Yıl - 12
S a y ı : 9 3 Ş u b a t - 2 0 1 5 Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek Bizim Borcumuz.
Birleşmiş Milletler’de Müslümanlar Temsil Edilmiyor Gençler buna çok dikkat etmeniz gerekiyor, ‘Dünya 5’ten büyüktür’ diyerek bu gerçeği tüm dünyayla paylaşmaya çalışıyoruz. Erdoğan, ünlü denizci Piri Reis’in, Kitab-ı Bahriye adlı eserinde, Amerika kıtasını o dönemin şartları ve imkanları düşünüldüğünde, son derece başarılı ve ayrıntılı bir şekilde çizdiğini anlatarak, 1800’lü yıllardan itibaren tüm Amerika kıtasının özellikle kıtanın bütününde olduğu gibi Meksika’ya da, genel ve tarihi anlamda çok sayıda Osmanlı kökenli vatandaşın göç edip yerleştiğini söyledi. Beyrut Limanı’nın, bu göç dalgasının adeta merkezi olduğunu dile getiren Erdoğan, her dinden, her etnik kökenden, her şehirden insanın, tüm Amerika kıtasıyla birlikte Meksika’ya Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meksika Dışişleri da gelip, kendilerine yeni bir hayat kurduklarını belirtti. Erdoğan, ABD’ye gitmek için yola çıkan OsBakanlığı’yla ortak çalışmalar yürüten Matias Romanlı vatandaşlarının bir bölümünün de oraya girememero Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada, Meksika Diplomasi Akademisi gibi saygın bir kurumun yöneticileriyle yince, “Nasılsa burası da Amerika” diyerek, Meksika’ya bir arada olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. ve diğer ülkelere gittiklerini bildirerek, şöyle konuştu: “BugünküTürkiye’den,Mısır’dan,Suriye’den,Lübnan’dan Türkiye’nin Latin Amerika ile ilişkilerinin oldukça eski ve Filistin’den Osmanlı pasaportuyla buraya göç eden kişiler, dönemlere dayandığını belirten Erdoğan, Amerika kıtasıAmerika kıtasında ‘El Turko’ olarak tanındılar, adlandırıldılar. nın keşfedildiği 15’inci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun Devamı 5’te Akdeniz’de egemenlik sahibi bir deniz gücü olduğunu hatırlattı.
Büyükelçilik Duyurusu
Demokratik Seçimle Işbaşına Gelen Ilk Cumhurbaşkanı Zhelyu Zhelev’in Kaybından Ötürü Dost Bulgaristan’a Başsağlığı Diliyoruz. , 31.01.2015 Bulgaristan’ın demokratik seçimle işbaşına gelen, aydın, demokratik, ileri görüşlü ve saygın siyasetçisi, TürkiyeBulgaristan ilişkilerinin geliştirilmesi için dostane çabalarıyla her zaman hatırlanacak ilk Cumhurbaşkanı Zhelyu Zelev’in acı kaybından ötürü dost, komşu ve müttefik Bulgaristan’ın Halkı’nın üzüntüsünü paylaşıyor, içten taziyelerimizi ve esenlik dileklerimizi sunuyoruz.
Bulgaristan Heyeti’nden Vali Büyük’e Ziyaret “Taşkın, 1 milyon dönüm araziyi etkiledi”
Bulgaristan Şumnu Şeytancık Belediye Başkanı Nuridin Basri İsmail, Şumnu Şeytancık Belediye Meclisi Başkanı Mustafa Mehmed Ahmed, Şumnu Şeytancık Belediye Başkan Yardımcısı İlhan Mustafa Ahmed, Koca Yusuf Derneği Başkanı Arif Vasvi Ahmed, Karalar Köyü Muhtarı İsmail Halmiev Ebazerov ve Akdeniz Balkan Türkleri Federasyonu Başkanı Mükremin Duygun ile birlikte
Vali Mustafa Büyük’ü makamında ziyaret etti. Çeşitli temas ve ziyaretlerde bulunmak üzere Adana’ya gelen Bulgaristan Şumnu Şeytancık Belediye Başkanı Nuridin Basri İsmail ve beraberindeki heyet üyeleri, Vali Büyük ile çeşitli konularda görüş alış verişinde bulundu ve sohbet etti. Bulgaristan’dan gelen misafirleri Adana’da ağırlamaktan dolayı mutlu olduklarını belirten Vali Mustafa Büyük, “Bulgaristan’daki Balkan Türkleri kardeşlerimizle yakın ilişkilerimiz daima vardır. Edirne Valiliği yapmamdan dolayı Balkanları çok daha yakıdan tanıma fırsatı buldum. Komşumuz Bulgaristan’da çok yakın dostlarımız ve arkadaşlarımız oldu. Edindiğimiz bu dostluk ilişkilerimiz bundan sonrada kararlılıkla sürecek” dedi. Ziyaret, sosyal ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi konusunda fikir alışverişinde bulunulmasıyla son buldu.
Edirne Ziraat Odası Başkanı Cengiz Yorulmaz, Meriç ve Tunca nehirlerinin taşmasının, 1 milyon dönümün üzerinde araziyi etkilediğini söyledi. Yorulmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentte son yaşanan taşkının, cumhuriyet tarihinin en büyük taşkınlarından biri olduğunu belirtti. Taşkın riskinin hala ortadan kalkmadığına işaret eden Yorulmaz, şöyle konuştu: “Taşkın daha bitmedi, mayıs ayına kadar devam edecek. Bu nehir debileri her gün bir artıyor bir iniyor. Bulgaristan’daki yağışlar da burada karşımıza çı-
kıyor. Şu an Bulgaristan’daki baraj seviyeleri pik noktasında, hepsi dolu . Bu da barajların doluluğundan dolayı barajların savaktan akması demektir.” Yorulmaz, taşkınların Edirne’nin kaderi olmaması gerektiğini ifade ederek, taşkınlar konusunda Yunanistan veTürkiye ‘nin ortak hareket
Dünya Anadil Günü’nü Kutladı Dr. Jelev özgürlük ve demokrasi Kaliteli meyve ve sebze Bulgaristan’da yaşayan Türkler, 21 Şubat Dünya Anadil Günü’nü kutladı. Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Süley- mücadelesinin meşalesidir üreticilerine destek Meyve ve sebze üreticilerine doğrudan ödeman Gökçe, programda yaptığı konuşmada, Bulgaristan’da yaşayan soydaşların, hayatlarının her alanında ana dillerini kullanmalarının hem mevcudiyetlerinin hem de Türk dili ve kültürünün zenginliğinin yaşatılması bakımından son derece önemli olduğunu vurguladı.Bulgaristan’da yaşayan soydaşların “ülkenin kültürel çeşitliliğine ve zenginliğine önemli katkılar yaptığının” altını çizdi. n Kültürel Etkileşim Derneği Başkanı Dr. Emine Bayraktarova da katılımcıları selamlayarak, şunları söyledi: “Ana dillerin korunması ve geliştirilmesi her toplumda karşılıklı anlayışın anahtarıdır. Günümüzde birden fazla dilin konuşulması, kültürel ilişkilerin zenginliklerinin daha iyi tanınmasına yol açmaktadır. Globalleşen dünyada kültürler arası anlayış ve diyaloğun gittikçe daha büyük önem taşıdığını görüyoruz.”Etkinliğin resmi açılışının ardından çocuklar, aralarında Rıfkı Kaymaz’ın kaleme aldığı “Ana Dilim Güzel Türkçem”in de yer aldığı Bulgaristan ve Türkiye şairlerinin Türkçe şiirlerini okudu. Programda ayrıca Sofya İslam Enstitüsü öğrencileri Nasrettin Hoca fıkralarından oluşan skeçler sundu. Şair Aziz Taş ise kendine ait şiirlerinden bir derlemeyi okudu.Bulgaristan Türklerinin eğitim, kültür, bilim, edebiyat, sanat ve iş çevrelerini bir araya getiren etkinlikte, Büyükelçi Gökçe ve diğer diplomatlar şölene katılan çocuklara hediyeler verdi.
Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev “Sv. Alexander Nevski” kilisesinde yaptığı veda konuşmasında ” Derin üzüntü ve saygı ile eğilerek Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’i son yolculuğuna uğurluyoruz. Saygın filozof, siyaset adamı ve demokrat, aramızdan ansızın ve aynen yaşadığı gibi mütevazi bir şekilde ayrıldı” sözlerini kullandı. “Bu olay, sanki sembolik bir şekilde, komünist rejimi kurbanlarına şükran ve saygı günü arifesine denk geldi. Dr. Jelev hafızalarda özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en cüretkar ve yürekli adamlarından biri, barışçıl geçişin, hoşgörü ve milli uzlaşı arayışının sembolü olarak kalacaktır. Dr. Jelev’in hayatı hiç te kolay olmadı. Eserleri ve yazdığı metinler elden ele dolaşarak uzun totaliter gecede ışık oldu. Komünist sansür tarafından yasaklanan ve kitapçılardan toplattırılan “Faşizm” kitabı ise kendi kendine bir hayat yaşayarak totaliter rejime karşı en güçlü itham haline geldi” şeklinde konuştu Cumhurbaşkanı Plevneliev.
meler kapsamında Bulgaristan’da üretilen meyve ve sebzelerin kalitesinin iyileştirilmesine yönelik özel olarak hazırlanmış bir program doğrultusunda destek ödemeleri yapılacak. 2012 yılından bu yana uygulanan program tamamen AB bütçesi içerisindeki Avrupa Tarımsal Garanti Fonu’ndan sağlanan kaynaklarla finanse ediliyor. Program gereğince yapılan desteklemeyle üreticilerin daha kaliteli ürün üretmesinin teşvik edilmesi amaçlanıyor. 2014 kampanyasında programca desteklenmek üzere 3 635 üretici kayıt edildi. Devlet Tarım Fonu Ödeme Kurumu’nun verilerine göre destek almak için 2 015 üretici başvuru formu verdi. Onlardan 552 olarak en çok sayıda kiraz üreticileri, ardından 534 olarak şeftali üreticileri ve sayısı 483 olan tarla biberi üreticileri geliyor. Kaliteli meyve ve sebze yetiştiriciliği için yapılan özel yardımın toplam tutarı 35 219 912 leva. Toplam 219 770 ton üretim için elma, kayısı, kiraz, şeftali, domates, salatalık ve biber üreticilerine sübvansiyon ödemeleri yapılacak.
etmesinin önemine değindi. – “Henüz hasar tespiti yapılamadı” Yorulmaz, taşkınlar sonrasında hasar tespiti yapılabilmesi için suların araziden çekilmesinin beklendiğini söyledi. Taşkın dolayısıyla en büyük zararı çiftçilerin gördüğünü vurgulayan Yorulmaz, “Şu an Bulgar sınırından denize kadar 1 milyon dönümün üzerinde sel taşkını var. Yazlık seddelerin patlaması nedeniyle Edirne’nin elit arazilerine kum doldu. Çiftçi bunu kendi başına temizleyemez. Devlet yardım etmeli” diye konuştu.
“Türk Kültür Gecesi” 13.02.2015 tarihinde kuzey Bulgaristan’ın Tırgovişte (Eski Cuma) şehrinde “Dünden Bugüne Türk Halk Kültürü” ismi altında sıra dışı bir gece düzenlendi. Demokrasinin başlangıcından bu yana ilk kez tertip edilen bu anlamlı gece, Tırgovişte ve civarından pek çok kültür severi bir araya getirdi. Proğrama iştirak edenler arasında Bölge Müftüsü Enver Kasırgalı, Belediye başkan yardımcısı Emine Yakubova, Belediye meclis başkanı Sevim Ali, Rusçuk bölge Müftüsü Aziz Azizov, Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü öğretim görevlisi Ahmed H. Bahadır ve Müslümanlar dergisi baş redaktörü şair/yazar İsmail Çauş konuk misafir olarak yer aldılar. Geceye başlarken Ahmed H. Bahadır’ın yaptığı kültür eksenli girizgâhtan sonra, bölge müftüsü Enver Kasırgalı’nın geçmişten günümüze örf, adet, gelenek ve görenekler etrafında veciz bir değerlendirmesi oldu. Bunun yanında gecenin konuk misafiri İsmail Çauş hocanın selamlama konuşması ve akabinde okuduğu şiirler programa ayrı bir renk kattı. Özellikle İsmail Çauş’un üzerine basa basa okuduğu “Adım” başlıklı şiiri büyük alkış topladı.
2
Komşu kızını zapt eyle, bizim oğlan âşıktır!
Geçen gün bütün Türkiye’yi yasa boğan vahşice bir cinayet işlendi. Aslında bu ne ilkti, ne de, ne yazık ki son olacaktı… Her gün pek çok cinayet, tecavüz, işkence haberini gözümüzün içine soka soka yayınlayan bazı haberciler pek bir gaza gelmiş şekilde tüm haber bülteni boyunca kızın nasıl tecavüze uğradığını, katilin nasıl soğuk kanlı olduğunu, cesedi nasıl yaktığını, nerede yaktığını unutmayalım diye kafamıza adeta çaka çaka bir daha, bir daha ballandıra ballandıra anlattılar. Dünyanın en iğrenç cinayeti bütün tafsilâtı ile birlikte saatlerceyayınlandıdurdu.Şimdibazılarınızşöylediyebilirsiniz: “Ne yani söylenmeyip, üstü ört bas mı edilseydi?” Elbette değil! Kesinlikle haber haline getirilmesi ve toplumda infial uyandırılması gerekiyordu. Ama ölçüyü kaçırınca normalleşmiş oluyor ne yazık ki… Ölen kızın ailesinin, yakınlarının, arkadaşlarının hissedecekleri de haberi yayınlayanlar tarafından düşünülmeli. Sadece reyting uğruna yayın yapan bir televizyonun, o aşağılık katilden daha masum olduğunu söylemek mümkün müdür? Çünkü zina, tecavüz, gayri meşru her türlü ibretlik şeyi o kadar çok yayınlıyorlar ki, örnek olması gerekenler de topluma sunulmayınca bu aşağılık varlıklar da, bunları örnek alıyorlar. Şimdi medya bu cinayetin suç ortağı değildir de nedir? “Fatmagül’ün suçu ne?” adlı bir dizinin rezil sahnesini haber bültenleri arasına dahi haftalarca sokan medyanın bugün masum olduğunu kim söyleyebilir? Bugün dökülen timsah gözyaşları, o yitirilip giden canı geri getirebilir mi? O akan kalleş göz yaşları; o ananın, babanın ciğerindeki yangını söndürebilir mi? Ondan sonra kadın haklarıymış da, kadına şiddetmiş de, töre cinayeti imiş de bir de ahkâm kesiyorlar! Hey medyadakiler, asıl suçlu sizsiniz… Yazıklar olsun… Sayın Duru’nun dediği gibi, “İnsan haklarından anlamayanın hakkı, bir tutam ottur!” Hatta o bile değil… Hayvanlara hakaret olur. Hiçbir hayvan dahi, zorla başka bir hayvana tecavüz edip, sonra onu öldürmez. Hayvandan bile aşağılık olan bu insanları yetiştirenler ve bu hale gelmelerine neden olanlar eğer biraz onur varsa, derhal bu şerefli mesleği bırakırlar… Gelelim hunhar cinayete… Mağdure direnmiş, katilin yüzünü tırmalamış, biber gazı sıkmış. Elinden gelen neyse, yapmış ve ardından başına levye ile vurularak şehit edilmiş. Şehit diyorum, çünkü hangi ilmihale bakarsanız bakın, bu bacımız şehittir. Peki ya katil, bu nasıl bir insandır ki, bu kadar direnen ve kendisini korumaya çalışan bir insana hâlâ tecavüz etmeye çalışır. Bu kadar mı bir insan, cismani dürtülerine teslim olabilir? Hayvanlarda belli bir mevsim, o da sadece neslin devamı için var olan bir dürtü, bu kadar mı kontrolsüz olarak bir insanın iradesine hükmedebilir? Haydi bir an boş bulundun, nefsine uydun. Allah akıl vermiş, irade vermiş. Niye kendi yolunda giden bir masumla kendini tatmin etmeye kalkıyorsun? Para karşılığı bu işi yapan on binlerce kadın var bu ülkede. Yerlisi, ithali ne ararsan var. Hatta devlet bu sektör üzerinden vergi bile alıyor. (Ki o insanlara da yazık…) Bu mudur yani? Yolunda giden, sana güvenip arabana binen masum bir insan mıdır kurban. Yazıklar olsun! Hâlâ karşısında gördüğünü önce insan olarak değil de, kadın – erkek diye ayırarak bakan, dişilik erkeklik mevzuunun sadece o bireyin kendisi ile ilgili, şahsına ait dünyada bulunma nedeni ile ilgili geçici bir rol olduğunu algılayamayan zavallıların bu dünyada, bu zekâ çağında bulunması insanlık için içler acısıdır… Tabii bu arada toplumun da çok kabahati var. Özellikle annelerin… O katiller, mantar gibi yerden bitmiyor… Evlât yetiştirirken erkeklik, kadınlık mevzuundan önce ‘insanlık’ mevzusunu çocuğuna vermeyen bir annenin yetiştirdiği çocuktan ne beklenir ki? Erkek evlâttır, hoş gör, elinin kiri, türlü çapkınlık esprileri olursa olacağı budur. Türkülerde bile;
Bulgaristan Türklerinin Sesi
BU L G A R ı S TA N
TÜRKLERi
BULGARİSTAN’DA- %23
TÜRKİYE’DE - %13
Bulgaristanlı Nüfus İstanbul İlçelerinde
İ s t a n b u l İ l ç e l e r i n d e - % İstanbulda yaşayan nüfüs yüzde olarak 21. FATİH %01.6 1.ADALAR %01.4 22.GÜNGÖREN %07.1 2.ARNAVUTKÖY %08.7 3.ATAŞEHİR %00.6 23.KADIKÖY %03.4 4.AVCILAR %41.3 24.KAĞITHANE %07.6 5.BAĞCILAR %18.6 25.KARTAL %08.2 6.BAHÇELİEVLER %07.7 26.K.ÇEKMECE %19.7 7. BAŞAKŞEHİR %08.3 27.MALTEPE %01.4 8.BAYRAMPAŞA %16.2 28.PENDİK %09.3 9.BAKIRKÖY %04.2 29.SANCAKTEPE %00.7 10.BEŞİKTAŞ %01.2 30.SİLİVRİ %23.6 11.BEYKOZ %04.1 31.SARIYER %02.3 12.BEYLİKDÜZÜ %09.8 32. SULTANGAZİ %18.9 13.BEYOĞLU %01.6 33. SULTANBEYLİ %02.7 14.BÜYÜKÇEKMECE %13.8 34.ŞİLE %01.3 15.ÇATALCA %17.7 35.ŞİŞLİ %03.3 16.ÇEKMEKÖY 02.2 36.TUZLA %02.3 17.ESENLER %04.3 37.ÜMRANİYE %06.1 1 8 . E S E N Y U RT % 1 9 . 6 38. Zeytinburnu %09.8 19.EYÜP %04.2 39.ÜSKÜDAR %04.4 20.GAZİOSMANPAŞA %31.7
Bulgaristan Ulusal Radyosu (BNR) bugün 80.yıldönümünü kutluyor
Bulgaristan Ulusal Radyosu ve jazz müziği icra edecek. (BNR) bugün 80.yıldönümünü BNR`nin „Sirak Skitnik“ ödülkutluyor. Bundan 80 yıl önce, 25 leri de sahiplerini bulacak. AsOcak tarihinde 3.Çar Boris`in imlında Sirak Skitnik, dinleyicizaladığı kararneme, Radyonun dolere hitap etmenin bir ustalık ğum belgesi oluyor. 80.yıldönümü olduğuna dair yazan, „Öğremünasebetiyle Sofya Ulusal Kültilmeyen birşeye nasıl ulaşıtür Sarayı (NDK)da, BNR çalabilir?“ sorusunu ortaya atan tısı altındaki tüm müzik topluRadyonun ilk müdürüdür. luklarının konseri düzenlenecek. BNR`nin 80.yıldönümü kut250`den fazla ses sanatçısı ve mülamaları Cumhurbaşkanı Rozisyen, seyirciler için klasik, halk müziği, pop sen Plevneliyev`in himayesinde gerçekleşiyor
Türkiye İş Dünyasından Balkan Devletlerine Büyük Yatırımlar Yapılacak
Türkiye Sanayici İş Kadınları ve İş Adamları Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı Alaattin Bayraktar yapmış olduğu açıklamasında Balkan Devletlerine 2015 yılında Türkiye Sanayici İş Kadınları ve İş Adamları Konfederasyonu üyeleri tarafından büyük yatırımlar yapılacağını açıkladı. Türkiye Sanayici İş Kadınları ve İş Adamları Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı Alaattin Bayraktar, yapmış olduğu açıklamasında, “2015 yılında kuruşumuza Ay akşamdan ışıktır üye İş Kadınların İş Adamları ve Yatırımcılar Yüküm şimşir kaşıktır tarafından Arnavutluk, Bosna Hersek, Komşu kızını zapteyle Bizim oğlan aşıkdır. Bulgaristan,Hırvatistan,Kosova, Makedonya, KaraKısmı sık sık söylenirse, kuyruğunu sallayan it hesabı hep bir tarafa suç atılırsa böyle manyakların toplumda dağ, Sırbistan, Moldova, Romanya Devletlerine özel-
likle Enerji, Tekstil,Turizm, İnşaat, Gıda sektörlerinde büyük yatırımlar yapacağız. Türkiye Sanayici İş Kadınları ve İş Adamları Konfederasyonu Genel Başkanımız Nezaket Emine Atasoy yukarıda adı geçen Balkan Devletlerinin üst düzey yöneticileriyle görüşmeler ve müzakereler yaparak Türk yatırımcısına yatırım kolaylığı ve ekonomik imkanlar sağlamıştır. Genel Başkanımız Nezaket Emine Atasoy’un çalışmaları sonucunda yukarıda adı geçen Balkan Devletleriyle Türkiye arasında var olan ticaretimiz dahada güçlenecektir” dedi. KurumdanyapılanaçıklamayagöreTürkiyeileBalkan Devletleri arasında yapılan uluslararası ticari anlaşmaların Türk Hükümeti işbirliğiyle yürütüleceği açıklandı.
Türkiye’nin en büyük kapalı yüzme havuzuna kavuşuyor. Tamamlandığında Avrupa’nın en önemli olimpik yüzme havuzlarından biri olacak projenin önündeki son pürüzler de Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in bizzat Ankara’ya giderek Gençlik ve Spor Bakanı, Vakıflar Genel Müdürü ve yetkililer ile yaptığı görüşmeler ile giderildi. Başkan Türel, Antalya’ya dev bir tesis daha kazandırmanın mutluluğu ve gururunu yaşadıklarını söyledi. “PROJENİN ALAN SORUNUNU ÇÖZDÜK”
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in girişimlerinin ardından son pürüzleri giderilen ve Antalya’ya Türkiye’nin en büyük kapalı yüzme havuzunu kazandıracak projenin startı verildi. Başkan Menderes Türel, “Antalya gibi deniz şehrinde uluslararası müsabakaların yapılacağı kapalı yüzme havuzu yok. Yıllardır konuşulan bu konu büyük bir ihtiyaç. Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’nce, gereken projeler tamamlandı, 20 milyon TL ödeneği ayrılmıştı. Büyükşehir Meclisi’ne konuyu taşıyarak, projenin alan sorununu çözdük.” dedi.
oluşması ne yazık ki normaldir. Oysa o meşhur Erzincan türküsünün pek söylenmeyen devamı da vardır: Ay akşamdan aş da gel Cılga yola düş de gel Eğer anan koymazsa Vicdanan danış da gel! Ya neymiş; vicdan varmış. Rıza varmış… Nerede ‘Vicdan?’ En aşağılık vahşeti uygulayıp, bir de bunu insan müsveddesi olarak yapmak akıl, hafızsala almıyor. İdam mı? Elbette idam cezası gerekli.Ama sadece tecavüzcülere, sübyancılara, hunharca cinayet işleyenlere değil; terör suçu işleyenlere ve bunlara emir verenlere de gelmeli. Toplum vicdanı ancak o zaman rahat bulur. Doğal hukuk ancak o zaman hayata geçer… İdam cezasını kaldıranların yüzüne bir şamar gibi, idam cezası geri inmelidir! Yoksa pazar alışverişi yaparken çocuklarınıneşinin gözü önünde ensesinden sıkılan kurşunla şehit edilen astsubayların, belediye otobüsünde ‘Molotof kokteyli’ atılarak yakılan kızlarımızın ardından daha çok yazılar düzeriz…
TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK KAPALI YÜZME HAVUZU ANTALYA’YA YAPILIYOR
Aga Partisi ve Yeni Durum Seyhan ÖZGÜR
Plovdiv’in (Filibe) Roman semti “Stolipinovo” da yeni politik parti kuruldu. “Şeker mahalle” ile “Küçük Paris” İnsanca Yaşama ve Yükseliş Hareketi (İYYH) adıyla tescil ettirilen ve kısa adı (DBV) olan partiyi her bakıma ve tamamen destekliyor. Bulgaristan’ın ikinci büyük şehri olan Filibe’deki politik hareketlenmenin ve DBV partisinin Genel Başkanlığına Derviş Hasanov seçildi.. Derviş Hasanov Filibe Müslüman halkı arasında “Aga” olarak bilinir ve doğal bir lider olarak kabul edilen saygın biridir. DBV partisi Program ve Tüzük’le mecliste siyasi temsilcilik için mücadele bayrağı kaldırdı. Kendilerini Müslüman Türk ve (millet) olarak kabul eden, aralarında Türkçe konuşan Müslüman ahlakına göre bir yaşam tarzı uygulayan ve Müslüman geleneklerine bağlı olduklarını açıklayan yeni partinin siyasi başkanlığı Asenovgrat, Karlovo, Kriçim, Stamboliyski, Sliven ve birçok başka merkezlerde destek buldu. Filibe Romları kendilerinden oy isteyen, oyu alıp parasını ödemeyen ve seçim öncesi gelip bir daha yanlarına uğramayan, hiçbir isteklerini yerine getirmeyen Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) partisinden böylece fiilen ayrılmış oldular. DPS partisinin boş vaatlerini dinlemekten usanan, yeni partinin aktif üyeleri “bizi çok aldattılar ve fazlasıyla oyaladılar” diyor. Son seçimlerde “Stoliponovo” seçmeni oyunu gazeteci Nikolay Barekov’un “Sansürsüz Bulgaristan Partisi” listesine verdi. Hemşerilerine büyük umut bağladılar. 2013’te kurulan parti, kısa ömürlü oldu ve 2 ay önce dağıldı. Bu arada onlar N. Barekov’u AB Genel Kuruluna 15 milletvekilini de Sofya meclisine gönderdi. Seçmen seçim yasası değişikliğinden yararlanıp öncelikli (tercihli) oy kullanarak 10. sırada yer alan anaokulu öğretmeni Bayan Ana Barakova’yı seçtiler. Ne var ki, milletvekili Bayan Barakova meclise girmeden partiden ve meclis grubundan ayrılmaya zorlandı. Bu olay duyarlı “Stoliponovo” seçmenini çok etkiledi. Vaatler havada kaldı. Filibeliler hemşerilerine inanmışlardı. Hayal kırıklığına uğradılar. Barekov defteri böylece dürüldü. “Stolipinovo” seçmeni daha önce oyunu hep Hak ve Özgürlükler Partisine veriyordu. Fakat “fahri lider” Ahmet Doğan ile “yeni lider” Lütfü Mestan’ın siyasi polis ajanı olduğunu öğrenip Mushaf’tan kalın tomar tomar ajan dosyalarını görünce iyice şaşırdı. Şu son seçimlerde HÖH-DPS liderlerinin “Stolipenovo” meydanına uğrayıp komşu gönlü alma mahiyetinde şöyle bir el sıkışıp hal hatır sormaya tenezzül etmeyişleri, hepsini çok etkiledi. Soğukluk yüreklerine indi. Bir de şu, 2014 yılın antiİslam olayları keşke olmasaydı. Tarihi camileri taşlanıp yakılmak istendi. Utanç veren bu unutulmaz olaylar önce geleneksel iyi komşuluk ve hemşerilik ilişkilerimizi bombaladı, HÖH-DPS partisinin katıldığı “Oreşarski” hükümeti zamanında meydana gelmeleri de DPS-ci umudu söndürdü. Şehrimiz Sofya ve Karlovo’dan büyük büyük motorlarla gelen eli sopalı siyah elbiselilerle doldu, yerliler iyice ürktüler. Başlarında belediye başkanları olması da düşündürücüydü. Daha önce böylesine şiddetli saldırılara tanık olmamışlardı. Taşlı sopalı olaylar mahkeme binası ve cami önünde, çarşıda oldu. Irkçılar hukuksal adaleti tanımıyor. Kuralları kendileri koymaya çalışıyor. Mahkeme kararlarını engelliyor. Şehrimizde hamamlarımız, dükkânlarımız, kabristanlığımız, bize ait birçok şey kullanılamıyor. Müftülük ve vakıf mallarımızın, tarla, bağ, bahçe ve ormanlarımızın yasal yolca geri verilmesi bu sebeple engelleniyor. Irkçılar iyice kudurdu. Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 3 dinlemek olanaklaştı. Makedonya’da OsBaşkanlık yolu açıldı manlı mirası olan büRafet ULUTÜRK Tekrarı - Haziran 2014 yayınlanmıştı
Tarihin en görkemli İmparatorluğu olan Osmanlının çözülme ve monarşiden Cumhuriyete geçiş sürecinde toplam 44 devlet oluştu. Son hesapta, bu zengin geçmişin ana varisi Türkiye Cumhuriyetidir. O, aynı tarihsel geçmişin enerjisiyle kurulan irili ufaklı devletlerden hiç birine yan gözle asla bakmadı gibi, husumet yaratıp savaş da açmadı. Bu açıdan Türkiye’nin bir asırlık Cumhuriyet tarihi son yüzyılın emsali olmayan parlak bir örneğidir. 43 kardeşine ayırıp kayırma gözetmeyen, hepsine karşı hep aynı mesafede olmaya çalışırken bir ağabey gibi davranan Türkiye devleti, yakaladığı toplumsal modernleşme, gelişme ve kalkınma modeliyle öteki kardeşlerine örnek olurken, dara düşene ise hep yardım eli uzatıyordu. Suriye faciasında, konuk muamelesi gören sığınakçılara gösterilen sıcaklık, biz Bulgaristan ve Balkan Türklerinin yaşadığımız toplam 39 göç esnasında, hele 1989 Büyük Göçünde gördüğümüz büyük ağabey yaklaşımının bir devamıdır. Büyük Osmanlının gölgesi ruhlarımızda bugün de hepimizin Vatanı ve yuvasıdır. Bu dev Çınar’ının köklerinin kardeşleşmesinden oluşan ormanda ağaçlar ortak gölge oluşturmaya çalışırken, son bir ayda beliren zamansız mezhep kavgaları; “İslam Devleti” ve“Halifelik” ilan edilmen ya da kargaşayı fırsat bilip sınır çizgilerini değiştirip bağımsızlıktan dem vurmaya kalkanlar, bizde farklı çağrışım uyandırdı. 1981’te, Bulgar Devleti’nin “1300. Yıldönümü” törenlerinde, olayları olduğundan görkemli, gölgeleri de olduğundan koyu göstermeye çalışan diktatör T. Jivkov, Sofya’da Kültür Sarayı bahçesine bir günde büyük büyük yapraklı ağaçlar dikip her yeri gölgelendirilmişti. Dev ağaçlar Almanya’dan getirilen iri dişli kepçelerle kökünden söküp saray bahçesine açılan kuyulara ormandan getirilip dikilmişti. Bilirsiniz boylanan ağıcın kökü kazılmaz ve sulanmaz, çünkü o aradığı suyu derinde bulmuştur ama bizimkiler kazdılar suladılar, suladılar kazdılar ve ikide bir ilaçladılar ama bir iki yılda ağaçların hepsi kurudu. Sosyalizm düzenine de totalitarizm illetini dikerek toplumsal olarak da kurudukları misali… İslam Devleti ilan edenlerin Halifeliği de in üstüne çatı gibi göründüğünden kendini anlamsızlaştırdı. Hilafetin kaldırılması ben Osmanlıyım demekle gururlanan teba için 3 Kasım 1939’da Tanzimat fermanının ilanı ile modernleşme mikrobunun halk zihninde parçalanıp bölünen ufalanan devletten yıkıcı kanunları kendisinin nasıl yok etini göstermiş oldu. Bu olay bana, en basit tebaası “Osmanlıyım” demekle gururlanırken 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanıyla içine “modernleşme” mikrobu düşürüp baştanbaşa parçalanıp bölünerek ufalanma temellerini kendisinin nasıl attığını anımsattı. 1924’te TBMM Hilafeti kaldırmakla Müslüman ülkelerin uygar dünyaya katılma kapısını araladığı gibi, Bulgaristan Krallığı’nda yaşayan Müslümanların yenileşen düzene Baş Müftülük yönetiminde ayak uydurabilmelerine serbestlik getirmişti. Son yüzyılda Osmanlıdan kopan devletler uygar dünya yolunu ararken hep Türkiye’ye baktılar, Türkiye Cumhuriyeti’ni örnek aldılar. Tarihsel gidişi silah zoruyla ters çevirip, geçen hafta bir şeriat devleti ve Halifelik ilan edilmesi hepimizi düşündürdü. Hıristiyan dünyası ile ilişkilerin “soğuk ve sıcak savaş” dönemine yeniden itilmesine yol verilemez. Diş İşleri Bakanımızın Sn. Ahmet Davutoğlu’nun “dünyanın bundan sonra ilerlemesi uygarlıklar arası savaştan geçer” diyenlere verdiği yanıtında “Hayır, barış ve anlaşmadan, sınırsız bir dünyadan geçecektir” demesi yankılanırken büyük destek topladı. Balkanlar açısından bakıldığında, Büyük İskender, kimin Çarı oldukları üzerinde tartışmalar dinmeyen II. Simeon ve İvan Asen, İslav alfabesini yazan Kiril ve Metodiy kardeşlerin devasa anıtlarının çevrelediği Üsküp meydanında değişik vesilelerle karma mehter takımlarının Osmanlı ve Türk marşlarını
tün konak, askeri okul, cami, medrese, tekke, köprü, okul ve çarşılar onarıldı. Güzellikler yaşama kazandırıldı. Kutlamaya değer gelişmeler oluyor. Öte yandan, Bulgaristan’da Baş Müftülük ve vakıf taşınmazlarının, Osmanlı kale ve konaklarının, Kostendil’de “Fatih Camii” de aralarında olmak üzere Karlovo “Kurşun Camii”, Razgrad “Büyük Camii”, Kırcaali’de Medresemize, Filibe “Taşköprü camisi” ve “Türk Hamamları” gibi tarihi ve yüksek mimari mirasımızın dış mangalına bile dokunmamıza izin verilmiyor. Bulgar’ın Anti-İslam ve anti-Türk devlet politikası halen sürüyor. Düne kadar Türkiye diplomasisi tarafından da desteklenen HÖH/DPS lider takımı öz Vatanımızda Türklük düşmanı politikayı çok aşamalı ve değişik biçimli bir uygulama olarak bazı belediyeler desteklemeye devam ediyorlar. Bu konuda mahkeme kararlarının hiçe sayılması, çok manidar olduğu kadar, eski Osmanlı topraklarında çok çelişkili ve ağır problemli sorunlar yaşandığına hepimizi tanık ediyor. Bu arada Bulgaristan’a son 25 yılda en fazla yardım eden ülke de yine Türkiye Cumhuriyetidir. 2 milyardan fazla yatırımla Türkiye Bulgaristan’ın birçok il merkezinde fabrika bacalarını tüttürdü. Sofya yer altı treninin 2. Hattını inşa edip işletti. Burgas iline açılan otoyola damga vurdu. Sofya’yı Pernik şehrine otoyolla bağladı. Oteller kurdu, işletiyor. Lokantalar açtı ağız dadımız değişti. Özlemlerimizi giderdi. Eğitim ve kültür alanında atılacak yeni adımlara alan hazırlıkları devam ediyor. Bu dev yardımların 2002 yılından sonra kat kat artarak hayat bulması, olayların kökünde Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın olduğunu belirtmemize yeni vesile olmuştur. Bu minnettarlığımızın ifadesi olarak Biz BulgaristanTürklerinden İstanbul’da BULTÜRK Derneği olarak son yerel seçimlerde oyumuzu AK Parti adaylarına verilmesi gerektiğini basın toplantısı ile açıkladık. Hareketimizin doğru olduğuna inanıyoruz. İşte böylesi karmaşık bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez olmak üzere direk başkanlık seçimine gidiliyor. 10 Ağustos 2014 bu bak ı m a ç o k a n l a m l ı b i r g ü n d ü r. Burada Türkiye’yi ileriye ve geriye çekmek isteyen iki cephenin birbiriyle yüzleşmesini izleyeceğiz. Monarşiden Cumhuriyet düzenine geçerken Osmanlının paşası ve Cumhuriyetin de kurucusu ve Başkanı olan M. K. Atatürk’tür. Onun zamanında gerçekleştirilen reformlar Osmanlıyı öz ve biçim olarak olumsuzlaştırdı. Fakat bu yapılırken bazı çerçeveler dar tutulmuştu. Bunları genişleterek aşma yolunu ise Başbakan Recep Tayip Erdoğan buldu. Son 12 yılda köklü yenileştirici adımlar attı: Bir defa çoğulculuğa dayanan politik sistemin üzerindeki anayasal vesaiti kaldırdı. Politik yapıyı yeniden düzenlerken demokratikleştirdi. Anadolu’nun sermayesini oluşturdu; Anadolu’da eğitim, kültür ve sanayi devrimi yaptı; Türkiye savunmasını dışa bağımlılıktan kurtarmak için milli savaş sanayisini kurdu; modern bir Türkiye’nin dinamik alt yapısını tünel, köprü, oto yol ve hava alanlarıyla tanınmaz bir hale getirdi. Ulusal bütünlüğünün etnik farklılıkları yaşatan bir bukette yaşayacağına inandı. Kürtlere ve diğer etniklere özgün kültürel haklarını tanıdı. 34 yıldan beri çözülemeyen Kürt problemine başarılı çözüm formülü buldu. Türkiye’de XXI. Yüzyılın ilk atılımlarını belirleyen bu gelişmeler daha 139’da atılan Batıya dönük uygarlaşma yolunu genişletmeye çalıştı. Kuşkusuz burada Türkiye Cumhuriyeti‘ninatlayamayacağı bir çita olmadığını yazarken, tuz içinde şekerin zor eridiğine işaret etmek istiyorum. Modern Avrupa’da ilan edilen “farklılıkların bir araya gelmesinden oluşacak yeni Avrupa Birliği uygarlığı” aslında hayal edildiğinden çok farklı çizgiler de içeriyor. Bir defa, üye olan 28 devletin sınırlarını kal-
dırarak, bütünleştik demesi ve Brüksel meclisinde 24 dilin resmi dil olarak kabul edilerek kullanılması, yeni bir forumsal varolma biçimi yaratırken, özsel değişikler getirmedi. Üye ülkelerin her birinde var olan ve çözülemeyen ise etnik sorunlar kangrenleşmeye devam ediyor. Üye devletlerin ulusal devlet politikalarında azınlıklara etnik eğitim, kültür v.b. haklarını kullanma hakkı devlet eliyle kısıtlanıyor. Devlet ajanlarınca yönetilen yamak partiler örneğin Bulgaristan (HÖH) partisi Türk ve Müslüman azınlıklarını eriterek yok sayma değirmenine su taşımaya devam ederek ayakta tutuluyor. Atalarımızın atları evcilleştirerek, bakır, demiri ve çeliği yerlilerden daha iyi işleyip ehlileştirerek kolayca yerleştiği Anadolu’da buldukları eski Elen kültürü, Bizans hukuku ve Hıristiyan dininin yerine daha üstün bir üretim biçimi, ahlak ve adalet anlayışı getirdiklerinden dolayı 1 000 yıl önce kolayca kabul dilip yerleşebilmeleri dünyayı şaşırtmamıştı. Avrupa Birliği’nin (AB) varoluşuna temel tarihsel dayanak olarak gösterdiği Hıristiyanlık, kadim Rum kültürü ve Bizans hukuk üçlüsüydü. Modern Anadolu’da yani Türkiye sınırları içinde İslam dini, Müslüman yaşam biçimi, Türk-İslam sentezi kültür ve devletin cumhuriyet biçimiyle tam bir uyum ve mükemmel bir harmoni içinde yaşamış, yaşıyor ve yaşayabilecekken, aynı üçlü sentez bütünlüğü eski kıtada Türklük uygarlığıyla birlikte neden uygulanmasın? Neden uygulanmak istenmiyor? Bu perspektifi, nurlu ufku neden kabulü mümkün bir uygarlık olarak göremeyenlerin yaşam ortamı bulabildiklerini anlamak, dün olduğu kadar bugün de hakikatten anlaşılır gibi değildir. İşte böyle suni olarak ağırlaştırılmış koşullarda, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık seçimine gidiyor. Yarın AK Parti Başkan adayını açıklayacak. Herkes Sn. Recep Tayip Erdoğan’ın üzerinde duruyor. Gerçeği isterseniz kişilik o kadar da önemli değil, çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sına göre bir vatandaş kendi başına Cumhurbaşkanı olmak isteyemez, kendini aday da gösteremez, parlamentodan 20 kişilik bir grup tarafından önerilmelidir. Şimdiki muhalefet, ana hatlarıyla CHP-MHP ikilisi, son 12 yılda Türkiye’de yeni algoritmaları üreten, yeni bakış açılarını yerleştiren ve devletin politik ve felsefi yeni yapılaşmasında dinamo rolü gören Başbakan Sn.Recep Tayip Erdoğan veya AK Partinin önereceği adayın önüne hiç beklenmedik bir şahsiyeti (Ekmelledin İhsanoğullu) aday olarak dikildi. Bu neye benziyor biliyor musunuz? AK Parti ve Başkanı Sn.Recep Tayip Erdoğan dar başkanlık yolunda üç atlı faytonuyla normal ilerlerken, önüne muhalefet tarafından indirilen bir kani arabasıyla yolunun tıkanmasıdır. Fikrin özündeki hainlikte Başkanlık yokuşunun dar bir yol olduğu ve solama ve sağdan dolanma gibi bir imkân olmamasıdır. Bu yolun bir tarafı dere hendeğidir diğer yanı da siperdir. Monarşiden Cumhuriyete Cumhuriyetten Başkanlık sistemine başarılı geçiş, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti yönetim sistemini daha da demokratikleştirilmesi ve ehlileştirilerek daha verimli bir hale getirilmesi açısından Avrupa Birliği’nin önüne geçmesi anlamına gelir. Evet Türkiye artık devleşiyor ve bu devleşme de yarı ve başkanlık sistemine geçmek zorundadır. Bu gerçekleştiği takdirde inşallah tüm dünyada yaşayan Türklerin de dualarıyla yeni Türkiye’nin, yeni Cumhurbaşkanı hem ülkemize hem milletimize hem de dünyanın her yerindeki insanlarımıza umut verecektir. İnşallah Ramazan ayının bereketiyle oluşan bu dualar Milletimizin hem birliğine hem beraberliğimize hem kardeşliğimizi pekiştirir ve dünyada yaşanan acıları da ancak böyle hafifletebiliriz. Bekliyoruz. Başkanlık yolu yokuştur, geri dönüşü olmayan bir tırmanıştır. Türkiye Cumhuriyeti için ise bu bir yücelme yoludur. Tüm Türk Dünyası ve Osmanlıdan ayrılan 52 devletin pir dikkat izlediği ve örnek almak istediği bir ilerleme ve onur yoludur.
Türk Dünyası Merkezinin oluşmasına bir genel seçim kaldı… Hedefe giden ilk adım Dünya Türklerine hayırlı ve uğurlu olsun
4
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Yatırımcısı Ödülleri” Y e n i l m eS e vyi l ec a nn lY ÜeC rE “Yılın Bulgaristan YatırımBulgaristan’da C And C “İnsanoğlu likide edilebilir, yok edilebilir, fakat asla yenilemez!” Bu sözler Nobel Ödüllü yaratıcı Ernest Heminguey’e aittir. Bulgaristan Türeleri’nin ölümsüz şairi Sabahattin Bayram ‘ı anımsıyoruz. Aynı güneşi sevdik. Sevgimde senden daha içtenim. (Bana öyle gelmiş olabilir.) Sen beni yendin, Beni çarmıha germeyi başardın.
Fakat giyotinde olduğum zaman da Güneşe senden daha yakındım. 1966 Sabahattin Bayram’ı, Sabahattin Bayram Öz olarak, Bulgaristan Türkleri Şiir Antolojisi’ni hazırlarken, Bursa’da tanıdım. 20. yüzyıl boyu yazan, yaratan ve halkımıza kanat geren şairlerimizden birini unuttum mu acaba diye endişeleniyordu. Her şiiri yenden ve bir daha yaşarken, değişik dünyalara giriyor, her virgülün hatırını vermek için özenirken, yere düşen olduğunda bükülüp yerdekini dikkatlice kaldırıp nişan yüzüğüne pırlanta takan kuyumcu kadar itinalı yerine koyuyordu. Sevgiden korkma (Dağlının oğluna) Dostum, Şu sigara dediğin meledi bir defa yaktın mı O – istesen de, istemesen de – sonuna kadar yanar. Çeksen de, çekmesen de, uzayan kül Sonunda düşer. Dostum, Bir de şu hayat dediğin meledi bir defa yaktın mı O – istesen de, istemesen de – sonuna kadar yanar. Sevsen de, sevmesen de, Sonuna kül olup söner.
18 Eylül 1931’de Dobriç’te doğan şair Sabahattin Bayram Bulgaristan Türk azınlığının edebiyatına yıldırım hızıyla girmişti. İlköğrenimini kasabasında ve lise öğrenimini de Sofya’da gördü. Daha ilk dörtlüklerle okurlarının kalbini açtı. Asker ocağında iken, o yıllarda Türkçe çıkan “Halk Gençliği” gazetesi şiir yarışı ilan etmişti. Sabahattin bir akçam “BARIŞ İÇİN “ şiirini bir solukta kaleme aldı. BİRİNCİ OLDU! Yaratıcılık kapısını böyle açtı. Teskeresini alınca “Emek Davası” gazetesinden davet aldı. Sofya’daki Türk aydınlar arasına şerefle girdi. O sıradan bir şiir sever, okur yazar değildi, her satırında sevmeye, diklenmeye, baş kaldırmaya, demir atan ya da demir alan bir gemi gibi boru çaldı. Virajlı ve çok uzun bir yola kalkan bir lokomotif gibi pahlayıp puflamaya başladı. Öte yandan onun dizelerinde sisin dağlardan ovaya inişi, ırmakların çağlayanlardan dökülüşü, saz, bağlama ve ut tellerinin yeşil ovada taze açmış çiçekleri arı gibi dolaşması hayranlığı vardı. Yalan Şu peykede oturduğumuz bir yalan, Kendimizi kavak ağacına benzetmemiz de yalan, Eğer önümüzde kaynayan ayazmaya Hayran oluyorsak baktıkça, Bil ki, o da yalan. Bana uzattığın eli, İkimizi Bahçedeki güneş ışınlarının ısıttığı O da tamamen yan. Peykeyi aldatıyoruz. Kavak ağacını da aldatıyoruz. Şırıldayarak yola çıkan suyu da aldatıyoruz. Karşılıklı sevgi olmayınca, Seviyorum, Desen de, Birbirimizi aldatıyoruz.
Gençlik yıllarında Bulgar ve dünya şair ve yazarlarının havasına giren Sabahattin Bayram, Sanat ve edebiyat konusunda o yılların dar görüşlü komünist bakış açısıyla çelişkiye düştü. İşten uzaklaştırıldı. Şumen Dram Tiyatrosunda çalıştı. 1972’de Sofya Radyosu’nda iş başı yaptı. Emekli olana kadar orada kaldı. 1962’de ve 1966’da şiir derlemeleri ve daha sonra da “Ahmet” başlıklı bir destan kaleme alıyor. Veselin Hançev ve Veselin Andreev’in şiirlerini Türk okurlara kazandırdı. Sabahattin Bayram diğer Bulgaristan Türkü şairlerden farklı, daha derin, bakış açısı daha uzak bir yaratıcıydı. Devamı www.bghaber.org
lar Ajansı’nın (BAİ) “Yılın Yatırımcısı Ödülleri” Balkan Oteli’nde düzenlenen törenle sahiplerini bulurken, Türkiye’den iki yatırımcı da ödüle layık görüldü. Törende, 12 dalda başarı gösteren şirketlere, heykeltraş Seyfettin Şekerov’un hazırladığı “”altın boğa” şeklindeki heykelcikler ve onur plaketleri verildi. Türk yatırımcılarından C And C Textiles, “En İyi Başlangıç”, Teklas Bulgaria ise “Yenilikçi Yatırımcı” alanlarında ödül aldı.
Textiles’i kuran Türk Eurotex Holding’in Genel Müdürü Ayşe Çelikyılmaz, ödülünü aldıktan sonra, ülkenin güneyindeki Hasköy şehrinde bir yılda kurdukları sentetik ve elastik iplik üretim işletmelerinde 115 kişiye iş imkanı sağladıklarını söyledi. Çelikyılmaz, “Yeni yatırımcılar arasında belki de en başarılı olduğumuz için ödülü biz aldık. Ülke hakkında son derece olumluyuz ve 3 yıla kadar personel sayımız bine ulaşabilir” dedi.
Bulgaristan-Türkiye Ekonomik İlişkileri Bulgaristan-Türkiye ekonomik ilişkileriBulgaristan’daki Bulgar-Türk iş adamları dernekleri aynı çatı altında birleşiyor Bulgaristan’da faaliyet gösteren Bulgar-Türk işadamları dernekleri aynı çatı altında birleşerek Türk-Bulgar İşadamları Dernekleri Birliği’ni kurdu.Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe, Bulgaristan’ın, Türkiye’nin güçlü ekonomisi ve geniş yatırım olanaklarından daha çok yararlanması gerektiğini kaydetti.Türkiye’nin önümüzdeki 10 yılda çeşitli projelere yapacağı yatırımların 520 milyar dolara ulaşacağını ve Çin Cumhuriyeti’nden sonra dünyanın ikinci en büyük yatırımcısı olacağın ifade eden Gökçe, yeni birliğin de Bulgaristan’a daha çok Türk yatırımı çekilmesi, Bulgar işadamlarının Türkiye’ye yatırım yapması ve iki ülkenin iş sektörlerinin üçüncü ülkelere birlikte yatı-
rım konusunda destek olacağını anlattı.Merkezi Sofya’da bulunan Türk-Bulgar Sanayi ve Ticaret Odası (TBSTO) Genel Başkanı Zeki Bayram ise AA’ya yaptığı açıklamada, oluşturulan çatı örgütünün hedeflerini anlatırken, “Birlikten kuvvet doğar felsefesiyle yeni bir oluşumu gündeme taşıdık” dedi.Bayram, Türkiye’nin yatırımlarından Bulgaristan’ın daha çok nasiplenmesi gerektiğini Bulgaristan’daki Bulgar ve Türk sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle iki ülke arasında 10 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşılması gerektiğini vurguladı.Trakya Glass Fabrikası Müdürü Alper Can da, “Bulunduğumuz coğrafyada Bulgaristan’daki yatırım olanaklarının bizim için elverişli olduğuna karar verdik. Cam sektöründe 2004 yılından bu yana yaptığımız üretime 600 milyon dolarlık yatırım yaptık, 2 bin kişiye istihdam yarattık” dedi.
Türk bilim adamları tarafından bulundu, altından daha değerli! Türk bilim adamları öyle bir başarıya imza attı ki, altından daha değerli 1000 gramı ise 72 bin dolar! DPÜ’den bir grup bilim adamı, bor üzerine yaptıkları çalışma sonucunda, dünyanın en pahalı elementlerinden olan rubidyum elementinin, bu madeninin atıklarının içerisindeki varlığını tespit etti. Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Başkanı ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Yunus Erdoğan başkanlığındaki bir grup bilim insanı, borun fabrikada işlendikten sonra ortaya çıkan endüstriyel atıklarında, dünya piyasalarında altından daha değerli olan gece görüş, tıbbi görüntüleme cihazları, fiber optik telekomünikasyon ve tıp alanın kullanılan rubidyum elementinin varlığını belirledi. Erdoğan, yıllardır bor madeni üzerine çalışmalar yaparken bu madenin atıklarının da ilgilerini çektiğini söyledi. Bor atıklarında bulunan bazı elementlerin günümüzde büyük önem kazandığını belirten Erdoğan, “Bor atıkları üzerinde rubidyum elementinin varlığının çalışmalarını da gerçekleştirdik. Bor atıklarındaki rubidyumla ilgili çalışmaların, dünyada bir örneği bulunmamaktadır. Bu konudaki çalışmanın dünyada bir ilk olduğunu söyleyebilirim. Bor atıklarından rubidyum üretilmesi çok önemli. Bir gram rubidyum 72, 1000 gramı ise 72 bin dolar. Uluslararası veriler bunu göstermektedir” diye konuştu.
Sezyum elementi üzerine de çalışmalar mevcut Erdoğan, rubidyum elementinin gece görüş, tıbbi görüntüleme cihazları ile fiber optik telekomünikasyon, radyasyon algılama sistemleri ve tıp alanında kullanıldığını dile getirdi. Bu elementin dünyada büyük öneme sahip olduğunu vurgulayan Erdoğan, şöyle konuştu: “Bor madeninin türevlerinden olan bir ton borik asitin uluslararası fiyatı, 500 ile 700 dolar arasındadır. Yani bir kilogram borik asit, 0,5 ile 0,7 dolar arasında değişiyor. Bir kilogram rubidyum ise uluslararası piyasalarda 72 bin dolar. Dolayısıyla bizim bor atıklarında, lityum, rubidyum ve rubidyumun özelliklerini taşıyan sezyum konusunda çalışmalarımız vardır. Lityum ve rubidyum konusu uygulamaya gelmiş, sezyum ile ilgili çalışmalarımız ise devam etmektedir. Bunlar, kardeş element olduklarından bor atıklarında ortalama bin ‘ppm’e yakın rubidyum bulunmaktadır. Yani bir ton atıkta, 1000 gram rubidyum vardır. Bu az gibi görünmekle beraber, bu oran altın yataklarında ise 20 ppm bulunuyor. Dolayısıyla rubidyumun, bu atıklarda ne kadar zengin olduğunu tasavvur edebiliriz.” Erdoğan, Emet ve Hisarcık ilçelerindeki bor işletmelerinde ise bir yılda 3,5 milyon ton endüstriyel atık çıktığını sözlerine ekledi.
ДПС се гаври с паметта на жертвите– 1
Имаше “възродителен процес“, но няма виновници. Вече стана традиция в третата десетдневка на месец декември в различните градове и села на Кърджалийска област на Р.България да се чествуват декемвриските събития от 1984 година. Тези чествувания са израз на възспоменания на жертвите на комунистическия тоталитарен режим, а именно на онези жертви от Турския етнос в България, които в стремежа си да опазват своята идентичност стават прицел на куршумите на комунистическата милиция и войска. Като казахме идентичност нека си припомним за коя идентичност става въпрос. С установяването на комунистическия режим през 1944та година, той заварва едно Турско малцинство, от което 99% изповядва своята ислямска религия, 60% владее майчиния си език писмено и разбира се 100% говоримо, което беше трън в очите комунистите и пречка за внедряването на комунистическия начин на живот сред това малцинство. След като успяват да конструират скелета и структурите на комунистическата система по места с помоща на привлечените и примамените с комунистическа власт и материални облаги Турци, комунистическата система започва асимилацията на Турците и Мюслюманите. Потомците на Турските комунисти, приели асимилационния процес за своя задача и цел биват изучавани и обучавани съгласно комунистическите норми, като на същите им се предлагат ВУЗ ове без приемни изпити, назначаване на удобна работа и приютяване в отделни структури на властта. От друга страна в знак на благодарност същите участвуваха пряко в асимилационния процес като партийни функционери, агенти на ДС и доносници. В резултат на така проведения асимилационен процес чрез комунистическата тоталитарна държавна политика, Турците в България в началото на 80 те години от своята идентичност успяха да си запазят само имената и майчиния език- говоримо. А от религиозните си обичаи и ритуали обрязването, символичното чествуване на двата религиозни празника-Курбан и Рамазан Байрам. Посещението на джамии почти се занули, защото това се показваше и демонстрираше като крайна изостаналост от комунистическото съвремие и норми. В същото време преследванията и санкциите против вироглавите, които се придържаха към своите религиозни обичаи и ритуали бяха много строги и системни. Но на комунистите в България им се видя много и това малкото, което успяха да си опазят Турците като идентичност и си измислиха и решиха да проведат така наречения “възродителен процес“,който процес по начин на съдържание и изпълнение няма равен на себе си в световната история на човешкото развитие. Предизвикателство да напишем тези редове е словото – обръщение на г-н Лютви Местан на честванията от Момчилградската трибуна. Но за да се припомни на читателите койкой е и за какво се е борил и се бори трябва да си направим малък преглед на близкото минало. Защото в това обръщение има освен верните отражения на случилите се събития в миналото и доста демагогия, популизъм, цинизъм, егоизъм и т.н. с цел припечелване на политически дивиденти за в бъдеще. Тъй като г-н Местан в това свое изказване уж отговаряйки на въпрос на една журналиска „Какво направи ДПС през този период относно осъждането на престъпниците“ изръси, че доста път сме извървяли, в смисъл доста права сме си извоювали. Но не стана ясно какво са извоювали обикновените граждани потърпевши от така наречения „възродителен процес“. Ако става въпрос за самите политици от ДПС върхушката и за техните материални благополучия„Да“, но как стоят нещата за останалите. В началото на 1990 та година политбюро на БКП си изми ръцете от така наречения „възродителен процес“ като със свое решение възложи на Народното събрание да издаде законова процедура за възстановяване на Турските имена на потърпевшите граждани. След това БКП си смени името тоест стана БСП, с което изцяло се „очисти“ от своето комунистическо минало, с което си „сне“ и цялата отговорност за така наречения „възродителен процес“. И след този период от време тоест от 1992 та година до 2013 година, включително, Турските и Българските комунисти съвместно управляваха България близо двадесет години. Devamı var www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 5
O, Binlerden Biriydi!
Son kıvrımı eksik bir portre! Sevilmek istediği kadar sevilNeriman ERALP memiş bir sevgili! Mehmet KaGün batarken yine alçalacak, rahüseyinov gözyaşı dökmeden Hürriyeti uğurluyoruz… ağlayan bir şair veya güz beYüreğimi okşayan yine sabah olacak, bekleri yaş dolana kadar gülen Ve biz, son lokma ve son yudum suyu bir şairdi. Saygısızlık ve küsKardeşlerimizle yine paylaşacağız… tahlık, kokuşmuş zamanın ilişŞairin isim değiştirmeye karşı isyan olarak kileri, yüzkarası olanın egemen kendi yakmasından sonra basılan şiir derlemesi önümde: Başlığı NOTASIZ. Yaratıcı Mehmet olduğu yıllar şairin gözünden asla kaçmadı. Karahüseyinov Bulgaristanlı Türklerin ede- Sıcaklık Bekleyen Şiir biyatında parlaklığına çok ender rastlanan bir Kar salkım söğüdü gafil avladı – sima olmakla birlikte, Bulgar ve dünya literatü- Yeşilliği sırtında ründe de adı geçen bir yıldızdır. O Bulgaristan Ve daha nice ağacı yemyeşil yakaladı… Türklerini ve Türklüğünü ebediyen yaşatmak Dokunan el demirine yapışan Bir tren garıyım ben, için kendini bir meşale gibi yaktı. senden gelen yollar Evinde çalışma masasının dayandığı du- Bana Birer birer kapanmış diyorlar. varda Nobel ödüllü Amerikan yazarı Con yağıyor, yığmış şimdi harman savuruyor – Steynbek’in kaleminden düşmüş şu satırlar kır- Kar Göz gözü görmüyor. mızı kalemle yazılmış ve pencere açıldığında Bu mevsimde bir erik ağıcı çiçek açmış, içeri giren rüzgarda ara sıra biraz sallıyordu: Bilmem kaç hektar orman yanmış. “…öleceğimizi unutmamak zorundayız, Haberler geliyor… dolayısıyla öyle yaşayalım ki, ölümümüzde Dünya beni oturduğu yerde otururken dünya tek sinmesin…” Yattığım yerde yatarken ve soluğu kesilmiş bir Evet, Mehmet’in kendini yakması da ne dün- Halde buldu. yaya ne de bir çıra gibi yanmasından 2 ay Yağışlar birbirini kovalasa da sonra dünyaya gelen oğlu, yakınları ve seven- Kar tabanı artık şırıl şırıl akıyor. leri için bir teskin oldu. Çünkü onun ölümüne Ve ben bu defa da yeşeren yeşilliği beklesem, sebep olan totaliter rejimin Bulgaristan Türk- Yani nefesin değiştiğini, lerinin isimlerinin zorla değiştirme, 1984 so- Senin için çok zarif bir saz eseri nunda ve 1985’le başlayan isim, soy isim, din Besteleyeceğim. 31.10. 1988 ve etnik kültür katliamı oldu. NOTASIZ kita- Mehmet Karahüseyinov 1 Şubat 1985’te bına önsöz yazan bilinen Bulgar şairlerinden VitoşDağı’nın eteklerinde kendi evinde, Türk Konstantin Pavlov şöyle dedi: asıllı Bulgaristan vatandaşlarının isimlerinin “Şairin kendi canına kendisinin kıymasını değiştirilmesini protesto ederken kendini yaktı ben kendini koruma içgüdüsünün en asil şekli ve Büyük Türk Şairi Nazım Hikmet’in olarak kabul ediyorum. Başa gelen, ruhu yayanmazsam şatmak için bedeni yok etme anlamındadır. “Ben Sen Yanmazsan, Ben onun cesareti önünde baş eğsem de, kim- Biz Yanmazsak seye kimliğini bu şekilde korumasını tavsiye Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..” etmem. O bunu, kahramanlık sloganları atma- Şiirini yüksek sesle okuyarak yandı. dan, sessizce yaptı. Sahte kahramanlar ve gös- Ve yanıklarıyla hastaneye yatırıldı ve 1990 terişli hareketlerin yapıldığı bir dönemde, o yılının 3 Mart gününe kadar, bir daha ayağa hepimize bir insan onurunun, hesap kitabı ya- kalkmamak üzere ne çekiler çekti. Şairin kapılmış bir kahramanlıktan çok daha onurlu ol- leme aldığı son şiirinde o şöyle dedi: duğunu kanıtladı.” Onun kendini yakması Endişe: gerek duyulmayan ne varsa bütün toplum için olumsuzlamanın olumsuzla- Ben İşte oyum. ması oldu. Bu dünyaya insan adına normal ya- Bir şarkının eski nakaratı gibi şamak ve yaratmak için gelen bir kişinin ruhen Sönüyorum … yok edilmesinin, aynı kişinin fizik olarak da Yaşadıklarım yabancı bir sevda Unutuyorum fani dünyayı… yok edilmesi anlamına geldiğini kanıtladı. Karahüseyinov isim değiştirme vahşetinin alİyi Yürekli İnsanlar İyi yürekli insanlar dığı en değerli kurbanlarımızdan biridir. İnsanlık Parlayan mutluluğu yaşamadan, tarihinde eşsiz gaddarlığına rastlanmayan bu zorÖlüm haberleri satır aralarına sıkıştırılmış, balık Bulgaristan Türklerinden büyük sayıda kurKimse fark etmeden gelip giderler. ban aldı. Ne var ki, en ağır döneminde demokratik İyi yürekli insanlar dünya Bulgaristan Türk ahalisi ile birlikteydi. Bulİsim ve soy isim derleri olmayan, garistan Türkleri 1989’da zorbacı totaliter rejimin Dilimiz damağımıza yapıştığında, devrilmesine en etkin biçimde katıldı, direndi ve Onlarla içtiğimiz yudum zafer kutladı. Ağır mücadele yıllarında BulgarisSon yudumdur. Aşlıktan can çekişirken tanlı Türklerin kendilerini, kimliklerini ve gelecekleri koruma davası güç topladı. Ayaklanma aşamaGevelediğimiz kabuk son parçadır… sına geçti. Bulgaristan’da demokratik dönüşümleri İyi yürekli insanlar Ateşli bir alnın, başlatan Türkler oldu. Mehmet Karahüseinov ve Soğuk eli, Bulgaristan Türklüğünün hürriyeti uğruna hayatını Üşümeye başladığımızda veren diğer kahramanlar artık aramızda yoktur. Sıcaklığı getirendir… Biz Bulgaristan Türklerinin yeni kuşakları ve İyi yürekli insanlar tüm soydaşlarımız kahramanların anasını ebediKimseyi rahatsız etmeden, yen yaşatacağız. Fark edilmeden gitseler de, Onurlu bir yaşam için hayatlarını feda eden kahKayıplara karışmalarından sonra bile Sağ kalan ruhlar, onlarsız uzun zaman asla huzur bulamaz! ramanlarımız asla unutulmayacaktır. Metmet Karahüseinov Deliorman’ın Sevar Görmek Ve İşitmek Her an biraz daha görme özürlü oluyorum – köyünde 1945’te dünyaya geldi. Babasıyla Sofya’ya geldi ve başkentte yetişti. Bu sanki bir yasallık, karanlıktan aydınlığa döEmeli Güzel Sanatlar Akademisinden mezun nüş yok gibi… olmaktı. Ömür boyu çizdi durdu. Birkaç mes- Hayalimdekilerin çizgilerini hala görebiliyorum lek değiştirdi, Veliko Tırnovo Üniversitesi’nde – Ve hiçbir şeyi göremeyeceğim dünyaya götürRus edebiyatı okudu, “Yeni Hayat” dergisinde mek istiyorum! çalıştı, “Boyana” Film Stüdyosunda aydın- Ufuktaki fırtına ay aydınlığını da aldı götürdü. latma görevlisi oldu hatta inşaatlara girdi. Re- Deli rüzgâr camları dövüyor. Güneşse öyle yakıyor ki sim çiziyor, şiir yazıyor ve aktif bir sosyal hayat Nihayet bağrı yanmışlığın ne olduğunu yaşıyordu. Türk ve Rus klasiklerden şiir çeviri- Siz de belki anlayacaksınız… sine zaman ayırıyordu. Görmeyen gözlerimi açmış her şeye bakıyorum. Şiirlerinde tatminsizlik, daha iyi bir yaşam En büyük inceliklerini görmek istiyor, arıyorum… arayışı ağır basıyordu. Edebiyat ve sanat kriter- Kor gibi kızgın demirle damgalıyorum kalleri yüksekti. Onun ozan gönlü hep yükseklere bimde. Nefret ettiklerimi ve sevdiğim her şeyi uzandı. Hangi şiirini analiz edersek edelim ya- Nuh Peygamber gemisinde de bir dip deliği var, şadığı zamanla çelişki içinde olduğunu hemen Onu da ben görmek zorundayım… sezeriz. Onun yaratıcılığını eleştirenler şairin Ve yine aynı kısır döngü içindeyiz: temiz yürekli ama istediğini ifade etmek arzu- Dev binaların muhteşem cepheleri suyla her an patlamaya hazır bir yaratıcı oldu- – her şey param parça ğunu dile getirir. Bir şeylerin şerefine kalkan kadehler ve sümüklü gözyaşları… Gözle Görünen İnsanın görme özürlülüğü ilerledikçe Birkaç bıktıran mısra, Hepsi bir beste güftesi kadar yakın bana Kulakları açılıyor. Gözle görünür kadar uzakta olan Yaşama umudu adına Bir tek çlüm… 1988 Üçayaklı bir sehpa üzerinde
Birleşmiş Milletlerde Müslümanlar Temsil Edilmiyor Dikkatinizi çekiyorum, sayıları çeyrek milyonu bulan bu insanlar, hemen yanı başlarındaki Avrupa ülkelerine gitmek yerine, buraya, bu kıtaya gelmeyi tercih etmişlerdir. Bu insanlar, geleneksel olarak ticarete yatkınlıkları sebebiyle yerleştikleri ülkelerde çalışmışlar, üretmişler, oralara değer katmışlardır.” Türkiye’de hala geçerliliği olan, ticari anlamının yanında çok önemli bir sosyal dayanışma aracı olan bir “veresiye” kavramı olduğunu, “veresiye” sistemini, Amerika kıtasına bu insanların taşıdığını aktaran Erdoğan, 1912 yılında Balkan Savaşı sırasında, Latin Amerika ülkelerinden 3 bin eski Osmanlı vatandaşının kendi aralarında örgütlenerek cepheye gitmek üzere gönüllü olarak orduya yazıldıklarını kaydetti. “Meksika ile ilk temas ları mız da bu dönemde başlamıştır”Kayseri’den, Malatya’dan, Lazkiye’den, Beyrut’tan gelen bu insanların, yerleştikleri ülkelerin gelişmesi, kalkınması, ilerlemesi için katkı verdiğini, çaba gösterdiğini dile getiren Erdoğan, şöyle devam etti: “Bu coğrafya da El Turkoları bağrına basmış, kendisinin ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Meksika ile ilk temaslarımız da bu dönemde başlamıştır. 1864 yılında, Fransız İşgali sırasında, Meksika İmparatoru olan Habsburg Arşidükü Maksimilyan, tahta çıkışını bildirmek üzere Osmanlı Sarayı’na temsilci gönderiyor. Ardından da 1865 yılında, Meksika devleti, Osmanlı devleti nezdinde bir Orta Elçi atıyor. Bu şekilde başlayan ilişkilerimiz devam edip gidiyor. Osmanlı İmparatorluğu’ndan göç eden toplum, Meksika
devriminin olduğu yıl, 1910 yılında, ülkeye bir saat kulesi hediye ediyor. Bu saat kulesi, 2010 yılında, Meksika’nın bağımsızlığının 200, devrimin de 100. yıl dönümü vesilesiyle onarımdan geçirildi. Bu onarımın, hükümetimiz, Lübnan hükümeti ve Meksika’da bulunan Lübnan cemaati tarafından gerçekleştirilmiş olmasını, tarihi sürekliliğin bir işareti olarak görüyorum. Bilindiği gibi, 2015 yılı, Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıl dönümü. Kolombiya’da, bu vesileyle düzenlenen akademik bir toplantıya katıldım ve konuyla ilgili görüşlerimi etraflıca anlatma imkanı buldum. Orada da ifade ettiğim gibi, dünyada bugün hala geçerliliğini sürdüren güç merkezleri, bu savaş sonunda oluşmuştur. Ama bu güç dağılımı, maalesef hakkaniyetli ve adil olmamıştır. Dünyada halen devam eden pek çok anlaşmazlığın, pek çok çatışmanın, pek çok çekişmenin temelinde Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan dengeler yatıyor. Tarihi, sosyal, kültürel, tabi hiçbir süreklilik gözetilmeksizin, cetvelle çizilen sınırlar, kurulan suni devletler, parçalanan toplumlar, 100 yıldır huzur yüzü görmedi.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Dünyanın önemli bir bölümünün, bilinçli olarak, 100 yıldır devam eden ve daha ne kadar süreceği bilinmeyen bir anaforun içine itildiğini belirterek, “Biz, Birleşmiş Milletler’deki, bilhassa da Güvenlik Konseyi’ndeki güç dengesinin çarpıklığını her fırsatta, her platformda ifade ediyoruz. Gençler buna çok dikkat etmeniz gerekiyor, ‘Dünya 5’ten büyüktür’ diyerek bu gerçeği tüm dünyayla paylaşmaya çalışıyoruz. dedi.
kayahan.uygur@aksam.com.tr Herkes ekonomik olarak iflas etmiş Yunanlıların borçlarını tartışıyor ama başka bir AB üyesi komşumuzun durumu çok daha ibretliktir. Edirne’nin öte yanındaki Bulgaristan, 1980’li yıllarda 9 buçuk milyon nüfuslu küçük bir Balkan ülkesiydi. Belki herkesin arabası yoktu, döviz bulundurmak yasaktı, Batı’ya seyahat çok zordu ama insanlar geçinip gidiyordu ve bütün sorunlarına rağmen ülke ve toplum varlığını sürdürüyordu. 1990 yılındaki rejim değişikliğinden tam 25 yıl sonra bu komşumuzun durumu tam anlamıyla içler acısıdır. Fransa’nın eski Başkanı Mittrerand, 1989’da komünist hükümetin devrilmesinden bir süre önce Sofya’ya bir ziyaret yapmış ve o dönemde adet olduğu üzere hükümet yetkililerinin yanı sıra 12 kişilik bir muhalif aydınlar grubuyla görüşmüştü. Hepsi Batı değerlerine ve AB vizyonuna bağlı olan bu gruptan hayatta kalan beş kişi 21 Ocak günü Fransız Büyükelçiliği’nde bir araya gelmişler. Bulgar Devlet Başkanı Rusen Plevneliyef’in de katıldığı ve Le Monde gazetesinin tutanaklarını yayımladığı toplantıda ifade edilen görüşler hayal kırıklığı ve pişmanlık doludur. Bir sanat dergisinin yöneticisi olan Çervenkova açıkça ‘biz 25 yıl önce böyle bir geleceği hayal etmemiştik’ diyor, ‘insanlar mutsuzlar, iyi ve kötü kavramını yitirmişler’. Sinemacı Vagenştayn daha da dolaysız konuşuyor: ‘Bulgaristan felakete doğru yol alıyor, geçen yıl ülkede doğumların iki misli ölüm oldu’. Bulgaristan’ın AB’ye girişi ekonomik bakımdan yıkım olmuş, eski sosyalist komşularıyla olan ilişkilerine göre biçimlenmiş yapı çökmüş, yeni ve düzgün bir ekonomi oluşamamıştır. Ama bu, kültürel yıkım yanında çok önemsizdir. Ülkede yeni doğumlar olmaması ve gençlerin ülkeyi terk etmesi sonucunda nüfus 7 milyonun altına düşmüştür. Ortalama emekli maaşı 100 avro olan ülkede nüfusun dörtte biri 60 yaşın üzerindedir. Ülkede doğurganlık yaşında kadın sayısı çok azaldığı gibi, kürtaj oranı da dünya rekoru kırmaktadır.
geri döndürülemez haldedir. Ülke sorunlarının bir gün çözülebileceği umudu sıfıra yakındır. Bu nedenle oy kullanma oranı çok düşüktür, kimi seçimlerde nüfusun sadece dörtte biri oy kullanmaktadır. Halk adaletsiz düzene o kadar yabancılaşmıştır ki, vatandaşlık hissi de yok olmuştur. Ülke ekonomisi için ümit bağlanan tek proje ‘Güney Akımı’ projesi de ABD ve AB tarafından engellenince geriye sadece kişisel projeler kalmıştır: Bir an önce Batı Avrupa’ya gitmek, ya en ağır işlerde diğer göçmenlerden de daha ucuza çalışmak ya da bir yolunu bulup sosyal yardımlardan yararlanmak. Bulgaristan’da geçmiş hükümette yatırımlar bakanlığı yapmış olan bir politikacının kendisini Fransa’da yaşıyormuş gibi göstererek işsizlik yardımı aldığı bile ortaya çıkmıştır. Ülkede her yıl ortalama 10 kişi sosyal sorunları protesto için kendini yakmaktadır. Bulgar aydınları, Rusya’yla ilişkileri kopararak AB ile bütünleşmek isteyen bazı Ukraynalılara acıyarak bakıyorlar. Avrupa macerası Bulgaristan’a hiçbir katkıda bulunmayıp, sadece genç insanların, kol ve kafa gücünün ülkeden kaçmasına yol açmıştır. Ukrayna’da aynı yolu takip eden hükümet kurduğu Avrupa hayalleriyle sadece küresel kapitalizme alet olmaktadır. Bulgar aydınları bu tuzağı çok geç kavramışlardır. Mitterand’ın 1989’da görüştüğü Bulgar aydınlarının bugünkü konumu derslerle doludur. Küresel kapitalizm hedef ülkelerde önce aydınları etkilemeye çalışır, onları belli bir yere kadar parlatır, kullanır, işleri bitince kaldırıp atar. Liberal Batı, bir zamanlar Rusya’da da sırf komünizm aleyhtarı oldukları için Soljenitsin, Zinovyev gibi isimleri göklere çıkarmaktaydı. Rusya’da rejim devrilince aynı isimler birden tutucu, gerici, ‘çağdışı’ ilan edildiler. Bu da Batı özentisi içindekilere ders olmalıdır. Gerçi bugünkü Batı artık eskisi gibi kültürel planda mücadele verecek durumda da değildir. Günümüz Ukraynası’nın Batı yanlısı ‘aydın’ları Maydan Meydanı’na doluşan çapulcularla, Femenlerdir. Soljenitsinlerden Femenlere, yüksek kültürden pavyona düşmek
AKAYAHAN B UYGUR B u l g a r i s t a n ’ ı Nüfusbilim n auzmanlarına s ı l görebBulgaristan’ın i t i rtükenişi d i artık?
6
BULTÜRK Derneğinden - Bulgaristan’a Açık Mektup До Главния прокурор на Република България Копия :
До Председателя на Народното събрание До Министър председателя на Република България
Господин Главен прокурор,
С установяването на комунистическата система през 1944 година, в Бълагария започват преследванията на хората несподелящи комунистическите идеи. За да постигнат своите цели и за да „узаконят“ своите действия комунистите измислиха „Народния съд“, лагерите в Белене, Скравена и т.н., с които успяха да ликвидират психически , а някои и физически българската интелигенция, офицерския състав, собствениците на фабрики и заводи, въобще елита на българския народ. След утвърждаването на на комунистическите структури по места започва масовото разпространение на уж комунистическите идеи и философия. Уж комунистически защото това, което учи самата философия и това, което се върши на практика нямат никакви общи точки, никакво реално покритие. При разпространението на своите идеи комунистите срещат сериозен отпор в лицето на турците и мюсюлманите в България, защото начина им на живот е твърде не съвместим с комунистическата философия и най вече с нейния атеизъм. Необходимостта от разпространението на комунизма в тези среди поражда нуждата от сериозна и системна работа с тези хора. Основите за постигането на тези цели се полагат с Априлския пленум на БКП или с идването на Тодор Живков начело на партията и държавата, с което започва и изграждането на тоталитарната машина. Или казано по-точно във втората половина на 50-те години започват асимилационните процеси сред турците и мюсюлманите в България. Тези процеси започват със закриването на турските училища, забраняване и изучаването на турския език в училищата, преследване на религиозните лица, закриването на джамии, унищожаването на Турските книги и списания, спирането и забраняването на издателствата на турски език и т.н.. Асимилацията на турците и мюсюлманите в България достига своята кулминация с така наречения„възродителен процес“, когато вече се сменяват и турско арабските имена на хората от тази общност с български, забранява се даже разговарянето и кореспондирането на турски език, изключително са забранени религиозните обреди, обичаи и ритуали. Именно тези решения на превърналата се вече в тоталитарен режим комунистическа система предизвикват ответна реакция от страна на потърпевшите. Тази реакция се изразяваше в протестни митинги, шествия спонтанни неорганизирани действия, които имаха една единствена цел, а именно изразяване на несъгласие с тези решения на комунистическата върхушка в лицето на Политбюро на БКП. За съжаление тези мирни граждански протести предизвикват гнева на комунистическата партия и тя с всичките си силови ресурси като войска, милиция, патийни функционери, ДС апарат и т.н. се стоварва върху тези невинни хора. В резултат на получените стълкновения десетки от протестиращите са убити на мястото на събитията, стотици са ранени и осакатени, а хиляди са изпратени по затвори и лагери. Някои от заточените по тези места намират смъртта си там, други са унищожени психически, а останалите с известни психологически травми успяват да дочакват края на 1989 година, когато уж свърши тоталитарния режим.
В началото на 1990 година с обявяването началото на преходния период към демокрация между потърпевшите от т.н. „възродителен процес“ се пробудиха надежди за правни възмездия относно този процес, но уви до ден днешен така и не се сбъднаха тези надежди. За съжаление демократичнитепромении справедливостта останаха далече от тези хора, защото въпреки, че се знаеха престъпниците и убийците по населени места, прокуратурата и съдилищата не успяха да ги открият. Така, че многоочакваното правно възмездие не се получи, организаторите и извършителите на т.н.„възродителен процес“ не се наказаха. От друга страна потърпевшите не бяха обезщетени нито морално, нито материално подобаващо на една правова държава. Но изминалите 30 години от тези събития обаче не оставят на мира извършителите на този процес. Трансформирали се в политическата власт, вярно на поговорката „Гузен не гонен бяга“у тях се породи надеждата да прикрият своите престъпления скалъпявайки един закон за давност на тези престъпления. Това недвусмислено води до мисълта, че ги е страх от една истинска съдебна система. Междувпрочем този техен страх е основателен и е предизвикан от това, че изминалото време дава възможност да се отварят и държавните архиви и да се видят документите със секретен характер, от които ще се прочетат имената на престъпниците играли главна роля в този процес. Скоро документ от подобен род излезе на бял свят и бе публикуван и цитиран по различните медии съдържащ имената на награждаваните генерали и офицери за „успешно проведен възродителен процес“. Господин Главен прокурор, Предвид гореизложеното възползвайки се от правомощията, които Ви дава заеманата от Вас служба Ви приканваме да разпоредите на подчинените Ви прокурори из цялата страна да започнат процедури относно наградените лица за „успешно проведен възродителен процес“. Нека имената от този списък служат като начало за разплитане тайните по този процес, като към същите бъде повдигнато обвинение за престъпление по време на т.н. „възродителен процес“. Да се подеме една акция, едни съдебни дела, с които България или Българската съдебна власт да покаже на света, че България е една правова държава и може да заеме достойното си място между демократичните правови държави по Европа и света. След взетото от Българския парламент решение на 11.01.2012 година за „осъждане на възродителния процес“най-искрено се надяваме и вярваме, че и Вие ще се ангажирате с една огромна отговорност с цел да изстриете едно голямо срамно петно от Българската история причинено от комунистическия тоталитарен режим. Като потърпевши и ощетени граждани от този анти хуманен процес във Ваше лице очакваме едно човешко отношение от Родината ни за възстановяване на накърненото ни човешко достойнство. Дали България ще бъде искрена към нас и ще протегне майчина ръка с майчина ласка или ще продължава да ни бъде мащеха това ще покаже времето, което е зависимо от Вас и съгражданите ни заемащи отговорни постове в управлението на страната. Но ние най-искрено заявяваме, че с нищо не сме заслужили такава орисия. Освен благата, които сме дарили на България с двете си пропукани трудови ръце нищо лошо не сме ѝ сторили. Затова смятаме, че имаме право и продължаваме да си мислим, че не заслужаваме никакво зло от нейна страна. С много уважения и почит,
Bulgaristan Türklerinin Sesi
A nıt Duvarı Dr. Nedim BİRİNCİ
Bazen boynunda ya da başka bir yerinde damar tutsa, adamı pes eder. Ne sağ ne sola dönemez, kazık gibi ortada kalırsın. Bu, bazı yerlerin yakınından geçerken, adama “geçme orada yatır var” demeleri gibidir, zorda ve darda kalınca geçersin de, yüreğin ağzındadır. Sağlıklı olan bir adam, ara sıra ona “dur bakalım” deyen şu damarı baş düşman ilan etse de, o damardan mesela beynine kan gittiğini bildiğinden ameliyat masasına yatmaz, korkar, “ağrısını çekerim, beynimi beslese yeter” diye kendini avutur. Ben bunları pratiğimden bilirim de, olaylar toplumsal yaşamda da benzerdir. Bazıları, kürsü buldukça sallasalar da, her şey o kadar kolay değil. Bizim Bulgaristan’da Geçiş Dönemi yüksek mimarları, tıp alanından gelmiyor olabilirler ki, kırık dökük kök dolu bir alt ya da üst damağa asla ve hiçbir surette köprü ve takma damak yapılamayacağına sanki akıl erdiremediler. Bu protez ister altın ister platin, ister baştan başa seramik olsun, olmaz ve olmaz!? Ağırı insanı delirtir. Gelgelelim, 1949’dan sonra Bulgaristan’da 45 – 50 arası “ölüm kampı” kurulmuştur. Bu kamplar ülkenin dört bir yanındaydı. Bunlarda toplam 18 bin ile 30 bin arası kişinin öldürüldüğü biliniyor. Kamplardan kaçıp da kayıplara karışanların, ülkeyi terk edip de asla geri dönmeyenlerin sayısı bilinmiyor. Neresini kazsan, kazma vurmak bir yana, soğan çapasıyla bile birazcık karıştırsan irili ufaklı kemikler çıkıyor. Bu kemiklerin bir yanında kimin olduğu yazmıyor. Ölüm kamplarında can verenlerin naşı yakınlarına teslim edilmemiş, bir kenara tekerlenmiş ve üzerine birkaç taş atılmış. Bu gerçeği hatırlatmamın nedeni, damaktaki köklerle bağlantılıdır, o kökler sökülüp atılmadan hiçbir köprü ya da takma damak yapılamayacağı gibi, toprağımız, vatanımız, en kutsalımız da tarihsel geçmişindeki yüz karasından aklanmadan asla ve asla ne GEÇİÇ DÖNEMİ TÜNELİNDEN çıkabilir ne de GECE KARANLIĞINDA YOL BULABİLİR. 25 yıl geçti ama 66 yıldır gerilen bu damar hiçbir an bile olsa, “ben de varım” demeyi unutmadı, “bize devamlı ayağınızı denk alın ha!” dedi durdu. O atan damar, Bulgar halkının geçmişi, biz Bulgaristan Türklerinin, Pomak kardeşlerimizin, milleten olan Çingene biraderlerimizin ve hepimizin ortak hafızamızın özü, okullarda okutulup öğretilmeyen geçmişimiz, kendimizden utandığımız tarihimizdir. Gelgelelim bu geçmiş, bu tarih, bu ölüm kampları, bu gömülmemiş cesetler ve tarla kazarken çapamıza takılan kemikler, kafataslarımız bizim vicdanımızdır. Evet, bizim ortak vicdanımızdır. Kabul etmememiz onursuzluğumuzun kanıtıdır. Utanmamız büyük işlere olgunlaşmamışlığımızın kanıtıdır. Gerçeği söylemekten korkmamız ise, henüz arınamadığımızın kanıtıdır. Günümüz Bulgaristan’ındaki birinci sınıftan on ikinci sınıfa kadar ders kitaplarında “toplama kampı”, “temerküz kampı sözleri geçmiyor. Tarihimizin bu sayfaları sanki yaşanmamış, sanki yazmaya tükenmez bulunamamış ya da yazılmış da kitaplara alınmamış. 2014’ün Sonunda Sofya’da “Belene” toplama kampını anlatan resim sergisini gezdim. “Belene” ölüm kampı, “Belene” adını almazdan önce ki, Türkçemizde bu söz (temizleme ya da aklama veya ıslah etme) anlamındadır, 1984’te isim değişikliğine başkaldıran “huzur bozucu – dikkafalı” Türklerle dolБУЛТЮРК - ИСТАНБУЛ maya başlanmazdan önce 6 defa açılmış ve 6 defa kapanmıştır. Eski adı “Persin”
olan ve Tuna adasını gözden uzak ve ısız bir “ölüm kampı” yapma kararını zamanın İç İşleri Bakanı Anton Yugov iile Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Büro üyesi Tsola Dragoyçeva birlikte alıp, öneri olarak onaya sunanlardır. İlk dönemlerde adadan geçenler arasında en kalabalık olanlar aydınlar, tarım kooperatiflerine girmek istemeyen köylüler, fabrikalarını vermeyen iş adamları, dükkânından vazgeçemeyen esnaf vs. vs. sıradan ve sıradan olmayan Bulgaristan vatandaşlarıdır. Ada kampının mimarisini çizenler kara parçasının içinden yer altı kanallar geçirmiş, insanlar bu kanallara tıkıldıktan sonra su salmışlar, boğulduklarını gördükten sonra da savakları açıp Tuna akıntısında kaybolmalarından sonra “işlerini iyi yaptıkları için prim” almışlardır. “Persin” de orman kesenler, mısır kazanlar, fasulye çapalayanlar toprakta taştan çok irili ufaklı kemik olduğunu bilir. “Belene” defterleri açılmamıştır. Duvarlara isimlerini kazıyanlar öldürülmüş ve isimleri unutturulmuştur. İşkence odalarından gelen sesler doludizgin akan ırmak uğultusuna karışmış ve Tuna ada kenarından akarken her defasında sanki saygı duruşunda duruyor, uğultu devam ederek yeni kuşaklara tarih anlatıyor. Çünkü Tarihini bilmeyen her halk yok olmaya mahkûmdur. Tarihinden utanan halklar da yok olmaya mahkûmdur. Geçmişini yeni kuşaklardan saklayan her halk da her gün kendi mezarını kendi kazar. “Belen” ölüm kampı ve diğer 50 ölüm kampında yaşananlar, can verişler Bulgar halkının tarihinden silinmez ve aklanmaz kara lekelerdir. Şu da var, geçmişini unutan bir halk, halk olarak varlığını sürdüremez. Hafızasında, belleğinde geçmişini yaşatmayan her halk yok olmaya mahkûmdur. Gerçekler işte bu kadar acıdır. Dayanılmaz acıdır. Ve biz bugün toplumumuz için “hasta bir toplum” diyorsak, bunun içindir. Bu ağır bir hastalıktır, bu damar attıkça, ruh huzur bulamaz. Biz yazılarımızda Hak ve Özgürlük Hareketini top ateşine tutuyorsak, yanlış anlaşılmasın, eleştirimiz yapıcıdır, mecliste uyuyanları uyandırmak en büyük hedefimizdir. Biz Bulgar halkıyla önce ortak tarihimiz konusunda anlaşmalıyız. Tarihin taşları ayıklanmadan birlikte ileri gidilemez. Şu Lütfü Mestan’a bir baksanız: Neymiş efendim “batı değer sistemi falan filan” Bu masallarından salata yapanlaradır sözümüz. Ne yazık ki, uluslar arası insan hakları bildirilerinde “insanın kendi ismiyle ölme hakkı” maddesi yok. Biz bu hakkımızı da kaybetmiştik. Ana babamızı kendi isimleriyle gömemedik. Buna ağlamayıp da neye dert yanalım. Bu lekeyi 25 yılda silemeyenlerin biz<im adımıza politika yapmaya ne hakkı olabilir ki? Ne yazık ki, insanın zorla değiştirilen bir isimle gömüldükten sonra kendi ismini geri alma ve mezar taşına yazdırma hakkı diye bir doğal hakkı da yok. Şu kalın hak hukuk kitaplarında olmayan bir şey için mi savaşıyoruz acaba? ,Biz başka bir şey değil, başımıza gelenlerle ilgili haklarımızı arıyoruz ve sonuna kadar arayacağız.” Gerekirse yeni adalet kitapları yazılacak. Biz 8 yıl önce Avrupa Birliği üyesi olmayı kabul ettik. “Persin” ya da “Belene” adası da “ölüm kampı” olarak AB adalarından biridir. Toprağı elenecektir. Elenmek zorundadır. Bulgar ismiyle gömülen Müslümanların Türk isimleriyle mezar taşları dikilene kadar bu damar atacaktır, mücadele devam edecektir.. O Tuna adasında yatan 518 Bulgaristanlı Türk isimi, baba adı ve soyadı Adada kurulacak ANIT DUVARINA ALTIN HARFLERLE YAZILACAKTIR, Y A Z I L M A L I D I R . Demokrasi diyorsak yapılacak ilk iş budur.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 7
Cezaevi Yolunda Bırak beni haykırayım susarsam sen matem et. Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet. Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir. 18 Nisan güneşli bir ilkbahar günü idi, dışarıdaki ağaçlar çiçek açmıştı. Benim için ise karakış hüküm sürüyordu. Kollarım kelepçeli, iki tarafımda polisler silahları ateş açmaya hazır bir halde beni Eski Zara Cezaevine götürmek üzere trene bindirdiler. Ömrümde belki ilk defa pencerede gördüğüm ilkbahara sevinemiyordum. Kulağıma gelen kuş cıvıltılarını savcının cırlak sesi bastırıyor, top top açılmış çiçekleri lisede okuyan kızımın görüşme esnasında gözlerinden akan yaşlar silip atıyordu. O zaman benim de gözlerimden yaşlar akıyor, silmem mümkün olmadığı için göğsüme doğru kayıp gidiyorlardı. Bu manzaraya tarlada gördüğüm Ayşecikler, Fatmacıklar-Hasan, Hüseyincikler de katılınca içim büsbütün garipsiyordu. Bu yolculuk esnasında, dün duruşmada şahitlik edenleri birer birer gözümün önüne getiriyor, dediklerini hatırlamaya çalışıyordum. Bunu, yalan söyleyenlerle doğru söyleyenleri ayırmak için yapıyordum. Yalancılardan biri Kara Mustafa idi, öteki de Kara Kadir dediğimiz bir şoför. Aramıza dost diye sokulan Kara Kadir’i başka şahit bulamadıklarından ötürü getirmişlerdi muhakkak. Çünkü yargıca bir üçüncü şahsın, Türkiye’de bulunan Adem Demir arkadaşımızın Bayraktar Hasan’a gönderdiği mektuptan, Hasan Bayraktar’ın ona mektubu anlattığından falan filan diye bir şeyler yumurtlamaya başlıyordu ki, tıpkı Nasrettin Hoca’nın suyunun suyu fıkrasına benzediği için salonda bir gülüş koptu. Halen İzmir’de bulunan Adem Demir, Bayraktar Hasan’a mektup yazmış da, mektubunda benim şiirlerimin beğenildiğini yazıyormuş da, Hasan mektubu ona anlatmış da… Böyle bir mektubun elde olup olmadığını, mektubu alanın niçin şahit olmadığını, niçin üçüncü bir şahsın bunu zoru zoruna ispatlamaya çalıştığını sormak benim avukatımın göreviydi ya, nerde? Adam, benim biraz öte yanımda rahat rahat oturuyor, soru sormak, yargıcın işini güçleştirmek, savcıyı kızdırmak gibi şeyleri iktidar adamlarının, DS’nin, komünist partisinin gözünden düşüp ekmeğini kaybetmek demekti. Böyle bir duruma düşmektense, bir başkasının, bir Türk’ün, suçsuz da olsa, mahkûm edilmesini doğru buluyordu. Her kişi gibi, o da doğuştan bencildi. Onun umursamazlığı, başkasının kaderine lakayt kalışı, hatta bu kaderin kötüleşmesine yardımcı oluşu bu yüzdendi. Adam ücret karşılığında olsa dahi beni müdafaa etmeyi gerektiğince yapmıyordu. Müdafaa bir yana, benim daha çok yıla mahkûm edilmeme yardımcı oluyordu. Adamın Bulgar asıllı oluşu, tutumunu az da olsa, haklı görmemi fısıldıyordu. Beni asıl endişelendiren, kahreden şey, Kara Mustafa’nın, Kara Kadir’in Abdurrahim’in, duruşmaya gelmemiş de olsa, Hasan Bayraktar’ın ve toplum adına suçlayıcı görevi üstlenen Mehmet Baki’nin insanlık dışı davranışları idi. Onlar Türk idi, ben de öyleydim, onlar eritilmeyi istemiyorlardı, ben de istemiyordum. Ben bu yüzden direniş gösterme çabasına girmiştim. Bu çaba sadece kendim için değildi. Onlara hiçbir zaman, hiçbir şekilde, kötülük yapmadığıma rağmen, neye benim mahkûm edilmemi şiddetle arzu ettiklerini hâlâ anlamış değilim. Ama aklımda her insanın korkunç, bencil ve kıskanç oluşu vardı. Ah şu bencillik yok muydu, şu bencillik!… Kompartımanın penceresinden dışarı bakarken bunları aklımdan geçiriyordum ki, bir fıkra aklıma geldi, elimde olmadan gülümsemiş olacağım, polislerden biri, gülümsememin nedenini sordu, anlattım. İşte: adamın biri, fukaralık yoksulluk, iki ucunu bir araya getir ememezlikten bıkmış olacak ki, bir akşam Allah’a kendisine bir iner vermesi için gece boyu yalvarmış, dualar okumuş. Çok geçmeden adama, duasının kabul edildiği, ancak ondan daha fukara olan komşusuna iki, ona da bir inek verileceği bildirilmiş. Onca fukara olan adam bunu anlayınca, hiç düşünmeden, “İstemem. Ben inek falan istemiyorum. Halimden memnunum ben…” Benim mahkûm edilmemi isteyen şahitlerin isteği olsa olsa buydu “Birine yardım edemeyeceksen, engel bari olma.” Sözü onlar için geçerliliğini yitirmişti.
Roman çocukları hayallerini gerçekleştiriyor
Montana Kukla Tiyatrosundan genç oyuncu Hari Belov, çok enteresan bir projeye hayat kazandırdı. 13- 17 yaş arasında Roman oyuncu adayları “Suno” adlı tiyatro stüdyosunda birleşti. “Yeni gelecek” vakfıyla beraber Budapeşte’de Roman eğitim merkezinden esinlenerek, proje için oradan finansman sağlamayı da başarır. Roman oyuncuları için aranan şartlar arasında Bulgarcayı doğru konuşmak, güzel diksiyon ve iyi öğrenci olmaktır. Montana’nın iki Roman mahallesinden çocuklar elemelere katılıyor. Piyesteki rol için dokuz çocuk seçildi. Buradaki amaç, çocukları sanata kazandırmak ve onları değiştirebilecek boyutta yepyeni bir dünyaya dokunmak. “Stefan Kostov’tan “Vrajalets” piyesini hazırladık. 80 yıl önce yazılmış olan piyes, sanki günümüzü anlatıyor. Ulus olarak gelişimimiz açısından bu iyi mi bilmem. Bu piyes okul müfredatında yer almıyor. Amacımız sadece sanat yapmak değil, aynı zamanda eğitici olmak”.
“Suno” tiyatrosunun adı, Çingeneceden tercümede “rüya, hayal” anlamına geliyor. Genç tiyatro yönetmeni için bu gerçekleşen bir hayal. 13 yıl önce de benzeri bir projeyle yola koyulmuş. “Tiyatronun kolay bir sanat dalı olduğunu söylemek yanlış olur. O güzel olmalı, içinde büyü ve masal bulunmalı. Tiyatro, insanları rutin hayatından uzaklaştırmalı ve daha renkli ve güzel dünyalara sürüklemeli”. Hari Belov yönetmenliğinde Roman tiyatrosu ilk temsilini Lom’da sundu. 1856 yılında ülkenin ilk tiyatro stüdyolarından biri de tam Tuna boyundaki bu kentten yola çıkar. Daha sonra Montana ve Sofya’da Çocuk Sarayında temsiller var. İzleyicilerin tiyatro sonrası yaşaran gözleri, genç oyuncuların üzerindeki etkisini gösteriyor. “Piyesin yaygınlaşması ve daha çok yerde gösterilmesi için kaynak ve destek bekliyoruz, diyor Belov. “Romanlardan bahsederken, kültür ve eğitimi unutmayalım. Romanlar bütün dünyada iyi müzisyen, oyuncu, ressam ve yazar olarak biliniyor. Bulgaristan’da ise Roman kültürü ve eğitimini destekleyen kurumlar oldukça az. Esrarengiz kültürü ve eşsiz yapılarıyla Romanlar dugygularını sahnede gösterebilir. Bu piyesin ana mesajı ise, gerçek değerlere geri dönmek, hırsızlık ve hileye düşmemek için benliğimizi korumaya yönelik”. Türkçesi: Sevda Dükkancı
Yerel Medyalar Türk-Bulgar Dostluğuna Katkı Sağlayacak’
Türkiye-Bulgaristan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve AK Parti Bursa Milletvekili Mustafa Öztürk, Sivil Toplum Diyalogu Medya Hibe Programı kapsamında Mudanya Gazeteciler Derneğinin (MGD) Bulgar Gazeteciler Birliği ile ortaklaşa yürüttüğü ‘Yerel Medyanın AB ile Uyumu Projesi’ne destek verdi. MGD Başkanı Yavuz Gerçekçi ve Proje Koordinatörü Hüseyin Türker’i TBMM’deki makamında kabul eden Milletvekili Mustafa Öztürk, Avrupa Birliği’nden hibe almaya kazanan 16 projeden biri olma özelliği dolayısıyla Mudanya Gazeteciler Derneği’ni kutladı. Bulgaristan’dan üç yaşındayken ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldığını ifade eden Milletvekili Mustafa Öztürk, Türkiye-Bulgaristan Dostluk Grubu olarak parlamentolar arası 3,5 yıldır sürdürdükleri çalışmalar hakkında bilgi verdi. Grubun çalışmalarının kendisi için bir ‘vefa projesi’ olduğunu belirten Öz-
türk, ecdat yadigârı Balkanlar’ın partiler üstü bir devlet meselesi olduğunu kaydetti. ‘BULGARİSTAN, TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİĞİNİ DESTEKLİYOR’ AB projesi kapsamında Bulgaristan göçmenlerine hitap edecek belgesel film çekimleri için de proje ekibine röportaj veren Milletvekili Mustafa Öztürk, Bulgaristan ile Türkiye arasındaki kardeşliği ve dostluğu daha da ilerletmek adına medya alanında başlatılan projenin çıktılarının önemli olacağını söyledi. “Bulgaristan bizim komşu ve müttefik ülkemiz ama biz Bulgaristan’ı aynı zamanda dost ve kardeş ülke olarak görüyoruz” diyen Öztürk, şunları ekledi: “Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne girmesinden sonra daha ılımlı politikalar izlenmeye başlandı. AB, İnsan Hakları Sözleşmeleri gibi birçok uluslararası kuralın devreye girmesi Bulgaristan’ın daha demokratik olması noktasında ülkeye ciddi adımla attırması Bulgaristan için olumlu gelişme. Çünkü Bulgaristan’da farklı inançlar, farklı etnik yapıda gruplar var. Herkesin demokrasi içinde, eşit vatandaş olarak kardeşçe yaşamaları Bulgaristan’ı daha da zenginleştirecektir.” Öztürk, AB üyesi olan Bulgaristan’ın, Türkiye’nin AB’ye girmesini desteklediğini de sözlerine ekledi.
Uğurlu Kozmetik Temizlik Kimyasalları Gıda Dolum İthalat ve İhracat
UĞURLU KOLONYA
UĞURLU
1463’te Bosna’yı fetheden II. Mehmet Osmanlı Sultanları arasında ilk temel yasa kitabını çıkarandır. Onun zamanında bir askeri feodal imparatorluk olan Osmanlı Trabzon’dan Arnavutluğa, Kırımdan Ulah diyarına kadar genişlemiştir. Farklı dil ve dinlerden olan bu insanların insan haklarını serbestçe kullanarak huzur içinde yaşamaları birçok Fermanla sağlanmıştır. Bu fermanlar aslında insanlık tarihinde kaleme alınmış ve halka duyurulduktan sonra yasal düzen sağlamada kullanılmış insan hakları belgeleridir. Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne bağlı olarak 1999 yılında Bosna’ya gönderilen Türk Birliği inanılmaz sevinç gösterileri ve törenlerle karşılanmıştı. Bu birlik, görev alanı içerisindeki bir Katolik manastırında Fatih’e ait bir belgenin bulunduğunu öğrenir. Bunun üzerine, Türkiye’den giden özel bir ekip onun Fatih’in Bosna fethedildikten sonra yayınladığı bir ferman olduğunu tespit eder. Bu fermanın bir kopyası Başbakan Bülent Ecevit tarafından ABD Başkanı Bill Clinton’a hediye edilmiştir. T.C. Kültür Bakanı İstemihan Talay ise bu belgenin tarihteki ilk “insan hakları belgesi” olduğunu iddia etmektedir. Fatih bu ferman ile tüm yöneticilerine şunu emrediyor: “Ben Fatih Sultan Han, bütün dünyaya ilan ediyorum ki; kendilerine bu Padişah Fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum: Hiç kimse ne bu adı geçen insanlar, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içinde yaşasınlar. Bu göçmen durumuna düşen insanlar özgür ve güvenlik içinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki tüm memleketlere dönüp kendi manastırlarına yerleşsinler. Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlardan hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirse onlar da aynı haklara sahiptir. Bu padişah fermanını ilan ederek burada, yerlerin, göklerin yaratıcısı ve efendisi Allah, Allah’ın elçisi aziz peygamberimiz Muhammed ve 124 bin peygamber ile kuşandığım kılıç adına yemin ediyorum ki, emrime uyarak bana sadık kaldıkları sürece tebaamdan hiç kimse bu fermanda yazılanların aksini yapmayacaktır.” O günden bu güne 552 yıl geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Balkanlara Roma ve Bizans İmparatorluklarından sonra gelen ve evrensel insan haklarını tanıyan ve onlara dayanan çok etnikli, çok dinli ve çok kültürlü bir saltanat kurmuştur. O devirde herkes rahat ve huzur içinde yaşadığı için Balkanlarda 300 sene savaş olmamıştır. Barışın temelleri hep Sultan Fermanlarına dayanmıştır. Saltanat insan haklarının tanındığı, ibadet özgürlüğü olduğu yerde iyi komşuluk ve hoşgörü toplumu kurulabileceğine inanmış ve bunu uygulamıştır.
Digitürk Bulgaristan’a geliyor
Dizeler yeşermez kuru dal gibi Gerçekten vermezsek sen ben el elle Yolunu yitirmiş bir sandal gibi Oyuncak oluruz yağmura sele Sözcükler ıstırap, uyaklar çile.
Ömer Osman Erenderuk’un Sevgi Kırıntıları Arıyorum Yollarda kitabından alınmıştır.
Fatih’in Bosna Fermanı
Adres: Barbaros Hayrettin Paşa Mah. 1001 Sok. No:36/a Gaziosmanpaşa, İstanbul, Türkiye
İstanbul Tel: +90 (212) 537 63 54
Digitürk Bulgaristan’a geliyor. Yayın platformundan yapılan açıklamada ‘Türkiye’nin ilk ve lider dijital yayın platformu olarak, yurt dışındaki penetrasyonu geliştirme hedefimiz doğrultusunda yeni bir adım daha atarak Digiturk yayınlarını Bulgaristan’daki izleyicilerin hizmetine sunacağımız yeni bir anlaşmaya imza atıyoruz’ denildi. İmzalanan yeni iş ortaklığı anlaşmasıyla Bulgaristan’da yaşayan izleyiciler Türkiye Süper Ligi maçları ile Digiturk kanallarındaki film, dizi ve daha pek çok özel içeriğe daha kaliteli, hızlı ve kolay erişebilecek.
8
Neden AK Parti? B e n i S i y a s e t e İkinci Dünya savaşından sonra kurulan Birleşmiş Milletler örgütü büyük devletlerin kendi hegemonyalarını sürdürebilecekleri ve gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını sömürmelerine imkân verecek bir şekilde yapılandırılmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi olmak üzere iki temel organdan oluşmaktadır. Ancak Güvenlik Konseyi en etkili organıdır. Bu da beş daimi ülkeden oluşmakta ve bu beş üyenin de Birleşmiş Milletler kararlarını veto hakkı bulunmaktadır. Dünya bu beş ülkenin adeta emrivakileri ile karşı karşıyadır. Yeryüzünde iki milyar Müslüman yaşamasına rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bu büyük kitleyi temsil edecek ve menfaatlerini savunacak, gerektiğinde veto edecek bir temsilci bulunmamaktadır. Dünya nüfusunun 1/3 ni oluşturan Müslümanlar yeryüzünde adeta “yok” farz edilmektedirler. Bu Müslümanlara karşı yapılan haksızlıkların gün be gün artmasına neden olmaktadır. Bu gidişata şimdiye kadar hiç kimse karşı çıkmadı, değiştirilmesi için girişimlerde bulunulmadı, hatta ve hatta dile bile getirilmedi. Ancak bu düzenin değiştirilmesinin zamanı çoktan gelmiş olmasına rağmen hiçbir gelişme gözlenmemektedir. İlk defa dünyanın beşten büyük olduğunu ve yeryüzündeki bütün toplulukları adil bir şekilde temsil edebilecek bir yapının oluşması gerektiğini dile getiren AK Parti Genel Başkanı sıfatı ile Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN olmuştur. Sayın ERDOĞAN Birleşmiş Milletlerin yapısının değiştirilmesi gerektiğini her fırsatta dile getirmektedir. Biz de Sayın Cumhurbaşkanımızın bu fikirlerini paylaşıyoruz. Şayet Birleşmiş Milletler görevlerini yerine getirebilecek bir yapıda olsaydı Filistin halkı özgür olur, her fırsatta İsrail katliamına maruz kalmazdı, Karabağ’da, Hocalı’da, Bosna’da soykırım yaşanmaz, Arakan ve Doğu Türkistan Müslümanlarına katliamlar olmaz ve zulmün altında inlemezdi. Bizlerde Bulgaristan Türkleri Kültürel Soykırıma uğramaz ve topraklarımızdan kovulmazdık. Bugün Libya, Irak, Suriye başta olmak üzere İslam coğrafyasında yaşanan olaylar yapılan haksızlıklar ve adaletsizlikler neticesinde bunlar meydana gelmiştir. Dünyada adaleti sağlayacak ve yeryüzünde yaşan herkese eşit muamelede bulunacak ecdadımız Osmanlı örneği bir anlayışa ihtiyaç vardır. Bu da ancak insanı yaratandan ötürü sevmekle olur. Bizlerde dünyanın şekillenmesinde seyirci kalmamalı imkânlarımız çerçevesinde katkılarımızı sunmalıyız. Diğer yandan AK Parti tefekkür olarak geçmiş ile gelecek arasındaki manevi değerlerin taşıyıcı köprüsüdür. Biz Evlad-ı Fatihanlar olarak 130 yıllık baskı ve zülüm neticesinde kendi öz değerlerimizden çok şey kaybettik. Bu gün Balkanlardaki ata miraslarımız bir el uzatılmasını beklemektedirler. Ancak 1990-dan günümüze tarihi mirasımıza en çok AK Parti iktidarı döneminde sahip çıkılmıştır. Bu da bizleri fazlasıyla memnun etmektedir.
Büyük Türkiye İçin Karar Verme Zamanı
İ t e n N e dBenie siyasete n l eitenr
nedenlerden birisi de Sayın ERDOĞAN’ın Başbakan olduğu yıllarda Sofya’da düzenlenen basın toplantısının iki Bulgar ırkçı vekil tarafından engellenmesi oldu. Sözde Türklerin partisi HÖH Milletvekillerinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanımıza sahip çıkmamaları beni ziyadesiyle üzmüştür. HÖH Milletvekilleri canları pahasına Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın ERDOĞANI korumalı ve basın toplantısı yapılmasını sağlamaları gerekirdi. Bulgaristan’daki soydaşlarımızın yitirdikleri değerleri geri kazanmaları bizim etkilerimiz ile olacaktır. AK Parti Türk siyasi hayatına üç dönem sınırlama getirerek yeni bir sayfa açmıştır. Bu sınırlama siyasette devir daimin hızlanmasına, yeni fikirlerin kendileri ifade etmesine ve gelişimin hızlanmasına imkân vermektedir. Şimdiye kadar genellikle siyaset sahnesindekileri ömür boyu koltuklarında görmek mümkündü. AK Parti böylece benim de bir fikrim var diyen herkesin fırsat eşitliği yolunu açmıştır. Ümit ederiz ki, bu diğer partilere de örnek olur. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, ülkemizde her alanda büyümeyi başlatan gelişimin, değişimin, çağdaş reformların ve açılımların öncüsü olmuştur. 2001 yılından önce ilk adımları atarak, yaşamakta olduğumuz bu yeni dönemde siyasetin felsefesine de değerli zenginlikler katarak Türkiye’yi değiştirmiş dönüştürmüş ve geliştirmiştir. Erkek egemenliğinin çoğunlukta olduğu bir ülkede; kadını pozitif ayrımcılık kapsamına alarak siyasette daha fazla yer almalarını sağlamıştır. AK Parti; bu ülkede yaşayan her insanı, her inancı dil, din, ırk ayırt etmeden bunların hepsini bir bütün olarak kucaklayarak ve bunları ifade eden merkezde bir partidir. Demokrasiye, insan hak ve hürriyetlerine yürekten bağlı örf, adet ve vicdanların bir anlayışı ve hakkın hukukun yanında güçlülerin karşısında dik duruşun sahibidir.
89 Göçmeninin Sesi
M e c l i s t e Yükselecek
Bulgaristan Türklerinin Sesi
89 Göçmeninin Sesi
Mecliste Y ü k s e Av.l e c e k Vildan UMUT Kim? Bulgaristanlıların Oyları Kime?
Bulgaristan göçmenleri hangi parti döneminde Türkiye’ye geldiler ise genellikle o partiye oy vermektedirler. Özellikle 89 göçmenleri Anavatan partisine oy vermekteydiler. Ancak Anavatan partisinin siyasi sahneden çekilmesiyle oylar genellikle ortada kaldı ve seçmenimiz oy vereceği Partiyi seçmekte zorlanmaya başladı. Son yıllarda göçmen oylarında Merkez sağa doğru bir kayma gözlemlenmektedir. Bunun AK Partinin siyasetteki başarıları, ülkemizin kalkınmasında gerçekleştirdiği başarılar, Türkiye’nin uluslar arası alandaki itibarının artması ve Evlad-ı Fatiha’n torunlarına şanlı geçmişimizi hatırlatması neticesinde oluştuğunu ve göçmenler arasında AK Partiye oy verme oranının özellikle son yerel seçimler ile birlikte arttığını görmekteyiz. Ben de bu inanç ve anlayıştan dolayıdır ki siyasetin içerisinde ve AK Partiden İstanbul’da Milletvekili olmaya karar verdim. Almış olduğum eğitim ve inançlarımın, milletvekili olabilmem için yeterli olduğuna inanıyor ve Bulgaristan ile Türkiye arasındaki gelişmelere katkı sağlayacağım düşüncesinde olmakla birlikte, her iki ülke arasında çözüm bekleyen konuların giderilmesi, ülkemizin ulusal ve uluslar arası düzeyde atılım yapması için çalışmaya hazırım.
89 Göçmeninin Sesi
Mecliste
Yükselecek
Aslen Bulgaristanlı olan Vildan UMUT, 14.04.1967yılındaDobriç ili, Kruşari ilçesi, Köseler köyünde dünyaya geldi. İlk ve orta tahsilini “V.Levski” ilköğretim okulunda ve lise eğitimini “D.Blagoev” ticaret lisesinin 4 yıllık eğitim sürecini tamamladığı yılın arifesinde zorunlu göç nedeniyle 1989’da sancılı ve parçalanan ailelerin feryatları ile Türkiye’ye göç etti. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başvuru yaptı ve imtihanı kazanarak hemen okula başladı. Üniversiteye devam ederken bir yandan da Bulgarca ve Rusça’ya gereksinim duyulan Aybay&Aybay uluslararası hukuk bürosuna kabul edildim. Aynı hukuk bürosunda staj eğitimini tamamlayarak, Aybay&Aybay hukuk bürosunun kurucusu olan Kaptan Avukat Gündüz Aybay’ın kendisine yapmış olduğu teklifini kabul ederek 1997 yılından itibaren avukatlık mesleğine Aybay&Aybay Hukuk Bürosu’nda devam etti. İkinci bir evi ve ailesi olarak gördüğü Aybay kardeşlerin, onun gibi Bulgaristan kökenli idi ve onların başarısı Vildan UMUT için bir ışık gibi yolunu aydın kılıp, çalışmalarına güç kattı. Onlarla birlikte yedi yıllık bir çalışmanın ardından, 2003 yılında kendi ofisini “Umut Hukuk Bürosu”nu kurdu. 1995 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1997 yılı itibarıyla İstanbul Barosuna kayıtlı avukat olarak çalışmaktadır. KendisigibiBulgaristandoğumluolaneşiFethiUmut, İstanbul Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Fakültesinden mezun olup, mühendis olarak çalışmaktadır. Yabancı Dil – İngilizce, Rusça, Bulgarca Medeni hali – Evli ve bir erkek çocuğu var.
Meslek – Avukat – Noterlik
STK – BULTÜRK YK Üyesi
Büyük Türkiye İçin
Karar Verme Zamanı
Bulgaristan Türklerinin Sesi
9
BULTÜRK’ÜN Bursa Temsilcisi AK Parti den Aday Adayı Ayşe HACIOĞLU
89 Göçmeninin Sesi
Ak Parti’nin genç milletvekili adaylarından Ayşe Hacıoğlu, Bursa’nın Orhaneli ilçesinde tanıtım faaliyetlerinde bulundu. Milletvekili adayı Ayşe Hacıoğlu, ziyaret ettiği evin sahibinin, “Gençlerimiz iş bulamadığından dolayı şehre göç ediyor” demesi üzerine,... Ak Parti’nin genç milletvekili adaylarından Ayşe Hacıoğlu, Bursa’nın Orhaneli ilçesinde tanıtım faaliyetlerinde bulundu. Milletvekili adayı Ayşe Hacıoğlu, ziyaret ettiği evin sahibinin, “Gençlerimiz iş bulamadığından dolayı şehre göç ediyor” demesi üzerine, “Bizim istediğimiz, gençlerin iş yüzünden göç etmemeleridir. Orhaneli ilçesinde tarım ve hayvancılık bakımından inanılmaz bir potansiyel var. Gençler tarım ve hayvancılık ile de uğraşarak geçimlerini sürdürebilir, istihdam sağlayabilirler. Bu yüzden kırsal kesimde yaşayan gençlere girişimcilik ruhu aşılamalıyız. Devletin tarım ve hayvancılıkla ilgili birtakım kredi imkanları var. Kırsal kesimde yaşayan vatandaşlarımız bu kredilerden yararlanmalı” dedi. KÖY OKULUNA KİTAP YARDIMI Orhaneli’nin birçok köyüne ziyaretlerde bulunan Ayşe Hacıoğlu, AK Parti gençlik kolları üniversite biriminin sosyal sorumluluk projesi olan “kardeş okul” kampanyasına destek verdi. Gençlik kolları üniversite birimi ile Erenler İlköğretim Okulu’nu ziyaret eden Ayşe Hacıoğlu, minik öğrencilere kitap ve defter dağıttı. Bir yıl boyunca devam edecek olan kampanyaya destek verdiğini dile getiren Hacıoğlu, “Gençlik kolları üniversite biriminin bu davranışı ile minik öğrencilere bir nebze de olsa katkı sağlanacak. Bir yıl boyunca sürecek olan bu kampanya ile okulun eksiklerinin giderilmesi planlanıyor” diye konuştu. “KADINLARIMIZ KENDİNİ YENİLİYOR” Esnaf ve ev ziyaretlerinin ardından Orhaneli Halk Eğitim Merkezi’ne bağlı olan dikiş nakış kursunu da ziyaret eden Hacıoğlu, kadınlara verilen desteğin daha da artacağını ifade etti. Hacıoğlu, “Kadınlarımız her geçen gün kendini yeniliyor. Özellikle ev kadınları, verilen kursaları değerlendirerek kendilerini geliştiriyor. Ev ekonomilerine katkıda bulunuyorlar. Kadınlarımızdan bazıları küçük krediler çekerek, kendilerine dikiş makineleri alıyor. İşleri geliştirip daha fazla para kazanabiliyor ve kendi ayakları üzerinde durabiliyorlar. Artık erkeklerin yaptığı işleri kadınlar da yapabiliyor” diyerek, kadınlara düşen rolün bundan sonra daha da artacağını söyledi.
Mecliste
Yükselecek Büyük Türkiye İçin Karar Verme Zamanı KARİYER
ÇALIŞILAN KURUM YIL POZİSYON Bursa Büyükşehir Belediyesi Müzeler Şube Müd. Nisan 2014 – Şubat 2015 Tercüman Bursa Büyükşehir Belediyesi Bilim ve Teknoloji Merkezi Nisan 2013 – Aralık 2014 TÜBİTAK Proje Yürütücüsü Bursa Büyükşehir Belediyesi Bursa Kent Konseyi Temmuz 2011 – Mart 2013 Genel Sekreter Yardımcısı Bursa Büyükşehir Belediyesi Bursa Kent Konseyi Mayıs 2009 – Haziran 2011 Projeler Koordinatörü Osmangazi Belediyesi
Avrupa Birliği Ofisi Ocak 2008 – Nisan 2009 Projeler Koordinatörü Gençlik Sosyal Gelişim Programı (GSGP) 2007 Proje Asistanı
SİVİL TOPLUM ÇALIŞMALARI
PROJE GERÇEKLEŞTİREN & DESTEKLEYEN KURUM TARİH, YER 2. Avrupa Alkol Politikaları Gençlik Konferansı Sivil Yaşam Derneği (SİYAMDER) Tütün Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK) & Avrupa Birliği & Dünya Sağlık Örgütü Aralık 2014, Bursa Karar Alma Süreçlerine Katılım için Bursa’da KamuSTK Diyaloğunun Geliştirilmesi Projesi Sosyal Politikalar Merkezi (SOMER) & Bursa Kent Konseyi İçişleri Bakanlığı Hibe 2012 – 2013 Bursa Belediye Stratejik Planlarının Hazırlanmasında STK’ların Dahil Edilmesi Projesi AB Hibe Mart 2012, Bursa EngelSiz Olabilirsiniz Projesi Sosyal Politikalar Merkezi (SOMER) & Bursa Kent Konseyi AB Hibe 2011 – 2012 Bursa Engelimiz Kent Olmasın Projesi Sosyal Politikalar Merkezi (SOMER) & Bursa Kent Konseyi AB Hibe 2011 – 2012 Bursa Uluslararası Gençlik Şurası, “Genç Bakanlar” İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gençlik Meclisi Mart 2011, İstanbul Avrupalı Gençlerin Gözünden Türkiye İmajı Projesi Sosyal Politikalar Merkezi (SOMER) & Bursa Kent Konseyi AB Hibe 2011, Bursa Kadın ve Gençlik Dernekleri için Kapasite Geliştirme Eğitimleri Bursa Kent Konseyi Ekim 2010, Bursa STK lar için Kapasite Geliştirme Programı (KAGEP) Bursa Kent Konseyi Mayıs 2010, Bursa AB Projeleri Geliştirme ve Yönetme Güney Doğu Avrupa Bölgesel Eğitim Programı TACSO (Technical Assistance for Civil Society Organisations) Mart – Nisan 2010,
Türkiye – Hırvatistan
Büyük Türkiye İçin
Karar Verme Zamanı
Türk-İsveç Belediyeleri arasında Katılımcı Bütçe İşbirliği Projesi (TUSEPART) Osmangazi Belediyesi AB Hibe 2008 – 2009, Bursa Bursa Engelsiz Sivil Güçbirliği Platformu Projesi Osmangazi Belediyesi AB Hibe 2008, Bursa Geri Dönüşüm Dostu Okullar Projesi Osmangazi Belediyesi AB Hibe 2008, Bursa
10
Av. Vildan UMUT
Jelev’siz
Bulgaristan
Sofya ve Bulgaristan halkı, ilk demokratik Cumhurbaşkanı Dr. J. Jelev ile vedalaştı. İyi insanlar uykuda vefat edermiş diyenler haklı çıktı, J. Jelev de uyurken dünyadan göç etti. Dış ülkede ve deniz kenarında köşkü olmayan, İsviçre bankalarında hesabı bulunmayan ve tüm yaşamı boyunca hiçbir konuda adı kötüye çıkmamış ve nitekim halkını çok seven ve halkı da onu bağrına basan Cumhurbaşkanı J.Jelev’in son yolculuğunda kalabalık matem töreni ile göz yaşı içinde, yas tutan halkı ve gökyüzü bile kış yağmuru ile ağladı; doğa usulca ağlayarak vedalaştı. Doktor Jelev’in ölümü, Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve tüm Müslümanlar için de büyük bir kayıp oldu. Benim gibi, Bulgaristan’ın Kuzeyinden Deliormanlı olan Jelev, 1935’te doğup büyüdüğü diyarını asla unutmadı, çok sevdi. Türklerle dost idi ve onlarla dost olmayı hep sevdi. 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un totaliter zulüm rejiminin devrilmesinden sonra Sofya Ulusal Kültür Sarayı VI. Salonunda yapılan toplantıya has kurulan Yuvarlak Masa’da değişim isteyenlerin başı olan Jelev “değişiklik istiyorsak ve demokrasiye geçişten yanaysak, ilk işimiz Müslümanların isimlerini geri vermektir!” yönündeki deyimi neticesinde, Bulgaristan’da bulunan tüm Türklere verilen Bulgar isimlerimiz yeniden Türk ismi olarak ve ibadet hürriyetimiz 29 Aralık 1989’da iade edildi. O güne kadar Bulgaristan’da bulunan Pomakların isim ve soyadı 8 defa değiştirilmişti. Aslında hayat, insanın ismi değiştirilerek, onun kimliği de değişmeyeceğini ispatladı, Bulgarların arasından bu gerçeği en iyi kavrayan politikacı J. Jelev oldu. O dönem sınırsız zülüm altında ezilen Bulgaristan Türkleri, birbirlerimizin isim ve soyadlarını iyice karıştırdık. Her yerde evrak ve belge keşmekeşi yaşanıyordu. Jelev bu gerçekleri yakından takip etti, zira 1984 yılı Aralık ve 1985 Mart aylarında Bulgaristan Türklerin isimleri değiştirilirken, eşinin köyünde sürgündü ve Deliorman’daki Türk isyanlarına da tarihte canlı tanıklık ediyor olmuş idi. İki milyonun üzerinde Bulgaristan Türkün isimleri zorla değiştirildi, bir çoğumuzun ismi sürgünde iken veya toplama kamplarında, “Belene” veya hapishanelerde iken değiştirildi. Yurt dışına ve Rusya’da, çalışmak için giden çok büyük sayıda Türk ve Pomak ailelerin de isimleri, yurt dışında değiştirildi. Bu ailelerin kök ve akrabalık gibi bağlar koparılmıştı, zira rastgele verilen Bulgar ad ve soyadları birbirinden farklı ve bir çok Anne, baba, dede, nine isimlerinin mirasçı sıfatlarının ispatlanmasını zorlaştırıyor ve mirasçılık belgesinin verilmesi bir yana, başkaca herhangi bir evrak çıkarılmasını imkansız kılıyor olmuş idi. Mülkiyet veya Sigorta Kurumundan emeklilik hakkını talep etmek veyahut yurtdışında okuyan bir öğrenci için istenilecek belgenin verilmesi gibi talepler ile karşılaşılıyor ve yaşan çile için Allah kimsenin başına getirmesin diyebilmekle yetiniyorum. Bu kaosun yarattığı genel toplumsal huzursuzluğunu anlayan Jelev, demokrasi şafağında hemen çözümüne koşarken, lider ruhlu bir önder olduğunu hepimize kanıtladı. O her zaman hor görülenden ve ezilenden yana oldu. Türk isimlerimizi geri alabilmemiz için izlediğimiz yol, uzun ve yokuşlarla dolu, mücadeleyi gerektiren bir süreçte, Bulgaristan’da toplam 44 direniş örgütü kuruldu. Tüzük ve programlar kabul edildi. Başımıza geleni, dertlerimizi ve mücadele hedeflerimizi dünya demokratik kamuoyuna, Birleşmiş Milletler Teşkilatına, Uluslararası İnsan Hakları örgütlerine duyuruldu. “Hür Avrupa”, “BBC ” ve “Amerikanın Sesi” ve “Ankara Radyosu” gibi kuruluşlarla, mücadelemizi herkese iletmeyi başardık. Bu örgütlerin arasında gerek Demokratik Güçler Birliği (CDC) Kurucu Başkanı, gerek Bulgaristan’ın ilk demokratik Cumhurbaşkanımız J.Jelev’in, 1990 Eylülünde Büyük Halk Meclisi bileşimi tarafından 284 oyla seçildiği zaman yaptığı konuşmalarında dile getirdiği ise: “Geçmiş asla unutulmamalıdır, unutulamaz! Bulgaristan’da demokrasiye dönüşümü Türkler başlattı. Totaliter sistemin sonunda demokratik yenidünyaya ilk adımı atan Bulgaristan’da cesur Türkler oldu. 1989 Mayısında ayaklanan Türklerimiz, en doğal insan hakkı olan, Ayaklanma haklarını kullandılar…” O, bu sözleri daha 1990’larda dile getirirken, Haziran 2015’te verdiği son demecinde, “Neye esef ediyorsunuz?” sorusunu yöneltenlere, vermiş olduğu cevap: “ Bulgaristan’ı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne 16. cumhuriyet olarak satan TodorJivkov’u, onunla beraber Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Büro üyelerini, Merkez Komitesi Sekreterliği üyelerini ve Merkez Komitesi üyelerini DEVLETE İHANET ETME suçundan yargılayamadık, üzgünüm.” yönünde idi. Jelü Jelev, tüm demeçlerinde, kontrol altında gelişecek bir barışçı geçişten, kan dökülmeden gerçekleştirilecek bir halk devriminden yana olduğunu vurgulamıştır. Bulgaristan Türklerin, totaliter baskı ve terör rejimine karşı mücadelesinde bel kemiği oluşturan 44 örgüt, dernek, hareket veya parti, demokratik haklar uğrunda yapılan mücadele 1989 Mayıs ayaklanmasıyla taçlandırıldı. Ayrıca 16
Ocak 1988’de Ruse’de başlatılan çevre kirliliğine karşı protesto hareketinden doğan “Ekoglasnost” hareketinin ardından toplam 25 adet demokratik mücadele örgütü daha kuruldu. Sofya Üniversitesi’nde aydınları örgütleyen o oldu. 1989 Kasımında demokratlar 100 değişik gazete çıkarmaya başardı ve 1948’de kapanan “Nikola Petkov” (Bulgar Çiftçi Halk Birliği Partisi ) partisi ile Bulgaristan Sosyal Demokrat Partisi yeniden kuruldu. Böylece, T. Jivkov’un totaliter-komünist zorba rejimine karşı mücadele, artık Bulgar ve Türk demokratik güçlerinin, dernek ve örgütlerinin ortak davası oldu. Bulgaristan Türklerin kurduğu insan hakları örgütlerinden“Demokratik Lig” ulusal ayaklanma örgütlemesinden ve yönetimde son söze sahip olduğu için belirleyici rol oynadı. Zorbalık döneminde kurulan 44 direniş örgütünün yöneticilerinden 43 örgüt başkanı, sekreter ve kadroları bir bir 1989 Mayısında Bulgaristan’dan kovulurken, Ahmet Doğan ve 12 “DC” ajanının Varna’da kurduğu örgütten kovulan tek kişi olmaması dikkatinizi çekmiştir. Totalitarizm zulmüne kurban veren, çok ezilen ve hor görülen Bulgaristan Türklerinin, Hak ve Özgürlükler Hareketi seçimlerine ve iktidara katılmasından yana olan Cumhurbaşkanı Jelev, 1992’de Ahmet Doğan ve Osman Oktay’ın dosyalarını çıkartıp okumuş ve dosyalar 2006’da açıldıysa da, bu ikisinin dosyalarını inceledikten sonra kendileriyle bir daha görüşmemiştir. Bugün “Yattığı yer nur olsun!” dediğimiz J. Jelev’in, daha 1990’da Büyük Halk Meclisi’nde başlattığı büyük kavgalardan biri dosyalar konusu hakkındaydı. 1990’da Büyük Millet Meclisi’nde ajan dosyaları konusunda ilk komisyonu o kurdu. Bu komisyon daha göreve başlamadan evvelinde, Birinci Şube’de, örgütlü dış casusluk kadrolarından ve istihbaratla, komünist partisi arasında bir köprü rolü gören Altıncı Şube, görev yapan ajanlara ait dosyalardan 15 bin dosya yok etti. Ardından “dosyaları yakan” bakan olarak ünlenen, zamanın İç İşleri Bakanı Semerciev yargılandı, ancak etkin bir neticeye ulaşılamadı. Birkaç ay sonra Sofya’da BKP MK binası ateşe verildi. Dosyaların bir kısmı “yandı” denildi. Velhasıl son 25 yılda Bulgaristan kamuoyu ajanı ve hain dosyalarıyla uğraştı durdu. Bugün de 43. meclis bileşiminde 86 dosyalı ajan olduğu biliniyor. Dosyaları nezdinde tutan “DS” sivil polis dairesi istediğini izlemeye devam ediyor. Bulgaristan’da “dosya zarına” daha ilk başta kılıç düştü. Bilinçli olarak yanlış tezgâhlandı. Türk işiymiş gibi gösterilmeye çalışıldı. Üç bin on altı adet ajan dosyalı Türk vardı diyenler, katilleri aklamaya çalıştı; Azmettiriciler sayesinde, gizli polis subayları hakkında söz edilmesinin yolunu kapattılar. Böylece eski devlet güvenlik örgütü “DC” dosya kargaşasından yara almadan kurtulmayı başardı. Askeri istihbarat, subay ve ajanlarının dosyaları korundu. İki dönem Cumhurbaşkanı olan J. Jelev işbu “dosyalar” konusunu gündemden indirmedi. O, dosyalarla birlikte, ajanlar temizlenmeden toplumun direnemeyeceğini biliyordu. Onun döneminde, Büyük Millet Meclisi ve CDC partisi eski ajanlarının, muhbirlerinin ve onları yöneten sivil polislerinin devlet görevlerinden çıkarılması işine başladı, fakat muvaffak olamadı. Hazırlanan ve sunulan tüm yasa önerileri kabul edilse de, Anayasa ve Temiz Mahkemelerinden geçmedi. Böylece komünist rejimin en güvendiği kişiler yeni CV’lerle, eli ne sıcak ne soğuk suya değmiş, pırıl pırıl, kadrolar olarak devlet makamlarına tırmanmayı başardı. Onların arasından en seçkinleri İngiltere ve ABD üniversitelerine gönderilip “Batılı uzmanlar” olarak doğrudan bakanlıklara alındı. Yirmi beş yıldan sonra sosyalizmden kapitalizme geçiş dönemi konusu açıldığında, kimileri “henüz geçiş dönemi başlamadı, tünel içindeyiz, çıkınca başlayacak” şeklinde alay ederken, kimileri “kör müsünüz ? Geçiş Dönemi yıllar önce bitti!” diye geçindi. Daha 1990’da ajan dosyaları, kumar kağıdı gibi, politik oyuna girdi. Demokratik Güçler Birliği kurucularından Dr. PetarBeron’un Başbakan seçilmesi gündeme geldiğinde, dosyasını çıkarıp “Olmaz!” denilirken, Onun yerine, ajanlarla gizli görüşmeler için kendi avukatlık ofisini sivil polisin emrine veren, Filip Dimitrov başbakan oldu. Bugün durum tamamen değişti, malî işler oligarşisi, iç ve dış mali kaynakları sahipleri, kulis ardından ipleri çeken güçler politik sahnedeki oyunculardan defalarca daha güçlü olduklarını gizlemiyorlar. Jelev, Bulgaristan’ı komünizmden, diğer anlatımla Moskova’dan koparıp Batı uygarlığına bağlamak isteyen cesur ve bilge bir politikacıydı. Bulgaristan 2002’de NATO’ya, 2007’de de Avrupa Birliği’ne katıldı. 2015 yılında Rusya’nın Bulgaristan’la ilgili 3 projesinden birden koptu. Bunlar “Belene” AES, “Güney Akım” Gaz Boru Hattı ve petrol boru hattı projeleriyle ilişkisini kesti. Sofya Avrupa Birliğinin Rusya’ya karşı yaptırımlarına katılırken, Ukrayna’da huzur sağlanmasına katkıda bulunmak için Şabla kasabasında bir NATO askeri üssü kurulmasına da yeşil ışık yaktı. Bu hedefleri gerçekleştiren Jelev belki de son yolculuğuna gözleri açık gitmemiştir. Fakat onun toprağa verildiği gün ülkede komünizm kurbanları da anıldı. Dosyalı olanların devlet görevlerine son verilmesi yönünde adım atılması, meclis bileşiminin dosyasız bir terkibe doğru çabalaması beklenirken, ve nitekim “Dosya” sözü sabıkasız istemiyle değişmedikçe adil bir toplum kurulamaz diyemeden, O gitti. Bize kalan, Jelev’siz Bulgaristan ise renk değiştirmeye devam ediyor. Bakalım nereye kadar?
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Yazar Vazov neden bu kadar sevilir Çar III. Boris’in milli şair
İvan Vazov’a ulusal bağış talimatı. ‘Herkes, İvan Vazov’un farklı edebiyat janrlarında yarattığı eserlerinde kendi kendini bulabilir. Biz, Bulgarları ‘’Hışovete’ ve ‘Çiçovtsite’ eserlerinde olduğumuz gibi görmüş, tasvir etmiş, hatta bundan sonra ne olacağımızı öngörmüş, üstünlüklerimizi de, kusurlarımızı da anlamıştır.Bize öğretmeye çalıştığı en önemli şey, onun bizi sevmiş olduğu gibi kendi kendimizi sevmemizdir. İvan Vazov, Rila Dağı’ndaki yedi göle kadar tırmanmayı başaramazsak onun şimdi de bir pırlanta gibi görülen ‘Büyük Rila Çölü’ seyahat notlarını bize tavsiye ediyor. Bulgaristan’a karşı sevgimizi veya hayal kırıklığımızı tasvir edebileceğimiz sözlerimiz yetmiyorsa ise onun ‘Anavatanım Benim’ şiirini okumalıyız. İvan Vazov’un şiirlerinden satırlar reklamlarda bile kullanılır. Irak’ın Kerbela kentinde hizmet veren Bulgar askerlerinden bazıları hayatını kaybettikleri sırada Savunma Bakanlığı’nda açılan taziye defterine düşüncelerini kaydeden her üç kişiden biri Vazov’un ‘Slivnitsa’nın Yeni Mezarlığı’ şiirinden satırlar aktarıp acı ve üzüntüsünü ifade etmişti.’ İvan Vazov çok yetenekli bir ya-
zardır. Sizce onun hayatta bir misyonu olduğu düşüncesi neye bağlıdır? İvan Vazov müzesi küratörü Mirela İvanova şu cevabı verdi: ‘Herhalde Bulgaristan’ın milli ozanı olması ağır bir görevdi.İvan Vazov’un 45’inci yaşına kadarki hayat yolunun ne kadar zor, zıkzaklarla, neredeyse akılsızca maceralarla dolu geçtiğini anımsayalım. Buna rağmen onu Bulgaristan’ın ozanı olması misyonundan vazgeçirecek hiçbir şey yoktur. Bütün bunların karşısında İvan Vazov’un seyrek görülen bir balkancı karakterine sahip olduğunu ve söz sanatına hizmetinde eşi görülmedik bir devamlılık gösterdiğini görüyoruz.Söz sanatına hizmeti ile ise Bulgaristan’a da hizmet ediyor.’
‘Yerel Medyanın AB ile Uyumu’ adlı Sivil Toplum Diyalogu Medya Hibe Projesi kapsamında Bulgaristan’a giden Denizli Büyükşehir Belediyesi Genç Denizli Tiyatro Kulübü Sofya’da geleneksel Türk gölge tiyatrosu Karagöz-Hacivat’ı tanıttı. Denizli Büyükşehir Belediyesi Genç Denizli Tiyatro Kulübü, Türkiye ve AB arasındaki Sivil Toplum Diyalogu Medya Hibe Programı kapsamında Mudanya Gazeteciler Derneği’nin koordinatörlüğünde yürütülen “Yerel Medyanın AB ile Uyumu” projesine katıldı. Bulgar Gazeteciler Birliği’nin ev sahipliğinde Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da gerçekleştirilen ziyaretler kapsamında, Denizli Büyükşehir Belediyesi Genç Denizli Tiyatro Kulübü de, geleneksel Türk gölge oyunu Karagöz-Hacivat’tan gösteriler sundu. Karagöz-Hacivat kıyafetleriyle Türkçe ve Bulgarca sahneye uyarlanan gösteri çeşitli yerlerde sergilendi. Denizli Büyükşehir Belediyesi Genç Denizli Tiyatro Kulübü’nün Sofya
sokaklarında da sergilediği KaragözHacivat gösteri Bulgarların da büyük ilgisini çekti. Mudanya Gazeteciler Derneği Başkanı Yavuz Gerçekçi, projeye destek veren Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Mudanya Turizm Otelciler Birliği Başkanı Akın Esgin’e teşekkür etti. Proje kapsamında, Polovdiv Drama Tiyatrosu’nu ziyaret eden Denizli Büyükşehir Belediyesi Genç Denizli Tiyatro Kulübü üyeleri, Plovdiv Kukla Tiyatrosu, 2 bin yıllık Antik Roma Tiyatrosu, Sofya Milli Tiyatrosu’nu gezerek tiyatrolar hakkında bilgi edindi.
Hacivat-Karagöz Bulgaristan’da Sergilendi
Ukrayna’daki Bulgarlar’la devamlı
irtibat
Başbakan Boyko Borisov ve Ukrayna’daki Bulgarlar Birliği Başkanı ve Yüksek Rada üyesi Anton Kisse arasında yapılan görüşmede alınan karara göre Ukrayna’daki soydaşlarımızla devamlı irtibat halinde olunması amacı ile Koordinasyon Merkezinin kurulması çalışmalarına hemen başlandı. Koordinasyon Merkezi, Yurdışı Bulgarlar
sağlanacak
Devlet Ajansı binasında yer alacak. Soydaşlarımızla daha sıkı irtibat halinde olunması sayesinde daha yoğun diyalog yürütülecek ve zor bir durumda ülkemizin onların yaşadığı problemlerle gerçekten ilgilendiğine dair teminat verilecek, diye belirtilmektedir hükümetin basın merkezince yapılan açıklamada.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 11
Louvre müzesi için Trak medeniyetini dünyaya tanıtmak gurur kaynağıdır
Dört sene hazırlıklardan sonra Bulgaristan topraklarında bulunan eski medeniyetlerden kalıntılar ilk baharda Louvre müzesinde gösterilecek. 14 Nisan -20 Temmuz arasında açık kalacak sergide Trak Çarlar dönemi tanıtılacak, III. Sevt Trak çarı mezarlığında yapılan arkeolojik buluşlar sergilenecek. Fransa’nın Bulgaristan Büyükelçisi Xavier Lapeyre de Cabanes Paris’te 1900 yılında dünya fuarından sonra Bulgaristan’ın Fransa’da en geniş çaplı kültürel etkinlikten bahsediyoruz’ dedi. Elçilikte kültür ataşesi David Weizmann bizim topraklarda yaşamış olan Trakların sırlarının sadece %10 yer yüzüne çıktığını söylerken şöyle devam ediyor: ‘Birkaç yıldan beri Trakların eski Mısır ile bağları konusunda araştırmalar yapılıyor. Günümüzde Tırak tepelerinin araştırılmasında uydu tekniği kullanılıyor. Hatta kazıların %90’ında daha çok iş var, algılama araştırma süreci devam ediyor. Bundan sonra Sozopol şehri yakınlarında eski Apoloniya’da da kazılar da devam edecek.’ Öte yandan Louvre müzesi de ülkemizde iki sergi açmak için hazırlıklar yapıyor: ‘Sofya’da Eski Roma döneminden bir hazine sergilenecek Boscoreale. Plovdiv’te Eski Mısır’dan. Etkinliklerin doruğu ise Le Satyricon sergisi olacak. Bu sergi Andre Dersn’ın grevlerinden oluşur. Gravür sergisi Kazanlık,
Hep Bizden Aldılar Nafiye YILMAZ
Vratsa, Burgas ,Varna, şehir müzelerini dolaşacak. Bu şehirlerden Louvre müzesinde açılacak sergide ayrı ayrı numuneler vardır. Trak hazinelerinin Paris ziyareti ne başka sergiler, konserler , Sinema festivali de eşlik edecek. Mart ayında seminer düzenlenecek. Trak Çarların tarihi’ sergisi için 300 bin Avro yetmiyor. Serginin bütçesi 900 bin Avro. Louvre müzesi 360 bin Avro ile katılıyor ve sergi ile ilgili tüm harcamaların garantisini sağlıyor. Fransa Büyükelçisi 110 bin Avro, sponsorlardan Ocak ayının sonuna kadar 130 bin Avro toplandı. Bundan dolayı Fransa Büyükelçiliği bağış kampanyası başlatacak.www.restavriramezaedno.bg. Paralar numunelerin restore edilmesi için gereklidir. Paralar toplanamaz ise Bulgar kültür sezonu gibi ek etkinliklerin iptal edilmesi gerekecek.
BALKANTÜRK Eğitim Vakfı’ndan
Uludağ Üniversitesi’ne ziyaret BALKANTÜRK Eğitim Vakfı baş- tim Vakfı’nın kuruluşunun henüz 4’üncü
kanı Naci Şahin ve Yönetim Kurulu Üyeleri, Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kamil Dilek’i makamında ziyaret etti. Ziyarette konuşan Naci Şahin, BALKANTÜRK Eğitim Vakfı hakkında Rektör Dilek’e bilgiler verdi. Şahin, Mudanya Mürsel-Aydınpınar sınırındaki 65 bin metrekare olan Mürsel köyüne ait arsanın vakfa tahsisi için tüm başvuruları tamamladıklarını belirtti. Şuanda 200’e yakın öğrenciye burs verdiklerini ve BALKANTÜRK Eğitim Vakfı’nın balkanlarla Türkiye arasında eğitim köprüsü olma görevini üstlendiğini de ifade eden Şahin, şunları kaydetti: ”BALKANTÜRK Eğitim Vakfı yönetimi olarak 18-21 Şubat tarihleri arasında davet üzerine Sofya Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. George Mihov, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Valeri Mladenov’u ziyaret edeceğiz. Eğitim köprüsünü Bulgaristan Sofya Üniversitesi ile inşa etmeye başladık. Hedefimiz Bursa’nın Balkanlarda eğitim vadisi olarak anılmasıdır” Rektör Dilek ise BALKANTÜRK Eği-
ayının içerisinde olmasına rağmen yaptığı ve yapacağı eğitim zirveleriyle Balkanlar ve Bursa arasında eğitim köprüsü olma görevini başarıyla yerine getirdiğini söyledi. BALKANTÜRK Eğitim Vakfı ile birlikte yürütülen yaz okulu ve öğrenci değişim projelerinde doğru tespit ve çalışmalarla ile öğrenci sayısının 700’e ulaştığını belirten Rektör Dilek, şunları kaydetti: ”Yeni kurulan BALKANTÜRK Eğitim Vakfı’nın hızlı ve yoğun çalışmalarında can suyu olarak gereken desteği biz Uludağ Üniversitesi olarak her zaman vermeye hazırız. BALKANTÜRK Eğitim Vakfı beş parmağımızdan biridir. Yapılması planlanan meslek yüksek okulunda yine aynı çatı altında eğitim için bir bütün olacağız. Uludağ Üniversitesi öğrencilerinin de eğitimine katkı sağlayacağına inandığım meslek yüksekokulu, Bursa’nın kalifiye eleman ihtiyaç sorununu çözmede önemli bir adım olacak. Bizde Uludağ Üniversitesi olarak BALKANTÜRK Eğitim Vakfı’nın eğitim, ödenek, öğretim üyesi gibi ihtiyaç duyulan tüm alanlarda tam destekçisi olacağız”
man dini cemaatler, İslam karşıtı gösterilerle adını duyuran Pegida‘ya karşı demokratik tavır koyma çağrısında bulundu. Pegida, bir çok kentte olduğu gibi Köln’de de VatanseverKölnlülerBatınınİslamlaştırılmasına Karşı (Kögida) adı altında örgütlendi. Pegida ve Kögida’ya karşı sessiz kalmayan Köln halkı ise “Köln stellt sich quer“ „Köln omuz omuza karşı koyuyor“ adlı insiyatifle karşı koyuyor. 5 OCAK’TAKİ PEGİDA KARŞITI GÖSTERİYE KATILMA ÇAĞRISI ‘Köln stellt sich quer’ insiyatifi Pegida ve Kögida’ya karşı 5 Ocak’ta Köln’de büyük bir gösteri düzenleyecek. Saat 15:30’da başlayacak gösteriye Türk STK’lar ve Müslüman dini cemaatler de tam destek verdi. STK’lar; DİTİB genel merkezi konferans salonunda düzenlenen basın toplantısında ortak bir açıklama yaparak, “Toplumun ayrıştırılmasına karşı tavır koyalım“ çağrısında bulundu. STK ve cemaatler, “Aşağıda adı geçen sivil toplum kuruluşları ve Müslüman dini cemaatler, Pegida ve ondan neşet eden Kögida gibi cereyanlara demokratik bir şekilde karşı çıkan inisiyatif ve ittifakları desteklemektedir. Böylelikle bu inisiyatif ve ittifaklar, İslam düşmanlığı, ırk-
lik nefrete karşı ve mültecilerin lehine apaçık ve yanlış anlaşılması mümkün olmayacak bir şekilde tavır koymaktadırlar“ ifadelerini kullandı. Müslümanlara karşı düzenlenen saldırıları endişeyle takip ettiklerinin altını çizen STK’lar ve cemaatler, “Dahil ve hariçte cami ve İslam dinine mensup insanlara yönelik saldırıları büyük bir endişeyle takip ediyoruz. Herkesi 5 Ocak’ta yapılacak olan gösteriye katılarak İslam düşmanlığı, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve yabancılara yönelik nefrete karşı tavır koymaya çağırıyoruz“ ifadelerini kullandı. Ortak açıklamaya Müslümanlar Koordinasyon Kurulu (KRM), Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), İslam Konseyi (İslamrat), İslam Kültür Merkezleri Birliği (VIKZ),Almanya Müslümanlar Merkez Konseyi (ZMD), İslam Cemaati Milli Görüş (IGMG), Avrupa Türk İslam Birliği (ATİB), Avrupa Türk Caferiler Birliği (ATCB), Avrupa Alevi Ehli Beyt Federasyonu Almanya Alevi İslam Birliği (AAİB), Türk Alman Yazarlar Birliği (TAB), Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSIAD-NRW), Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) ve Avrupa İşadamları Birliği (TÜMSİAD) destek verdi.
TürkTürksivil toplumu ve İslami kuruluşlar ırkçılara karşı birleşti sivil toplum kuruluşları ve Müslü- çılık, yabancı düşmanlığı ve yabancılara yöne-
Elimizde avucumuzda bir şey kalmadı deyenler tamamen haklı. Vere vere bir şeyimiz kalmadı. Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Lütfü Mestan, Merkez Yürütme Kurulu üyeleri ve eski Sosyal İşler Bakanı D-r. Hasen Ademov gibi bölgede bilinen milletvekilleri Razgrad bölgesindeydiler. Parti büro toplantısını Deliorman başkentinde yaptılar. Olay hakkında halkın dilinde dolaşan şudur: “Öküz öldü ortaklık bozuldu.” Toplantıda L. Mestan’ın esip gürlediği ve yerlilere gözdağı vermeye çalıştığı işitildi. Anlaşılan o yaklaşan yerel seçimlerden önce, tepkisi fazlalaşan ve bazı köylerde kaynayan TABAN GAZINI ALMAYA GELDİ. Taban gazı zehirlidir, hareketlendiğinde önüne geçilmez. Lütfü başkan partinin seçim stratejisini değiştirdi. Muhtar ve belediye başkanı seçimlerinde kimseye taviz ve özgürlük tanımak istemiyor. Yukarıdan kimi gösterirsek onu seçeceksiniz, diyor. Halk “gene bir çıkarları vardır, bizi düşünmemişlerdir, kendi hesapları vardır” şeklinde yorumlarken tepki ifade ediyor. Lütfü konuşmasında, “oy oydur, rengi kokusu yoktur, verin oyunuzu DPS’ye!” dedi. Bu sözleri tohum gibi eksen çıkmıyor, slogan yapsan bakan yok. Bilinçli seçmen biz bu günlere mücadele vererek geldik, kayın peder, gizli polis “DC” falan yardımıyla değil, cevabını yapıştırıyor. Mestan’ın kılcal damarları gizli polis “DC” tarlasında olduğundan, Delirorman Türklerini, Deliorman insanını, onlar suskunluğunu ve ne yapacağını asla anlayamadı. Bu toprak dünya şampiyonları çıkarmış bir kutsal adaletin vatanıdır. Halkın gönlü Lütfü Ahmedov, Hüseyin Mehmedov ve daha nicelerinin coşkusuyla dolup taşmaya devam ediyor. Deliorman insanı hak ve özgürlük davasına önce adalet bilinciyle yanaşır. Mestan’ın kendi köydeşleri adalet sözünü bilmediklerinden “Allah ne verdiyse kabulümüzdür” inancıyla avunurken, bu bölge halkı 1985’te ve 1989’da ayaklanmıştı, Ak Kadınlar (Dulovo) bayanları çapaları, tırmıkları, yabaları sırtlamış askere karşı yürümüştü. Kemaller (İsperih) aylarca nöbet bekledi, gece gündüz ayaktaydı. Bu insanlarımız için bir toplumda önce adalet sağlanması sorunu çözülmeliydi ki, Hak ve Özgürlükler partisi 25 yıldan beri hükümet ortaklıklarına katılıp ayrılıyor, sürüden ayrılmamak için kendilerine hep oy verdiler, fakat BULGARİSTAN CUMHURİYETİNDE ADALET SAĞLANMASI İÇİN BİR ADIM ATILMADI. Anayasa ve kanun değiştirmek kendiliğinden adalet anlamına gelmiyor. L.Mestan haklarımızın ve özgürlüklerimizin kutsallığını bilmez, bilemez. Onun okuduğu okullarda ve kitaplarda bu konuda tek satır yoktur. Ona baş danışmanlık yapan Mariyana Georgieva da bu işlerden pek anlamaz. En düzgün Bulgarca kullansan da, bilmediğin bir şeyi kimseye anlatamazsın. Birkaç defa “Demir Baba Tekesi” anma törenlerine katıldı. “Saltuk Baba kimdir?” diye sordu. Anlatılanı anlayamadı. Şeyh Bedrettin ismini işitmemişti. Çömelip oturanların önüne çıkıp, yüksek meşe dallarının gölgesinde konuştu. Havada sözler dolaştı. Dikiş tutmadı. Onun anlatmak istediği şeyler, sanki ekmeğimizde “DC” – gizli polis mayası olmadan somun kabarmaz anlamındaydı. Şimdiye kadar işittikleri en iyi melodi çapa sesi, ya da yonca biçerken kosa fışlaması olan bu insanlar, her buluttan rahmet yağmadığını biliyordu. Oysa onlar dünyanın en kaliteli buğdayını üreten köylülerdi. Gizli polis ajanları mayanın ne olduğunu öğrenmezden önce, onlar Balkanların ve Avrupa’nın en kabarık, kabı en kızarmış, hem kıtır kıtır hem de sünger gibi has ekmeğini pişirenlerdi. Hak ve özgürlük tohumları bu topraklarda mayalanmıştı. Osmanlıdan önce, Şeyh Bedrettin zamanlarında hak ve özgürlüğün adı adaletti. Adaletin olduğu yerde
bütün insanlar kardeşçe yaşayabilirdi. Adalet Vatandan da öndeydi. Adalet olmadan Vatan olmazdı. Onlar bunu anlatırken “kuduz tarlasına kuşlar konmaz” diyordu. Halkımızın geleneklerini, ahlakımızın ve kültürümüzün tüm ayrıntı ve özelliklerini bilen aydınlarımız bu topraklarda yetişmişti. Kılcal damarları bu toprakların 1000 yıl derinlerinde olan “Bir orman gibi beraber ve bir ağaç gibi hür” biçimindeki özgürlük ve adalet anlayışı dünyayı değiştiren güç olmuştu. Doğal hakların, insan haklarının ne olduğunu çok iyi bilen Deliormanlılar son yıllarda kendilerine verilen sözlerin hiç birisinin yerine getirilmediğini çok iyi bildikleri gibi, “yalancının mumunun yassıya kadar yandığını” da biliyordu. Bu bakıma halkın artık uyandığını, Hak ve Özgürlükler Partisi liderine ve yönetimine verilen kredinin tükendiğini son genel seçimlerde, “yukardan” gelen, saraylarda dizilen aday listelerini elinin tersiyle kenara itip, kimi milletvekilini seçen, kimi başkente göndereceğine kendi karar veren ve Günay Hüsmen’i Sofya’ya göndereler yüksek iradeli ve bilinçli seçmenlerdi. Onların kararı bir yandan Bulgaristan Türklüğü tabanının uyumadığını, gece gündüz adalet nöbetinde olduğunu kanıtlarken, parti liderinin “oy oydur” politikasını tamamen ret etti. Deliormanlı aydınlardan hiç biri Romandan oy dilenmedi. Para karşılığı oy istemedi. Vratsa, Montana köylerine ne de ta a Vidin iline oy aramaya gitmedi. Deliorman insanımız biz kendimize yeteriz inancıyla yaşamaya devam ediyor. Bölge hastanelerindeki hekim yetersizliği, Razgrad il hastanesinde çocuk cerrahı olmaması, İsperih hastanesinde yerli doktor kalmaması, hemşerilerin de daha yaşanası bir hayat için bir nebze İngilizce öğrenip Batı ülkelerine göç etmeye karar vermiş olmaları çok düşündürücüdür. DPS şefi Lütfü’nün derdi “oy”, halkın derdi ise bambaşka. Halkımızın vatan sevdasından vazgeçmesinin ana nedeni ülkemizde adalet olmamasıdır. Adil olma ve Tanrının verdiğinle yetinme anlayışının rafa kaldırılması, hak arama savaşımının boğulmasının ardında DPS olduğunu bilmeyen kalmadı. 4–5 milyar levanın kayıplara karıştığı BTK-bankası şaibesinin ardında da DPSyönetimine bağlı olduğunu konuşan olmasa bile herkes gerçekleri biliyor. Son gelişmeler yalnız endişe değil, hesaplaşmaya da neden olabilir tehlikesi büyüyor. Bulgaristan’da çocuk doğum oranının bu bölgede yıllardan beri en düşük olması, insanların yaşadıkları yerleri terk edip kaçmaları, hükümetlerin hiçbir tedbir almaması, anaokullarında anadil eğitimi olmaması vs. vs. sebepler Deliorman köylerimizin ıssızlaşmasında ana neden olmaya devam ediyor. 25 yıldan beri dinmeyen göç, son beş yılda özellikle ekonomik göç şeklinde Batı Avrupa ülkelerine yöneldi. Hayvancılık yok oldu. Şunu ilave etmek istiyorum. Hafta sonunda Bulgaristan “Dayanışma” sendikasının kurucusu ve 26 yıl başkanı olan D-r Konstantin Trençev, kurultayda bir veda konuşması yaptı. “Geçiş Döneminde” Bulgaristan halkı üzerinde “soy kırım” yapıldığını söyledi. Bu sözleri söylerken, deneyimli sivil toplum örgütü başkanı gözyaşlarını tutamadı, “ömrünü özgürlük davasına adadım ama bir şey elde edilemedi” dedi. Bu sözler öncelikle Deliorman için geçerlidir. Geçen yüzyıl bir dönem bu bölgenin şirin köy ve kasabalarında 1 428 Türk Okulu, din okulu vs. eğitim merkezlerimiz vardı. Bu irfan ocakları Müftülük ve vakıf yardımlarıyla, örencilerin evden gelirken kitaplarıyla birlikte getirdikleri birkaç odun kesmesiyle ısındıkça halkın ruhunu ısıtıyordu. Şimdi o da yok. Hep bizden, hep bizden aldılar. Alamadıkları bir tek Türklüğümüz, Türk ruhumuz ve Türk vicdanımız kaldı. Bu topraklarda Türk ve Müslüman kimliğimizi yaşatan halk aydınlığımız-dır. Devamı - www.bghaber.org
12
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Şumen Bölge Müftülüğü’nden Yaprak Dökümü Kış ortasındayız. Yeller, seller, karlar İmamlar ile Toplantı hakim dünyaya… Bir
Şumen Bölge Müftülüğü’nde, bölgeden imamlar ile olağan toplantı gerçekleştirildi. 11.02.2015 tarihinde yapılan çalışma toplantısının açılışı Bölge Müftüsü Mesut Mehmedov tarafından yapıldı. Toplantıya İrşad
Hizmetleri Dairesi Uzmanı Halil Hocov misafir olarak iştirak etti. Halil Hocov, tüm imamlar ile şahsen görüşerek, imamların yerleşim yerlerinde yaptıkları faaliyetleri ile tanıştı.
Kurumu (TÜBİTAK) Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Yeniköy Elektrik Üretim AŞ’nin (YEAŞ) talebiyle Yeniköy ve Yatağan Termik Santrallerinde kullanılmak üzere 92 üçüncü kademe buhar türbin kanadı üretti. Kanatlar, Yeniköy Termik Santrali’nde düzenlenen törenle teslim edildi. TÜBİTAK MAM Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Murat Makaracı, gazetecilere yaptığı açıklamada, projenin Türkiye’de bir ilk olduğunu, TÜBİTAK ve paydaşlarının,YEAŞ’ın talebiyle ciddi bir araştırma sürecine girdiğini söyledi. İthal edilen buhar türbin kanatlarını Türkiye’de üretmeyi başardıklarını kaydeden Makaracı, çalışmanın yaklaşık 2 yıl sürdüğünü belirterek, emeği geçenlere teşekkür etti. TÜBİTAK MAM Malzeme Enstitüsü Kritik Metalik Malzemeler Grup Lideri Doç. Dr. Havva Kazdal Zeytin, proje sayesinde Türkiye’nin yakın gelecekte kendi motorlarını üretebileceğine dikkati çekerek, “Ürettiğimiz teknoloji, uçak ve otomobil motorlarının altyapısı sayılabilir” dedi. Türbin kanatlarının malzeme ve altyapı yönünden Türkiye’de yapılamayacağı yönünde algılar bulunduğuna işaret eden
Zeytin, projede TÜBİTAK’ın bilgi birikimiyle Omtaş Çelik AŞ, CNK Havacılık ve Termoindüksiyon firmalarının teknolojisinin kullanıldığını belirterek, “Maliyeti de yurt dışının yarısı oldu” diye konuştu. YEAŞ Genel Müdür Yardımcısı Serdar Toprak, Türkiye’de yerli teknoloji kullanan ilk termik santral olduklarını bildirdi. Santrallerinde yerli teknolojiyle enerji üretimi çalışmalarına 2011 yılında TÜBİTAK ile başladıklarını belirten Toprak, “Kısa sürede elimizdeki örneklerden daha iyilerini yapabileceklerini anladık. İnşallah montajdan sonra ne kadar faydalı olduklarını göreceğiz. Bu projeyle diğer santrallerde de yerli teknolojinin kullanılmasına öncülük etmiş olacağız” dedi.
Bulgaristan’daki Türkçe radyo yayınları “ Bulgaristan Ulusal Radyosu (BNR) Türkçe program yayın süresini günde üç saate yükseltti. Bugünden itibaren uygulanacak karar sonucu sabah kuşağındaki yarım saatlik Türkçe programın süresi bir saate çıkarıldı. Radyo, ayrıca her gün öğle ve akşam kuşaklarında birer saatlik haber ve başka içerikli programlar sunuyor. Bu arada BNR’nin “eski teknoloji olduğu gerekçesiyle” kapatılan, ülkenin Türk ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı kuzeydoğu ve güneydoğu bölgelerinde sinyal aktaran orta dalga bandından yayın yapan vericilerle ilgili yeni bir düzenleme yapıldığı da öğrenildi. AA muhabirinin BNR yetkililerinden edindiği bilgiye göre, ülkenin güneydoğusundaki Kırcaali şehrinde FM bandından yayın için izin verildi. Benzer sorunun yaşandığı Şumnu bölgesinde de FM
bandı üzerinden yayın sağlanması için çalışmalar yürütülüyor. Halen Türk ve Müslümanlara yönelik orta dalgadan yayınların yapıldığı Bulgaristan’ın kuzeybatısındaki Vidin şehrinde de vericinin yayın gücü yükseltildi. Bulgaristan’da 7,3 milyonluk nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan Türk ve Müslümanların ilgiyle dinlediği günlük Türkçe programları aktaran vericilerin 1 Ocak 2015’te devre dışı bırakılması yerel halkın tepkisine neden olmuştu. Geçen ay Bulgaristan’ı ziyaret eden TRT Genel Müdürü Şenol Göka, BNR Genel Müdürü Radoslav Yankulov ile görüşerek, ülkedekiTürkçe radyo yayınları ile ilgili sorunlara çözüm bulunmasını konuşmuştu. Kuruluşunun 80. yıl dönümünü kutlayan BNR’nin arşivinde yaklaşık 5 bin Türkçe şarkının yanı sıra 2 bine yakın radyo tiyatrosu kaydı bulunuyor.
yaret ederek Bursa ile ticari ilişkileri güçlendirmek istediklerini söyledi. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nı ziyaret eden Bulgaristan’ın İstanbul Başkonsolosu Angel Milev Angelov, Bursa ile Bulgaristan arasındaki ticari ilişkileri güçlendirmek istediklerini söyledi. Bulgaristan Başkonsolosu Angel Milev Angelov’u, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay karşıladı. Ziyarette, BTSO Yönetim Kurulu Üyesi Aytuğ Onur da hazır bulundu. Gerçekleşen ziyarette açıklamalar yapan Başkonsolos Angelov, Bursa ile ticari ilişkileri daha güçlendirmeyi hedeflediklerini söyleyerek yakın zamanda Bursa’da bir ofis açmayı planladıklarını belirtti.
rını yakından takip ettiklerini dile getiren Angelov, “Bulgaristan ile Türkiye arasında ciddi kültürel birikimler var. İlişkilerimiz çok sağlam. Her geçen gün de gelişiyor. Bursa’da Bulgaristan’daki fırsatları aktarabileceğimiz bir toplantı isabetli olacaktır. Bu konuda elimizden gelen katkıyı sunacağız.” ifadelerini kullandı. BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay ise Bursa’dan Bulgaristan’a 585 firmanın ihracat yaptığını belirterek, Bulgaristan sermayeli 23 firmanın da Bursa’da faaliyet gösterdiğini vurguladı. Burkay, Bursa ile Bulgaristan arasındaki ihracatın 2014 yılında 89 milyon dolara ulaştığını, ithalatın ise 182 milyon dolar olduğunu dile getirdi.
TÜBİTAK ilk kez yerli buhar türbin kanadı üretti Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Bulgaristan’daki Türkçe radyo yayınları
Bulgaristan İstanbul Başkonsolosu BTSO’yu ziyaret etti Bulgaristan İstanbul Başkonsolosu BTSO’yu ziBTSO’nun iş dünyasına yönelik çalışmala-
de Bulgaristan sosyal hayatında yaprak dökümündeyiz. Her yapının birkaç ana direği olduğu gibi, sosyal ve politik yaşamın da birkaç başı çeken, lider konumunda olan, fikir ve eylem hocası vardır. Bulgaristan’da 1990 dönüşümünün doğal önderi çelimsiz, gösterişsiz, mütevazı ve paragöz olmayan Jelü Jelev’in hayata gözlerini yummasıyla eski defterler bir daha açıldı. Sevenleri ve sevmeyenleri önlüklerini silkti. Şu çeyrek asrın inkâr edilemez gerçekleri olduğu göründü. Ki, anti-totaliter dönüşümün atası olan Jelev, daha 1980’li yıllarda Şumen’in Veselinovo köyünde sürgünde mısır karıklarında çapa sallarken boş zamanlarında kaleme aldığı “FAŞİZM” eserinde ağarması beklenen ufkun kavını çakmıştı. Bunu kimse yatsıyamadı! Ukrayna’da “Çernobil” AES faciasından ve Romana’nın “Gürgovo” Kimya Fabrikası zehirli gazlarının Tuna şehrimiz Rusçuk (Ruse) genç ailelerini çocuklarının hayatını kurtarmak için evlerini terk edip yönsüz kaçışlarında mayalanan “Ekoglasnost” çevreci hareketi bir ilk oldu. Değişim yelkenine taze rüzgâr gibi dolan “Açıklık ve Değişiklik Kulübü” aydınlarınca yakılan ateş, demokrasi hareketini başlatıp geliştirdi. Bulgaristan’ da totalitarizmi, baskı ve terör rejimini olumsuzlama ve yerine adalet ve demokrasi düzeni, hürriyetleri çağırma atılımları böyle başladı. Vatanımızda totaliter zulüm rejimine karşı ana muhalefet gücü olarak oluşup gelişen Demokratik Güçler Birliği (CDC) kurultay salonlarında kurulmadı. Jelü Jelev’in iki odalı dairesinin mutfağında yürütülen hararetli politik tartışmalarda oluşup biçimlendi. Jelü’den gayrı herkes bu işin bir başkasının örneğine göre yapılmasını istiyordu. Her kafadan bir ses, bir fikrin çıktığı o günlerde, Bulgaristan için geçerli politik formülü öneren J. Jelev olmuştu. O, halk hareketlenmesinin Demokratik Güçler Birliği “CDC” şeklinde tutacağına inanıyordu. Saflarında birleşen milyonlar onun doğruluğunu kanıtladı. Bulgaristan dirilişi BÜYÜK BİR KOALİSYON hareketi şeklinde gerçekleşti. Umut “CDC” olarak doğdu. Bu bir partiler birliği, sendikal hareket, gençlik patlaması olmakla birlikte, demokrasiden yana olan tüm güçlerin tek yumruğu, birliği ve politik öncüsü oldu. Dip dalgasının hareketlenmesine öncülük eden Jelev’in Cumhurbaşkanı seçilmesi kolay olmadı. O kendisi uzun yıllar hapishanede kalmış bir savaşımcı olan sosyal demokrat lider D-r Petır Dertliev’in Cumhurbaşkanı seçilmesi için ısrar etti. Fakat Demokratik Güçler Birliğine katılan Çiftçiler, yeşiller, radikal demokratlar D-r Dertliev’e karşı çıktı. Dertliev Bulgaristan’ın eyalet şeklinde yönetilmesini, kantonlarla yönetilen bir İsviçre’ye benzemesini, etnik azınlıklara tüm haklarının tanınmasını özlüyordu. Onun devlet yönetimini ele geçirmesinden en fazla ürkenler ise sosyalistlerdi. Sosyalist kitlenin Sosyal Demokrat partiye akacağından korktular ve seçilmesine kesin karşı çıktılar. 400 milletvekili olan Büyük Halk Meclisi parçalanıp çökmek üzereydi. O zaman uyumlu ve dengeli bir üslupla politika yapan J.Jelev olaya yaratıcı yanaştı ve aklıselim üstün geldi. O 1990’da meclis çoğunluğuyla ilk demokratik Cumhurbaşkanı seçildi. Ne yazık ki, Jerlev “CDC” içindeki örgütsel yapıyı dimdik ayakta tutan kişi olduğundan, herkesin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle dengeler bozuldu. Parti içi birlik bunalıma düştü, parçalandı ve dağıldı. Jelev Bulgaristan Türklerinin isim değiştirme, kültürel katliam ve zorla topraklarından kovulma zorbalığını yakından izleyen ve olup bitene üzülen bir demokrattı. O, haklı ve asil mücadelemizde her zaman yanımızda oldu. Ağır mücadele yıllarında Bulgaristan Türklerinin doğal ve insan hakları direnişlerinin illegal Bulgar demokrasi hareketiyle kaynaşma-
sından yanaydı. 1990’dan sonra “CDC” de birleşen ve şahlanan Bulgar demokratik dönüşüm hareketinin bağrını açıp Türk ve Müslüman başkaldırısıyla kaynaşmasını isteyenlerden biri de o idi. Yuvarlak masa toplantılarında “Türk ve Müslümanların isimlerini geri vermek atılacak ilk adımdır” deyen de o oldu. Şunu itiraf etmek zorundayım: O zamanlar, bizler yani köy ve kasabalarda halkımızı örgütleyenler, Hak ve Özgürlükler Hareketi yönetimini ele geçiren Ahmet Doğan (Medü Doganov) ve arkadaşlarının Bulgar devlet güvenlik teşkilatı (DS) kaşarlı ajanı olduklarını, onların hapislerde görevli ajan olarak, bir mahsus yattıklarını, içerde de muhbirlik yaptıklarını bilmiyorduk. Eski mahkûmlarsa ya Türkiye, Viyana ve Belgrat’ta kaçmış ya da Bulgaristan’dan uzaklaşmak istediği için her konuda susuyordu. Bulgar devletinin bize karşı bu denli derin ve sıkı çalıştığı aklımızın ucundan geçmiyordu. Zindan ve koğuş kapılarının açılmasıyla hürriyet güneşi sanki gözlerimizi kamaştırmıştı. Aramıza sızanlarınlar dan hepsinin bacağı bağlı, kulağına ne yapacağını devamlı fısıldayan birileri olduğunu nereden bile bilirdik!? Doğrusu iğrenç oyun bitti diye düşünmüştük. O zaman büyük göç oldu. Kuru tahta, kuru bok su üzerinde yüzdüğünden, biz kalanlar bizimdir misali, vatanda kalanlar tertemizdir havasına girmiştik. Türkiye seli akmaya devam ediyordu. Şimdi anlıyoruz ki ajanların toplam sayısı 3 016 imiş, küçük bir rakam sayılmaz, bunlar sıradan insan değildi, hepsi okumuş, hazırlıklı ve iş başındaydı. Ben onlardan hepsinin aynı iş için kullanıldığına pek inanmak istemiyorum. Yıllar sonra, sesiz ve gece dokunan bir örümce ağını andıran bu doku – gizli polisin aramızda bir ajanlar şebekesi (ağı) oluşturduğu artık gün ışığına çıkarmakla kalmadı, yüzde yüz kanıtladı. Biz sindirilmiştik, kimin kim olduğunu araştırıp soracak, ardından da hesap soracak takatimiz kalmamıştı. Göç edenler yolda sıra düzüyor, yerlerinde kalanlar da açılan boşlukları doldurmaya çalışıyorduk. İnancımızda “ajanlar zamanı bitti” anlayışı hakimdi ve tam o zaman başımıza yeni bir çuval geçirildiğini fark edemedik. Bu çuvalı geçirenler de yine aramızdan olup hainliği kabul etmiş kişilerdi, ama biz bunu fark edemediğimiz için, bugün artık çok üzgünüm desem de, 25 yılın çekisi ortada… Yıllar sonra, bazen hanıma bir kaymaklı kahve pişirtip, pencere kenarına çekilip, şehrin sesini dinlerken derin derin düşündüğüm de oluyor. Şu an sizinle paylaşmak istediğin şu fikir hep aklımdadır. 1878’den sonra anlaşılan Bulgar bizden hep korkmuş, bize hep kuşkulu ve ürkek bakmış ve bizi başı ezilecek bir yılan olarak görmüşler. Neden mi deyeceksiniz. Olay şundan ibarettir. Bulgarlar, biz öz Türklere bal arısı gibi bakıyorlardı. Çalışkanız, dürüstüz, bize akıl veren, yapacağımız işi söyleyen olmasa da, işimizi biliriz. Kılavuzumuz toprak kokusu, havanın nemidir. Halkı buluttan yağmur geleceğini de ilk bakışta söyleyebiliriz. Şu da var. Bize tehlike yaratmayana biz saldırmayız. Bal arısına benzeriz. Bilirsiniz sarıca arının, eşek arısının ve diğer arı türlerinin beyi yoktur. Onlar teker teker, çifter çifter yaşar. Biz beraberce varız, koloni oluştururuz. Birbirimize engel olmadan yaşamayı biliriz. Bu işin kitabı musafı yoktur, bu iş bizim özümüzdedir. Bal arıları, ikilik kabul etmez, tek beye bağlı ve son derece düzgün örgütlü, kendi kendine yeten, zor zamanda bey üretip oğul şeklinde dar gelen sandıktan kavgasız ayrılan, ağaç kovuklarına bile gömeç takıp örgütlü ve düzenli hayatlarını sürdüren ender yaratıklardır. Sosyal hayatta bu tarifin anlamı, Türklerin devlet kurabilen bir insan türü olduğunda gizlenir. Cumhurbaşkanlığı forsumuzda 16 devlet yaratıp yaşattığımız ortadadır. Bu bakıma ezilmiş de olsak, dağılmış da olsak, birbirilerini bulup yediden örgüt düzeni kurarak kendi kendimize yol devam ederiz ve bu, aslında diğerleri için bir büyük tehlikedir. Bu tehlike 1878’de beri bu topraklarda nabzı atan bir oluşumdur. Biz böyle tip insanlar olduğumuzdan, totalitarizmin ağır çeki yıllarında 44 illegal, yarı legal ve legal örgüt kurarak kimliğimizi yeniden kanıtladık. Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 13
Türkü Nedir?
Türkçe ait ürün anlamındadır.Türküyü oluşturan dize grupları arasında tekrarlardan kavuştak bölümleri vardır. Türküler ezgilerine göre adlar, uzun havalar,kırık havalar(oyun havaları). Konusuna göre ise ölüm,ayrılık,savaş,çocuk,doğa…türküleri olur. Bir ezgi ile söylenen halk şiirinin her çeşidini göstermek için Türkiye’nin sözlü geleneğinde en çok kullanılan ad Türküler dir. Özel durumlarda ya da ezginin, sözlerin çeşitlemesine göre ninni, ağıt, deyiş, hava adları da kullanılmaktadır. Türk halk edebiyatı nazım şekli ve türüdür. Ezgisi yönüyle diğer halk şiiri türlerinden ayrılır. Türküler genellikle anonimdir. İsimleri bilinen saz şairlerinin söyledikleri de giderek halka mal olmuş ve bunlar da anonimleşme eğilimine girmiştir. Türkü söylemeye “türkü yakmak” da denir. Türkü adı Türk sözcüğüne Arapça “ı” eki eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. “Türk’e özgü” anlamına gelir. Türkü sözcüğü ilk kez XV. Yüzyılda Doğu Türklerince kullanılmıştır. Hikmet Dizdaroğlu, Anadolu’da türkünün ilk örneğini Öksüz Dede’nin verdiğini belirtir. Türküler genellikle hece vezninin 7, 8 ve 11’li kalıplarıyla kıtalar halinde söylenir. Her kıta türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bend ile nakarattan meydana gelir. Nakarat her bendin sonunda tekrarlanır. Bu kısım bağlama veya kavuştak diye de bilinir. Türküleri kesin ayrıma sokmak güçtür. Bir yörede yakılan türkü diğer bir yöreye şekli ve söyleniş biçimi değişerek geçebilir. Türküler ezgilerine, konularına ve yapılarına göre ayrılır. Türkü Çeşitleri Ezgilerine göre türküler Kırık havalar: Usullü ezgilerdir. Alt türleri; türkü (genelde tüm kırık havalar için, özelde diğer türlerin dışında kalanlar için kullanılır), deyiş, koşma, semah, tatyan, barana, zeybek, horon, halay, bar, bengi, sallama, güvende, oyun havası, karşılama, ağırlama, peşrev, teke zortlatması, gakgili havası, dımıdan, zil havası, fingil havası dır. Uzun havalar: Usulsüz ezgilerdir. Alt türleri; uzun hava (diğer türlere girmeyenler için kullanılır), barak, bozlak, gurbet havası, yas havası, tecnis, boğaz havası, elagözlü, maya, hoyrat, divan, yol havası, yayla havası, mugam dır. Ayrıca gazeller de özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde halk arasında söylenmektedir. Konularına göre türküler Ninniler ve çocuk türküleri, tabiat üzerine türküler, aşk türküleri, kahramanlık türküleri, askerlik türküleri, tören türküleri, iş türküleri, acıklı olaylarla ilgili türküler, güldürücü türküler, karşılıklı söylenen türküler, oyun türküleri, ağıtlar.
Masallarımız
Türkülerin Özellikleri
1. Türkülerde konu zenginliği vardır. Aşk, ayrılık, ölüm, tabiat, kahramanlık, güzellik başlıca konularıdır. 2. Hecenin yedili, sekizli en çok da on birli kalıplarıyla yazılırlar. 3. Türküler genelde dörder mısralı bentlerden oluşur. 4. Bazıları koşma şeklindedir. 5. Bazı türkülerde her bendin sonunda aynı dize veya dizeler tekrarlanır. Bu tekrarlanan dizelere nakarat (kavuştak) adı verilir. Nakaratların völçüsü bazen ana bentlerin ölçüsünden ayrı olabilir. 6. Türkülerin kafiye örgüsü genelde şöyledir: “aaab cccb dddb”, “aaabb cccbb dddbb” veya “aaabcc dddbcc” şeklindedir.
7. Türküler ait oldukları bölgelere göre adlar alırlar. 8. Genelde anonimdirler ama söyleyeni belli olan türküler de vardır.
Türkülerin Önemi
Mani kıt’alarından kurulu türküler: Birbirleriyle ilgili konularda söylenmiş manilerin sıralanarak ezgiyle okunmasından meydana gelir. Dörtlüklerle kurulu türküler:dörtlüklerle kurulu türküler adı üstünde dörtlüklerden oluşan türkülerdir.bu tür türküler de anonimdir.
Türküler İslamiyet öncesi Türk edebiyatının sözlü döneminden itibaren süregelen bir yapıya sahip olması dolayısıyla yüzyılların birikimini kuşaktan kuşağa aktaran çok önemli araçlardır.Türküler işledikleri konular itibariyle de toplumun duygu ve düşünce hazinesidir.Toplum yaşamının her anından bireysel konulara kadar her şeyi barındırırlar. Türkülerde kimi zaman bir annenin feryadı kim zaman bir aşığın hüznü ya da sevinci kimi zaman da bir bülbülün ötüşü kimi zaman Çanakkale’ye Yemen’e giden askerilerin ayak sesleri çınlar… Kültür hazinemizin en önemli ve edebi unsurlarından biri olan türkülerimiz geçmişi aydınlatarak millete ait geleneği geleceğe aktarırlar. Türküler bizi biz yapan, bizi başkalarından ayıran en kıymetli değerlerimizdendir. Türkülerin her bir kelimesinde asıl özümüz saklıdır. İnsan hassasiyetinin derinliklerinden çıkarak bir kimliğe bürünen türküler zamanla milletin kimliği olurlar. Bu sebeple bir milleti tanımak, o millet hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsak öncelikle, o milletin kültür değerlerine bakmamız gerekir. Bütün kültür değerlerini özellikle bu kültür unsurlarından biri olan türkülerini unutan bir millet özünü, geçmişini unutmuş, kimliğini yitirmiş, yabancılaşmaya, başkalaşmaya, mahkûm olmuş demektir Türküler, tarih denen uzun ince bir çizgide Türk insan’ın doğuşundan ölümüne kadar yaşamış olduğu sosyal, siyasal, kültürel vb. olayları içinde barındıran önemli bir somut olmayan kültürel miras ürünleridir.
Çorlu Belediye Başkanı Ünal Baysan, ortak AvrupaBirliği (AB) projeleri ile ilgili Bulgaristan’a resmi ziyaret gerçekleştireceğini bildirdi. Baysan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bulgaristan’ın Haskovo iline bağlı Svilengrad ilçesine gerçekleştireceği ziyarette, Türkiye ve Bulgaristan ara-
sında kültürel, sosyal ve ekonomik ilişkileri geliştirmeye yönelik çalışmalar hakkında görüş alışverişinde bulunacaklarını söyledi. Yapacağı ziyarette Belediye Başkan Yardımcısı Kemaleddin Avcı ve Belediye Meclis Üyesi Güner Çetin’in de kendisine eşlik edeceğini belirten Baysan, ”Geçtiğimiz günlerde bizleri ziyaret eden Svilengrad Belediye Başkanı Georgi Manolov ile yaptığımız görüşmelerde, iki ülke arasında Avrupa Birliği projeleri üretebileceğimiz kanısına varmıştık. Bu vesile ile resmi bir ziyaret düzenleyerek Svilengrad’a gideceğiz” dedi.
Yapılarına göre türküler
Çorlu Belediye Başkanı Bulgaristan’a resmi ziyaret
NUR DÖNER
Filiz SOYTÜRK “İtil, atıl ama satılma!” Deneye bizim halımızdır. Biz Türkler olarak başarıyı nerede bulmaya çalışırız. Önce bir olayın bir öyküsü, masalı efsanesi yoksa ona sıcak bakmayız. Bir anket yapılsa ve ilhamı ya da ibreti hangi kaynaktan alıyorsunuz diye sorulsa ve cevap olarak altına: Efsanelerden, tanınmış ve tarihe geçmiş kimseler hakkında hikâyelerden; Kitaplardan; Okulda anlatılandan; Tarikatlardan; Vasiyetnamelerden gibi yanıtlar verilse, eminim halk arasında dilden dile dolaşan, Yaşlılardan gençlere geçen, dinlenmesi kulağa hoş gelen hikâye, efsane, masal, öykü vs. yaygın eğitim araçları en fazla puan alırdı. Bu, bizim Bulgaristan’da da böyledir. İnsanımız başka bir ülkeden dinlediğine “lakırdı” ya da “saçmalık” derken, bizim öz geçmişinden olanı sevgiyle dinler ve bu anlatılanda benim de işime yarayan bir şey var mı acaba diye düşünür. Biz Bulgaristan Türkleri Doğu ve Batı kültürlerinin kesişme noktasındayız. Sık sık İslam – Türk ya da Türk İslam uygarlığı ve kültürü ile mukayeseli konuşuruz. Şöyle düşünün lütfen, eğer Batı uygarlığı, dolayısıyla bu uygarlık bir palto ise içindeki gömlek yani kültür birçok konuda bizim öz kültürümüz ve uygarlığımızla mukayese bile edilemez. Çünkü Amerikan kültürü ve dolayısıyla edebiyatı masallara dayanmaz, efsaneleri eklektiktir, yani öteden beriden çalınmış ve birbirini tamamlar duruma getirilmiştir. Bizim halk kültürü zenginliğimiz, bir de bizim toplum olarak değişmemiz gerektiğini anlatır. Bizi buluşçu olmaya zorlar. İşte bir örnek: KELOĞLAN KENDİNİ GELİŞTİRİYOR
Bu öykü ders kitaplarında da vardır. Keloğlanın hayat amaçlarından birini kendi usulüyle şu şekilde gerçekleştirdiğini anlatmak için seçilmiştir. Keloğlanın yaşadığı ülkede Padişahın kızının güzelliği dillere destandır. Bir gün Keloğlan annesinden Padişahın kızını kendisine istemesini ister. (Keloğlan büyük düşünmeye ve beklentilerinin standartlarını artırmaya kararlıdır.) Ancak annesi “bu imkânsız, biz kim, Padişahın kızı kim” der. (Kendisine hedef belirleyen Keloğlan annesinin tavsını işitince ilk engel ile karşı karşıya gelir. Keloğlanın annesi geleneksel Türk edebiyatının misyonunu ifa eder. Çocuğunun amacına ulaşmaması için ilk engel kendisi olur.) Bunun üzerine Keloğlan anasına: “Bu senin analık görevin. Hem ne korkuyorsun Padişah da bizim gibi insan” der. (Keloğlan uzlaşmacı ve kararlı bir tutum sergiler. Reddedilemez argümanlar kullanır.) Annesi Keloğlan’ın ısrarlarına dayanamaz ve padişahın kızını istemeye gider. Durumu sezen padişah kadıncağızı hiç konuşturmaz ve ona
Neyi
Anlatır?
bulgur ve un gibi yiyecekler vererek geri gönderir. (Keloğlan ikinci engel ile karşı karşıyadır. Elde ettiklerinin yeterli olduğunu ve daha fazlasını elde edemeyeceğini düşünerek pes edebilir ya da değişik bir taktik ile, daha kararlı bir şekilde yeniden harekete geçebilir.) Bunun üzerine Keloğlan işin başa düştüğünü anlar. (Kendi kendine kendi işini kendin hal et, der.) Padişaha gider ve “ben bunları değil, kızınızı almaya geldim” der. Keloğlanın haline bakan padişah: “Eğer etrafa gündüzken bile ışık saçan bir saray yaptırırsan kızımı sana veririm” der. (Keloğlan üçüncü engel ile karşı karşıyadır. Padişahın sözünde duracağından nasıl emin olabilir? Acaba pes mi etmeli yoksa dirayet mi göstermeli? Hem ışık saçan sarayın maliyet sorununu nasıl çözecek?) Keloğlan eve gelir. Anası ile helalleşir. Ancak annesi: “Benim akılsız ve kel oğlum. Tek başına nereye gidersin, ne yaparsın?” diyerek engel olmaya çalışır. Keloğlan: “görürsün ana, padişahın kızını alıp geleceğim” der ve kendine bir erzak çantası hazırlayıp yola koyulur. (Keloğlan böylece bir engeli daha aşmış olur. Bakalım nasıl bir yol bulacak.) Keloğlan giderken yolda çocuklar tarafından taşlanan bir kedi görür. Onu kötü çocukların elinden kurtarır ve yanına alır. Yolda bir tane de at arabası altında ezilerek yaralanan bir yılan yavrusu bulur. Ona da yardım eder. Hep beraber yürürken karnını doyurmakta zorlanan topal bir fareye rastlarlar. Onu da yanlarına alırlar. Keloğlan tüm yiyeceğini bunlarla paylaşır (Geleneksel Türk kültüründe “iyiliğin karı” en iyi başarı taktiği olarak vurgulanmıştır.) Derken kedi dile gelir. Padişahın dilinin altında sihirli bir yüzük olduğunu, bu yüzükle her şeyin yapılabileceğini, söyler. Beraber plan Kurarlar. Fare: “Ben padişah uyurken kuyruğumla burnuna dokunarak onu hapşırtırım” der. Yılan ise: “Ben de yüzüğü gövdeme takar getiririm” der. Plan icra edilir. Saray yapılır. Padişah da sözünde durum kızını verir. (Her ne kadar fantastik bir stratejiyle sonuç alındıysa da, hikâyede “iyilikten doğan ilişkiyle sonuç alma” eğiliminin gösterilmesi ilginçtir. Ayrıca padişahın sonradan sözünden dönmemesi de ilginç noktalardandır. Ama bu sadece “bir masaldı, bu kadar uzatmaya da ne gerek vardı” derseniz, cevabımız şu olurdu: “Asırlardır anlatılan masallar gerçeklerden daha güçlüdür. Onların toplum üzerindeki etkisi gerçekten çok fazladır.”
Telefon: (0212)
477 66 81
info@tutargiyim.com e-mail : tutargiyim@gmail.com
Bir tel. Kadar Yakınız
0212 537-21-60 /537-21-61
Adres: B.H. Paşa Mah. Şehit Mustafa Yeşil Caddesi (Eski Poligon Caddesi). No:7 /A, Beşyüzevler, 5 0 0 E v l e r G a z i o s m a n p a ş a , İ S TA N B U L -Te l : + 9 0 2 1 2 4 7 7 6 6 8 1
14
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Glavinitsa Belediyesi’nde Yaşayan Alman İstibharatı Türkiye’yle İşbirliğine Gidiyor Alman iç istihbarat kurumu Anayasayı Bayanlara Yönelik Ek İstihdam KorumaTeşkilatı’nın verilerine göre Suriye Silistra ilinin Kosara köyündeki Ved- “Riben Fest- Kosara 2014” Projesi
rina 1997 Halk Kültürevi, Balıkçılık ve Su Ürünleri İcra Ajansı ve “Glavinitsa- Tutrakan- Slivo Pole” Yerel Girişimci Balıkçı Grubu ile akdedilmiş sözleşme kapsamında, “Riben Fest- Kosara 2014” isimli projeyi gerçekleştiriyor. Projenin maliyeti 82 bin levayı aşıyor. Kısa süre önce Glavinitsa (Asvatköy) Belediye Meclisi, proje kapsamında avans ödemelerin yapılabilmesi amacıyla 41 bin levayı aşan faizsiz kredi ile halkevini destekleme kararı aldı.
farklı yaş ve sosyal gruplarına yöneliktir. Proje kapsamında elişi atölyesi, dans eğitimi, Bulgar ve Türk folklorundan şarkılar söyleme eğitimi, resim eğitimi, balık mutfağı oluşturulması öngörülüyor. Projenin amacı; gelenekleri ve uğraşıları çeşitlendirerek, turizmi teşvik ederek, kadınlar ve çocuklara daha başarılı bir sosyal realizasyon ve entegrasyon koşulları oluşturarak kadınlara ek istihdam yaratmaktır. Tüm faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için son tarih ağustos 2015’tir.
Amerikan İmparatorluğunun çöküşü…
Son altı ay içinde ‘Amerikan İmparatorluğu Çöküyor’ başlıklı yazılar Amerikan basınında sıkça yer almaya başladı: ‘Amerikan İmparatorluğu’nun çöküşü,yumuşak, sessiz ve kesin olacak.’ Bu satırlar Harvard’ın ünlü ekonomistlerinden Naill Ferguson’a ait. Ferguson’un makaleleri Los Angeles Times’dan, Foreign Affairs dergisine kadar birçok yerde yayımlanıyor. Ferguson, Amerikan İmparatorluğu’nun 2010 ile 2020 arasında yerle bir olacağını dile getiriyor. Antropolist Jared Diamond ise ‘Collapse’ (Çöküş) adlı kitabında; kültürel olarak Amerikan İmparatorluğu’nun çöküşe girdiğini ve önünde yok olmaktan başka bir çarenin kalmadığını dile getiriyor. Kirkpatric Sale; Amerikan İmparatorluğu’nun Çöküşü adlı makalesinde, Amerika’nın çöküşünü şu dört neden bağlıyor. 1: Çevresel zarar. Amerikan tüketiminin neden olduğu iklimsel değişim; Harvard’lı Biyolojist E.O. Wilson’un da belirttiği gibi önümüzdeki dönemde ABD başta olmak üzere bir çok ülkede katastrofik sonuçlara neden olacak. Varolan teknolojiler; yeni iklim değişiklikleri ile günlük hayatın sürdürülmesine yetmeyecek. 2: Ekonomik Çöküş: Gayri Safi Milli Hasıla’mızın sadece yüzde 13’ünü üretiyoruz. Dış ticaret açığımız 630 milyar Dolara dayanmış durumda. Ulusal borç 7.4 trilyon Dolar. Her gün 1 milyar Dolar nakit paraya ihtiyacımız var. ABD Hazine Dairesi’ndesadeceÇin’denalınanborç83milyardolar. 3: Askeri yayılma artık sınırlarına ulaşmış durumda. 446 bin Amerikan askeri dünyanın 725 noktasında görev yapıyor.
Buna ek olarak; 153 ülkede sürekli as-
keri varlığımız ve okyanuslarda sürekli iki düzine askeri deniz filosu dolaştırıyoruz. Askeri iletişim henüz çökmüş değil fakat yeni bir savaşa girebilme kapa sitesine sahip değiliz. 4: İç sorunlar; tüm İmparatorluklar çöküşün son aşamasında içeriden yıkılırlar. Amerikan toplumu içinde huzursuzluk var ve ekonomi çökmüş durumda. Sivil haklar sürekli kötüye gidiyor. Toplumsal bir patlama kendini gösterdiği anda bununla baş edebilecek tüm mekanizmaları yitirmiş durumdayız. Amerikan Otomotiv Endüstrisi’nin kalbi Detroit iflas etmiş durumda. Terk edilmiş fabrikalar ve binalarla şehir bir hayalet kent görünümünde ARİZONA EYALET İFLAS ETTİ, D E V L E T B İ N A L A R I S AT I L D I 14 Ocak 2010 tarihinde Arizona Eyaleti; resmi olarak istifa etti. Arizona Eyalet Meclisi binası, Devlet Hastanesi ve hatta hapishane binaları satıldı. Ardından Amerikan Otomotiv Endüstrisi’nin kalbi olan Detroit iflas etti. 2 milyon işçi işini kaybetti. Yılbaşına yaklaşırken 17 Aralık 2010 tarihinde Beyaz Saray önünde Obama’nın Afganistan Savaşı’nı protesto eden 131 kişi tutuklandı.
Köstendil Belediye Meclisi, beş yüz yıllık Osmanlı yadigârı Çifte Hamam (Çifte Banya) adlı yapının özelleştirilmesini onayladı. Açık artırma ile satılacak hamamın 1 milyon leva (500 bin euro) üzerinde fiyat alması bekleniyor. Özelleştirmeyle hamamın, statüsünün korunması ve sosyal yönünün de devam etmesi planlanırken, modern bir SPA merkezi yapılacak. Belediye Başkanı Petır Paunov, bunun son 7 yılda yatırım amaçlı üçüncü teklif olduğunu ve şimdiki özelleştirme prosedürünün önceki ikisi gibi fiyaskoya
uğramamasını istediğini kaydetti. Bir grup meclis üyesi, hamamın lüks bir SPA merkezi yapılacağı ve normal insanların cebine göre olmayacağı sebebiyle satışı engellemek istese özelleştirme önerisi kabul edildi. Çifte Hamam, kasabanın su dağıtım sistemini kuran Süleyman Paşa tarafından 1489 yılında inşa edildi. Kaplıca suyunu kullanan hamam, 1910 yılında kısmî olarak yıkıldıktan sonra yeniden inşa edildi. Şehirde bir diğer kaplıca hamamı, 1566’da yapılan Derviş Banya da restore edilerek günümüze kadar geldi.
Bulgaristanlı Belediye Osmanlı Hamamını Özelleştirilecek
ve Irak’taki çatışmalarda radikal İslamcıların yanında savaşmak üzere Almanya’dan 600’ü aşkın radikal İslamcı Suriye’ye gitti, bunların 150’si Almanya’ya geri döndü. Geri dönen cihatçılar ve Almanya’daki diğer radikal İslamcılara karşı ne tür önlemler alınabileceği tartışmaları aylardır ülkenin ilk sıradaki konularından biri. Berlin, Almanya kökenli cihatçıların Gaziantep üzerinden kaçak yollarla Suriye ve Irak’a geçmesinden ve yine aynı yolu kullanarak geri dönmesinden rahatsız olduğunu geride kalan aylarda sık sık dile getirdi, hatta Başbakan Merkel Ekim ayındaki bir açıklamasında Türkiye’yi IŞİD’e karşı gerekli önlemleri almamakla itham etti. İki ülke arasındaki ilişkiler gerilirken, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun iki hafta önceki son Berlin ziyaretinden sonra Almanya dış istihbarat örgütü Federal Haber Alma Servisi ve Milli İstihbarat Teşkilatı MİT arasında yeni bir işbirliği anlaşmasının hayata geçirilmesinin planladığı ortaya çıktı. Alman medyasında çıkan ve Almanya’daki istihbarat kurumları tarafından yalanlanmayan haberlere göre, IŞİD’e karşı mücadelede Türk istihbaratının işbirliğinden şikayet eden Federal Hükümet’in arzuladığı pazarlığı Almanya adına İşişleri Bakanlığı müsteşarı Emily Haber yönetiyor. Alman istihbaratının verilerine göre Almanya’dan giden radikal İslamcılar’ın yüzde 90’ı Türkiye üzerinden Suriye ve Irak’a geçiyor. Mutabakatın hedefi Alman gizli servisi ile Türk istihbaratı arasında daha sıkı bir işbirliğiyle cihatçıların Türkiye’yi transit olarak kullanmalarını engellemek. Alman tarafı Türk güven-
lik birimlerine Almanya’dan Türkiye’ye uçan cihatçılarının isimlerini bildirdiğini, ancak yapılan tüm uyarılara rağmen Türk yetkililerin bu kişileri sınırda gözaltına almadığını öne sürmüştü. Başbakan Davutoğlu ise son Berlin ziyaretinde, Türkiye’nin aralarında Alman vatandaşlarının da olduğu 7 bin kişiye giriş yasağı koyduğunu ve bunlardan bin 500-2 bin kadarının sınır dışı edildiğini açıklamıştı. Öte yandan Alman hükümetinin radikal örgütlere katılımı engellemek için radikal İslamcılar’ın nüfus cüzdanlarına el konularak yurtdışı seyahatlerinin önlemesini öngören yasa tasarısı dün Federal Meclis’te ele alındı. Özellikle Türkiye üzerinde Suriye ve Irak’a geçişlerin engellenmesi amacıyla hazırlandığı ifade edilen yasaya göre, radikal örgütlerle bağlantıları tespit edilen kişilerin kimliklerine üç yıl boyunca el konulabilecek. Söz konusu kişilere bu süre içinde sadece bürokratik işlemlerde geçerli olacak ve ‘yurtdışına çıkışları yasak’ ibareli yedek kimlik verilmesini öngörülüyor. Mevcut yasalara göre hakkında ‘yabancı terör gruplarına destek vermek üzere ülkeyi terk etme’ şüphesi bulunan kişilerin pasaportları iptal edilebiliyor. Federal Meclis’te oylanmadan kabul edilen yasa tasarısı Eyalet Temsilciler Meclisi’nin onayı sonrasında kanunlaşacak.
Türk Kızılayı Eskişehir Şube Müdürlüğü, yolda mahsur kalan 3 Bulgar aileye yaptığı insani yardım ve yol desteğinden dolayı teşekkür yazısı aldı. Türk Kızılayı Eskişehir Şube Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada, Türk Kızılayı Eskişehir Şube olarak 31 Aralık 2014 tarihinde yolda mahsur kalan 2 bin vatandaşa kumanya ulaştırmak amacıyla başlattıkları yardım çalışmasında, Eskişehirİnönü yakınlarında Bulgaristan’dan Antalya’ya gitmekte olan 3 aileye yoğun kar yağışı sonucu, yolda mahsur kaldıkları aşamada gerçekleştirdikleri
insani yardım ve yol desteğinden dolayı Bulgaristan’da yaşayan 3 aile tarafından, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Filibe Başkonsolosluğu’na Türk Kızılayı Eskişehir Şubesi adına teşekkür yazısı yazıldığı ve Konsolos tarafından Türk Kızılayı Eskişehir Şube Müdürlüğü’ne iletildiği bildirildi. Açıklamanın devamında, Türk Kızılayı Eskişehir Şubesi’nin daima insanlık yolunda hazır olduğunu, faaliyetleri kapsamında kendilerine destek veren gönüllülere, bağışçılara, ilkyardım eğitimi alan kurumlara ve destekçilerine teşekkür ettiği de bildirildi.
Bulgar Aileden Türk Kızılayı Eskişehir Şubesi’ne Teşekkür
BULTÜRK - DÜNYA’DAKİTÜRKİYE TEMSİLCİLERİMİZ
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı
Ayşe HOCAOĞLU Genel Yayın Yönetmeni Ridvan TÜMENOĞLU Genel Yayın Müdürü Dr. Nedim BİRİNCİ
Adres: Hürriyet Mah. Şakir Kabaağaç Sk. Şebnem Apt. No:1 Süleymanpaşa Tekirdağı Emniyet Müd.Yolu
Tel: 0282 264 23 05 / Cep: 0539 329 44 36
Yayın DanıSmanları: Prof.Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Doc.Dr. Sakin ÖNER Doc.Dr. Hasine ŞEN D o c . D r.
Şakir
Aziz
ŞAKİR
ARSL ANTAŞ
Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:
Nafiye YILMAZ Av. Vildan UMUT Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM İsmail ERDEM Filiz SOYTÜRK Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Neriman ERALP Nazım ÇAVUŞ
İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 418 89 89 / 511 63 47 - Fax: 0212 511 33 91
Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.
Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.
www.bulturk.org
Avusturya -Viena Osman BÜLBÜL Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan İsveç Seval ÖZTÜRK
Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:
Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ
-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar: Müjgan DENİZ ist. Başakşehir: Ayten ERDEM ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa- Ayşe HOCAOĞLU Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER Fethiye : Fatih AKSAK
Bulgaristan Türklerinin Sesi 15
Kına Yakma Geleneği “Türk – İslam Geleneğinde; hem Sağlık, hem
güzellik,hem de törensel açıdan özel bir yeri olan ve Dede Korkut hikayelerinde de sözü edilen kına,Türk inanç sistemine adanmış olmanın da işaretidir. Bunun içindir ki;”Vatana Kurban Olsun” diye asker adayına, “Allah’a Kurban Olsun” diye kurbanlık koçlara , ”Eşine Kurban Olsun” diye geline kına yakılır.Kınasız gelinin cennete gitmeyeceğine inanılır.Anadolu’nun her tarafında yaygın olan kına yakma geleneği,Anadolu dışındaki Türklerden;başta Kıbrıs Türkleri olmak üzere,Bulgaristan Türkleri,Gagauz Türkleri ve Karay Türkleri ile Azerbaycan Türkleri’nde vardır. Bize ninelerimizden kalma bu gelenek özellikle Anadolu da genç kızların hepsine evlenmeden birkaç gün önce düzenlenir.Kına geceleri hüznün yoğun olarak yaşandığı bir gündür.Geleneksel yapının yoğun yaşadığı bölgelerde hala eski önemini korumaktadır.Ancak büyük, kentlerde ise artık yapılmamakta veya sadece eğlenceden ibaret birgün olma niteliği taşımaktadır.Daha önceleri kızın evden ayrılışı, son vedalaşması biçimindeyken, günümüzde eğlenceye dönük, nikahla evleniliyorsa düğünün yerini alan bir eğlence durumuna geçti. Ancak gelin adaylarımızı da düşünerek geleneksel kına gecesini sizlere en ince ayrıntısına kadar anlatıcağız. Geleneksel kına gecesi düğünden bir gün önce kız evinde yapılır.Çok yakın akrabalar ve genç kızlar kına gecesine katılır.Kınanın yakılacağı gün kız evine bayrak asılır.Bayrağın asılması düğünün başladığı anlamına gelir.Geline yakılacak kına oğlan evi tarafından alınır.Çoğu zaman kız evine gece öncesinde çerezlerle birlikte gönderilir.Kimi zaman da giderken götürülür.Özenle hazırlanan kına tepsisinde çerezler, tatlılar, kına çöreği veya kına helvası bulunur.Oğlan evinden gelenler kız evinde karşılanarak ağırlanır. gelin önce şık bir elbise giyer ancak kınanın yakılmasından önce üzerini değiştirerek “Bindallı” denilen kadifeden yere kadar uzanan kaftan türü bir giysi giyer. Gelinin başına kırmızı bir örtü örtülür.Gümüş veya bakır tas içerisinde “Başı bütün” diye adlandırılan analı babalı, başından ayrılık geçmemiş bir kadın tarafından kına karılır.Kınanın içine bozuk para konur.Bu hem bereket dileği, hem de kına yakan kişiye baht açıklığı sağlamak amacına yöneliktir.Kına yakılmadan önce gelin ve damadın oturması için salonun ortasına birer sandalye konur. Erkek tarafının getirdiği kına, etrafı mumlarla süslü bir tepsi içine hazırlanır.Genç kızların ellerine birer mum verilir.Önce elinde kına tepsisiyle genç bir hanım arkasından gelin onun arkasından da ellerinde mumlar olan genç kızlar türkü söyleyerek boş sandalyelerin etrafında dönerler. Daha sonra gelin ve damat sandalyeye oturur.Bu arada baş övme, gelin okşama, yakım denilen içli kına türküleri söylenir.Amaç gelini ağlatmaktır.Kına gecesinde gelin kız mutlaka ağlar.Eğer ağlamazsa “Kocada gönlü var” şeklinde yorumlanır ve ayıplanır.Gelinin eline kına yakılırken “Gelin elini açmıyor…” denir ve bunun üzerine erkek tarafı gelinin avucuna küçük bir altın koyar.Avucunu açan gelinin avuçlarına kına yakılır, ellerine tülbent bağlanıp eldivenler geçirilir.Erkeğe de aynı şekilde kına yakılıp eldiven geçirilir.Kına yakan kişinin bir hata yapmaması gerekir.Kınanın yanlış yakılması o kişinin cezalandırılmasını gerektirir.Ceza olarak bir hayvan kesmek zorundadır.Kına yakıldıktan sonra gelinin başındaki kırmızı örtü açılır ve kına misafirlere dağıtılır.Dağıtım sırasında para kime çıkarsa darısının ona olacağına inanılır.Özellikle genç kızlar unutmayın! Gelinin evlenmemiş bekar bir arkadaşı kimseye çaktırmadan kırmızı kına örtüsünü gelinin başından çalarsa onun da kısa sürede evleneceğine inanılır.Tüm bunlardan sonra türküler söylenmeye oyunlar oynanmaya devam edilir böylece gece sona erer.Sabah kızlar erkenden kalkarak gelinin elindeki kınayı yıkarlar.Elinin ortasına konmuş olan para da fakir bir çocuğa verilir veya güveye götürülüp bahşiş alınır.Güvey bu parayı cüzdanında taşır.”
Durup Dururken Şakir ARSLANTAŞ
Şubat başında Sofya’ya fazlaca kar düştü. Düştü de kiremitliklerden inmedi. Oluklara dolup akmadı. Çatıda kalmış yenisini beklerken birden bire kaymaya ve rast geldiği yerde insanların başına düşmeye, beklenmedik felakete neden olmaya başladı. Söylenecek söz de yok. Belediyeyi mahkeme etsek, çatıdaki kardan da mı sorumluyuz, dikkat etseydin deyip, hemen sıyrılıyorlar. İtfaiyeden şikâyet etsek, adamlar kar dondan değil yangından sorumlu! Trafik polisine dava açsak olay çatı ile trotuar arasında meydana gelmiş, biz yoldaki kazalardan sorumluyuz deseler, sıyrılmayı becerecekler gibi… Durup dururken olan olaylar, bizde yalnız kış ile bahar arası tesadüf olaylar olmakla kalmıyor. Bizim toplum da ilk bakışta asla görülmeyen, bakındığında dikkati çekmeyen olaylarla çatır çatır çatırdıyor. Benim hemşerim olan, köylüm Ahmet Doğan işte böyle bir çatırtı esnasında Bulgar generallerin gözünde kahraman oldu. Bir: İsimleri değiştirilen Türkler mırıldanma ve tepinde aşamasından geçmiş direnmeye başlamışlardı. O kendilerini kapana düşürme işinde kullanıldı ve hainlik etti. İki: Kosova boşalıyordu, Bosna Hersek, Srebrenitsa çatır çatır çatırdıyordu. İşte o çatırtılı günlerde Ahmet Doğan’ın iplerini çeken generallerden biri ona “şu seninkileri bir kenara çek, önlerine biraz yem at, su ver ve sustur” dedi. Bizim Ahmet’e bu emrin verildiği an Osman Oktay da orada bulundu. Hatta hatıra olsun diye, generallerle birlikte bir resim çektirdiler. Gizli polis “Altıncı Şube” şefi Dimitır İvanov çok gizli başlığı ile 2004’te yayınladığı “Altıncı Şube” kitabında bu resmi kitabına aldı ve yayınladı. Ne var ki, yıllar içinde olaylar öyle gelişti ki, TÜM İYİKLERİN SONU KÖTÜLÜKTÜR atasözünü söyleyenler haklı çıktı. Şimdi Bulgaristan çatır çatır yanıyor. Fakat biz önce bu derin ve çıkış kapısını bulamadığımız tuzaklara nasıl düşürüldüğümüze bir bakalım. Günümüz Bulgaristan politikasında stratejik düşüncenin oluşumu ve yönlendirilmesinde çok önemi yeri olan “Altıncı Şube” Şefi –D. İvanov’un kitaplarının ve basında çıkan irdeleme makalelerinin Hak ve Özgürlükler Hareketinin tarihsel rolü ile Ahmet Doğan hainliğine büyük yer verdiğine tanık oluyoruz. Bu konu neden zaman aşımına uğramıyor? Dosyalar konusu neden kapanmıyor? Ülkenin dosyalılar ve dosyasızlar, eski komünistler ve partili olmayanlar diye parçalanmadığı yetmiyormuş gibi, şimdi de Rusya yandaşları ve Rusya’ya ters bakanlar diye ikiye ayrıldık, bu da az geldi: NATO Sofya çörekleniyorum ve Şablaya konuşlanıyorum deyince, NATO-aleyhtarlığı ve NATO-sevenler çatırtıları aldı yürüdü. Yolda yürürken başımıza kiremit düşer korkusu yetmezmiş gibi bir de top top kar düşmeye başladı ve biz artık neden, nerede, ne zaman ve nasıl korunacağımızı bilmiyoruz. Gerçek şu ki, bu kar geçen yıldan dağ başında kalmış, etkisi ve tehlikesi bitmiş tükenmiş kar değil, buzullar gibi soğuk, ürkütücü ve çok büyük tehlike ihtiva ediyor. HÖH-DPS partisi lider takımının ihaneti, dalavereciliği, şirket çemberleri, gizli servis ilişkileri, oligarşi hizmetleri ve Bulgaristan Türkleri, Pomakları ve Çingenelerine oluşturduğu tehlike çok derin ve görkemli boyutlar aldı. Birçok gerçeklerin gün ışığına çıkarılması Başbakan ve hükümet için de son derece tehlikeli bir hal almaya başladı. Halkımızınbaşınageçirilençuvalartıkdevletinbaşınageçirilmiştir. Soydaşlarımızın, tüm kardeşlerimizin ve etnik azınlıkların ve Bulgar demokratik kamuoyunun bu gerçekleri kavraması çok önemlidir. Karşılaştırmalı yazılarla olaylara bir daha eğilmek ve son 30 yılı bir daha sık elemek istiyoruz. BG haberin sunacağı stratejik analizin hepimiz için yararlı olacağına inanıyoruz. Bu olay çözülmeden Bulgaristan’ın bunalım kuyusundan çıkabilmesi olanak dışıdır. Ele alacağımız konuları hele genç okurlarımızın yeniden ve büyük bir dikkatle okunması gerektiğine inanıyorum. Önce “Altıncı Şube” kitabının 98. ve 99. sayfalarından kısa bir bölümü aynen tercüme ederek veriyorum: “XX. yüzyılın 80’li yıllarının ortalarında, T. Jivkov rejimine politik mukavemet gösterme yönünde somutlaşan, Bulgaristan’daki durum üzerindeki etkisi çok büyük olan, 2 çok önemli olay meydana geldi. Bu olayların birisi öz bakımından tamamen Bulgar icadıydı. Açıklama istediğim olay şudur; anlatmak istediğim sözüm ona “soya dönüş” süreci esnasında, 1984’ün Kasım ayında başlayan ve 1985’in Şubat ayında noktalanan bu eylemde, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) en yüksek yönetiminin aldığı kararları yerine getirme anlamında olmak üzere, Türk ve karma soy kökenli Bulgaristan vatandaşlarının Türk-Arap isimleri değiştirildi. Bazı istisnalar dışında, baskın halinde ve sürpriz şeklinde gerçekleştirildiğinden dolayı olacak, bir yandan iktidar, öte yandan da Bulgaristan Müslümanları için bu olay huzur içinde cereyan etti. Fakat huzur uzun sürmedi, saldırı, infilak, casusluk olayları örgütlü bir hal aldı. O zaman Bulgaristan’da Türk Milli Kurtuluş Hareketi kuruldu. Devlet güvenliği “DS” Altıncı Şubesi verilerine göre, bu örgüt kurulurken 13’ü gizli polis devlet güvenliği ”DS” faal ajanı durumunda olmakla birlikte, 102 kişi üye kayıt edilmiştir. Bu örgütün kurulduğunu bilen daha 197 kişi, kendilerine verilen
ödevleri yerine getirmiştir. Devlet Güvenlik örgütü (gizli polis) “DS” Bulgaristan’da Türk Milli Kurtuluş Hareketi (BTMKH) çalışmalarını yakın takibe almıştı ve bu konuda kendisine verilen ödevleri yerine getirmiştir. O zaman yukarıdaki şekilde oluşturulan, bugünkü Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) partisinin ideologu ve başkanı Medi Doğanov – Ahmet Doğan’dır. O zaman Bulgar Bilimler Akademisi’n3 bağlı Felsefe Enstitüsünde bilimsel danışman görevinde bulunuyordu. “Altıncı Şube” Bulgaristan Türklerinin örgütleri ile ilgili çalışmada bulunmadı. Bu nedenle bu örgütlerin faaliyetlerine değinmek ve çalışmalarını analiz etmek istemiyorum. Bu eserimde, isim değiştirmeye karşı gelişen terör olaylarına da değinmek istemiyorum, çünkü cinayet işleyen birkaç Bulgaristan Türkünün bulunup tutuklanması etkinliklerine İç İşleri Bakanlığı’nın bütün şubeleri bizzat iştirak etmiştir. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin bir öncüsü olduğu savunulan Bulgaristan’da Türk Milli Kurtuluş Hareketi’ni daha yakından tanıyabilmemiz için, aynı eserde yayınlanan kuruluş belgelerinden birini aynen vererek, Bulgaristan Türklerinin daha 30 yıl önce nasıl kapana düşürüldüğünü anlamaya çalışalım. Şahsi fikrimse Bulgaristan’da Türk Milli Kurtuluş Hareketi’ni kovandan çıkan ve etrafta kim varsa hepsini sokmaya başlayan arıları yeni bir sepete kapamak için kullanılan oğul otu rolü görmüştür. Çünkü sepete kapatılan ve sepetin ağzı tıkanınca hiçbir yere çıkamayan arılar kimseyi sokamaz. O dönemde Ahmet Doğan’ın rolü, işi ve hainliği bundan ibaretti. Oğul otu rolü gören BTMKH ana belgesi şudur: Sayfa 360: Çağırı OKU VE YALNIZ İNANDIĞIN VE GÜVENDİĞİN KİŞİLERE OKU! ANCAK ÜZERİNDE KAN OLAN BAYRAK, BAYRAKTIR! UĞRUNA CAN VEREN VARSA, O TOPRAK, VATANDIR! NE MUTLU, BEN TÜRKÜM DEYENE! Hey, Türk Evlatları! Soyun ve dinin yücedir! Dünyada en iyi dil, senin anadilindir! Birinci vazifen: Türkçe konuş! Türkçe konuşmasan, soyun yiter! İkinci vazifen: Çocuklarını Türkçe eğit ve okut! Evlatlarına Türklük şerefi aşıla! Dünya döndükçe oldukça, Türklüğün yaşayacağını asla unutma! Üçüncü vazifen: Aranızdaki dargınlık ve kavgaları bir yana bırak ve Türklerin kurtuluş yolunu açan örgütümüze katıl! Kendini bizim davamıza adamalısın! Mücadele edenlere yardımlarını esirgeme! Dördüncü vazifen: Bu devlete yardım etmeye son ver ve zarar et! İşlerini aksatmaya başla! Yok et, yık ve ateşe ver! Amansız düşmana elinden geldiğince saldır! Beşinci vazifen: Bulgar makamlarına yardım etme, Bulgar kızlarla evlilik yapma! Son nefesini alırken bile sırlarımızı ele verme! Hainlik eden ve Türklere kötülük yapanlara ölüm! İLLEGAL MÜCADELEMİZE KATIL! HÜRRİYET YA DA ÖLÜM! ZAFERİN BİZİM OLACAĞINA İNAN! Eminim ki, Bulgaristan Türklerinden kimsenin evinde ya da gizli bir arşivinde böyle bir çağırı yoktur. Bu çağrıyı kabul eden BTMKH’nin 102 kurucuları, bu ilkelerin yerine getirilmesi için neden hiçbir adım atılmadığını lütfen açıklasınlar, anlatsınlar. Yoksa bu belge isimleri değiştirildikten sonra ulusal direnişe kalkan Türklere karşı saldırıları şiddetlendirmeye vesile olarak hazırlanmış özel bir polis belgesi midir? Hem Türkiye’de yaşayanlar hem de Bulgaristan’da kalalar bu konuda fikir paylaşmalıdır. Sahtekârlığa son verme zamanı çoktan geldi. Liderler kendileri ana dilimizi unuttuğu ve unutturduğu gibi Türk karılarını da boşadılar ve yerine Bulgar karısı aldılar. “Altıncı Şube” kitabında bu 102 kurucu kişinin kabul ettiği ÇAĞIRIYI GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ŞÖYLE BİR YEMİN DE EDİLMİŞTİR: Bu andı içenler lütfen gün ışığına çıksınlar. Bu kardeşlerimizin hepsi mi göçe zorlandı. Hapsi mi kaçıp gittiler! Geri dönmediler mi? Kalan varsa nerede ve ne haldedir. Hapsi mi toplama kampına atıldı. Hepsi mi “Belene” ölüm kampında ezildi ve sürüldü. Hepsi mi vefat etti? “Altıncı Şube” şefinin yazısındaki 102 kişi şişirme bir rakam mı yoksa?! Bulgaristan’daTürk Milli Kurtuluş Hareketi üyelerininYEMİNİ: Ben, (…..buraya yalnız yemin edenin kendisinin bildiği dört rakam yazılır) Kurtuluş Hareketine kendi isteğimle ve kendi razılığımla üye olmayı kabul ettim.Örgütün eylem programını bütünüyle kabul ediyorum ve gerçekleştirilmesi için canla başla mücadele edeceğime Türk halkımın ve tüm arkadaşlarımın önünde yemin ediyorum. Türk halkının ve Kurtuluş Hareketimizin düşmanları benim de düşmanımdır. Örgütten aldığım tüm vazifeleri zamanında ve tamamıyla yerine getirmek benim temel ödevimdir. Örgüt sırlarını ve arkadaşlarımın hayatını korumak benim en büyük ödevimdir. Türk halkımın onuru ve şanı için hayatımı feda etmeye hazırım. Bu yemine ihanet ettiğim, onu bozduğum durumda en ağır cezayı çekmeye hazırım. Türk halkımın kurtuluşu ve aydın geleceği için halkım ve arkadaşlarım huzurunda yemin ettim. Tarih:……..İmza:…….(Başparmaktan akıtılan bir damla kana basılır.) Bu yeminin hiç bir sözüne neden uyulmadı!? Asıl sorun budur. Yoksa bu yemin metni yalnız Bulgar gizli polis dosyalarında mı var! . Durup Dururken bu da nereden çıktı demeyin lütfen. Biz iyi düşünülmüş ve başımıza sapa sağlam geçirilmiş ve sonrada ipleri boynumuza bağlanmış bir çuval içinde boğuluyoruz. Bu konuda gerçekler gün ışığına çıkarılmadan, hiçbir konuda ileri adım atmakta zorlanırız. 25 yıldan beri bize yerimizde saydıranlar olay budur ve kimilerinin saraylarda yaştıldığı gerçeği ortadadır.
Türkiye Vatandaşları Bulgaristan’a dava açacak Bulgaristan Ekonomi Bakanı Bojidar Lukarski Bakü’ye yaptığı çalışma ziyareti sırasında Azerbaycan Cumhuriyeti Ekonomi ve Sanayi Bakanı Şahin Mustafayev ile Bulgaristanve Azerbaycan arasındaki iktisadi işbirliği ile yatırım yoğunluğunun artırılması konusunda anlaşmaya vardı. Görüşmeye Azerbaycan İhracat ve Yatırımları Teşvik Fonu AZPROMO’nun
başkanı Rufat Mammadov da katıldı..İşleme sanayii, turizm, enerji üretimi,enformasyon ve komünikasyon teknolojileri alanındaki bağların derinleştirilmesine ilişkin planlar da hazırlanmıştır. Bakan Lukarski, Bulgar tarafının daha bu yıl iki ülke arasında ziyaretler, iş forumları düzenlenmesi, yoğun diyalog gerçekleştirilmesi yolunda çalışmalar yürütülmesini uygun gördüğünü belirtti.
AB Nehir Havzaları Yönetim Planlarının Hazırlanması Projesi açılış toplantısından ayrılırken gazetecilerin sorularını yantlayan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Edirne’deki taşkınlarla ilgili Bulgaristan’da karların ani erimesi sonucu su seviyesinin yükseldiğini ifade ederek, Edirne’de Meriç, Arda ve Tunca nehirlerinin birleştiğini anımsattı. Saat 02.00’de, rekor bir seviyede debinin 2 bin 149 metreküp saniyeye çıktığını vurgulayan Bakan Eroğlu, debinin sabah 08.00 itibarıyla 2 bin 71 metreküp saniyeye düştüğünü aktardı. ‘VATANDAŞIN SABRI TÜKENDİ’ Bulgaristan Hükümeti’ne çağrıda bulunmak istediğini dile getiren Veysel Eroğlu, “Özellikle onlar birtakım barajlar yaptı ama barajların işletilmesinde, taşkın hacmini bırakmıyorlar maalesef. Bunu defalarca kendilerine söyledik, ikaz ettik. Ama oradaki vatandaşların da sabrı tükendi. Gerekirse Bulgaristan’a bu konuda dava açacaklarını ifade ettiler ben Edirne’deyken.
Kültür ve Yardımlaşma Derneği 4. Olağan Genel Kurulu Bursa Osmangazi Ördekli Kültür Merkezinde yapıldı.Çok yoğun bir katılımla gerçekleşen Genel Kurulun Divan Başkanlığına BRGK Genel Sekreteri Sabri Mutlu üyelerin oybirliği ile seçildi. Genel Kurula BAL – GÖÇ ve BGF Genel Başkanı Doç. Dr. Yüksel Özkan , Eğridereliler Dernek Başkanı Ahmet Kahraman ,Mestanlılar ve Yöresi Dernek Başkanı Hasan Öztürk , Cebelliler Dernek Başkanı Dr. Gürçay Cem
kanı Yüksel Özkan “ 7 Haziran Genel seçimleri için Koşukavaklıların da da arasında olduğu çok geniş kitleyi barındıran derneklerce tarafıma verilen bu onurlu görev için sizlere teşekkür ediyorum.Koşukavak Yöresi Derneği’ ni de bu ortak platforma, bu oluşuma olan katkılarından dolayı ayrıca kutluyorumBu platformu Sizler oluşturdunuz, Bursa’da yaşayan ve sadece nüfus cüzdanlarında “Bulgaristan” yazan 408 bin kişi değil, 130 bini aşkın çift vatandaş. Basri Şen yaptığı teşekkür konuşmasında Derneğin bu güne Başkanlığını yapan Sadık Cesura , tüm eski Yönetim Kurulu üyelerine , Kongreye katılan tüm misafirlere ve tüm üyelere teşekkür etti.
Bal-Göç Kurucu Başkanı Mümin Gençoğlu, vefatının 22. yılında sevenleri tarafından kabri başında anıldı. Bursa’nın “Mümin Aga”sı olarak bilinen Mümin Gençoğlu, ölümünün 22. yılında mezarı başında düzenlenen anma töreniyle hatırlandı. Bursa Emir Sultan Mezarlığı’nda bulunan kabri başında düzenlenen törene merhum Gençoğlu’nun oğulları Turhan ve Orhan Gençoğlu, Bursa eski Valisi Zekai Gümüşdiş, Bal-Göç Başkanı Yüksel Özkan, Bursaspor Kulübü Başkanı Recep Bölükbaşı, Ak Parti eski Milletvekili Ali Kul, Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nuri Kolaylı ve sevenleri katıldı. Mümin Aga’yı, babalarını tekrar anmak için toplandıklarını dile getiren Bal-Göç Şeref Başkanı Turhan Gençoğlu, “Ülkeye, şehire, ekonomiye, Bursaspor’a,
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
Bulgaristan ile Azerbaycan, ekonomik işbirliği
Belki bunun yapılması faydalı olur diye düşünüyorum” değerlendirmesinde bulundu. Tunca Projesi’ne de değinen Eroğlu, projenin fizibilite raporunun hazırlandığını, ne yapılacağının belirlendiğini aktararak, “Ortak bir dostluk projesiydi. Her şeyi tamamladık. Protokoller imzalandı ve bizzat benim imzam var iki tane protokolde. Tam ikili işbirliği anlaşmasına geldi, Bulgaristan Hükümeti şu anda tasarıyı ve taslağı göndermemize rağmen maalesef hiçbir işlem yapmıyor” diye konuştu.
duklarını hiçbir zaman unutamayacaklarını söyledi. “GÖÇMEN CAMİASI OLARAK MİNNETTARIZ” Tatlı günlerin ve güzel günlerin yanında üzücü anıların olduğunu söyleyen eski Bursa Valisi Zekai Gümüşdiş, “Bu anıların bazıları zamanın içinde kaybolur gider ama bazıları ise hayat boyu yaşamımızın bir parçası olur, aklımızdan çıkmaz. Biz böyle bir olayı 1993 yılında bugün rahmetli Gençoğlu’nu kaybederek yaşadık” dedi. Göçmen camiasının Mümin Agası olduğunu söyleyen Bal-Göç BaşkanıYüksel Özkan, “Yüreği her zaman göç ettiği topraklar için attı. Kendisinin öncülüğünde kurulan Bal-Göç, bugün 30. kuruluş yılını kutlamaktadır. Bizler için yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine minnettarız ve rahmetle anıyoruz” ifadelerini kullandı.
Koşukavak Derneğinin Olağan Kongresi Yapıldı Mümin Gençoğlu Mezarı Başında Anıldı Koşugavak Yöresi Genel Kurulda söz alan BAL – GÖÇ Genel BaşEski milletvekili ve Bursaspor Kulübü Başkanı, camiaya yapmış olduğu hizmetleri, ailesine vermiş ol-
BULTÜRK
Başkan Yrd. Av.Vildan UMUT - AK Parti’den İstanbul 3.Bölge Aday Adayı B U L T Ü R K ’ Ü N
8 9 Göçmenlerinin Sesi
B u r s a TBMMeclisinde A d a y ı
Y ü k s e l e c e k Büyük Türkiye İkinci Dünya savaşından sonra kurulan Birleşmiş Milletler örgütü büyük devletlerin kendi hegemonyalarını sürdürebilecekleri ve gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını sömürmelerine imkân verecek bir şekilde yapılandırılmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi olmak üzere iki temel organdan oluşmaktadır. Ancak Güvenlik Konseyi en etkili organıdır. Bu da beş daimi ülkeden oluşmakta ve bu beş üyenin de Birleşmiş Milletler kararlarını veto hakkı bulunmaktadır. Dünya bu beş ülkenin adeta emrivakileri ile karşı karşıyadır. Yeryüzünde iki milyar Müslüman yaşamasına rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bu büyük kitleyi temsil edecek ve menfaatlerini savunacak, gerektiğinde veto edecek bir temsilci bulunmamaktadır. Dünya nüfusunun 1/3 ni oluşturan Müslümanlar yeryüzünde adeta “yok” farz edilmektedirler. Bu Müslümanlara karşı yapılan haksızlıkların gün be gün artmasına neden olmaktadır. Bu gidişata şimdiye kadar hiç kimse karşı çıkmadı, değiştirilmesi için girişimlerde bulunulmadı, hatta ve hatta dile bile getirilmedi. Ancak bu düzenin değiştirilmesinin zamanı çoktan gelmiş olmasına rağmen hiçbir gelişme gözlenmemektedir. İlk defa dünyanın beşten büyük olduğunu ve yeryüzündeki bütün toplulukları adil bir şekilde temsil edebilecek bir yapının oluşması gerektiğini dile getiren AK Parti Genel Başkanı sıfatı ile Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN olmuştur. Sayın ERDOĞAN Birleşmiş Milletlerin yapısının değiştirilmesi gerektiğini her fırsatta dile getirmektedir. Biz de Sayın Cumhurbaşkanımızın bu fikirlerini paylaşıyoruz. Şayet Birleşmiş Milletler görevlerini yerine getirebilecek bir yapıda olsaydı Filistin halkı özgür olur, her fırsatta İsrail katliamına maruz kalmazdı, Karabağ’da, Hocalı’da, Bosna’da soykırım yaşanmaz, Arakan ve Doğu Türkistan Müslümanlarına katliamlar olmaz ve zulmün altında inlemezdi. Bizlerde Bulgaristan Türkleri Kültürel Soykırıma uğramaz ve topraklarımızdan kovulmazdık. Bugün Libya, Irak, Suriye başta olmak üzere İslam coğrafyasında yaşanan olaylar yapılan haksızlıklar ve adaletsizlikler neticesinde bunlar meydana gelmiştir. Dünyada adaleti sağlayacak ve yeryüzünde yaşan herkese eşit muamelede bulunacak ecdadımız Osmanlı örneği bir anlayışa ihtiyaç vardır. Bu da ancak insanı yaratandan ötürü sevmekle olur. Bizlerde dünyanın şekillenmesinde seyirci kalmamalı imkânlarımız çerçevesinde katkılarımızı sunmalıyız. Diğer yandan AK Parti tefekkür olarak geçmiş ile gelecek arasındaki manevi değerlerin taşıyıcı köprüsüdür. Biz Evlad-ı Fatihanlar olarak 130 yıllık baskı ve zülüm neticesinde kendi öz değerlerimizden çok şey kaybettik. Bu gün Balkanlardaki ata miraslarımız bir el uzatılmasını beklemektedirler. Ancak 1990-dan günümüze tarihi mirasımıza en çok AK Parti iktidarı döneminde sahip çıkılmıştır. Bu da bizleri fazlasıyla memnun etmektedir.
İçin Karar Verme Zamanı
Ayşe HACIOĞLU
Bursa AK Parti
Milletvekili Aday Adayı