Aylık Siyasi Aktüel Gazete
Yıl - 12
S a y ı : 96
Mayıs - 2015
Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek Bizim Borcumuz.
anma, Gençlik ve Spor Bultürk Gecesinde Birlik ve Beraberlik Atamızı Bayramımız Kutlu Olsun!
İstanbul’da Bayrampaşa Sosyal Tesislerinde Bulgaristan Gecesinde Ak Parti Genel Başkan Yrd. Ekrem Erdem ve AK Parti BPaşa İlçe Başkanı
Sunuculuğunu Gülay Tunçel’in yaptığı İstanbul Bayrampaşa Sosyal Tesislerinde Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) geleneksel “BG Aydın ve iş adamları Gecesi”
nde bir seçim önü buluşması gerçekleştirdi. Törensel bir havada geçen kalabalık foruma, BULTÜRK yönetimi, soydaş derneklerinden konuklar, Bayrampaşa ve diğer belediyelerden
resmi temsilciler katılırken. AK Parti Genel Başkan YRD. AR-GE Başkanı ve aynı zamanda AK Parti Teşkilatlardan sorumlu Sn. Ekrem Erdem gecemizi onurlandırdı. Yerli ve yabancı basın temsilcileri de katıldı. Bu önemli buluşmaya Bulgaristan Türklerinin 1985-89 demokratik hak ve özgürlük davasının başını çeken İnsan hakları İçin Demokratik Lig örgütünün kurucularından Sabri İskender ile Balkanların en çok sevilen ses sanatçısı Rüstem Avcının da katılması törene renk verdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlar’da eli kolu olan ve tarihsel mirasımızın onarılarak yaşatılmasından Bulgaristan’da da olağanüstü büyük rol oynayan TİKA kurumu da resmen temsil edildi. Eyüp ilçe Millieğitim Müdürü, Gazeteci Şamil KUCUR da konuşma yaptılar. Gecemize telgraf gonder;
Sağılık Bakanı Mehmet MÜEZİNOĞLU, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mimar Sn. Kadir TOPBAŞ, Hemşehrilerimizden Bursa AK Parti Milletvekili Adayı Sn.Gürsel DÖNMEZ, Balıkesir Milletvekili Adayı Sn. Sema KIRCI, Çanakkale Milletvekili Adayı Sn. Bülent TURAN’IN da telgrafları okundu.
Haydar Alieyev Vakfı, Bulgarstan’a 1,2 milyon Euro bağışladı
Haydar Alieyev Vakfı, tarihi tepe için Bulgarstan’a 1,2 milyon Euro bağış yaptı
Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı Haydar Aliev’in adına kurulan Haydar Aliyev Vakfı, Bulgaristan’daki Veliko Tırnovo’daki tarihi tepe için 1,2 milyon Euro bağış yaptı. Azerbaycan Başbakan Yardımcısı Elçin Efendiyev, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ile görüşerek söz konusu bağış anlaşmasını imza törenine katıldı. Kültür ve tarihi eserlerin korunması adına faaliyet gösteren vakıf, Bulgaristan’ın eski başkenti Veliko Tırnovo’daki Trapezitsa tepesinin korunması, geliştirilmesi ve sosyalleştirme için katkıda bulunacak.
Devlet, on yıl sonra sağlık sigor talarının tüm miktarını ödeyecek
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Alieyev’in iki ay önceki Sofya ziyaretinde yardım için söz verilmişti. Proje ile ilgili protokole Haydar Aliyev Vakfı İcra Müdürü Anar Aliperov ve Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov imza attı.
Gül hasadı başladı
Kazanlık bölgesinde gül hasadı başladı. Üreticiler, önceki yıla göre düşük verim beklerken, fiyatların daha yüksek olacağını ümit ediyor. Bu sezon işçi bulmanın zor olacağı aktarılıyor. Rozovo köyü, gül çiçeklerini toplamaya başlayan ilk yer oldu. Buradaki kooperatifin, yaklaşık 200 dekar gül bahçesi bulunuyor. Koopratifin en büyük endişesi, yapılan yatırımlar kadar gelir elde edememek. Rozovo Kooperatif Başkanı, yapılan tüm işlemlere rağmen bu yıl bitkilerde daha az tomurcuk olduğunu kaydetti.
BULTÜRK
Bulgar Folklorcular Orhangazi’de
Bulgaristan’ın Popovo Milli Eğitim ve Kültür Müdürü Atanas Atanasof, folklor grubu ve idarecilerinden oluşan 30 kişilik heyet, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na katılmak üzere Orhangazi’ye geldi.Hafta sonuna kadar ilçede konaklayacak olan heyeti Orhangazi Belediye ve BAL-GÖÇ Orhangazi şubesi ağırlıyor. Türkiye’de ilk defa Bursa bölgesine gelen heyet, Orhangazi’nin yanı sıra Bursa, İznik ve Yalova’daki gezilip görülecek yerleri ziyaret edecek. Bulgaristan’dan gelen misafir heyet, Kaymakam Mustafa Selman Yurdaer’i makamında ziyaret etti. 23 Nisan konuklarını Orhangazi’de görmekten ve ağırlamaktan son derece mutlu olduğunu söyleyen Kaymakam Yurdaer, “Bulgaristan bizim dost ve kardeş ülkemiz. İlçemizde de Bulgaristan’dan gelip
yaşayan birçok aile var” dedi. Heyet ardından da Belediye Başkanı Neşet Çağlayan’ı ziyaret etti. Çağlayan, Bulgaristan’ın dost ve kardeş ülke olduğunu belirterek, “Bulgaristan bizim sürekli münasebet içinde olduğumuz, kardeş belediyelerimizin olduğu, yakından tanıdığımız bir ülke. 23 Nisan vesilesiyle Bulgaristan’dan çocukların gelmesi ve buradaki çocuklarımızın Bulgaristan’a gitmesi iki millet arasındaki dostluğu daha da pekiştiriyor” diye konuştu.
İçişleri Bakanı Sebahattin Belediye başkanı kazalara Öztürk‘ün Bulgaristan Ziyareti karşı yollara “şeker” döktürdü “Polis ve Gümrük İşbirliği Ortak Temas Mer-
kezi Kuruluş ve İşleyişi Anlaşması”nı imzaladı.
2025 yılından itibaren devlet minimün seviyedeki sağlık sigortasının yüzde 100’ünü ödemeye başlayacak.
Devlet tarafından yaklaşık dört milyon vatandaşın karşılandığı sağlık sigortalarının tüm miktarının 10 yıl sonra ödenmesi önerisi kabul edildi. Bakanlar Kurulu tarafından sunulan öneri Sağlık Kanunu’nda yapılan değişiklikler sonucu Sağlık Komisyonu tarafından onaylandı. Buna göre, 2025 yılından itibaren devlet minimün seviyedeki sağlık sigortasının yüzde 100’ünü ödemeye başlayacak. Şuanda devletin, emekliler, çocuklar, işsizler ve yoksul vatandaşların ancak münimum seviyedeki sağlık sigortasının yarı kısmını karşıladığı anlaşıldı. Buna göre, devletin sağlık kasasına 1 milyar levadan daha az miktarda kaynak sağlarken, iki milyon çalışan ve işveren ise iki milyar leva ödemede bulunuyor. Başbakanlığın sunduğu öneriye göre, sigorta ödeme seviyesi her yıl yüzde 5 oranında artarak 2025 yılında yüzde 100 seviyesine ulaşması planlanıyor.
Türk milletinin dünyaya örnek olan Kurtuluş mücadelesinin simgesi olan 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızı kutluyor sevgi ve saygılarımızı sunarız.
İçişleri Bakanı Sebahattin Öztürk Bulgaristan’a yaptığı resmi ziyarette Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı RumyanaBıçvarova ve Yunanistan Kamu Düzeni ve Vatandaşı Koruma Bakan Vekili YanisPanusis’le yaptığı üçlü oturumda, “Polis ve Gümrük İşbirliği Ortak Temas Merkezi Kuruluş ve İşleyişi Anlaşması”nı imzaladı. İçişleri Bakanı Sebahattin Öztürk, kurulacak ortak merkezle sınır polisi, göç, gümrük ve kolluk birimleri arasında gerçek zamanlı bilgi paylaşımını hedeflediklerine işaret ederek, üç ülke arasında sınır aşan suçlara karşı etkin mücadele sağlanacağını vurguladı. İçişleri Bakanı Sebahattin Öztürkve beraberindeki heyet Yunanistan Kamu Düzeni ve Vatandaşı Koruma Bakan Vekili YanisPanusis ve Yunan heyetiyle ile de bir görüşme yaptı. Görüşmede suçluların iadesi, terör ve düzensiz göç konuları ele alındı. İçişleri Bakanı Sebahattin Öztürk, Bulgaristan ziyaretinde ayrıca Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Hacı MustafaAliş’i ve Banya Başı Camisi’ni ziyaret etti.
Bulgaristan’ın güneydoğusundaki Yeni Zağara kentinin belediye başkanı, bölgede giderek artan ölümlü trafik kazalarıyla mücadelede “batıl inançlara dayalı yöntemler” uygulamaya karar verdi.
Yeni Zağara’da kısa sürede meydana gelen üç trafik kazasında dört kişi öldü, altı kişi ağır yaralandı. Bunun üzerine Belediye Başkanı Nikolay Grozev, belediye görevlilerine talimat vererek bölgedeki karayollarında 50 kilogram şeker serptirdi. Sıra dışı kararı ile ilgili basına açıklama yapan Grozev, “Şekerin kristalleri antik çağlardan beri kötülüklere karşı yardım eder diye inanılır. Eskiden de bebek beşiğindeki bezlerin arasına kötü güçlere karşı şeker parçası konurmuş” dedi. Belediye Başkanı Grozev, şehrin çevre yollarına dökülen şekerin bedelinin belediye kasasından karşılandığını belirtti. Grozev, kararı belediyenin resmi internet sitesinde de yayımladı ve halktan gelen soruları yanıtlamaya çalıştı. Yerel basında geniş yer bulan uygulamanın ülkenin resmi dini olan Hristiyanlık öncesi dönemi andırdığı yorumu yapıldı.
2
D r. N e d i m B İ R İ N C İ Kime Oy Vereyim Diye Düşünme!
Türkiye’de genel seçimlerin yapılacağı 7 Haziran yaklaştıkça politik havada coşku artıyor. Bu heyecan Bulgaristanlı soydaş seçmen kitlesini de sarmış durumdadır. Bir yandan geleneksel yaklaşım devam ederken, yeni yol arayanlar ordusu büyüyor. Hele gençler seçim arifesinde yeni bir bakış açısı sergiliyor. Biz 1878’de Balkanlar’da devletsiz kalınca ve kimliğimize saldırılarınbaşlamasıyla hep Türkiye’ye geldik bayrak ve devlet aradık. Politik partileri devlet sandık ve dönemin siyasi iradesine oy verdik. Bu Büyük Atatürk döneminde, Menderes on yıllığında, Özal devrinde hep böyle oldu. Yaşlı nesilde Cumhuriyet kurucumuz Mustafa Kemal’in Türkiye devletiyle tamamen özleştirildiği uzun bir süre de vardı. Hele Kurtuluş Savaşı kahramanımızın tüm Türklerin gururu, bir de Selanikli hemşerimiz olması bu derin inancın bilincimize yerleşmesinde olağanüstü büyük rol oynadı. Atatürk rozetini taşıma onuru yaşamış bir Bulgaristanlıyım. Mustafa Kemali daha genç yaşta Sultan’ın Sofya Askeri Ataşesiydi. Birinci Dünya Savaşı arifesinde genç bir devlet olan Bulgaristan’ın dış siyasetini etkileyip ona yön dermeyi başaran bir politikacı olarak sivrildi. 1912’de Pomakların isim ve dinlerinin değiştirilmesine büyük tepki gösterdi. Bir yıl sonra da Bulgar liberal politikacısı Radoslavov ile yakın ilişki kurarak, Müslüman Pomaklarla anlaşmasını ve seçim zaferinden hemen sonra isim ve soyadlarının, din hak ve özgürlüklerinin yasayla iade edilmesini sağladı. Bunlar Bulgaristan’da totalitarizm yıllarında bile asla unutulmadı. Bu konular kitaplara konu oldu. Bulgar aydınlarla görüşmelerimde onların Atatürk hayranlığını yaşadım. Her halk onun gibi bir lider doğuramaz!” dediklerini işittim. Evet Saltanatı yıkıp egemen Cumhuriyetimizi ve modern Türkiye’mizi kuran Büyük Önder Atatürk’ümüzdür, o hepimizindir, 20. Yüzyılın lideridir. Ne var ki, zamanlar değiştikçe, toplumlar değişiyor ve liderlik ufku da genişleyip yenileşiyor. Büyük önder Türk ulusunu yarattı ve toplumda egemen duruma getirdi, tek partili Cumhuriyet devlet sistemini kurdu, demokratik toplum düzenini çoğulcu sisteme hazırladı. Geçen yüzyılın ikinci yarısında tek partili siyasi düzenden çok partili siyasi yapılanmaya geçiş 1960, 1970 ve 1980 askeri darbeleriyle sekteye uğratıldı, kurbanlar verildi, diktatörlük zulmü yaşandı. Tek partililikten çoğulcu demokrasiye geçişin sızıları bugün de aşılamamıştır. Atatürkçülüğü dinamik bir gelişim içinde algılamak istemeyenler, 7 Haziran seçimleri öncesi meydan konuşmalarında bayram maaşı, 2 kat büyük askeri ücret, demokrasi balonları ve ekonomik temeli olmayan refah dağıtıyorlar. Demokratik toplumlarda kürsüden savrulan boş vaatlere öngörülen ceza yoktur. Geçerli olan atasözümüz: “Yalan söyleyen kendini aldatırdır!” Burjuva demokrasisinde parlamento temsili kurumlardan biridir. 7 Haziranda biz bizi mecliste temsil edecek olan kişileri yani partileri seçeceğiz. Türkiye’de var olan erk sistemi içinde, meclis gibi temsili kurumlar vazgeçilmez değildir. Meclisin bileşimi ülkemizin sınıfsal yapılanmasını da değiştirmez. Ne ki, dört senede bir yapılan seçimle yenilenen meclis terkibi – devleti – yenileyip halkta onaylatarak günceller, bir bakıma meclise kümelenmiş zamanı doldurmuş zihniyetin etkisinden kurtulur. Bu seçimlerde bunu özellikle paralel yapılanma dediğimiz ve darbeci nitelik sergileyen Feytullahcı cem atçılarından mutlaka arınmak gereğinde görüyoruz.Son 2 yılın olayları bunu zorunlu kılıyor. Bununla birlikte, özellikle Atatürkçülük perdesi ardına gizlenen CHP politikacılarının parlamenter demokrasiyi emperyalist devlerle daha sıkı işbirliği yaparak, ABD’nin Yakın ve Orta Doğu siyasetinde, saldırgan-talancı eylemlerinde daha aktif rol üstlenerek, Pennsylvania zihniyetine ülkemizde yaşama hakkı tanıyarak sürdürme niyetlerinde görüyoruz.İktidar olma hevesiyle Atatürk’ü paravan edip teslimiyetçi tutum içinde olduklarını anlamaları uzun süre alabilir. Hitap ettikleri kitle Bursa ve İstanbul, Trakya, Marmara ve Ege bölgelerindeki soydaş seçmen kitlemiz de olduğundan uyanık olmamız zorunludur. Boş vaatlere kanmamalıyız. Söz konusu olan Bayram ikramiyesi değil, Türkiye’nin hepimizin geleceğidir. Şimdiye kadar barajı geçip meclise bir parti grubu olarak giremeyen HDP sağ-sola saldırarak ve renkli vaatlerle sandığa giderken meclisi bir mücadele aracı ve alanı olarak görüyor. Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bulgaristan Türkleri B U LG A R İ S TA N’ D A - % 2 3
T Ü R K İ Y E’ D E - % 1 3
Bulgaristanlı Nüfus İstanbul İlçelerinde İstanbul İlçelerinde-% İstanbul İlçelerinde-% 1.ADALAR % 1.4 2.ARNAVUTKÖY % 8.7 3.ATAŞEHİR % 0.6 4.AVCILAR %41.3 5.BAĞCILAR %18.6 6.BAHÇELİEVLER % 7.7 7. BAŞAKŞEHİR % 8.3 8.BAYRAMPAŞA %16.2 9.BAKIRKÖY % 4.2 10.BEŞİKTAŞ % 1.2 11.BEYKOZ % 4.1 12.BEYLİKDÜZÜ % 9.8 13.BEYOĞLU % 1.6 14.BÜYÜKÇEKMECE % 13.8 15.ÇATALCA %17.7 16.ÇEKMEKÖY % 2.2 17.ESENLER % 4.3 18.ESENYURT %19.6 19.EYÜP % 4.2 20.GAZİOSMANPAŞA %31.7
1 8 7 7 - 7 8 1 8 7 9 1 8 8 0 1 8 8 1 - 8 4 1 8 8 5 - 9 3 1 8 9 4 1 8 9 5 1 8 9 6 1 8 9 7 1 8 9 8 1 8 9 9 1 9 0 0 1 9 0 1 1 9 0 2 1912-1913 1 9 1 4 - 1 9 3 3 1 9 3 4 1 9 3 5 1 9 3 6 1 9 3 7 1 9 3 8 1 9 3 9 1 9 4 0 1 9 4 1 1 9 4 2 1 9 4 3 1 9 4 4 1 9 4 5 1 9 4 6 1947 1948 1949 1950 1 9 5 1 1952-1960 1961-68 1969 1970-78
-1.000.000 -9.632 -200.000 -600.000 - 11 . 4 6 0 -8.837 -5.095 -1.946 -2.801 -6.640 -7.354 -7.417 -9.396 -9.714 -440.000 -101.507 -97.181 -24.968 - 11 . 7 3 0 -13.490 -20.542 -17.769 -21.353 -3.803 -2.672 -1.145 -489 -631 -706 -1.763 -1.514 -1.670 -52.185 -154.198 -102.301 -130.000 - 11 4 . 3 5 6 -120.000
21. FATİH % 1.6 22.GÜNGÖREN % 7.1 23.KADIKÖY % 3.4 24.KAĞITHANE % 7.6 25.KARTAL % 8.2 26.K.ÇEKMECE %19.7 27.MALTEPE % 1.4 28.PENDİK % 9.3 29.SANCAKTEPE % 0.7 30.SİLİVRİ %23.6 31.SARIYER % 2.3 32. SULTANGAZİ %18.9 33. SULTANBEYLİ % 2.7 34.ŞİLE % 1.3 35.ŞİŞLİ % 3.3 36.TUZLA % 2.3 37.ÜMRANİYE % 6.1 38. Zeytinburnu % 9.8 39.ÜSKÜDAR % 4.4
1 9 8 9 ’ d a - G Ö Ç L E R İstanbul
-% 9.36 3 ay içerisinde vizesiz göç edenler Ankara -% 7.4 Sadece -% 13.4 Mayıs-Haziran-Temmuz İzmir 1989 yılı - 345.960 Bursa -% 19.5 1989 Vizesiz Kalanlar - 212.688 Geri dönenüş yapan - 133.272 Kocaeli -% 11.8 1989 yılında gelenlere Devlet tarafından Türkiye’de Konutların yapıldığı iller; Tekirdağ - % 17.8 Manisa 100 konut Te k i r d a ğ 100 konut Kırklareli - % 18.8 Kırklareli 200 konut Kırıkkale 100 konut Çanakkale - % 17.4 Ankara 50 konut Eskişehir 120 konut Bilecik 120 konut Samsun - % 6.7 İstanbul 638 konut Sivas 10 konut Kütahya 50 konut Adana - % 7,4 İ z m i r 100 konut Adana 50 konut Mersin - % 9.6 Çanakkale 30 konut Çankırı 25 konut - % 12.7 Türkiye’de yerleştikleri diğer iller Manisa - Adana, Afyon, Aydın, Ankara, Antalya, - % 11,5 Balıkesir, Bilecik, Bolu, Burdur, Bursa, Eskişehir Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Edir- % 12,4 ne, Erzurum, Erzincan, Hatay, Isparta, İçel, Kütahya Kars, Kayseri, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Muğla, Sakarya, Sam- Denizli - % 8,4 sun, Sivas, Tokat, Uşak, Van, Zonguldak Türkiye’de daha sonra af çıkan yıllar Aydın - % 14,3 1991-92 - 50.000 1993-94 - 70.000 Sivas - % 5.3
Bulgaristan Türklerinin Sesi 3 Bulgaristan Aydın ve İşadamları Gecesinden Rafet ULUTÜRK’ün konuşma metni
Tarih:23.05.2015
AK Parti Başkan Genel Yrd. Sayın Ekrem ERDEM, Sn. Kaymakamım, Sayın Belediye Başkanlarım, Sayın Bulgaristan Türkleri İş Adamlarımız ve Halkımıza Uyanış Işığı Taşıyan Değerli Aydınlarımız, Çok değerli BULTÜRK üyeleri ve kıymetli misafirler. Bugün burada bir araya gelmemizin nedeni içten bir temenni, güzel bir vesiledir. Bu formatta üçüncü kez bir aradayız. HOŞ GELDİNİZ! Sefalar Getirdiniz.
Beraberliğimiz ortak kaderimiz, o kadar uzun bir yol ki, ancak birlikte yürüyerek bu yolu aşabiliriz. Bulgaristan’dan Kovulunca Türkiye’ye beraberce geldik, birbirimizden ayrı düşmemeye çalıştık, komşuluk bağlarımızı koparmadan aynı semtlere, şehirlere yerleşmeye gayret ettik. Babalarımız, dedelerimiz ve onların babaları da öyle yapmışlar. Görüldüğü üzere çoğunluğumuzun Trakya, Marmara ve Ege kıyılarına yerleştik, çünkü birbirimizin sıcaklığına ihtiyacımız var ve olacak. Plevne bozgunundan sonra “bu topraklar bize vatan değilmiş” deyip, dönüp arkalarına bakmadan, devlet ve anavatan arama yoluna düşenler, 136 yıl boyunca kapanmayan göç kapısını açtı. Bu açık kapı, devlet ve egemen unsur olmayı yitirenlerin kapısı oldu. 1990’a kadar gelmek var, geri dönmek yoktu. Bizim nesil, yani BÜYÜK GÖÇLE gelenler, sözün tam manasıyla sınır kapısını kırdı geçti. “İster giderim ister gelirim, sana ne, bu memleket ne kadar seninse o kadar da benim, ”dedi! O an, niteliksel bir değişim oldu, bilinç patlaması yaşandı. Bizim lehçemizle söylendiğinde “akan sular durdu!” 136 yıl devletsiz var olmamızdan, korku içinde, haksız ve hukuksuz yaşamamızdan doğan, tamamen lehimizde olan, nitelik olarak yepyeni bir düzenleme getiren, son durum işte budur. İlk kez olmak üzere, Bulgaristan vatandaşlığımızı tamamen koruduk ve ardından Avrupa Birliği vatandaşı da olabildik. Böylece yasal durum tamamen lehimize döndü. Çifte vatandaşlığımızla Bulgarları bile kıskandırdık. İstanbul’da oturup, Rodoplar’da, Deliorman’da, Dobruca’da yalnız dede mirası değil, iş yeri, fabrika sahibi olma, zaten kendimizin olan ve bizi bekleyen toprağımızı istediğimiz gibi işleyip kullanma, tüzel kişi olup örgütlenme olanakları hukuk bazında bizim oldu artık.
Bu büyük edinim gökten düşmedi.
100 yıllık ağır birikim, çetin mücadelemiz ve 1989 Mayıs isyanının meyvesidir. Totaliter devleti devirenler biziz. Ayaklanma bir topluluğun bilinç düzeyinde en yüksek doruktur. 1989 Mayısında biz yediden yetmişe bu bayrağı dalgalandırdık. Bulgar bize politik parti kurma hakkı tanımazdı. Bulgarların şerefini koruyan da bizler olduk. Bulgar aydınları bunun bilincindedir.
Bulgar halkının şerefini koruma onuru Türk kimliğimizi yüceltti.
Bir ağacın kendini yıkamadığı gibi, Bulgar halkı da totalitarizme karşı uyanamamıştı. Demokratikleşme ateşini bizden aldı. Bu sert mücadelede Türkiye devleti arkamızdaydı, çetin mücadele yıllarında ardı arkası kesilmeyen dayanışmamız Türk kimliğini koruma ve yaşatma davamızı doğru örgütleyip yönetmemizde meşale oldu. Bu davada aydınlarımızın, öğretmenlerimizin payı çok büyük oldu. Önemle belirtmek istediğim bir husus da, kadınlarımızın da büyük davamıza canla başla katılmasıdır. Kendilerini tekrar kutluyorum! Değerli dava arkadaşlarım bu gün burada bulunmanız öz davamıza devam azminizin asla sönmediğinin parlayan bir kanıtıdır. Buraya gelen bize değer veren hepinizi kutluyorum. Bilirsiniz, Yahudiler, Yahudilik anlayışında hayatta yükselmek ve kazanmak isteyene 3 defa yardım eder. Biz her Cumada sadaka, bayramdan bayrama zekât ve fitre vermeyi borç biliriz. Helalimiz yeşermek isteyene değil, mağdur ve muhtaç olanadır. Yahudiler iş tutup kazanmak isteyene el uzatırken, biz ise yaşam davasına yenik düşenlere, yani imkânsızlara el uzatıyoruz. Aramızdaki köklü fark budur. Yanlış anlaşılmasın, yaşam kriterlerimizi veya hayat anlayışımızı değiştirelim demiyorum, ikisini de uygulama yolu bulalım, demek istiyorum.
Zamanlar değiştikçe, hayat bize de, bir ağacın orman olmadığını, öğretti.
Bulgaristan’da kalan topraklarımız, mülklerimiz bizi burada zengin etmiyor. Sofya’dan gelen 26.000emekçi maaşı için de aynı şeyi söyleyebilirim. Biz, iki komşu ülkede tamamen lehimize değişen durumu, iki devlette hısım-akrabalığı, mal-mülklü olma durumundan faydalanıp, bunu bir zengin kaynak haline getirme yolunu henüz bulamadık. AB üyeliği ile gelen haklarımızı da ancak turistik amaçla kullanıyoruz. İş imkânlarımızı, bu arada hak ve özgürlüklerimizi geliştirmek için yepyeni olanaklar kapımızdadır.
Zaman uyanıp dirilme, yeni fırsatları değerlendirme zamanıdır.
Aydınlarımız, mühendis ve tasarımcılarımız fikir üretmeli; iş adamlarımız amaca uygun projelere yatırım yapmalı ve bizim gibi sivil toplum örgütçüleri, dernekçiler vs. kitleleri bilgilendirip harekete geçirmelidir. Ufuktaki geleceğimiz meşakkatli, uzun ve zorludur. Zorludur ama bu refahın yoludur. Büyüyen Türkiye ile birlikte artık Balkanlara taşma yoludur.
Bu yolda öncü olma şerefi de sizlerindir. Ortak yolumuz açık olsun!
1878’lerde, 1900’larda, hatta 1953, 1968-78’lerde ve son göç – 1989’da biz hep sırt yüküyle, bir bavulla, öküz arabasıyla, en iyilerimiz bir “Jiguli” ile geldik. Arkamızda hep eğirilmiş mezar taşları, sürülmüş kabirler, tapusuz tarlalar, çatısı tamamlanmamış evlerimizi geride bıraktık. Bize “gitmeyin!” dercesine kurnası kırılmış çeşmeler, camiler, isimsiz şehitlerimiz arkamızdan sanki ağılıyordu. O barajları, o fabrikaları, o yolları, demiryolu ve limanları, o şehirleri biz kurmuş olsak da, hiçbir şeyin üzerinde hukuksal hakkımız yoktu. Kısacası 600 yıl boyunca döktüğümüz alın terimizin hiçbir değeri yoktu.
Yargı değerleri değişmeli dediğimiz budur. Haklar ve edinimler ebedi olmalıdır.
1878’den 1912’ye kadar bizler çalıştık, Bulgar ise silahlandı- Edirne’ye saldırdı. 1908’den 1944’e kadar çalıştık, Bulgar Çarı Ferdinand ve oğlu Boris Makedonya ve Yunanistan’ı istila ve talan etti. 1976’ya kadar kuzu ve koyunlarımızla, dana ve ineklerimizle, peynir ve kaşkavalımızla Bulgar zulmüne tazminat ödedik. Demek istediğim çalışmasına hep çalıştık da, kara saban, dere değirmeni, tabakhane, yün tarağı, çıkrık ve boyacı kazanı sahibi olmaktan ileri gidemedik. Olması gereken olmadı – sermaye birikimini gerçekleştiremedik. 1944’ten sonra zaten 10 tavuk, 5 koyun ve bir inekten fazlası elimizden alındı. Ve 1992’de geri verilirken elimize onlar da geçmedi. Ekonomik olarak çok çalkantılı, bizi sürekli silkeleyen, dalsız budaksız bırakan bir asır yaşadık. Faşist Çarlık eziyetinden kurtulduk derken, totaliter komünist prangalarına yakalandık, halen bir “geçiş dönemidir “ sürüp gidiyor. Demek istediğim, toplumsal düzenler sözde isim değiştiriyor, ama Türklerin yüzü gülmüyor. Ezilen azınlık durumundan kurtulamıyoruz. 1878’de savaş ateşinden, 1936’da din hışmından, 1953’te kooperatifçilik zulmünden, 1989’da da ırkçı terörden kaçtık, ama hep arkamızda büyük bir şey kaldığına inandık. Özümüz, atalarımız, vatan kokusu, dede mezarlarımız ve hayallerimiz oralarda kaldı. Geçmişimizle birlikte geleceğimiz de sanki orada kaldı. Hafızamızda kalan bize yeter umuduyla kendimizi avuttuk. Yani yol ararken, bomboştuk. Köksüz değildik, ama boy atıp serpilip açamadık, çileli yıllar, göç yolları, yeni mekânlara yerleşme ıstırabı hep bizi ezerken, başkaldırıp önümüze bakamadık. Bizi bugün burada birlikte olma fırsatı yaratan, Büyük Türkiye Devleti’nin fedakârca sunduğu yeni imkânlardır. Bunları doğru değerlendirmekse ortak vazifemizdir. Türkiye Balkanlara taştı, Makedonya, Arnavutluk, Bosna Hersek tarih, din ve diliyle kavuştu. Sıra Birinci Rumeli Beylerbeyliğindedir.
Yani Vatanımız Bulgaristan’dadır.
Türkiye’de göçmen olup da iplik, çikolata, ayakkabı fabrikası sahibi olanlarımız da var. Onlar, istese de istemese de biraz göz boyadı. Türkiye’de para mantar gibi bitiyor, hayali yarattı. Oysa onların zengin olmasının ardında, dedelerinin Osmanlı tahsildarlığı ve hazineye teslim edilmemiş paralar vardı. Ve görüyorsunuz, o çok zengin olanlar bugün aramızda yoklar. Halk davamızdan tamamen koptular. Bir defacık olsun geri bakıp orada kalan 2 milyon kardeşimize bir okul, bir kültür yurdu, bir spor tesisi, bir kütüphane, bir hastane, bir cami vs. kuracak kadar şerefli olamadılar. Onlar için göç ellerindeki nimeti kurtarma ve geri dönüşü olmayan bir serüven oldu. Onlar Türklük ve Müslümanlık davamıza bir enser dahi çakmadı. Hiçbir dava dilenci değildir. Haram parayla değişim ve devrim yapılmaz. Komünizmi çökerten 1989 Mayıs Ayaklanmasında silahımız çapa ve tırpan, ellerimiz katranlıydı. Bizi buraya toplayan vesilede “Her taş yerinde ağırdır!” gerçeği vardır. Osmanlıdan koptuğumuz ve devletsiz kalmayı kabul etmeyip Türk bayrağı altına toplandığımız şu son 136 yıl bize, ırmakları ters yönde akıtma zamanı geldiğini öğretti. Biz Bulgaristanlı Türkler, etnik köklerimizden güç alarak yeşeren kimliğimizle geçen yüzyıl milli bilinçle uyandık, hakkımızı ve hürriyetlerimizi ararken, köle durumunda ezildiğimizi gördük, zulme karşı ve insan haklarımız için mücadele ettik. Bu dirilişin belkemiğinde öğretmen ve aydınlarımız vardı. Süleyman Hilmi TUNAHAN, Osman Kılıç ve Ahmet Davutoğlu’nu herkes bilir. Hemşerilerimizden Avni Velileri, Mustafa Ömerleri, Ormancıları, İskenderleri tanırsınız. “Belene” ölüm kampı “Bulgaristan Türklüğünü uyandırabilecek aydınlarımız için açılmıştı; sürgünler Türlüğümüzü ve Müslümanlığımızı köreltmek için örgütlendi; sorgu odaları, ceza evleri, milis mahzenleri, hapishaneler hep bir tek amaçla,
Türk ve Müslüman olarak dirilmemizi engellemek, budamak, baltalamak için vardı. Türklüğü öldürmek için bizi eşlerimizden ayırdılar. Türklüğümüzü öldürmek için anadilimizi okutmadılar, Müslümanlığımızı öldürmek için camilerimizi kapattılar, Türk olduğumuzu unutturmak için 50 yıl Türkçe kitap bastırmadılar, gazetelerimiz yasaklandı, Türküm diyene, Türkçe konuşana ceza kesildi ve herkesin arkasına bir muhbir taktılar ve sonunda elimize zorla pasaport verildi. Eminim ki, bizler Bulgaristan’da büyük ölçekli işletme sahibi olabilseydik, bir Türk pedagoji okulumuz, Üniversitemiz, hastanelerimiz olsaydı, birkaç Türkçe gazetemiz, radyomuz, TV-programlarımız olsaydı, halkımızla devamlı canlı irtibatımız olurdu; öğretmen ordumuz iyi örgütlenirdi, halka inip alabildiğine kaynaşırdık, belki de yaşananların hiç biri bu kadar feci olmazdı. Bu gün TRT Avaz bu davayı yürütmektedir. Bilirsiniz – pazarda akıl ve vicdan satılmıyor – İstanbul sokaklarında adım başı Türk var ama Türklük bulmak burada da zor. Olabilir ya belki biz de ne aradığımızı, neyi bulmak istediğimizi, pek bilmeye biliriz. Ama Hıdırellez’de bazı STK’ların pikniklerde İstanbul’da Bulgar koro şarkıları dinlemeye tahammülümüz yok, çünkü onlar Bulgarlar ezan sesine bile isyan etmeye devam ediyorlar. Bulgar’ın işi bir bakıma kolay: Bulgar, ırkçılığı ve milliyetçiliği hortlatmak için Türk düşmanlığı körükleyip, ötekileştirme cinini şişeden çıkarınca onlar için yeterli oluyor.
KORKU, bizim Türk ve Müslüman kalmamızın sanki yemi.
Korkutulunca birbirimize kaynaşıveriyoruz. İçimizdeki insan sevgisi, merhamet, hoşgörü bizim kendimize düşman yaratmamıza engel oluyor. Havlayanlar korosuna bir tek kendi eğittikleri jurnalciler Bulgaristan meclis kürsüsünden katılıyor.
Bizler sanki kaderciyiz.
Geleceğimize götüren “sırat köprüsü” sanki bize yapılan kötülükleri unutmamızdan, nefret bıçağımızın körelmesinden ve öfkemizin sönmesinden geçiyor. Bir de, “Benim başıma gelen başkasının başına gelmesin” yaklaşımı var ki, şahsi görüşüme göre, göç eden öğretmenlerimizin yaz aylarını dönüp köylerinde geçirmelerine, orada çocuklarımızın beyinlerine Türk ve Müslümanlık tohumları ekmelerine engel olan da tam budur. Kimsenin onurunu kırmak aklımın ucundan geçmese de, Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı Bulgaristan’da mutlaka yaşatma gibi büyük davamızda hepimizin imkânları dâhilinde yer alma zamanı artık geldi. Hepimiz elimizi taşın altına koymak zorundayız. Aranızdan, bu işlere Diyanet bakmıyor mu? Orada İslam Enstitüsü var. Üç de İslam Lisesi yok mu? Gibi soru soranlar olacaktır. EVET var! Ama yeterli mi? Hayır değil. Şahsen ben, son dönem, Sofya İslam Enstitüsünden çıkanların oradaki halk topluluğumuzu Türklük ve Müslümanlık bilinciyle uyandırabileceğine pek inanmıyorum. Bulgar Diyaneti, hocalarımıza “cenaze merasimi” için maaş ödemeye hazırdır. Ama bu kadar! Çünkü ölen her Türk’le Türklüğümüzün ve Müslümanlığımızın bir ferdi yok oluyor. Orada ki Baş Müftülük görevlileri, camide, mevlitte söyleyeceklerini önce Arapça, ardından Bulgarca, sonra da akıllarına gelirse Türkçe söylemeye alıştılar. 1929 ile 1952 yılları arasında Şumen’deki “Nüvvab” dini yüksek enstitümüz 536 hoca ve öğretmen yetiştirmişti, 1953’te bunlardan % 65’i göç etti. 1989 Büyük Göçten sonra Baş Müftülük Baş müftüsüz, Müftülükler müftüsüz, camiler müezzinsiz ve hocasız kaldı. Ezan sesi işitilmez oldu. Öğretmenler için de aynı sözler söylenebilir. Buraya toplanmamızın sebebi, yeni koşullarda, Bulgaristan’da yeni bir Türk-Müslüman yapılanması oluşturmaktır. Bu oluşumun fikirsel ve örgütsel bünyesini Türkiye’ye, derneklerimize, federasyonlarımıza, soydaşlarımıza bağlı görüyorum. Burada yeni olan, Türkiye Türkleri ile Bulgaristanlı Türklerin aynı soy ve boydan olduklarından, aynı kültürü paylaştıklarından dolayı aynı yaşam tarzında yaşamayı istemesi ve bu talebin tamamen haklı olmasıdır.
Uluslararası hukuk buna temeldir.
Bu hakkımızı gerçekleştirmek ise ana vazifemizdir. Türkiye’den kopan Bulgaristan Türklüğünün soysuzlaştırma ve yobazlaştırma çabalarına hepimiz şahit olduk. Geçen yüzyılın başında Rumeli’den taşıp Anadolu’ya yayılan ve Türkiye Cumhuriyetini kuran Türklük, yeni asırda aksi istikamette, İstanbul’dan Bulgaristan’a ve Balkanlara taşmak zorundadır. Bu süreç artık başlamıştır. Bir hafta önce Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Tiran’da Balkanların en büyük ibadet hanesinin temellerini törenle attı. İstanbul’un 2 000 km etrafına etki yapması; 230 TV yayınının Balkanlara hâkim olması, Türk edebiyatının Balkan halkları dillerine çevrilmesi, Türk yapımı dizilerin her eve girmesi, Türk gelenek ve kültürünün yaygınlaştırılması, bu arada atılım yapan turistik
ilişkilerle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa, Orta ve Yakın Doğu arasında ana köprü durumuna gelmesi, kıtalararası enerji ve hava yolu kavşağı olması, çok uzun bir projenin yalnız birkaç halkasıdır.
Bizans başkentini dünya başşehri bilenler bugün İstanbul’a bakıyor.
Buraya toplanmamızın ana nedeni, su, kum ve kireç gibi karışıp yeni bir harç oluşturmaktır. Biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak, arkamızda bıraktığımız Vatanımızın bir Türk yurdu olarak yaşaması için fikir üreten aydınlarımızla, üretken iş adamlarımızın ve örgütsel yapılanma sağlayan derneklerimizin, federasyonlarımızın kopmaz bir birlik içinde olması gerektiğine inanıyoruz. Bunun ilk adımı da Bulgaristanlıların kuracağı BULGARİSTAN FEDERASYONU adı altında bir merkez oluşturmaktır… Ayrıca sözde Türk partisi – Bulgaristan’da Türkçe ulusal gazete çıkarmadığı gibi, yerel düzeyde Türklüğümüzün ve Müslümanlığımızın serpilip açmasına da el uzatmıyor, üstelik sivrilmeye başlayan iş adamlarımızı engelleme sinsiliğine de iyice alıştı. Türk ve Müslüman bölgelerinde totalitarizmde çöken korku henüz kalkmadı. Lider takımının geliştirdiği güdümlü şirketçiler, ülke dışındaki oligarşi kodamanlara yağcılık yapmaktan ileri gidemedi. Küçük, orta ve büyük ölçekli iş çevreleri birbirini tamamlamıyor. Türkiye’den giden bankalar da yerli Türklere henüz kapılarını tamamen açamadı. Hedefimiz, siz sayın iş adamlarımızın merkez ve yerel Türkiye ile İşbirliği konseylerinde yer almanız ve illere oradaki kardeşlerimiz ve Türkiye Bulgaristan işbirliği lehinde yön vermenizdir. Derneğimiz açısından konu son derece günceldir. 7 Haziran seçimlerinden sonra siz, işveren ve aydınlar temsilcilerimizden bir grup oluşturarak Türkiye Cumhuriyeti Başbakanımızla bu konuda görüşme planı hazırlıkları içindeyiz. Bu görüşmeye söz ve fikir sahibi olan, projesi olan, Bulgaristan’da yaşayan Türklere yardımcı olmaya yararlı olan her atılım sahibi, iş adamı ve aydınlarımız BULTÜRK derneğine başvurabilir. Katılımcılar için Son tarih önümüzde Temmuz ayıdır. Bu arada Türkiye büyük şirketlerinden Koç Holding, Doğuş İnşaat, MNG-Mapa-Cengiz, Ceylan Holding ve bazı başka kuruluşlar Bulgaristan’da iş yapsalar da kalıcı tutunamadılar. Şu anda Koza İnşaatın yeni bir hamle içinde olduğunu görüyoruz. Türk ve Bulgar iş çevrelerinin ortak hamle yapma zamanı henüz olgunlaşamadı gibi. Koza İnşaat’ın sosyal ve sportif atılımlarının da takdir kazanmaya devam ettiğini duyurmak istiyorum. İşte böyle bir durumda, bir yandan Avrupa Birliği üyesi olmanın getirdiği yatırım ve sürüm pazarı imkânlarını da değerlendirmek şartıyla, küçük ölçekli işlerle başlayarak yeni atılımlara girişme zamanı geldiği kanısındayım. Kanımca, bu imkânlarla gelecek atılımların kültürel renkleri bizi yeniden kaynaştıracaktır. Bu açıdan Makedonya ve Bosna Hersek bizden çok ileridir. Bulgaristan’da anadilimizi yaşatma ve geliştirme konusu da çok aktüeldir. Bir dernek başkanı sıfatıyla, Türkçemizi büyük harflerle yazılıp olağanüstü saygı hak ettiğini düşünüyorum. Sanki dünya özellikle Avrupalı devletler Türkçemizden, Türklüğümüzden ve Müslümanlığımızdan, Türk kültüründen korkuyormuş gibi bir hava var. Tarihin esintileri tesirli olabilir. Bir düşünürsek AB’de de 28 üye ve resmi dil olarak 36 dil kaydı var. Kökleri Arapça olan ve üstüne Avrupa’nın her şivesinden aşı yapılmış bulunan Malta dili bir AB’de resmi dili iken 300 milyonun konuştuğu Türkçemize sıra bekletiliyor. Bu bendin aşılmasında bir AB üyesi olan Bulgaristan’da bir Türkçe patlaması gerçekleştirmek çok yararlı olabilir. Bizi birçok yeni atılım, sımsıkı bir birliktelik beklediğine inanıyorum.
Sizinle ana fikirlerimi paylaştım.
Hepimiz buradaki durumu ve Bulgaristan’daki gelişmeleri biliyor ve yakından izliyoruz. Aydınlarımızdan gelecek yeni yaratıcı fikirler, iş çevrelerimizden alacağımız maddi destek ve dayanışma ile dernek çalışmalarında büyük adımlar atılabileceğini, en sıcak ve gönül okşayan Türkiye havasının Bulgaristan’da her Türk hanesine taşınabileceğine inanıyorum. Gecemize geldiğiniz ve sabrınız için hepinize teşekkür ediyorum, Sağolun varolunuz
4
Bulgaristan Türklerinin Sesi
S e v i l c a n B A S I N B İ L D İ R İ S İ D İ R B o sn a H e r se k - S a f e t ERDEM Son günlerde Bosna Hersek’te yaşanan olumsuz olaylardan üzüntü Bosna – Sırp entitesi başı Milorad Dodik’in hain planYÜCE ve endişe duymaktayız. Lahey Adalet Divanı tarafından “soykı- ları herkesçe malumdur. Kendisi, devletlerarası ilişkiler an-
Anadil Sevgimiz
Bulgaristan Türkleri edebiyatında geniş yer alan konulardan biridir. 1970’lerde Türk okullarının kapatılmasından sonra anadilimize olan sevgi daha da arttı. Her çocuk anadilini okuldan önce anasından, ninesinden ailesinden, kardeşlerinden ve yaşadığı ortamdan öğrenir. Türkçe hocalarımız en çok sevip saydığımız öğretmenlerimizdir. Türkçe okuduğumuz ilk kitabı asla unutamayız. Türkçe hepimize medeniyet kılavuzudur. Bir defasında babama senin Türkçe okuduğun ve en çok etkilendiğin ne oldu diye sordum ve aldığım cevabı unutamam: “Ben Türk okulunda okudum. O zamanlar bizim şehrimizde Türk Lisesi vardı. Okuluma girmezden önce basamakların önünde durup kapının üzerine büyük harflerle yazılı “TÜRK OKULU” tabelasını büyük bir heyecanla tekrar tekrar okurdum.” Türkçemizin hayatımızdan kurumuş ırmağın suyu gibi çekilmesine çok gayret gösterseler de başaramadılar. Dünyanın en ahenkli ve en zengin dillerinden biridir Türkçemiz. Ninniler, öyküler, masallar, efsaneler hazinesidir. Edebiyat, felsefe ve bilim dilidir. Annelerin çocuk sevgisi sonsuz bir yaratıcılık kaynağıdır. Biz hepimiz aynı soyların boyların, değişik ailelerin çocukları olsak ve farklı ninniler ve şiirler, şarkı ve türküler dinleyerek yetişsek de Türk olarak yetişiriz. Türkün bilgi hazinesi, düşünme motoru Türk diliyle çalışır. Memleketten aldığım haberlerde şiir geceleri, ana dil görüşme ve törenleri yapıldığını, Türk sanat topluluklarının sahnelerimizde konserler verdiğini işittikçe içim içime sığmıyor. Bir ocak ateşe odun attıkça sönmez. Ana dilimizde ebediyen yanacak ve kimliğimizin tacı olmaya devam edecektir. Dilimizi ne kadar çok zenginleştirir ve geliştirirsek o kadar saygılı oluruz. Türk dünyasından olmak gururlu bir kişilik sahibi olmak demektir. Konuşma dilimiz lehçelerimize sürtse de düşünme, sevme, hayal etme ve umut etme dilimiz edebiyat Türkçesidir. Ruhumuz öz edebiyatımızla mayalanmıştır. ANADİLİMİZDİR Türkçemizdir. Bu defa sizlere dört şairimizden Anadil şiirleri sunuyoruz. Hasan ÜZEYİR Kladenets DİLLER İÇİNDE BİR Şumen. DİLBER Binlerce dil duyurul şu yaşlı ANADİLİM TÜKÇEM yeryüzünde Sensin dünyama mutluluk Diller içinde birsin, gürsün, veren, dilbersin Türkçem Beynime, damarıma, kalbime Türlü türlü nameler gizlenir her giren! sözünde Sevincimden coşturan hem de Kıvrak türkülerde yaşar gülersin güldüren, Türkçem. Sensin, anadilim benim, Bazen bir dağ çayının coşkun Türkçem. şırıltısısın Senin varlığınla özgür yaşarım, Seslerin kulağıma efsaneler Her türlü güçlükleri engelsiz fısıldar Bazen güz yağmurunun sakin aşarım, şıpırtısısın Sana azap gösterene şaşarım, Kanımdasın benim anadilim Seni dinlerken kalbim kıpır kıpır kıpırdar. Türkçem. Çocukluk yavuklumsun, ilk göz Çocuklarımıza bilgi kaynağısın, ağırımsın benim Gelen nesiller seni böyle tanısın Sevdirdi seni bana ninnileri Türk kanı taşıyan seni içten annemin korusun, Seninle söyleşirim, seninle Ömrün uzun olsun ana dilim şendir evim Türkçem. Türkçem, sen sevimli bir Senin atalarımızdan mirasın bireyisin hanemin. Seni küçümseyenler olmuş bize, Sensiz girişemeyiz hiçbir söze, türlü biçimde Saygı gösterelim ana dilimize, Yabancı hayranları hor görmüş Yol göstersin bize, aydın sözlerini Yine de gürlemişsinAvrasya’nın günlerimize. içinde. Zahit GÜNEY Sayende Türk boyları korumuş özlerini. TÜRKÇEM Karamanoğulu Mehmet Bey ve Ata türkümüz Sen Güllük güneşlik bahçelerin tam Seni öven, koruyan ve yücelten erlerdi ortasında Onlarsız yaşamazdı ne şarkı, ne Hiç solmayan en güzel çiçek; Yaprak yaprak ölümsüzlüğünü türkümüz Onlar seni kendilerinden çok tinimin severlerdi. Özüm denli gizemli Annemin has ninnilerinde Özüm denli gerçek; buldum hep seni Kokuların en güzeli sende Yonus’un Karacaoğlan’ın Renklerin en güzeli sende dizelerinden içtim Seslerin en güzeli sende; Ozanların sözleri büyüledi hep Günde üç öğün beni Bardağımda suyum Halkımızın türküleri ile kenSoframda ekmeğim; dimden geçtim. Çağlarca Sen gelişmeye devam et dünyaEngin maviliklerde Bayrağımın süzülüşü güneşe mız durdukça Beyinleri aydınlat benim eşsiz doğru; dilberim Ne bileyim, belki de Annemin ışık saçan yüzü, Sevip öğreneceğim seni kalbim vurdukça gülüşü Saksılarda çiçek görünümünde! Sana diller içinde kutlu bir yer dilerim. İsa ÇEBECİ Rasim BİLAZEROĞULU
rım” suçu işlediği mahkeme kararı ile sabit olan Milorad Dodik’e bağlı polis güçleri tarafından 1992-1995 yılları arasında sürüldükleri evlerine geri dönen Boşnak mülteciler üzerine Bosna Hersek’te terör estirilmektedir. Tek suçu geçmişte vatanını savunmak olan madalya sahibi savaş gazileri, malulleri yasal hiçbir gerekçe gösterilmeden temel hak ve özgürlükleri yok sayılarak gözaltına alınarak hapse atılmaktadır. Avrupa’da kurulmuş olan ve faaliyet gösteren yasal sivil toplum kuruluşları (Avrupa Milli Görüş Teşkilatı gibi…) bir kısım terör örgütleri ile ilişkilendirilerek lanse edilmeye çalışılmaktadır. Türk ve Boşnak toplumu nereden gelirse ve neyi savunursa savunsun terörü kınamakta ve lanetlemektedir. Dayton Antlaşması ile geri dönüşleri garanti altına alınan Boşnakların, geri dönüşleri bu tür bahanelerle engellenmemelidir. Türkiye ile Bosna Hersek ve Sırbistan arasında gün geçtikçe güçlenen ilişkiler, bu tür uydurulmuş provokasyonlar ile sekteye uğratılmaya çalışılmaktadır.
lamında, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan’da farklı etnisitelere mensup vatandaşlara nefret tohumları aşılamaya çalışmaktadır. Bu olumsuz propaganda nedeniyle Sancak Bölgesi’nde yaşayan halk etkilenmekte, Sjenica ve Tutin Belediyelerine baskılar sürmektedir. Balkanlardaki her olay mutlaka en ince detayına kadar irdelenmeli, doğru bilgilere ulaşılmalı ve bu bilgilere ulaşıldıktan sonra karar verilmelidir. Önyargı ile hareket edilmemelidir. Bizlerin görevi ayrışma yerine bütünleştirmeye, birlik, beraberlik ve dostluğa katkı sağlamaktır. Balkanlardaki gelişmeler hepimizi tedirgin etmektedir.
Uluslarası kurumlar gerekli tedbirleri derhal almalıdır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. Saygılarımızla; Saffet ERDEM
Eski Yunan Bakan, İnternetten İş Arıyor “KRİZ YÖNETİMİ DENEYİMİ OLAN…” Yunanistan’da, Samaras hükümetinde İçişleri Bakanı olarak görev yapan eski gazeteci Argiris Dinopulos, 25 Ocak seçimlerinde milletvekili olamayınca iş bulmak için internete ilan verdi. Yunanistan’da, Samaras hükümetinde İçişleri Bakanı olarak görev yapan eski gazeteci Argiris Dinopulos, 25 Ocak seçimlerinde milletvekili olamayınca iş bulmak için internete ilan verdi. ESKİ BAKAN İNTERNETTEN İŞ ARIYOR Dinopulos, iş bulma sitesi ‘devnetjobs.org’da “Argyrios Ntinopoulos” imzasıyla yayımladığı ilanda, “politikada ve ekonomik kriz koşullarında 13 yıl deneyimli eski bakan iş arıyor” ifadelerini kullandı.
Uzun biyografisinde, gazetecilikten politikaya geçmesinin nedenlerini anlatan ve Yunanistan dışında başka ülkelerde de çalışabileceğini belirten Dinopulos, vasıfları bölümünde kendisini “kiriz yönetimi deneyimi olan ve anında zor kararlar alabilen kişi” olarak tanımladı. “SEÇİLEMEYEN POLİTİKACININ ÇALIŞMASI GEREKİR” Çeşitli Yunan basın-yayın organlarında savaş muhabirliği yapan ve bir dönem Vrilisia Belediye Başkanlığı görevinde de bulunan Dinopulos, 1996’da Kilimli adası belediye başkanı, bir din adamı ve birkaç ada sakini ile birlikte Kardak kayalıklarına Yunan bayrağı diken kişi olarak biliniyor. Dinopulos, verdiği ilanın Yunan basınında geniş yer alması üzerine twitter hesabından yayımladığı mesajında, “Siyasette normal olarak olması gereken şey haber oldu. Yani seçilemeyen politikacının çalışması gerekir” diye yazdı.
“Türkiye ile ilişkiler muazzam önemli”
“Türkiye ile ilişkiler muazzam önemli” Sofya’daki Yabancı Gazeteciler Kulübü üyeleri ile bir araya gelen Bulgaristan Dışişleri Bakanı Daniel Mitov, toplantıda Bulgaristan-Türkiye ilişkilerinin son durumunu değerlendirdi. Bakan Mitov, “Bulgaristan-Türkiye ilişkileri muazzam derecede önemlidir. Bir NATO ülkesi, ayrıca dost ülke Türkiye ile ilişkilerimizin iyi olmamasına kesinlikle müsaade edemeyiz” diye konuştu. Bulgaristan parlamentosunun 24 Nisan’da aldığı 1915 olaylarını “toplu katliam” olarak niteleyen kararına değinen Mitov, “Bu karar kesinlikle çağdaş Türkiye’ye karşı alınmış bir karar değildir” dedi.
“Diğer bazı devletler bize göre çok daha sert bir tavır aldı” ifadesini kullanan Mitov, “Ankara’daki büyükelçimiz Krasimir Tuleçki, parlamentoda oylanan kararın ne olduğunun açılımını anlattı. Bence Türkiye’deki dostlarımız ve meslektaşlarımız bizi bu anlamda anlayabiliyorlar” diye konuştu. Bulgaristan Dışişleri Bakanı Mitov, Türkiye ile ilişkilerin geleceğinden bahsederken şöyle devam etti: “Biz ikili ilişkilerimizin gelişimine, geleceğe doğru bakıyoruz. Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun Bulgaristan ziyaretinin hazırlıkları sürüyor. Hatta Türkiye ile bir hükümetlerarası oturum düzenlenmesinin olanaklarını araştırıyoruz. Bundan dolayı ikili ilişkilerimizin değerine büyük bir önem veriyorum.”
Gırmen’de Bulgar ve Romanlar arasındaki gerginlik
Gırmen belediyesinde Bulgarlar ve Romenler arasında yaşanan tartışmalar ve gerginlik, Cumartesi günü toplu dövüşlü kavgalara dönüştü, Gırmen belediyesinde Bulgarlar ve Romenler arasında yaşanan tartışmalar ve gerginlik, Cumartesi günü toplu dövüşlü kavgalara dönüştü, Pazartesi de sürdü. Belediye sakinleri ve Bulgaristan’ın başka bölgelerinden yakınları Gırmen Belediye Başkanına mektup ileterk, problemin çözümünü istediler. Oraya farklı yerlerden yüzlerce Romanın kaçak oalrak yerleşitği ve huzuru bozdukları iddia ediliyor. Köy ve köy kenarına çadırlarını kuran Çingenelerin acil olarak oradan uzaklaştırılması isteniliyor. İzin almadan köye yerleşen Roman ailelerin kriminal olaylara ön ayak oldukları vurgulanıyor. Gırmen halkı, eğer gereken yapılmazsa “olayları kendi elimizle çözeceğiz” uyarısında bulundu. Plovdiv’de Katunitsa köyü senaryosunun tekrarlanacağından endişe ediliyor. Orada Romanların yerli halk ile çatışmalarında, yangınlar çıkarıldı, ölüm oldu. Gırmen Belediye Başkanı, çadırların ve yasadışı Roman gecekondularının
yıkılması öngörülürse, belediye olarak bu insanları yerleştirecekleri başka yer olamdığını duyurdu. Gecekondu ve çadırlar yıkılırsa, yasa gereği Romanlar belediye konutlarına yerleştirilmelidir. Ancak Gırmen’de böyle imkan yok. Gırmen ve Marçevo’dan 500’den fazla kişinin kavga etmesi sonucu, yolalr kapatıldı, sokaklar insanlarla doldu. Bulgarlar, yerli Romanlarla sorun yaşamadıklarını, ancak “gelme” olarak nitelenen göçebe Romanlarla başlarının dertte olduğunu vurguluyor ve onları protesto ediyorlar. Toplumdaki bu gerginlik siyasi tepkileri beraberinde getirdi. Irkçı Vatansever Cephe, bu tür suç olaylarının önüne geçilmezse, hükümete destek konusunu gözden geçirmekle uyardı. Eşbaşkanlarından olan Valeri Simeonov, yerli halkın korunması için, gönüllü muhafız birliklerin kurulmasını önerdi. Sağ Reformcu Blok vekilleri ise, Grımen’de çatışmalar, HÖH’in iki kanadı arasındaki kavgalardan kaynaklanıyor, dedi.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 5
Neriman E R A L P Türkiye’yi Güçlendirmeye Kararlıyız İstanbul’da Bayrampaşa Sosyal Tesislerinde Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) aydın ve iş adamlarımızla bir seçim önü buluşması gerçekleştirdi. Törensel bir havada geçen kalabalık foruma, BULTÜRK yönetimi, soydaş derneklerinden konuklar, Bayrampaşa ve diğer belediyelerden resmi temsilciler, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Teşkilat Başkanı Ekrem Erdem, yerli ve yabancı basın temsilcileri katıldı. Bu önemli buluşmaya Bulgaristan Türklerinin 198589 demokratik hak ve özgürlük davasının başını çeken İnsan hakları İçin Demokratik Lig örgütünün kurucularından Sabri İskender ile Balkanların en çok sevilen ses sanatçısı Rüstem Avcının da katılması törene renk verdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlar’da eli kolu olan ve tarihsel mirasımızın onarılarak yaşatılmasından Bulgaristan’da da olağanüstü büyük rol oynayan TİKA kurumu da resmen temsil edildi. Ayrıca telgraf gonder; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mimar Sn. Kadir TOPBAŞ, Bursa AK Parti Milletvekili Adayı Sn.Gürsel DÖNMEZ, Balıkesir AK Parti Milletvekili Adayı Sn. Sema KIRCI, Çanakkale Milletvekili Adayı Bülent TURAN ve Bayrampaşa Kaymakamının telgrafları okundu. 7 Haziran seçimlerinin BÜYÜK TÜRKİYE yaratılması davasındaki bürük rolü ve Türkiye’nin geleceğine yeni bakış açısı konulu kutlama konuşmasını BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk yaptı. Ulutürk Türkiye Bulgaristan ilişkilerine ve soydaşların ve kurdukları sivil toplum örgütlerinin bu ilişkilerde oynamaya başladığı yapıcı ve yol açan rolüne değindi. Avrupa’nın en büyük uçak alanı projesiyle, Bulgaristan’dan geçip Londra’ya uzanacak hızlı trenlerin ilk düdüğü çalmasıyla Trakya’nın kendiliğinden Güney Doğu Avrupa merkezi olacağını söyledi. Bu yıl hizmete açılacak olan üçüncü Boğaz Köprüsü, Boğazın altından geçecek 3 katlı yeni tasarımla ve Kara Deniz ile Marmara Denizi’ni birbirine bağlayacak görkemli kanalın hizmete verilmesiyle Balkan ülkeleri ekonomilerinin birbiriyle kaynaşacağını, Bulgaristan ile Türkiye’nin her bakıma birbirine daha da yakınlaşacağını vurguladı. 1989 Ayaklanmasının örgütlenmesinde, patlamasında ve ulusal bir Müslüman ve Türk isyanı olarak yayılmasında ve totaliter Bulgar devletini 10 Kasım 1989 ‘da yıkarak başarıya ulaştığına değinen BUULTÜRK Başkanı, kitlelerin bugün de öncüsü olan aydınlarımızı halen yeni ödevler beklediğine işaret etti. Öğretmen, eğitmen, aydın ve sanatçılarımızın Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizle canlı bağlarımızın, kültürel etkileşimin geliştirilmesinde başat rol oynadığını gündeme getirdi. BULTÜRK tarafından basılan gazete ve kitapların Bulgaristan’da her köy ve haneye iletilmesinde gayretlerini esirgemediklerini, bu arada kuşaklar arasındaki kültürel bağların geliştirilerek yaşatılmasındaki paha biçilmez rol ve katkıları üzerinde durdu. Ulutürk, büyük ilgi uyandıran konuşmasında, 10 bin aydınımızın 1989 Ağustosunda ülkemizden kovulması nedeninin, onların devrimci davamızda bir meşale olmalarından ve komünist sistem kalıtının kökünden sökülüp çöpe atılmasında ve demokrasiyi yerleştirme davasında belirleyici rollerinden korkulmasında gizlendiğine işaret etti. Avrupa’da ve Güney Doğu Avrupa’da yeni bir uygarlık yerleşmesinin tüm ülkelerin aydınları el ele vermeden asla çözülemez bir ödev olduğunu önemle vurguladı. Soydaş iş adamlarımızı, göçmenlerimizin hayatında oynadığı rolü açan Başkan Ulutürk, iş adamlarımızdan Türkiye’nin daha güçlü geleceğinde daha kesin ve daha özverili bir rol üstlenmeye davet etti. Çünkü yeni Büyük Türki’ye bizim yaşadığımız bölgede İstanbul’da, Trakya’da Marmara ve Ege bölgesinde sıçramalı ve göz kamaştırıcı bir büyüme sergilediğinden dolayı, hepimizin daha aktif olmamızın taşıdığı büyük önem üzerinde durdu. Soydaş iş adamlarının Bulgaristan şirketleri ve Tür-
kiye devlet ve özel imkanlarıyla kaynaşma noktalarında köprü olmaya davet etti. Balkanları hedef alan TİKA etkinlikleriyle Bulgaristan’da onarılan cami, Baş Müftülük Binası ve okulların tamamen değiştiğini, Sofya’da “Banya Başı Camii” onarım çalışmalarının devam ettiği, Razgrad Büyük Camii onarım işlerinin de yeniden güncellendiği, geçen sene ŞumenNüvvab lisesine bağlı öğrenci yurdu binasının açıldığı ve Momçilgrad Din Okulunun da Kıracali ilinde en modern okul olduğu anlatıldı. TİKA’nın Bulgaristan’a yatırım planlarında bir Türk Üniversitesi kurulması perspektifi üzerinde durulurken, il merkezlerinde ana dilde eğitim sorunlarının çözümü için “Yunus Emre” Kültür Merkezleri açılması gereği ve önemi günden oldu. Yalnız 7 Haziran seçimleri, bu seçimlerden sonra AK Parti yeni dev programlarının gerçekleştirilmesine yeni bir ivme kazandırmak için oyumuzu mutlaka AK Partiye verilmesi gereği yorumlanırken, 10 belediyeden ve 20 dernekten ve sivil toplum örgütünden gelen kutlama mesajlarında aynı ruh ve hedefler destek buldu. BULTURK – Bulgaristan Aydın ve İş adamları GecesindeTürkiye Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkanı, Ak Parti Genel Başkan YRD. ARGE Başkanı Sayın Erdem BULTÜRK Üyelerine Bulgaristan’a ve Balkanlara yapılan yatırımları anlattı. Soydaşlarımızdan oylarını AK Partiye vermelerini isterken, BÜYÜK TÜRKİYE’ yi ancak AK Parti kurabilir, çünkü Büyük Türkiye projesi bir AK Parti öngörüsüdür, dedi. Seçim kampanyasına birçok konuda sert eleştiriyle devam eden Cumhuriyet Halk Partisi’nin birçok şeyler vaat ederek oy toplamaya çalıştığına işaret eden Başkan Yardımcısı Erdem, Türkiye’nin 21. Yüzyıl geleceğini ancak AK Parti gerçekleştirebilir, Türkiye sermayesinin ülke çapındaki bütünselliği ancak AK Parti programlarıyla sağlanabilir, halkın dört bir yanda aynı refahı yaşaması da ancak AK Partinin davasıdır diye konuştu. Türklüğün bütünselliğinde ve parçalanmaz birliğinde anadilimiz Türkçemizin rolüne ve önemine ayrıntılı bir şekilde değinen Türk Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkanı Bulgaristan Türklerinin anadillerini öğrenme, Türkçe eğitiğm ve öğretim, özgün kültürlerini geliştirme, ana dillerinde okunan lise ve Üniversite sahibi olmalarında Türkiye’nin arkalarında olduğunu vurguladı. Bulgaristanda bir haftalık Türkçe ve aylık Türkçe tarihy, edebiyat, kültür ve sanat dergisi çıkarılmasında geç kalındığına da işaret ederken, BULTÜRK sivşil toplum örgütünün Bulgaristan Türklerinin Sesi gazetesinin ülkenin dört bir yanında dağıtılmaya başlamasını kutladı, BGhaber gibi bilgi yayınlarının gençler arasındaki aydınlatıcı katkılarını kutladı. Bütün devrimlerin son hedefinin üretim ilişkilerini değiştirmek olduğuna işaret eden katılımcılar, 1989 ‘da Demokratik Lig kurucusu olduğu için, 1989 Mayısında Bulgaristan’dan kovulan, geçen sene ise BG Cumhurbaşkanı Plevneliev tarafından devlet nişanıyla ödüllendirilen Sliven’li Sabri İskender’in konuşmasını ilgiyle izlediler. “1989 Ayaklanmamızla biz yalnız Bulgaristan Türklerinin şan ve şerefini, namus ve dürüstlüğünü korumakla kalmadık, Bulgarların onuşunu da koruduk,” sözleri uzun süre alkışlandı. S. İskender, Bulgaristan’da demokratik aydınlanma ve uyanış sürecinde, başı çeken durumda olan Türklerin şu dönemde gelişen anti-Türk ve anti-İslam Bulgar hortlamasında da sonuç belirleyici rol oynaması gerektiğini tekrarlayarak vurguladı. Onun konusunda 1980’loi yılların devrimci birikimi genç kuşağa hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de mutlaka aktarılmalıdır. Bulgaristan Türkleri Tarihi okutulmalı, Bulgaristan Türkleri Edebiyatı ayrı ders olarak okul programlarına alınmalıdır. Törenin sonunda Bulgaristanlı Türklerin gerçekleri görme, doğru yolu seçme, AK Parti davasını destekleme davasında büyük gayretleri olan aydınlar, iş adamları ve sivil toplumcular plak atla ödüllendirildi. AK Partinin Büyük Türkiye kurma davasının 7 Haziran seçimleri arifesinde yeni forumlarda sürdürülmesinde görüş birliği sağlandı. Forum bildiri ve konuşmalarını BG Haber yayınlarında ve Bulgaristan Türklerinin Sesi gazetesinde www.bghaber.org bulabilirsiniz.
TİKA Etiyopya’da okul inşa edecek
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da ilköğretim okulu inşa edecek
TİKA’dan yapılan yazılı açıklamada, Etiyopya’da devam eden kalkınma yardımları çerçevesinde Addis Ababa’da eğitim kalitesinin artırılması ve modern bir yapıya kavuşturulması amacıyla ilköğretim okulu inşa etmek üzere iki ülke ilgili kurumları arasında protokol imzalandığı belirtildi. Protokolle, başkentte bulunan 2 bin 200 öğrencili Abadır Enstütüsü İlköğretim Okulu’nun bakımsız binaları yıkılarak, yerine, Türkiye şartlarında binası ve eğitim materyallerinin olduğu bir okul inşa edilecek. İnşa sürecinde eğitim ve öğretim devam edecek.
Gazetecilerden tarihi Bulgar kentine ziyaret “Global İletişim Ortağı” olduğu “Türk Dünyası 2. Gazeteciler Şurası” kapsamında dünyanın dört bir yanından Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’a gelen medya mensupları tarihi Bulgar kentini ziyaret etti. Gazeteciler, 922 yılında İslam’ın İdil Bulgarları tarafından kabul edilmesi anısında yapılan “Hatıra Müzesi”, dünyanın en büyük Kuran-ı Kerim’i ve sadece beyaz mermer kullanılarak inşa edilen “Ak Camii” gibi eserleri görme şansı buldu. Dünya Gazeteciler Federasyonu ve Tataristan Cumhuriyeti’nin TATMEDIA kuruluşu ile ortaklaşa düzenlenecek şuranın bu yılki ana teması, “Avrasya’da İletişim ve İşbirliği” olacak. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Başbakanlık Yurtdışı ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY), Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM) ve TRT Avaz gibi devlet kurumlarının destek verdiği
şurada, Anadolu Ajansı da “Global İletişim Ortağı” olarak yer alacak. Toplam 20 ülkeden 100 gazetecinin katılması beklenen şurada, “Tataristan’ın Türk Dünyasında Jeopolitik Yapısı”, “Türk Dünyasında İletişim Gelişmeleri” ve “Türk Dünyası Gazeteciler Çalıştayı” başlıkları altında üç oturum yapılacak. Türk Dünyası Basın Ödülleri’nin de sahiplerini bulacağı şura sonunda, “Türk Dünyası Gazeteciler Kazan Deklarasyonu” da kamuoyu ile paylaşılacak.
6
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Azerbaycan Vekil’den AP’ye
‘Soykırım’ tepkisi
Azerbaycan Milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) üyesi Ganire Paşayeva, Ermeni tasarısını kabul eden Avrupa Parlamentosu’nun sahte ve adaletsiz kararına AKPM’de itiraz edeceklerini söyledi. “Avrupa Parlamentosu’nun yaşanlarla ilgili kararını kimse kabul etmeycek” Tasarının kabul edilmesinin ardınan açıklamalarda bulunan Ganire Paşayeva, Avrupa Parlamentosu’nun, sözde Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili karara dünyada yaşayan bütün Türkler tarafından itiraz edilmesi gerektiğini vurguladı. Avrupa’da yaşayan Türk kökenli insanların yaşadığı ülkelerde bu tartışmalara destek vermiş milletvekillerine ve Avrupa Parlamentosu’na itiraz etmeleri gerektiğini belirten Paşeyava, “Avrupa Parlamentosu’nun yalanlarla ilgili kararını hiçbir Türk, tanımayacak ve kabul etmeyecektir” dedi. Paşayeva, bazı Avrupa ülkeleri sözde Ermeni soykırımı yalanlarından kendi çıkarları için nasıl kullandıklarını bir kere daha gösterdiklerini söyledi. Paşayeva sözlerine şöyle devam etti: “Yalanlara karşı en ciddi mücadele yolu ise tüm dünyada gerçekleri daha çok anlatmak. Ermenistan, Ermenilerin Karabağ’da, Hocalı’da açtıkları yarayı, soykırımı Türk kökenli bütün insanlar dünyaya daha çok duyurmalı, yalanlara karşı gerçeklerle mücadele daha da genişlendirmelidir.” “Papa yalana ve sahtekarlığa destek verdi” Katoliklerin Ruhani Lideri Papa Francis’in, sahtekarlığa, yalana destek verdiğini belirten Paşayeva, “Türk dünyasını karalama kampanyası başlatılmıştır” dedi.
BULGARİSTANLILARIN OYU KİME
Bulgaristan göçmenleri hangi parti döneminde Türkiye’ye geldiler ise genellikle o partiye oy vermektedirler. 1968 göçmenleri Demirelci’dirler, neden? 1978 göçmenleri Ecevitçi’dirler, neden? 1989 göçmenleri de Özalcı’dırlar neden? çünkü o dönem devletin başında Özal olduğu içindir. Bizim insanlarımız devletin yanında olmuşlardır her dönemde. Özellikle 89 göçmenleri Anavatan partisine oy vermekteydiler. Ancak Anavatan partisinin siyasi sahneden çekilmesiyle oylar genellikle ortada kaldı ve seçmenimiz oy vereceği Partiyi seçmekte zorlanmaya başladı. Son yıllarda göçmen oylarında Merkez sağa doğru bir kayma gözlemlenmektedir. Bunun AK Partinin siyasetteki başarıları, ülkemizin kalkınmasında gerçekleştirdiği başarılar, Türkiye’nin uluslar arası alandaki itibarının artması ve Evlad-ı Fatiha’n torunlarına şanlı geçmişimizi hatırlatması neticesinde oluştuğunu ve göçmenler arasında AK Partiye oy verme oranının özellikle son yerel seçimler ile birlikte arttığını görmekteyiz. Bulgaristan ile Türkiye arasındaki gelişmelere katkı sağlayacak düşüncesinde olmakla birlikte, her iki ülke arasında çözüm bekleyen konuların giderilmesi, ülkemizin ulusal ve uluslar arası düzeyde atılım yapmasını arzu ediyoruz. İlyaz VATANSEVER
Tüm Müslüman dini liderlerin bu konuda itiraz etmeleri gerektiğini söyleyen Paşayeva sözlerini şöyle tamamladı: “Tüm Türk-Müslümanların, özellikle Avrupa’da yaşayanların bu açıklamaya ciddi itiraz etmeleri gerekiyor. Tarihte olmayan olayları, yalanları gerçek gibi konuşmak kendine din adamı diyen birine yakışmıyor. Papa büyük bir hata yaptı. Tüm dünyada yaşayan Türk kökenli insanların uyanması gerekir. Sözde Ermeni soykırımı iddialarının arkasında nasıl bir oyun oynandığını görmüş ve karşısında durmak için çalışmalarımızı arttırmamız gerekir.”
Bulgaristan Kırcaalili bir ailenin oğulu
Bülent TURAN- AK Parti Çanakkale Milletvekili Adayı
Bülent Turan Kimdir?
Aslen Bulgaristan Kırcaalili olan Bülent Turan, 17 Ocak 1975’te Çanakkale’de doğdu. Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Hukuk Fakültesi’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisansını Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sosyal BilimlerEnstitüsüÇalışmaEkonomisive Endüstri İlişkileri Bölümü’nde yaptı. Kurucusu ve sahibi olduğu Turan Hukuk Bürosunun yöneticiliğini yaptı. Hukukçular Derneği Yönetim Kurulu ve Denetim Kurulu Üyeliğinde bulundu. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında çalıştı. AK Parti İstanbul İl Gençlik Kolları Başkan Yardımcılığı görevinin ardından AK Parti İstanbul Teşkilatlanmadan Sorumlu İl Başkan Yardımcılığı görevini yürüttü. 12 Haziran 2011’de yapı-
lan Milletvekili Genel Seçimleri’nin ardından 24. Dönem AK Parti İstanbul 3. Bölge Milletvekili olarak TBMM’de göreve başladı. TBMM Adalet Komisyonu Üyeliği, AK Parti Grup Yönetim Kurulu Üyeliği, AK Parti Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerini yürütmektedir. Türkiye’de ve dünyanın farklı ülkelerinde çektiği fotoğraflarla, bu fotoğrafların hikâyelerinden oluşan “Bir Mola” adlı kitabı yayınlandı. İyi düzeyde İngilizce bilen Turan, evli ve 2 çocuk babasıdır.
Bulgaristan Türklerinin Sesi 7
Yugoslavya Türkleri Alaaddin İSMAİLOĞLU
Herkesin malumu olduğu gibi; Slovenya, Hırvatistan, Bosna savaşı ardından, Kosova Savaşı vuku buldu. Arnavutlar ayaklandı. Sırplar ayaklanmayı bastırmak için güç kullandı ve ardından Sırbistan’a yönelik ortak güç olan NATO müdahalesi geldi. 1999 yılında NATO’nun nerde ise üç aylık müdahalesi ardından Sırplar savaşı kaybetti ve Kosova’dan çekilmek zorunda kaldılar. Ardından çok uluslu barış gücü bölgeye yerleştirildi. Bir başkasının sayesinde zafere ulaşan Arnavutlar adeta sarhoşa döndüler. Yıllarca yapmış oldukları sinsi planlarına böylece ulaştılar. Özgürlük mücadelesi yürüten halk ne hikmetse güçleri olsa kendilerinden başka hiç kimseye yaşama hakkı tanımayacaktı. Zaferin daha ilk gününde; Çingeneler, Torbeşler, Goralılar, Boşnaklar, Türkler aranmaya başlandı götürüldükleri yerde sorguya çekildiler, öldürülenler oldu, çok şükür ki barış gücü olayın farkında kısa zamanda oldu ve katliamlar durduruldu. Katliamlar durduruldu, ama uydurma bahanelerle azınlıklara ait insanlar işinden oldu, birçok hakları ellerinden alındı. Tabii bundan da hiçbir suçu olmayan Türkler de etkilendi. En iyi kadroları işten çıkartıldı. Ve bir daha işlerine dönemediler. İşten çıkartılan bu insanlar hangi suçu işlemişlerdi ki işinden oldular. Daha önceki sistemde çalışmak bir suç idiyse, o zaman sistemin bir parçası olan Arnavutlar da çalışıyordu. Öyle ise onlar potansiyel suçlu muydu ve hepsi işten çıkarılması mı gerekirdi? Oysa bu kural onlara işlemedi, çünkü haklı tarafı yoktu. Buradaki amaç azınlıkları yıldırmak politikasıydı. Çamur at izi kalsın. Bu doğrultuda yüzlerce Türk aydını işinden oldu. Deneyimli kadrolar işten atılınca halkı korku sardı ve hak arayan insan kalmadı. O gün bugün bu haksızlığı ne masaya yatıran ve ne de sebebini soran olmadı. Savaş öncesi dönemde, 1974 Yugoslav anayasasıyla Türkçe, Türklerin yaşadığı yerleşim yerlerinde Resmi dil statüsündeydi. Bütün yazışmalar, resmi evrakların tamamı Türkçe verilirdi. Ne hikmetse savaşın ardından bu haklar tamamen ortadan kaldırıldı, yapılan itirazlar sonucu Türkçe yeniden kabul edildi, lakin uygulamaya gelince bunun ancak sözde ibaret olduğunu görüyoruz. Oysa, kardeş bildiğimiz Arnavutlar, o topraklarda 600 yüzyıldan beri var olan Türkçeyi ret ederken, düşman gördükleri Sırpları ve onların dili olan Sırpçaya karşı gık etmediler. Haa! şunu da söylemek gerekirse diller hanesine bir de resmi dil olarak İngilizceyi koydular. Bu da yetmedi. ABD Başkanı Clinton, arabulucu Holburk gibi siyasilerin heykellerini en gözde yerlere dikmekten çekinmediler. Bu da yetmiyormuş gibi, Katolik dünyasının sevgisini alabilmek için, Türklerin yetiştirdikleri ve sonradan Türklere ve İslam’a hıyanetlik eden, asli dinine yeniden dönen, İslamlaşmış Arnavutlara deyimi yerindeyse kan kusturan İskender Bey (Corc Kastrioti) gibi bir haini her an milletin önünde hala gelmiş geçmiş en büyük milli kahramanı olarak göstermeye, onu yüceltmeye çalışırlarken, Türk kardeşlerini de yedi kat dibine sokmaya devam etmekteler. Sorarım, bunun kardeşlik ruhuyla bağdaşır hangi yanı var? Yorum sizin. 1999 yılına kadar, Yugoslavya’da Tito’dan kalma, Kosova Türk halkının sesi olan ve her açıdan, Türkler için hayati önem taşıyan; gazetelerden Tan, dergilerden, Çevren, Kuş, Sofra, Derya gibiler vardı ve bu tarihten sonra bütün bunların yayın hayatına son verildi. Günde birkaç saat Türkçe yayın yapan Priştine TV’si ile Priştine Radyosu yayınlarının sesi kesildi, çalışanları işten çıkartıldı (Miloseviç’in dahi yapmadığını bu gibi kurumları kapatma ve burada çalışan yüzlerce aydını bir günde sokağa atma kararını, göz kırpmadan alan Arnavut kardeşlerimize ne demeliyiz?). Türkiye Cumhuriyetinin seçkin üniversitelerinde mezun olan nice gençlerimiz var. Onlar sefalet içinde sokakları gezmektedirler. Hangi sebeple görev alamıyorlar bunu soran, sorgulayan var mı? Bu insanların sesi bütün bu sıkıntılara rağmen niçin çıkmıyor, neden haklı olmalarına rağmen tepki veremiyorlar?. Nedenini soran var mı? Elbette yok ve olmayacak. Oysa nedeni çok basit, bunu demek için cesaret gerekiyor. Ana ülke sahip çıkmayınca da onların cesareti çoktan kırılmış. Çünkü bunu sorgulamak isteyenlere birileri onlara hemen Arnavut düşmanı yaftası bastırıyor. Haksızlığı söylemek, Sırpları istemekle eşdeğer yorumlanıyor ve onlara hain gözüyle bakılıyor. Sanki onlar Kosova’yı istemiyor istedikleri Sırbistan’mış. Devamı: www.bghaber.org
BULGARİSTAN BÜYÜKELÇİLİĞİNDEN DUYURU Neden Türk Ulusal
Kabul Görmüyor Gümrük Kapıları Yolcu İşlemlerine İlişkin Duyuru , 26.05.2015 Azınlığımız Menderes Kungun
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’ndan alınan, Bulgaristan ve Yunanistan’dan yapılacak girişler başta olmak üzere ülkemize giriş yapacak vatandaşlarımızın gümrük kapılarında mağduriyet yaşamamalarını teminen hazırlanan duyuru aşağıda sunulmaktadır. GÜMRÜK KAPILARI YOLCU İŞLEMLERİNE İLİŞKİN DUYURU Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca çıkartılmış olan 2012/11 sayılı “Hayvansal Ürünlerin Kişisel Sevkiyatlarının Ülkeye Girişine İlişkin Kurallar Hakkında Tebliğ” in 6 ve 7 nci maddeleri gereğince yolcu beraberi getirilen gıda maddelerinin ülkeye girişi ve getirilmesi yasaktır. Ancak, buna rağmen yolcular tarafından beyan edilerek, gerek Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın mezkur Tebliğinde yer alan, gerekse 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Uygulanması Hakkındaki Karar Eki (Ek-9), Yolcu Beraberi Kişisel Eşya Listesinde yer alan limitleri aşan miktarda gıda maddeleri getirilmektedir. Yolcu beraberi yurda girişi mümkün olmayan orijinal ambalajlı veya ambalajsız bu tür gıda maddelerinin (peynir, konserve, et, çikolata, çay, bal,
şekerleme ürünleri vb.) bozulabilir nitelikte olması gerekçesiyle, yolcu beraberi eşya ambarlarına alınamamaktadır. Bu tür gıda maddelerini getiren yolcular hakkında gümrük idarelerimizce ilgili Tebliğ hükümleri doğrultusunda işlem yapılmaktadır. Ayrıca Gümrük Müdürlüklerinde, Emniyet birimine ait POLNET sistemi ile entegreli olarak EGM Yolcu Sorgulama Programı kullanılmaya başlanıldığından, yolcuların pasaport kayıtlarındaki giriş-çıkış bilgilerine anlık ulaşılabilmekte, hak sahibi olmadığı anlaşılan kişiler anlık olarak tespit edilebilmektedir. Netice itibariyle gurbetçi sezonunda; -Yurt dışında fiilen 185 günden az kalan ya da Türkiye’de bir yılda 185 günden fazla kalan yolcuların Türkiye’ye araç getirmemeleri, -Yolcuların yanlarında, 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Uygulanması Hakkındaki Karar Eki (Ek-9) Yolcu Beraberi Kişisel Eşya Listesinde yer alan limitleri aşan miktarda gıda maddeleri ( peynir, konserve, et, çikolata, çay, bal, şekerleme ürünleri vb.) getirmemeleri ve hayvansal ürünlerin yurda girişinin yasak olduğu bildirilir. Vatandaşlarımıza saygıyla duyurulur.
Ümmügül Sali, Bulgaristan adına Nemrut’a çıktı Adıyaman Nemrut Rotary Kulü- Dostluk Der-
bünce gelenekselleştirilen etkinlikte, Türkiye’nin yanı sıra Bulgaristan, ABD, Almanya, Meksika, Brezilya, Paraguay, Japonya, Avustralya, Hindistan, Kore ve Yeni Zelanda’dan engelliler, 2 bin 206 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı’nı gezdi. Festivale, Bulgaristan’dan Sofya Sanat Akademisi dördüncü sınıf öğrencisi Ümmügül Sali ve Filibe Tsanko Lavrenov Sanat Okulu öğrencisi Hristo Petrov Bulgar-Türk Kadınlar Dayanışma ve
neği (BUTKADD) Filibe şubesinin desteğiyle katıldı. Bulgaristan’ı temsil eden konuşma ve işitme engelli iki genç, 2 bin 150 metre yükseklikte diğer ülke temsilcileriyle birlikte kendilerinin çizdiği resimleri sergiledi.
Dünya Kur’an-ı Kerim okuma birincisinden Kur’an ziyafeti
Dünya güzel Kur’an-ı Kerim okuma birincisi Hafız Mustafa Özcan Güneşdoğdu, Bulgaristan’da Kur’an ziyafeti verdi. Bulgaristan Başmüftülüğü’nün hayata geçirdiği “Birlikte Yaşama Modeli Hz. Muhammed” programı çerçevesinde Türk ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Kırcaali yakınlarındaki Makas Merkezinde gerçekleştirilen etkinlikte Kur’an tilaveti sunan Hafız Mustafa Özcan Güneşdoğdu, yüzlerce Kırcaaliliye ilahiler okudu. Güneşdoğdu, burada yaptığı konuşmada, “Cenab-ı Hak, sizleri buralarda
daim eylesin inşallah. Avrupa’nın kapısında siz bizim medari iftiharımızsınız. Burada bizlerin temsilcilerisiniz. Sizlerin milli ve manevi değerlerimize sahip olarak, onları koruyarak varlığı çok önemli” dedi. Programa katılan Bulgaristan Diyaneti Başmüftüsü Mustafa Aliş Hacı, Bulgaristan’daki Müslüman gençlerin dini eğitimlerine dikkati çekti.
İliyana Stoilova- “Bulgaristan’da yaşamak ve çalışmak istiyorum”
Güler yüzlü, pırıl pırıl bir genç bayan olan İliyana Stoilova, güzelliği görüp diğer insanlarla paylaşmayı bilen biridir. Yakında Sofya Ormancılık Teknik Üniversitesi’nin tasarım mühendisliği bölümünden mezun olan İliyana, meslekte ilk adımlarını yine başkentte yer alan Kent Sanatı Fabrikasında attı. Diğer iki kızla birlikte çalıştığı atölye de fabrikada bulunuyor. Genç bayanın çantasında makyaj malzemesi ve ruj yerine iş aletleri görmek mümkün. “Oyma testeresi, fleks ve matkapla çalışmak genç bayanlara özgü bir şey olmasa bile biz bunu yapabiliyoruz ve yeteneklerimizi geçen her günle geliştirmeye çalışıyoruz. Tasarım ve güzellik yaratmakla ilgili bir iş yapmaktan dolayı son derece mutluyum. İnsan işine bütün sevgisini verince bu duygu kendisine bir dalga gibi dönüyor. Umarım hep böyle çalışacağım. “Rimskata Stena” pazarındaki bilgi merkezine mobilya yaptık Bize bu işi veren insanlar sözüm ona
“çiftçi pazarlarını” organize ediyorlar” diyor İliyana. Her işi büyük sabır ve şevkatle yapan genç kız, ülkemizde gelişme perspektifi görmeyen çoğu gençten farklı olarak hayallerini doğup büyüdüğü yerde hayata geçirmekte kararlıdır. “Farklı insanları ve kültürleri tanımak için seyahat etmeyi çok severim. Buna rağmen yurdumuz olan Bulgaristan’da kalarak şikayet etmeden ve beğenmediklerimzi değiştirmek için gerekli çabaları esirgemeden bize düşen iş neyse ona kol sıvamak gerektiğini düşünüyorum. Mobilya tasarımı yapmak istiyorum, çünkü elimden çıkan nesneler alan ve mekanı değiştiriyor ve bu mekanı kullanan insanlara sevinç veriyor. Etrafımızdaki mobilyanın bir enerjisi vardır. Dolayısıyla yaptığım eşyaya olumlu bir duygu katmaya çalışıyorum, sahiplerine mutluluk getirmelerini istiyorum” diyor İliyana.
Bulgaristan’ın TürkMüslüman topluluğu 1878 tarihi Berlin Antlaşması, 1909 tarihli İstanbul Antlaşması ve 1925 tarihli Ankara Antlaşması gibi uluslararası sözleşmelerde ulusal azınlık olarak tespit edilmiştir. Ancak insan hakları ve azınlıklar haklarına adanmış bütün uluslararası belgelerde söz konusu azınlıkların gerçekten var olması ve ulusal mevzuat hükümlerinde tanınmış olması gibi bir şart vardır. Bulgaristan’da hukuki açıdan Türk-Müslüman azınlığı yoktur, ne Anayasada, ne de diğer kanunlarda böyle bir azınlık tanınmış değildir. Gerçekten biz bugün bir Avrupa ülkesinin hudutları içinde oturuyoruz, çalışıyoruz, var oluyoruz, ancak kendi bilincimizi yansıtacak bir hukuki tanımlama hiçbir yerde yoktur. Lukanov’un 1991 tarihli yeni Anayasasında Bulgaristan Türklerinin ulusal azınlık statüsünü ortadan kaldırarak devletin tek ulusluluğunu kabul ettirildi. Bu vicdansızlığa DPS de ön ayak olmuştu… Bugünkü Bulgar Anayasası, ulusal azınlıkların var olmasını düzenleyen eski sosyalist anayasasından farklı olarak bizi Bulgar olarak tanımlıyor. Asimilasyona dayalı bu hüküm 1999 yılında imzaladığımız Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi hükümlerine aykırıdır. Bu sözleşmede Bulgar ulusal mevzuatı ile uygulanacak ana ilkeleri belirtilmiştir. Sözleşmede ulusal azınlık mensuplarına kendilerine özgü kültür özelliklerinin geliştirilmesine, din, dil, gelenek ve kültür olmak üzere ulusal kimliğinin muhafaza edilmesine uygun ortam sağlanması öngörülmüştür. Devlet, Türk ulusal kimliğinin korunması ve geliştirilmesini garantileyen Avrupa Sözleşmesini uygulamayı ve hükümlerine uyulmasını Avrupa bürokratları önünde raporlamayı reddediyor. Eski komünist rejimi tarafından kurulan ve bu rejimin politik uydu partilerince gerçekleştirilen sözüm ona “Bulgar etnik modeli” de Avrupa Sözleşmesine karşı çıkıyor. Bu model ülkedeki etnik gerginliğin artmasına, etnik gruplar arasında korku ve nefret uyandırılmasına, azınlığımızın ayırımına ve yıkılışına yol açtı. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının bugünkü durumu sosyalist dönemindekine kıyasla daha kötüdür. Bulgaristan Türklerinin yurt dışına kovuşturuldukları 1990 yılından sonra devlet mülkiyetinin özel mülkiyete dönüştürülmesi ve piyasa ekonomisinin uygulanmasını da kapsayan birçok köklü ekonomik reform yapıldı. Ana ekonomik sektörlerden 3 000 aşkın devlet işletmesinin özelleştirilmesi Bulgar ekonomisinin çehresini ve toplum içindeki ilişkileri değiştirdi. Eski komünist üst düzey yetkilileri, gerçek mali karşılığı olmayan senetler aracılığı ile işletmeler sahibi haline gelerek ekonomiyi fethetti. Bugün devleti ekonomik aletler ile idare eden kapitalistler kısa bir süre içinde dünyaya geldi. Bunun yanı sıra menşei bilinmeyen yabancı sermaye de ülkemize girmeye başlayarak yerli firmaların iflasına sebep oldu. Yerli piyasa yabancı mallar ile dolduruldu, düşük kaliteli Bulgar ürünlerinin Avrupa piyasalarına erişimi ise kesildi. Bu karmaşık ortamda korumasız Bulgaristan Türklerinin bazıları varlığını sürdürebilmek üzere ahırda ve tarlalarda kaldı, diğerleri ise yurtdışına gurbete çıktılar. Bu ekonomik gelişme politik değişmelere de yol açtı. Ayrı ayrı ekonomik oligarşi çevreleri için lobi kurarak farklı program ve ideolojilere bağlı 300’den fazla parti kuruldu. Bizim için de “devlet güvenlik güçlerince” bizleri eskide isimlerimiz zorla değiştirmiş bulunanların yararına yöneterek yakından izlemek üzere bir politik parti kuruldu. Sonuç olarak devlet yönetimi zayıfladı, yolsuzluk üstün geldi, bürokrasi genişletildi, yatırımcılar yeni yeni riskler ile karşı karşıya geldi, suç olayları kat kat arttı ve dolayısıyla Avrupa fonlarının kesilmesine sebebiyet verildi. Devamı www.bghaber.org
8
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bulgaristanlı Dr. Gürsel D Ö NMEZ AK Parti B u r s a
Milletvekili
Adayı
Dış Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı Başkan Yardımcılığına, Başbakanlık Müşavirliği görevini yürüten Sakaryalı Dr. Gürsel Dönmez atandı. Dr. Dönmez, 1 Ekim 2010 tarihi itibarı ile görevine başladı.
Gürsel Dönmez, 31 Mart 1964 Kırcaali doğumlu.
Dört yaşında iken ailesi Türkiye’ye iltica etti. İlkokula Bursa’da başlayıp, ilk ve orta öğrenimini Sakarya-Arifiye Öğretmen Lisesi’nde tamamladı. 1982-86 yılları arasında AÜ-Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nde tahsil görüp, mezun oldu. 1987 yılında Avusturya’ya gitti. 1992-93 yıllarında Viyana’da bir şirkette idarecilik yaptıktan sonra, 1993-98 yılları arasında Gaziosmanpaşa Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi’nde Genel Sosyoloji ve Metodoloji Araştırma Görevlisi olarak vazife aldı. Viyana-İktisat Üniversitesi Felsefe ve İktisat Sosyolojisi Enstitüleri’nde master ve doktora yaptı. 1989-94 yılları arasında “Gece Yazıları-Abdullah Gürsel” imzasıyla, Zaman Gazetesi’nde dış politika yazıları yazdı. Av r u p a ’ n ı n ç e ş i t l i ü l k e l e r i n d e y a y ı n l a n a n d e rg i lere şiir, deneme ve hikâyeler ile katkıda bulundu. 1993 yılında “Mahşerin Çocukları” isimli şiir kitabını yayınladı. 1995-98 yılları arasında Yeni Şafak Gazetesi’nde dış politika yazıları ve denemeler yazdı. Hükümet, yurt dışında yaşayan Türklerle ilgili “Dış Türkler Başkanlığı” kurdu. Milletvekili olduğu taktirde Hükümetin “Dış Türkler Başkanlığının” kurulmasına da ön ayak olacaktır inşallah. Sayın Dönmez; “Tüm Bursalı hemşerilerine selam ve saygılarını iletiyorum; Hayatımda en önem verdiğim bir husus var ise, o da şahsıma güven duyanların o güvenini sarsmamaktır” diyor. Biz de Sayın Dönmez’e Dış Türkler Bakanlığını kurmak değil aynı zamanda başına geçerek Bakan olmasını diler ve görevinde başarılar dileriz
Sema KIRCI B u l g a r i s t a n K ı r c a a l i l i b i r a i l e n i n k ı z ı Bulgaristan Kırcaalili bir ailenin kızı.
SEMA KIRCI KİM Aslen Bulgaristanlı olan Sema KIRCI 1971 yılında Almanya’da doğdu. ODTÜ İİBF Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Aynı bölümde doktoraya devam etmektedir. 1997–2008 yılları arasında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde çalıştı. 2001–2006 yılları arasında AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları’nda Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. 2006 yılında AK Parti 2’inci Olağan Büyük Kongresi’nde Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyeliğine seçildi. 2008 yılında Genel Başkan Danışmanlığı görevine getirilen Kırcı, halen MKYK üyesi ve Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı. KIRCI DENEYİMLİ BİR SİYASETÇİ Bizim için güzel bir sürpriz oldu. Ben Eğitimimi Bandırma’da tamamladım. Daha sonra Üniversiteyi Ortadoğu Teknik Üniversitesinde okudum. Uluslararası İlişkileri kazandım. Ankara’ya 89 yılında geldim ve o yıldan buyana Ankara’da yaşıyorum. Şimdi Nasip oldu yolumu memleketime tekrar düşürdü. Çok şükür memleketim çok güzel. Deniz kenarındaki bir memlekete dönüşün her tarafı çok güzeldir. Memleketim Balıkesir benim için bir mükâfat işimle ilgilide güzel bir nedenim olmuş olacak. Havasını soluduğum, suyunu içtiğim memleketime hizmet verebilme şansı beni mutlu edecek. Çünkü dedem, babaannem, annem bu topraklarda yatıyor. Büyüklerimin bulunduğu bir yer. Babamın hala yaşadığı eşimin dostumun olduğu bir yer Balıkesir ve ailem hala orada. Parti kurulduğundan buyana genel merkezdeyim ve 20 yıldır siyasetin içindeyim. Üniversite yıllarında siyasete Refah Partisi Gençlik Kollarında başladım.
S e m a K I R C I - AK
Parti Balıkesir Milletvekili Adayı
Bandırma’da Kadın
Vekil Heyecanı
7 Haziran’da yapılacak seçimlerin ardından Balıkesir’i temsil edecek olan milletvekili adayları belli oldu. Milletvekili adaylarının Yüksek Seçim Kurulu’na iletilmesinin ardından merakla beklenen bu sorunun cevabı netlik kazanırken, AK Parti’nin üç kadın milletvekili adayı göstermesi Balıkesirliler memnuniyetle karşılandı. Önemli bir sürprize imza atan AK Parti Genel Merkezi, Bandırma’nın ilk kez bir kadın vekil tarafından temsil edilmesine karar verdi.
“Sema Kırcı A takımının yıldızıydı”
Kurulduğu günden bu yana AK Parti’nin çeşitli kademelerinde görev alan ve uzun yıllar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın A takımında yer alan Sema Kırcı, memleketi Balıkesir’den milletvekili adayı gösterildi. Uluslararası siyaset ile gençlik projeleri alanındaki çalışmalarıyla adından söz ettiren Kırcı’nın, Balıkesir’den aday gösterilmesi Bandırma’da da olumlu karşılandı. Sema Kırcı’nın Bandırma’da daha halka dokunur bir siyaset anlayışı izlemesi, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Bandırma’nın sorunlarına daha fazla eğilmesi bekleniyor. “Bandırma’yı Meclis’te temsil edecek ilk kadın vekil olacak”
Aslen Bulgaristanlı bir ailenin kızı olan Sema Kırcı, babasının işi nedeniyle1971 yılında Almanya’da dünyaya geldi. Gurbetçi bir ailenin üçüncü çocuğu olan Kırcı, ilköğretimini Bandırma Ali Fahri İşeri İlköğretim okulunda, ortaokul ve liseyi de Bandırma İmam Hatip lisesinde tamamladı. Ailesi halen Bandırma’da ikamet eden Kırcı, yükseköğrenimi için gittiği Ankara’da, ODTÜ İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Kırcı, Selçuk Üniversitesi’nde doktora eğitimine devam etmekte. 1997-2008 yılları arasında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde çeşitli görevlerde bulundu. 2001-2006 yılları arasında AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları’nda Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. 2006 yılında AK Parti İkinci Olağan Büyük Kongresi’nde Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. 2008 yılında Genel Başkan Danışmanlığı görevine getirilen Kırcı, halen MKYK üyesi ve Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı görevine devam ediyor. Meclis’te Bulgaristanlıları da temsil edecek ilk kadın vekil olacak olan Sema Kırcı’nın milletvekili olduktan sonra da önemli görevlere gelmesini tüm Bulgaristanlılar olarak cani gönülden ister ve görevinde başarılar dileriz. Hayırlı uğurlu olsun Allah utandırmasın
Bulgaristan Türklerinin Sesi
9
BULTÜRK Gecesinden Kareler
Adalet ve Kalkınma Partisi Teşkilatlanmadan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ekrem ERDEM
Adalet ve Kalkınma Partisi Teşkilatlanmadan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ekrem ERDEM
10
Av.Vildan U M U T Vatanımıza hizmet için bir parti tercihinde bulunalım Adnan Pelvanlar’ın “Milletvekili aday listelerinde Balkan Türküne yer yok” başlıklı yazısında, günümüz Türkiye’sinde 7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak 25.dönem Milletvekili seçimlerinde, aday adayı olarak tercihlerini yaparak adım attıkları Ak Parti, CHP veya MHP olmak üzere tüm partiler aynı kefene konularak, eleştiri yağmuruna tutulmuş ve anlaşılan sadece HDP nasibini almaktan kurutulmuş gibi görünmektedir ? Nedense her seçim zamanında, partiden hesap sorma zamanı imiş çesine tabi tutulan eleştiriler, oy kapma-kaydırma oyunları ve çıkar gündeme getirili verilir aniden… Oysa ki, tercihlerini yapmış ve aday adayı olarak adımlarını attıkları bu zorlu yolda, önce kendilerinin zaten var olan bir yaşantısından/düzeninden vazgeçerek, içinde taşıdıkları insan sevgisi adına, tüm toplumu refaha ulaştırmaya ve daha iyi bir yaşam sunabilmeyi umut ederek, çevresinden ve özellikle aynı kaderi paylaşmış olanlarından anlayış ve destek beklentilerinin aksine, her bir partinin haddi bildirilmekle birlikte, bu partilere adaylığını koymuş ve işbu adaylığın neticesinde seçim listesine girmemiş olsa bile, tıpkı benim gibi “Vildan Umut” olarak ismim ile hitap edilerek, hesap sorulması sürecinin bir parçası haline getirilmiştir? Aba altından sopa gösterilerek, AK parti yönünden yaptığım tercihimin sorgulanması bir yana, bu tercihim hatalı imiş çesine özür dilemem gerekliliğini ve nitekim gerçekleri de izah etmem istenmiş? Benim gerçeklerim mi? AK parti ile ilgili ise hangi gerçekleri izah etmem ve açıklamam gerekir? Düşünüyorum da, 1989 zorunlu göç yılından bu yana biz Bulgaristan Türkleri olarak “yok sayıldığımız” Bulgaristan’dan atılarak, geldiğimiz Türkiye’mizde 25 yıllık bir yaşam mücadelemizde, inandığımız ve benimsediğimiz parti hangisidir? Sn. Adnan Pelvanlar’ın yazısı, bu soruma cevap verirmişçesine yazılmış gibi? Kendisinin de Bulgaristan Türklerinden saydığı ve 1950 İstanbul doğumlu olup, dedelerinin Deliorman bölgesinden Kara Hüseyinler köyünden göç eden bir ailenin torunu olarak Ak Parti, MHP ve CHP’ye yönelik yapmış olduğu eleştirileri ile, bu partilerden hiç birisini benimsemediği aşikardır? Benimsememiş olduğu bu partilerden her birisine, bu kez neden listelerinde Balkan Türküne yer yok diye sorguluyor olması ise ne kadar yerinde? “Ülkemize bizler sahip çıkacağız” derken hangi partiye hitap ederek, Bulgaristan göçmenlerine sesleniyor oluşu da muallaktadır? Yoksa yeni bir akım, veyahut yeni bir parti mi kuruldu da haberimiz olmadı? 1989 zorunlu göç nedeniyle Türkiye’ye yerleşen Bulgaristan Türklerinden olmayan Adnan Pelvanlar’ın, Türkiye’de doğmuş ve 1950 yılından bu yana halen benimseyeceği bir parti tercihinde bulunmamış ise, kendisinin bu yolda bir çalışması da yoksa veya liderlik etme niteliklerinden yoksun ise, bugünümüz Türkiye’sinde yapılacak 25.Milletvekili seçiminde mi zaman buldu da bizlere nasihat vermeye ve bizi sorgulamaya kalkıştı? Arzulardık ve dilerdik ki, yıllardan bu yana Türkiye’mizde doğmuş ve nitekim Bulgaristan Türkleri olarak yakın günümüz göçleri ile birlikte, 1989 zorunlu göç ile gelen tüm Bulgaristan göçmenlerinin hep birlikte sesimizi duyurmak ve birlikten güç doğar misali ile sadece TBMM’de temsilcilerimizi seçmek için değil, vatanımıza hizmet için bir parti tercihinde bulunarak, cani gönülden de AK Parti çatısında olması istem ve inancı ile çalışarak, yürümektir…
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Bulgaristan’da 8 Bin Yıllık Çift Katlı Evler Bulundu
Arkeologlar, Bulgaristan’ın başkenti Sofya kentine 67 km uzaklıkta bulunan, Mursalevo köyünün yakınlarında, 8000 yıl öncesine tarihlenen çift katlı 60 adet ev buldu. Bulgaristan’ın güneybatısında Kyustendil bölgesinde çalışan araştırmacılar, önceden planlanıp yapıldığı düşünülen yerleşimin, bölgede iyi örgütlenmiş bir sosyal yapı ve yüksek seviyede bir kültüre işaret ettiğini ve burada yaşayan insanların Anadolu’dan geldiklerini düşünüyor. Kazı sorumlusu Vassil Nikolov, evlerin iki katlı şekilde, ahşap çerçeveler ve kilden inşa edildiğini söyledi. Kazıda ayrıca birbirine paralel ve oldukça geniş üç cadde bulundu. Bölgedeki evlerin içinde yüksek derecede ateş yakıldığı düşündüklerini söyleyen araştırmacılar, bu yangının bir kazadan çok bilinçli yapılmış bir eylem gibi göründüğünü belirtti. Ayrıca bu bilinçli bir şekilde çıkarılan yangınların, evlerin duvarlarını günümüze kadar çok iyi koruduğu da belirtildi. Araştırmacılar, o dönem yaşayan insanların, evlerinin de bir ruhu olduğuna yönelik bir inanç taşıdıklarını ve evlerini sembolik bir şekilde gömdüklerini söyledi. Kazı alanındaki çukurlardan çıkarılan ev malzemeleri de bu savı destekliyor. Vassil Nikolov, konuyla ilgili olarak, “Burada
yaşayan yerli halk için, Avrupa medeniyetinin ilk temellerini atmışlar diyebiliriz. Buranın sosyal yapısı, bize M.Ö. 6000’deki Avrupa’yı gösterebilir. Fakat bunun dışında kabul etmeliyiz ki bir dizi problemle de karşı karşıyayız. Günlük yaşam döngüsü konusunda cevap bekleyen sorular var. Belki de bu insanlar buradaki yaşam döngüsünü isteyerek kırıp, farklı bir yerde yaşamaya gittiler ve bu yüzden köyü yaktılar. ” açıklamasında bulundu. Kazı yapılan evlerde ayrıca, fırın, un öğütme taşları ve kilden yapılmış gemiler bulundu. Sonuç olarak Bulgaristan’da yapılan bu kazılar, akademisyenlere oldukça değerli bilgiler vermesinin yanı sıra, “neden ritüelistik bir şekilde, 4 metre kadar derin çukurlar kazıldığı ve bunların neden sıralı bir şekilde dizildikleri” gibi gizemler de barındırıyor. 22.05.2015 Arkeofili
Azerbaycan’ın kuzey batısındaki Şeki şehrinde M.Ö. 2. yüzyıla ait olduğu bildirilen küp şeklinde çocuk mezarı bulundu. Tarihi mezar, Şeki’nin Fazıl köyünde gün yüzüne çıkartıldı. Bir bahçedeki kazı sırasında ortaya çıkartılan mezarın küp şeklinde dikkat çekiyor. Küp içinde bulunan iskeletin bir çocuğa ait olduğunu dile getiren arkeologlar, mezardan ev eşyaları ve hayvan kemiklerinin sarlanması ise dikkat çekiyor. Tapınak de çıktığını bildirdi. Mezardan çıkan küp- kalıntılarının da tespit edildiği arazilerin sadece sağ ele alınacak şekilde ta- de arkeolojik çalışmalar devam ediyor.
Bulgartabac’tan
V ATA N S E V E R
Olmadıysa Olmamıştır
Azerbaycan’da M.Ö. 2. Yüzyıla Tarihlenen Küp Mezar Bulundu
Son yıllarda sigara ve içki Kaçakçılığı olaylarında artış yaşanırken, kaçakçılık organizasyonlarıyla ilgili önemli raporların kaleme alındığı ortaya çıktı. Ankara merkezli başlatılan ve Mersin’in yanı sıra Doğu, Karadeniz ve Güneydoğu kentlerinden bazılarını kapsayan sigara ve içki kaçakçılığı organizasyonlarıyla ilgili Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı başmüfettişlerinin ayrı ayrı hazırladığı özel raporlara ulaşıldı. İÇİLEN HER KAÇAK SİGARA PKK’YA YARDIM DEMEK - Türkiye’deki kaçak sigara piyasasında en çok rastlanan markaların Bulgartabac firmasına ait olduğu, firmanın ürettiği sigarayı Kuzey Irak’taki Salam Qader Faraj’a sattığını saptadı. Mersin Limanı’ndan transit edilen sigaraların konşimentolarını inceleyen müfettişler, aracı firmanın Eagle Group adlı firmayla ilişkisini ve PKK’nın Avrupa’daki yan kuruluşlarınca Kuzey Irak’taki örgüt kadrolarına para gönderilmesine aracılık ettiklerini ortaya koydu. GÜRCİSTAN KUZEY IRAK -MASAK uzmanları, kaçakçılık organizasyonlarında yer alan kişi ve şirketlerin ticari faaliyetlerinin yanı sıra mal varlıklarını incelemeye alırken, Gümrük ve Ticaret Müfettişleri ise kaçakçılık organizasyonlarının yurtdışındaki faaliyetleriyle ilgili önemli bilgi ve belgelere ulaştı. Yürütülen adli soruşturma kapsamında 2012’de dönemin Özel Yetkilendirilmiş Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen raporlara göre, içki kaçakçılığının Gürcistan üzerinden, sigara kaçakçılığının ise Gürcistan, Kuzey Irak ve İran üzerinden yürütüldüğü belgelendirildi. Türkiye bağlantılı bir ithalat ve ihracat firmasının da adının geçtiği raporlarda özetli şu bilgilere yer verildiği görüldü: NASIL YAPIYORLAR? - Sigara kaçakçılığı amacıyla Irak’ta, 1420 lira sermayeli olarak T.A.A ve D.S.F. adlı firmalar kuruldu. Bu firmaların ticaret hacmi ile sermaye miktarlarının uyuşmadığı ve T.A.A. firmasının, Türkiye’deki firmaya aldığı ticari maldan daha fazla tutarda para havalesi yaptığı belirlendi. – Türkiye’de kaçak sigara piyasasında en çok rastlanan markalar başında Bulgartabac firmasının ürettiği Prestige marka sigaranın oluşturduğu, ayrıca bu firmanın ürettiği MM, Victory, Eva markalarına da
İlyaz
PKK’ya
Ya r d ı m
kaçak piyasasında sıkça rastlandığı, Bulgartabac firmasının Kuzey Irak’ta bulunan Salam Qader Faraj’a sattığı ve Mersin Limanı’ndan transit edilen sigaraların konşimentoları incelendiğinde bildirim bölümünde Kar Dış Ticaret Şirketi’nin kayıtlı olduğu saptandı. PKK’NIN YAN KURULUŞLARI - – Bu şirketin ortaklarının Faruk Mustafa Rasool, Ömer H. Ahmad ve Hiwa M. Rauf Ali adlı kişiler oldukları, Kar Dış Ticaret firmasının, Nihat ve Serdar Barzani’nin sahibi olduğu ve Erbil’de faaliyet gösteren Eagle Group adlı firmayla ilişkili olduğu anlaşıldı. – Ayrıca, söz konusu firmanın ortaklarından Faruk Mustafa Rasool ile Al Miran’in PKK’nın Avrupa’daki yan kuruluşlarınca Kuzey Irak’taki örgüt mensuplarına para gönderilmesine aracılık ettikleri görüldü. – Bulgaristan, Almanya, Yunanistan ve Türkiye’de üretilen sigaraların çoğunluğunun yasal satışının Kuzey Irak’taki Salem Qader Faraj, Tarık Abdullah Amin ve Dolovan Sadeeq Farman gibi firmalara yapıldığı, bu sigaraların Irak ve İran’dan Türkiye’ye sokulduğu, Ağrı, Van, Hakkari ile civar kentlerde toptan satışı yapılan sigaraların ülkeye dağıtıldığı belirlendi. – Organizasyon içinde yer aldığı belirtilen Türkiye’deki firmanın perde arkasında Ghazwan KhAbdo adlı kişinin olduğu anlaşıldı. – Mersin’in yanı sıra, Bulgaristan ve Avrupa’da üretilen sigaraların önce Irak’a, buradan İran’a ve İran üzerinden ülkemize sokularak ülkemizdeki kaçak sigara satışı ve bunun finansal boyutunda soruşturmada yer alan şüphelilerin ve para transferinde kullanılan çoğunluğu İstanbul ve Ağrı’da yer alan döviz bürolarının suç gelirlerini aklama suçu işledikleri saptandı. – Bankalardan alınan hesap bilgilerinin incelenmesi sonucunda, Ağrı’dan İstanbul’a doğru para akışlarının olduğu, Ağrı’daki döviz bürolarının, İstanbul’daki döviz bürolarına yüklü miktarda para transfer ettiği, ilk belirlemelere göre bu tutarın 450-500 milyon liradan fazla olduğu belirlendi. Sigara satışından elde edilen bu paraların döviz bürosu ortakları tarafından nakit çekilerek izinin kaybedilmeye çalışıldığı, bu yapının arkasında başka güçlü bir kişi ya da örgütün olduğu değerlendirilmelerine yer verildi
Cumhurbaşkanımız Sayın R. Tayyib ERDOĞAN, dünya tarihinde ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferi olan Çanakkale Zaferinin 100. yıldönümünde yaptığı değerli konuşmada “o savaşların ve galibiyetlerin etkisi bugün de devam ediyor” derken, çok önemli bir konuya parmak bastı. Gerçekten de, 15. yılında olduğumuz yeni yüzyılda bir asır önce Osmanlı topraklarına yağan bombalar, yalan yağmurları bugün de yağmaya devam ediyor. O zaman Edirne, Gelibolu, Çanakkale, Sakarya vs. bombalanıyordu, bugünde aynı imparatorluğun kardeş yurdu olan Mısır, Yemen, Libya vs. bombalanmaya devam ediyor. O zaman Akdeniz’de savaş gemileri batırılıyordu, bugün savaş kaçakları dolu gemiler denizin dibini boyluyor. O zaman azınlıklar sözde baskı altındaydı, dinleri köreltiliyordu. Bugün de aynı masallarla aldatılıyor. Üstüne üstelik o zaman olmamış olanlar bugün olmuş gibi allatılıyor, balon gibi şişirilip büyük kara lekeler güneşi kapıyor. Emperyalizmin o zaman diktiği kavga ağaçları bugün çatırdadıkça çatırdıyor. Olmayan ağacın gölgesi de olmaz. Fakat ne yazık ki olmamış olan sözde soykırım ve katliamların faturası bugün de Türkiye Cumhuriyetine ve Türk halkına kesilmeye devam ediyor. Bunlardan biri Ermeni sözüm ona sözde soykırım faturasıdır. Moskova’dan Londra’ya ve İstanbul’dan Erivan’a tüm tarih arşivleri “Ermeni soykırımı” diye bir olay olmadığını anlatsa da, yalan üstüne yalan, yama üstüne yama Ermeni Soykırımı bir bostan korkuluğu olarak XX. yy. tarihinde dikili duruyor. İnsanlık çok soykırım gördü de, olmamış bir “Ermeni soykırımı” korosuna Roma Papası ile Avrupa Birliği Genel Kurulu’nun da katılması, geçmişe kör bakmaktan kolay bir şey olmadığını bir daha kanıtladı. Oysa Avrupa 1953’te bir karar aldı ve “geçmişte olan olaylara ‘soy kırım’ denemez” dedi. Bu karar Birleşmiş Milletler katında da geçerli oldu. Geriye dönük böyle bir karar alınması kesinlikle yasaktı. Öyle olmasa, milyonlarca Yahudi’yi gaz kamaralarında yakan Almanya XX asır Avrupa tarihinin en vahşi ve cani soykırımcısı ilan edilirdi. Korku Avrupa’yı titretmeye devam eder ve farklılıkların güzellik demetinden oluşacak yeni uygarlıktan söz bile etmezdi. Oysa XVI. yy. başında farklı düşünenleri meydan ateşlerinde yakan İspanyol Kralı ve kilise – engizisyon devri – tarih aynasında kendini gördüğünde, intihar ederdi. Oysa biz Bulgaristan Türkleri ve Bulgaristanlı Müslümanlarını da 1877-78 den sonra aralıklarla ve son 1989’da toplu halde vatanımızdan kovulurken bir soykırım yaşadık, bize karşı dilimiz, dinimiz ve yaşam tarzımız yasaklandığında bir kültürel soykırıma uğradık. Ne Papa ne de AB Genel Kurulu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu olaylara görmezden geldi sustu, görmek istemiyorlardı. Hem AB üyesiyiz, hem kültürel soykırıma maruz kalmışız, hem de Brüksel bize aman şu haklarınızı alın, aman sizde de etnik azınlıklara da eşitlik sağlayan yeni bir adalet anlayışı olsun demiyor! Şu dünyanın arşını ne zamana kadar farklı ölçecek? Ne zamana kadar Batı Doğuya tek gözle bakacak. Ne zamana kadar Türkün olan her şey “kötü” ve “kara” olacak? Ermenilerle ilgili başlarına gelmemiş bir olayın “soy kırım” olarak gösterilmesine, gerek Bulgar halk meclisinde gerekse, bizde aldığı oylarla bir yere kadar Müslümanlığımızı ve Türklüğümüzü de savunmak ve temsil etmek için Brüksel’e delege ettiğimiz HÖH milletvekilleri düşman seline kapılıp sahte, asılsız ve tarih çarpıtıcı kararlara “evet” oyu verecekler? Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlarımız günümüz Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın 1915’te Osmanlıda “Ermeni soykırımı” olduğu kararına onay vermiş olmasını asla unutamaz. Bunun hesabı mutlaka sorulacaktır. Bize, muhbirler, yanar döner ve dönekler başı olan bir başkan lazım değil! Lütfü Mestan’ın HÖH parti başkanlık koltuğunda oturma niyetinde ısrarlıysa, bir uydurmadan başka bir şey olmayan, şu sahte bir asır kokuşmuş ve yıldönümü anılmaya hazırlanan Ermeni meselesini vesile ederek, basın ve medya önünde, Sofya Meclisi’nde ve tüm parti örgütlerinde bir bildiri yayınlayarak olmamış bir olayın anılmasını lanetlemesi gerekir. Eğer gerçekten Türk partisinin Genel Başkanı olmak isterse. Gerçekler balçıkla sıvanamaz. Hak ve Özgürlük Hareketi yönetimi perde ardı güçlerin esirliğinden kurtulmalıdır. Doğrularca çizilen gerçekçi yolu izlemelidir. Kendilerinden bunu istemekte haklıyız. Biz, birisi Bulgaristan’ Türkiye’nin görevlileri olan diplomatların Ermeni diasporası (kopuntusu) tarafından öldürüldüğünü unutmadık. Devamı- www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 11
Alptekin CEVHERLİ
Bulgaristan’da Müslüman vakıf malları tehlikede
Bulgaristan’daki Müslüman vakıfların malları hakkında açılan tüm davaBu Kadar Cehalet, Ancak Eğitimle Mümkün ların düşmesine neden olaGazetemizin birinci sayısında siz değerli cak bir karar alındı okurlarımızla farklı bir konuda ve çok daha eğlenBulgaristan uzun süreceli bir mevzuda buluşmak isterdik. Lâkin saniye dir tartışma konusu olan ve saniye değişen gündemi diğer yazar arkadaşlara bırakarak, sizlerle asırlık bir davamızı paylaşmak mahkemelere de yansıyan istiyorum… Sanmayın ki sıkıcı, entel dantel bir Türk ve Müslümanlara ait vakıf mallarına resmen el konuyu sizlerle hasbihal edeceğim. Yaklaşık 500 yıldır yaşadığımız sıkıntıların, koydu. ihanetlerin ve vurdumduymazlıkların hesabını Sofya Temyiz Mahkebugün bizler veriyoruz. Böyle giderse çocukları- mesi, Bulgaristan Müslümız ve torunlarımız da dedelerimizin hatalarının bedellerini ödemeye devam edecek. Çünkü millet manları Başmüftülüğü’nün Bulgaristan Prensliği, Bulömründe 100 yıl bir gün gibidir… Şöyle ki; Türk dilinin en ünlü şairlerinden olan garistan Krallığı ve BulFuzulî’nin günümüze kadar intikal edebilmiş eserlerinin yaklaşık 40 bin farklı kelime kullanılarak yazıldığını araştırmacılar tespit etmiş. Büyük üstadın günümüze ulaşamayan ve eserlerinde yer vermediği kendi dağarcığında bulunan kelimeleri de hesaplarsak yaklaşık 100 bin kelimenin üzerinde bir Türkçe hazinesi olduğunu tahmin edebiliyoruz. Bugün üniversite mezunu, yıllarca edebiyat dersi almış ortalama bir gencimizin 400 kelime ile konuştuğunu varsayarsak, yaklaşık 450 yılda millet olarak nereden nereye geldiğimizi varın siz hesap edin… Leylâ ile Mecnun’u kaleme almasına rağmen, “Âşık-ı sadık menem, Mecnun’un sade adı var” diyecek kadar tasavvufa düşkün olan Fuzulî ile günümüz Türkçesinin en popüler şairini kıyaslamak bile imkânsızdır değil mi? Ya da bundan 100 yıl kadar önce (22 Nisan 1883), yine Rus işgalindeki Kırım’da günlük olarak yayınladığı ve kullandığı dil sayesinde Balkanlar’dan Sibirya’ya,Anadolu’danTürkistan’a kadar bütün Türk dünyasında okunan Tercümân-ı Ahvâl-i Zaman gazetesini çıkaran Gaspıralı İsmail Bey, “Dilde, fikirde, işte birlik” derken; dilde birliğin İstanbul Türkçesi’nde gerçekleşmesini salık veriyordu. Son nefesini verdiğinde (1914) gazetesi Türkçe olarak neredeyse bütün dünyada okunurken; bugün İstanbul’da herhangi bir gencin 400 kelime kapasitesine sahip olduğunu bilse idi acaba ne derdi? Sevgili dostlarım, yaramız büyük, yaramız derin… Bugün Türkçe, toplam 1 milyon kelime sayısı ile dünyanın hâlâ en zengin 3’üncü dilidir. Balkanlardan Sibirya’ya kadar olan 20 milyon kilometrekarelik alanda ana dil olarak konuşulan Türkçelerin bütün kelimeleri toplandığında ortaya 1 milyon farklı kelime gibi müthiş bir ifade gücü çıkıyor. Ancak bizler, bu zengin mirasın müflis mirasyedileri olarak üzerinde oturduğumuz variyetin farkında bile değiliz, çoğumuz… Sovyetler Birliği dağılarak Türk Dünyası üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan Rus hegemonyası kırıldıktan sonra dahi aradan 25 yıl geçmesine rağmen, günümüz Türk aydını hâlâ İstanbul’da basılan bir gazeteyi Tuva’da okuyamıyor. Ya da Kaşgar’da binbir güçlükle basılan bir matbu eseri Üsküp’te göremiyor bile… Bundan yaklaşık 100 yıl önce Gaspıralı İsmail Bey’in Rus işgali altındaki Kırım’da başardığını, bugün 8 bağımsız Türk Devleti’nin bulunduğu günümüz dünyasında gerçekleştiremiyoruz. Gaspıralı’nın bastığı gazeteler Rus işgalindeki Türk yurtlarının yanı sıra Osmanlı Devleti’ne, henüz Ruslarca işgal edilemeyen Batı Türkistan’a ve Çin’le mücadele içindeki Doğu Türkistan’a kadar ve hatta Güney Türkistan’a (Hindistan ve Afganistan’a) uzanıyordu. Bu ayıp, kendini ‘aydın’ olarak tanımlayan bütün Türk dünyasının şu an yaşayan münevverlerine ve kendini medya patronu veya basın devi olarak tanımlayan zat-ı muhteremlere yeter… Bu arada Rahmetli Özal zamanında başlayan ve günümüze kadar çeşitli isimlerle devam eden TRT Avaz’ı istisna tutuyorum. 25 yıldır bu uğurda mücadele eden ve bu yayına emeği geçen herkesi can-ı gönülden tebrik ediyorum. Ancak 25 yılda hâlâ bir alfabe birliğini gerçekleştiremedik. Türkiye’de ayrı, Türkmenistan’da ayrı, Azerbaycan’da ayrı, Özbekistan’da ayrı Latin alfabeleri kullanılırken; diğer yandan Kırgızistan’da ayrı, Kazakistan’da ayrı ve Tacikistan’da ayrı Kiril alfabeleri kullanılıyor. Dünyanın neresinde ve tarihin hangi safhasında görülmüştür ki, bir millet kendi ‘bağımsız’ devletlerinde aynı anda 2 temel kökten 7 farklı alfabe kullansın? Kısacası şu anda Türk milleti olarak yine tarih yazıyoruz (?) Devamı www.bghaber.org
garistan Halk Cumhuriyeti döneminde var olan Müslüman toplulukların ve bin 500’den fazla vakıf mülkünün yasal halefi olmadığına karar verdi.
Mahkemenin bu kararından sonra başmüftülüğün vakıf mallarını iadesi için açmış olduğu tüm davalar düşecek.
Alanya, Bulgaristan Kültür ve Sanat Festivali’ne Evsahipliği Yaptı
Antalya‘nın Alanya ilçesi, Türkiye‘de 4’üncüsü düzenlenen Bulgaristan Kültür ve Sanat Festivali’ne ikinci kez ev sahipliği yaptı. Bulgar Kültür ve Sanat Festivali, Damlataş Caddesi’nden İskele Meydanı’na kadar yapılan kortej ile başlarken, Bulgaristan‘ın farklı bölgelerinden 150 kişilik dans ve müzik ekiplerinin gösterileri izleyenlerden büyük ilgi gördü. Yöresel kıyafetler içindeki Bulgarlar Alanyalılar tarafından büyük alkış aldı.
NEczacıbaşı e r ialtyapısından m a nyetişen başarılı Ö z milli s osmaçör y, bir anlamda y u vyuvaya a ydönmüş a döndü
Neriman Özsoy, yuvaya döndü. Yetiştiği Kulüp ile yeniden sözleşme imzalayan Neriman Özsoy, iki sezon boyunca Eczacıbaşı VitrA formasını giyecek. Neriman Özsoy’un tekrar Kulüp çatısı altında olmasından büyük mutluluk duyduklarını belirten Eczacıbaşı VitrA Voleybol Takımı Menajeri Nalan Ural “Neriman yurtdışında da ülkemizi en iyi şekilde temsil etmiş başarılı bir smaçör. Neriman’a hoşgeldin diyor, takımımıza büyük katkı sağlayacağına ve birlikte başarılı işlere imza atacağımıza inanıyoruz.” dedi. Geçtiğimiz sezon İtalya’da Imoco Volley Conegliano Takımı’nda oynayan Neriman Özsoy ise oynadığı her takımda önemli deneyimler kazandığını belirterek, “Kariyerimin başladığı kulübümde yeniden forma giymekten,
olmaktan mutluluk duyuyorum. Büyük başarılarla dolu bir sezon geçiren Eczacıbaşı VitrA’da yeni başarılar için hep birlikte çalışacağız.” diye konuştu. NERİMAN ÖZSOY KİMDİR?
Türk milli smaçör 1988 Razgrad Bulgaristan doğumlu ve 1.88 metre boyunda. Voleybola 1999’da Eczacıbaşı Spor Kulübü altyapısında başladı. 2004-2006 yılları arasında iki sezon, 2007-2010 yılları arasında üç sezon Eczacıbaşı Spor Kulübü A Takım kadrosunda yer aldı.
Gelin Pazarındaki Bulgar Kızlar Taliplerini Bekliyor Bulgaristan’da yaşları 16 ila 20 arasında değişen genç kızlar, açık hava da kurulan gelin pazarında taliplerini bekliyor. Bulgaristan’da yaşayan Romanlar, yılın belli zamanlarında açık hava gelin pazarı düzenliyor. Buraya gelen gelinlik yaşındaki kızlar, erkekler tarafından beğenilmeyi bekliyor. BEĞENDİĞİNE TEKLİFTE BULUNUYOR Stara Zagora denilen yerde kurulan gelinler pa-
zarında yaşları 16 ile 20 arasında değişen kızlar bulunuyor. Buraya gelen gençler kızlarla tek tek konuşup içlerinden beğendiğine evlilik tekilfinde bulunuyor. Kızların ve oğlanların aileleri de burada bulunuyor. İki taraf anlaşınca iş resmiyete dökülüyor. Bulgaristan‘da bir çingene düğünü 2.500 ile 5.000 euro arasında değişiyor. İşte kurulan pazardan kareler;
N a f i y e Y I L M A Z Türk Halkının Yanındayız Konu Evren Paşanın ölümü 12 Eylül’ün darbeci Generali Kenan Evren, Türkiye halkına ne kadar kötülük ettiyse Bulgaristanlı Türklere de dayanılmaz acılar yaşatan kötülükler yaptı. Çektiklerimizi unutmadık. Biz, Osmanlının çöktüğü 1878’den Ankara’da 1980 askeri darbesine kadar, Türkiye’deki hükumetlerine ve genel olarak Türkiye’ye hiçbir zaman kuşkulu bakmadık. Ankara hep güvendiğimiz yıkılmaz kale, Türkiye ana vatanımızdı. Çalmadan açılacak son kapımız dı. Öz halkın tutmadığı darbeci General Evren’in iktidar olması totaliter despot T. Jivkov’a hayal edemediği bir şans verdi. Evren Sofya’da hemen baş tacı edildi. Alabildiğine pohpohlandı. İki diktatör arasında şöyle bir konuşma geçmişti: Jivkov: – Bizim de, son dönem burada büyük sorunlarımız var. Evren: – Evet, neymiş, hemen yardımcı olayım… Jivkov: -Türklerimiz çok ürüyor. Bu iş bu hızla devam ederse, başa çıkamayacağım. Evren: – İstediğini yapmakta serbestsiniz. Eti senin, kemiği benim. Aklından geçeni geri bırakma… Bu cevabı alan Jivkov ve erkânı 7 gün 7 gece bayram etti. Yemekten içmekten şenlenmekten kendine gelemedi. Gizli planların büyük hazırlıklarına hemen başlandı. Türkler arasında vızıldayan sinek bile izleniyordu. Her yere sokuldular. Fikir sahibi olanları tutuklayıp sürüldüler. Yolda başı dik yürüyenler hapse atıldı. Derdi olanlardan ajan-muhbir yaptılar. Bulgar diyarı devlet olalı görmediği hummalı bir hazırlık gördü. Tarihe uyanamamış Türkler Bulgar olarak uyandırılıyordu. Kötü olan arasında en kötünün Türk olduğu beyinlere küflü enser gibi çakılıyordu. Bulgaristan’da yaşamanın bedeli Türklüğü unutup Bulgar olmaktı. Türkleri köksüzleştirme ve kimliksizleştirme hazırlıkları 5 yıl sürdü. Şampanyalardan önce silahlar patladı ve boyun eğmeyenler yere serildi. 1984’ün son günlerinde Bulgaristan Türklerine karşı büyük taarruz geleceğimizin, bebeklerimizin kanı akıtılarak başladı. Türk isimleri değiştiriliyor, soy boy belleği siliniyor, mezarlıklar sürülüyor, Türk kültürü, adet ve geleneklerimiz var diyenlere “böyle bir şey yok” yemini ettiriliyordu. İmza atmayı beceremeyenlerin parmağı boyanıp damga alınıyordu. 2 milyon civarında kişinin damarlarındaki kan donarken beyinleri de betonlaştı. Bir halk topluluğunun şok edildiği çok ağır bir dönem yaşadı. Kimse kimseyi tanımaz, cenazeler kalkmaz, gençler evlenmez, çocuklar okula gitmez vs. gibi olaylar boy gösterdi. Hayat, geçmiş ve gelecek felce uğradı. Türkiye’de binlerce kişiye işkence eden, öldüren, 500 000 bin yurttaşı dış ülkelere kovan Enver Paşanın bayram ettiği şekilde, zalim dostu Jivkov da Türkleri geri dönüşü olmayan bir şekilde yendim, eritip bitirdim havalara girdi. Evrende hiç geri kalmadı. İkisinin de gözü dönmüştü. “Suçluların” suçu insan olmaktı. Irkçı zalimliğini kusan Bulgar rejimi, despot General Evren’den arka bulmasaydı Bulgaristanlı Türk ve Müslümanlara asla bu eziyeti edemez, kimseye kan kusturamazdı. Binlercemiz ölüm kamplarında ezildik, binlercemiz sürgünlerde süründük, binlercemiz ceza evlerinde çiğnendik, binlerce çocuğumuz doğmadı. Vicdanımız yok edilmek, belleğimiz sökülmek, geçmiş ve geleceğimiz tarihten silinmek istendi. O devri yaşayan ve acıları bugün de sızlayan çekileri çeken bizler General Evren’e “Hakkımızı Helal Ettik!” diyemeyiz. Dayandık, dirildik, ayaklandık ve 500 000’nimiz birden göç etmek zorunda kaldı. Vatansız-lığa mahkum edilmemizi nasıl unutabiliriz? Hiçbirimiz hiç hiç bir şeyi unutmadık, unutmayacağız! Türkiye’de daha yaşanası, daha umutlu, daha parlak günlerin geleceğine hep inandık. Türkiye halkının büyüklüğüne, bilgeliğine, asilliğine ve kendini yenileme gücüne inandık. İyi ki inanmışız. Devamı www.bghaber.org
12
Mutlaka Başkanlık Sistemi Rafet ULUTÜRK
Başkanlık Sistemi Türkiye’nin olmazsa olmazı oldu. Halkımız 21 Ekim 2007’de ardından 12 Eylül 2010’da katıldığı REFERENDUM sonuçlarıyla Türkiye’de BAŞKANLIK SİSTEMİ kapısını açtı ve aralamış oldu. 7 Haziran 2015’te sürpriz yok. Halk iradisinin taşıyıcısı olan seçmen son 4 yıl önce, demokratik hak ve özgürlükleri geliştirme ve vatandaş dokusundaki renk özgünlüğünü koruyarak birlikte olma yoluna oyuyla açmış oldu Türkiye Cumhuriyeti Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğulu’nun Muş, Hatay, Mersin, Adana, Şanlıurfa mitinglerinde halktan gelen haykırışlarda “rota aynı, yola devam!” diyen kalabalık bir kitle vardı. Bu sözlerin slogan anlamı herkesçe biliniyor. Sayın Cumhurbaşkanımız R. Tayyib ERDOĞAN’I Konak Meydanında karşılayan İzmirliler de “BAŞKAN!” dediler. Aynı coşku Almanya mitinglerinde de yaşandı. Önemle vurgulamak gerek, AK Partinin göçmen işçilerimize sahip çıkması ve onları SEÇME VE SEÇİLME mutluluğuna taşıması oldu. Öze baktığımızda Türk halkı, daha Türklük bilinciyle uyanmadan, daha “sen Türk’sün” habercisine müjdesini vermeden, asırlar içinde oluşturduğu toplumsal bilinç yapısına bu mayayı koymuştur. Günümüzde Asya’dan başlayarak Avusturalya’dan Kanada’ya kadar parlayan bir Türk gururu olması kıvanç kaynağımızdır. Yani bu maya 8 yıl önce oluşmadı. Tarihsel gelişim sürecimizden süzülerek birikti ve parladı. Bu sıçrama, ancak AK Parti iktidarı yıllarında gerçekleşti. Bundan dolayı kendilerine halk olarak minnettarız. Kısa ve öz değişle BAŞKANLIK SİSTEMİ nar gibi soyulup içindeki taneler teker teker sayılıp tadıldığında hepsinin tadı aynıdır. Başkanlık 16 devletimizin de dokusunda vardı. Günümüzde 44 devlet olarak var olsak bile, hepimiz yeni yolu Başkanlık yolunda görüyoruz. Tarihimiz, ilk bakışta parça buçuk gibi görünse de, aslında nar topu gibi bütünseldir. Bu bakıma biz KÖKSÜZLÜK ve GELENEKSİZLİKLE suçlanamayız. Yakın ve uzak geçmişimizde ne kadar silkinmiş olursak olalım soy sop özü olarak her zaman ve her yerde Türklüğümüzü koruduk. Din birliğimizi kurmazdan önce biz anadil akrabalığıyla vardık Ne kadar uzaklardan geldiğimiz, ya da bu gün birbirimizden ne kadar ayrı ve uzak düşmüş olmamız da hiç önemli değil, Türklüğümüz her zaman ve her yerde ana kimlik dokumuzdur. Başka bir değişle Türklerin İslamiyet öncesi geçmişi, Asya’daki kökenleri ve oradan göç edilişleri onların kolektif (ortak) belleğinden silinmiş ve bir dereceye kadar unutulmuş olabilir. Şu da var, bu uzun geçmişin eskiden yaşanmış olan ilk uygarlık kalıntıları köylü geleneklerimizde hep yaşadı. Anadilimiz Türk öğelerimizin hep başında geldi. Saray diline Farsça ve Arapça kelimeler girse bile, geniş halk yığınlarının dili büyük ölçüde saflığını korudu. Osmanlı dili Türk olmaktan çok Müslümanlaştığı asırlarda da, Türkçenin özü korundu. Buna rağmen tarihimizde “Türklüğü unutma” ve Müslüman olma” çağı yaşayan biziz. Tarihsel geçmişimizde bizi kucaklayan Hazreti Muhammed’in üstlendiği rol ve Osmanlı Hanedanı’nın doğuşu çok önemlidir. Bu iki paralel gelişmeyi kaynaştıran ise Selçuklular olmuştur. Geçmişimizdeki inkişaf içinde koruyabildiğimiz özelliklerimizin başında hep anadilim vardı. Anadilimizi koruyarak Müslümanlığı kabul edince de, hem hükmedenler arasında, hem de yasa önünde eşit olmamız ve daha sonra çöken Osmanlı sofrasına üşüşenler arasından çıkıp ulusal bilince uzanarak güçlüler arasında en güçlü olmamızın aşamalarını açmak zor olabilir. Bu gelişme aşamalarının sonuncusu ve doruğu - 7 Haziran’da yaşanacaktır. BAŞKANLIK SİSTEMİ bu yükselişin yeni köşetaşıdır bu böyle biline!
Suyu kaynaktan içmek isteyenler artık BAŞKANLIK SİSTEMİ’NDE öz olanı gördü: TEK VATAN, TEK BAYRAK, TEK MİLLET VE TEK DEVLET. 2.4 milenyum tarihi olan bu gün Türklüğün en yüksek doruğu BAŞKANLIK SİSTEMİNDE bütünleşmiş bulunuyor. Bu açıdan derin analiz yapmazdan önce, 3 Kasım 1839’da TANZİMAT DEVRİMİ ilan edilirken İstanbul’un Arnavut kaldırımlarında tekerlenen eşitlik anlayışına ilişkin bir hikâyecik anımsatmak istiyorum: O zaman bir Hıristiyan bir Müslüman’ı yakalayıp Galata Karakoluna götürmüş ve yaşlıca bir zat olan Tabur ağasının huzuruna çıkararak -Bana gâvur dedi!
Diye şikâyette bulunmuş, cezalandırılmasını istemişti. Bunun üzerine Tabur ağası suçluyu şu şekilde cezalandırmıştır:
-A oğul, anlatamadık mı? Şimdi Tanzimat var.
Gâvura gâvur denmeyecek. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti!
Bunun gibi bazı mahalle muhtarlarının halkı uyarmak için davul çıkarıp:
-Ey ahali, duyduk duymadık demeyin Gâvura gâvur demek yasak oldu!
Diye ilan ettirdikleri meşhurdur. Bundan 176 yıl önce Osmanlı memleketlerinde yaşayan hangi din ve millete mensup olursa olsun, bütün tebaa can, ırz ve namus garantisine ve din ve millet ayırımı yapılmadan eşitlik garantisine sahip olurken, Türk ve Müslümanlar egemen unsur durumlarını yitirmedi. O dönemin cesur padişahlarından olan II. Mahmud bir gün yabancı elçileri huzuruna kabul ederek onlara: “Ben tebaamın Müslümanlarını camide, Hıristiyanlarını kilisede ve Musevilerini ise havra ’da görmek isterim. Aralarında başka bir fark yoktur. Hepsi hakkında sevgi ve adaletim kuvvetlidir ve hepsi hakiki evlatlarımdır.” demiştir. Günümüz Türkçemizde Osmanlı’da yenilenme devri dediğimiz 37 yıllık Tanzimat döneminden 1876’da OSMANLI ANAYASASI doğdu. Bu gelişmenin anlamında öz olan padişahların bazı haklarını fedaya hazır olduğu gerçeğidir. Hanedanlığı sistem değişikliğe zorlayansa parlamentarizme hayat hakkı kazandırmaya çalışan modern Türk siyasi akımlarıydı. Bu yenilikçi harekete Osmanlıdaki Müslüman olmayan aydınlar da katıldı. Dava, hangi etnik grup ya da dine mensup olursa olsun, herkes için eşitlik ve özgürlük anlamına geldi. Devir, dalı budağı budanmış Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanarak çöktüğü bir devirdi. Hak ve özgürlükler anayasal düzende kökleşirken bir de İmparatorluğun ayakta kalıp kalmaması gündemdeydi ki, bu da çeşitli milletlerin bünyesinde yeşeren ayrılıkçı eğilimlere son verecek bir Osmanlı milleti yaratmayı gündeme getirdi. Bir asır önce bu güç kaynağını bulmak, uyandırmak ve örgütlemek çok zor oldu. Osmanlıcılık, Panislamizm ve Pantürkizm denendi. Tam o zaman Türklüğü uyandıran sabah horozu öttü ve Osmanlı Türkleri arasında öz geçmişlerine ve özellikle Türk kültürüne yönelik bir ilgi uyanmaya başlandı. Osmanlı İmparatorluğu için biricik selamet yolunun Türk milliyetçiliği inancı güç topladı. Bu diriliş, İngilizler başta olmak üzere, emperyalist dünyanın tarihin en büyük imparatorluğu olan ama artık can çekişen Osmanlıyı TARİHİ OLMAYANLAR MEZARLIĞINA gömüp, Türklük defterini de ebediyen dürmekti. Bundan 100 yıl önce Türk geleceğinin taslaklarını hazırlayanların başında Şotlanda Mason Locası ajanlarından Mithat Paşa bulunuyordu ki, o yıkılan Osmanlı yerinde federal bir devlet hayalleri kuruyordu. Bir asır sonra adalarda hapis yatanlar, ya da şehir sokaklarını dar bulup dağları dolaşanlar da aynı hayalle yaşıyor. Unutmamak gerekir, eski dönem heveslilerini o boş hayallerinden vaz geçirmek ne kadar zor olduysa, günümüzde uzlaşma yolunu açmak da aynı derecede zor oluyor.
Bulgaristan Türklerinin Sesi Yazımın başında kullandığım “silkinme” kavramı, aslında siyasi nüanslı politik düşüncede olumsuz lama anlamını da içerir. Buna işaret ederken, Büyük Atatürk’ün tarihsel rolü, son derece geniş öngörüsü ve kaynakları halk zekâsı olan bilgeliğini vurgulamadan geçemeyiz. Atatürk Türk ulusunu ve cumhuriyetini yaratırken, geliştikçe değişecek ve yenileşecek bir Türk milleti ve cumhuriyeti görmüştü. Ve asla neyin nasıl olacağına dışardan fısıltılı fikir bile almamıştı. “Mirasçılarıyız” diyenlerin kulaklıkları ne yazık ki, Pensilvanya ayarlı çalışıyor. Bu anlamda, 90’nını aşan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı içindeki Türk unsurunu öncü duruma getirdi, ırk, dil ve din esasında ulusal birlik kurarak, bütün halkın egemenliği anlamına gelen Türkiye Cumhuriyeti’ni dinamik bir varlık olarak, özü sonsuz zengin, biçimi de esnek bir varlık şeklinde yarattı. Öyle ki, Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir kaynak olarak tarihsel geçmişimize olduğu gibi, geleceğimize de açıktır. Hele 21. Asırda bakışlarımızı defalarca arkamıza çevirip tarihimizde çok büyük zenginlik arz eden birçok değerimizi yeniden hayatımıza baş tacı etmeye çalıştığımız gözden kaçmamalıdır. Bu değerlerden biri, geçmişimizde “ümmette bulduğumuz beraberliğimizde” serpilip açan renkleri Cumhuriyet demetinde de değrlemeye başlamamızdır. Yarım asır gibi kısa bir sürede tek partili sistemden çok partili demokrasiye geçmemiz, 21. Yüzyılda da hantallaşan meclisin çalışmalarını zamanın istemlerine uydurmak için köklü bir Anayasa değişikliği ile BAŞKANLIK SİSTEMİNİ aramamızda gizlenir. Türkiye Cumhuriyet rejiminin yaşayan, daha yetkin olanı arayan ve muasır medeniyetlerin üzerine çıkmayı yani mükemmelleşmeyi seçen bir organizma olduğunu görüyoruz. 7 Haziranda “askeri ücret”, “hıyarda, mazotta ucuzluk”, “telefon bedava”, “faizsiz dünya” ya da bir sürü başka vaatle oy avına çıkanlara kanmak ve tarihsel yenilenme sürecini köstekleyip frenleyerek durdurmak büyük zaman ve fırsat kaybı olur. Aslında boş vaatlere inanan da pek kalmadı. Seçmenin gözü ufukta, geleceğin dev Türkiye’ni görebilme çabasındadır. 2002’de başlayan, BÜYÜK 21. YÜZYIL ATILIMIYLA Türkiye Cumhuriyeti Balkanlar’da, Yakın ve Orta Doğuda kader çizen, sonuç belirleyen, yol açan ve yol gösteren bir dev ülke oldu. Bugün Türkiye olmadan olamayan bir Avrupa var. Dün Türklüğü yok edip, mezar taşı dikmeden gömmek isteyenler, artık Sayın Başkan Recep Tayip ERDOĞAN’ın ağzına bakıyorlar. Gözleri Türkiye’de. 21. Yüzyıl tarihin tanımadığı bir çağdaş Türklük iradesiyle yüzleşti. Türklük, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarından taşmaya başladı. Bu yeni süreci yönetip yönlendirecek bir BÜYÜK BAŞKAN’A ihtiyaç var. 7 Haziranda, biz oyumuzu GELECEĞİN BAŞKANINA, Büyük Türkiye Başkanına, AK Partiye vereceğiz.
Biz yeni büyük Türkiye’den kopmaz bir parça olmak istediğimiz için, yeni Türkiye’nin kuruculuğunda bizimde bir harcımız bir tuğlamız olsun inancıyla böyle bir seçim yapmalıyız. Aynı kararlılığı sizden de bekliyoruz. Türkiye Vatan, Bayrak, Millet ve Devlet olarak hepimizindir. Bölünmezlik ve yenilmezlik simgemizdir.
Başkanlık sistemi ise, mutlu geleceğimizin ta kendisidir.
Rafet ULUTÜRK
Hiçbir Şey Unutulmadı!
Bulgaristan Türklerinin Mayıs 1989 Büyük İsyanının yıldönümüdür. O zamandan bu yana 26 yıl geçmiş olmasına rağmen hiç bir şey unutulmadı ve ebediyen unutulmayacaktır. 10 bin kahramanı hapislerde yatan, 2 bin aydını sürgün edilen, 40 cesur ayaklanmacı gencin kurşunlanarak öldürüldüğü, ardından 500 bin kişinin yurdundan sökülüp kovulduğu feci- trajik olaylar unutulabilir mi? Asla unutulmaz ve unutulmayacaktır. Son demecinde HÖH Lider benzetmesi L. Mestan “unutalım artık” o yılları demiş. “Bulgar Etnik Modeli” işe yarıyor bu gidişle zaten Türklükten iz kalmayacak, fazla eşelemeyeyim derken, sözde Türkçe propaganda yapıyor diye Momçilgrad (Mestanlı) mahkemesinin kestiği 2 bin leva cezadan yakınmış. Besbelli, “Türkçeyi iyice unutun ki” kimseye ceza yazmasınlar demek istiyor. Bu ceza oyunu halkı oyalama taktiğinin yeni bir halkası olarak gelişiyor, dikkatinizi çekerim. Olay, Baş Müftülüğün cami, medrese, mescit, hamam, bezensen ve vakıf mallarımız, tarla, çayır ve korularımızı geri almak için lehimizde çıkan yerel mahkeme kararlarına Bulgar Temyiz Mahkemesi’nin toptan bir sünger çekip çöpe attığı gibi bir şey olacak benziyor. Gizli polisin subaylarından eski Baş Müftü Bulgaristanlı Müslümanları suniler (Hanefi) ve diğerleri olmak üzere ikiye ayırmayı, sözüm ona sunilerin Baş Müftülüğünü tescil ettirmeyi başardı ve kendisini de Baş Müftü tayin etti. Şimdi artık resmi Baş Müftülüğün her işine itiraz ediyor ve “itilaflıdır” gerekçesiyle Bulgar mahkeme karlarını bozmayı da başarıyor. Karlovo “Kurcun Camii” 1974’te kurulmuş olsa da, Müftülükten alınıp belediyeye verilmesi için bu gibi sudan gerekçeler yeterli vesile oluşturabiliyor. Özet: mülklerimizi geri almamızın yasal yolu tıkanmıştır. Herşeyimiz yine itilaflı oldu. Bulgar yargısı zaten uzun zamandan beri örnek (emsal) bir karar bekliyordu ve dosya kapandı. Şimdi, şu “lider” sevdalısı, çocuksuz köy okulu Bulgarca öğretmeni Lütfü Mestan, sözde “A. Doğan’ın icat ettiği” aslında Bulgar gizli politikasının bizi topyekûn eritip asimile etme planının 5. Halkası olan “Bulgar Etnik Modeli” ni-ana dilimiz Türkçemizi Bulgar yerel mahkemelerine düşürerek tamamen yasaklama oyununu kanunlaştırmaya ve dosyayı kapatmaya çalışıyor. Yüzde yüz vaat edilen ve yakın zamanda göğsünde bir “Kalın Şeritli Koca Balkan Madalyası” parlarsa şaşırmayınız. Olacak olan budur. Şu Lütfü anasından babasından, köydeşlerinden, askerde vs. hiçbir şey mi öğrenmemiş, şaşıyorum doğrusu. Bulgar halk meclisinde geçen sene Sosyalist Partisi Milletvekili Maya Manolova tarafından, HÖH-meclis grubuyla danışmalı hazırlayıp sunduğu ve onayladığınız “seçim propagandası Bulgarca yapılır” kanunu, sana Türkçe propaganda yasağı getirmedi mi? Kanunu onaylamakla sen bunu kendin istemedin mi? O zaman HÖH-BSP ve “Ataka” iktidarda değil midiniz? Ne zaman unuttunuz! Bu kanun yazılırken, ilaveler yapılırken, sözde tartışılırken, senin adamların sözde itirazda bulunurken her şey belli değil miydi? Bir de şu var, neden bu cezalar 2014’te yalnız sana seçmeni Arapça selamlayan –Lütfü Mestan’a ve Türkçenin elifini bilmeyen ve seçim mitinglerine toplanan Türk ve Çingeneleri “maraba” (toprak kölesi) olarak selamlayan N. Tsonev’e kesildi? Soruyorum: Siz her şeyi mi danışarak yapıyorsunuz? Tuvalet için izin istiyor musunuz? Kimseyi aldatamazsınız, suratınızı gören her şeyin farkında, sakal şeklini değiştirmeniz durumu değiştirmiyor. Sizin hedefiniz şudur: yerel mahkeme kararlarına itiraz edip olayı yine Sofya Temyiz mahkemesine (KasasyonenSıd) taşımak ve geçen yıl kabul ettiğiniz kanuna dayanarak çıkarılacak gerekçeli bir kararla BULGARİSTANDA TÜK DİLİ, TÜKÇE KONUŞMA VE TÜKÇE YAZIP ÇİZME, YARATMA meselesini kökünden söküp yok etmektir. Bu onların kadım emelidir. Sizin uyguladığınız “Bulgar Etnik Modelinin” son hedefi budur. Bunu yapınca sen L. Mestan Bulgar tarihine bir “dönek-kahraman” olarak yazılabilirsin, ama Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının belleğinde asla unutulmayacak olan bir ajan-hain, Türk halkına ihanet eden en zavallı uşak olarak kalacaksın. Yaptıklarınız unutulmayacak, unutturulmayacaktır. Başka ayrıntıları unutabilirsiniz ama bunu aklınızdan çıkarmayın, çünkü bundan sonra uykunuzu kaçıran huzurunuzu bozan bu olacaktır. Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinin Sesi 13
D r. M u s t a f a Bulgaristan Asıllı Tuvana Türkay Filiz TUVANA TÜRKAY KİMDİR? Kara Para Aşk dizisinde K AHRAMAN ‘Bahar’ adlı karakteriyle tanı3 Ekim 1990 doğumlu olan Tuvana Türkay İsSOYTÜRK dığımız oyuncu Tuvana Türtanbul, Üsküdar’da Bulgaristan göçmeni ve RizeUfuktaki şu sıralar ‘Güvercin Uçuli bir annesinin kızı olarak dünyaya gelmiştir. İsKara Bulut kay verdi’ adlı komedi filmiyle tanbul Koleji’nden mezun olan Tuvana Türkay Türküsüz Halk Olmaz MAL MÜLK EL DEĞİŞTİRİYOR seyircinin karşısına çıkacak.
Bulgaristan’da yeni bir süreç izleniyor. Geçiş Dönemi’nde yolsuzluk yapıp birikim gerçekleştirenler birden hareketlendi. Böylece tarım kooperatifleri mallarının – traktör, su pompası, kamyon, pulluk, biçer döver ve daha bir sürü eskimiş ilan edilen tarım ve taşıt aracını kesilip hurdaya verdikten ve köylülerin yeni koşullarda tarlalarını işleyebilecek durumda olmadıkları görülünce yeni bir saldırı başladı. Bu defa aç gözlülerin bakışı köylü taşınmazları üzerinde toplandı. Tarlaların, otlakların, koruların, ormanların, çeşmelerin, yolların, dere ve tepe her şeye el atma meraklı- heveslileri ortaya çıktı. İri toprak sahipleri –yeni çorbacılar oluşuyor. Toprak mülkiyetinin köylüler elinde parçalanmış durumdan bir ya da birkaç büyük toprak sahibinin elinde toplanması sonucunu doğuracak olan bu gelişme, Avrupa Birliği’nin Bulgaristan’da tarımsal üretimin geleceğine ilişkin planlarına uygun düşüyor. Çünkü Brüksel büyük ölçekli tarımsal üretimi özendiriyor, büyük toprak sahiplerine ayrıcalıklar tanıyor, Bulgaristan’ın tarimsal geleceğini kooperatifçilikte değil, iri toprak sahipleri ve tarım işçileri kutuplaşması şeklinde planlıyor. 2014’te Brüksel’den gelen tarımı özendirme ve hayvan bakıcılarına karşılıksız yardım şeklindeki paraların % 80’nin büyük çiftlik sahiplerine, iri toprak sahiplerine ve büyük kapasiteli mandıracılara verildi. Bu işte biz ancak seyirci kalırız. Büyük toprakları ele geçiren yeni zenginler – işçi alırken kalifiye eleman arıyor. Yüksek tahsilli ya da en az tarım teknik lisesi ya da baytar yardımcısı ihtisasına sahip, bilgili, deneyimli, şoför, pompacı, teknik sel donanımlı vs. uzmanlar seçiyor. 55 yaşın üzerinde olan köylüleri işe almıyorlar. Aslında özellikle hububat üretiminde bütün işlerin makinalarla yapılması yaşlıları kendiliğinden saf dışı yapıyor. Küçük işletmelerin, el işinin fazla olduğu küçük ölçekli işletmelerin büyük çiftliklerle rekabet etme şansı da pek yok. Bizde bugün de hala el emeği en pahalı emektir.Avrupa Birliği tarım makinası üreticileri ise ülkemizi bir bakıma sürüm pazarı olarak görüyor. Hayvan fermaları AB istem ve standartlarına kurulmadığında teşvikler ödenmiyor. Köylü bireysel ya da aile işletmeciliği durgunluk geçiriyor. AB ülkeleri malları pazarlarımıza hakim oldu. Tarım kesimindeki rekabette bizim devamlı yenik durumda olmamız, her zaman kayba uğramamız, birçok defa da malımızın elimizde kalması unutulmamalıdır. Bunun birkaç sebebi vardır. Bir defa, Bulgaristan AB’ye henüz 2007’de girdi, yani bütün birikimimiz yalnızca 8 yıllıktır. Öteyandan Ortak Pazar (1953) yılından beri birimim yapan, gelişerek uzmanlaşan ve Brüksel kaynaklarını kullanma işinde kurtlaşan Avrupalı üreticilerle rekabet pazarında başa çıkmamız çok zor. Örneğin Polonyalı bir patates üreticisi AB’den her yıl patates üretimi için aldığı karşılıksız para yardımlarıyla, patatesini Sofya “Kadınlar Pazarına” 0.04 stotinkaya (Bulgar parasının kuruşudur) indirip 0.40 stotinda üzerinden satışa sunabiliyorken, Rodoplar’ınSatovça köyünde patates üreten bir Bulgar köylüsü malını köy meydanında 0.30 stotinkadan ucuza sunarsa zarar ediyor. Mal Sofya pazarında 0.65 stotinkadan alıcı arıyor. Bu çok büyük bir çelişkidir. Büyük üreticileri, AB’nin sübvansiyon memelerini ele geçirmiş olanların yararına çalışırken, küçük üreticilerin boğazına yapışmış, hepsini birden boğmaya çalışıyor. Bulgar köylüsünün durumu acınasıdır. İkinci olarak, adaletsiz sübvansiyonların dağılım biçiminde de görüyoruz. Örneğin Yunanistan’da kırda, vadilerde, yaylalarda hayvan bakanların yardım ve teşvik ödenekleri yıl başında dağıtılırken, Bulgaristan’da yol sonunda ödeniyor ya da hiç ödenmiyor. Bu da ek güçlükler yaratıyor. Şöyle bir durum var, Bulgaristan 30 yıl önce 280 bin ton tütün üretirken şimdi (2015) 30 bin tonluk kota ile yetinmek zorundadır. Son 20 yılda Yunanistan’a tanınan AB tütün kotası 4 defa büyümüştür. Yunan yeni kotaları Bulgar tütün işçileri çalıştırarak dolduruyor. AB adaletli davransa insanlarımız boş tarlalarını ve geleneksel tütüncülük birikimini ve olanaklarını kullanarak bu ödevi çok daha kolay ve başarılı gerçekleştirebilirdi. Ne yazık ki, bu durumları gören yok, düzeltme yapılmasını da isteyen yok. Şu da var AB tohum alımı için özel yardım fonu oluşturmadı. Köylülerimiz, o yumurta gibi domatesleri ve hepsi aynı büyüklükte olan al benli biber ve patlıcanları üretmeye uzanamıyor, özendirici yardımların sonradan verilmesi seracılığımızın gelişmesinde de önemli bir durdurucu fren rol görüyor. Devamı www.bghaber.org
Tuvana Türkay, 3 Adam programında söylediği şarkılarıyla sosyal medyada çok konuşuluyor. Peki Tuvana Türkay kimdir? detaylar haberimizde. TV8’de yayımlanan 3 adam programına katılan oyuncu Tuvana Türkay söylediği şarkı ile beğeni topladı. 27 Mart tarihinde vizyona giren “Güvercin Uçuverdi” filminde Atalay Demirci ile birlikte rol alan Tuvana Türkay’ın söylediği şarkılarla sosyal medyada en çok konuşulan isimilerden biri haline geldi. Peki,Tuvana Türkay kimdir? işte detaylar…
eğitimine Beykent üniversitesi Radyo Televizyon sinema bölümünde devam etti. Kamera karşısına erken yaşta geçen Tuvana Türkay ilk kez 9 yaşında Reklam filmlerinde oynamaya başladı. Oyunculuk, şan ve diksiyon dersleri alan Tuvana Türkay, 2014 yılında Kara Para aşk dizisinde rol aldı ve son olarak 2015 tarihli Güvenrin Uçuverdi filminde oynadı. Tuvana Türkay bunların dışında Eksik Sayfalar, Esir Sultan, Yer Gök Aşk, Nakş-ı Dil Sultan, Ayrılık, Cumhur Cemaat yapımlarında yer aldı.
Roma’nın Yeraltı Mezarlarından İnanılmaz İskeletler Çıkıyor Roma sokaklarının altında ilerleyen mezar labirentleri ilk olarak 1578’de dikkat çekmeye başladı. Bu labirentler cesaretleri ve Hristiyan inancına olan sıkı bağlılıklarıyla aziz olarak adlandırılan erken dönem Hristiyan şehitlerinin çürüyen iskeletleri barındırıyor. Her iskelet giydirilmiş ve pahalı kıyafetler, taçlar, silahlar ve hatta peruk gibi çeşitli çok değerli objeler ve taşlarla sülenmiş durumda bulunuyor. Onlar için hazırlanmış kiliselerde sergiye koyulan bu iskeletler zengin kişileri ölümünden sonra neyin beklediğini hatırlatmak amacıyla ziyarete açılıyorlar. Yeraltı mezarlarının azizleri başlıklı bir çalışma yapan sanat tarihçisi Paul Koudounaris bütün Avrupa’yı gezmiş ve bu konuda belge toplamış
durumda. Ortaya çıkan bilgiler, birçok azizin giydirilip insanların ziyaretine açılmasına rağmen, daha giydirilmeyi bekleyen bir çok azizin olduğunu gösteriyor. Koudounaris, bu konuda yazdığı kitabında yeraltı mezarlarının azizleri hakkında bilgi verirken nasıl öldüklerini, bu mezarlara yerleştirilmelerine kimin karar verdiğini ve Avrupa’da bu olgunun neden bu kadar uzun zamandır devam ettiğini tartışıyor.
Meksika’da 2 Bin 700 Yıl Önce İnsan Eti mi Pişiriliyordu? Meksiko’nun yakınındaki Tlatelcomila şehrinde MÖ. 700-500 yılına tarihlenen kemikler burada yaşayanların yamyamlık yaptığını gösteriyor. Mezoamerika’nın Klasik Öncesi Dönemi’ne tarihlenen kemiklerde kesik izleri ve yüzlerde tahrip görüldü, ve yüksek ısıya maruz kaldığı fark edildi. 18 erkek, kadın ve çocuğun parçalar halindeki kalıntılarında etlerinin kesildiğine ve ölüme yakın bir zamanda kemiklerinin kırıldığına dair kanıtlar var. Archaeometry (Arkeometri) dergisinde yayınlanan makalede araştırmacılar, kimyasal ve fiziksel inceleme yöntemleri kullanarak bu insanların etlerinin nasıl muamelere maruz kaldığını ve nasıl pişirildiğini araştırdı. ÖRNEKLERİN ALINDIĞI İNSAN KEMİKLERİ Bulunan kemiklerin çoğunda hafif bir sarı ya da kırmızı renk görülüyordu. Arkeologlar da kemiklerin düşük bir ısıda mı pişirildiğini, kasıtlı olarak mı renklendirildiğini, yoksa rengin belli bir pişirme yönteminden mi kaynaklandığını merak ediyordu. Uzmanlar insan kemiği örneklerini incelemk için X ışını kristalografisi, taramalı elektron mikroskobu, geçirimli elektron mikroskobu, atomic kuvvet mikroskobu, ve kızılötesi spektroskopisi kullandı.
KIZ DESTANI
ETİ PİŞİRME YÖNTEMİNE GÖRE FARKLI RENKLER Bu kimyasal analizler sonunda araştırma başkanı Trujillo-Mederos ve meslektaşları bütün kemiklerin pişirildiğini kanıtlamakla kalmadı, ayrıca kemiklerin bazılarının kızartıldığını, bazılarının da haşlandığını gösterdi. Hem haşlamanın hem de kızartmanın Mezoamerikan ritüel yamyamlık (anthropophagy) geleneğinde görüldüğünü belirten yazarlar, bu yüzden böyle iki farklı pişirme yöntemi olmasını çok şaşırtıcı bulmadı. Fakat kemiklerin rengi hala ateşte kı-
zartmak ya da suda haşlamakla açıklanamıyordu. Bazı örneklerde, ölüm sonrasında kemiklerin zencefille ovulması kemikte kırmızı ya da sarı bir renge neden oluyor.
Şipka Tüneli için onay geldi
Hükümet, Gabrovo Çevre Yolu Projesi’nin ikinci kısmına yönelik çalışmları onayladı. Bu aşamada Şipka geçidinde tünel yapılması öngörülüyor. Proje için şimdilik bütçeden 520 milyon leva ayıran kabine, bunun için mümkün olduğu takdirde Ulaşım ve Ulaşım Altyapısı Programı’ndan kaynak ayıracak. Yaklaşık 11 km. olan Çevre Yolu Projesi, 2016-2020 periyodunda yapılıp, 3,2 kilometresinin tünel olması planlanıyor. Birinci aşamada 23 kilometre yol yapılarak Veliko Tırnovo-Gabrovo yoluna bağ-
Halk türkülerimizin özünde yaşayışımızın dile gelişi vardır. Bir halk çekisini, direncini, özlemini, umutlarını, hal ettiklerini yazılı ve sözlü dile getirerek kendi sanatını yaratır. Bu eserlerin yaratanı halk, ozanı halkın kendisi, müziğini yaratan da odur. Halk sanatının ait olduğu bir zaman kesimi vardır. Değişen zamanın şiiri, müziği ve çağrışımları farklıdır. Fakat halk sanatı akan bir dere ya da bir ırmak olduğundan kesintisizdir, akar gider, durularak yol düzer, coşar taşar ama ne kendine ne de kıyısına zarar vermez. Halk sanatı gönül çırpıntımızdır. Biz çok görmüş çok geçirmiş bir halkın evlatları olduğumuzdan durulmamız bazen uzun sürebilir, ama mutlaka gonca verip en güzelinden demet demet açarız. Halkın iç dünyası var ya, o ne kadar derinse söyleyişi de kadar yanık ve ağıtlıdır. Gençlik şiirimizin ve söyleyişlerimizin esintisinde aşk rüzgârları vardır. Halkın arasında ve uzun zaman iç içe yaşayan aydınlarımız son zamanda kalem ucundan “Rodoplar artık türkü doğurmuyor” gibi sözler düştüğünü görünce kendileri de çok üzüldü. Hayatımızın hüzünlü olduğunu anlatanlar haklıdır. Ne var ki, hüzün kalıcı bir duygu değildir, kendini yener ve huzuru bulur. Gerçeklerimizin gerçek yüzü güleçtir. Tebessümlü, sağduyulu ve el uzatandır. Her mevsimin kendi havası, her emelin bir uçuşu, her gönlün bir bekleyişi ve emsalsiz bir kavuşması, bazen da sürpriz kucaklaşmalarımız yaşantı renklerlimizdendir. Her an yeni bir heyecanla dolup boşalıyoruz. Bu böyle devam edecektir. Nenelerimizin ve annelerimizin çok sevdiği şiirleşmiş türkülerimizden birkaçını sizler için özel seçtim. Orada kaldıklarını düşünenlere, bizimle geldiler diyorum. Gençlik ve Aşk Eserlerimizden Birkaç Örnek:
lanması amaçlanıyor. 2013 yılında imzalanan sözleşmeyle yapılmasına başlanan projenin, Stara Planina dağının kolayca geçilerek Kuzey ile Güney arasında en önemli ulaşım koridoru haline gelmesi düşünülüyor.
çer
Bir kız altı yaşına girince yanakları bal olur yedide boyu uzar sekizde açar gözünü dokuzda her düzenini düzer onda da açılmadık güle benzer on birde kız kanına katılır on ikide ak gül olur açılır on üçte ak yüzüne bakılır on dörtte yavaş yavaş yâr olur on beşte gece girer düşüne on altıda çocuk düşer peşine on yedide yalan söyler eşine on sekizde kına düşer saçına on dokuzda türlü ballar saçar yirmi de her huyundan geçer yirmi birde isteyenler vazgeyirmi ikide dul adama gider.
AŞK TÜRKÜSÜ
ÇOBAN İLE KIZ Ben bir köylü kızıyım Davar inek sağarım Çıktım yolun üstüne Çobanımı ararım
Burada mısın köylü kızı Ben de seni ararım Arayıp da bulamazsam Gözyaşıyla ağalarım
Yüzüme bak güzel çoban Ben bir karagöz kızım Bilmem alacak mısın
Su üstünde sarayım Haykır yârim varayım Saat kösteği kırayım Sende benim merağım
Çünkü köylü kızıyım
Al eline kalemi Yaz başına geleni Hasta oldum ölüyorum Oldum yastık veremi.
Köylülerin dilberi
Entarim yok dikeyim Dikeyim de düreyim Yolla yârim kokuyu Entarime süreyim Koyunlarım sayada Güder harman kayada Alacaksan al yârim Ölüm var bu dünyada
Hep böyle midir acap
Topraklarla oynamış Pamuk gibi elleri
Gel yanıma, gir koluma Biz gidelim odaya Efendiler gücenmesin Oynaşalım orada…
14
Bulgaristan Türklerinin Sesi
Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde halatlar monte ediliyor! Freni Arızalı Kimliksizleştirme Süreci Tamamlandığında dünHer iki yakada yükselen betonarme kuleler deyanın en geniş asma köprüsü olacak Yavuz Sultan Selim Köprüsünde inşaat çalışmaları 24 saat devam ederken, eğik askı halatlarının 1 montajı ve ana kablo optimizasyon çalış-
maları sürüyor. Tamamlandığında dünyanın en geniş asma köprüsü olacak Yavuz Sultan Selim Köprüsünde inşaat çalışmalan 24 saat devam ederken, eğik askı halatlarının 1 montajı ve ana kablo optimizasyon çalışmaları sürür yor.
niz seviyesinden 304,5 metre yüksekliğe kadar ilerledi İki yaka arasında mühendis ve işçilerin çalışacağı “kedi yolu” olarak da adlandırılan geçici yürüyüş yolu ve ana kablo yapımında kullanılacak iskele ve ankraj elemanlarının kurulumu ise devam ediyor. Toplam 59 dev tahliyeden oluşacak köprü zemini için Avrupa yakasında 4 ve Asya yakasında 3 olmak üzere toplam 7 çelik tabiiye seğmen ti yerleştirildi Tuzla ve Yalova’daki tesislerde yerli olarak imal edilen çelik tahliyelerde kaynaklı birleşim işlemleri de devam ediyor.
Romanya’da Osmanlı Dönemi’ne Ait Mimari Kalıntılar Ortaya Çıkarıldı Romanya’nın batısında, Temeşvar kentindeki Piata Libertati’nin (Özgürlük Meydanı) muhteşem bir Türk hamamının kalıntılarını barındırdığına dair söylentiler dolaşıyordu. Macaristan sınırına yakın kente 1552-1716 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu hükmediyordu. Arkeologlar kısa bir süre önce 400 yıllık Büyük Hamam’ı buldu. Tarihi bölgede kazıları sürdüren ekip yerin altında sadece hamamı değil, kentin Oryantal geçmişini de ortaya çıkarıyordu. O güne kadar içini dışını bildiğiniz bir şehrin yeni bir yüzle çıkması zamanda yolculuk yapmak gibiydi. Temeşvar kenti Temmuz 1552’de Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçti. Arnavut Kara Ahmet Paşa’nın komutası altındaki 16 bin asker şehri alarak Banat bölgesinin başkenti yaptı. Kent 160 yıldan fazla doğrudan sultanın yönetiminde kaldı ve Osmanlı ile AvusturyaMacaristan arasında yüzyıllar boyunca süren toprak mücadelesinde ön sıralarda yer aldı. Büyük Hamam’ın kazı alanında eski kalıntı-
ları seyrederken altında nelerin yattığından habersiz olarak Özgürlük Meydanı’na defalarca gelmiş olduğumu düşündüm. 17. yüzyılda bu meydanda insanlar dolaşmaya çıkardı. Türk hamamları dünyanın birçok yerinde banyo yapıp rahatlanacak yerlerden öte, insanları bir araya getiren merkezler olarak işlev görüyordu. Özgürlük Meydanı’ndaki Büyük Hamam’ın, ortadaki bir salonun etrafını çevreleyen 15 odası vardı. Her odadaki baca hava akımını ve duman çıkışını sağlıyordu. Hamamın etrafı bahçe ve avluyla çevrilmiş, sohbetlere uygun ortamlar oluşturuyordu. 18. yüzyılın ilk yarısında Avusturya İmparatorluğu ordusundaki bir yüzbaşı, Temeşvar’ın haritasını çizip Osmanlı döneminden kalma eserleri işaretlemişti. Bunlardan biri de Büyük Cami’ydi. Osmanlı döneminin ünlü seyyahlarından Evliya Çelebi (1611-1682) Seyahatname’sinde bu camiden söz ediyordu.
1716’da Avusturya’nın kenti ele geçirmesiyle cami kiliseye dönüştürülmüş, daha sonra da yıkılmıştı. Yerine inşa edilen yeni kilise ise eskinin tüm izlerini silmişti. Ta ki 2014 sonlarında kazılar başlayıncaya kadar. Yüzyıllar sonra caminin temelleri yeniden ortaya çıktı. Kazılarda ahşap evlerin kalıntıları, su kanalları ve cami etrafında 160 mezar da bulundu. Osmanlı döneminde Türkler barışı korumak ve siyasi denetimi ellerinde tutmak için yerel halkın dini inançları ve yaşam tarzına müdahale etmemişti. Bu durum Temeşvar’ı içeriden korumuş, fakat dışarıdaki tehditleri durduramamıştı. Bu nedenle şehrin surları üç metre kalınlıkta duvarlar inşa edilerek güçlendirilmiş, Osmanlı askerleri sürekli nöbet tutar olmuştu. 1716’da kentin yeniden Avusturya İmparatorluğu’nun eline geçmesi kuşatma nedeniyle Türklerin teslim olması sonucu olmuştu. Arkeologlar son buluntuların devamının geleceğine inanıyor. Temeşvar’ın tarihi çok eskilere dayanıyor ve kentin yer altında kalmış birçok sırrının gün yüzüne çıkması bekleniyor.
Türkiye’nin Gökyüzündeki Milli Yolculuğu Başlıyor
Gökyüzünde yepyeni rotalar çizmeye hazırlanan Türkiye’nin yüzde yüz Türk mühendisliği ile üretilecek bölgesel milli uçağı TRJ-628’e giden yolculuğu başlıyor. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı himayesinde başlatılan, Savunma Sanayi Müsteşarlığı tarafından yürütülen “Bölgesel Yolcu Uçağı” projesi Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katılımıyla Haliç Kongre Merkezinde düzenlenen Yerli Uçak Tanıtım Töreni’nde kamuoyuyla paylaşıldı. Dünyada %5’lik bir büyüme gerçekleşirken, Türkiye’de %15 büyüyen sektöre bu projeyle teknolojik yetkinlik ve istihdam sağlanması amaçlanıyor. Tamamen özgün olarak tasarlanıp geliştirilecek 60-70 yolcu kapasiteli milli uçak TRJ-628’in 2023’e kadar semalarda olması hedefleniyor. Bölgesel milli uçak TRJ-628’e giden süreci hızlandırmak amacıyla, hala çeşitli ülkelerde kullanılan 32 kişilik bir uçak modernize edilerek TRJ-328 ve T-328 adıyla Türkiye’de kurulacak tesiste üretilecek. Teknoloji transferi yapılarak üretilecek jet ve
turboprop motor seçenekli uçakların fikri ve sınai hakları Türkiye’ya ait olacak. Yerli imkanlarla geliştirilecek uçaklar 3 bin 270 kilometre uçuş menziline sahip olacak. Saatte 750 kilometre hızla gidebilen bu uçaklar, yaklaşık bin 400 metrelik kısa pistlerden kalkış yapabilecek. Aynı uçağın TRJ-328 turboprop modeli ise saatte 620 kilometre hızla, bin 850 kilometre uçabilecek. TRJ-328 ve T-328 uçakları, yolcu uçağı haricinde kamu ve özel sektör ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde ambulans uçak, deniz karakol uçağı, VIP uçak, askeri nakliye uçağı olarak ya da istihbarat görevlerinde kullanılabilecek.
BGSAM Milli mensubiyeti yani öz kimliği olmayan bir insan, bir hiçtir. İnsanın niteliğinin özünde kimlik vardır. İnsanların gizli ve görünür kimlikleri vardır. Gizli kimliğimiz bizim gen sistemimizi oluşturur. İnsanlar siyah, beyaz ve sarı ciltlidir. Bünye yapıları farklıdır. Bu bakıma bir beyaz ırk olan Türk geni Türklere aittir. Bize Bulgaristan Türkleri demelerinin özünde ise, ancak vatanımızın Bulgaristan olması vardır. Özümüz, soyumuz, dilimiz ve dinimiz farklıdır. Öz kimlikli kişiler olarak hepimiz Türk’üz. Bulgaristan’da, Makedonya’da ya da Bursa’da yaşamamız hiç bir şey değiştirmez. 1944 ile 1990 yılları arasında Türk kimliğimiz eritilip asimile edilmek istenirken, Bulgar kimliği ile paralel hepimize bir de sosyalist kimlik aşılanmaya çalışıldı. Sosyalist kimlik etnik ve ulusal yarım yapılmadan milli kimlik üstü bir kimlik olarak dayatılmak istense de, tutmadı. Görünümde bir enternasyonal insan kimliği yaratılmak istenmişti. Olayın özünde olan, dünya proletaryasının “vatansız” olduğu iddiasıydı. Bu sayfayı daha öte açanlar, sınıfsız toplumun dünya egemenliği kurulunca, bütün dünyanın herklesin vatanı olacağı ve enternasyonal kimlik dışında bir kimliğin olmayacağı savından kaynaklanıyordu. Anlaşılan anadiller ve ulusal diller ve dinler yok edilecek, egemen kültür yaratılacak, kültürel geleneklerse unutturulacaktı. Bu saçmalıkların etkisi altında kalan HÖH partisinin ilk lideri A. Doğan “bir sanal kimlik” yaratma hedefine hizmet ederek “Bulgar Etnik Modeli” uydurmasını kitaba döktü ve Bulgar devlet politikası haline getirdi. Halen Avrupa Birliği etnik sorunlar komisyonları şu “Bulgar Etnik Modeli” ile oyalanmaya devam ediyor. Olayın temelindeki gerçek ise, A. Doğan’ın bir BİLDİRİ imzalayarak II. Simeyon hükümeti kanalıyla 2007’de Brüksel’e “Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yoktur” demesidir ki, bu baştan aşağı bir yalandır. Türk, Pomak ve Romanlarımızı eritilerek asimile edilme politikası böylece yeniden hız aldı. Ülkemizde anadil ve din eğitimini engelledi. Türk yaşam tarzını budandı.. Kültür ve sanat dallarındaki gelişmemiz soldu. Bunları neden yazdık yüzyılın daha ilk yıllarında Bulgaristan’da da etnik tarihin uyanması, halk topluluklarının öz kültürünün yeşerme çabaları, özellikle Türk kültür ve sanatına olan ilginin alabildiğine artması yeniden güç toplar duruma geldi. Bu dönemde ilk kez olmak üze “Bulgaristan Türklerinin tarihi yazıldı. Soy kökleri araştırıldı. Edebiyat ansiklopedileri yayınlandı vs. Bulgaristan Türklerinin Türk dilinde yazılmış edebiyatı olduğunu inkâr etmek artık imkânsızlaştı. “Bulgaristan’da Türk yaşamıyor” diyenler artık dillerini yuttu. 21. yüzyıl başında Türkiye’nin Balkan ve Yakın Doğu ülkeleri arasında başı çekmesi, her bakıma en gelişmiş durumda bulunması, bölge devletlerinde yaşayan tüm insanların ANAVATANI olması, bu gerçekleri kabul etmek istemeyenler tarafından da artık inkâr edilemiyor. Bulgaristan Türklerinin sözlü edebiyat ve sanatının incileri olan taşlamalar, şarkılar, türküler ve maniler artık totaliter rejimin öldürüp gömmeye çalıştığı yer-
den çıkarıldı, hafızalar uyanıp canlandı, diller çözüldü, sahneler doldu. Kimliğimizin manevi yanı sel gibi akıyor. İstanbul’da soydaşlarımızın oturduğu semtlerde Atatürk’ün Sevdiği Türküleri seslendiren orkestra ve korolar, Balkanlardan esinti olan incileri söyleniyor, yaşam ortamı bulan sanat gönüllere doluyor. Soydaş çocukları arasında Vatan Şiiri Geceleri düzenleniyor. Saz toplulukları namelere hayat veriyor. Totaliter toplum, halkımızı zorunlu Büyük Göç’e zorlamakla, kültürel kıyım uygulamakla yalnız demokratik dönüşüm devrimimizi engellemekle ve onu baltalamakla kalmadı, bizi güçsüz ve bezgin durumda bıraktı. Bunların “aklını başlarından aldık” diyenlerin umudu boşa çıktı. Bu gerçeği artık 26 yıl sonra doğrudan haykırabiliriz. Diğer yayınlarla birlikte Bulgaristan Türkeri’nin Sesi olan BULTÜRK yayınları her kasaba ve köye vardı, her haneye girdi. Geçiş Dönemi’nde bizi istedikleri gibi ezmeye devam etme planları yapıldı. Belki 50 yıl sonra açılacak yeni “dosyalarda” bu tasarımları torunlarımız okuyacaktır. Bizi istediği gibi ezmeye devam etmek için “Bulgar Etnik Modeli ” ortaya çıktı. Hazırlayansa A. Doğan’dır, halkı8mıza “lider” olarak dayatıldı. Hepimiz bu modelin gölgesine itildik. Hedef hepimizi kimliksizleştirip, “kendileri böyle istediler, isimlerini bile geri almayanların oranı % 26” gibi yalanları kıvırmaya devam ettiler. Bu gidiş, frenleri tutmayan bir lokomotiftir ki, bugün de çukura kaymaya devam ediyor. Çöküşten, yıkımdan son hesapta iyilikle yüklü yeni olan doğar diyenler haklı olabilirler. İyiliği beklemek geleceğin ufkuna inanmaktır. Biz de inanıyoruz daha iyi günlerin geleceğine, ama ne zaman!? İnancımızda, bir de, bekleyerek yol alamayız, diye bir şey var. İmdat frenini çekip, Türk ve Müslüman kimliğimizi yok etmeye çalışanlara “DUR!” demek zorunda değil miyiz? Baş aşağı gitmek isidir de, DUR deme zamanı geldi, diyorum. Bulgaristan’da egemen olanların yapmak istedikleri nedir. 26 yılda inkişaf göremedik. Egemen olan işsizlik ve açlıktır. Ateş için yaş söğüt odunu toplayanların, halkı ısıtacaklarına inanamıyorum. Böyle bir ateş tüter ama ne yanar ne ısıtır, ne de söner. Onlar bu ateşi yalnız duman çıkarmak için yakmak istiyorlar. Hani “duman olduğu yerde ateş vardır” diyenlere çağrışım işareti veriyorlar. Basına düşen şu son örneklere bir bakalım. Türkiye devlet sınırına komşu Topolovgrad Belediyesinde işlenir ve çorak toprakların tümü adı var kendi yok bir şirket tarafından ucuzdan kapatıldı. Tüm arazı tek kalemde ihaleye çıktı. Köylülerin parası yok, açık arttırmaya katılmak için dilekçe bile veremediler. Avrupa Birliği tarıma sübvansiyonlarını (karşılıksız yardımlarını) toprak parçalarının büyüklüğüne göre veriyor. Büyük çiftçileri ve işletmecileri destekliyor, paraya boğuyor. Bulgaristan’a gelen Euroların % 80’ini iri toprak sahipleri ve büyük ölçekli çiftlik kodamanları alıyor.. Köylüler avucunu yalıyor. Kimse bir şey değiştirecek durumda değil gibi, yeni zenginlerin köylüyü düşürdüğü yeni tuzak budur. Devamı www.bghaber.org
BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 418-89-89 İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı İbrahim SOYTÜRK Genel Yayın Yönetmeni Ridvan TÜMENOĞLU Genel Yayın Müdürü Dr. Nedim BİRİNCİ
Adres: Hürriyet Mah. Şakir Kabaağaç Sk. Şebnem Apt. No:1 Süleymanpaşa Tekirdağı Emniyet Müd.Yolu
Tel: 0282 264 23 05 / Cep: 0539 329 44 36
Yayın DanıSmanları: Prof.Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Doc.Dr. Sakin ÖNER Doc.Dr. Hasine ŞEN D o c . D r.
Aziz
ŞAKİR
Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:
Nafiye YILMAZ Av. Hasan MOLLAOĞLU Alpay DİNÇER Hüseyin YILDIRIM Filiz SOYTÜRK Pervin MAŞAOĞLU Serkan YILDIZ Murat ULUTÜRK Neriman ERALP Mesut UĞURLU
İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 418 89 89 / 511 63 47 - Fax: 0212 511 33 91
Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.
Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.
www.bulturk.net
Avusturya -Viena Osman BÜLBÜL Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan İsveç Seval ÖZTÜRK
Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:
Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ
TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU
ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa AKGÜN ist. Avcılar: Erol KETENCİ ist. Başakşehir: Aydın FİDAN ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa- Ayşe HOCAOĞLU Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER Fethiye : Fatih AKSAK
Bulgaristan Türklerinin Sesi 15
Pervin MAŞAOĞLU Mukayesili Analiz
1915 Ermeni olayları konusunda Sofya parlamentosunun 24 Nisan 2014 tarihli “kitle halinde imha etme” kararı, Bulgaristan Türklerini ve demokratik kamuoyunu endişelendirdi. Anlaşılması zor bir karışıklık meydana gelmesine neden oldu. Tüm kötülükleri komşu kapısına yığmak bir modern devletin geçerli siyaseti olamaz, çünkü trotuar ve yol ortaktır. Çöp kokusu herkesin burnundadır. Bir defa meclis genel kurulu kürsüsünde kızışan tartışmalarında, vatanımızda sağduyunun giderek buharlaştığı, ırkçı çeteleşmenin yerleştiği ve hareketlendiği, meclis duvarına tarihi gerçekçi göstermesi için asılan ve Avrupa insan haklarına kıstaslara göre ayarlanan aynanın iyice bulandığı ortaya çıktı. “Meclis dış kapısının üstündeki “BİRLİKTEN GÜÇ DOĞAR” sloganı da artık geçerli değil, çünkü parlamentonun içinde birlik denen bir şey yok. Parçalananların Türklere saldırısı artıyor. Bizim için bu durumda önemli olan şudur: Geçen yılın Ekim ayından beri Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) meclis grubu hiçbir konuda etkili olamadı. Hiçbir konuda geçerli çözüm sunamıyor. Milletvekillerimiz sanki kara büyüye kapılmışlar. Tamamen tecrit edilmiş bir duruma içine düştüler. Parlamenter bağlaşıklılık siyasetini yürütemiyorlar. Hiçbir konuda esneklik sağlayamıyorlar. Yeri gelmişken şunu özellikle belirmemizde yarar olacağı kanısındayım. 50 yıldan beri ana dili yasaklı olan, okul kapıları kapalı bulunan, eline öz dilinde bir gazete ve kitap alamayan insanlarımızın rahatsız olduğu bir durum var. Camilerimizde Arapça ağırlıklı ibadet ve açıklamasız ayinlerin, Yakın Doğulu kaçak ve göçmen akımının artmasıyla iyice anlaşılmaz bir duruma gelmesi gözden kaçmıyor. Camiler aydınlanma ocağı olmaktan çıkıyor. Bununla birlikte Sofya meclisinde yapılan ve Bulgar televizyonlarının canlı yayında gösterdiği konuşmalarda, kendini tek söz hakkı olan ilan edip kürsüyü işgal eden, HÖH Başkanı Lütfü Mestan’ın kullandığı Bulgarca politik olarak da anlaşılır bir lisan olmaktan uzaktır. Yabancı ve içerikli halk tarafından anlaşılmayan sözleri birbirine eklemekle politika yapılmaz ve siyasi durum savunulmaz. Ermeni sorunu tartışmalarında da öyle oldu. Bir asır önce, olmamış olan bir olayın 2015 yılı günlük politikasına ve Türk Bulgar ikili ilişkilerine bağlanmasına kimse anlam veremedi. Bir kişinin bir konuda “bilgi sahibi” olduğunu kanıtlaması için, kendisinin de anlamadığı, basında kullanılmayan ve lügatlere girmemiş, açıklaması yapılmamış terimler kullanmasına gerek yoktur. Anlaşılmayan kavramlarla konuşma meselesi, Ahmet Doğan dosyasına bile girmiştir. Felsefe okumadan kendini feylesof satan A. Doğan 1978’de Varna’da onu köstebeklik yaparken, onu yöneten sivil polis görevlisi raporlarında “anlaşılmayan kategorilerle konuşma tutkusu var” kaydında bulunmuştur. Et kafalılarda bir hastalık haline gelen salgın L. Mestan’ı da esir aldı. Ne var ki, anlatılamayan ya da anlaşılmayacak bir şekilde anlatılan bir derde, kimse derman bulamaz. Bu işlerin bilinçli olarak ve kafa karıştırmak için yapıldığına inanıyoruz. Bu yeni “DS” gizli polisinin yeni bir taktiği de olabilir. Gelelim 1915 Ermeni meselesine: Türklerle Ermenilerin 800 yüzyılı aşkın ortak geçmişleri, bu ortak geçmişin mirasını taşıyan güçlü tarihsel hafızaları vardır. Bu iki halk bu yıllar boyunca beraber yaşamışlar, mutluluğu ve kaderi beraberce paylaşmışlardır. Bazen çatışmışlar, bazen de ortak düşmana karşı işbirliği yapmışlardır. Ermeniler de, tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun diğer unsurları gibi, Osmanlı idaresinde barış ve refah içinde yaşadıkları kadar, fakirlik ve zor koşullarla da karşı karşıya kalmışlardır. İmparatorluğun güçlü ve müreffeh günlerinde bu gücün ve refahın tadını birlikte çıkarmışlar, İmparatorluğun siyasi ve ekonomik gücünün zayıfladığı dönemlerde ise bu durumun yarattığı olumsuzluklara maruz kalmışlardır. Diğer bir değişle, Türklerin ve Ermenilerin kaderi iç içe geçmiştir. Ancak 19. yy. sonlarına doğru Ermenilerin bir kısmı İmparatorluğun dağılmasını, içinde yaşadıkları bölgenin bağımsızlığını kazanması için bir fırsat olarak değerlendirmek istemişlerdir. Dönemin bazı büyük güçleri (İngiltere, Fransa, Rusya) de Ermenilerin çıkarları için değil de, kendi çıkarları için Ermenilerin bağımsızlığını destekler gibi görünmüşlerdir. İsyan eden Ermeniler Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasının Ermeni toplumunun refah ve huzurunun zayıflaması anlamına geleceğini düşünememişlerdir. Bu nedenle de bu aşırı politize olmuş grup tüm Ermeni toplumu adına hareket ederek onları İmparatorluğa karşı isyana sevk etmiştir. Elbette, Ermeni topluluğu Osmanlı İmparatorluğu’nun bozulan siyasi ve ekonomik şartları altında yaşadıkları olumsuzluklara tepki göstermekte haklıydılar. Ancak oların göz ardı ettiği husus şuydu: Yalnızca kendileri değil, İmparatorluğun tüm unsurları, hatta baskın Türk unsur da, benzer olumsuz koşullar altında yaşıyordu. Ermeni toplumunun politize olmuş seçkinleri, İstanbul’da meşrutiyetin 2. kez ilan edilmesinin bu olumsuz koşulları ortadan kaldırmakta yetersiz olduğuna inanmış ve bu hayal kırıklığıyla bağımsızlık için daha fazla bastırmaya başlamışlardı. Devamı www.bghaber.org
Türkçe, Avrupa’da resmi çalışma dili oldu
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Türkçeyi resmi çalışma dili olarak kabul eden ve Türkiye’nin üye sayısını 12’den 18’e çıkarmayı öngören yasayı onayladı. Konsey’in Daimi Komisyonu, Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da yaptığı toplantıda Türkiye ilgili iki önemli karar aldı. Komisyon, yaptığı oylamada Türkiye’nin üye sayısının 12’den 18’e çıkmasını kabul etti. Böylece Türkiye Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya gibi 18 parlamenterle temsil edilecek. Bu kararın alınmasında Türkiye’nin Avrupa’nın en kalabalık üçüncü ülkesi olması etkili oldu. Türkiye’nin nüfus oranına istinaden 1992’de yaptığı başvuru ise kabul edilmemişti. Daimi Komisyon ayrıca İtalyanca, Rusça ve
Almanca’dan sonra Türkçe’yi de resmi çalışma dili olarak kabul etti. Türkçe’nin çalışma dili olmasıyla genel kuruldaki oturumlar Türkçe’ye çevrilecek, oturum tutanakları Türkçe de yayımlanacak. Ayrıca Türk parlamenterler, genel kuruldaki konuşmalarını Türkçe yapabilecek. Türk parlamenter sayısının artmasıyla da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde Türk heyetinin daimi bir başkan yardımcısı da olacak. Kararı Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi’nin Haziran ayı içinde “şeklen” onaylanması bekleniyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 47 ülkeden 318 üyesi bulunuyor.Türkiye Avrupa Konseyi’ne 1949 yılından bu yana üye ülke konumunda.
Iğdır’da yaşayan Balkan Türkleri, Hıdrellez Kültür ve Bahar Bayramı kapsamında bin yıllık ata geleneklerini yaşatıyor. Balkan Türkleri, Hıdrellez Kültür ve Bahar Bayramı kapsamında bin yıllık ata geleneklerini yaşatıyor. Her yıl 6 Mayıs günü kutlanan Hıdrellez Kültür ve Bahar Bayramı, Iğdır‘da hava muhalefeti nedeniyle normalinden geç bir tarihte kutlandı. 1937 yılında Bulgaristan‘dan gelerek Iğdır‘a yerleşen Balkan Türkleri, Hıdrellez Kültür ve Bahar Bayramı kapsamında Enginalan köyü mevkisinde etkinlik düzenledi. Gerçekleştirilen etkinlik havanın güneşli olmasını fırsat bilen vatandaşlar, gönüllerince eğlendi. Kur’an-ı Kerim ve Mevlid-i şerifin okunmasıyla başlayan programda konuşan Iğdır Balkan Türkleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin Eğitim Kültür ve Tarih Danışmanı Sabri Kaplan, bugün buradaki amaçlarının Balkan göçmenlerini bir araya toplamak, serhat şehri Iğdır‘da varlıklarını devam ettirebilmek, bu güzel şehirde bu güzel ülkenin kültürüne katkıda bulunmak olduğunu söyledi. Iğdır‘da yaşayan Balkan Türkleri olarak burada bir renk olduklarını ifade eden Kaplan, “Hıdrellez Kültür ve Bahar Bayramı, mayıs ayının ilk haftasının 6. günü bütün ülkemizde kutlanır. Biz de hava muhalefetinden dolayı bu yıl o güne denk getiremedik. Fakat bu anlamda organize olduğumuz bir günde Balkan göçmenleri olarak burada piknik ve şölen havasında bunu gerçekleştiriyoruz” dedi.
“TÜRK TOPLUMU YÜZYILLARDIR BEREKET DİLEME GÜNÜNÜ KUTLUYOR” Kaplan, bugünün birlik ve kardeşlik günü olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Bugün dostluk günü, bereket günü, tıpkı yüzyıllar önce Hızır (a.s.) ve İlyas’ın (a.s.) dilediği gibi bugün bereket dileme günüdür. Bugün şan, şöhret ve övünmek bir yana tevazu günüdür. Amacımız bu etkinliğin adı altında camiamızı hiçbir farkındalık oluşturmadan bir araya getirmek, serhat şehrimizin bu güçlü ve büyük kültürüne katkıda bulunmaktır.” “ATALARIMIZIN GELENEĞİNİ BURADA YAŞATIYORUZ” Iğdır Balkan Türkleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa İz de, bahar ve bereketin simgesi olan bugün atalarından kalma bir geleneği yaşatmaya çalıştıklarını ve bu anlamda Hıdrellez Kültür ve Bahar Bayramını burada yaptıkları şenlikle kutladıklarını ifade etti. Önemli bir geleneği gerçekleştirdiklerini ifade eden İz, “Burada tüm Balkan Türkleri ve geçmişlerinin ruhları için Mevlid-i Şerif okutuyoruz. Bu geleneği birlik ve beraberlik içerisinde yürütüyor ve yürütmeye çalışıyoruz. Çok güzel ve anlamlı bir şenlik ve bayram yaşıyoruz. Burada kurulan sofralarımızda her evden bir bereket var. Her evden kadınlarımızın yaptığı ikramlar bir araya toplanıp birlik ve beraberlik içerisinde yeniliyor. Bu çok güzel, bereketli, uğurlu ve kutsal bir bayramdır” diye konuştu.
New York’ta Mehteranlı ‘Türk Günü’ Yürüyüşü Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun (TADF) düzenlediği 34. ‘Türk Günü Yürüyüşü’, ABD’nin New York şehrinde gerçekleştirildi.
Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun (TADF) düzenlediği 34. ‘Türk Günü Yürüyüşü’,ABD‘nin New York şehrinde gerçekleştirildi. Manhattan’daki Madison caddesi ile 53. sokağın kesiştiği noktada başlayan yürüyüş, Birleşmiş Milletler binasının karşısındaki Dağ Hammarskjold parkında düzenlenen etkinliklerle sona erdi. Geleneksel hale gelen yürüyüşe, Beşiktaş Belediyesi Oyun Gençlik ve Spor Kulübüne bağlı halk oyunu ekibi, Genel Kurmay Başkanlığı Mehteran Birliği, 3 büyük takımın ABDdernekleri, Türkiye, Azerbaycan, Bulgaristan, Türkmenistan, KKTC‘den çeşitli kurumkuruluşların temsilcileri, Amerikalı bando-mızıka takımları ile bazı okullar ve AtatürkOkulu öğrencileri de katıldı. FenerbahçeUSA Derneği yürüyüşte, Anıtkabir’den getirilen dev boyutlu Türk Bayrağı açtı. Yürüyüş sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan New York Başkonsolosu Ertan Yalçın, Türk Amerikalıların 34. kez New York sokaklarında heyecan içinde
yürüdüğünü söyledi. Bunun çok mutluluk verici bir durum olduğunu belirten Yalçın, “New York, Türk Bayrakları ile daha da güzelleşti. Bugün hepimiz sevinçle bugünü kutluyoruz.” dedi. TADF BAŞKANI: BİRLİK VE BERABERLİĞİN GÜZEL BİR ÖRNEĞİ Yürüyüşü düzenleyen Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu (TADF) Başkanı Atilla Pak da, yürüyüşün, birlik ve beraberliğin çok güzel bir örneği olduğunu söyledi. New Yorksokaklarının kırmızı beyaz bayraklarla bezendiğine dikkat çeken Pak, “Yürüyüşü Türk-Amerikan toplumunun birlik, beraberlik ve geleceği açısından çok önemli görüyoruz.” dedi. Yürüyüşe katılan Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Büyükelçi Halit Çelik, “Geleneksel Türk Günü Yürüyüşü, Amerika‘daki Türk toplumunun, soydaşlarımızın, vatandaşlarımızın birlik, beraberliğini gösterdiği en önemli gün. Katılanları tebrik ediyorum. Bu önemli günümüz kutlu olsun hepimiz için.” diye konuştu. Yürüyüşte, Genel Kurmay Başkanlığı Mehteran Birliği’nin yaptığı gösteriyi seyirciler, büyük bir ilgiyle izledi.
Ş a k i r A R S L A N TA Ş Köpek Gülü Bahçesi
Biraz memleket havası nefes ettim. Dolaştım. Varna güneşe gönül açmış. Kumsallar dolu. Dalgalar bir başka bu bahar, kâh koşuşarak akıyor, kâh şöyle durup bir bakıyorlar sahile serilmiş güzellere, sanki hangi güzelin ayaklarına sarılalım diye düşünüyorlar. Türkiyeli genç ailelere rastladım. Dondurma ısırıyorlardı gölgelerde. “Bizim için bir değişiklik, denizin rengi biraz farklı, dalgalar sanki daha sevimli, mavi de biraz griye çalıyor, bahçelerde dallar meyve yüklü, insanlar güleç ve sevimli” gibi sözleri gevelediler, aramızdaki sohbette. Önemli olan kendilerini yabancı hissetmiyorlardı. Şu dalgalar güzelleri seçer gibi yapsalar da, onların insan seçme özellikleri yok. Amaçları herkesi mutlu etmektir. Varna’dan ayrılırken, köyüm Drındar’a uzarken Suvorovo vadisine dikilmiş vegece gündüz durmadan pervanelere hayran oldum. Bunlar atom elektrik santrali değil ama elektrik üretiyor, halkın ihtiyacını karşılıyor. Bu tesisler bir İspanyol yatırımıymış. Avrupa’nın öte ucundan gelip bizim buralarda rüzgârdan elektrik enerjisi üreterek devlete satıyor ve ekonomimize katkı veriyorlar. Güçlü pervanelerin altında 20dekar gibi bir çalılık alan dikkatimi çekti. Beyaz ve pembemsi renklerde kimi dalları açmış ve kimi dökmüş, bizim oralarda çok olan köpek gülü (köpek burcu) “şipka” bahçesiydi bu.Bu büyük bahçedeki çiçekler köpek gülü goncalarından biraz daha irice, anlaşılan meyveler de daha iri olacak. Bahçe yakınında 2 katlı bir ev.Çiftlik evi. Pek bir özelliği olmayan bahçeli evin düzeni sanki ilgimi çekti. Meyvelerini taşımakta zorlanan kaysı ve erik dalları yere uzanmış, yakınındaki 5-6 sıra üzüm bağı da tımarlı… Avluda Alp Dağları Çoban Köpeği cinsinden genç bir levent iyi niyetli misafiri seziyor ve havlamıyor. Bizi karşılayan hem hane sahibi hem de çiftlik sahibi PlamenGeorgievStilyanov. Çiftlik dediğimse şu 20 d. köpek gülü bahçesidir. Plamen, dede soyu olarak aslında Dobrucalı, doğum yeri Tolbuhin’e bağlı Kavarna kenti, ilkokula da orada gitmiş. Sonra anne ve babasıyla birlikte Küba’ya ve oradan da başka bir Latin Amerika ülkesi olan Nikaragua’ya gitmiş, lise ve üniversite öğrenimini orada tamamlamış. İspanyolca bilmesi Bulgaristan’a yatırım yapmak isteyen Madrid elektrik şirketleriyle temas ve işbirliğinde yardımcı olmuş. 14 yıllık bir inşaat çalışmasından sonra şu başımızın üstünde dönen ve ürettikleri elektrik enerjisiyle bazı evlerde yumurta pişen, fabrikalarda torna döndüren enerji akümüle ediliyor. Yabancı şirket ürettiği elektriği Bulgar Ulusal Elektrik Şirketi’ne (NEK) satıyor. Yararlı bir iş aslında! Rusların bize taş kömürü vermeyi durdurmasıyla bu bahar bacası tütmez olan Varna Elektrik Santrali kapanınca pervanelere umut bağlayanlar ve bu işe sıcak bakanlar arttı. Plamen bu tesisi gözetlerken, aynı zamanda köpek gülü bahçesi yapmış. Çiftliğinde 7 kişi çalışıyor. Yapılan iş Avrupa Birliği’ne bağlı bir proje. Fikir, Plovdiv Tarımsal Üretim Bilimsel Enstitüsünde geliştirilmiş. Buralarda, bizim vadilerde, dere boylarında, dağda bayırda yetişen köpek gülü (şipka) üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmış, köpek gülünün rengi, tadı, içindeki “C” vitamini deposuna dokunulmadan yalnız daha iri tür geliştirilerek, 5 defa daha irisi meyve elde edilebilmiş. Plamen fidanları Plovdiv deneme çiftliğinden almış, iri köpek gülü yetiştirmeye ilişkin gerekli bilgileri de enstitü yayınlarından öğrenmiş ve işbaşı yapmış. İşlediği araziyi kiralamış. İlk derin sürümden sonra saha sıralanmış ve fidanlar bir metre arayla yarım metre derine dikilmiş. Üç yıl önce dikilen fidanlar artık 1,5 -1,8 m boylu ve bahçeyi doldurmuş. Her yer zümrüt yeşil. Bu yıl artık ilk mahsul toplanacak. Bu arada, ilaç üreten bir Alman şirketiyle temasa geçen PlamenGeorgiev, 10 yıllık bir sürüm sözleşmesi imzalamış ve yıllık üretimin tümünü Almanya’ya gönderecek. Fiyat üzerinde mutabık kalmışlar. Üretim harcamalarına gerekli harcamalar için de banka garantisi almış. Alman şirketi iri köpek gülü meyvelerine “vitamin deposu” adını koymuş. Devamı www.bghaber.org
Bulgaristan Türklerinden Yeni CHP’ye İsyan Basın Açıklamasının tamamı Titanik Otel - 23.05.2015
1913 Sofya
Aylık Siyasi Aktüel Gazete
Türkiye ve Azerbaycan dünyaya örnek
Azerbaycan devlet haber ajansı AZERTAC’ın sorularını yanıtlayan Zeynalov, özetle şunları söyledi: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Dağlık-Karabağ sorunu çözülmediği takdirde Türkiye ile Ermenistan arasında durum aynen devam edecek’ sözü, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır kapısının açılması konusunda spekülasyon yapanlara kesin yanıt olmuştur.
Erdoğan’ın Galler’deki zirvede yaptığı konuşmada da, ‘NATO’nun Azerbaycan’a verdiği vaatleri yerine getirmesi gerektiğini ve DağlıkKarabağ sorununun Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü çerçevesinde çözümlenmesinin büyük önem taşıdığını’ vurgulaması bizim kardeş halklar ve ülkeler olduğumuzu bir kez daha tüm dünyaya göstermiştir. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ise Avrupa Birliği’nin ‘Doğu Ortaklığı Programı’nın 5’inci yıldönümü için Prag’ta düzenlenen zirvede Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a gereken cevabı vermiştir. Devlet Başkanımızın ‘Türkiye yoksa, ben burada varım’ ifadesi, dünya siyasi tarihinde kendisine özel bir yer bulmuştur.”
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği
Bu ltürk’ün Önemli Faaliyetlerinden 1. Derneğimiz; 2004 Yılında, kısa ismi “BULTÜRK” olan gazetesini çıkarmaya başladı. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” Gazetesi (Web adresi: www.bulturk.org) 2.Bulgaristan’da8.000,Türkiye’de5.000olmaküzeretoplam13.000kişiileyüzyüzeanketgerçekleştirdik. 3. Bulgaristan’da İlk kez Müslüman-Türk Cumhurbaşkanı adayı çıkarttık. 23 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilen Bulgaristan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Derneğimizin öncülüğü ve desteği ile 21 aday arasından adayımız oylamada 9.ncu sırada yer aldı. 4. Bulgaristan parlamentosunun 1970’li ve 1980’li yıllarda, ülkede yaşayan Müslüman ve Türklere karşı Jivkov iktidarı tarafından uygulanan asimilasyon sürecinin kınama kararını Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ilk defa bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyurduk. 5. Sosyal Haklar; Bulgaristan’dan Türkiye’ye çalışma stajlarının 1991 ve sonrası göç edenlerin de 1991 öncesi göç edenlerle aynı haklardan yararlanabilmeleri için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına imza kampanyası ile toplanan dilekçeler derneğimizin üst yazısı ile teslim edilmiş olup, konunun takibi tarafımızdan yapılmaktadır. 6. Bulgaristan Parlamentosu tarihte ilk defa bir Sivil Toplum Kuruluşu (STK) olarak BULTÜRK derneğini Bulgaristan Parlamentosuna davet etti ve hukuki olarak BULTÜRK’ü Bulgaristan Türklerinin temsilcisi olarak tanıdı.
7. Dünya Türk Yazarlar Birliğinin, Türk Dünyasının şah damarı Azerbaycan Bakü’de gerçekleştirilen “Geldik Gördük, Yazdık” adlı projede yer aldık. Proje kapsamında BULTÜRK olarak Ermeni sınırının tamamını gezdik ve konu ile ilgili raporumuzu yazdık ve kendilerine de ilettik. Proje ve gezi ile ilgili görüş ve düşüncelerimizi gazetemizde de paylaştık. 8. Dünya Türk Gençler Birliği (DTGB) Liderler Zirvesini (Başkanlar Toplantısı) ev sahibi olarak Sofya’da Hotel Vitoşa’da tertipledik. 9. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bir kısım ırkçılar tarafından, Cuma namazı kılan cemaate saldırılmasına istinaden, İstanbul Balat’ta Bulgar kilisesi önünde protesto gösterisi düzenledik. Onların o sert ırkçı tutumuna karşın biz İstanbul’da Atalarımıza yakışır bir şekilde kilise cemaatine karanfiller dağıttık. 10. Türk Dünyası Basın Mensupları üyesi olarak Yalova toplantılarına katıldık. 11. Türk Dünyası Belediyeler Birliği toplantılarında her zaman yerimizi aldık. 12. Derneğimizde ücretsiz olarak Bulgarca dil kursu vermekteyiz. Sofya’da DTGB
Smolyan’dan Misafirlerimiz
Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve devamı hususunda vazgeçilmez gördüğümüz ve Atatürk ile özdeşleştirdiğimiz Cumhuriyet Halk Partisi’ni her zaman ve her koşulda gönülden desteklemiş olan Bulgaristan Türkleri, 7 Haziran 2015 milletvekili genel seçimi aday listelerinde kendi hemşerilerinden olan aday adaylarına gereken değer ve önemin verilmediğini üzülerek fark etmiştir.
Cumhuriyetin değerlerine ve onun kurumlarına böylesine sadık ve vefakâr olan toplumumuzun Yeni CHPLideri ve yönetimi tarafından yok sayıldığı kanaatine varılmıştır.
Özellikle bugüne kadar yetiştirdiği ve bağrından çıkardığı insanlarının eğitim düzeyi ve çalışkanlığı ile her kesim tarafından yüksek kabul görmüş bu güzide toplumumuzu hiçe sayarak, milletvekili aday listelerinde hemşerilerimize yer verilmemesi, biz Bulgaristan Türklerinin Cumhuriyet Halk Partisi’ne olan bakış açımızı ve tutumumuzu yeniden gözden geçirmemize sebep olmuştur.
Bulgaristan göçmenleri olarak değerlerimizden ödün vermezken, CHP yönetiminin Cumhuriyetin kuruluş değerlerine ve millet egemenliğine gereken önemi göstermediği kanaatine vardık. Batının sözde Ermeni Soykırımının 100. yılı için anma hazırlıklarını sürdürürken, Papa ve maalesef paralelinde CHP de boş durmadı. CHP, Kurtuluş Savaşını ve Türkiye Cumhuriyeti’ni soykırımcı ilan eden Doğan’ı kontenjandan İstanbul 2. Bölgeden 1. Sıradan aday yaptı.
CHP’nin Ermeni Adayı: Selina Özuzun Doğan’ın “Kültürel soykırım devam ediyor” ve “Adaylığımın Ermeni soykırımının 100. yılına gelmesinin simgesel bir anlamı var”ve“Bunun CHP’ye olumlu yansımaları olacaktır” demesi oldukça manidardır. Ayrıca Selina Doğan’ı eşi Erdal Doğan hem CHP’yi hem de Mustafa Kemal Atatürk’ü soykırımcılıkla suçladığı ve Türkiye’yi uluslararası mahkemelere şikâyet ettiği de ortaya çıkmıştır. Yeni CHP bu tavrıyla Ermeni Soykırım yalanına destek olmuştur. Bu tutum ülkenin birliğine değil bölünmesine hizmet eder. Bu kararın sözde Ermeni soykırımı iddialarının 100. yılına rastlamış olması da ayrıca üzüntü vericidir. Başta ABD olmak üzere batılı birçok ülke soykırım yalanı bahanesiyle Türkiye Cumhuriyeti aleyhine karar almış iken
CHP bu tavrı ile Türkiye’yi arkadan hançerlemiştir.
CHP’ye oy vermeyi düşünen vatandaşlarımızın bu konuyu dikkate almalarını öneririz. Bu bağlamda CHP’ye oy vermeyi düşünen Bulgaristan Türklerinin de bu konuyu dikkate alacaklarından eminiz. Selina Doğan’ı eşi Erdal Doğan, Kürmeş Derneği’nin internet sitesinde, “Dersim soykırı-
mı” başlıklı yazısında açıkça Atatürk’ü “soykırım”cılıkla suçladı.
Iğdır 2’nci sıradan milletvekili adayı olarak giren Uluslararası Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği Genel Başkanı Göksel Gülbey’in isminin çizilmesine de neden oldu. “Ermeni bir adayı liste başı yapıyorken Göksel Gülbey’in Iğdır’dan listeye girmesi tezat olur” uyarısı üzerine Kılıçdaroğlu, Parti Meclisi’nden ismi değiştirme yetkisi aldı ve bu yetkiyi kullandı. Birinci sıradaki Adil Aşırım’a dokunmayan Kılıçdaroğlu 2. sıradaki Gülbey’in yerine İrfan Bakır’ı getirdi.
Bununla kalmayıp Bölücüleri Habur Sınır Kapısında karşılayan ve her zeminde avukatlığını yapan Sezgin Tanrıkulu’nun İstanbul yine göçmenlerimizin yoğun olduğu bir bölgeden 3. sıradan aday gösterilmesi Bölücülere karşı mücadelede devletinin ve milletinin yanında olan Bulgaristan Türklerini derinden yaralamıştır. Ayrıca DHKP-C örgütüne insan kaynağı sağlayan Grup Yorum’un eski solisti Hilmi Yarayıcı’nın CHP’den milletvekili adayı olarak göstermesi tepkilerimizde ne kadar haklı olduğumuzu ispatlamıştır. Daha dün Türkiye Cumhuriyeti Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit eden DHKP-C gibi devlet düşmanı katillerin savunucusu olan Grup Yorumun solistin adaylığı bizleri bir kez daha derinden yaralamış ve hayal kırıklığına uğratmıştır. Her durumda Atatürk’ün partisi olduğunu iddia eden CHP yönetiminin bu tavırları hangi Atatürkçülük ile hangi Cumhuriyetçilik hangi Milliyetçilik ile açıklanabilir. Bu kadar Atatürk ve devlet düşmanını bünyesinde barındıran CHP’nin biz Bulgaristan Türkleri tarafından bundan sonra düşman gördüğümüz zihniyetlerle aynı kefeye konulacağını belirtiriz. Yukarıda belirttiğimiz çerçeve içerisinde, Cumhuriyet Halk Partisi’ne uzun dönemdir tek yönlü karşılıksız oy vermekte olan biz göçmenleri anlayamayan “Yeni CHP” yönetiminin tutumu nedeniyle, 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimlerindeki kararlarından dolayı uyarıyoruz. Önümüzdeki Genel seçimlerde Türkiye’de yaşayan camiamız özellikle Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, Bursa, Balıkesir, Aydın, Manisa, Adana ve İzmir seçim bölgelerinde 7 Haziran seçimlerinde YeniCHP’nin, “Atatürk’ün CHP”sini tasfiyesini görmezden gelmeyecektir. CHP yöneticilerinin sık sık dile getirdikleri “Yeni-CHP”nin ne anlama geldiğini böylece Bulgaristan Türkleri olarak bir kez daha anladık. Cumhuriyetin kuruluşu ve yükselişinde Atatürk’ün CHP üzerinde oluşturduğu etki ve yol göstericiliği tartışma götürmez bir gerçektir. Cumhuriyeti kuran bir partinin kuruluş yıllarında sahip olduğu vizyondan uzaklaştığı ve Cumhuriyetimizi Cumhuriyet yapan değerlerden ve Atatürk’ün çizdiği yolun dışına çıktığını üzülerek müşahede ediyoruz. Atamızın önderliğinde kurulan bu partinin geçen süre içerisinde nasıl savrulduğunu ve Atatürk’ün CHP’sinin tükendiği ve yeni yönetimin Cumhuriyet ideallerini taşıyamadığı net olarak ortaya çıkmıştır. Kendi içinde dar bir kalıba bürünen, çevresinde olup bitenlerden habersiz; gerçeklerden ve halktan, Cumhuriyet ideallerine gönülden bağılı Bulgaristan Türklerinden uzak sadece kendi dar çerçevesinde hareket eden bir yapıya bürünmüştür. Bundan böyle halkımızı ve büyük topluluğumuzu yok sayarak siyaset yapılmayacağını başta CHP yönetimi olmak üzere tüm siyasi partilerimiz anlamak zorundadırlar.
Büyük Atatürk’ün CHP’si gitmiş yerine yabancılara uşak olmayı seçen dışardan yönetilen bölücü bir CHP haline gelmiştir. Anlaşılan o ki Yeni CHP ülkeyi bölme, milleti ayrıştırma parçalama şeklindeki emperyalist oyuna ortak olmuştur. Bu açıklamanın soykırım yalanının 100. yılında yapılması ve bu kişinin de simgesel olarak aday gösterilmesi dikkatlerden kaçmamaktadır. Yeni CHP yönetiminin bu kararı Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı saygın Ermeni yurttaşlarımızı da incitmiştir. CHP Ermeni soykırımı iddialarını desUmarız bundan sonraki tekleyen değil reddeden bir Ermeni kö- CHP’nin yeni yöneticileri bu gerçekenli vatandaşımızı aday gösterseydi Türkiye’nin birliğine hizmet etmiş olurdu. ğin farkına varırlar. Saygılarımızla,