bunların hepsi, Büyük Yahya Kemal’in

Sustular

dediği gibi, yaşadığımız topraklarda Türk tuzu olmadığını kanıtlamak için yapılıyor. Sanki serinledikleri yer “çardak”, bastıkları yer “döşeme”, yedikleri “çorba sarma dolma” ve sarılık yattıkları “yorgan döşek” değil… Alfabesiz bir halkın uleması mı olur? Süsüz adamlar beş para etmez olalı, profesör ve doktorlar gündüz lambası oldu. Yüksek kürsülerden tekerlenen “vizyonlar, misyonlar ve konjüktürel perspektifler” çözümsüz bulmaca gibi! Yazılanı anlayan yoksa yazarlığın nesi kalır? Bulut getirmeyen rüzgârlara yağmur duası etmeye ne gerek var! YAŞASIN! Susmak, yok olmak demektir, diyenler. Dayanmak, katlanmak ve yaratmak bizim ana vazifemiz! Terle, gözyaşıyla ve kanla yoğrulmamışsa, tek dizemiz yok, demektir. Ve artık bu dağlar türkü doğurmuyorsa, suç kimindir? Bize karşı uygulana gelen ve dinmeyen ilkel şiddet beslenmiş ve eğitilmiştir. Hiçbir işe yaramayanların düşmanlık ordusunun ardında hep büyük güçler büyük devletler vardı Artık bir cehennem olmuş denen Bulgaristan’da alfabesiz bir halkın sesi olmak ne zor, bilir misin? Yıllarca susturulmuş, ezilmiş, yıldırılmış ve ana dilinde konuşması unutturulmuş bir halkın sesi olmak ne zordur bilir misin! Utanç verici zulme boyun eğmeden dimdik durmak ne zor, bilir misin? Hayat öyle bir şey ki, demir bile ateşin içinde kor gibi kızarmadan üzerine en büyük tokmakla da vursan çıkmaz özünden tek kıvılcım, yakamaz dünyayı iyilik saçan büyük özlem. Ve benim bağırarak davet ettiğim: Ölüm kamplarını, sürgünleri ve darağacını seçenlerin artık politik sahneye çıkmasıdır. Ve biz gibi kutsal günleri özlemiş bir şairlerimiz vardı. Mehmet Emin vaktiyle şöyle haykırmıştı: Bırak beni haykırayım susarsam sen matem et Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir. Burgas’ın Çingene mahallesine dikilen kilisesinde çan yok. Ruslar bizim diyara son çanları getirdiklerinde yıllardan 1878’di. Sofya’da 72 camii kiliseye çevrildiğinde bu çanlar takılmıştı. Her halkın çan kalıbı yoktur. Çansız kilisede ayin uzaktan duyulmaz. Uzağı duymayan uzağı göremez. Baksana Putin bile yakın geldi, Ankara’dan seslendi, Anlayana “sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!” Bu yüzden yazımın başlığına BİRAZ SUSTULAR dedim. Öte yandan biz Türklüğümüzden kaymaya devam ediyoruz. Bu her yanı süslü hem görülen hem görülmeyen bir süreç Kötü habere sevinenler bayram etsin! Elektronik misyonda hedef açık. Dünyada 6 bin dil var, 600’e indirelim, demişler. Dili olmayan, konuşamaz, konuşamayan düşünemez, düşünemeyen yazamaz, yazamayan hak hukuk aramaz, hak hukuk aramayan ahırdaki hayvan gibidir, saman versen saman yer, vermesen bekler, demişler ve eklemişler: Prizi olmayan bir bilgisayar düşün, işte öyle bir şey. Bu bizim yeni v i z y o n! Demek biraz sustular ama ardından gelen fırtınaya bak sen! Bizi getiren seldi. Unutma hepimizi yere sermişti! Mutlu yıllar!


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3 kahramanları ve takdir edilerek anılan özelolan bir halk topluluğuyuz. Yazı diliBYılıniolayır üstüne l i düşünceler: k O l a l ı m ! likleri miz Latin alfabesine, anlatım dilimiz yerel ve Soydaşlarımız ve Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanlar için 2014 yılında en önemli olay, 18–20 Aralıkta İstanbul’da gerçekleştirilen “Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırım” sempozyumudur. Türk ve Bulgar demokrat aydınlar, totaliter düzene karşı mücadelenin en ağır yükümü taşıyan mahkûmlar, “Belene” ölüm kampı kahramanları, bilim adamları ve yeni toplumda hareket motoru olan sivil toplum örgütleri son 30 yılda ilk kez bir araya geldiler. Bulgar toplumunun demokratikleştirilmesi gibi tarihsel bir sorunun çözümü konusunda birlikte düşündüler ve yol çizdiler. Bizim için “Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırım” dendiğinde Bulgar demokratik kamuoyunu oluşturan temsilcilerin, demokratik kamuoyunun ne anladığı çok önemlidir. İstanbul, Zeytinburnu’nda gerçekleşen forum bu konuya ışık tuttu. 30 konuşmacı Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırım’ın Bulgaristan örneği üzerinde görüş beyan etti ve çakışma, yakınlaşma ve birleşme noktaları tespit edildi. Mağduru olduğumuz 20. yüzyıl Bulgaristan trajedisinde son 30 yılda Bulgar toplum temsilcileri ve Türk ve Müslüman halk topluluğu arasında aynı masaya oturacak, aynı kürsüden aynı acı konular üstüne görüş beyan edecek ve geleceğe bakan yeni pencere açma çabalarında hepimizi birleştiren yolu arayacak güçlerin birbirini bulamaması, temas kuramaması, hem dikkat çekici, hem de üzücüdür. Bu bakıma HÖH-DPS partisinin üzerine düşen ödevleri yerine getirmediği gün gibi ortadadır. Bu konuda İstanbul’da artık üçüncü sempozyumu düzenleyen ve Bulgar demokratik kamuoyu temsilcilerinin de yoğun katılımını sağlayan BULTÜRK Derneğinin amaca yönelik başarılı çalışmaları övgüye değer ve tüm emeği geçenleri kutluyoruz. Forumda, ana raporu sunan BULTÜRK Genel Başkanı Sayın Rafet Ulutürk, Bulgar halkının ve demokratik güçlerinin izzet ve haysiyetini ön plana çıkararak, Bulgar toplumunun aşamadığı “ulusalcılık”, “tek ulus tek devlet”, etnikleri eritme ve Bulgarlaştırma gibi politik uygulamalarını derin irdeleme süzgecinden geçirdi. Hazır bulunan Bulgaristanlı demokrasi eylemcilerine “birlikte olalım!” derken, bundan böyle hiç ayrılmadan beraberce yürüyelim çağrısında bulundu. Bu çağrı forumda büyük destek buldu. Dikkatleri üzerine topladı. Trajik olaylara, etnik temizlik sorununa ve kültürel soy kırımda esaslı analizbazındaışıktutulurken,ortayaçıkansorunlarınkaynaklarınainildi. Bulgaristanlı Türklerinin etnik kimliği üç oluşturucu unsurun bütünlüğünden oluşur: Bir: Soy, boy, kök kimliğimiz. Biz Türk boylarından gelenleriz. Yerleştiğimiz topraklar Bulgaristan devlet sınırları dahilindedir. Anadilimiz Türkçedir. Biz Türk kimliğine ait olan özellikli çizgi ve niteliklerini taşırız. “İnsanın adı neyse, kendisi de odur” diyenlerin haklı olduğunu kabul ederek, Türk adı taşıyan Türkleriz. İsimlerimizin ve soyadlarımızın değiştirilmesiyle, mezardaki yakınlarımıza, ecdadımıza da Bulgar ismi vermek suretiyle 1984’ün Aralık ayının 23. gününde, yani bundan 30 yıl önce zorla ve zulüm ederek hiç istisnasız hepimizin devlet sicilinden Bulgaristanlı Türkler olarak silinmesi sürecine geçildi, Başlatılan bize karşı her yönlü soykırımdı. Çok kurban vermemize rağmen, bu işi “gönüllü” yaptığımız havası yaratıldı. İnsan haklarımızı topyekûn yok eden bu cinayet bugüne kadar cezasını bulmadı. Zulüm edenler ayaktadır. İktidar koltuklarında oturmaya devam ediyorlar. Bulgarlaştırma-mızı asla kabul etmeyip 1989 Mayısında ayaklandık. Yeni bir saldırıyla topraklarımızdan sökülüp atıldık, 500 bin Türk sınır dışı edildik. Bu da bir başka etnik temizlik biçiminde gerçekleştirilen farklı bir soykırımdır. Bizi biz eden karakter özelliklerimiz Vatansız kaldığımızda soldu ve giderek hayat gücünü yitirdi. Aynı zamanda bizleri diğer etniklerden ayırt eden özgün karakter çizgilerimizi her zaman korumaya gayret gösterdik. Farklılıklarımız, bizim bir bakıma Asya ve Avrupai tip insan olarak tüm diğer halk topluluklarıyla kardeşe, hoşgörü içinde iyi geçinmemize ve beraber yaşamamıza asla engel olmadı. Görüldüğü üzere, belki 800 yıl, belki de çok daha uzun bir sere komşu olarak beraberce yaşadığımız topraklarda hiçbir etnik çatışma çıkmaması uyum sağlayabilen bir kimlik soyundan geldiğimize en büyük kanıttır. Türklerin güvenilir insan, Müslümanlarla yaşamanın zevk verici olduğu ilişkilerimizde doku olmuştur. İki: Bizim Türk kimliğimizi oluşturan çok önemli öğelerden biri dinimizdir. Biz İslam dinine mensubuz. Bizim Tanrımız Allah’tır. İçinde bulunduğumuz medeniyet aşamalarında Müslümanlığımız, yaşam biçimimizi belirlediği gibi yaşayış kuram, norm ve usulüne ahlaki düzende, nizam intizamda temel olmuştur. Özünde barış, huzur ve insan kardeşliği taşıyan İslam, bizim Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanlar olarak çağdaş Avrupa uygarlığına uzanmamıza, bu yolun yolcusu olan Hristiyanlarla ve diğer dinlerden kardeşlerimizle birlikte ilerlememize hiçbir zaman engel olmamıştır. Avrupa’ya da uygarlıklar ışığının Doğu’dan yani İslam dünyasından taşındığı dikkate alındığında, Müslümanlar olarak Avrupalı olmamıza hiç bir engel yaratmaması gerekirdi. Bununla birlikte İslam dininle dünyaya yayılan kültür, adalet anlayışı, insanlar arasındaki hak eşitliği, devlet ve adalet yapısı ve tüm ırklara, dinlere ve kültürlere eşit yaşam sağlama, başka etniklere muhtaç olmadan onlarla birlikte olabilmemiz ve yaşarken üretip yaratmamıza daima kabı açan bir gerçektir. Genel İslam yaşam normları içinde Bulgaristanlı Türklerin kalabalık halk topluluğu Sünni-Hanefi’dir. Bu durum kendiliğinden birçok özelliği ön sıraya çıkarır. Seküler bir devlette ve Hristiyan bir toplumla iç içe yaşayışları onları birçok alanda etkilemiştir. Etnik temizlik zulmü dinimizin yani İslam ve kurumlarının da topraklarımızdan kısmen sökülüp atılması gibi sonuçları beraberinde getirdi. Din okul ve enstitülerimiz dönemli olarak kapandı. Camilerimiz yıkıldı, bunların onarılmasına bile izin verilmedi. Ezan sesine varana kadar ibadetimiz kısıtlandı. Zaman zaman tamamen yasaklandı. Müslümanlar hor görüldü. Aşağılandık. Bunların tümü temel insan hakkı olan – istediğin dinde ibadet etme hakkına – hep bir saldırıydı. Bu bir bakıma vatan topraklarımızın Müslümanlıktan arındırılması ve İslam varlığının yok edilmesini hedefledikçe, dinimizi soy kırım niteliği aldı. Üç: Biz özgün öz kültürü olan bir etnik halk topluluğuyuz. Kültürümüz, etnik ve dini kültürümüzün geleneksel kaynaşmasından oluştuğu gibi, bir bütünsellik arz eder. Öz kültürümüzün özgün yanları Bulgaristanlı Türkler olmamıza bağlı olduğu kadar, Bulgaristan Türkü olmamız için de belirleyici olandır. Özgün çizgilerinde Bulgaristanlılığımız yaşar. Özgünlüğümüz yaşam biçimimizde, üretim tarzımızda, adet ve geleneklerimizde, sözlü ve yazılı yaratıcılığımızda, edebiyat ve sanatımızda kendini gösterir. Etnik kültürümüzle ile dinsel ahlakımız bir bütündür. Aleni kültürel geleneklerimizin ağırlıklı kısmı Müslümanlığımızdan kaynaklanır. Biz, halk yaratıcılığı, efsanesi, masalı, hikâyesi, öyküsü, fıkrası, taşlaması, manisi, nameleri, şarkı ve türküleri, sahne oyunları, aile yaşamı gelenekleri, bayramları, dini adet ve gelenekleri, ozanları, şair ve yazarları,

edebiyat Türkçesine, aile, üretim, iletişim ve kamu dilimiz resmi Türkçeye uygundur. Aynı zamanda biz Bulgar devleti sınırları içinde yaşadığımızdan dolayı resmi dil olarak Bulgarca yazım ve konuşma dilini de kullandığımız için iki dilli bir halk topluluğuyuz. İki dili de iyi kullanmamız bizim Türk ve Müslüman kimlikli olmamıza engel değildir. Aile, sosyal ve kültürel yaşamımızda lehçelerle edebiyat dilinin ve öte yandan da Bulgar dilinin sık sık birbirine karıştığı bir iletişim ortamını yaratanlar da kendimiz iz. Unutamadığımız doruklarımız yeni hedeflerimizdir: 1950’lı yıllarda Sofya Üniversitesi’nde Türkçe eğitim veren 5 fakültemiz bu kadroları yetiştiriyordu. “Bulgaristan Türklerine Mahsus Radyomuz” günde beş saat yayın yapıyordu. TV programımız açıldı. Türkçe haftalık çocuk, gençlik ve parti gazete ve dergilerimiz, kitap, çeviri eserler, okul kitabı yayınlayan bir basın yayın merkezimiz, her köy ve kasabada Türk sanat ve özenci sanat gruplarımız, kütüphane ve ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde okullarımız vs. vardı. Halk topluluğu geleneklerimiz olduğundan, totaliter düzen tüm kültürel edinim ve haklarımızı, öz kültürümüzle yaşama, yaratmamızı, özgün ahlak ve kültürümüzü hedef aldı. Rejimlerin getirdiği kısıtlamalar kazanımlarımızı yeni kuşaklara devretme haklarımızı engelledi. Ezilmişliği kabul etmeyince ayaklanma yolunu seçtik, göçe zorlandık ve halen haklarını ve özgürlüklerini elde edememiş, manevi hayatta her şeyden yoksun olan bir halk topluluğu durumundayız. İstanbul sempozyumuna katılan Bulgar aydın, demokrat ve özgürlük savaşçıları Bulgaristan Türklerinin esir durumda ve çok ağır koşullarda bulunduğunu tanıyarak, ortak demokrasi mücadelesinde birleşme zorunluluğu ve ülkemizde eşit adalet sağlama yolunun bir olduğu görüşünü savundular. Vurgulanan bir nokta da, “Bulgarlaştırma” zulmünden Bulgar halkının değil, totaliter zulüm uygulayan T.Jivkov rejimi olduğu görüşünde ortak nokta bulunması oldu. Bulgaristan’da totalitarizm hurdasının çöpe atılamadığı gerçeği ortak görüş oldu. Bulgar demokratlar ve aydınlar, insan hakları hukukçuları Hak ve Özgürlükler Hareketi yönetiminin totaliter rejim kalıntılarının ömrünü uzatan bir politik çizgi izlediğini defalarca vurguladı. İstanbul’da işte böyle bir temel atılırken, HÖH liderleri 26 Aralıkta “Türkan Çeşme Anma Töreninde” tamamen farklı bir hava estirdiler. Olayın gelişimi şöyle oldu. 23 Aralık 1984’te tankla topla, asker ve polisle, devlet ve yargı adaletin elinde cop olup, bizi öz vatanımızdan söküp atan “Bulgarlaştırma, Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırım” resmen başladı. Zorlanarak, çekiler içinde süründürülerek sindirilmemiz ve köklerimizden koparılmamız tam beş yıl arasız baskı ve terörle elde edildi. Zulümcü politika asla gerilemek istemiyordu. Gözünü karartmış gerçekleri göremez ve dünyadan gelen uyarı seslerine sağır kalıyordu. Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanların politik bilinçlenmesi bu ağır şartlarda oldu. Sürgünde ve hapishanelerde kırktan fazla politik gruplaşma oluştu. Bunların arasında 1989 Ayaklanmasında öncü, örgütleyici ve yönetici rol oynayan ve en fazla kurban veren Demokratik Birlik insan hakları teşkilatının Genel Sekreteri Sabri İskender İstanbul forumu kürsüsünden, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan’ı hainlikle suçlarken, aldatılmaya devam edildiğimizi, uyanmamız ve Bulgar demokratik örgütleriyle birlikte hareket etmemiz çağrısında bulundu. Sussak da biz gerçekleri biliriz: Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının kimlik ve haklarının iadesi direnişlerinin en büyük politik eseri Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) örgütünün kurulmasıdır. Bu partiyi iktidar ortaklığına yükselten bizleriz. Ne yazık ki artık 25 yıldır HÖH partisi bizim hiçbir sorunumuzu çözmeye yanaşmıyor. Her iş onun eline bulaşıp kalıyor. Ana problemlerimiz – işsizlik, üretimlerimizin durması, pazarlarımızın tıkanması, yoksulluk, ana dilimizde okul, kültürel edinimler, ibadet özgürlüğü, iletişim edinimlerimiz olmaması, vakıf ve müftülük mallarımızın geri verilmemesi vs. – yıllar yılı çözümsüzlükler içinde kıvranmaya devam ederken, HÖH-DPS partisi balon gibi şişip yanmayan bir lamba gibi duvarda asılı duruyor. Evet hayat bir müze değildir.Yanmayan ve hayatımızı aydınlatmayan lambanın duvarda sisli sisli durması bizce de anlamsızdır. Bu iş neye benziyor biliyor musunuz: Bahçe avluları arasında çit tutan kuru ağaçlar olur. Kesip kışlık odun yapsan yerine kazık kakmazsan çit düşecek, dursa bir işe yaramaz, işte öyle bir fonksiyon üslendi son yıllarda HÖH partisi. Başkalarının dertlerinden baş kaldıramaz oldu. Bizde yumurtlamayan tavuk kesilir. Bu iş bir de neye benziyor biliyor muzunuz?: AHIRDA BİR ÖKÜZ BESLERSİN, AMA HAYVAN DELİBAŞ, ÇİFTE KOŞSAN ÇİZGİ TUTMAZ, ARABAYA KOŞSAN YOL BİLMEZ, DİH DESEN İLERİ GİTMEZ! İşte HÖH’ün durumu bu. Parti “kurucusu” insan arasına çıkıp selamlaşamaz, bir kahve içemez duruma geldi. “Türkan Çeşme”de de yoktu, buralara bile gelemez oldu. Bütün konuşmaları okudum. Hedefe 10 numara isabet eden 5 cümle yok. Bu parti son zamanda her şeyi yanlış anlıyor, yanlış anlatıyor ve halkı yanlış yönlendiriyor. Bir yandan insanımızın kısmetine hava da açıktı ve Cuma gün “Türkan Çeşme Anma Törenine” herkes geldi. Her zamanki gibi can kulağı ile dinledi. 2 saat konuşuldu. Fakat Halk ateşlenmedi, tam kıvılcımlanacak duruma gelirken, büyük gafı L. Mestan yaptı. Kırdığı pot şudur: Çocuklarımıza anadilimizi öğretmek, ana-baba vazifemizdir. Anadilini öğretmeyecektin de neden doğurdun sorusuna cevap veremeyen, sonunda can veremez! Yıllar önce- ne derdin lider olmadan önceydi tabi. Bu halkla dalga geçmek demektir; hatırlatırız Kırcaali Gluhar-Sallar köyünde ne yapacaksınız Türkçe’yi İngilizce öğretin çocuklarınızı diyen sen değil-miydin! İn ayısı Ahmet Doğan’ın 2 yıldan beri icra müdürlüğünü yapan bu arkadaş konuşmasında her şeyi bıraktı ve insanlarımızın çocuklarını (60 bin Türk evladı) Türkçe dersine göndermediğinden yakındı. Ne ki, müdüre “oy” lazım olunca ya da mitingleri kalabalık toplamak için insan lazım olduğunda köyleri, mahalleri haneleri birer birer geziyorsun. Muhtarların, parti sekreterlerin kapı kapı dolaşıp “oy” dilenciliği yapıyor. Otobüslerde biletleri ödüyorsun, sandviçi büyüklerinden dağıtıyorsun! Herkesten HÖH’e oy istiyorsun. Yaptığına karşı değiliz, ama bunları yaptığın gibi her bir Türk ana babayla tek tek konuşmalısın, her birinden evladını Türkçe dersine mutlaka göndermesini isteyeceksin ve hiç istisnasız gönderteceksin. Bu işin başka çaresi yok. Halk şaşırmış durumda, insanımız herkes tarafından korkutuluyor. “Okusa da ne olacak!” deyenler çoğaldı. “Türkçe konuşanların başı dertte!” dilleniyor. Sen bir Bulgar dili hocasısın. Bu işleri bilirin! Yan kırma, işine iyi bak lütfen!!! Senin bu işin tüm öteki vazifelerin arasında en öncelikli olmalıydı sadece mitinglerde değil. İşin bayraktarı olacaksın!

Bu işte özgürlük, seçme hakkı, seçimli ders falan olamaz. Bizim ana dilimizi öğrenmemiz engellemek için bu taktik, caydırıcı uygulamalar daha 1962’den beri uygulanıyor. Onlar bizimle uğraşmaktan bıkmadı. Dava eski davadır. Mücadelemiz gerekirse her gün yeniden başlayacak! Her okulumuzda Türkçe öğretmenimiz olacak. İçinde edebiyat ve dil bilgisi olmayan Türk kültürü olamaz! Edebiyatımız kimliğimizin ana dokusudur. Bu, var olma ya da yok olma kavgamızdır. Yapamıyorsanız, yorulduysanız, yapamayacaksanız, herkes yoluna gitsin, amma unutma sen de köyüne!!! Türkçemizle açılan yeni imkân ve sınırsız olanak dünyasının başka bir dille açılamadığı ve açılamayacağı anlatılacak! Türkçemiz bizim dokumuzdur, mayamızdır, özümüz ve ruhumuzdur. Biz Türkçe severiz, sevişiriz, Türkçe doğurur ve Türk gibi yaşarız, Türk gibi öleriz… Sen bu işin neresindesin? Öğretmen olduğun yılları unutma! Ha o zamanları sen karşı taraf tadın. SamimiolalımAİHMajanlaratazminatödetmez.Oyunagelmeyelim: “Türkan Çeşme” başında seni dinleyenlerin canını sıkan şöyle bir olay da oldu. Karşı dağlara, köyüne doğru bakıp el, kol, yumruk sallarken belki gözden kaçırmışsındır. Türkçemizi doyurucu konuşmasan da, danışlı dövüş gibi olsa da, “saray kurdu”ndan gelen emirlere uyan bir makamla, sözde valiler sana 12.500 leva “Türkçe konuştu” diye cezası kesmişler. İnsan bilmediği bir dili nasıl konuşur orası da anlaşılır gibi değil de… Sözde hakkında açılan davaları kaybetmişsin ve işi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyacakmışsın! Sen çok sahtekâr birisin ajan “Pavel”! Anlaşılan sen evde, ajan “Sava”de “saray ininde” anlaşılan ince hesap yapmışsınız. Türklerde Kahraman olmak kolay değil. “Sava” bu iş için hapishanede gün saydı. Kuşkusuz senin de bir şeyler yapman gerekiyor. Ne yazık ki, bu defa da “Kral Çıplak” olduğu hemen göründü. Hesaplarınızda ana dilimizi öğrenme, kullanma ve öz kültürümüzle yaşama hakkımızı AİHM mahkemesinde incecik ipte sallandırmak, ya “yasaklandı ne yapalım” ya da “ben kurtardım, hakkımı isterim” demek istiyorsun. Çok alçaksın çok! Bu, Bulgaristan Türklüğünün doğal haklarıyla, adalet umuduyla, kaderiyle kumar oynamaktır. Eğer bu mahkeme, “İcra müdürü” Lütfü’nün Türkçe diploması ya da Türk dili sertifikası olmadığından, Türkçe konuşmasının yasal olduğunu kabul etmez, dinleyicileri son 50 yılda Türkçe okul görmüş olmadığından, kendilerine Türkçe konuşulsa da anlayabilecek durumda olmadıklarından, sena yazılan sözde “cezalar” bir defalık olmak üzere, “af edilse” ama bundan sonra AİHM’ne benzer yeni dava dosyaları gelmesini önlemek için Bulgaristan’da Türkçe konuşulması kesin yasaktır” gibi bir karar yayınlarsa, ne yaparız!?” Senin kendi cahilliğinizi bizimle karıştırmaya ne hakkın var ki! Bu durumda zaman kaybetmeden hemen git önce Volen Siderov’a, ardından Valeri Simyonov’a ve bir de Karakaçanov’a öptür kendini. Onlara hizmetlerin son derece büyük oldu! Bizim ırkçıların kısmeti de çok açık be birader. Diyecek başka hiç bir şey bulamıyorum. Sinsi oyunları biz biliyoruz: Sen bilmeyebilirsin tabii. Öğretilse bilirdin de. Bulgar Filolojisinde böyle şeyler öğretilmez. Şu senin yüzlerine güldüğün ardından sözde tükürdün Siderov, Simyonov ve Karaçanların dedeleri vaktiyle Osmanlı’nın II. Meşrutiyet meclisinde milletvekili idiler. Bu vekillerden biri olan Yane Sandanski Osmanlı meclis kürsüsünde, senin Sofya meclis kürsüsünde hiçbir baltaya sap olmayacak şekilde konuştuğun gibi, nefretle hatiplik ederken, ses kısılmasından 3 kez hastanelik olmuştur. Olay 1876’dandır. Sandanski Osmanlı Sultanı Abdülhamit’i Rusya ile savaşa kışkırtmaya çalışmıştır. Kafasında kaynayan umutsa, Osmanlıyı savaşa itmek ve toprakları parçalanınca Bulgaristan’ı imparatorluktan koparmaktı. Öyle de olur. Sen ise şimdi, “bakın beni cezalandırdılar”, 12.500 leva çok para, yandım falan filan velvelesine kapılmışsın, tam o “eski kurtlar gibi içten pazarlıklısın” , hele şu AİHM tuzağının ardındaki hileyi çok iyi düşünmüşsün. Ananın zahmet edip sana öğretmediği AİHM’den istemeye de pes vallahi. Bu defa seninle birlikte “2014 -Türkan Çeşme” mitingine gelemeyen, halkımızın yüzüne bakacak onuru olmayan, şerefsizliği boyunca akan işverenin durumundaki o bilinen “saray tilkisi” halkımıza çok oyunlar oynadı, hepimizi çok kandırdı, nice komplolar çevirdi, sayısız tuzak kurdu. Lütfen sen bunu yapma. O karşına dikilmiş, ağzından hayırlı bir söz bekleyen insancıklarla senin köydeşlerin, hemşerilerin, son gideceğiniz yer aynı kabirlik… İsteklerimize gerçek yön verelim: 1989 yılının Ağustos ayının 1. gününde, sen o zaman başka işlerle meşguldün, Bulgar bankalarındaki sıcak paranın % 33’ü Türklerin hesaplarındaydı. Birkaç gün önce oyunuzla kabul edilen 2015 Bulgaristan Bütçesi 30 milyar levadır. 25 yılda Bulgar bütçesi büyümedi. Yani bu paranın üçte biri yani 10 milyar levaya tekâmül eder. Bu para 1989 yazında 72 günde insanlarımız toprağından sökülüp vatanlarından dışarı atılırken yol parası, ceza parası, su parası, tuvalet parası, pasaport parası vs. derken uçtu gitti, eridi bitti. Sen AİHM’ DE dava açacaksan bu paralar için aç, 10 milyar leva az para değildir. O zaman bak halkım nasıl sever seni! Halkımıza zorla çarçur ettirilen paraları geri isteyelim! Hayır dualarına vesile ol! Hem de o mitingde sana baktıkça şaşan, şaştıkça üzülen, üşüdükçe içten içe şok geçiren ve sonunda eve dönerken otobüsü bulamayanları şu devletten “1984–1990 arası çok çektik” parası alacakları var. Hepsinin hesabına 20 000 leva yatması lazım. Lütfen şu işi hallediver. Unutma lütfen. Bir çekirge bir sıçrar, iki sıçrar ve üçüncüde düşer. Her sesin yankısı, her etkinin tepkisi vardır. Başa gelene acı gelen de odur.… Siz HÖH-DPS partisini nasıl tanıyorsunuz sorusuna verilen son yanıtlar: Miting yapıyor, oy topluyor, pilav yediriyor, iş yapmıyor! Davamız, bir günlük, bir haftalık, bir yıllık ya da on yıllık bir uygulama değildir. Asır boyu hasır altından ve üstünden gelen, yayılan, boğan ve her an kimliğimize saldıran bir zalimlik sorgulayışıydı. Bazı miting konuşmaları da bu siyasetin hala devamıdır. Ve bu asırlık amansız saldırıda yukarıda açmaya çalıştığım soyumuz, dinimiz ve kültürümüz hedefli dur durak bilmeyen hışım, 2014 Aralığında İstanbul 3. uluslar arası sempozyumunda ilk kez BULGARLARLA BİRLİKTE MASAYA YATIRILDI. Masaya oturmadan, uzlaşmaya varmadan, ortak hedefleri belirlemeden ne öfke ne nefret diner, ne de düşmanlıklar durulur. 18- 20 Aralık 2014 İstanbul buluşmasında yeni bir tarih sayfası açabildik! Tek taraflı mitingler ancak bıçak bilemektir. Yaptığımız ortak forum 2014’ te ulaştığımız en büyük başarımızdır. Mücadelemiz derin öz anlam kazandı: BİRLİK OLALIM! ARTIK KONUŞANLARLA DEĞİL, İŞİ YA PA N L A R L A B E R A B E R O L A L I M ! ! !


4

Benim Memleketim Sevilcan YÜCE Bizi Chicago’ya yerleştiğini bizi da orada izlediğini yazan Klimetli Mehmet Hasanov “memleketim ne yapıyor?” sorusunu sormuş ve bir türlü alışamadım, her şeyin ve her yerin kokusu başka, demiş. “Anadilimiz, vatanımız, anne, baba sevgisi üstüne şiirlerinizi yazdırıp oğlum Bincan ve kızım Bingül’e okutup ezberletiyorum, masallarınız da çok güzel, biz gurbetçilere yarlı olduğunuz için teşekkürler.” Aileniz için Sabahattin Ali’nin “Dağlar” şiirini seçtik. Diğerler de sizin olsun.

DAĞLAR Başım dağ, saçlarım kardır, Deli rüzgârlarım vardır, Ovalar bana çok dardır, Benim memleketim dağlardır. Şehirler bana bir tuzak, İnsan sohbetleri yasak, Uzak olun benden uzak, Benim memleketim dağlardır. Kalbime benzer taşları, Heybetli öter kuşları, Göğe yakındır başları, Benim memleketim dağlardır. Yârimi ellere verin; Sevdamı yellere verin; Yelleri bana gönderin; Benim memleketim dağlardır. Bir gün kadrim bilinirse İsmim ağza alınırsa Yerim soran bulunursa Benim memleketim dağlardır.

Son dönemde yazılarımıza yorum ve sorularla katılan Burgas’ın Göcencik köyünden Hüsniye ve Koşukavak’ın Çal köyünden olup Edirne’de uluslar arası ilişkiler okuyan Aylin elimizde olanlardan, Can Yücel’den özleş şiirlerinden birkaçını rica etmişler. BİR AZ DEĞİŞTİM Biraz değiştim, Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar… Değiştim, Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum, Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni Ben benimle savaşıyorum, Seninle değil! Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim, Sorun değil! Elbet alışırım, Biraz alıştım, Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar, Alıştım, Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma, Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum, Bir yanım bırak diyor bir yanım –ma, Kesin değil! Henüz tanıştım, Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar, Tanıdığımı sandığım bana daha da yakınım artık, Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda, Ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda… Bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha, Samimi değil! Bir hayli kırıldım, Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar, Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime, Gözlerimden tut da ciğerime kadar kırgınım! Aslında ne sana, ne olanlara… Kendime kırgınım… Maziye hiç değil, an’a kırgınım. Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına, Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara, Beni anlamadığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşlarına… Bir hayli kırgınım…

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Varna’dan Zaho’ya kaçak sigara hattı

Milliyet, iç piyasada uygulanan yüksek vergi oranı nedeniyle tüketimi rekor düzeye ulaşan, ülkeye yasadışı olarak sokulan Kaçak sigaranın izini Kuzey Irak’ta sürdü. Bulgaristan’dan gemiyle Körfez’e gönderilen Bulgar yapımı kaçak sigara, Malta-Körfez-Zaho hattıyla Türkiye’ye ulaşıyor. Kaçak sigara nedeniyle Türkiye’nin vergi kaybı, 6.4 milyar lirayı buluyor. Güvenlik güçlerinin pek çok kentte hemen her gün yaptığı operasyonlara rağmen artarak devam eden sigara kaçakçılığı, rekor düzeye ulaştı. Resmi rakamlara göre sigara tüketiminde dünyada 9. sırada olan Türkiye’de, yıllık 5.6 milyar paket sigara tüketiliyor. Bu rakamın maddi karşılığı ise 40 milyar lira. 5.6 milyar paketin yaklaşık 4.5 milyar paketini oluşturan yüzde 80.5’i yasal sigara firmalarınca, geri kalan 1.1 milyar paketini oluşturan yüzde 19.5’i ise kaçak yollardan Türkiye’ye sokuluyor. Kaçak sigara nedeniyle vergi kaybının ise 6.4 milyar lira olduğu biliniyor. Milliyet iz sürdü Türkiye’ye giren kaçak sigaranın izini sürmek amacıyla DiyarbakırZaho hattında araştırma yaptık. Irak sınırı kullanılarak yapılan sigara kaçakçılığının merkezi, Kuzey Irak’ın habur’a 20 kilometre uzaklıktaki sınır kenti Zaho. Zaho’da kaldığımız süre içinde özel pasajlarda Zaholu ticaret erbabına göre “yasal”, ancak Türkiye’ye göre “kaçak” olan sigaranın macerasını gözledik. Kaçak ticaretin başlama noktası Bulgaristan; başta Türkiye olmak üzere Körfez ülkelerindeki kaçak sigara piyasasını elinde tutuyor. Bulgaristan’daki bir sigara şirketinin, Türkiye’deki kaçak sigara pazarının büyümesinde etkin rol aldığı ifade edilirken, şirketin müdahalesiyle Türkiye’de 2009’da yüzde 4.7 olan kaçak sigaranın oranının 2013’te yüzde 19.9’a ulaştığı belirtiliyor. Türkiye’deki kaçak sigara pazarındaki artışın yüzde 65’nin başlı başına bu şirket nedeniyle olduğu vurgulanıyor. Bu şirketin piyasaya sürdüğü kaçak sigaralar nedeniyle Türkiye’nin son beş yıldaki toplam vergi kaybının ise 10 milyar lira olduğu ifade ediliyor. Güzergâh değişti Zaholu sigara tacirlerinin verdiği bilgilere göre; Bulgaristan’da üretilen sigaralar, Varnalimanından gemilerle daha önce doğrudan İstanbul’a gönderilirken, son dönemde bu güzergâhın “güvenli” olmaması nedeniyle Körfez’e yönlendirme yapılıyor. Sigara yüklü gemiler, yeni rotada Malta’ya uğradıktan sonra Süveyş Kanalı’nı takip ederek Yemen ve Umman’ı geçtikten sonra ünlü Hürmüz Boğazı’na giriş yapıyor. Buradaki ilk durak ise Dubai’nin Jebal Ali Limanı. Bu limandan yine gemiyle İran’ın Bandar Abbas Limanı’da karaya çıkarılan Bulgar sigaraları, buradan karayolu ile Irak’ın Süleymaniye kentindeki ana depolara getiriliyor. Süleymaniye’deki “büyük tüccarlar”ın kontrolüne giren Bulgar malı sigara partileri, Türkiye’ninGüneydoğu sınırının kullanılacağı güzergâh için önce Erbil’de oluşturulan “ara istasyona”, sonrasında Zaho ve Dohuk’a, doğu sınırı içinse Ağrı’ya doğru yola çıkarılıyor. Zaho bölgesi, Ağrı’ya göre daha çok kullanılan bir güzergâh olarak tanımlanıyor. Buradan hem Irak sınırı hem de Gaziantep ve Hatay’a sevkiyat yapılması amacıyla Suriye’ye kaçak sigara partileri gönderiliyor. TIR parkında satış Zaho’da sigara alışverişi yapmak isteyenlerin en önemli iki adresinden birisi sınır kapısının hemen yakınında “beton zemin” olarak ad-

landırılan büyük TIR parkı. Diğer adres ise kent merkezindeki özel bir Çarşı. Kuzey Irak’tan Türkiye’ye geçmek amacıyla, “beton zemin”de sıraya giren TIR’ların şoförleri harçlıklarını çıkarmak için TIR parkındaki basit biçimde oluşturulmuş işyerlerinde pazarlık yaparak kaçak sigaraları “peşin para” karşılığında satın alıyor. Şoförler araçların boş yerlerine ve stepnelere yerleştirdikleri kaçak sigaraları Türkiye’ye geçirmeyi başarmaları halinde Silopi’de bağlantılı oldukları kişilere satarak kazanç sağlıyor. Stepnelere maksimum 80 karton (800 paket) yerleştirilebiliyor. Ayrıntılı arama azalttı Burada Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapan TIR sayısına dikkat etmek gerekiyor. Geçmiş yıllarda Kuzey Irak’tan Türkiye’ye giriş yapan günlük TIR sayısı 2 bin 100, binek araç sayısı ise 1600 ortalamasındaydı. Ancak, bölgedeki savaş ortamı nedeniyle bu sayı TIR’larda günlük ortalama bin 400, binek araçlarda 700’e kadar düştü. Sınır kapısında araçlar üzerinde yapılan ayrıntılı aramalarla kaçak sigara girişinde azalma olduğu belirtiliyor. Zaho’daki özel çarşıdaki bir toptancı yaptığımız görüşmede, nakit akışının sağlanması halinde iki TIR sigarayı iki gün içinde Türkiye’ye götürülmeye hazır hale getireceği garantisini veriyor. Toptancının, iki TIR’ı dolduracak yaklaşık bin 600 koli sigarayı iki gün gibi kısa sürede hazırlıyor. 6 bin katır kullanılıyor Bölgedeki sigara ve eşya kaçakçılığında kullanılan katırların sayısı ise yaklaşık 6 bin olarak tahmin ediliyor. Bir katır beş ya da altı koli sigara taşıyabiliyor. Katırların fiyatı 5-9 bin lira değirken, Şırnak’a geçiş yaptığımız sırada içinde katırların bulunduğu bir kamyonun kent girişinde polisin kontrolüne takıldığına tanık oluyoruz. Sınıra getirilen koli sigaraların her geçişinde ortalama 3 bin-3 bin 500 katırın kullanıldığı düşünüldüğünde, ortalama 18-21 bin koli arasında sigara geçişi sağlanıyor. Uzmanlar, bir kamyona yaklaşık 850 koli sigara sığdırıldığını belirtiyor. PKK ve IŞİD payı Görüşmede, iki TIR dolusu kaçak sigaranın Türkiye’ye naklinin nasıl olacağı konusu gündeme geldiğinde, toptancının ilginç önerisi dikkat çekiyor. Toptancı, TIR’ları Kuzey Irak’tan Türkiye sınırına kadar getirebileceğini, bu noktada PKK’nın alacağı vergiden sorumlu olmadığını ve vergi sorununun çözülmesi halinde sigara kolilerini sınır noktasında boşaltacağını söylüyor. Zaho’daki ticari anlaşma sonrasında TIR’lara yüklenerek Kuzey Irak’taki PKK bölgesine gelen 1 koli sigaradan Kuzey Irak’taki peşmerge yönetimi 20 dolar, PKK 10 dolar alıyor. Kaçak sigaranın İran’dan Türkiye’ye sokulması halinde bu kez sadece peşmergeler yine koli başına 20 dolar vergi alıyor. IŞİD’in bölgedeki etkinliği öncesinde, Bulgaristan’dan bölgeye gelen bir koli sigara Zaho’da 220 dolara satılırken IŞİD’in aldığı pay ya da IŞİD’e yakalanmamak için yapılan güzergâh değişikliği sonrasında 247 dolara yükseliyor. Zaho’da toptan alım sırasında ödenen bedelle birlikte, kolilerin Türkiye’ye girişi için gereken ücretler ve katır başına ödenen 600 lira ile birlikte paket başına satış bedeli 1.3 lira olarak gerçekleşiyor. Silopi ve Şırnak’ta 1.6 lira, Diyarbakır’da 2 lira, Konya’da 3 lira ve İzmir ve İstanbul’da ise 3.5 lira ve üzerinde bir fiyata satılıyor.

Güneş Enerjisi İle Çalışan Silah İcat Etti Samsun’da hayata geçirdiği buluşlarla dikkatleri üzerine toplayan ünlü mucit MustafaYiğit, 1,5 yıldır üzerinde çalıştığı ‘Solar enerjili tam bağımsız robot silah‘ projesini tamamladı. İnsanların hayatlarını kolaylaştırmak adına keşifler yapan Mustafa Yiğit, yenibuluşunu tanıttı. ÖNCE UYARIYOR SONRA ATEŞ EDİYOR Güneş enerjisi ile çalışan, ısıyı, hareketi algılayan sensörleri, uyarıcı sistemleri ve 180 derece dönebilme imkanına sahip olan ‘Solar enerjili tam bağımsız robot silah‘ birçoközelliği ile dikkat çekiyor. Uzun zamandır üzerinde çalıştığı projesinin tanıtımı esnasındaaksiyon filmlerini aratmayan görüntüler oluştu. ‘Solar enerjili tam bağımsız robot silah‘ karşıdan gelen hedeflere ilk olarak uyarılarda bulundu. Uyarıları aldırmayan düşmanarobot ateş ederek etkisiz hale getirdi. SINIR GÜVENLİĞİNDE KULLANILABİLİR Proje ile ilgili bilgi veren ünlü mucit Mustafa Yiğit, “21. yüzyılda yaşıyoruz, teknolojiyeayak uydurmak lazım. Türkiye‘ye baktığım zaman böyle

çalışmalar yok. Bu, basit bir proje. Maddi imkansızlıklarla bu dereceye getirebiliyorsak devletin kurumları bunun daha güzelini yapar. Kendi başına hareket edebilen, ısıya duyarlı, harekete duyarlı silahsistemi filmlerde görüyorduk. İşte şimdi biz bunu yaptık. ‘Yapılamaz’ diye bir şey yok. ROBOT SİLAH Robot silah önce uyarıyor sonra uyarı dinlenmediği zaman kendi kendine ateş ederek hedefi etkisiz hale getiriyor. Sistem enerj iyi güneş panelinden alıyor. Gün düz güneşten kendini besliyor, bataryalarını dolduruyor. Bataryaların gücü zaten hareket düzeninde aylarca yetebilecek şekilde. Bu yüzden enerjisi bitmeyen bağımsız bir robot projesi” dedi.Bu tür projeler yapılarak dünyada söz hakkı sahibi olunabileceğini söyleyen Yiğit, “İyiler güçlüyse, kötüler kötülüğünü göstermez ama iyiler zayıfsa kötüler daha da kötü olur. Teknolojide bir num ara olmamız gerekiyor. Bu sistem sınır güvenliğinde kullanılabilir” dedi.

Keçiören Belediyesi EMİTT’te

Keçiören Belediyesi, dünyanın en büyük 5’inci turizm fuarı EMİTT’e(Doğu AkdenizUluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı) katılarak belediyenin proje, hizmet ve faaliyetlerini tanıttı. Fuarda açılan Keçiören Belediyesi standında katılımcı ve ziyaretçilere, Keçiören‘in tarihi, kültürel yerleri ve yapılan hizmetler hakkında bilgi aktarımında bulunuldu. Keçiören‘i tanıtan İngilizce ve Türkçe binlerce CD, katalog, broşür ve tanıtım kitapçığı dağıtıldı. Standı gezenler ayrıca LCD ekrandan Keçiören‘in tarihi ve turistik mekanlarını, KeçiörenBelediyesi’nin projelerini ve uluslararası alandaki faaliyetlerini izleme imkanı buldu. Filistin Turizm Bakanı Rula Maaya Albandak da Keçiören Belediyesi’nin standını ziyaret ederek proje ve hizmetler hakkında bilgi aldı. 22- 25 Ocak 2015 tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’ nde ziyarete açılan EMITT’te, 71 ülke, 4 bin 500’ü aşkın kurum, kuruluş, şehir ve belde temsil ediliyor. Bu sene 19’uncusu düzenlenen fu ara katılan ülkeler arasında İtalya, Bahreyn, İngiltere,Bulgaristan, Rusya, Brezilya, Azerbaycan, Fransa, Vietnam, Güney Afrika, Almanya veİran da bulunuyor. Türkiye‘nin turizm tanıtımında büyük rol oynayan ve turizmfuarcılığında dünyanın en büyük 5’inci fuarı konumuna ulaşan EMITT’in 140 binden fazlaziyaretçiyi ağırlaması bekleniyor.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

HSarayı a nziyaretimizde g i DMuhafız e v Alayı’nın l e t iönceki n günkü t atörende r i holduğu i n dcumhuriyetler e 1 6 bile d eprotokol v l etörenlerinde t v a rasır? ilk defa giydiği 16 Türk Devleti’ne ait üniformaları da konuştuk. Erhan şimdilik sadece Osmanlı giysileri ile , yani yeniçeri elbiseleriyle sınırlı kalınmasını, zira eski devletlerin askeri giysileri hakkında elimizde tam bir bilgi olmadığını söyledi ama ben karşı çıktım. Cumhurbaşkanlığı Forsu’ ndaki 16 adet yıldızın sadece Osmanlı İmparatorluğu’nu değil , geri kalan 15 devleti de temsil ettiğini ve Osmanlılar dışındaki devletlerin üniformalarının da eldeki bilgilere dayanılarak dikilmesi gerektiğini ve ileri başka bilgiler elde edildiği taktirde değişikliğe gidebileceğini söyledim. G İ R İ Ş T E AT L I L A R K A R Ş I L AYA C A K Askeri giysiler konusunda Cumhurbaşkanlığı ile bu işin öncülerinden olan Muhafız Alayı görüşü paylaşmış olacaklar ki, resmi karşılaşma törenlerinde bundan böyle 16.Türk Devleti de üniformalarla temsil edilecek. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yeni başlayan uygulamanın Avrupa’da asırlardan buyana devam eden benzerlerini de yine bu sayfada okuyabilir , fotoğraflarını da görebilirsiniz. AVRUPA’DA TARİHİ ÜNİFORMA GİYMEYEN TÖREN BİRLİĞİ YOKTUR Avrupa’ya gitmiş iseniz mutlaka görmüşsünüzdür: Sadece krallıklar, yani İngiltere, İsveç, Norveç yahut Danimarka gibi memleketler değil, en ileri demokrasinin var

lar öncesinin üniformalarını giymiş askerlere yer verirler. Üstelik, bu ülkelerin cumhurbaşkanlarının ofisleri de, krallık zamanlarına ait saraylardır ve Paris’teki Cumhurbaşkanlığı Sarayı Elysee’nin, başbakanlık binası HOTEL Matignon’un, Senato’nun, Meclis’in ve Adalet Sarayı’nın önünde Napolyon devrinin üniformaları içerisindeki miğferli ve kılıçlı muhafızlar nöbet tutarlar. İtalyan Cumhurbaşkanlığı Sarayı olan Roma’daki Quirinale’nin atlı muhafızları, geçmişi 14. asıra uzanan ve Savoy Prensliği’ne mahsus “Corazzieri” yani “Haçlı” üniforması giyerler. Bulgarlar’ın protokol birlikleri Osmanlı’ya karşı mücadele eden “çeteci” lerin üniformaları içerisindedir. Kremlin’deki Rus tören birliği de Çarlık döneminin, 18. yüzyılın üniformalarını giyer. Yunanistan’daki Başkanlık Sarayı’nın, Meclis’in ve Meçhul Asker Anıtı’nın önünde etekli ve ponponlu ayakkabılı “efzun”lar baleyi andıran hareketlerle nöbet beklerler. Moğolistan’da yabancı konukları Cengiz Han zamanının giysileri içerisindeki atlılar, Hindistan’da da Babür Şah’ın askerleri karşılar! B u r a d a k i f o t o ğ r a fl a r ı g ö r d ü k t e n s o n r a “Avrupa’nın tarihi giysileri genellikler tek tip oluyor, bizde neden 16 çeşit?” diye sorabilirsiniz… Neden mi? Hiçbirinin geçmişinde 16 devlet olma-

възродителен процес – масовото насилствено преименуване на турското население у нас. В края на 1984 г. и началото на 1985 г. започва една от найсрамните страници в историята на социалистическа България. “24 часа” започва поредица за възродителния процес с документи и автетентични свидетелства. Днес публикуваме втора част от “Като на празник”, чийто автор е Михаил Иванов. Първата част виж тук. Текстът е публикуван за първи път в сп. “Обектив”. МИХАИЛ ИВАНОВ Хиляди се вдигат на протест след смяната на имената, п р а щ ат п од к р е п л е н и я н а м и л и ц и я т а в К ъ рд ж а л и Ръководните лица на МВР, които са ангажирани със смяната на имената на българските турци на съвещание в началото на 1985 г. определят, че “оперативната обстановка в края на 1984 г. се изостря”: логично беше на тази повишена активност от наша страна да се очакват по-остри действия от страна на противника. Ако нямаше такава реакция, би било неестествено, се посочва още в стенограмата от съвещанието с ръководния състав на МВР на 4 януари 1985 г., за което писахме и в броя на “24 часа” от 31 декември 2014 г. Ето по-нататък части от тази стенограма: На 22. 11. 1984 г. в с. Бенковски бе взривена източноправославната църква. На 29. 11. 1984 г. в с. Белополци, Ивайловградска селищна система, националистически елементи посегнаха срещу органи на МВР, участващи в групите по преименуването. През втората половина на декември усложненията достигнаха кулминационната си точка. На 24.12.1984 г. в 7 часа в с. Горно Прахово започнаха да се събират хора на тълпа. Към нея се присъединиха хора от селата Башево, Чернигово, Долно Прахово и принадлежащите им махали. Постоянно нарастващата тълпа тръгна за с. Млечино – център на селищната система, за да иска обяснение от общинския партиен комитет и общинския народен съвет защо сменят имената на лицата от смесени бракове и да наложи преустановяване на тази смяна. Около 9,45 ч тълпата нарасна на 1000 души и навлезе в с. Млечино, издигайки лозунги: “Напред”, “Да умрем”, “За Кърджали” и др. През това време в Млечино се беше изнесло с всичките свои сили и средства РУ (районно управление) на МВР-Ардино, начело с районния началник. Нашите сили ги спряха. С изстрели във въздуха и с шокови палки тя бе изтласкана извън селото. Там тя се прегрупира и отново тръгва за селото, където бе срещната от пристигналата на помощ група от ОУ (окръжно управление) на МВР, начело с началника на управление “Турски национализъм”, която я спира и респектира. По мегафона бе наредено всички да си отидат по домовете, който не изпълни разпорежданията, ще бъде съден за участие в политическа демонстрация. Към 12 часа хората се разотидоха. Докато нашите сили разпръскваха голямата тълпа извън селото, на площада в селото се събра нова тълпа от около 200 души, предимно служители и хора, дошли от другите посоки на селото. С поведението си те даваха да се разбере, че са солидарни с исканията на първата тълпа и са готови да създават безредие. Това наложи бързо да бъдат разпръснати, а някои служители на общинския народен съвет и други учреждения на селищната система бяха подведени към разпит. В селото установихме временен милиционерски участък и оперативна група, която да разкрие организаторите и подстрекателите. В следващите 2-3 дни те бяха разкрити и някои изпратени в Белене. На 24.12.1984 г. по плана на общинския партиен комитет на с. Бенковски се проведоха мероприятия за преименуването на лицата от български произход в селата Горски извор и Каялоба, които преминаха спокойно и без съпротива. На 25.12.1984 г. в 7,30 ч от с. Горски извор се отправи към с. Бенковски – център на селищна система, тълпа от 2000 души, които се насочиха към общинския партиен комитет, за да искат обяснение за проведените през първия ден мероприятия, за да си искат паспортите. С наличните сили са изтласкани в края на селото. По това време в Бенковски имаше 10-15 души, които работеха по взрива в църквата. Междувременно към тълпата се присъединиха хора от съседните махали и за 90 минути тя нарасна на около 2500-3000 души. Това наложи за Бенковски да се изпрати подкрепление от ОУ на МВРКърджали, ОУ на МВР-Смолян, ГО (гражданска отбрана) в Кърджали и Смолян и военно-въздушно поделение на Голо бърдо. На място бяха изпратени екипи но ПО (противопожарна охрана) от Кърджали и на РУ на МВР – Златоград. Поведението на тълпата бе дръзко и предизвикателно. С викове и крясъци отправиха искания и закани, скандираха вражески лозунги. Тълпата излъчи парламентьори,скоитобешеразговаряно,иследтовабешеразпръснатабезкръвно. По същото време беше нападнато кметството в с. Горски извор, охранявано от 4-ма милиционери. Кметството беше обкръжено от три кордона: на първия – децата, на втория – жените, на третия и по фланговете – мъже.

са мислели, че паспортите им са в кметството и са искали да го превземат, за да си ги вземат. Беше изпратена помощ и демонстрантите бяха разпръснати. В селата Горски извор и Бенковски са изградени временни милиционерски участъци. На 26.12.1984 г. в 7 часа тълпа от две направления: с. Каялоба, Горски Извор, Китна и второто от с. Пресека и Добромирци се насочиха към с. Бенковски с общ брой около 2000 души. Към 9 часа тълпата от Каялоба и Горски извор достигна охранявания рубеж извън селото и започна да напада органите на МВР. След намесата на силите на ГВ (гранични войски) тя беше изтласкана. Към 9,45 часа от посока с. Мъглене (полковник Кадирев вероятно има предвид с. Могиляне) се насочи нова тълпа, която бе посрещната от групата на ОУ на МВР – Кърджали, и поделението на ВВС. Участниците се държаха много дръзко, издигаха вражески лозунги и искания. Нахвърляха се с камъни, дървета и ножове срещу нашите сили. Неизвестно лице стреля с ловна пушка. С решителни и безкомпромисни действия тълпата бе разпръсната. В 10,30 часа тълпа от с. Пресека и с. Добромирци – около 2000 души, навлезе в с. Бенковски. Тя бе изключително агресивна. Участниците хвърляха камъни и дървета по нашите превозни средства и състава. Изпочупени бяха прозорците на колите на ПО. Направен бе опит да се разпръсне с автомобил на ПО. Тогава те се нахвърлиха върху служителите на МВР. Взети бяха решителни мерки за нейното разпръскване. Интересно е, че поемаха стоически цялата вода на пожарните цистерни. На26декември1984г.крайс.Могилянезагиват17-месечнатаТюркянФейзулах Хасан от с. Каялоба, Айше Мюмюн Молахасан от с. Каялоба и Муса Мюмюн Якуб от с. Китна. В памет на малката Тюркян след 1989 г. е издигната чешма. На 26.12.1984 г. тълпа от 1800 души от селата Генерал Гешево, Устра и Мрежичко се насочи към град Джебел. В 6,30 часа тя бе спряна в подстъпите на града. На градската автогара се събра друга тълпа от 300-350 души, която бе блокирана на място. На 26.12.1984 г. около 10,30 часа на площада в Момчилград започна сформирането на отделни групи от по 30-50 души. Беше получен сигнал от ДЛ (доверено лице), че около 12 часа на площада в Момчилград ще се струпат много лица, които ще чакат представител на турското консулство. Поради липса на достатъчно сили, силите бяха в Джебел, нямаше възможност да се предотврати събирането на по-големи групи на площада в Момчилград. Въпреки нашите предупреждения около 12 часа тълпата нарасна на около 1200 души. С изключителна агресивност, викове, крясъци и скандирания участниците нападнаха сградите на ОбПК (общинския партиен комитет), ОбНС (общинския народен съвет), аптеката, ДСК (Държавна спестовна каса) и магазини и счупиха врати и прозорци. Това наложи спешно да се използват силите на ОУ на МВР – Кърджали, Гранични войски и противопожарни автомобили. Тълпата бе разсечена, изблъскана и разпръсната около 14 часа. На 26.12.1984 г., този ден беше най-тежкият, към 20 часа в с. Звездел, група от 100-120 души се събра, обкръжи кметството, завзе го и искаше да се саморазправя с кмета. Чрез сили на ОУ на МВР – Кърджали, те бяха разпръснати и възстановен общественият ред. Малко след това друга група се насочи за Момчилград от с. Равен. Групата на ОУ на МВР в движение беше пренасочена, за да я срещне на път за града и да я разпръсне. На 26.12.1984 г. около 21,30 часа беше получен сигнал, че в с. Груево и с. Балабаново са се събрали тълпи с намерение да тръгнат за Кърджали или Момчилград. За разпръскването им бяха изпратени сили на ОУ на МВР и ГВ. Този ден в работа влязоха и първите сили, които бяха пристигнали от НМ (народната милиция) – Казанлък. Установи се, че в Балабаново няма събрани хора. Тълпата в с. Груево се състоеше от около 1000 души, част от които въоръжени с брадви и ножове. Направен бе опит да се разпръснат с наличните сили и два автомобила на ПО. При започване на разпръскването участниците в тълпата се нахвърлиха срещу служителите на МВР и две лица направиха опит да отнемат автоматите на офицери на НМ. Тогава с решителни и безкомпромисни мерки тълпата беше изтласкана до края на селото, където напалиха огньове. Към 20,30 часа нашите сили установиха контакт с представители на тълпата и ги принудиха да се приберат.

КПреди ой измисли възрод ителния процес? 30 години БКП и държавният апарат на България започва т.нар. С камъни и колове бяха изпотрошени прозорците и вратите на кметството. Те

- В следващ брой – спомените на Алиш Саит за драматичния 26 декември 1984 г. в село Груево, за броя на жертвите и ранените при сблъсъка им с милицията и военните – Разкажете ни вашата лична история, ако сте били сред потърпевшите от преименуването на българските турци. Пишете ни на адрес: mnenia@24chasa.bg


6

BULTÜRK Derneğinden - Bulgaristan’a Açık Mektup До Главния прокурор на Република България Копия :

До Председателя на Народното събрание До Министър председателя на Република България

Господин Главен прокурор,

С установяването на комунистическата система през 1944 година, в Бълагария започват преследванията на хората несподелящи комунистическите идеи. За да постигнат своите цели и за да „узаконят“ своите действия комунистите измислиха „Народния съд“, лагерите в Белене, Скравена и т.н., с които успяха да ликвидиратпсихически,анякоиифизически българската интелигенция, офицерския състав, собствениците на фабрики и заводи, въобще елита на българския народ. След утвърждаването на на комунистическите структури по места започва масовото разпространение на уж комунистическите идеи и философия. Уж комунистически защото това, което учи самата философия и това, което се върши на практика нямат никакви общи точки, никакво реално покритие. При разпространението на своите идеи комунистите срещат сериозен отпор в лицето на турците и мюсюлманите в България, защото начина им на живот е твърде не съвместим с комунистическата философия и най вече с нейния атеизъм. Необходимостта от разпространението на комунизма в тези среди поражда нуждата от сериозна и системна работа с тези хора. Основите за постигането на тези цели се полагат с Априлския пленум на БКП или с идването на Тодор Живков начело на партията и държавата, с което започва и изграждането на тоталитарната машина. Или казано по-точно във втората половина на 50-те години започват асимилационните процеси сред турците и мюсюлманите в България. Тези процеси започват със закриването на турските училища, забраняване и изучаването на турския език в училищата, преследване на религиозните лица, закриването на джамии, унищожаването на Турските книги и списания, спирането и забраняването на издателствата на турски език и т.н.. Асимилацията на турците и мюсюлманите в България достига своята кулминация с така наречения„възродителен процес“, когато вече се сменяват и турско арабските имена на хората от тази общност с български, забранява се даже разговарянето и кореспондирането на турски език, изключително са забранени религиозните обреди, обичаи и ритуали. Именно тези решения на превърналата се вече в тоталитарен режим комунистическа система предизвикват ответна реакция от страна на потърпевшите. Тази реакция се изразяваше в протестни митинги, шествия спонтанни неорганизирани действия, които имаха една единствена цел, а именно изразяване на несъгласие с тези решения на комунистическата върхушка в лицето на Политбюро на БКП. За съжаление тези мирни граждански протести предизвикват гнева на комунистическата партия и тя с всичките си силови ресурси като войска, милиция, патийни функционери, ДС апарат и т.н. се стоварва върху тези невинни хора. В резултат на получените стълкновения десетки от протестиращите са убити на мястото на събитията, стотици са ранени и осакатени, а хиляди са изпратени по затвори и лагери. Някои от заточените по тези места намират смъртта си там, други са унищожени психически, а останалите с известни психологически травми успяват да дочакват края на 1989 година, когато уж свърши тоталитарния режим.

В началото на 1990 година с обявяването началото на преходния период към демокрация между потърпевшите от т.н. „възродителен процес“ се пробудиха надежди за правни възмездия относно този процес, но уви до ден днешен така и не се сбъднаха тези надежди. За съжаление демократичнитепромении справедливостта останаха далече от тези хора, защото въпреки, че се знаеха престъпниците и убийците по населени места, прокуратурата и съдилищата не успяха да ги открият. Така, че многоочакваното правно възмездие не се получи, организаторите и извършителите на т.н.„възродителен процес“ не се наказаха. От друга страна потърпевшите не бяха обезщетени нито морално, нито материално подобаващо на една правова държава. Но изминалите 30 години от тези събития обаче не оставят на мира извършителите на този процес. Трансформирали се в политическата власт, вярно на поговорката „Гузен не гонен бяга“у тях се породи надеждата да прикрият своите престъпления скалъпявайки един закон за давност на тези престъпления. Това недвусмислено води до мисълта, че ги е страх от една истинска съдебна система. Междувпрочем този техен страх е основателен и е предизвикан от това, че изминалото време дава възможност да се отварят и държавните архиви и да се видят документите със секретен характер, от които ще се прочетат имената на престъпниците играли главна роля в този процес. Скоро документ от подобен род излезе на бял свят и бе публикуван и цитиран по различните медии съдържащ имената на награждаваните генерали и офицери за „успешно проведен възродителен процес“. Господин Главен прокурор, Предвид гореизложеното възползвайки се от правомощията, които Ви дава заеманата от Вас служба Ви приканваме да разпоредите на подчинените Ви прокурори из цялата страна да започнат процедури относно наградените лица за „успешно проведен възродителен процес“. Нека имената от този списък служат като начало за разплитане тайните по този процес, като към същите бъде повдигнато обвинение за престъпление по време на т.н. „възродителен процес“. Да се подеме една акция, едни съдебни дела, с които България или Българската съдебна власт да покаже на света, че България е една правова държава и може да заеме достойното си място между демократичните правови държави по Европа и света. След взетото от Българския парламент решение на 11.01.2012 година за „осъждане на възродителния процес“най-искрено се надяваме и вярваме, че и Вие ще се ангажирате с една огромна отговорност с цел да изстриете едно голямо срамно петно от Българската история причинено от комунистическия тоталитарен режим. Като потърпевши и ощетени граждани от този анти хуманен процес във Ваше лице очакваме едно човешко отношение от Родината ни за възстановяване на накърненото ни човешко достойнство. Дали България ще бъде искрена към нас и ще протегне майчина ръка с майчина ласка или ще продължава да ни бъде мащеха това ще покаже времето, което е зависимо от Вас и съгражданите ни заемащи отговорни постове в управлението на страната. Но ние най-искрено заявяваме, че с нищо не сме заслужили такава орисия. Освен благата, които сме дарили на България с двете си пропукани трудови ръце нищо лошо не сме ѝ сторили. Затова смятаме, че имаме право и продължаваме да си мислим, че не заслужаваме никакво зло от нейна страна.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Kapıdaki Delik… Dr. Nedim BİRİNCİ

Basın sayfalarından ve TV ekranından politika izlemek, kapı deliğinden bakmak gibidir. Görürsün göremezsin, tanırsın tanıyamazsın, ama ne de olsa karşıda birileri vardır. Politik demeçlerin analizinde, anahtar deliği kilit sözler ya da kavramlardır. Mesela yabancı bir dilde verilen bir demeç iyi tercüme edilmezse, tamamen yanlış da anlaşılabilir. Demecin nerede verildiği çok önemlidir. Hepimiz biliyoruz ki, Rusya Başkanı Vladimir Putin Bulgaristan hakkında düşündüklerini ve bazı son kararlarını Ankara’da açıkladı. Sebebi, Moskova’dan söylediğimde işitmeye bilirler, Ankara’ya kulakları açıktır varsayımıydı. Olay anlaşıldı, Rusya Bulgaristan’ı “dost ülkeler” defterinden silmişti. Çığ gibi gelen hayal kırıklığı da Moskova kaynaklıydı. “Güney Akım” gaz boru hattı paraları gelecek diye içi boşaltılan Koorperatif ve Tücaret Bankası BTK çöktü, Kozloduy AES 7. reaktörünü Rusya yapar planı buharlaştı vs. Bunlar yeni yılın ilk günlerinde olurken, geçen hafta ABD Devlet Sekreteri Kery Sofya’ya kondu ve “aman endişelenmeyin” dedi, ve bu sözler çok doğru tercüme edilirken, ardından gelen “öç alacağız” ya da ne bileyim “imanlarını gevreteceğiz” gibi bir ifade gelince, bayan tercüman sustu. Çevirmen sanki tökezledi. Ne var ki, Devlet Sekreteri belki de tam bu sözü söylemek için gelmişti Sofya’ya, çünkü Putin Ankara’dan Sofya’yı hedef almıştı. Kery, Putin’in sözlerini yanına bırakmayacağız demeseydi, biz Bulgaristanlılar Başkan Obama’nın dünkü gün Amerikan Kongresi’nde “bunalım gölgesinden çıktık, yeni bir sayfa açıyoruz” sözlerine bir anlam veremezdik. Anlaşılan ABD 2009’dan beri bunalımdan bir türlü başkaldıramadığı için saldırılarını dondurmuş. Oysa Barak Obama daha ilk fırsatta Rusya hakkında, “tecrit edilmiştir ve tuzla buz edilmiştir, darmadağın bir durumdadır” dedi. Kardeşim sen anlatıyorsun da kendin bu işten ne anladın, diye sorabilirsiniz. Sormanız hakkınızdır. Kanımca 2015’in ilk gününden sonra dünya değişti. “İkinci Soğuk Savaş” dönemine giriyoruz. Kapı deliğinden görünen budur. Tarih deneyimlerinin anlattıkları: Şimdi, birazcık tarihe bakalım, çünkü bu Bulgaristan üzerinden yapılan büyük planların bir de toslama örnekleri var. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Bulgaristan Çarlığı Almanya’nın Hitlerci savaş politikasına bağlıydı. 1943 yılında, Alman General Paulus Stalingrad Cephesi’nde “Ben Volga Irmağını geçemem” dediğinde, Führer Çar III. Boris’i (1918–1943 arası Bulgar Çarıdır) Berlin’e çağırtıp derin sığınakta “Stalingrad Cephesine bir ordu göndereceksin” demişti, kabul etmeyince gazla zehirlenen Çar, 2 haftada öldü. III. Boris Bulgaristan’ı Moskova’dan koparmayı ve Almanya mihverine bağlamayı başarmış ama “Ben Bulgar’dan Rusya’ya karşı savaşacak ordu toplayamam” demişti. Şimdiki durumda büyük benzerlik var. 45 yıl Moskova peykiydik, 1990’da “yeni yörünge seçiyoruz” dedik, 25 yıldan beri boş boş dönüp dolaşıyoruz, ha koptuk ha kopacağız bir türlü ne kopabildik ne de hayırlı bir iş için başka bir yere dahil olabildik ama sivri akıllı politikacılar “Avrupa-Atlantik” mihveri deyip iki biçiliyor. Doğrudur da, 25 yıl flört eden sevgililer zor evlenir, deyenlere de ne deyelim. Büyük politikanın bozuk parası küçük devlerdir ya da büyükler didişir, küçükler ezilir deyenlere de hak vermek zorundayız. Bu noktalara işaret etmemin nedeni ise hep şu tercüman kızın atladığı “öç alma” sözceğizidir. Bu taşın altından ne çıkar ve yılan çıkarsa bizi ısırır mı endişesidir. Avrupa milliyetçiliği eski zamanları arıyor. Şunu da hemen yazayım. Dünya sanki “Soğuk Savaş” ın başladığı 1945’lere değil de, çok daha gerilere sanki 200 yıl gerilere yani XIX. yüzyıla dönüyor. Kuşkusuz o zaman Amerika’nın dünya hâkimiyeti planları ve bu hayallerin ardındaki hırç, öfke, ödeşme falan filan yoktu. O zamanlar Amerikan’ın derdi: Kızıl Derililerle baş etmek ve onların topraklarına, dünyasına ve zenginliklerine oturup yeni bir medeniyet kurmaktı. Şimdiki durum Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesinde olduğundan da çok farklıdır. O yılların analizlerini yazan kitapları açıp bakarsanız, dünya ülkelerini, eski sömürgeleri yeniden paylaşmak isteyen emperyalist devletlerarası çelişkilere çok yer ayrılmıştır. Bu sahnelerde Antant ve Mihver blokları gibi gruplaşmalarda görebiliriz. Unutmayalım 2. Dünya Savaşında Moskova’nın en büyük müttefiki Amerika idi. Tabii 21. yüzyılda durum değişti. Eski müttefikler birbirine diş biliyor. Biz С много уважения и почит, de şiddetlenen yeni gıcırtıyı dinlemek zorundayız. БУЛТЮРК ИСТАНБУЛ Politikalar değişmezden önce Eski Kıta’da hep

milliyetçilik ve ırkçılık rüzgârları esmiştir. Bu gelişmeyi 21. yüzyılda da izliyoruz. Rusya’ya karşı daha güçlü olmak için 1954’ten beri birleşme adımları atan Eski Kıta devletlerinden 28’i artık bir araya geldi. Kenetlenelim derken öyle tedbirler alıyorlar ki, damak ısırtıyorlar. Nüfusunun üçte biri Rus olan Litva ülkede Rusça konuşmayı tamamen yasaklamış. AB, Washington’ u da arkasına alarak Rusya’ya bir sürü yaptırım dayattı. TV ekranlarında gösterilen vahşiler filmlerinde aslanlarla sırtlanların yere serilmiş bir hayvanı paylaşma kavgası gibi bir şey. Çan çekişense Ukrayna’dır. Ben şahsen Ukrayna’nın yeni cangıl da son kurban olacağına inanmıyorum. Kuşkusuz Rusya boş durmuyor. Moskova yeni cepheleşme ve birleşmenin karşıtının her zaman milliyetçilik olduğunu bildiğinden, Batı Avrupa ülkelerindeki milliyetçi ırkçı hareketleri yeniden canlandırdı. Son ayların ürünü olan Batı Avrupa’nın İslamlaşmasına Karşıtı Avrupalı Yurtseverler Birliği” (PEGİDA) hareketi Almanya’dan sonra, Danimarka, İsveç, İspanya ve İsviçre’yi sardı. Özellikler belirtiyorum, bu hareket ayni dönemde Bulgaristan’da da sözüm ona Yurtsever Cephe (PF) hareketi olarak örgütlendi, Makedon milliyetçi ve ırkçılarını örgütleyen (VMRO) hareketiyle birleşti, 43. meclise girdi ve hükümet ortağı oldu. Ülkemizde Bulgar olmayanlara karşı düşmanlığı körükleyen ana politik güçtür. Ve bu milliyetçi örgütlenme AB ve AB ülkeleri hükümetlerine karşı olduğu gibi, etkinliklerini Rus bankalarının maddi yardımlarıyla geliştiriyor. Son hedef AB’yi dağıtmak ve NATO’yu Rusya sınırlarından uzaklaştırmaktır. Bu yüzden, sözünü ettiğim, 200 yıl geriye dönüşte XIX. yüzyılı renkleri var. O zaman Osmanlı İmparatorluğuna karşı böyle bir Eski Kıta ve Rusya milliyetçi ortaklığı oluşmuştu. O l a y ı n p a t l a m a s ı : Bir salhaneye benzetilen “Charlie Hebdo” kıvılcım oldu. Avrupa kaynıyor. Sokaklar polis dolu. Evler basılıyor. Olay yeri Paris! Medeniyetler merkezi. Anlaşılan bu katliam birilerinin üstüne ancak yıkılacak. Dünya küçüleli gözler ya Amerika’ya ya da Rusya’ya bakıyor. Önce bir delikten çıkan pis koku şimdi iki delikten sızıyor. Olayla ilgili kim ne dedi: Liberal Stratejiler Merkezi YK Başkanı Bulgar siyaset bilimcisi İvan Krıstev Başkan Putin’in Moskova’da verdiği bir ziyafetine katıldı. Viyana’da çıkan “Profil” dergisinde şunları yazıyor: “Rusya etrafındaki istikrarsızlığın Washington tarafından örgütlenip kışkırtılıyor. Moskova Avrupa ülkelerindeki aşırı sol ve aşırı sağ güçleri besliyor. Fransa’daki faşizan Le Pen hareketi parasal yardım alanların başında geliyor.” Öte yandan, Moskova merkez basını ve tüm uydu yayınları anti-Bulgaristan propagandasına ağırlık verdi. Yolsuz köyler, su altında kalmış ovalar, kar kış geçit vermeyen yollar, hırsızlarca soyulmuş evler, elektriksiz mahalleler emekli maaşlarıyla geçinemeyen yaşlılar devamlı konu ediliyor. Son dönemde 200 tren hattının dondurulacağının açıklanmasıyla protesto grevlerine başlayan demiryolu işçilerini Rus gazeteciler ve onlara malzeme sağlayan “Alfa” ve “Skat” TV yayınları “Avrupa Birliği’ne üye olursanız durumunuz Bulgar’dan beter olur propagandasıyla Ukrayna’ya gözdağı veriyor. AntiBulgaristan propagandası Rusya’da gündem oldu. Bulgar basını “Charlie Hebdo” hadisesinin kökten dinci İslamcıların işi olduğunu yazmaz oldu. Terörizm değimi ağızdan düşmüyor. Ne ki, terörizm kendi başına politika değildir. Terör olayları politikaya hizmet eden etkili araçlardır. 11 Eylül 2001’de ikiz kuleler teröründen sonra Başkan Bush dünyada ANTİTERÖR CEPHESİ kuramadı. 7–9 Ocak 2015 Paris terör olayından sonra dünya başka bakış açısı aramaya başladı. Gerçekleri bilmek isteyenler derinlere inilmesini istiyorlar. Fransa’da doğan, Paris’te eğitim alan ve ellerindeki “Keleşlerle” gözleri kırpmadan katliam işleyen Kuaşi kardeşlerin cesaret ve çılgınlığı herkesi düşünmeye zorladı. Gurbetçilerin oğulları ve torunları Avrupa ülkeleri vatandaşı olmalarına rağmen, isyan ediyor. Her yılın Paskalya Bayramı arifesinde Paris varoşlarının ayaklandığını en az 200 otomobilin ateşe verildiğini unutmayalım. Başlıca Arap kökenli olan gençler, Tunus, Cezayir, Mısır, Irak, Suriye “Arap Baharı”nın etkisindedir. Onlar 21. yüzyıla dış talanmışlar, sokakta kalmışlar, geleceği olmayanlar alayında girdiler. Bu anlamda terör farklı politikaları gerçekleştirme aracıdır. Korkutulan kitleler politik baskılara duyarsızdır. 2012 -2014’te gelecekleri karanlık Müslüman gençler ordusu hareketlendi. Kolayca etki altında kalıp saldırıya geçebiliyor. Terörizmin gelecek belirlemesine yol verilemez. “Charlie Ebdo” katliamını gerçekleştiren Kuaşi kardeşleri tanıdığı gerekçesiyle aranan ve “Kapı Kule” sınır kapısında yakalanan başka bir Afrikalı Fransız Haskovo mahkemesinde yargılandı ve sorgulanmak üzere Paris’e iade edildi. Anti-İslam hükümetleri ve makamları birleştirdi. Yerde gökte bireysel terörist ve hücre aranıyor. Devam-www.bghaber.org


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

Ya s a k l a r Muazzez YURDAKUL

- 1 B u l g a r i s t a n ’ d a T ü r k l e r i n Olacaktan Haber Verenler

Ta r i h i m i z i o l a y l a r ı y a ş a y a nl a r ı n a n l a t m a s ı b i r b a ş k a d ı r. Artık gençlerimiz de tarihimizin tüm ayrıntılarını öğrenmeden önümüzü görmemizin olanaklı olamayacağına inanıyor. BG SAM yayınlarının en büyük kazanımı ve katkısı bu oldu. Gençlerimizi kendi tarihimizin hassasiyetlerine öğretirken bugünü doğru analiz etmeye ve yarın doğrularını aramaya yöneltebildi. Son haftalarda Türkçeye çevrilmiş Bulgar yazarlarından Vera Mutafçieva’nın “Endişeli Yıllar” kitabından Osmanlı’nın son döneminde geçen olayları tarih itibarıyla izlerken daha birinci sayfada “zengin köyler”, “zengin Bulgarlar” , “şehirlerin zengin Bulgar mahalleleri”, “Türk mülkü olmayan yeni evler”, “çardaklı yeni evler” gibi bazı ifadeler özellikle dikkatimi çekti. Dönem 1876 Bulgar Nisan Ayaklanmasından öncesidir. Şöyle ki, 1836’da Tanzimat’ın kabul edilmesinden sonraki 30 – 40 yılda Osmanlı topraklarında herkese tanınan etnik ve dini haklar sayesinde yalnız bir birey ya da seyrek rastlanan bir vaka olarak zenginlik ve varlıklı yaşayış olayları değil, köy ve mahalle, şehirlerde semt olarak da topluca gönençli yaşama uzanıldığı anlatılıyor. Bu Bulgarlarının verdiği “kahraman”, “kanlı” vs. mücadele sonucu olmamıştı. Sultanlıkta herkese tanınan haklar ve özgürlükler sonucu mümkün olmuştur. Bulgaristanlı Türkler 1878’den beri Vatanlarında zor zar yaşıyor. 140 yıldan sonra “Türk çarşısı”, “Türk kültür merkezi”, “medrese”, “Türk Hamamı”, Türk Çeşmesi” “zengin Türkler”, “varlıklı Türk vatandaşımız” gibi sözler bile unutturuldu. Göz boyamak için milletvekili Ramadan Atalay, eski tarım bakanı Mehmet Dikme ve daha birkaç Türk zengine şans güldü. Ve olay bitti. Kimin cebinde kaç para olacağı “saraya” soruluyor. Çoktan emekli olan Lütfü Mestan’ın formülünü yazmayı bilmediği “Petrol” işlerinden ayda 15 bin leva cepliyor, o da yine “sarayın” kararıyla oluyor. “Saray” demeden kanatlı kuş olsan uçamazsın. Ruhlarını satanları da halkımız besledi, yedirdi içirdi, fakat onlar bir öğrenciye bir bilgisayar almadı, bir ana okula iki çizgi filmi hediye etmedi… Masa başında başlayan muhabbetler masa altında bitti… Ya da A. Doğan gibi büyük büyük okul binaları kurduranlar, kapıda nal gibi sallanan anahtarı bir türlü açamadılar. Göstermelik bir yaşamın bataklığına itildik ve aslı bizim yaşadığımız hayat endişeli oldu. Ana konuma geçmezden önce, son yazılarında ÖZGÜRLÜK konusuna değinen ve “özgürlük bir ihtiyaçtır” diye vurgulayan Sayın Musa ve Şakir kardeşlerime teşekkür etmek isterim. Evet, halk topluluğumuzun işi olması, daha iyi yaşaması, çocuklarını anadil öğreten okullarda okutması, dinimi, tarihimiz ve gelenek göreneklerimiz üstüne bilgilendirilmesi, özgün kültürümüzü yaşatması, radyo, basın ve TV yayınlarımız olması bizim ihtiyacımızdır, yani bunlar bize verilmediği için bir özgür sayılmayız. Bulgar uyanış çağı Gabrovo kentindeki “Apriltsi Okulu”ndan yola çıkmıştır. Okulu olmayan azınlıklar devamlı karanlıkta kalmaya mahkümdur. Şöyle bir noktaya da değinmeden geçmek istemiyorum. Bizim orada dilenciler vardı. Kapı, duvar aşırı, köy, mahalle dolaşır, hep bir şey isterdi. El açtıkları akıllarına gelendi. İş göstersen, olmaz, çalışmazlar, çünkü dilenmek daha kolaydı. Bizi tıkayan da bunun bir benzeridir. Vergimizi verdiğimiz Bulgar devleti 1950 yıllarının başında bir eliyle al, öteki eliyle ver taktiği uyguladı ve bir anda anadilimizde olmak üzere manevi haklarımızı topluca verdi. Veriş o veriş sonra da yasaklar koyarak geri almaya başladı ve bugün bizi tam takır duruma getirdi. Artık elimiz boş ve verecek bir şeyimiz de yok. Biz şu devletten, HÖH-DPS partisinden bir şeyler umutlanmaktan tamamen vazgeçelim ve kendi sorunlarımızı kendimiz çözmeye başlayalım. El ele verip, önce bir gazete çıkaralım, okuyalım, okutalım, haberleşelim, yani arı kovanı vızıldamaya başlasın, ardından nasılsa gelir diyorum. Bu konuma başka bir yazımda devam edeceğim, beklediğiniz konuya geçiyorum. Bundan 25–30 yıl evvel yasaklar konusunu sevilen yazarlarımızdan Ömer Osman şöyle kaleme almıştı:

y o ğ u n y a ş a d ı ğ ı b ö l g e l e r d e ve Yıllardan 2015 umuz: Olacaktan haber veT ü r k ç e y a y ı n l a r ı k a p a t ı l d ı . renK o4n kâhinin 2015 yılı üstüne uyarılarıdır:

Bulgaristan’da Türklerin yoğun yaşadığı bölgelere devlet radyosunun Türkçe yayınlarını aktaran vericiler kapatıldı. Vericilerin kapatılması yayınları takip eden Türkler arasında tepkilere neden oldu.

Bulgaristan devlet radyosu BNR’nin günlük üç saatlik Türkçe yayınlarını Türklerin yoğun olarak yaşadığı ülkenin güney ve doğu kesimlerine aktaran vericilerin kapatılması Türk toplumunun tepkisini çekti. Türkçe yayınların başladığı 1945 yılından bu yana sadece 1989-1984 yılları arasında ülkedeki Türklere karşı yürütülen silah zoruyla Bulgarlaştırma döneminde kapatılan Türkçe yayınlar, 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren yayının sadece bir vericiden aktarılması nedeniyle Türklerin yaşadığı bölgelerde dinlenemiyor. Özellikle orta yaşın üzerindeki Türkler tarafından dinlenen BNR’nin Türkçe yayınlarını ay başından bu yana takip edemediğini söyleyen Kırcaalili emekli öğretmen Fatme Mehmedali, “Cihazım bozulmuş diye tamirciye götürdüm ancak bozuk olmadığını ve yayınların durdurulduğunu öğrendim. Biz bu radyoyla büyüdük ve dinlemek istiyoruz. Neden kapattılar, kimse de bir açıklama yapmıyor” dedi. Avukat Mustafa Bayramali ise Bulgar radyosunun Türkçe yayınlarının uzun bir tarihi olduğunu belirtti.

Bayramali, “Zamanında köyümüzde iki radyo cihazı vardı. Neredeyse tüm köy bu iki radyonun etrafına toplanırdı ve Türkçe yayınları dinlerdi. Maalesef 2015 yılının ilk günlerinden itibaren Türkçe yayınları bölgemizde dinleyemiyoruz. Sebeplerini kimse izah etmedi” şeklinde konuştu. Bulgar devlet radyosu BNR, ülkede Türklerin yaşadığı bölgelere Türkçe yayınları aktaran vericilerin neden kapatıldığı konusunda açıklama yapmadı. Bulgar medyası Türkçe yayınların aktarıldığı Kırcaali, Şumnu, Razgrad, Tırgovişte gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdeki orta dalga vericilerin kapatıldığını, yayınların sadece ülkenin kuzey batısındaki Vidin vericisinden aktarıldığını duyurdu.

Komünist totaliter rejimin en ağır sucu isimlerimizi değiştirmesidir

Başbakanı Başbakanı Boyko Borisov, 1990 öncesi komünist rejimin yönetimde olduğu dönemde ülkedeki Türklere karşı uygulanan baskı ve zulümler için kimsenin hesap sormadığını belirtti. Başbakan Borisov, Facebook hesabından yaptığı açıklamada, 25 yıl önce BulgaristanKomünist Partisinin, “Türk ve Müslümanlara karşı uygulanan baskı ve insanlık dışı muameleleri aşmak” adını taşıyan bir rapor yayınlayarak, işlediği en ağır suçun izlerini silmek istediğini vurguladı. Borisov, “Görünmeyen ancak Türk asıllı vatandaşlarımızın ruhlarında çok ağır darbeler bırakan, kendilerine ve ailelerine

karşı uygulanan şiddet, Komünist Partisi tarafından sanki kolayca unutulabilir hale getirildi” diye yazdı. Komünist Partinin, “Türklere özgürlüklerini verdiğini ancak karşılığında yapılan zulümler için hesap aranmaması kazanımını elde ettiği” düşüncesini dile getiren Borisov, isim vermeden, üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisinin (HÖH) bu durumu onayladığını öne sürdü. Ülkede 25 yıldır büyüyen siyasi yolsuzluklar ve vurdumduymazlığın arkasında kalarak kimsenin Türklere karşı yapılan baskı ve zulümler için ciddi şekilde hesap sormadığını vurgulayan Borisov, 2012 yılında partisinin onayıyla parlamentoda, “Bulgaristan Müslümanlarına Karşı Zorla Uygulanan Asimilasyon Sürecinin Kınanmasına İlişkin Bildiri”yi onayladıklarını hatırlattı. Bu tür suçlar için “siyasi af ve yargıda zaman aşımı olamayacağının” altını çizen Borsiov, “Ne kadar da geç olsa adalet aranmalı. Bu tür suçların işlenmeyeceğine dair en büyük garanti ise gerçek demokrasidir” ifadesini kullandı. Bulgaristan‘da 1984-1989 yılları arasında Komünist Partinin iktidarı döneminde ülkedeki Türklere karşı zorla yürütülen Bulgarlaştırma ve asimilasyon baskıları nedeniyle şimdiye kadar kimse ceza almadı.

Uğurlu Kozmetik Temizlik Kimyasalları Gıda Dolum İthalat ve İhracat

UĞURLU KOLONYA

UĞURLU

Adres: Barbaros Hayrettin Paşa Mah. 1001 Sok. No:36/a Gaziosmanpaşa, İstanbul, Türkiye

İstanbul Tel: +90 (212) 537 63 54

Edgar Keysi: Dünyaya uzaydan bir gemi konacak. O genelde Uyuyan Kâhin adıyla bilinir. Amerikanlıdır. Öngörülerini uyku semesi iken beynindeki üçüncü gözde görür. Söylediği olacaklar şimdiye kadar her defasında olmuştur. Geçmişe değil ancak geleceğe bakar. Üçüncü bir dünya savaşı başlamayacak, fakat insanlık için 2015yılı doğal afetler bakımından bir felaket yılı olacak, açıklamasını yaptı. Sunimi gibi olaylar sonucu dünya karasının büyük kısmı su altında kalacak. Keysi’nin savına göre, 2015’te dünyaya bir uzay aracı konacak. İçinde uzay temsilcileri çıkacak ve insanlığa şu kesin uyarı sunacaklardır: 6 aylık bir süre içinde yeryüzünde yürütülen bütün savaş ve çatışmalara son vermezseniz, dünyayı yok edeceğiz! Pavel Globa: Avrupa Birliği dağılıyor. O, dünya devleri Rusya ile Birleşik Amerika arasındaki çatışma devam edecek, dünya yeni bir savaşa itilecek, fakat bu cephede yürütülecek bir savaş olmayacak, adına yeni bir soğuk savaş, diyebiliriz, diyor. İki süper gücün Ukrayna konusunda birbiriyle bilek bükmesi, Avrupa Birliğini kötü etkileyecek, işsizlik artacak, daha fazla cinayet işlenecek ve ekonomik durum kötüleşecektir. AB’nin büyük ölçüde kan kaybetmesi sonucunda, halen üye olmak isteyen ülkelerden bazıları bu niyetlerinden vazgeçerken, bazı üye devletler de ayrılma niyetlerini açıklayacaklar. Rus yıldız kâhinine göre, Rusya’da başlayan kriz 2017’ye kadar sürecek, 2020’de halkın çekileri son bulacaktır. Globa, Başkan Putin’in yazgısı üstüne açıklamada bulunmaktan kaçınıyor. Vanga Nine’nin Rus kâhinlerle görüşmelerinden yeni açıklamalar: Olacak olanı haber veren Bulgaristanlı dünyaca bilinen Vanga Nine (Vangeliya Guşterova) Hayattayken hala hayatta olan birçok Rusyalı kâhinle görüşmelerinde çok samimi açıklamalarda bulunmuştur ve bunların 2015 yılına ilişkin olan bölümü son günlerde açıklandı. Geleceğe ilişkin bu sırların açıklanmamasına neden ise, insanlığa gerginlik yaşatmama niyeti olmuştur.Bu görüşmelerde Petriç kasabasında oturan Vanga Nine birkaç çok kesin ve feci tablo gördüğünü açıklamıştır. Bunların birinde “Dünya suları bazı Asya ve Amerika kıtasında bazı devletleri yutacak!” derken, başka bir defa da “2015’te Tanrı taneyi samandan, namusluları da günahkârlardan ayıracak” öngörüsünde bulunmuştur. 2015 yılını birçok doğal afetin olacağı bir yıl ve 2016’da meydana gelecek kısmı tufan arifesi olarak tanımlayan Vanga Nine beklenmedik olayların Amerika, Kanada ve Rusya’nın merkez kesimlerinde halk tabakalarında yer değiştirmeye vesile olacak tablolar gördüğünü anlatmıştır. Bu konuda kendilerinden fikir istenen iklim tahmincileri “insanların toplu halde yer değiştirmelerine ancak su baskınları ya da kuraklığın sebebiyet verebileceğini” söylemiştir. Kitlesel göçlere neden olabilecek başka iki sebep de, büyük deprem ya da bir gök yüzü taşının dünyamıza çarpması olabilir. Bu konuda Rusya internet forumlarında görüş beyan edenler “bir kişinin evi bir iki defa üzerine yıkılırsa, kimse aynı yerde yeni bir çatı kurmak istemez” yorumunda birleştiler. Önümüzdeki 12 ay için öngörüde bulunurken yaşlı kâhin bayanın kullandığı kavramlar şunlardır: “seller, su altında kalan büyük araziler, depremler, ülkeler arasında çatışmalar ve mali bunalımlar derinleşecek.” Bilgelerin eserlerine göre, “hayatımız, uygarlık yarattığımız, nispi barış ile savaşlar arasında göreceli bir barış devri içinde döner, biz yaptığımız yanlışlardan ders alır ve deneyimler biriktiririz.” Bu konuda yapılan değişik yorumların birleştiği noktada, “kâhinler iyi ile kötü olanı ayrı ve farklı tablolar olarak görürken, aslında iyi olanın ne zaman geleceğini ve yaptığımız yanlışlardan ders çıkarmayıp onları ne zaman yeniden yaşayacağımızı uyarır.” Toplumda gerginlik yaratmamak amacıyla olacakların hepsi hakkında ayrıntılı haber vermekten kaşınan Vanga Nine kendine en yakın kişilere açıldığında “Günahkâr insanların alın yazını görmek bize nasip olmayacak, bu bakıma gönlüm huzur içinde” demiştir. Vanga Nine ile uzun zaman birlikte çalışan ve onun öngörülerini zaman kesiti açısından inceleyen, halen Bulgaristan Radyo Televizyon Basın Yayın Kurumu Genel Müdürü görevinde bulunan Prof. Georgi Lozanov, “onun şu anda cereyan edenle yakında olacak ya da daha uzun bir süre sonra meydana gelecek olan üstüne aynı netlikle bilgi verdiğini, fakat tarih ve saat konusunda net olmadığını” yazdı. Öngörülerindeki tamlığın % 60-70 oranında olduğuna değinen bilimsel araştırmacı, bunu öncelikle insan ruhunun serbest seçme hakkı olduğuna ve birçok kez niyet değişimi yaşandığına bağlıyor.


8

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Kaya Gazı (Shale Gas) umudu BULTÜRK Faaliyetlerden “Shale gas” kavramı Türkçe’de “şeyl gaz” ya da “kaya Jeostratejik gazı” şeklinde çevrilmektedir. “Organik madde yönünden Kutup Petrollerinin

Alptekin Cevherli

İnsanlık tarihi boyunca toplumlar su ve enerji kaynaklarına yakın alanlarda yerleşimlerini kurmuş, medeniyetler geniş su havzaları ve kolay ulaşılabilen enerji kaynakları yanında inkişaf etmişlerdir. Günümüzde hızla gelişen iletişim ve ulaşım imkânları sayesinde güçlü devletler, günümüz enerji kaynaklarına ve jeostratejik bölgelere sahip olmak için kıtalar arası operasyonlar düzenleyebilmekte, sudan bahanelerle ve hatta bahaneler icat ederek enerji kaynaklarına el koyabilmektedirler. Bu konuda Afganistan’ın, Irak’ın, Libya’nın ve Kırım’ın işgali güzel birer örnektir. Hatta Ermeniler tarafından Azerbaycan’ın ayrılmaz bir parçası olan Karabağ’ın işgali dahi bu bakımdan değerlendirilmesi gereken bir konudur. Evet, Ermenistan elbette güçlü bir devlet değildir, ancak fason iş yapıp, sahipleri adına Karabağ’ı işgal ederek bölgede uyguladığı etnik temizlik politikası ve soykırımı sonucu Karabağ’ı Türksüzleştirmiş ve Azerbaycan’ın elinden şimdilik fiilen almıştır. Ancak Azerbaycan hükümetinin yürüttüğü dengeli siyaset politikası ve Azerbaycan’ın doğal kaynaklarını dünya pazarlarına açması sonucu bugün Azerbaycan kişi başına düşen millî gelir yönünden ve ülkenin refah düzeyi bakımından adeta çağ atlamıştır. 2000 yılında Azerbaycan’ın millî geliri kişi başına sadece 480 ABD Doları iken, 2014 yılında 10.033 ABD Dolarına yükselmiştir. Dost ve kardeş Azerbaycan’ın gösterdiği bu başarıyı takdir etmemek ve gıpta ile bakmamak mümkün değildir. Türkiye’de ise bu rakam 2014 yılı itibariyle 13.464 ABD Doları’ndan fazladır. Oysa 2000 yılında bu rakam Türkiye’de 4.158 ABD Doları idi. Türkiye 10 yılda kişi başına düşen millî gelirini 3 kat artırırken aynı sürede Azerbaycan 21 kat artırmıştır. Bu başarı ile Azerbaycanlı kardeşlerimiz ne kadar gurur duysa azdır. Elbette bu başarıların ardında istikrarlı ve iyi çalışan bir siyasi irade ve halk vardır. Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, Bakü petrollerinin bu konuda dinamo etkisi gösterdiği de yadsınamaz bir gerçektir. Azerbaycan’ın 7 milyar varillik petrol rezervi ve henüz çok azı kullanılmış bulunan doğalgaz rezervi Azerbaycan’ın kalkınmasında ve gelişmesinde büyük pay sahibidir. Bugün Azerbaycan, günlük yaklaşık 1 milyon varillik üretimi ile dünya petrol pazarında söz sahibi olan önemli bir ülkedir. Ancak şu da bir gerçektir ki, petrol zengini olan ülkeler bu kaynaklarını sanayi, ticaret, ekonomik gelişme, askeri kabiliyet, tarım kapasitesi ve iyi yetişmiş insan gücüyle takviye etmezlerse güçlü ülkelerin kuklası haline gelmeye mahkûmdurlar. Bugün dünyanın en çok petrol üreten ülkeleri sırasıyla Suudi Arabistan (dünyadaki toplam üretimin % 12’si), Rusya (% 11,7), ABD (% 10,1), İran (4,6) ve Meksika (%4,3) tarafından oluşturulmaktadır. Buna mukabil en gelişmiş ülkeleri yani en çok petrol tüketen ülkeleri ise yine sırasıyla ABD (dünyadaki toplam tüketimin % 24,4’ü), Çin (% 9), Japonya (% 6,1), Rusya (% 3,4) ve Hindistan (% 3,2) tarafından oluşturulmaktadır. Buradan da görüleceği gibi en gelişmiş ülkelerden süper güç olarak adından söz ettiren ABD ve Rusya’nın sırrı; üretimde de tüketimde de ilk 5 içinde olmasında gizlidir. Yoksa Suudi Arabistan, İran veya Meksika en çok petrol üreten ülkeler olmalarına rağmen dünya siyasetinde ve güçler dengesinde ne yazık ki çoğunlukta ABD veya Rusya’nın peşine takılmış birer peyk görüntüsü vermekten öteye gidememektedirler. Çin, Japonya ve Hindistan ise ki buna Almanya’yı (AB’yi) da ilave etmek gerekir, ciddi anlamda petrol üretememelerine rağmen dünya politikasında güçlü birer aktördürler… Demek ki iş petrol üretmekte değil, onu işleyebilmektedir… Bugün için ise petrol üreticisi ülkeleri tehdit eden çok önemli bir faktör daha yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaktadır… Bu ise Kuzey Kutbu’ndaki (Arctic) zengin ve bakir petrol ve doğalgaz yataklarıdır. Ayrıca bunun yanı sıra milyonlarca (aslında binlerce) yıldır sürülmemiş uçsuz bucaksız tarım arazileri de bunun cabasıdır. Kürsel ısınma ile birlikte buzulların erimesiyle; bugüne kadar bazı bilimsel araştırmalar ve macera düşkünleri hariç hiç kimse için bir şey ifade etmeyen kutuplarda, özellikle de Kuzey Kutbu’nda insanlık tarihinin belki de Nuh tufanından sonra ilk kez karşılaştığı bir fırsat ortaya çıkmıştır… Devamı www.bghaber.org

zengin tortulu kayalar” anlamına gelen bu kavram, enerjinin çok tartışıldığı ve tartışılacağı bu dönemde yeni bir kaynak olarak tanıtıldı. Şeyl konusunda TPAO Genel Müdürü şöyle bir açıklama yapıyor: Kayada petrol türediği zaman (milyonlarca yılı alıyor), onun yüzde 10 kadarlık kısmı ana kayadan atılıyor ve yeraltında emiliyor. Emildiği yerin üstünde geçirimsiz bir madde varsa, bu petrol ve doğal gaz yeraltındaki süngerimsi yapılarda toplanıyor. Bizim şu anda elde ettiğimiz petrol ve doğal gaz bu yüzde 10’luk kısım. Geri kalan yüzde 90 ise o ana kayanın içinde kalıyor ve atılamıyor.1 ABD Enerji Enformasyon İdaresi’nin(U.S. Energy Information Administration) verilerine göre, üretilebilir teknik kaya gazı miktarları trilyon kübik feet cinsinden(1 kübik feet= 0.028317 m3) Fransa 180, Polonya 187, Amerika 862, Kanada 388, Meksika 681, Çin 1275, Güney Afrika 485, Brezilya 226, İngiltere 20, Türkiye 15 civarındadır. Şimdi ki teknoloji sayesinde bu kaya boyunca yatay olarak sondaj yapılıyor ve kaya çatlatıldıktan sonra kayanın içindeki gaza erişebiliyoruz. ABD, Kanada, Çin vb. ülkeler bu alana doğru yöneldi. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren bu alana da yönelen ABD’nin çalışmalarından çıkan sonuçlar hayli ilginç. Yakın zamanda ABD Enerji Enformasyon İdaresi’nden(U.S. Energy Information Administration) yapılan açıklamada ABD’nin 2014’te petrol ithalatının son 25 yılın en düşük seviyesine geleceği yolunda bir öngörüsü var. Ve 2035 yılında toplam iç üretimin %45’sini oluşturacağı tahmin edilmektedir. ABD’deki Kaya Gazı (Shale Gas) gibi konvansiyonel olmayan türdeki gaz üretiminde yakın geçmişte yaşanan gelişmeler ve sürpriz bir şekilde bu ülkenin LNG ithalatına neredeyse ihtiyaç duymayan bir konuma gelmesi, bu durum karşısında özellikle Katar gibi bazı ülkelerde LNG arzı fazlalığının oluşması, bu döneme denk gelen küresel ekonomik kriz, petrol ?yatlarındaki düşüşler, dünya genelinde spot LNG ?yatlarında önemli düşüşlere yol açmıştır.2 Çin’de bu alanda geri kalmamaya çalışıyor zira hedeflerinin kaya gazı üzerine de otutturan Çin, şirketlerinden Cnooc, bu konuda çalışan Kanada şirketi Nexen’i 15 milyar dolara satın aldı.3 Çin Toprak ve Doğal Kaynaklar Bakanlığının, Stratejik Petrol ve Doğalgaz Araştırma Merkezi başkanı Zhang Dawei “Beş yıl içinde rezervlerde önemli buluşlara ulaşmayı hedefliyoruz. Sekiz yıl içinde de şist doğalgazı Çin’in enerji çeşitliliğinde önemli bir yere gelmiş olacak” şeklinde açıklama yaptı.4 Ukrayna ile Shell firması arasında Davos toplantıları sırasında 10 milyar dolarlık kaya gazı antlaşması imzalandı. Avrupa ise kaya gazı konusuna çevresel etkenler nedeniyle mesafeli duruyor. Başta Polonya olmak üzere Almanya, İspanya, Fransa ve İngiltere’de ciddi rezerv olmasına rağmen çevresel endişeler olduğundan dolayı çıkarılması şu an durdurulmuş ve bazı yerlerde yasaklanmış durumdadır. Enerji maliyetleri giderek artan Avrupa bu duruma ne kadar dayanabilir tartışmalı bir konudur. Ancak her halükarda AB coğrafyasında kaya gazı üretiminin 2020 yılından önce gerçekleşmeyeceği tahmin edilmektedir.2 Kaya gazı, doğalgaz fiyatlarının belirlenmesi konusunda da ciddi belirleyici rol üstlenebilir. Bu durumda Rusya bu konudan ciddi oranda etkilenecektir. Enerji üstüne kurulan dengelerin değişmesi kaçınılmaz olacaktır. T ü r k i y e ’ d e k i ç a l ı ş m a l a r Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı(TPAO) tarafından ilk defa geçen yıl açılan Diyarbakır’ın Silvan ilçesindeki Sarıbuğday kuyusu bu amaçla açılan ilk kuyu ve 3 bin metre derinliğe inildi. Bu kuyunun parametre sonuçları ticari sır olarak gizli tutulacak ve sonuçlara göre Shell firması ile açılacak araştırma kuyuları tespit edilip, üretime başlanacak.5 Bu 2014 yılını bulabilir. Shell ile yapılan antlaşmada yapılacak sondajın masrafını Shell ödeyecek ve çıkacak rezervin %70’i TPAO’ya ait olacak. TransAtlantic ve Valeura adlı şirketler, “Trakya ve Güneydoğu’da ‘dünya çapında kayda değer’ rezervler olduğu” görüşünde. TPAO, ExxonMobil’le işbirliği açıkladı.6 Ve bir diğer gelişme, Tekirdağ İğneada’da 5 bin metrelik sondaj çalışmalarına başladı. Türkiye’deki kaya gazı miktarı ne kadar sorusuna şu anda net bir rakam hatta yaklaşık rakam vermek bile mümkün değil, çünkü bu konuda yeterli araştırma henüz yapılmadı. Yani duyduğunuz rakamlara pek inanmayın. Tahimden öte değildir. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Türkiye’de Diyarbakır, Erzurum ve Trakya’daki üç alanda kaya gazı-petrol baseni olduğunu belirledi. TPAO, bu bölgelerde 20 trilyon metreküp doğalgaz ve 500 milyar varil petrol rezervi taşıyabilecek kaya yapılarının olabileceğini belirledi. Enerji ithalatı 2012 için 60.1 milyar dolar olan Türkiye bu konuda çevreci yaklaşımla, bilimsel araştırmalarla ciddi rol kaydedebilir.


Bulgaristan Türklerinin Sesi

Fazlası Zarardır Neriman ERALP

Karagözler Çevreyi Koruma ve Üretim Çiftliğinde yetişen geyiklere “serbestsiniz” demişler. Çiftlik tel örgü içinde olduğundan kurt köpek, çakal kuduz giremiyor, yıllardan beri marallar devlet yemliğinden yiyip içip büyüyorlardı. Şimdi yukardan gelen bir emirde, – Açın kapıları, Komuniga – Asenovgrat yönünde dağılsınlar, av açıldı, geliyoruz, av zevkli olsun, demişler. Bakıcı ve bekçiler yürümüşler kapılara, açmışlar ardına kadar kanatları, başlamışlar dağlar güzellerine, – Kış kış çıkın gidin, serbestsiniz, hapislik bitti! Kovalamışlar, fakat geyikler bir türlü kapıdan dışarı çıkıyor, koşuşuyor, kayboluyor, çiftlik içinde çalılar ardına gizleniyor ve hatta şimdi artık meydana çıkmaz olmuşlar. Yukarıdan yeni bir emir gelmez mi: – Ava geliyoruz! Sahaya çıkmıyorlarsa tel örgüyü bütünüyle söküp kaldırın ve kovalayın çıksınlar! Birkaç günden beri Karagözlerde herkes çiftlik direklerini çıkarıp telleri yumak ediyor. Geyiklerle köpekler arasında benzerlik olsa gerek, ikinciler sabah tuvaletini yaparken ağaçların bellerini ve taşları işaretler ve bu alan içi benimdir, özgürlük alanlarımı sınırladım havalarına girer. Ve oradan geçen birisine havlarsa, – Hey sen benim alanıma ne hakla giriyorsun. Çık git! Isırırım seni ha! der. İş hır mır derecesini aşarsa ve köpek dişlerini iyice sivriltir ve – Isırırım seni ha, def ol! Dediğinde o zaman köpek sahibi devreye girer ama bilinçsizdir. Kendi içinden, – Yahu bu adam şok kötü olmalı, it bile kokusundan sezdi, uzaklaşsa da kurtulsam, diye düşünür. İnsanın en büyük özelliği köpeğin kendini bir daireye kapatmasına benzer, insan da kendini sınırlar, çerçeve içinde yaşamayı sever. Huzurlu olduğu zaman, – Ben bugün evden çıkmayacağım demesi bundandır, çünkü kendini en rahat ve güvende hissettiği yer bazen evidir. İngilizler bu duruma “Benim evim benim kalem” demişler. Biz insanlar birçok konuda çok ilerledik de, bazı çok basit şeylerde kör cahil kaldık. Şimdi şu bizim karacaların Karagözler çiftliğinden neden çıkmadığına yalnız bakıcılar değil, ben de bir türlü akıl erdiremedim. Ekmek elden su gölden yaşamak varken, neden çıksınlar mı diyeceksiniz. Haklısınız da bu iş ömür boyu böyle gitmez ki! İnsanın içindeki gelişmelerin doğal aşamaları yok mu? İnsan bile yer içer, karnı doyar ve sofradan kalkar. Bu mantığı yürütüyorum yani. Nasıl olur da bir tırtıl kimse ona bir şey demeden, akıl vermeden, yukarıdan emir gelmeden kendisini koza içine kapayabilir. Üstüne üstelik kendini karanlığa kapadığım an besbelli “ben hürriyetimi buldum” diyor. Sonra yine uyanıyor ve karanlıktan aydınlığa yolculuğuna başlıyor. Bugün bile hiç kimsenin hala çözemediği sırlar üretmeye devam ediyor. Bir

defa, bir milyon laboratuarda 50 milyon insan gece gündüz dünyanın sırlarını çözmek için çalışırken nasıl olur da su bile içmeyen şu ipek böceği tırtırlarının özü selüloz olan dut yaprağından ipek elyafı ve daha sonraki aşamada kozadan çıkarken de bu kopmaz ve çürümez elyafları kesmek için kanatlarında jilet üretmesi insanı çıldırtacak. Tırtıl kozadan kelebek olarak çıkarken,yani uçmak, yani özgürlüğüne kavuşmak için çıkıyor, sonra yumurtluyor yani soyunun devamını garantiliyor ve benden bu kadar değip, kadere teslim oluyor. Şu bizim ceylanların kapalı çit içinde kalma sevdasını anlamak da bu kadar zor bir şey. Yoksa bunlar özgürlükteki ölüm kokusunu nefes mi ediyorlar. Akıl erdirilecek gibi değil. Bizim insanımızda susuz bir derede kafamı taşlara vura vura can vermektense tuzlu ama bol sulu denizde boğulmak daha hayırlıdır mantığı vardır. Çiftlikten çıkmak istemeyen karacalar insanlardan hiçbir şey öğrenmiyor, bizimle alıp verişleri yok olabilir mi! Soru üstüne soru. Gün gelir, adamın ayaküstüne kalkması ve ekmek tuz torbasını boynuna takması gerekir. Doğanın kanunudur bu. Hep başkasının torbasına uzanmak olmaz k. Bana kalsa geyiklerin korktuğu genç yaşta hürriyetin bedelini ödemektir. Onlar her iyiliğin ardından bir kötülük gelir sözlerini bakıcılardan işitmiş olacaklar, hürriyetimiz bizim ölümümüz olacak diye korkuyorlar. Bu büyük bir korku! Ya da sınırlanmış alanı olmayan köpeğin herkese havladığı gibi bir şey… İpek kelebeğinin yalnız bir gün uçmak için hürriyt aradığı gibi bir şey yani… Besbelli doğal hakların, yaşama hakkının bedeli ölüm, öyle bir şey yani. Sonra şu geyiklerin tepkisi, ipek böceğinin bir tek hayat yolu bilmesi ve sonunda bir kısım yumurta bırakıp mutlu ölmesi, köpeklerin alan genişletme kavgası, ilginç değil mi? Bazen biz insanlar, bütün varlıkların babası olarak yaratılırken, bize yer şeyi öğrenerek, deneyim birikimi yaparak, bilgilenerek ilerleyeceksiniz dediğini kabul etmek istemiyoruz. Ceylanın, köpeğin ve ipek tırtılının her şey karmasında var, başka bir değişle mayası öyle tutulmuş, ama biz insanlar her gün yeniden mayalanmak zorundayız, ne yapacağımızı içimizdeki güçlerden değil, yakınlarımızdan, ailemizden, ortamdan, toplumdan öğrenmek zorundayız. Bize yanız bir hususta işaret geliyor, susadın su bul ve iç, acıktın ekmek bul ve ye işareti bu. Ötesini biz kendimiz çözmek zorundayız. En çok korktuğumuz şeyse aldatılmak, tuzağa düşürülmek, ezilmek, köle durumuna düşürülmektir. Şu geyiklerin çiftlikten çıkınca bütün köpekler ardıma takılır, bütün avcılar peşimden ayrılmaz korkusu gibi bir şey. Ne yazık ki, insanoğlunda ne bireysel ne de bir cemaat yada etnik halk topluluğu olarak kendini koruma, savunma, tehlikeyi önceden görebilme, hainlerle dürüstleri birbirinden ayırabilme yeteneği yok. Bunu yapabilmek için acı su ile tatlı suyu birbirinden ayırmayı; dünyanın kimsenin malı olmadığını, kayıp ve umutsuz nesillerin de bir gün uyanacağını; tarihten gelen seslerin yankısında, kalplerin atışında, bir yıllık yankılarda bu öğütlerin olduğunu öğrenmesi gerekiyor. Ceylanların sonsuz hürriyetin hain ve zalim olduğunu sezinleyişine hayranım. Ah şu duyulmama bizde de olsaydı.

131 kilometre Yeter mi? Seyhan ÖZGÜR

Bulgaristan Türkiye sınırına 131 km, 3 metre yüksek birkaç katlı dikenli tel duvar çekme çabaları Avrupa’yı 60 yıl gerilere götürmüyor mu? Bundan 60 yıl önce Berlin Duvarı gerilmişti. O ölüm duvarı da bir tel örgüydü, elektrikli teller dokunandan can alıyordu. Şöyle düşünüyorum. Komşu sınırına gerilen çite kazık başı sarmaşık eksek. Teldeki jilet gibi keskin parçalar görünmesin. Duvar çiçekli süs gibi… uzar, yeşerip açar. Bu güzellik uzaydan da görünür. Meşhur oluruz. Kokmasa da gönül doldurur. Çit ardına sandık kovan dizip arıcılık da geliştirsek, balımız da olur. Köpekleri eğittiğimiz gibi araları da eğitiriz, yabancı gördüklerinde sokarlar. Hudut bekçisi arı ordusuna, ikinci kıta olarak eşek arılarını da dahil ederiz. Bizde işsiz eşek arası çok! Onları sürü halinde saldırıya eğitmek daha kolay olur, çünkü Arap diyarında eşek arası yok, Arap görünce hücum ederler. Biz “komşu kapısı” kültüründen geliriz. Komşu duvarlarında iki tarafa açılan kelebek duvar kapısı vardı. Ne duvar kaldı, ne komşuluk ve komşu, ne de kelebek kapı. Avrupa Birliği’nin son zamanda bizden istenen tel çit kültürünü tel duvar kültürüne yükseltmemizdir. 45 yıl komünist totaliter baskı rejiminde ve ardından 25 yıl sürünerek geçiş döneminde yaşadığımızdan biz bu kültürü geliştirememişiz. Fakat artık bu sorunu da neredeyse tamamen çözmüş bulunuyoruz. Bir NATO üyesi olmayan, ama Rusya ile olan 1300 – 1400 km devlet hududunu dostça koruyan, sarışın Rus güzellerin iğneli-jiletli tellere takılıp göğüs, baldır ve pop olarını çizdirmeden Batı ülkelerine akın edişini durdurmada çok başarılı olduğundan dolayı Brüksel’den tak-

Kına Yakma Geleneği “Türk – İslam Geleneğinde; hem Sağlık, hem güzellik,hem de törensel açıdan özel bir yeri olan ve Dede Korkut hikayelerinde de sözü edilen kına,Türk inanç sistemine adanmış olmanın da işaretidir. Bunun içindir ki;”Vatana Kurban Olsun” diye asker adayına, “Allah’a Kurban Olsun” diye kurbanlık koçlara , ”Eşine Kurban Olsun” diye geline kına yakılır. Kınasız gelinin cennete gitmeyeceğine inanılır.Anadolu’nun her tarafında yaygın olan kına yakma geleneği,Anadolu dışındaki Türklerden;başta Kıbrıs Türkleri olmak üzere,Bulgaristan Türkleri,Gagauz Türkleri ve Karay Türkleri ile Azerbaycan Türkleri’nde vardır. Bize ninelerimizden kalma bu gelenek özellikle Anadolu da genç kızların hepsine evlenmeden birkaç gün önce düzenlenir.Kına geceleri hüznün yoğun olarak yaşandığı bir gündür.Geleneksel yapının yoğun yaşadığı bölgelerde hala eski önemini korumaktadır.Ancak büyük, kentlerde ise artık yapılmamakta veya sadece eğlenceden ibaret birgün olma niteliği taşımaktadır. Daha önceleri kızın evden ayrılışı, son vedalaşması biçimindeyken, günümüzde eğlenceye dönük, nikahla evleniliyorsa düğünün yerini alan bir eğlence durumuna geçti. Ancak gelin adaylarımızı da düşünerek geleneksel kına gecesini sizlere en ince ayrıntısına kadar anlatıcağız. Geleneksel kına gecesi düğünden bir gün önce kız evinde yapılır.Çok yakın akrabalar ve genç kızlar kına gecesine katılır.Kınanın yakılacağı gün kız evine bayrak asılır.Bayrağın asılması düğünün başladığı anlamına gelir.Geline yakılacak kına oğlan evi tarafından alınır.Çoğu zaman kız evine gece öncesinde çerezlerle birlikte gönderilir.Kimi zaman da giderken götürülür. Özenle hazırlanan kına tepsisinde çerezler, tatlılar, kına çöreği veya kına helvası bulunur.Oğlan evinden gelenler kız evinde karşılanarak ağırlanır. gelin önce şık bir elbise giyer ancak kınanın yakılmasından önce üzerini değiştirerek “Bindallı” denilen kadifeden yere kadar uzanan kaftan türü bir giysi giyer. Gelinin başına kırmızı bir örtü örtülür.Gümüş veya bakır

9

dir de alan Finlandiya’dan kapılacak örnek var. Bizde uygulanması zor olabilir, çünkü onlar bataklıkların içine dikenli tel örgü germişler, bizim Stranca Dağlarında bataklık yok, ama dere tepe bol. Biz daha önce yaptığımız yanlışları üzerinde hiç düşünmeden onları defalarca tekrar etmeye hazırız. Önemli olan tarihin bizim için ne yazacağı değil, yakın hedefimiz olan şu Şengen bölgesine girmemizdir. Dünya böyle bir şey işte! Bu işte, kendin için daha büyük seyahat özgürlüğü elde ederken mutlaka ve kesin olarak başkalarının en ilkel ve doğal özgürlüklerini sınırlayıp kısıtlamak, hatta onlara bunu solutmamak zorundasın. Bunlar çağdaş yaşamın yazılmamış kurallarıdır. Türkiye sınırına 5 katlı tel örgü gerilecek diye bir kanun yok. Fakat biz bu iş için gerekirse orduyu ve tüm gönüllüleri, polis ve jandarmayı sınıra yığabiliriz. Sosyalizm yıllarında Yunanistan hududuna gerdiğimiz elektrikli tellerde 131 Doğu Alman vatandaşı asılı kalmıştı. Şimdi bütün Arap dünyasını tel duvar dibine çömeltebiliriz. Bulgarlar değişiklik olmasından yanadır. AB’ye girince Yunan sınırı söküldü. Mayınlar çıkarıldı. Hayvanlar komşuya gidip otlayıp dönüyor. Arılar komşu çayırından bal alıyor. Ne güzel. Ama komşunun inekleri bizim yoncaya girdiğinde, muhtarlık önüne bağlayıp 10 gün tuz yalatıp subaşında bekletiyoruz. Sahibi çıkmaz, arayanı olmazsa kesim birazını halka dağıtıyor, kalanını da usulünce ve dikkatleri çekmeden yiyip, olayın üstüne bir soğuk su içiyoruz. Lütfen ayıp olmuyor mu diye sormayın! Hesabı tutulmayan işlerde suçlu aranmaz. Suçlu olmadığı yerde huzur bozulmaz. Hem de 131 km ayıp göz çıkarırken, bir dananın, bir koyun ve kuzunun hesabı mı olur. Sonra ayıp üstüne ayıp yamadınız diye bir değim de yok. Nasıl demişler, başkasının sırtına 100 sopa az. Başına gelmesin! tas içerisinde “Başı bütün” diye adlandırılan analı babalı, başından ayrılık geçmemiş bir kadın tarafından kına karılır.Kınanın içine bozuk para konur.Bu hem bereket dileği, hem de kına yakan kişiye baht açıklığı sağlamak amacına yöneliktir.Kına yakılmadan önce gelin ve damadın oturması için salonun ortasına birer sandalye konur. Erkek tarafının getirdiği kına, etrafı mumlarla süslü bir tepsi içine hazırlanır.Genç kızların ellerine birer mum verilir.Önce elinde kına tepsisiyle genç bir hanım arkasından gelin onun arkasından da ellerinde mumlar olan genç kızlar türkü söyleyerek boş sandalyelerin etrafında dönerler. Daha sonra gelin ve damat sandalyeye oturur.Bu arada baş övme, gelin okşama, yakım denilen içli kına türküleri söylenir.Amaç gelini ağlatmaktır.Kına gecesinde gelin kız mutlaka ağlar.Eğer ağlamazsa “Kocada gönlü var” şeklinde yorumlanır ve ayıplanır.Gelinin eline kına yakılırken “Gelin elini açmıyor…” denir ve bunun üzerine erkek tarafı gelinin avucuna küçük bir altın koyar.Avucunu açan gelinin avuçlarına kına yakılır, ellerine tülbent bağlanıp eldivenler geçirilir.Erkeğe de aynı şekilde kına yakılıp eldiven geçirilir.Kına yakan kişinin bir hata yapmaması gerekir.Kınanın yanlış yakılması o kişinin cezalandırılmasını gerektirir.Ceza olarak bir hayvan kesmek zorundadır.Kına yakıldıktan sonra gelinin başındaki kırmızı örtü açılır ve kına misafirlere dağıtılır.Dağıtım sırasında para kime çıkarsa darısının ona olacağına inanılır.Özellikle genç kızlar unutmayın! Gelinin evlenmemiş bekar bir arkadaşı kimseye çaktırmadan kırmızı kına örtüsünü gelinin başından çalarsa onun da kısa sürede evleneceğine inanılır.Tüm bunlardan sonra türküler söylenmeye oyunlar oynanmaya devam edilir böylece gece sona erer.Sabah kızlar erkenden kalkarak gelinin elindeki kınayı yıkarlar.Elinin ortasına konmuş olan para da fakir bir çocuğa verilir veya güveye götürülüp bahşiş alınır.Güvey bu parayı cüzdanında taşır.”


10

İzmir Otoyolu Körfez Geçiş Köprüsü’nde Sona Yaklaşıldı Orhangazi-İzmir otoyol projesinin en önemli bölümü İzmir Körfez Geçiş Köprüsü inşaatında köprü ayaklarını oluşturan deniz üzerinde yükselen kuleler tamamlandı. Dünyanın 4. büyük köprüsünün kule yüksekliği 254 metre. Araçların geçeceği tabliyeleri taşıyacak olan ana kablo için kılavuz kablo çekimine başlanırken iki yaka ilk defa birleşiyor. Ana kablo, montajı tamamlandığında 330 bin metre ince kablodan oluşacak. Ana kablonun tamamlanmasının ardından önümüzdeki mayıs ayında tabliyelerin döşenmesine başlanacak. Köprünün bu yıl sonunda tamamlanması planlanıyor. DENİZ ÜZERİNDE 254 METREL İ K K U L E L E R TA M A M L A N D I Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından Yap-İşlet-Devret modeli ile ihale edilen GebzeOrhangazi-İzmir (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil ) Otoyolu Projesi, 384 kilometre otoyol ve 49 kilometre bağlantı yolu olmak üzere 433 kilometreyi kapsıyor. Gebze-Orhangazi-Bursa kesiminde 12 adet, Kemalpaşa Ayrımı-İzmir kesiminde ise 2 adet olmak üzere toplam 14 adet betonarme viyadükte çalışmaların devam ettiği projede, Gebze-Bursa arasındaki 6 adet viyadük tamamlandı. Bu projenin en önemli ayaklarından biri olan İzmit Körfez Geçiş Köprüsü inşaatında çalışmalar aralıksız sürüyor. Karada imal edildikten sonra denize batırılan 38 bin 404 ton ağırlığında Keson temelleri üzerinde 2014 temmuz ayından imal edilmeye başlanan köprü kulelerinin imalatı tamamlandı. Türkiye’de benzer köprülerden farklı olarak çelik olarak Gemlik’te imal edilerek inşaat sahasına getirilen yüksekliği 254 metreye ulaşan köprü kuleleri 88 çelik bloğun birbirine kaynaklanmasıyla yapıldı. Bu parçaların her birinin 350 tonla 170 ton arasında değişen ağırlıkta olduğu belirtildi.

İ K İ YA K A Ö N C E K I L A VUZ KABLO İLE BİRLEŞİYOR Köprü kulelerinin tamamlanmasının ardından iki yaka arasında ana kablo döşenmesi için çalışmalar başlandı. Tabliyeleri taşıyacak olan ana kablo için kılavuz kablo çekilmesi işlemi büyük bir dikkatle yapılıyor. Özel römorkörler tarafından çekilen kılavuz kablo köprü hattı boyunca önce denizin altına çekiliyor. Kılavuz kablonun karşı kıyıya ulaşmasının ardından 254 metrelik dev köprü kulelerinin üzerindeki vinçler tarafından kaldırılacak. Bu sırada İzmit körfezinin gemi geçiş trafiğine kapatılacağı belirtildi. TABLİYELER MAYIS AYINDA DÖŞENMEYE BAŞLANACAK Kılavuz kablonun tamamlanmasının ardından iki yaka arasında araçların geçiş yapacağı tabliyeleri taşıyacak olan ana kablonun imalatına geçilecek. Ana kablo toplam 330 bin metre uzunluğunda ince kablodan oluşuyor. Kılavuz kablo üzerinde harekete eden bir robot tarafından döşenecek ana kablonun şubat ayı içinde tamamlanması bekleniyor. 2015 mayıs ayı içinde ise ilk tabiyelerin döşenmesine başlanacak. DÜNYANIN 4. BÜYÜK KÖPRÜSÜ OLACAK

Askeri Öğrenciler ‘Radyasyondan Koruyucu Kumaş’ Geliştirdi Bursa‘da, Işıklar Askeri Hava Lisesinde bir grup öğrenci tarafından “Milli Kalkan Sodyum Pentaborat” adlı proje çerçevesinde, radyasyondan korunmaya yönelik kumaş geliştirildi. Okulun son sınıf öğrencilerinden Tahsin Elmas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, arkadaşları Seyit Alp Herdem ve Yaşar Harun Kıvrıl ile 1,5 yıl önce proje belirleme çalışmaları sırasında Türkiye‘de kimyasal, biyolojik ve radyoaktif saldırılara karşı kullanılan koruyucu kıyafetleri incelediklerini ve bunların ithal edildiğini öğrendiklerini söyledi. R A D YA S Y O N Ö N L E Y İ C İ K U MAŞLARA, HER YIL MİLYONLARCA DOLAR HARCANIYOR Bu kıyafetler için her yıl yurt dışına milyonlarca doların aktarıldığını gördüklerini vurgulayan Elmas, “Bunun üzerine, ‘Bir milli koruyucu kıyafet üretebilir miyiz’ fikriyle yola çıktık ve Hava Öğretmen Binbaşı Mustafa Şevik danışmanlığında proje çalışmalarına başladık” dedi. Elmas, radyasyonun 21’inci yüzyılın en büyük sorunlarından biri olduğunu, bu nedenle buna çözüm bulmak için iyi bir çalışma dönemi geçirdiklerini anlattı. Türkiye‘nin, dünyadaki bor rezervinin yüzde 72’ine sahip olduğunu dile getiren Elmas, “Boru sentezleyemediğimizden, özel bor türevi haline getiremediğimizden dolayı bu milli varlığımız heba olmakta. Hem kendi varlığımızı koruyup hem de bunu radyasyonda kullanmayı amaçladık” diye konuştu. ÜRETİLEN KUMAŞ, YÜZDE 75 ORANINDA RADYASYONU ÖNLÜYOR Özel bir bor türevi olan sodyum pentaboratı ülkede ilk defa sentezlediklerini anlatan Elmas, şunları kaydetti: “Sodyum pentaborat kullanarak bir koruyucu kıyafet üretimi gerçekleştirdik. Ürettiğimiz kumaşı radyasyon testlerine tabi tuttuk. Test sonucunda, ürettiğimiz kumaşın yüzde 75 gibi oldukça yüksek bir oranda radyasyonu önlediğini fark ettik. Ayrıca gama testi neticesinde sodyum pentaborat miktarının artışına paralel bir şekilde kumaşın arkasına geçen gama radyasyonunun azaldığını fark ettik. 3 farklı enerjide de bu teyit edildi. Ayrıca ‘x’ ışını testinde de sodyum pentaboratla aynı değere sahip kurşun eş değeri belirlendi ve sodyum pentaboratın kurşuna göre 2,5 kat hafif olduğu ortaya konuldu. Bu neden önemli; şu anda günümüzde kurşun koruyucular kullanılmakta. Kurşun koruyucular oldukça ağır olduğundan dolayı hareketleri kısıtlamakta ve iş verimini düşürmekte. Yaptığımız sodyum pentaborat kumaş 5 kilogram ağırlığında olduğu için hem hareket kısıtlamasını önlüyor hem de iş verimini artırıyor. Bu kapsamda bu kumaşların ülke-

mizde her yerde kullanabileceğini düşünüyorum.” IŞIKLAR ÖĞRENCİLERİNİN PROJESİ ABD YOLUNDA Projenin geçen sene Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) tarafından gerçekleştirilen okullar arası yarışmada kimya kategorisinde Türkiye birincisi seçildiğini, ayrıca yarışmanın en prestijli ödülü olan “Yılın Genç Araştırmacıları Ödülü”nü kazandıklarını ifade eden Elmas, mayısta Abd‘de gerçekleştirilecek “Dünya Liselerarası Proje Yarışması”nda ülkeyi temsil edecekleri bilgisini verdi. Elmas, elde ettikleri kumaşın özellikle hastane, nükleer santral, üniversitelerde radyasyon deneyi yapılan laboratuvarlarda ve askeri alanlarda nükleer saldırılara karşı korunmaya yönelik olarak kullanılabileceğini bildirdi. KUMAŞIN ARDINDAN KANOPİ’DE DE YARAR SAĞLADI Kıvrıl ise projenin tüm insanlığı ilgilendiren ölçekte olduğunu vurguladı. Pilotların, yüksek irtifada uçtukları için uzaydan gelen kozmik radyasyonlara maruz kaldığını ve onların pek çoğunun ölüm nedenlerinin başında kanserin geldiğini bildiren Kıvrıl, sözlerini şöyle sürdürdü: “Pilotların radyasyona maruz kalmasına engel olmak istedik. Bunun için de pilotların oturduğu yerin üst kısmındaki camı yani ‘kanopi’ dediğimiz kısmı sodyum pentaboratla kapladık. Daha sonra da bu kanopinin yapıldığı malzemenin içine sodyum pentaborat ekleyerek üretim çalışmaları gerçekleştirdik. Bunun ardından radyasyon testlerini yaptık. Ürettiğimiz kanopinin, gelen radyasyonların yüzde 49’unu, kapladığımız kanopinin ise yüzde 12’sini durdurduğunu gördük. Ayrıca ürettiğimiz kanopi örnekleri sadece bir santimetre kalınlığında ama normal uçaklarda kullanılan kanopiler 3 santimetre kalınlığında. Bunun kalınlığı arttığında engelleme miktarının daha da artacağını düşünüyoruz. Bu konuda da çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Türk Markaları Dünyaya Açılacak 9. IF Wedding Fashion İzmir-Gelinlik, Damatlık ve Abiye Giyim Fuarı, sektörün önemli ulusal ve uluslararası üretici markalarına 4-7 Şubat tarihleri arasında ev sahipliği yapacak. İZFAŞ Genel Müdür Yardımcısı Hasan Tunçağ, Türkiye‘den yeni markaların çıkması ve dünyaya yayılması için çalışmaları sürdürdüklerini kaydetti. 9. IF Wedding Fashion İzmir Gelinlik, Damatlık ve Abiye Giyim Fuarı, 4-7 Şubat tarihleri arasında ziyaret edilebilecek. Sektörün önemli ulusal ve uluslararası üretici markalarına ev sahipliği yapacak olan fuar hakkında konuşan İZFAŞ Genel Müdür Yardımcısı Hasan Tunçağ, IF Wedding Fashion İzmir‘e bu yıl 20 binden fazla ziyaretçi beklediklerini ifade etti. Tunçağ, gelecek yıl İzmir‘de organize edilecek IF Wedding Fashion ile İzmir‘denTürk markaları ve isimleri dünyaya duyurmaya devam edeceklerini belirterek “Tasarım yarışması sayesinde yeni modacıların önünü açmayı hedefliyoruz. Türkiye‘den yeni markaların çıkmasını ve dünyaya yayılması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi. GEÇENYILINBİRİNCİSİDEFİLEYAPACAK Fuarda performans defilesini, geçen yıl Beyaz Perde temasıyla düzenlenen Gelinlik Tasarım Yarışması’nda birinci olan İzmir Ekonomi Üniversitesi Güzel Sanatlar FakültesiModa Bölümü öğrencisi Tülin Gülhan gerçekleştirecek. Fuarın ikinci günü organize edilecek özel performans defilesiyle Tülin Gülhan, profesyonelliğe de ilk adımı atmış olacak. Flu adını verdiği 40 parçadan oluşan koleksiyonun tamamen el iş-

çiliğiyle hazırlandığını söyleyen Gülhan, tasarımlarında ipek kumaşlar üzerine el boyaması veJapon shibori tekniğini kullandığını belirtti. YARIŞMADA SON PROVALAR İzmir Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde İZFAŞ ile Ege Giyim Sanayicileri Derneği (EGSD) işbirliğinde gerçekleştirilecek İpek Yolu temalı 6. Gelinlik Tasarım Yarışması için de hazırlıklar sürüyor. Finalde yarışacak olan 16 tasarımcı, İzmir Terziler ve Konfeksiyoncular Odası atölyesinde çalışmalarına devam ederken geçen yılın birincisi Tülin Gülhan da, kariyerinin ilk defilesi için Rönesans Ajans modellerinin üzerinde son provalarını yaptı. SEKTÖRDE YENİ TASARIMCILAR Yarışma sayesinde sektöre yeni tasarımcılar kazandırıldığını ifade eden jüri başkanı ve EGSD Başkan Yardımcısı Atınç Abay da, “Bu sayede Türk moda sektörümüz dinamik isimlerle çalışma şansı bulacak. Piyasaya girecek olan yeni isimlerle çalışmak bizi çok memnun edecek” diye konuştu.

On yıldan bugüne dek, Bulgaristan’ın ilk defa MaastrichtAnlaşmasını ihlal ettiği ve GSYIH’nın izin verildiği gibi kamu açığının yüzde 3 oranını aştığı günlerde, Bulgaristan’daki iktidar, tekrar ülkenin gündemine avroyu taşımaya karar verdi. Anlaşılan 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren Avro Bölgesine son giren ülke Letonya’yı örnek alarak Bulgar yetkilileri, Avro’ya merak sardılar. Çünkü, Maliye Bakanı Vladislav Goranov, Litvanya’dan, hükümetin Avro Bölgesine girmemiz için, avroyu tadevüle koyan 19 ülkeden Bulgaristan’ın yol haritası talebini sunma niyetlerini açıkladı. Avronun Avrupa Birliği üye ülkelerde tedavüle konması, prensip olarak üyelik anlaşmalarında yer almış ve hazır oldukları zaman ulusal paranın ortak Avrupa parasıyla değiştirilmesi için bu sorumluluğu üstlendikleri sözleri belirtilmiştir. Bu adımı şimdiye kadar 19 üye ülke atmış ve onlar bugün “Avro Bölgesini” oluşturmaktadır. Şöyle ve böyle avronun tedavüle konması tüm AB ülkelerinin görevidir. Asıl soru ise uygun zamanın seçilmesinden kaynaklanıyor. Uzmanlara göre, Bulgaristan için en uygun zaman 2008-2009 dünya mali krizin arifesindeki zamanmış, ki bu dönemde ülkenin kamu maliyesi ve makroekonomik göster-

geleri mükemmeldi ve Maastricht Anlaşmasının en titiz gerekçelerine cevap veriyordu. Şu ve bu nedenden dolayı, ancak hem Bulgar yetkililerin, hem de Avro Bölgesi ülkelerinin ihtiyatlı tutumundan dolayı, iki taraf arasında “döviz evliliği” konusu ciddi bir şekilde bir türlü ortaya atılmadı. Söz konusu günlerde ne Bulgaristan’ın avroya ihtiyacı vardı, ne de Avro Bölgesi ek sorunları beraberinde getirecek olan yeni bir üyeyi kabul etmek için can atıyordu. Peki neden Sofya, avronun tedavüle konması konusunu gündeme taşımak için bugünü seçti? Maliye bakanına göre, güya bu konuda siyasi uzlaşma sağlanmıştır ve Bulgaristan’ın 2020 yılına kadar avroyu tedavüle koyması söz konusu olabilirmiş. Maliye bakanına göre, Bulgaristan avronun tedavüle konmasından yarar görecek, çünkü levanın avro ile değiştirilmesi, ülke ekonomisini olumlu şekilde etkileyecektir. Yine bakanın sözlerine göre, döviz riskinin hesaplanması kaçınılmış olacak, bu durum ise yabancı yatırımların artırılmasına neden olacaktır. Vladislav Goranov’a göre, avronun Bulgaristan’da tedavüle konması durumunda, diğer ülkelerde yaşanan malların ve hizmetlerin pahalılaşması olayı yaşanmayacak, çünkü fiyatları kontrol edecek mekanizmalar mevcuttur.

13 Ocak’ta Bulgar sineması 100.yıl dönümünü kutladı. Bir asır önce 1915 yılında başkent Sofya’da “Modern tiyatro” sinemasında ilk Bulgar sinema yapıtı “Bılgaran e galant” filminin prömiyeri gerçekleştiriliyor. Film yapımcısı ve senaristi Vasil Gendov aynı zamanda baş rol oyuncusudur. Gendov Viyana’da yüksek tiyatro okulu bitirmiş, Berlin’de sinema alanında eğitimini devam etmiş. İlk siyah beyaz sessiz filminde Bılgaran adlı kahramanın aşk maceraları konu edilmiştir. Gendov ilk sesli filmin de yaratıcısı – ‘Kölelerin isyanı’. Maalesef iki filmin bantları XX. asrın 40’lı yıllarında kaybolmuştur ve günümüze kadar ancak bir iki kare korunmuştur. Gendov’a Bulgaristan’ın Sovyet yanlısı politika izlediği dönemde çalışma fırsatı verilmiyor. Ama çok önemli bir iş başlatıyor – bugünkü Milli sinema arşivinin temelini atıyor. Belgesel alanında ilk film Aleksandır Jekov’a ait. ‘Balkan savaşı’ başlıklı belgeselinde savaşın tarihini görüntülüyor. Bu bant da yıllarca kaybolmuş sanılıyormuş. 1960 yılında Bulgar sinema merkezi o zamanki şefi Georgi Stoyanov Bigor’un odasına bir endamlı bey girer ve bir valiz bırakır ve der ki. ‘ Bir film getirdim umarım ilgilenir, korursunuz. İşte bu bant ‘Balkan savaşı’ belgeselin bandıymış. Bu ilginç öyküleri şimdiki sinema arşivleri müdürü Antoniya Kovaçeva anlatıyor. Bulgar milli sinema arşivi Balkanlar’da en kapsamlı en büyüğüdür. 9 700’ü Bulgar toplam1 15 bin başlık muhafaza ediliyor. Bantlar 300 bin kutuda korunuyor. Kovaçeva arşivin 20-30 yıllarda toplanmaya başladığı söylüyor ve şunları anlatıyor:

‘Bir bölüm sinema endüstrisinin devletleştirilmesinden sonra üretilen eserlerden oluşur. Ayrıca arşivde özel olarak sinema sanatını konu alan 10 bin cilt kitap yer almaktadır. Bu Bulgaristan’da film konusunda en zengin kütüphanedir. Günümüzde bütün bu arşivin dijitalleşmesinin yapılması başladı. En sonra depo kurmak için para da sağlandı. Bir binamız var, fakat uluslararası standartlara uydun değildir, genişletilmesi , onarılması gerek. İşte bu iki tür çalışma paralel olarak yürütülüyor. Dijitalleşme çok önemli çünkü böylece gelecek nesillere bütün arşivimize kolay ulaşım sağlayacağız. Aynı zamanda orjinaller de korunmalıdır. Aslında onlar en kalıcıdır. ‘ Bulgar sinemasının 100. yıldönümü dolayısıyla Sofya ‘da ‘Odeon’ sinema salonunda sinemanın ilk adımları tanıtılacak. Sinema filmleri, belgeseller sayesinde sinema sevenler bizde ve yurtdışında ödül kazanan filmleri bir kez daha izleyebilecek. Aynı zamanda ‘Odeon’ sinema salonunda ilginç bir fotoğraf sergisi açıldı, Bulgar sinemasının yolunu anlatan güzel bir sergi.

Bulgaristan Avro’ya merak sardıyaya Açılacak

Bulgar sineması 100. yıldönümünü kaydediyor


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Gençlik Köprüleri İkinci Grubu YTB’yi Ziyaret Etti

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından desteklenen Gençlik Köprüleri Programı kapsamında ülkemize gelerek İstanbul’u gezen ve ardından Ankara’ya geçen Gençlik Köprüleri ikinci grubu, YTB’yi ziyaret etti. YTB Başkanı Doç. Dr. Kudret Bülbül katılımcılarla bir araya geldi. Katılımcılarla bir araya gelen YTB Başkanı Doç. Dr. Kudret Bülbül katılımcılara Türkiye izlenimlerini sordu. YTB’nin desteklediği projelerle ilgili bilgiler veren YTB Başkanı, gençleri diaspora bursları konusunda da bilgilendirdi. YTB Başkanı sözlerine şu şekilde devam etti: “Türkiye artık desteklenen değil destekleyen bir ülkedir. Türkiye, yurt dışındaki vatandaşlarına milyonlarca lira fon aktaran ve onların hayatın değişik alanlarında daha etkin olmasını sağlayan bir ülkedir. Türkiye yurtdışındaki vatandaşlarına daha yakın, akraba toplulukları ve uluslararası öğrencilerle bağ kurmuş durumdadır. Bizlerin sizlerden isteği, yaşadığınız ülkede hayatın her alanında daha aktif bir yurttaş olmanızdır. Bütün bu programları da bu amaçlar doğrultusunda gerçekleştirmekteyiz.” Başkan Doç. Dr. Kudret Bülbül: “Türk Kültürü Köklü Bir Medeniyettir” “Tarih boyunca pek çok coğrafyalarda bulunmuşuz. Yürüyüşümüz boyunca

farklı kültür ve kimliklerle bir arada olduğumuz için farklılıkları da kendi içinde yaşatabilmiş bir kültürümüz var. Bugün dünyanın ihtiyaç duyduğu da çok kültürlü medeniyet değerini yaşatabilmektir.” Başkan Doç. Dr. Kudret Bülbül: “Kendi Dilinizi Unutmamanız Oldukça Önemlidir” “YTB olarak yurtdışında yaşayan yüksek lisans, doktora ve doktora üstü çalışmalar yapacak olan vatandaşlarımızı diaspora burslarıyla destekliyoruz. Bu bursların amacı yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın yaşadığı sorunları daha iyi tespit edebilmek ve çözüm üretme sürecinde daha somut adımlar atabilmektir. Dil konusunu da oldukça önemlidir. Kendi dilinizi unutmak, kendi geçmişinizi unutmak demektir. Yaşadığınız ülkenin dilini bilmek de önemlidir. Kendinizi bu konuda geliştirin ama kendi dilinizi de ihmal etmeyin.”

Türkiye Bulgaristan Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı ve Ak Parti Bursa Milletvekili Mustafa Öztürk, 1389’dan 1878’e kadar Osmanlı Devleti’nin hoşgörü ve adalet dolu himayesi altında varlığını sürdüren Bulgarların, bu süre zarfında her türlü dini vecibelerini yerine getirme hürriyetine sahip olmuş ve hiçbir şekilde soykırıma tabi tutulmadıklarını söyledi. Öztürk, yaklaşık olarak 5 asır boyunca kardeşçe bir arada yaşamış olan iki milletin arasına nifak tohumları ekildiğini ve birkaç sene gibi kısa bir sürede birbirlerine düşman edildiklerinden bahsetti. Bundan 30 yıl önce Bulgaristan Hükümetinin Türk soydaşlarımızın isimlerini değiştirmeye başladığından bahseden Mustafa Öztürk, Türkçe konuşulmasını yasaklandığını hatırlattı. Türk soydaşlarımızı göçe zorlayan bu sürecin artık tarih olduğunu söyleyen Mustafa Öztürk, zorla isim ve din değiştirme uygulamasının, Bulgaristan’a ait insanlık dışı bir ayıp olarak tarihe geçtiğini belirtti. Bulgaristan’da yaşayan Türk soydaşlarımızdan Bahtiyar Karaali’nin komünist rejimin Türk soydaşlarımızı zorla Bulgarlaştırma operasyonuna en başta tanık olanlardan biri olduğunu anlatan Mustafa Öztürk Bahtiyar Karaali’nin, “ Evime kalaşnikov silahlarıyla dayanan iki polisi dün gibi anımsıyorum. Biri komşumdu. Benden özür diledi. Karakola götürüp adımı değiştireceklerini söyledi. ‘Kendine bir isim seç’ dedi. İtiraz ettim. ‘Adım bana atalarımın armağanı, değiştirmem mümkün değil’, dedim” diyen Karaali 24 Aralık 1984 tarihinde Kırcaali’de yaşadıklarını bu sözlerle anlattı. 24 Aralık 1984′de Türk soydaşlarımızın yoğun olduğu Bulgaristan’ın güneyindeki

Kırcaali’de sabahın erken saatlerinden itibaren sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bulgar halk silahlandırılırken, kente, tanklar, tazyikli su fışkırtan zırhlı araçlar yığıldı. Sofya hükümetinin talimatıyla ülkedeki tüm nüfus memurları Kırcaali’ye geldi. Memurların görevi, Türklere seçecekleri Bulgarca adlarıyla yeni kimlik belgeleri düzenlemekti” dediğini anlatıyor. “BULGARİSTAN TÜRKİYE İÇİN AVRUPA’YA AÇILAN KAPIDIR” 1989’dan 2005’e kadar geçen süre zarfında Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle Bulgaristan’ın Batı’yla entegrasyon çabalarına girmesi Türk soydaşlarımıza karşı daha ılımlı politikalar izlemeyi beraberinde getirdiğini söyleyen Mustafa Öztürk, bugün hala, milliyetçi akımların zaman zaman yeniden harekete geçtiğini, soydaşlarımızı ötekileştiren genel bir tutumun oluştuğunu gözlemlemekte olduklarını vurguladı. Mustafa Öztürk, “Ben Bulgaristan’da doğmuş bir milletvekili olarak, Türkiye Bulgaristan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı olarak dost ve müttefik Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımızın ve azınlıkların dillerini, kültürlerini ve sosyal hayatlarını istedikleri gibi yaşayabilmeleri için gerekli çalışmaları yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim. Bulgaristan’ın veya dünyanın neresinde olursa olsun, bizim bir soydaşımıza yapılan bir hareket, bize yapılmış demektir. Onların ayağına bir diken batsa, bizim ayağımıza diken batmış demektir. Biz her zaman soydaşlarımızın yanındayız, Bundan sonra da yanında olacağız bu milleti hep beraber daha ileri taşıyacağız. Türkiye ile Bulgaristan komşu, dost ve müttefik iki ülkedir. İki ülke arasındaki ilişkiler, tarihi derinliği olan, coğrafi boyutları olan, halklar arasında uzun yıllar süren etkileşime dayalı özel stratejik ilişkilerdir. Türkiye ve Bulgaristan’ın coğrafi konumları gereği Doğu ve Batı’ya açılan kapılar olması itibariyle Türkiye, Bulgaristan için Asya’ya açılan kapıdır. Bulgaristan’da, Türkiye için Avrupa’ya açılan kapıdır.” dedi.

”Bulgar zulmünü 30. yılında esefle kınıyorum”

Devlet Sırrı

Nafiye YILMAZ

BG Stratejik Araştırma Merkezi memleketteki kardeşlerimizin ezildiğini, ancak seçimden seçime “oy” kullansınlar diye yaşatıldıklarını, kendilerine karşı çalışan korkutma ve sindirme araçlarının gece gündüz çalıştığını, “Ataka” ve “PF” partilerinin, “Alfa” ve “Skat” TV yayınlarının bize karşı karar propaganda yaptığını defalarca açıkladı. Üstelik HÖH Başkanı A. Doğan’ın bu konuda ağzını açmadığını da verip veriştirdi. Bu ırkçı partilerin süreli basın ve yayınlarını sert eleştirdi. Okurlarımızı devamlı uyardı. Camilere, mezarlıklara, hamamlarımıza sırtlan sürüleri gibi saldıranları şeytan şişesinden çıkaran ajan “Sava” – Ahmet Doğan’dır diye yazdı çizdi. İnanan oldu olmadı başka mesele. Ahmet’in halk topluluğumuzu körelttiğini ve sindirdiğini de yazdı. Bu da başka mesele! Kışkırtma ve sindirme işlerini bağlı olduğu istihbarat birimleriyle beraber yaptığına işaret etti. Türkiye’deki soydaşlarımızın da gerçekleri öğrenmesine engel olan Dernek başkanlarını yemlediğini anlattı. Hatta son dönemde tenkit dozunu keskinleştirdi. Bizim çok onurlu davamızda şimdiye kadar soydaşlarımıza en başta BULTÜRK – Derneği doğru yol gösterdi, onları uyardı, yeni davada hep başı çekti. Ahmet Doğan’a ilk ağır yumruk nerede indi? Günlerden 18 Haziran 2009’du. Akşam üzereydi? Olay 1972’de isimleri değiştirilirken ayaklanan, minareye Türk bayrağı diken, kurbanlar veren, sürülen, ezilen, hapislerde çürütülen ama vicdanlı Müslüman gururuyla yaşayan Karasu vadisi ile Batı Rodop eteklerine sıkışmış Koçan’i köyünde oldu. 20 yıl boyunca boştan doluya, doludan boşa boşaltan yerli DPS politikacılarının kalpazanlığını kurtarmak için köye gelen Başkan Ahmet Doğan karşılarına dikilmek zorunda kaldı. Bir şeyler anlatıyordu. Hayatları savaşım içinde geçen Pomaklar her buluttan yağmur yağmadığını iyi bildiklerinden ve 1990’dan sonra yapılan 7 demokratik seçimde hiçbir şey elde edemediklerinden, bu defa da ve bir daha aldatmak isteyenleri sezmişti. Toplantı salonundaki gergin atmosfere pozitif enerji akıtamadığını kavrayan A. Doğan ansızın şöyle dedi: “İktidarda porsiyonları ben paylaştırıyorum!” Yaşlı Pomaklar önce söyleneni anlamaya çalıştılar, birçokları yakın geçmişe kadar yemeği yer sofrasında ve sağandan yediklerinden ve kızılcık hoşafı tası küçükten yaşlıya dolaştığından, hatta Kurban Bayramında çarpakla taslara et dolduran kardeşlerinin asla hile yapmadığını bildiklerinden, “porsiyon” sözünü pek hazmedemediler. Porsiyon Fransızca bir sözdü. Köylülerimizin diline girmemişti. Sofrada ve yemekte bir kimseye verile gelen miktar anlamındaydı. Anlayışlarında bu hak edilendi, hakka düşen-indi, başkalarının asla gözü olmayan bir paydır bu yani Helal olandı. Onlar ellerine bir parça bir şey verilmesinden değil, sofralarından eksik olmayan peynirli patates pidesini tava dolusu, hatta kesmeden ortaya koyup birlikte kaşıklamadan zevk alıyorlardı. Yaşlı Pomaklar toplantı salonunda bu işin içinde ne olduğunu çözmeye çalışadursun, A. Doğan’ın beraberinde getirdiği TV ve basın mensupları cep telefonlarıyla Bulgaristan’a politik deprem yaşatmaya başlamışlardı bile. Nasıl olur da DPS şefi Avrupa fonlarının Bulgaristan çarpağını elinde tutar? Zaman seçim arifesiydi ve miting meydanlarında haykırılan slogan bu oldu. 1990’dan sonra Bulgaristan politikasında kısmı hoşgörü dönemini kapatıp, şahsen Ahmet Doğan’a ve Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) partisine karşı kudurdukça köpürecek yeni bir sayfa o gün açıldı. Ahmet’in sözlerindeki kendini bilmezlik, şımarıklık, yüzsüzlük ve küstahlığa karşı ulusal tepki o denli yüksek dalga yaptı ki, o 12 gün “saray”dan çıkamadı. Kapalı kapılar ardına ilk kapanışı ve halk arasına çıkmaktan korkusu, bugüne kadar yenemediği çöküntü işte o gün başladı. Koçan’i 2009 genel seçim toplantısında, o güne kadar kimsenin bilmediği “devlet sırrını” ağzından çamurlu köy yoluna düşürdü. Hayatını karartacak, daha sonra ona güneşli bir gün göstermeyecek bir dönem o yerde ve o gün başladı. Seçim propagandasında kendisine verilen bir devlet sırrını propaganda amaçlı kullanmıştı. Kuralları bozan o oldu. Arkasında olan güçler çok kızmıştı ve ondan sonra itibarını sıfırladılar. Peşinde gezen, eline bakan binlerce avantacıyı lokmasız bıraktı. Dalavere, rüşvet, yargıç savcı, politikacı, polis şefi satın alma hesapları Arap saçı oldu. Kendisi yeni duruma gelmesi mümkün değildi, yeni hayatına düzen getirebilecek durumda da değildi. Olay nedir: Ortaya çıkan şöyle bir gerçek var. Biz Bulgaristan olarak 2007’de Avrupa Birliği’ne girdik. Avrupa’dan bize “hadi işlerinizi yola koyun, kendinize gelin, davranın, başınızı dik tutun” anlamında değişik kalem karşılıksız paralar akmaya başlamıştı. Bu paraları dağıtan (dağıtıcı) (trafik şefi) ya da dağıtımı kontrol memuru görevi Ahmet’e verilmişti. Kuşkusuz bu işi onun yaptığını sivil gizli servisten başka bilen yoktu. Koçan’de Ahmet’in ağzından kayan bakla, işte buydu ve işleri karıştırdı. Böyle durumlarda adamı linç de edebilirlerdi. Örneklemek gerekirse, resmi rakamlara göre, Bulgaristan’da 30 seneden beri hep 340 bin Çingene var. AB istatistiklerinde nüfusun % 24 çingenedir. Toplumu Çingenelerle bütünleştirme (entegre etme) on yıllığına mali yardım olarak daha birinci yılda 840 milyon para gelmişti. Mahallelerde makarna paketleri dağıtılıyor, kimsenin bir şeyden haberi yoktu. Bir Çingene Şiir antolojisi bastırmış, faturası 500 bin Euro. Oysa Çingenelerin % 90’nı kara ve kör cahil. Yazmak istemiyorum, çünkü yazmaya bile utanıyorum. Olay şöyle ki, Brüksel’den gelen ve Bulgaristan’da son durağı belli ol-

mayan paralar hep Ahmet’in gizlendiği ”saraya” toplantısından, onun “çarpak benim elimde” (porsiyonları ben dağıtıyorum) gibi saçmalıkla övünmesi özünde adaletsizlik ama Bulgaristan gibi ülkelerde büyük işi de, şu Bulgar’ın kıskançlığı olmasa… Kamuoyu olayı anlamak istemedi. Anlamak istemeyenlere Ahmet Doğan’ın “siz edep sizsiniz!” dediği gün ise, bütün bardakları taşırdı… O gün bu gün Bulgaristan’da 2009’da başlayan amansız ve şiddetli DPS aleyhtarı İslam ve Türk düşmanı saldırılar, milliyetçi, ırkçı hortlama “kepçeyi Ahmet Doğan’ın elinden alma kavgasıdır.” Kıyasıya kavga bugün de devam ediyor. Son 100 gün içinde 294 HÖH’lü Türk memur devlet görevlerinden alındı. Son 5 yılda HÖH-DPS partisi devlet makamlarından, iktidardan, belediyelerden, kurumlardan sökülüp ökçesi kopmuş, su alan pabuç gibi çöpe atılmaya çalışılıyor. Bu öğretmenler, okul müdürleri, müfettişler, mühendisler, doktorlar vs. için de geçerlidir. Aldı yürüdü bir Türk düşmanlığı. Sofiya meclisinde her Çarşamba gün hafta içinde işten atılan Türklerin isimleri okunuyor. Okunsa da fayda yok. Görevine geri alınan yok. Saldırı çok yönlü, kürsüden cavlaması bitmeyen GERB Kırcaali milletvekili Karayançeva başa çıkamazsa, milliyetçiler ensesi kalın şefi Simyonov “HÖH-DPS devletten sökülecek” sözleriyle söz alıp, neredeyse “Yaşasın Hitler!” şiarıyla bitiriyor. Türk seçmen kitlesini ürkütmek için A. Doğan’ın aklıyla ve parasıyla yaratılan sol ve sağ aşırı politik marjinaller, şimdi partiye, parti karolarına, parti politikasına saldırıyorlar. Bir de şu var: Bu devlet görevlileri arasında etnik temizlik işi neden bu kadar ucun sürdü? Bu arada şöyle bir olay oldu. DPS yönetimi “kepçeyi çingenelere gösterdi” ve onları umutla beslemeye başladı. Artık 3 erken genel seçimde Romen oylarını alabiliyor. Gerçek şöyle ki, Koçani’den sonra hapis’çi, sürgüncü Pomaklar da Türkler gibi “bizim bu tarakta bezimiz olmaz” deyip, HÖH-DPS’ ye sırt çevirdiler. Pomaklık arayanlar çoğaldı. 2009 – 2013 Şubatı arası HÖH muhalefette kaldı. Kasım 2014’te kurulan GERB-RB-PF –ABV iktidar ortaklığı dörtlüsünün yanına da sokulamadı. Dilekçeleri kabul görmedi. İktidardan tekme tokat indirildi. Bu kabul etmek zorunda olduğumuz çok acı bir gerçektir. HÖH kadroları iktidar makamlarından en acımasız şekilde sökülüyor. Bugün mecliste 8 parti var. Bunlardan hiç biri HÖH-DPS sözünü işitmek dahi istemiyor. L. Mestan kürsüye çıksa salondan çıkıyorlar. Son durum budur. Buraya kadar anlattıklarım HÖH – DPS partisinin iktidardan uzaklaştırılmasına ve güvenilir ve özel yetkili ajan “Sava”- Ahmet Doğan’ın aktif politikadan uzaklaştırılıp “saraya” kapanmasına neden “devlet sırrını” ağzından kaçırmasıdır. Bir de HÖH yöneticilerinin ağızdan düşen devlet sırrına paralel olarak geliştirdiği politik sır olayı var ki, biz bunu görüp defalarca açıklamıştık. Gerçekleri başkalarının ağzından işitmek daha iyidir. Bulgar Bayan usta gazetecinin “Presa” gazetesi genel yayın müdür yardımcısı V. Veleva’nın kaleminden “İktidar Yaraları” adlı bir kitab yayınlandı. V. Veleva, A. Doğan ile Koçan’i mitingindeki gaftan sonra özellikle şu noktayı vurguluyor. Valerya Veleva soruyor: Sn. Doğan şahsen kendinize ve HÖH-DPS partisine karşı daha önce asla görülmemiş boyutta kin, nefret ve öfke uyandırdınız! Bu öfke sizi yiyip bitirmeyecek mi. Sizi yok etmeyecek mi? Doğan cevaplıyor: Hayır! DPS ve Ahmet Doğan’a karşı şiddetlenen kampanya bana yardım ediyor, çok yararlı oluyor. Valerya Veleva soruyor: Ama Siz bütün partiyi ve Türkleri tecrit duruma düşürdünüz! Doğan cevaplıyor: Hayır! Türkler Pomaklar ve Çingeneler kendilerini korku karanlığında, hatta güvensizlik ortamında hissettiklerinde, isimlerinin ve din haklarının ellerinden alınacağı endişesine kapıldıklarında aralarında birleşiyorlar. Birbirlerine sokulmaları doğaldır. Etnik Türklerin korkutulması benim işlerimi çok kolaylaştırıyor, mobilize edici bir rol oynuyor. DPS’ye en yararlı olan Türklere, Pomaklara ve Çingenelere karşı yürütülen kampanyadır. Onların sindirilmesidir. Ben bize karşı kampanya yürütenlere teşekkür ediyorum. (Not: BGSAM yazılarında, Türklere Pomaklara ve Çingenelere en fazla saldıran, camiler basan, çeşmelerimizin kurnalarını kıran, kuyularımıza ölü sıçanları atan “ATAKA” partisinin şahsen Ahmet Doğan’ın verdiği 1.600. 000 leva ile kurulduğunu özellikle belirtmiştir.) Valerya Veleva soruyor: Öfke sizde de öfke doğurmuyor mu? Doğan cevaplıyor: İlkesel olarak öfke bizde de öfke doğurur. Bu da bize yardım ediyor. Korkanlar, onları koruyalım diye oylarını bize veriyorlar. Etnik temeller üzerinde biriken antivot, ülkenin güvenliği için tehlike oluşturuyor. Olaylar bu kadar basit. Gizlenen hiçbir şey yok. Daldan düşmeyen armut ve yaprak olmadığı gibi, politikadan iskarto olmayan baba yit da yoktur. Doğan bile devrildi. Belki siz de artık, Doğan’ın eski bir General torunu olan, isimlerimiz değiştirilirken bize karşı en sert davranan ve daha sonraki yıllarda aydınlarımızın sürgün edildiği Kuzey Batı Bulgaristan’dan sorumlu olan ve göbeğinden Rusya istihbaratı FCB’ye bağlı olan HÖHDPS milletvekili D. Peevski’yi Devlet Güvenlik Ajansı (DANS) Başkanlığına önerip aranmasında çok ısrar etmesinde ne hikmet olduğunu tamamen anlamışsınızdır. Bana göre, Ahmet’ in Peevski’den tek bir isteği vardı: “Para dağıtım işine geri dönmek!” Ne demişler, çivi çiviyi söker. Küflü çiviler sökülecek de, olan halkımıza oluyor.


12

Makas Sınır Kapısı’ndan otobüslere engel yok Kırcaali Valisi İliya İliev, gazetecilere verdiği brifingde soru üzerine Makas-Sınır Kapısından tırların geçiş yapmasına izin verilmemesinin iki sebepten kaynaklandığını belirtti. Birincisinin Kırcaali’nin çevre yolunun olmaması, ikincisinin ise sınır kapısında ağır yük kamyon terazisi ve yolda ağır taşıtlar şeridi olmamasından kaynaklandığını izah etti. Şu anda Kırcaali’nin çevre Yolu projesi üzerinde çalışmaların sürdüğünü kaydeden Vali, yolun geçeceği yerlerde bulunan özel mülk olan arazilerin kamulaştırılacağını ifade etti. İliev, “Proje öngörülen köprünün atraktif olması ve şehrin sembolü haline gelmesi arzusundan dolayı geciktiriliyor” dedi. Sayın İliev, “Makas Sınır Kapısı, sadece Bulgarlar tarafından değil, Romenler, Ruslar ve Moldovalılar tarafından da kullanılıyor. Şu anda Kırcaali’de Belomorski Bulvarı’nda

trafik çok yoğun. Yazın kat kat artıyor. Belomorski Bulvarı’nda otogar kavşağından Plovdiv (Filibe) yönünde şehir çıkışına kadar yolun genel tamiratı yapılmasını talep ettim” diye açıkladı. Makas Sınır Kapısı’nın otobüs geçişine açılması için engel olmadığını söyledi. Sn. İliev, “Bu meselenin çözümü için Yunanistan yetkilileri ile görüşmek gerekiyor. Taksi ve minibüslerle turizm yapılamaz” diye görüşlerini aktardı. dedi.

Bulgaristan İlk Kez Türk Asıllı Birini Büyükelçi Atadı leri Bakanı Halid el Atiyye’ye güven mektubunu sunarak göreve başladı.

Bulgaristanlı siyasteçi Metin Kazak, ülkenin Türk asıllı ilk büyükelçisi olarak atandı. Bulgaristan’ın Doha Büyükelçiliği’ne atanan Metin Kazak, Katar Dışiş-

Metin Kazak, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da derinleşmesi ve özellikle ekonomi alanında boyut kazanması temennisinde bulundu. Kendi görev döneminde öncelik olarak ekonomi alanındaki ilişkiler olacağını ifade eden Kazak, Avrupa Birliği ile Körfez ülkeleri arasında bir yakınlaşma için de çaba göstereceğini açıkladı.1972 yılı doğumlu olan Kazak, 2007-2014 yılları arasında Avrupa Parlementosu’nda milletvekili olarak görev yaptı.

İstanbullu ressam Didem Erbaş ve sanat yönetmeni Mergüze Günay, Bulgaristan’da sergi açtı. Kırcaali Art Sanat Galerisinde açılan “Unutulmuş Anılar” adlı sergide iki sanatçının kolaj, enstalasyon ve yağlı boya eserleri yer alıyor. Ressam Didem Erbaş, sergilenen eserlerinde geçmişi bugüne bağlayan hikayeler üzerinden Bulgaristan’dan Türkiye’ye yaşanan göçler sırasında göçmenlerin yanlarında taşıdıkları objeleri de kullanarak yaşam tarzlarını farklı sanat disiplinleri ile ifade ettiklerini ve çalışmalarında kolaj, fotoğraf ve yağlı boya kullandıklarını belirtti. Eserlerinde göçmenlerin göç sırasında yaşadıklarına vurgu yaptıklarını kay-

deden sanatçılar, göçün insanlar üzerindeki algısını ve yaşam biçimini nasıl değiştirdiğini ele aldıklarını söyledi. Didem Erbaş, serginin tamamının bir hikayeyi anlattığını kaydederek, “Fotoğraflardan çoğu, Mergüze Günay’ın Bulgaristan göçmeni olan ailesine ait. Günay’ın annesinin, dayısının ve kuzenlerinin anlattıklarından yola çıktık ve Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç edenlerin bıraktıkları izleri takip ettik. Sergilenen kolaj ve enstalasyonlarımız göçü yaşayanların hikayelerini anlatıyor” dedi. Sanat yönetmeni Mergüze Günay ise kendisi de göçmen olduğu için ailesinden topladıkları göç dönemini yansıtan fotoğrafları kurgulayarak sergiyi açtıklarını anlattı.

İstanbullu Sanatçılardan Bulgaristan’da “Unutulmuş Anılar” Sergisi

Mayıs Protestolarının 25. Yıldönümü

Bu antoloji kitabıyla, bugüne kadar hiç bilinmeyen ve incelenmemiş olan, travmatik deneyimleri yansıtan; sınırlar arası, milletlerarası, totalitarizm karşıtı edebiyatın örnekleri, Bulgar okuyucusunun dikkatine sunulmaktadır. Antolojiye dâhil edilen şiir, öykü, anı, belgesel ve anonim özellikteki edebi metinlerin çok azı daha önce Bulgarca olarak yayımlanmıştır. Kitaba giren eserler; Bulgaristan Halk Cumhuriyetinde yaşayan Müslüman toplulukların, zorunlu asimilasyonu uygulayan Komünist rejime karşı yürüttükleri mücadeleyi farklı bakış açılarıyla yansıtmaktadır. Alaycı bir şekilde “Soya Dönüş Süreci” olarak adlandırılan zorunlu isim değiştirme uygulamaları, Bulgaristan ve Bulgar halkı tarafından değil; Jivkov’un Komünist rejimi ve baskıların uygulayıcısı olan Devlet İstihbaratı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yayın bir bilim kadını ve tecrübeli çevirmen olarak yeteneklerini ortaya koyan Prof. Dr. Zeynep Zafer’in iki yıllık özverili araştırmaları sonucunda mümkün olmuştur. Çevirilerin çoğu ve yazarlarla ilgili kısa bilgiler Prof. Dr. Zeynep Zafer’e aittir. Proje fikrini veren Doç. Dr. Vihren Çernokojev de

Bulgarca yayımlanan metinlerin seçiminde yer alarak, çevirilerin redaksiyonunu gerçekleştirmiştir. Bu ortak çalışma sonucunda, onlarca yıldır kasıtlı bir şekilde gizlenen ancak Müslüman toplulukların edebi ve belgesel özellikteki metinlerinde muhafaza edilen utanç verici “Soya Dönüş Süreci” ile ilgili toplumsal hafıza ve bilinç örneklerinin gün ışığına çıkması mümkün olmuştur. Antoloji kitabında yer alan eserler, yüksek sesle ve açık bir şekilde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’ndeki Komünist rejimin işlediği suçlara ilişkin kendi gerçeklerini dile getirmektedir. XX. Yüzyılın 70’li – 80’li yıllarında Pomaklara, Romanlara ve Türklere yönelik gerçekleştirilen zorunlu asimilasyon, insanın maneviyatına, insanlık değerlerinin esaslarına karşı işlenen bir suçtur. En özeli olan ismi olmazsa insan nedir ki? Prof. Dr. Zeynep Zafer

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Kalemin Ucundan Damlayan Kan Bir karikatür dergisinin kapağına “Her Şey Af Edildi!” yazmasının derin anlamı ne olabilir? H a z r e t i Muhammet’i ağlattık, muradımıza erdik olabilir mi!? 6 bin basamayan kıçı yerde sürünen bir dergiydik, 6 milyonla tavan yaptık mı demek istediler yoksa! Sorular çok anlamsız ve biraz da incitici. Karikatür hadisesini tamamen görmezden geleydik en iyi olacaktı, deseydim, bilmem katılır mıydınız. Demiyorum, çünkü ölüme sevinecek kadar ileri gidenler, aslında ölüm korkusuna başkalarını kurban ediyorlar. Nijerya’da çıkan bir moda dergisinde kalemi kontrolsüz yazan gazeteci İsioma Daniel, “Dünya Güzeli” yarışmasından bir röportajında “Hazreti Muhammet sağ olsaydı, o da bu defileden kendine eş seçerdi” diye yazınca, 200 kişinin ölümüne sebep oldu. Karikatür hadisesinden sonra yine bu Afrika ülkesinde 2 kilise yakıldı. Avrupa şehirleri kaynamaya devam ediyor. Olaylara sebep olanlar lanetli “Charlie Hebdo” dergisini, ibret dersi aşmadı, Paris’ın Cumhuriyet meydanına toplanan kalabalıktan güç alarak 16 dilde çıkarıp kendini dünyaya zorla kabul ettirmeye çalışıyor. Özgürlükten fışkıran düşmanlığa sağır ve kör kalan Avrupa polisi “uyuyan terörist hücresi” aramaya seferber oldu. Carlie Hebdocular ise hasır altından su yürütüyor. Allah yardımcınız olsun! Demiyorum. Sözüm şöyledir: Göz hasta olursa, Göremediği için güneşte kusur bulur. Ağız hasta olunca, Tat alamaz, tatlı suyu acı bulur. Ben ne deyeyim. Allah şifa versin. Dünya olaya rasyonel değil duygusal baktı. Fransız yasaları da iyice laçka olmuş. Neden netice sürecinde hep NETİCEYE yoğunlaştılar. Bir defa OLAYDA 2 çeşit terörist var. Birisi insanların kutsalını, ötekiler de canını hedef almış. Her iki terörist tipi de artık “ÖLÜMDEN KORKMUYORUM!” havasına girmiş. Birileri ölümden korkmadığından lanetleme çizerken ötekiler de silahlı hazırlık görüp fırsat kolluyor. İnsanlar “ÖLÜM KORKUSUNU” asırlar önce yendi. Büyük klasik Födor Mihayloviç Dostoevski (1821 – 1881) “Kuduzlar” romanında yarattığı Kirikov simasında “ölmekten korkmayan ve kontrolsüz” bir kişiyi anlatır. Rus klasiğin yarattığı sima 200 sene önceden olsa da, bugünü anlamak için bir biçilmiş kaftandır. Roman inandırıcıdır, çünkü yazar kendisi de 18 yaşında ölüm cezasına çarptırılmış ve kurşunlanmak üzere gözleri bağlı sırtı duvara dayandığında karşısında patlayan tüfeklerin kuru sıkı yağdıracağını nereden bilebilirdi ki! Fakat olay ona ölüm korkusunu yendirdiği gibi, hayat çizgisini de tamamen değiştirtmiştir. İlk bakışta olayların temelinde hayatta en kutsal olan iki şeye saygısızlık var. Birisi, milyonlarca insanın kutsalı olan İslam dini ve bu dinin peygamberi olan Hazreti Muhammet’i yok saymaktır. İkincisi de hayatın özü olan ins a n c a n ı n ı h i ç e s a y m a k t ı r. Bunların her ikisi de sebep ve her ikisi de netice olabilir. Fakat incelediğimiz hadisede sebep olan birincisidir. Bu anlamda olayın basın özgürlüğüyle alakası olduğunu sanmıyorum. Basın özgürlüğü kutsallığı eleştiriyle katletmek, yok saymak değildir. Olmamalıdır! Buradaki basın özgürlüğünün anlamı mizah duygusuna sahip olup onu ustaca ve kimisini güldürürken diğerlerini kırmamak anlamında olmalıdır.

Çünkü basın özgürlüğü, mizah, hiciv, karikatürize etme çok güçlü ve keskin, hatta öldürücü bir silahtır. Bizim gibi azgelişmiş ve yetersizlikleri çok olan ülkelerde bile demokrasinin yerleşmesi ve gelişmesi sürecinde basın özgürlüğü savaşımı uyarlı olmak zorundadır. Bulgaristan’da totaliter rejimin toplama kampları, “Belene” ölüm kampı karikatür ateşinde defalarca yakılmıştır. Ne ki, bu eleştiride keskin kalemli karikatürcüler de yanmıştır. Örneğin İkinci Dünya Savaşında Stalin’i ve Hitleri karikatürize den gazeteci Rayko Alekov’un eşi tutuklanmış ve “Belene” ölüm kampında kalmıştır. Bulgaristan’ın güçlü karikatür gazetesi “Stırşel” (Eşek Arısı) artık 69 yaşındadır. Yarım asır mizah çizen bir kalemin keskin olması doğaldır. 1953’te Başbakan Vılko Çervenkov gazetede çalışanları “Tito Ajanı” ilan etti ve tutuklattı. Dünyadaki toplama kamplarını birer birer çizen ve diktatörlüklerle kalem gücüyle alay eden ressam Rumen Velçev defalarca işten uzaklaştırılmıştır. Çizdiği karikatürde bir domuzun kuyruğunu Todor Jizkov’un imzasıyle uzatan usta mizahçı Dimirit Dimov da işten atılmıştı. Totalitarizme karşı mücadele yıllarında Valeri Petrov ve Radoy Ralin gibi usta mizah yazarları gazete sayfalarında aranan yaratıcılardı. Günümüzde dünya’da 180 ülke var. Basın özgürlüğü sıralamasında Bulgaristan 100. yerdedir. Türkler de başta olmak üzere azınlıkların kendi gazeteleri, mizah yayınları, radyo ve TV programları yok denecek kadar azdır. Mizah yayınlarından söz bile edilemez. Komünist ve post komünist liderler burnundan kıl kopartmıyor. Bulgar Başbakanlarından Simiyon Saks Koburgorski bir istisnadır. Eleştiriye ve karikatürize edilmeye alışmış hoşgörü sahibi bir şahsiyettir. Geçen ay Sofya’da özel sergi açarak Başbakanlık yıllarında karikatürize edilişini halka açtı. Aynı konuda bir derleme de yayınladı. Karikatürist olmak için yalnız mizah duygusuna sahip olmak yeterli sayılmaz. Bir de kalemi oynatma ustalığı gerekir. Bulgaristan’da “Charlie Hepdo” olayına akılcı bakıldı demek isterken, bu defa toplumun ve kamuoyunun olgunlaşma göstermeye başladığına işaret etmek isterim. Şükür “İslam düşmanlığı” 2015’te henüz bayrak edilmedi. Fakat olay basın sayfalarına doldu taştı. Fransa’da 17 kişinin ölmesi önemli bir olaydır. Son hesapta modern dillerde adına TERÖRİZM denen olay, teker teker ve gruplar halinde can almayı sıklaştırıyor. Tehdit, tehlike, güvensizlik ve korku yayılıyor. Çal kalem yazılar yorumlar modern terörizmin sosyal kaynağı olarak – yoksulluk bataklığa – içsiz güçsüz ve kara cahil gençlerin bir anda parlayıp yıldız olma, hatta sağ salim kaldıklarında zengin olma hevesine – işaret ediliyor. Bu olaylar bizde de var. Çingene nüfus gettolarda yaşıyor. İşsizlik diz boyu. Sefalet ona göre! Fakat insanlarımız “Carliye Hebdo” olayına bu kadar büyük önem verilmesini abartılmış buldu. Çünkü bu hafta Sofya ve Pazarcıkta olmak üzere 6 Bulgaristan vatandaşı sokakta, evinin önünde, evinde, arabasının içinde, eşiyle kol kola gezerken öldürüldü. Gazete haberlerinde okuduklarımız herkesi ürpertiyor. “KATİLLER POLİSTEN KORKMUYOR!” başlıklarını okudukça herkes ürperiyor. Yargı sistemi Hak ve Özgürlükler Hareketi DPS fahri başkanı Ahmet Doğan’ın kontrolünde sözlerini sokak sokak bağıranlar halkı uyarıyor. Ne yazık ki, 21. asra ekonomik, sosyal, politik ve kültürel çöküş ortamında girdik. Görüldüğü üzere, başa gelen bir kısır krizin döngüsü değildir. Keşke olsaydı. Çünkü bunalımların katmerlisi olsaydı, dibe vurur, çıkardık. Biz bu defa kancalı kapana düştük. Rusya çekilmek istemezken, Amerika ve Avrupa Birliği yerleşmeye çalışıyor. Dünyayı dünya eden ekonomik ve sosyal sistemlerin hepsinin dışına düştük. Almanya yatırımcı iş adamları ülkemizi “kara listeye almışlar.” İngilizler adımızı duymak istemiyor. Rusya’nın gözünden tamamen düştük. Devamı gelecek sayıda


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

İnsanlar 7. Balkan Ülkeleri Diyanet İşleri Başkanları Ruhu Nurlu Filiz SOYTÜRK

7. Balkan Ülkeleri Diyanet İşleri Başkanları Toplantısı Edirne’de yapıldı. Geçtiğimiz yıl Arnavutluk’un başkenti Tiran’da düzenlenen toplantının Edirne’de düzenlenen bu yıl ki toplantısına Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ve 30 Balkan ülkesinin Diyanet İşleri Başkanları katıldı. Edirne’de Margi Otel’de düzenlenen toplantıda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Türkiye ile Balkanların tarihi birlikteliğine değinerek, “Türkiye ile Balkanlar tarihte olduğu gibi bugünde birlik ve beraberliklerini güçlendirmelidir. İstanbul ile Saraybosna’nın, Üsküp’ün, Sofya’nın birlikteliği tarihte nasıl önemliyse bugün çok daha büyük bir önem arz etmektedir. Osmanlı bakiyesi Anadolu ve Rumeli’ye bugün büyük görevler düşmektedir” dedi. Türkiye ile Balkanların dini kurumları arasındaki ilişkilerin gelişmesinin İslam ümmetine faydası olduğuna da değinen Başkan Görmez, bazı hatırlatmalarda bulunarak şunları söyledi; “Türkiye ile Balkanlar arasındaki ilişkileri yeniden inşa etmek, İslam ümmetinin faydasınadır…” Türkiye ile Balkanların dini kurumları ara-

sındaki ilişkileri yeniden inşa etmek, İslam ümmetinin faydasınadır. Bu anlamda bizim çok daha fazla bir araya gelmemiz gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, Balkan ülkelerindeki kardeşlerimizin hizmetindedir. Bugüne kadar olan dostluk ilişkilerimizi geliştirerek aramızdaki işbirliğini de sistematik bir hale dönüştürmemiz gerekiyor. Balkan ülkelerindeki İslam enstitülerinin din eğitimi ve din hizmeti vermesi hususunda güçlendirilmiş bir yapıya kavuşması da ayrıca önem arz etmektedir. Balkanlardaki hiçbir gencimiz ulumu İslamiye tahsilinde başka ülkelere ihtiyaç duymamalıdır. Bu konuda da bize düşen görev neyse elimizden geleni yapmaya hazırız. Bu fakülteleri daha yüksek konumlara getirmek zorundayız. Din eğitimi ve din hizmetinde yeni bir üslup geliştirmeliyiz. Toplantının açılış programında yaptığı konuşmada İslam’ın içinden geçtiği süreçlere ve son zamanlarda tırmanan İslamofobi’ye de değinen Başkan Görmez, şöyle devam etti; “İslamofobi ile mücadelenin tek bir yolu var o da, sevgi ve rahmet dilidir…” İslamofobi ile mücadelenin tek bir yolu var o da, sevgi ve rahmet dilidir. Bizim ortak çocuklarımız Avrupa’ya göç ettiler. Bugün hala Avrupa’da yaşıyorlar. İslamofobi dalgası hepsini ciddi şekilde etkiliyor. İslamofobi mücadelesi bir tek yolla başarılı olur o da, nefrete nefretle değil, sevgi ve rahmetle mücadeledir. Nefreti sadece İslam’ın barış ve rahmeti ile ortadan kaldırır. Nefreti nefret ortadan kaldırmaz. Bunun için de hikmetli bir dil gerekiyor.

Aşkın Kanatları Müzesi Tamamlanıyor

Eli katranlı ama ruhu nurlu, Elleri kat kat nasırlı ama gözleri nurlu, İki büklüm neredeyse yerde ama gönlü nurlu, Dürüstlükte ve alın terinde parlak nurlu! Rodop İnsanı! Kardeşlerim benim! Ruhu nurlu insanlar. Aktıkça akan pınarlar, suyu çavdar sapı kadar ama durmadan uzayan dereler, baharda bir taştı mı önü alınmaz ırmaklar, gece gündüz kazsan bitmez tükenmez yeraltı zenginlikleri, gümüş, kurşun ve çinko, taş toprak değil altın, gayr içinde yeşermiş deniz gibi dalgalanan tütün ….başka yerde hiç gördün mü sen! Rodopları görmemişsen görmemişsindir. Hem fakir hem gururlu, hem çok çalışkan hem iki ucunu bağlayamayan ama gururundan da kıl kopartmayan insanlar gördün mü sen. Böylesini sevdin mi sen? Sevmemişsen Rodopları sevemezsin! Bizde ağaçların en büyü ya karaağaç ya karaçalıdır. İkisini de severiz biz. Birisinin kuytusunda çiğdem, akça bardak, menekşe, sümbül yeşile serilir, karaağaç altında beyaz koyun kuzu meleşir. Büyüklerin büyüklüğü ve hepsinin en büyük ve ortak zenginliği namuslu, çalışkan, elleri katranlı olmasındadır. Elleri nasırlı inşaatçılar! Arda boyuna barajlar, elektrik santralleri dizdiler. Dağlara hayat veren elleri kazmalı madenciler. Köyleri dolaşıp bakırlarımızı, sinilerimizi, sahanlarımızı ayna gibi parlatan kalaycılar. Sırt başlar ona göre, katran kınalı kızlar. Rodoplu kardeşlerim benim. Gönlünün içi güzel güllülerim benim! İnsanlıkta, iyi komşulukta, hoşgörüde, dürüstlükte dünyada eşi olmayan hemşerilerim benim! Bakın Rodoplu ozan Recep Küpçü sizleri ruhu nurlu insanlarımızı nasıl anlatmıştı: Sen baba kaygısından yoksun çocuklar büyüten canımın içi Rodoplar, Babaları gurbetten

Topladın mı bağrına artık?… Elverir, Elverir bunca üzüntüler, Bunca ayrılıklar!… Sende büyür, canımın içi Rodoplar, Uykuları tütünden talan edilen, Yollar yapan Temeller kazan, Benim fakir, garip kardeşlerim, Çam ormanı havası kadar Temiz yürekli kardeşlerim! Nerede olursa oturup çıkınını açan, Sofra kurup peynir ekmek yiyen, Gençlik çağını yaşamadan, Dalından vakitsiz yere düşen, Ahlat örneği yüzleri kırışan, Halleri güz rüzgârlarına tutulmuş Yapraklar gibi perperişan Yolda belde evindeymiş gibi konaklayan, Canım kardeşlerim!… …Senin her manzaran, Her bakışın Her ağacın Hatta her taşın Duygusal. Sen hem yeni bir gerçeksin, Hem eski bir masal. Ben de senin eteklerinde doğmuşum Tahtımı gönlümde özlemden kurmuşum. Elverir, bunca ayrılıklar, Ey, devler, cüceler diyarı, Canım içi Rodoplar.

‘Türkiye sınırına asker göndermek büyük skandal’ Konya‘nın merkez Selçuklu İlçe Belediyesi tarafından ilçeye kazandırılan Türkiye‘nin ilk ve Avrupa‘nın en büyük kelebek uçuş alanına sahip Kelebekler Vadisi Parkı, Aşkın Kanatları Müzesi’nin yüzde 90’ı tamamlandı. Çelik konstrüksiyon ve cam giydirme cephe kaplama sisteminin tamamlandığı Aşkın Kanatları Müzesi’nde gezinti yolları, yapay dağ ve şelale tamamlanmak üzere. Dış peyzaj çalışmalarının başladığı bahçe kısmına şap atma işlemi tamamlandı, yalıtım işlemlerinin tamamlanmasının ardından tropikal bitkiler için özel karışım toprak ile doldurulacak. Ayrıca teflon membran gölgeliğin montajına da başlandı. Türkiye‘de yapısı itibari ile tek olan Aşkın Kanatları Müzesi inşaatında her

biri birbirinden farklı binlerce değişik ölçü ve açıdaki 630 ton çelik kullanılırken her biri farklı ölçülerde bin 500 adet camın olduğu cam giydirme cephe kaplama sistemi uygulanıyor. Kelebeklerin yaşam alanlarının sağlanabilmesi için kullanılan malzemeler sayesinde sıcaklık 26 (±1) derece ve içerideki nem oranı ise yüzde 85 (±5) olarak korunabilecek. Ayrıca kelebeklerin yönlerini bulmalarını sağlayan UV ışınlarının maximum oranda geçişini sağlayan özel PVB malzemesi de kullanılıyor. BİR MİLYON KİŞİ ZİYARET EDECEK

Telefon: (0212)

477 66 81

info@tutargiyim.com e-mail : tutargiyim@gmail.com

Adres: B.H. Paşa Mah. Şehit Mustafa Yeşil Caddesi (Eski Poligon Caddesi). No:7 /A, Beşyüzevler, 5 0 0 E v l e r G a z i o s m a n p a ş a , İ S TA N B U L -Te l : + 9 0 2 1 2 4 7 7 6 6 8 1

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, Türkiye sınırından Kaçak sığınmacı akınının sınırlandırılmasına ilişkin hükümetin çabalarını yorumlarken içişleri bakanının talebini eleştirdi ve “Türkiye sınırına asker yollanması büyük bir diplomatik skandala neden olur” uyarısında bulundu. Ülkenin askeri bayraklarının kutsandığı törene katılan Plevneliev, İçişleri Bakanı Veselin Vuçkov’un ortaya attığı, kara sınırlarının korunmasından sorumlu sınır polisi personeline askeri personel takviyesi yapılmasına ilişkin fikri eleştirdi. “Kullanabileceğim en yumuşak ifadeyle bu fikir iyi değil” diyen Cumhurbaşkanı Plevneliev, “Türkiye gibi NATO müttefikimiz olan bir ülke ile ortak sınırımızı böyle koruduğumuz düşünülemez. Bu kabul edilemez bir durum” ifadesini kullandı. Plevneliev, sınıra asker yollamanın büyük bir diplomatik skandala neden olabileceğini söyledi. Aynı zamanda ordunun başkomutanı da olan Plevneliev, hükümetin sorunlara doğru bir çözüm bulabileceğine inandığını belirterek, “Askerlerin sınırda dikilmesine izin veremem. İçişleri Bakanlığı sığınmacı baskısı ile baş etmenin yolunu bulmalı” diye konuştu. Bulgaristan hükümeti, dün yapılan yeni yılının ilk oturumunda, öncelikli olarak Türkiye-Bulgaristan

sınırında gittikçe artan kaçak sığınmacı geçişleri ile ilgili sorunları gündeme almıştı. Başbakan Yardımcısı Meglena Kuneva’nın yönettiği hükümet oturumunda İçişleri Bakanı Veselin Vuçkov’un sınıra askeri personel takviyesi talebine Savunma Bakanı Nikolay Nençev karşı çıkmıştı. Aynı oturumda hükümet sınırda kurulan 30 kilometrelik tel örgü engelinin 131 kilometre daha uzatılması ve tüm sınırı kaplamasına karar vermiş, ilgili bakanlıklara gerekli planlama konusunda iki haftalık çalışma süresi tanınmıştı. Bulgaristan hükümeti, ülkeye gelen sığınmacıların toplumsal entegrasyonu konusunu gündeme getiriyor ve sığınmacı veya mülteci gibi Bulgaristan’dan statü için belge alan çok sayıda yabancının Avrupa Birliği ülkelerine ulaştığını belirtiyor. Avrupa ülkelerinden bu sığınmacıların Bulgaristan’a iadesi için binlerce talep geldiği ifade ediliyor. Bulgaristan’da resmi rakamlara göre, 4 bine yakın sığınmacı devletin kurduğu kamplarda kalırken, 400 civarında kiraladıkları evlerde yaşıyor.


14 Dr.Müjgan DENİZ

Veda Hutbesi

Yeni sene arifesinde Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) Genel Başkanı Lütfü Mestan’da bir politik Veda ya da siyasette geri çark ettik, Konuşması bekledik. Gerek 26 Atalıkta Mogilyane’de, gerekse 27 Aralıkta Momçilgrat’ta başını kürsüye çevirmiş dinleyenler bunu beklemişti. Yılbaşından sonraki basın demeçleri ve üstüne “New York Tayms” gazetesi Başkanlığına gönderilen mektup son çırpınma belirtisi oldu. Herkes bu beyaz sakallı ve kırarmış saçlı hemşerimizden “kardeşlerim ben bu işi bundan sonra yapamayacağım, bu yük bana ağır geldi” demesini biraz da sabırsızlıkla bekledi, çünkü her iki mitingde de hava soğuktu. L.Mestan laftan anlasa ve halkın isteğine göre hareket etse yükü hafifleyecek ve gönlü rahatlayacaktı da, bu defa da keçi inadı yaptı. Onun mutlaka kabul etmesi gerektiği birinci unsur, bizim yani Bulgaristan Türk ve Müslüman halk topluluğunun, yani 10 Ocak 2014 sayılı Bulgar gazetelerinde Başbakan B. Borisov’un kullandığı değimle Bulgaristan Türk azınlığının varlığını ve gelecekte de bir halk topluluğu olarak kendi özellik ve özgünlükleriyle dili, d,n, ve kültürüyle bildiği gibi yaşaması gerektiğini kabul etmesi olacaktı. O buna bu defa da yanaşmadı. Hatta Türklerin 4 Ocak 1990’da kurduğu Hak ve Özgürlük Partisi’ni25. Kuruluş yılı toplantılarında yaptığı konuşmalarda bizim partimiz olmadığını yine iddia etti. O kadar değişti ki, HÖH-DPS Bulgaristanlı Müslüman Türk azınlığın öz partisidir, deyemiyor. Kimden korkuyor Allah bilir. “DPS azınlık partisi değildir!” diyor. Biz köylü koyunlarını güden çobanlara “Köy Çobanı” deriz, bu da öyle bir şey. Koyunların köylülerin olduğunu söylemekten korkuyor. Bulgaristan Türk Müslüman azınlığı olduğunu kabul etmeyen, artık 2 yıldır kabul etmeye yanaşmayan bu “lider,” bizim Türk halk topluluğunun sorunlarını gündeme getirmek istemediği gibi, getiremez ve çözemez. Son yayınlarda Bulgaristan’da azınlıklar konusu nasıl biçimleniyor bir göz atalım: Sofya Üniversitesi doçent ve doktorlarının son çıkan kitaplarında, ülkede bir Bulgar ulusu, orta direk rolü gören bir milli varlık var ve bunun dolayında yörüngede bulunan oluşumlar şeklinde farklı özellikleri olan etnik kimliklerden söz ediliyor. Bu etnik kimliklerin mesela Türklerin ismi, dini, özgün kültürü, tarihi, gelenekleri, farklı yaşam tarzı vs. sahibi olduğuna işaret edilmiyor. Pomaklar ve Çingeneler de aynı şekle sokulmuştur. Sözünü ettiğim bu 3 etnik azınlıktan nüfus olarak çok daha küçük olan Ermeni ve Yahudi azınlığından sanki daha sık söz ediliyor. Sanki onlar hiçbir şey istemeden mutlu yaşayan azınlıklar gibi, her gündeme gelişte onların çözülmemiş sorunu olmadığı gün ışığına çıkıyor. Örneğin Sofya’daki Ermeni çocuklarının ana dillerini öğrenmeleri sorunu haftada birkaç gün dersten sonra ve cumartesi gün ekstradan olmak üzere, okullardan birine derse (dershaneye) gittikleri, Yahudi çocuklarının bu sorunu evde aldıkları derslerle de aştıkları ve hatta aralarından bazılarının İvrit öğrenmede yüksek başarı gösterdiği anlatılıyor. Yahudilerin, kilisesi, kültür evi, kütüphanesi, yayın evi toplandıkları yer, dernekleri, kendi yayınları vs. var ve vızır vızır çalışıyor. Sofya’daki Katolik Kilisesi’nde papaz Pazar gün Leh ailelerin çocuklarını derse topluyor. Polonya tarihini, Katolik Din tarihini ve kültürünü anlatılar. Ermeni ve Yahudi çocuklar da ibadethanelerde aynı şekilde özgün kültür ve dinleri üstüne bilgilendiriliyorlar. Onların taşınmazlarını geri alıp yeniden elde etme gibi bir sorunu da yok. 2. Dünya Savaşında Çar hükümeti Bulgaristan Yahudilerini ülkemizden kovarken evleri, daireleri, arsaları ve diğer taşınmazları orada kalmıştı. Sonra 1944’ten sonra gelen komünist rejimin sadık adamları bu konutlara yerleştirilmişti. 1990’da demokratikleşmeye başlayan Bulgaristan’da bir Yahudi avukatın falanca mal ya da mülk için Amerika’dan bir telefon açması, sözü edilen mülkün serbest bırakılması, sahibine devredilmesi için yeterli oldu. Yani Bulgar devleti ülkedeki Yahudileri temizlemek istemediğini yeniden kanıtladı. Aynı şey Ermeniler için de söylenebilir. Gel gelelim 1878’den beri altı defa büyük göç yaşayan ve ülke nüfusunun % 64’ünü oluştururken artık % 10’un altına düşen Bulgaristan Türkleri, aynı zamanda Tüm öteki Müslümanlar arasız temizlenme politikasına maruz kaldıklarından, özel mülkler için talepler bir yana, örneğin dini ve vakıf taşınmazlarını geri alırken devamlı sorun ya-

Bulgaristan Türklerinin Sesi

şanıyor. Sorunların çözümü hep tıkanıyorlar. Bunu her alanda görüyoruz. Örneğin 2014 yılında Bulgar devleti Baş Müftülüğe karşılıksız yardım olarak 230 bin leva vermeyi planlamıştı, fakat havale edilen ödenek ancak 90 bin levada kaldı. Ülkede 1500 camisi, lise düzeyinde 3 okulu, bir yüksek okulu ve kuran kurslarına giden 9 yüz öğrencisi olan Baş Müftülüğe 2015 yılında yalnız 360 bin leva devlet ödeneği tesis edilmesi öngörülmüştür. Bu konuda birkaç gün sonra Baş Müftü Mustafa Hacı ile Başbakan Boyko Borisov arasında yeni bir görüşme yapılması bekleniyor. 2014 yılında başlayan devlet ve belediyeler tarafından gasp edilen, fakat dini, eğitim ve yüksek mimari değeri olduğu için ibadet merkezi ve eğitim öğretim amaçlı kullanılmak için yasal yollarla bunların hepsini geri alınmak isteyen Baş Müftülük ve vakıf malları davalarının (toplam 83 dava) hepsi askıya alınmış veya durdurulmuş. Dikkati çeken dokta, daha 90’lı yıllarda Yahudi ve Ermeni dini taşınmazlarının tümünün hiç eksiksiz iade edilmiş olmasına karşın, Müslüman mallarının geri verilmemesine karşı güçlü direncin devam etmesidir. Bu açıdan vurgulanacak olan özellik, bir yandan yalnız Türklerin ve Müslümanların insan olarak Bulgaristan’dan kovularak ya da sürekli göçe zorlanarak ülkenin Müslümanlardan ve Türklerden temizlenmesine çalışıldığı gözde kaçmıyor. Bulgar Topraklarında ayakta duran İslam ve Türk tarih, yüksek mimar, sanat ve anıt eserinin yıkılmasını, harabeliğe terk edilmesini, ayakta kalanların sökülüp atılması ya da yıkıma terk edilmesini bir yol bulup sağlamaktır. Dinimiz kimliğimizi oluşturan çık önemli ayrılmaz, kopmaz, vazgeçilmez oluşturucu öğelerimizden, parçalardan biridir. Dine ve din kurumlarımıza yapılan sürekli saldırılar, Türk ve Müslüman kimliğimizi köreltmeye yöneliktir. Hak ve Özgürlükler Hareketi bu sürece 25 yıldan beri seyirci kalmıştır. İş yalnız Bayramları kutlamakla bitmiyor. Bizim kültürel kimliğimizin muhafaza edilerek geliştirilmesi davamızda 25 yıldan beri hiçbir şey yapmayan HÖH – DPS partisi Türk-Müslüman kimliğimizi oluşturan en önemli sorunlarımızı anma törenleri ve etli pilav ziyafetleri şekline soktu. Sorunlar başkalarının gözünde en iyi görünür. Mogilyane mitinginde T.C. Plovdiv Konsolosu Alper Aktaş konuşmasında sorunlarımıza şöyle işaret etti: “Bulgaristan’ın eşit ve özgür vatandaşları olarak temel hak ve hürriyetlerinizi sonuna kadar muhafaza etmeniz ve bunları geliştirmeniz de çok önemlidir. Ve şunu da unutmayın, Anadilinde eğitim ve Anadilinde yayın bu temel hak ve özgürlüklerin birer parçasıdır. Bize dilini, tarihini, dinini, örfünü, kültürünü iyi bilen, bunlardan gerekli dersi çıkartan, eşitçe, kardeşçe, barış, huzur içinde yaşamak için, gerekirse mücadele edecek nesiller lazım. Ve ben aranızda o yeni nesli de görüyorum. Bundan dolayı da gururlu ve mutluyum. Değerli kardeşlerim, soydaşlarım, bu vesileyle sizleri saygıyla, sevgiyle selamlıyor ve bir kez daha aziz şehitlerimizin hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.” Anma törenlerinde yapılan toplam 30’un üstünde konuşmada, yalnız bu söylevde uluslar arası ve ulusal düzeyde doğal ve yasak hak ve özgürlüklerimizle özgün kültür, edebiyat, sanat vs. haklarımızın bütünlüğü ve kimliğimizi belirleyen rolünde işaret edildi. Bizim öz tarihimiz ve bugünümüz ve yarınlarımız Türk Müslüman kimliğimiz arasındaki bağların koparıldığı halde asla ve asla yaşatılamaz, gelişemez, körelir, söner. Devamı gelecek sayıda

Davutoğlu

İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond, Rusya’ya yaptırımların, Minsk Mutabakatı’nın gereklerini yerine getirene dek süreceğini söyledi. Bulgaristan’a yaptığı bir günlük resmi ziyareti kapsamında mevkidaşı Daniel Mitov ile bir araya gelen Hammond, düzenlenen ortak basın toplantısında, Avrupa Birliği’nin (AB) Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar konusunda kararlı olduğunu bildirdi. Mitov ile Avrupa’da paylaşılan ortak değerleri ele aldıklarını belirten Hammond, “Bu değerlerin ışığında, Rusya’nın saldırganlığını göz önünde bulundurarak, bu ülkenin Ukrayna’yı istilası ile askeri yöntemlerle Avrupa haritasını değiştirme çabalarını da görüştük” dedi. Balkan ülkelerinin AB’ye entegrasyonunu görüşmek üzere Sırbistan, Hırvatistan ve Bosna Hersek’i de ziyaret edeceğini açıklayan Hammond, “Bu ülkelerin gelecekteki AB üyeliği ile ilgili Avrupa’nın planlarını görüşeceğiz” diye konuştu.

www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Abidin KARASU

Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Dr.Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK D o c . D r. S a k i n Ö N E R D o c . D r. H a s i n e Ş E N Diş Hekimi Halide ÜMİTFER Dr.A ziz ŞAKİR Şakir ARSL ANTAŞ

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Seslendi

Hammond-Mitov görüşmesinin diğer önemli bir konusu NATO’nun gündemi ve örgüt kapsamındaki karşılıklı işbirliği oldu. Dışişleri Bakanı Hammond, bu konuya ilişkin de “Ortak güvenliğimizin temel taşı olarak gördüğümüz NATO’yu teşkilat olarak ABD ve Kanada’nın Avrupa ile ilişkilerinde transatlantik etkin bir faktör olarak ele aldık” bilgisini verdi. AB’de planlanan reformlara da değinen Philip Hammond, “Büyük Britanya’ya göre bu reformlar ortak pazar ve Birliğin dış ilişkilerine odaklı olmalı. Bizce Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP) AB’ye ekonomik bir ivme verecek” değerlendirmesinde bulundu. Bulgaristan Dışişleri Bakanı Daniel Mitov da Bulgaristan ve İngiltere’nin dost, AB içinde ortak ve NATO’da müttefik olduklarını belirterek, “Karmaşık olan uluslararası ortamında iki ülke ortak değerler paylaşıyorlar” dedi.

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK

Gurbetçilere

İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond Bulgaristan’da Açıklaması

1913 Sofya

İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK

Brüksel’de

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Brüksel’de gurbetçi vatandaşlara seslenerek, “İnşallah bundan sonra ister yurtdışında ister yurt içinde bir anne bir bacım, bir kardeşim evlat dünyaya getirdiğinde ilk evlatta 300 Türk lirası yani yarım altın, ikinci evlatta 400 Türk lirası yani 1 yarım altın 1 çeyrek altın, üçüncü evlatta 600 Türk lirası yani tam bir altın Türkiye Cumhuriyeti devletinden size hediye olarak gelecek” dedi. Başbakan Davutoğlu Brüksel ziyareti kapsamında son olarak gurbetçi vatandaşlarla bir araya geldi. Başbakan Davutoğlu, halk için çalışmaya devam edeceklerini belirterek, “Kim ne yaparsa yapsın bizim arkamızda rabbimiz ve milletimiz varken kimse bizi durduramaz. Onun için bu başarı hikayesini devam ettirmek bizim için bir borçtur. Bir emanettir. İnşallah haziran seçimlerinde bu başarı hikayesini yeniden yeni bir seçim zaferiyle taçlandıracağız. Allah şahittir ki arkamızda sizler varken tek bir an dahi tereddüt etmeyeceğiz, tek bir an dahi durmayacağız. Çünkü artık Ak Parti hareketi sadece Türkiye Cumhuriyeti için, sadece aziz milletimiz için değil, Filistinliler için, evladı Fatihan olan Balkan Müslümanları soydaşlarımız kardeşlerimiz için, Afrikalılar için, sembol bir harekettir ve bu al bayrak artık bütün mazlumların onur bayrağıdır. Ve bu al bayrağın yükseldiği hiçbir yerden indirmeyeceğiz. Bizim davamız bu. Bugün bu al bayrak Gazze’de ızdırap halindeki bir Müslüman için Myanmar’da baskı altındaki bir Müslüman için, Orta Asya’daki kardeşlerimiz için, Irak’taki Türkmenler, Araplar, Kürtler için, Balkanlar için bir onur sembolüdür bir umuttur. Bu umudun sönmesine izin vermeyeceğiz” dedi. Yeni hükümetin birçok reform yaptığını ifade eden Davutoğlu, “Yeni hükümeti kurar kurmaz birçok çalışma yürüttük, birçok reform paketini açıkladık ama bir reform paketini açıklarken büyük bir mutluluk duydum. Ailenin ve dinamik nüfusun korunmasıyla ilgili paket. Berlin’de de bu müjdeyi verdim şimdi sizlerle de paylaşıyorum. Bu pakette nüfusumuzun genç ve dinamik kalabilmesi için, çalışan kadınlarımızın kardeşlerimizin aynı zamanda annelik de yapabilmeleri için kararlar aldık. 2 karar 1 müjde olarak yurtdışında da yankılandı. İnşallah bundan sonra ister yurtdışında ister yurt içinde bir anne bir bacım, bir kardeşim evlat dünyaya getirdiğinde ilk evlatta 300 Türk lirası yani yarım altın, ikinci evlatta 400 Türk lirası yani 1 yarım altın 1 çeyrek altın, üçüncü evlatta 600 Türk lirası yani tam bir altın Türkiye Cumhuriyeti devletinden size hediye olarak gelecek. Ve böylece her doğan çocuk güzel bir hatırayı bir sonraki nesle saklayacak. Ayrıca özellikle gurbette biliyorum çocuklar evlenme yaşına gelince tatlı bir telaş başlar. Acaba nasıl bir evlilik yapacağız diye. Bu telaşın etkisini azaltmak içinde çeyiz hesabı açtırıyoruz. Doğan her çocuk annesi ve babası isterse bir çeyiz hesabı açılacak ve 18 yaşından sonra evlenmesi halinde bu çeyiz hesabında ne kadar parası birikmişse onun yüzde 15’ini de devlet verecek. Yani anne baba 100 bin Türk lirası biriktirmişse devlet 115 bin lira yapacak onu. Aradaki fark nedir biliyor musunuz? 70’li yıllarda sizin babalarınız belki buralarda aramızda bulunan dostlarımız buraya geldiğinde biz hatırlıyoruz o zaman iktisat okurken hep Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Avrupa’dan gelecek dövize bakıyordu” dedi. “AZİZ MİLLETİM TÜRKİYE’NİN HER YERİNDE HİÇBİR YABANCILIK ÇEKTİRMEDEN MAZLUMLARA KUCAK AÇTI” Davutoğlu konuşmasında, “Döviz biraz düşse büyük ekonomik krizin habercisi olarak görülüyordu. Hep buraya o tahta bavulla Anadolu yiğitlerini gönderenler gözlerini işçilerin dövizlerine dikmişti. Şimdiyse biz aksine Anadolu’dan doğan her çocuğa gurbette altın takıyoruz. İşte Yeni Türkiye bu. Sizlerden ricam bu dönemde özellikle bu kritik süreçlerde birliğinizi korumaktır. Beraberliğinizi muhafaza etmektir. Farklı kanaatlere, farklı etnik yapılara sahip olunabilir. Farklı siyasi görüşlere de sahip olunabilir ama buradan bir kere daha ilan ediyorum ki bizim için Türkiye Cumhuriyeti devleti için 77 milyon Türkiye’nin içindeki ve dışındaki bütün vatandaşlarımız birbirine eşit tarağın dişleri gibi hazreti Peygamberin söylediği gibi birbirine eşit ezeli ve ebedi kardeşlerdir. Aramıza fitne girmesine hiç izin vermeyin. Dilinizi, kültürünüzü, geleneğinizi koruyun ama Belçika toplumuna da buradaki her bir komşunuza da Ahi Evran’ın torunu olmak ne demek gösterin. Merhameti gösterin. Ve şunu hiç unutmayın ki artık sizden döviz bekleyen eski Türkiye yok. Artık arkanızda şefkatli ve kuvvetli Türkiye Cumhuriyeti var. Şefkatiyle dünyanın neresinde olursa olsun her vatandaşına ulaşan Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. Şefkatiyle dünyadaki bütün mazlumlara ulaşabilen Türkiye Cumhuriyeti devleti var. Ve kudretiyle de kendi vatandaşına bile el uzattığında onun haddini bildirecek Türkiye Cumhuriyeti devleti var. Eskilerin güzel deyişiyle Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin. Allah sizleri Trakya’dan Anadolu’dan gönül olarak kurtarmasın. Allah bize öyle bir kudret, şefkat versin ki nerede bir mazlum varsa elimizi uzatabilelim. Nerede bir yetim varsa başını okşayabilelim” dedi.

Nafiye YILMAZ Av. Vildan UMUT Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM İsmail ERDEM Filiz SOYTÜRK Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Neriman ERALP Nazım ÇAVUŞ

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 412 89 89 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.

Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Avusturya -Viena Osman BÜLBÜL Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan İsveç Seval ÖZTÜRK

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar: Müjgan DENİZ ist. Başakşehir: Ayten ERDEM ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15 Bulgaristan`da çocukların % 20`den fazlası doğrudan ebeveyn gözetimi görmedin büyüyor

„Partnöri-Bılgariya“ Vakfının bir araştırması, Bulgaristan`da çocuk sayısının 1 191 221 olurken 267 753 çocuğunun yurtdışında çalışmak zorunda olan anne baba tarafından ülkede bırakıldığı, sonucu ortaya çıktı. Söz konusu çocuklar, yakınları, hısım akraba, hatta komşular tarafından yetiştiriliyor. Doğu Rodoplarda, Kuzey Merkez ve Kuzeybatı bölgelerde durum en endişe verici, ki burada doğrudan ebeveyn gözetimi görmedin büyüyen çocuk oranı yüzde 60 oranını aşıyor. Okulu terketmek zorunda kalan birçok gurbetçi çocuğu var, çünkü onları kontrol edecek kimse yok.

2015 siyasette ekip çalışması ülkede ise reformların yılı olmalıdır Ülkedeki diplomatik misyon yöneticilerine verilen geleneksel resepsiyonda yaptığı konuşmada 2015 yılının siyasette ekip çalışmasının ülkede ise reformların yılı olması gerektiğini öne sürdü. Cumhurbaşkanı Plevneliev, önde siyasetçilerin son iki ay içinde ülkenin siyasi hayatında yapıcı diyalog ve uzlaşma arayışı olmak üzere yeni yaklaşım sergilediğini belirtti ve millete karşı sorumlu olan bu yaklaşımın yeni yılda sürdürülmesi beklediğini ekledi. Devlet Başkanı 2015 yılında toplum için önem taşıyan yargı, sağlık, enerji, eğitim, idare, su, emeklilik ve güvenlik reformlarının sürdürülmesi şansının mevcut olduğunu vurguladı.

Bulgaristan Ulusal Radyosu (BNR) bugün 80.yıldönümünü kutluyor

Bulgaristan Ulusal Radyosu (BNR) bugün 80.yıldönümünü kutluyor. Bundan 80 yıl önce, 25 Ocak tarihinde 3.Çar Boris`in imzaladığı kararneme, Radyonun doğum belgesi oluyor. 80.yıldönümü münasebetiyle Sofya Ulusal Kültür Sarayı (NDK) da, BNR çatısı altındaki tüm müzik topluluklarının konseri düzenlenecek. 250`den fazla ses sanatçısı ve müzisyen, seyirciler için klasik, halk müziği, pop ve jazz müziği icra edecek. BNR`nin „Sirak Skitnik“ ödülleri de sahiplerini bulacak. Aslında Sirak Skitnik, dinleyicilere hitap etmenin bir ustalık olduğuna dair yazan, „Öğretilmeyen birşeye nasıl ulaşılabilir?“ sorusunu ortaya atan Radyonun ilk müdürüdür. BNR`nin 80.yıldönümü kutlamaları Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliyev`in himayesinde gerçekleşiyor.

Dünyanın en pahalı elması bulundu

Petra Diamonds şirketi, başkent Pretoria yakınlarındaki Cullinan madeninde bulunan Elmasın meşe palamudu büyüklüğünde olduğunu ve dünyanın en çok aranan türde “olağanüstü” bir elmas olduğunu açıkladı. Şirket, 3,106 karat ile bugüne kadar bulunan en büyük mavi elmas olan cevherin işlendikten sonra karatının 2 milyon dolardan satışa çıkarılacağını bildirdi. Petra Diamonds CEO‘su Johan Dippenaar, parçanın bugüne kadarki en pahalı elmas olabileceğini belirterek, “Bu muhtemelen mavi elmas türünde bugüne kadar bulunan en önemli parça” dedi. Geçtiğimiz yıl aynı madende bulunan 25.5 karatlık elmas, 16.9 milyon dolara satılmıştı. 2008’de bulunan ve “Yusuf’un Yıldızı” ismi verilen bir diğer elmas ise 9.49 milyon dolara alıcı bulmuştu. Petra Diamonds’ın sahibi olduğu Güney Afrika‘daki Cullinan ve Tanzanya‘daki Williamson madenlerinden çıkarılan elmaslar, Londra‘daki Buckingham Sarayı’nda sergileniyor. Bu elmaslar, dünyanın en nadir ve en değerli parçaları olarak görülüyor.

Derinlere Bakalım Şakir ARSLANTAŞ

Kanımca, Parist’eki “Charlie Hebdo” hadisesiyle ilgili söylenecek ve yazılacak sözler kaldı. Kanlı olaya ya da Hazreti Muhammet’i karikatürize etme küstahlığına alaca karanlıkta bakmaya devam edersek, teşhisimizi doğru koyamayız, terörizme tedavi ilacı da bulamayacağımız gibi İslam kutsallarıyla alay etme kuduzluğuna da DUR! deyecek gücü kendimizde bulunamaz. Yine bana göre, dünyayı sarsan olaylar bir günde hazırlanmaz ve hemen patlamaz. Hem şımarık özgürlükçülüğe hem de kanlı teröre tek yanlı bakılamaz. Nasıl olurda, Kahire’de 110 kişinin bir saatte meydanda kurşunlanmasına kör kalan ya da Suriye’de 120 bin kişinin katledilmesine, milyonlarda kadın ve çocuğun yaz kış konu-komşuda sürünmesine dilsiz seyirci kalanlar, Paris 17 kişinin ölümü hadisesinde dünyayı ayağa kaldırabildi.? Çifte arşın oynamıyor mu! Şu da var, ÖZGÜRLÜK fırın somunu değildir. Özgürlük ihtiyaç duyulan, gerekli olan şeydir. Dünya 17 dilde 6 milyon Hazreti Muhammet karikatürüne ihtiyaç duymadı. Soruyorum: GEÇEN HAFTA BÖYLE BİR GEREKSİNME VAR MIYDI. Kulaklarıma gelen cevap: hayır! Öyleyse olay, özgürlük kötüye kullanıldı. Kutsal olanla alay edildi. Yapılan bir özgürlük kalpazanlığıdır. Soruyorum: Hazreti Muhammet’in karikatürize edilmesi Hıristiyan ve Katolik dünyaya ne kazandırdı. Cevap: HİÇ! Yalnız kötülük. Güvensizlik! Korku! Elde kalan:: Avrupalıların kardeşçe birlik atılımları frenlendi. Yabancı vatandaşa gözdağı verildi. 1950’lerde işe gelen babalar iyiydi, orada doğup yetişen oğullar kötülendi. Hep başı çekenAlmanya’da yeni-faşist “Pegida” meydan kaptı. Fransa’da milliyetçiLePenbayrametti.İngiltere’deırkçı “Farash”sivrildi.21.yy.Avrupa’sında kuduz olayı belirdi. Ölmekten korkmayanlar 1913–15 barut fıçılarını anımsattı. 2 dünya savaşında perişan olan sıradan Avrupalı teröre ne anlam verdi? Akıp giden hayata nefret ve öfke zehri aşılayıp korku yaymak kimin işine gelir? Huzur kaçırmak son hedef olabilir mi? Eski kıtada nüfusu yerliler ve sonradan gelenler (yabancılar) olarak ya da Hıristiyan ve Müslümanlar vs. olarak ikiye bölmektir, mümkün olduğu yerde kitleleri birbirine düşürmek son hedef midir! Yeni durumdan sivrilen en belirgin soru şudur: Müslüman düşmanları, ırkçılar tek yumrukta birleşebilir mi? Cevap: Hayır! Milliyetçilik kendi özünde egoizm, kıskançlık ve bencillik gizler. Bunlar kendi aralarında bağdaşmaz, birbirini iten öz çizgileridir. İngiliz ırkçısı Fransız milliyetçisiyle bir olamadığı gibi, Alman neo-faşistleri Fransız Le Penleriyle asla birlik olamaz. Tarih milliyetçi ortaklık diye bir olay yaşamadı. Olan hep sıradan insanlara oldu. Onların huzuru şimdi de kaçtı. Lokaller, dernekler, evler basılıp aranıyor. Zırhlı polis taburları sokaklarda, korku sisi koyu, ırkçılık yağ bağlıyor. Şunu da unutmayalım: Olayı laboratuardan kaçırılan bir virüs (İslamcılık virüsü ya da terörizm virüsü) olarak görmeye çalışanlar, Önce VİRÜS LABARATOARINA girsinler. Kol gezen virüsün formülüne inilmeden mehlem, panzehir, ilaç ne de tedavi usulü bulunamaz. Yayılan virüs dünyaya önce 11 Eylül 2001 faciası yaşattı. “Charlie Hebdo” şımarıklığı ve 17 kişinin cesedi şimdi geldi. Avrupa Başkentleri polis üssü haline geldi. Dünya demokratik kamuoyu olaya çok dikkatli bakarken nedenleri derinlerde aramaya başladı. B İ Z D E D E R İ N L E R E İ N E L İ M! Hadiseleri topluca görelim ve HİKMET vicdanında tartmaktır. İnsanlık bunları daha önce de yaşadı. Ruhları titretenler aynı dehşet zincirindendir. “Charlie Hebdo” küstahlığıyla şişeden bir cin daha kaçtı. Gözle görülemeyen gerçeklerin bir kısmını gelin birinci ağızdan öğrenelim: Av r u p a ’ d a e l d e n d ü ş m e y e n y e n i b i r k i t a p v a r. Romanya Cumhurbaşkanı N. Çauşesku Gizli Servis Başkan Yardımcısı General Ion Mihai Pacepa Amerika’ya kaçtıktan sonra yazmış. “Disinformation” (Yanıltıcı Bilgi) kitabın adı. TERÖRÜZM VİRÜSÜ KGB LABARATUARLARINDA YARATILDI: SSCB Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) Moskova merkezli bir stratejik casusluk örgütü. Yeni adı Rusya Federal Güvenlik Dairesi (FCB). General yazmış da yazmış: “İslam kökten dinciliği Sovyetler Birliği (SB) Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) casusluk örgütünde yaratıldı. Dünyaca tanınan Arap teröristler SB istihbarat dairelerinde okutulup yetiştirildi. Yazar işin içinde gelen biridir. Romanya İstihbarat Başkan Yardımcısı İon MihaiPacera’dır. O Soğuk Savaş yıllarında Batıya kaçmayı başardı. HalenABD Merkezi İstihbarat Örgütü CİAkorumasındadır. “Desinformation” adlı kitapta yazılanları sosyalist ülkelerin eski casuslarından birçoğu doğruladı. “1972’de Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) gece gündüz çalışıyordu. Uğraşının amacı, Amerikanın dünyayı Siyonistlerin feodal çiftliği haline getirmeye çalıştığına Arapları inandırmaktı. O yıllarda SB casusluğunun başıYuriyAndropov ‘tu. Olayla ilgili o şöyle demişti: ‘Biz Müslümanları anti-semitizme karşı hareketlendirebilirsek, ardından gelecek olan İsrail ve Amerika’ya karşı baskı ve terörizm gecikmez. O dönemde Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) ve kendisine bağlı olarak çalışan sosyalist blok ülkelerindeki ilgili casusluk daireleri Yakın Doğu Arap Müslüman dünyasını etkilemek için toplam 400 adet özel eğitimli casusu bölgeye göndermişti. “Desinformation” kitabı yazarı İon MihaiPacera o özel görevlilerden biridir. Arap ülkelerinde anti-Samî içerikli yazılar ve el kitapçıkları dağıtmak için Yakın Doğu’da yaşamıştır. Onun dağıttığı eserlerden biri Yahudilerin dünya egemenliği kurma niyetlerini açıklayan, baştan sona düzmece olan, Rusçadan Arapçaya bir çeviri olan “Siyonist Bilgelerin Tutanakları” adlı kitaptır. Kod adı “SİG-akronim” – (Siyonist Devletler) olan bu casusluk operasyonu tasarımı bütün Müslüman alemde ABD’ye karşı bağdaşmazlık, Samî düşmanlığı (anti-semitizm) başlatmayı hedefliyordu. Güvenlik Komitesi (KGB) tarafından yönetilen bu çok katlı propaganda kampanyanınsonucu2001yılının11EylülgünüNewYork’taikizkuleleryıkıldı.(Geçenhafta bu tespite “FoxNews” de katıldı.) İnsanlığı ürperten facia silahı çalınan bir uçaktı. Konsept şahsen Yuriy Andropov tarafından düşünülmüş ve yetkinleştirilmiştir. Hedefe doğru giderken yalan haber yayma işi “çağdaş dünyanın vebası” oldu. Vl. İ. Lenin yalanı komünizme can suyu vermek için kullanmıştı. Bu vebadan Hitler de yararlandı. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi kökünün tamamen kazınması, hepsinin yok edilmesi işini yalanla yetkinleştirmişti. KGBŞefiAndropovise,buvebadanİslamdünyasınıAmerika’yakarşıkışkırtmak ve bugün de hepimizi ürperten uluslar arası terörizm fitilini yakmak için kullandı.

Yalan haber üretip insanları yanıltma sanatı ince iştir. Romanyalı General İon Mihai Pacera’nın (Yanıltıcı Bilgi) kitabında yazdığına göre, işin ustalığı Hitler’in propaganda Bakanı Göbels’ten çalınmıştır. O şöyle devam ediyor: “Andropov’la defalarca görüştüm. O yalan bilgi üreten ve yayan bir dehaydı. Moskova’daki görüşmelerimizin birinde bana: “Uydurma bir haber yeniden ve yeniden tekrar edildiğinde, belirli bir zaman sonra, kendi yolunu bulur, inandırıcı olmaya başlar ve her şey yoluna girer. Yalan olsa da bilgi tutunur, taraftar ordusu kazanır ve azimle savunulur.” Dedi. Romen Generalin kesin kanısına göre, Sovyet casusluk teşkilatının gerçekleştirdiği gizli operasyonların derinden derine irdelenmesinden çıkarılacak sonuçlar ÇAĞDAŞ DÜNYADAKİ GEOPOLİTİK DÜŞÜNCEYE TEPE TAKLA ETTİREBİLECEK NİTELİKTEDİR. Elimdeki kitapta, terörizmi anlatan sayfalar var. Bunlarda, “doğum yeri Mısır olan Filistin lideri Yaser Arafat’a Kudüs’ten doğum belgesi verildi. Hal tercümesi değiştirildi. Filistin Kurtuluş Teşkilatı Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) tarafından kurduruldu” diye yazıyor ve şöyle devam ediyor:. Arafat’ın halefi Mahmut Anas Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) Moskova Genel Merkezine bağlı bir okulda eğitim aldı. Abbas’ın Moskova’da savunduğu doktora tezinin bilimsel yönetmeni yüksek rütbeli KGB subayı ve daha sonraki yıllarda SSCB Dış İşleri Bakanı olan Evgeniy Primakov’tur. O, bir ara Irak lideri Saddam Hüseyin’e danışmanlık da yapmıştı. Romanyalı General’in altını çizdiğine göre, Moskova’daki KGB okulundan İran yöneticisi Ayatollah Homeyni ve hatta “Al Kayda” yöneticilerinden olan Ayman al-Zauahiri de geçmiştir. Anımsanacağı üzere, daha önceki yazılarımızdan birinde, Londra’da poleniyle zehirlenen, Rusya’dan kaçmayı başaran bir eski KGB ajanı olan Aleksandır Litvinenko aynı saflarda bulunmuştu. 1993’te Amerika’ya kaçan KGK’nin kıdemli subaylarından Albay Konstantin Preobrajenski de yukarıdaki savları yayınladı. Albay Preobrajenski ile ajan Litvinenko Batıda görüştü. Hayatta olmayan Al. Litvinenko temasların birinde, FCB’ de görevli meslektaşlarının “Al-Kayda” örgütü önde gelenlerinden, dış ülkelerde Amerikan vatandaşı katletmekten sorumlu olan ve dünyada en fazla aranan teröristlerden ikisinin – Ayman Al-Zauahiri ile Cuma Namangani’nin de 1980’lı ve 1990’lı yıllarda Rusya’daki muhtelif zamanlarda eğitimine katıldığını paylaştı. Sovyet Özbekistan’ında doğup yetişen Cuma Namangani (Cumabay Haciev) ölümünden önce Osama bin Laden’in sağ kolu olarak görev alırken, Afgan Taliban Kuzey Cephesi’nden sorumluydu. 1996’da Al-Zauahiri’nin Rusya’ya gelmesinin gizli güvenliğinden sorumlu olan Al.Litvinenko,dahasonraonun(FCB)DağıstanMerkezindeeğitiminidenetlemiştir. Kitapta bu gizli olayların Bulgaristan ile yakın bağlantılı olduğuna işaretle; “Örgütlü Suçlarla Savaşım İçin Sivil Toplum Hareketi (GDBOB) görevlilerinden olan Miroslav Pizov, “Nüwel Obsarvatör” dergisinin onaylayıp dünyaya duyurduğuna göre, 1990’lı yıllarda, Rusya’ya geçmezden önce, Al-Zauahiri Bulgaristan Rodop Dağları Velingrat kentine yakın bir dağı evinde kaldı.” Dedi. Cuma Numangani ise, Moskova’da FCB genel merkezinde bulunan ancak kurmay subayların eğitim gördüğü bir özel merkezde kaldı. Bu da ona çok yüksek düzeyde güven beslendiğine işarettir. Üstüne üstelik 2001’in 11 Eylül günü New York’ta Dünya Ticaret Merkezine saldıran birinci uçağın pilotu olan Muhammet Ata, yine bir KGB subayı olan Preobrajenski ile temas halinde olduğuna göre, dolaylı yollardan olsa bile, Rusya casusluk örgütüyle irtibat içinde çalışmıştır. Muhammet Ata bu saldırıdan 5 ay önce Irak istihbaratı örgütü ajanlarından biriyle Prag’da görüşmede bulundu. O dönemde Irak istihbarat örgütü Rusya güvenlik merkezinin bir dairesi olarak çalışıyordu. Romanyalı General İon Mihai Pacera’nın, Amerikalı hukuk profesörü Ronald Richlak’ın aktif yardımlarıyla kaleme aldığı eseri 11 Eylül 2001’den sonra üretilen birçok yalan iddialara da yanıt vermiştir. Bunlardan biri, uçaklarla saldırı yapıldığı gün binalarda Yahudi vatandaş olmadığı yönündedir ki, asla doğru değildir.” Hazreti Muhammet’i karikatürize etme ve Paris’te terör hortlaması olaylarının derinliklerinden gelen kokular bunlardır. Avrupa Birliği Kırım Yarım Adası ve Ukrayna olaylarından sonra Moskova’ya ambargo uyguladı. Siz böyle yaparsanız biz de yapacağımızı biliriz mantığı sanki yol almaya başladı… Hemen oluşan yeni durumda, demokratik kamuoyunu yalan dolanla etkilemek isteyen stratejik merkezlerin insanları birbirine düşüremeyeceğine, ayrıca da İslam ile terörizmin aynı şey olduğuna kitleleri inandıramayacağına inanmak istiyorum. Bu cümleden olmak üzere, değişik kışkırtma yöntemleriyle İslam’ı aşırı eylemlere alet etmeye çaba gösterenlerin de hedeflerine ulaşamayacaklarına inancımı ifade ediyorum. NOT: Derin irdemelerin (yazılmasını beklediğimiz daha neler vardır da) gösterdiği üzere, 1970’li ve 1980’lı yıllarda Bulgar Gizli Servisi (DC) ile SB Devlet Güvenli Komitesi (KGB) arasında su sızmıyordu. Görüldüğü gibi, Müslüman haklarla fazlasıyla uğraşan KGB biz Bulgaristanlı Türkleri de rahata bırakmamıştı. Bu etkinliklerin içinde ajan yetiştirme işi başta geliyordu. İsimlerimizin değiştirilmesi dahi KGB kontrolünde olmuştu. Binlerce can alan “Al-Kayda” terör örgütü şefi Osama Bin Laden’in öldürülmesinden sonra tuzak işleri Ayman al-Zauahiri’ye kaldı. O ise yıllarının bir kısmını Rodoplarda Veligrat dağı evlerinde geçirdi, eğitim aldı. Aynı yıllarda Pazarcık hapishanesinde sözde mahkûm olarak yatan ama her gün Rus generallerle görüşmek üzere bir siyah “Volga” otomobille mahpushane kapısından çıkan Medü Doganov (Ahmet Doğan) ajan Sava’nın KGB emrine geçişini de kanıtlamak için yeterlidir. Olay kitaplara da girmiştir. Amerikan gazetelerinin Hak ve Özgürlük Hareketi DPS bir Moskova partisidir diye yazmasının derin nedenlerinin temelinde yatan bu gerçektir. Son dönemde ne yapacağını ve ne konuşacağını bilemeyen demeyeyim de, iyice şaşıran, HÖH-DPS lideri Lütfü Mestan’ın da sözde partiyi savunmak için çırpınırken, olayların derinliğindeki gerçeklere inemediğini belli ediyor. Onun söylediği sözlerin son zamanda havada kaldığına artık şaşmaz olduk. Çünkü bilmediği bir şeyi kimse konuşamaz. HÖH-DPS partisinin ajan ve hain tortusundan arınması gerektiğine işaret etmemiz bu sebepledir. 1980’lere inip tüm gerçeği ortaya çıkarmadan HÖH-DPS partisi kendi kendini zehirler, havasızlıktan sıkılır ve boğulur ki, bu süreç başlamıştır. Gün gelecek başka bir DS-KGB generali yeni bir kitap yazıp çalılıklar içindeki bozuk yumurtaları birer birer ortaya çıkaracaktır. Bunu gerektiren hayatın kendisidir. Ne yazık ki, belki o zaman artık çok geç olacaktır. Bu işlerde kazanan halk olur. Dibe inip gerçekleri çıkarmalıyız!


YSK ADAY ADAYLIĞI İÇİN 10 ŞUBAT DEDİ… 1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Eski Türk Devleti Askerleri Aliyev’i Karşıladı, Fonda ‘Diriliş Marşı’ Çaldı

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Türkiye’ye geldi. ÇOK KONUŞULAN ASKERLER BAHÇEYE ÇIKTI Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen karşılama töreninde Türkiye’nin günlerdir tartıştığı Muhafız Alayı’na mensup 16 Türk askeri de hazır bulundu. Karşılama töreni bu kez dışarda yapıldı. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki tören önce-

sinde, Aliyev’in makam aracı, protokol girişinin önündeki caddeden atlı tören birliği eşliğinde Saray’a geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in, platformda yerlerini almasının ardından 21 pare top atışı eşliğinde milli marşlar çalındı. Aliyev, “Merhaba asker” diyerek tören birliğini selamladı. ALİYEV’İ KARŞILARKEN ‘DİRİLİŞ MARŞI’ ÇALINDI

CIA’den Yarım Asır Sonra Gelen UFO İtirafı Amerikan İstihbarat Teşkilatı (CIA), 19501960’lı yıllarda rapor edilen UFO iddialarının aslında U-2 casus uçağı yansıması olduğunu itiraf etti. OLAĞANDIŞIHAREKETLİLİKBİZEAİTTİ CIA’ye ait bazı gizli belgelerde 19501960’lı yıllarda görüldüğü kaydedilen dairelerin UFO olmadığı gizli U-2 casus uçağı olduğu bildirildi. Belgelerin açıklanmasının ardından CIA’den gelen itirafta “1950’li yıllarda görülen olağan dışı hareketlik bize aitti” denildi.

BİRÇOK YOLCU UÇAĞI UFO GÖRMÜŞ OLABİLİR CIA’nin veri tabanında bulunan ve sıkça okunan belgelerde, 1954-1974 yılları arasında son derece gizli CIA ve U-2 Programı’nın yer aldığı öğrenildi. Yayınlanan 272 sayfalık belgelerde, teşkilatın casus uçaklarını Sovyet Birliği gibi birçok ülkenin yaklaşık 19 bin kilometre üzerinde test ettiği ortaya çıktı. Bu dönemde birçok yolcu uçağı pilotunun da UFO görmüş olabileceklerine dair rapor verdikleri kaydedildi. 19 BİN KİLOMETRE YUKARIDAN UÇUŞA BAŞLADI 1950 yıllarının ortalarında yolcu uçaklarının ve askeri uçakların yaklaşık 3 bin ve 6 bin kilometre yükseklikte uçtukları belirtilirken, casus uçağı U-2’lerin ise yaklaşık 19 bin kilometre yükseklikte uçuşa başladığı kaydedildi. Hava trafik kontrol yetkilileri tarafından, UFO dairelerinin görüldüğüne dair hazırlanan raporların bu dönemde kaydedilmeye başlandığı bildirildi.

Yüksek Seçim Kurulu 7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak olan milletvekili seçimlerinde, aday olmak isteyen kamu görevlilerinin, 10 Şubat 2015 Salı günü mesai bitimine kadar görevlerinden ayrılma isteğinde bulunmaları gerektiği bildirdi. 25. Dönem Milletvekili Genel Seçimlerinde aday adayı olabilmek için kanun gereği çekilmesi ya da görevlerinden ayrılması gerekenlerin çekilme veya görevden ayrılma isteğinde bulunma tarihlerinin belirlenmesi amacıyla toplanan YSK; YSK ADAY ADAYLIĞI İÇİN 10 ŞUBAT DEDİ… Yüksek Seçim Kurulu 7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak olan milletvekili seçimlerinde, aday olmak isteyen kamu görevlilerinin, 10 Şubat 2015 Salı günü mesai bitimine kadar görevlerinden ayrılma isteğinde bulunmaları gerektiği bildirdi. 25. Dönem Millet-

Hırvatistan’ın Yeni Cumhurbaşkanı Devlet Seçim Komisyonu’ndan yapılan açıklamada, resmi olmayan ilk sonuçlara göre, cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda, oyların yüzde 99,51′inin sayımı tamamlandı. Hırvat Demokratik Birliğinin (HDZ) kadın adayı Kolinda Grabar Kitaroviç’in, yüzde 50,43, Sosyal DemokratParti’nin(SDP)adayımevcutCumhurbaşkanı İvoYosipoviç’in yüzde 49,57 oy aldığı bildirildi. Resmi olmayan ilk sonuçlara göre, Kolinda Grabar Kitaroviç, Hırvatistan‘ın ilk kadın cumhurbaşkanı seçildi. İki aday arasındaki oy farkının yaklaşık 21 bin olduğu belirtildi.

Kolinda Grabar Kitaroviç kimdir? Hırvatistan’ın Riyeka kentinde 29 Nisan 1968′de dünyaya gelen Kolinda Grabar Kitaroviç, 20032005′te Avrupa Entegrasyonu Bakanı, 20052008′te Avrupa Entegrasyonu ve Dışişleri Bakanı, 2008-2011 yılları arasında ise Hırvatistan’ın ABD Büyükelçiliği görevlerini yürüttü. Dışişleri Bakanlığının farklı kademelerinde 1993 yılından itibaren görev yapan Kitaroviç, 2003 yılındaki genel seçimde milletvekili seçilerek meclise girdi.

Osmanlı’nın 90 Yıllık Reklam Arası Sona Erdi

AK Parti Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu, sosyal medya hesabından yaptığı yorumda Osmanlı İmparatorluğu’nun 90 yıllık reklam arasının sona erdiğini öne sürdü. AK Parti Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu, sosyal medya hesabından yaptığı yorumla dikkatleri üzerine çekti. Milletvekili Babuşçu, Filistin Devlet Başkanı ile birlikte O anda anne ve babanın sıkıntıda kalmaması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihiçin, yüzde 15 katkıda bulunacağız” dedi. teki temsili Türk askerleri ile birlikte çekilmiş olan fotoğrafını paylaştı. C u m h u r b a ş k a n ı Ta y y i p Erdoğan’ın Filistin lideri Mahmut Abbas’ı tarihte kurulan 16 Türk devletine ait askeri üniformaları giyen görevlilerle karşılamıştı…

Çocuğu İçin Para Biriktirene Devlet de Yardım Edecek Başbakan Ahmet Davutoğlu, partisinin grup toplantısında açıkladığı Aile Paketi ile ilgili konuştu. Düzenlemenin ayrıntılarını anlattı. ÇOCUĞU İÇİN PARA BİRİKTİRİNE DEVLET YARDIM EDECEK Davutoğlu, çeyiz hesabından bahsederken ”Anne ve baba çocuk evlilik çağına gelinceye kadar biriktirdikleri miktar ne ise devlet yüzde 15 katkıda bulunacak. Çünkü aşkın ve muhabbetin ne zaman geleceği belli olmaz, geldi mi insanı çarpar.

vekili Genel Seçimlerinde aday adayı olabilmek için kanun gereği çekilmesi ya da görevlerinden ayrılması gerekenlerin çekilme veya görevden ayrılma isteğinde bulunma tarihlerinin belirlenmesi amacıyla toplanan YSK; “2839 sayılı kanunun 18. maddesi kapsamına girenlerin en geç 10 Şubat 2015 tarihinde mesai bitimine kadar görevlerinden ayrılmaları veya çekilmeleri gerekir.” Dedi.

“OSMANLI’NIN 90 YILLIK

REKLAM ARASI SONA ERDİ” Fotoğrafa yorumda bulunan Babuşçu, “Bu resim okunması gereken bir resim. Filistin’i vermediği bahanesiyle yıkılan Osmanlı İmparatorluğu ve Filistin Devlet Başkanı’yla Cumhurbaşkanı’mızın arka plan görüntüsü. Muhteşem bir zeka. Tabiki Sn Cumhurbaşkanı’mızın zekası. 600 yıllık İmparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” yorumunda bulundu.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.